Unnamed: 0
int64 0
916
| category
stringclasses 3
values | topic
stringlengths 3
74
| text
stringlengths 2.18k
77.7k
| num_tokens
int64 792
28.2k
|
---|---|---|---|---|
500 | Hastalıklar | Mitral Kapak Yetmezliği | Kanın doğru yönde akmasını sağlayan mitral kapak, bazı sebeplerden dolayı olumsuz etkilenebilir ve kalpten vücuda kan akışında sorunlar yaşanabilir. Bu durumda mitral kapaklarda çeşitli hastalıklar oluşur. Mitral kapak, problemli halde geldiğinde tamir edilmesi ya da değiştirilmesi gerekebilir. Eğer mitral kapaklardaki sorunlar tedavi edilmezse hayati risk oluşabilir. Memorial Şişli Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü uzmanları, mitral kapak yetmezliği hakkında bilgi verdi.Kanın doğru yönde akmasını sağlayan mitral kapak, bazı sebeplerden dolayı olumsuz etkilenebilir ve kalpten vücuda kan akışında sorunlar yaşanabilir. Bu durumda mitral kapaklarda çeşitli hastalıklar oluşur. Mitral kapak, problemli halde geldiğinde tamir edilmesi ya da değiştirilmesi gerekebilir. Eğer mitral kapaklardaki sorunlar tedavi edilmezse hayati risk oluşabilir. Memorial Şişli Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü uzmanları, mitral kapak yetmezliği hakkında bilgi verdi.
Mitral kapak yetmezliği nedir?Mitral kapak, kalpteki kanın doğru yönde akmasını sağlayan dört kapaktan biridir. Her kapakta her kalp atışı sırasında bir kez açılıp kapanan yaprakçıklar vardır. Eğer bir kapak düzgün bir şekilde açılmaz veya kapanmazsa kalpten vücuda ve akciğerlere kan akışı problemli hale gelebilir. “Mitral yetmezlik nedir?” sorusunun yanıtı böyle verilebilir: Mitral kapak yetersizliği, sol kalp odacıkları arasındaki kapağın tamamen kapanmadığı ve kanın kapaktan geriye doğru sızmasına neden olan bir tür kalp kapakçığı hastalığıdır. En sık görülen kalp kapak hastalığı türüdür. Sızıntı şiddetliyse, vücuda yeterli kan gitmeyecektir ve geri dönen kan miktarı arttıkça kalp ekstra iş yapmak zorunda kalacak ve yorulacaktırMitral kapak yetmezliği kimlerde görülür?Kalıtsal bazı hastalıkları olanlarda, bebeklik ve erken çocukluk döneminde ateşli hastalık geçirenlerde, kalp kapakçığının zarar gördüğü kişilerde, düzensiz ve yanlış beslenenlerde, aşırı kilolularda, hareketsiz yaşayanlarda, kalp ritmi yaş gibi faktörlerle bozulanlarda mitral kapak yetmezliği görülebilir.Mitral kapak yetmezliği nedenleri nelerdir?Mitral yetmezliği hastalığının nedenlerini anlamak için kalbin nasıl çalıştığını bilmek yardımcı olabilir. Mitral kapak, kalpteki kanın doğru yönde akmasını sağlayan dört kapaktan biridir. Her kapakta her kalp atışı sırasında bir kez açılıp kapanan yaprakçıklar bulunur. Bir kapak düzgün şekilde açılmaz veya kapanmazsa, kalpten vücuda kan akışı azalabilir. Mitral kapak yetersizliğinde kapakları sıkıca kapanmaz. Kapaklar kapatıldığında kan geriye doğru sızar ve kalbin düzgün çalışmasını zorlaştırır. Mitral kapak yetersizliği mitral kapaktaki sorunlardan kaynaklanıyorsa, duruma birincil mitral kapak yetersizliği denir.Kalbin diğer bölgelerini etkileyen bir sorun veya hastalık mitral kapakta sızıntıya neden oluyorsa bu duruma fonksiyonel veya sekonder mitral yetersizlik denir.Mitral kapak yetersizliğinin olası nedenleri şunlardır:Mitral kapak prolapsusu: Bu durumda, kalp kasılmalarında mitral kapağın kanatları sol üst kalp odasına doğru çıkıntı yapar. Bu yaygın kalp sorunu, mitral kapağın sıkıca kapanmasını engelleyebilir ve kanın geriye doğru sızmasına neden olabilir.Romatizmal ateş: Romatizmal ateş, tedavi edilmeyen boğaz ağrısının bir komplikasyonudur. Romatizmal ateş, mitral kapağa zarar verebilir ve yaşamın erken veya sonraki dönemlerinde mitral kapak yetersizliğine yol açabilir. Romatizmal ateş mitral kapak hastalığına neden oluyorsa duruma romatizmal mitral kapak hastalığı denir.Kalp krizi: Kalp krizi, mitral kapağı destekleyen kalp kası bölgesine zarar verebilir. Kalp krizi hasarı çok genişse, olay ani ve şiddetli mitral kapak yetersizliğine neden olabilir. Kalp krizinin neden olduğu sızdıran bir mitral kapak, iskemik mitral yetersizliği olarak adlandırılır.Doğuştan kalp hastalıkları: Bazı insanlar, hasarlı kalp kapakçıkları da dahil olmak üzere kalp yapısı sorunları ile doğarlar.Kalp kasının kalınlaşması (kardiyomiyopati): Kardiyomiyopati, kalbin vücudun geri kalanına kan pompalamasını zorlaştırır. Durum mitral kapak fonksiyonunu etkileyebilir ve yetersizliğe yol açabilir. Mitral kapak yetersizliğine bağlı kardiyomiyopati türleri arasında dilate kardiyomiyopati ve hipertrofik kardiyomiyopati bulunur.Endokardit: Mitral kapak, kalp kapakçıklarını içerebilen kalp zarının (endokardit) enfeksiyonundan zarar görebilir.Radyasyon tedavisi: Nadiren, göğüs bölgesine odaklanan kanser için radyasyon tedavisi mitral kapak yetersizliğine yol açabilir.Mitral kapak yetmezliğinin belirtileri nelerdir?Mitral kapak yetersizliği yorgunluk veya nefes darlığı hissetmeye neden olabilir. Bazı kişilerde yıllarca semptom görülmeyebilir ancak bazen kapak yetersizliği akut olarak gelişir. Bu da bazı belirtilere sebep olabilir. Kalpte üfürüm, düzensiz kalp atışı, istirahat halindeyken nefes darlığı, çarpıntı, ayak bileklerinde şişme ya da ödem mitral yetmezlik belirtileri arasında sayılabilmektedir.Mitral kapak yetersizliğinin tanısı nasıl konulur?Bir kardiyolog, mitral kapak yetersizliğini teşhis etmek için fizik muayene yapacak ve mitral kapak prolapsusu olup olmadığı da dahil olmak üzere semptomlar ve tıbbi geçmiş hakkında sorular soracaktır. Fiziki muayenede öncelikle kalp bir steteskopla dinlenir. Bu sırada holosistolik üfürüm olarak da adlandırılan bir kalp üfürüm duyulabilir. Mitral kapak üfürümü, kapaktan geriye doğru sızan kanın sesidir. Mitral kapak yetersizliği tanısını doğrulamak veya benzer belirti ve semptomlara neden olabilecek diğer durumları kontrol etmek için testler yapılabilir.Mitral kapak yetersizliğini teşhis etmek için yaygın testler şunları içerir:Ekokardiyogram: Hareket halindeki kalbin resimlerini oluşturmak için ses dalgaları kullanılır. Bir ekokardiyogram, mitral kapağın yapısını ve kalpteki kan akışını gösterir. Transtorasik ekokardiyogram (TTE) olarak da adlandırılan standart bir ekokardiyogram, mitral kapak yetersizliği tanısını doğrulayabilir ve şiddetini belirleyebilir. Ekokardiyografi ayrıca doğuştan mitral kapak hastalığı, romatizmal mitral kapak hastalığı ve diğer kalp kapak hastalıklarının tanısında yardımcı olabilir. Bazen mitral kapağa daha yakından bakmak için bir transözofageal ekokardiyogram (TTE ) yapılabilir. Bu tip ekokardiyogramda, bir tüpün ucuna bağlı küçük bir kamere ile yemek borusundan kalp hizası izlenir.Elektrokardiyogram (EKG): Derideki pedlere bağlı elektrotlar, kalpten gelen elektrik sinyallerini ölçer. Bir EKG, mitral kapak hastalığına bağlı düzensiz kalp ritimlerini (aritmiler) tespit edebilir.Göğüs röntgeni: Göğüs röntgeni, kalbin ve akciğerlerin durumunu gösterir. Bu hızlı ve kolay test, kalp büyümesini teşhis eder.Kardiyak MRI: Kalbin ayrıntılı görüntülerini oluşturmak için manyetik alanlar ve radyo dalgaları kullanır. Bu tetkik de mitral kapak yetersizliğinin şiddeti ve sol alt kalp odasının boyutu ve işlevi hakkında daha fazla ayrıntı sağlamaya yardımcı olabilir.Egzersiz testleri veya stres testleri: Bu testler genellikle kalp izlenirken bir koşu bandında yürümeyi veya sabit bir bisiklet sürmeyi içerir. Egzersiz testleri, kalbin fiziksel aktiviteye nasıl tepki verdiğini ve egzersiz sırasında mitral kapak yetersizliği semptomlarının ortaya çıkıp çıkmadığını gösterir. Egzersiz yapamıyorsanız, egzersizin kalp üzerindeki etkisini taklit eden ilaçlar verilebilir.Kalp kateterizasyonu: Bu test genellikle mitral kapak hastalığını teşhis etmek için kullanılmaz, ancak diğer testler durumu teşhis etmemişse yardımcı olabilir. Bir sağlık uzmanı, koldaki veya kasıktaki bir kan damarından kalpteki bir artere ince bir tüp (kateter) geçirir ve kateterden boya enjekte eder. Bu, kalp odalarındaki arterlerin bir röntgende daha net görünmesini sağlar.Mitral kapak yetmezliği nasıl tedavi edilir?Mitral kapak yetersizliği tedavisinin amacı, belirti ve semptomları azaltırken ve gelecekteki komplikasyonlardan kaçınırken kalp fonksiyonunu iyileştirmektir. Bazı insanlar, özellikle hafif regürjitasyonu olanlar tedaviye ihtiyaç duymayabilir. Mitral kapak yetersizliğinin geldiği evre tedaviyi de şekillendirmektedir. Öncelikle sağlıklı yaşam tarzı değişiklikleri gerekir. Bir kardiyoloji uzmanı mutlaka düzenli takip etmelidir. Mitral kapak yetmezliğine bağlı komplikasyonları önlemek için bazı ilaçlar kullanılabilir. Ayrıca mitral kapağı onarmak ya da değiştirmek için cerrahi de gerekebilir. Ne olursa olsun mitral kapak yetersizliğinde mutlaka deneyimli uzmanlardan oluşan bir kalp merkezinin bulunduğu sağlık kuruluşlarına başvurmak önem taşımaktadır.Genel anlamda tedaviler şunları içerir:İlaçlar: Mitral kapak yetersizliği semptomlarını azaltmak ve kalp kapakçığı hastalığının komplikasyonlarını önlemek için ilaçlara ihtiyaç duyulabilir. Diüretikler, kan sulandırıcılar, kan basıncı ilaçları önerilebilir.Cerrahi veya diğer prosedürler: Belirtiler olmasa bile, hastalıklı veya hasarlı bir mitral kapağın sonunda onarılması veya değiştirilmesi gerekebilir. Mitral kapak hastalığı için cerrahi, mitral kapak onarımı veya mitral kapak değiştirmeyi içerir. Kardiyoloji uzmanı hangi yöntemin faydalı olacağını hastanın durumuna göre karar verir. Başka bir kalp rahatsızlığı için ameliyata ihtiyaç varsa, bir cerrah diğer ameliyatla aynı anda mitral kapak onarımı veya değişimi yapabilir. Mitral kapak ameliyatı genellikle göğüste bir kesi ile yapılır. Bazı tıp merkezlerindeki cerrahlar bazen ameliyatı yapmak için robotik kolların kullanıldığı minimal invaziv bir prosedür olan robot yardımlı kalp ameliyatı kullanırlar.Kapaklarda genel olarak iki türlü hastalıktan dolayı cerrahi müdahale gerekebilmektedir: Stenoz: Kapağın daralması Yetersizlik: Kapağın tam kapanmamasıKapak ameliyatlarında cerrah hastalıklı kapağa ulaşmak için kalbi açıp içine girmek zorundadır. Bu durumda hastayı mutlaka kalp akciğer makinesine bağlayarak kalbi durdurmak gerekir. Bu ameliyatlarda cerrah, hastalıklı kapağı, yapay bir kapak ile değiştirebileceği gibi (replasman), özellikle mitral ve triküspid kapaklarda öncelikle tamir (plasti) yapmayı arzu eder.Kalp kapakları kimi zaman bazı hastalıklar nedeniyle mekanik görevlerini yapamaz. Bu durumda kalp kapaklarındaki sorun cerrahi tedavi ile çözülür. En sık tamire ihtiyaç duyulan ve yüz güldürücü sonuçlar alınan kapaklar, kulakçık ve karıncıklar arasında yer alanlardır. Sağ kulakçık ve karıncık arasındaki kapağa “Triküspid Kapak“, sol taraftakine ise “Mitral Kapak” adı verilir.Her tür kapak tamir edilememektedir. Romatizmal hastalıklar nedeniyle ortaya çıkan kapak hastalıklarında kapak dokusunda gelişen bağ dokusu artışı nedeni ile kalınlaşma ve kalsifikasyon nedeniyle tamir imkânı kısıtlıdır. Bunun yanında bazı hastalarda kapak halkasının genişlemesi ya da kapağın bir bölümünde sarkma (prolapsus), uzama gibi sebeplerden ortaya çıkan kapak yetersizliklerinde ise çok başarılı sonuçlar alınmaktadır. Ayrıca mitral kapak yetmezliği kalp krizinin sonucunda da ortaya çıkabilmektedir. Kalp krizi veya endokardit (kalp enfeksiyonu) sonrası mitral kapağı tutan kordalardan birisinin kopması veya tutunduğu kalp duvarının incelmesi (anevrizma) nedeniyle kapak fonksiyonları bozulmaktadır. Bu hastalarda koroner bypass operasyonuna ek olarak kapak tamiri de gerekmektedir.Kapak tamirlerinde hedeflenen dayanıklılık süresi 10 yıl ve ötesidir. Ameliyat sırasında ve sonrasında yemek borusu içerisine yerleştirilen “Transözefajial Ekokardiografi” cihazı ile kalp kapaklarının yapı ve fonksiyonları detaylıca değerlendirilebilmektedir. Bu esnada ameliyatı yapan cerrah ve ekibi kadar, ekokardiyografik incelemeyi yapan anestezi uzmanı ve kardiyolog doktorların tecrübesi de büyük rol oynar. Bu sayede ameliyatın başarısını, hasta daha ameliyattan çıkmadan doğrulamak mümkün olabilmektedir.Kalp kapak protezlerinin kalbin kendi kapaklarına göre bir takım zayıf noktaları vardır. Metal kapak olarak da bilinen mekanik kapak protezleri, kanın pıhtılaşma özelliğini azaltan ilaçların (warfarin etken maddeli) kullanılmasını gerektirmektedir. Bu ilaçlar kullanılmadığı takdirde kapak üzerinde pıhtı oluşumu ve bu pıhtının koparak bazı organların dolaşımını bozması söz konusu olabilir. Örneğin beyin dolaşımının bozulması bir inmeye sebep olabilir. Doku kapakları olarak da bilinen biyoprotez kapaklarda ise çok kısa süreli (3 – 6 ay) ilaç kullanımına ihtiyaç vardır. Ancak bu tür kapakların zayıf noktası ise 10 yıl kadar bir süre içinde kireçlenme ve dejenerasyona maruz kalabilmesidir.Mitral ya da triküspid kapağın bir protez kapakla değişiminin bir başka olumsuz yanı da, bu kapakların kalp tabanına tutunmasını sağlayan kas ve liflerinin kesilmesidir. Kalp kapağının açılış ve kapanışını kolaylaştıran, aynı zamanda da kalbin kasılmasında rolü olan bu kasların kesilmesi, kalbin performansını etkilemektedir. Bu nedenle kalp kapağının tamiri mümkün ise ve fizyolojik koşulları uzun süreli olarak sağlayabileceği düşünülüyor ise, kapağın değişmesinden çok daha iyidir.Kapak tamir sonrası müdahale edilen kalp içi bölgedeki dikiş uçları ve birçok zaman tamiri desteklemesi için yerleştirilen “Ring” adı verilen halka şeklindeki protezin üzerinin doku ile kaplanması için belli bir süreye ihtiyaç vardır. Bu süre 3 ile 6 ay arasında değişmektedir. Bu dönemde protezin ve dikiş uçlarının bir pıhtı oluşumuna sebep olmaması için pıhtılaşmayı önleyici warfarin etken maddeli ilaç kullanılır. Bu ilacın etkisini değerlendirmek için kardiyolog doktorun belirleyeceği sıklıklarla ve en az ayda bir defa kan tahlilleri yapılmalıdır. Son yıllarda kullanılmaya başlayan ev cihazları ile INR tetkiki yapılabilmesi bu kaprisli ilacın düzenlenmesini çok kolaylaştırmıştır. Bu dönem atlatıldıktan sonra senede bir defa kardiyolog doktorun muayenesi ve ekokardiyografi kontrolü yeterli olacaktır.Kapak ameliyatında temel prensip, normal fizyolojide mevcut olan tek yönlü akımı sağlamaktır. Bu amaçla metal ve doku (biyoprotez) kapaklar kullanılmaktadır. Metal kapak taşıyan hastaların, pıhtılaşmayı önleyen, warfarin etken maddeli ilacı ömür boyu kullanmaları gerekmektedir. Doku kapak taşıyan hastaların ise sadece 3 ay warfarin etken maddeli ilacın kullanması yeterli olmaktadır Metal kapaklar çok uzun süre dayanabilmesine rağmen, doku kapaklarının 10 yıldan sonra bozularak değiştirilmesi gerekebilir. Metalik kapaklar çok sessiz ortamlarda işitilebilen saat sesi gibi bir ses çıkarabilmektedir. Hastanemizde kullanmayı tercih ettiğimiz metalik kapaklar, kalitesi ve dayanıklılığı tüm dünyada kanıtlanmış olan markalardır. Çok nadir hasta erken dönemde böyle bir sesi duyabilmekte olduğunu belirtirken, ameliyatın üzerinden geçen zamanla sesin hiçbir zaman rahatsız edici bir düzeyde olmadığını ifade etmektedirler. Hangi cins kapak kullanılması konusunda cerrahınız seçim yaparken genel durumunuzu, yaşınızı, kadın hastalarda doğum yapma isteğini (warfarin kullanan hastaların gebe kalması tercih edilmez), vb. göz önüne alarak karar verecektir. Ameliyattan önce kapak tercihi konusunda sizin de belirleyici olabileceğini düşündüğünüz bir durumunuz var ise mutlaka doktorunuzu bilgilendiriniz.Mitral kapak yetmezliği hakkında sık sorulan sorularMitral kapak hastalıkları nelerdir?Doğuştan gelen Mitral kapak hastalıkları dışında toplumda en çok romatizmal hastalık kökenli ya da yaşa bağlı olarak kapağın bozulmasıyla seyreden dejeneratif kökenli mitral kapak hastalıkları bulunmaktadır. Mitral kapak hastalıkları genellikle mitral kapak yetmezliği ya da mitral kapak darlığı şeklinde görülmektedir.Mitral kapak yetmezliği komplikasyonları nelerdir?Mitral kapak yetmezliği ya da mitral kapak yetersizliği olanlarda kalp ritim bozukluğu gelişebilir. Atriyal fibrilasyon denilen bu tablo felce de neden olabilir. Akciğer tansiyonu yüksekliği de gelişebilir. Bunun yanında mitral kapak yetmezliği tedavi edilmezse kalp yetmezliğine sebebiyet verebilir.Mitral kapak hastalığı olanlar ne zaman ameliyat olmalı?Kalp kapaklarında ileri derece darlık, ileri şekilde geri kaçırma varsa, kapakta ileri biçimde kireçlenme varsa, kapağın önünde pıhtı olması, kalpte pıhtı olması, kalp ritminde sorun olunca kapak değiştirilmeli.Mitral kapak hastalıkları tedavi edilmezse ne olur?Kan akciğerlere doğru akar ve akciğer tansiyonu yükselir. Bu durum kalp yetmezliğine sebep olurken hayati tehlikeye de yol açabilir.Mitral kapak yetmezliği tedavisinde kapak tamiri nasıl yapılır?Mitral kapakta ortaya çıkan yetmezlik ve darlık gibi problemlerin, kapağı değiştirmeden ve kapak yapısını koruyarak giderilmesi işlemidir. Ameliyatta mitral kapağa ulaşılır ve bozulan kısımlar çıkarılır. Bu sırada bozulan yerlere mitral kapak tamiri yapılır. Eğer tamir yeterli olmazsa kapak değişimine gidilir.Mitral kapağın tamir edilmesi mi yoksa mitral kapak değişim ameliyatı mı daha zordur?Tamir işleminin de değişim ameliyatının da kendine göre zorlukları vardır. Ameliyatın ya da tamirin zor geçip geçmeyeceği de hastaya bağlıdır. Tamir işlemi sırasında değişime dönen hastalar da olabilmektedir. Ancak her iki işlem de tam teşekküllü hastanelerde kalp sağlığı merkezi olan güvenli ellerde yapılması gerekmektedir.Mitral kapak yetmezliğinde mitraclip işlemi nasıl uygulanır?Mitraclip, ameliyatsız mitral kapak yetmezliği tamiri işlemidir. Minimal invaziv bir tedavidir. Normalde klasik yöntemde mitral kapaklar açık ameliyatla tedavi edilir. Bazen bu tedavi robot ile de yapılabilir. Ama mitraclip ile anjiyo şeklinde kesi olmadan yapılabilmektedir. İleri yaştaki hastalara, açık kalp ameliyatı yapılamayacak derecede riskleri olan seçilmiş hastalara mitraclip işlemi girişimsel kardiyoloji uzmanları tarafından yapılabilmektedir.Robot ve minimal invaziv mitral kapak ameliyatı nasıl yapılır?Minimal invaziv yani küçük kesi yönteminden daha küçük kesiler ile yapılan robotik ameliyatlarda göğüs ön duvarındaki kemik kesilmediği için göğüs duvarı bütünlüğü korunur. Bu da ameliyat sonrası en çok karşılaşılan sorun olan solunum sistemi problemlerinin çok daha az görülmesini sağlar. Robotik cerrahi dışında minimal invaziv cerrahi de açık cerrahiye göre daha küçük kesilerle, göğüs kemiği kesilmeden yapılır. Robotta da minimal invazivde de tüm cerrahi enstrümanlar kalp damar cerrahının kontrolünde olur. Bu tekniğin uygulanması için, göğüs duvarı ve kalp anatomisinin uygun olması gerekir. Kapak türüne göre de farklı minimal invaziv yaklaşımlar bulunur.Mitral kapak yetmezliği bitkisel tedavi ile çözümlenebilir mi?Mitral kapak yetmezliğinde bitkisel takviye ürünlerinin tedavi etkinliği bulunmamaktadır, hastaya yarardan çok zarar getirebilir. Hekim önermediği sürece bu tür ürünlere yönelmemek gerekir.Triküspit yetmezliği nedir? Triküspit yetmezliği belirtileri nelerdir?Triküspit yetmezliğinde de diğer kalp kapak hastalıklarında olduğu gibi triküspit kapağın çeşitli nedenlerle sorun yaşamasıyla kanın geçiş yapamamasıdır. Triküspit darlığı da nadir görülür ve nedeni genelde romatizmal kalp hastalığıdır. Karaciğer büyümesi, bacaklarda ödem belirtilerindendir. Buna romatizmal mitral yetmezlik ya da romatizmal kapak hastalığı da denilebilir.Mitral kapak yetmezliği dereceleri nelerdir?Genellikle mitral kapak yetmezliği dereceleri 4 aşamada ele alınır. Mitral kapak yetmezliği 1 derece ve ikinci derecede yani ilk iki aşamada hasta sıklıkla takip edilir ve sorun kontrol altında tutulmaya çalışılır. 3 ve 4. aşamada hastanın tedavisi başlatılmalıdır.
Mitral kapak yetmezliği nedir?Mitral kapak, kalpteki kanın doğru yönde akmasını sağlayan dört kapaktan biridir. Her kapakta her kalp atışı sırasında bir kez açılıp kapanan yaprakçıklar vardır. Eğer bir kapak düzgün bir şekilde açılmaz veya kapanmazsa kalpten vücuda ve akciğerlere kan akışı problemli hale gelebilir. “Mitral yetmezlik nedir?” sorusunun yanıtı böyle verilebilir: Mitral kapak yetersizliği, sol kalp odacıkları arasındaki kapağın tamamen kapanmadığı ve kanın kapaktan geriye doğru sızmasına neden olan bir tür kalp kapakçığı hastalığıdır. En sık görülen kalp kapak hastalığı türüdür. Sızıntı şiddetliyse, vücuda yeterli kan gitmeyecektir ve geri dönen kan miktarı arttıkça kalp ekstra iş yapmak zorunda kalacak ve yorulacaktırMitral kapak yetmezliği kimlerde görülür?Kalıtsal bazı hastalıkları olanlarda, bebeklik ve erken çocukluk döneminde ateşli hastalık geçirenlerde, kalp kapakçığının zarar gördüğü kişilerde, düzensiz ve yanlış beslenenlerde, aşırı kilolularda, hareketsiz yaşayanlarda, kalp ritmi yaş gibi faktörlerle bozulanlarda mitral kapak yetmezliği görülebilir.Mitral kapak yetmezliği nedenleri nelerdir?Mitral yetmezliği hastalığının nedenlerini anlamak için kalbin nasıl çalıştığını bilmek yardımcı olabilir. Mitral kapak, kalpteki kanın doğru yönde akmasını sağlayan dört kapaktan biridir. Her kapakta her kalp atışı sırasında bir kez açılıp kapanan yaprakçıklar bulunur. Bir kapak düzgün şekilde açılmaz veya kapanmazsa, kalpten vücuda kan akışı azalabilir. Mitral kapak yetersizliğinde kapakları sıkıca kapanmaz. Kapaklar kapatıldığında kan geriye doğru sızar ve kalbin düzgün çalışmasını zorlaştırır. Mitral kapak yetersizliği mitral kapaktaki sorunlardan kaynaklanıyorsa, duruma birincil mitral kapak yetersizliği denir.Kalbin diğer bölgelerini etkileyen bir sorun veya hastalık mitral kapakta sızıntıya neden oluyorsa bu duruma fonksiyonel veya sekonder mitral yetersizlik denir.Mitral kapak yetersizliğinin olası nedenleri şunlardır:Mitral kapak prolapsusu: Bu durumda, kalp kasılmalarında mitral kapağın kanatları sol üst kalp odasına doğru çıkıntı yapar. Bu yaygın kalp sorunu, mitral kapağın sıkıca kapanmasını engelleyebilir ve kanın geriye doğru sızmasına neden olabilir.Romatizmal ateş: Romatizmal ateş, tedavi edilmeyen boğaz ağrısının bir komplikasyonudur. Romatizmal ateş, mitral kapağa zarar verebilir ve yaşamın erken veya sonraki dönemlerinde mitral kapak yetersizliğine yol açabilir. Romatizmal ateş mitral kapak hastalığına neden oluyorsa duruma romatizmal mitral kapak hastalığı denir.Kalp krizi: Kalp krizi, mitral kapağı destekleyen kalp kası bölgesine zarar verebilir. Kalp krizi hasarı çok genişse, olay ani ve şiddetli mitral kapak yetersizliğine neden olabilir. Kalp krizinin neden olduğu sızdıran bir mitral kapak, iskemik mitral yetersizliği olarak adlandırılır.Doğuştan kalp hastalıkları: Bazı insanlar, hasarlı kalp kapakçıkları da dahil olmak üzere kalp yapısı sorunları ile doğarlar.Kalp kasının kalınlaşması (kardiyomiyopati): Kardiyomiyopati, kalbin vücudun geri kalanına kan pompalamasını zorlaştırır. Durum mitral kapak fonksiyonunu etkileyebilir ve yetersizliğe yol açabilir. Mitral kapak yetersizliğine bağlı kardiyomiyopati türleri arasında dilate kardiyomiyopati ve hipertrofik kardiyomiyopati bulunur.Endokardit: Mitral kapak, kalp kapakçıklarını içerebilen kalp zarının (endokardit) enfeksiyonundan zarar görebilir.Radyasyon tedavisi: Nadiren, göğüs bölgesine odaklanan kanser için radyasyon tedavisi mitral kapak yetersizliğine yol açabilir.Mitral kapak yetmezliğinin belirtileri nelerdir?Mitral kapak yetersizliği yorgunluk veya nefes darlığı hissetmeye neden olabilir. Bazı kişilerde yıllarca semptom görülmeyebilir ancak bazen kapak yetersizliği akut olarak gelişir. Bu da bazı belirtilere sebep olabilir. Kalpte üfürüm, düzensiz kalp atışı, istirahat halindeyken nefes darlığı, çarpıntı, ayak bileklerinde şişme ya da ödem mitral yetmezlik belirtileri arasında sayılabilmektedir.Mitral kapak yetersizliğinin tanısı nasıl konulur?Bir kardiyolog, mitral kapak yetersizliğini teşhis etmek için fizik muayene yapacak ve mitral kapak prolapsusu olup olmadığı da dahil olmak üzere semptomlar ve tıbbi geçmiş hakkında sorular soracaktır. Fiziki muayenede öncelikle kalp bir steteskopla dinlenir. Bu sırada holosistolik üfürüm olarak da adlandırılan bir kalp üfürüm duyulabilir. Mitral kapak üfürümü, kapaktan geriye doğru sızan kanın sesidir. Mitral kapak yetersizliği tanısını doğrulamak veya benzer belirti ve semptomlara neden olabilecek diğer durumları kontrol etmek için testler yapılabilir.Mitral kapak yetersizliğini teşhis etmek için yaygın testler şunları içerir:Ekokardiyogram: Hareket halindeki kalbin resimlerini oluşturmak için ses dalgaları kullanılır. Bir ekokardiyogram, mitral kapağın yapısını ve kalpteki kan akışını gösterir. Transtorasik ekokardiyogram (TTE) olarak da adlandırılan standart bir ekokardiyogram, mitral kapak yetersizliği tanısını doğrulayabilir ve şiddetini belirleyebilir. Ekokardiyografi ayrıca doğuştan mitral kapak hastalığı, romatizmal mitral kapak hastalığı ve diğer kalp kapak hastalıklarının tanısında yardımcı olabilir. Bazen mitral kapağa daha yakından bakmak için bir transözofageal ekokardiyogram (TTE ) yapılabilir. Bu tip ekokardiyogramda, bir tüpün ucuna bağlı küçük bir kamere ile yemek borusundan kalp hizası izlenir.Elektrokardiyogram (EKG): Derideki pedlere bağlı elektrotlar, kalpten gelen elektrik sinyallerini ölçer. Bir EKG, mitral kapak hastalığına bağlı düzensiz kalp ritimlerini (aritmiler) tespit edebilir.Göğüs röntgeni: Göğüs röntgeni, kalbin ve akciğerlerin durumunu gösterir. Bu hızlı ve kolay test, kalp büyümesini teşhis eder.Kardiyak MRI: Kalbin ayrıntılı görüntülerini oluşturmak için manyetik alanlar ve radyo dalgaları kullanır. Bu tetkik de mitral kapak yetersizliğinin şiddeti ve sol alt kalp odasının boyutu ve işlevi hakkında daha fazla ayrıntı sağlamaya yardımcı olabilir.Egzersiz testleri veya stres testleri: Bu testler genellikle kalp izlenirken bir koşu bandında yürümeyi veya sabit bir bisiklet sürmeyi içerir. Egzersiz testleri, kalbin fiziksel aktiviteye nasıl tepki verdiğini ve egzersiz sırasında mitral kapak yetersizliği semptomlarının ortaya çıkıp çıkmadığını gösterir. Egzersiz yapamıyorsanız, egzersizin kalp üzerindeki etkisini taklit eden ilaçlar verilebilir.Kalp kateterizasyonu: Bu test genellikle mitral kapak hastalığını teşhis etmek için kullanılmaz, ancak diğer testler durumu teşhis etmemişse yardımcı olabilir. Bir sağlık uzmanı, koldaki veya kasıktaki bir kan damarından kalpteki bir artere ince bir tüp (kateter) geçirir ve kateterden boya enjekte eder. Bu, kalp odalarındaki arterlerin bir röntgende daha net görünmesini sağlar.Mitral kapak yetmezliği nasıl tedavi edilir?Mitral kapak yetersizliği tedavisinin amacı, belirti ve semptomları azaltırken ve gelecekteki komplikasyonlardan kaçınırken kalp fonksiyonunu iyileştirmektir. Bazı insanlar, özellikle hafif regürjitasyonu olanlar tedaviye ihtiyaç duymayabilir. Mitral kapak yetersizliğinin geldiği evre tedaviyi de şekillendirmektedir. Öncelikle sağlıklı yaşam tarzı değişiklikleri gerekir. Bir kardiyoloji uzmanı mutlaka düzenli takip etmelidir. Mitral kapak yetmezliğine bağlı komplikasyonları önlemek için bazı ilaçlar kullanılabilir. Ayrıca mitral kapağı onarmak ya da değiştirmek için cerrahi de gerekebilir. Ne olursa olsun mitral kapak yetersizliğinde mutlaka deneyimli uzmanlardan oluşan bir kalp merkezinin bulunduğu sağlık kuruluşlarına başvurmak önem taşımaktadır.Genel anlamda tedaviler şunları içerir:İlaçlar: Mitral kapak yetersizliği semptomlarını azaltmak ve kalp kapakçığı hastalığının komplikasyonlarını önlemek için ilaçlara ihtiyaç duyulabilir. Diüretikler, kan sulandırıcılar, kan basıncı ilaçları önerilebilir.Cerrahi veya diğer prosedürler: Belirtiler olmasa bile, hastalıklı veya hasarlı bir mitral kapağın sonunda onarılması veya değiştirilmesi gerekebilir. Mitral kapak hastalığı için cerrahi, mitral kapak onarımı veya mitral kapak değiştirmeyi içerir. Kardiyoloji uzmanı hangi yöntemin faydalı olacağını hastanın durumuna göre karar verir. Başka bir kalp rahatsızlığı için ameliyata ihtiyaç varsa, bir cerrah diğer ameliyatla aynı anda mitral kapak onarımı veya değişimi yapabilir. Mitral kapak ameliyatı genellikle göğüste bir kesi ile yapılır. Bazı tıp merkezlerindeki cerrahlar bazen ameliyatı yapmak için robotik kolların kullanıldığı minimal invaziv bir prosedür olan robot yardımlı kalp ameliyatı kullanırlar.Kapaklarda genel olarak iki türlü hastalıktan dolayı cerrahi müdahale gerekebilmektedir:Kapak ameliyatlarında cerrah hastalıklı kapağa ulaşmak için kalbi açıp içine girmek zorundadır. Bu durumda hastayı mutlaka kalp akciğer makinesine bağlayarak kalbi durdurmak gerekir. Bu ameliyatlarda cerrah, hastalıklı kapağı, yapay bir kapak ile değiştirebileceği gibi (replasman), özellikle mitral ve triküspid kapaklarda öncelikle tamir (plasti) yapmayı arzu eder.Kalp kapakları kimi zaman bazı hastalıklar nedeniyle mekanik görevlerini yapamaz. Bu durumda kalp kapaklarındaki sorun cerrahi tedavi ile çözülür. En sık tamire ihtiyaç duyulan ve yüz güldürücü sonuçlar alınan kapaklar, kulakçık ve karıncıklar arasında yer alanlardır. Sağ kulakçık ve karıncık arasındaki kapağa “Triküspid Kapak“, sol taraftakine ise “Mitral Kapak” adı verilir.Her tür kapak tamir edilememektedir. Romatizmal hastalıklar nedeniyle ortaya çıkan kapak hastalıklarında kapak dokusunda gelişen bağ dokusu artışı nedeni ile kalınlaşma ve kalsifikasyon nedeniyle tamir imkânı kısıtlıdır. Bunun yanında bazı hastalarda kapak halkasının genişlemesi ya da kapağın bir bölümünde sarkma (prolapsus), uzama gibi sebeplerden ortaya çıkan kapak yetersizliklerinde ise çok başarılı sonuçlar alınmaktadır. Ayrıca mitral kapak yetmezliği kalp krizinin sonucunda da ortaya çıkabilmektedir. Kalp krizi veya endokardit (kalp enfeksiyonu) sonrası mitral kapağı tutan kordalardan birisinin kopması veya tutunduğu kalp duvarının incelmesi (anevrizma) nedeniyle kapak fonksiyonları bozulmaktadır. Bu hastalarda koroner bypass operasyonuna ek olarak kapak tamiri de gerekmektedir.Kapak tamirlerinde hedeflenen dayanıklılık süresi 10 yıl ve ötesidir. Ameliyat sırasında ve sonrasında yemek borusu içerisine yerleştirilen “Transözefajial Ekokardiografi” cihazı ile kalp kapaklarının yapı ve fonksiyonları detaylıca değerlendirilebilmektedir. Bu esnada ameliyatı yapan cerrah ve ekibi kadar, ekokardiyografik incelemeyi yapan anestezi uzmanı ve kardiyolog doktorların tecrübesi de büyük rol oynar. Bu sayede ameliyatın başarısını, hasta daha ameliyattan çıkmadan doğrulamak mümkün olabilmektedir.Kalp kapak protezlerinin kalbin kendi kapaklarına göre bir takım zayıf noktaları vardır. Metal kapak olarak da bilinen mekanik kapak protezleri, kanın pıhtılaşma özelliğini azaltan ilaçların (warfarin etken maddeli) kullanılmasını gerektirmektedir. Bu ilaçlar kullanılmadığı takdirde kapak üzerinde pıhtı oluşumu ve bu pıhtının koparak bazı organların dolaşımını bozması söz konusu olabilir. Örneğin beyin dolaşımının bozulması bir inmeye sebep olabilir. Doku kapakları olarak da bilinen biyoprotez kapaklarda ise çok kısa süreli (3 – 6 ay) ilaç kullanımına ihtiyaç vardır. Ancak bu tür kapakların zayıf noktası ise 10 yıl kadar bir süre içinde kireçlenme ve dejenerasyona maruz kalabilmesidir.Mitral ya da triküspid kapağın bir protez kapakla değişiminin bir başka olumsuz yanı da, bu kapakların kalp tabanına tutunmasını sağlayan kas ve liflerinin kesilmesidir. Kalp kapağının açılış ve kapanışını kolaylaştıran, aynı zamanda da kalbin kasılmasında rolü olan bu kasların kesilmesi, kalbin performansını etkilemektedir. Bu nedenle kalp kapağının tamiri mümkün ise ve fizyolojik koşulları uzun süreli olarak sağlayabileceği düşünülüyor ise, kapağın değişmesinden çok daha iyidir.Kapak tamir sonrası müdahale edilen kalp içi bölgedeki dikiş uçları ve birçok zaman tamiri desteklemesi için yerleştirilen “Ring” adı verilen halka şeklindeki protezin üzerinin doku ile kaplanması için belli bir süreye ihtiyaç vardır. Bu süre 3 ile 6 ay arasında değişmektedir. Bu dönemde protezin ve dikiş uçlarının bir pıhtı oluşumuna sebep olmaması için pıhtılaşmayı önleyici warfarin etken maddeli ilaç kullanılır. Bu ilacın etkisini değerlendirmek için kardiyolog doktorun belirleyeceği sıklıklarla ve en az ayda bir defa kan tahlilleri yapılmalıdır. Son yıllarda kullanılmaya başlayan ev cihazları ile INR tetkiki yapılabilmesi bu kaprisli ilacın düzenlenmesini çok kolaylaştırmıştır. Bu dönem atlatıldıktan sonra senede bir defa kardiyolog doktorun muayenesi ve ekokardiyografi kontrolü yeterli olacaktır.Kapak ameliyatında temel prensip, normal fizyolojide mevcut olan tek yönlü akımı sağlamaktır. Bu amaçla metal ve doku (biyoprotez) kapaklar kullanılmaktadır. Metal kapak taşıyan hastaların, pıhtılaşmayı önleyen, warfarin etken maddeli ilacı ömür boyu kullanmaları gerekmektedir. Doku kapak taşıyan hastaların ise sadece 3 ay warfarin etken maddeli ilacın kullanması yeterli olmaktadır Metal kapaklar çok uzun süre dayanabilmesine rağmen, doku kapaklarının 10 yıldan sonra bozularak değiştirilmesi gerekebilir. Metalik kapaklar çok sessiz ortamlarda işitilebilen saat sesi gibi bir ses çıkarabilmektedir. Hastanemizde kullanmayı tercih ettiğimiz metalik kapaklar, kalitesi ve dayanıklılığı tüm dünyada kanıtlanmış olan markalardır. Çok nadir hasta erken dönemde böyle bir sesi duyabilmekte olduğunu belirtirken, ameliyatın üzerinden geçen zamanla sesin hiçbir zaman rahatsız edici bir düzeyde olmadığını ifade etmektedirler. Hangi cins kapak kullanılması konusunda cerrahınız seçim yaparken genel durumunuzu, yaşınızı, kadın hastalarda doğum yapma isteğini (warfarin kullanan hastaların gebe kalması tercih edilmez), vb. göz önüne alarak karar verecektir. Ameliyattan önce kapak tercihi konusunda sizin de belirleyici olabileceğini düşündüğünüz bir durumunuz var ise mutlaka doktorunuzu bilgilendiriniz.Mitral kapak yetmezliği hakkında sık sorulan sorularMitral kapak hastalıkları nelerdir?Doğuştan gelen Mitral kapak hastalıkları dışında toplumda en çok romatizmal hastalık kökenli ya da yaşa bağlı olarak kapağın bozulmasıyla seyreden dejeneratif kökenli mitral kapak hastalıkları bulunmaktadır. Mitral kapak hastalıkları genellikle mitral kapak yetmezliği ya da mitral kapak darlığı şeklinde görülmektedir.Mitral kapak yetmezliği komplikasyonları nelerdir?Mitral kapak yetmezliği ya da mitral kapak yetersizliği olanlarda kalp ritim bozukluğu gelişebilir. Atriyal fibrilasyon denilen bu tablo felce de neden olabilir. Akciğer tansiyonu yüksekliği de gelişebilir. Bunun yanında mitral kapak yetmezliği tedavi edilmezse kalp yetmezliğine sebebiyet verebilir.Mitral kapak hastalığı olanlar ne zaman ameliyat olmalı?Kalp kapaklarında ileri derece darlık, ileri şekilde geri kaçırma varsa, kapakta ileri biçimde kireçlenme varsa, kapağın önünde pıhtı olması, kalpte pıhtı olması, kalp ritminde sorun olunca kapak değiştirilmeli.Mitral kapak hastalıkları tedavi edilmezse ne olur?Kan akciğerlere doğru akar ve akciğer tansiyonu yükselir. Bu durum kalp yetmezliğine sebep olurken hayati tehlikeye de yol açabilir.Mitral kapak yetmezliği tedavisinde kapak tamiri nasıl yapılır?Mitral kapakta ortaya çıkan yetmezlik ve darlık gibi problemlerin, kapağı değiştirmeden ve kapak yapısını koruyarak giderilmesi işlemidir. Ameliyatta mitral kapağa ulaşılır ve bozulan kısımlar çıkarılır. Bu sırada bozulan yerlere mitral kapak tamiri yapılır. Eğer tamir yeterli olmazsa kapak değişimine gidilir.Mitral kapağın tamir edilmesi mi yoksa mitral kapak değişim ameliyatı mı daha zordur?Tamir işleminin de değişim ameliyatının da kendine göre zorlukları vardır. Ameliyatın ya da tamirin zor geçip geçmeyeceği de hastaya bağlıdır. Tamir işlemi sırasında değişime dönen hastalar da olabilmektedir. Ancak her iki işlem de tam teşekküllü hastanelerde kalp sağlığı merkezi olan güvenli ellerde yapılması gerekmektedir.Mitral kapak yetmezliğinde mitraclip işlemi nasıl uygulanır?Mitraclip, ameliyatsız mitral kapak yetmezliği tamiri işlemidir. Minimal invaziv bir tedavidir. Normalde klasik yöntemde mitral kapaklar açık ameliyatla tedavi edilir. Bazen bu tedavi robot ile de yapılabilir. Ama mitraclip ile anjiyo şeklinde kesi olmadan yapılabilmektedir. İleri yaştaki hastalara, açık kalp ameliyatı yapılamayacak derecede riskleri olan seçilmiş hastalara mitraclip işlemi girişimsel kardiyoloji uzmanları tarafından yapılabilmektedir.Robot ve minimal invaziv mitral kapak ameliyatı nasıl yapılır?Minimal invaziv yani küçük kesi yönteminden daha küçük kesiler ile yapılan robotik ameliyatlarda göğüs ön duvarındaki kemik kesilmediği için göğüs duvarı bütünlüğü korunur. Bu da ameliyat sonrası en çok karşılaşılan sorun olan solunum sistemi problemlerinin çok daha az görülmesini sağlar. Robotik cerrahi dışında minimal invaziv cerrahi de açık cerrahiye göre daha küçük kesilerle, göğüs kemiği kesilmeden yapılır. Robotta da minimal invazivde de tüm cerrahi enstrümanlar kalp damar cerrahının kontrolünde olur. Bu tekniğin uygulanması için, göğüs duvarı ve kalp anatomisinin uygun olması gerekir. Kapak türüne göre de farklı minimal invaziv yaklaşımlar bulunur.Mitral kapak yetmezliği bitkisel tedavi ile çözümlenebilir mi?Mitral kapak yetmezliğinde bitkisel takviye ürünlerinin tedavi etkinliği bulunmamaktadır, hastaya yarardan çok zarar getirebilir. Hekim önermediği sürece bu tür ürünlere yönelmemek gerekir.Triküspit yetmezliği nedir? Triküspit yetmezliği belirtileri nelerdir?Triküspit yetmezliğinde de diğer kalp kapak hastalıklarında olduğu gibi triküspit kapağın çeşitli nedenlerle sorun yaşamasıyla kanın geçiş yapamamasıdır. Triküspit darlığı da nadir görülür ve nedeni genelde romatizmal kalp hastalığıdır. Karaciğer büyümesi, bacaklarda ödem belirtilerindendir. Buna romatizmal mitral yetmezlik ya da romatizmal kapak hastalığı da denilebilir.Mitral kapak yetmezliği dereceleri nelerdir?Genellikle mitral kapak yetmezliği dereceleri 4 aşamada ele alınır. Mitral kapak yetmezliği 1 derece ve ikinci derecede yani ilk iki aşamada hasta sıklıkla takip edilir ve sorun kontrol altında tutulmaya çalışılır. 3 ve 4. aşamada hastanın tedavisi başlatılmalıdır. | 13,872 |
501 | Hastalıklar | MS Hastalığı | MS (Emes) hastalığı, merkezi sinir sisteminde beyin ve omurilikte vücudun diğer bölümleri arasında iletişimi sağlayan miyelin kılıfının hastalığıdır. Miyelin kılıfının hastalığı sonucu kol veya bacak hareketleri, görme, duyu ve denge sorunlarının yaşanır. Bu hastalığa MS hastalığı denir. MS hastalığı ataklar halinde gelişir ve uygun tedavi, düzenli takiple kontrol altında tutulabilir. Multipl Skleroz hastalığı genellikle 20- 40 yaşları arasında insanları etkilediği bilinir.MS (Emes) hastalığı, merkezi sinir sisteminde beyin ve omurilikte vücudun diğer bölümleri arasında iletişimi sağlayan miyelin kılıfının hastalığıdır. Miyelin kılıfının hastalığı sonucu kol veya bacak hareketleri, görme, duyu ve denge sorunlarının yaşanır. Bu hastalığa MS hastalığı denir. MS hastalığı ataklar halinde gelişir ve uygun tedavi, düzenli takiple kontrol altında tutulabilir. Multipl Skleroz hastalığı genellikle 20- 40 yaşları arasında insanları etkilediği bilinir.
MS Hastalığı (Multiple Skleroz) Nedir?Emes hastalığı olarak bilinen MS (Multiple Skleroz) hastalığı, kol ya da bacakta güçsüzlük ve görme sorunları gibi duyularda eksiklik, yürüme bozukluğu ve denge-koordinasyon güçlüğüne neden olan merkezi sinir sisteminin bir hastalığıdır. MS hastalığında, bağışıklık sisteminin sinir liflerini kaplayan koruyucu miyelin kılıfına saldırması beyin ile vücudun geri kalanı arasında iletişimin bozulmasına neden olur.Multiple Skleroz hastalığında öncelikle santral sinir sistemindeki beyaz madde yapıları hastalanır. Bu beyaz madde santral sinir sisteminin kendi içerisinde ve bu bölüm ile vücudun diğer bölümleri arasında iletişimi sağlayan sinir liflerinden oluşur.MS’li hastalarda santral sinir sistemindeki bu beyaz maddede plak veya lezyon diye adlandırılan hasarlı alanlar görülür. Bu hasarlı alanlarda siniri çevreleyen miyelin denilen bir maddede kayıp gözlenir. Sinir sisteminde etkilenen yere ve etkilenme derecesine göre, MS hastalığının tipi ve şiddeti hastadan hastaya değişebilir.MS hastalığının belirtileri ve tedavisi kişiye özeldir. Benzer şekilde gelişen ve aynı bulgularla seyreden iki MS’li hasta bulabilmek mümkün değildir. Hastalığın bireyin kendisinde ve hastalar arasında farklı seyretmesi, hastalığın zamanlamasını, beyinde tuttuğu yeri ve bulguların şiddetini farklı kılmaktadır. Genel alarak MS’li olgularda, beynin veya omuriliğin kontrol ettiği her hangi bir fonksiyonun tam veya yarı tam kaybı gözlenir.MS Hastalığı (Multiple Skleroz) Nedenleri Nelerdir? MS hastalığı bağışıklık sisteminin beyin, optik sinir ve omurilikteki sinir hücrelerinin miyelin kılıfı adı verilen koruyucu yapıya saldırması ile ortaya çıkan bir hastalıktır. MS hastalığının nedeni hala tam olarak bilinmemekle birlikte, çevresel faktörlerin belirli genetik mutasyonları tetiklemesinin hastalıkta etkili olduğu bilinmektedir. Çevresel faktörler: Organik çözücülere ve cıvaya maruz kalma, böcek ilaçları ve radyasyon teması. Etnik köken: Kafkas, Kuzey Afrika kökenlilerde hastalık görülebilir. Sarı ve kısmen siyah ırkta koruyuculuk beyaz ırka göre daha fazladır. Ayrıca Kuzey Avrupa, Amerika ve Kanada'nın kuzeyinde hastalık yüksek, ekvator bölgesinde düşük oranda görülmektedir. Virüslerin etkisi: Geçmişte “herpes”, “varisella zoster” virüslerine maruz kalma. Kalıtım: Çevresel tetikleyicilerden etkilenen genetik faktörler mevcuttur. Genetik faktörler: MS'li anne veya babanın çocuklarında aynı hastalığın görülme oranı, toplumdaki aynı yaş grubu kişilerle kıyaslandığında 7-10 kat fazladır. Ancak genler, hastalığın oluşmasında tek faktör değildir. Örneğin; genetik olarak birbirinin aynı olan tek yumurta ikizlerinden birinde MS gelişse bile, diğerinde gelişme riski %25’tir.Bu faktörlerin dışında MS hastalığı nedenleri arasında; Kan ve beyin arasındaki bariyerin hasarı Anne karnında oluşan biyokimyasal olaylar Diyet ve vitamin yetmezlikleri Alerjik reaksiyonlar da sıralanabilir.MS Hastalığı (Multiple Skleroz) Belirtileri Nelerdir?Multiple skleroz(MS) hastalığının belirtileri, vücudu tek tarafında, bir kol veya bacakta güç kaybı, bacaklarda artan uyuşma, yürüme güçlüğü, çift görme ya da görüşte bulanıklık, idrarı tutamama, tükenmişlik, depresyon ve konuşma sorunlarıdır.MS hastalığını gösteren belirtiler şunlardır: Vücudun farklı noktalarında karıncalanma, uyuşma Kas sertliği, kaslarda kramp ve ağrı Bulanık, çift görme ve az görme gibi görme sorunları Boynun öne doğru bükülmesiyle ortaya çıkan elektrik çarpması hissi Düşünme, öğrenme ve planlama ile ilgili sorunlar Depresyon ve anksiyete Konuşma ve yutma güçlüğü İdrar kaçırma gibi mesane problemleri Yorgunluk ve halsizlik Yürüme güçlüğü gibi denge ve koordinasyon sorunları Kabızlık Cinsel fonksiyon bozuklukları Kısa süreli hafıza sorunlarıMS Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?MS hastalığı tanısının konulması çok da kolay değildir. MS hastalığını teşhis edebilecek özel bir test henüz geliştirilmemiştir. MS hastalığına tanısı konması demek aslında diğer olasılıkları elemek anlamına gelir. MS hastalığını teşhis etmek için kullanılan tetkikler şöyle sıralanır: MRI: MRI filmleri beyin ve omurilik hakkında detaylı bilgi verir ve MS hastalığı teşhisi için son derece önemlidir. MS hastalığı lezyonları bu filmlerde soluk alanlar olarak görülür. Beyin omurilik sıvısının incelenmesi: Bu sıvıda, bağışıklık sisteminin aktivitesini gösteren ligklnal bandlar, miyelin proteini saptanabilir. Uyarılmış yanıtlar: Bu testler, sinirlerin ileti hızlarını ölçme teknikleridir. Miyelin kılıfı hasarlanmış sinirler, iletileri daha yavaş iletirler. 3 ana tipi vardır: Görsel uyarılmış yanıtlar: Görme ile ilgili sinirleri inceler. İşitsel uyarılmış yanıtlar: İşitme ile ilgili sinirleri inceler. Smatsensriyel uyarılmış yanıtlar: Kol ve bacaklardaki duyusal sinirleri inceler.MS Hastalığı Tedavisi Nasıldır?MS hastalığı tedavisi kişiye özel olmalı ve mutlaka erken dönemde başlamalıdır. Hastalık genellikle 20-50 yaş arasında görülmektedir. MS hastalığı ne kadar erken başlarsa o kadar sert seyretmektedir. MS atağı geçiren hasta hayatı boyunca başka bir atak geçirmeyebileceği gibi değişken sıklıkta atak yaşayabilmektedir.Ataklar halinde görülmediği ve düzelmeye izin vermeyen sürekli ilerleyen formları çok daha ağır ilerlemektedir. MS’in ataklarla başlayıp daha sonra ara vermeden devam eden tipleri de mevcut. MS hastalığının tedavisine ataklar sırasında gecikmeden başlanmalıdır. Erken dönemde başlanan MS hastalığı tedavisi hastalığın ileride hasar bırakmasını engellemektedir.MS Hastalığının İyi Bir Seyir İzleyeceğini Gösteren Bulgular Nelerdir? İlk bulgusu duyusal veya görme ile ilgili olanlar 2 atak arasındaki sürenin uzun olması Hastalığın 25 yaşından önce olması Başlangıçta MR (Manyetik Rezonans Görüntüleme)’da çok az lezyon görülmesi Başlangıçtan 5 yıl sonra etkilenen nörolojik bölümlerin az sayıda olması Başlangıçtan 5 yıl sonra nörolojik sekelin az olması Geçirilen ataklardan sonra düzelmenin tama yakın olması Ataklar dışında beyin omurilik sıvısında myelin proteininin olmayışı Başlangıcın sadece tek bölgeden olmasıHastanın kadın olmasının da bir avantaj olduğu unutulmamalıdır.MS Hastalığının Kötü Bir Seyir İzleyeceğini Gösteren Bulgular Nelerdir? Başlangıçta etkilenen alanların çok olması Başlangıçta MR lezyonlarının çok olması Başlangıçta beyinin güç, denge ve sfinkter fonksiyonları ile ilgili bölümlerinin etkilenmiş olması Başlangıçta hastalığın progresif seyir izlemesi Hastalığın erken seyrinde beyin omurilik sıvısında oligoklonal bant olması Hastalığın 40 yaşından sonra başlaması 2 atak arasında 1 yıldan daha az bir süre olması Başlangıçta motor bulguların olması Başlangıçta beyin sapı ile ilgili bulguların olması Hastanın erkek olmasıMS hastalığının tedavisinde koruyucu tedaviler (aşı) da büyük rol oynamaktadır. MS atakları hissedilir hissedilmez vakit kaybetmeden uzman bir doktora görünmek, MS hastalığı tedavisinin ilk adımıdır. MS ataklarını teşhis edebilecek beyin ve omurilik MR’larının çekilmesi, beyin omurilik sıvısından örnek alınarak yapılan testler ve elektro fizyolojik testler tedavide uygulanacak yöntemler için belirleyici olmaktadır. Yapılan tetkikler sonrasında beyinde görülen plakların sayısı MS hastalığının seyrini ve derecesini göstermektedir. MS hastalığın tam tedavisi bulunmamaktadır. MS ataklarını ve olağan atakların etkilerini azaltmaya yönelik tedaviler uygulanmaktadır. Sürekli MS atağı geçiren hastalara atakları %30-40 oranında önleyen koruyucu tedaviler (aşı) uygulanır. Ayrıca bu koruyucu tedavi atak sonrası engelli kalma riskini de azaltır. Çok sık MS atağı geçiren hastalarda atak sayısının azaltılması için interferon tedavisi uygulanmaktadır.MS hastalığı tedavisinde dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta da, kronik MS hastası olma riski taşıyan, tek atak geçiren hastalarda bağışıklık sistemini baskılayan koruyucu tedavilerin uygulanması önerilmemektedir. MS hastalığının tedavisinde özellikle hastalığın az görülen ağır tipleri için de artık tedavi seçenekleri bulunmaktadır. MS tedavileri bağışıklık sistemini baskıladıkları için ciddi risklere neden olabilmektedir. Bu nedenle MS hastalığı tedavisi yakın kontrol altında tutulmalı ve uzman sağlık kuruluşlarında uygulanmalıdır.MS Hastalığı ile İlgili Sık Sorulan Sorular MS nasıl bir hastalıktır?Multiple Skleroz (MS hastalığı), miyelin kılıfı olarak bilinen sinir tellerinin çoğunu kaplayan maddenin, beyindeki, optik sinirlerdeki ve omurilik altındaki sinirlerin hasar gördüğü bir hastalıktır. MS hastalığında beyin ya da omurilik etkilenir ve bu da görmeyi, kol ve bacak hareketlerini etkiler. Ayrıca duyu problemleri ve denge sorunları gibi pek çok soruna neden olur.MS hastalığı nasıl anlaşılır?Çift görme ve görüşte bulanıklaşma gibi görme sorunları, genellikle vücudun tek tarafındaki kol veya bacak kaslarında güçsüzlük ve uyuşukluk, yürüme zorluğu, tükenmişlik, bağırsak, mesane ve cinsel fonksiyonlarda bozulma, ruh hali değişimleri, hafıza sorunları ve tükenmişlik ms hastalığının belirtileridir. MS hamileliğe engel mi?MS hastalarının bilinenin aksine hamilelik planlarını ertelemelerine gerek yoktur. MS hastaları rahatlıkla hamile kalabilir ve çocuklarını sağlıklı bir şekilde dünyaya getirebilir. Eğer MS atakları çok ağır şekilde seyretmeye başlarsa hastaların ağır işlerden kaçınmaları yeterlidir. MS hastalığının doğuma ve doğurganlığa engel bir hastalık olmadığı bilinmelidir. Hatta bazı vakalarda hamilelik MS ataklarını yatıştırmaktadır. Ancak doğum sonrası ataklar tekrarlanabileceği için MS hastalığının yakın takibi çok önemlidir.MS hastalığını kontrol altında tutmak için neler yapılmalı?MS doğru tedavi ve yaşam tarzı düzenlemeleri ile kontrol altında tutulabilir. Sizi çok yoracak etkinlik ve işlerden kaçının Düzenli ve sağlıklı beslenmeye özen gösterin Alkol ve sigara gibi zararlı maddeleri hayatınızdan uzak tutun Hareket edin! MS şikayetlerini artırabilecek olan hamam, sauna gibi sıcak ortamlar yerine ılık su tercih edin. Depresyondan uzak durmaya çalışın.
MS Hastalığı (Multiple Skleroz) Nedir?Emes hastalığı olarak bilinen MS (Multiple Skleroz) hastalığı, kol ya da bacakta güçsüzlük ve görme sorunları gibi duyularda eksiklik, yürüme bozukluğu ve denge-koordinasyon güçlüğüne neden olan merkezi sinir sisteminin bir hastalığıdır. MS hastalığında, bağışıklık sisteminin sinir liflerini kaplayan koruyucu miyelin kılıfına saldırması beyin ile vücudun geri kalanı arasında iletişimin bozulmasına neden olur.Multiple Skleroz hastalığında öncelikle santral sinir sistemindeki beyaz madde yapıları hastalanır. Bu beyaz madde santral sinir sisteminin kendi içerisinde ve bu bölüm ile vücudun diğer bölümleri arasında iletişimi sağlayan sinir liflerinden oluşur.MS’li hastalarda santral sinir sistemindeki bu beyaz maddede plak veya lezyon diye adlandırılan hasarlı alanlar görülür. Bu hasarlı alanlarda siniri çevreleyen miyelin denilen bir maddede kayıp gözlenir. Sinir sisteminde etkilenen yere ve etkilenme derecesine göre, MS hastalığının tipi ve şiddeti hastadan hastaya değişebilir.MS hastalığının belirtileri ve tedavisi kişiye özeldir. Benzer şekilde gelişen ve aynı bulgularla seyreden iki MS’li hasta bulabilmek mümkün değildir. Hastalığın bireyin kendisinde ve hastalar arasında farklı seyretmesi, hastalığın zamanlamasını, beyinde tuttuğu yeri ve bulguların şiddetini farklı kılmaktadır. Genel alarak MS’li olgularda, beynin veya omuriliğin kontrol ettiği her hangi bir fonksiyonun tam veya yarı tam kaybı gözlenir.MS Hastalığı (Multiple Skleroz) Nedenleri Nelerdir? MS hastalığı bağışıklık sisteminin beyin, optik sinir ve omurilikteki sinir hücrelerinin miyelin kılıfı adı verilen koruyucu yapıya saldırması ile ortaya çıkan bir hastalıktır. MS hastalığının nedeni hala tam olarak bilinmemekle birlikte, çevresel faktörlerin belirli genetik mutasyonları tetiklemesinin hastalıkta etkili olduğu bilinmektedir.Bu faktörlerin dışında MS hastalığı nedenleri arasında;MS Hastalığı (Multiple Skleroz) Belirtileri Nelerdir?Multiple skleroz(MS) hastalığının belirtileri, vücudu tek tarafında, bir kol veya bacakta güç kaybı, bacaklarda artan uyuşma, yürüme güçlüğü, çift görme ya da görüşte bulanıklık, idrarı tutamama, tükenmişlik, depresyon ve konuşma sorunlarıdır.MS hastalığını gösteren belirtiler şunlardır:MS Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?MS hastalığı tanısının konulması çok da kolay değildir. MS hastalığını teşhis edebilecek özel bir test henüz geliştirilmemiştir. MS hastalığına tanısı konması demek aslında diğer olasılıkları elemek anlamına gelir. MS hastalığını teşhis etmek için kullanılan tetkikler şöyle sıralanır:MS Hastalığı Tedavisi Nasıldır?MS hastalığı tedavisi kişiye özel olmalı ve mutlaka erken dönemde başlamalıdır. Hastalık genellikle 20-50 yaş arasında görülmektedir. MS hastalığı ne kadar erken başlarsa o kadar sert seyretmektedir. MS atağı geçiren hasta hayatı boyunca başka bir atak geçirmeyebileceği gibi değişken sıklıkta atak yaşayabilmektedir.Ataklar halinde görülmediği ve düzelmeye izin vermeyen sürekli ilerleyen formları çok daha ağır ilerlemektedir. MS’in ataklarla başlayıp daha sonra ara vermeden devam eden tipleri de mevcut. MS hastalığının tedavisine ataklar sırasında gecikmeden başlanmalıdır. Erken dönemde başlanan MS hastalığı tedavisi hastalığın ileride hasar bırakmasını engellemektedir.MS Hastalığının İyi Bir Seyir İzleyeceğini Gösteren Bulgular Nelerdir?Hastanın kadın olmasının da bir avantaj olduğu unutulmamalıdır.MS Hastalığının Kötü Bir Seyir İzleyeceğini Gösteren Bulgular Nelerdir?MS hastalığının tedavisinde koruyucu tedaviler (aşı) da büyük rol oynamaktadır. MS atakları hissedilir hissedilmez vakit kaybetmeden uzman bir doktora görünmek, MS hastalığı tedavisinin ilk adımıdır. MS ataklarını teşhis edebilecek beyin ve omurilik MR’larının çekilmesi, beyin omurilik sıvısından örnek alınarak yapılan testler ve elektro fizyolojik testler tedavide uygulanacak yöntemler için belirleyici olmaktadır. Yapılan tetkikler sonrasında beyinde görülen plakların sayısı MS hastalığının seyrini ve derecesini göstermektedir. MS hastalığın tam tedavisi bulunmamaktadır. MS ataklarını ve olağan atakların etkilerini azaltmaya yönelik tedaviler uygulanmaktadır. Sürekli MS atağı geçiren hastalara atakları %30-40 oranında önleyen koruyucu tedaviler (aşı) uygulanır. Ayrıca bu koruyucu tedavi atak sonrası engelli kalma riskini de azaltır. Çok sık MS atağı geçiren hastalarda atak sayısının azaltılması için interferon tedavisi uygulanmaktadır.MS hastalığı tedavisinde dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta da, kronik MS hastası olma riski taşıyan, tek atak geçiren hastalarda bağışıklık sistemini baskılayan koruyucu tedavilerin uygulanması önerilmemektedir. MS hastalığının tedavisinde özellikle hastalığın az görülen ağır tipleri için de artık tedavi seçenekleri bulunmaktadır. MS tedavileri bağışıklık sistemini baskıladıkları için ciddi risklere neden olabilmektedir. Bu nedenle MS hastalığı tedavisi yakın kontrol altında tutulmalı ve uzman sağlık kuruluşlarında uygulanmalıdır.MS Hastalığı ile İlgili Sık Sorulan Sorular MS nasıl bir hastalıktır?Multiple Skleroz (MS hastalığı), miyelin kılıfı olarak bilinen sinir tellerinin çoğunu kaplayan maddenin, beyindeki, optik sinirlerdeki ve omurilik altındaki sinirlerin hasar gördüğü bir hastalıktır. MS hastalığında beyin ya da omurilik etkilenir ve bu da görmeyi, kol ve bacak hareketlerini etkiler. Ayrıca duyu problemleri ve denge sorunları gibi pek çok soruna neden olur.MS hastalığı nasıl anlaşılır?Çift görme ve görüşte bulanıklaşma gibi görme sorunları, genellikle vücudun tek tarafındaki kol veya bacak kaslarında güçsüzlük ve uyuşukluk, yürüme zorluğu, tükenmişlik, bağırsak, mesane ve cinsel fonksiyonlarda bozulma, ruh hali değişimleri, hafıza sorunları ve tükenmişlik ms hastalığının belirtileridir. MS hamileliğe engel mi?MS hastalarının bilinenin aksine hamilelik planlarını ertelemelerine gerek yoktur. MS hastaları rahatlıkla hamile kalabilir ve çocuklarını sağlıklı bir şekilde dünyaya getirebilir. Eğer MS atakları çok ağır şekilde seyretmeye başlarsa hastaların ağır işlerden kaçınmaları yeterlidir. MS hastalığının doğuma ve doğurganlığa engel bir hastalık olmadığı bilinmelidir. Hatta bazı vakalarda hamilelik MS ataklarını yatıştırmaktadır. Ancak doğum sonrası ataklar tekrarlanabileceği için MS hastalığının yakın takibi çok önemlidir.MS hastalığını kontrol altında tutmak için neler yapılmalı?MS doğru tedavi ve yaşam tarzı düzenlemeleri ile kontrol altında tutulabilir. | 6,461 |
502 | Hastalıklar | Miyelofibrozis | Miyelofibrozis, kemik iliğinde yara dokusunun oluşmasına neden olan ve nadir görülen bir kan kanseridir. Fazla miktarda anormal kan hücrelerinin üretildiği kronik bir lösemi türü olarak da bilinir. İlerlediği durumda bu oluşan anormal hücrelere normal hücrelerin yerini alabilir. Ateş, kaşıntı, gece terlemeleri ve eklem ağrıları şeklinde belirtilerle ortaya çıkan miyelofibrozis, kan testleri ile ortaya çıkarılabilir. Tedavisi ise genellikle semptomları ve oluşan durumları yönetmeyi içerir.Miyelofibrozis, kemik iliğinde yara dokusunun oluşmasına neden olan ve nadir görülen bir kan kanseridir. Fazla miktarda anormal kan hücrelerinin üretildiği kronik bir lösemi türü olarak da bilinir. İlerlediği durumda bu oluşan anormal hücrelere normal hücrelerin yerini alabilir. Ateş, kaşıntı, gece terlemeleri ve eklem ağrıları şeklinde belirtilerle ortaya çıkan miyelofibrozis, kan testleri ile ortaya çıkarılabilir. Tedavisi ise genellikle semptomları ve oluşan durumları yönetmeyi içerir.
Miyelofibrozis Nedir?Miyelofibrozis, kemik içerisinde yer alan yumuşak dokunun yani kemik iliğinin lifli bir dokuyla yer değiştirerek oluşturduğu kan kanseri türüdür. Oluşan bu miyeloproliferatif bozukluklar, kemik iliğinde çok fazla kan hücrenin üretilmesini içerir. Bu hastalık nedeniyle kan hücrelerinin üretimin bozukluklar meydana gelir.Miyelofibrozda kemik iliği, kan hücrelerini yeterince üretemediği için vücut dalak ve karaciğer gibi diğer organlarda kan hücresi üretmeye çalışır. Bir kök hücrenin DNA'sındaki meydan gelen mutasyon, hücrenin kusurlu hale gelmesine veya bunun yerine kanser hücresine dönüşmesine neden olur. Bu da miyelofibrozis oluşumuna zemin hazırlar. Miyelofibrozis nedeniyle kemik iliğinde yara dokusu oluşur iltihaplanmalara sebep olur. Yara izi ve aşırı kanser hücreleri kemik iliğinin sağlıklı kan hücreleri üretmesini engeller.Miyelofibrozun Çeşitleri Nelerdir?Miyelofibroz, kemik iliğinde anormal şekilde artmasına bağlı olarak görülen kan hastalığıdır. Hastalık, primer miyelofibroz olarak doğrudan başlayabileceği gibi, başka kan hastalıklarının bir sonucu olarak da gelişme gösterebilir. Miyelofibroz, doğru tanı ve tedavisi, hastalığın ilerleyişini kontrol altına almak açısından kritik öneme sahiptir.Miyelofibroz, iki şekilde incelenir:Primer miyelofibrozBu durum doğrudan kemik iliğinde fibroz gelişimi ile ortaya çıkarak genellikle yavaş ilerler ve belirgin semptomlar gelişene kadar uzun süre kendini göstermeyebilir.Sekonder miyelofibrozekonder miyelofibroz durumunda ise, hastalık ilerlerken kemik iliği daha fazla hasar görür ve fibroz dokusu artar.Miyelofibrozis Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Miyelofibroz yavaş ilerleyen bu nedenle uzun yıllara semptom oluşturmayan bir hastalık türüdür. İnsanların yaklaşık üçte biri, bu bozukluğun erken evrelerinde semptomlar göstermeyebilir. Ortaya çıktığından ise miyelofibrozisin en yaygın belirtileri, şiddetli yorgunluk ve genişlemiş dalaktır. Miyelofibroz belirtileri şöyle sıralanabilir: Kemikte veya eklemlerde oluşan ağrı Dalak veya karaciğerin büyümesi Tükenmişlik hali Ateş Kaşıntı Soluk ten Kilo kaybı Gece terlemeleri Sık sık görülen enfeksiyonlar Açıklanamayan kan pıhtıları Anormal kanama veya morarma Mide ve yemek borunuzdaki damarların genişlemesiMiyelofibrozis Neden Olur?Miyelofibroz, kemik iliği içerisinde normal kan hücresi üretiminin engellenmesine neden olarak yorgunluk, kansızlık, dalak büyümesi ve kolay morarma gibi çeşitli semptomlara yol açar. Genetik mutasyonlar ve bağışıklık sisteminde oluşan bozukluklar, hastalığın temel nedenleri arasında yer alarak çevresel faktörler de etkili olur. Miyelofibrozun nedenleri şu şekilde sıralanabilir:Genetik mutasyonlarJAK2, CALR, veya MPL gen mutasyonları miyelofibroz hastalarının birçoğunda görülen bir durumdur. Bu mutasyonlar kan hücrelerinin kontrolsüz şekilde çoğalmasına yol açar.Kemik iliği hücrelerinin anormal çalışmasıKan hücrelerini üreten kök hücrelerde oluşan bozukluklar, kemik iliğinde bağ dokusunun artmasına neden olabilir.Bağışıklık ve çevresel faktörlerBazı zamanlar radyasyona maruz kalma veya bazı kimyasalların etkisi nadir de olsa miyelofibroz gelişimini tetikleyen durumlar arasındadır.Miyelofibroz Nasıl Teşhis Edilir?Miyelofibroz, doktor tarafından yapılan fiziksel muayenenin ardından semptomların dinlenmesiyle beraber tıbbi geçmişe bakılır. Bunların yanında genişlemiş dalak ve anemi belirtilerinin kontrolü sağlanır. Oluşan diğer hastalıkları elemek ve doğru tanı koymak için çeşitli testler yapılmasını isteyebilir. Miyelofibroz teşhisinde şu yöntemlerde yararlanılır: Tam kan sayımı (CBC) sayesinde kan hücre sayısı ve anormal miktardaki beyaz kan hücreler ortaya çıkarılır. Periferik kan yayması (PBS), kan hücrelerinin boyut, şekil veya diğer özellikler açısından anormal olup olmadığını görülür. Kemik iliği biyopsisi sayesinde örnek alınan doku mikroskop altında incelenir. Gen mutasyon testi ile kan ve kemik iliği hücreleri incelenir.Miyelofibroz Tedavisi Nasıl Yapılır?Miyelofibroz tedavisi hastalığın evresine, hastanın yaşına ve genel sağlık durumuna bağlı olarak planlanabilir. Bu tedavinin temel amacı genellikle semptomları hafifletmek, yaşam kalitesini artırmak ve hastalığın ilerlemesini yavaşlatmak olarak bilinir. Miyelofibroza yönelik olarak uygulanabilecek tedavi yöntemleri şöyle sıralanabilir: JAK2 inhibitörleri, ruksolitinib gibi ilaçlar, dalak büyümesini ve hastalığın belirtilerini hafifletmede etkili olur. Anemi tedavisine yönelik olarak da eritropoietin veya steroidler gibi ilaçlar kansızlık belirtilerini azaltabilir. Miyelofibrozun en önemli tedavisi allojenik kök hücre naklidir. Bu yöntem, genellikle genç ve sağlıklı hastalara uygulanır. Bunun yanında şiddetli kansızlık durumlarında kan nakli yapılabilir. Trombosit düşüklüğüne bağlı kanamalarda ise trombosit transfüzyonlarından yararlanılır.Miyelofibroz Hakkında Sık Sorulan SorularMyelofibrozis bir kanser midir?Myelofibrozis, kemik iliğinde yara izi (fibrozis) oluşmasına neden olan ve kan hücrelerinin anormal şekilde üretilmesinden etkili olan kan kanseri türüdür. Bu nedenle kanser türü olarak değerlendirilebilir.Myelofibrozis genetik mi?Miyelofibrozis, genetik mutasyonlarla bağlantılı olarak değerlendirilen bir hastalık türüdür. Özellikle JAK2, CALR ve MPL genleriyle ilişkilidir. Miyelofibrozis tedavisi genellikle oluşan semptomları yönetmeyi içerir.
Miyelofibrozis Nedir?Miyelofibrozis, kemik içerisinde yer alan yumuşak dokunun yani kemik iliğinin lifli bir dokuyla yer değiştirerek oluşturduğu kan kanseri türüdür. Oluşan bu miyeloproliferatif bozukluklar, kemik iliğinde çok fazla kan hücrenin üretilmesini içerir. Bu hastalık nedeniyle kan hücrelerinin üretimin bozukluklar meydana gelir.Miyelofibrozda kemik iliği, kan hücrelerini yeterince üretemediği için vücut dalak ve karaciğer gibi diğer organlarda kan hücresi üretmeye çalışır. Bir kök hücrenin DNA'sındaki meydan gelen mutasyon, hücrenin kusurlu hale gelmesine veya bunun yerine kanser hücresine dönüşmesine neden olur. Bu da miyelofibrozis oluşumuna zemin hazırlar. Miyelofibrozis nedeniyle kemik iliğinde yara dokusu oluşur iltihaplanmalara sebep olur. Yara izi ve aşırı kanser hücreleri kemik iliğinin sağlıklı kan hücreleri üretmesini engeller.Miyelofibrozun Çeşitleri Nelerdir?Miyelofibroz, kemik iliğinde anormal şekilde artmasına bağlı olarak görülen kan hastalığıdır. Hastalık, primer miyelofibroz olarak doğrudan başlayabileceği gibi, başka kan hastalıklarının bir sonucu olarak da gelişme gösterebilir. Miyelofibroz, doğru tanı ve tedavisi, hastalığın ilerleyişini kontrol altına almak açısından kritik öneme sahiptir.Miyelofibroz, iki şekilde incelenir:Primer miyelofibrozBu durum doğrudan kemik iliğinde fibroz gelişimi ile ortaya çıkarak genellikle yavaş ilerler ve belirgin semptomlar gelişene kadar uzun süre kendini göstermeyebilir.Sekonder miyelofibrozekonder miyelofibroz durumunda ise, hastalık ilerlerken kemik iliği daha fazla hasar görür ve fibroz dokusu artar.Miyelofibrozis Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Miyelofibroz yavaş ilerleyen bu nedenle uzun yıllara semptom oluşturmayan bir hastalık türüdür. İnsanların yaklaşık üçte biri, bu bozukluğun erken evrelerinde semptomlar göstermeyebilir. Ortaya çıktığından ise miyelofibrozisin en yaygın belirtileri, şiddetli yorgunluk ve genişlemiş dalaktır. Miyelofibroz belirtileri şöyle sıralanabilir:Miyelofibrozis Neden Olur?Miyelofibroz, kemik iliği içerisinde normal kan hücresi üretiminin engellenmesine neden olarak yorgunluk, kansızlık, dalak büyümesi ve kolay morarma gibi çeşitli semptomlara yol açar. Genetik mutasyonlar ve bağışıklık sisteminde oluşan bozukluklar, hastalığın temel nedenleri arasında yer alarak çevresel faktörler de etkili olur. Miyelofibrozun nedenleri şu şekilde sıralanabilir:Genetik mutasyonlarJAK2, CALR, veya MPL gen mutasyonları miyelofibroz hastalarının birçoğunda görülen bir durumdur. Bu mutasyonlar kan hücrelerinin kontrolsüz şekilde çoğalmasına yol açar.Kemik iliği hücrelerinin anormal çalışmasıKan hücrelerini üreten kök hücrelerde oluşan bozukluklar, kemik iliğinde bağ dokusunun artmasına neden olabilir.Bağışıklık ve çevresel faktörlerBazı zamanlar radyasyona maruz kalma veya bazı kimyasalların etkisi nadir de olsa miyelofibroz gelişimini tetikleyen durumlar arasındadır.Miyelofibroz Nasıl Teşhis Edilir?Miyelofibroz, doktor tarafından yapılan fiziksel muayenenin ardından semptomların dinlenmesiyle beraber tıbbi geçmişe bakılır. Bunların yanında genişlemiş dalak ve anemi belirtilerinin kontrolü sağlanır. Oluşan diğer hastalıkları elemek ve doğru tanı koymak için çeşitli testler yapılmasını isteyebilir. Miyelofibroz teşhisinde şu yöntemlerde yararlanılır:Miyelofibroz Tedavisi Nasıl Yapılır?Miyelofibroz tedavisi hastalığın evresine, hastanın yaşına ve genel sağlık durumuna bağlı olarak planlanabilir. Bu tedavinin temel amacı genellikle semptomları hafifletmek, yaşam kalitesini artırmak ve hastalığın ilerlemesini yavaşlatmak olarak bilinir. Miyelofibroza yönelik olarak uygulanabilecek tedavi yöntemleri şöyle sıralanabilir:Miyelofibroz Hakkında Sık Sorulan SorularMyelofibrozis bir kanser midir?Myelofibrozis, kemik iliğinde yara izi (fibrozis) oluşmasına neden olan ve kan hücrelerinin anormal şekilde üretilmesinden etkili olan kan kanseri türüdür. Bu nedenle kanser türü olarak değerlendirilebilir.Myelofibrozis genetik mi?Miyelofibrozis, genetik mutasyonlarla bağlantılı olarak değerlendirilen bir hastalık türüdür. Özellikle JAK2, CALR ve MPL genleriyle ilişkilidir. Miyelofibrozis tedavisi genellikle oluşan semptomları yönetmeyi içerir. | 3,950 |
503 | Hastalıklar | Multipl Miyelom | Giderek artan bir kemik iliği kanser türü olan Multipl miyelom, kemik iliğinde anormal bir plazma hücresinin gelişmesi ve hızla çoğalması ile meydana geliyor. Sebebi henüz kesin olarak bilinmeyen multipl miyelom riski daha çok ilerleyen yaşlarda ortaya çıkıyor. Erkeklerde kadınlardan daha sık görülen multipl miyelom; hedefe yönelik tedaviler, kemoterapi ve kemik iliği nakli ile tedavi edilebiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Hematoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Şebnem İzmir Güler, multipl miyelom kanseri belirtileri, teşhis ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.Giderek artan bir kemik iliği kanser türü olan Multipl miyelom, kemik iliğinde anormal bir plazma hücresinin gelişmesi ve hızla çoğalması ile meydana geliyor. Sebebi henüz kesin olarak bilinmeyen multipl miyelom riski daha çok ilerleyen yaşlarda ortaya çıkıyor. Erkeklerde kadınlardan daha sık görülen multipl miyelom; hedefe yönelik tedaviler, kemoterapi ve kemik iliği nakli ile tedavi edilebiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Hematoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Şebnem İzmir Güler, multipl miyelom kanseri belirtileri, teşhis ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.
Multipl miyelom nedir? Multipl miyelom, vücudun enfeksiyonlarla savaşmasına yardımcı olan kemik iliğinde protein üreten plazma hücrelerini etkileyen bir kanser türüdür. Hastalık genellikle omurga, kafatası, pelvis (leğen kemiği), göğüs kafesi, omuzlar ve kalçalar çevrelerini tuttuğu için multiple miyelom olarak adlandırılmıştır. Plazma hücreleri, kan hücreleri üreten kemik iliğinde bulunan bir tür beyaz kan hücresidir. Sağlıklı plazma hücreleri antikor üreterek vücudumuzu hastalıklar ve enfeksiyonlara karşı korur. Kemik iliğindeki anormal bir plazma hücresinin gelişmesi ve hızlı bir şekilde çoğalması ise multipl miyelom kanserine neden olur. Sağlıklı kan hücreleri gibi kanserli hücreler de antikor üretmeye çalışır. Bununla birlikte, yalnızca monoklonal proteinler veya M proteinleri adı verilen anormal antikorlar üretebilirler. Bu zararlı antikorlar vücutta biriktiğinde böbrek hasarına ve diğer ciddi sorunlara yol açabilir.Multipl miyelomun nedenleri nedir?Multipl miyelom kanserinin neden oluştuğu henüz kesin olarak bilinmemektedir. Ancak kanserin kemik iliğinde olması gerekenden çok daha fazla hızla çoğalan bir anormal plazma hücresiyle oluştuğu bilinmektedir. Normal bir yaşam döngüsü olmayan miyelom hücreleri süresiz olarak bölünmeye devam ederler. Bu durumda sağlıklı hücrelerin üretimini bozabilir.Multipl miyelom kimlerde görülür? Multipl miyelom kanserinin kesin nedeni bilinmemektedir. Ancak kimlerin risk altında olduğu bilinmektedir. İlerleyen yaş multipl miyelom geliştirme riskini artırmaktadır. Multipl miyelom genellikle 60 yaş üzerindeki kişilerde görülürken 35 yaşın altında nadir de olsa görülmektedir. Multipl miyelom riski taşıyan şunlardır: Yaş: Multipl miyelom çoğunlukla 60 yaş üzerindeki kişilerde görülür. Bu nedenle ilerleyen yaş multipl miyelom riskini artırmaktadır. Irk: Multipl miyelom riski siyah ırklarda diğer ırklara göre daha yüksektir. Irklar arasındaki bu farklılığın nedeni ise bilinmemektedir. Erkek olanlar: Erkeklerin multipl miyelom kanserine yakalanma riski kadınlara göre daha yüksektir. Bu hastalığın erkeklerde neden daha fazla görüldüğü henüz bilinmemektedir. Kişide anlamı belirsiz monoklonal gamopati (MGUS) öyküsü: MGUS, anormal plazma hücrelerinin M proteinlerini ürettiği benign (iyicil) bir durumdur. Genellikle semptom yoktur ve anormal M protein seviyesi kan testi ile bulunur. Bazen MGUS’si olan kişilerde multipl miyelom gibi belirli kanserler gelişir. Bir tedavisi yoktur ancak MGUS’si olan kişilere M protein seviyesindeki artışı kontrol etmek için düzenli laboratuar testleri (her 1 veya 2 yılda bir) yapılır. Semptom gelişimini kontrol etmek için de düzenli muayeneler yapılır. Ailede multipl miyelom öyküsü: Multipl miyelom genetik bir hastalık değildir. Ancak yapılan araştırmalar yakın akrabasında multipl miyelom hastalığı olan kişilerin hastalığa yakalanma riskinin daha yüksek olduğunu göstermiştir.Multipl miyelom belirtileri nelerdir? Multipl miyelomun herhangi bir belirti vermeden ilerleyebilir. Hastalığın belirtileri kişiye göre değişiklik gösterebilir. Multipl miyelomun belirtileri şöyle sıralanabilir: Kemik ağrısı( Genellikle sırt ve kaburgalarda) Kemik kırıkları( Genellikle omurgada) Halsiz ve çok yorgun hissetmek Çok susamış hissetmek Sık enfeksiyon geçirme Ateş İştah kaybı Kilo kaybı Bulantı Kabızlık Sık idrara çıkmaMultipl miyelomun evre belirtileri nelerdir?Multipl miyelom şüphesiyle gelen hastaya çeşitli tetkikler yapılmaktadır. Biyopsisinde multipl miyelom çıkan hastanın doktoruyla birlikte tedavi planlaması yapması gerekmektedir. Hastalığın yayılım derecesi(evre) ekstra tetkikler yapılması gerekmektedir. Multipl miyelom kanserinin kesin tanısı için yapılan tetkikler şunlardır: Kan testleri: Multipl miyelom kanseri evrelerinin belirlenmesi için albümin ve beta-2-mikroglobulin gibi kan testlerinin yapılması gerekir. BT taraması: Kemiklerin detaylı resimleri bilgisayara bağlı x-ray cihazı ile çekilir. MRI: Kemiklerinizin detaylı resimlerini oluşturmak için bilgisayara bağlı güçlü bir mıknatıs kullanılır.Doktorlar multipl miyelomu asemptomatik, Evre I, Evre II veya Evre III olarak tarif edebilir. Evrelemede kanserin kemik veya böbreklerinizde probleme neden olup olmadığı dikkate alınmaktadır. Asemptomatik multipl miyelom, herhangi bir semptomun olmadığı hastalığın erken aşamasıdır. Örneğin, kemik hasarı yoktur. Semptomun olduğu (kemik hasarı gibi) erken hastalık aşaması Evre I’dir. Evre II veya III daha ileri aşamalardır ve vücutta daha fazla miyelom hücresi bulunmaktadır.Multipl miyelom hastalığı tanısı nasıl konulur? Multipl miyelom bazen rutin kan testi ile teşhis edilebilir. Sıklıkla kemik kırığı nedeniyle çekilen bir x-ray filmi sonrası doktorlar multipl miyelomdan şüphelenir. Genellikle hastalar başka semptomları olduğu için doktora gider. Bu tür problemlerin multipl miyelomdan mı yoksa başka durumlardan mı kaynaklandığını bulmak için doktorunuz aile hikayesi ve fizik muayeden sonra şu tetkikleri ister: Kan testleri: Laboratuvarda bazı kan testleri yapılmaktadır: Multipl miyelom proteinlerin kanda yüksek seviyede olmasına neden olur. Laboratuar testinde M proteini ve diğer immünoglobulinleri (antikorlar), albümin ve beta-2-mikroglobulini içeren birçok farklı proteinin seviyesi kontrol edilir. Miyelom ayrıca anemiye, beyaz kan hücreleri ve trombosit seviyelerinin düşük olmasına neden olabilir. Beyaz kan hücrelerinin, kırmızı kan hücrelerinin ve trombositlerin sayısını ölçmek için laboratuarda tam kan sayımı yapılır. Laboratuarda ayrıca kalsiyum seviyesinin yüksek olup olmadığı kontrol edilir. Böbreklerin iyi çalışıp çalışmadığını anlamak için kreatinin ölçümü yapılır. İdrar testleri: İdrarda M proteininin bir tipi olan Bence Jones proteini aranır. 24-saatlik idrarda Bence Jones protein miktarı ölçülür. Eğer idrar örneğinizde Bence Jones protein seviyesi yüksek bulunursa doktorunuz böbreklerinizi takip edecektir. Bence Jones proteini böbrekleri tıkayıp hasara neden olabilir. X-ray: Kırık veya incelmiş kemiklerinizi kontrol etmek için film çekilebilir. Miyelomun kaç tane kemiğe zarar verdiğini görmek için tüm vücudunuzun filmi çekilebilir. Biyopsi: Doktorunuz kanser hücrelerini aramak için doku örneği alır. Kemik iliğinizde miyelom hücrelerinin olup olmadığını bilmenin tek kesin yolu biyopsidir. Örnek alınmadan önce, bölgenin uyuşturulması için lokal anestezi kullanılır. Bu ağrının azalmasına yardım eder. Doktorunuz kalça kemiğinizden veya başka bir büyük kemiğinizden bir miktar kemik iliği çıkarır. Patolog dokuyu miyelom hücreleri açısından araştırmak için mikroskop kullanır. Doktorunuzun kemik iliği alabilmesi için iki yol vardır. Bazı kişilere aynı seansta her iki işlem de uygulanır: Kemik iliği aspirasyonu: Doktor kemik iliği örneği almak için kalın, içi delik bir iğne kullanır. Kemik iliği biyopsisi: Doktor ufak bir kemik parçası ve kemik iliği çıkarmak için daha kalın, içi delik bir iğne kullanır. Multipl miyelomun tedavi yöntemleri nelerdir?Multipl miyelom hastasıysanız ve herhangi bir belirti yaşamıyorsanız, doktorunuz tedavi başlatmadan önce hastalığın ilerleyip ilerlemediğini yakından takip eder. Düzenli bir şekilde kan ve idrar testleri yapılarak hastalığın seyri takip edilerek tedavi sürecine karar verilir.Hastanın ağrılarını hafifletmek, komplikasyonları azaltmak ve hastalığın ilerlemesini yavaşlatmak için yardımcı olabilecek tedavileri vardır. Bu tedaviler de hastalığın ilerlemesi durumunda kullanılmaktadır. Multipl miyelom tedavisinde yaygın olarak kullanılan tedavi seçenekleri şunlardır:Hedefe yönelik tedavi: Multipl miyelom tedavisinde kullanılan hedefe yönelik tedavi ile hastaya damardan ya da hap şeklinde verilen ilaçlarla miyelom hücrelerindeki proteinleri yok ederek kanser hücrelerinin ölmesi sağlanır.Kemoterapi: Damardan ya da hap şeklinde verilen kemoterapi, genellikle kök hücre naklinden önce yüksek dozlarda verilir. Agresif bir ilaç tedavisi olan kemoterapi ile miyelom ve diğer hızlı büyüyen hücrelerin yok olması sağlanır.Kortikosteroidler: Vücuttaki iltihabı azaltarak bağışıklık sistemini dengelemek ve miyelom hücrelerini tedavi etmek için hap şeklinde ya da damardan verilen bir tedavi türüdür.Radyasyon tedavisi: Miyelom hücrelerinin büyümelerini durdurmak, küçültmek ve yok etmek için güçlü radyasyon enerji ve ışınları kullanılır.Otolog kemik iliği nakli: Hastalıklı kemik iliği tedavi edildikten sonra hastanın kendisinden kök hücre toplanıp.Ardından da yüksek doz kemoterapi verilip hastaya toplanan kök hücresi geri verilir. Böylece kök hücreler vücudunuza aşılanabilir, burada kemiklere taşınırlar ve kemik iliğini yeniden oluşturmaya başlarlar.Buna Otolog Kemik iliği nakli adı verilir.Multipl miyelomdan korunmak için neler yapmak gerekir? Multipl miyelom kanserinin kesin nedeni bilinmediği için hastalıktan korunma şeklide bilinmemektedir.Multipl miyelom hakkında sık sorulan sorular Multipl miyelom hastalığı erken teşhis edilebilir mi? Multipl miyelom kanseri ilerleyen tıbbı teknolojik imkanlarla günümüzde erken teşhis edilebilmektedir.Multipl miyelom ölüm riski nedir? Her Kanserden olduğu gibi multipl miyolem de tedavi edilmezse ölüm riski yüksektir.Multipl miyelom hastası ne kadar yasar? Multipl miyelom hastaları yeni geliştirilen kemoterapik ilaçlar sayesinde daha uzun yaşayabilir.Multipl miyelom genetik bir hastalık mıdır? Ailesinde multipl miyelom hastalığı olan kişi bu hastalık konusunda daha fazla risk altındadır. Ancak bu hastalığın genetik bir hastalık olmadığı düşünülmektedir.Multipl miyelom hastası nasıl beslenmeli? Multipl miyelon hastaları beslenme programlarını tedaviyi yürüten doktor kontrolünde yapmalıdır. Doktorunun önereceği şekilde protein ağırlıklı beslenmelidir.Multipl miyelom kanser mi? Multipl miyelom olarak da bilinen miyelom, plazma hücrelerinden kaynaklanan bir kemik iliği kanseridir.Multipl miyelom hastalığının bitkisel tedavisi var mı? Bilimsel makalelerde zencefilin kemoterapi tedavisi gören multipl miyelom hastalarına iyi geldiğini belirten yazılar mevcuttur.Multipl miyelom kemoterapi görür mü? Diğer kanser türlerinde olduğu gibi multipl miyelom kanserinde de damardan ya da hap şeklinde verilen kemoterapi tedavisi uygulanır.Multipl miyelom hastasının tedavi şansı nedir? Multipl miyelom kanserinin ilerlemesi ve hastalığın yayılmaması için uygulanan tedavi yöntemlerinden başarılı bir şekilde sonuçlar alınabilmektedirMultipl miyelom kemik iliği nakli yapılır mı? Multipl miyelom hastalarına otolog kemik iliği nakli yapılmaktadır.Multipl miyelom kemik iliği nakli sonrası yaşamı nasıldır? Multipl miyelom hastalarına Otolog kemik iliği nakli yapıldıktan yaklaşık 6 ay sonra normal hayatına dönebilir.Multipl miyelom hastasına kök hücre nakli yapılır mı? Multipl miyelom hastalarına Otolog kemik iliği nakli yapılmaktadır.Multipl miyelom metastaz yapar mı? Multipl miyelom daha çok kemiklere metastaz yapar.Multipl miyelom hastalığı erkeklerde mi yoksa kadınlarda mı çok görülür? Multipl miyelom erkeklerde kadınlara göre daha sık görülür.Multipl miyelom hastası bir kadın hamile kalabilir mi, kalırsa kendisi ve bebek için risk var mı? Multipl miyelom hastası bir kadın hamile kalabilir. Ancak hastalığının kontrol altında olması ve kemoterapi almıyor olması gerekir.Multipl miyelom hastalığı ülkemizde en sık nerelerde görülür? Multipl miyelomun ülkemizde ne kadar görüldüğünü gösteren bir istatistik bilgi mevcut değil.Multipl miyelom hastalığı daha çok hangi yaşta ortaya çıkar? Multipl miyelom nadir görülen bir kanser türüdür. Genellikle 60 yaş üzerinde görülen hastalık 35 yaş altındaki kişilerde de nadir olarak görülebilir.Multipl miyelom hastalığı bulaşıcı bir hastalık mıdır? Multipl miyelom bulaşıcı bir hastalık değildir.Multipl miyelom hastalığı hangi doktor tarafından tedavi edilir?Multipl miyelom hastaları hematoloji uzmanları tarafından tedavi edilir.Multipl miyelom hastalığı d vitamini alınarak önlenebilir mi?Multipl miyelom hastalığı d vitamini alınarak önlenemez.Multipl miyelom böbrek yetmezliğine neden olur mu?Multipl miyelom Evre III’de böbrek yetmezliğine neden olabilir.Multipl miyelom tahlil sonuçları ne zaman çıkar?Multipl miyelom tahlil çeşitleri fazladır. Bu nedenle her tahlilinin sonuçlanması farklı sürelerde olur.Multipl Miyelom kan ve idrar testinde belli olur mu?Multipl miyelom hastalığı bazen rutin bir kan ve idrar tahlilinde belli olur.Multipl miyelom kemik iliği kanseri midir?Multipl miyelom sıklığı giderek artan bir kemik iliği kanseri türüdür.
Multipl miyelom nedir? Multipl miyelom, vücudun enfeksiyonlarla savaşmasına yardımcı olan kemik iliğinde protein üreten plazma hücrelerini etkileyen bir kanser türüdür. Hastalık genellikle omurga, kafatası, pelvis (leğen kemiği), göğüs kafesi, omuzlar ve kalçalar çevrelerini tuttuğu için multiple miyelom olarak adlandırılmıştır. Plazma hücreleri, kan hücreleri üreten kemik iliğinde bulunan bir tür beyaz kan hücresidir. Sağlıklı plazma hücreleri antikor üreterek vücudumuzu hastalıklar ve enfeksiyonlara karşı korur. Kemik iliğindeki anormal bir plazma hücresinin gelişmesi ve hızlı bir şekilde çoğalması ise multipl miyelom kanserine neden olur. Sağlıklı kan hücreleri gibi kanserli hücreler de antikor üretmeye çalışır. Bununla birlikte, yalnızca monoklonal proteinler veya M proteinleri adı verilen anormal antikorlar üretebilirler. Bu zararlı antikorlar vücutta biriktiğinde böbrek hasarına ve diğer ciddi sorunlara yol açabilir.Multipl miyelomun nedenleri nedir?Multipl miyelom kanserinin neden oluştuğu henüz kesin olarak bilinmemektedir. Ancak kanserin kemik iliğinde olması gerekenden çok daha fazla hızla çoğalan bir anormal plazma hücresiyle oluştuğu bilinmektedir. Normal bir yaşam döngüsü olmayan miyelom hücreleri süresiz olarak bölünmeye devam ederler. Bu durumda sağlıklı hücrelerin üretimini bozabilir.Multipl miyelom kimlerde görülür? Multipl miyelom kanserinin kesin nedeni bilinmemektedir. Ancak kimlerin risk altında olduğu bilinmektedir. İlerleyen yaş multipl miyelom geliştirme riskini artırmaktadır. Multipl miyelom genellikle 60 yaş üzerindeki kişilerde görülürken 35 yaşın altında nadir de olsa görülmektedir. Multipl miyelom riski taşıyan şunlardır:Multipl miyelom belirtileri nelerdir? Multipl miyelomun herhangi bir belirti vermeden ilerleyebilir. Hastalığın belirtileri kişiye göre değişiklik gösterebilir. Multipl miyelomun belirtileri şöyle sıralanabilir:Multipl miyelomun evre belirtileri nelerdir?Multipl miyelom şüphesiyle gelen hastaya çeşitli tetkikler yapılmaktadır. Biyopsisinde multipl miyelom çıkan hastanın doktoruyla birlikte tedavi planlaması yapması gerekmektedir. Hastalığın yayılım derecesi(evre) ekstra tetkikler yapılması gerekmektedir. Multipl miyelom kanserinin kesin tanısı için yapılan tetkikler şunlardır:Doktorlar multipl miyelomu asemptomatik, Evre I, Evre II veya Evre III olarak tarif edebilir. Evrelemede kanserin kemik veya böbreklerinizde probleme neden olup olmadığı dikkate alınmaktadır. Asemptomatik multipl miyelom, herhangi bir semptomun olmadığı hastalığın erken aşamasıdır. Örneğin, kemik hasarı yoktur. Semptomun olduğu (kemik hasarı gibi) erken hastalık aşaması Evre I’dir. Evre II veya III daha ileri aşamalardır ve vücutta daha fazla miyelom hücresi bulunmaktadır.Multipl miyelom hastalığı tanısı nasıl konulur? Multipl miyelom bazen rutin kan testi ile teşhis edilebilir. Sıklıkla kemik kırığı nedeniyle çekilen bir x-ray filmi sonrası doktorlar multipl miyelomdan şüphelenir. Genellikle hastalar başka semptomları olduğu için doktora gider. Bu tür problemlerin multipl miyelomdan mı yoksa başka durumlardan mı kaynaklandığını bulmak için doktorunuz aile hikayesi ve fizik muayeden sonra şu tetkikleri ister:Multipl miyelomun tedavi yöntemleri nelerdir?Multipl miyelom hastasıysanız ve herhangi bir belirti yaşamıyorsanız, doktorunuz tedavi başlatmadan önce hastalığın ilerleyip ilerlemediğini yakından takip eder. Düzenli bir şekilde kan ve idrar testleri yapılarak hastalığın seyri takip edilerek tedavi sürecine karar verilir.Hastanın ağrılarını hafifletmek, komplikasyonları azaltmak ve hastalığın ilerlemesini yavaşlatmak için yardımcı olabilecek tedavileri vardır. Bu tedaviler de hastalığın ilerlemesi durumunda kullanılmaktadır. Multipl miyelom tedavisinde yaygın olarak kullanılan tedavi seçenekleri şunlardır:Hedefe yönelik tedavi: Multipl miyelom tedavisinde kullanılan hedefe yönelik tedavi ile hastaya damardan ya da hap şeklinde verilen ilaçlarla miyelom hücrelerindeki proteinleri yok ederek kanser hücrelerinin ölmesi sağlanır.Kemoterapi: Damardan ya da hap şeklinde verilen kemoterapi, genellikle kök hücre naklinden önce yüksek dozlarda verilir. Agresif bir ilaç tedavisi olan kemoterapi ile miyelom ve diğer hızlı büyüyen hücrelerin yok olması sağlanır.Kortikosteroidler: Vücuttaki iltihabı azaltarak bağışıklık sistemini dengelemek ve miyelom hücrelerini tedavi etmek için hap şeklinde ya da damardan verilen bir tedavi türüdür.Radyasyon tedavisi: Miyelom hücrelerinin büyümelerini durdurmak, küçültmek ve yok etmek için güçlü radyasyon enerji ve ışınları kullanılır.Otolog kemik iliği nakli: Hastalıklı kemik iliği tedavi edildikten sonra hastanın kendisinden kök hücre toplanıp.Ardından da yüksek doz kemoterapi verilip hastaya toplanan kök hücresi geri verilir. Böylece kök hücreler vücudunuza aşılanabilir, burada kemiklere taşınırlar ve kemik iliğini yeniden oluşturmaya başlarlar.Buna Otolog Kemik iliği nakli adı verilir.Multipl miyelomdan korunmak için neler yapmak gerekir? Multipl miyelom kanserinin kesin nedeni bilinmediği için hastalıktan korunma şeklide bilinmemektedir.Multipl miyelom hakkında sık sorulan sorular Multipl miyelom hastalığı erken teşhis edilebilir mi? Multipl miyelom kanseri ilerleyen tıbbı teknolojik imkanlarla günümüzde erken teşhis edilebilmektedir.Multipl miyelom ölüm riski nedir? Her Kanserden olduğu gibi multipl miyolem de tedavi edilmezse ölüm riski yüksektir.Multipl miyelom hastası ne kadar yasar? Multipl miyelom hastaları yeni geliştirilen kemoterapik ilaçlar sayesinde daha uzun yaşayabilir.Multipl miyelom genetik bir hastalık mıdır? Ailesinde multipl miyelom hastalığı olan kişi bu hastalık konusunda daha fazla risk altındadır. Ancak bu hastalığın genetik bir hastalık olmadığı düşünülmektedir.Multipl miyelom hastası nasıl beslenmeli? Multipl miyelon hastaları beslenme programlarını tedaviyi yürüten doktor kontrolünde yapmalıdır. Doktorunun önereceği şekilde protein ağırlıklı beslenmelidir.Multipl miyelom kanser mi? Multipl miyelom olarak da bilinen miyelom, plazma hücrelerinden kaynaklanan bir kemik iliği kanseridir.Multipl miyelom hastalığının bitkisel tedavisi var mı? Bilimsel makalelerde zencefilin kemoterapi tedavisi gören multipl miyelom hastalarına iyi geldiğini belirten yazılar mevcuttur.Multipl miyelom kemoterapi görür mü? Diğer kanser türlerinde olduğu gibi multipl miyelom kanserinde de damardan ya da hap şeklinde verilen kemoterapi tedavisi uygulanır.Multipl miyelom hastasının tedavi şansı nedir? Multipl miyelom kanserinin ilerlemesi ve hastalığın yayılmaması için uygulanan tedavi yöntemlerinden başarılı bir şekilde sonuçlar alınabilmektedirMultipl miyelom kemik iliği nakli yapılır mı? Multipl miyelom hastalarına otolog kemik iliği nakli yapılmaktadır.Multipl miyelom kemik iliği nakli sonrası yaşamı nasıldır? Multipl miyelom hastalarına Otolog kemik iliği nakli yapıldıktan yaklaşık 6 ay sonra normal hayatına dönebilir.Multipl miyelom hastasına kök hücre nakli yapılır mı? Multipl miyelom hastalarına Otolog kemik iliği nakli yapılmaktadır.Multipl miyelom metastaz yapar mı? Multipl miyelom daha çok kemiklere metastaz yapar.Multipl miyelom hastalığı erkeklerde mi yoksa kadınlarda mı çok görülür? Multipl miyelom erkeklerde kadınlara göre daha sık görülür.Multipl miyelom hastası bir kadın hamile kalabilir mi, kalırsa kendisi ve bebek için risk var mı? Multipl miyelom hastası bir kadın hamile kalabilir. Ancak hastalığının kontrol altında olması ve kemoterapi almıyor olması gerekir.Multipl miyelom hastalığı ülkemizde en sık nerelerde görülür? Multipl miyelomun ülkemizde ne kadar görüldüğünü gösteren bir istatistik bilgi mevcut değil.Multipl miyelom hastalığı daha çok hangi yaşta ortaya çıkar? Multipl miyelom nadir görülen bir kanser türüdür. Genellikle 60 yaş üzerinde görülen hastalık 35 yaş altındaki kişilerde de nadir olarak görülebilir.Multipl miyelom hastalığı bulaşıcı bir hastalık mıdır? Multipl miyelom bulaşıcı bir hastalık değildir.Multipl miyelom hastalığı hangi doktor tarafından tedavi edilir?Multipl miyelom hastaları hematoloji uzmanları tarafından tedavi edilir.Multipl miyelom hastalığı d vitamini alınarak önlenebilir mi?Multipl miyelom hastalığı d vitamini alınarak önlenemez.Multipl miyelom böbrek yetmezliğine neden olur mu?Multipl miyelom Evre III’de böbrek yetmezliğine neden olabilir.Multipl miyelom tahlil sonuçları ne zaman çıkar?Multipl miyelom tahlil çeşitleri fazladır. Bu nedenle her tahlilinin sonuçlanması farklı sürelerde olur.Multipl Miyelom kan ve idrar testinde belli olur mu?Multipl miyelom hastalığı bazen rutin bir kan ve idrar tahlilinde belli olur.Multipl miyelom kemik iliği kanseri midir?Multipl miyelom sıklığı giderek artan bir kemik iliği kanseri türüdür. | 8,200 |
504 | Hastalıklar | Myelodisplastik Sendrom (MDS) | Halk arasında kemik iliği tembelliği olarak ifade edilen, tıp literatüründe ise “kemik iliği yetmezliği hastalıkları” olarak bilinen hastalık grubu içerisinde yer Myelodisplastik Sendrom (MDS) kansızlığın az bilinen bir nedenidir. Halk arasında kemik iliği tembelliği olarak ifade edilen, tıp literatüründe ise “kemik iliği yetmezliği hastalıkları” olarak bilinen hastalık grubu içerisinde yer Myelodisplastik Sendrom (MDS) kansızlığın az bilinen bir nedenidir.
Prof. Dr. Hakan İsmail SARI Hematoloji
Kolay Randevu Talebi
Myelodisplastik Sendrom (MDS) nedir?Myelodisplastik Sendrom (MDS)’da sorun kemik iliği hücrelerindedir. Kemik iliği hücrelerinin yapısı bozuktur ve düzgün çalışmazlar. Hastalığın en önemli yönü ise “akut lösemi” olarak bilinen hızlı başlangıçlı ve hızlı seyirli lösemilere dönüşebilme özelliğinin olmasıdır.Myelodisplastik Sendrom (MDS) nedeni nedir?Myelodisplastik Sendrom (MDS)’un kesin sebebi belli değildir.Myelodisplastik Sendrom (MDS) nedenleri şu şekilde sıralanabilir; Alkol, sigara, dengesiz ve düzensiz beslenme, katkılı gıdalardan ağırlıklı beslenme Myelodisplastik Sendrom (MDS) nedeni olabilmektedir. Kemik iliğinin çalışmasını bozan veya etkileyen benzen gibi kimyasal maddelere maruz kalmak Myelodisplastik Sendromuna (MDS) yol açabilmektedir. Kemoterapi veya radyasyon tedavisi görmek Myelodisplastik Sendrom (MDS) anne babalardan genler yoluyla çocuklara geçmemektedir. Fakat, nadiren aynı aile içinde birden fazla MDS vakası görülebilmektedir. Myelodisplastik Sendrom (MDS) Bulaşıcı değildir.Myelodisplastik Sendrom (MDS) belirtileri nelerdir? Kanda bulunan üç hücre grubu olan akyuvar (lökosit=beyaz küre), alyuvar (eritrosit=kırmızı küre) ve kan pulcukları (trombosit=pıhtılaşma hücreleri) adı verilen hücrelerin birinde ya da birkaçında veya hepsinde düşüklük bulunur. Hastanın hiçbir yakınması olmadan yapılan kan tetkiklerinde tesadüfen fark edilebileceği gibi bu hücrelerin düşüklüğüne bağlı görülen bazı belirti ve bulgular ile de hasta doktora başvurabilir. Bu belirti ve bulguları kısaca açıklayalım:Beyaz küre düşüklüğüne bağlı görülen belirti ve bulgular: Sık enfeksiyon: Her tür mikroorganizmaya bağlı infeksiyonlar izlenebilir. Basit bir boğaz infeksiyonu olabileceği gibi, şiddetli zatürre (akciğer infeksiyonu), idrar yolu iltihabı gibi infeksiyonlar da oluşabilir.Kırmızı küre düşüklüğüne bağlı görülen belirti ve bulgular: Kansızlık nedeniyle ortaya çıkarlar. Halsizlik Yorgunluk Solukluk Yol yürümek ya da merdiven çıkmakla oluşan nefes darlığıKırmızı küre düşüklüğüne bağlı görülen belirti ve bulgular: Ciltte morarmalar ve kanama Ayrıca burun kanaması, idrar yolu kanaması dahil her türlü kanama görülebilirMyelodisplastik Sendrom (MDS) teşhisi nasıl yapılır?Tam kan sayımı adı verilen kan tetkikinde kan seviyesi ve hücre grupları incelenir: Kan düzeyi: Hemoglobin düzeyi olarak bilinir. Düşük olması kansızlığı gösterir. MDS’li hastalarda genelde düşüktür. WBC (Beyaz küreler=lökosit=savaşçı hücreler): Myelodisplastik Sendrom (MDS) durumunda genelde düşük bulunur. PLT (Platelet=trombosit=pıhtılaşma hücreleri=kan pulcukları): Myelodisplastik Sendrom (MDS) durumunda genelde düşük bulunur, bazen hastalığın alt tipine bağlı olarak yüksek olabilir.Myelodisplastik Sendrom (MDS) tedavisi nasıl yapılır?Myelodisplastik Sendrom (MDS) tedavisinin düzenlenebilmesi için öncelikli olarak hastalığın alt tipinin belirlenmesi gerekir. Bu belirlendikten sonra belirli bazı kriterlere bakarak hastalığın risk grubu belirlenir. Düşük risk Myelodisplastik Sendrom (MDS) hastaları eğer hiçbir yakınmaları yoksa tedavi verilmeden izlenebilir. Tedavi verilen hastalarda hedef, kan düşüklüğüne bağlı olan belirti ve bulguları azaltmaktır. Kan transfüzyonu ve kan düzeyini yükseltecek büyüme hormonları bu amaçla kullanılabilir. Yüksek risk MDS hastalarında ise hedef hastalığın biyolojisini değiştirerek hastalığı yok etmek ve akut lösemiye dönüşümü engellemektir. Bu amaçla “hipometile edici ajanlar” denilen bazı ilaçlar, kemoterapi, hastalığı oluşturan gen bozukluklarına yönelik geliştirilen hedef tedaviler ve kök hücre nakli kullanılabilir.Myelodisplastik Sendrom (MDS) hakkında sık sorulan sorularMyelodisplastik Sendrom (MDS) hangi yaş grubunda görülür?Myelodisplastik Sendrom (MDS) her yaşta görülebilmekle birlikte özellikle yaşlı hastalarda daha sık görülür. Hastaların büyük çoğunluğu 60 yaş üzerindedir. Tanıdaki ortalama yaş 71’dir. Erkeklerde kadınlardan daha sık görülür.Myelodisplastik Sendrom (MDS) tanısı konulabilmesi için kemik iliği biyopsi yapılması şart mıdır?Hastalığın tanısı, alt tipinin belirlenmesi ve tedavinin doğru düzenlenebilmesi için kemik iliği aspirasyon ve biyopsi işlemi yapılması gereklidir.Myelodisplastik Sendrom (MDS) Hastalığı Kanser midir?MDS Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan sınıflandırmada akut lösemilerle birlikte sınıflandırılır ve kanser olarak kabul edilmektedir.Kemik İliği Yetersizliği Nedir?Kemik iliğinde kan hücrelerini üreten öncül kan elemanlarının anormal yapı kazanarak belirgin azalması veya kaybolmasına bağlı kan hücreleri olan alyuvarlar, lökositler ve trombositlerin azalması ile karakterize bir hastalık grubudur. En bilinen iki tipi “Aplastik Anemi” ve Myelodisplastik Sendrom (MDS)’dur.Myelodisplastik Sendrom (MDS) Hastalığının bitkisel veya doğal tedavisi var mıdır?MDS Hastalığının bilimsel olarak kanıtlanmış bitkisel veya doğal tedavisi bulunmamaktadır. Bu tür takviyeleri doktora danışılmadan kesinlikle kullanılmamalıdır.Myelodisplastik Sendrom (MDS) Hastalığında Kan Değerleri Kaç Olmalıdır?MDS’de hemoglobin değerleri Dünya Sağlık Örgütünün referans kriterleri olan erkekler için 13 g/dL, kadınlar için 12 g/dL’nin altındadır. Lökosit (akyuvar) değerleri mm3 kanda 4 bin düzeyinin, trombosit değerleri ise mm3 kanda 150 bin değerinden düşüktür. Nadir olarak trombosit değerleri yüksek yani mm3 kanda 450 binin üzerinde bulunabilir. Dikkat edilmesi gereken noktalardan birisi, bu hastalıkta B12 vitamini, folik asid ve ferritin (demir deposu) gibi düşüklüğünde kansızlık yapabilecek değerler genellikle normal veya yüksektir.
Prof. Dr. Hakan İsmail SARI Hematoloji
Kolay Randevu Talebi
Myelodisplastik Sendrom (MDS) nedir?Myelodisplastik Sendrom (MDS)’da sorun kemik iliği hücrelerindedir. Kemik iliği hücrelerinin yapısı bozuktur ve düzgün çalışmazlar. Hastalığın en önemli yönü ise “akut lösemi” olarak bilinen hızlı başlangıçlı ve hızlı seyirli lösemilere dönüşebilme özelliğinin olmasıdır.Myelodisplastik Sendrom (MDS) nedeni nedir?Myelodisplastik Sendrom (MDS)’un kesin sebebi belli değildir.Myelodisplastik Sendrom (MDS) nedenleri şu şekilde sıralanabilir;Myelodisplastik Sendrom (MDS) belirtileri nelerdir? Kanda bulunan üç hücre grubu olan akyuvar (lökosit=beyaz küre), alyuvar (eritrosit=kırmızı küre) ve kan pulcukları (trombosit=pıhtılaşma hücreleri) adı verilen hücrelerin birinde ya da birkaçında veya hepsinde düşüklük bulunur. Hastanın hiçbir yakınması olmadan yapılan kan tetkiklerinde tesadüfen fark edilebileceği gibi bu hücrelerin düşüklüğüne bağlı görülen bazı belirti ve bulgular ile de hasta doktora başvurabilir. Bu belirti ve bulguları kısaca açıklayalım:Beyaz küre düşüklüğüne bağlı görülen belirti ve bulgular:Kırmızı küre düşüklüğüne bağlı görülen belirti ve bulgular: Kansızlık nedeniyle ortaya çıkarlar.Kırmızı küre düşüklüğüne bağlı görülen belirti ve bulgular:Myelodisplastik Sendrom (MDS) teşhisi nasıl yapılır?Tam kan sayımı adı verilen kan tetkikinde kan seviyesi ve hücre grupları incelenir:Myelodisplastik Sendrom (MDS) tedavisi nasıl yapılır?Myelodisplastik Sendrom (MDS) tedavisinin düzenlenebilmesi için öncelikli olarak hastalığın alt tipinin belirlenmesi gerekir. Bu belirlendikten sonra belirli bazı kriterlere bakarak hastalığın risk grubu belirlenir.Myelodisplastik Sendrom (MDS) hakkında sık sorulan sorularMyelodisplastik Sendrom (MDS) hangi yaş grubunda görülür?Myelodisplastik Sendrom (MDS) her yaşta görülebilmekle birlikte özellikle yaşlı hastalarda daha sık görülür. Hastaların büyük çoğunluğu 60 yaş üzerindedir. Tanıdaki ortalama yaş 71’dir. Erkeklerde kadınlardan daha sık görülür.Myelodisplastik Sendrom (MDS) tanısı konulabilmesi için kemik iliği biyopsi yapılması şart mıdır?Hastalığın tanısı, alt tipinin belirlenmesi ve tedavinin doğru düzenlenebilmesi için kemik iliği aspirasyon ve biyopsi işlemi yapılması gereklidir.Myelodisplastik Sendrom (MDS) Hastalığı Kanser midir?MDS Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan sınıflandırmada akut lösemilerle birlikte sınıflandırılır ve kanser olarak kabul edilmektedir.Kemik İliği Yetersizliği Nedir?Kemik iliğinde kan hücrelerini üreten öncül kan elemanlarının anormal yapı kazanarak belirgin azalması veya kaybolmasına bağlı kan hücreleri olan alyuvarlar, lökositler ve trombositlerin azalması ile karakterize bir hastalık grubudur. En bilinen iki tipi “Aplastik Anemi” ve Myelodisplastik Sendrom (MDS)’dur.Myelodisplastik Sendrom (MDS) Hastalığının bitkisel veya doğal tedavisi var mıdır?MDS Hastalığının bilimsel olarak kanıtlanmış bitkisel veya doğal tedavisi bulunmamaktadır. Bu tür takviyeleri doktora danışılmadan kesinlikle kullanılmamalıdır.Myelodisplastik Sendrom (MDS) Hastalığında Kan Değerleri Kaç Olmalıdır?MDS’de hemoglobin değerleri Dünya Sağlık Örgütünün referans kriterleri olan erkekler için 13 g/dL, kadınlar için 12 g/dL’nin altındadır. Lökosit (akyuvar) değerleri mm3 kanda 4 bin düzeyinin, trombosit değerleri ise mm3 kanda 150 bin değerinden düşüktür. Nadir olarak trombosit değerleri yüksek yani mm3 kanda 450 binin üzerinde bulunabilir. Dikkat edilmesi gereken noktalardan birisi, bu hastalıkta B12 vitamini, folik asid ve ferritin (demir deposu) gibi düşüklüğünde kansızlık yapabilecek değerler genellikle normal veya yüksektir. | 3,759 |
505 | Hastalıklar | Nasır | Toplumda yaygın bir şekilde görülen nasır rahatsızlığı, ayak ve eldeki bölgelerin sürekli bası ve baskıya maruz kalması sonucu oluşuyor. Yaşam kalitesini olumsuz olarak etkileyen nasır, yanlış ayakkabı seçimi başta olmak üzere uzun süre yürümek ve aşırı kiloya sahip olmak gibi çeşitli nedenlerle ortaya çıkıyor. Evde ya da kuaför salonlarında nasıra müdahale edilmesi olumsuz sonuçlara neden olabiliyor. Tedavisinin uzman dermatologlar tarafından hastane ortamında yapılması gerekiyor. Memorial Sağlık Grubu Dermatoloji Bölümü Uzmanları nasır ile ilgili bilgi verdi.Toplumda yaygın bir şekilde görülen nasır rahatsızlığı, ayak ve eldeki bölgelerin sürekli bası ve baskıya maruz kalması sonucu oluşuyor. Yaşam kalitesini olumsuz olarak etkileyen nasır, yanlış ayakkabı seçimi başta olmak üzere uzun süre yürümek ve aşırı kiloya sahip olmak gibi çeşitli nedenlerle ortaya çıkıyor. Evde ya da kuaför salonlarında nasıra müdahale edilmesi olumsuz sonuçlara neden olabiliyor. Tedavisinin uzman dermatologlar tarafından hastane ortamında yapılması gerekiyor. Memorial Sağlık Grubu Dermatoloji Bölümü Uzmanları nasır ile ilgili bilgi verdi.
Nasır nedir?Nasir, ayakta sürekli olarak baskıya maruz kalan yüzeylerin, kendini korumaya almak için üstteki deriyi kalınlaştırmasına denilmektedir. Yaygın olarak ayaklarda görülen nasırlar, elleriyle çalışan kişilerin ellerinde de görülebilir. Nasırın iki tipi bulunmaktadır.1-Kallus tipi nasırlar: Bası yerlerinde yaygın bir şekilde görülen düz, yassı ve çok derine gitmeyen nasırlardır. Kallusların ağrısız ya da hafif ağrılı iki tipi bulunmaktadır.2-Korn tipi nasırlar: İçeriye doğru kök yapan nasırlardır. Sert ve yumuşak olarak kendi içinde ikiye ayrılır. Ayağın daha kemikli bölgelerinde sert kornlar, parmak araları gibi yumuşak ve nemli bölgelerde yumuşak kornlar oluşmaktadır. Bu en çok ağrı yapan nasır çeşididir.Nasırın belirtileri nelerdir?Nasır oluşan bölgedeki derinin sertleşmesi ilk belirti olmaktadır. Kalınlaşan bölgenin basınca maruz kaldıkça kalınlaşması, sertleşmesi ve ağrı yapması diğer belirtileri oluşturmaktadır. Bununla birlikte deride renk değişikliği meydana gelir. Sert ve yüksek bir yumru şeklinde ortaya çıkabilen nasır, kuru sert ve pürüzlü de olabilir.Nasırın nedenleri nelerdir?Nasırın nedenleri arasında;-Çok fazla ayakta kalmak,-Vücut ağırlığının artması-Yanlış ayakkabı tercihleri ( topuklu, ortopedik olmayan dar ya da geniş ayakkabılar)-Çok fazla yürümek-Çorapsız ayakkabı giyinmek-Çeşitli spor faaliyetleri- Yalınayak yürümek-Fazla kemikli ayaklara sahip olmak-Belli meslekler ve aktiviteler yer almaktadır.Nasırın tanısı nasıl konulur? Gözle görülebilen bir rahatsızlık olan nasır kolaylıkla anlaşılabilen bir cilt rahatsızlığıdır. Farklı türlerinin ve farklı boyutlarının olması siğil gibi başka hastalıklarla karıştırılabilmektedir. Bu sebeple hastaların mutlaka bir dermatoloji uzmanına muayene olması gerekir. Dermatolog yapacağı fiziki muayene ile nasırın teşhisini koyabilir.Nasırın tedavisi nasıl uygulanır?Nasır tedavisinde, nasır bantları, kremler, dondurma ve nasırın mekanik olarak çıkarılması gibi tedavi yöntemleri bulunmaktadır. Nasır bantları nasırın büyüklüğüne göre seçilir. Bantın içeriğindeki ilaçla nasırın yumuşayıp soyulması sağlanmaktadır. Piyasada çok çeşitli ve kullanım süreleri birbirinden farklı nasır bantları bulunmaktadır. En uygun bandı seçmek için mutlaka bir uzmana danışılmalıdır.Nasır kremlerinin ise sertleşmiş bölgeyi yumuşatma ve soyma özelliği bulunmaktadır. Çok ilerlemiş vakalarda ise nasırın alınması gerekebilir. Çok kalınlaşmış ve sertleşmiş nasırların tedavisinde önce o bölge çeşitli kremler ve ilaçlarla 7-10 gün boyunca yumuşatılmaktadır. Daha sonrasında nasır yumuşayan bölgeden alınarak temizlenir.Kriyoterapi yönteminde ise nasır dondurularak yok edilir. Kriyoterapi -190 derecede nitrojen oksit gazı ya da sıvı azotla uygulanman bir tedavi yöntemidir. Öncesinde uygulama yapılacak bölgede herhangi bir uyuşturma yapılmamaktadır. Bu yöntem ağırlıklı olarak yumuşak nasırlara uygulanmaktadır. Yumuşak nasırlar daha çok parmak aralarında görülmektedir ve üst kısımları beyaz olmaktadır. Özellikle ayağın dördüncü parmağı ve serçe parmağı arasında oluşur. Kriyorterapi bu nasırlarda başarılı sonuçlar vermektedir. Sert nasırlara da kriyoterapi uygulanmaktadır ama öncesinde sert ve kalınlaşmış bölgenin bir takım ilaçlarla inceltilip tıraşlanması gerekmektedir.Nasır ile ilgili sık sorulan sorular -Nasır en çok hangi bölgelerde görülür?Nasır en çok ayak topuğunda, parmak aralarında, özellikle ayak dördüncü parmağı ile serçe parmağı arasında görülmektedir.-Zamanında tedavi edilmeyen nasırlar ne gibi sonuçlar doğurur?Nasır zamanında tedavi edilmezse çok daha büyük sorunla yol açabilir. Zaman içerisinde sert ve yüksek bir yumru şeklinde ya da kuru, sert ve pürüzlü bir şekilde ortaya çıkabilir. Tedavi edilmeyen nasırlarda baskı ve basınç arttıkça yaşattığı ağrı da artabilir.-Tedavi sonrası nelere dikkat edilmelidir?Nasır tedavisi olduktan sonra tekrarlamaması için uygun ayakkabılar tercih edilmeli ve nasırın tekrar oluşmasını engelleyen koruyucular kullanılmalıdır.-Nasır tedavisi görmüş kişilerin ayakkabı tercihleri nasıl olmalıdır?Nasır tedavisi görmüş kişilerin ayakkabı tercihleri geniş burunlu, ortopedik, çok topuklu olmayan, yumuşak derili, ayakkabının iç kısmı da çok kaygan ve sert olmamalıdır. Bununla birlikte ayağın doğal yapısına yani ayak kavislerine destek verecek biçimle olmalıdır. Ayağın en uzun parmağı ile ayakkabının ucu arasında yarım santim boşluk olmalıdır. Ayağın anatomik yapısına uymayan ve büyük ya da sıkan ayakkabı giymeye devam etmek nasırların tekrarlanmasına neden olmaktadır.-Nasırın tekrarlanmaması için neler yapılmalıdır?Nasırın tekrar oluşmasını engellemek için mutlaka o bölgedeki baskı ve basıncı ortadan kaldırmak gerekmektedir. Eğer baskı ve basınç nasırın temizlendiği bölgelerde yine oluyorsa nasırın tekrarlaması kaçınılmazdır. Eğer nasır ayak topuğuna yayılmış bir şekilde oluşuyorsa silikon tabanlıklar mutlaka kullanılmalı ve o bölgedeki baskı azaltılmalıdır. Parmak aralarında tekrarlayan nasırlar içinse yine ayak parmaklarına takılabilen silikon koruyucular kullanılmalıdır.-Nasır bandı ne işe yarar?Nasır bandının içinde bulunan ilaçlar nasırın üzerindeki sertleşmiş ölü tabakayı soyarak nasırı tedavi eder. Bandın içeriğindeki ilacın sağlıklı ve canlı deriye zarar vermemesi için nasırın boyutuna göre bant seçilmesi önem taşımaktadır.-Nasır bandı kaç gün kullanılır?Nasır bandı nasıra uygulandıktan 2 ya da 3 gün sonra çıkarılmalıdır.-Nasır bulaşıcı mıdır?Nasır herhangi bir bakteri veya virüs ile oluşmadığı için bulaşıcı değildir.-Pedikür işlemi nasır tedavisinde kullanılır mı?Pedikür işlemi nasır tedavisi olmamaktadır. Bununla birlikte pedikür sırasında nasır ile beraber sağlıklı derinin de alınması durumu iltihaplanma ve yaralara sebep olabilir. Pedikür, nasıra daha fazla zarar verebilir. Evde ya da kuaför salonlarında nasıra müdahale edilmemeli, nasır tedavisi kesinlikle cilt hastalıkları uzmanı tarafından hastanelerde yapılmalıdır.
Nasır nedir?Nasir, ayakta sürekli olarak baskıya maruz kalan yüzeylerin, kendini korumaya almak için üstteki deriyi kalınlaştırmasına denilmektedir. Yaygın olarak ayaklarda görülen nasırlar, elleriyle çalışan kişilerin ellerinde de görülebilir. Nasırın iki tipi bulunmaktadır.1-Kallus tipi nasırlar: Bası yerlerinde yaygın bir şekilde görülen düz, yassı ve çok derine gitmeyen nasırlardır. Kallusların ağrısız ya da hafif ağrılı iki tipi bulunmaktadır.2-Korn tipi nasırlar: İçeriye doğru kök yapan nasırlardır. Sert ve yumuşak olarak kendi içinde ikiye ayrılır. Ayağın daha kemikli bölgelerinde sert kornlar, parmak araları gibi yumuşak ve nemli bölgelerde yumuşak kornlar oluşmaktadır. Bu en çok ağrı yapan nasır çeşididir.Nasırın belirtileri nelerdir?Nasır oluşan bölgedeki derinin sertleşmesi ilk belirti olmaktadır. Kalınlaşan bölgenin basınca maruz kaldıkça kalınlaşması, sertleşmesi ve ağrı yapması diğer belirtileri oluşturmaktadır. Bununla birlikte deride renk değişikliği meydana gelir. Sert ve yüksek bir yumru şeklinde ortaya çıkabilen nasır, kuru sert ve pürüzlü de olabilir.Nasırın nedenleri nelerdir?Nasırın nedenleri arasında;-Çok fazla ayakta kalmak,-Vücut ağırlığının artması-Yanlış ayakkabı tercihleri ( topuklu, ortopedik olmayan dar ya da geniş ayakkabılar)-Çok fazla yürümek-Çorapsız ayakkabı giyinmek-Çeşitli spor faaliyetleri- Yalınayak yürümek-Fazla kemikli ayaklara sahip olmak-Belli meslekler ve aktiviteler yer almaktadır.Nasırın tanısı nasıl konulur? Gözle görülebilen bir rahatsızlık olan nasır kolaylıkla anlaşılabilen bir cilt rahatsızlığıdır. Farklı türlerinin ve farklı boyutlarının olması siğil gibi başka hastalıklarla karıştırılabilmektedir. Bu sebeple hastaların mutlaka bir dermatoloji uzmanına muayene olması gerekir. Dermatolog yapacağı fiziki muayene ile nasırın teşhisini koyabilir.Nasırın tedavisi nasıl uygulanır?Nasır tedavisinde, nasır bantları, kremler, dondurma ve nasırın mekanik olarak çıkarılması gibi tedavi yöntemleri bulunmaktadır. Nasır bantları nasırın büyüklüğüne göre seçilir. Bantın içeriğindeki ilaçla nasırın yumuşayıp soyulması sağlanmaktadır. Piyasada çok çeşitli ve kullanım süreleri birbirinden farklı nasır bantları bulunmaktadır. En uygun bandı seçmek için mutlaka bir uzmana danışılmalıdır.Nasır kremlerinin ise sertleşmiş bölgeyi yumuşatma ve soyma özelliği bulunmaktadır. Çok ilerlemiş vakalarda ise nasırın alınması gerekebilir. Çok kalınlaşmış ve sertleşmiş nasırların tedavisinde önce o bölge çeşitli kremler ve ilaçlarla 7-10 gün boyunca yumuşatılmaktadır. Daha sonrasında nasır yumuşayan bölgeden alınarak temizlenir.Kriyoterapi yönteminde ise nasır dondurularak yok edilir. Kriyoterapi -190 derecede nitrojen oksit gazı ya da sıvı azotla uygulanman bir tedavi yöntemidir. Öncesinde uygulama yapılacak bölgede herhangi bir uyuşturma yapılmamaktadır. Bu yöntem ağırlıklı olarak yumuşak nasırlara uygulanmaktadır. Yumuşak nasırlar daha çok parmak aralarında görülmektedir ve üst kısımları beyaz olmaktadır. Özellikle ayağın dördüncü parmağı ve serçe parmağı arasında oluşur. Kriyorterapi bu nasırlarda başarılı sonuçlar vermektedir. Sert nasırlara da kriyoterapi uygulanmaktadır ama öncesinde sert ve kalınlaşmış bölgenin bir takım ilaçlarla inceltilip tıraşlanması gerekmektedir.Nasır ile ilgili sık sorulan sorular -Nasır en çok hangi bölgelerde görülür?Nasır en çok ayak topuğunda, parmak aralarında, özellikle ayak dördüncü parmağı ile serçe parmağı arasında görülmektedir.-Zamanında tedavi edilmeyen nasırlar ne gibi sonuçlar doğurur?Nasır zamanında tedavi edilmezse çok daha büyük sorunla yol açabilir. Zaman içerisinde sert ve yüksek bir yumru şeklinde ya da kuru, sert ve pürüzlü bir şekilde ortaya çıkabilir. Tedavi edilmeyen nasırlarda baskı ve basınç arttıkça yaşattığı ağrı da artabilir.-Tedavi sonrası nelere dikkat edilmelidir?Nasır tedavisi olduktan sonra tekrarlamaması için uygun ayakkabılar tercih edilmeli ve nasırın tekrar oluşmasını engelleyen koruyucular kullanılmalıdır.-Nasır tedavisi görmüş kişilerin ayakkabı tercihleri nasıl olmalıdır?Nasır tedavisi görmüş kişilerin ayakkabı tercihleri geniş burunlu, ortopedik, çok topuklu olmayan, yumuşak derili, ayakkabının iç kısmı da çok kaygan ve sert olmamalıdır. Bununla birlikte ayağın doğal yapısına yani ayak kavislerine destek verecek biçimle olmalıdır. Ayağın en uzun parmağı ile ayakkabının ucu arasında yarım santim boşluk olmalıdır. Ayağın anatomik yapısına uymayan ve büyük ya da sıkan ayakkabı giymeye devam etmek nasırların tekrarlanmasına neden olmaktadır.-Nasırın tekrarlanmaması için neler yapılmalıdır?Nasırın tekrar oluşmasını engellemek için mutlaka o bölgedeki baskı ve basıncı ortadan kaldırmak gerekmektedir. Eğer baskı ve basınç nasırın temizlendiği bölgelerde yine oluyorsa nasırın tekrarlaması kaçınılmazdır. Eğer nasır ayak topuğuna yayılmış bir şekilde oluşuyorsa silikon tabanlıklar mutlaka kullanılmalı ve o bölgedeki baskı azaltılmalıdır. Parmak aralarında tekrarlayan nasırlar içinse yine ayak parmaklarına takılabilen silikon koruyucular kullanılmalıdır.-Nasır bandı ne işe yarar?Nasır bandının içinde bulunan ilaçlar nasırın üzerindeki sertleşmiş ölü tabakayı soyarak nasırı tedavi eder. Bandın içeriğindeki ilacın sağlıklı ve canlı deriye zarar vermemesi için nasırın boyutuna göre bant seçilmesi önem taşımaktadır.-Nasır bandı kaç gün kullanılır?Nasır bandı nasıra uygulandıktan 2 ya da 3 gün sonra çıkarılmalıdır.-Nasır bulaşıcı mıdır?Nasır herhangi bir bakteri veya virüs ile oluşmadığı için bulaşıcı değildir.-Pedikür işlemi nasır tedavisinde kullanılır mı?Pedikür işlemi nasır tedavisi olmamaktadır. Bununla birlikte pedikür sırasında nasır ile beraber sağlıklı derinin de alınması durumu iltihaplanma ve yaralara sebep olabilir. Pedikür, nasıra daha fazla zarar verebilir. Evde ya da kuaför salonlarında nasıra müdahale edilmemeli, nasır tedavisi kesinlikle cilt hastalıkları uzmanı tarafından hastanelerde yapılmalıdır. | 5,073 |
506 | Hastalıklar | Myastenia Gravis | Myastenia gravis, bağışıklık sisteminin zayıf düşmesi sonucunda antikorların sinirler ve kaslar arasındaki elektrik iletimini bozarak iskelet kaslarında güçsüzlüğe yol açtığı otoimmün hastalıktır. Myastenia gravis, kas-sinir sisteminin en sık görülen bozukluğu olarak kabul edilir. Gözde, yutma kaslarında, uzuvlarda ve/veya solunum kaslarında güçsüzlükler görülmesiyle kendini belli eden myastenia gravis hastalığının erken dönemlerinde günler veya haftalar hatta aylarca semptomlar seyrek olarak görülebilir. İlerleyen zamanlarda ise hastalığın şiddetine bağlı olarak belirtiler şiddetlenebilir. Myastenia gravis, bağışıklık sisteminin zayıf düşmesi sonucunda antikorların sinirler ve kaslar arasındaki elektrik iletimini bozarak iskelet kaslarında güçsüzlüğe yol açtığı otoimmün hastalıktır. Myastenia gravis, kas-sinir sisteminin en sık görülen bozukluğu olarak kabul edilir. Gözde, yutma kaslarında, uzuvlarda ve/veya solunum kaslarında güçsüzlükler görülmesiyle kendini belli eden myastenia gravis hastalığının erken dönemlerinde günler veya haftalar hatta aylarca semptomlar seyrek olarak görülebilir. İlerleyen zamanlarda ise hastalığın şiddetine bağlı olarak belirtiler şiddetlenebilir.
Myastenia Gravis Nedir?Myastenia gravis, kas güçsüzlüğü ve kas yorgunluğu ile karakterize olarak ortaya çıkan ve kas-iskelet sisteminde en yaygın görülen bozukluk olan nöromüsküler bir hastalıktır. Hastalığın ayırt edici özelliği, göz, yutma ile ilgili kaslarda, uzuv ve solunum kaslarında dalgalı ve değişken güçsüzlük olmasıdır.Myastenia gravis, zayıflık, kas-sinir kavşağında bulunan ve sinirin kası uyarmasını sağlayan bazı proteinlere yönelik antikor oluşması sonucu kas sinir iletiminin bozulmasıyla ortaya çıkar. Myastenia gravis, kas ve sinir iletiminin bozulması sonucunda gün boyunca ve özellikle fiziksel eylemle birlikte kötüleşen kas güçsüzlüğüne yol açar. Düşük göz kapakları ve/veya çift görme sorunu myastenia gravis hastalığında görülen ilk belirtidir. Bu belirtilerin devamında ayağa kalkmak, nesneleri kaldırmak, konuşmak veya yutmak zor bir hale gelebilir. Myastenia Gravis Formları Nelerdir?Myastenia gravisin iki klinik formu vardır. Bunlar şöyle açıklanabilir:Oküler myasteni (göz kaslarının tutulumu): Oküler myastenide kas zayıflığı, göz kapakları ve gözün hareketini sağlayan diğer kasları etkiler.Jeneralize myasteni (yaygın tutulum): Myastenia gravis hastalığının yaygın formunda zayıflık göz kasları ile birlikte bulbar (konuşma, yutma ve çiğnemeyi sağlayan kaslar), uzuv ve solunum kaslarının da etkilendiği bir tablo ortaya çıkarır.Myastenia Gravis Neden Olur?Myastenia gravis hastalığı, vücudun bağışıklık sisteminin yanlışlıkla kendi hücrelerine saldırmasıyla meydana gelir. Bu süreçte sinirler ile kaslar arasındaki iletişim bozulur ve kas zayıflığı ortaya çıkar. Romatoid artrit, tiroid hastalığı ve nadir olarak da genlerden aktarım da myastenia gravis hastalığına yol açan faktörler arasında yer alır. Myastenia Gravis Belirtileri Nelerdir?Myastenia gravis hastalığı kas zayıflığı ile karakterizedir. Bu bağlamda göz kapaklarında sarkma, bulanık görme, yutma güçlüğü, konuşma problemi, kafanın öne düşmesi, nefes darlığı ve kaslarda genel bir zayıflık myastenia gravis belirtileri olarak değerlendirilir.Myastenia gravis belirtileri maddeler halinde şöyle sıralanabilir: Göz kapaklarında sarkma (yaygın olarak) Bulanık veya görme Yutma güçlüğü (ilerleyen evrelerde) Konuşma problemi Kafanın öne düşmesi Nefes darlığı Hareketi zorlaştıran bir kas zayıflığı HalsizlikKlinik seyir: Bozukluğun erken döneminde, çoğu hastada saatler, günler ve hatta haftalar boyunca semptomsuz olarak geçirilir. Semptomlar haftalarca veya daha uzun süre kendiliğinden düzelebilir. Bununla birlikte, belirtiler tipik olarak kötüleşir ve daha kalıcıdır. Yeni semptomlar genellikle haftalar veya aylar sonra ortaya çıkar.Myastenia Gravis Nasıl Teşhis Edilir? Myasteniye tanısal yaklaşım, yukarıda açıklanan öykü ve tipik muayene bulgularıyla kurulan klinik tanıyı doğrulamaya odaklanır. Doğrulamaya yardımcı olan en güvenilir laboratuvar yöntemleri, otoantikorlar için serolojik testler ve elektrofizyolojik çalışmalardır (tekrarlayan sinir stimülasyonu çalışmaları ve tek lifli elektromiyografi [EMG]) yapılmasıdır.) Göğüs tomografisi, timoma olup olmadığını tespiti için mutlaka yapılmalıdır.Myastenia Gravis Tedavisi Nasıl Yapılır?Myastenia gravisi tedavi etmek için kullanılan dört temel tedavi yöntemi mevcuttur. Bunlar şu şekildedir: Nöromüsküler kavşakta bulunan asetilkolin (ACh) miktarını artırmak için semptomatik tedavi (asetilkolinesteraz inhibisyonu) Altta yatan immün düzensizliği hedef alan kronik immünosüpresif ( bağışıklık baskılayıcı) tedaviler (glukokortikoidler ve nonsteroidal immünosüpresif ajanlar) Hızlı fakat kısa etkili immünomodülatör tedaviler (terapötik plazma değişimi ve intravenöz immün globulin [IVIG]) Cerrahi tedavi (timektomi)Myastenia Gravis Hakkında Sık Sorulan SorularMyasteniz gravis nasıl bir hastalıktır?Myastenia gravis, nöromüsküler bağlantılarda asetilkolin olarak bilinen sinirlere otoimmün saldırı sonucu oluşan, istemli kasların ilerleyici güçsüzlüğü ve yorgunluğu ile karakterize bir hastalıktır. Genellikle göz kapaklarında sarkma ve yutma güçlüğü ile kendini gösterir.Myastenia gravis hastalarının dikkat etmesi gerekenler nelerdir?Myastenia gravis tanısı olan hastalar çeşitli sağlık sorunları için kullanacakları ilaçları doktorlarına danışmadan kullanmamalıdır. Bu ilaçlar hastalık belirtilerinin alevlenmesine ve kötüleşmesine neden olabilir. Ameliyat olacak hastalar myastenik olduklarını anestezi doktoruna ameliyat öncesi mutlaka bildirmelidir.Myastenia gravis hastaları aşı olabilir mi?Jeneralize myastenia gravisli ve solunum yolu enfeksiyonu gelişen hastalarda myastenik alevlenmeler ve solunum sıkıntısı riski artar. Mevcut kılavuzlar, immünosüpresif yani bağışıklık baskılayıcı tedavi alan tüm bireylere ve jeneralize myastenia gravis gibi nöromüsküler rahatsızlıkları olanlara yıllık mevsimsel grip aşısı önerilmektedir. Ayrıca enfeksiyonun bir myastenia gravis alevlenmesi veya krizini tetikleme riski nedeniyle, myastenia gravisi olan tüm bireylere pnömokok aşısı önerilmektedir. Ayrıca Türk Nöroloji Derneği myastenia gravis hastalarına Covid 19 aşısı (synovac / biontech) yapılmasını önermektedir.Myastenia gravis hastaları doğum yapabilir mi?Myasteni hastaları doktor kontrolünde hamile kalıp doğum yapabilir. Ancak hastalık belirtilerinin yoğun olduğu dönemde hamilelik ertelenmelidir.Myastenia gravis hastalığının toplumda görülme sıklığı nedir?Myastenia gravis'in yıllık görülme sıklığı milyonda yaklaşık 7- 23 yeni vakadır.Myastenia gravis hangi yaşta ortaya çıkar?Myastenia gravis herhangi bir yaşta ortaya çıkabilir. Ancak ikinci ve üçüncü dekatlarda kadınlarda ve altıncı ila sekizinci dekatta ise erkeklerde daha sık görülmektedir. Yenidoğanlarda annede oluşan antikorların plasental geçişinin bir sonucu olarak neonatal myastenia gravis adı verilen geçici bir myasteni formu da ortaya çıkabilir.
Myastenia Gravis Nedir?Myastenia gravis, kas güçsüzlüğü ve kas yorgunluğu ile karakterize olarak ortaya çıkan ve kas-iskelet sisteminde en yaygın görülen bozukluk olan nöromüsküler bir hastalıktır. Hastalığın ayırt edici özelliği, göz, yutma ile ilgili kaslarda, uzuv ve solunum kaslarında dalgalı ve değişken güçsüzlük olmasıdır.Myastenia gravis, zayıflık, kas-sinir kavşağında bulunan ve sinirin kası uyarmasını sağlayan bazı proteinlere yönelik antikor oluşması sonucu kas sinir iletiminin bozulmasıyla ortaya çıkar. Myastenia gravis, kas ve sinir iletiminin bozulması sonucunda gün boyunca ve özellikle fiziksel eylemle birlikte kötüleşen kas güçsüzlüğüne yol açar. Düşük göz kapakları ve/veya çift görme sorunu myastenia gravis hastalığında görülen ilk belirtidir. Bu belirtilerin devamında ayağa kalkmak, nesneleri kaldırmak, konuşmak veya yutmak zor bir hale gelebilir. Myastenia Gravis Formları Nelerdir?Myastenia gravisin iki klinik formu vardır. Bunlar şöyle açıklanabilir:Oküler myasteni (göz kaslarının tutulumu): Oküler myastenide kas zayıflığı, göz kapakları ve gözün hareketini sağlayan diğer kasları etkiler.Jeneralize myasteni (yaygın tutulum): Myastenia gravis hastalığının yaygın formunda zayıflık göz kasları ile birlikte bulbar (konuşma, yutma ve çiğnemeyi sağlayan kaslar), uzuv ve solunum kaslarının da etkilendiği bir tablo ortaya çıkarır.Myastenia Gravis Neden Olur?Myastenia gravis hastalığı, vücudun bağışıklık sisteminin yanlışlıkla kendi hücrelerine saldırmasıyla meydana gelir. Bu süreçte sinirler ile kaslar arasındaki iletişim bozulur ve kas zayıflığı ortaya çıkar. Romatoid artrit, tiroid hastalığı ve nadir olarak da genlerden aktarım da myastenia gravis hastalığına yol açan faktörler arasında yer alır. Myastenia Gravis Belirtileri Nelerdir?Myastenia gravis hastalığı kas zayıflığı ile karakterizedir. Bu bağlamda göz kapaklarında sarkma, bulanık görme, yutma güçlüğü, konuşma problemi, kafanın öne düşmesi, nefes darlığı ve kaslarda genel bir zayıflık myastenia gravis belirtileri olarak değerlendirilir.Myastenia gravis belirtileri maddeler halinde şöyle sıralanabilir:Klinik seyir: Bozukluğun erken döneminde, çoğu hastada saatler, günler ve hatta haftalar boyunca semptomsuz olarak geçirilir. Semptomlar haftalarca veya daha uzun süre kendiliğinden düzelebilir. Bununla birlikte, belirtiler tipik olarak kötüleşir ve daha kalıcıdır. Yeni semptomlar genellikle haftalar veya aylar sonra ortaya çıkar.Myastenia Gravis Nasıl Teşhis Edilir? Myasteniye tanısal yaklaşım, yukarıda açıklanan öykü ve tipik muayene bulgularıyla kurulan klinik tanıyı doğrulamaya odaklanır. Doğrulamaya yardımcı olan en güvenilir laboratuvar yöntemleri, otoantikorlar için serolojik testler ve elektrofizyolojik çalışmalardır (tekrarlayan sinir stimülasyonu çalışmaları ve tek lifli elektromiyografi [EMG]) yapılmasıdır.) Göğüs tomografisi, timoma olup olmadığını tespiti için mutlaka yapılmalıdır.Myastenia Gravis Tedavisi Nasıl Yapılır?Myastenia gravisi tedavi etmek için kullanılan dört temel tedavi yöntemi mevcuttur. Bunlar şu şekildedir:Myastenia Gravis Hakkında Sık Sorulan SorularMyasteniz gravis nasıl bir hastalıktır?Myastenia gravis, nöromüsküler bağlantılarda asetilkolin olarak bilinen sinirlere otoimmün saldırı sonucu oluşan, istemli kasların ilerleyici güçsüzlüğü ve yorgunluğu ile karakterize bir hastalıktır. Genellikle göz kapaklarında sarkma ve yutma güçlüğü ile kendini gösterir.Myastenia gravis hastalarının dikkat etmesi gerekenler nelerdir?Myastenia gravis tanısı olan hastalar çeşitli sağlık sorunları için kullanacakları ilaçları doktorlarına danışmadan kullanmamalıdır. Bu ilaçlar hastalık belirtilerinin alevlenmesine ve kötüleşmesine neden olabilir. Ameliyat olacak hastalar myastenik olduklarını anestezi doktoruna ameliyat öncesi mutlaka bildirmelidir.Myastenia gravis hastaları aşı olabilir mi?Jeneralize myastenia gravisli ve solunum yolu enfeksiyonu gelişen hastalarda myastenik alevlenmeler ve solunum sıkıntısı riski artar. Mevcut kılavuzlar, immünosüpresif yani bağışıklık baskılayıcı tedavi alan tüm bireylere ve jeneralize myastenia gravis gibi nöromüsküler rahatsızlıkları olanlara yıllık mevsimsel grip aşısı önerilmektedir. Ayrıca enfeksiyonun bir myastenia gravis alevlenmesi veya krizini tetikleme riski nedeniyle, myastenia gravisi olan tüm bireylere pnömokok aşısı önerilmektedir. Ayrıca Türk Nöroloji Derneği myastenia gravis hastalarına Covid 19 aşısı (synovac / biontech) yapılmasını önermektedir.Myastenia gravis hastaları doğum yapabilir mi?Myasteni hastaları doktor kontrolünde hamile kalıp doğum yapabilir. Ancak hastalık belirtilerinin yoğun olduğu dönemde hamilelik ertelenmelidir.Myastenia gravis hastalığının toplumda görülme sıklığı nedir?Myastenia gravis'in yıllık görülme sıklığı milyonda yaklaşık 7- 23 yeni vakadır.Myastenia gravis hangi yaşta ortaya çıkar?Myastenia gravis herhangi bir yaşta ortaya çıkabilir. Ancak ikinci ve üçüncü dekatlarda kadınlarda ve altıncı ila sekizinci dekatta ise erkeklerde daha sık görülmektedir. Yenidoğanlarda annede oluşan antikorların plasental geçişinin bir sonucu olarak neonatal myastenia gravis adı verilen geçici bir myasteni formu da ortaya çıkabilir. | 4,536 |
507 | Hastalıklar | Nefrotik Sendrom | Albümin proteininin idrara olması gerekenden fazla karışmasıyla karakterize bir hastalık olan nefrotik sendrom aynı zamanda tek ya da her iki böbrekte birden sorun olduğu anlamına geliyor. Çocuklarda da sık olarak rastlanan bu durum, en sık olarak vücutta ödem ile kendini gösteriyor. Albümin proteininin idrara olması gerekenden fazla karışmasıyla karakterize bir hastalık olan nefrotik sendrom aynı zamanda tek ya da her iki böbrekte birden sorun olduğu anlamına geliyor. Çocuklarda da sık olarak rastlanan bu durum, en sık olarak vücutta ödem ile kendini gösteriyor.
Nefrotik sendrom nedir?İdrarda anormal miktarda protein kaçağı ile karakterize olan bir hastalıktır. İlave olarak kanda albümin seviyesinin düşmesi, kandaki lipit, trigliserit gibi yağ oranlarının artması ve beraberinde ciddi ödem gözlenebilir. Nefrotik sendrom tedavi edilmediğinde bazı türlerinde böbrek kaybına kadar gidebilecek sonuçlar gelişebilir.Nefrotik sendrom belirtileri nelerdir?Nefrotik sendrom belirtileri hastalar tarafından en sık sorulan sorular arasında yer almaktadır. nefrotik sendromun en sık belirtisi (her zaman olmamakla birlikte) genellikle hastalar vücutlarında yüz bölgesi, el ve ayak bileği gibi bölgelerde ani gelişen ödemden şikayet ederler. Bazı hastalardaysa dikkat çekici belirti idrarın köpüklü olmasıdır. Bazı hastalardaysa vücutta su tutulmasına bağlı olarak kilo artışı, halsizlik ve iştah kaybı görülebilmektedir.Nefrotik sendrom tanısı nasıl konulur?24 saat idrardaki protein atılımına gramaj cinsinden bakılmaktadır. Tanıda şüphelenildiğinde bazen spot idrar adı verilen bir yöntem kullanılabilir. Ancak spot idrarda protein kaçağı yüksek miktarda saptanırsa hastadan genelde 24 saat boyunca idrar toplaması istenir ve bu 24 saatlik idrardaki protein atılımının ne kadar olduğuna bakılmaktadır. Aynı zamanda kanda albümin seviyesi ölçülür, hastaların kanlarındaki yağlarına bakılır. Muayene sırasında tespit edilen ödem de yine tanı açısından önemli belirtiler arasındadır.Nefrotik sendrom tedavisi nasıldır?Nefrotik sendrom tedavisi çok çeşitlidir. Genellikle nefrotik sendrom saptanan hastalara böbrek biyopsisi yapılmaktadır. Böbrek biyopsi sonucuna göre nefrotik sendromun alt grubu belirlenir. Nefrotik sendromda birçok alt grup hastalık bulunmaktadır. Bu nedenle alttaki hastalığın tam olarak ne olduğu saptanmadan herhangi bir nefrotik sendrom tedavi metodu uygulanamaz. Hastalığın alt tipine göre ve hatta hastalığın alt tipinin de kendi içerisindeki alt tipine göre çok çeşitli tedavi alternatifleri ve yöntemleri bulunmaktadır. Hepsinin seyri ve tedavisi farklıdır. Bir tipinde birkaç doz kortizon tedavisi gerekebilirken başka bir tipinde tedavi süresi 2 yıla kadar çıkabilmektedir. Hatta bazı tiplerde ömür boyu ilaç kullanımı süreleri vardır. Genel itibariyle eğer hastalığın şiddeti ve biyopsi sonucu hafifse protein kaçağını azaltıcı bazı tansiyon ilaçları öncelikli tedavi olarak uygulanmaktadır. Bununla birlikte hastaya tuz kısıtlaması gerekirse sıvı kısıtlaması yapılmaktadır. Ancak daha şiddetli olgularda kortizon tedavisi ya da bağışıklık sistemini baskılayıcı tedaviler de gündeme gelebilir. Çocuklarda görülen tipler farklıdır, yetişkinlerde görülen tipler farklıdır. Bazı tiplerin kanserle ilişkisi bulunabilmektedir. Bu nedenle tedavi yöntemleri de birbirinden oldukça farklı olabilmektedir. Bu noktada bilhassa kulaktan dolma bilgilerle, doktora danışmadan ve gerekli kontroller yapılmadan bitkisel ya da öneriyle kullanılan ilaçların ölümcül sonuçları olabilmektedir. Nefrotik sendromdan şüphelenen veya nefrotik sendrom tanısı alıp henüz biyopsi yapılmamış hastaların muhakkak bir Nefroloji uzmanına giderek gerekli görüldüğü takdirde mutlaka böbrek biyopsilerini yaptırmaları önem taşımaktadır.Nefrotik sendrom ile ilgili sıkça sorulan sorularNefrotik sendrom ve nefritik sendrom farkları nelerdir?Nefritik sendromda tıpkı nefrotik sendromdaki gibi yine protein kaçağı olur ancak nefrotik sendromdaki gibi 3 gramın üzerinde olmayabilir. Nefritik sendromda beraberinde mutlaka idrarda kan olur. Hastanın hastaneye başvuruş şikayeti hipertansiyon ya da direkt olarak böbrek yetmezliği olabilir. Nefrotik sendromda ise daha ziyade ödem şikayetiyle hastaneye başvuru olur. Nefritik sendromda ödem olmayabilir. Bunlara benzer temel farklar bulunan iki hastalık türüdür.Nefrotik sendrom neden olur?Genellikle Otoimmün bir hastalıktır. Nefrotik sendroma direkt olarak yol açan bir neden yoktur. Bazı çalışmalarda alerjik bünyedeki kişilerin herhangi bir antijene karşı reaksiyon göstermesi bazen nefrotik sendroma sebep olabilir denmektedir. Ancak bununla ilgili net bir çalışma yoktur. Geçmişte kullanılan bazı ilaçlar nefrotik sendroma yol açabiliyordu ancak günümüzde artık o ilaç türleri kullanılmamaktadır. Bunların yanında altta yatan bazı kanser tipleri nefrotik sendromla karakterize olabilmektedir. Ancak nefrotik sendromun genel olarak sabit tek bir sebebi yoktur.Nefrotik sendrom tedavi edilmezse ne olur?Nefrotik sendrom tedavi edilmezse ciddi sonuçlar doğurabilir. Örneğin minimal değişiklik hastalığı normalde kolay kolay böbrek yetmezliğine götürmez. Ancak aşırı ödem birikebilir ve bu da kişide kalp yetmezliğine yol açabilir, ödemden dolayı ciltte yaralar açılabilir. Kişiyi ciddi solunum sıkıntısına sokabilir. Farklı alt tipler farklı klinik seyirlerde seyredebilir. Hatta aynı tip nefrotik sendrom, bir hastada kendiliğinden ortadan kaybolurken bir hastada böbrek yetmezliğine giden sonuçları olabilir. Alt tipleri ve seyri çok farklı olabilmektedir.Nefrotik sendromda ödem nasıl tedavi ediliyor?Öncelikle altta yatan hastalığın tedavisi; ardından sıvı kısıtlaması, tuzsuz diyet ve idrar söktürücü ile tedavi edilmektedir.Nefrotik sendrom tedavisi ne kadar sürer?Nefrotik sendrom tek bir hastalık gibi düşünülmemelidir. Nefrotik sendrom bir hastalık grubudur. Altında pek çok farklı çeşit hastalık bulunmaktadır. Bu hastalıkların bazılarının da kendi içerisinde 4-5 alt tipi bulunabilir. Hepsinin seyri ve tedavisi farklıdır. Bir tipinde birkaç doz kortizon tedavisi gerekebilirken başka bir tipinde bu tedavi 2 yıla kadar çıkabilmektedir. Hatta bazı tiplerde ömür boyu ilaç kullanımı süreleri vardır.
Nefrotik sendrom nedir?İdrarda anormal miktarda protein kaçağı ile karakterize olan bir hastalıktır. İlave olarak kanda albümin seviyesinin düşmesi, kandaki lipit, trigliserit gibi yağ oranlarının artması ve beraberinde ciddi ödem gözlenebilir. Nefrotik sendrom tedavi edilmediğinde bazı türlerinde böbrek kaybına kadar gidebilecek sonuçlar gelişebilir.Nefrotik sendrom belirtileri nelerdir?Nefrotik sendrom belirtileri hastalar tarafından en sık sorulan sorular arasında yer almaktadır. nefrotik sendromun en sık belirtisi (her zaman olmamakla birlikte) genellikle hastalar vücutlarında yüz bölgesi, el ve ayak bileği gibi bölgelerde ani gelişen ödemden şikayet ederler. Bazı hastalardaysa dikkat çekici belirti idrarın köpüklü olmasıdır. Bazı hastalardaysa vücutta su tutulmasına bağlı olarak kilo artışı, halsizlik ve iştah kaybı görülebilmektedir.Nefrotik sendrom tanısı nasıl konulur?24 saat idrardaki protein atılımına gramaj cinsinden bakılmaktadır. Tanıda şüphelenildiğinde bazen spot idrar adı verilen bir yöntem kullanılabilir. Ancak spot idrarda protein kaçağı yüksek miktarda saptanırsa hastadan genelde 24 saat boyunca idrar toplaması istenir ve bu 24 saatlik idrardaki protein atılımının ne kadar olduğuna bakılmaktadır. Aynı zamanda kanda albümin seviyesi ölçülür, hastaların kanlarındaki yağlarına bakılır. Muayene sırasında tespit edilen ödem de yine tanı açısından önemli belirtiler arasındadır.Nefrotik sendrom tedavisi nasıldır?Nefrotik sendrom tedavisi çok çeşitlidir. Genellikle nefrotik sendrom saptanan hastalara böbrek biyopsisi yapılmaktadır. Böbrek biyopsi sonucuna göre nefrotik sendromun alt grubu belirlenir. Nefrotik sendromda birçok alt grup hastalık bulunmaktadır. Bu nedenle alttaki hastalığın tam olarak ne olduğu saptanmadan herhangi bir nefrotik sendrom tedavi metodu uygulanamaz. Hastalığın alt tipine göre ve hatta hastalığın alt tipinin de kendi içerisindeki alt tipine göre çok çeşitli tedavi alternatifleri ve yöntemleri bulunmaktadır. Hepsinin seyri ve tedavisi farklıdır. Bir tipinde birkaç doz kortizon tedavisi gerekebilirken başka bir tipinde tedavi süresi 2 yıla kadar çıkabilmektedir. Hatta bazı tiplerde ömür boyu ilaç kullanımı süreleri vardır. Genel itibariyle eğer hastalığın şiddeti ve biyopsi sonucu hafifse protein kaçağını azaltıcı bazı tansiyon ilaçları öncelikli tedavi olarak uygulanmaktadır. Bununla birlikte hastaya tuz kısıtlaması gerekirse sıvı kısıtlaması yapılmaktadır. Ancak daha şiddetli olgularda kortizon tedavisi ya da bağışıklık sistemini baskılayıcı tedaviler de gündeme gelebilir. Çocuklarda görülen tipler farklıdır, yetişkinlerde görülen tipler farklıdır. Bazı tiplerin kanserle ilişkisi bulunabilmektedir. Bu nedenle tedavi yöntemleri de birbirinden oldukça farklı olabilmektedir. Bu noktada bilhassa kulaktan dolma bilgilerle, doktora danışmadan ve gerekli kontroller yapılmadan bitkisel ya da öneriyle kullanılan ilaçların ölümcül sonuçları olabilmektedir. Nefrotik sendromdan şüphelenen veya nefrotik sendrom tanısı alıp henüz biyopsi yapılmamış hastaların muhakkak bir Nefroloji uzmanına giderek gerekli görüldüğü takdirde mutlaka böbrek biyopsilerini yaptırmaları önem taşımaktadır.Nefrotik sendrom ile ilgili sıkça sorulan sorularNefrotik sendrom ve nefritik sendrom farkları nelerdir?Nefritik sendromda tıpkı nefrotik sendromdaki gibi yine protein kaçağı olur ancak nefrotik sendromdaki gibi 3 gramın üzerinde olmayabilir. Nefritik sendromda beraberinde mutlaka idrarda kan olur. Hastanın hastaneye başvuruş şikayeti hipertansiyon ya da direkt olarak böbrek yetmezliği olabilir. Nefrotik sendromda ise daha ziyade ödem şikayetiyle hastaneye başvuru olur. Nefritik sendromda ödem olmayabilir. Bunlara benzer temel farklar bulunan iki hastalık türüdür.Nefrotik sendrom neden olur?Genellikle Otoimmün bir hastalıktır. Nefrotik sendroma direkt olarak yol açan bir neden yoktur. Bazı çalışmalarda alerjik bünyedeki kişilerin herhangi bir antijene karşı reaksiyon göstermesi bazen nefrotik sendroma sebep olabilir denmektedir. Ancak bununla ilgili net bir çalışma yoktur. Geçmişte kullanılan bazı ilaçlar nefrotik sendroma yol açabiliyordu ancak günümüzde artık o ilaç türleri kullanılmamaktadır. Bunların yanında altta yatan bazı kanser tipleri nefrotik sendromla karakterize olabilmektedir. Ancak nefrotik sendromun genel olarak sabit tek bir sebebi yoktur.Nefrotik sendrom tedavi edilmezse ne olur?Nefrotik sendrom tedavi edilmezse ciddi sonuçlar doğurabilir. Örneğin minimal değişiklik hastalığı normalde kolay kolay böbrek yetmezliğine götürmez. Ancak aşırı ödem birikebilir ve bu da kişide kalp yetmezliğine yol açabilir, ödemden dolayı ciltte yaralar açılabilir. Kişiyi ciddi solunum sıkıntısına sokabilir. Farklı alt tipler farklı klinik seyirlerde seyredebilir. Hatta aynı tip nefrotik sendrom, bir hastada kendiliğinden ortadan kaybolurken bir hastada böbrek yetmezliğine giden sonuçları olabilir. Alt tipleri ve seyri çok farklı olabilmektedir.Nefrotik sendromda ödem nasıl tedavi ediliyor?Öncelikle altta yatan hastalığın tedavisi; ardından sıvı kısıtlaması, tuzsuz diyet ve idrar söktürücü ile tedavi edilmektedir.Nefrotik sendrom tedavisi ne kadar sürer? | 4,105 |
508 | Hastalıklar | Narkolepsi | Narkolepsi hastaları çalışırken, araba kullanırken, toplu taşıma araçlarında ayakta giderken çok kısa sürede uyuyabildiği için kazalara karışabiliyor. Pek fazla önemsenmese de kazalara sebep olduğundan narkolepsi önemli bir hastalık olarak sınıflandırılmaktadır. Memorial Sağlık Grubu Nöroloji Bölümü Uzmanları narkolepsi hakkında bilgi verdi.Narkolepsi hastaları çalışırken, araba kullanırken, toplu taşıma araçlarında ayakta giderken çok kısa sürede uyuyabildiği için kazalara karışabiliyor. Pek fazla önemsenmese de kazalara sebep olduğundan narkolepsi önemli bir hastalık olarak sınıflandırılmaktadır. Memorial Sağlık Grubu Nöroloji Bölümü Uzmanları narkolepsi hakkında bilgi verdi.
Narkolepsi nedir?Narkolepsi, ani kısa süreli derin uyku nöbetleri de dahil olmak üzere gündüzleri aşırı uyku hali yaratan kronik uyku bozukluğuna neden olan nörolojik bir hastalıktır. Sinir sistemini etkileyen bu hastalık, insanların beynin uyku-uyanıklık döngüsünü kontrol etme yeteneğini kısıtladığından ve karşı koyması neredeyse imkansız olduğundan kişinin ne zaman uyanacağını veya uyuyacağını seçmesini engeller.Narkolepsi tipleri nelerdir?Narkolepsi tip 1 ve tip 2 olarak kategorilendirilebilir. Tip 1 olan ani kas tonusu kaybı olan katapleksi ile ilişkilidir. Bu tipte hipokretin seviyesi düşüktür. Tip 2'de katapleksi görülmez ve hipokretin seviyeleri düşük değildir.Narkolepsi belirtileri nelerdir?Narkolepsi, gün içinde önlenemez uyku ataklarının olduğu, uyku dışında da kişinin kendisini sürekli yorgun hissettiği bir sorundur. Narkolepsininin belirtileri arasında hastaların kaslarında gevşeme olması vardır. Genelde uykuya dalma sırasında kol ve bacaklarda, gövdede ani kuvvet kaybı oluşabilir. Narkolepsinin bir başka belirtisi de toplumda “Karabasan” olarak bilinen uyku felci durumudur. Yani hasta uykuya dalma sırasında veya uyanırken birtakım halüsinasyonlar görmektedir. Uykunun birçok evresi bulunur ve uyku evreleri kişinin fizyolojik değişimine göre şekillenir. Örneğin yenidoğan bebekler belli bir yaşa kadar sık sık uyumaktadır. Yaş ilerledikçe gündüz uykuları olmaz sadece gece uyunur. Kişi yaşlandıkça tekrar bebeklik dönemine benzer bir uyku sürecine girer. Ancak narkolepsi hastalarında durum böyle değildir. Hasta gün içerisinde pek çok yerde uyuyakalabilir.Narkolepsinin belirtileri şu şekilde özetlenebilir: Olur olmaz yerlerde gelen uyku atakları Sürekli hissedilen yorgunluk Kol, bacak ya da gövdede kuvvet kaybı Karabasan olarak bilinen uyku felci (REM uykusu bozukluğu) Uykuya dalarken ya da uyanırken görülen halüsinasyon Bakışlarda donukluk Gündüz saatlerinde odaklanma sorunu ve uykulu olma sorunuNarkolepsi neden olur?Narkolepsinin nedeni, hipokretin adı verilen, görevlerinden biri de uyku-uyanıklık döngüsünü düzenlemek olan nörokimyasalın azalmasından kaynaklanmaktadır. Yapılan araştırmalarda narkolepsi hastalarında beynin hipokretin adında ki kimyasalı yapmakta zorlandığı fark edilmiştir. Kalıtsal problemler, otoimmün sorunlar düşük narkolepsi ile ilişkilidir. Yine yapılan araştırmalarda ayrıca beynin REM uykusunu kontrol eden kısımlarında da problemler keşfedilmiştir.Uykunun evreleri vardır. Non-REM ve REM olarak iki uyku evresi görülür. Non-REM uykusu 4 evreden oluşur. Evre 0 diye adlandırılan devrede uyanıklık durumu değişmiştir. Evre 1’de uyku bastırır. Bu devrede uyandırılan kişi uyumadığını uyanık olduğunu söyler. Evre 2′ de kişi uyandırıldığında uykuda olduğunu fark edebilecek kadar uykuda kalmıştır. Evre 3 ve Evre 4 esnasında kişinin beyin dalgaları yavaştır. Daha sonrasında da REM uykusuna geçilir. Ancak narkolepsi hastaları REM uykusuna hızlı ve erken girerler. Nedeni tam olarak bilinmeyen narkolepside araştırmalarda Tip 1 narkolepsisi olan kişilerde hipokretinin düzeyinin düşük olduğu belirlenmiştir. Hipokretin REM uykusunu düzenleyen bir nörokimyasaldır. Özellikle katapleksi yani kaslarda kuvvet kaybı yaşayan bireylerde hipokretin seviyelerinin düşük olduğu görülmektedir. Hipokretin üreten hücrelerin neden kaybolduğu henüz bilinmemekle birlikte uzmanlar bunun bir otoimmün reaksiyondan kaynaklandığından şüphelenebilmektedir. Bazı çalışmalarda narkolepsinin kalıtımsal olduğu ifade edilmektedir ancak bir ebeveynden bu sorunun çocuğa geçme riski yaklaşık yüzde 1 gibi düşüktür.Narkolepside hem gece hem de gündüz Non-REM evresini yaşamadan REM uykusuna girmek mümkündür. Narkolepside yaş ve aile öyküsü gibi bazı risk faktörleri de bulunmaktadır. Tipik olarak 10-30 yaş arasında bir dönemde başlayabilen bir sorundur eğer narkolepsi geçiren bir aile üyesi varsa riski yüzde 20-40 arasında artırabilir.Narkolepsi teşhisi nasıl konulur?Konusunda uzman bir nöroloji doktoru uykulu hal ve ani kas tonusu kaybı varsa teşhis koyabilir. Sonrasında uyku analizi yapılır. Nöroloji uzmanı ayrıntılı bir uyku geçmişi hikayesini sorgular. Epworth Uykululuk Ölçeği ile hastaya bazı sorular sorulur. Sorular arasında hastanın otururken ya da okurken, tiyatro ya da toplantı gibi yerlerde, sohbet esnasında, öğle yemeği sonrasında, televizyon izlerken, araba kullanırken veya bir saati aşmayan yolculuk sırasında uykululuk halleri sorgulanır. Ölçekte, "Hiç uyuklamam", "Bazen uyuklarım", "Genelde uyuklarım", "Mutlaka uyuklarım" gibi yanıtlar bulunmaktadır. Bu yanıtlar sonrasında puanlanmaktadır. 10 puan altı normal, 10-15 puan artmış uykululuk, 16 puandan büyük sonuçlarda tehlikeli uykululuk hali olarak değerlendirilir. Uzman hekim bir ya da iki hafta boyunca ayrıntılı bir uyku günlüğü isteyebilir. Böylece uzman uyku düzeni, uykululuk ve uyanıklık sürelerini net olarak görebilir. Buna ek olarak aktigraf cihazı ile aktivite ve uyku süreleri ölçülür. Ayrıca Polisomnografi (PSG) ve çoklu uyku latans testleri de narkolepsi teşhisiyle derecesini belirler. Polisomnografi testi geceyi uyku merkezinde, özel bir odada geçirmeyi içerir. Bu testle beyin dalgaları, kas aktiviteleri, kalp ritmi, göz-vücut hareketleri ve solunumu algılayan elektrotlar sayesinde ölçümlenir. Hemen akabinde de çoklu uyku latans testi yapılır. Bu test gün içinde uyuklamanın ne kadar sürdüğünü ölçer. Elektrodlar çıkarılmadan 4 kez 2’şer saat aralıklarla 20 dakika sürelerle dinlenmeye de olanak sağlanacaktır. Bu sürelerde uyku kayıtları alınır ve eğer kişi narkoleptikse bu kısa sürelerde bile uykunun REM evresini uyur. Bu iki testin bulgularıyla birlikte çok nadir olarak HLA tiplemesi için alınan kan testi ile birlikte narkolepsi teşhisi konulabilmektedir.Narkolepsi tedavisi nasıl yapılır?Uyku ortalama 8 saatlik bir süreçtir. Tabii uyku ihtiyacı kişiden kişiye göre değişebilir. Kimileri 6 saat uykuyla sağlıklı olur kimileri 10 saat. Yani 6-10 saat dışında bir uyku dilimi varsa bu kişilerde uyku problemleri vardır. Bunların önüne geçebilmek için öncelikle uyku hijyeni sağlanmalıdır. Uyku hijyeni için önemli noktalar şunlardır: Akşamları aşırı yemek yenmemeli, uykudan birkaç saat öncesinde yemek kesilmeli Potasyum değerleri dengede tutulmalı Zamanında yatmaya dikkat edilmeli Uyunacak ortam temiz olmalı Uyunacak ortam ışıklandırma, sıcaklık ve havalandırma açısından uygun olmalı Uyunacak yerde telefon, tablet, televizyon gibi aletler bulunmamalı Uyunacak ortamda kitap okunmamalı Yatak, yorgan gibi materyaller kişiye uygun olmalı Uykudan önceki 4-5 saatlik süreçte kafein, alkol alınmamalı; sigara içilmemeli Gündüz uykularında 45 dakika aşılmamalıEğer bu şartlar sağlanıp, yine de uyku problemleri yaşanıyorsa bir nöroloji uzmanına başvurulmalıdır.Narkolepsi hastalığı için ilaç tedavileri uygulanmaktadır. Baş ağrısı ve anksiyete ilaçlarının bazıları tedavide kullanılmaktadır. Bu ilaçların doktor gözetiminde kullanılması gerekmektedir. Eğer kişide diyabet, hipertansiyon gibi sorunlar varsa bu mutlaka doktora bildirilmelidir. Bazı alerji ve soğuk algınlığı ilaçlarından kaçınmak önerilebilir. Ayrıca yaşam tarzının değiştirilmesi gerekir. Tütün ürünlerinden alkolden kaçınılmalıdır. Uyumadan en az beş saat önce düzenli egzersiz yapılmalıdır. Hasta durumunu mutlaka işverenine, yakınlarına ya da öğretmenlerine bildirmelidir. Eğer uykulu hissediliyorsa da araba kullanmaktan kaçınmalıdır.Narkolepsi hakkında sık sorulan sorular Narkolepsi kazaya neden olur mu?Uyku bozuklukları hipertansiyon, diyabet, obezite, bağışıklık sistemi hastalıkları ve diğer kronik hastalıkların oranını da artırmaktadır. Yüzlerce uyku bozukluğu vardır. Gündüz aşırı uykululuk hali durumu da birçok hastalık için ortak bir belirtidir. Ancak unutulmaması gereken en önemli hastalıklardan birisi “Narkolepsi”dir. Burada hastalar neredeyse 24 saat uyuma isteği içindedirler. Hastalar araç kullanırken kırmızı ışıkta beklerken ya da çalışırken uyuyakalırlar ve iş yapamaz hale gelirler. İş kazaları, trafik kazalarına sebep olan bir hastalıktır. Bu anlamda Narkolepsi gündelik hayatı olumsuz etkiler.Narkolepside ne zaman doktora gitmeli?Toplantı, ders, trafik gibi olur olmaz bir yerde uyuklama hali varsa, yorgunluk varsa, araba kullanmada, iş yapmada, günlük aktvitelerde engel yaşanıyorsa hemen bir nöroloji uzmanı ile görüşülmelidir.Narkolepsi ne kadar yaygındır?Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan araştırmalarda 100 bin kişiden 20-67 kişiyi etkilemektedir. Ancak yetersiz tanı ya da tanıdaki gecikmeler nedeniyle narkolepsi prevelansını hesaplamak zordur. Birçok hastaya da önemsemedikleri için teşhis hemen konulmaz. Kabaca erkek ve kadınlarda eşit oranda görülür.Çocuklarda narkolepsi görülür mü?Evet çocuklarda da narkolepsi görülür. Çocuklarda huzursuzluk veya sinirlilik olabilir. Hatta bu bir davranış sorunu olarak da yorumlanabilir. Narkolepsili çocuklar geceleri daha uzun süre uyuyabilir ve uyku sırasında aktif vücut hareketleri görülebilir. Kas tonusu kaybı çocuklarda daha az olabilir.Narkolepsinin etkileri nelerdir?Narkolepsi güvenliği olumsuz etkileyebilir. Örneğin narkolepsili kişilerin bir trafik kazasına karışma olasılığı üç ya da dört kat daha fazladır. İş ya da okul başarısı olumsuz etkilenebilir. Narkolepsili kişi sosyal hayattan geri çekildiği için ruh sağlıkları bozulabilir. Narkolepsili kişiler obezite, yüksek tansiyon, depresyon, anksiyete, dikkat eksikliği gibi sorunlar açısından daha yüksek risk altındadır.Çocuklarda narkolepsi tedavisinde dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?Çocuklarda da tedaviler yetişkinlerdeki tedavilere benzer. Ancak ilaçlar ve dozları seçerken ek önlemler alınır. Amerikan Pediatri Akademisi, çocuklarda ilaç kullanımı öncesi kardiyovasküler değerlendirme önermektedir.Gebelikte narkolepsi tedavileri nasıl olur?Hamileler, anne adayları ya da emziren kadınlarda ilaç kullanımı hakkında sınırlı sayıda veri bulunmaktadır. Uzmanların çoğu bu süreçte ilaçların kesilmesi gerektiğini savunmaktadır. Gebelere davranışsal düzenlemeler önerilmektedir.Narkolepsinin bağışıklık sistemiyle ilgisi var mı?Bazı araştırmalarda narkolepsili kişilerde olağandışı bağışıklık sistemi aktivitesinin varlığını düşündürmektedir. Boğaz ağrısı ve grip sık olanların narkolepsi yaşayabildiklerine dair bazı çalışmalar vardır.Narkolepsi vitamin desteği alınmasını gerektiren bir hastalık mı?Bazı çalışmalarda narkolepsi hastalarının D vitamini eksikliği yaşadığı görülmektedir. D vitamini eksikliğinin en önemli işaretlerinden biri de yorgunluk ve ağrılardır. Dolayısıyla D vitamini değerlerine de bu hastalık için bakılmalıdır, eğer eksiklik varsa takviye alınması konusunda doktor yönlendirme yapacaktır.Narkolepsi hastalığı bitkisel tedavi ile düzelir mi?Hiçbir hastalıkta bitkisel tedavilerin yeterliliği kanıtlanmamıştır. Uzmana sormadan bitkisel yöntemleri denememek gerekmektedir. Bu yarardan çok zarar verebilir.Narkolepsi teşhisi zor mudur?Narkolepsinin tanısı kolay gibi görünse de hastalar incelendiğinde hastalığın başlangıç yaşı ile tanı arasında yaklaşık 10 yıla varan gecikmeler olduğu; tanı öncesinde hastaların ortalama üç hekime gittiği bilinmektedir. Narkolepsi, farklı sorunlarla karıştırılabilir. Örneğin artmış gündüz uykusu depresyon, yorgunlukla benzeyebilir. Uykululuk hali içe kapanmayı getirebilir. Ayrıca hastalıktaki davranışlar bazen epilepsiyle de karıştırılabilir. Katapleksi senkop, psikojen nöbetler, atonik nöbetler ile karışabilir. Öte yandan bu kataplektik düşmeler kaza, travma, dengesizlik, sakarlık, beceriksizlik veya dikkatsizlik şeklinde ifade edilebilir Hipnagojik halusinasyonlar uyku terörü, kabus veya panik ataklar ile karışabilir. Bu nedenle uzman bir nöroloji hekimine gidilmelidir.
Narkolepsi nedir?Narkolepsi, ani kısa süreli derin uyku nöbetleri de dahil olmak üzere gündüzleri aşırı uyku hali yaratan kronik uyku bozukluğuna neden olan nörolojik bir hastalıktır. Sinir sistemini etkileyen bu hastalık, insanların beynin uyku-uyanıklık döngüsünü kontrol etme yeteneğini kısıtladığından ve karşı koyması neredeyse imkansız olduğundan kişinin ne zaman uyanacağını veya uyuyacağını seçmesini engeller.Narkolepsi tipleri nelerdir?Narkolepsi tip 1 ve tip 2 olarak kategorilendirilebilir. Tip 1 olan ani kas tonusu kaybı olan katapleksi ile ilişkilidir. Bu tipte hipokretin seviyesi düşüktür. Tip 2'de katapleksi görülmez ve hipokretin seviyeleri düşük değildir.Narkolepsi belirtileri nelerdir?Narkolepsi, gün içinde önlenemez uyku ataklarının olduğu, uyku dışında da kişinin kendisini sürekli yorgun hissettiği bir sorundur. Narkolepsininin belirtileri arasında hastaların kaslarında gevşeme olması vardır. Genelde uykuya dalma sırasında kol ve bacaklarda, gövdede ani kuvvet kaybı oluşabilir. Narkolepsinin bir başka belirtisi de toplumda “Karabasan” olarak bilinen uyku felci durumudur. Yani hasta uykuya dalma sırasında veya uyanırken birtakım halüsinasyonlar görmektedir. Uykunun birçok evresi bulunur ve uyku evreleri kişinin fizyolojik değişimine göre şekillenir. Örneğin yenidoğan bebekler belli bir yaşa kadar sık sık uyumaktadır. Yaş ilerledikçe gündüz uykuları olmaz sadece gece uyunur. Kişi yaşlandıkça tekrar bebeklik dönemine benzer bir uyku sürecine girer. Ancak narkolepsi hastalarında durum böyle değildir. Hasta gün içerisinde pek çok yerde uyuyakalabilir.Narkolepsinin belirtileri şu şekilde özetlenebilir:Narkolepsi neden olur?Narkolepsinin nedeni, hipokretin adı verilen, görevlerinden biri de uyku-uyanıklık döngüsünü düzenlemek olan nörokimyasalın azalmasından kaynaklanmaktadır. Yapılan araştırmalarda narkolepsi hastalarında beynin hipokretin adında ki kimyasalı yapmakta zorlandığı fark edilmiştir. Kalıtsal problemler, otoimmün sorunlar düşük narkolepsi ile ilişkilidir. Yine yapılan araştırmalarda ayrıca beynin REM uykusunu kontrol eden kısımlarında da problemler keşfedilmiştir.Uykunun evreleri vardır. Non-REM ve REM olarak iki uyku evresi görülür. Non-REM uykusu 4 evreden oluşur. Evre 0 diye adlandırılan devrede uyanıklık durumu değişmiştir. Evre 1’de uyku bastırır. Bu devrede uyandırılan kişi uyumadığını uyanık olduğunu söyler. Evre 2′ de kişi uyandırıldığında uykuda olduğunu fark edebilecek kadar uykuda kalmıştır. Evre 3 ve Evre 4 esnasında kişinin beyin dalgaları yavaştır. Daha sonrasında da REM uykusuna geçilir. Ancak narkolepsi hastaları REM uykusuna hızlı ve erken girerler. Nedeni tam olarak bilinmeyen narkolepside araştırmalarda Tip 1 narkolepsisi olan kişilerde hipokretinin düzeyinin düşük olduğu belirlenmiştir. Hipokretin REM uykusunu düzenleyen bir nörokimyasaldır. Özellikle katapleksi yani kaslarda kuvvet kaybı yaşayan bireylerde hipokretin seviyelerinin düşük olduğu görülmektedir. Hipokretin üreten hücrelerin neden kaybolduğu henüz bilinmemekle birlikte uzmanlar bunun bir otoimmün reaksiyondan kaynaklandığından şüphelenebilmektedir. Bazı çalışmalarda narkolepsinin kalıtımsal olduğu ifade edilmektedir ancak bir ebeveynden bu sorunun çocuğa geçme riski yaklaşık yüzde 1 gibi düşüktür.Narkolepside hem gece hem de gündüz Non-REM evresini yaşamadan REM uykusuna girmek mümkündür. Narkolepside yaş ve aile öyküsü gibi bazı risk faktörleri de bulunmaktadır. Tipik olarak 10-30 yaş arasında bir dönemde başlayabilen bir sorundur eğer narkolepsi geçiren bir aile üyesi varsa riski yüzde 20-40 arasında artırabilir.Narkolepsi teşhisi nasıl konulur?Konusunda uzman bir nöroloji doktoru uykulu hal ve ani kas tonusu kaybı varsa teşhis koyabilir. Sonrasında uyku analizi yapılır. Nöroloji uzmanı ayrıntılı bir uyku geçmişi hikayesini sorgular. Epworth Uykululuk Ölçeği ile hastaya bazı sorular sorulur. Sorular arasında hastanın otururken ya da okurken, tiyatro ya da toplantı gibi yerlerde, sohbet esnasında, öğle yemeği sonrasında, televizyon izlerken, araba kullanırken veya bir saati aşmayan yolculuk sırasında uykululuk halleri sorgulanır. Ölçekte, "Hiç uyuklamam", "Bazen uyuklarım", "Genelde uyuklarım", "Mutlaka uyuklarım" gibi yanıtlar bulunmaktadır. Bu yanıtlar sonrasında puanlanmaktadır. 10 puan altı normal, 10-15 puan artmış uykululuk, 16 puandan büyük sonuçlarda tehlikeli uykululuk hali olarak değerlendirilir. Uzman hekim bir ya da iki hafta boyunca ayrıntılı bir uyku günlüğü isteyebilir. Böylece uzman uyku düzeni, uykululuk ve uyanıklık sürelerini net olarak görebilir. Buna ek olarak aktigraf cihazı ile aktivite ve uyku süreleri ölçülür. Ayrıca Polisomnografi (PSG) ve çoklu uyku latans testleri de narkolepsi teşhisiyle derecesini belirler. Polisomnografi testi geceyi uyku merkezinde, özel bir odada geçirmeyi içerir. Bu testle beyin dalgaları, kas aktiviteleri, kalp ritmi, göz-vücut hareketleri ve solunumu algılayan elektrotlar sayesinde ölçümlenir. Hemen akabinde de çoklu uyku latans testi yapılır. Bu test gün içinde uyuklamanın ne kadar sürdüğünü ölçer. Elektrodlar çıkarılmadan 4 kez 2’şer saat aralıklarla 20 dakika sürelerle dinlenmeye de olanak sağlanacaktır. Bu sürelerde uyku kayıtları alınır ve eğer kişi narkoleptikse bu kısa sürelerde bile uykunun REM evresini uyur. Bu iki testin bulgularıyla birlikte çok nadir olarak HLA tiplemesi için alınan kan testi ile birlikte narkolepsi teşhisi konulabilmektedir.Narkolepsi tedavisi nasıl yapılır?Uyku ortalama 8 saatlik bir süreçtir. Tabii uyku ihtiyacı kişiden kişiye göre değişebilir. Kimileri 6 saat uykuyla sağlıklı olur kimileri 10 saat. Yani 6-10 saat dışında bir uyku dilimi varsa bu kişilerde uyku problemleri vardır. Bunların önüne geçebilmek için öncelikle uyku hijyeni sağlanmalıdır. Uyku hijyeni için önemli noktalar şunlardır:Eğer bu şartlar sağlanıp, yine de uyku problemleri yaşanıyorsa bir nöroloji uzmanına başvurulmalıdır.Narkolepsi hastalığı için ilaç tedavileri uygulanmaktadır. Baş ağrısı ve anksiyete ilaçlarının bazıları tedavide kullanılmaktadır. Bu ilaçların doktor gözetiminde kullanılması gerekmektedir. Eğer kişide diyabet, hipertansiyon gibi sorunlar varsa bu mutlaka doktora bildirilmelidir. Bazı alerji ve soğuk algınlığı ilaçlarından kaçınmak önerilebilir. Ayrıca yaşam tarzının değiştirilmesi gerekir. Tütün ürünlerinden alkolden kaçınılmalıdır. Uyumadan en az beş saat önce düzenli egzersiz yapılmalıdır. Hasta durumunu mutlaka işverenine, yakınlarına ya da öğretmenlerine bildirmelidir. Eğer uykulu hissediliyorsa da araba kullanmaktan kaçınmalıdır.Narkolepsi hakkında sık sorulan sorular Narkolepsi kazaya neden olur mu?Uyku bozuklukları hipertansiyon, diyabet, obezite, bağışıklık sistemi hastalıkları ve diğer kronik hastalıkların oranını da artırmaktadır. Yüzlerce uyku bozukluğu vardır. Gündüz aşırı uykululuk hali durumu da birçok hastalık için ortak bir belirtidir. Ancak unutulmaması gereken en önemli hastalıklardan birisi “Narkolepsi”dir. Burada hastalar neredeyse 24 saat uyuma isteği içindedirler. Hastalar araç kullanırken kırmızı ışıkta beklerken ya da çalışırken uyuyakalırlar ve iş yapamaz hale gelirler. İş kazaları, trafik kazalarına sebep olan bir hastalıktır. Bu anlamda Narkolepsi gündelik hayatı olumsuz etkiler.Narkolepside ne zaman doktora gitmeli?Toplantı, ders, trafik gibi olur olmaz bir yerde uyuklama hali varsa, yorgunluk varsa, araba kullanmada, iş yapmada, günlük aktvitelerde engel yaşanıyorsa hemen bir nöroloji uzmanı ile görüşülmelidir.Narkolepsi ne kadar yaygındır?Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan araştırmalarda 100 bin kişiden 20-67 kişiyi etkilemektedir. Ancak yetersiz tanı ya da tanıdaki gecikmeler nedeniyle narkolepsi prevelansını hesaplamak zordur. Birçok hastaya da önemsemedikleri için teşhis hemen konulmaz. Kabaca erkek ve kadınlarda eşit oranda görülür.Çocuklarda narkolepsi görülür mü?Evet çocuklarda da narkolepsi görülür. Çocuklarda huzursuzluk veya sinirlilik olabilir. Hatta bu bir davranış sorunu olarak da yorumlanabilir. Narkolepsili çocuklar geceleri daha uzun süre uyuyabilir ve uyku sırasında aktif vücut hareketleri görülebilir. Kas tonusu kaybı çocuklarda daha az olabilir.Narkolepsinin etkileri nelerdir?Narkolepsi güvenliği olumsuz etkileyebilir. Örneğin narkolepsili kişilerin bir trafik kazasına karışma olasılığı üç ya da dört kat daha fazladır. İş ya da okul başarısı olumsuz etkilenebilir. Narkolepsili kişi sosyal hayattan geri çekildiği için ruh sağlıkları bozulabilir. Narkolepsili kişiler obezite, yüksek tansiyon, depresyon, anksiyete, dikkat eksikliği gibi sorunlar açısından daha yüksek risk altındadır.Çocuklarda narkolepsi tedavisinde dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?Çocuklarda da tedaviler yetişkinlerdeki tedavilere benzer. Ancak ilaçlar ve dozları seçerken ek önlemler alınır. Amerikan Pediatri Akademisi, çocuklarda ilaç kullanımı öncesi kardiyovasküler değerlendirme önermektedir.Gebelikte narkolepsi tedavileri nasıl olur?Hamileler, anne adayları ya da emziren kadınlarda ilaç kullanımı hakkında sınırlı sayıda veri bulunmaktadır. Uzmanların çoğu bu süreçte ilaçların kesilmesi gerektiğini savunmaktadır. Gebelere davranışsal düzenlemeler önerilmektedir.Narkolepsinin bağışıklık sistemiyle ilgisi var mı?Bazı araştırmalarda narkolepsili kişilerde olağandışı bağışıklık sistemi aktivitesinin varlığını düşündürmektedir. Boğaz ağrısı ve grip sık olanların narkolepsi yaşayabildiklerine dair bazı çalışmalar vardır.Narkolepsi vitamin desteği alınmasını gerektiren bir hastalık mı?Bazı çalışmalarda narkolepsi hastalarının D vitamini eksikliği yaşadığı görülmektedir. D vitamini eksikliğinin en önemli işaretlerinden biri de yorgunluk ve ağrılardır. Dolayısıyla D vitamini değerlerine de bu hastalık için bakılmalıdır, eğer eksiklik varsa takviye alınması konusunda doktor yönlendirme yapacaktır.Narkolepsi hastalığı bitkisel tedavi ile düzelir mi?Hiçbir hastalıkta bitkisel tedavilerin yeterliliği kanıtlanmamıştır. Uzmana sormadan bitkisel yöntemleri denememek gerekmektedir. Bu yarardan çok zarar verebilir.Narkolepsi teşhisi zor mudur?Narkolepsinin tanısı kolay gibi görünse de hastalar incelendiğinde hastalığın başlangıç yaşı ile tanı arasında yaklaşık 10 yıla varan gecikmeler olduğu; tanı öncesinde hastaların ortalama üç hekime gittiği bilinmektedir. Narkolepsi, farklı sorunlarla karıştırılabilir. Örneğin artmış gündüz uykusu depresyon, yorgunlukla benzeyebilir. Uykululuk hali içe kapanmayı getirebilir. Ayrıca hastalıktaki davranışlar bazen epilepsiyle de karıştırılabilir. Katapleksi senkop, psikojen nöbetler, atonik nöbetler ile karışabilir. Öte yandan bu kataplektik düşmeler kaza, travma, dengesizlik, sakarlık, beceriksizlik veya dikkatsizlik şeklinde ifade edilebilir Hipnagojik halusinasyonlar uyku terörü, kabus veya panik ataklar ile karışabilir. Bu nedenle uzman bir nöroloji hekimine gidilmelidir. | 8,933 |
509 | Hastalıklar | Nörofibromatozis (NF) | Nörofibromatozis sinir sisteminin genetik bir hastalığı olarak biliniyor. Sinir kılıflarında oluşan iyi huylu tümörler sinir hücrelerinin şekli ve büyümesini etkilerse sinirlere bası yapabiliyor. Hasta olan ebeveynlerden çocuklarına geçebilir veya genetik mutasyonlar sonucu anne ve babası sağlıklı olan bireylerde de ortaya çıkabiliyor. Nörofibromatozis nörolojik, ortopedik, göz, işitme ve ciltle ilgili belirtilerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Memorial Diyarbakır Hastanesi Nöroloji Bölümü’nden Uz. Dr. Demet Arslan, nörofibromatozis ve merak edilenleri hakkında bilgi verdi.Nörofibromatozis sinir sisteminin genetik bir hastalığı olarak biliniyor. Sinir kılıflarında oluşan iyi huylu tümörler sinir hücrelerinin şekli ve büyümesini etkilerse sinirlere bası yapabiliyor. Hasta olan ebeveynlerden çocuklarına geçebilir veya genetik mutasyonlar sonucu anne ve babası sağlıklı olan bireylerde de ortaya çıkabiliyor. Nörofibromatozis nörolojik, ortopedik, göz, işitme ve ciltle ilgili belirtilerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Memorial Diyarbakır Hastanesi Nöroloji Bölümü’nden Uz. Dr. Demet Arslan, nörofibromatozis ve merak edilenleri hakkında bilgi verdi.
Nörofibromatozis (NF) nedir?Nörofibromatozis hastalığı olan kişilerde nörolojik problemler, epileptik nöbet, ağrı, dengesizlik, işitme kaybı, kalp ve damar sorunları, öğrenme güçlüğü ve görme yetisinin azalması görülebilmektedir. Hastalığın etkilediği kişilerin bazılarında şiddetli nörolojik bulgular görülürken, bazılarında ise hafif belirtilerle seyredebilir. Bu durumda semptomlarının görülme sıklığı ve şiddeti kişiden kişiye değişkenlik göstermektedir. İyi huylu olan bu tümörler zamanla kötü huylu tümörlere dönüşebilmektedir. İki türü bulunmaktadır. Türler şunları içerir; Nörofibromatozis Tip 1; NF1 multisistem tutulumu göstermektedir. Belirtiler genellikle bebeklik veya erken çocukluk döneminde ortaya çıkmaktadır. Sinir kılıflarında oluşan iyi huylu tümörler mevcuttur. Olguların %30-50 si genetik mutasyon sonucu oluşur. Çok sayıda sütlü kahverengi cilt lekeleri, kemik anormallikleri, cilt altındaki tümörlere ait şişlikler, beyin ve omurilikte tümörler görülebilir. Kemiklerde yapıyı bozarak omurga eğriliklerine (skolyoz) neden olabilir. Nörofibromatozis Tip 2; NF2, genellikle ergenlikte veya erişkinlik döneminde görülmektedir. İşitme ve dengeyi sağlayan sinirde iyi huylu bir tümör görülür(akustik nörinom). Buna bağlı olarak baş dönmesi, yüz felci, yüzde uyuşma ve işitme kaybı görülebilmektedir. Ek olarak katarakt gibi gözle ilgili bazı bozukluklar ve beyin omurilikte tümörlere bağlı kuvvet kayıpları, felçler ile epileptik nöbetler görülebilmektedir. Cilt lekeleri NF1’e göre daha azdır.Nörofibromatozis (NF) neden olur?Genetik bozukluların neden olduğu bir hastalık türü olan nörofibromatozisin, hasta ebeveynlerden bir sonra ki doğacak nesile aktarılması mümkün olduğu gibi ebeveynleri hasta olmayan kişilerde de sonradan ortaya çıkan genetik bozukluklar nedeniyle de görülebilmektedir.Nörofibromatozis (NF) belirtileri nelerdir?Nörofibromatozis (NF) belirtileri kişiden kişiye değişkenlik gösterebilmektedir. Beyin, omurilik tümörleri, görme ve işitsel sinir tümörlerinin görülmesine neden olan Nörofibromatozis, bu tümörlerin nerede olduğuna bağlı olarak da farklı semptomlar göstermektedir. Örneğin; görme ve işitsel tümörler görme yetisinin azalmasına ve duyma yetisinin azalmasına, kaybına neden olmaktadır. Beyin ve omurilik tümörleri ise kas ve iskelet sistemini olumsuz etkileyeceğinden hareket kayıplarına neden olmaktadır. Nörofibromatozis belirtileri şunları içerir; Kuvvet kaybı, Nörolojik problemler, Görmede azalma ya da tam kayıp, İşitme problemleri, Vücutta kahverengi lekeler, Epileptik nöbet, Dengede durmada zorlanma, Kalp ve damar sorunları, Bilişsel gelişim sorunları ( öğrenme güçlüğü vb.) belirti sayılabilir.Nörofibromatozis (NF) tanısı nasıl konulur?Tanı konurken göz muayenesi, kulak ve denge muayenesi, genetik test yapılabilir, tümörlerin ve kemik anormalliklerinin tespiti için röntgen, tomografi ve MR gibi görüntüleme yöntemleri kullanılabilir.Göz muayenesi; Tipik normal göz muayene türüdür. Cihaz karşısında oturan kişi ve karşı tarafına geçen hekim buradan gözü daha net inceler. Burada önemli olan yapılacak ölçümler ve hekimin ön görüsü ile sonuç elde edilir.Denge muayenesi; Nöroloji hekimi tarafından nörolojik muayene yapılırken denge muayenesi de yapılır.Genetik test; Alınan kan örneği ile laboratuvar ortamında inceleme sağlanır. Bu incelemede temel amaç Nörofibromatozis gen mutasyonu olup olmadığına bakılır.Röntgen; Küpe, saat vb. metal içeren aksesuarlar çıkarılır. Makinenin içerisine kişi yerleştirilir. Kişi hareketsiz kalarak bu sürede bekler. Kısa sürede çekilen görüntü yaklaşık 15-20 dk sonra sonuç halinde çıkar.Tomografi; Saat, küpe, bilezik vb. takıların çıkarılması gerekir. Kişi sedyeye yatar ve ışın tüpü etrafında dönerek görüntüleme işlemini gerçekleştirir. Genel olarak birkaç dakika içerisinde görüntüleme sağlanır. Ekstrem durumlarda 25-30 dk içerisinde çekilebilir.MR; Manyetik Rezonans Görüntüleme ya da Emar olarak da bilinir. Bilgisayarlı görüntüleme tekniklerinin arasında yer alır. Rahat giysilerin giyilmesi önerilmektedir. MR çekimi esnasında üzerinizde katiyen metal aksesuar bulunmamalıdır. Raylı sistemi bulunan bir yatağa sırt üstü uzanan kişi cihaz içine yerleştirilir. Görüntü kalitesinin bozulmaması için çekim esnasında çok kısa bir süre zarında kişilerin nefesini tutması gerekebilir.Nörofibromatozis (NF) nasıl tedavi nedir?Tam iyileşme sağlayacak bir tedavisi bulunmamaktadır. Hastalıklı gen üzerinde uygulanabilecek herhangi bir tedavi şekli olmadığı için genel olarak ortaya çıkan belirtilerin giderilmesine yönelik tedaviler uygulanır. Ağrı varsa ağrı kesiciler kullanılabilir, tümörler büyüyerek sinirlere bası yapar ve ağrı-fonksiyon kaybı gibi belirtilere yol açarsa cerrahi olarak çıkarılabilir. Kısaca burada uygulanacak tedavi yöntemleri nörofibramotozis kaynaklı sorunların giderilmesi yönünde olacaktır. İşitme kaybı var ise işitme cihazı kullanabilir veya kohlear veya beyin sapı implantı takılabilir. Kas ve iskelet sisteminde herhangi bir probleme yol açtığında ise yine aynı şekilde hastalık veya duruma göre tedavi şekilleri önerilir. Nörofibromatozis (NF) hakkında sık sorulan sorular Nörofibromatozis (NF) lazer tedavisi nedir?Lazer uygulaması cildin belirli yerlerinde çıkan sütlü kahve tarzında lekeler için uygulanmaz. Çoğu zaman hastalar bu durumu karıştırır. Lazerli tedavi nörofibromları yok etmek için uygulanabilir. Özellikle çok sayıda nörofibromu olan hastalarda cerrahiye alternatif olarak kullanılabilir. Ancak kalıcı bir yöntem sayılmaz Nörofibromlar tekrarlayabilir ve bunları kökünden yok edecek bir yöntem günümüzde bulunmamaktadır.Nörofibromatozis lekeleri ne büyüklükte?Cafe au lait olarak adlandırılan lekeler dilimizde sütlü kahve lekeler olarak ifade edilmektedir. Lekelerin bu renklerden oluşmasından dolayı bu isimle anılmaktadır. Lekeler ciltten kabarık olmayacak şekildedir. Birkaç santimi aşmayacak büyüklüktedirler.Nörofibromatozis kanser midir?Tümörler çoğunlukla iyi huyludur. Ancak kötü huylu tümörlere de rastlamak mümkündür. Kısaca kalıtsal ve doğumsal bir hastalık olarak kabul gören bu hastalık yaşam boyu tedavilerle desteklenmelidir.
Nörofibromatozis (NF) nedir?Nörofibromatozis hastalığı olan kişilerde nörolojik problemler, epileptik nöbet, ağrı, dengesizlik, işitme kaybı, kalp ve damar sorunları, öğrenme güçlüğü ve görme yetisinin azalması görülebilmektedir. Hastalığın etkilediği kişilerin bazılarında şiddetli nörolojik bulgular görülürken, bazılarında ise hafif belirtilerle seyredebilir. Bu durumda semptomlarının görülme sıklığı ve şiddeti kişiden kişiye değişkenlik göstermektedir. İyi huylu olan bu tümörler zamanla kötü huylu tümörlere dönüşebilmektedir. İki türü bulunmaktadır. Türler şunları içerir;Nörofibromatozis (NF) neden olur?Genetik bozukluların neden olduğu bir hastalık türü olan nörofibromatozisin, hasta ebeveynlerden bir sonra ki doğacak nesile aktarılması mümkün olduğu gibi ebeveynleri hasta olmayan kişilerde de sonradan ortaya çıkan genetik bozukluklar nedeniyle de görülebilmektedir.Nörofibromatozis (NF) belirtileri nelerdir?Nörofibromatozis (NF) belirtileri kişiden kişiye değişkenlik gösterebilmektedir. Beyin, omurilik tümörleri, görme ve işitsel sinir tümörlerinin görülmesine neden olan Nörofibromatozis, bu tümörlerin nerede olduğuna bağlı olarak da farklı semptomlar göstermektedir. Örneğin; görme ve işitsel tümörler görme yetisinin azalmasına ve duyma yetisinin azalmasına, kaybına neden olmaktadır. Beyin ve omurilik tümörleri ise kas ve iskelet sistemini olumsuz etkileyeceğinden hareket kayıplarına neden olmaktadır. Nörofibromatozis belirtileri şunları içerir;Nörofibromatozis (NF) tanısı nasıl konulur?Tanı konurken göz muayenesi, kulak ve denge muayenesi, genetik test yapılabilir, tümörlerin ve kemik anormalliklerinin tespiti için röntgen, tomografi ve MR gibi görüntüleme yöntemleri kullanılabilir.Göz muayenesi; Tipik normal göz muayene türüdür. Cihaz karşısında oturan kişi ve karşı tarafına geçen hekim buradan gözü daha net inceler. Burada önemli olan yapılacak ölçümler ve hekimin ön görüsü ile sonuç elde edilir.Denge muayenesi; Nöroloji hekimi tarafından nörolojik muayene yapılırken denge muayenesi de yapılır.Genetik test; Alınan kan örneği ile laboratuvar ortamında inceleme sağlanır. Bu incelemede temel amaç Nörofibromatozis gen mutasyonu olup olmadığına bakılır.Röntgen; Küpe, saat vb. metal içeren aksesuarlar çıkarılır. Makinenin içerisine kişi yerleştirilir. Kişi hareketsiz kalarak bu sürede bekler. Kısa sürede çekilen görüntü yaklaşık 15-20 dk sonra sonuç halinde çıkar.Tomografi; Saat, küpe, bilezik vb. takıların çıkarılması gerekir. Kişi sedyeye yatar ve ışın tüpü etrafında dönerek görüntüleme işlemini gerçekleştirir. Genel olarak birkaç dakika içerisinde görüntüleme sağlanır. Ekstrem durumlarda 25-30 dk içerisinde çekilebilir.MR; Manyetik Rezonans Görüntüleme ya da Emar olarak da bilinir. Bilgisayarlı görüntüleme tekniklerinin arasında yer alır. Rahat giysilerin giyilmesi önerilmektedir. MR çekimi esnasında üzerinizde katiyen metal aksesuar bulunmamalıdır. Raylı sistemi bulunan bir yatağa sırt üstü uzanan kişi cihaz içine yerleştirilir. Görüntü kalitesinin bozulmaması için çekim esnasında çok kısa bir süre zarında kişilerin nefesini tutması gerekebilir.Nörofibromatozis (NF) nasıl tedavi nedir?Tam iyileşme sağlayacak bir tedavisi bulunmamaktadır. Hastalıklı gen üzerinde uygulanabilecek herhangi bir tedavi şekli olmadığı için genel olarak ortaya çıkan belirtilerin giderilmesine yönelik tedaviler uygulanır. Ağrı varsa ağrı kesiciler kullanılabilir, tümörler büyüyerek sinirlere bası yapar ve ağrı-fonksiyon kaybı gibi belirtilere yol açarsa cerrahi olarak çıkarılabilir. Kısaca burada uygulanacak tedavi yöntemleri nörofibramotozis kaynaklı sorunların giderilmesi yönünde olacaktır. İşitme kaybı var ise işitme cihazı kullanabilir veya kohlear veya beyin sapı implantı takılabilir. Kas ve iskelet sisteminde herhangi bir probleme yol açtığında ise yine aynı şekilde hastalık veya duruma göre tedavi şekilleri önerilir. Nörofibromatozis (NF) hakkında sık sorulan sorular Nörofibromatozis (NF) lazer tedavisi nedir?Lazer uygulaması cildin belirli yerlerinde çıkan sütlü kahve tarzında lekeler için uygulanmaz. Çoğu zaman hastalar bu durumu karıştırır. Lazerli tedavi nörofibromları yok etmek için uygulanabilir. Özellikle çok sayıda nörofibromu olan hastalarda cerrahiye alternatif olarak kullanılabilir. Ancak kalıcı bir yöntem sayılmaz Nörofibromlar tekrarlayabilir ve bunları kökünden yok edecek bir yöntem günümüzde bulunmamaktadır.Nörofibromatozis lekeleri ne büyüklükte?Cafe au lait olarak adlandırılan lekeler dilimizde sütlü kahve lekeler olarak ifade edilmektedir. Lekelerin bu renklerden oluşmasından dolayı bu isimle anılmaktadır. Lekeler ciltten kabarık olmayacak şekildedir. Birkaç santimi aşmayacak büyüklüktedirler.Nörofibromatozis kanser midir?Tümörler çoğunlukla iyi huyludur. Ancak kötü huylu tümörlere de rastlamak mümkündür. Kısaca kalıtsal ve doğumsal bir hastalık olarak kabul gören bu hastalık yaşam boyu tedavilerle desteklenmelidir. | 4,747 |
510 | Hastalıklar | Nöropati | Vücudun bir yada daha fazla bölümünde ağrı, karıncalanma, uyuşma güçsüzlüğe yol açtığı sinir hasarına nöropati denir. Enfeksiyon, metabolik bozukluk, travma, toksin kaynaklı veya genetik nedenlere bağlı olarak periferik sinirlerde meydana gelen hasarlar ile ortaya çıkan nöropati, ayaklarda ve ellerde uyuşma, yanma, ağrı ve kuvvet kaybına neden olur. Vücudun bir yada daha fazla bölümünde ağrı, karıncalanma, uyuşma güçsüzlüğe yol açtığı sinir hasarına nöropati denir. Enfeksiyon, metabolik bozukluk, travma, toksin kaynaklı veya genetik nedenlere bağlı olarak periferik sinirlerde meydana gelen hasarlar ile ortaya çıkan nöropati, ayaklarda ve ellerde uyuşma, yanma, ağrı ve kuvvet kaybına neden olur.
Nöropati Nedir?Nöropati, yaralanma, enfeksiyon, diyabet gibi hastalıkların vücudun bir yada daha fazla bölümünde ağrı, karıncalanma, uyuşma güçsüzlüğe yol açtığı periferik sinir sistemindeki sinir hasarıdır. Nöropati yanma veya sızı şeklinde ağrı, uyuşukluk, karıncalanma, kas zayıflığı veya kaslarda körelme ile kendini gösterir.Nöropati Türleri Nelerdir? Mononöropati: Tet bir periferik sinir kaynaklı nöropatidir. Polinöropati: Çok sayıda siniri etkileyen, simetrik olan, el ve ayak uç noktalarında ortaya çıkan nöropatidir. Motor nöropati: Kasların hareketini sağlayan motor sinirleri etkileyen nöropatidir. Kas güçsüzlüğü, kas seğirmeleri ve kaslarda erime görülebilmektedir. Duyusal nöropati: Dokunma, ağrı ve ısı gibi duyuları ileten sinirleri etkileyen nöropati türüdür. El ve ayaklarda uyuşma, karıncalanma, yanma, keçeleşme, iğne batmaları gibi belirtileri vardır. Motor ve duysal nöropati (sensorimotor): Motor ve duysal sinir liflerini etkileyen nöropatidir. Kas güçsüzlüğü ile el ve ayaklarda uyuşma, karıncalanma, yanma, hissizlik gibi belirtiler ile ortaya çıkar. Otonomik nöropati: Otonomik sinir sistemine ait liflerin etkilendiği nöropati türüdür. Terleme bozukluğu, kalpte ritim bozuklukları, ani tansiyon değişiklikleri, erektil disfonksiyon, iktidarsızlık ortaya çıkabilmektedir. Nöropati Neden Olur?Nöropatiye genellikle yaralanma, enfeksiyon, diyabet gibi hastalıklar, ilaç kullanımı, toksinler, vitamin eksikliği, metabolik ya da kalıtsal durumlar neden olur. Nöropatinin yaygın nedenleri şunlardır:Diyabet (şeker hastalığı):Periferik nöropatinin en sık nedenleri arasındadır. Yüksek kan şekeri sonucu bazı metabolik süreçler tetiklenmekte, sinirleri besleyen damarlarda tıkanıklık oluşmaktadır. Metabolik yan maddelerin sinirler üzerinde birikimiyle oksijen yetersizliği, sinirlerin kanlanma bozukluğu nöropatiye neden olabilmektedir. Bu süreçte sinirlerin ana gövdesinde, sinirlerin uçlarında ve sinirleri saran kılıflarda hasar oluşmaktadır. Türkiye’de her 100 kişiden 14’ü şeker hastasıdır. Şeker hastalarının en az yarısında ise nöropati oluşma olasılığı bulunmaktadır.B12 vitamini, folik asit veya diğer B grubu vitaminlerinin eksikliği:Vücutta B12 vitamini eksikliği nedeniyle zamanla unutkanlık ve demans ortaya çıkabilir. Ek olarak özellikle duyusal sinirlerde periferik nöropati ve omurilikte hasar oluşabilmektedir.Kemoterapi ilaçları:Kanser tedavisi için kullanılan kemoterapi ilaçları nöropatiye yol açabilmektedir.Entoksikasyonlar:Tarım ilaçları, tiner, solvent gibi çözücü maddeler, cıva ve kurşun gibi ağır metallere maruz kalmak periferik nöropatiye neden olabilmektedir.Kanser:Kanser hücrelerinin salgıladığı bazı maddeler sinirlerde hasara yol açabilmektedir. Bazen kanser tanısı konulmadan önce, hastada nöropati bulguları ortaya çıkmaktadır.Aşırı alkol kullanımı:Aşırı alkol kullanımı özellikle alt ekstremitelerde hakim duysal, küçük çaplı lif tutulumu ile giden nöropatinin nedenidir.Kronik böbrek yetmezliği:Böbrek yetmezliği nedeniyle kandaki ürenin yükselmesi ve elektrolit (Na, K, Ca, Mg) dengesizlikleri nöropatiye neden olabilmektedir.Karaciğer yetmezliği:Karaciğer yetmezliği nedeniyle ortaya çıkan siroz nöropatiye yol açmaktadır.Enfeksiyonlar:Sinirlerle ilişkili olan, zona, HIV, Lyme, CMV, EBV enfeksiyonu nöropatiye neden olabilmektedir. Bağ dokusu hastalıkları:Romatizmal kaynaklı hastalıklarda nöropati oluşabilmektedir. Romatoid artrit, Sjögren sendromu, PAN, SLE gibi hastalıklarda çok sık nöropati görülür.Kalıtsal nöropatiler:Kalıtsal nedenlere bağlı olarak gelişen bu nöropatiler, çocukluk çağında başlamakta ve ilerlemektedir. En sık görülen örneklerden biri Charcot- Marie-Tooth hastalığıdır.Nöropati Belirtileri Nelerdir? El ve/veya ayaklarında uyuşma, yanma, hissizlik veya ağrı El ve ayaklarda güçsüzlük ve elleri yumruk yaparken zorlanma Yürürken ayaklarının takılması ve tökezleme Kas erimesi Geç iyileşen yaralar Kol veya bacak kıllarında dökülme El ve ayaklarda şekil değişikliği (deformasyon) Tırnaklarda değişiklikler veya kopmalar olabilir. İleri düzeyde polinöropatide ayaklarda yatak yaralarına benzer yaralar KangrenNöropati Nasıl Teşhis Edilir?Nöropatinin teşhisi hastanın şikayetleri, klinik muayenesi, laboratuvar tetkikler ve EMG (elektromiyografi) testi ile konulur. Nöropatinin teşhisinde EMG çok önemli bir tanı yöntemidir. Bu yöntemde hastanın kol ve bacaklarına ince elektrodlar (kablolar) bağlanarak ve düşük dozda elektriksel uyarılar verilerek, periferik sinirlerin kalınlığı, sinir kılıfının hasarlı olup olmadığı, sinirin elektriksel akımının normal olup olmadığı değerlendirilir.Nöropati Tedavi Edilebilir mi?Nöropatinin tedavisi altta yatan soruna bağlı olarak belirlenmektedir. En sık diyabet yani şeker hastalığına bağlı olduğu için, öncelikle kan şekerini kontrol altında tutmak önemlidir. Şeker hastalığı söz konusuysa hastanın şikayetlerine yönelik gerekirse ağrı kesici özellikli ilaçların ve sinir hasarını onarabilecek ilaçların kullanılması önerilir. Kronik böbrek yetmezliğinde görülen nöropati vücutta biriken toksik maddelere bağlıdır. Bu maddeleri vücuttan uzaklaştırmak amacı ile verilen ilaçlar ve gerekirse diyaliz işlemi, nöropatinin iyileşmesine katkıda bulunmaktadır.Genetik nöropatilerde maalesef etkili bir tedavi bulunmamaktadır ve tedavilerin çoğu halen deneysel aşamadadır. Burada hastaya özel fizik tedavi ve şikayetlerini azaltmak için semptomatik tedavi uygulanabilmektedir. Nöropati ile İlgili Sık Sorulan SorularNöropatinin hangi hastalıklarla bağlantısı var?Nöropati en çok diyabet hastalığı, metabolik bozukluklar, enfeksiyonlar, bağışıklık sistemi hastalıkları ile kanser ve genetik hastalıklarla ilişkisi bulunmaktadır.Nöropati için kullanılan ilaçlar nelerdir?Nöropati için kullanılan birçok ilaç çeşidi bulunmaktadır. Bunların çoğu altta yatan mekanizmalara yönelik veya hastanın şikayetlerinin azaltılması için verilmektedir. Hangi ilaca başlanacağı nöroloji hekimi tarafından hastaya göre belirlenmektedir.Nöropati için fizik tedavi olur mu?Fizik tedavi yöntemlerinin nöropatide önemli bir yeri vardır. Hastanın genel durumu, şikayetleri, muayene bulguları, EMG sonucu göz önüne alınarak fizik tedavi yöntemi seçilmekte ve uygulanmaktadır.Nöropati için egzersiz var mı?Nöropati için yapılacak egzersizler hastaya bireysel olarak hastalığın şiddeti, hareket etme kabiliyeti, yaşı, genel durumu göz önünde bulundurularak önerilir.Nöropatinin bitkisel tedavisi var mı?Nöropatiye yönelik, tıp literatüründe bilinen ve etkinliği kanıtlanmış bitkisel tedavi bulunmamaktadır. Bazı durumlarda, hastalar gereksiz ve yanlış bilgilerle bitkisel tedavilere yönelmekte ve bu sözde tedavilerin etkili olduğunu düşünmektedir. Maalesef bu sözde tedaviler yüzünden hastalığın şiddetinde artış, kronikleşme ve hatta zehirlenme durumları ortaya çıkabilmektedir.
Nöropati Nedir?Nöropati, yaralanma, enfeksiyon, diyabet gibi hastalıkların vücudun bir yada daha fazla bölümünde ağrı, karıncalanma, uyuşma güçsüzlüğe yol açtığı periferik sinir sistemindeki sinir hasarıdır. Nöropati yanma veya sızı şeklinde ağrı, uyuşukluk, karıncalanma, kas zayıflığı veya kaslarda körelme ile kendini gösterir.Nöropati Türleri Nelerdir?Nöropati Neden Olur?Nöropatiye genellikle yaralanma, enfeksiyon, diyabet gibi hastalıklar, ilaç kullanımı, toksinler, vitamin eksikliği, metabolik ya da kalıtsal durumlar neden olur. Nöropatinin yaygın nedenleri şunlardır:Diyabet (şeker hastalığı):Periferik nöropatinin en sık nedenleri arasındadır. Yüksek kan şekeri sonucu bazı metabolik süreçler tetiklenmekte, sinirleri besleyen damarlarda tıkanıklık oluşmaktadır. Metabolik yan maddelerin sinirler üzerinde birikimiyle oksijen yetersizliği, sinirlerin kanlanma bozukluğu nöropatiye neden olabilmektedir. Bu süreçte sinirlerin ana gövdesinde, sinirlerin uçlarında ve sinirleri saran kılıflarda hasar oluşmaktadır. Türkiye’de her 100 kişiden 14’ü şeker hastasıdır. Şeker hastalarının en az yarısında ise nöropati oluşma olasılığı bulunmaktadır.B12 vitamini, folik asit veya diğer B grubu vitaminlerinin eksikliği:Vücutta B12 vitamini eksikliği nedeniyle zamanla unutkanlık ve demans ortaya çıkabilir. Ek olarak özellikle duyusal sinirlerde periferik nöropati ve omurilikte hasar oluşabilmektedir.Kemoterapi ilaçları:Kanser tedavisi için kullanılan kemoterapi ilaçları nöropatiye yol açabilmektedir.Entoksikasyonlar:Tarım ilaçları, tiner, solvent gibi çözücü maddeler, cıva ve kurşun gibi ağır metallere maruz kalmak periferik nöropatiye neden olabilmektedir.Kanser:Kanser hücrelerinin salgıladığı bazı maddeler sinirlerde hasara yol açabilmektedir. Bazen kanser tanısı konulmadan önce, hastada nöropati bulguları ortaya çıkmaktadır.Aşırı alkol kullanımı:Aşırı alkol kullanımı özellikle alt ekstremitelerde hakim duysal, küçük çaplı lif tutulumu ile giden nöropatinin nedenidir.Kronik böbrek yetmezliği:Böbrek yetmezliği nedeniyle kandaki ürenin yükselmesi ve elektrolit (Na, K, Ca, Mg) dengesizlikleri nöropatiye neden olabilmektedir.Karaciğer yetmezliği:Karaciğer yetmezliği nedeniyle ortaya çıkan siroz nöropatiye yol açmaktadır.Enfeksiyonlar:Sinirlerle ilişkili olan, zona, HIV, Lyme, CMV, EBV enfeksiyonu nöropatiye neden olabilmektedir. Bağ dokusu hastalıkları:Romatizmal kaynaklı hastalıklarda nöropati oluşabilmektedir. Romatoid artrit, Sjögren sendromu, PAN, SLE gibi hastalıklarda çok sık nöropati görülür.Kalıtsal nöropatiler:Kalıtsal nedenlere bağlı olarak gelişen bu nöropatiler, çocukluk çağında başlamakta ve ilerlemektedir. En sık görülen örneklerden biri Charcot- Marie-Tooth hastalığıdır.Nöropati Belirtileri Nelerdir?Nöropati Nasıl Teşhis Edilir?Nöropatinin teşhisi hastanın şikayetleri, klinik muayenesi, laboratuvar tetkikler ve EMG (elektromiyografi) testi ile konulur. Nöropatinin teşhisinde EMG çok önemli bir tanı yöntemidir. Bu yöntemde hastanın kol ve bacaklarına ince elektrodlar (kablolar) bağlanarak ve düşük dozda elektriksel uyarılar verilerek, periferik sinirlerin kalınlığı, sinir kılıfının hasarlı olup olmadığı, sinirin elektriksel akımının normal olup olmadığı değerlendirilir.Nöropati Tedavi Edilebilir mi?Nöropatinin tedavisi altta yatan soruna bağlı olarak belirlenmektedir. En sık diyabet yani şeker hastalığına bağlı olduğu için, öncelikle kan şekerini kontrol altında tutmak önemlidir. Şeker hastalığı söz konusuysa hastanın şikayetlerine yönelik gerekirse ağrı kesici özellikli ilaçların ve sinir hasarını onarabilecek ilaçların kullanılması önerilir. Kronik böbrek yetmezliğinde görülen nöropati vücutta biriken toksik maddelere bağlıdır. Bu maddeleri vücuttan uzaklaştırmak amacı ile verilen ilaçlar ve gerekirse diyaliz işlemi, nöropatinin iyileşmesine katkıda bulunmaktadır.Genetik nöropatilerde maalesef etkili bir tedavi bulunmamaktadır ve tedavilerin çoğu halen deneysel aşamadadır. Burada hastaya özel fizik tedavi ve şikayetlerini azaltmak için semptomatik tedavi uygulanabilmektedir. Nöropati ile İlgili Sık Sorulan SorularNöropatinin hangi hastalıklarla bağlantısı var?Nöropati en çok diyabet hastalığı, metabolik bozukluklar, enfeksiyonlar, bağışıklık sistemi hastalıkları ile kanser ve genetik hastalıklarla ilişkisi bulunmaktadır.Nöropati için kullanılan ilaçlar nelerdir?Nöropati için kullanılan birçok ilaç çeşidi bulunmaktadır. Bunların çoğu altta yatan mekanizmalara yönelik veya hastanın şikayetlerinin azaltılması için verilmektedir. Hangi ilaca başlanacağı nöroloji hekimi tarafından hastaya göre belirlenmektedir.Nöropati için fizik tedavi olur mu?Fizik tedavi yöntemlerinin nöropatide önemli bir yeri vardır. Hastanın genel durumu, şikayetleri, muayene bulguları, EMG sonucu göz önüne alınarak fizik tedavi yöntemi seçilmekte ve uygulanmaktadır.Nöropati için egzersiz var mı?Nöropati için yapılacak egzersizler hastaya bireysel olarak hastalığın şiddeti, hareket etme kabiliyeti, yaşı, genel durumu göz önünde bulundurularak önerilir.Nöropatinin bitkisel tedavisi var mı?Nöropatiye yönelik, tıp literatüründe bilinen ve etkinliği kanıtlanmış bitkisel tedavi bulunmamaktadır. Bazı durumlarda, hastalar gereksiz ve yanlış bilgilerle bitkisel tedavilere yönelmekte ve bu sözde tedavilerin etkili olduğunu düşünmektedir. Maalesef bu sözde tedaviler yüzünden hastalığın şiddetinde artış, kronikleşme ve hatta zehirlenme durumları ortaya çıkabilmektedir. | 5,091 |
511 | Hastalıklar | Nazofarenks Kanseri | Nazofarenks yani geniz bölgesinde oluşan kanserler Türkiye’de en sık görülen kanser türleri arasında yer almaktadır. Türkiye’ de sıklıkla Tip 3 İndiferansiye karsinom görülmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Bölümü Uzmanları, nazofarensk kanseri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.Nazofarenks yani geniz bölgesinde oluşan kanserler Türkiye’de en sık görülen kanser türleri arasında yer almaktadır. Türkiye’ de sıklıkla Tip 3 İndiferansiye karsinom görülmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Bölümü Uzmanları, nazofarensk kanseri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.
Nazofarenks (geniz) nedir?Burun boşluğu ve ağız boşluğunu birleştiren geçiş bölgesine nazofarenks ( geniz) denir. Östaki borusu ile her iki yandan da orta kulağa açılan boşluktur. Burnun içinden çıplak gözle görülen bir bölge olmadığı için burundan endoskop cihazıyla görüntülenmektedir. Ya da ağız içinden ayna denilen aletle görülebilmektedir. Çocuklarda sık görülen geniz eti de nazofarenks bölgesinde oluşmaktadır. Geniz eti vücudun savunma mekanizması olarak oluşan, iyi huylu, her çocukta sıklıkla olan lenfoid dokularıdır. Çocuklarda belli bir yaşa kadar görülen adenoid doku erişkin yaşta beklenmeyip, erişkin kişide nazofarinkste lenfoid doku izlenmişse mutlaka biyopsi alınıp patolojik incelemeye gönderilmelidir.Nazofarenks kanseri nedir? Nazofarensk bölgesinde oluşan kanserlere nazofarenks kanseri denmektedir. Sık görülen kanser türleri arasında yer almaktadır. Nazofarenks bölgesinde iyi huylu( benign) tömürler ve kötü huylu (malign) tömürler oluşabilmektedir. Eğer hasta bir erişkinse bu bölgede geniz eti oluşumu beklenmemektedir. Erişkin hastanın nazofarenks bölgesinde bir lezyon ya da kitle bulunuyorsa mutlaka bir inceleme yapılmalıdır. Erişkin grubunda sık olarak nazofarenks karsinomları görülmektedir. Ayrıca erişkinlerde lenfoma ve lösemi de bu bölgede sık olarak tutulum gösterebilmektedir. Çocuklarda erişkinlerden farklı olarak nazofarenks bölgesinde yumuşak doku (raptomiyosarkom) kanseri ya da iyi huylu olan anjiofibrom ya da plazmasitom de görülebilmektedir.Nazofarenks kanserinin 3 tipi bulunmaktadır.Tip 1 Skuamöz cell nazofarenks karsinom ( SCC)Tip 2 Keratinize olmayan iyi diferansiye nazofarenks karsinomTip 3 İndiferansiye nazofarenks karsinomTedaviye en çabuk cevap veren nazofarenks kanseri tip 3’tür. Tedavi edildikten sonra tekrar görülme olasılığı düşüktür. Tip 1 skuamöz cell nazofarenks karsinom ise tedavi olduktan sonra tekrarlayabilmektedir.Ayrıca lösemi ve lenfoma kanserleri de nazofarenks bölgesinde sık olarak tutulum gösterebilmektedir. Bu sebeple nazofarenks bölgesinde görülen şüpheli dokulardan mutlaka örnek alınıp patolojik incelenmesi yapılmalı ve dokunun iyi huylu mu yoksa kanser riski olan bir doku mu olduğu belirlenmelidir.Nazofarenks kanserinin nedenleri nelerdir? Nazofarenks kanserlerinde birden fazla etken rol oynayabilmektedir. Çevresel faktörler( hava kirliliği, kimyasal buhara maruz kalmak) genetik yatkınlık ve virüsler bu etkenler arasında yer almaktadır.En sık ergenlik döneminde ortalama 40-50’ li yaşlarda görülen nazofarenks kanseri erkekleri daha fazla etkilemektedir.Kişinin ailesinde nazofarenks kanserinin görülmesi yine riskini artırmaktadır.Epstein Barr virüs ( EBV) yakından nazofarenks kanseriyle ilişkilidir. EBV pozitif kişilere mutlaka bir nazofarenks muayenesi yapılmalıdır.Sigara içen kişilerde yine nazofarensk kanseri görülme sıklığı daha fazladır.Beslenme alışkanlıkları da nazofarenks kanseri nedenleri arasında yer almaktadır. Kötü beslenme alışkanlıkları, tütsülenmiş gıdaların fazla tüketimi, odun ateşinde yemek pişirilmesi bu hastalığın görülme olasılığını artırmaktadır.Nazofarenks kanserinin belirtileri nelerdir? En yaygın belirtiler arasında boyunda kitleler gelir. Erişkinlerde yine en sık görülen belirtiler arasında tek taraflı orta kulak iltihapları bulunur. Östaki borusu her iki taraftan nazofarenkse açılmaktadır. Kitle bu bölgelerden herhangi birini kapattığında kulak havalanması bozulduğu için tek taraflı orta kulak iltihaplanmaları meydana gelebilmektedir. Erişkinlerde meydana gelen tek taraflı kulak enfeksiyonlarında mutlaka nazofarenks muayenesi yapılmalı ve bu bölgede bir kitle olup olmadığına bakılmalıdır. Genel olarak hastalar nazofarenks kanserinde;Boyunda lenf bezi, kitleBurun tıkanıklığıBurun kanamasıGeçmeyen orta kulak enfeksiyonuKulak uğultusu ve kulak tıkanıklığıKranial sinir tutulumlarına bağlı görme sıkıntıları ve ağrı şikayetleri ile doktora başvurabilir.Nazofarenks kanserinin tanısı nasıl konur? Nazofarensk bölgesinde var olan şüpheli bir durumda ilk olarak fizik muayene yapılmaktadır. Daha sonra gerekirse tomografi, MR ve Pet CT gibi görüntüleme tekniklerinden de yararlanılmaktadır.Nazofarensk bölgesi burun içinden endoskop cihazıyla ya da ağız boşluğundan ayna ile görülebilmektedir. Normalde nazofarenksbölgesi düz bir yapıdadır. Eğer bu bölgede bir kitle, kabarıklık ya da farklılık varsa kulak burun boğaz uzmanı bu bölgeden biyopsi almalıdır. Nazofarenks kanseri bazen de boyunda tutulumlar yapabilmektedir. Bu tutulumlar ilaçlı tomografi ya da PET CT sonucu net olarak belirlenebilmektedir. Nazofarenks kanserinde kesin tanı biyopsi ile konmaktadır. Yapılan biyopside kitlenin tipi belirlenmektedir. Nazofarenks kitlelerinde tedavi kitlenin tipine göre belirlenmektedir; iyi huylu tümörler cerrahi olarak çıkartılabilir yada takip edilebilir, eğer sonuç nazofarenks kanseri olarak geldi ise tedavi seçeneği öncelikli radyoterapi + kemoterapidir.Nazofarenks kanserinin tedavisi nasıldır? Yapılan biyopsi sonucunda tipi belirlenen kitlenin tedavisi de bu doğrultuda yapılmaktadır. Nazofarensk kanserinde tedavi genellikle radyoterapi + kemoterapi ile yapılmaktadır. Özellikle Tip 3 İndiferansiye karsinom radyoterapiye çabuk cevap veren bir türdür. Erken tanı ve düzenli takip ile tedavi başarılı sonuçlar vermektedir.Lenfoma ve lösemi hastalıkları da nazofarensk bölgesinde tutulum yapabilmektedir. Bu hastalıkların tedavisinde de radyoterapi ve kemoterapi kullanılmaktadır.Nazofarenks kanseri erken evrede yakalanamaz ve tedavi edilmezse, geç aşamalarda metastaz yapabilmektedir. Nazofarenks bölgesi beyne yakın bir bölge olduğu için kafa tabanı ve sinir tutulumları sık görülebilmektedir. Özellikle 6. 3. 4 ve 5. sinirleri tutabilmektedir. Kafanın arka tabanına ve sinirlere metastaz yaptığında hasta çift görmeler yaşayabilir ya da düşebilmektedir.Hastanın yaşı ve cinsiyeti tedavinin gidişatını etkileyen faktörler arasında yer almaktadır. Erkekleri daha fazla etkileyen nazofarenks kanserinde ileri yaş, boyun bölgesinde lenf nodu tutulumları, kafa bölgesindeki sinir tutulumları ve Epstein Bar virüsün neden olmadığı kanser tipleri tedavinin seyrini olumsuz etkileyebilmektedir.Nazofarenks kanseri hakkında sık sorulan sorularNazofarenks tedavisi ne kadar sürmektedir?Nazofarenks tedavisi kitlenin tipine göre, iyi huylu yada kötü huylu tümör olup olmadığına göre, cerrahi, ya da radyoterapi ya da kemoterapi ile tedavi edilmektedir. Tedaviye kulak burun boğaz uzmanları ve onkoloji uzmanları karar vermektedir. Bu tedavilerden sonra hasta kulak burun boğaz hastalıkları ve onkoloji uzmanı tarafından düzenli olarak takip edilmelidir. Tedaviden sonra ilk 5 yıl çok önemlidir.Geniz ( nazofarenks) bölgesi neresidir? Burun boşluğu ve ağız boşluğunu birleştiren geçiş bölgesine nazofarenks ( geniz) denir. Östaki borusu ile her iki yandan da orta kulağa açılan boşluktur.Geniz eti nedir? Geniz eti, nazofarenks bölgesinde oluşmaktadır ve çocuklarda sık görülmektedir. Vücudun savunma mekanizması olarak oluşan, iyi huylu, lenfoid dokulara geniz eti denmektedir. Çocuklarda belli bir yaşa kadar görülen bu dokular normal doku olarak kabul edilir.
Nazofarenks (geniz) nedir?Burun boşluğu ve ağız boşluğunu birleştiren geçiş bölgesine nazofarenks ( geniz) denir. Östaki borusu ile her iki yandan da orta kulağa açılan boşluktur. Burnun içinden çıplak gözle görülen bir bölge olmadığı için burundan endoskop cihazıyla görüntülenmektedir. Ya da ağız içinden ayna denilen aletle görülebilmektedir. Çocuklarda sık görülen geniz eti de nazofarenks bölgesinde oluşmaktadır. Geniz eti vücudun savunma mekanizması olarak oluşan, iyi huylu, her çocukta sıklıkla olan lenfoid dokularıdır. Çocuklarda belli bir yaşa kadar görülen adenoid doku erişkin yaşta beklenmeyip, erişkin kişide nazofarinkste lenfoid doku izlenmişse mutlaka biyopsi alınıp patolojik incelemeye gönderilmelidir.Nazofarenks kanseri nedir? Nazofarensk bölgesinde oluşan kanserlere nazofarenks kanseri denmektedir. Sık görülen kanser türleri arasında yer almaktadır. Nazofarenks bölgesinde iyi huylu( benign) tömürler ve kötü huylu (malign) tömürler oluşabilmektedir. Eğer hasta bir erişkinse bu bölgede geniz eti oluşumu beklenmemektedir. Erişkin hastanın nazofarenks bölgesinde bir lezyon ya da kitle bulunuyorsa mutlaka bir inceleme yapılmalıdır. Erişkin grubunda sık olarak nazofarenks karsinomları görülmektedir. Ayrıca erişkinlerde lenfoma ve lösemi de bu bölgede sık olarak tutulum gösterebilmektedir. Çocuklarda erişkinlerden farklı olarak nazofarenks bölgesinde yumuşak doku (raptomiyosarkom) kanseri ya da iyi huylu olan anjiofibrom ya da plazmasitom de görülebilmektedir.Nazofarenks kanserinin 3 tipi bulunmaktadır.Tip 1 Skuamöz cell nazofarenks karsinom ( SCC)Tip 2 Keratinize olmayan iyi diferansiye nazofarenks karsinomTip 3 İndiferansiye nazofarenks karsinomTedaviye en çabuk cevap veren nazofarenks kanseri tip 3’tür. Tedavi edildikten sonra tekrar görülme olasılığı düşüktür. Tip 1 skuamöz cell nazofarenks karsinom ise tedavi olduktan sonra tekrarlayabilmektedir.Ayrıca lösemi ve lenfoma kanserleri de nazofarenks bölgesinde sık olarak tutulum gösterebilmektedir. Bu sebeple nazofarenks bölgesinde görülen şüpheli dokulardan mutlaka örnek alınıp patolojik incelenmesi yapılmalı ve dokunun iyi huylu mu yoksa kanser riski olan bir doku mu olduğu belirlenmelidir.Nazofarenks kanserinin nedenleri nelerdir? Nazofarenks kanserlerinde birden fazla etken rol oynayabilmektedir. Çevresel faktörler( hava kirliliği, kimyasal buhara maruz kalmak) genetik yatkınlık ve virüsler bu etkenler arasında yer almaktadır.En sık ergenlik döneminde ortalama 40-50’ li yaşlarda görülen nazofarenks kanseri erkekleri daha fazla etkilemektedir.Kişinin ailesinde nazofarenks kanserinin görülmesi yine riskini artırmaktadır.Epstein Barr virüs ( EBV) yakından nazofarenks kanseriyle ilişkilidir. EBV pozitif kişilere mutlaka bir nazofarenks muayenesi yapılmalıdır.Sigara içen kişilerde yine nazofarensk kanseri görülme sıklığı daha fazladır.Beslenme alışkanlıkları da nazofarenks kanseri nedenleri arasında yer almaktadır. Kötü beslenme alışkanlıkları, tütsülenmiş gıdaların fazla tüketimi, odun ateşinde yemek pişirilmesi bu hastalığın görülme olasılığını artırmaktadır.Nazofarenks kanserinin belirtileri nelerdir? En yaygın belirtiler arasında boyunda kitleler gelir. Erişkinlerde yine en sık görülen belirtiler arasında tek taraflı orta kulak iltihapları bulunur. Östaki borusu her iki taraftan nazofarenkse açılmaktadır. Kitle bu bölgelerden herhangi birini kapattığında kulak havalanması bozulduğu için tek taraflı orta kulak iltihaplanmaları meydana gelebilmektedir. Erişkinlerde meydana gelen tek taraflı kulak enfeksiyonlarında mutlaka nazofarenks muayenesi yapılmalı ve bu bölgede bir kitle olup olmadığına bakılmalıdır. Genel olarak hastalar nazofarenks kanserinde;Boyunda lenf bezi, kitleBurun tıkanıklığıBurun kanamasıGeçmeyen orta kulak enfeksiyonuKulak uğultusu ve kulak tıkanıklığıKranial sinir tutulumlarına bağlı görme sıkıntıları ve ağrı şikayetleri ile doktora başvurabilir.Nazofarenks kanserinin tanısı nasıl konur? Nazofarensk bölgesinde var olan şüpheli bir durumda ilk olarak fizik muayene yapılmaktadır. Daha sonra gerekirse tomografi, MR ve Pet CT gibi görüntüleme tekniklerinden de yararlanılmaktadır.Nazofarensk bölgesi burun içinden endoskop cihazıyla ya da ağız boşluğundan ayna ile görülebilmektedir. Normalde nazofarenksbölgesi düz bir yapıdadır. Eğer bu bölgede bir kitle, kabarıklık ya da farklılık varsa kulak burun boğaz uzmanı bu bölgeden biyopsi almalıdır. Nazofarenks kanseri bazen de boyunda tutulumlar yapabilmektedir. Bu tutulumlar ilaçlı tomografi ya da PET CT sonucu net olarak belirlenebilmektedir. Nazofarenks kanserinde kesin tanı biyopsi ile konmaktadır. Yapılan biyopside kitlenin tipi belirlenmektedir. Nazofarenks kitlelerinde tedavi kitlenin tipine göre belirlenmektedir; iyi huylu tümörler cerrahi olarak çıkartılabilir yada takip edilebilir, eğer sonuç nazofarenks kanseri olarak geldi ise tedavi seçeneği öncelikli radyoterapi + kemoterapidir.Nazofarenks kanserinin tedavisi nasıldır? Yapılan biyopsi sonucunda tipi belirlenen kitlenin tedavisi de bu doğrultuda yapılmaktadır. Nazofarensk kanserinde tedavi genellikle radyoterapi + kemoterapi ile yapılmaktadır. Özellikle Tip 3 İndiferansiye karsinom radyoterapiye çabuk cevap veren bir türdür. Erken tanı ve düzenli takip ile tedavi başarılı sonuçlar vermektedir.Lenfoma ve lösemi hastalıkları da nazofarensk bölgesinde tutulum yapabilmektedir. Bu hastalıkların tedavisinde de radyoterapi ve kemoterapi kullanılmaktadır.Nazofarenks kanseri erken evrede yakalanamaz ve tedavi edilmezse, geç aşamalarda metastaz yapabilmektedir. Nazofarenks bölgesi beyne yakın bir bölge olduğu için kafa tabanı ve sinir tutulumları sık görülebilmektedir. Özellikle 6. 3. 4 ve 5. sinirleri tutabilmektedir. Kafanın arka tabanına ve sinirlere metastaz yaptığında hasta çift görmeler yaşayabilir ya da düşebilmektedir.Hastanın yaşı ve cinsiyeti tedavinin gidişatını etkileyen faktörler arasında yer almaktadır. Erkekleri daha fazla etkileyen nazofarenks kanserinde ileri yaş, boyun bölgesinde lenf nodu tutulumları, kafa bölgesindeki sinir tutulumları ve Epstein Bar virüsün neden olmadığı kanser tipleri tedavinin seyrini olumsuz etkileyebilmektedir.Nazofarenks kanseri hakkında sık sorulan sorularNazofarenks tedavisi ne kadar sürmektedir?Nazofarenks tedavisi kitlenin tipine göre, iyi huylu yada kötü huylu tümör olup olmadığına göre, cerrahi, ya da radyoterapi ya da kemoterapi ile tedavi edilmektedir. Tedaviye kulak burun boğaz uzmanları ve onkoloji uzmanları karar vermektedir. Bu tedavilerden sonra hasta kulak burun boğaz hastalıkları ve onkoloji uzmanı tarafından düzenli olarak takip edilmelidir. Tedaviden sonra ilk 5 yıl çok önemlidir.Geniz ( nazofarenks) bölgesi neresidir? Burun boşluğu ve ağız boşluğunu birleştiren geçiş bölgesine nazofarenks ( geniz) denir. Östaki borusu ile her iki yandan da orta kulağa açılan boşluktur.Geniz eti nedir? Geniz eti, nazofarenks bölgesinde oluşmaktadır ve çocuklarda sık görülmektedir. Vücudun savunma mekanizması olarak oluşan, iyi huylu, lenfoid dokulara geniz eti denmektedir. Çocuklarda belli bir yaşa kadar görülen bu dokular normal doku olarak kabul edilir. | 5,635 |
512 | Hastalıklar | Norovirüs | Norovirüs, şiddetli ishal ve kusma ile kendini gösteren, bulaşıcı olan ve gastroenteritin en yaygın nedenleri arasında gösterilen bir virus grubudur. Norovirüsün en temel belirtileri arasında kusma, ishal ve karın ağrısı yer alır. Norovirüsun tedavisi ise genellikle destekleyici olup, sıvı kaybını önlemek amacıyla yapılır.Norovirüs, şiddetli ishal ve kusma ile kendini gösteren, bulaşıcı olan ve gastroenteritin en yaygın nedenleri arasında gösterilen bir virus grubudur. Norovirüsün en temel belirtileri arasında kusma, ishal ve karın ağrısı yer alır. Norovirüsun tedavisi ise genellikle destekleyici olup, sıvı kaybını önlemek amacıyla yapılır.
Norovirüs Nedir?Caliciviridae ailesine ait olan norovirüs, mide bulantısı, kusma ve şiddetli ishalle karakterize olup, sindirim sistemi hastalığı olan gastroenteritin en yaygın nedenlerinden biri olarak gösterilen bulaşıcı bir RNA virüsüdür.Norovirüs, yetişkin ve çocuk fark etmeksizin herkesin yakalanabileceği bir hastalık türüdür. İlk olarak 1968 yılında Ohio'da bir okulda görülen bu virüs, yaz ya da kış mevsimlerinde ortaya çıkabilir. Caliciviridae ailesinden olan bu virüs, sindirim sistemi rahatsızlıkları yaratabilir ve bağırsak ve mide iltihabı denilen akut gastroenterite neden olur. Belirtileri yetişkinlerde aynı anda ishal ve kusmak olarak görülebilir.RNA virüsü olan norovirüs, mutasyona uğradığı için farklı antijenik tiplere sahiptir. Okul, hastane, restoran, kreş, toplu taşıma araçları veya alışveriş merkezi gibi kapalı ve kalabalık ortamlarda hızlı bir şekilde yayılarak her yaş grubunu etkileyebilir. Bu virüs çeşidi, farklı ortamlarda yaşayabildiği için birden fazla kez kişiyi hasta edebilir.Norovirüs semptomları 12 ile 48 saat içerisinde görülerek ciddi bir biçimde seyredebilir. Norovirüs ani salgın olarak yayılıp bireyleri hastanede tedaviye kadar götürebilir. Genellikle gıda ve su yoluyla bulaşıp vücudun farklı bölgelerinde enfeksiyonlara neden olabilir. Birçok yüzeyde uzun süre yaşayan virüs, kişilerin bu alanlara teması yoluyla da bulaşabilir.İyileşme süreci ise kişinin genel sağlık durumu ile direncine göre değişse de gayta testlerinde 6 haftaya kadar virüse rastlanabilir. Norovirüs Neden Olur?Sindirim sisteminin doğru çalışmasını engelleyen norovirüs, hasta bir kişinin dışkı ya da tükürüğünden bulaşabileceği gibi çeşitli yiyecek ve sulardan da geçebilir. Kusma ve ishal salgını olarak kendini gösteren bu virüs, dezenfektanlara ve sıcaklığa karşı dayanıklı olabilir.Norovirüs vücutta uzun süre kalıp kişinin yorgun ve bitkin düşmesine neden olur. Su temini zorluğu ve yetersiz hijyen sorunları, virüsün bulaşma riskini daha da artırır. Aynı zamanda yaşlı ve çocuk gibi bağışıklık sistemi baskılanan ya da az gelişen kişilerde görülme olasılığı daha yüksektir. Kabuklu deniz canlıları, donmuş gıda ya da iyi temizlenmemiş yeşilliklerden kolaylıkla geçerek hastalığa neden olabilir.Norovirüs nedenleri şöyle listelenebilir: Zayıf bir bağışıklık sistemi Enfekte olan bireyler ile yakın temas Enfekte yüzeylere dokunduktan sonra elleri ağız, burun ve gözlere sürmek Kontamine gıda ve içecekleri tüketmek Temizliğinden emin olunmayan havuz, hamam, sauna ve spa gibi alanlarda bulunmak Ortak kullanılan yemekhane, tuvalet ve yatakhanelerde yer almak Norovirüs Belirtileri Nelerdir?Norovirüs şiddetli ishal, mide bulantısı ve kusma ile kendini gösterir. Bu belirtiler, virüse maruz kaldıktan sonra ortalama 48 saat içerisinde görülür. Diğer yandan mide ve bağırsakların şişmesine neden olup iltihaplanma da yapabilir. Aynı zamanda uzun süre devam eden belirtiler, vücutta su kaybı oluşmasına neden olabilir.Yetişkin ve çocuk fark etmeksizin herkeste yaygın olarak görülen norovirüs belirtileri şunlardır: Mide bulantısı Kusma Şiddetli ishal Mide ve bağırsak iltihaplanmasından dolayı oluşan kramp şeklindeki karın ağrılarıDaha az görülen diğer belirtiler ise: Bağışıklık sisteminin virüsle savaştığını gösteren ateş ve kas ağrıları Hazımsızlık Kabızlık Reflü Baş ağrısıÇocuklarda ağırlıklı olarak kusma ile görülen norovirüs, yetişkinlerde ishal salgını olarak belirti gösterebilir. Ayrıca bebek ve çocuklarda gün boyu uyku hali, huysuzluk ve gözyaşı dökmeksizin ağlama ile telaşlı davranışlar da görülebilir. Virüsün sebep olduğu su kaybı ise baş dönmesi, ağız kuruluğu, yorgunluk ve bitkinlik ile tuvalete çıkamama gibi birçok sorun oluşturabilir. Su ve yiyecek tüketerek gıda alımına dikkat etmek, metabolizmanın hastalıkla savaşmasını sağlayabilir. Belirtiler 3-4 gün sürse de virüsün vücuttan atılması 2 haftaya kadar uzayabilir. Uzman hekimlerin önerdiği tedaviye uyup gıda ve su alımını dikkat etmeniz gerekir. Aynı zamanda bol bol dinlenerek de hastalığı atlatabilirsiniz. Norovirüs TanısıBu hastalığa özel bir antijen testi olmasa da çeşitli tetkikler ile tespit edilebilir. Öncelikle doktor tarafından gösterdiğiniz semptomlar dinlenir. Ardından uzman, dışkı örneği ile vücutta virüs olup olmadığını belirleyebilir. Gerekli görüldüğü taktirde, kan testleri yaparak bağışıklık sistemini detaylı bir şekilde inceleyebilir. Laboratuvar sonuçları, doktorun teşhisine yardımcı olup doğru tedavi sürecine başlatabilir. İshal ve kusma salgını olarak baş gösteren norovirüs belirtileri, ortalama 3 günü geçtiği zaman doktora danışmanız gerekir. Ani karın ağrısı ile ishal ve kusmanın birlikte yaşandığı bu hastalıkta hafif dereceli bir ateş de görülebilir. Hastalar, günde ortalama 4 ile 8 kere kansız, mukuzsuz ve sulu bir şekilde dışkılar. Bebeklerde, 1 günden fazla süren kanlı ve siyah renkli ishal ile dehidrasyon, hastaneye yatırılmalarını gerektirebilir.Norovirüs TedavisiNorovirüs için spesifik bir tedavi planı bulunmasa da yarattığı etkiler ve sebep olduğu diğer rahatsızlıklar iyileştirilebilir. Dehidrasyonu önleyip belirtiler hafifletilerek hastanın düzelmesi sağlanabilir.Norovirüs tedavisi için bazı öneriler: Sindirimi kolay gıdalar ile hafif bir diyet yapması Hastaların kusma ve ishal ile kaybettiği sıvıyı yerine getirmesi Vücudun iyileşmesi için bol bol dinlenmesi Uzmanın talimatlarına uygun ilaç kullanmasıBazı hastalar, sıvı alımına damar içi yoluyla ihtiyaç duyabilir. Kişiler, güne yayarak yeme-içme rutini oluşturabilir.Norovirüs Nasıl Önlenir?Norovirüsü önlemek için şunlara dikkat etmek gerekir: El temizliğine dikkat etmek Gıdaları bol su ile temizlemek Deniz ürünlerini iyi bir şekilde pişirmek Hasta olduğu zaman başkalarıyla temastan kaçınmak Sık dokunulan yüzeyleri temiz tutmak Eldiven veya maske takmak Kusmuk ve dışkıyı bertaraf etmek Norovirüs Hakkında Sık Sorulan SorularNorovirüs ne demek?Norovirüs, gastroenteritin yaygın bir nedeni olan, şiddetli ishal ve kusma ile kendini gösteren ve bulaşıcı özellik taşıyan tek zincirli bir RNA virüsüdür.Norovirüs kaç günde geçer?Norovirüs öncelikle dışkıda tespit edilen bir virüs türüdür. Bulaş olduktan iki hafta sonrasına kadar bağışıklık sisteminde kalabilir. Semptomlar görüldükten 48 saat sonra dahi başka kişilere geçebilir. 3 günden uzun süren belirtiler, bireyin doktora danışmasını gerektirebilir. Bireyler, doğru bir tedavi planı ile yaklaşık 1 haftada toparlanmaya başlar. Norovirüs öldürür mü?Norovirüs doğrudan ölümcül bir enfeksiyon yaratmayabilir. Ancak yaşlı ve çocuklar ile bağışıklık sistemi baskılanan kişilerin sağlığını önemli ölçüde tehdit edebilir. Enfeksiyonun sebep olduğu dehidrasyon, vücudun bitkin düşmesine neden olup yoğun bir tedavi gerektirebilir. Bu yüzden virüsün altında yatan nedenler bulunarak doğru bir tedavi planı gerçekleştirilebilir. Norovirüs hangi yiyeceklerde var?Virüsün bulaşabildiği besinler içerisinde; midye ve istiridye gibi çiğ ya da yetersiz pişirilen deniz ürünleri, hijyenik olmayan kuru gıdalar, yıkanmamış ya da kirli su ile yıkanmış meyve-sebzeler, süt ürünleri, hazır yiyecekler, buz küpleri, dondurulmuş ürünler ve dondurma yer alır. İçecekler arasında ise kontamine ve kirli sular, yıkanmamış bardaklara koyulan kahve ve meyve suları ile güvenilir olmayan yerlerde içilen her türlü sıvı türü mevcuttur.
Norovirüs Nedir?Caliciviridae ailesine ait olan norovirüs, mide bulantısı, kusma ve şiddetli ishalle karakterize olup, sindirim sistemi hastalığı olan gastroenteritin en yaygın nedenlerinden biri olarak gösterilen bulaşıcı bir RNA virüsüdür.Norovirüs, yetişkin ve çocuk fark etmeksizin herkesin yakalanabileceği bir hastalık türüdür. İlk olarak 1968 yılında Ohio'da bir okulda görülen bu virüs, yaz ya da kış mevsimlerinde ortaya çıkabilir. Caliciviridae ailesinden olan bu virüs, sindirim sistemi rahatsızlıkları yaratabilir ve bağırsak ve mide iltihabı denilen akut gastroenterite neden olur. Belirtileri yetişkinlerde aynı anda ishal ve kusmak olarak görülebilir.RNA virüsü olan norovirüs, mutasyona uğradığı için farklı antijenik tiplere sahiptir. Okul, hastane, restoran, kreş, toplu taşıma araçları veya alışveriş merkezi gibi kapalı ve kalabalık ortamlarda hızlı bir şekilde yayılarak her yaş grubunu etkileyebilir. Bu virüs çeşidi, farklı ortamlarda yaşayabildiği için birden fazla kez kişiyi hasta edebilir.Norovirüs semptomları 12 ile 48 saat içerisinde görülerek ciddi bir biçimde seyredebilir. Norovirüs ani salgın olarak yayılıp bireyleri hastanede tedaviye kadar götürebilir. Genellikle gıda ve su yoluyla bulaşıp vücudun farklı bölgelerinde enfeksiyonlara neden olabilir. Birçok yüzeyde uzun süre yaşayan virüs, kişilerin bu alanlara teması yoluyla da bulaşabilir.İyileşme süreci ise kişinin genel sağlık durumu ile direncine göre değişse de gayta testlerinde 6 haftaya kadar virüse rastlanabilir. Norovirüs Neden Olur?Sindirim sisteminin doğru çalışmasını engelleyen norovirüs, hasta bir kişinin dışkı ya da tükürüğünden bulaşabileceği gibi çeşitli yiyecek ve sulardan da geçebilir. Kusma ve ishal salgını olarak kendini gösteren bu virüs, dezenfektanlara ve sıcaklığa karşı dayanıklı olabilir.Norovirüs vücutta uzun süre kalıp kişinin yorgun ve bitkin düşmesine neden olur. Su temini zorluğu ve yetersiz hijyen sorunları, virüsün bulaşma riskini daha da artırır. Aynı zamanda yaşlı ve çocuk gibi bağışıklık sistemi baskılanan ya da az gelişen kişilerde görülme olasılığı daha yüksektir. Kabuklu deniz canlıları, donmuş gıda ya da iyi temizlenmemiş yeşilliklerden kolaylıkla geçerek hastalığa neden olabilir.Norovirüs nedenleri şöyle listelenebilir:Norovirüs Belirtileri Nelerdir?Norovirüs şiddetli ishal, mide bulantısı ve kusma ile kendini gösterir. Bu belirtiler, virüse maruz kaldıktan sonra ortalama 48 saat içerisinde görülür. Diğer yandan mide ve bağırsakların şişmesine neden olup iltihaplanma da yapabilir. Aynı zamanda uzun süre devam eden belirtiler, vücutta su kaybı oluşmasına neden olabilir.Yetişkin ve çocuk fark etmeksizin herkeste yaygın olarak görülen norovirüs belirtileri şunlardır:Daha az görülen diğer belirtiler ise: Çocuklarda ağırlıklı olarak kusma ile görülen norovirüs, yetişkinlerde ishal salgını olarak belirti gösterebilir. Ayrıca bebek ve çocuklarda gün boyu uyku hali, huysuzluk ve gözyaşı dökmeksizin ağlama ile telaşlı davranışlar da görülebilir. Virüsün sebep olduğu su kaybı ise baş dönmesi, ağız kuruluğu, yorgunluk ve bitkinlik ile tuvalete çıkamama gibi birçok sorun oluşturabilir. Su ve yiyecek tüketerek gıda alımına dikkat etmek, metabolizmanın hastalıkla savaşmasını sağlayabilir. Belirtiler 3-4 gün sürse de virüsün vücuttan atılması 2 haftaya kadar uzayabilir. Uzman hekimlerin önerdiği tedaviye uyup gıda ve su alımını dikkat etmeniz gerekir. Aynı zamanda bol bol dinlenerek de hastalığı atlatabilirsiniz. Norovirüs TanısıBu hastalığa özel bir antijen testi olmasa da çeşitli tetkikler ile tespit edilebilir. Öncelikle doktor tarafından gösterdiğiniz semptomlar dinlenir. Ardından uzman, dışkı örneği ile vücutta virüs olup olmadığını belirleyebilir. Gerekli görüldüğü taktirde, kan testleri yaparak bağışıklık sistemini detaylı bir şekilde inceleyebilir. Laboratuvar sonuçları, doktorun teşhisine yardımcı olup doğru tedavi sürecine başlatabilir. İshal ve kusma salgını olarak baş gösteren norovirüs belirtileri, ortalama 3 günü geçtiği zaman doktora danışmanız gerekir. Ani karın ağrısı ile ishal ve kusmanın birlikte yaşandığı bu hastalıkta hafif dereceli bir ateş de görülebilir. Hastalar, günde ortalama 4 ile 8 kere kansız, mukuzsuz ve sulu bir şekilde dışkılar. Bebeklerde, 1 günden fazla süren kanlı ve siyah renkli ishal ile dehidrasyon, hastaneye yatırılmalarını gerektirebilir.Norovirüs TedavisiNorovirüs için spesifik bir tedavi planı bulunmasa da yarattığı etkiler ve sebep olduğu diğer rahatsızlıklar iyileştirilebilir. Dehidrasyonu önleyip belirtiler hafifletilerek hastanın düzelmesi sağlanabilir.Norovirüs tedavisi için bazı öneriler: Bazı hastalar, sıvı alımına damar içi yoluyla ihtiyaç duyabilir. Kişiler, güne yayarak yeme-içme rutini oluşturabilir.Norovirüs Nasıl Önlenir?Norovirüsü önlemek için şunlara dikkat etmek gerekir:Norovirüs Hakkında Sık Sorulan SorularNorovirüs ne demek?Norovirüs, gastroenteritin yaygın bir nedeni olan, şiddetli ishal ve kusma ile kendini gösteren ve bulaşıcı özellik taşıyan tek zincirli bir RNA virüsüdür.Norovirüs kaç günde geçer?Norovirüs öncelikle dışkıda tespit edilen bir virüs türüdür. Bulaş olduktan iki hafta sonrasına kadar bağışıklık sisteminde kalabilir. Semptomlar görüldükten 48 saat sonra dahi başka kişilere geçebilir. 3 günden uzun süren belirtiler, bireyin doktora danışmasını gerektirebilir. Bireyler, doğru bir tedavi planı ile yaklaşık 1 haftada toparlanmaya başlar. Norovirüs öldürür mü?Norovirüs doğrudan ölümcül bir enfeksiyon yaratmayabilir. Ancak yaşlı ve çocuklar ile bağışıklık sistemi baskılanan kişilerin sağlığını önemli ölçüde tehdit edebilir. Enfeksiyonun sebep olduğu dehidrasyon, vücudun bitkin düşmesine neden olup yoğun bir tedavi gerektirebilir. Bu yüzden virüsün altında yatan nedenler bulunarak doğru bir tedavi planı gerçekleştirilebilir. Norovirüs hangi yiyeceklerde var?Virüsün bulaşabildiği besinler içerisinde; midye ve istiridye gibi çiğ ya da yetersiz pişirilen deniz ürünleri, hijyenik olmayan kuru gıdalar, yıkanmamış ya da kirli su ile yıkanmış meyve-sebzeler, süt ürünleri, hazır yiyecekler, buz küpleri, dondurulmuş ürünler ve dondurma yer alır. İçecekler arasında ise kontamine ve kirli sular, yıkanmamış bardaklara koyulan kahve ve meyve suları ile güvenilir olmayan yerlerde içilen her türlü sıvı türü mevcuttur. | 5,551 |
513 | Hastalıklar | Nöroblastom | Nöroblastom, böbrek üstü bezlerde (adrenal bezler) ya da sempatik sinir sisteminde bulunan farklılaşmamış sinir hücrelerinde gelişen ve genellikle çocuklarda görülen bir kanser türüdür. Nöroblast adı verilen farklılaşmamış sinir hücrelerinde başlayan ve çocukluk çağı kanserli tümörlerinin en sık görülen türü olan nöroblastom, böbrek üstü bezlerinin dışında karın, göğüs, boyun, leğen kemiği ve kemiklerde de görülebilir. Yorgunluk, karında şişlik ve iştahsızlık, nöroblastomun kendini belli eden yaygın belirtileridir. Nöroblastom tedavisi için evreleme önemlidir. Nöroblastomun evresine bağlı olarak cerrahi işlem uygulanabilir.Nöroblastom, böbrek üstü bezlerde (adrenal bezler) ya da sempatik sinir sisteminde bulunan farklılaşmamış sinir hücrelerinde gelişen ve genellikle çocuklarda görülen bir kanser türüdür. Nöroblast adı verilen farklılaşmamış sinir hücrelerinde başlayan ve çocukluk çağı kanserli tümörlerinin en sık görülen türü olan nöroblastom, böbrek üstü bezlerinin dışında karın, göğüs, boyun, leğen kemiği ve kemiklerde de görülebilir. Yorgunluk, karında şişlik ve iştahsızlık, nöroblastomun kendini belli eden yaygın belirtileridir. Nöroblastom tedavisi için evreleme önemlidir. Nöroblastomun evresine bağlı olarak cerrahi işlem uygulanabilir.
Nöroblastom Nedir?Nöroblastom, genellikle 5 yaşın altındaki çocukları etkileyen, beyinden vücudun geri kalanına mesajlar taşıyan sinir ağı olan sempatik sinir sisteminde meydana gelen ve nadir görülen bir çocukluk çağı kanseridir. Nöroblastom çoğunlukla böbreklerin üzerinde yer alan ve sinir hücrelerine benzer hücrelere sahip olan hormon üreten organlar olan adrenal bezlerin çevresinde başlar.Yalnızca adrenal bezlerle sınırlı kalmayıp karın, göğüs, boyun, leğen kemiği ve kemiklerde de görülen nöroblastom, vücudun diğer bölgelerine de yayılabilir. Nöroblastom, gelişmemiş sinir hücrelerinde meydana geldiği için çocukluk çağı kanseri olarak da ifade edilir. Sağlıklı bir bebekte sinir sistemi olgunlaştıkça nöroblastların tamamen kaybolduğu görülür. Ancak bu duruma sahip bebeklerde mutasyona uğramış nöroblastlar etrafa yapışıp tümör meydana getirebilir.Dokunulduğunda hissedilen karın şişliği, yorgunluk, iştah kaybı, ateş ve ishal gibi sorunlar, nöroblastomun yaygın görülen klinik belirtileri arasında yer alır. Bu klinik belirtilerin en erken fark edileni annelerin çocuklarının karnına dokunduğunda hissettiği şişliktir.Gelişmemiş sinir dokularının kontrolden çıkması sonucu meydana gelen nöroblastom, sinir dokularındaki hücreleri anormal bir şekilde büyütür. Bu durum genetik mutasyon kaynaklıdır.Kendi içinde 1, 2, 3, 4 ve 4S şeklinde evrelere ayrılan nöroblastom, bu evrelere bağlı olarak tedavi yöntemi planlanan bir kanser türü olarak karşımıza çıkar. Tedavinin gidişatı evreleme ve tümörün yapısıyla ilgilidir. Bazı tümörler daha agresif olur, bazılarıysa daha yavaş seyreder. Kanserin şiddetli evresi söz konusuysa cerrahi operasyon eşliğinde dokulardaki tümörün çıkarılması amaçlanır.Nöroblastom Neden Olur?Nöroblastom çoğunlukla, çocuğun gelişimi esnasında ve hatta bazen anne karnında nöroblastlardaki gen değişikliklerinden kaynaklanır. Bu değişiklik sonucu, hücreler anormal bir şekilde büyür ve bölünerek çoğalıp kötü huylu tümöre dönüşür.Bunun dışında nöroblastom, genetik kaynaklı da olabilir. Ailede nöroblastom yaşayan ebeveyn varsa çocukların da riski yaşama ihtimali yüksektir ancak nöroblastom vakalarının çoğunun genetik faktöre bağlı olmadan gerçekleştiği kabul edilir. Ayrıca birçok nöroblastom vakasında herhangi bir neden ortaya konmayabilir.Nöroblastom Belirtileri Nelerdir?Annelerin çocukların karnına dokunduğunda hissettiği belirgin şişlik, nöroblastomun ilk belirtisi olarak sayılır. Tümörün konumuna, şiddetine ve evresine bağlı olarak değişen nöroblastomun başlıca belirtileri yorgunluk, iştah kaybı, ateş, ishal, gözlerde şişkinlik, ciltte solukluk ve özellikle bebeklerde nefes darlığıdır.Karın şişliğiyle ortaya çıkan nöroblastom belirtileri şöyledir: Dokunulduğunda hissedilen belirgin karın şişliği Yorgunluk İştahın azalması ve kilo kaybı Ateş İshal Gözlerde şişkinlik Anemiye bağlı ciltte solukluk Özellikle bebeklerde nefes almada zorluk Göz çevresinde morluğa benzeyen koyu halkalar Sırt ve kemik ağrısı Bacaklarda zayıflık ve hareket problemi Yüksek tansiyon ve kalp atışında hızlanmaÖzellikle 5 yaşın altında çocuk ve bebeklerde yukarıda yer alan belirtilerin şiddetlendiği durumlarda vakit kaybetmeden doktora gidilmesi tavsiye edilir.Nöroblastom Nasıl Teşhis Edilir?Nöroblastomda ortaya çıkan belirtilerin nöroblastoma ait olduğunun belirlenmesi için bazı test ve görüntüleme yöntemlerine başvurulur.Nöroblastom teşhisi için faydalanılan test ve yöntemler şu şekildedir:Kan ve idrar testleri: Kan ve idrar testleri yoluyla kandaki nöroblastomlar tarafından üretilebilecek hormon düzeyleri ölçülür.Görüntüleme testleri: Görüntüleme testleri aracılığıyla kanserin vücutta yayılıp yayılmadığının kontrolü yapılır.Ultrason: Doktor tarafından ultrason yöntemi kullanılarak kandaki tümör varlığı tespit edilir.Röntgenler: Röntgen yöntemi hem göğüste hem de kemiklerde kanser varlığını araştırır.Biyopsi: Biyopsiyle dokulardaki tümörden veya kemik iliğinden örnek alınır ve bu örnekler laboratuvara gönderilir. Daha sonrasında kanseri tespit etmek için numune üzerinde bir inceleme gerçekleştirilir.Diğer tarama türleri: Nöroblastomun vücutta hangi bölgelerde yer aldığı veya uygulanan tedavinin işe yarayıp yaramadığının anlayabilmesi için PET / CT veya MRI taramaları uygulanabilir.Ayrıca kan hücresi sayısı, karaciğer ve böbrek fonksiyonu ve vücuttaki tuz dengesini ölçen laboratuvar testleri de istenebilir.Tüm bunların ışığında nöroblastom tedavi edilebilen bir kanserdir. Tedavinin işe yarayıp yaramayacağını belirleyen en önemli faktör, kanserin metastaz durumudur. Nöroblastta tanı yaşı ne kadar küçükse kişinin iyileşme ve hayatta kalma ihtimali de o kadar yükselir.Nöroblastom Tedavisi Nasıl Yapılır?Nöroblastom tedavisi çocuğun yaşına, tümörün evresine ve şiddetine bağlı olarak değişir. Tümörün yapısı belirlendikten sonra çocuğun ihtiyaç duyduğu tedavi aşamasına geçilir.Nöroblastom tedavisi genellikle şu yöntemleri içerir: Cerrahi operasyon Kemoterapi Radyoterapi Kök hücre nakli İmmünoterapiNöroblastom Hakkında Sık Sorulan SorularNöroblastom ne demek?Nöroblastom, genellikle çocuklarda görülen, gelişmemiş sinir sistemi dokularında meydana gelen karın şişliğiyle ortaya çıkan pediatrik bir kanserdir.Nöroblastom kanseri iyileşir mi?Nöroblastom, erken teşhis edildiğinde ve uygun tedavi uygulandığında hayatta kalma şansı yüksek bir kanser türüdür. Ayrıca hastalık vücuda yayılmadıysa da iyileşme oranı yüksektir.Nöroblastom evreleri nelerdir?Nöroblastom evreleri şu şekilde sınıflandırılır: Evre 1: Tümör köken aldığı organda sınırlıdır, orta hattı geçmez. Evre 2: Tümör olduğu taraftaki lenf bezlerini tutmuştur ama orta hattı geçmez. Evre 3: Orta hattı geçen bir tümör söz konusudur, orta hattın karşı tarafından lenf bezleri tutulur. Evre 4: Yaygın hastalık, uzak organlara metastazlar görülebilir. Evre 4S: Bu evrede hasta 1 yaştan küçüktür, ancak karaciğer, deri ve kemik iliğine yayılım vardır.
Nöroblastom Nedir?Nöroblastom, genellikle 5 yaşın altındaki çocukları etkileyen, beyinden vücudun geri kalanına mesajlar taşıyan sinir ağı olan sempatik sinir sisteminde meydana gelen ve nadir görülen bir çocukluk çağı kanseridir. Nöroblastom çoğunlukla böbreklerin üzerinde yer alan ve sinir hücrelerine benzer hücrelere sahip olan hormon üreten organlar olan adrenal bezlerin çevresinde başlar.Yalnızca adrenal bezlerle sınırlı kalmayıp karın, göğüs, boyun, leğen kemiği ve kemiklerde de görülen nöroblastom, vücudun diğer bölgelerine de yayılabilir. Nöroblastom, gelişmemiş sinir hücrelerinde meydana geldiği için çocukluk çağı kanseri olarak da ifade edilir. Sağlıklı bir bebekte sinir sistemi olgunlaştıkça nöroblastların tamamen kaybolduğu görülür. Ancak bu duruma sahip bebeklerde mutasyona uğramış nöroblastlar etrafa yapışıp tümör meydana getirebilir.Dokunulduğunda hissedilen karın şişliği, yorgunluk, iştah kaybı, ateş ve ishal gibi sorunlar, nöroblastomun yaygın görülen klinik belirtileri arasında yer alır. Bu klinik belirtilerin en erken fark edileni annelerin çocuklarının karnına dokunduğunda hissettiği şişliktir.Gelişmemiş sinir dokularının kontrolden çıkması sonucu meydana gelen nöroblastom, sinir dokularındaki hücreleri anormal bir şekilde büyütür. Bu durum genetik mutasyon kaynaklıdır.Kendi içinde 1, 2, 3, 4 ve 4S şeklinde evrelere ayrılan nöroblastom, bu evrelere bağlı olarak tedavi yöntemi planlanan bir kanser türü olarak karşımıza çıkar. Tedavinin gidişatı evreleme ve tümörün yapısıyla ilgilidir. Bazı tümörler daha agresif olur, bazılarıysa daha yavaş seyreder. Kanserin şiddetli evresi söz konusuysa cerrahi operasyon eşliğinde dokulardaki tümörün çıkarılması amaçlanır.Nöroblastom Neden Olur?Nöroblastom çoğunlukla, çocuğun gelişimi esnasında ve hatta bazen anne karnında nöroblastlardaki gen değişikliklerinden kaynaklanır. Bu değişiklik sonucu, hücreler anormal bir şekilde büyür ve bölünerek çoğalıp kötü huylu tümöre dönüşür.Bunun dışında nöroblastom, genetik kaynaklı da olabilir. Ailede nöroblastom yaşayan ebeveyn varsa çocukların da riski yaşama ihtimali yüksektir ancak nöroblastom vakalarının çoğunun genetik faktöre bağlı olmadan gerçekleştiği kabul edilir. Ayrıca birçok nöroblastom vakasında herhangi bir neden ortaya konmayabilir.Nöroblastom Belirtileri Nelerdir?Annelerin çocukların karnına dokunduğunda hissettiği belirgin şişlik, nöroblastomun ilk belirtisi olarak sayılır. Tümörün konumuna, şiddetine ve evresine bağlı olarak değişen nöroblastomun başlıca belirtileri yorgunluk, iştah kaybı, ateş, ishal, gözlerde şişkinlik, ciltte solukluk ve özellikle bebeklerde nefes darlığıdır.Karın şişliğiyle ortaya çıkan nöroblastom belirtileri şöyledir:Özellikle 5 yaşın altında çocuk ve bebeklerde yukarıda yer alan belirtilerin şiddetlendiği durumlarda vakit kaybetmeden doktora gidilmesi tavsiye edilir.Nöroblastom Nasıl Teşhis Edilir?Nöroblastomda ortaya çıkan belirtilerin nöroblastoma ait olduğunun belirlenmesi için bazı test ve görüntüleme yöntemlerine başvurulur.Nöroblastom teşhisi için faydalanılan test ve yöntemler şu şekildedir:Kan ve idrar testleri: Kan ve idrar testleri yoluyla kandaki nöroblastomlar tarafından üretilebilecek hormon düzeyleri ölçülür.Görüntüleme testleri: Görüntüleme testleri aracılığıyla kanserin vücutta yayılıp yayılmadığının kontrolü yapılır.Ultrason: Doktor tarafından ultrason yöntemi kullanılarak kandaki tümör varlığı tespit edilir.Röntgenler: Röntgen yöntemi hem göğüste hem de kemiklerde kanser varlığını araştırır.Biyopsi: Biyopsiyle dokulardaki tümörden veya kemik iliğinden örnek alınır ve bu örnekler laboratuvara gönderilir. Daha sonrasında kanseri tespit etmek için numune üzerinde bir inceleme gerçekleştirilir.Diğer tarama türleri: Nöroblastomun vücutta hangi bölgelerde yer aldığı veya uygulanan tedavinin işe yarayıp yaramadığının anlayabilmesi için PET / CT veya MRI taramaları uygulanabilir.Ayrıca kan hücresi sayısı, karaciğer ve böbrek fonksiyonu ve vücuttaki tuz dengesini ölçen laboratuvar testleri de istenebilir.Tüm bunların ışığında nöroblastom tedavi edilebilen bir kanserdir. Tedavinin işe yarayıp yaramayacağını belirleyen en önemli faktör, kanserin metastaz durumudur. Nöroblastta tanı yaşı ne kadar küçükse kişinin iyileşme ve hayatta kalma ihtimali de o kadar yükselir.Nöroblastom Tedavisi Nasıl Yapılır?Nöroblastom tedavisi çocuğun yaşına, tümörün evresine ve şiddetine bağlı olarak değişir. Tümörün yapısı belirlendikten sonra çocuğun ihtiyaç duyduğu tedavi aşamasına geçilir.Nöroblastom tedavisi genellikle şu yöntemleri içerir:Nöroblastom Hakkında Sık Sorulan SorularNöroblastom ne demek?Nöroblastom, genellikle çocuklarda görülen, gelişmemiş sinir sistemi dokularında meydana gelen karın şişliğiyle ortaya çıkan pediatrik bir kanserdir.Nöroblastom kanseri iyileşir mi?Nöroblastom, erken teşhis edildiğinde ve uygun tedavi uygulandığında hayatta kalma şansı yüksek bir kanser türüdür. Ayrıca hastalık vücuda yayılmadıysa da iyileşme oranı yüksektir.Nöroblastom evreleri nelerdir?Nöroblastom evreleri şu şekilde sınıflandırılır: | 4,764 |
514 | Hastalıklar | Nistagmus (Göz Titremesi) | Nistagmus, görme ve derinlik algısının azalmasına neden olan gözlerin tekrarlayan ve kontrolsüz bir biçimde yana, aşağı-yukarı ya da dairesel düzende hareket etmesidir. Göz titremesi olarak da adlandırılan nistagmus, görüşü hafifçe bulanıklaştırabilecek düzeyde göz hareketi olarak da bilinir. Bazı kişiler doğuştan göz titremesiyle doğabilirken aynı zamanda bu durum yaşamın ilerleyen dönemlerinde de ortaya çıkabilir. Altta yatan birtakım hastalıklara bağlı olarak gelişebilen nistagmus gözlük, kontakt lensler, ilaçlar ve ameliyat gibi potansiyel tedavi seçenekleriyle iyileştirilmeye çalışılır.Nistagmus, görme ve derinlik algısının azalmasına neden olan gözlerin tekrarlayan ve kontrolsüz bir biçimde yana, aşağı-yukarı ya da dairesel düzende hareket etmesidir. Göz titremesi olarak da adlandırılan nistagmus, görüşü hafifçe bulanıklaştırabilecek düzeyde göz hareketi olarak da bilinir. Bazı kişiler doğuştan göz titremesiyle doğabilirken aynı zamanda bu durum yaşamın ilerleyen dönemlerinde de ortaya çıkabilir. Altta yatan birtakım hastalıklara bağlı olarak gelişebilen nistagmus gözlük, kontakt lensler, ilaçlar ve ameliyat gibi potansiyel tedavi seçenekleriyle iyileştirilmeye çalışılır.
Nistagmus (Göz Titremesi) Nedir?Göz titremesi olarak da bilinen nistagmus, göz ile beyin arasındaki yanlış iletişimden kaynaklanan, gözlerin kontrol edilemeyecek şekilde yana, yukarıya, aşağıya veya dairesel biçimde ritmik olarak hareket etmesidir. Tekrarlayan bu göz hareketleri kişinin görme, derinlik algısı, denge ve koordinasyonla ilgili problemler yaşamasına neden olabilir.Hem çocukları hem de yetişkinleri etkileyen nistagmus, doğuştan gelen veya sonradan görülen edinilmiş nistagmus olarak ikiye ayrılır. Genellikle herhangi bir tehlike arz etmeyen nistagmus, felç, beyin tümörü, toksisite, kafa travması (yaralanma) ve inflamatuar hastalıklar gibi özellikle beyin yapısını etkileyen ciddi sağlık durumlarıyla bağlantılıdır.En büyük ve belirgin semptomu kontrol edilemeyen göz hareketleri olan nistagmus aynı zamanda bulanık görme ve denge sorunlarına da sebebiyet verebilir. Uzman bir göz doktoru tarafından teşhis edilmesi gereken nistagmus hastalığı, gözlük, kontakt lensler, ilaçlar ve gerektiğinde ameliyat gibi potansiyel tedavileri içerir.Nistagmus (Göz Titremesi) Neden Olur?Nistagmus hastalığı genellikle iç kulak denge mekanizmalarını veya beynin arka kısmını (beyin sapı veya beyincik) etkileyen hastalıklar sonucunda meydana gelir. Göz titremesi multipl skleroz gibi beyin hastalıklarından kaynaklanabileceği gibi doğuştan gelen bir sorun da olabilir.Diğer yandan nistagmus, inflamatuar hastalıklarla birlikte genetik faktör sonucundan da yaşanabilir.Nistagmusa neden olan durumlar şu şekildedir: Beyin hastalıkları MS gibi sinir sistemi rahatsızlıkları Katarakt veya şaşılık gibi göz hastalıkları Meniere hastalığı İnme (felç) Göz veya kafa travması İnflamatuar hastalıklar Genetik Alkol veya uyuşturucu kullanımı AlbinizmBunların dışında altında herhangi bir neden yatmayan nistagmus ise idiyopatik nistagmus adıyla kabul edilir.Nistagmus (Göz Titremesi) Belirtileri Nelerdir?Ani ve hızlı bir şekilde ortaya çıkan nistagmusun yaygın belirtileri arasında kontrol edilemeyen göz hareketleri, bulanık görme, denge sorunları, ışığa karşı hassasiyet ve vertigo hissi veren baş dönmesi yer alır.Kontrol edilemeyen göz hareketleriyle ortaya çıkan nistagmus belirtileri şöyledir: Hareketsiz cisimlerin hareket ediyor gibi görünmesi Ani ve hızlı ortaya çıkan kontrolsüz göz hareketleri Bulanık görme Denge sorunları Işığa karşı hassasiyet Karanlıkta görüş açısının çok az olması Vertigo hissi veren baş dönmesiAni ve hızlı ortaya çıkan kontrolsüz göz hareketleriGöz ile beyin arasındaki yanlış iletişim sonucu beyin veya göz yapısında meydana gelen bozulmalar, nistagmus hastalığını ortaya çıkarır. Buna bağlı olarak gözün yapısında sorun meydana gelir ve bu durum hızlı ve kontrol edilemeyen göz hareketlerini doğurur.Bulanık görmeNistagmus hastası olan kişiler baktıkları açıları bulanık bir şekilde görmeye başlarlar.Denge sorunları Hareket ederken yaşanan denge problemleri, nistagmus hastalığının sık görülen belirtileri arasında gösterilir.Işığa karşı hassasiyetNistagmus hastalığı, kişinin görüş açısında bozulmalar meydana getirebileceği gibi ışık hassasiyeti de yaratabilir.Karanlıkta görüş açısının çok az olmasıNistagmus hastası olan kişiler, karanlık bir ortamda çok kısıtlı bir görüş açısına sahip olurlar.Vertigo hissi veren baş dönmesi Etrafının şiddetli bir şekilde dönmesi durumu olan vertigo hastalığında olduğu gibi nistagmusta da kişi vertigo şeklinde bir baş dönmesi yaşar.Nistagmus (Göz Titremesi) Nasıl Teşhis Edilir?Gözdeki kontrolsüz hareketlenmeler olan nistagmus hastalığı, uzman bir göz doktoru tarafından göz hareketleri, göz yapısı ve belirtilerin incelenmesi sonucundan teşhis edilebilir. Göz doktorunun yanı sıra nöroloji ve kulak burun boğaz uzmanları da beyin ve iç kulak kaynaklı nistagmus tanısı için inceleme yapabilirler.Göz, nöroloji ve kulak muayenesi dışında nistagmus için faydalanılan görüntüleme testleri şunları içerir: Göz hareketi kayıtlarını içeren görüntüleme testleri CT taraması MR Genetik testlerNistagmus (Göz Titremesi) Tedavisi Nasıl Yapılır?Altta yatan nedene bağlı olacak şekilde nistagmus tedavisi gerçekleştirilir. Genellikle gözlük, kontakt lensler, ilaçlar ve ihtiyaç görüldüğü takdirde göz ameliyatlarıyla tedavi edilen nistagmus hastalığında ayrıca bir iç kulak rahatsızlığı varsa görme kaybı veya baş dönmesi gibi semptomların iyileştirilmesi için kulak burun boğaz doktoru tarafından tedavi belirlenir.Bazı durumlarda ise beyin ve vestibüler sisteminiz hasarı tedavi eder ve göz titremesi zamanla azalarak kaybolabilir.Nistagmus (Göz Titremesi) Hakkında Sık Sorulan SorularNistagmus ne demek?Nistagmus, gözlerin ani ve hızlı bir şekilde sağa, sola, yukarıya veya aşağıya doğru kontrolsüz hareketi anlamına gelir.Nistagmus neyin belirtisi?Nistagmus hastalığı genellikle büyük bir tehlike içermezken bazı durumlarda beyin veya iç kulaktaki herhangi bir hastalığa işaret edebilir. Göz titremesine neden olan durumun belirlenmesi doktora başvurmak gerekir.Nistagmus kimlerde olur?Nistagmus, her yaş ve cinsiyetten bireylerde görülebilir.Nistagmus tehlikeli mi?Göz titremesi olarak da bilinen nistagmus, şiddetli baş dönmesi, görme kaybı veya denge sorunları oluşturuyorsa tıbbi olarak destek alınmalıdır.
Nistagmus (Göz Titremesi) Nedir?Göz titremesi olarak da bilinen nistagmus, göz ile beyin arasındaki yanlış iletişimden kaynaklanan, gözlerin kontrol edilemeyecek şekilde yana, yukarıya, aşağıya veya dairesel biçimde ritmik olarak hareket etmesidir. Tekrarlayan bu göz hareketleri kişinin görme, derinlik algısı, denge ve koordinasyonla ilgili problemler yaşamasına neden olabilir.Hem çocukları hem de yetişkinleri etkileyen nistagmus, doğuştan gelen veya sonradan görülen edinilmiş nistagmus olarak ikiye ayrılır. Genellikle herhangi bir tehlike arz etmeyen nistagmus, felç, beyin tümörü, toksisite, kafa travması (yaralanma) ve inflamatuar hastalıklar gibi özellikle beyin yapısını etkileyen ciddi sağlık durumlarıyla bağlantılıdır.En büyük ve belirgin semptomu kontrol edilemeyen göz hareketleri olan nistagmus aynı zamanda bulanık görme ve denge sorunlarına da sebebiyet verebilir. Uzman bir göz doktoru tarafından teşhis edilmesi gereken nistagmus hastalığı, gözlük, kontakt lensler, ilaçlar ve gerektiğinde ameliyat gibi potansiyel tedavileri içerir.Nistagmus (Göz Titremesi) Neden Olur?Nistagmus hastalığı genellikle iç kulak denge mekanizmalarını veya beynin arka kısmını (beyin sapı veya beyincik) etkileyen hastalıklar sonucunda meydana gelir. Göz titremesi multipl skleroz gibi beyin hastalıklarından kaynaklanabileceği gibi doğuştan gelen bir sorun da olabilir.Diğer yandan nistagmus, inflamatuar hastalıklarla birlikte genetik faktör sonucundan da yaşanabilir.Nistagmusa neden olan durumlar şu şekildedir:Bunların dışında altında herhangi bir neden yatmayan nistagmus ise idiyopatik nistagmus adıyla kabul edilir.Nistagmus (Göz Titremesi) Belirtileri Nelerdir?Ani ve hızlı bir şekilde ortaya çıkan nistagmusun yaygın belirtileri arasında kontrol edilemeyen göz hareketleri, bulanık görme, denge sorunları, ışığa karşı hassasiyet ve vertigo hissi veren baş dönmesi yer alır.Kontrol edilemeyen göz hareketleriyle ortaya çıkan nistagmus belirtileri şöyledir:Ani ve hızlı ortaya çıkan kontrolsüz göz hareketleriGöz ile beyin arasındaki yanlış iletişim sonucu beyin veya göz yapısında meydana gelen bozulmalar, nistagmus hastalığını ortaya çıkarır. Buna bağlı olarak gözün yapısında sorun meydana gelir ve bu durum hızlı ve kontrol edilemeyen göz hareketlerini doğurur.Bulanık görmeNistagmus hastası olan kişiler baktıkları açıları bulanık bir şekilde görmeye başlarlar.Denge sorunları Hareket ederken yaşanan denge problemleri, nistagmus hastalığının sık görülen belirtileri arasında gösterilir.Işığa karşı hassasiyetNistagmus hastalığı, kişinin görüş açısında bozulmalar meydana getirebileceği gibi ışık hassasiyeti de yaratabilir.Karanlıkta görüş açısının çok az olmasıNistagmus hastası olan kişiler, karanlık bir ortamda çok kısıtlı bir görüş açısına sahip olurlar.Vertigo hissi veren baş dönmesi Etrafının şiddetli bir şekilde dönmesi durumu olan vertigo hastalığında olduğu gibi nistagmusta da kişi vertigo şeklinde bir baş dönmesi yaşar.Nistagmus (Göz Titremesi) Nasıl Teşhis Edilir?Gözdeki kontrolsüz hareketlenmeler olan nistagmus hastalığı, uzman bir göz doktoru tarafından göz hareketleri, göz yapısı ve belirtilerin incelenmesi sonucundan teşhis edilebilir. Göz doktorunun yanı sıra nöroloji ve kulak burun boğaz uzmanları da beyin ve iç kulak kaynaklı nistagmus tanısı için inceleme yapabilirler.Göz, nöroloji ve kulak muayenesi dışında nistagmus için faydalanılan görüntüleme testleri şunları içerir:Nistagmus (Göz Titremesi) Tedavisi Nasıl Yapılır?Altta yatan nedene bağlı olacak şekilde nistagmus tedavisi gerçekleştirilir. Genellikle gözlük, kontakt lensler, ilaçlar ve ihtiyaç görüldüğü takdirde göz ameliyatlarıyla tedavi edilen nistagmus hastalığında ayrıca bir iç kulak rahatsızlığı varsa görme kaybı veya baş dönmesi gibi semptomların iyileştirilmesi için kulak burun boğaz doktoru tarafından tedavi belirlenir.Bazı durumlarda ise beyin ve vestibüler sisteminiz hasarı tedavi eder ve göz titremesi zamanla azalarak kaybolabilir.Nistagmus (Göz Titremesi) Hakkında Sık Sorulan SorularNistagmus ne demek?Nistagmus, gözlerin ani ve hızlı bir şekilde sağa, sola, yukarıya veya aşağıya doğru kontrolsüz hareketi anlamına gelir.Nistagmus neyin belirtisi?Nistagmus hastalığı genellikle büyük bir tehlike içermezken bazı durumlarda beyin veya iç kulaktaki herhangi bir hastalığa işaret edebilir. Göz titremesine neden olan durumun belirlenmesi doktora başvurmak gerekir.Nistagmus kimlerde olur?Nistagmus, her yaş ve cinsiyetten bireylerde görülebilir.Nistagmus tehlikeli mi?Göz titremesi olarak da bilinen nistagmus, şiddetli baş dönmesi, görme kaybı veya denge sorunları oluşturuyorsa tıbbi olarak destek alınmalıdır. | 4,028 |
515 | Hastalıklar | Oligospermi (Sperm Azlığı) | Oligospermi olarak adlandırılan erkeklerde sperm sayısı düşüklüğü çeşitli sebepler sonucu oluşabiliyor. Hiçbir belirtisi olmayan bu sorun ancak bebek sahibi olma planı yapıldığında ve gebelik gerçekleşmediğinde ortaya çıkıyor. Tedavisinde ise altında yatan nedenin araştırılması önem taşıyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Tüp Bebek Bölümü’nden Doç. Dr. Arzu Yurci, sperm sayısında azalma (oligospermi) hakkında bilgi verdi.Oligospermi olarak adlandırılan erkeklerde sperm sayısı düşüklüğü çeşitli sebepler sonucu oluşabiliyor. Hiçbir belirtisi olmayan bu sorun ancak bebek sahibi olma planı yapıldığında ve gebelik gerçekleşmediğinde ortaya çıkıyor. Tedavisinde ise altında yatan nedenin araştırılması önem taşıyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Tüp Bebek Bölümü’nden Doç. Dr. Arzu Yurci, sperm sayısında azalma (oligospermi) hakkında bilgi verdi.
Oligospermi (Sperm Azlığı) nedir?Erkeklerde sperm sayısı düşüklüğüne oligospermi adı veriliyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2010 yılından itibaren yayınlamış olduğu sperm parametrelerine göre, sperm sayısının 15 milyonun altında olması oligospermi olarak ifade ediliyor. Erkeklerde kısırlığın önemli nedenleri arasında oligospermi yani sperm sayısı düşüklüğü öne çıkıyor. Varikosel, çeşitli enfeksiyonlar, kimyasal maddelere maruziyet gibi faktörler oligospermiye neden olabilirken, tedavisi altta yatan sebebe yönelik olarak planlanıyor.Oligospermi belirtileri nelerdir?Oligosperminin ana belirtisi çocuk sahibi olamamaktır. Genellikle hastalar çocuk sahibi olamadıkları için başvurmaktadır. Bunun dışında herhangi bir belirtisi yoktur. Ancak kesin tanı spermiyogram testi yapıldığında ortaya çıkar. Aksi halde herhangi bir şekilde anlaşılacak bir sorun değildir.Oligospermi (Sperm Azlığı) çeşitleri nelerdir?Hafif, orta ve ağır oligospermi olarak 3 çeşidi vardır. 10-15 milyon arasında sperm sayısına hafif, 5-10 milyon sperm sayısına orta ve 5 milyonun altındaki sperm sayısına ağır oligospermi denilmektedir. Hiç sperm olmamasına ise azospermi denilmektedir.Oligospermi neden olur?Oligosperminin çok sayıda sebebi olabilmektedir. Erkeklerde en sık görülme nedenlerinden biri varikosel hastalığıdır. Varikosel varlığında oligospermi görülebilmektedir. Varikosel ameliyatından sonra düzelebilir ancak bazen düzelmediği ya da daha kötüye gittiği de görülebilmektedir. Varikosel dışında çeşitli enfeksiyonlar, erken boşalma, sık sık boşalma ya da uzun süre boşalamama gibi boşalma sorunları oligospermiye yol açabilmektedir. İnmemiş testis sorunu olan bebekler eğer ameliyatı 2 yaşından sonra olurlarsa, bu çocuklarda oligospermi sorunu genellikle görülebilmektedir. Bu konuya anne babaların çok dikkat etmesi gerekmektedir. İnmemiş testis sorunu yaşayan bebekler mutlaka 2 yaşından önce vakit kaybetmeden ameliyat ettirilmelidir. Bunların dışında kromozom hataları sonucu oligospermi olabilmektedir, Çölyak hastalığı olanlarda oligospermi görülebilmektedir. Geçirilmiş fıtık ameliyatı gibi bazı ameliyatlar sonucu oligospermi oluşabilmektedir. Boya, tarım ilacı, kurşun gibi bazı kimyasal maddelere uzun süre maruziyet sonucu oligospermi görülebilmektedir. Tütün kullanımı, aşırı kilo, depresyon ve aşırı alkol kullanımı da oligospermiye neden olabilmektedir.Oligospermi tanısı nasıl konulur?Oligosperminin tanısı için spermiyogram testi ile konulmaktadır. Spermiyogram testinde 3 günlük perhizden sonra yani 3 gün bekledikten sonra boşalarak verilen sperme bakılarak spermiyogram testi sonucu alınmaktadır. Yani 10 gün önceki ya da 1 gün önceki sperme bakılması doğru sonuç vermiyor. Kesinlikle erkek boşaldıktan sonra 3 gün beklemeli ve ardından vereceği sperme bakılmalıdır.Oligospermi tedavisi nasıldır?Oligosperminin öncelikle nedenini araştırmak gerekmektedir. Örneğin kişi kimyasallara mı maruz kalıyor, kilosu mu var, varikoseli mi var ya da sebepsiz şekilde mi bu tablo ortaya çıkıyor tüm bunların araştırılması gerekmektedir. Sorunun altında yatan neden belirlendikten sonra tedavisi gerçekleştirilir. Eğer altta yatan hiçbir neden yokken oligospermi görülüyorsa tüp bebek seçeneğine başvurulmalıdır ya da alternatif yardımcı üreme teknikleri tercih edilmektedir. Örneğin sperm sayısı 5 milyonun altında olan hastalara direkt olarak tüp bebek tedavisi önerilmektedir. Eğer hasta kiloluysa Beslenme ve Diyet Bölümü’ne yönlendirilerek kilo vermesi, gerekli görülürse Endokrinoloji uzmanı tarafından ilaç tedavileriyle desteklenmesi ya da obezite cerrahisine yönlendirilerek kilo vermesi sağlanmaktadır. Kişinin varikoseli varsa ameliyat olabilir, ameliyattan sonra sperm sayısı kontrol edilir ve düzelme varsa iyileşme sağlanmış olur. Düzelme yoksa yine tüp bebek tedavisine yönlendirilmektedir. Bireylerin sigarayı, alkolü bırakması önerilmektedir. Ancak bunlara karşın eğer oligospermi seviyesi ağırsa tüm bu yaşam değişiklikleri sperm sayısından kayda değer miktarda bir artışa neden olamamaktadır. Genellikle tüp bebek tedavisine yönlenilmektedir. Bu nedenle hastanın durumu önemlidir. Bunlara ek olarak ne kadar süredir evli olduğu, hastanın eşinin yaşı gibi kişiye göre değişen parametreler de baz alınmaktadır.Oligospermi (Sperm Azlığı) hakkında sık sorulan sorularErkeklerde sperm sayısı artırılabilir mi?Öncelikle sperm sayısını azaltacak faktörlerin düzeltilmesi önemlidir. Kilo var ise verilmesi, varikosel var ise operasyon geçirmesi gibi önlemler alınmalıdır. Kimyasallara maruz kalınmış ise onlardan uzak durulması, sigara, alkol, hormonal ilaçların kullanımına bağlı oluşan durumların düzeltilmesi faydalı olacaktır. Bunun yanında Koenzim Q, folik asit, L-karnitin, çinko, ginseng kullanması sperm sayısının artırılmasında faydalı olmaktadır.Sperm sayısı az olan erkek ne yapmalıdır?Sigarayı ve alkolü bırakmak, dengeli beslenmek, spor yapmak gibi önlemler iyi gelebilmektedir. Bunlara ek olarak testisleri sıkan kıyafetler giyilmemesi, uzun süreler oturulmaması da önemlidir. Ancak sağlıklı bir yaşam tarzına sahip olup sperm sayısı düşük olan kişiler de olduğu unutulmamalıdır.Sperm sayısı azalırsa ne olur?Sperm sayısı az ise çocuk sahibi olmada zorluk yaşanabilir. Aslında bu kişilerde cinsel aktivitelerde bir sorun olmamaktadır. Ancak sperm sayısı düşük olabilmektedir.Sperm sayısı az ise hamile kalınır mı?Sperm sayısı çocuk sahibi olmak konusunda önemli bir değerdir. Oligosperminin hafif mi, orta mı ağır mı olup olmadığına bakılmaktadır. Aslında sperm sayısı düşüklüğü tablosu çok ağır olan erkekler dahi bilimsel olarak çocuk asla olmayacak denemez. Ancak bu durumda doğal yollarla çocuk sahibi olmakta güçlük çekilebilir ve zaman kaybediliyordur. Bu nedenle çiftlere tüp bebek tedavisine bir an önce başlanmalıdır önerisinde bulunulmaktadır.
Oligospermi (Sperm Azlığı) nedir?Erkeklerde sperm sayısı düşüklüğüne oligospermi adı veriliyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2010 yılından itibaren yayınlamış olduğu sperm parametrelerine göre, sperm sayısının 15 milyonun altında olması oligospermi olarak ifade ediliyor. Erkeklerde kısırlığın önemli nedenleri arasında oligospermi yani sperm sayısı düşüklüğü öne çıkıyor. Varikosel, çeşitli enfeksiyonlar, kimyasal maddelere maruziyet gibi faktörler oligospermiye neden olabilirken, tedavisi altta yatan sebebe yönelik olarak planlanıyor.Oligospermi belirtileri nelerdir?Oligosperminin ana belirtisi çocuk sahibi olamamaktır. Genellikle hastalar çocuk sahibi olamadıkları için başvurmaktadır. Bunun dışında herhangi bir belirtisi yoktur. Ancak kesin tanı spermiyogram testi yapıldığında ortaya çıkar. Aksi halde herhangi bir şekilde anlaşılacak bir sorun değildir.Oligospermi (Sperm Azlığı) çeşitleri nelerdir?Hafif, orta ve ağır oligospermi olarak 3 çeşidi vardır. 10-15 milyon arasında sperm sayısına hafif, 5-10 milyon sperm sayısına orta ve 5 milyonun altındaki sperm sayısına ağır oligospermi denilmektedir. Hiç sperm olmamasına ise azospermi denilmektedir.Oligospermi neden olur?Oligosperminin çok sayıda sebebi olabilmektedir. Erkeklerde en sık görülme nedenlerinden biri varikosel hastalığıdır. Varikosel varlığında oligospermi görülebilmektedir. Varikosel ameliyatından sonra düzelebilir ancak bazen düzelmediği ya da daha kötüye gittiği de görülebilmektedir. Varikosel dışında çeşitli enfeksiyonlar, erken boşalma, sık sık boşalma ya da uzun süre boşalamama gibi boşalma sorunları oligospermiye yol açabilmektedir. İnmemiş testis sorunu olan bebekler eğer ameliyatı 2 yaşından sonra olurlarsa, bu çocuklarda oligospermi sorunu genellikle görülebilmektedir. Bu konuya anne babaların çok dikkat etmesi gerekmektedir. İnmemiş testis sorunu yaşayan bebekler mutlaka 2 yaşından önce vakit kaybetmeden ameliyat ettirilmelidir. Bunların dışında kromozom hataları sonucu oligospermi olabilmektedir, Çölyak hastalığı olanlarda oligospermi görülebilmektedir. Geçirilmiş fıtık ameliyatı gibi bazı ameliyatlar sonucu oligospermi oluşabilmektedir. Boya, tarım ilacı, kurşun gibi bazı kimyasal maddelere uzun süre maruziyet sonucu oligospermi görülebilmektedir. Tütün kullanımı, aşırı kilo, depresyon ve aşırı alkol kullanımı da oligospermiye neden olabilmektedir.Oligospermi tanısı nasıl konulur?Oligosperminin tanısı için spermiyogram testi ile konulmaktadır. Spermiyogram testinde 3 günlük perhizden sonra yani 3 gün bekledikten sonra boşalarak verilen sperme bakılarak spermiyogram testi sonucu alınmaktadır. Yani 10 gün önceki ya da 1 gün önceki sperme bakılması doğru sonuç vermiyor. Kesinlikle erkek boşaldıktan sonra 3 gün beklemeli ve ardından vereceği sperme bakılmalıdır.Oligospermi tedavisi nasıldır?Oligosperminin öncelikle nedenini araştırmak gerekmektedir. Örneğin kişi kimyasallara mı maruz kalıyor, kilosu mu var, varikoseli mi var ya da sebepsiz şekilde mi bu tablo ortaya çıkıyor tüm bunların araştırılması gerekmektedir. Sorunun altında yatan neden belirlendikten sonra tedavisi gerçekleştirilir. Eğer altta yatan hiçbir neden yokken oligospermi görülüyorsa tüp bebek seçeneğine başvurulmalıdır ya da alternatif yardımcı üreme teknikleri tercih edilmektedir. Örneğin sperm sayısı 5 milyonun altında olan hastalara direkt olarak tüp bebek tedavisi önerilmektedir. Eğer hasta kiloluysa Beslenme ve Diyet Bölümü’ne yönlendirilerek kilo vermesi, gerekli görülürse Endokrinoloji uzmanı tarafından ilaç tedavileriyle desteklenmesi ya da obezite cerrahisine yönlendirilerek kilo vermesi sağlanmaktadır. Kişinin varikoseli varsa ameliyat olabilir, ameliyattan sonra sperm sayısı kontrol edilir ve düzelme varsa iyileşme sağlanmış olur. Düzelme yoksa yine tüp bebek tedavisine yönlendirilmektedir. Bireylerin sigarayı, alkolü bırakması önerilmektedir. Ancak bunlara karşın eğer oligospermi seviyesi ağırsa tüm bu yaşam değişiklikleri sperm sayısından kayda değer miktarda bir artışa neden olamamaktadır. Genellikle tüp bebek tedavisine yönlenilmektedir. Bu nedenle hastanın durumu önemlidir. Bunlara ek olarak ne kadar süredir evli olduğu, hastanın eşinin yaşı gibi kişiye göre değişen parametreler de baz alınmaktadır.Oligospermi (Sperm Azlığı) hakkında sık sorulan sorularErkeklerde sperm sayısı artırılabilir mi?Öncelikle sperm sayısını azaltacak faktörlerin düzeltilmesi önemlidir. Kilo var ise verilmesi, varikosel var ise operasyon geçirmesi gibi önlemler alınmalıdır. Kimyasallara maruz kalınmış ise onlardan uzak durulması, sigara, alkol, hormonal ilaçların kullanımına bağlı oluşan durumların düzeltilmesi faydalı olacaktır. Bunun yanında Koenzim Q, folik asit, L-karnitin, çinko, ginseng kullanması sperm sayısının artırılmasında faydalı olmaktadır.Sperm sayısı az olan erkek ne yapmalıdır?Sigarayı ve alkolü bırakmak, dengeli beslenmek, spor yapmak gibi önlemler iyi gelebilmektedir. Bunlara ek olarak testisleri sıkan kıyafetler giyilmemesi, uzun süreler oturulmaması da önemlidir. Ancak sağlıklı bir yaşam tarzına sahip olup sperm sayısı düşük olan kişiler de olduğu unutulmamalıdır.Sperm sayısı azalırsa ne olur?Sperm sayısı az ise çocuk sahibi olmada zorluk yaşanabilir. Aslında bu kişilerde cinsel aktivitelerde bir sorun olmamaktadır. Ancak sperm sayısı düşük olabilmektedir.Sperm sayısı az ise hamile kalınır mı? | 4,543 |
516 | Hastalıklar | Obezite | Obezite, boy ve kiloya dayalı vücut yağı ölçüsünün(vücut kitle indeksi) 30 veya daha yüksek değere sahip olduğu sağlık açısından da risk oluşturan vücutta yoğun yağ birikimidir. Kalp hastalığı, diyabet, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, karaciğer hastalığı, uyku apnesi gibi hastalıklara da etki eden obezite, iyileştirilebilir bir hastalıktır. Fiziksel aktivite, sağlıklı beslenme ve davranış değişiklikleri kilo vermeye yardımcı olarak obezite tedavisinde kullanılır. Bazı durumlarda ise ilaç tedavisinden ya da obeziteye karşı geliştirilen cerrahi yöntemlerden yararlanılabilir.Obezite, boy ve kiloya dayalı vücut yağı ölçüsünün(vücut kitle indeksi) 30 veya daha yüksek değere sahip olduğu sağlık açısından da risk oluşturan vücutta yoğun yağ birikimidir. Kalp hastalığı, diyabet, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, karaciğer hastalığı, uyku apnesi gibi hastalıklara da etki eden obezite, iyileştirilebilir bir hastalıktır. Fiziksel aktivite, sağlıklı beslenme ve davranış değişiklikleri kilo vermeye yardımcı olarak obezite tedavisinde kullanılır. Bazı durumlarda ise ilaç tedavisinden ya da obeziteye karşı geliştirilen cerrahi yöntemlerden yararlanılabilir.
Obezite Nedir?Obezite, vücudun kullanabileceğinden daha fazla kalori tüketmesi sonucu kişinin boy uzunluğunun kilogram cinsinden ağırlığına olan oranının yani vücut kitle indeksinin 30'un üzerinde olması durumudur. Vücut kitle indeksinin (BMI), boy uzunluğuna ve vücut yapısına uygun olmaması durumudur. Obezite, karın bölgesinin ve iç organlarının yağlanması şeklinde olarak da bilinir. Vücutta yağ oranının dengesiz artışı kalp damar hastalıklarına buna bağlı olarak damar tıkanıklığına, inme ve kolesterole neden olabilir. Obezite ya da aşırı kilolu olmak nefes darlığını da beraberinde getirir.Obezite, dünyada ve ülkemizde hızlı bir biçimde ilerleyen bir hastalıktır. Obezite oranları her geçen gün artmaktadır. Obezite, ortalama yaşam ömrü uzadıkça hayat kalitesini düşüren, insanların üretim kapasitelerini azaltan ve mutlaka tedavi edilmesi gerekir.Obezitenin Belirtileri Nelerdir?Obezitenin ilk ve en belirgin belirtisi vücuttaki yağlanma oranının artmasıdır. Obezitenin gelişmesiyle beraber görülen belirtiler şöyle sıralanır: Bel çevresinde yağ birikmesi Uyku apnesi, horlama ve uyumada güçlük Sürekli ve aşırı terleme Nefes darlığı Fiziksel aktivitede güçlük Devamlı halsiz ve yorgun hissetme Döküntü, sivilce ve enfeksiyon gibi cilt sorunları Eklem ve sırt ağrıları Aşırı kiloya bağlı bacak ağrıları Depresyon ve sosyal izolasyon gibi psikolojik sorunlar Sıcağa karşı tahammülsüzlükObezite Neden Olur?Obezite, psikolojik problemler ya da hormonal etkenler nedeni ile ortaya çıkabilir. Ancak bu hastalığın oluşmasındaki en büyük etken hareketsiz yaşam ve sağlıksız beslenme. Obeziteye neden olan tüm sebepleri şöyle sıralamak mümkün: Aşırı ve yanlış beslenme alışkanlıkları Fiziksel aktivite yetersizliği Yaş, cinsiyet eğitim düzeyi, sosyo-kültürel etmenler, gelir durumu Hormonal ve metabolik etmenler Genetik, psikolojik etmenler Sık aralıklarla çok düşük enerjili diyetler uygulama Sigara ve alkol kullanma alışkanlığı Kullanılan bazı ilaçlar (antidepresanlar vb.) Doğum sayısı ve sık doğum aralığı Anne sütünün yetersiz alınmasıAşırı ve yanlış beslenme alışkanlıklarıYağlı besinler tüketmek, fast-food gıdalarla beslenmek ve bu durumu alışkanlık haline getirmek vücudun yağ oranının artırarak obeziteye zemin hazırlar.Fiziksel aktivite yetersizliğiHareketsizlik ya da düzenli olarak spor yapmamak, sağlıksız beslenmeyle beraber desteklenerek vücudun yağ yakmamasına neden olarak obezite hastalığını oluşturur.Yaş, cinsiyet eğitim düzeyi, sosyo-kültürel etmenler, gelir durumuKişinin eğitim düzeyi, yaşadığı bölge, çevresindeki kültür, gelir durumu ve cinsiyeti çeşitli sorunları da beraberinde getirerek obezitenin oluşmasına neden olabilir.Hormonal ve metabolik etmenlerVücuttaki hormonal dengesizlik ve metabolizmanın yavaş çalışmasına bağlı olarak kişinin vücudu yağ yakmada güçlük çeker ve kişinin fazla kilo almasına neden olur. Hormonal dengesizliklerden kaynaklı olarak kullanılan ilaçlar iştah açarak obeziteye sebebiyet verebilir.Genetik, psikolojik etmenlerDepresyon başta olmak üzere, anksiyete, duygu durum bozuklukları obezitenin ortaya çıkmasındaki temel etmenlerdir. Özellikle sosyal çevre, aile ilişkileri de obeziteye neden olabilir. Aile geçmişinde obezite hastalığının olması da risk oluşturur.Sık aralıklarla çok düşük enerjili diyetler uygulamaSürekli olarak düşük kalorili diyetler yapmak yaşın etkisiyle beraber metabolizma hızının azalmasına neden olabilir. Hareketin de az olduğu durumda kilo almalar ortaya çıkar ve obeziteye sebebiyet verir.Sigara ve alkol kullanma alışkanlığıSigara kullanan kişilerde obezite görülme sıklığı 1,2 kat daha fazla olarak bilinir. Sigara içen kişiler daha çok yemek yeme potansiyeline sahip olarak kilo alabilir. Kilo almanın artmasıyla beraber obezite geliştirebilirler.Kullanılan bazı ilaçlar (antidepresanlar vb.)Kronik hastalıklara karşı kullanın bazı ilaçlar iştah açarak kişinin kilo almasına neden olabilir. Özellikle psikolojik sorunlara karşı kullanılan antidepresanlar dikkat edilmediği durumda kilo alınmasına neden olur.Doğum sayısı ve sık doğum aralığıDoğum sayısının artması doğum aralığının azalmasıyla kadınlarda kilo artışı yaşanarak obeziteye zemin hazırladığı görülür.Anne sütünün yetersiz alınmasıAnne sütünden yeterli oranda alamamaktan kaynaklı olarak bağışıklık sisteminin zayıf olması, metabolik ve hormonal süreçlerin iyi gelişememesi obeziteye sebebiyet verebilir.Obezite Teşhisi Nasıl Konulur?Obezite teşhisi en pratik olarak Beden Kitle İndeksi’nin hesaplaması sonucuna göre konulur. Hastanın öyküsü, yaşadığı problemler hekim tarafından dinlenir. Beden Kitle İndeksi’nin yanında bel çevresinin ölçümü önemlidir. Çünkü bu rakam obeziteye bağlı oluşabilecek hastalık riskini değerlendirmede yardımcı olmaktadır.Obezite Hesaplama Nasıl Yapılır?Hastalarda obezite hesaplaması yapmak için vücut kitle indeksi yani Beden Kitle İndeksi (BKİ) kullanılır. Obezite hesaplama yöntemi olarak da bilinen Beden Kitle İndeksi hesaplaması, kilogram olarak vücut ağırlığının m2 olarak boya bölünmesiyle yapılabilmektedir.Örneğin 75 kilogram ağırlıkta, 1.70 mt. boyundaki bir kişinin obezite hesaplaması şöyle olabilmektedir:75 kilogram /1.70 boy*1.702,89=25,95 (toplu-fazla kilolu)Aynı şekilde 90 kilo ağırlıkta 1.70 mt. boyundaki bir kişinin obezite hesaplaması şöyle olmaktadır:90 kilogram / 1.70*1.702,89= 31,14 (Obezite- Diyabet ve diğer hastalıkları artmış grupta)Buna göre BKİ 6 sınıfta tanımlanmıştır. Siz de kendi boy ve kilonuza göre Beden Kitle İndeks oranınızı aşağıdaki verilere göre öğrenebilirsiniz: - Zayıf <18,5 - Normal 18,5-24,9 - Toplu (fazla kilolu) 25-29,9 (hafif artmış diyabet ve kalp hastalığı riski) - Obez 1 (Obezite) 30-34,9 (diyabet ve diğer hastalık riskleri giderek artar) - Obez 2 (Morbid obezite) 35-39,9 - Obez 3 (Süper morbid obezite) >40 (ölümcül hastalıklar açısından risk) Yani Beden Kitle İndeksi’nin 30’un üzerinde olması obezite olarak adlandırılmaktadır. 40’ın üzerinde olması morbid obezite ve 50’nin üzerinde olması ise süper morbid obezite olarak adlandırılmaktadır. Obezite hastalarında ayrıca horlama, aşırı terleme, uyku apnesi, eklemlerde, sırtta ağrı, ciltte tahrişe bağlı enfeksiyon, en ufak harekette bile yorularak nefessiz kalma gibi belirtiler de görülebilmektedir.Obezite Tedavisi Nasıl Olur?Obezite, egzersiz, düzenli bir diyet programı, alışkanlıklardaki değişiklik ve ilaç tedavisi ile cerrahi müdahale olmadan tedavi edilebilir. Bunun yanında tüp mide ameliyatı çözülemeyen obezite problemi için kullanılabilecek tedavi yöntemleri arasında yer alır. Obezite tedavi yöntemleri şunları içerir:Sağlıklı ve tıbbi beslenmekBeden harcadığı enerji ihtiyacından daha fazla enerji içeri alınıyorsa, bu depolanır. Altta yatan genetik/metabolik bir hastalık olmadığı sürece ya gereğinden fazla gıda alımı, ya enerji tüketim azlığı ya da her ikisinin olmaması gerekir. Bu durumda ilk tedavi seçeneği tıbbi beslenmedir. Bu noktada kalorinin hangi kaynaklardan, ne sıklıkla alınacağı kişiye özel olarak diyetisyenler tarafından belirlenmelidir.Ezgersiz yapmakDiyetleri uygularken birebir yazılan listelere uymak değil, kişinin kendisinin esnetebileceği, yer değişiklikleri yapabileceği, sürdürebileceği ve en önemlisi yaşam tarzı haline getirebileceği eğitimi almasını sağlamak daha doğru olacaktır. Beslenmenin yanında doğru egzesiz de yapmak, obezite tedavileri arasında yer alır. İkinci tedavi seçeneği olarak da medikal yöntemler ön plana çıkmaktadır.Hormon tedavisi yaptırmakObezitede hormonların sağlıklı salgılanması büyük önem taşır. Acıkma, yemek yeme ve doyma sinyallerinin beyne iletilmesi, alınan gıdalardaki şeker, protein ve yağların kullanılması, egzersize veya strese verilen metabolik cevap gibi görevler tamamen hormonların kontrolü altında bulunur. Hormonlardaki dengenin bozulması obeziteyi getirebilir. Bu durumda altta yatan endokrin sorunun ilaç ya da cerrahiyle düzeltilmesiyle kilo kontrolü sağlanabilir. Bunların yanında ince bağırsakların son bölümünde tokluk hissini uyandıran GLP-1 hormonu bulunmaktadır. GLP-1 vücuttaki insülin salınımını düzenler, beyindeki açlık-tokluk merkezine sinyal iletir. GLP-1 hormonuna ilişkin medikal tedavilerle çabuk doyma, geç acıkma durumu sağlanabilir.Obezite cerrahisinden yararlanmakDiğer bir obezite tedavisi ise obezite cerrahisidir. Obezitenin tedavisinde, diyet ve egzersizle daha düşük oranda başarı sağlanırken, cerrahide bu oran oldukça yüksektir. Obezite cerrahisi kişinin sadece estetik görünümünü iyileştirmekle kalmaz yaşam kalitesine de olumlu katkı sağlar. Bu nedenle; kalp ve damar hastalıkları, psikolojik bozukluklar ve uyku apnesi gibi hastalıklara karşı cerrahi ile kalıcı kilo verilmesinin sağlanması çok önemlidir. Obezite cerrahisinde yöntem kişiye özel olarak belirlenir. Hastalar konforlu bir ameliyat sürecinin ardından kısa sürede iş ve sosyal yaşamlarına dönebilme, uygun planlama ile ideal kilolarına kavuşabilmektedir.Kaç çeşit obezite cerrahisi yöntemi vardır?Obezite cerrahisi olmak isteyenlere, obezite cerrahı tüm yöntemler hakkında bilgi verecektir. Obezite tedavisinde kullanılan cerrahi yöntemler şöyle sıralanabilir: Tüp mide, mide bypass cerrahisi, mini gastrik bypass, duodenal switch.Tüp mide (Sleeve Gastrektomi) ameliyatıTüp mide ameliyatı, diyet ve egzersizin yeterli olmadığı durumda morbid obeziteye sahip kişilere uygulanabilen obezite cerrahi yöntemlerinden biridir. Ameliyatla beraber midenin büyük bir kısmı çıkarılır. Böylelikle yemek borusu ve bağırsaklarla devam eden bir sistem haline getirilir.Obezitenin Neden Olduğu Hastalıklar Nelerdir? Tip 2 diyabet Yüksek tansiyon Kan yağları ve kolesterol yüksekliği Karaciğer yağlanması Damar sertliği gibi kalp damar hastalıkları Eklem bozuklukları Uyku apnesi Kadınlarda yumurtalık kistleri ve buna bağlı adet düzensizlikleri Aşırı tüylenme Erkek çocuklarda gömük penis ve hormonal bozukluklar Depresyon Bazı kanserlerObezite Nasıl Önlenir?Fazla kilolardan kurtulmak ve kilo kontrolü için mutlaka uzman yardımı alınmalı ve uygun bir tedavi planı belirlenmeli. Fiziksel aktivite düzeyi artırılmalı, günlük yürüyüş ve egzersizler alışkanlık haline getirilmeli. Obezite ile mücadele için diğer yöntemler şöyledir: Raf ömrü uzun, kalorili, hazır gıdalardan uzak durulmalı Doğal olmayan şeker tüketilmemeli ve günlük tuz alınımına dikkat edilmeli Sağlıklı pişirme tekniklerini tercih edilmeli Gün içerisinde vücudun ihtiyacı kadar su içilmeli Yemek yeme alışkanlığını değiştirilmeli ve yemekler yavaş yenilmeli Yağ tüketimi konusunda dikkatli olunmalı, doymuş yağlar mümkün olduğu kadar az alınmalı Besin çeşitliliğine dikkat edilmeli, her besin grubundan dengeli bir şekilde beslenilmeli Sebze ve meyveler mevsiminde yenilmeli Alkol alımından uzak durulmalı.Obezite Hakkında Sık Sorulan Sorular Obezite hastalığına yakalanan kişiye ne denir?Obeziteye yakalanan, obezite hastalığına sahip olan kişiler obez olarak tanımlanır.Obezite nelere sebep olur?Sağlıksız beslenme alışkanlıklarının hareketsiz yaşam tarzı ile birleşmesi sonucunda ortaya çıkan obezite, birçok sağlık sorununun da başlangıç noktasıdır. Uyku apnesi, astım, polikistik over sendromu, diyabet, hipertansiyon, safra kesesi hastalıkları, gut, karaciğer yağlanması, osteoartrit, düzensiz adet görme, solunum zorluğu, migren ve çeşitli kanser türleri bu sağlık sorunları arasındadır. Ayrıca aşırı kilo alımına bağlı olarak ortaya çıkan estetik yoksunluk nedeniyle psikolojik soruların da tetikleyicisidir.Obezite tedavisinde önemli noktalar nelerdir?Yaşam kalitesini ciddi anlamda düşüren obezite, tedavi edilebilen kronik bir hastalıktır. Obezite tedavisinin kişiye özgü olması gerekmektedir. Obezitenin tedavisinde; tıbbi beslenme (diyet) tedavisi, egzersiz tedavisi, davranış değişikliği tedavisi, ilaç tedavisi, cerrahi tedavi yöntemleri uygulanmaktadır. Obezite tedavisi hekim, diyetisyen, psikolog, fizyoterapist işbirliği içinde olmalıdır. Ayrıca obezite cerrahi yöntemlerle de tedavi edilebilmektedir. Memorial Sağlık Grubu Obezite Merkezleri bu konuda hastalara yardımcı olmaktadır.Obezite kanser yapar mı?Obezite kanser riskinin artmasına neden olabilir. En riskli hastalıklar arasında sayılan obezite kanseri tetikleyerek kişinin sağlığını tehdit edebilir. Özellikle obezite, meme, pankreas, kalın bağırsak, rahim ve özofagus kanserlerine zemin hazırlar.Obezite ölümcül müdür?Obezite birçok hastalık ve erken ölüm için güçlü risk faktörüdür. Obezite sorunu ile karşı karşıya olan 25 yaşındaki bir erkeğin yaşam beklentisi %22 oranında azalmakta ve yaşam süresinden 12 yıl eksilmektedir.Obezite hangi yaşta görülür?Kadınlarda daha fazla rastlanan obezite, her yaşta görülebilen bir hastalıktır. Gebelik ve emzirme dönemlerinde süt yapar diye gereksiz gıdaların alınması; her doğumda alınan kiloların bir kısmının kalıcı olması; östrojen hormonunun yağ dokusunu arttırıcı etkisi daha az hareketli yaşantıyla birleşince kadınlar için kilo alımı daha kolay olmaktadır. Günümüzde küçük çocuklarda ve ergenlerde de yanlış beslenme nedeniyle obezitede oldukça büyük bir artış görülmektedir.Neden kilo alınır?Kilo almanın nedenleri arasında en önemlisi ailesel yatkınlığın bulunmasıdır. Bunun yanında kilo alma nedenleri: eğitim düzeyi, yaşam şekli, iş, çalışma şartları, yaş, cinsiyet, yemek yeme hızı, yiyecek seçimleri ve hazır gıda ve fast food yeme alışkanlığı, alkol tüketimi, medeni hal, boşanma, iş değişikliği, sosyokültürel durum, sigara bırakma, psikolojik durum, kadınlarda adet düzeni ve menopoza girme olabilmektedir.Obezite cerrahisi nedir?Obezite hastalığını tedavi etmek için hastaların sindirim sistemlerine cerrahi girişimde bulunulmasına obezite cerrahisi denilmektedir. Obezite cerrahisinin nasıl yapılacağı hastadan hastaya değişmektedir.Kimler obezite cerrahisi olabilir? Obezitede, cerrahi girişim için hasta seçerken, aşağıdaki kriterlere uyulmalıdır; İdeal kilonun en az %80 üzerinde olunması veya Vücut Kitle İndeksi (VKİ) 40 kg/m2’nin üzerinde olması, VKİ 35-40 kg/m2 arasında olup eşlik eden hipertansiyon, diyabet, uyku apnesi gibi hastalıkların bulunması, 18-65 yaş arasında olması, Obezitenin en az 3 yıldır var olması, Hormonal hastalıkların bulunmaması, İlaç ve diyet tedavisine rağmen, en az 1 yıldır kilo verilememiş olması, Kronik alkol ve ilaç bağımlısı olmamalı, Hastanın uygulanacak cerrahi yöntemin önemini, olası risk ve ameliyattan sonra ortaya çıkabilecek istenmeyen durumları anlayabilecek psikososyal düzeyde olması, Kabul edilebilir düzeyde ameliyat riskine sahip olması, Hasta, cerrahi ekip ile uyum halinde ve fiziksel, psikolojik, sosyal veya ekonomik olarak uyum içinde tedavisini sürdürebilmelidirObezite psikolojik sorunlara neden olur mu?Obezite, fizyolojik sağlığı birçok açıdan tehdit ettiği gibi kişinin ruh sağlığını da olumsuz olarak etkiler. Obezite sıklıkla depresyona ve diğer psikiyatrik bozukluklara yol açabilir. Obezite ile benlik değerinin azalması arasında doğrusal bir ilişki olduğuna dair araştırmalar vardır. Kişisel yetersizlikle başa çıkma isteği, yeme davranışıyla ilgili katı bir tutuma dönüşebilir. Bu açıdan “diyet yapmak ve kilo vermek” gücü ve kontrolü yeniden kazanmaya, kişinin kendisini en azından dış görünüş olarak yeniden tanımlamasına olanak sağlama işlevini görebilir.Obezite için psikolojik tedavi mümkün mü?Obezite tedavisi üzerinde etkili olan terapi yaklaşımlarından biri bilişsel-davranışçı terapidir. Bu terapide, hastaların çevresel uyarıları ve açlık duyumlarını hatalı yorumladıkları ve bunun rahatsız edici duygulara ve ardından yeme davranışına yol açtığı düşünülür. Bilişsel yeniden yapılandırma yöntemleri kullanılarak yemek ve diyetle ilgili işlevsel olmayan düşünceler, negatif duygular, motivasyon bozucu tutumlar ve bunlarla ilişkili mantık hataları tanımlanabilir.Çocuklarda obezite görülür mü?Çocuklarda görülen obezitenin temelinde aileden gelen genetik mirasın etkisi kadar, yemek yeme alışkanlıkları da önemli bir faktördür. Yağ dokusu oranı yaşa göre değişiklik gösterir. Bu oran sağlıksız bir biçimde arttığında ortaya çıkan şişmanlık, vücutta aşırı yağ depolanması ile ortaya çıkan, fiziksel ve ruhsal sorunlara neden olabilen bir enerji metabolizması bozukluğudur.Çocuklarda obezite nedeni nedir?Aileden gelen genetik mirasın, çocukta görülen şişmanlık üzerinde etkileri olduğu, yapılan bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır. Ancak ihtiyaçtan fazla kalori alımı, yanlış beslenme, hareketsizlik çocuklarda obeziteye neden olur. Şişmanlığın altında yatan diğer nedenler ise; hormonal denge ve genetik hastalıklardır.Aşırı-kontrolsüz internet kullanımı çocuklarda obeziteye neden olur mu?İletişim ve eğitim başta olmak üzere pek çok alanda yararlı olabilen internet, özellikle çocukluk çağında kontrolsüz olarak kullanıldığında, çocukların ruh ve beden sağlığını olumsuz etkileyerek, kaygı bozuklukları ve obeziteye yol açabilir. İnternet kullanımı için geçirilen uzun saatler, çocuklarda hareketsizlik ile birlikte yeme bozuklukları ve ortopedik sorunları da beraberinde getirebilir. Gittikçe sosyal ortamdan uzaklaşan çocuk, hareketsiz bir şekilde internetin başındayken yeme düzeni de değişebilir. Buna bağlı olarak da hızla kilo almakta ve obezite tehdidi ile karşı karşıya kalır.Çocuklarda obezite nasıl önlenir? Bebeğin düzenli kontrollerini aksatılmamalı. Bu kontrollerle erken dönemde obezite riski belirlenebilir. Bebek her ağladığında beslenmemelidir. Çocuğun beslenme şekli ve aldığı gıdalar, ailenin kontrolünde olmalıdır. Bu sayece obezite bebekler için önlenmiş olur. Çocuk ya da bebek televizyon izlerken beslenmemeli, çocuğa ailece oturulan sofra alışkanlığı kazandırılmalıdır. Böylece obezite bebek için önlenebilir. Fast food, cips, çikolata ve şekerli gıdaların tüketiminden olabildiğince kaçınılmalı, mümkünse çocuk bu gıdalarla tanıştırılmamalıdır. Küçük yaşlardan itibaren, çocuk her türlü sportif aktivite için desteklenmelidir. Obezite sorununa karşı vakit kaybetmeden uzman yardımı almak gerekmektedir.Obeziteden neden korkulmalı?Şişmanlıkla beraber gelen obezite akciğer kapasitesini % 20-30 oranında azaltır. Beraberinde sigara içimi veya kronik bronşit gibi hastalıklar da varsa kişinin bir süre sonra nefes alabilmesi imkansız hale gelir. Şişmanlığın etkilediği herhalde en büyük hastalık gurubu şeker hastalığıdır. Şişman bireylerde şeker hastalığı oluşma oranı normal bir bireye göre 40 kat fazladır. Kırk yaşından sonra ailesinde de şeker hastalığı olan şişman bireylerin şeker hastalığı olma olasılığı % 100 dür. Farklı bir mekanizma ile şişmanlarda 4-5 kat daha fazla tansiyon yükseklikleri gözlenmektedir. Hipertansiyonun yanı sıra kalp hastalığı ve kalp krizi geçirme ihtimali de 3-4 kat daha fazla saptanmıştır.Obezitedeki bir diğer problem de safra kese taşlarıdır. Safra kese taşı oluşma ihtimali normal bir bireye göre 4-5 kat fazladır. Özellikle karaciğer yağlanması olasılığı da bu bireylerde hissedilir düzeyde artmaktadır. Şişmanlığın farklı bir boyutu da kişinin durumundan olan hoşnutsuzluğudur. Bu kişinin depresyona çabuk girmesine ve ağır seyretmesine neden olabilmektedir.Obezite böbrek taşı riskini artırır mı?Böbrek taşı oluşum riskini artıran en önemli faktörlerden biri obezitedir. Bu nedenle kilo problemi yaşayan bireyler kişiye özel beslenme programları ile ideal kilo seviyelerine ulaşmalıdır. Böbrek taşlarından korunmada günlük egzersizler de kilo alımını engellediği için etkili rol oynamaktadır. Bu doğrultuda sağlıksız diyetlerden özellikle de kilo vermeye yardımcı olduğu düşünülen protein diyetlerinden özellikle kaçınmak gerekir. Yüksek tansiyon da hastalar için taş oluşum riskini artırır. Kan basıncı yüksek hastaların ilaçlarını düzenli olarak kullanmaları ve tuz alımlarını sınırlandırmalıdırlar. Kilo vermek neleri değiştirir?Yapılan bilimsel araştırmalarca 5 kilo verilmesi durumunda, şeker hastalığı oluşma olasılığını % 50 azaltmaktadır. Dolayısıyla şekere bağlı ölümler de yüzde 40 oranında azalırken; kişilerin ömrü 3-4 yıl uzamaktadır. 10 kilo verilmesi durumunda ise herhangi bir sebepten ölüm olasılığı % 20, kansere bağlı ölüm olasılığı % 37, kansere yakalanma olasılığı % 40 azalmaktadır. Kalp hastalığına bağlı ölüm olasılığının yüzde 15; kişilerin genel hastaneye yatış ihtimali % 25 azalmaktadır. 10 kilo verildiğinde yaşam süresi 5-6 sene uzamaktadır.Obezite ilacı var mıdır?Obezitenin çeşitli medikal tedavi yöntemleri olmakla birlikte bu yöntemler bir endokrinoloji uzmanı tarafından verilmelidir. İnternette görülen "Obezite ilaçları" olarak lanse edilen ürünler asla doktora sormadan kullanılmamalıdır. Doktor kişileri şişmanlık tedavisinde mutlaka bilgilendirecektir.
Obezite Nedir?Obezite, vücudun kullanabileceğinden daha fazla kalori tüketmesi sonucu kişinin boy uzunluğunun kilogram cinsinden ağırlığına olan oranının yani vücut kitle indeksinin 30'un üzerinde olması durumudur. Vücut kitle indeksinin (BMI), boy uzunluğuna ve vücut yapısına uygun olmaması durumudur. Obezite, karın bölgesinin ve iç organlarının yağlanması şeklinde olarak da bilinir. Vücutta yağ oranının dengesiz artışı kalp damar hastalıklarına buna bağlı olarak damar tıkanıklığına, inme ve kolesterole neden olabilir. Obezite ya da aşırı kilolu olmak nefes darlığını da beraberinde getirir.Obezite, dünyada ve ülkemizde hızlı bir biçimde ilerleyen bir hastalıktır. Obezite oranları her geçen gün artmaktadır. Obezite, ortalama yaşam ömrü uzadıkça hayat kalitesini düşüren, insanların üretim kapasitelerini azaltan ve mutlaka tedavi edilmesi gerekir.Obezitenin Belirtileri Nelerdir?Obezitenin ilk ve en belirgin belirtisi vücuttaki yağlanma oranının artmasıdır. Obezitenin gelişmesiyle beraber görülen belirtiler şöyle sıralanır:Obezite Neden Olur?Obezite, psikolojik problemler ya da hormonal etkenler nedeni ile ortaya çıkabilir. Ancak bu hastalığın oluşmasındaki en büyük etken hareketsiz yaşam ve sağlıksız beslenme. Obeziteye neden olan tüm sebepleri şöyle sıralamak mümkün:Aşırı ve yanlış beslenme alışkanlıklarıYağlı besinler tüketmek, fast-food gıdalarla beslenmek ve bu durumu alışkanlık haline getirmek vücudun yağ oranının artırarak obeziteye zemin hazırlar.Fiziksel aktivite yetersizliğiHareketsizlik ya da düzenli olarak spor yapmamak, sağlıksız beslenmeyle beraber desteklenerek vücudun yağ yakmamasına neden olarak obezite hastalığını oluşturur.Yaş, cinsiyet eğitim düzeyi, sosyo-kültürel etmenler, gelir durumuKişinin eğitim düzeyi, yaşadığı bölge, çevresindeki kültür, gelir durumu ve cinsiyeti çeşitli sorunları da beraberinde getirerek obezitenin oluşmasına neden olabilir.Hormonal ve metabolik etmenlerVücuttaki hormonal dengesizlik ve metabolizmanın yavaş çalışmasına bağlı olarak kişinin vücudu yağ yakmada güçlük çeker ve kişinin fazla kilo almasına neden olur. Hormonal dengesizliklerden kaynaklı olarak kullanılan ilaçlar iştah açarak obeziteye sebebiyet verebilir.Genetik, psikolojik etmenlerDepresyon başta olmak üzere, anksiyete, duygu durum bozuklukları obezitenin ortaya çıkmasındaki temel etmenlerdir. Özellikle sosyal çevre, aile ilişkileri de obeziteye neden olabilir. Aile geçmişinde obezite hastalığının olması da risk oluşturur.Sık aralıklarla çok düşük enerjili diyetler uygulamaSürekli olarak düşük kalorili diyetler yapmak yaşın etkisiyle beraber metabolizma hızının azalmasına neden olabilir. Hareketin de az olduğu durumda kilo almalar ortaya çıkar ve obeziteye sebebiyet verir.Sigara ve alkol kullanma alışkanlığıSigara kullanan kişilerde obezite görülme sıklığı 1,2 kat daha fazla olarak bilinir. Sigara içen kişiler daha çok yemek yeme potansiyeline sahip olarak kilo alabilir. Kilo almanın artmasıyla beraber obezite geliştirebilirler.Kullanılan bazı ilaçlar (antidepresanlar vb.)Kronik hastalıklara karşı kullanın bazı ilaçlar iştah açarak kişinin kilo almasına neden olabilir. Özellikle psikolojik sorunlara karşı kullanılan antidepresanlar dikkat edilmediği durumda kilo alınmasına neden olur.Doğum sayısı ve sık doğum aralığıDoğum sayısının artması doğum aralığının azalmasıyla kadınlarda kilo artışı yaşanarak obeziteye zemin hazırladığı görülür.Anne sütünün yetersiz alınmasıAnne sütünden yeterli oranda alamamaktan kaynaklı olarak bağışıklık sisteminin zayıf olması, metabolik ve hormonal süreçlerin iyi gelişememesi obeziteye sebebiyet verebilir.Obezite Teşhisi Nasıl Konulur?Obezite teşhisi en pratik olarak Beden Kitle İndeksi’nin hesaplaması sonucuna göre konulur. Hastanın öyküsü, yaşadığı problemler hekim tarafından dinlenir. Beden Kitle İndeksi’nin yanında bel çevresinin ölçümü önemlidir. Çünkü bu rakam obeziteye bağlı oluşabilecek hastalık riskini değerlendirmede yardımcı olmaktadır.Obezite Hesaplama Nasıl Yapılır?Hastalarda obezite hesaplaması yapmak için vücut kitle indeksi yani Beden Kitle İndeksi (BKİ) kullanılır. Obezite hesaplama yöntemi olarak da bilinen Beden Kitle İndeksi hesaplaması, kilogram olarak vücut ağırlığının m2 olarak boya bölünmesiyle yapılabilmektedir.Örneğin 75 kilogram ağırlıkta, 1.70 mt. boyundaki bir kişinin obezite hesaplaması şöyle olabilmektedir:75 kilogram /1.70 boy*1.702,89=25,95 (toplu-fazla kilolu)Aynı şekilde 90 kilo ağırlıkta 1.70 mt. boyundaki bir kişinin obezite hesaplaması şöyle olmaktadır:90 kilogram / 1.70*1.702,89= 31,14 (Obezite- Diyabet ve diğer hastalıkları artmış grupta)Buna göre BKİ 6 sınıfta tanımlanmıştır. Siz de kendi boy ve kilonuza göre Beden Kitle İndeks oranınızı aşağıdaki verilere göre öğrenebilirsiniz:- Zayıf<18,5- Normal18,5-24,9- Toplu (fazla kilolu)25-29,9 (hafif artmış diyabet ve kalp hastalığı riski)- Obez 1 (Obezite)30-34,9 (diyabet ve diğer hastalık riskleri giderek artar)- Obez 2 (Morbid obezite)35-39,9- Obez 3 (Süper morbid obezite)>40 (ölümcül hastalıklar açısından risk)Yani Beden Kitle İndeksi’nin 30’un üzerinde olması obezite olarak adlandırılmaktadır. 40’ın üzerinde olması morbid obezite ve 50’nin üzerinde olması ise süper morbid obezite olarak adlandırılmaktadır. Obezite hastalarında ayrıca horlama, aşırı terleme, uyku apnesi, eklemlerde, sırtta ağrı, ciltte tahrişe bağlı enfeksiyon, en ufak harekette bile yorularak nefessiz kalma gibi belirtiler de görülebilmektedir.Obezite Tedavisi Nasıl Olur?Obezite, egzersiz, düzenli bir diyet programı, alışkanlıklardaki değişiklik ve ilaç tedavisi ile cerrahi müdahale olmadan tedavi edilebilir. Bunun yanında tüp mide ameliyatı çözülemeyen obezite problemi için kullanılabilecek tedavi yöntemleri arasında yer alır. Obezite tedavi yöntemleri şunları içerir:Sağlıklı ve tıbbi beslenmekBeden harcadığı enerji ihtiyacından daha fazla enerji içeri alınıyorsa, bu depolanır. Altta yatan genetik/metabolik bir hastalık olmadığı sürece ya gereğinden fazla gıda alımı, ya enerji tüketim azlığı ya da her ikisinin olmaması gerekir. Bu durumda ilk tedavi seçeneği tıbbi beslenmedir. Bu noktada kalorinin hangi kaynaklardan, ne sıklıkla alınacağı kişiye özel olarak diyetisyenler tarafından belirlenmelidir.Ezgersiz yapmakDiyetleri uygularken birebir yazılan listelere uymak değil, kişinin kendisinin esnetebileceği, yer değişiklikleri yapabileceği, sürdürebileceği ve en önemlisi yaşam tarzı haline getirebileceği eğitimi almasını sağlamak daha doğru olacaktır. Beslenmenin yanında doğru egzesiz de yapmak, obezite tedavileri arasında yer alır. İkinci tedavi seçeneği olarak da medikal yöntemler ön plana çıkmaktadır.Hormon tedavisi yaptırmakObezitede hormonların sağlıklı salgılanması büyük önem taşır. Acıkma, yemek yeme ve doyma sinyallerinin beyne iletilmesi, alınan gıdalardaki şeker, protein ve yağların kullanılması, egzersize veya strese verilen metabolik cevap gibi görevler tamamen hormonların kontrolü altında bulunur. Hormonlardaki dengenin bozulması obeziteyi getirebilir. Bu durumda altta yatan endokrin sorunun ilaç ya da cerrahiyle düzeltilmesiyle kilo kontrolü sağlanabilir. Bunların yanında ince bağırsakların son bölümünde tokluk hissini uyandıran GLP-1 hormonu bulunmaktadır. GLP-1 vücuttaki insülin salınımını düzenler, beyindeki açlık-tokluk merkezine sinyal iletir. GLP-1 hormonuna ilişkin medikal tedavilerle çabuk doyma, geç acıkma durumu sağlanabilir.Obezite cerrahisinden yararlanmakDiğer bir obezite tedavisi ise obezite cerrahisidir. Obezitenin tedavisinde, diyet ve egzersizle daha düşük oranda başarı sağlanırken, cerrahide bu oran oldukça yüksektir. Obezite cerrahisi kişinin sadece estetik görünümünü iyileştirmekle kalmaz yaşam kalitesine de olumlu katkı sağlar. Bu nedenle; kalp ve damar hastalıkları, psikolojik bozukluklar ve uyku apnesi gibi hastalıklara karşı cerrahi ile kalıcı kilo verilmesinin sağlanması çok önemlidir. Obezite cerrahisinde yöntem kişiye özel olarak belirlenir. Hastalar konforlu bir ameliyat sürecinin ardından kısa sürede iş ve sosyal yaşamlarına dönebilme, uygun planlama ile ideal kilolarına kavuşabilmektedir.Kaç çeşit obezite cerrahisi yöntemi vardır?Obezite cerrahisi olmak isteyenlere, obezite cerrahı tüm yöntemler hakkında bilgi verecektir. Obezite tedavisinde kullanılan cerrahi yöntemler şöyle sıralanabilir: Tüp mide, mide bypass cerrahisi, mini gastrik bypass, duodenal switch.Tüp mide (Sleeve Gastrektomi) ameliyatıTüp mide ameliyatı, diyet ve egzersizin yeterli olmadığı durumda morbid obeziteye sahip kişilere uygulanabilen obezite cerrahi yöntemlerinden biridir. Ameliyatla beraber midenin büyük bir kısmı çıkarılır. Böylelikle yemek borusu ve bağırsaklarla devam eden bir sistem haline getirilir.Obezitenin Neden Olduğu Hastalıklar Nelerdir?Obezite Nasıl Önlenir?Fazla kilolardan kurtulmak ve kilo kontrolü için mutlaka uzman yardımı alınmalı ve uygun bir tedavi planı belirlenmeli. Fiziksel aktivite düzeyi artırılmalı, günlük yürüyüş ve egzersizler alışkanlık haline getirilmeli. Obezite ile mücadele için diğer yöntemler şöyledir:Obezite Hakkında Sık Sorulan Sorular Obezite hastalığına yakalanan kişiye ne denir?Obeziteye yakalanan, obezite hastalığına sahip olan kişiler obez olarak tanımlanır.Obezite nelere sebep olur?Sağlıksız beslenme alışkanlıklarının hareketsiz yaşam tarzı ile birleşmesi sonucunda ortaya çıkan obezite, birçok sağlık sorununun da başlangıç noktasıdır. Uyku apnesi, astım, polikistik over sendromu, diyabet, hipertansiyon, safra kesesi hastalıkları, gut, karaciğer yağlanması, osteoartrit, düzensiz adet görme, solunum zorluğu, migren ve çeşitli kanser türleri bu sağlık sorunları arasındadır. Ayrıca aşırı kilo alımına bağlı olarak ortaya çıkan estetik yoksunluk nedeniyle psikolojik soruların da tetikleyicisidir.Obezite tedavisinde önemli noktalar nelerdir?Yaşam kalitesini ciddi anlamda düşüren obezite, tedavi edilebilen kronik bir hastalıktır. Obezite tedavisinin kişiye özgü olması gerekmektedir. Obezitenin tedavisinde; tıbbi beslenme (diyet) tedavisi, egzersiz tedavisi, davranış değişikliği tedavisi, ilaç tedavisi, cerrahi tedavi yöntemleri uygulanmaktadır. Obezite tedavisi hekim, diyetisyen, psikolog, fizyoterapist işbirliği içinde olmalıdır. Ayrıca obezite cerrahi yöntemlerle de tedavi edilebilmektedir. Memorial Sağlık Grubu Obezite Merkezleri bu konuda hastalara yardımcı olmaktadır.Obezite kanser yapar mı?Obezite kanser riskinin artmasına neden olabilir. En riskli hastalıklar arasında sayılan obezite kanseri tetikleyerek kişinin sağlığını tehdit edebilir. Özellikle obezite, meme, pankreas, kalın bağırsak, rahim ve özofagus kanserlerine zemin hazırlar.Obezite ölümcül müdür?Obezite birçok hastalık ve erken ölüm için güçlü risk faktörüdür. Obezite sorunu ile karşı karşıya olan 25 yaşındaki bir erkeğin yaşam beklentisi %22 oranında azalmakta ve yaşam süresinden 12 yıl eksilmektedir.Obezite hangi yaşta görülür?Kadınlarda daha fazla rastlanan obezite, her yaşta görülebilen bir hastalıktır. Gebelik ve emzirme dönemlerinde süt yapar diye gereksiz gıdaların alınması; her doğumda alınan kiloların bir kısmının kalıcı olması; östrojen hormonunun yağ dokusunu arttırıcı etkisi daha az hareketli yaşantıyla birleşince kadınlar için kilo alımı daha kolay olmaktadır. Günümüzde küçük çocuklarda ve ergenlerde de yanlış beslenme nedeniyle obezitede oldukça büyük bir artış görülmektedir.Neden kilo alınır?Kilo almanın nedenleri arasında en önemlisi ailesel yatkınlığın bulunmasıdır. Bunun yanında kilo alma nedenleri: eğitim düzeyi, yaşam şekli, iş, çalışma şartları, yaş, cinsiyet, yemek yeme hızı, yiyecek seçimleri ve hazır gıda ve fast food yeme alışkanlığı, alkol tüketimi, medeni hal, boşanma, iş değişikliği, sosyokültürel durum, sigara bırakma, psikolojik durum, kadınlarda adet düzeni ve menopoza girme olabilmektedir.Obezite cerrahisi nedir?Obezite hastalığını tedavi etmek için hastaların sindirim sistemlerine cerrahi girişimde bulunulmasına obezite cerrahisi denilmektedir. Obezite cerrahisinin nasıl yapılacağı hastadan hastaya değişmektedir.Kimler obezite cerrahisi olabilir?Obezite psikolojik sorunlara neden olur mu?Obezite, fizyolojik sağlığı birçok açıdan tehdit ettiği gibi kişinin ruh sağlığını da olumsuz olarak etkiler. Obezite sıklıkla depresyona ve diğer psikiyatrik bozukluklara yol açabilir. Obezite ile benlik değerinin azalması arasında doğrusal bir ilişki olduğuna dair araştırmalar vardır. Kişisel yetersizlikle başa çıkma isteği, yeme davranışıyla ilgili katı bir tutuma dönüşebilir. Bu açıdan “diyet yapmak ve kilo vermek” gücü ve kontrolü yeniden kazanmaya, kişinin kendisini en azından dış görünüş olarak yeniden tanımlamasına olanak sağlama işlevini görebilir.Obezite için psikolojik tedavi mümkün mü?Obezite tedavisi üzerinde etkili olan terapi yaklaşımlarından biri bilişsel-davranışçı terapidir. Bu terapide, hastaların çevresel uyarıları ve açlık duyumlarını hatalı yorumladıkları ve bunun rahatsız edici duygulara ve ardından yeme davranışına yol açtığı düşünülür. Bilişsel yeniden yapılandırma yöntemleri kullanılarak yemek ve diyetle ilgili işlevsel olmayan düşünceler, negatif duygular, motivasyon bozucu tutumlar ve bunlarla ilişkili mantık hataları tanımlanabilir.Çocuklarda obezite görülür mü?Çocuklarda görülen obezitenin temelinde aileden gelen genetik mirasın etkisi kadar, yemek yeme alışkanlıkları da önemli bir faktördür. Yağ dokusu oranı yaşa göre değişiklik gösterir. Bu oran sağlıksız bir biçimde arttığında ortaya çıkan şişmanlık, vücutta aşırı yağ depolanması ile ortaya çıkan, fiziksel ve ruhsal sorunlara neden olabilen bir enerji metabolizması bozukluğudur.Çocuklarda obezite nedeni nedir?Aileden gelen genetik mirasın, çocukta görülen şişmanlık üzerinde etkileri olduğu, yapılan bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır. Ancak ihtiyaçtan fazla kalori alımı, yanlış beslenme, hareketsizlik çocuklarda obeziteye neden olur. Şişmanlığın altında yatan diğer nedenler ise; hormonal denge ve genetik hastalıklardır.Aşırı-kontrolsüz internet kullanımı çocuklarda obeziteye neden olur mu?İletişim ve eğitim başta olmak üzere pek çok alanda yararlı olabilen internet, özellikle çocukluk çağında kontrolsüz olarak kullanıldığında, çocukların ruh ve beden sağlığını olumsuz etkileyerek, kaygı bozuklukları ve obeziteye yol açabilir. İnternet kullanımı için geçirilen uzun saatler, çocuklarda hareketsizlik ile birlikte yeme bozuklukları ve ortopedik sorunları da beraberinde getirebilir. Gittikçe sosyal ortamdan uzaklaşan çocuk, hareketsiz bir şekilde internetin başındayken yeme düzeni de değişebilir. Buna bağlı olarak da hızla kilo almakta ve obezite tehdidi ile karşı karşıya kalır.Çocuklarda obezite nasıl önlenir?Obeziteden neden korkulmalı?Şişmanlıkla beraber gelen obezite akciğer kapasitesini % 20-30 oranında azaltır. Beraberinde sigara içimi veya kronik bronşit gibi hastalıklar da varsa kişinin bir süre sonra nefes alabilmesi imkansız hale gelir. Şişmanlığın etkilediği herhalde en büyük hastalık gurubu şeker hastalığıdır. Şişman bireylerde şeker hastalığı oluşma oranı normal bir bireye göre 40 kat fazladır. Kırk yaşından sonra ailesinde de şeker hastalığı olan şişman bireylerin şeker hastalığı olma olasılığı % 100 dür. Farklı bir mekanizma ile şişmanlarda 4-5 kat daha fazla tansiyon yükseklikleri gözlenmektedir. Hipertansiyonun yanı sıra kalp hastalığı ve kalp krizi geçirme ihtimali de 3-4 kat daha fazla saptanmıştır.Obezitedeki bir diğer problem de safra kese taşlarıdır. Safra kese taşı oluşma ihtimali normal bir bireye göre 4-5 kat fazladır. Özellikle karaciğer yağlanması olasılığı da bu bireylerde hissedilir düzeyde artmaktadır. Şişmanlığın farklı bir boyutu da kişinin durumundan olan hoşnutsuzluğudur. Bu kişinin depresyona çabuk girmesine ve ağır seyretmesine neden olabilmektedir.Obezite böbrek taşı riskini artırır mı?Böbrek taşı oluşum riskini artıran en önemli faktörlerden biri obezitedir. Bu nedenle kilo problemi yaşayan bireyler kişiye özel beslenme programları ile ideal kilo seviyelerine ulaşmalıdır. Böbrek taşlarından korunmada günlük egzersizler de kilo alımını engellediği için etkili rol oynamaktadır. Bu doğrultuda sağlıksız diyetlerden özellikle de kilo vermeye yardımcı olduğu düşünülen protein diyetlerinden özellikle kaçınmak gerekir. Yüksek tansiyon da hastalar için taş oluşum riskini artırır. Kan basıncı yüksek hastaların ilaçlarını düzenli olarak kullanmaları ve tuz alımlarını sınırlandırmalıdırlar. Kilo vermek neleri değiştirir?Yapılan bilimsel araştırmalarca 5 kilo verilmesi durumunda, şeker hastalığı oluşma olasılığını % 50 azaltmaktadır. Dolayısıyla şekere bağlı ölümler de yüzde 40 oranında azalırken; kişilerin ömrü 3-4 yıl uzamaktadır. 10 kilo verilmesi durumunda ise herhangi bir sebepten ölüm olasılığı % 20, kansere bağlı ölüm olasılığı % 37, kansere yakalanma olasılığı % 40 azalmaktadır. Kalp hastalığına bağlı ölüm olasılığının yüzde 15; kişilerin genel hastaneye yatış ihtimali % 25 azalmaktadır. 10 kilo verildiğinde yaşam süresi 5-6 sene uzamaktadır.Obezite ilacı var mıdır?Obezitenin çeşitli medikal tedavi yöntemleri olmakla birlikte bu yöntemler bir endokrinoloji uzmanı tarafından verilmelidir. İnternette görülen "Obezite ilaçları" olarak lanse edilen ürünler asla doktora sormadan kullanılmamalıdır. Doktor kişileri şişmanlık tedavisinde mutlaka bilgilendirecektir. | 15,023 |
517 | Hastalıklar | Omurga Tümörleri | Bacaklarda kuvvetsizlik, ağrı, idrar veya büyük tuvaleti tutamamak gibi belirtilerle kendini gösterebilen omurga ve omurilik tümörleri bu bulgular nedeniyle özellikle bel fıtığı ile karıştırabilmektedir. Felç gibi çok ciddi sağlık sorunlarına neden olabilen omurga ve omurilik tümörlerinin tedavisinde birçok branşın bir araya gelerek gerçekleştirdiği multidisipliner yaklaşım önemlidir. Memorial Şişli Hastanesi Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahi Bölümü’nden Prof. Dr. Gökalp Silav, omurga ve omurilik tümörü hakkında bilgi verdi. Bacaklarda kuvvetsizlik, ağrı, idrar veya büyük tuvaleti tutamamak gibi belirtilerle kendini gösterebilen omurga ve omurilik tümörleri bu bulgular nedeniyle özellikle bel fıtığı ile karıştırabilmektedir. Felç gibi çok ciddi sağlık sorunlarına neden olabilen omurga ve omurilik tümörlerinin tedavisinde birçok branşın bir araya gelerek gerçekleştirdiği multidisipliner yaklaşım önemlidir. Memorial Şişli Hastanesi Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahi Bölümü’nden Prof. Dr. Gökalp Silav, omurga ve omurilik tümörü hakkında bilgi verdi.
Omurga ve omurilik tümörü nedir? Omurilik kafatasından çıktıktan sonra belde kuyruk sokumuna kadar omurga kemiklerinin içerisinde ilerlemektedir. Omuriliğin kendisinde veya çevresini kaplayan zar yapıda iyi veya kötü huylu tümörler oluşabilmektedir. Omurilik soğanı tümörü omurga ve omurilik tümörlerinden farklı olarak beynin içinde gelişen tümörlerdir. Omurga ve omurilikte görülen tümörler iyi huylu olabildiği gibi kötü huylu tümörler de olabilmektedir. Omuriliği saran omurgada gözüken tümörlerin büyük bir çoğunluğu metastaz sonucu oluşan tümörlerdir. Meme kanseri, akciğer kanseri, prostat kanseri omurgaya en çok metastaz yapan kanserler olarak ön plana çıkmaktadır. Omurga ve omurilik tümörü belirtileri nelerdir?Omurga ve omurilik kaynaklı tümörlerde belirtiler ani başlangıçlı olabileceği gibi yavaş yavaş da ilerleyebilmektedir. Omurga ve omurilik tümörünün ilk belirtisi, bacaklarda güçsüzlük olarak ortaya çıkabilir. Omuriliğin kendi tümörü ya da metastaz şeklinde omurgada gelişen tümörlerde omuriliğin sıkışmasına bağlı olarak çok büyük oranda bacaklarda kuvvetsizlik ortaya çıkmaktadır. Tedavi edilmeyen hastalarda bu güçsüzlük ilerleyebilmektedir. Ani başlangıçlı omurga ve omurilik tümörü belirtisi birden bire yaşanan kuvvetsizlik hissidir. Felç, bacakların tutmaması gibi belirtiler çok hızlı bir şekilde ortaya çıkabilir. Hastanın idrar ve büyük abdestini kaçırması gibi tuvalet sorunları omurga ve omurilik tümörü belirtisi olabilmektedir. Omurga ve omurilik tümörünün ilk belirtileri genellikle bel fıtığı ile benzerlik gösterebildiği için gözden kaçırılabilmektedir. Omurga ve omurilik tümörlerini yavaş ilerleyen belirtilerinde ise ağrı ön plana çıkmaktadır. Hastanın belinde yaşanan ağrı gün geçtikçe ilerleyebilmektedir. İyi muayene edilmeyen bel ağrılarında omurga veya omurilik tümörü gözden kaçırabilir. Omurga ve omurilik tümörlerinde belirtileri yavaş ilerlediği durumlarda tümörün geçmişi 5 yıl öncesine bile dayanabilmektedir. Genellikle omurga üzerinde görülen metastaz kaynaklı tümörle bu belirtilerin yanı sıra kanserin ana odağına bağlı belirtiler de yaşanabilmektedir. Kilo kaybı, bulantı – kusma, iştahsızlık gibi belirtiler metastaza neden olan kansere göre farklılık gösterebilmektedir. Omurga tümörlerinde kemik tutulumu varlığında omurganın sağlamlığının bozulmasına bağlı olarak ağrı ve kuvvetsizlik gibi belirtiler ortaya çıkabilmektedir. Tümörün omurilik üzerinde oluşturduğu basıya bağlı olarak yaşanan uyuşukluk hissi, omurga ve omurilik tümörü belirtisi olabilir. Çocuklarda omurga ve omurilik tümörü belirtileri genel olarak şu şekildedir:Çocuklar yetişkinlere göre şikayetlerini daha belirgin dile getiremedikleri için ağrı, güçsüzlük gibi şikayetler dikkate alınmalıdır. Çocukların söyledikleri her ağrı veya güçsüzlüğü omurga veya omurilik tümörü olarak değerlendirmemekle birlikte; Tuvalet eğitimini almış bir çocuk tekrar altını ıslatmaya başlıyorsa omurga ve omurilik tümörü belirtisi olarak gerekli tetkiklerin yapılması önemlidir. . Normal bir şekilde yürüyen, koşan, oynayan bir çocuğun düşmeye başlaması yalpalayarak yürümesi de omurga ve omurilik tümörü belirtisi olabilmektedir.Çocuklarda yaşanan ağrılar büyüme ağrıları ile karıştırılabilir. Omurga ve omurilik tümörü nedenleri nelerdir?Omurilik tümörlerini nedenleri tam olarak bilinmemektedir. Fizyopatolojileri tam olarak bilinmemekle birlikte genetik nedenlerden oluşabildiği düşünülmektedir. Omurga tümörlerinin büyük bir çoğunluğu ise metastazik tümörlerdir. Metastazların en çoğu akciğer ve meme kanseridir. Omurga ve omurilik tümörü teşhisi nasıl yapılır?Genel olarak omurga ve omurilik tümörü teşhisi radyolojik görüntülemeler ve biyokimyasal kan testleriyle konulmaktadır. Omurga ve omurilik tümörü teşhisi için doktor muayenenin ardından bir takım radyolojik görüntülemeler isteyebilir, Radyografi yani röntgen Kemik taraması sintigrafi Bilgisayarlı Tomografi (BT) Manyetik Rezonans (MR) Tümörün yüzeye yakın olduğu durumlarda hangi dokulardan kaynaklandığı veya metastaz olup olmadığını belirleyebilmek için iğne aspirasyonuyapılabilir. Bu yöntemle alınan parça patolojiye gönderilerek tedavi şekillendirilebilir. Omurga ve omurilik tümörü belirtileri olan hastalarda başka bir tümör varlığını belirleyebilmek için kan testleri yapılmaktadır. Radyolojik tetkiklerin kontrast madde denilen özel bir ilaçla yapılması tümörün hangi bölgede yerleştiğinin yanı sıra büyüklüğü ve bası yaptığı sinirleri de net olarak ortaya koyabilmektedir. Çocuklarda omurga ve omurilik tümörünün teşhisinde sedasyon veya genel anestezi kullanılmalıdır. Çocukların Manyetik Rezonans (MR) veya Bilgisayarla Tomografi (BT ) içerisinde hareketsiz durması zor olduğu için bu yöntem tercih edilmektedir. Omurga ve omurilik tümörü tedavisi nasıl yapılır? Omurga ve omurilik tümörlerinin tedavisinde genel olarak; cerrahi yöntem, radyoterapi ve kemoterapi tedavileri kullanılmaktadır. Uygulanacak tedavi seçenekleri ve sırası hastaya, tümörün cinsine, bulunduğu lokasyona göre farklılık gösterebilmektedir. Tedaviye başlamadan önce planlama çok önemlidir. Hastanın durumu, tümörün büyüklüğü ve bulunduğu bölgeye göre tedavi şekillenebilir. Bazı hastalarda önce radyoterapi ve kemoterapi uygulanırken bazı hastalarda cerrahi tedavi ön plana çıkmaktadır. Omurga ve omurilik tümörlerinin tedavisi; tıbbı onkoloji, radyasyon onkolojisi, beyin cerrahi, girişimsel radyoloji, nörocerrahi konusunda deneyimli anestezi uzmanlarının da bulunduğu farklı branşlardan oluşan multidisipliner bir yaklaşım içerisinde gerçekleştirilmektedir. Omurga ve omurilik tümörü tedavisine başlarken hastanın omurgasını sağlamlığıyla ilgili sorun olup olmadığı değerlendirilmelidir. Tümör nedeniyle omurgada kırıklar oluşabilir, hem tümör dokusu hem de oluşan kırık omuriliğe baskı uygulayabilir. Öncelikle hastanın omurga yapısının sağlamlığı sağlanmalıdır. Omurganın sağlamlaştırılması ve hastanın sosyal yaşamını mümkün olduğu kadar sorunsuz sürdürebilmesi için halk arasında platin olarak bilinen aslında titanyum olan vidalama ameliyatı uygulanabilir. Metastaz yoluyla oluşan omurga tümörlerinde hastanın primer kanserinin kontrol altında olup olmadığı değerlendirilmelidir. Hastanın beklenen yaşam süresi uzunsa omurga ve omurilikte ortaya çıkan tümör için daha etkili tedaviler gündeme gelebilmektedir. Genel olarak metastaz şeklinde ortaya çıkan omurga tümörlerinin küçük bir grubunda tümörün tamamı çıkartılabilmektedir. Tamamı çıkartılamayan metastatik omurga tümörlerinde hastanın sosyal yaşamını daha rahat sürdürebilmesini sağlayacak radyoterapi ve kemoterapi gibi yöntemler kullanılabilmektedir. Omuriliğin kendisinden kaynaklanan tümörlerde; tümörün ne kadar agresif olduğundan ziyade yerleşim yeri çok önemlidir. Boyunda yerleşmiş omurilik tümörünün ameliyatıyla kuyruk sokumundaki omurilik tümörünün cerrahisi arasında çok fark bulunmaktadır. Boyun bölgesine yakın ameliyatlar solunum felci gibi ciddi riskler bulunmaktadır. Omurga ve omurilik tümörlerinin tedavisinde, cerrahi öncesi veya sonrası ileri teknoloji radyoterapicihazları kullanılabilmektedir. Genellikle iyi huylu tümörlerin gelişmesini yavaşlatmak, büyümesini durdurmak ve geriletmek konusunda olumlu sonuçlar alınabilmektedir. Omurga ve omurilik tümörlerinin cerrahisi çok hassastır. Bütün vücudu çalıştıran sinirlerin bulunduğu bir bölge olduğu için omurilik tümörlerinin ameliyatında ileri teknoloji kullanılmalıdır. Bu tür riskli ameliyatlarda kullanılan Nöromonitörizasyon olası komplikasyonları minimuma indirebilmektedir. Omurga ve omurilik tümörleri ameliyatında tümörün tamamının çıkartılması her zaman mümkün olmayabilmektedir. Tümörün tamamının çıkartılması hastaya zarar verecekse tümörün tamamının çıkartılmasından kaçınılmalıdır. Maksimum düzeyle tümör çıkarılarak radyoterapi ve kemoterapi gibi seçenekler düşünülmelidir. Omurga ve omurilik tümörleri hakkında sık sorulan sorularOmurga ve omurilik tümörü çeşitleri nelerdir?Omurga ve omurilik tümörleri köken aldığı dokular göz önüne alınarak sınıflandırılabilir. Nöronlardan yani sinirlerden kaynaklanan tümörler omuriliğin kendisinden kaynaklanan tümörlerdir. Omuriliği çevreleyen doku ve zarlardan kaynaklanan tümörler. Omurgadan yani kemik yapıdan kaynaklanan tümörler olabilir. Omuriliğin kendi içinden kaynaklanan tümörler ise genellikle ikiye ayrılmaktadır Astrositom EpendimomOmurga ve omurilik tümörü nerede çıkar?Omurilik beyinden çıktıktan sonra omurganın içerisinde kuyruk sokumuna kadar ilerlemektedir. Omurga ve omurilik tümörleri bu eksen üzerinde her yerde ortaya çıkabilmektedir. Boyun omurgası veya boyun omuriliğinde, göğüs kafesini çevreleyen omurlarda ve bu bölgedeki omurilik sinirleri üzerinde aynı zamanda bel bölgesinde kuyruk sokumuna olan kısımda omurga ve omurilik tümörleri görülebilir. Omurga üzerinde görülen tümörlerin büyük bir kısmı metastaz sonucu oluşan tümörlerdir. Omurilik tümörlerinin bir kısmı belirli bölgelerde daha çok görülebilmektedir. Erişkinlerde görülen omurilik içi tümörlerin bazı tipleri boyun bölgesinde daha sık görülürken çocuklarda göğüs ve bel bölgesindeki omurilikte görülebilmektedir. Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı nasıl yapılır? Omurga ve omurilik tümörü ameliyatları mikrocerrahiyöntemiyle açık cerrahi olarak yapılmaktadır. Omurga ve omurilik tümörü ameliyatında endoskopik yöntem tercih edilmemektedir. Endoskopik ameliyatlarda iki boyutlu görüntü elde edildiği ve çok küçük bir alana müdahale edildiği için omurga ve omurilik tümörü ameliyatlarında acık cerrahi daha başarılı sonuçlar vermektedir. Öncelikle omurga veya omurilik tümörü ulaşılabilirlik bakımından yakın bir bölgedeyse iğne aspirasyonyöntemiyle parça alınarak biyopsi yapılmaktadır. Bu sayede tümörün türü hakkında bilgi sahibi olunur. Omurga sağlamlığı kontrol edilir. Omurilik üzerinde baskı olup olmadığı değerlendirilir. Omurga sağlamlığını sağlamak için gerekirse omurga vidalama denilen yöntem kullanılmaktadır. Omurga tümörü metaztazlarında hastaların en büyük sorunu ağrıdır. Bazı hastalarda tümörü ameliyat etmek mümkün olmayabilmektedir. Bu durumlarda hastanın ağrısını kesmeye yönelik cerrahi yöntemler uygulanabilir. Omurilik kendisinden kaynaklanan tümörlerde mikrocerrahi yöntemler kullanarak açık cerrahi yöntemle tümör çıkartılır. Omurga ve omurilik tümörü ameliyatında mümkün olan en ileri teknoloji kullanılarak oluşabilecek riskler minimuma indirilmelidir. Bu ameliyatlarda kullanılan Nöromonitörizasyon cihazı ameliyat sırasında riskli bölgelr konusunda beyin cerrahını uyarmaktadır. Omurga ve omurilik tümörü ameliyatında çıkartılan dokular patolojiye gönderilerek tedavi şekillendirilir. Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı kaç saat sürer?Omurilik tümörü ameliyatı yaklaşık 4-5 saat sürmektedir. Bazı tümörlerde omurganın çıkarılıp tekrar sağlamlaştırılması gibi cerrahi yöntemler uygulanabilmektedir. Tümörün bulunduğu lokasyon, büyüklüğü ve cinsine göre ameliyatın süresi 12-15 saate kadar çıkabilmektedir. Yine aynı şekilde tümörün bulunduğu lokasyon ve büyüklüğüne göre ameliyatta beyin cerrahına kalp cerrahı, genel cerrah ya da ürologlar da eşlik edebilmektedir. Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı riskleri nelerdir? Omurga ve omurilik tümörleri kanamaya eğilimli tümörlerdir. Bazı durumlarda cerrahi işlem sırasında kanamayı azaltmak için ameliyattan önce girişimsel radyoloji uzmanları damar için işlemler uygulayabilmektedir. . Bütün ameliyatlarda olduğu gibi omurga ve omurilik tümörü ameliyatlarında da enfeksiyon riskibulunmaktadır. Özellikle yaygın tümörlerde iç organ hasarı, büyük damarlarda hasarlanma, böbreklerde ya da idrar yollarında yaralanma riskler ortaya çıkabilir. Felç olma omurga ve omurilik tümörü ameliyatlarında yaşanabilen riskler arasındadır. Ancak ameliyatlarda kullanılan ileri teknoloji ile bu risk minimuma indirilmektedir. Sinirlerin etkilenmesi sonucu idrar kaçırma, büyük abdesti tutamamak gibi sorunlar görülebilmektedir. Omura ve omurilik tümörü ameliyatı sonrası ağrılar yaşanır mı?Omurga ve omurilik tümörü ameliyatlarından sonra hastalar şiddetli ağrılar yaşayabilmektedir. Ancak ameliyat öncesinde bu durum göz önüne alınarak kuvvetli ağrı kesicilerin kullanılması planlamaya alınır. Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı olunmazsa ne olur?Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı olmamak veya diğer tedavileri ertelemek tümörün ilerlemesine neden olur. Omurga ve omurilik tümörüne bağlı belirtiler gün geçtikçe ilerler. İlk başlarda bir bacakta ağrı şikayetiyleortaya çıkan tümör daha sonra diğer bacağı da etkileyebilir. Tümöre bağlı şikayetler ardışık olarak ortaya çıkmaya başlar ve süreç felç yaşanmasına kadar ilerleyebilir. Tümörün bulunduğu bölgeye göre felç boyundan veya belden aşağı kısımları etkileyebilir. Omurga ve omurilik tümörü bitkisel tedavisi var mıdır?Omurga ve omurilik tümörlerinin bilimsel anlamda kanıtlanan bitkisel yada doğal bir tedavisi bulunmamaktadır. Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı sonrası nelere dikkat edilmelidir? Omurga ve omurilik tümörün ameliyatından sonra yapılacak patolojik işlemle tümörün cinsi belirlenmeli ve hastaya buna göre bir tedavi protokolü uygulanmalıdır. Cerrahi işlemden sonra kontrollerin ihmal edilmemesi önemlidir. Kullanılması gereken ilaçlar ihmal edilmemelidir. Beslenme konusunda protein, karbonhidrat ve yağ bakımından dengeli bir beslenmeye özen gösterilmelidir. Yara bakımı ve yaranın temiz tutulması enfeksiyonriski bakımından önemlidir. Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı için hangi bölüme gidilmelidir? Hastaların merak ettiği bir diğer konu ise omurga ve omurilik tümörü ameliyatları için hangi bölüme gidilmesidir. Omurga ve omurilik tümörü belirtileri genellikle bel fıtığı ile karıştırılabilir. Bu nedenle hastalar zaten ortaya çıkan belirtiler nedeniyle beyin, sinir ve omurilik cerrahi bölümüne gitmektedir. Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı için de gidilmesi gereken bölüm aynıdır. Omura ve omurilik tümörü ameliyatlarında hem ameliyat sırasında hem de ameliyattan sonra yaşanabilecek sorunları minimuma indirebilmek için bu konuda donanımlı hastanelerin tercih edilmesi gerekir. Omurilik tümörü ameliyatı sonrası iyileşme ne kadar sürer?Omurga ve omurilik tümörü ameliyatlarından sonra iyileşme tümörün cinsi, bulunduğu bölge hastanın tedaviye verdiği yanıta göre değişkenlik gösterebilir. Genel anlamda omurga ve omurilik tümörü ameliyatlarından yaklaşık 3 hafta sonra hastalar sosyal yaşamlarına geri dönebilirler. İyi huylu omurilik tümörü tedavisi nasıldır?İyi huylu omurilik tümörün tedavisinde kemoterapi ve radyoterapi uygulanmamaktadır. İyi huylu omurilik tümörlerinin büyük bir kısmı cerrahi olarak tamamen çıkartılabilmektedir. Bu hastalarda ameliyattan sonra herhangi başka bir tedaviye gerek kalmadan hastalar normal yaşantılarına devam edebilirler. Ancak bazı genetik hastalıklardan kaynaklanan omurga ve omurilik tümörlerinde birden fazla tümör ortaya çıkabilir. Bu tür durumlarda tümör sayısı yıllar içinde artış gösterebilmektedir. Tümör cerrahi işlemle çıkartılma bile belli bir zaman sonra tekrar oluşabilmektedir. Omurga ve omurilik tümörü tehlikeli midir? Omurga tümörleri genellikle farklı bir kanserden kaynaklanan metastaz tümörleridir. Bu hastalarda tedaviye verilen yanıta bağlı olarak hastadan hastaya farklılık gösteren durumlar söz konusudur. Beyin tümörlerinde hızlı yayılım gösterdiği durumlarda hastanın kaybedilmesi mümkündür ancak omurilik tümörleri bu bakından diğer tümörlerden farklılık gösterir. Omurilik tümörü beyne, kalbe ya da solunum merkezine yakın bir bölgeye yerleşmişse ölüm riski bulunabilmektedir. Ancak bunu dışında omurilik tümörleri hastanın ölümüne değil tedavi edilmezse zaman içerisinde felç geçirmesine neden olabilmektedir. Hasta omurilik tümörü olsa da hayatını devam ettirebilir ancak gerekli tedavileri almazsa zaman içerisinde uzuvlarını kullanamamak ve tümörün bulunduğu bölgeye göre boyundan ya da belden aşağı felç riskiyle karşı karşıyadır. Omurilik tümörü metastaz yapar mı? Omurilik içinde gelişen tümörler genellikle metastaz yapmazlar. Çocukluk çağı bazı beyin tümörleri beyin omurilik sıvısının dolanım yolu üzerindeyse omuriliğe doğru tümör akışı olabilir. Ancak omuriliğin kendinden kaynaklana tümörler genellikle metastaz yapmazlar. Omurga ve omurilik tümörü bacak ağrısı yapar mı?Omurga ve omurilik tümörünün ilk belirtisi genellikle bacak ağrısı veya bacaklarda kuvvetsizlik olarak ortaya çıkar. Gerekli tedavinin uygulanmadığı durumlarda zaman içerisinde sorun her iki bacağa da yayılabilir. Omurga ve omurilik tümörü baş ağrısı yapar mı?Omurga ve omurilik tümörlerinin yarattığı şikayetlergenellikle tutulum gösterdiği bölgeyle ilgilidir. Bu nedenle omurga ve omurilik tümörleri baş ağrısına neden olmazlar. Omurilik kanseri evreleri nelerdir?Omurga ve omurilik tümörlerinin evrelemesi diğer kanserlerde olduğu gibi genel olarak 4 evredir. Omurga ve omurilik tümörü felç yapar mı?Omurga ve omurilik tümörleri felce neden olabilmektedir. Özellikle tedavi edilmeyen veya tedavisinde geç kalınan omurga ve omurilik tümörleri zaman içerisinde felce neden olabildiği gibi aniden gelişerek de felç yapabilirler. Omurga ve omurilik tümörünü bulunduğu bölgeye göre felç boyundan aşağı ya da belden aşağı şekilde gelişebilir. Omurga ve omurilik tümörü fizik tedavi uygulanır mı?Omurga ve omurilik tümörlerinin tedavisinde destekleyici olması bakımından fizik tedavi uygulanabilir. Ameliyattan sonra hastalarda el veya ayaklarında fonksiyon kaybı yaşanmışsa fiziksel tedavi ile olumlu sonuçlar alınabilmektedir. Omura ve omurilik tümörü ışın tedavisi uygulanır mı?Omurga ve omurilik tümörü tedavisinde radyoterapi yani ışın tedavisi kullanılabilir. Bu hastanın ve tümörün durumuna göre farklılık gösterebilir. Bazı hastalarda cerrahi işlem öncesi radyoterapi kullanılırken bazı hastalarda ameliyat sonrası tercih edilebilir. İleri teknoloji radyoterapi cihazları ile olumlu sonuçlar alınabilmektedir. Omurga ve omurilik tümörü ilaç tedavisi uygulanır mı? Omurga ve omurilik tümörü tedavisinde iki şekilde ilaç kullanmak mümkündür. Tedavi planlamasında kemoterapi uygulanacaksa bu konuda uzman onkoloğunvereceği ilaçları yanı sıra yaşanan ağrılara yönelik de ilaç kullanılabilir. Omurga ve omurilik tümörü kan tahlilinden belli olur mu?Genellikle metastaz kaynaklı olan omurga tümörleri kan tahlilinden belli olabilir ancak omuriliğin kendisinden kaynaklanan tümörler kan tahliliyle belli olmamaktadır. Bu tümörlerde teşhis için Manyetik Rezonans (MR), Bilgisayarlı Tomografi (BT) gibi radyolojik yöntemler kullanılır. Omurga ve omurilik tümörü tekrarlar mı?Genetik yatkınlığı olan bazı iyi huylu omurilik tümörleri tekrarlar. Kötü huylu tümörler de bulunduğu bölgede tekrarlayabilir. Omurga ve omurilik tümörü hastalarında ağrılar için neler yapılabilir?Omurga ve omurilik tümörleri hem ameliyat öncesi hem de ameliyat sonrası kuvvetli ağrı kesicilerle ağrı kontrol altına alınmaya çalışılır. Ancak bazı hastalarda ağrı kesiciler ile giderilemeyen ağrılar için ağrıya neden olan sinirin kesilmesine dayanan cerrahi işlemler uygulanabilir. Hasta bu durumda normal hayatına devam edebilmekte ancak ağrıyı hissetmemektedir.
Omurga ve omurilik tümörü nedir? Omurilik kafatasından çıktıktan sonra belde kuyruk sokumuna kadar omurga kemiklerinin içerisinde ilerlemektedir. Omuriliğin kendisinde veya çevresini kaplayan zar yapıda iyi veya kötü huylu tümörler oluşabilmektedir. Omurilik soğanı tümörü omurga ve omurilik tümörlerinden farklı olarak beynin içinde gelişen tümörlerdir. Omurga ve omurilikte görülen tümörler iyi huylu olabildiği gibi kötü huylu tümörler de olabilmektedir. Omuriliği saran omurgada gözüken tümörlerin büyük bir çoğunluğu metastaz sonucu oluşan tümörlerdir. Meme kanseri, akciğer kanseri, prostat kanseri omurgaya en çok metastaz yapan kanserler olarak ön plana çıkmaktadır. Omurga ve omurilik tümörü belirtileri nelerdir?Omurga ve omurilik kaynaklı tümörlerde belirtiler ani başlangıçlı olabileceği gibi yavaş yavaş da ilerleyebilmektedir.Çocuklarda omurga ve omurilik tümörü belirtileri genel olarak şu şekildedir:Çocuklar yetişkinlere göre şikayetlerini daha belirgin dile getiremedikleri için ağrı, güçsüzlük gibi şikayetler dikkate alınmalıdır. Çocukların söyledikleri her ağrı veya güçsüzlüğü omurga veya omurilik tümörü olarak değerlendirmemekle birlikte;Çocuklarda yaşanan ağrılar büyüme ağrıları ile karıştırılabilir. Omurga ve omurilik tümörü nedenleri nelerdir?Omurilik tümörlerini nedenleri tam olarak bilinmemektedir. Fizyopatolojileri tam olarak bilinmemekle birlikte genetik nedenlerden oluşabildiği düşünülmektedir. Omurga tümörlerinin büyük bir çoğunluğu ise metastazik tümörlerdir. Metastazların en çoğu akciğer ve meme kanseridir. Omurga ve omurilik tümörü teşhisi nasıl yapılır?Genel olarak omurga ve omurilik tümörü teşhisi radyolojik görüntülemeler ve biyokimyasal kan testleriyle konulmaktadır. Omurga ve omurilik tümörü teşhisi için doktor muayenenin ardından bir takım radyolojik görüntülemeler isteyebilir, Radyolojik tetkiklerin kontrast madde denilen özel bir ilaçla yapılması tümörün hangi bölgede yerleştiğinin yanı sıra büyüklüğü ve bası yaptığı sinirleri de net olarak ortaya koyabilmektedir. Çocuklarda omurga ve omurilik tümörünün teşhisinde sedasyon veya genel anestezi kullanılmalıdır. Çocukların Manyetik Rezonans (MR) veya Bilgisayarla Tomografi (BT ) içerisinde hareketsiz durması zor olduğu için bu yöntem tercih edilmektedir. Omurga ve omurilik tümörü tedavisi nasıl yapılır? Omurga ve omurilik tümörleri hakkında sık sorulan sorularOmurga ve omurilik tümörü çeşitleri nelerdir?Omurga ve omurilik tümörleri köken aldığı dokular göz önüne alınarak sınıflandırılabilir.Omuriliğin kendi içinden kaynaklanan tümörler ise genellikle ikiye ayrılmaktadırOmurga ve omurilik tümörü nerede çıkar?Omurilik beyinden çıktıktan sonra omurganın içerisinde kuyruk sokumuna kadar ilerlemektedir. Omurga ve omurilik tümörleri bu eksen üzerinde her yerde ortaya çıkabilmektedir. Boyun omurgası veya boyun omuriliğinde, göğüs kafesini çevreleyen omurlarda ve bu bölgedeki omurilik sinirleri üzerinde aynı zamanda bel bölgesinde kuyruk sokumuna olan kısımda omurga ve omurilik tümörleri görülebilir. Omurga üzerinde görülen tümörlerin büyük bir kısmı metastaz sonucu oluşan tümörlerdir. Omurilik tümörlerinin bir kısmı belirli bölgelerde daha çok görülebilmektedir. Erişkinlerde görülen omurilik içi tümörlerin bazı tipleri boyun bölgesinde daha sık görülürken çocuklarda göğüs ve bel bölgesindeki omurilikte görülebilmektedir. Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı nasıl yapılır? Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı kaç saat sürer?Omurilik tümörü ameliyatı yaklaşık 4-5 saat sürmektedir. Bazı tümörlerde omurganın çıkarılıp tekrar sağlamlaştırılması gibi cerrahi yöntemler uygulanabilmektedir. Tümörün bulunduğu lokasyon, büyüklüğü ve cinsine göre ameliyatın süresi 12-15 saate kadar çıkabilmektedir. Yine aynı şekilde tümörün bulunduğu lokasyon ve büyüklüğüne göre ameliyatta beyin cerrahına kalp cerrahı, genel cerrah ya da ürologlar da eşlik edebilmektedir. Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı riskleri nelerdir?Omura ve omurilik tümörü ameliyatı sonrası ağrılar yaşanır mı?Omurga ve omurilik tümörü ameliyatlarından sonra hastalar şiddetli ağrılar yaşayabilmektedir. Ancak ameliyat öncesinde bu durum göz önüne alınarak kuvvetli ağrı kesicilerin kullanılması planlamaya alınır. Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı olunmazsa ne olur?Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı olmamak veya diğer tedavileri ertelemek tümörün ilerlemesine neden olur. Omurga ve omurilik tümörüne bağlı belirtiler gün geçtikçe ilerler. İlk başlarda bir bacakta ağrı şikayetiyleortaya çıkan tümör daha sonra diğer bacağı da etkileyebilir. Tümöre bağlı şikayetler ardışık olarak ortaya çıkmaya başlar ve süreç felç yaşanmasına kadar ilerleyebilir. Tümörün bulunduğu bölgeye göre felç boyundan veya belden aşağı kısımları etkileyebilir. Omurga ve omurilik tümörü bitkisel tedavisi var mıdır?Omurga ve omurilik tümörlerinin bilimsel anlamda kanıtlanan bitkisel yada doğal bir tedavisi bulunmamaktadır. Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı sonrası nelere dikkat edilmelidir?Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı için hangi bölüme gidilmelidir? Hastaların merak ettiği bir diğer konu ise omurga ve omurilik tümörü ameliyatları için hangi bölüme gidilmesidir. Omurga ve omurilik tümörü belirtileri genellikle bel fıtığı ile karıştırılabilir. Bu nedenle hastalar zaten ortaya çıkan belirtiler nedeniyle beyin, sinir ve omurilik cerrahi bölümüne gitmektedir. Omurga ve omurilik tümörü ameliyatı için de gidilmesi gereken bölüm aynıdır. Omura ve omurilik tümörü ameliyatlarında hem ameliyat sırasında hem de ameliyattan sonra yaşanabilecek sorunları minimuma indirebilmek için bu konuda donanımlı hastanelerin tercih edilmesi gerekir. Omurilik tümörü ameliyatı sonrası iyileşme ne kadar sürer?Omurga ve omurilik tümörü ameliyatlarından sonra iyileşme tümörün cinsi, bulunduğu bölge hastanın tedaviye verdiği yanıta göre değişkenlik gösterebilir. Genel anlamda omurga ve omurilik tümörü ameliyatlarından yaklaşık 3 hafta sonra hastalar sosyal yaşamlarına geri dönebilirler. İyi huylu omurilik tümörü tedavisi nasıldır?İyi huylu omurilik tümörün tedavisinde kemoterapi ve radyoterapi uygulanmamaktadır. İyi huylu omurilik tümörlerinin büyük bir kısmı cerrahi olarak tamamen çıkartılabilmektedir. Bu hastalarda ameliyattan sonra herhangi başka bir tedaviye gerek kalmadan hastalar normal yaşantılarına devam edebilirler. Ancak bazı genetik hastalıklardan kaynaklanan omurga ve omurilik tümörlerinde birden fazla tümör ortaya çıkabilir. Bu tür durumlarda tümör sayısı yıllar içinde artış gösterebilmektedir. Tümör cerrahi işlemle çıkartılma bile belli bir zaman sonra tekrar oluşabilmektedir. Omurga ve omurilik tümörü tehlikeli midir? Omurga tümörleri genellikle farklı bir kanserden kaynaklanan metastaz tümörleridir. Bu hastalarda tedaviye verilen yanıta bağlı olarak hastadan hastaya farklılık gösteren durumlar söz konusudur. Beyin tümörlerinde hızlı yayılım gösterdiği durumlarda hastanın kaybedilmesi mümkündür ancak omurilik tümörleri bu bakından diğer tümörlerden farklılık gösterir. Omurilik tümörü beyne, kalbe ya da solunum merkezine yakın bir bölgeye yerleşmişse ölüm riski bulunabilmektedir. Ancak bunu dışında omurilik tümörleri hastanın ölümüne değil tedavi edilmezse zaman içerisinde felç geçirmesine neden olabilmektedir. Hasta omurilik tümörü olsa da hayatını devam ettirebilir ancak gerekli tedavileri almazsa zaman içerisinde uzuvlarını kullanamamak ve tümörün bulunduğu bölgeye göre boyundan ya da belden aşağı felç riskiyle karşı karşıyadır. Omurilik tümörü metastaz yapar mı? Omurilik içinde gelişen tümörler genellikle metastaz yapmazlar. Çocukluk çağı bazı beyin tümörleri beyin omurilik sıvısının dolanım yolu üzerindeyse omuriliğe doğru tümör akışı olabilir. Ancak omuriliğin kendinden kaynaklana tümörler genellikle metastaz yapmazlar. Omurga ve omurilik tümörü bacak ağrısı yapar mı?Omurga ve omurilik tümörünün ilk belirtisi genellikle bacak ağrısı veya bacaklarda kuvvetsizlik olarak ortaya çıkar. Gerekli tedavinin uygulanmadığı durumlarda zaman içerisinde sorun her iki bacağa da yayılabilir. Omurga ve omurilik tümörü baş ağrısı yapar mı?Omurga ve omurilik tümörlerinin yarattığı şikayetlergenellikle tutulum gösterdiği bölgeyle ilgilidir. Bu nedenle omurga ve omurilik tümörleri baş ağrısına neden olmazlar. Omurilik kanseri evreleri nelerdir?Omurga ve omurilik tümörlerinin evrelemesi diğer kanserlerde olduğu gibi genel olarak 4 evredir. Omurga ve omurilik tümörü felç yapar mı?Omurga ve omurilik tümörleri felce neden olabilmektedir. Özellikle tedavi edilmeyen veya tedavisinde geç kalınan omurga ve omurilik tümörleri zaman içerisinde felce neden olabildiği gibi aniden gelişerek de felç yapabilirler. Omurga ve omurilik tümörünü bulunduğu bölgeye göre felç boyundan aşağı ya da belden aşağı şekilde gelişebilir. Omurga ve omurilik tümörü fizik tedavi uygulanır mı?Omurga ve omurilik tümörlerinin tedavisinde destekleyici olması bakımından fizik tedavi uygulanabilir. Ameliyattan sonra hastalarda el veya ayaklarında fonksiyon kaybı yaşanmışsa fiziksel tedavi ile olumlu sonuçlar alınabilmektedir. Omura ve omurilik tümörü ışın tedavisi uygulanır mı?Omurga ve omurilik tümörü tedavisinde radyoterapi yani ışın tedavisi kullanılabilir. Bu hastanın ve tümörün durumuna göre farklılık gösterebilir. Bazı hastalarda cerrahi işlem öncesi radyoterapi kullanılırken bazı hastalarda ameliyat sonrası tercih edilebilir. İleri teknoloji radyoterapi cihazları ile olumlu sonuçlar alınabilmektedir. Omurga ve omurilik tümörü ilaç tedavisi uygulanır mı? Omurga ve omurilik tümörü tedavisinde iki şekilde ilaç kullanmak mümkündür. Tedavi planlamasında kemoterapi uygulanacaksa bu konuda uzman onkoloğunvereceği ilaçları yanı sıra yaşanan ağrılara yönelik de ilaç kullanılabilir. Omurga ve omurilik tümörü kan tahlilinden belli olur mu?Genellikle metastaz kaynaklı olan omurga tümörleri kan tahlilinden belli olabilir ancak omuriliğin kendisinden kaynaklanan tümörler kan tahliliyle belli olmamaktadır. Bu tümörlerde teşhis için Manyetik Rezonans (MR), Bilgisayarlı Tomografi (BT) gibi radyolojik yöntemler kullanılır. Omurga ve omurilik tümörü tekrarlar mı?Genetik yatkınlığı olan bazı iyi huylu omurilik tümörleri tekrarlar. Kötü huylu tümörler de bulunduğu bölgede tekrarlayabilir. Omurga ve omurilik tümörü hastalarında ağrılar için neler yapılabilir?Omurga ve omurilik tümörleri hem ameliyat öncesi hem de ameliyat sonrası kuvvetli ağrı kesicilerle ağrı kontrol altına alınmaya çalışılır. Ancak bazı hastalarda ağrı kesiciler ile giderilemeyen ağrılar için ağrıya neden olan sinirin kesilmesine dayanan cerrahi işlemler uygulanabilir. Hasta bu durumda normal hayatına devam edebilmekte ancak ağrıyı hissetmemektedir. | 12,052 |
518 | Hastalıklar | Omfalosel | Bebek anne karnında büyürken bağırsak, karaciğer, mesane, mide gibi iç organlar gelişimini vücudun dışında sürdürür. Belli bir aşamadan sonra bu organlar vücudun içine girerek gelişimine devam eder. Ancak nadir de olsa bazen bu organlar vücudun içine giremez ve karın duvarının dışında kalabilir. Omfaloselli olarak dünyaya gelen bu bebeklerde kalp ya da kromozomal anomaliler de görülebilmektedir.Bebek anne karnında büyürken bağırsak, karaciğer, mesane, mide gibi iç organlar gelişimini vücudun dışında sürdürür. Belli bir aşamadan sonra bu organlar vücudun içine girerek gelişimine devam eder. Ancak nadir de olsa bazen bu organlar vücudun içine giremez ve karın duvarının dışında kalabilir. Omfaloselli olarak dünyaya gelen bu bebeklerde kalp ya da kromozomal anomaliler de görülebilmektedir.
Memorial Ataşehir ve Bahçelievler Çocuk Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Feryal Gün Soysal omfalosel hastalığı ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. Omfalosel nedir?Omfalosel doğumsal bir karın duvarı defektidir. Karın duvarı açık kalmış ve bağırsak ve karın içi organların üzerini amniyon kesesi örtmüştür. Anne karnındaki bebek hamileliğin 6 -10. haftaları arasındaki gelişimi sırasında bağırsaklar uzayarak göbek kordonuna doğru itilir. Genellikle gebeliğin 11. haftasında, bağırsaklar tekrar geri döner. Bağırsakların geri dönmediği durumda omfalosel oluşmaktadır. Omfalosel hastalığında bebeğin bağırsakların bir kısmı göbeğin dışında kalabildiği gibi karın dışına bağırsaklarla beraber diğer iç organlarda çıkabilmektedir.Omfalosel nedenleri nelerdir?Omfalosel doğumsal bir anomalidir. Omfalosel nedeni kesin olarak bilinmemekle birlikte risk faktörleri bulunabilmektedir. Omfalosel risk faktörleri şu şekilde sıralanabilir; Genetik nedenler Alkol tüketen veya çok sigara içen kadınların omfaloselli bir bebeğe sahip olma olasılığı altol ve tütün kullanmayanlara oranlara daha yüksek olabilmektedir. Hamilelik sırasında kullanılan bazı ilaçlar omfalosel riskini artırabilmektedir. Çeşitli dış etkenlerOmfalosel belirtileri nelerdir?Omfaloselli bir bebek dış görünüşünden rahatlıkla anlaşılabilmektedir. Bebeğin karnının üzerinde cilt değil, içinde karın içi organların olduğu bir kese bulunmaktadır. Omfaloselli doğan bebeklerin karın duvarı normal gelişmiştir ancak bebeğin karın için hacmi daha düşüktür. Göbek kordonu kese içinde seyreder ve karnın dışında oluşan kesenin tepesinde yer almaktadır. Kese saydamdır ve içindeki organlar görülebilmektedir. Kesenin içinde genellikle bağırsağın bir bölümü ya da tamamı olurken mide, karaciğer, dalak hatta pankreas ve mesanene de yer alabilmektedir.Omfalosel teşhisi nasıl yapılır? Omfalosel teşhisi bebek anne karnındayken konulabilmektedir. Rutin gebelik takiplerinde yapılan ultrasonografi görüntülemesiyle omfalosel teşhis edilebilmektedir. Aynı zamanda yapılan kan tetkiklerinde bazı değerler normal aralıkların üzerinde çıkabilmektedir. Omfalosel teşhisi alan çocuklarda ek anomalilerin olabileceği de ön görülerek kardiyolojik kontroller gibi bazı ek tetkiklerin yapılması da gerekebilmektedir.Omfalosel bazen gastroşizis gibi farklı karın duvarı defektleriyle karıştırılabilmektedir. Tedavinin doğru planlanabilmesi için karın duvarı defekti tipini ve derecesini belirlemek önemlidir. Anne karnında omfalosel teşhisi konulan bebeklerin çocuk cerrahisi olan uygun hastanelerde doğumunun yaptırılması da önemlidir.Omfalosel tedavisi nasıldır? Omfalosel tedavisi, omfaloselin tipine ve ek anomalilere bağlı olarak belirlenir. Omfalosel minör, umblikal kord hernisi ya da majör omfalosel olmak üzere tiplere ayrılır. Çoğu zaman defekt onarımı yeterli olur. Ama majör omfalosellerde yama kullanarak onarım ya da aşamalı cerrahi girişimlerle tedavi yapılır.OMFALOSEL HAKKINDA SIK SORULAN SORULAROmfalosel ameliyatı nasıl yapılır? Omfalosel küçükse yani minör omfalosel vakalarında cerrahi olarak defekt kapatılır. Doğumdan kısa bir süre sonra karın duvarının dışında bulunan kesenin içindeki organlar karın içine yerleştirilerek açıklık kapatılır. Ancak majör omfalosel yani büyük omfalosel vakalarında aşamalı onarım ya da greft yama ile onarım yapılır. Karaciğer ve iç organların oluşturduğu majör omfaloselli bebeklerde, dışarıda bulunan organlar karın içine tek seferde yerleştirilemeyebilir. Hem bebeğin karın için hacmi hem de akciğerle ilgili sorunlar tek seferde cerrahi işlemin yapılmasına olanak vermeyebilir. Bu durumda kademeli ve zamana yayarak cerrahi gerçekleştirilebilir.Omfalosel ameliyatı kaç saat sürer?Omfalosel ameliyatının süresi defektin büyüklüğüne ve bebekte görülen ek anomalilere göre değişebilmektedir. Ancak genel olarak omfalosel ameliyatı yaklaşık 1 – 3 saat arasında sürmektedir.Omfalosel ameliyatı sonrası nelere dikkat etmek gerekir?Omfalosel ameliyatı sonrası genel olarak dikkat edilmesi gereken şu şekilde sıralanabilir; Genellikle majör omfalosel olgularında yoğun bakım desteği gerekir. Bu bebeklerde kalp gibi ek anomaliler varsa tedavi süreci uzayabilmektedir. Bebeğin akciğer fonksiyonu, omfalosel boyutuna göre hastanede kalma süresi değişebilmektedir. Bebekler, beslenme güçlükleri, bağırsak tıkanıklığı ve gastroözofageal reflü gibi omfaloselin yaygın komplikasyonları açısından izlenmektedir. Omfaloselli bebeklerde sıklıkla cerrahi onarım gerektiren kasık fıtığı gibi başka bir durum olabilmektedir. Sonrasında bebek kaka yapar, gaz çıkışı olursa beslenmeye başlanır. Bebeğin ağırlığına göre 3 gün ile 15 gün arası hastane süreci olabilir.Omfalosel gastroşizis farkı nedir?Gastroşizis de omfalosel gibi doğumsal bir karın duvarı defektidir. Bağırsaklar karın duvarının dışında yer almaktadır. Ancak gastroşiziste karın duvarı kapalıdır umblikal kordun kenarındaki bir açıklıktan bağırsaklar dışarı çıkar. Gastroşiziste anne karnında bebeğin bağırsakları amnion sıvısı ile temas halindedir. Omfaloselde ise karın duvarındaki defekt amnion kesesi ile örtülüdür.Omfalosel kaçıncı haftada belli olur?Omfalosel gebelik sırasında ultrason ile belirlenebilmektedir. Genellikle gebeliğin 9. haftasından sonra yapılan ultrason tetkikleriyle omfalosel belli olabilmektedir.Omfalosel tedavi edilmezse ne olur? Omfalosel tedavisinde gecikildiği durumlarda karın dışına çıkan defekti örten kese sertleşir ve kabuklanır. Bebeğin karnının üzerinde top gibi kitle görünür.Omfalosel kendiliğinden geçer mi?Omfaloselin tedavisi cerrahidir. Kendiliğinden zamanla geçmesi mümkün değildir.Omfaloselli bebeklerin doğumu nasıl yapılmalıdır?Omfaloselli bebeklerin doğumu, omfaloselin boyutuna ve içeriğine bağlı olarak vajinal veya sezaryen olabilir. Karaciğeri içermeyen küçük bir omfalosel için, vajinal doğum mümkün olmakla beraber omfalosel kesesini korumak ve organların yırtılmasını veya hayati tehlike oluşturabilecek kanamalarını önlemek için sezaryen tavsiye edilmektedir. Omfalosel teşhisi konulan bebeklerin çocuk cerrahisi, çocuk yoğun bakım gibi hizmetlerin verildiği donanımla hastanelerde doğumunun yaptırılması da önemlidir.
Memorial Ataşehir ve Bahçelievler Çocuk Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Feryal Gün Soysal omfalosel hastalığı ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. Omfalosel nedir?Omfalosel doğumsal bir karın duvarı defektidir. Karın duvarı açık kalmış ve bağırsak ve karın içi organların üzerini amniyon kesesi örtmüştür. Anne karnındaki bebek hamileliğin 6 -10. haftaları arasındaki gelişimi sırasında bağırsaklar uzayarak göbek kordonuna doğru itilir. Genellikle gebeliğin 11. haftasında, bağırsaklar tekrar geri döner. Bağırsakların geri dönmediği durumda omfalosel oluşmaktadır. Omfalosel hastalığında bebeğin bağırsakların bir kısmı göbeğin dışında kalabildiği gibi karın dışına bağırsaklarla beraber diğer iç organlarda çıkabilmektedir.Omfalosel nedenleri nelerdir?Omfalosel doğumsal bir anomalidir. Omfalosel nedeni kesin olarak bilinmemekle birlikte risk faktörleri bulunabilmektedir. Omfalosel risk faktörleri şu şekilde sıralanabilir;Omfalosel belirtileri nelerdir?Omfaloselli bir bebek dış görünüşünden rahatlıkla anlaşılabilmektedir. Bebeğin karnının üzerinde cilt değil, içinde karın içi organların olduğu bir kese bulunmaktadır. Omfaloselli doğan bebeklerin karın duvarı normal gelişmiştir ancak bebeğin karın için hacmi daha düşüktür. Göbek kordonu kese içinde seyreder ve karnın dışında oluşan kesenin tepesinde yer almaktadır. Kese saydamdır ve içindeki organlar görülebilmektedir. Kesenin içinde genellikle bağırsağın bir bölümü ya da tamamı olurken mide, karaciğer, dalak hatta pankreas ve mesanene de yer alabilmektedir.Omfalosel teşhisi nasıl yapılır? Omfalosel teşhisi bebek anne karnındayken konulabilmektedir. Rutin gebelik takiplerinde yapılan ultrasonografi görüntülemesiyle omfalosel teşhis edilebilmektedir. Aynı zamanda yapılan kan tetkiklerinde bazı değerler normal aralıkların üzerinde çıkabilmektedir. Omfalosel teşhisi alan çocuklarda ek anomalilerin olabileceği de ön görülerek kardiyolojik kontroller gibi bazı ek tetkiklerin yapılması da gerekebilmektedir.Omfalosel bazen gastroşizis gibi farklı karın duvarı defektleriyle karıştırılabilmektedir. Tedavinin doğru planlanabilmesi için karın duvarı defekti tipini ve derecesini belirlemek önemlidir. Anne karnında omfalosel teşhisi konulan bebeklerin çocuk cerrahisi olan uygun hastanelerde doğumunun yaptırılması da önemlidir.Omfalosel tedavisi nasıldır?OMFALOSEL HAKKINDA SIK SORULAN SORULAROmfalosel ameliyatı nasıl yapılır?Omfalosel ameliyatı kaç saat sürer?Omfalosel ameliyatının süresi defektin büyüklüğüne ve bebekte görülen ek anomalilere göre değişebilmektedir. Ancak genel olarak omfalosel ameliyatı yaklaşık 1 – 3 saat arasında sürmektedir.Omfalosel ameliyatı sonrası nelere dikkat etmek gerekir?Omfalosel ameliyatı sonrası genel olarak dikkat edilmesi gereken şu şekilde sıralanabilir;Omfalosel gastroşizis farkı nedir?Gastroşizis de omfalosel gibi doğumsal bir karın duvarı defektidir. Bağırsaklar karın duvarının dışında yer almaktadır. Ancak gastroşiziste karın duvarı kapalıdır umblikal kordun kenarındaki bir açıklıktan bağırsaklar dışarı çıkar. Gastroşiziste anne karnında bebeğin bağırsakları amnion sıvısı ile temas halindedir. Omfaloselde ise karın duvarındaki defekt amnion kesesi ile örtülüdür.Omfalosel kaçıncı haftada belli olur?Omfalosel gebelik sırasında ultrason ile belirlenebilmektedir. Genellikle gebeliğin 9. haftasından sonra yapılan ultrason tetkikleriyle omfalosel belli olabilmektedir.Omfalosel tedavi edilmezse ne olur? Omfalosel tedavisinde gecikildiği durumlarda karın dışına çıkan defekti örten kese sertleşir ve kabuklanır. Bebeğin karnının üzerinde top gibi kitle görünür.Omfalosel kendiliğinden geçer mi?Omfaloselin tedavisi cerrahidir. Kendiliğinden zamanla geçmesi mümkün değildir.Omfaloselli bebeklerin doğumu nasıl yapılmalıdır? | 4,040 |
519 | Hastalıklar | Omuz Kireçlenmesi | Yaşlanmayla birlikte ortaya çıkan hücresel kayıplar, ileri yaş hastalığı olarak bilinen ancak genç yaşlarda da görülebilen eklem kireçlenmelerine neden olabilmektedir. Yaşlılık döneminde hastaların hayat konforunu olumsuz etkileyen kireçlenme, eklemlerin bir takım görevleri yerine getirmesini engellemektedir. Eklem kireçlenmeleri, vücuttaki tüm eklemleri etkileyebildiği gibi özellikle; kalça ve bel, boyun, diz ve parmak eklemlerinde hareket kabiliyetini kısıtlayıcı sorunları beraberinde getirebilir. Nadiren de olsa görülen omuz kireçlenmeleri ise hastaların günlük yaşamlarını kısıtlar; yemek yiyemez ve kıyafet değiştiremez hale getirebilir. Erken evrede medikal ilaçlar ve fizik tedavi ile kireçlenmenin önüne geçilebilir. Memorial Antalya Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Ahmet Turan Aydın, omuz kireçlenmesi ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.Yaşlanmayla birlikte ortaya çıkan hücresel kayıplar, ileri yaş hastalığı olarak bilinen ancak genç yaşlarda da görülebilen eklem kireçlenmelerine neden olabilmektedir. Yaşlılık döneminde hastaların hayat konforunu olumsuz etkileyen kireçlenme, eklemlerin bir takım görevleri yerine getirmesini engellemektedir. Eklem kireçlenmeleri, vücuttaki tüm eklemleri etkileyebildiği gibi özellikle; kalça ve bel, boyun, diz ve parmak eklemlerinde hareket kabiliyetini kısıtlayıcı sorunları beraberinde getirebilir. Nadiren de olsa görülen omuz kireçlenmeleri ise hastaların günlük yaşamlarını kısıtlar; yemek yiyemez ve kıyafet değiştiremez hale getirebilir. Erken evrede medikal ilaçlar ve fizik tedavi ile kireçlenmenin önüne geçilebilir. Memorial Antalya Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Ahmet Turan Aydın, omuz kireçlenmesi ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.
Kireçlenme nedir?Kireçlenme tabiri günlük dilde kullanılan bir tanımlamadır. Eklem kıkırdağının yaşlanmasıyla açığa çıkan ve tıp dilinde artroz denilen bir hastalıktır. Kireçlenme eklem kıkırdağının herhangi bir nedenle yok olması, yıpranması sonucu açığa çıkar. Kireçlenme nelerde görülür?Kireçlenme yük taşıyan eklemlerde görülür. Yani kalça, diz hatta ayak bileği gibi vücut ağırlığını taşıyan eklemlerde artroz görülmesine daha sık rastlanır. Öncelikle diz ve kalçada, sonra ayak bileği ve elde artroz görülmektedir.Kireçlenme nedenleri nelerdir? Eklemin yüzünü ilgilendiren kırıklar Çıkıklar (tedavi edilmemiş, geç kalınmış veya yanlış kötü tedavi edilmiş eklem çıkıkları) Eklem iltihapları (eklemin içerisinde kıkırdağı yok eden eklem iltihapları) Romatizmal hastalıklar Nörolojik nedenlerle eklemin çalışmaması ( Örneğin felç durumu) Eklem iltihabıOmuz kireçlenmesi nedir?Artroz omuzda görülürse bu omuz kireçlenmesidir. Aslında omuz çok sık eklem kireçlenmesinin yani artrozunun görüldüğü bir eklem değildir.Omuz kireçlenmesinin en sık nedeni omuz eklemini ilgilendiren kırıklar ve çıkıklardır. Ayrıca omuz rotator kuf denilen kas grubunun kronik hastalığı sonucu omuz ekleminin çalışmaması da kireçlenmeye neden olur. Bir de hemipleji gibi iskemik beyin atağı sonucu açığa çıkan hastalıklarda, omuzun kullanılmaması, kasların yeterli çalışamaması nedeniyle omuz kireçlenmesi gelişir.Omuz eklemi kolay kırılabilen ve çıkabilen bir eklemdir. Yaşlanma ile birlikte, omuzu hareket ettiren döndürücü kas grubunun ortak yapışma yerlerinin yırtılmasıyla ortaya çıkan rotator kuf sendromu, rotator kuf yetmezliği ve rotator kuf artropatisi durumları da omuzda kireçlenmeye neden olur. Romatizmal hastalıklar ve nörolojik nedenlerle eklemin çalışmamasına neden olan felçler omuzda kireçlenme yapabilir.Omuz kireçlenmesi nasıl anlaşılır?Omuz kireçlenmesinde hastalar ağrı ve hareket kısıtlılığı ile gelirler. Genellikle yüzlerini yıkayamama, abdest alamama, bir şeyi yerden alma, kaldırma ve taşımada zorlanma, kadınlarda çoğunlukla sutyenlerini çözememe veya çamaşırlarını giyip çıkaramama gibi şikayetler olur. Omuzun temel görevi eli ağza götürmektir. Omuz kireçlenmesinde hastalar bu hareketleri yapmakta güçlük çektiklerini ifade eder. Hastalar yemek yemek gibi basit bir işi bile yapamaz hale gelebilir. Omuz kireçlenmesinde ciddi bir kemik ağrısı gibi ağrı hissedilir. Ağrılarda gece artış görülür.Omuz kireçlenmesini anlamak için hangi testler yapılır?Omuz kireçlenmesi basit radyolojik bir gözlemle hemen anlaşılır.Omuz kireçlenmesinin tedavisi nasıl yapılır?Omuz kireçlenmesi erken evrede fark edildiyse, omuz çevresi kaslarını kuvvetlendirmeyi hedefleyen ev egzersizleri veya fizik tedavi hastayı rahatlatabilir. Hafif düzeyde ilaç tedavisi de eklenebilir. Buna rağmen iyilik sağlanamadıysa radyolojik olarak eklem kireçlenmesinin derecesine bakılır. Kireçlenme düzeyi ilerlediyse protez uygulanabilir. Omuz kireçlenmesinde eklemin iki yüzü de bozulduğu için total protez kullanılır. Saf bir omuz eklemi kireçlenmesinde rotator kuf denilen mekanizma sağlamsa klasik bir total omuz protezi konur. Ancak rotator kuf bozuksa o zaman reverse denilen ters omuz protezi tercih edilir. Omuz protezi ameliyatı nasıl yapılır?Omuz protezi ameliyatı açık cerrahi ile yapılır. Protez homeros denilen eklemi yapan kısma bir de glenoid denilen çukur kalan yere konulur. Bu eklem çevresindeki kaslar onarılınca omuz çıkmaz, yerinde sabit kalır. Sık sorulan sorularOmuz protezi ameliyatından sonra hastalar ne zaman iyileşir?Omuz protezi ameliyatından sonra belirli bir süre hastanın iyileşmesi için beklenir. Genellikle bu süre 3 haftadır. İyileşme ardından rehabilitasyon süreci başlar. Hastanın durumuna göre fizik tedavi ve rehabilitasyon 1 veya 1.5 ay devam eder.Omuz protezi ameliyatından sonra spor yapılabilir mi?Hasta 3 ya da 4 aydan sonra günlük aktivitesine dönebilir. Ancak hiçbir zaman için zorlayıcı eylemleri yapması önerilmez. Bütün protezlerde aşırı yüklenme, aşırı spordan kaçınılması önemlidir. Kontrollü bir yüzme yapılabilir ama raket gibi baş üstü sporlar, basketbol, voleybol tenis, halter kaldırma gibi omuz eklemine yük bindirecek her türlü eylemden uzak durulmalıdır.Kaslarda kireçlenme olur mu? Hayır. Kaslarda kireçlenme olmaz. Daha ziyade kasın travması nedeniyle kas içine olan kanamanın yarattığı kireçlenme söz konusudur.Elde kireçlenme görülür mü?Üst ekstremite yani kol ve ön kolda bulunan eklemler yük taşıyan eklemler değildir. Ancak başparmağın eldeki karpal kemik olarak adlandırılan kemikle yaptığı ve karpometakarpal eklem olarak adlandırılan eklemde kireçlenme çok sık görülebilir. çünkü Bu eklem yük taşıyan bir eklem karakterindedir.Omuz kireçlenmesi için hangi ilaçlar kullanılır?Omuz kireçlenmesinde nonsteroid antieflamatuar ilaçlar kullanılır. Ödem sökücü, ağrı kesici, kas gevşetici ilaçlar tedaviye eklenir. Bunlar ağızdan olduğu gibi lokal de kullanılabilir.Omuz kireçlenmesine iyi gelen doğal yöntemler nelerdir?Omuz kireçlenmesine ya da herhangi bir kireçlenme şikayetine iyi gelen doğal bir yöntem yoktur. Medikal tedavi gereklidir.Omuz kireçlenmesinde sırtta ağrı olur mu? Omuz kireçlenmesinde hem sırtta hem de hem kola doğru ve boyna yayılan geceleri uyandıran şiddetli ağrılar olabilir.
Kireçlenme nedir?Kireçlenme tabiri günlük dilde kullanılan bir tanımlamadır. Eklem kıkırdağının yaşlanmasıyla açığa çıkan ve tıp dilinde artroz denilen bir hastalıktır. Kireçlenme eklem kıkırdağının herhangi bir nedenle yok olması, yıpranması sonucu açığa çıkar. Kireçlenme nelerde görülür?Kireçlenme yük taşıyan eklemlerde görülür. Yani kalça, diz hatta ayak bileği gibi vücut ağırlığını taşıyan eklemlerde artroz görülmesine daha sık rastlanır. Öncelikle diz ve kalçada, sonra ayak bileği ve elde artroz görülmektedir.Kireçlenme nedenleri nelerdir?Omuz kireçlenmesi nedir?Artroz omuzda görülürse bu omuz kireçlenmesidir. Aslında omuz çok sık eklem kireçlenmesinin yani artrozunun görüldüğü bir eklem değildir.Omuz kireçlenmesinin en sık nedeni omuz eklemini ilgilendiren kırıklar ve çıkıklardır. Ayrıca omuz rotator kuf denilen kas grubunun kronik hastalığı sonucu omuz ekleminin çalışmaması da kireçlenmeye neden olur. Bir de hemipleji gibi iskemik beyin atağı sonucu açığa çıkan hastalıklarda, omuzun kullanılmaması, kasların yeterli çalışamaması nedeniyle omuz kireçlenmesi gelişir.Omuz eklemi kolay kırılabilen ve çıkabilen bir eklemdir. Yaşlanma ile birlikte, omuzu hareket ettiren döndürücü kas grubunun ortak yapışma yerlerinin yırtılmasıyla ortaya çıkan rotator kuf sendromu, rotator kuf yetmezliği ve rotator kuf artropatisi durumları da omuzda kireçlenmeye neden olur. Romatizmal hastalıklar ve nörolojik nedenlerle eklemin çalışmamasına neden olan felçler omuzda kireçlenme yapabilir.Omuz kireçlenmesi nasıl anlaşılır?Omuz kireçlenmesinde hastalar ağrı ve hareket kısıtlılığı ile gelirler. Genellikle yüzlerini yıkayamama, abdest alamama, bir şeyi yerden alma, kaldırma ve taşımada zorlanma, kadınlarda çoğunlukla sutyenlerini çözememe veya çamaşırlarını giyip çıkaramama gibi şikayetler olur. Omuzun temel görevi eli ağza götürmektir. Omuz kireçlenmesinde hastalar bu hareketleri yapmakta güçlük çektiklerini ifade eder. Hastalar yemek yemek gibi basit bir işi bile yapamaz hale gelebilir. Omuz kireçlenmesinde ciddi bir kemik ağrısı gibi ağrı hissedilir. Ağrılarda gece artış görülür.Omuz kireçlenmesini anlamak için hangi testler yapılır?Omuz kireçlenmesi basit radyolojik bir gözlemle hemen anlaşılır.Omuz kireçlenmesinin tedavisi nasıl yapılır?Omuz kireçlenmesi erken evrede fark edildiyse, omuz çevresi kaslarını kuvvetlendirmeyi hedefleyen ev egzersizleri veya fizik tedavi hastayı rahatlatabilir. Hafif düzeyde ilaç tedavisi de eklenebilir. Buna rağmen iyilik sağlanamadıysa radyolojik olarak eklem kireçlenmesinin derecesine bakılır. Kireçlenme düzeyi ilerlediyse protez uygulanabilir. Omuz kireçlenmesinde eklemin iki yüzü de bozulduğu için total protez kullanılır. Saf bir omuz eklemi kireçlenmesinde rotator kuf denilen mekanizma sağlamsa klasik bir total omuz protezi konur. Ancak rotator kuf bozuksa o zaman reverse denilen ters omuz protezi tercih edilir. Omuz protezi ameliyatı nasıl yapılır?Omuz protezi ameliyatı açık cerrahi ile yapılır. Protez homeros denilen eklemi yapan kısma bir de glenoid denilen çukur kalan yere konulur. Bu eklem çevresindeki kaslar onarılınca omuz çıkmaz, yerinde sabit kalır. Sık sorulan sorularOmuz protezi ameliyatından sonra hastalar ne zaman iyileşir?Omuz protezi ameliyatından sonra belirli bir süre hastanın iyileşmesi için beklenir. Genellikle bu süre 3 haftadır. İyileşme ardından rehabilitasyon süreci başlar. Hastanın durumuna göre fizik tedavi ve rehabilitasyon 1 veya 1.5 ay devam eder.Omuz protezi ameliyatından sonra spor yapılabilir mi?Hasta 3 ya da 4 aydan sonra günlük aktivitesine dönebilir. Ancak hiçbir zaman için zorlayıcı eylemleri yapması önerilmez. Bütün protezlerde aşırı yüklenme, aşırı spordan kaçınılması önemlidir. Kontrollü bir yüzme yapılabilir ama raket gibi baş üstü sporlar, basketbol, voleybol tenis, halter kaldırma gibi omuz eklemine yük bindirecek her türlü eylemden uzak durulmalıdır.Kaslarda kireçlenme olur mu? Hayır. Kaslarda kireçlenme olmaz. Daha ziyade kasın travması nedeniyle kas içine olan kanamanın yarattığı kireçlenme söz konusudur.Elde kireçlenme görülür mü?Üst ekstremite yani kol ve ön kolda bulunan eklemler yük taşıyan eklemler değildir. Ancak başparmağın eldeki karpal kemik olarak adlandırılan kemikle yaptığı ve karpometakarpal eklem olarak adlandırılan eklemde kireçlenme çok sık görülebilir. çünkü Bu eklem yük taşıyan bir eklem karakterindedir.Omuz kireçlenmesi için hangi ilaçlar kullanılır?Omuz kireçlenmesinde nonsteroid antieflamatuar ilaçlar kullanılır. Ödem sökücü, ağrı kesici, kas gevşetici ilaçlar tedaviye eklenir. Bunlar ağızdan olduğu gibi lokal de kullanılabilir.Omuz kireçlenmesine iyi gelen doğal yöntemler nelerdir?Omuz kireçlenmesine ya da herhangi bir kireçlenme şikayetine iyi gelen doğal bir yöntem yoktur. Medikal tedavi gereklidir.Omuz kireçlenmesinde sırtta ağrı olur mu? Omuz kireçlenmesinde hem sırtta hem de hem kola doğru ve boyna yayılan geceleri uyandıran şiddetli ağrılar olabilir. | 4,575 |
520 | Hastalıklar | Omuz Çıkığı | Omuz eklemi insan vücudunda bulunan en hareketli eklemdir. Bu hareket yeteneği beraberinde en sık çıkıkların yaşandığı eklem olma özelliğini kazandırır. Her yıl her 100.000 kişiden 12 si omuz çıkığı ile hastanelere başvurur toplumda görülme sıklığı %2-8 arasında değişmektedir. Omuz eklemi insan vücudunda bulunan en hareketli eklemdir. Bu hareket yeteneği beraberinde en sık çıkıkların yaşandığı eklem olma özelliğini kazandırır. Her yıl her 100.000 kişiden 12 si omuz çıkığı ile hastanelere başvurur toplumda görülme sıklığı %2-8 arasında değişmektedir.
Omuz çıkığı nedir?En sık rastlanan çıkık kolun ve omzun yana açık ve dışa dönük olarak zorlanması sonucu oluşan öne çıkıklardır. Bu çıkıklar sırasında omzu yerinde tutan yapılar zarar görür, zarar gören yapılar, çıkığın ilk kez oluştuğu yaş, hastanın esnekliği gibi faktörler bu çıkıkların tekrarlama riskini arttırır.Omuz eklemi düz bir tabak (kürek kemiğindeki eklem yüzü, glenoid) ve bir topun (kol kemiğinin üst ucu, humerus üst ucu) eklem yaptığı çevresinde bağlar, eklem kapsülü, kısa kasların tendonların yerinde durmasını sağladığı bir yapıdır. Bu özellikler hareket konusunda üstünlük sağlarken çıkık oluşma riskini artırır. Eklemin öne çıkıkları %95 oranında gözlenir ve top kısmını tabaktan kayarak öne çıkması ile oluşur. Son derece ağrılıdır ve hasta kolunu oynatamaz omuz ekleminin olduğu bölge boş gözlenir. Nadiren diğer yönlere de çıkık oluşabilir. Her yaşta gözlenebilir ve beraberinde kırık, damar, sinir yaralanmaları gözlenebilir.Omuz çıkığı belirtileri nelerdir? Omuz bölgesinde şiddetli ağrı Omuz hareketlerinin kısıtlanması Omuzda şekil bozukluğunun gözle görülebilir hale gelmesi Morarma Omuz bölgesinde karıncalanma ve güçsüzlük hissi omuz çıkıklarının belirtisi olabilir.Omuz çıkığı nedenleri?Genellikle spor yaralanmaları ve travmalar sonucu oluşmaktadır. Zorlayıcı veya ters hareketler omuz çıkıklarına neden olabilir. Sporcularda kolun arka tarafa çok getiridiği hareketlerde sık görülebilir.Omuz çıkığı tanısı nasıl konur?Omuz çıkığı olan hasta; Şiddetli ağrı Kolu kullanamama Omuz eklemi bölgesinde şekil bozukluğu ile doktora başvurur.İlk basamak tedavi öncesi mutlaka röntgen görüntüleri elde edilmelidir, böylece eşlik eden kırıkların ve çıkığın yönü tayin edilebilir. Çıkık yerine yerleştirildikten sonrada röntgen incelemesi yapılmalıdır. Omuz yerine yerleştirildikten sonra Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRI) uygun şartlarda ağrı kontrol edildikten sonra elde edilmelidir. MRI eşlik eden kemik ve özellikle yumuşak doku yaralanmaları, bağ, tendon ve Labrum yaralanmaları konusunda bize bilgi verir.Omuz Çıkığı Tedavi YöntemiOmuz çıkığı belirli manevralarla yerine tekrar yerleştirilebilir. Omuz çıkığını yerleştirmek için omuz çıkığı redüksiyonu veya kapalı redüksiyon denilen yöntem kullanılır. Omuz çıkığı redüksiyonu yapmadan önce omuz kaslarının tamamen gevşemesi gerekir. Bu yüzden redüksiyon işleminden önce hastaya kas gevşetici ve yatıştırıcı verilmelidir. Omuz çıkığının tipine göre çok sayıda redüksiyon tekniği bulunmaktadır. Acı ve şişkinliğin şekline, omuz çıkığının tipine göre hastaya uygun redüksiyon yöntemi belirlenerek hafif manevralarla çıkık omuz yerine yerleştirilir. Omuz çıkığı yerleştirme işleminden hemen sonra yaşanan şiddetli ağrı geçer. Omuz çıkığı yerleştirme işleminden sonra omuz röntgeni çekilerek uygulamanın doğru yapılıp yapılmadığı kesinleştirilmelidir.Omuz çıkığı yerine yerleştirildikten sonra rehabilitasyon dönemi başlar. Rehabilitasyon döneminde; omuz çıkığı bandajı, omuz çıkığı ateli veya omuz çıkığı için kullanılan omuzluklarla omuz hareketsiz hale getirilir.Omuz bandajı, ateli veya omuz çıkığı için kullanılan omuzlukların çıkartılmasından sonra omuz ekleminin hareket, kuvvet ve stabilite seviyesini geri kazandırmak için fizik tedavi egzersizlerine başlanmalıdır.Fizik tedavi uzmanı, omuz kaslarını güçlendirmek ve omzun hareket kabiliyetini eski haline getirmek için yapabilecek pasif egzersizler konusunda hastaya göre bir planlama yapmaktadır. Bu dönemi hastanın daha rahat geçirebilmesi için ağrı kesici veya kas gevşetici ilaçlar kullanılabilir.Omuzun hareketsiz kaldığı rehabilitasyon döneminde dirsek, el bileği ve el hareket açıklığını kaybetmemesi için basit egzersizler yapılabilir. Omuzun hareketsiz kalacağı döneminin ne kadar süreceği omuz çıkığının durumuna ve hastanın tedaviye verdiği yanıta göre ortopedi ve travmatoloji uzmanı tarafından belirlenir. Omzun hareketsiz kalma süresi hastanın yaşına eşlik eden yaralanmalara göre değişebilmektedir.Omuz çıkıkları hakkında sık sorulan sorular Tekrarlama Riski Nedir?İlk çıkık oluştuktan sonra tekrarlayan çıkık gözlenme riski %14 ile %100 arasında değişir. Yapılan uzun süreli çalışmalarda omuz çıkığının ilk gözlendiği yaş tekrarlayan çıkıklarda en önemli faktör olarak saptanmıştır. İlk çıkık 20 yaş altında gözlendiğinde ve cerrahi tedavi uygulanmadığında %87 oranında tekrarlar, 30 yaşından sonra bu oran %30 düşmektedir. Özellikle aktif sporcular ve vücut seviyesinin üzerinde işinde kollarını kullananlarda tekrarlama riski yüksektir. Tekrarlayan çıkık olan haştaların 25 yıl içinde %39 oranında eklem harabiyeti gözlenmektedir.Bankart Lezyonu Nedir? (Tekrarlayan Omuz Çıkığı)Labrum yani omuz eklemini oluşturan tabak şeklindeki yapının (glenoid ) etrafını saran sert kıkırdak benzeri dokunun zedelenmesi ve yerinden ayrılmasına Bankart lezyonu denir. Bu kemik yapısında da ayrılma ve kırık ile şonuçlanıp kemiksel Bankart lezyonu oluşabilir. Kemik yaralanmanın da eşlik ettiği lezyonlar tekrarlayan çıkık için büyük risk oluşturur. Kaza sonucu oluşan çıkıklarda omzu çevreleyen kısa tendon, kemik, damar ve sinir yaralanması olabilir.Omuz Çıkığı AmeliyatıBirçok omuz çıkığı ameliyat olmadan başarılı bir şekilde tedavi edilebilmektedir. Omuz çıkığı ameliyatı olmadan tedavi olan kişiler normal yaşamlarına ve spor aktivitelerine dönebilmektedir. Ancak omuz çıkığının ameliyat gerektirdiği durumlar da yaşanabilmektedir. Genç yaşta, aktif sporcu ve ağır işlerde çalışan genç hastalarda ve tekrarlayan çıkıklarda cerrahi tedavi uygun seçenektirOmuz çıkığı ameliyatının amacı, omuzun mümkün olduğu kadar geniş hareket mesafesini korurken omuzu yerinde tutmaktır. Bu genellikle çıkık sırasında hasar gören yapıların onarımı ile yapılır. Bu, yırtık labrumun ve çevresindeki yapıların tamir edilmesini içerebilir.Artroskopik Omuz Çıkığı Ameliyatı (Omuz Çıkığı Kapalı Ameliyatı)Ortopedi uzmanları omuz çıkığının şekline göre değişmekle birlikte çoğu zaman hastanede daha az kalmayı gerektiren ve daha çabuk iyileşme imkanı sağlayan omuz çıkığı kapalı ameliyatı olarak da bilinen artroskopik omuz ameliyatını tercih etmektedir.Artroskopik omuz çıkığı ameliyatlarında küçük kesilerden omuzun içine ucunda ışık bulunan küçük bir kamera ve ameliyata kullanılacak cerrahi aletler yerleştirilir. Eklemin iç kısmında ne bir görüş sağlayan artroskopik cerrahide tendonlar, bağlar ve labrumdaki küçük ayrıntıları göstermek için görüntü birçok kez büyütülebilir. Bu sayede çevredeki dokulara zarar vermeden tamir edilecek bölgeye ulaşılır.Artroskopik omuz ameliyatlarında tekrarlayan omuz çıkıkların tamiriyle birlirte rotator manşet yırtıkları, kemik çıkıntılarını tıraşlaması, labrum yırtıkları tamiri, bağ tamiri de yapılabilmektedir.Omuz çıkıklarında açık cerrahi tekniklerde kullanılmaktadır. Ortopedi uzmanı, tekrarlanan yaralanmaların neden olduğu glenoid kemik kaybını onarmak için, vücudun başka bir bölümünden kemik grefti adı verilen bir parça kemik alarak omuza uygun şekilde yerleştirebilir. Omuz Çıkığı Ameliyatının Riskleri Nelerdir?Her cerrahi işlemde olduğu gibi omuz çıkığı ameliyatının da az olmakla birlikte riskleri bulunmaktadır. Enfeksiyon Sinir ve kan damarlarında yaralanma Planlanan onarımın yapılamaması Eklem sertliği Ağrı Tekrarlayan çıkık Ek ameliyat ihtiyacıDeneyimli bir omuz cerrahisi ekibi özel teknikler kullanarak bu riskleri en aza indirebilmektedir.Omuz Çıkığı Ameliyatları Ne Kadar Sürer?Omuz çıkığı ameliyatı genellikle 1 saat sürmektedir. Ancak ameliyat öncesi hazırlık ve ameliyat sonrası hastanın kendine gelme süreleri de eklenince bu süre 2 saati bulabilmektedir. Hastanın durumuna göre 1 veya 2 gün hastanede kaldıktan sonra eve gönderilebilir.Omuz Çıkığı Ne zaman İyileşir? Omuz çıkığı ameliyatından sora yapılan cerrahi işlemin detaylarına göre genellikle sınırlı hareket aralığında hafif bir egzersiz programı verilir. Genel olarak, hastalar ameliyattan 2-3 hafta sonra günlük yaşamda zorlayıcı olmayan hareketler yapabilirler. Kolun omuz askısı benzeri korumalı şekilde tutulması önerilir. Hastalar ameliyat sonrası yaklaşık 1 ay boyunca günlük yaşam, alışveriş ve araba kullanma gibi konularda yardıma ihtiyaç duyabilirler. Otomobil sürüşü için hasta gerekli işlevleri rahat ve güvenli bir şekilde yerine getirene kadar beklemelidir. Omuz çıkığı ameliyatı sağ omuzda yapılmışsa vites değiştirme kolunun aynı omuz olması nedeniyle bu süre daha da uzayabilir. Ortopedi ve Travmatoloji uzmanının onayının ardından hastalar ameliyattan 6 hafta sonra aşırı zorlamamak kaydıyla spora dönebilirler. Ortopedi ve Travmatoloji uzmanı, omuzun sertleşmesini önlemek için ameliyattan 2-3 hafta sonra omuz hareketliliğini kontrol eder. Genellikle iyileşme süreci, fizyoterapist eşliğinde ameliyattan 4-6 hafta sürmektedir. Ameliyattan birkaç ay sonra hastaların birçoğu omuzlarını normal aktiviteler için kullanabilmektedir. Temaslı sporlar veya omuzu yüksek yerinden çıkma riski taşıyan hareketler genellikle yaralanma sonrası 4-6 ay boyunca devam etmemelidir.Omuz Çıkık Ameliyatı Sonrası Fizik Tedavi Fizik tedavi sürecinde omuzun sertleşmesini önlemek için genellikle korumalı hareketler önerilmektedir. Omuzun güçlenmesi için yapılan fizik tedavi hareketlerinin yeniden yaralanmalara neden olmayacak şekilde düzenlenmelidir. Bu nedenle, Ortopedi ve Travmatoloji cerrahi veya süreci takip edin fizik tedavi uzmanı 3-6 ya hafta boyunca sınırlı hareket planlarken ikinci altı hafta boyunca egzersizleri güçlendirecektir. Hastaların tek başına yapabileceği egzersizlerin planlanması etkilidir. Egzersizler rahatsız edici, zor veya acı verici ise, hasta derhal cerrahla temasa geçmelidir.Omuz Çıkığını Önlemek İçin Neler Yapmak Gerekir? Omuz çıkığına neden olabilecek aktivitelerden uzak durulmalıdır. Düşmemek için dikkat edilmelidir. Omuz hareketlerini içeren spor yapılıyorsa, omuz uygun şekilde güçlendirilmelidir. Spor öncesi gerekli germe ve esneme egzersizleri yapılmalıdır. Yapılan spora göre omzu korumak için koruyucu kıyafet giyilmesi gerekiyorsa ihmal edilmemelidir. Daha önce bir omuz çıkığı yaşayan kişilerin yaralı omzu güçlendirmek için rehabilitasyon ve egzersiz yapmaları tekrarlayan omuz çıkıklarının önüne geçebilmektedir.
Omuz çıkığı nedir?En sık rastlanan çıkık kolun ve omzun yana açık ve dışa dönük olarak zorlanması sonucu oluşan öne çıkıklardır. Bu çıkıklar sırasında omzu yerinde tutan yapılar zarar görür, zarar gören yapılar, çıkığın ilk kez oluştuğu yaş, hastanın esnekliği gibi faktörler bu çıkıkların tekrarlama riskini arttırır.Omuz eklemi düz bir tabak (kürek kemiğindeki eklem yüzü, glenoid) ve bir topun (kol kemiğinin üst ucu, humerus üst ucu) eklem yaptığı çevresinde bağlar, eklem kapsülü, kısa kasların tendonların yerinde durmasını sağladığı bir yapıdır. Bu özellikler hareket konusunda üstünlük sağlarken çıkık oluşma riskini artırır. Eklemin öne çıkıkları %95 oranında gözlenir ve top kısmını tabaktan kayarak öne çıkması ile oluşur. Son derece ağrılıdır ve hasta kolunu oynatamaz omuz ekleminin olduğu bölge boş gözlenir. Nadiren diğer yönlere de çıkık oluşabilir. Her yaşta gözlenebilir ve beraberinde kırık, damar, sinir yaralanmaları gözlenebilir.Omuz çıkığı belirtileri nelerdir?Omuz çıkığı nedenleri?Genellikle spor yaralanmaları ve travmalar sonucu oluşmaktadır. Zorlayıcı veya ters hareketler omuz çıkıklarına neden olabilir. Sporcularda kolun arka tarafa çok getiridiği hareketlerde sık görülebilir.Omuz çıkığı tanısı nasıl konur?Omuz çıkığı olan hasta;İlk basamak tedavi öncesi mutlaka röntgen görüntüleri elde edilmelidir, böylece eşlik eden kırıkların ve çıkığın yönü tayin edilebilir. Çıkık yerine yerleştirildikten sonrada röntgen incelemesi yapılmalıdır. Omuz yerine yerleştirildikten sonra Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRI) uygun şartlarda ağrı kontrol edildikten sonra elde edilmelidir. MRI eşlik eden kemik ve özellikle yumuşak doku yaralanmaları, bağ, tendon ve Labrum yaralanmaları konusunda bize bilgi verir.Omuz Çıkığı Tedavi YöntemiOmuz çıkığı belirli manevralarla yerine tekrar yerleştirilebilir. Omuz çıkığını yerleştirmek için omuz çıkığı redüksiyonu veya kapalı redüksiyon denilen yöntem kullanılır. Omuz çıkığı redüksiyonu yapmadan önce omuz kaslarının tamamen gevşemesi gerekir. Bu yüzden redüksiyon işleminden önce hastaya kas gevşetici ve yatıştırıcı verilmelidir. Omuz çıkığının tipine göre çok sayıda redüksiyon tekniği bulunmaktadır. Acı ve şişkinliğin şekline, omuz çıkığının tipine göre hastaya uygun redüksiyon yöntemi belirlenerek hafif manevralarla çıkık omuz yerine yerleştirilir. Omuz çıkığı yerleştirme işleminden hemen sonra yaşanan şiddetli ağrı geçer. Omuz çıkığı yerleştirme işleminden sonra omuz röntgeni çekilerek uygulamanın doğru yapılıp yapılmadığı kesinleştirilmelidir.Omuz çıkığı yerine yerleştirildikten sonra rehabilitasyon dönemi başlar. Rehabilitasyon döneminde; omuz çıkığı bandajı, omuz çıkığı ateli veya omuz çıkığı için kullanılan omuzluklarla omuz hareketsiz hale getirilir.Omuz bandajı, ateli veya omuz çıkığı için kullanılan omuzlukların çıkartılmasından sonra omuz ekleminin hareket, kuvvet ve stabilite seviyesini geri kazandırmak için fizik tedavi egzersizlerine başlanmalıdır.Fizik tedavi uzmanı, omuz kaslarını güçlendirmek ve omzun hareket kabiliyetini eski haline getirmek için yapabilecek pasif egzersizler konusunda hastaya göre bir planlama yapmaktadır. Bu dönemi hastanın daha rahat geçirebilmesi için ağrı kesici veya kas gevşetici ilaçlar kullanılabilir.Omuzun hareketsiz kaldığı rehabilitasyon döneminde dirsek, el bileği ve el hareket açıklığını kaybetmemesi için basit egzersizler yapılabilir. Omuzun hareketsiz kalacağı döneminin ne kadar süreceği omuz çıkığının durumuna ve hastanın tedaviye verdiği yanıta göre ortopedi ve travmatoloji uzmanı tarafından belirlenir. Omzun hareketsiz kalma süresi hastanın yaşına eşlik eden yaralanmalara göre değişebilmektedir.Omuz çıkıkları hakkında sık sorulan sorular Tekrarlama Riski Nedir?İlk çıkık oluştuktan sonra tekrarlayan çıkık gözlenme riski %14 ile %100 arasında değişir. Yapılan uzun süreli çalışmalarda omuz çıkığının ilk gözlendiği yaş tekrarlayan çıkıklarda en önemli faktör olarak saptanmıştır. İlk çıkık 20 yaş altında gözlendiğinde ve cerrahi tedavi uygulanmadığında %87 oranında tekrarlar, 30 yaşından sonra bu oran %30 düşmektedir. Özellikle aktif sporcular ve vücut seviyesinin üzerinde işinde kollarını kullananlarda tekrarlama riski yüksektir. Tekrarlayan çıkık olan haştaların 25 yıl içinde %39 oranında eklem harabiyeti gözlenmektedir.Bankart Lezyonu Nedir? (Tekrarlayan Omuz Çıkığı)Labrum yani omuz eklemini oluşturan tabak şeklindeki yapının (glenoid ) etrafını saran sert kıkırdak benzeri dokunun zedelenmesi ve yerinden ayrılmasına Bankart lezyonu denir. Bu kemik yapısında da ayrılma ve kırık ile şonuçlanıp kemiksel Bankart lezyonu oluşabilir. Kemik yaralanmanın da eşlik ettiği lezyonlar tekrarlayan çıkık için büyük risk oluşturur. Kaza sonucu oluşan çıkıklarda omzu çevreleyen kısa tendon, kemik, damar ve sinir yaralanması olabilir.Omuz Çıkığı AmeliyatıBirçok omuz çıkığı ameliyat olmadan başarılı bir şekilde tedavi edilebilmektedir. Omuz çıkığı ameliyatı olmadan tedavi olan kişiler normal yaşamlarına ve spor aktivitelerine dönebilmektedir. Ancak omuz çıkığının ameliyat gerektirdiği durumlar da yaşanabilmektedir. Genç yaşta, aktif sporcu ve ağır işlerde çalışan genç hastalarda ve tekrarlayan çıkıklarda cerrahi tedavi uygun seçenektirOmuz çıkığı ameliyatının amacı, omuzun mümkün olduğu kadar geniş hareket mesafesini korurken omuzu yerinde tutmaktır. Bu genellikle çıkık sırasında hasar gören yapıların onarımı ile yapılır. Bu, yırtık labrumun ve çevresindeki yapıların tamir edilmesini içerebilir.Artroskopik Omuz Çıkığı Ameliyatı (Omuz Çıkığı Kapalı Ameliyatı)Ortopedi uzmanları omuz çıkığının şekline göre değişmekle birlikte çoğu zaman hastanede daha az kalmayı gerektiren ve daha çabuk iyileşme imkanı sağlayan omuz çıkığı kapalı ameliyatı olarak da bilinen artroskopik omuz ameliyatını tercih etmektedir.Artroskopik omuz çıkığı ameliyatlarında küçük kesilerden omuzun içine ucunda ışık bulunan küçük bir kamera ve ameliyata kullanılacak cerrahi aletler yerleştirilir. Eklemin iç kısmında ne bir görüş sağlayan artroskopik cerrahide tendonlar, bağlar ve labrumdaki küçük ayrıntıları göstermek için görüntü birçok kez büyütülebilir. Bu sayede çevredeki dokulara zarar vermeden tamir edilecek bölgeye ulaşılır.Artroskopik omuz ameliyatlarında tekrarlayan omuz çıkıkların tamiriyle birlirte rotator manşet yırtıkları, kemik çıkıntılarını tıraşlaması, labrum yırtıkları tamiri, bağ tamiri de yapılabilmektedir.Omuz çıkıklarında açık cerrahi tekniklerde kullanılmaktadır. Ortopedi uzmanı, tekrarlanan yaralanmaların neden olduğu glenoid kemik kaybını onarmak için, vücudun başka bir bölümünden kemik grefti adı verilen bir parça kemik alarak omuza uygun şekilde yerleştirebilir. Omuz Çıkığı Ameliyatının Riskleri Nelerdir?Her cerrahi işlemde olduğu gibi omuz çıkığı ameliyatının da az olmakla birlikte riskleri bulunmaktadır.Deneyimli bir omuz cerrahisi ekibi özel teknikler kullanarak bu riskleri en aza indirebilmektedir.Omuz Çıkığı Ameliyatları Ne Kadar Sürer?Omuz çıkığı ameliyatı genellikle 1 saat sürmektedir. Ancak ameliyat öncesi hazırlık ve ameliyat sonrası hastanın kendine gelme süreleri de eklenince bu süre 2 saati bulabilmektedir. Hastanın durumuna göre 1 veya 2 gün hastanede kaldıktan sonra eve gönderilebilir.Omuz Çıkığı Ne zaman İyileşir?Omuz Çıkık Ameliyatı Sonrası Fizik TedaviOmuz Çıkığını Önlemek İçin Neler Yapmak Gerekir? | 6,774 |
521 | Hastalıklar | Orta Kulak İltihabı | Orta kulak iltihabı, kulak zarının arkasındaki içi hava dolu boşluk olan orta kulağın enfeksiyonu nedeniyle kulak zarının arkasında sıvı birikmesi, kızarıklık ve şişme meydana gelmesidir. Kulak; dış, iç ve orta kısımlardan oluşur. Orta kulak ile bağlantıyı sağlayan östaki borusunun tıkanması orta kulak iltihabının oluşmasına zemin hazırlar. Diğer adı otitis media olan orta kulak iltihabı yetişkinlerde de görülmekle birlikte daha çok çocuklarda ortaya çıkar ve ağrılı geçer. Orta kulak iltihabı, kulak ağrısı, kulak akıntısı, kulakta dolgunluk veya tıkanıklık hissi ve buna bağlı işitmede azalma ve ateş gibi belirtiler ile kendini gösterir.Orta kulak iltihabı, kulak zarının arkasındaki içi hava dolu boşluk olan orta kulağın enfeksiyonu nedeniyle kulak zarının arkasında sıvı birikmesi, kızarıklık ve şişme meydana gelmesidir. Kulak; dış, iç ve orta kısımlardan oluşur. Orta kulak ile bağlantıyı sağlayan östaki borusunun tıkanması orta kulak iltihabının oluşmasına zemin hazırlar. Diğer adı otitis media olan orta kulak iltihabı yetişkinlerde de görülmekle birlikte daha çok çocuklarda ortaya çıkar ve ağrılı geçer. Orta kulak iltihabı, kulak ağrısı, kulak akıntısı, kulakta dolgunluk veya tıkanıklık hissi ve buna bağlı işitmede azalma ve ateş gibi belirtiler ile kendini gösterir.
Orta Kulak İltihabı Nedir? Orta kulak iltihabı, bir virüs veya bakterinin kulak zarının arkasındaki boşluğu enfekte etmesi sonucu kulak ağrısı, ateş, baş dönmesi ve işitme anormallikleri ile kendini gösteren orta kulağın enfeksiyonudur. Virüs veya bakterilerin kulak zarının arkasındaki boşluğa ulaşması orta kulak enfeksiyonuna neden olur. Orta kulağın enfekte olmasındaki yaygın nedenler, alerji, soğuk algınlığı, boğaz ağrısı ve solunum yolu enfeksiyonudur. Genellikle bir bakteri veya virüs orta kulak iltihabının oluşumna neden olur. Enfeksiyon genellikle burun, boğaz ve kulakların içinde tıkanıklığa ve şişmeye neden olan soğuk algınlığı, grip veya alerji ile karakterizedir ve bu şekilde görülmeye başlar. Orta kulak enfeksiyonu görülen bazı kişilerde kulak enfeksiyonu olma olasılığı daha yüksektir. Kulak ağrısı, kulaktan sıvı gelmesi ve duyma güçlüğü bazı belirtiler olarak ortaya çıkar. Orta kulak iltihabı olan çocuklarda ateş olabilir, çocuk yemek istemeyebilir ve huysuzluk yapabilir. Çoğu kulak enfeksiyonu bir veya iki hafta içinde kendiliğinden geçerken bazı vakalar ise antibiyotiklere ihtiyaç duyar.Orta Kulak İltihabının türleri nelerdir?Orta kulak iltihabı akut, efüzyonlu ve kronik bir şekilde ortaya çıkar. Akut orta kulak iltihabı genellikle aniden ortaya çıkar ancak geçici bir durumdur. Efüzyonlu orta kulak iltihabında orta kulak boşluğunda sıvı bulunur. Kronik orta kulak iltihabı ise kulak zarında kalıcı bir deliğin olduğu senaryodur. Orta kulak iltihabının türleri detaylı olarak şöyle açıklanabilir:Akut orta kulak iltihabıAkut orta kulak iltihabı aniden ortaya çıkar. Şişmeye ve kızarıklığa neden olur. Ateş ve kulak ağrısı olabilir.Efüzyonlu(sıvı) orta kulak iltihabıOrta kulak boşluğunda sıvı bulunması halidir. Genellikle daha önce geçirilmiş akut orta kulak iltihaplarından sonra görülür. Bu durum daha ziyade okul öncesi dönem çağındaki çocuklarda görülür. Belirtisi son derece sinsi olduğundan hastalık fark edilmeyebilir ve bu nedenle de en sık işitme kaybı nedeni olarak bilinir. Orta kulaklarında sıvı bulunan çocuklar genellikle işitmeleri az olacağı için sesi duyamayabilirler. Bu çocuklar televizyonun sesini açabilir ya da daha yakın izleyebilir, konuşmaları tekrarlatabilir, davranış bozuklukları gösterebilir, içine kapanık olabilir ya da okulda başarısız olabilirler. hi tedavi olarak hastalara kulak zarına ventilasyon tüpü, geniz eti ameliyatı ya da bademcik ameliyatı yapılabilir.Kronik orta kulak iltihabıKronik orta kulak iltihabının kulakta yapmış olduğu patolojik seyir değişiktir. Kulak zarında kalıcı delik olması ile karakterli bir durumdur. Kronik orta kulak iltihabı orta kulak boşluğu, östaki tüpü ve orta kulakla ilişkili olan mastoid hücre boşluklarındaki mukozanın kronik iltihaplanmasıdır. Kronik orta kulak iltihabının belirtileri; kulak akıntısı, delik kulak zarı ve genellikle iletim tipi işitme kaybı ile olur. Kulak akıntısı bazen düzelir. Sonra tekrar başlar. Bu belirtiler üç aydan fazla olursa hastalık kronik olarak kabul edilir. Orta Kulak İltihabı Belirtileri Nelerdir?Orta kulak iltihabının her yaşta görülen yaygın belirtileri, bir veya her iki kulakta ağrı, kulakta tıkanıklık, işitme güçlüğü, kulaktan sıvı gelmesi, kulakta çınlama ve ateştir. Orta kulak iltihabı belirtileri şu şekildedir; Kulak ağrısı Kulakta tıkanıklık hissi Kulak akıntısı İşitmede azalma Kulak çınlaması Yüksek ateş Denge kaybıÇocuklarda Orta Kulak İltihabı BelirtileriÇocuklarda orta kulak iltihabı, ani başlayan kulak ağrısı, ateş, her zamankinden daha fazla ağlama, huzursuzluk, elini kulağa götürme gibi belirtiler ile kendini gösterir.Genel olarak çocuklarda orta kulak iltihabı belirtileri şu şekildedir; Kulak ağrısı Uyku problemi Huzursuzluk ve ağlama İşitme güçlüğü ve/veya kaybı Yüksek ateş Kulaktan akıntı gelmesi İştah kaybı Elin devamlı kulağa götürülmesiOrta Kulak İltihabı Neden Olur?Orta kulak enfeksiyonun en yaygın nedeni virüs veya enfeksiyon kaynaklı olarak ortaya çıkan geniz akıntısı, soğuk algınlığı, boğaz ağrısı veya solunum yolu enfeksiyonlarıdır. Orta kulak iltihabına neden olan nedenler şu şekilde sıralanabilir: Östaki borusu: Orta kulak iltihabının çocuklarda daha sık görülmesinin en önemli nedeni östaki tüpü kaynaklıdır. Orta kulaktaki hava basıncının düzenlenmesi, kulaktaki havanın yenilenmesi ve orta kulaktan normal salgıları boşaltılmasına yardımcı olan östaki kanalı çocuklarda daha kısa, daha yatay ve daha geniştir. Bu da içeride biriken sıvının dışarı çıkartılmasını zorlaştırarak tıkanma olasılığını artırır. Geniz akıntısı: Adenoid yani geniz eti östaki kanalının açıklığına yakın bir bölgededir. Çocuklarda yetişkinlere göre daha büyük olan geniz etinin çeşitli nedenlere bağlı olarak şişmesi kulak enfeksiyon riskini artırmaktadır. Yaş: orta kulak enfeksiyonu 6 ay – 2 yaş arasında daha sık görülür. Prematüre doğum veya düşük doğum ağırlığı Yarık damak, baş - yüz anomalileri veya Down sendromu gibi kişisel risk faktörleri Sigara dumanına maruziyet Anne sütünün az alınması veya biberonla beslenme gibi çevresel faktörler de orta kulak iltihabının sebepleri arasındadır.Orta Kulak İltihabı Nasıl Teşhis Edilir?Kulak Burun Boğaz doktoru hastalığın belirtileri ve muayene ile birlikte orta kulak enfeksiyonu teşhisi koyabilir. Doktor muayene sırasında kulaklara, boğaz ve buruna ışıklı bir aletle bakarak geçiş yollarında bir sorun olup olmadığını kontrol edecektir. Akut orta kulak iltihabında kulak zarı genellikle kızarık ve bombe görülür. Kronik orta kulak iltihabında kulak zarında delinme, çökme veya orta kulağa yapışma yaşanabilir. Kulak zarının delinmesi ve akıntını olduğu durumlarda akıntıdan kültür örneği alınarak orta kulak iltihabına hangi bakterinin yol açtığı anlaşılabilir.Orta kulak iltihabı teşhisini kesinleştirmek için bir takım ek test ve tetkikler yapılabilmektedir.Pnömatik otoskop:Orta kulak iltihabı teşhisi konulmasında kullanılan bir araçtır. Pnömatik otoskop ile kulak zarına çok hafif hava üflenirken doktor kulak zarı arkasında sıvı birikimi olup olmadığını inceler.Timpanometre:Bu test ile kulak zarı hareketi ölçülerek orta kulaktaki basınç hakkında fikir sahibi olunur.Akustik reflektometriBu test kulak zarından ne kadar sesin yansıdığını ölçer. Sesin çoğunu emmesi gereken kulak zarı orta kulakta sıvı varsa sesi geri yansıtmaktadır.Orta Kulak İltihabı Nasıl Geçer?Orta kulak enfeksiyonlarının belirtileri genellikle ilk birkaç gün içinde düzelmeye başlar. Çoğu orta kulak iltihabı herhangi bir tedavi olmadan 1-2 hafta içinde tamamen geçebilir. Orta kulak iltihabının tedavisinde antibiyotikler çok sıklıkla kullanılmaktadır. Antibiyotikleri çok sık ve gereksiz kullanılması bakterilerin ilaçlara karşı direncini artırabildiği için doktora danışmadan antibiyotik kullanılmamalıdır. Doktorun tavsiye edeceği basit ağrı kesiciler kullanılabilir. Ağrıyı hafifletmek için kulağa sıcak pres uygulanabilir. Pamukla kulak akıntıları silinmelidir. Kulak temizleme çubuğu veya parmak kesinlikle kulağın içine sokulmamalıdır. Su veya şampuanının kulak içine girmemesine özen gösterilmelidir.Orta kulak iltihabı bitkisel olarak tedavi edilir mi?Orta kulak iltihabının bitkisel tedavisi bulunmamaktadır. Orta kulak iltihabının bitkisel tedavisi adı altında: Tuz Sarımsak Soğan Çay ağacı yağı Zeytinyağı Elma sirkesi Fesleğen Güzelavrat otu Kirpi otu Kurtboğan Sarıpapatya gibi birçok bitki ve çiçeklerin kullanıldığı yöntem gündeme gelmektedir. Ancak orta kulak iltihabının bitkisel veya doğal tedavisi adı altında gündeme gelen bu tür yöntemlerin orta kulak iltihabı tedavisinde yeri yoktur.Orta Kulak İltihabı Nasıl Tedavi Edilir?Akut orta kulak iltihabi için çok sık antibiyotik verilmekte olup, ilaç tedavisinin yetersiz kaldığı durumlarda kulak tüpü kullanılabilir. Orta kulak iltihabı ameliyatı hastalığının durumuna göre değişebilmektedir.Orta Kulak İltihabı Tedavi Edilmezse Ne Olur?Orta kulak enfeksiyonlarının birçoğu her hangi bir soruna neden olmaz. Ancak sık sık tekrarlayan ve tedavi edilmeyen orta kulak enfeksiyonları daha ciddi sorunlara yol açabilir. Başın diğer bölgelerinde enfeksiyon Kulak zarının yırtılması İşitme bozukluğu veya kalıcı işitme kaybı İşitme sorununun bebek veya çocuklarda olması durumunda konuşma ve sosyal gelişim becerilerinde gecikmeler Yüzde sinir felci, menenjit olabilir.Orta kulak iltihabı tedavisinde hangi ilaçlar kullanılır? Orta kulak iltihabı ilaçları ağrıyı dindirmek ve enfeksiyonu gidermek için kullanılır. Yaşanan ağrıyı dindirmek için reçetesiz satılan asetaminofen veya ibuprofen içeren ilaçlar alınabilir. Orta kulak iltihabı sonucu kulak zarında delik veya yırtılma yoksa ağrıyı hafifletmek için anestezik damla kullanılabilir. Orta kulak iltihabı damlaları hazır olabileceği gibi eczanelerde hazırlanan el yapımı damlalar da kullanılabilmektedir. Ağızdan veya kulak damlası olarak kullanılan antibiyotikler orta kulak iltihabı tedavisinde kullanılan ilaçlar arasındadır. Burun tıkanıklığında kullanılan dekonjestan ve alerjilerde kullanılan antihistaminik ilaçlar orta kulak iltihabı tedavisinde faydası tartışmalıdır.Orta Kulak İltihabı Olmamak İçin Nelere Dikkat Edilmelidir? Orta kulak iltihabı genellikle üst solunum yolu enfeksiyonlarından sonra yaşanmaktadır. Üst solunum yolu enfeksiyonlarına yönelik önlemler almak orta kulak iltihabı olmamak için önemlidir. Sigara dumanına maruziyetten kaçınılmalı. Bebekler mümkün olduğu kadar anne sütü ile emzirilmelidir. Anne sütü, kulak enfeksiyonlarından korunma sağlayabilen antikorlar içerir. Bebeğinizi biberon ile besliyorsanız mümkün olduğu kadar dik tutmaya çalışılmalıdır.Orta Kulak İltihabı ile İlgili Sık Sorulan SorularOrta kulak iltihabı nasıl olur?Orta kulak boğaza, östaki borusu adı verilen bir kanalla bağlanır. Alerji, soğuk algınlığı, boğaz enfeksiyonu veya solunum yolu enfeksiyonu östaki tüpü etrafındaki alanın şişmesine neden olabilir. Bu durum sıvının orta kulaktan genize boşalmasını önleyebilir. Genize boşalamayan sıvı kulak zarı arkasında toplanır. Bu sıvıda üreyen bakteri ve virüsler orta kulak enfeksiyonuna zemin hazırlayabilir.Orta kulak iltihabına ne iyi gelir?Kulağa bir kaç damla oksijenli su damlatılması, sıcak veya soğuk kompres, tuzlu su gargarası, enfeksiyon olan kulağın tersi tarafa uyumak, kulağın kuru tutulması, istirahat etmek ve bol sıvı tüketmek orta kulak iltihabına iyi gelir. Orta kulak iltihabı tedavisinde gerekirse ağrı ve ateşi hafifletmek için doktor onayıyla parasetamol veya ibuprofen de kullanılabilir.Orta kulak iltihabına hangi bakteriler yol açar?Streptococcus pneumoniae ve Haemophilus influenzae (tiplendirilemeyen) adı verilen bakteriler orta kulak enfeksiyonuna neden olan en yaygın iki bakteridir. Bunun dışında soğuk algınlığına neden olan virüsler gibi virüsler de orta kulak enfeksiyonuna yol açabilir.Orta kulak iltihabında hangi doktora görünülür?Orta kulak iltihabı teşhis ve tedavisi Kulak Burun Boğaz doktorları tarafından yapılır.Orta kulak iltihabında tüp takılma tedavisiOrta kulakta biriken sıvı kullanılan ilaç veya antibiyotiklere rağmen düzelmeyebilir. Sürekli tekrarlayan orta kulak iltihapları, kendi kendine ya da medikal tedavi ile iyileşmeyen orta kulak iltihaplanmalarında ve kulak zarı çökmelerinde kulak orta kulak iltihabı tüp takılması ameliyatı yapılabilir. Orta kulak tüp takılması sırasında kulak burun boğaz cerrahı kulak zarı içinde küçük bir delik açar. Orta kulağın havalandırılmasına yardımcı olmak ve daha fazla sıvı birikmesini önlemek için açıklığa küçük bir tüp (timpanostomi tüpü) yerleştirilir. Bazı kulak tüplerinin altı ay boyunca yerinde kalması ve sonra kendi kendine düşmesi amaçlanır. Diğer tüpler daha uzun süre kalacak şekilde tasarlanmıştır ve cerrahi olarak çıkarılması gerekebilir. Kulak zarı genellikle tüp çıkartıldıktan sonra kendi kendine kapanır.Orta kulak iltihabı ameliyatı hangi durumlarda ve nasıl yapılır? Kronik orta kulak iltihabı tedavisinde kullanılan ilaçların yanıt vermediği durumlarda cerrahi tedavi önerilmektedir. Cerrahi tedavide hastalığın boyutuna göre ameliyatlar uygulanır. Kulak zarında delik olup başkaca patolojisi olmayan hastalarda kulak zarı tamiri ameliyatları (Timpanoplasti) yapılır. Bu ameliyatlarda genellikle kulak mikroskopu kullanılır. Bunun içinde hastaların büyük çoğunluğunda kulak arkasından ya da kulak kepçesini ön üst kısmımdan kesi uygulanarak ameliyat yapılır. Daha ileri hastalığı olan durumlarda ise kulağın arkasındaki kemikte tedavi edilmelidir. Kolesteatom kulak hastalıkları içinde en önem arz eden ve tedavisinin geciktirilmeden yapılması gereken bir durumdur. Kolesteatom, normalde olmaması gereken derimizin orta kulak içinde bulunması halidir. Bu durumda kolesteatom giderek büyüyerek etrafında bulunan tüm komşu dokulara hasar verir. Böylece yüz felcinden beyinde hasarlara kadar değişen komplikasyonlara neden olur. Kolesteatomlu kronik orta kulak iltihabı tedavisinde cerrahi çok bekletilmeden yapılarak kemik içindeki hastalıklı dokular çıkarılmalı ve gerekli rehabilitasyon yapılmalıdır.Orta kulak iltihabı için endoskopik ameliyat seçeneği Son zamanlarda uygun olan hastalarda kulak mikroskopu yerine endoskopik aletler kullanılarak ameliyat yapılmaktadır. Bu durumda hastalığa ulaşabilmek daha kolay olur. Endoskopik ameliyat sayesinde kulak arkasından kesi yapılmaz ve hastalara kulak kanalından girilerek daha az doku çıkartılan bir işlem gerçekleştirilmiş olur. Endoskopik kulak ameliyatlarında ameliyat süresinin az olması, yapılan müdahalelerde daha az sağlıklı doku çıkartılması ve kesi olmaması hastalarda avantaj oluşturur. Bu hastalarda operasyon sonrası dönem çok daha ağrısız ve rahat geçerken iyileşmede daha erken olur.Akut orta kulak iltihabı çok sık yaşanır mı?Orta kulak iltihabı özellikle çocuklar arasında çok yaygın bir rahatsızlıktır. 3 yaşından önce çocukların %80 kadarının en az bir kez orta kulak iltihabı geçirdiği bilinmektedir.Orta kulak iltihabı bulaşıcı mıdır?Orta kulak iltihabı bulaşıcı değildir. Çocukların veya yetişkinlerin birbirlerine orta kulak iltihabını bulaştırması mümkün değildir. Bununla birlikte, orta kulak iltihabı genellikle geçirilen viral enfeksiyonun ardından yaşanmaktadır. Bu viral enfeksiyonlar bulaşıcıdır.Küçük çocuklarda kulak enfeksiyonu neden daha çok görülür?Orta kulaktan burun ve boğazın arkasına kadar uzanan bir kanal olan östaki borusu, bebeklerde ve küçük çocuklarda daha kısa ve yataydır. Bu da östaki kanalının daha kolay tıkanabilmesine neden olmaktadır. Bununla birlikte küçük çocuklar düşük bağışıklık sistemlerine sahiptir.Orta kulak iltihabı hangi komplikasyonlara yol açabilir?Orta kulak iltihabının nadir vakalarında daha ciddi enfeksiyon ve komplikasyonlar gelişebilir. Örneğin: kulak zarının yırtılması, enfeksiyonun yakındaki dokulara yayılması, kulağın arkasındaki kemiklerin enfeksiyonu (mastoidit) veya beyin zarının enfeksiyonu, (menenjit) kronik orta kulak iltihabı ve beyinde veya çevresinde irin toplanması (apse) bu komplikasyonlar arasında yer alır.
Orta Kulak İltihabı Nedir? Orta kulak iltihabı, bir virüs veya bakterinin kulak zarının arkasındaki boşluğu enfekte etmesi sonucu kulak ağrısı, ateş, baş dönmesi ve işitme anormallikleri ile kendini gösteren orta kulağın enfeksiyonudur. Virüs veya bakterilerin kulak zarının arkasındaki boşluğa ulaşması orta kulak enfeksiyonuna neden olur. Orta kulağın enfekte olmasındaki yaygın nedenler, alerji, soğuk algınlığı, boğaz ağrısı ve solunum yolu enfeksiyonudur. Genellikle bir bakteri veya virüs orta kulak iltihabının oluşumna neden olur. Enfeksiyon genellikle burun, boğaz ve kulakların içinde tıkanıklığa ve şişmeye neden olan soğuk algınlığı, grip veya alerji ile karakterizedir ve bu şekilde görülmeye başlar. Orta kulak enfeksiyonu görülen bazı kişilerde kulak enfeksiyonu olma olasılığı daha yüksektir. Kulak ağrısı, kulaktan sıvı gelmesi ve duyma güçlüğü bazı belirtiler olarak ortaya çıkar. Orta kulak iltihabı olan çocuklarda ateş olabilir, çocuk yemek istemeyebilir ve huysuzluk yapabilir. Çoğu kulak enfeksiyonu bir veya iki hafta içinde kendiliğinden geçerken bazı vakalar ise antibiyotiklere ihtiyaç duyar.Orta Kulak İltihabının türleri nelerdir?Orta kulak iltihabı akut, efüzyonlu ve kronik bir şekilde ortaya çıkar. Akut orta kulak iltihabı genellikle aniden ortaya çıkar ancak geçici bir durumdur. Efüzyonlu orta kulak iltihabında orta kulak boşluğunda sıvı bulunur. Kronik orta kulak iltihabı ise kulak zarında kalıcı bir deliğin olduğu senaryodur. Orta kulak iltihabının türleri detaylı olarak şöyle açıklanabilir:Akut orta kulak iltihabıAkut orta kulak iltihabı aniden ortaya çıkar. Şişmeye ve kızarıklığa neden olur. Ateş ve kulak ağrısı olabilir.Efüzyonlu(sıvı) orta kulak iltihabıOrta kulak boşluğunda sıvı bulunması halidir. Genellikle daha önce geçirilmiş akut orta kulak iltihaplarından sonra görülür. Bu durum daha ziyade okul öncesi dönem çağındaki çocuklarda görülür. Belirtisi son derece sinsi olduğundan hastalık fark edilmeyebilir ve bu nedenle de en sık işitme kaybı nedeni olarak bilinir. Orta kulaklarında sıvı bulunan çocuklar genellikle işitmeleri az olacağı için sesi duyamayabilirler. Bu çocuklar televizyonun sesini açabilir ya da daha yakın izleyebilir, konuşmaları tekrarlatabilir, davranış bozuklukları gösterebilir, içine kapanık olabilir ya da okulda başarısız olabilirler. hi tedavi olarak hastalara kulak zarına ventilasyon tüpü, geniz eti ameliyatı ya da bademcik ameliyatı yapılabilir.Kronik orta kulak iltihabıKronik orta kulak iltihabının kulakta yapmış olduğu patolojik seyir değişiktir. Kulak zarında kalıcı delik olması ile karakterli bir durumdur. Kronik orta kulak iltihabı orta kulak boşluğu, östaki tüpü ve orta kulakla ilişkili olan mastoid hücre boşluklarındaki mukozanın kronik iltihaplanmasıdır. Kronik orta kulak iltihabının belirtileri; kulak akıntısı, delik kulak zarı ve genellikle iletim tipi işitme kaybı ile olur. Kulak akıntısı bazen düzelir. Sonra tekrar başlar. Bu belirtiler üç aydan fazla olursa hastalık kronik olarak kabul edilir. Orta Kulak İltihabı Belirtileri Nelerdir?Orta kulak iltihabının her yaşta görülen yaygın belirtileri, bir veya her iki kulakta ağrı, kulakta tıkanıklık, işitme güçlüğü, kulaktan sıvı gelmesi, kulakta çınlama ve ateştir. Orta kulak iltihabı belirtileri şu şekildedir;Çocuklarda Orta Kulak İltihabı BelirtileriÇocuklarda orta kulak iltihabı, ani başlayan kulak ağrısı, ateş, her zamankinden daha fazla ağlama, huzursuzluk, elini kulağa götürme gibi belirtiler ile kendini gösterir.Genel olarak çocuklarda orta kulak iltihabı belirtileri şu şekildedir;Orta Kulak İltihabı Neden Olur?Orta kulak enfeksiyonun en yaygın nedeni virüs veya enfeksiyon kaynaklı olarak ortaya çıkan geniz akıntısı, soğuk algınlığı, boğaz ağrısı veya solunum yolu enfeksiyonlarıdır. Orta kulak iltihabına neden olan nedenler şu şekilde sıralanabilir:Orta Kulak İltihabı Nasıl Teşhis Edilir?Kulak Burun Boğaz doktoru hastalığın belirtileri ve muayene ile birlikte orta kulak enfeksiyonu teşhisi koyabilir. Doktor muayene sırasında kulaklara, boğaz ve buruna ışıklı bir aletle bakarak geçiş yollarında bir sorun olup olmadığını kontrol edecektir. Akut orta kulak iltihabında kulak zarı genellikle kızarık ve bombe görülür. Kronik orta kulak iltihabında kulak zarında delinme, çökme veya orta kulağa yapışma yaşanabilir. Kulak zarının delinmesi ve akıntını olduğu durumlarda akıntıdan kültür örneği alınarak orta kulak iltihabına hangi bakterinin yol açtığı anlaşılabilir.Orta kulak iltihabı teşhisini kesinleştirmek için bir takım ek test ve tetkikler yapılabilmektedir.Pnömatik otoskop:Orta kulak iltihabı teşhisi konulmasında kullanılan bir araçtır. Pnömatik otoskop ile kulak zarına çok hafif hava üflenirken doktor kulak zarı arkasında sıvı birikimi olup olmadığını inceler.Timpanometre:Bu test ile kulak zarı hareketi ölçülerek orta kulaktaki basınç hakkında fikir sahibi olunur.Akustik reflektometriBu test kulak zarından ne kadar sesin yansıdığını ölçer. Sesin çoğunu emmesi gereken kulak zarı orta kulakta sıvı varsa sesi geri yansıtmaktadır.Orta Kulak İltihabı Nasıl Geçer?Orta kulak enfeksiyonlarının belirtileri genellikle ilk birkaç gün içinde düzelmeye başlar. Çoğu orta kulak iltihabı herhangi bir tedavi olmadan 1-2 hafta içinde tamamen geçebilir. Orta kulak iltihabının tedavisinde antibiyotikler çok sıklıkla kullanılmaktadır. Antibiyotikleri çok sık ve gereksiz kullanılması bakterilerin ilaçlara karşı direncini artırabildiği için doktora danışmadan antibiyotik kullanılmamalıdır. Orta kulak iltihabı bitkisel olarak tedavi edilir mi?Orta kulak iltihabının bitkisel tedavisi bulunmamaktadır. Orta kulak iltihabının bitkisel tedavisi adı altında:Ancak orta kulak iltihabının bitkisel veya doğal tedavisi adı altında gündeme gelen bu tür yöntemlerin orta kulak iltihabı tedavisinde yeri yoktur.Orta Kulak İltihabı Nasıl Tedavi Edilir?Akut orta kulak iltihabi için çok sık antibiyotik verilmekte olup, ilaç tedavisinin yetersiz kaldığı durumlarda kulak tüpü kullanılabilir. Orta kulak iltihabı ameliyatı hastalığının durumuna göre değişebilmektedir.Orta Kulak İltihabı Tedavi Edilmezse Ne Olur?Orta kulak enfeksiyonlarının birçoğu her hangi bir soruna neden olmaz. Ancak sık sık tekrarlayan ve tedavi edilmeyen orta kulak enfeksiyonları daha ciddi sorunlara yol açabilir.Orta kulak iltihabı tedavisinde hangi ilaçlar kullanılır?Orta Kulak İltihabı Olmamak İçin Nelere Dikkat Edilmelidir?Orta Kulak İltihabı ile İlgili Sık Sorulan SorularOrta kulak iltihabı nasıl olur?Orta kulak boğaza, östaki borusu adı verilen bir kanalla bağlanır. Alerji, soğuk algınlığı, boğaz enfeksiyonu veya solunum yolu enfeksiyonu östaki tüpü etrafındaki alanın şişmesine neden olabilir. Bu durum sıvının orta kulaktan genize boşalmasını önleyebilir. Genize boşalamayan sıvı kulak zarı arkasında toplanır. Bu sıvıda üreyen bakteri ve virüsler orta kulak enfeksiyonuna zemin hazırlayabilir.Orta kulak iltihabına ne iyi gelir?Kulağa bir kaç damla oksijenli su damlatılması, sıcak veya soğuk kompres, tuzlu su gargarası, enfeksiyon olan kulağın tersi tarafa uyumak, kulağın kuru tutulması, istirahat etmek ve bol sıvı tüketmek orta kulak iltihabına iyi gelir. Orta kulak iltihabı tedavisinde gerekirse ağrı ve ateşi hafifletmek için doktor onayıyla parasetamol veya ibuprofen de kullanılabilir.Orta kulak iltihabına hangi bakteriler yol açar?Streptococcus pneumoniae ve Haemophilus influenzae (tiplendirilemeyen) adı verilen bakteriler orta kulak enfeksiyonuna neden olan en yaygın iki bakteridir. Bunun dışında soğuk algınlığına neden olan virüsler gibi virüsler de orta kulak enfeksiyonuna yol açabilir.Orta kulak iltihabında hangi doktora görünülür?Orta kulak iltihabı teşhis ve tedavisi Kulak Burun Boğaz doktorları tarafından yapılır.Orta kulak iltihabında tüp takılma tedavisiOrta kulakta biriken sıvı kullanılan ilaç veya antibiyotiklere rağmen düzelmeyebilir. Sürekli tekrarlayan orta kulak iltihapları, kendi kendine ya da medikal tedavi ile iyileşmeyen orta kulak iltihaplanmalarında ve kulak zarı çökmelerinde kulak orta kulak iltihabı tüp takılması ameliyatı yapılabilir. Orta kulak tüp takılması sırasında kulak burun boğaz cerrahı kulak zarı içinde küçük bir delik açar. Orta kulağın havalandırılmasına yardımcı olmak ve daha fazla sıvı birikmesini önlemek için açıklığa küçük bir tüp (timpanostomi tüpü) yerleştirilir. Bazı kulak tüplerinin altı ay boyunca yerinde kalması ve sonra kendi kendine düşmesi amaçlanır. Diğer tüpler daha uzun süre kalacak şekilde tasarlanmıştır ve cerrahi olarak çıkarılması gerekebilir. Kulak zarı genellikle tüp çıkartıldıktan sonra kendi kendine kapanır.Orta kulak iltihabı ameliyatı hangi durumlarda ve nasıl yapılır?Orta kulak iltihabı için endoskopik ameliyat seçeneğiAkut orta kulak iltihabı çok sık yaşanır mı?Orta kulak iltihabı özellikle çocuklar arasında çok yaygın bir rahatsızlıktır. 3 yaşından önce çocukların %80 kadarının en az bir kez orta kulak iltihabı geçirdiği bilinmektedir.Orta kulak iltihabı bulaşıcı mıdır?Orta kulak iltihabı bulaşıcı değildir. Çocukların veya yetişkinlerin birbirlerine orta kulak iltihabını bulaştırması mümkün değildir. Bununla birlikte, orta kulak iltihabı genellikle geçirilen viral enfeksiyonun ardından yaşanmaktadır. Bu viral enfeksiyonlar bulaşıcıdır.Küçük çocuklarda kulak enfeksiyonu neden daha çok görülür?Orta kulaktan burun ve boğazın arkasına kadar uzanan bir kanal olan östaki borusu, bebeklerde ve küçük çocuklarda daha kısa ve yataydır. Bu da östaki kanalının daha kolay tıkanabilmesine neden olmaktadır. Bununla birlikte küçük çocuklar düşük bağışıklık sistemlerine sahiptir.Orta kulak iltihabı hangi komplikasyonlara yol açabilir?Orta kulak iltihabının nadir vakalarında daha ciddi enfeksiyon ve komplikasyonlar gelişebilir. Örneğin: kulak zarının yırtılması, enfeksiyonun yakındaki dokulara yayılması, kulağın arkasındaki kemiklerin enfeksiyonu (mastoidit) veya beyin zarının enfeksiyonu, (menenjit) kronik orta kulak iltihabı ve beyinde veya çevresinde irin toplanması (apse) bu komplikasyonlar arasında yer alır. | 10,152 |
522 | Hastalıklar | ORF Hastalığı | ORF hastalığı, Parapox virus tarafından oluşturulan ve cildi etkileyen yaygın bir zoonotik iral enfeksiyondur. Orf hastalığı koyun ve keçi gibi hayvanlardan insanlara bulaşır. Genellikle ellerde, yüzde veya kollarda kabarık, kırmızı lezyonlara neden olur. Bu lezyonlar kaşıntılı ve ağrılı olabilir. ORF hastalığı, genellikle kendiliğinden iyileşse de bazı durumlarda tıbbi tedavi gerektirebilir.ORF hastalığı, Parapox virus tarafından oluşturulan ve cildi etkileyen yaygın bir zoonotik iral enfeksiyondur. Orf hastalığı koyun ve keçi gibi hayvanlardan insanlara bulaşır. Genellikle ellerde, yüzde veya kollarda kabarık, kırmızı lezyonlara neden olur. Bu lezyonlar kaşıntılı ve ağrılı olabilir. ORF hastalığı, genellikle kendiliğinden iyileşse de bazı durumlarda tıbbi tedavi gerektirebilir.
Orf Hastalığı Nedir?Orf hastalığı enfekte koyun ve keçiden bulaşan ve cildi etkileyen Parapox virüsünün neden olduğu dermatolojik bir hastalıktır. Hayvanlardan hayvanlara ve insanlara bulaşan orf hastalığı vakalar halinde görülen yaygın ve zoonotik temelli bir hastalık olarak da bilinir. Ağız ağrısı ve koyun çiçeği ektima kontagiozum gibi adlarıyla da bilinen orf hastalığına yaygın olarak koyun, keçi, oğlak gibi küçükbaş hayvanların ve sığır, geyiklerin bulunduğu bölgelerde rastlanır.Ektima rahatsızlığı hayvanların kılsız bölgelerinde, özellikle meme ve ağız çevresi, burun deliklerinde ve ayaklarında belirti gösterir. Orf hastalığı bulaşan hayvanların yaraları yaklaşık 1 ayda iyileşse de hastalığın tüm sürüye yayılması durumunda hayvan kayıpları yaşanabilir. Orf hastalığı genelde hafif seyretse de salgın yaratacak boyutta tehlikeli hale gelebilir.Orf Hastalığı İnsana Bulaşır mı?Orf veya ektima, hayvan hastalığı olarak bilinse de hayvancılıkla ve etle uğraşan insanlara da virüs bulaşabilir. Bazı hayvanlar orf hastalığı belirtileri göstermese de hastalığa neden olan Parapox virüsünün taşıyıcısı olabilir.Özellikle ahır, kesim yerleri, bıçak yüzeyi ve küçükbaş hayvanların, sığırın ve geyiğin bulunduğu alanlarda virüsler aylarca canlı kalabilir. Bu nedenle, orf hastalığının hayvanlardan insanlara bulaşması oldukça kolay olabilir.Hayvanların gezdiği yerlerin temiz tutulması, enfekte olan hayvana temasın azaltılması veya bu yönde dikkatli olunması, orf hastalığına sahip hayvanın kesiminde kullanılan bıçağa cildin temas etmemesi gerekir.Orf hastalığı aynı zamanda; Küçükbaş hayvanları biberonla besleme Hayvan yünlerini kırpma Enfekte olan hayvanlarla temasta bulunma Hayvanlardan dolayı kirlenmiş ekipmanlarla temas halinde olma Orf hastalığına sahip bir hayvan tarafından ısırılma gibi sebeplerle insana bulaşabilir.Orf Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Orf virüsüyle enfekte olmuş bir hayvanın genellikle dudaklarının ve ağzının çevresinde yaralar (lezyonlar) bulunur . Orf virüsüyle enfekte olmuş kişilerde ise genellikle el veya ön kollarda yaralar veya nodüller oluşur. Ayrıca yara bölgesinde ağrı, kaşıntı ve bölgesel lenf düğümlerinde şişmeler ortaya çıkabilir.Orf hastalığı belirtileri şu şekilde sıralanabilir: İnsanların el veya ön kollarında yaralar veya nodüller Yara olan bölgede ağrı, kaşıntı ve bölgesel lenf düğümlerinde şişlik Ateş Halsizlikİnsanlarda ve hayvanlarda enfekte olan bu virüs insan vücudunda genelde ellerde ortaya çıkar. Orf hastalığının hayvanlardaki ve insanlardaki belirtilerinin temel farkı budur; ektima hayvanların kılsız bölgelerinde semptom gösterirken insanlardaki lezyon eller üzerindedir. Hayvanlarda olduğu gibi, ektima insan vücudunda ortaya çıktığında da hastalık hafif bir şekilde seyreder.Orf hastalığına neden olan virüs insan vücuduna taşındığında 3-15 gün arasında hastalık belirtileri kendini göstermeye başlar. İnsanlardaki ektimanın yarattığı lezyonlar küçük çaplı ve genelde 1,5-2 ayda iyileşen yaralardır. Ektima hastalığının hayvanlardan insanlara bulaştığı bilinse de orf virüsünün insandan insana bulaştığı vakalar oldukça nadirdir.Orf Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Orf hastalığının varlığını doğrulamak ve kesin tanısı için viral sürüntü, elektron mikroskobu veya deri biyopsisi yapılabilir.Hastanın şikayetleri ve belirtilerinin dinlenmesinin ardından fiziki muayene sonrasında gerekli durumlarda yara dokusundan alınan örneğin mikroskop altında incelenmesi ile Orf hastalığının tanısı konulabilir. ORF hastalığının kesin tanısı için ise PCR (polimeraz zincir reaksiyonu) testine başvurulur. Ancak şarbon hastalığı ile karıştırılmaması için Orf hastalığının tanısı dikkatli bir şekilde yapılmalıdır.Orf Hastalığının Tedavisi Var mı?Orf hastalığı spesifik tedaviye ihtiyaç duymayan ve hafif semptomlarla ilerleyen bir dermatolojik rahatsızlıktır. Bu nedenle yaraların oluştuğu bölge temizlenerek ve rahatlatıcı kremler sürülerek tedavi tamamlanabilir.Ancak orf hastalığının sebep olduğu lezyonlar açık yaralar olduğundan ayrıca enfeksiyon kapmaması gerekir. Bu nedenle orf hastalığı yaralarını kapalı ve kuru tutulması gerekir. Su geçirmez bir bantla lezyonun üzeri kapatılarak enfeksiyon riski yok edilebilir.Giyilen kıyafetlerin ve yatılan yatağın, sarılan bandajın steril olması orf hastalığı sebebiyle ortaya çıkan yaraların bakteri kapmasını önler. Orf hastalığı tedavisinde ayrıca destekleyici ürünler kullanmak istiyorsanız hekim gözetimi ve önerisi dahilinde, antiseptik solüsyon ve antiviral kremler kullanılarak yaraların açılması ve ilerlemesi önlenebilir.Orf Hastalığından Korunma YöntemleriEnfekte olan veya taşıyıcı olma ihtimali bulunan hayvanlara temas ederken lateks eldiven kullanılması, ekipmanların sürekli olarak temizlenmesi, hayvanlara temas edildikten veya hayvanların bulunduğu alanlardan ayrıldıktan sonra özellikle ellerin ve vücudun etkili bir şekilde temizlenmesi gibi basit önlemlerle orf hastalığına yakalanma ihtimali en aza indirilebilir.Orf Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularOrf hastalığı için risk grupları kimlerdir?Çoban, veteriner, kasaplar, mezbaha çalışanları ve çiftçiler orf hastalığına yakalanma olasılığı yüksek gruptur. Tanı alınma sürecinde bu kişilerin meslekleri ve hastalığa zemin hazırlayacak durumlar incelenir. Şarbon hastalığının belirtileriyle karışmaması için vücutta oluşan lezyonlar hekim tarafından dikkatle incelenir ve mikroskopla görüntülenir. Orf hastalığı hangi hayvanlardan geçer?Orf hastalığının geçme riski yüksek hayvanlar koyun, keçi, oğlak gibi küçükbaş hayvanlarla birlikte sığır ve geyiklerdir.Orf hastalığına ne iyi gelir?Orf hastalığı için lezyonların bakteriyel saldırıya maruz kalmaması ve ağırlaşmaması için orf yaralarının görüldüğü yerler sıkça sabunlu suyla temizlenmeli, orf virüsünün bulunma şüphesi olunan yerlerden ve hayvanlardan uzak durulmalıdır. Temizleyici pansuman yapmak ve yaralı bölgeyi steril tutmak orf hastalığı lezyonlarını kısa sürede iyileştirecektir. Orf hastalığının yarattığı yaraları ayrıca bakteriden korumak için doktor kontrolünde kremler ve solüsyonlar kullanılabilir.Orf hastalığı olan hayvanın eti yenir mi?Özellikle Kurban Bayramı zamanlarında hayvanların iç içe bulunmasından ve kesim aletlerinin birçok hayvana temas etmesinden dolayı ektima virüsü hem diğer hayvanlara hem insanlara bulaşır. Parapox virüsü, yani orf hastalığına sebep olan virüs hasta hayvanın yenmesiyle insana bulaşmaz. Orf hastalığı deride lezyonlara sebep olduğundan, kesilip yenilmesi insanda ektima hastalığına sebep olmaz.Orf hastalığı tekrarlar mı?Özellikle çiftçilikle uğraşan insanlar birden fazla kez orf hastalığına yakalanabilir. Yaşanan ilk vakadan sonra hastalık daha hafif ve hızlı seyreder.Orf hastalığına hangi bölüm bakar?Orf hastalığı viral bir deri enfeksiyonu olduğu için dermatoloji bölümü doktorları tarafından incelenir.
Orf Hastalığı Nedir?Orf hastalığı enfekte koyun ve keçiden bulaşan ve cildi etkileyen Parapox virüsünün neden olduğu dermatolojik bir hastalıktır. Hayvanlardan hayvanlara ve insanlara bulaşan orf hastalığı vakalar halinde görülen yaygın ve zoonotik temelli bir hastalık olarak da bilinir. Ağız ağrısı ve koyun çiçeği ektima kontagiozum gibi adlarıyla da bilinen orf hastalığına yaygın olarak koyun, keçi, oğlak gibi küçükbaş hayvanların ve sığır, geyiklerin bulunduğu bölgelerde rastlanır.Ektima rahatsızlığı hayvanların kılsız bölgelerinde, özellikle meme ve ağız çevresi, burun deliklerinde ve ayaklarında belirti gösterir. Orf hastalığı bulaşan hayvanların yaraları yaklaşık 1 ayda iyileşse de hastalığın tüm sürüye yayılması durumunda hayvan kayıpları yaşanabilir. Orf hastalığı genelde hafif seyretse de salgın yaratacak boyutta tehlikeli hale gelebilir.Orf Hastalığı İnsana Bulaşır mı?Orf veya ektima, hayvan hastalığı olarak bilinse de hayvancılıkla ve etle uğraşan insanlara da virüs bulaşabilir. Bazı hayvanlar orf hastalığı belirtileri göstermese de hastalığa neden olan Parapox virüsünün taşıyıcısı olabilir.Özellikle ahır, kesim yerleri, bıçak yüzeyi ve küçükbaş hayvanların, sığırın ve geyiğin bulunduğu alanlarda virüsler aylarca canlı kalabilir. Bu nedenle, orf hastalığının hayvanlardan insanlara bulaşması oldukça kolay olabilir.Hayvanların gezdiği yerlerin temiz tutulması, enfekte olan hayvana temasın azaltılması veya bu yönde dikkatli olunması, orf hastalığına sahip hayvanın kesiminde kullanılan bıçağa cildin temas etmemesi gerekir.Orf hastalığı aynı zamanda;Orf Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Orf virüsüyle enfekte olmuş bir hayvanın genellikle dudaklarının ve ağzının çevresinde yaralar (lezyonlar) bulunur . Orf virüsüyle enfekte olmuş kişilerde ise genellikle el veya ön kollarda yaralar veya nodüller oluşur. Ayrıca yara bölgesinde ağrı, kaşıntı ve bölgesel lenf düğümlerinde şişmeler ortaya çıkabilir.Orf hastalığı belirtileri şu şekilde sıralanabilir:İnsanlarda ve hayvanlarda enfekte olan bu virüs insan vücudunda genelde ellerde ortaya çıkar. Orf hastalığının hayvanlardaki ve insanlardaki belirtilerinin temel farkı budur; ektima hayvanların kılsız bölgelerinde semptom gösterirken insanlardaki lezyon eller üzerindedir. Hayvanlarda olduğu gibi, ektima insan vücudunda ortaya çıktığında da hastalık hafif bir şekilde seyreder.Orf hastalığına neden olan virüs insan vücuduna taşındığında 3-15 gün arasında hastalık belirtileri kendini göstermeye başlar. İnsanlardaki ektimanın yarattığı lezyonlar küçük çaplı ve genelde 1,5-2 ayda iyileşen yaralardır. Ektima hastalığının hayvanlardan insanlara bulaştığı bilinse de orf virüsünün insandan insana bulaştığı vakalar oldukça nadirdir.Orf Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Orf hastalığının varlığını doğrulamak ve kesin tanısı için viral sürüntü, elektron mikroskobu veya deri biyopsisi yapılabilir.Hastanın şikayetleri ve belirtilerinin dinlenmesinin ardından fiziki muayene sonrasında gerekli durumlarda yara dokusundan alınan örneğin mikroskop altında incelenmesi ile Orf hastalığının tanısı konulabilir. ORF hastalığının kesin tanısı için ise PCR (polimeraz zincir reaksiyonu) testine başvurulur. Ancak şarbon hastalığı ile karıştırılmaması için Orf hastalığının tanısı dikkatli bir şekilde yapılmalıdır.Orf Hastalığının Tedavisi Var mı?Orf hastalığı spesifik tedaviye ihtiyaç duymayan ve hafif semptomlarla ilerleyen bir dermatolojik rahatsızlıktır. Bu nedenle yaraların oluştuğu bölge temizlenerek ve rahatlatıcı kremler sürülerek tedavi tamamlanabilir.Ancak orf hastalığının sebep olduğu lezyonlar açık yaralar olduğundan ayrıca enfeksiyon kapmaması gerekir. Bu nedenle orf hastalığı yaralarını kapalı ve kuru tutulması gerekir. Su geçirmez bir bantla lezyonun üzeri kapatılarak enfeksiyon riski yok edilebilir.Giyilen kıyafetlerin ve yatılan yatağın, sarılan bandajın steril olması orf hastalığı sebebiyle ortaya çıkan yaraların bakteri kapmasını önler. Orf hastalığı tedavisinde ayrıca destekleyici ürünler kullanmak istiyorsanız hekim gözetimi ve önerisi dahilinde, antiseptik solüsyon ve antiviral kremler kullanılarak yaraların açılması ve ilerlemesi önlenebilir.Orf Hastalığından Korunma YöntemleriEnfekte olan veya taşıyıcı olma ihtimali bulunan hayvanlara temas ederken lateks eldiven kullanılması, ekipmanların sürekli olarak temizlenmesi, hayvanlara temas edildikten veya hayvanların bulunduğu alanlardan ayrıldıktan sonra özellikle ellerin ve vücudun etkili bir şekilde temizlenmesi gibi basit önlemlerle orf hastalığına yakalanma ihtimali en aza indirilebilir.Orf Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularOrf hastalığı için risk grupları kimlerdir?Çoban, veteriner, kasaplar, mezbaha çalışanları ve çiftçiler orf hastalığına yakalanma olasılığı yüksek gruptur. Tanı alınma sürecinde bu kişilerin meslekleri ve hastalığa zemin hazırlayacak durumlar incelenir. Şarbon hastalığının belirtileriyle karışmaması için vücutta oluşan lezyonlar hekim tarafından dikkatle incelenir ve mikroskopla görüntülenir. Orf hastalığı hangi hayvanlardan geçer?Orf hastalığının geçme riski yüksek hayvanlar koyun, keçi, oğlak gibi küçükbaş hayvanlarla birlikte sığır ve geyiklerdir.Orf hastalığına ne iyi gelir?Orf hastalığı için lezyonların bakteriyel saldırıya maruz kalmaması ve ağırlaşmaması için orf yaralarının görüldüğü yerler sıkça sabunlu suyla temizlenmeli, orf virüsünün bulunma şüphesi olunan yerlerden ve hayvanlardan uzak durulmalıdır. Temizleyici pansuman yapmak ve yaralı bölgeyi steril tutmak orf hastalığı lezyonlarını kısa sürede iyileştirecektir. Orf hastalığının yarattığı yaraları ayrıca bakteriden korumak için doktor kontrolünde kremler ve solüsyonlar kullanılabilir.Orf hastalığı olan hayvanın eti yenir mi?Özellikle Kurban Bayramı zamanlarında hayvanların iç içe bulunmasından ve kesim aletlerinin birçok hayvana temas etmesinden dolayı ektima virüsü hem diğer hayvanlara hem insanlara bulaşır. Parapox virüsü, yani orf hastalığına sebep olan virüs hasta hayvanın yenmesiyle insana bulaşmaz. Orf hastalığı deride lezyonlara sebep olduğundan, kesilip yenilmesi insanda ektima hastalığına sebep olmaz.Orf hastalığı tekrarlar mı?Özellikle çiftçilikle uğraşan insanlar birden fazla kez orf hastalığına yakalanabilir. Yaşanan ilk vakadan sonra hastalık daha hafif ve hızlı seyreder.Orf hastalığına hangi bölüm bakar?Orf hastalığı viral bir deri enfeksiyonu olduğu için dermatoloji bölümü doktorları tarafından incelenir. | 5,236 |
523 | Hastalıklar | Osteoid Osteoma Tümörü | Çocuklarda daha sık görülen Osteoid Osteoma tümörünün neden olduğu ağrı büyüme dönemi ağrıları ile karıştırılabiliyor. Kalça ve diz arasındaki bölgede daha çok görülen Osteoid Osteoma tümörü 10-20 yaş arası tümörleri olarak biliniyor. Büyüme ağrıları çocuklarda farklı bölgelerde ortaya çıkabilirken Osteoid Osteoma tümörünün neden olduğu ağrılar ise aynı noktada ve şiddeti artarak yaşanıyor. Kötü huylu olmayan ve kansere dönüşmeyen Osteoid Osteoma tümörünün en önemli özelliği ise Aspirin kullanımında yaşanan ağrının geçmesi olarak biliniyor. Memorial Şişli Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü Uzmanları, Osteoid osteoma tümörü belirtileri ve tedavileri hakkında bilgi verdi.Çocuklarda daha sık görülen Osteoid Osteoma tümörünün neden olduğu ağrı büyüme dönemi ağrıları ile karıştırılabiliyor. Kalça ve diz arasındaki bölgede daha çok görülen Osteoid Osteoma tümörü 10-20 yaş arası tümörleri olarak biliniyor. Büyüme ağrıları çocuklarda farklı bölgelerde ortaya çıkabilirken Osteoid Osteoma tümörünün neden olduğu ağrılar ise aynı noktada ve şiddeti artarak yaşanıyor. Kötü huylu olmayan ve kansere dönüşmeyen Osteoid Osteoma tümörünün en önemli özelliği ise Aspirin kullanımında yaşanan ağrının geçmesi olarak biliniyor. Memorial Şişli Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü Uzmanları, Osteoid osteoma tümörü belirtileri ve tedavileri hakkında bilgi verdi.
Osteoid Osteoma Tümörü Nedir?Osteoid Osteoma çocukluk çağının iyi huylu (kanser olmayan) tümörü olarak bilinmektedir. Daha çok kalça ile diz bölgesi arasında görülen Osteoid Osteoma tümörü ağrıya ve sızıya neden olsalar da vücutta yayılım özelliği göstermemektedir. Osteoid Osteoma tümörü vücutta yayılım göstermez ancak bulunduğu bölgede osteoid kemik adı verilen yeni bir anormal kemik materyali türü oluşumuna neden olabilirler.Osteoid Osteoma Tümörünün Belirtileri Nelerdir?Osteoid Osteoma kemik tümörünün ilk belirtisi ağrıdır. Çocuklarda daha çok görülen Osteoid Osteoma tümörünün neden olduğu ağrılar daha çok noktasal ve şiddetli ağrılardır. Bu ağrılar çocuklarda büyüme ağrıları ile karıştırılabilir. Ancak çocuklar ve ergenlik döneminde görülen büyüme ağrıları farklı bölgelerde yaşanabilmektedir.Osteoid Osteoma tümörünün belirtileri şu şekilde sıralanabilir Aktivetiye bağlı olmayan şiddetli ağrı. Yaşanan ağrı, her hangi bir aktiviteye bağlı olmadan istirahat sırasında yaşanabilmektedir. Gece uykudan uyandıran ağrılar yaşanabilmektedir. Ağrıya bağlı olarak kaslarda kasılma yaşanır. Kaslarda kasılan kasılmalar tümörün olduğu bacakta kısalmış görüntüsü verebilir. Ağrı ile birlikte tümörün bulunduğu uzuvda şişkinlikler yaşanabilir. Osteoid Osteoma tümörünün bacakta olduğu durumlarda hastada topallama görülebilmektedir. Ağrıdan dolayı bacağını zor kullanan çocuklar parmak ucunda yürüyebilir.Osteoid Osteoma Tümörü Nedenleri Nelerdir?Osteoid Osteoma tümörünün nedenleri tam olarak bilinmemektedir. Travmalar, kullanılan ilaçlar ya da genetik geçişle ilgili yapılan çalışmalarda kesin bir neden ortaya konulmamaktadır.Osteoid Osteoma Tümörü Teşhisi Nasıl Yapılır?Osteoid Osteoma kemik tümörünün yarattığı ağrı çok şiddetli olmasına rağmen boyutları genellikle çok küçüktür. Genellikle pirinç tanesi kadar olan Osteoid Osteoma tümörünü teşhis etmek için bu konuda uzman bir ortopedi ve travmatoloji doktorunun muayenesi önemlidir. Belirtilerin iyi değerlendirilmesi ve Osteoid Osteoma tümörünün gözardı edilmemesi gerekir. Osteoid Osteoma tümörü teşhisini kesinleştirmek için radyolojik görüntüleme yöntemlerinden de faydalanılabilir. Röntgen: Osteoid Osteoma kemik tümörü teşhisi için röntgen görüntülemeden faydalanılabilir. Kemik bir su borusu gibi değerlendirilirse Osteoid Osteoma tümörü bulunduğu bölgede kemiğin içinde kalınlaşmaya neden olabilir. Osteoid Osteoma tümörü kötü huylu tümörlerin aksine kemik yıkıcı değil kemik yapıcı bir tümördür. Yani bulunduğu bölgede kemiğin kalınlaşmasına neden olur. Röntgen görüntülemesinde bu yapı belirlenebilir. Bilgisayarlı Tomografi(BT): Bilgisayarlı Tomografi kemiğin içyapısını çok iyi gösteren bir görüntüleme yöntemidir. Bilgisayarlı Tomografi ile kemikteki Osteoid Osteoma tümörü daha rahat bir şekilde teşhis edilebilir. Bilgisayarlı Tomografi ile kemikteki 1cm. veya daha küçük boyutlardaki kistlerin bulunduğu bölge belirlenebilir. Manyetik Rezonans (MR) :Manyetik Rezonans görüntüleme yöntemi ile Osteoid Osteoma tümörü görüntüsü belirlenebilir. Manyetik Rezonans (MR) ile elde edilen görüntülerde kemiğin ilik ve çevresindeki dokunun yapısı da detaylı olarak elde edilmektedir. Osteoid Osteoma tümörü MR görüntülemesinde kötü huylu kemik tümörü görüntüsü de verebilmektedir. Bu da teşhis konusunda yanılmaya ve biyopsi gibi gereksiz ek tetkiklere yönelime neden olabilir. Kemik Sintigrafisi: Bilgisayarlı Tomografi çektirmek istemeyen hastalarda tercih edilebilir. Kesin teşhis konulmamışsa ve tüm vücut taraması yapılması için genel tabloyu görmek adına nadir de olsa tercih edilebilir.Osteoid Osteoma Tümörü Tedavisi Nasıl Yapılır?Osteoid Osteoma tümörü tedavisinde 3 yol izlenmektedir. İlaç tedavisi: Osteoid Osteoma tümörünün neden olduğu ağrıları dindirmek için basit ağrı kesiciler kullanılmaktadır. Osteoid Osteoma tümörü aspirin kullanımına iyi yanıt vermekte ve ağrılar kontrol altına alınabilmektedir. Ancak genellikle yaşanan ağrılar çok şiddetlidir ve ek tedaviler gerekebilmektedir. Cerrahi Yöntem: Açık cerrahi yöntem ile ameliyat gerçekleştirilir ve kemikte bulunan tümör tamamen çıkartılır. Osteoid Osteoma tümörü ameliyatından sonra ek bir tedaviye gerek bulunmamaktadır. Osteoid Osteoma tümörü ameliyatı tümör bölgesi üzerinden deri ve yumuşak dokularda bir kesinin yapıldığı geleneksel açık cerrahi tekniğiyle yapılmaktadır. Radyofrekans ablasyonu: Halk arasında tümörün yakılması işlemi olarak da bilinmektedir. Bilgisayarlı Tomografi (BT) eşliğinde gerçekleştirilir. Son yıllarda popüler olan Radyofrekans ablasyonu yönteminde özel bir iğne ile minimal invaziv teknikler kullanılır. Tümörün üzerindeki bölgeden özel bir iğne ile tümöre ulaşılır ve yüksek frekanslı elektrik akımı ile yok edilirOsteoid Osteoma Tümörü Hakkında Sık Sorulan Sorular Osteoid Osteoma Tümörü Ameliyatı Nasıl Yapılır?Osteoid Osteoma kemik tümörü ameliyatı klasik açık cerrahi yöntemi ile gerçekleştirilir. Tümörün bulunduğu bölge belirlendikten sonra üzerindeki deri ve yumuşak dokularda kesi yapılarak tümöre ulaşılır. Dikkat edilmesi gereken konu çok küçük olan tümörün tamamen çıkartılmasıdır. Tümör tamamen çıkartılmazsa kemik gelişimi devam ettiği için ileride nüks etme ihtimali bulunmaktadır. Osteoid Osteoma tümörü ameliyatının dezavantajı tümörle birlikte kemikten bazen 1 -2 cm. kemik çıkarmak zorunda kalınmasıdır. Tümörle birlikte çıkartılmak zorunda kalan kemiğin ebatları beklenen fazla olduğu durumlarda kırılma yaşanmaması için kemik yapısını güçlendirerek adına bölgeye vida veya platin yerleştirilebilir. Osteoid Osteoma tümörü ameliyatından sonra çıkartılan kist teşhisin kesinleşmesi için patolojiye gönderilmelidir. Ameliyat sonrası pirinç tanesi gibi olan noktanın Bilgisayarlı Tomografisi çekilerek tümörün tamamen çıkartılıp çıkartılmadığı kontrol edilmelidir.Osteoid Osteoma Tümörü Radyolojik Görüntülemede Belirlenebilir mi?Osteoid Osteoma kemik tümörü pirinç tanesi boyutlarında olduğu için radyolojik görüntülemelerde zor fark edilebilir. Yine de Bilgisayarlı Tomografi (BT), Röntgen, Manyetik Rezonans (MR) gibi görüntüleme yöntemleri ile belirlenebilir.Osteoid Osteoma Tümörü Ameliyatı Kaç Saat Sürer?Osteoid Osteoma tümörü Ameliyatı 45 dakika -1 saat arasında sürmektedir.Osteoid Osteoma Tümörünün Aspirin İle Tedavisi Mümkün müdür?Osteoid Osteoma tümörü tedavisinde basit ağrı kesiciler kullanılabilir. Özellikle aspirin kullanımı ağrıları kontrol altına alabilmektedir. Yaşanan ağrılar hastanın yaşam konforunu çok bozmuyorsa bu süreç aspirin veya benzeri ağrı kesicilerin kullanımı ile geçirilebilir. Ancak aspirin veya benzeri ağrı kesiciler tümörü yok etmemekte sadece yaşanan ağrıları kontrol altın almak için kullanılmaktadır. Osteoid Osteoma Tümörünün Patoloji Sonuçları Kötü Huylu Çıkabilir mi?Osteoid Osteoma tümörü kötü huylu tümörlere dönüşmemektedir. Ancak Osteoid Osteoma tümörü bazı kötü huylu kemik tümörleriyle karıştırılabilir. Patoloji değerlendirmesi kesin sonucu ortaya koymaktadır.Osteoid Osteoma Tümörü Ağrısı Nasıl Geçer?Osteoid Osteoma tümörünün ağrısı basit ağrı kesiciler özellikle de aspirin ile kontrol altına alınabilir. Ancak birçok hastada kullanılan ağrı kesicilere rağmen yaşanan ağrı şiddetlenebilmektedir. Bu gibi durumlarda açık cerrahi veya kapalı yöntem denilen Radyofrekans ablasyonu ile tümör çıkartılmalıdır.Osteoid Osteoma Tümörünün Bitkisel Tedavisi Var mıdır?Yapılan bilimsel çalışmalarda Osteoid Osteoma tümörünün bitkisel veya doğal bir tedavi yönteminin olduğu yönünde sonuçlar ortaya koymamaktadır. Bu nedenle Osteoid Osteoma tümörünün bitkisel veya doğal bir tedavisi bulunmamaktadır.Osteoid Osteoma Tümörü Tehlikeli midir?Osteoid Osteoma tümörü iyi huylu bir kemik tümörüdür. Vücutta yayılım göstermezler ve hayati tehlikeye neden olmazlar. Yaşanan ağrılar nedeniyle hastaların hayat konforları olumsu yönde etkilenmektedir. Şiddetli ağrılar nedeniyle kaslarda gerilme olduğu için bacak boyunda kısalma görüntüsü verebilir.Osteoid Osteoma Tümörü Vücudun Hangi Bölgelerinde Oluşur?Osteoid Osteoma kemik tümörü, vücudun her yerinde ortaya çıkabilir. En çok görüldüğü bölge kalcı kemiği ile diz arasındaki bölgedir. Ancak çene ve omurga dahil vücudun her kemiğinde yaşanabilmektedir.Osteoid Osteoma Tümörlerinde Risk Grubu Var mıdır?Osteoid Osteoma kemik tümörü için belirlenmiş bir risk grubu bulunmamaktadır. Her yaş grubunda görülmekle birlikte daha çok çocuklarda görülen bir kemik tümörüdür. Erkek çocuklarında kız çocuklarına göre daha fazla ortaya çıkmaktadır. Erkek çocuklarda daha fazla görülmesinin kesin nedeni bilinmemektedir. Osteoid Osteoma Kemik Tümörü Hangi Yaşlarda Görülür?Osteoid Osteoma kemik tümörü her yaşta ortaya çıkabilir ancak daha çok 10-20 yaş arası çocuklarda görülen iyi huylu bir kemik tümörüdür.Osteoid Osteoma Tümöründe Kemik Sintigrafisi Çektirmeye Gerek Var mıdır?Kemik tümörü Bilgisayarlı Tomografi ile teşhis edilmişse ek olarak kemik sintigrafisi çekilmesine gerek yoktur. Ancak Bilgisayarlı Tomografi çekilmesine rağmen teşhisin konulamadığı durumlarda vücut taraması ile genel tabloyu görmek için kemik sintigrafisi çekilmesi tercih edilebilir. Osteoid Osteoma Tümörü Tekrarlar mı?Osteoid Osteoma kemik tümörü açık cerrahiyle tamamen çıkartılmışsa veya radyofrekans ablasyon yöntemiyle tamamen yok edilmişse tekrarlamamaktadır. Ancak cerrahinin veya radyofrekans ablasyon yöntemi sonunda çıkartılamamışsa işlemden sonra hasta rahatlamasına rağmen tekrarlama olasılığı yüksektir.Osteoid Osteoma Tümörü Tedavi Edilmezse Ne Olur? Osteoid Osteoma kemik tümörü kansere dönüşmez ve vücuda yayılmaz. Genellikle büyüme çağının bitimine kadar kendi kendini sınırladığı, durduğu veya yok ettiği bilinir. Ağrı hastanın yaşam formunu konforunu bozmuyorsa her hangi bir işlem yapılmasına gerek bulunmamaktadır. Yaşanan ağrıya rağmen tedavi edilmediği durumlarda kasılmaları bağlı bacak boyunda kısalma görüntüsü oluşabilir. Bu kasılmalar sabitleşebilir. Yanlış tedavilere başvurulabilir. Osteoid Osteoma Radyofrekans Yönteminin Riskleri Var mıdır?Kemik tümörünün damarlara ve sinirlere çok yakın olduğu durumlarda radyofrekans ablasyon yöntemi tercih edilmemektedir. Radyofrekans ablasyon yönteminde kemiğin etrafındaki dokuların yakılma riski bulunmaktadır. Cilt yüzeyine çok yakın tümörlerde cilt nekrozu yaşanabilir. Tümörün tamamının yakılıp yakılmadığı işlemden sonra hastanın şikayetlerindeki azalmaya göre belirlenmektedir. Nüks ihtimali açık cerrahiye oranla daha fazladır.Osteoid Osteoma Ameliyatı Olanlar Hastanede Kaç Gün Kalır?Radyofrekans ablasyon yönteminden sonra hasta aynı gün taburcu edilebilmektedir. Osteoid Osteoma ameliyatından sonra hasta 1-2 gün hastanede yatar. Hastanın hastanede kalış süresi çıkartılan tümörün büyüklüğü ve yerine göre değişebilmektedir.Osteoid Osteoma Tümör Ameliyatının Riskleri Nelerdir?Her ameliyatın riski bulunmaktadır. Osteoid Osteoma tümör ameliyatının riskleri şu şekilre sıralanabilir.Bütün cerrahi işlemlerde olduğu gibi Osteoid Osteoma ameliyatında da enfeksiyon riski bulunmaktadır. Osteoid Osteoma tümörünün çok küçük olması nedeniyle açık cerrahide tümörün bulunamaması ihtimali bulunmaktadır. Tümörle birlikte çıkartılan kemik miktarının fazlı olması kemik kırığı riskine neden olabilmektedir. Geniş kemik defektinin olduğu ameliyatlarda kırığın önüne geçebilmek için bölgeye vida veya platin yerleştirilebilir.. Tümörün bulunduğu bölgenin damar ve sinirlere yakın olması halinde damar ve sinirlerin hazar görme riski bulunmaktadır.Ancak bu tür ameliyatlarda kullanılan yüksek teknolojik cihazlar bu riskleri neredeyse tamamen ortadan kaldırmaktadır. Bilgisayarlı Tomografinin ameliyathane ortamında kullanılabilmesi olanağını sağlayan O-Arm teknolojisi Osteoid Osteoma ameliyatlarındaki risklerini sıfıra yakına indirmektedir. Osteoid Osteoma Ameliyatından Sonra Tam İyileşme Ne zaman Olur?Osteoid Osteoma kemik tümörü ameliyatlarından sonra iyileşme süresi tümörün bulunduğu bölge, tümörün büyüklüğü ve tümörün tedavisinde kullanılan yönteme göre değişmektedir.Radyofrekans ablasyon yönteminin kullanıldığı durumlarda hasta aynı gün taburcu olabilir ve aynı gün ayağının üzerine basabilir.Açık cerrahi yöntemle Osteoid Osteoma tümörünün çıkartıldığı durumlarda ise hasta 1-2 gün hastanede tutulur. Çıkartılan tümörün ve kemikte oluşan hasara göre hasta 1 -6 hafta arası uzvunu kullanmaması sağlanır.Osteoid Osteoma Tümörü Kemikte Kırık Oluşumuna Neden Olur mu?Bu tümörler kemikte kırık oluşmasına neden olmamaktadır. Kemiği inceltmez tam tersi kemikte kalınlaşmaya neden olur. Kemik daha sağlam ve daha kalındır. Kanser tümörleri gibi yıkıcı bir etkisi yoktur tam tersi kemiği kalınlaştırır. Ancak açık cerrahi yöntemle tümörün çıkartıldığı durumlarda kemikte oluşabilecek defekt kırıklara neden olabilmektedir. Bu riskin önüne geçebilmek için kemikte ağır defekt oluşmuşsa bölgeye vida veya platin yerleştirilmektedir.
Osteoid Osteoma Tümörü Nedir?Osteoid Osteoma çocukluk çağının iyi huylu (kanser olmayan) tümörü olarak bilinmektedir. Daha çok kalça ile diz bölgesi arasında görülen Osteoid Osteoma tümörü ağrıya ve sızıya neden olsalar da vücutta yayılım özelliği göstermemektedir. Osteoid Osteoma tümörü vücutta yayılım göstermez ancak bulunduğu bölgede osteoid kemik adı verilen yeni bir anormal kemik materyali türü oluşumuna neden olabilirler.Osteoid Osteoma Tümörünün Belirtileri Nelerdir?Osteoid Osteoma kemik tümörünün ilk belirtisi ağrıdır. Çocuklarda daha çok görülen Osteoid Osteoma tümörünün neden olduğu ağrılar daha çok noktasal ve şiddetli ağrılardır. Bu ağrılar çocuklarda büyüme ağrıları ile karıştırılabilir. Ancak çocuklar ve ergenlik döneminde görülen büyüme ağrıları farklı bölgelerde yaşanabilmektedir.Osteoid Osteoma tümörünün belirtileri şu şekilde sıralanabilirOsteoid Osteoma Tümörü Nedenleri Nelerdir?Osteoid Osteoma tümörünün nedenleri tam olarak bilinmemektedir. Travmalar, kullanılan ilaçlar ya da genetik geçişle ilgili yapılan çalışmalarda kesin bir neden ortaya konulmamaktadır.Osteoid Osteoma Tümörü Teşhisi Nasıl Yapılır?Osteoid Osteoma kemik tümörünün yarattığı ağrı çok şiddetli olmasına rağmen boyutları genellikle çok küçüktür. Genellikle pirinç tanesi kadar olan Osteoid Osteoma tümörünü teşhis etmek için bu konuda uzman bir ortopedi ve travmatoloji doktorunun muayenesi önemlidir. Belirtilerin iyi değerlendirilmesi ve Osteoid Osteoma tümörünün gözardı edilmemesi gerekir. Osteoid Osteoma tümörü teşhisini kesinleştirmek için radyolojik görüntüleme yöntemlerinden de faydalanılabilir.Osteoid Osteoma Tümörü Tedavisi Nasıl Yapılır?Osteoid Osteoma tümörü tedavisinde 3 yol izlenmektedir.Osteoid Osteoma Tümörü Hakkında Sık Sorulan Sorular Osteoid Osteoma Tümörü Ameliyatı Nasıl Yapılır?Osteoid Osteoma kemik tümörü ameliyatı klasik açık cerrahi yöntemi ile gerçekleştirilir. Tümörün bulunduğu bölge belirlendikten sonra üzerindeki deri ve yumuşak dokularda kesi yapılarak tümöre ulaşılır. Dikkat edilmesi gereken konu çok küçük olan tümörün tamamen çıkartılmasıdır. Tümör tamamen çıkartılmazsa kemik gelişimi devam ettiği için ileride nüks etme ihtimali bulunmaktadır. Osteoid Osteoma tümörü ameliyatının dezavantajı tümörle birlikte kemikten bazen 1 -2 cm. kemik çıkarmak zorunda kalınmasıdır. Tümörle birlikte çıkartılmak zorunda kalan kemiğin ebatları beklenen fazla olduğu durumlarda kırılma yaşanmaması için kemik yapısını güçlendirerek adına bölgeye vida veya platin yerleştirilebilir. Osteoid Osteoma tümörü ameliyatından sonra çıkartılan kist teşhisin kesinleşmesi için patolojiye gönderilmelidir. Ameliyat sonrası pirinç tanesi gibi olan noktanın Bilgisayarlı Tomografisi çekilerek tümörün tamamen çıkartılıp çıkartılmadığı kontrol edilmelidir.Osteoid Osteoma Tümörü Radyolojik Görüntülemede Belirlenebilir mi?Osteoid Osteoma kemik tümörü pirinç tanesi boyutlarında olduğu için radyolojik görüntülemelerde zor fark edilebilir. Yine de Bilgisayarlı Tomografi (BT), Röntgen, Manyetik Rezonans (MR) gibi görüntüleme yöntemleri ile belirlenebilir.Osteoid Osteoma Tümörü Ameliyatı Kaç Saat Sürer?Osteoid Osteoma tümörü Ameliyatı 45 dakika -1 saat arasında sürmektedir.Osteoid Osteoma Tümörünün Aspirin İle Tedavisi Mümkün müdür?Osteoid Osteoma tümörü tedavisinde basit ağrı kesiciler kullanılabilir. Özellikle aspirin kullanımı ağrıları kontrol altına alabilmektedir. Yaşanan ağrılar hastanın yaşam konforunu çok bozmuyorsa bu süreç aspirin veya benzeri ağrı kesicilerin kullanımı ile geçirilebilir. Ancak aspirin veya benzeri ağrı kesiciler tümörü yok etmemekte sadece yaşanan ağrıları kontrol altın almak için kullanılmaktadır. Osteoid Osteoma Tümörünün Patoloji Sonuçları Kötü Huylu Çıkabilir mi?Osteoid Osteoma tümörü kötü huylu tümörlere dönüşmemektedir. Ancak Osteoid Osteoma tümörü bazı kötü huylu kemik tümörleriyle karıştırılabilir. Patoloji değerlendirmesi kesin sonucu ortaya koymaktadır.Osteoid Osteoma Tümörü Ağrısı Nasıl Geçer?Osteoid Osteoma tümörünün ağrısı basit ağrı kesiciler özellikle de aspirin ile kontrol altına alınabilir. Ancak birçok hastada kullanılan ağrı kesicilere rağmen yaşanan ağrı şiddetlenebilmektedir. Bu gibi durumlarda açık cerrahi veya kapalı yöntem denilen Radyofrekans ablasyonu ile tümör çıkartılmalıdır.Osteoid Osteoma Tümörünün Bitkisel Tedavisi Var mıdır?Yapılan bilimsel çalışmalarda Osteoid Osteoma tümörünün bitkisel veya doğal bir tedavi yönteminin olduğu yönünde sonuçlar ortaya koymamaktadır. Bu nedenle Osteoid Osteoma tümörünün bitkisel veya doğal bir tedavisi bulunmamaktadır.Osteoid Osteoma Tümörü Tehlikeli midir?Osteoid Osteoma tümörü iyi huylu bir kemik tümörüdür. Vücutta yayılım göstermezler ve hayati tehlikeye neden olmazlar. Yaşanan ağrılar nedeniyle hastaların hayat konforları olumsu yönde etkilenmektedir. Şiddetli ağrılar nedeniyle kaslarda gerilme olduğu için bacak boyunda kısalma görüntüsü verebilir.Osteoid Osteoma Tümörü Vücudun Hangi Bölgelerinde Oluşur?Osteoid Osteoma kemik tümörü, vücudun her yerinde ortaya çıkabilir. En çok görüldüğü bölge kalcı kemiği ile diz arasındaki bölgedir. Ancak çene ve omurga dahil vücudun her kemiğinde yaşanabilmektedir.Osteoid Osteoma Tümörlerinde Risk Grubu Var mıdır?Osteoid Osteoma kemik tümörü için belirlenmiş bir risk grubu bulunmamaktadır. Her yaş grubunda görülmekle birlikte daha çok çocuklarda görülen bir kemik tümörüdür. Erkek çocuklarında kız çocuklarına göre daha fazla ortaya çıkmaktadır. Erkek çocuklarda daha fazla görülmesinin kesin nedeni bilinmemektedir. Osteoid Osteoma Kemik Tümörü Hangi Yaşlarda Görülür?Osteoid Osteoma kemik tümörü her yaşta ortaya çıkabilir ancak daha çok 10-20 yaş arası çocuklarda görülen iyi huylu bir kemik tümörüdür.Osteoid Osteoma Tümöründe Kemik Sintigrafisi Çektirmeye Gerek Var mıdır?Kemik tümörü Bilgisayarlı Tomografi ile teşhis edilmişse ek olarak kemik sintigrafisi çekilmesine gerek yoktur. Ancak Bilgisayarlı Tomografi çekilmesine rağmen teşhisin konulamadığı durumlarda vücut taraması ile genel tabloyu görmek için kemik sintigrafisi çekilmesi tercih edilebilir. Osteoid Osteoma Tümörü Tekrarlar mı?Osteoid Osteoma kemik tümörü açık cerrahiyle tamamen çıkartılmışsa veya radyofrekans ablasyon yöntemiyle tamamen yok edilmişse tekrarlamamaktadır. Ancak cerrahinin veya radyofrekans ablasyon yöntemi sonunda çıkartılamamışsa işlemden sonra hasta rahatlamasına rağmen tekrarlama olasılığı yüksektir.Osteoid Osteoma Tümörü Tedavi Edilmezse Ne Olur? Osteoid Osteoma kemik tümörü kansere dönüşmez ve vücuda yayılmaz. Genellikle büyüme çağının bitimine kadar kendi kendini sınırladığı, durduğu veya yok ettiği bilinir. Ağrı hastanın yaşam formunu konforunu bozmuyorsa her hangi bir işlem yapılmasına gerek bulunmamaktadır. Yaşanan ağrıya rağmen tedavi edilmediği durumlarda kasılmaları bağlı bacak boyunda kısalma görüntüsü oluşabilir. Bu kasılmalar sabitleşebilir. Yanlış tedavilere başvurulabilir. Osteoid Osteoma Radyofrekans Yönteminin Riskleri Var mıdır?Kemik tümörünün damarlara ve sinirlere çok yakın olduğu durumlarda radyofrekans ablasyon yöntemi tercih edilmemektedir.Osteoid Osteoma Ameliyatı Olanlar Hastanede Kaç Gün Kalır?Radyofrekans ablasyon yönteminden sonra hasta aynı gün taburcu edilebilmektedir. Osteoid Osteoma ameliyatından sonra hasta 1-2 gün hastanede yatar. Hastanın hastanede kalış süresi çıkartılan tümörün büyüklüğü ve yerine göre değişebilmektedir.Osteoid Osteoma Tümör Ameliyatının Riskleri Nelerdir?Her ameliyatın riski bulunmaktadır. Osteoid Osteoma tümör ameliyatının riskleri şu şekilre sıralanabilir.Bütün cerrahi işlemlerde olduğu gibi Osteoid Osteoma ameliyatında da enfeksiyon riski bulunmaktadır.Ancak bu tür ameliyatlarda kullanılan yüksek teknolojik cihazlar bu riskleri neredeyse tamamen ortadan kaldırmaktadır. Bilgisayarlı Tomografinin ameliyathane ortamında kullanılabilmesi olanağını sağlayan O-Arm teknolojisi Osteoid Osteoma ameliyatlarındaki risklerini sıfıra yakına indirmektedir. Osteoid Osteoma Ameliyatından Sonra Tam İyileşme Ne zaman Olur?Osteoid Osteoma kemik tümörü ameliyatlarından sonra iyileşme süresi tümörün bulunduğu bölge, tümörün büyüklüğü ve tümörün tedavisinde kullanılan yönteme göre değişmektedir.Radyofrekans ablasyon yönteminin kullanıldığı durumlarda hasta aynı gün taburcu olabilir ve aynı gün ayağının üzerine basabilir.Açık cerrahi yöntemle Osteoid Osteoma tümörünün çıkartıldığı durumlarda ise hasta 1-2 gün hastanede tutulur. Çıkartılan tümörün ve kemikte oluşan hasara göre hasta 1 -6 hafta arası uzvunu kullanmaması sağlanır.Osteoid Osteoma Tümörü Kemikte Kırık Oluşumuna Neden Olur mu?Bu tümörler kemikte kırık oluşmasına neden olmamaktadır. Kemiği inceltmez tam tersi kemikte kalınlaşmaya neden olur. Kemik daha sağlam ve daha kalındır. Kanser tümörleri gibi yıkıcı bir etkisi yoktur tam tersi kemiği kalınlaştırır. Ancak açık cerrahi yöntemle tümörün çıkartıldığı durumlarda kemikte oluşabilecek defekt kırıklara neden olabilmektedir. Bu riskin önüne geçebilmek için kemikte ağır defekt oluşmuşsa bölgeye vida veya platin yerleştirilmektedir. | 9,035 |
524 | Hastalıklar | Orak hücre anemisi | Genetik bir hastalık olan orak hücreli anemi, kırmızı kan hücrelerinin (eritrosit) anormal bir şekilde hilal (orak ) şeklini alarak küçük kan damarlarını tıkanması sonucu seri komplikasyonların geliştiği bir hastalıktır. Orak hücreli anemisinde, normalde yuvarlak ve esnek yapıya sahip olan eritrositler yerine, oraklaşan sert ve bir birlerine dolaşarak damarları tıkanmasına yol açan eritrositler mevcuttur. Anne ve babanın orak hücre geni taşınması nedeniyle hemoglebin elektroforezinde normalde HbA yerine HbS yer alır. Anne ve babalar HbSA olmaları nedeni ile klinik bulgu vermezler. Ancak tetkik sonucu tespit edilebiliyor. Bu nedenle özellikle Akdeniz bölgesinde yaşayan genç çiftlerin evlenmeden önce mutlaka ülkemizde de zorunlu olan hemoglobin elektroforez testi yaptırması gerekiyor.Genetik bir hastalık olan orak hücreli anemi, kırmızı kan hücrelerinin (eritrosit) anormal bir şekilde hilal (orak ) şeklini alarak küçük kan damarlarını tıkanması sonucu seri komplikasyonların geliştiği bir hastalıktır. Orak hücreli anemisinde, normalde yuvarlak ve esnek yapıya sahip olan eritrositler yerine, oraklaşan sert ve bir birlerine dolaşarak damarları tıkanmasına yol açan eritrositler mevcuttur. Anne ve babanın orak hücre geni taşınması nedeniyle hemoglebin elektroforezinde normalde HbA yerine HbS yer alır. Anne ve babalar HbSA olmaları nedeni ile klinik bulgu vermezler. Ancak tetkik sonucu tespit edilebiliyor. Bu nedenle özellikle Akdeniz bölgesinde yaşayan genç çiftlerin evlenmeden önce mutlaka ülkemizde de zorunlu olan hemoglobin elektroforez testi yaptırması gerekiyor.
Anne ve babası orak hücre geni taşıyan bebekler bu hastalıkla dünyaya geliyor. Orak hücre taşıyıcısı olan her iki ebeveynin de çocuk sahibi olmadan önce mutlaka bir genetik danışmanlık hizmeti alması ve önerilen şekilde bebek sahibi olması gerekiyor. Orak hücre anemisi olan hastalarda gelişen krizler sonucu kemik ağrılarına sık rastlanıyor. Bu hastalar için ağrıyı hafifleten ve hastalıkla ilişkili komplikasyonları önlemeye yardımcı ilaç tedavileri yapılıyor. Ancak bazı orak hücre anemisi hastalar erken teşhis ve tıp dünyasındaki yeni gelişmeler doğrultusunda yapılan allojenik kök hücre nakilleri ile 50'li yaşlara kadar hayatlarını sürdürebiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Çocuk (Pediatrik) Hematoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Atila Tanyeli, orak hücre anemisinin nedenleri, hastalıktan korunma yöntemleri, teşhis ve tedavisi hakkında bilgi verdi.Orak hücreli anemi nedir?Orak hücreli anemi, kalıtsal bir kan hastalığıdır. Vücudun dokularına oksijen taşıyan kırmızı kan hücreleridir. Orak hücre anemisi ise bu dokulara oksijen verilmesini bozan bir hastalıktır. Vücutta bulunan normal hemoglobine sahip kırmızı kan hücreleri, deliksiz çörekler gibi pürüzsüz, disk şeklinde ve esnek bir yapıya sahiptir. Bu nedenle kan damarlarında kolayca hareket edebilirler. Orak hücre hemoglobini olan hücreler ise sert ve bir birine dolana bir yapıdadır. Oksijenlerini kaybettiklerinde hilal şeklini alırlar. Bu hücreler birbirine dolanarak yumak oluştururlar ve kan damarlarında kolayca hareket edemezler. Bu, küçük kan damarlarını ve sağlıklı, normal oksijen taşıyan kanın hareketini engelleyebilir. Normal kırmızı kan hücreleri 120 güne kadar yaşayabilir. Ancak orak hücreler sadece 10 ile 20 gün arasında yaşar. Ayrıca orak hücreler, şekil ve sertlikleri nedeniyle dalak tarafından da yok edilebilmektedir.Orak hücre anemi risk faktörleri nelerdir?Orak hücreli anemisi, bir gendeki kusurdan kaynaklanan kalıtsal bir hastalıktır. Orak hücreli anemisi olan kişiler, hastalığı biyolojik ebeveynlerinden miras alırlar. Bu nedenle ailede orak hücre hastalığı öyküsü ile doğan bebeklerde orak hücre anemi riski yüksektir. Hem anne hem de babanın bu gene sahip olması bebeğin orak hücreli anemi ile dünyaya gelmesine neden olur. Sadece anneden ya da babadan birisinde orak hücre anemi geni olan bebekler ise sağlıklı olarak dünyaya gelirler. Ancak bu bebekler bazıları hastalığın taşıyıcısı olurlar. Taşıyıcı bir ebeveynin başka bir taşıyıcı ebeveynle evlenmesi sonucu olan çocuklarında orak hücre anemili olma riski artar. Her biri bir orak hücreli geninin taşıyıcısı olan ebeveynler için, orak hücreli anemisi olan bir çocuğa sahip olma olasılığı %25 civarındadır. Bu nedenle riski azaltmanın en iyi yolu tüp bebek yöntemi ile gebe kalınmasının sağlanmasıdır.Orak hücreli anemisinin nedenleri nedir?Orak hücreli anemi, vücuda hemoglobin adı verilen kırmızı kan hücrelerindeki demir açısından zengin bileşiği yapan gendeki bir mutasyondan kaynaklanır. Hemoglobin, kırmızı kan hücrelerinin tüm vücutta akciğerlerden oksijen taşımasını sağlar. Orak hücreli anemi ile ilişkili hemoglobin, kırmızı kan hücrelerinin katı, yapışkan ve şekilsiz olmasına neden olur. Bir çocuğun etkilenmesi için hem anne hem de baba, orak hücre geninin bir kopyasını taşımalı ve mutasyona uğramış her iki kopyasının da çocuğa iletilmesi gerekir. Çocuğa sadece bir ebeveyn orak hücre genini geçirirse, o çocuk orak hücreli anemi taşıyıcısı olur. Tipik bir hemoglobin geni ve genin mutasyona uğramış bir formuyla, orak hücre özelliğine sahip insanlar hem tipik hemoglobini hem de orak hücreli hemoglobini üretirler.Orak hücreli aneminin belirtileri nelerdir?Orak hücreli anemisi hastalarında normal kırmızı kan hücrelerinin oluşmasına yardımcı olan gen mutasyona uğrar veya değişir. Orak hücre hastalığı ile ilişkili her hastada farklı bir şekilde oraya çıkabilir. Ayrıca orak hücre hastalığının belirtileri, diğer kan bozukluklarına veya tıbbi problemlere benzerlik gösterdiği için doğru teşhis için mutlaka alanında uzman bir hekime başvurulması gerekir. Orak hücreli aneminin genel belirtiler ve komplikasyonları şunlardır;Anemi: Orak hücreler kısa ömürlüdür ve yok oldukları için vücutta kırmızı kan hücresi daha az bulunur. Bu durum da orak hücresi anemisi hastalarında anemi ile sonuçlanır. Şiddetli anemi baş dönmesi, nefes darlığı ve yorgun hissetme gibi belirtilerle kendisini belli eder;Ağrı krizi: Orak hücreler kan damarlarını tıkamaları nedeni ile bölgeye kan akışı yavaşlar ya da tamamen engellenir. Bu durumda ağrı vücudun herhangi bir yerinde ortaya çıkabilir. Ancak bu nedenden kaynaklı ağıralar yetişkinlerde en sık göğüs, kol yada bacaklarda görülür. Bebeklerde ve küçük çocuklarda ise el ve ayak parmaklarında ağrılı şişlikler olabilir. Kan akışındaki kesinti de doku ölümüne neden olabilir.Akut göğüs sendromu: Göğüste oluşan orak hücresi anemi hayatı tehdit edici olabilir. Genellikle vücut enfeksiyon, ateş veya dehidrasyon nedeniyle stres altındayken aniden ortaya çıkar. Orak hücreler birbirine yapışır ve akciğerlerdeki küçük damarlardaki oksijen akışını engeller. Zatürreye benzer ve ateş, ağrı ve şiddetli öksürük içerebilir.Dalak sekestrasyonu (havuzlama): Hastanın geçirdiği krizler genellikle dalakta biriken orak hücrelerden kaynaklanır. Bu durum hemoglobinde ani bir düşüşe neden olacağı için hastada hayati tehlikelere neden olabilir. Bu nedenle en hızlı şekilde tedavisi yapılması gerekir. Dalak ayrıca kan hacmindeki artıştan büyüyebilir ve ağrılı bir hale gelebilir. Orak hücresi anemisi hastası çoğu çocuk, ergenlik dönemine gelene kadar dalak sekestrasyonu ataklarından dolayı çalışan bir dalağa sahip olamazlar. Çalışan bir dalağı olmayan çocuklarda enfeksiyon riski önemli bir hayati risk nedeni olur. Bu tür enfeksiyonlar 5 yaşından küçük çocuklarda başlıca ölüm nedenidir.Felç: Orak hücre hastalığı olan kişilerin ani ve ciddi komplikasyonudur. Şekilsiz hücreler, beyne oksijen sağlayan ana kan damarlarını tıkayabilir. Beyne giden kan ve oksijen akışındaki herhangi bir kesinti ciddi beyin hasarına neden olabilir. Beyin damalarının tıkanması sonucu ilgili bölgelerde felçler gelişir.Sarılık: Sarılık, orak hücresi hastalığının yaygın bir belirtisidir. Orak hücreler normal kırmızı kan hücreleri kadar uzun yaşamazlar ve bu nedenle karaciğerin onları filtreleyebileceğinden daha hızlı ölürler. Bu parçalanmış hücrelerden gelen bilirubin vücutta birikerek sarılığa neden olur.Priapizm: Priapizm, Orak hücreler tarafından penisteki kan damarlarının ağrılı bir şekilde tıkanması durumudur. Hızlı bir şekilde tedavi edilmemesi hastanın iktidarsızlığına neden olabilir.Orak hücreli anemi nasıl teşhis edilir?Orak hücre anemisi belirtileri ile başvuran hastalar öncelikle ayrıntılı bir aile ve tıbbi öyküsü dinlenir. Daha sonra ise ayrıntılı fizik muayene yapıldıktan sonra kan ve diğer testler yapılır. Hemoglobin elektroforezi kan testi ile kişinin orak hücre taşıyıcısı olup olmadığını veya orak hücre geni ile ilişkili hastalıklardan herhangi birine sahip olup olmadığı belirlenir.Orak hücre anemisi nasıl tedavi edilir?Orak hücre anemisinin tedavisinde erken teşhis çok önemlidir. Tedavide amaç felç dahil organ hasarlarını, enfeksiyonları önlemeyi ve semptomların önlenmesidir. Hastanın orak hücre krizlerini önlemek için bazı ilaç tedavileri uygulanır. Hastaya yapılan kan nakilleri ile anemi ve inmeye karşı önlemler alınır. Ayrıca kronik ağrı, akut göğüs sendromu, dalak sekestrasyonu ve diğer acil durumları tedavi etmek için orak hemoglobini normal hemoglobin ile seyreltmek için kullanılırlar. Kemik iliği nakli, orak hücre hastalığında önemli bir tedavi seçeneğidir. HLA uygun sağlam kardeşi olanlarda 16 yaşına kadar ciddi komplikasyonlar çıkmadan yapılması tavsiye edilmektedir.ORAK HÜCRE ANEMİSİ İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULAROrak hücreli anemi insanları nasıl etkiler?Orak hücreli anemisi ile doğan bebeklerde birkaç ay boyunca hiçbir belirti olmayabilir. Aşırı yorgunluk veya anemiden kaynaklanan huzursuzluk, ağrılı bir şekilde şişmiş eller ve ayaklar ve sarılık bulunur. Bebeklerde ayrıca bağışıklık sistemlerini etkileyen ve bakteriyel enfeksiyon riskini artıran dalak hasarı olabilir. Orak hücre anemisi olan kişiler yaşlandıkça, organ dokuları yeterli oksijen almadığı için farklı ve daha ciddi tıbbi problemler geliştirebilirler. Kemiklerde erime önemli bir komplikasyondur.Orak hücreli anemisi hastalarda en sık hangi rahatsızlıklara neden olur?Orak hücreli anemisi olan kişilerde inme, akciğer, böbrek, kemik erimeleri, dalak ve karaciğer hasarı riski yüksektir.Orak hücre anemisinin komplikasyonları nelerdir?Orak hücre anemisi hastalarının vücudundaki herhangi bir veya tüm büyük organları etkilenebilir. Karaciğer, kalp, böbrekler, safra kesesi, gözler, kemikler ve eklemler, orak hücrelerin anormal işlevinden ve küçük kan damarlarından doğru şekilde akamamasından dolayı zarar görebilir.Çocuğun orak hücreli anemi ile doğma şansı nedir?Anne ve babanın orak hücreli anemisini taşıyıp taşımadığına bağlı bir durumdur. Ebeveynlerin her ikisinin de orak hücre anemi taşıyıcısı olması halinde doğacak çocuktaki risk olasılığı %25'tir.Orak hücreli anemi nasıl önlenir?Orak hücreli anemi kalıtsal bir hastalıktır. Çocuklarınıza geçirebileceğiniz orak hücre özelliğiniz olup olmadığını öğrenmek için kan testi yaptırabilirsiniz.Orak hücre anemisi hastaları ne kadar yaşar?Orak hücre anemisi ile doğan bebeklerini eskiden teşhis ve tedavisi zordu. Ancak günümüzdeki tıbbi gelişmeler kapsamında orak hücre teşhisi hızlı bir şekilde konularak semptomlar ve komplikasyonları azaltan tedaviler uygulanabiliyor. Tedavisini alan orak hücreli anemi hastaları günümüzde 50'li yaşlarına kadar yaşamaları mümkündür. Erken nakil olanlarda bu şans daha fazladır.
Anne ve babası orak hücre geni taşıyan bebekler bu hastalıkla dünyaya geliyor. Orak hücre taşıyıcısı olan her iki ebeveynin de çocuk sahibi olmadan önce mutlaka bir genetik danışmanlık hizmeti alması ve önerilen şekilde bebek sahibi olması gerekiyor. Orak hücre anemisi olan hastalarda gelişen krizler sonucu kemik ağrılarına sık rastlanıyor. Bu hastalar için ağrıyı hafifleten ve hastalıkla ilişkili komplikasyonları önlemeye yardımcı ilaç tedavileri yapılıyor. Ancak bazı orak hücre anemisi hastalar erken teşhis ve tıp dünyasındaki yeni gelişmeler doğrultusunda yapılan allojenik kök hücre nakilleri ile 50'li yaşlara kadar hayatlarını sürdürebiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Çocuk (Pediatrik) Hematoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Atila Tanyeli, orak hücre anemisinin nedenleri, hastalıktan korunma yöntemleri, teşhis ve tedavisi hakkında bilgi verdi.Orak hücreli anemi nedir?Orak hücreli anemi, kalıtsal bir kan hastalığıdır. Vücudun dokularına oksijen taşıyan kırmızı kan hücreleridir. Orak hücre anemisi ise bu dokulara oksijen verilmesini bozan bir hastalıktır. Vücutta bulunan normal hemoglobine sahip kırmızı kan hücreleri, deliksiz çörekler gibi pürüzsüz, disk şeklinde ve esnek bir yapıya sahiptir. Bu nedenle kan damarlarında kolayca hareket edebilirler. Orak hücre hemoglobini olan hücreler ise sert ve bir birine dolana bir yapıdadır. Oksijenlerini kaybettiklerinde hilal şeklini alırlar. Bu hücreler birbirine dolanarak yumak oluştururlar ve kan damarlarında kolayca hareket edemezler. Bu, küçük kan damarlarını ve sağlıklı, normal oksijen taşıyan kanın hareketini engelleyebilir. Normal kırmızı kan hücreleri 120 güne kadar yaşayabilir. Ancak orak hücreler sadece 10 ile 20 gün arasında yaşar. Ayrıca orak hücreler, şekil ve sertlikleri nedeniyle dalak tarafından da yok edilebilmektedir.Orak hücre anemi risk faktörleri nelerdir?Orak hücreli anemisi, bir gendeki kusurdan kaynaklanan kalıtsal bir hastalıktır. Orak hücreli anemisi olan kişiler, hastalığı biyolojik ebeveynlerinden miras alırlar. Bu nedenle ailede orak hücre hastalığı öyküsü ile doğan bebeklerde orak hücre anemi riski yüksektir. Hem anne hem de babanın bu gene sahip olması bebeğin orak hücreli anemi ile dünyaya gelmesine neden olur. Sadece anneden ya da babadan birisinde orak hücre anemi geni olan bebekler ise sağlıklı olarak dünyaya gelirler. Ancak bu bebekler bazıları hastalığın taşıyıcısı olurlar. Taşıyıcı bir ebeveynin başka bir taşıyıcı ebeveynle evlenmesi sonucu olan çocuklarında orak hücre anemili olma riski artar. Her biri bir orak hücreli geninin taşıyıcısı olan ebeveynler için, orak hücreli anemisi olan bir çocuğa sahip olma olasılığı %25 civarındadır. Bu nedenle riski azaltmanın en iyi yolu tüp bebek yöntemi ile gebe kalınmasının sağlanmasıdır.Orak hücreli anemisinin nedenleri nedir?Orak hücreli anemi, vücuda hemoglobin adı verilen kırmızı kan hücrelerindeki demir açısından zengin bileşiği yapan gendeki bir mutasyondan kaynaklanır. Hemoglobin, kırmızı kan hücrelerinin tüm vücutta akciğerlerden oksijen taşımasını sağlar. Orak hücreli anemi ile ilişkili hemoglobin, kırmızı kan hücrelerinin katı, yapışkan ve şekilsiz olmasına neden olur. Bir çocuğun etkilenmesi için hem anne hem de baba, orak hücre geninin bir kopyasını taşımalı ve mutasyona uğramış her iki kopyasının da çocuğa iletilmesi gerekir. Çocuğa sadece bir ebeveyn orak hücre genini geçirirse, o çocuk orak hücreli anemi taşıyıcısı olur. Tipik bir hemoglobin geni ve genin mutasyona uğramış bir formuyla, orak hücre özelliğine sahip insanlar hem tipik hemoglobini hem de orak hücreli hemoglobini üretirler.Orak hücreli aneminin belirtileri nelerdir?Orak hücreli anemisi hastalarında normal kırmızı kan hücrelerinin oluşmasına yardımcı olan gen mutasyona uğrar veya değişir. Orak hücre hastalığı ile ilişkili her hastada farklı bir şekilde oraya çıkabilir. Ayrıca orak hücre hastalığının belirtileri, diğer kan bozukluklarına veya tıbbi problemlere benzerlik gösterdiği için doğru teşhis için mutlaka alanında uzman bir hekime başvurulması gerekir. Orak hücreli aneminin genel belirtiler ve komplikasyonları şunlardır;Anemi: Orak hücreler kısa ömürlüdür ve yok oldukları için vücutta kırmızı kan hücresi daha az bulunur. Bu durum da orak hücresi anemisi hastalarında anemi ile sonuçlanır. Şiddetli anemi baş dönmesi, nefes darlığı ve yorgun hissetme gibi belirtilerle kendisini belli eder;Ağrı krizi: Orak hücreler kan damarlarını tıkamaları nedeni ile bölgeye kan akışı yavaşlar ya da tamamen engellenir. Bu durumda ağrı vücudun herhangi bir yerinde ortaya çıkabilir. Ancak bu nedenden kaynaklı ağıralar yetişkinlerde en sık göğüs, kol yada bacaklarda görülür. Bebeklerde ve küçük çocuklarda ise el ve ayak parmaklarında ağrılı şişlikler olabilir. Kan akışındaki kesinti de doku ölümüne neden olabilir.Akut göğüs sendromu: Göğüste oluşan orak hücresi anemi hayatı tehdit edici olabilir. Genellikle vücut enfeksiyon, ateş veya dehidrasyon nedeniyle stres altındayken aniden ortaya çıkar. Orak hücreler birbirine yapışır ve akciğerlerdeki küçük damarlardaki oksijen akışını engeller. Zatürreye benzer ve ateş, ağrı ve şiddetli öksürük içerebilir.Dalak sekestrasyonu (havuzlama): Hastanın geçirdiği krizler genellikle dalakta biriken orak hücrelerden kaynaklanır. Bu durum hemoglobinde ani bir düşüşe neden olacağı için hastada hayati tehlikelere neden olabilir. Bu nedenle en hızlı şekilde tedavisi yapılması gerekir. Dalak ayrıca kan hacmindeki artıştan büyüyebilir ve ağrılı bir hale gelebilir. Orak hücresi anemisi hastası çoğu çocuk, ergenlik dönemine gelene kadar dalak sekestrasyonu ataklarından dolayı çalışan bir dalağa sahip olamazlar. Çalışan bir dalağı olmayan çocuklarda enfeksiyon riski önemli bir hayati risk nedeni olur. Bu tür enfeksiyonlar 5 yaşından küçük çocuklarda başlıca ölüm nedenidir.Felç: Orak hücre hastalığı olan kişilerin ani ve ciddi komplikasyonudur. Şekilsiz hücreler, beyne oksijen sağlayan ana kan damarlarını tıkayabilir. Beyne giden kan ve oksijen akışındaki herhangi bir kesinti ciddi beyin hasarına neden olabilir. Beyin damalarının tıkanması sonucu ilgili bölgelerde felçler gelişir.Sarılık: Sarılık, orak hücresi hastalığının yaygın bir belirtisidir. Orak hücreler normal kırmızı kan hücreleri kadar uzun yaşamazlar ve bu nedenle karaciğerin onları filtreleyebileceğinden daha hızlı ölürler. Bu parçalanmış hücrelerden gelen bilirubin vücutta birikerek sarılığa neden olur.Priapizm: Priapizm, Orak hücreler tarafından penisteki kan damarlarının ağrılı bir şekilde tıkanması durumudur. Hızlı bir şekilde tedavi edilmemesi hastanın iktidarsızlığına neden olabilir.Orak hücreli anemi nasıl teşhis edilir?Orak hücre anemisi belirtileri ile başvuran hastalar öncelikle ayrıntılı bir aile ve tıbbi öyküsü dinlenir. Daha sonra ise ayrıntılı fizik muayene yapıldıktan sonra kan ve diğer testler yapılır. Hemoglobin elektroforezi kan testi ile kişinin orak hücre taşıyıcısı olup olmadığını veya orak hücre geni ile ilişkili hastalıklardan herhangi birine sahip olup olmadığı belirlenir.Orak hücre anemisi nasıl tedavi edilir?Orak hücre anemisinin tedavisinde erken teşhis çok önemlidir. Tedavide amaç felç dahil organ hasarlarını, enfeksiyonları önlemeyi ve semptomların önlenmesidir. Hastanın orak hücre krizlerini önlemek için bazı ilaç tedavileri uygulanır. Hastaya yapılan kan nakilleri ile anemi ve inmeye karşı önlemler alınır. Ayrıca kronik ağrı, akut göğüs sendromu, dalak sekestrasyonu ve diğer acil durumları tedavi etmek için orak hemoglobini normal hemoglobin ile seyreltmek için kullanılırlar. Kemik iliği nakli, orak hücre hastalığında önemli bir tedavi seçeneğidir. HLA uygun sağlam kardeşi olanlarda 16 yaşına kadar ciddi komplikasyonlar çıkmadan yapılması tavsiye edilmektedir.ORAK HÜCRE ANEMİSİ İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULAROrak hücreli anemi insanları nasıl etkiler?Orak hücreli anemisi ile doğan bebeklerde birkaç ay boyunca hiçbir belirti olmayabilir. Aşırı yorgunluk veya anemiden kaynaklanan huzursuzluk, ağrılı bir şekilde şişmiş eller ve ayaklar ve sarılık bulunur. Bebeklerde ayrıca bağışıklık sistemlerini etkileyen ve bakteriyel enfeksiyon riskini artıran dalak hasarı olabilir. Orak hücre anemisi olan kişiler yaşlandıkça, organ dokuları yeterli oksijen almadığı için farklı ve daha ciddi tıbbi problemler geliştirebilirler. Kemiklerde erime önemli bir komplikasyondur.Orak hücreli anemisi hastalarda en sık hangi rahatsızlıklara neden olur?Orak hücreli anemisi olan kişilerde inme, akciğer, böbrek, kemik erimeleri, dalak ve karaciğer hasarı riski yüksektir.Orak hücre anemisinin komplikasyonları nelerdir?Orak hücre anemisi hastalarının vücudundaki herhangi bir veya tüm büyük organları etkilenebilir. Karaciğer, kalp, böbrekler, safra kesesi, gözler, kemikler ve eklemler, orak hücrelerin anormal işlevinden ve küçük kan damarlarından doğru şekilde akamamasından dolayı zarar görebilir.Çocuğun orak hücreli anemi ile doğma şansı nedir?Anne ve babanın orak hücreli anemisini taşıyıp taşımadığına bağlı bir durumdur. Ebeveynlerin her ikisinin de orak hücre anemi taşıyıcısı olması halinde doğacak çocuktaki risk olasılığı %25'tir.Orak hücreli anemi nasıl önlenir?Orak hücreli anemi kalıtsal bir hastalıktır. Çocuklarınıza geçirebileceğiniz orak hücre özelliğiniz olup olmadığını öğrenmek için kan testi yaptırabilirsiniz.Orak hücre anemisi hastaları ne kadar yaşar? | 7,879 |
525 | Hastalıklar | Osteomalazi (Kemik Yumuşaması) | Vücudun kalsiyumu emmesine yardımcı olan D vitamini eksikliği sonucu kemik gücü ve sertliğinin yitirilmesi durumu osteomalazi (kemik yumuşaması) olarak tanımlanır. Daha çok ileri yaşlarda görülen bir hastalık olan osteomalazi, çocuklarda görüldüğünde bu duruma raşitizm adı verilir. Kanda yeterli miktarda kalsiyumun bulunmaması ve D vitamini yetersizliği sebebiyle ortaya çıkan osteomalazi, kişide kemik ve kalça ağrısı, kemik kırıkları ve kas güçsüzlüğü gibi yaygın belirtiler ortaya çıkarır.Vücudun kalsiyumu emmesine yardımcı olan D vitamini eksikliği sonucu kemik gücü ve sertliğinin yitirilmesi durumu osteomalazi (kemik yumuşaması) olarak tanımlanır. Daha çok ileri yaşlarda görülen bir hastalık olan osteomalazi, çocuklarda görüldüğünde bu duruma raşitizm adı verilir. Kanda yeterli miktarda kalsiyumun bulunmaması ve D vitamini yetersizliği sebebiyle ortaya çıkan osteomalazi, kişide kemik ve kalça ağrısı, kemik kırıkları ve kas güçsüzlüğü gibi yaygın belirtiler ortaya çıkarır.
Osteomalazi Nedir?Osteomalazi; kemiklerin yumuşaması olup, vücudun kalsiyumu emmesine yardımcı olan D vitamini eksikliği nedeni ile ortaya çıkar. Osteomalazi de kemikler olması gerektiği gibi sertleşemez, bu da kemiklerde kolay kırılmalara neden olur. Kalsiyum kaybı ile kemiklerin yumuşaması daha çok yetişkinlerde görülür. Çocuklarda D vitamini eksikliğine bağlı olarak gelişen kemik bozuklukları ise raşitizm olarak tanımlanır.Düşük kalsiyum seviyesi ve D vitamini yetersizliğine bağlı şekilde gerçekleşen osteomalazi genellikle osteoporozla karıştırılır ancak iki hastalık aynı şey değildir. Osteomalazi yetişkinlerde aşırı D vitamini eksikliği sonucu görülür ve kemiklerde yumuşama meydana gelir. Bu durum ağrı, kas gücü kaybı ve kemikte çatlak tarzı küçük kırıklara sebebiyet verir. Osteoporozda ise kemikte yumuşama yerine gücünde kayıp ve kalitesinde bozukluk yaşanır.Osteomalazi Neden Olur?Osteomalazi hastalığı, vücuttaki aşırı D vitamini eksikliği sebebiyle meydana gelir. Özellikle yetişkin ve kadınlarda görülen, kalsiyumu emmeye destek olan D vitamini düzeyinin yetersiz olması sonucu yaşanan osteomalazi, kemik dokusunun zayıflaması ve kemiklerin daha kolay kırılmasına sebebiyet verir. D vitamini eksikliği yaşanmasının en temel sebebi ise yeterli güneş ışığına maruz kalınmamasıdır.D vitamini eksikliğiyle birlikte osteomalazi nedenleri şunları içerir: D vitamini eksikliği Kalsiyum düşüklüğü Beslenme bozuklukları Çölyak hastalığı Böbrek ve karaciğer rahatsızlıkları Fosfat yetersizliğiOsteomalazi Belirtileri Nelerdir?Osteomalazi hastalığının yaygın olarak görülen ilk bulguları arasında kemik ve kalçada ağrı, kolay kırılan kemikler ve kas güçsüzlüğü yer alır. Bu belirtiler sonucu hastalar genellikle yürümekte zorluk çeker. Çoğunlukla yetişkin kişiler, kadınlar ve hamilelerde daha sık rastlanır.Genel olarak osteomalazi belirtileri şu şekildedir: Kemik ve kalçalarda rahatsız edici ağrı Kemiklerin kolay kırılması Hareket etmek ve yürümekte zorluk Kas güçsüzlüğü Hafif darbelere karşı bile hassasiyet Dinlenmekle geçmeyen yorgunluk Kol ve bacaklarda uyuşma El ve ayak spazmlarıYaygın olarak görülen bu belirtiler dışında bazı osteomalazi vakaları herhangi bir belirti göstermeyebilir. Ancak yukarıda belirtilen semptomların yoğun yaşandığı durumlarda doktora başvurmanız tavsiye edilir.Osteomalazi Nasıl Teşhis Edilir?Osteomalazi teşhisi için hastalığın en temel sebebi olan D vitamini düzeyinin belirlenmesi için kan ve idrar testleri istenir. Kan testi dışında kişinin kemik yapısına bakmak için röntgen gibi görüntüleme testleri uygulanır ve kemik sağlığı kontrol edilir. Bunların yanı sıra kemiklerdeki kalsiyum ve fosfat miktarını test etmek için kemik mineral yoğunluğu taramaları da doktor tarafından istenebilir.Çok nadir olarak istenen kemik biyopsisi de osteomalazi teşhisinde faydalanılan yöntemlerden biri olarak sayılabilir. Kemik biyopsisi, kişinin kemik dokusundan parça alınarak gerçekleştirilen bir işlemdir.Osteomalazi Nasıl Tedavi Edilir?Yapılan teşhis sonrası osteomalazi olduğu belirlenen hastalar için öncelikle D vitamini ve kalsiyum takviyesi önerilir. Yapılan testlerle D vitamini eksikliği tespit edilen kişilerde kemik yapılarının bozulması genellikle D vitamini düzeyine bağlı olarak gerçekleşir. Bu durumun önüne geçmek için de D vitamini ve kalsiyum seviyesinin yükseltilmesi amaçlanır. Bunun için kişinin daha fazla güneş ışığına çıkması önerilir.Vitamin ve mineral takviyeleri ise enjeksiyon ve oral yollarla kişiye uygulanabilir. Bu yöntemler dışında hastanın beslenme listesine D vitamini açısından yüksek besinleri eklemesi de vitaminleri doğal yollarla vücuda alması anlamına gelir.D vitamini değeri yüksek besinler şöyledir: Uskumru ve somon gibi yağlı balıklar Kırmızı et ve ciğer Tavuk eti Peynir ve süt Yumurta sarısı Isırgan otu MaydanozŞiddetli osteomalazi vakalarında kemiklerde oluşan çatlak, kırıkların iyileştirilmesi için bazı durumlarda cerrahi operasyonlara başvurulduğu da olabilir. Diğer yandan dişlerde oluşan sağlık sorunlarının tedavisi için de diş hekimliği uygulamaları yapılabilir.Osteomalazi Hakkında Sık Sorulan SorularOsteomalazi ne demek?Osteomalazi, en özet haliyle D vitamini eksikliği sebebiyle kemiklerde oluşan yumuşama şeklinde tanımlanabilir.Osteomalazi hangi vitamin eksikliğinde görülür?Osteomalazi hastaları olan kişilerde genellikle D vitamini eksikliği görülür.
Osteomalazi Nedir?Osteomalazi; kemiklerin yumuşaması olup, vücudun kalsiyumu emmesine yardımcı olan D vitamini eksikliği nedeni ile ortaya çıkar. Osteomalazi de kemikler olması gerektiği gibi sertleşemez, bu da kemiklerde kolay kırılmalara neden olur. Kalsiyum kaybı ile kemiklerin yumuşaması daha çok yetişkinlerde görülür. Çocuklarda D vitamini eksikliğine bağlı olarak gelişen kemik bozuklukları ise raşitizm olarak tanımlanır.Düşük kalsiyum seviyesi ve D vitamini yetersizliğine bağlı şekilde gerçekleşen osteomalazi genellikle osteoporozla karıştırılır ancak iki hastalık aynı şey değildir. Osteomalazi yetişkinlerde aşırı D vitamini eksikliği sonucu görülür ve kemiklerde yumuşama meydana gelir. Bu durum ağrı, kas gücü kaybı ve kemikte çatlak tarzı küçük kırıklara sebebiyet verir. Osteoporozda ise kemikte yumuşama yerine gücünde kayıp ve kalitesinde bozukluk yaşanır.Osteomalazi Neden Olur?Osteomalazi hastalığı, vücuttaki aşırı D vitamini eksikliği sebebiyle meydana gelir. Özellikle yetişkin ve kadınlarda görülen, kalsiyumu emmeye destek olan D vitamini düzeyinin yetersiz olması sonucu yaşanan osteomalazi, kemik dokusunun zayıflaması ve kemiklerin daha kolay kırılmasına sebebiyet verir. D vitamini eksikliği yaşanmasının en temel sebebi ise yeterli güneş ışığına maruz kalınmamasıdır.D vitamini eksikliğiyle birlikte osteomalazi nedenleri şunları içerir:Osteomalazi Belirtileri Nelerdir?Osteomalazi hastalığının yaygın olarak görülen ilk bulguları arasında kemik ve kalçada ağrı, kolay kırılan kemikler ve kas güçsüzlüğü yer alır. Bu belirtiler sonucu hastalar genellikle yürümekte zorluk çeker. Çoğunlukla yetişkin kişiler, kadınlar ve hamilelerde daha sık rastlanır.Genel olarak osteomalazi belirtileri şu şekildedir:Yaygın olarak görülen bu belirtiler dışında bazı osteomalazi vakaları herhangi bir belirti göstermeyebilir. Ancak yukarıda belirtilen semptomların yoğun yaşandığı durumlarda doktora başvurmanız tavsiye edilir.Osteomalazi Nasıl Teşhis Edilir?Osteomalazi teşhisi için hastalığın en temel sebebi olan D vitamini düzeyinin belirlenmesi için kan ve idrar testleri istenir. Kan testi dışında kişinin kemik yapısına bakmak için röntgen gibi görüntüleme testleri uygulanır ve kemik sağlığı kontrol edilir. Bunların yanı sıra kemiklerdeki kalsiyum ve fosfat miktarını test etmek için kemik mineral yoğunluğu taramaları da doktor tarafından istenebilir.Çok nadir olarak istenen kemik biyopsisi de osteomalazi teşhisinde faydalanılan yöntemlerden biri olarak sayılabilir. Kemik biyopsisi, kişinin kemik dokusundan parça alınarak gerçekleştirilen bir işlemdir.Osteomalazi Nasıl Tedavi Edilir?Yapılan teşhis sonrası osteomalazi olduğu belirlenen hastalar için öncelikle D vitamini ve kalsiyum takviyesi önerilir. Yapılan testlerle D vitamini eksikliği tespit edilen kişilerde kemik yapılarının bozulması genellikle D vitamini düzeyine bağlı olarak gerçekleşir. Bu durumun önüne geçmek için de D vitamini ve kalsiyum seviyesinin yükseltilmesi amaçlanır. Bunun için kişinin daha fazla güneş ışığına çıkması önerilir.Vitamin ve mineral takviyeleri ise enjeksiyon ve oral yollarla kişiye uygulanabilir. Bu yöntemler dışında hastanın beslenme listesine D vitamini açısından yüksek besinleri eklemesi de vitaminleri doğal yollarla vücuda alması anlamına gelir.D vitamini değeri yüksek besinler şöyledir:Şiddetli osteomalazi vakalarında kemiklerde oluşan çatlak, kırıkların iyileştirilmesi için bazı durumlarda cerrahi operasyonlara başvurulduğu da olabilir. Diğer yandan dişlerde oluşan sağlık sorunlarının tedavisi için de diş hekimliği uygulamaları yapılabilir.Osteomalazi Hakkında Sık Sorulan SorularOsteomalazi ne demek?Osteomalazi, en özet haliyle D vitamini eksikliği sebebiyle kemiklerde oluşan yumuşama şeklinde tanımlanabilir.Osteomalazi hangi vitamin eksikliğinde görülür?Osteomalazi hastaları olan kişilerde genellikle D vitamini eksikliği görülür. | 3,467 |
526 | Hastalıklar | Osteoartrit (Kireçlenme) | Toplumda sık rastlanılan sağlık sorunlarından biri olan osteoartrit yani kireçlenmenin görülme oranı ileri yaşa bağlı olarak artıyor. Aynı zamanda erkeklere oranla kadınlarda daha sık görülüyor. Osteoartrit, kişiye özel ilaçlı tedavi, fizik tedavi ve egzersiz seçeneklerinin planlanmasını gerektiren bir sağlık sorunu olarak tanımlanıyor. Antalya Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’nden Uzm. Dr. Ayşe Yener Güçlü, osteoartrit (kireçlenme) ve merak edilenlerini yanıtladı.Toplumda sık rastlanılan sağlık sorunlarından biri olan osteoartrit yani kireçlenmenin görülme oranı ileri yaşa bağlı olarak artıyor. Aynı zamanda erkeklere oranla kadınlarda daha sık görülüyor. Osteoartrit, kişiye özel ilaçlı tedavi, fizik tedavi ve egzersiz seçeneklerinin planlanmasını gerektiren bir sağlık sorunu olarak tanımlanıyor. Antalya Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’nden Uzm. Dr. Ayşe Yener Güçlü, osteoartrit (kireçlenme) ve merak edilenlerini yanıtladı.
Osteoartrit (kireçlenme) nedir?Genellikle ileri yaşa bağlı olarak ortaya çıkan osteoartrit yani kireçlenme, zaman içerisinde eklemlerde meydana gelen hasar ve yıpranma olarak tanımlanmaktadır. Burada ortaya çıkan durum kemiği kaplayan kıkırdağın, eklem aralığında bulunan sıvının azalmasıdır. Osteoartritin (kireçlenme) kendi içerisinde evreleri bulunmaktadır. Kireçlenme yaşa bağlı olarak olağan kabul edilmektedir. Ancak ileri evrede olması ve günlük yaşantıyı kısıtlayacak dereceye ulaşması bir hastalık olarak değerlendirilmektedir. Kireçlenme toplumda bilinenin aksine, hareketsizliğe bağlı ortaya çıkarak eklem aralarında ya da yanlarında bir kireç tutma anlamına gelmemektedir. Kireçlenme hastalığı çoğu zaman, bir demliğin veya tencerenin kireçlenmesi, pas tutması gibi anlamlar ile karıştırılmaktadır. En fazla yük binen eklemlerde osteoartrit (kireçlenme) görülmektedir.Osteoartrit (kireçlenme) nedenleri nelerdir?Doğal bir süreç olarak kabul gören kireçlenmenin bazı nedenleri bağlı olarak erken dönemde hızlıca ilerlediği görülmektedir. Bu rahatsızlık birden farklı ve fazla nedene bağlı oluşabilir. Eklemlerin aşırı kullanımı başta olmak üzere, ileri yaş faktörüne bağlı osteoartrit görülme riski oldukça yüksektir. Bu nedenlere ek olarak bazı önemli sağlık sorunları ve durumlarda erken dönemde osteoartrit gelişimi hızlanmaktadır. Bu sebepler kısaca şu şekilde sıralanabilir; Aşırı kilolar (obezite), Sporcu sakatlanmaları, Yaş, Cinsiyet, Ağır yük taşıma, Genetik yatkınlık, Travmalara bağlı, Doğumsal anomali, Mesleki hastalık olarak da görülebilir.Osteoartrit (kireçlenme) belirtileri nelerdir?Genellikle bel, diz, kalça ve ayaklarda osteoartrit (kireçlenme) görülmektedir. Yavaş yavaş gelişerek oluştuğu bölgede yoğun ağrılara neden olan osteoartrit kalça bölgesinde oluştu ise ciddi ağrılara neden olarak bir sağlık kuruluşuna başvurma ihtiyacı doğurmaktadır. Ağrı, şişlik, gıcırdama ve yanma çoğu zaman en sık şikayet edilen durumlar arasında olarak bilinmektedir. Bu ağrıların görülmesi zaman içerisinde hareket kaybı ya da kısıtlılığı ile sonuçlanmaktadır. Tüm bu belirtilere ek olarak hareket esnasında eklemlerden ses gelmesi osteoartrit belirtisi olarak kabul edilmektedir. Ancak tek başına eklemlerden ses gelmesi ostepartrit varlığının kesin kanıtı değildir. Bu şikayetler üzerine doktora başvurularak, kesin tanı sonrası tedavi süreci başlatılmaktadır.Osteoartrit (kireçlenme) tanısı nasıl konulur?Ortopedi ve travmatoloji doktoru hasta öyküsünü alarak hasar gören, yıpranan eklem ve sinirleri incelemek için fiziki muayeneyi gerçekleştirir. Yapılacak değerlendirmeye göre Fizik tedavi veya ortopedi uzmanı tarafından uygun görüldüğü takdirde bir takım kan testleri ve röntgen film çekimi istenmektedir. Kan tahlilleri gerektiren bu tanı evresinde sedimentasyon ve kan sayımı da oldukça önem taşır. CRP, ASO, RF gibi bazı testler yararlanılabilmektedir.Osteoartrit (kireçlenme) tedavisi nasıl sağlanır?Tedavinin birinci basamağı, ideal kilonun korunması veya fazla kilolardan kurtulma olarak nitelendirebilir. Burada önemli olan nokta; zarar gören, yıpranan ve ileri yaşa bağlı eski gücünde bulunmayan eklemlerin daha fazla zarar görmesini ya da üzerine daha fazla ağırlık bırakılmasını engellemektir. Osteoartrit (kirençlenme) ortaya çıktığı bölgeye özgü bazı egzersizlerin günlük olarak uygulanması önerilmektedir. Osteoartritin erken ve orta evrelerinde fizik tedavi uzmanı takibinde kişiye özel fizik tedavi uygulamaları hastalığın ilerlemesinin yavaşlatılması ve ağrıların giderilmesinde faydalıdır. Ortopedik duruma uygun ayakkabı tercihi önem taşır. Oral yolla (ağız) kullanımı sağlanan bazı ilaçların kullanılması önerilmektedir. Bazen ağrı kesici kullanımı da çok sık ağrıları bulunan bireylere tavsiye edilmektedir. Ancak burada hekim inisiyatifi durumu belirlemektedir.Osteoartrit (kireçlenme) sık sorulan sorularOsteoartrit (kireçlenme) risk faktörleri nelerdir?Fast food beslenme tarzının çoğalması ile birlikte aşırı kilo problemlerinin ortaya çıktığı gözlenmektedir. İleri yaş, aşırı kilolar (obezite), eklem hastalıklarına bağlı geçirilmiş cerrahi operasyonlar, eklemlere uygulanan tutarsız güç ve ani zedelemeler en temel risk faktörleri arasında gösterilebilir.Osteoartrit (kireçlenme) fizik tedavi uygulamaları nelerdir?Hastalığın evresine uygun tedavi şekli uygulanmaktadır. Uygun görüldüğü takdirde cerrahiden önce uygulanması önerilen tedavi şekli fizik tedavi uygulamalarıdır. Ancak bu uygulamalar hastalığı ortadan kaldırılmaz. Osteoartrite ( kireçlenme) bağlı görülen ağrı ve şikayetlerin minimum seviyeye indirilmesinde yarar sağlar. Hasta eğitimi, kilo kaybı ve egzersiz tedavisi, fizyoterapi uygulamaları olarak nitelendirilir. Egzersiz tedavileri belirlenen periyotlarla seans şeklinde uygulanması istenir. Bu uygulamaları yarıda bırakmamak, aksatmamak ağrıların ortadan kaldırılmasında önemli bir yere sahiptir.Osteoartrit (kireçlenme) beslenme nasıl olmalıdır?Osteoartrit teşhisinin konulması ile birlikte direkt olarak zorunlu uygulanması gereken bir beslenme çeşidi ve şekli bulunmamaktadır. İdeal kilonun korunması, beslenme alışkanlıklarına özen gösterilmesi gereklidir. Bu duruma ek olarak eklemlerde meydana gelen hasar, zedelenmelere bağlı eklemleri güçlendirmek ve vitamin deposu oluşturabilmek adına bazı besinler tüketilebilir. Tahıl, bakliyat, balık, kemik suyu gibi besinler aşırıya kaçmadan tüketilebilir. Kişinin alerjik durumu ve ek farklı hastalıkların olması durumunda hekime danışılmadan iyi geleceği düşünülen besinler tüketilmemelidir.Osteoartrit (kireçlenme) bitkisel tedavisi var mıdır?Geleneksel ve tamamlayıcı tıp, bazı hastalıkların iyileşme sürecinde destekleyici özelliği sahiptir. Ancak ortopedi ya da fizik tedavi uzmanının uygun görmediği, önermediği tedavi şekilleri uygulanmamalıdır. Uygulanması durumunda iyileşme sağlayacağı düşünülen bitkisel tedavi, hastalığın şiddetlenmesi ve daha kötü sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilir.Osteoartrit (kireçlenme) ve romatoid artrit farkı nedir?Eklemlerde görülen bu iki hastalık çeşidi halk arasında sık sık karıştırılmaktadır. Osteoartrit, zaman içerisinde yaş alınması ile birlikte kilo, geçirilmiş hastalıklar vb. faktörlere bağlı eklemlere yük binmesi ile oluşan bir hastalıktır. Romatoid artrit ise bağışıklık sistemindeki bozukluğa bağlı eklemlerde iltihaplanma görülmesi durumudur. Bu iki rahatsızlık, ağrı ve sızıya yol açmaları nedeniyle benzerlik taşımaktadır.
Osteoartrit (kireçlenme) nedir?Genellikle ileri yaşa bağlı olarak ortaya çıkan osteoartrit yani kireçlenme, zaman içerisinde eklemlerde meydana gelen hasar ve yıpranma olarak tanımlanmaktadır. Burada ortaya çıkan durum kemiği kaplayan kıkırdağın, eklem aralığında bulunan sıvının azalmasıdır. Osteoartritin (kireçlenme) kendi içerisinde evreleri bulunmaktadır. Kireçlenme yaşa bağlı olarak olağan kabul edilmektedir. Ancak ileri evrede olması ve günlük yaşantıyı kısıtlayacak dereceye ulaşması bir hastalık olarak değerlendirilmektedir. Kireçlenme toplumda bilinenin aksine, hareketsizliğe bağlı ortaya çıkarak eklem aralarında ya da yanlarında bir kireç tutma anlamına gelmemektedir. Kireçlenme hastalığı çoğu zaman, bir demliğin veya tencerenin kireçlenmesi, pas tutması gibi anlamlar ile karıştırılmaktadır. En fazla yük binen eklemlerde osteoartrit (kireçlenme) görülmektedir.Osteoartrit (kireçlenme) nedenleri nelerdir?Doğal bir süreç olarak kabul gören kireçlenmenin bazı nedenleri bağlı olarak erken dönemde hızlıca ilerlediği görülmektedir. Bu rahatsızlık birden farklı ve fazla nedene bağlı oluşabilir. Eklemlerin aşırı kullanımı başta olmak üzere, ileri yaş faktörüne bağlı osteoartrit görülme riski oldukça yüksektir. Bu nedenlere ek olarak bazı önemli sağlık sorunları ve durumlarda erken dönemde osteoartrit gelişimi hızlanmaktadır. Bu sebepler kısaca şu şekilde sıralanabilir;Osteoartrit (kireçlenme) belirtileri nelerdir?Genellikle bel, diz, kalça ve ayaklarda osteoartrit (kireçlenme) görülmektedir. Yavaş yavaş gelişerek oluştuğu bölgede yoğun ağrılara neden olan osteoartrit kalça bölgesinde oluştu ise ciddi ağrılara neden olarak bir sağlık kuruluşuna başvurma ihtiyacı doğurmaktadır. Ağrı, şişlik, gıcırdama ve yanma çoğu zaman en sık şikayet edilen durumlar arasında olarak bilinmektedir. Bu ağrıların görülmesi zaman içerisinde hareket kaybı ya da kısıtlılığı ile sonuçlanmaktadır. Tüm bu belirtilere ek olarak hareket esnasında eklemlerden ses gelmesi osteoartrit belirtisi olarak kabul edilmektedir. Ancak tek başına eklemlerden ses gelmesi ostepartrit varlığının kesin kanıtı değildir. Bu şikayetler üzerine doktora başvurularak, kesin tanı sonrası tedavi süreci başlatılmaktadır.Osteoartrit (kireçlenme) tanısı nasıl konulur?Ortopedi ve travmatoloji doktoru hasta öyküsünü alarak hasar gören, yıpranan eklem ve sinirleri incelemek için fiziki muayeneyi gerçekleştirir. Yapılacak değerlendirmeye göre Fizik tedavi veya ortopedi uzmanı tarafından uygun görüldüğü takdirde bir takım kan testleri ve röntgen film çekimi istenmektedir. Kan tahlilleri gerektiren bu tanı evresinde sedimentasyon ve kan sayımı da oldukça önem taşır. CRP, ASO, RF gibi bazı testler yararlanılabilmektedir.Osteoartrit (kireçlenme) tedavisi nasıl sağlanır?Tedavinin birinci basamağı, ideal kilonun korunması veya fazla kilolardan kurtulma olarak nitelendirebilir. Burada önemli olan nokta; zarar gören, yıpranan ve ileri yaşa bağlı eski gücünde bulunmayan eklemlerin daha fazla zarar görmesini ya da üzerine daha fazla ağırlık bırakılmasını engellemektir. Osteoartrit (kirençlenme) ortaya çıktığı bölgeye özgü bazı egzersizlerin günlük olarak uygulanması önerilmektedir. Osteoartritin erken ve orta evrelerinde fizik tedavi uzmanı takibinde kişiye özel fizik tedavi uygulamaları hastalığın ilerlemesinin yavaşlatılması ve ağrıların giderilmesinde faydalıdır. Ortopedik duruma uygun ayakkabı tercihi önem taşır. Oral yolla (ağız) kullanımı sağlanan bazı ilaçların kullanılması önerilmektedir. Bazen ağrı kesici kullanımı da çok sık ağrıları bulunan bireylere tavsiye edilmektedir. Ancak burada hekim inisiyatifi durumu belirlemektedir.Osteoartrit (kireçlenme) sık sorulan sorularOsteoartrit (kireçlenme) risk faktörleri nelerdir?Fast food beslenme tarzının çoğalması ile birlikte aşırı kilo problemlerinin ortaya çıktığı gözlenmektedir. İleri yaş, aşırı kilolar (obezite), eklem hastalıklarına bağlı geçirilmiş cerrahi operasyonlar, eklemlere uygulanan tutarsız güç ve ani zedelemeler en temel risk faktörleri arasında gösterilebilir.Osteoartrit (kireçlenme) fizik tedavi uygulamaları nelerdir?Hastalığın evresine uygun tedavi şekli uygulanmaktadır. Uygun görüldüğü takdirde cerrahiden önce uygulanması önerilen tedavi şekli fizik tedavi uygulamalarıdır. Ancak bu uygulamalar hastalığı ortadan kaldırılmaz. Osteoartrite ( kireçlenme) bağlı görülen ağrı ve şikayetlerin minimum seviyeye indirilmesinde yarar sağlar. Hasta eğitimi, kilo kaybı ve egzersiz tedavisi, fizyoterapi uygulamaları olarak nitelendirilir. Egzersiz tedavileri belirlenen periyotlarla seans şeklinde uygulanması istenir. Bu uygulamaları yarıda bırakmamak, aksatmamak ağrıların ortadan kaldırılmasında önemli bir yere sahiptir.Osteoartrit (kireçlenme) beslenme nasıl olmalıdır?Osteoartrit teşhisinin konulması ile birlikte direkt olarak zorunlu uygulanması gereken bir beslenme çeşidi ve şekli bulunmamaktadır. İdeal kilonun korunması, beslenme alışkanlıklarına özen gösterilmesi gereklidir. Bu duruma ek olarak eklemlerde meydana gelen hasar, zedelenmelere bağlı eklemleri güçlendirmek ve vitamin deposu oluşturabilmek adına bazı besinler tüketilebilir. Tahıl, bakliyat, balık, kemik suyu gibi besinler aşırıya kaçmadan tüketilebilir. Kişinin alerjik durumu ve ek farklı hastalıkların olması durumunda hekime danışılmadan iyi geleceği düşünülen besinler tüketilmemelidir.Osteoartrit (kireçlenme) bitkisel tedavisi var mıdır?Geleneksel ve tamamlayıcı tıp, bazı hastalıkların iyileşme sürecinde destekleyici özelliği sahiptir. Ancak ortopedi ya da fizik tedavi uzmanının uygun görmediği, önermediği tedavi şekilleri uygulanmamalıdır. Uygulanması durumunda iyileşme sağlayacağı düşünülen bitkisel tedavi, hastalığın şiddetlenmesi ve daha kötü sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilir.Osteoartrit (kireçlenme) ve romatoid artrit farkı nedir? | 5,163 |
527 | Hastalıklar | Otoimmün Hastalıklar | Otoimmün hastalıklar, vücudun doğal savunma sistemi olan bağışıklık sisteminin kendi hücrelerine saldırmasına neden olduğu 80’nin üzerinde türü bulunan hastalıklardır. Bunlar arasında en yaygın olanları romatoid artrit, tip 1 diyabet, multipl skleroz (MS), lupus hastalığı, haşimato, crohn ve çölyaktır. Bağışıklık sistemi kişiyi kanser, virüs ve toksinler gibi zararlı maddelere karşı korumaya çalışan antikorlar üretiminde görevlidir. Vücutta otoimmün bozukluk yaşandığı durumda bağışıklık sistemi sağlıklı ve zararlı hücreler arasında farkı algılayamayarak savunma geliştirir.Otoimmün hastalıklar, vücudun doğal savunma sistemi olan bağışıklık sisteminin kendi hücrelerine saldırmasına neden olduğu 80’nin üzerinde türü bulunan hastalıklardır. Bunlar arasında en yaygın olanları romatoid artrit, tip 1 diyabet, multipl skleroz (MS), lupus hastalığı, haşimato, crohn ve çölyaktır. Bağışıklık sistemi kişiyi kanser, virüs ve toksinler gibi zararlı maddelere karşı korumaya çalışan antikorlar üretiminde görevlidir. Vücutta otoimmün bozukluk yaşandığı durumda bağışıklık sistemi sağlıklı ve zararlı hücreler arasında farkı algılayamayarak savunma geliştirir.
Otoimmün Hastalık Nedir? Otoimmün hastalık, bağışıklık sisteminin yabancı hücreler ile sağlıklı hücreleri ayırt edemeden vücudun kendi sağlıklı hücrelerine saldırması ile çıkan hastalıklardır. Bağışıklık sistemi, yalnızca vücuda zararlı olabilecek virüsler, bakteriler veya mantarlar gibi patojenlere karşı etki eder. Her vücut hücresi, hücre zarında vücuda ait olarak tanımladığı belirli molekülleri taşıdığı için bağışıklık sistemi “içsel” ve “yabancı” ayrımını yapabilir. Otoimmün hastalıkları geliştiği durumda ise bağışıklık sistemi, sağlıklı hücreleri, dokuları ve organları düşman olarak algılar ve saldırıya geçer.Otoimmün Hastalıklar Nelerdir? Tanımlanmış 80'den fazla otoimmün hastalık bulunmaktadır. Otoimmün hastalıkların yaygın olanları tip 1 diyabet, multipl skleroz (MS), lupus, romatoid artrit, çölyak yanı sıra graves ve haşimato gibi tiroidi etkileyen, crohn ve çölyak gibi bağırsağı etkileyen, behçet hastalığı, sedef ve vitiligo gibi cildi etkileyen hastalıklardır.Otoimmün hastalıklardan bazıları şunlardır: Multipl Skleroz (MS) Tip 1 Diyabet Ülseratif kolit Crohn ve çölyak gibi bağırsak hastalıkları Sedef (psöriasis), Pemfigus vulgaris ve vitiligo gibi cilt hastalıkları Graves hastalığı ve Hashimato Addison hastalığı Üveit Behçet hastalığı Romatoid artrit Kelebek hastalığı (lupus) Polimiyozit Sjögren sendromu Skleroderma Vaskülit Anti-fosfolipid antikor sendromu Myastenia gravisOtoimmün hastalıkların belirtileri çok çeşitli olabilir. Otoimmün hastalığı olan hastaların belirtileri temel olarak bağışıklık sisteminin vücutta nereyi etkilediğine bağlıdır. Aynı anda birkaç otoimmün hastalık ortaya çıkabilir.Otoimmün hastalık, organizmada doğal bir işlevi olan vücudun kendi bağışıklık sisteminin başarısızlığı olarak tanımlanabilir. Bu hastalıkların formları çeşitlilik gösterir ve bağışıklık sisteminin vücudun kendi dokusuna karşı bir savunma reaksiyonu geliştirmesi ile oluşturur. Vücudun kendi antijenlerine karşı uzun süreli bir bağışıklık tepkisi geliştiğinde, kronik inflamatuar doku hasarı meydana gelir.Bunlar organ veya dokuya özgü olabilir, tek tek bölgelerle sınırlı olabilir veya tüm vücutta sistemik bir reaksiyon olarak kendini gösterebilir. Bağışıklık sistemi ya belirli bir organı (tiroit, böbrek, pankreas, bağırsak, deri, sinirler) etkiler ya da tüm sisteme karşı etki ederek organ dışı bir hastalığa neden olabilir.Otoimmün Hastalık Belirtileri Nelerdir?Otoimmün hastalıklar birçok hastalığı içerdiği için belirtileri açısından da farklılık gösterir. Fakat değişen türlere rağmen ortak semptomlara sahip olabilir. Otoimmün hastalığın en yaygın görülen belirtileri şunlardır: Eklem ağrıları ve eklemlerde şişlik Tükenmişlik Cilt problemleri Karın ağrısı Sindirim problemleri Ateş Şişmiş bezlerOtoimmün hastalıklar, hastalığa bağlı olarak herhangi bir dokuyu veya organı hedef alabilir. Bu nedenle çok farklı belirtilerle ortaya çıkar. Otoimmün hastalıklar bulaşıcı değildir. Çoğu durumda genetik bir yatkınlık vardır, ancak gelişiminin kesin nedenleri hala büyük ölçüde belirsizdir. Kadınlar erkeklerden önemli ölçüde daha sık etkilenir.Otoimmün Hastalıklar Neden Olur? Otoimmün hastalığın gelişiminin arkasındaki nedenler henüz bilinmese de genellikle genetik ve çevresel faktörler arasındaki etkileşimlerden kaynaklanır. Bunun yanında cinsiyet, ırk ve etnik köken özellikleri, bir otoimmün hastalık geliştirme olasılığı ile bağlantılıdır. Otoimmün hastalıklar, çevresel maruziyetlerle temas halinde olduklarında daha yaygın olarak görülür.Otoimmün hastalıkların oluşum nedenleri şöyle sıralanabilir: Genetik faktörler Cinsiyet İlaçlar Virüs, bakteri veya parazitler enfeksiyonları Çevre kirleticilere maruz kalma Hamilelik Stres Kanser BeslenmeOtoimmün Hastalıkların Tedavisi Nasıldır?Otoimmün hastalıkların semptomları farklı olduğu için teşhis etmek için çok farklı muayeneler gereklidir. Ayrıca doğru tedavi seçeneğinin bulunabilmesi için hastalığın seyri de değerlendirilmelidir. Tedavinin amacı, bağışıklık sisteminin verdiği aşırı tepkiyi kontrol altına almak ve belirtilerin şiddetini azaltmaktır. Steroid olmayan anti-inflamatuvar ilaçlarBağışıklık sistemi hayati olduğu için tamamen ortadan kaldırılamaz. Hastalığın evresine ve etkilenen bölgeye bağlı olarak, rahatsızlığı hafifletmenin ve hastalığın ilerlemesini mümkün olduğunca durdurmanın birçok yolu vardır. Steroid olmayan anti-inflamatuvar ilaçlar, doku yıkımına yol açan inflamatuar yanıtları azaltabilmektedir.İmmünosupresan denilen bağışıklık baskılayıcı ilaçlarOtoimmün hastalıkların tedavisinde immünosupresan denilen bağışıklık baskılayıcı ilaçlar da kullanılır. Bu ilaçlar, kişinin kendi dokusuna karşı bağışıklık tepkisini azaltır, ancak aynı zamanda patojenlere tepki de azaldığından enfeksiyon riskini artırmaktadır. Bu önlemler yeterli değilse, spesifik olarak sentezlenmiş immünoglobulinler (antikorlar), otoimmün hastalığın inflamatuar mekanizmasına tam olarak müdahale eden ve bağışıklık sisteminin geri kalanını bozmayan bazı otoimmün hastalıklar için kullanılabilmektedir.Bir otoimmün hastalığı etkileyebilecek çeşitli faktörler de tedavide rol oynar. Bu nedenle tedaviye beslenme, stres yönetimi gibi hususlar da dahil edilmelidir.Otoimmün Hastalıklar Hakkında Sık Sorulan SorularOtoimmün hastalıkları ne tetikler?Otoimmün hastalıklar kişinin tükettiği besinler nedeniyle tetiklenebilir. Özellikle yüksek şeker ve yağ içeren beslenme şekli kişinin bağışıklık sisteminin bozulmasına yol açarak otoimmün hastalıkların görülmesine neden olur.Otoimmün hastalıklardan hangi organlar etkilenir?Bağışıklık sistemi vücuttaki çok çeşitli yapılara karşı bir otoimmün reaksiyon gösterebilir ve her organa saldırabilir. Karaciğer, tiroit, böbrek, pankreas, bağırsak, deri etkilenen organlar arasında yer almaktadır. Sistemik otoimmün hastalıklar ise sadece tek bir organı değil, aynı anda birkaç organı da etkileyebilmektedir.Otoimmün hastalıklar ve beslenme arasında bir ilişki var mıdır? Beslenme otoimmün bir durumun geliştirilmesinde önemli bir rol oynayan faktörler arasında yer almaktadır. Yüksek kalorili bir beslenme düzeni (doymuş yağlar veya işlenmiş gıdalar açısından zengin ve lifler açısından düşük), bağışıklık sisteminin bozulmasına yol açarak otoimmün hatalıklara zemin hazırlayabilmektedir. Alerji otoimmün bir hastalık mıdır? Alerjiler de bağışıklık sisteminin arızalanmasıyla tetiklenir. Alerjide tehlikeli olmayan yabancı maddeler tehlikeli olarak sınıflandırılır ve aşırı bağışıklık tepkisi şikayetlere yol açmaktadır. Otoimmün hastalıkta ise bağışıklık sistemi doğrudan kendi vücudunun bileşenlerine tepki verir ve düşman olarak algılar.Otoimmün hastalıklar tedavi edilebilir mi? Bağışıklık sisteminin bilinmeyen bir nedenden dolayı sağlıklı hücreleri, dokuları ve organları düşman olarak algılaması sonucu otoimmün hastalıklar oluşmaktadır. Nedeni bilinmediğinden dolayı kesin bir tedavisi bulunmamaktadır. Tedavide otoimmün hastalığın meydana getirdiği belirtileri azaltmak ve kontrol altına almak amaçlanmaktadır. İlaç tedavileri ömür boyu sürebilmektedir.
Otoimmün Hastalık Nedir? Otoimmün hastalık, bağışıklık sisteminin yabancı hücreler ile sağlıklı hücreleri ayırt edemeden vücudun kendi sağlıklı hücrelerine saldırması ile çıkan hastalıklardır. Bağışıklık sistemi, yalnızca vücuda zararlı olabilecek virüsler, bakteriler veya mantarlar gibi patojenlere karşı etki eder. Her vücut hücresi, hücre zarında vücuda ait olarak tanımladığı belirli molekülleri taşıdığı için bağışıklık sistemi “içsel” ve “yabancı” ayrımını yapabilir. Otoimmün hastalıkları geliştiği durumda ise bağışıklık sistemi, sağlıklı hücreleri, dokuları ve organları düşman olarak algılar ve saldırıya geçer.Otoimmün Hastalıklar Nelerdir? Tanımlanmış 80'den fazla otoimmün hastalık bulunmaktadır. Otoimmün hastalıkların yaygın olanları tip 1 diyabet, multipl skleroz (MS), lupus, romatoid artrit, çölyak yanı sıra graves ve haşimato gibi tiroidi etkileyen, crohn ve çölyak gibi bağırsağı etkileyen, behçet hastalığı, sedef ve vitiligo gibi cildi etkileyen hastalıklardır.Otoimmün hastalıklardan bazıları şunlardır:Otoimmün hastalıkların belirtileri çok çeşitli olabilir. Otoimmün hastalığı olan hastaların belirtileri temel olarak bağışıklık sisteminin vücutta nereyi etkilediğine bağlıdır. Aynı anda birkaç otoimmün hastalık ortaya çıkabilir.Otoimmün hastalık, organizmada doğal bir işlevi olan vücudun kendi bağışıklık sisteminin başarısızlığı olarak tanımlanabilir. Bu hastalıkların formları çeşitlilik gösterir ve bağışıklık sisteminin vücudun kendi dokusuna karşı bir savunma reaksiyonu geliştirmesi ile oluşturur. Vücudun kendi antijenlerine karşı uzun süreli bir bağışıklık tepkisi geliştiğinde, kronik inflamatuar doku hasarı meydana gelir.Bunlar organ veya dokuya özgü olabilir, tek tek bölgelerle sınırlı olabilir veya tüm vücutta sistemik bir reaksiyon olarak kendini gösterebilir. Bağışıklık sistemi ya belirli bir organı (tiroit, böbrek, pankreas, bağırsak, deri, sinirler) etkiler ya da tüm sisteme karşı etki ederek organ dışı bir hastalığa neden olabilir.Otoimmün Hastalık Belirtileri Nelerdir?Otoimmün hastalıklar birçok hastalığı içerdiği için belirtileri açısından da farklılık gösterir. Fakat değişen türlere rağmen ortak semptomlara sahip olabilir. Otoimmün hastalığın en yaygın görülen belirtileri şunlardır:Otoimmün hastalıklar, hastalığa bağlı olarak herhangi bir dokuyu veya organı hedef alabilir. Bu nedenle çok farklı belirtilerle ortaya çıkar. Otoimmün hastalıklar bulaşıcı değildir. Çoğu durumda genetik bir yatkınlık vardır, ancak gelişiminin kesin nedenleri hala büyük ölçüde belirsizdir. Kadınlar erkeklerden önemli ölçüde daha sık etkilenir.Otoimmün Hastalıklar Neden Olur? Otoimmün hastalığın gelişiminin arkasındaki nedenler henüz bilinmese de genellikle genetik ve çevresel faktörler arasındaki etkileşimlerden kaynaklanır. Bunun yanında cinsiyet, ırk ve etnik köken özellikleri, bir otoimmün hastalık geliştirme olasılığı ile bağlantılıdır. Otoimmün hastalıklar, çevresel maruziyetlerle temas halinde olduklarında daha yaygın olarak görülür.Otoimmün hastalıkların oluşum nedenleri şöyle sıralanabilir:Otoimmün Hastalıkların Tedavisi Nasıldır?Otoimmün hastalıkların semptomları farklı olduğu için teşhis etmek için çok farklı muayeneler gereklidir. Ayrıca doğru tedavi seçeneğinin bulunabilmesi için hastalığın seyri de değerlendirilmelidir. Tedavinin amacı, bağışıklık sisteminin verdiği aşırı tepkiyi kontrol altına almak ve belirtilerin şiddetini azaltmaktır. Steroid olmayan anti-inflamatuvar ilaçlarBağışıklık sistemi hayati olduğu için tamamen ortadan kaldırılamaz. Hastalığın evresine ve etkilenen bölgeye bağlı olarak, rahatsızlığı hafifletmenin ve hastalığın ilerlemesini mümkün olduğunca durdurmanın birçok yolu vardır. Steroid olmayan anti-inflamatuvar ilaçlar, doku yıkımına yol açan inflamatuar yanıtları azaltabilmektedir.İmmünosupresan denilen bağışıklık baskılayıcı ilaçlarOtoimmün hastalıkların tedavisinde immünosupresan denilen bağışıklık baskılayıcı ilaçlar da kullanılır. Bu ilaçlar, kişinin kendi dokusuna karşı bağışıklık tepkisini azaltır, ancak aynı zamanda patojenlere tepki de azaldığından enfeksiyon riskini artırmaktadır. Bu önlemler yeterli değilse, spesifik olarak sentezlenmiş immünoglobulinler (antikorlar), otoimmün hastalığın inflamatuar mekanizmasına tam olarak müdahale eden ve bağışıklık sisteminin geri kalanını bozmayan bazı otoimmün hastalıklar için kullanılabilmektedir.Bir otoimmün hastalığı etkileyebilecek çeşitli faktörler de tedavide rol oynar. Bu nedenle tedaviye beslenme, stres yönetimi gibi hususlar da dahil edilmelidir.Otoimmün Hastalıklar Hakkında Sık Sorulan SorularOtoimmün hastalıkları ne tetikler?Otoimmün hastalıklar kişinin tükettiği besinler nedeniyle tetiklenebilir. Özellikle yüksek şeker ve yağ içeren beslenme şekli kişinin bağışıklık sisteminin bozulmasına yol açarak otoimmün hastalıkların görülmesine neden olur.Otoimmün hastalıklardan hangi organlar etkilenir?Bağışıklık sistemi vücuttaki çok çeşitli yapılara karşı bir otoimmün reaksiyon gösterebilir ve her organa saldırabilir. Karaciğer, tiroit, böbrek, pankreas, bağırsak, deri etkilenen organlar arasında yer almaktadır. Sistemik otoimmün hastalıklar ise sadece tek bir organı değil, aynı anda birkaç organı da etkileyebilmektedir.Otoimmün hastalıklar ve beslenme arasında bir ilişki var mıdır? Beslenme otoimmün bir durumun geliştirilmesinde önemli bir rol oynayan faktörler arasında yer almaktadır. Yüksek kalorili bir beslenme düzeni (doymuş yağlar veya işlenmiş gıdalar açısından zengin ve lifler açısından düşük), bağışıklık sisteminin bozulmasına yol açarak otoimmün hatalıklara zemin hazırlayabilmektedir. Alerji otoimmün bir hastalık mıdır? Alerjiler de bağışıklık sisteminin arızalanmasıyla tetiklenir. Alerjide tehlikeli olmayan yabancı maddeler tehlikeli olarak sınıflandırılır ve aşırı bağışıklık tepkisi şikayetlere yol açmaktadır. Otoimmün hastalıkta ise bağışıklık sistemi doğrudan kendi vücudunun bileşenlerine tepki verir ve düşman olarak algılar.Otoimmün hastalıklar tedavi edilebilir mi? Bağışıklık sisteminin bilinmeyen bir nedenden dolayı sağlıklı hücreleri, dokuları ve organları düşman olarak algılaması sonucu otoimmün hastalıklar oluşmaktadır. Nedeni bilinmediğinden dolayı kesin bir tedavisi bulunmamaktadır. Tedavide otoimmün hastalığın meydana getirdiği belirtileri azaltmak ve kontrol altına almak amaçlanmaktadır. İlaç tedavileri ömür boyu sürebilmektedir. | 5,530 |
528 | Hastalıklar | Öpücük Hastalığı | Mononükleoz olarak da adlandırılan öpücük hastalığı, öpüşme sırasında tükürük yoluyla bulaşan, Epstein-Barr adı verilen herpes virüsünün neden olduğu viral üst solunum yolu enfeksiyonudur. Öpücük hastalığı öpüşmenin dışında örneğin aynı içecekleri paylaşmanın sonucunda da bulaşabilir. Ateş, boğaz ağrısı, bademcik iltihabı, yorgunluk, boyundaki lenflerde şişme ve döküntüler öpücük hastalığının tipik belirtileridir.Mononükleoz olarak da adlandırılan öpücük hastalığı, öpüşme sırasında tükürük yoluyla bulaşan, Epstein-Barr adı verilen herpes virüsünün neden olduğu viral üst solunum yolu enfeksiyonudur. Öpücük hastalığı öpüşmenin dışında örneğin aynı içecekleri paylaşmanın sonucunda da bulaşabilir. Ateş, boğaz ağrısı, bademcik iltihabı, yorgunluk, boyundaki lenflerde şişme ve döküntüler öpücük hastalığının tipik belirtileridir.
Öpücük Hastalığı Nedir?Öpüşme sırasında tükürük yoluyla yayıldığı için öpücük hastalığı olarak bilinen mononükleoz, Epstein-Barr virüsünün neden olduğu, ateş, boğaz ağrısı ve lenf bezlerinde şişlik belirtisiyle karakterize yaygın bir viral enfeksiyondur. Epstein-Barr virüsü dışında başka virüsler de hastalığı tetikleyebilir ancak yaygın nedeni bu virüstür. Öpüşme veya aynı içeçecekleri tüketmenin sonucunda tükürük yoluyla hastalık kişiye bulaşır ve bazı bulgular göstermeye başlar. Öpücük hastalığının karakterize belirtileri arasında ateş, boğaz ağrısı, lenf bezlerinde şişme, bademcik iltihabı, yorgunluk, döküntüler, baş ağrısı ve bazen de dalak şişmesi yer alır. Öpücük hastalığının tedavi seçenekleri arasında ise dinlenme, sıvı alımı, ağrıları ve semptomları hafifletmek için reçetesiz satılan ağrı kesici veya ateş düşürücü ilaçlar bulunur. Öpücük Hastalığı Neden Olur?Öpücük hastalığına (mononükleoz) neden olan virüs Epstein-Barr olarak bilinen herpes virüsüdür. Bu virüs kişiden kişiye tükürük yoluyla bulaşır. Bunun en önemli tetikleyici ise öpüşmektir. Öpüşmekle birlikte aynı yerden yemek yemek veya aynı bardaktan içecek tüketmek de öpücük hastalığına yol açabilir. Epstein-Barr dışında şu virüsler de öpücük hastalığına neden olabilir: Adenovirüs Sitomegalovirüs (CMV) Hepatit A, hepatit B ve hepatit C Herpes simpleks virüsü (HSV) HIV Kızamıkçık Toksoplazmoz Öpücük Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Öpücük hastalığının yaygın belirtileri, 39-40 dereceye varabilen, 10-14 gün kadar uzun süren yüksek ateş, boğaz ağrısı, lenf bezlerinde şişlik, yutma güçlüğü, bademciklerde şişme ve üzerlerinde beyaz iltihapların oluşmasıdır. Bunlarla birlikte karında dolgunluk hissi, halsizlik ve iştahsızlık da görülebilir.Öpücük hastalığı şu belirtilerle ortaya çıkar: Yüksek ateş Boğaz ağrısı Lenf bezlerinde şişlik Bademcik iltihabı Yorgunluk Ciltte döküntüler Karında dolgunluk hissi İştahsızlık Baş ağrısı Dalak şişmesiAmpisilin içeren antibiyotiklerin kullanımı sonrası döküntü olması bu hastalığı düşündürebilir ancak hastalığa özgü olarak da her tür döküntü görülebilir. Eğer dalak rüptürü adı verilen dalağın kendiliğinden yırtılması gibi bir komplikasyon gelişirse; şiddetli karın ağrısı, nabzın düşmesi, ateşin daha da yükselmesi gibi semptomlar ortaya çıkabilir.Öpücük Hastalığı Kimlerde Görülür?Öpücük hastalığı daha çok 15-30 yaş grubu genç yetişkinlerde görülür. Çocuklarda herhangi bir solunum yolu enfeksiyonu şeklinde geçip giderken büyüklerde uzun süren yüksek ateş, boğazda ağrı, genel durum düşkünlüğü, kas eklem ağrısı, baş ağrısı gibi ağır bir klinik tablo şeklinde seyreder.Hastalar zaman zaman düşmeyen ateş, lenf bezlerinde, dalak ve karaciğerde büyüme bulgularıyla, lenfoma şüphesiyle, hematoloji bölümüne ya da düşmeyen ateş nedeniyle acil, kulak burun boğaz gibi bölümlere birden fazla kez başvurabilmektedir.Öpücük Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Öpücük hastalığı için özellikle kan sayımı ve yayması ayırt edicidir. Çünkü atipik lenfosit adı verilen, enfekte olmuş B hücrelerine reaksiyon olarak gelişen T lenfositlerin %10dan fazla olması durumu hastaların büyük çoğunluğunda görülmektedir. Bunun dışında hastaların %80-90’ında karaciğer fonksiyon testlerinde artış, (normalin 2-3 katı kadar), %5-10 unda trombosit adı verilen kan pıhtılaştırmasında görev alan hücrelerde düşüklük görülmektedir. Tanıda yardımcı test olarak enfeksiyon sırasında gelişen hetorofil antikorların saptandığı monospot testinin pozitifliği önemlidir. Ancak monospot testi özellikle hastalığın erken dönemlerinde negatif olabilmekte ya da hepatit lenfoma gibi bazı hastalalıklarda yalancı pozitiflikler görülebilmektedir. Virüse özgü viral kapsit antijenine karşı gelişen IgM-IgG sınıfı antikorların saptandığı testler kesin tanıda kullanılmaktadır.Öpücük Hastalığı Tedavisi Nasıl Yapılır?Öpücük hastalığına neden olan virüse özel bir antiviral tedavi yoktur. Hastaların mutlaka istirahat etmesi çok önemlidir. Çünkü dalak yırtılması özellikle hastalığın 2-4’üncü haftalarında görülebilmektedir. Bunlar genç hastalar olduklarından dans, spor gibi dalak yırtılmasına zemin hazırlayabilecek aktivitelerden en az 4 hafta uzak kalması gerekmektedir.Yine ıkınmayı artırmaması için kabız kalmamaları önemlidir. Ateş düşürücü, boğaz gargarası gibi semptomatik tedavi önerilmektedir. Aspirin kullanılmamalıdır. Hastaların kontrolü ve takibi önemlidir. Yine bu hastalarda çok büyüyen bademcikler boğazı kapatıp nefes almayı engelleyebilmektedir. Böyle bir durumda derhal hekime başvurması önerilmelidir. Bu hastaların haftalık yakın takibi önemlidir. Öpücük hastalığından korunmak için ise herhangi bir aşı bulunmamaktadır.Öpücük Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularÖpücük hastalığı tehlikeli mi?Öpücük hastalığı, vücuttaki tüm sistemleri tutabildiği için, yakın takip edilmesi gereken bir viral hastalıktır. Eğer dalak yırtılması zamanında fark edilmez ve karın içine kanarsa hayati tehlike barındırmaktadır. Ya da solunum yolunu tamamen tıkaması da risklidir. Bunların dışında vücut direnci baskılanmış hastalarda daha ağır seyretmektedir. Komplikasyonları da daha sık görülmektedir.Öpücük hastalığı nasıl bulaşır?Bulaşıcı bir hastalık olan öpücük hastalığı yakın temas ve damlacık yoluyla bulaşmaktadır. Öpüşme sırasındaki tükürük en bilinen bulaş yoludur ve bu nedenle ismi öpücük hastalığıdır.Öpücük hastalığı ne kadar sürer?Öpücük hastalığında bütün tablonun iyileşmesi genellikle 1 ayı bulabilmektedir.Öpücük hastalığı kimlerden bulaşır?Toplumda bu virüs hastalığı geçirip iyileşen bireylerin solunum yolunda bulunmaktadır. Dolayısıyla sağlam ancak virüsü damlacık yoluyla taşıyan kişiler öpücük hastalığını bulaştırmaktadır.Öpücük hastalığı lösemiye neden olur mu?Öpücük hastalığına neden olan Epstein-Barr virüsünün lösemiye yol açabileceği değerlendirilse de bu konuyla ilgili daha fazla bilimsel çalışmaya ihtiyaç vardır.Öpücük hastalığı tekrarlar mı?Öpücük hastalığını geçiren bir kişi hastalığa karşı bağışıklık kazanacağı için genellikle yaşamı boyunca bir daha hastalığa yakalanmaz. Ancak vücutta aktif olmayan bir form kalırsa nadir de olsa semptomlar görülebilir.
Öpücük Hastalığı Nedir?Öpüşme sırasında tükürük yoluyla yayıldığı için öpücük hastalığı olarak bilinen mononükleoz, Epstein-Barr virüsünün neden olduğu, ateş, boğaz ağrısı ve lenf bezlerinde şişlik belirtisiyle karakterize yaygın bir viral enfeksiyondur. Epstein-Barr virüsü dışında başka virüsler de hastalığı tetikleyebilir ancak yaygın nedeni bu virüstür. Öpüşme veya aynı içeçecekleri tüketmenin sonucunda tükürük yoluyla hastalık kişiye bulaşır ve bazı bulgular göstermeye başlar. Öpücük hastalığının karakterize belirtileri arasında ateş, boğaz ağrısı, lenf bezlerinde şişme, bademcik iltihabı, yorgunluk, döküntüler, baş ağrısı ve bazen de dalak şişmesi yer alır. Öpücük hastalığının tedavi seçenekleri arasında ise dinlenme, sıvı alımı, ağrıları ve semptomları hafifletmek için reçetesiz satılan ağrı kesici veya ateş düşürücü ilaçlar bulunur. Öpücük Hastalığı Neden Olur?Öpücük hastalığına (mononükleoz) neden olan virüs Epstein-Barr olarak bilinen herpes virüsüdür. Bu virüs kişiden kişiye tükürük yoluyla bulaşır. Bunun en önemli tetikleyici ise öpüşmektir. Öpüşmekle birlikte aynı yerden yemek yemek veya aynı bardaktan içecek tüketmek de öpücük hastalığına yol açabilir. Epstein-Barr dışında şu virüsler de öpücük hastalığına neden olabilir: Öpücük Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Öpücük hastalığının yaygın belirtileri, 39-40 dereceye varabilen, 10-14 gün kadar uzun süren yüksek ateş, boğaz ağrısı, lenf bezlerinde şişlik, yutma güçlüğü, bademciklerde şişme ve üzerlerinde beyaz iltihapların oluşmasıdır. Bunlarla birlikte karında dolgunluk hissi, halsizlik ve iştahsızlık da görülebilir.Öpücük hastalığı şu belirtilerle ortaya çıkar:Ampisilin içeren antibiyotiklerin kullanımı sonrası döküntü olması bu hastalığı düşündürebilir ancak hastalığa özgü olarak da her tür döküntü görülebilir. Eğer dalak rüptürü adı verilen dalağın kendiliğinden yırtılması gibi bir komplikasyon gelişirse; şiddetli karın ağrısı, nabzın düşmesi, ateşin daha da yükselmesi gibi semptomlar ortaya çıkabilir.Öpücük Hastalığı Kimlerde Görülür?Öpücük hastalığı daha çok 15-30 yaş grubu genç yetişkinlerde görülür. Çocuklarda herhangi bir solunum yolu enfeksiyonu şeklinde geçip giderken büyüklerde uzun süren yüksek ateş, boğazda ağrı, genel durum düşkünlüğü, kas eklem ağrısı, baş ağrısı gibi ağır bir klinik tablo şeklinde seyreder.Hastalar zaman zaman düşmeyen ateş, lenf bezlerinde, dalak ve karaciğerde büyüme bulgularıyla, lenfoma şüphesiyle, hematoloji bölümüne ya da düşmeyen ateş nedeniyle acil, kulak burun boğaz gibi bölümlere birden fazla kez başvurabilmektedir.Öpücük Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Öpücük hastalığı için özellikle kan sayımı ve yayması ayırt edicidir. Çünkü atipik lenfosit adı verilen, enfekte olmuş B hücrelerine reaksiyon olarak gelişen T lenfositlerin %10dan fazla olması durumu hastaların büyük çoğunluğunda görülmektedir. Bunun dışında hastaların %80-90’ında karaciğer fonksiyon testlerinde artış, (normalin 2-3 katı kadar), %5-10 unda trombosit adı verilen kan pıhtılaştırmasında görev alan hücrelerde düşüklük görülmektedir. Tanıda yardımcı test olarak enfeksiyon sırasında gelişen hetorofil antikorların saptandığı monospot testinin pozitifliği önemlidir. Ancak monospot testi özellikle hastalığın erken dönemlerinde negatif olabilmekte ya da hepatit lenfoma gibi bazı hastalalıklarda yalancı pozitiflikler görülebilmektedir. Virüse özgü viral kapsit antijenine karşı gelişen IgM-IgG sınıfı antikorların saptandığı testler kesin tanıda kullanılmaktadır.Öpücük Hastalığı Tedavisi Nasıl Yapılır?Öpücük hastalığına neden olan virüse özel bir antiviral tedavi yoktur. Hastaların mutlaka istirahat etmesi çok önemlidir. Çünkü dalak yırtılması özellikle hastalığın 2-4’üncü haftalarında görülebilmektedir. Bunlar genç hastalar olduklarından dans, spor gibi dalak yırtılmasına zemin hazırlayabilecek aktivitelerden en az 4 hafta uzak kalması gerekmektedir.Yine ıkınmayı artırmaması için kabız kalmamaları önemlidir. Ateş düşürücü, boğaz gargarası gibi semptomatik tedavi önerilmektedir. Aspirin kullanılmamalıdır. Hastaların kontrolü ve takibi önemlidir. Yine bu hastalarda çok büyüyen bademcikler boğazı kapatıp nefes almayı engelleyebilmektedir. Böyle bir durumda derhal hekime başvurması önerilmelidir. Bu hastaların haftalık yakın takibi önemlidir. Öpücük hastalığından korunmak için ise herhangi bir aşı bulunmamaktadır.Öpücük Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularÖpücük hastalığı tehlikeli mi?Öpücük hastalığı, vücuttaki tüm sistemleri tutabildiği için, yakın takip edilmesi gereken bir viral hastalıktır. Eğer dalak yırtılması zamanında fark edilmez ve karın içine kanarsa hayati tehlike barındırmaktadır. Ya da solunum yolunu tamamen tıkaması da risklidir. Bunların dışında vücut direnci baskılanmış hastalarda daha ağır seyretmektedir. Komplikasyonları da daha sık görülmektedir.Öpücük hastalığı nasıl bulaşır?Bulaşıcı bir hastalık olan öpücük hastalığı yakın temas ve damlacık yoluyla bulaşmaktadır. Öpüşme sırasındaki tükürük en bilinen bulaş yoludur ve bu nedenle ismi öpücük hastalığıdır.Öpücük hastalığı ne kadar sürer?Öpücük hastalığında bütün tablonun iyileşmesi genellikle 1 ayı bulabilmektedir.Öpücük hastalığı kimlerden bulaşır?Toplumda bu virüs hastalığı geçirip iyileşen bireylerin solunum yolunda bulunmaktadır. Dolayısıyla sağlam ancak virüsü damlacık yoluyla taşıyan kişiler öpücük hastalığını bulaştırmaktadır.Öpücük hastalığı lösemiye neden olur mu?Öpücük hastalığına neden olan Epstein-Barr virüsünün lösemiye yol açabileceği değerlendirilse de bu konuyla ilgili daha fazla bilimsel çalışmaya ihtiyaç vardır.Öpücük hastalığı tekrarlar mı? | 5,067 |
529 | Hastalıklar | Osteoporoz (Kemik Erimesi) | Gözenekli kemik anlamına gelen osteoporoz, kemik yoğunluğunun azalması sonucu kemiklerin zayıflayarak kırılgan hale geldiği bir hastalıktır. Osteoporozda, kemik dokusu, hacmi ve kalınlığında azalma olur ve bu da kemiklerin zayıflamasına ve daha kolay kırılmasına neden olur. Osteoporoz kemiklerin yoğunluğunun azalması ve kalitesinin bozulması nedeniyle incelmesi, gücünü kaybetmesi ve kırılgan hale gelmesi olarak da tanımlanabilir. Vücut çok fazla kemik kaybettiğinde, kemik oluşumu çok az olduğunda veya her iki durumda birden ortaya çıkabilir. Boyda kısalma, kemiklerin kolay kırılması ve bel ağrısı yaygın görülen kemik erimesi belirtileridir.Gözenekli kemik anlamına gelen osteoporoz, kemik yoğunluğunun azalması sonucu kemiklerin zayıflayarak kırılgan hale geldiği bir hastalıktır. Osteoporozda, kemik dokusu, hacmi ve kalınlığında azalma olur ve bu da kemiklerin zayıflamasına ve daha kolay kırılmasına neden olur. Osteoporoz kemiklerin yoğunluğunun azalması ve kalitesinin bozulması nedeniyle incelmesi, gücünü kaybetmesi ve kırılgan hale gelmesi olarak da tanımlanabilir. Vücut çok fazla kemik kaybettiğinde, kemik oluşumu çok az olduğunda veya her iki durumda birden ortaya çıkabilir. Boyda kısalma, kemiklerin kolay kırılması ve bel ağrısı yaygın görülen kemik erimesi belirtileridir.
Osteoporoz (Kemik Erimesi) Nedir?Osteoporoz, kemiklerdeki mineral yoğunluğunun azalması sonucu kemik kütle ve yapısının değiştiği, kemiklerin zayıflayarak kırılgan hale geldiği kemik hastalığıdır. Kemikler, güçlü kollajen liflerle birbirine bağlanan, esas olarak kalsiyum tuzları olmak üzere minerallerden oluşan yapılardır. Kemik yapısının bozulması ile vücut sürekli olarak kemik dokusunu emer ve değiştirir.Eski kemik dokusu, osteoklast adı verilen hücreler tarafından parçalanır ve yerini osteoblast adı verilen hücreler tarafından üretilen yeni kemik materyali alır. Osteoporozda yeni kemik oluşumu eski kemiğin vücuttan uzaklaştırılmasına yetişemez ve kemiklerde kırıklar ve bunlara bağlı gelişen sorunlar meydana gelir. Kamburluk, boy ölçüsünde kısalma, en ufak bir kaza veya yaralanma olsa bile kemiklerin kolay kırılması, bel-sırt ağrısı gibi durumlar kemik erimesinin yaygın görülen klinik belirtileridir. Bu belirtiler osteoporoz sorunu yaşayan kişilerde ortaya çıkar ancak kemik erimesi bazen hiçbir semptom göstermeden de ilerleyebilir. Genellikle kadınlar ve 65 yaş üstü kişilerde görülen osteoporoz hastalığı, kemik kalitesini güçlendirmeye yönelik ilaçlar, fizik tedavi uygulamaları gibi tedavi yöntemleri içerir. Kemik kalitesini güçlendirmeye yönelik D vitamini ve kalsiyum içeren besinlerle birlikte takviyeler de osteoporoz tedavisinde etkilidir.Osteoporoz (Kemik Erimesi) Neden Olur?Osteoporoz (kemik erimesi), kemik kütlesinin bozulması sonucu kemiklerin kırılgan hale gelmesiyle meydana gelir. Kemiklerde meydana gelen bu bozukluğa neden olan durumların başında kalsiyum eksikliği gelir. Kalsiyum tuzları ve minerallerden oluşan kemikler, vücutta kalsiyum eksikliği olduğunda kırılmaya başlar. Kalsiyum eksikliğinin yanında cinsiyet, yaşlılık, genetik, sigara, hareketsizlik, menopoz, kronik hastalıklar, hormon seviyeleri ve kullanılan bazı ilaçlar da kemik erimesine yol açar.Halk arasında kemik erimesi ismiyle bilinen osteoporoza neden olan durumlar şunlardır: Kalsiyum düşüklüğü ve D vitamini eksikliği Cinsiyet (Kadınlarda sık görülür) Yaşlılık Genetik Sigara-alkol tüketimi Hareketsizlik Menopoz Kronik hastalıklar Hormon seviyeleri Kullanılan bazı ilaçlar Yeme bozukluğu (Anoreksiya nervoza) KanserOsteoporoz (Kemik Erimesi) Belirtileri Nelerdir?Osteoporozun yaygın görülen ilk belirtisi ise kemiklerin ani ve kolay bir şekilde kırılmasıdır. Bu kırılma en ufak bir kaza veya yaralanma sırasında bile gerçekleşebilir. Kemiklerin kolay kırılmasıyla birlikte boyda kısalma, kamburluk ve şiddetli bel ve sırt ağrısı da kemik erimesi belirtileri arasındadır. Kemik kırılmasıyla karakterize olan kemik erimesi belirtileri şu şekildedir: Ani ve kolay kemik kırılmaları 3 cm'den fazla boyda kısalma Kamburluk (kifoz) ve omurgada şekil bozukluğu Şiddetli bel, sırt ve boyun ağrısı Nefes darlığı Diş eti çekilmesi Tırnakların kırılgan hale gelmesiEn ufak kazada bile ortaya çıkan ani kemik kırılmasıKemik kütlesinin yoğunluğunun ve kalitesinin bozulmasına bağlı olarak kemiklerde güç kaybı meydana gelir. Bu güç kaybı, kemiklerde kırılganlık yaratır ve kişilerin en ufak kaza ve yaralanma esnasında bile kemikleri kırılmaya başlar.3 cm'den fazla boy kısalığıYaşlandıkça kişilerde boy kısalığı görülmesi normaldir ancak 3 cm boy kaybı, osteoporozun omurgadaki kemiklerin kırılmasına neden olduğu ve bu da boy kısalığını tetiklemesi anlamına gelebilir. Bu şekilde yaşanan bir boy kaybı normal kabul edilmez.Kamburluk ve duruş değişikliğiKifoz olarak bilenen kamburluk, kemik erimesinin belirtilerindendir. Bunun nedeni, osteoporoz hastalığının omurga kemiklerini zayıflatması sonucu omurga eğriliğine yol açmasıdır. Omurgada zayıflık meydana geldiğinde kişinin duruşu değişir ve kambur bir görüntü oluşur.Şiddetli bel, sırt ve boyun ağrısıOsteoporozun myedana getirdiği bel, srt ve boyun ağrısı da yaygın kemik erimesi belirtileri arasındadır. Hissedilen bu ağrıların en yaygın nedeni omurga kompresyon kırığıdır. Bel, sırt ve boyun ağrıları ayakta dururken veya yürürken daha da kötüleşen, uzanıldığında biraz rahatlayan ani ve şiddetli ağrılar ortaya çıkarabilir.Nefes darlığıOmurgadaki diskler akciğer kapasitesini azaltacak kadar sıkıştırırsa nefes darlığı meydana gelir ve nefes darlığı kemik erimesinin olası semptomları arasında sayılır. Osteoporoz (Kemik Erimesi) Teşhisi Nasıl Yapılır? Osteoporoz tanısı için kemik yoğunluk ölçümü ile kemik kaybı tespiti yapılır. Kemik yoğunluğunda çıkan değerler genç erişkin değerleri ile karşılaştırılır ve normalden sapmalar T skoru değerini verir. Bu verilere göre Dünya Sağlık Örgütü osteoporoz sınıflamıştır.T skoru değeri; -2,5 değerinin altında ise osteoporoz teşhisi konulmaktadır. -1 ile -2,5 arasında ise tam kemik erimesi yani osteoporoz denilmemekte ama osteopeni yani kemik erimesinin başlangıcı tanımı kullanılmaktadır. T skoru -1’in üzerinde ise osteoporoz değeri normaldir.Kemik yoğunluğu ölçümünü menopoza giren tüm kadınların yaptırması uygundur. Bunun yanı sıra risk faktörleri olan gençlerde ve erkeklere de kemik yoğunluğu ölçümü yapılmalıdır. Kemik yoğunluğu düşük çıkan kişilerde ve tedavi görenlerde ölçümü yılda bir kez yenilemek uygundur. Fakat risk yok ise ve kemik ölçümü normal değer aralığında ise o zaman 2-3 yılda bir kez yenilenebilir.Bunun yanı sıra osteoporoza sebep olacak diğer hastalık ve durumların tespiti için kan ve idrar tahlilleri yapılır. Kemik yapımı ve yıkımını belirleyen belirteçler kan ve idrarda değerlendirilebilir.Osteoporoz teşhisi için genellikle istenilen laboratuvar tetkikleri aşağıdaki gibidir. Tam kan ve idrar analizi Serum biyokimyası: ALP, Ca, P, total protein/alb, BUN, Cr, KCFT 25 OH kolekalsiferol PTH Serum protein elektroforezi Tiroid fonksiyon testleri 24 saatlik idrarda Ca ekskresyonu Serum veya idrarda NTX gibi kemik yıkım belirteçleriEk olarak, ayırıcı tanı için gerekli görüldüğü takdirde röntgen gibi farklı radyolojik tetkik de yapılabilir.Osteoporoz (Kemik Erimesi) Tedavisi Nasıl Yapılır?Osteoporoz tedavisinde amaç; kemik kalitesini artırmak ve kemiği güçlendirerek kırık oluşumunu önlemektir. Bu doğrultuda kemik kalitesini artıracak ilaçlar başta olmak üzere kalsiyum ve D vitamini takviyeleri uygulanır.Osteoporoz hastalığı için uygulanan tedavi yöntemleri şunları içerir: Kemik yıkımını azaltan ve yapımı artıran ilaçlar Kemikleri güçlendirmek için kalsiyum ve D vitamini gibi destek tedavileri Kemikleri korumak için fiziksel aktivite ve yürüyüş Vücut esnekliğini artırmak ve kamburluğun önüne geçmek için yoga Kemiklerdeki esnekliği sağlamak adına ritmik hareketler içeren danslarOsteoporoz riski yüksek olan yaşlıların gerek ileri yaşta olması, gerekse duruş bozukluklarına ve kas yıkımına bağlı olarak gelişen dengesizlik problemleri nedeniyle düşme riskleri yüksektir. Düşme riskinin önlenmesi, çeşitli korse gibi cihazların kullanımı ile hastaların yaşam kaliteleri artırılır.Kemik Erimesine Ne İyi Gelir?Kemik erimesine iyi gelen besinler kalsiyum ve D vitamini açısından zengin besinlerdir. Bu besinler arasında süt, peynir, süt ürünleri, brokoli, yeşil yapraklı sebzeler, soya fasulyesi, fındık, sardalya-somon gibi balıklar, incir, portakal, mantar, yulaf ezmesi ve diğer tahıllar yer alır. Bu besinleri tüketmek vücuttaki kalsiyum ve D miktarını artırarak kemik sağlığına destek olur.Osteoporoz (Kemik Erimesi) ile İlgili Sık Sorulan Sorular Osteoporozdan korunmak mümkün mü?Her yaşta ve özellikle 30’lu yaşlara kadar yeterli miktarda kalsiyum ve D vitamini alınması, düzenli fiziksel aktivite ve spor, sigara, alkol, risk oluşturan ilaçların kullanımından uzak durulması, kronik hastalıklardan korunma ve düzenli tedavisi ile korunmak veya osteoporoz riskini en aza indirmek mümkündür.Osteoporoz (Kemik erimesi) dereceleri nelerdir?Kemik yoğunluğunda çıkan değerler genç erişkin değerleri ile karşılaştırılır ve normalden sapmalar T skoru değerini verir. Bu verilere göre Dünya Sağlık Örgütü osteoporoz derecelendirmiştir. Eğer T skoru -2,5 değerinin altında olduğu durumlara osteoporoz denilmektedir. T skoru değeri -1 ile -2.5 arasında ise tam kemik erimesi yani osteoporoz denilmemekte ama osteopeni yani kemik erimesinin başlangıcı denilmektedir. T skoru -1’in üzerinde ise değer normaldir.Osteoporoz (Kemik Erimesi) tedavi edilebilir mi?Osteoporoz (kemik erimesi) tedavi edilebilir ve bazı adımlarla önlenmesi mümkün olan bir hastalıktır. Tedavi ve önlemedeki amaç kemik kalitesini artırmak ve kemiği güçlendirerek kırık oluşumunu önlemektir.Osteoporoz (Kemik erimesi) ne zaman başlar?Osteoporoz için ileri yaş önemli bir risk faktörüdür. Kadınlarda menopoz sonrası başlar. Erkelerde de 50 yaşından sonra başlayabilir ama en çok yaşlılık osteoporozu 70 yaşından sonra görülmektedir.Genç yaşta kemik erimesi yaşanır mı?Eğer eşlik eden osteoporoza sebep olacak bir hastalık veya ilaç kullanımı gibi risk faktörleri varsa o zaman daha genç yaşlarda da görülebilir. Bazen sebebi belli olmayan, daha çok genetik geçişli görülen genç erişkin çağlarda başlayan osteoporoz da olabilmektedir. Ayrıca bazı gebelerde gebelik osteoporozu ve emziren annelerde de erken osteoporoz görülür. Fakat bunlar genellikle kendi kendine düzelir.Erkeklerde osteoporoz sık görülür mü?Osteoporoz erkeklerde de sık görülebilmektedir. 50 yaş üstü her 2 kadından 1’inde osteoporoz görülürken, yine 50 yaş üstü her 5 erkekten 1’inde osteoporoz yaşanabilmektedir.Ayrıca eğer risk faktörü varsa örneğin; kortizon kullanımı, organ nakli ve bağışıklık baskılayıcı ilaç kullanım, diyabet, tiroid hastalıkları, diğer hormonal dengeyi bozan endokrin bozukluklar, kanser tedavileri gibi osteoporoza sebep olabilecek durumların varlığında 50 yaş altı erkeklerde de rastlanabilmektedir. Ayrıca genetik geçiş nedeniyle erkeklerde de idiopatik denilen sebebi belli olmayan osteoporoza genç yaşlarda rastlamak mümkündür.Erkeklerde osteoporoz (Kemik Erimesi) belirtileri farklılık gösterir mi?İleri yaşta görülen osteoporozda erkeklerde belirtiler kadınlarda olduğu gibidir. Zaten osteoporoz genellikle sessiz seyreder. Yani kırık gibi bir komplikasyonu olmadığı sürece belirti vermez. Fakat eğer erkeklerde gonodal hormon eksiklikleri varsa o zaman impotans gibi o hastalığa ait belirti olabilir.Kadınlarda osteoporozun daha fazla görülmesinin nedeni nedir?Kadınlarda osteoporozun yani kemik erimesinin daha fazla görülmesinin en önemli faktörü östrojendir. Menopoz döneminde östrojenin ani azalması kemik erimesini artıran en önemli faktördür.Bunun yanı sıra kadınlarda kemiklerin yapısı erkeklere göre daha ince, kas kitlesi erkeklere göre daha azdır. Bunlarda kemik kalitesine ve gücüne etki eden faktörlerdir.İdiopatik osteoporoz nedir?İdiopatik osteoporoz sebebi bilinmeyen osteoporozdur. Gençlerde genellikle idiopatik osteoporoz görülmektedir. Eşlik eden bir hastalık veya osteoporoza sebep olabilecek bir risk faktörünün olmaması durumunda osteoporoz var ise o zaman idiopatik osteoporoz denir.Benekli osteoporoz nedir?Sudeck atrofisi, refleks sempatetik distrofisi veya algonörodistrofi diye bilinen bir klinik sendromun sonucunda gelişen, kemiklerde oluşan osteopeniye yani kemik erimesine verilen isimdir. Bölgeseldir ve kemikte noktasal alanlar şeklinde kemik erimesi görülmesi nedeniyle benekli osteoporoz adı verilmektedir. Bu durum kırık sonrası uzun süre alçı içinde hareketsiz kalma sonrası bir takım refleks olarak tetiklenen sempatik aktivitenin aşırı artması sonucu gelişen, etkilenen kısımda renk değişimi, şiddetli ağrı, ödem ve hareket kısıtlılığının eşlik ettiği sendromun bir bulgusudur. Kompleks bir durum olup sadece kırık sonrası değil sinir hasarı gibi başka birçok durumda da görülebilmektedir.Postmenopozal osteoporoz nedir?Kadınlarda menopoz sonrası östrojenin ani azalması sonucu özellikle ilk 5 yıl içinde hızlı seyreden kemik erimesine postmenopozal osteoporoz denir.Senil osteoporoz nedir?Yaşlılığa bağlı osteoporozdur. 70 yaş üstü erkek ve kadınlarda görülen osteoporoza senil osteoporoz denir. Kadın / erkek görülme oranı 70 yaş üstü 2/1’dir.Transient osteoporoz nedir?Kalça kemiğinde görülen geçici osteoporoz olarak bilinen nadir bir durumdur. Kemik iliği ödemi ile başlar, üstüne bastıkça ağrı meydana gelir ve yürümede zorluk olabilir. Genellikle kendi kendine düzelen durumdur. 40-50 yaş arası erkeklerde veya gebe kadınları daha çok etkiler. Sebepleri tam anlaşılamamış olmakla birlikte, önce geçirilmiş travma, artrit, damarsal bozukluklar ( avasküler nekroz), enfeksiyonlar, alkol kullanımı, yoğun sigara kullanımı, hipotiroidizm ( tiroid bezinin az çalışması), düşük testosteron seviyeleri, D vitamini yetmezliği, gebelik, emzirme kalçada geçici osteoporoza yani transient osteoporoza sebep olur.Sekonder osteoporoz nedir?Menopoz sonrası kadınlarda görülen osteoporoz, yaşlılık osteoporozu ve gençlerde sebebi bilinmeyen osteoporoz dışında bazı hastalıklar ve kullanılan ilaçlar osteoporoza sebep olur. Bu tip osteoporoza sekonder osteoporoz denir.Geçici osteoporoz nedir?Kalça kemiğinde görülen geçici osteoporoz olarak bilinen nadir bir durumdur. Kemik iliği ödemi ile başlar, üstüne bastıkça ağrı meydana gelir ve yürümede zorluk olabilir. Genellikle kendi kendine düzelen durumdur. 40-50 yaş arası erkeklerde veya gebe kadınları daha çok etkiler. Sebepleri tam anlaşılamamış olmakla birlikte, önce geçirilmiş travma, artrit, damarsal bozukluklar ( avasküler nekroz), enfeksiyonlar, alkol kullanımı, yoğun sigara kullanımı, hipotiroidizm ( tiroid bezinin az çalışması), düşük testosteron seviyeleri, D vitamini yetmezliği, gebelik, emzirme kalçada geçici osteoporoza yani transient osteoporoza sebep olur.Juvenil osteoporoz nedir?Çocuklarda olan, herhangi bir sebebe bağlı olmayan osteoporozdur. Puberte yani ergenlikten önce 1-13 yaş arası görülür. Osteoporoz yapabilecek tüm çocukluk çağı sebeplerinin çocuk endokrinoloğu tarafından araştırılmış olması gerekir. Juvenil osteoporozun ilk belirtileri; bel, kalça ve ayak ağrıları şeklinde olabilir. Kırıklar bu duruma eşlik edebilir. Bir ilaç tedavisi yoktur. Bu sırada en önemlisi çocukları olabilecek kemiksel deformitelerden korumak ve kas gücünü artırmaktır. Bu nedenle fizyoterapi ile egzersiz tedavisi, gerekirse baston kullanımı veya korse kullanımı verilebilir. Kalsiyum ve D vitamini desteği ile kemikleri güçlendirmek son derece önemlidir. Kemik erimesi bu çocuklarda genellikle kendi kendine düzelebilen bir durumdur.Osteoporoz T skoru nedir?Kemik yoğunluğunda çıkan değerler genç erişkin değerleri ile karşılaştırılır ve normalden sapmalar T skoru değerini verir. Bu verilere göre Dünya Sağlık Örgütü osteoporoz derecelendirmiştir.Osteoporoz (Kemik erimesi) sonucu ne olur?En önemli riski kemiğin güçsüzleşmesine bağlı kırık olmasıdır. En sık omurga kırıkları görülür. Osteoporoza bağlı omurga kırıkları kadınlarda erkeklere göre 7 kat daha sıktır. İkinci sırada kalça kırıkları görülür. Kadınlarda osteoporoza bağlı kalça kırığı görülme oranı erkeklere göre 2 kat fazladır. Kalça kırığı ileri yaşlarda daha sık görülür ( 70 yaş üstü). Kalça kırığı sonucu ilk 1 yıl içinde ölüm riski %12-40 arası olup bu oldukça yüksek bir orandır. Bu nedenle ivedi tedavi edilip hastanın bir önce hareketinin sağlanması çok önemlidir. Kırıkların 3. Sık görüldüğü bölge el bilekleridir. El bilek kırığı da kadınlarda erkeklere göre 5 kat daha fazladır.Osteoporoz (Kemik Erimesi) öldürür mü?Kemik erimesinin kendisi değil ancak sebep olduğu çoklu ve şiddetli omurga kırıkları ile kalça kırığı sonrası ölüm oranları artmıştır.Osteoporoz (Kemik Erimesi) daha çok nerelerde görülür? Kemik erimesinin en sık görüldüğü bölgeler sırası ile omurga, kalça ve el bilek kemikleridir. Bu nedenle kemik ölçümü yapılacağı zaman da bu bölgeler seçilir. Osteoporoz diğer kemikleri de etkileyebilir ama daha nadirdir.Osteoporoz (Kemik Erimesi) beslenme nasıl olmalıdır?Beslenmede en önemlisi yeterli kalsiyum ve D vitamini alımını sağlamaktır. Günlük kalsiyum ihtiyacı yaşa ve cinsiyete göre farklılıklar göstermekle birlikte ortalama olarak 1200-1500 mg /gün alımı yeterlidir. Kalsiyum içeriği zengin beslenmek önemlidir.Kalsiyumdan zengin besinlere örnekler şunlardır: 1 kâse yoğurt: 450 mg 1 bardak süt: 300 mg 1 kibrit kutusu peynir: 75 mg Balıklar kalsiyumdan zengin 1 porsiyon somon balığı: 200 mgD vitamini ise ortalama günlük ihtiyacımız yaklaşık 800-100 ünite kadardır. Günlük besinlerimize baktığımızda D vitamini alımının yeterli olmayacağı görülmektedir. Yumurta sarısı, somon balığı D vitamininden zengin olsa da her gün yenilse bile yeterli D vitamini ihtiyacını karşılamaz. En önemli D vitamini kaynağı güneştir. Fakat güneşten de yeterli ölçüde yararlanılamayabilir. Bu nedenle besinsel D vitamini takviyesi kullanmak gerekecektir. Damla veya tablet şeklindeki formalarından kullanılabilir. Tüm bu fiziksel aktivitelerin doktor önerisi ve kontrolünde yapılması gerektiği unutulmamalıdır.Osteoporoz (Kemik Erimesi) Risk Faktörleri Nelerdir?En önemli risk faktörleri kadın cinsiyet, menopoz ve ileri yaştır. Bunun yanı sıra bazı hastalıklar ve kullanılan ilaçlar osteoporoza sebep olabilir.Bunlar;Romatoid artrit gibi iltihaplı eklem romatizmaları, kronik karaciğer hastalığı, kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), diyabet ve insülin kullanımı, son dönem böbrek yetmezliği, hemodiyalize giren hastalarda ve böbrek nakli yapılmış olması osteoporoz sebeplerindendir. Ayrıca organ nakli yapılan hastalarda kullanılan bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlarda osteoporoza neden olabilir. Paratiroid bezinin salgıladığı paratiroid hormon vücudumuzda kalsiyum ve D vitamini dengesini sağlayan en önemli unsurlarda biridir. Bu bezin aşırı çalışması sonucu olan hiperparatitoridizm, tiroid bezinin aşırı çalışması ile sonuçlanan hipertiroidizmde osteoporoza sebep olan hastalıklardandır. Lösemi, lenfoma, multiple myelom gibi kanserler de osteoporoza sebep olabilir.Obezite ameliyatlarından sonra veya bazı barsak hastalıklarına bağlı görülen malabsorpsiyon yani bağırsaklarda olan besinlerin emilim bozuklukları da osteoporoza sebep olur.Bunların yanı sıra D vitamini eksikliği, aşırı alkol kullanımı, sigara kullanımı, sedanter yaşam biçimi, egzersiz yapılmaması da önemli sebeplerdendir.Düzenli kullanılan kortizon, kan sulandırıcılar, depresyon ilaçları, mide koruyucu ilaçlar, epilepsi ilaçları, bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar, bazı kanser ilaçları, organ nakillerinden sonra kullanılan bazı ilaçlar ve tiroid hormonu ilaçları osteoporoz riskini artırır.Irklara göre görülme riskleri değişebilir. Örneğin Beyaz ve Asyalılarda, Siyah ırka göre daha fazla görülmektedir. Genetik faktörler en önemli risk faktörüdür. Kemik kütlesi aslında bize genetik bir mirastır.Beslenme bozukluğu ve düşük kilolu olma (Vücut kitle indeksi < 19) da osteoporoza sebep olan faktörlerdendir. Osteoporoz (Kemik Erimesi) iğnesi nedir?Osteoporozda bazı tedaviler damardan veya deri altından uygulanan enjeksiyonlar şeklindedir. 3 ayda, 6 ayda ve yılda bir kez uygulanan kemik yıkımını baskılayan ilaçların iğnelerin yanı sıra günlük deri altından uygulanan kemik yapımını artırıcı tedaviler bulunmaktadır. Doktor hastanın durumuna göre bunlardan en uygununu tercih edecektir. Osteoporoz iğnesi yan etkileri nelerdir?Tüm ilaçlarda olduğu gibi osteoporozda kullanılan gerek tablet gerekse iğnelerin çeşitli yan etkileri vardır. Bu ilacın içeriğine göre değişir. İlaçla ilgili ayrıntılı ve doğru yan etki bilgilendirilmesi için doktorla görüşülmesi önerilmektedir.Menopoz ve Osteoporoz (Östrojen osteoporoz) arasında ilişki var mıdır?Kadınlarda osteoporozun en sık nedeni menopozdur. Menopozla birlikte ilk 5 yılda kemik yıkımında belirgin artış görülür. Menopoz sonrası kadınlar her yıl kemiklerinin yaklaşık %2’sini kaybeder.Osteoporoz (Kemik Erimesi) hangi bölüm bakar? Osteoporoz teşhisi ve tedavisi için öncelikli olarak gidilmesi gereken bölüm fizik tedavi ve rehabilitasyon bölümleridir. Ek olarak osteoporoza sebep olan hastalıklar var ise onların kontrolü için ilgili branş görüşleri alınabilir.Osteoporoz (Kemik Erimesi) ağrı yapar mı?Osteoporoz genellikle sessiz bir hastalıktır. Fakat kemik erimesi çok yoğun ise henüz görünür kırık olmadan mikro kırıklar olabilir ki bunlar ağrı yapabilir. Osteoporozda görülen sırt ağrısının en önemli sebebi omurga kırıkları ve onlara bağlı şekil bozukluklarıdır.Osteoporoz (Kemik Erimesi) hangi vitamin eksikliğinde görülür?D vitamini eksiliği ile kemik gücü-kalitesi arasındaki ilişki çok iyi bilinmektedir. D vitamini eksikliğinin uzun süreli olması kemik erimesi için önemli bir risk faktörüdür.Osteoporoz ve Osteomalazi arasındaki fark nedir?Kemik organik (matriks) ve inorganik (mineral) içeriğine sahip bir organdır. Organik bileşenleri kolajen, proteoglikanlar, non-kollajenöz matriks proteinleri, sitokinler ve büyüme faktörüdür. İnorganik en önemli bileşen kalsiyum hidroksiapatit kristalleridir.Osteoporozda kemiğin mineral ve matriks oranı eşit olarak azalmışken osteomalazide mineral oranı daha fazla azalır. Osteomalazi yetişkinlerde ağır D vitamini eksikliği sonucu görülür. Kemiklerde yumuşama olur. Bu durum ağrı, kas gücü kaybı ve kemikte çatlak tarzı mikro kırıklara neden olur. Osteoporozda ise kemikte yumuşama yerine gücünde kayıp, kalitesinde bozukluk olur.
Osteoporoz (Kemik Erimesi) Nedir?Osteoporoz, kemiklerdeki mineral yoğunluğunun azalması sonucu kemik kütle ve yapısının değiştiği, kemiklerin zayıflayarak kırılgan hale geldiği kemik hastalığıdır. Kemikler, güçlü kollajen liflerle birbirine bağlanan, esas olarak kalsiyum tuzları olmak üzere minerallerden oluşan yapılardır. Kemik yapısının bozulması ile vücut sürekli olarak kemik dokusunu emer ve değiştirir.Eski kemik dokusu, osteoklast adı verilen hücreler tarafından parçalanır ve yerini osteoblast adı verilen hücreler tarafından üretilen yeni kemik materyali alır. Osteoporozda yeni kemik oluşumu eski kemiğin vücuttan uzaklaştırılmasına yetişemez ve kemiklerde kırıklar ve bunlara bağlı gelişen sorunlar meydana gelir. Kamburluk, boy ölçüsünde kısalma, en ufak bir kaza veya yaralanma olsa bile kemiklerin kolay kırılması, bel-sırt ağrısı gibi durumlar kemik erimesinin yaygın görülen klinik belirtileridir. Bu belirtiler osteoporoz sorunu yaşayan kişilerde ortaya çıkar ancak kemik erimesi bazen hiçbir semptom göstermeden de ilerleyebilir. Genellikle kadınlar ve 65 yaş üstü kişilerde görülen osteoporoz hastalığı, kemik kalitesini güçlendirmeye yönelik ilaçlar, fizik tedavi uygulamaları gibi tedavi yöntemleri içerir. Kemik kalitesini güçlendirmeye yönelik D vitamini ve kalsiyum içeren besinlerle birlikte takviyeler de osteoporoz tedavisinde etkilidir.Osteoporoz (Kemik Erimesi) Neden Olur?Osteoporoz (kemik erimesi), kemik kütlesinin bozulması sonucu kemiklerin kırılgan hale gelmesiyle meydana gelir. Kemiklerde meydana gelen bu bozukluğa neden olan durumların başında kalsiyum eksikliği gelir. Kalsiyum tuzları ve minerallerden oluşan kemikler, vücutta kalsiyum eksikliği olduğunda kırılmaya başlar. Kalsiyum eksikliğinin yanında cinsiyet, yaşlılık, genetik, sigara, hareketsizlik, menopoz, kronik hastalıklar, hormon seviyeleri ve kullanılan bazı ilaçlar da kemik erimesine yol açar.Halk arasında kemik erimesi ismiyle bilinen osteoporoza neden olan durumlar şunlardır:Osteoporoz (Kemik Erimesi) Belirtileri Nelerdir?Osteoporozun yaygın görülen ilk belirtisi ise kemiklerin ani ve kolay bir şekilde kırılmasıdır. Bu kırılma en ufak bir kaza veya yaralanma sırasında bile gerçekleşebilir. Kemiklerin kolay kırılmasıyla birlikte boyda kısalma, kamburluk ve şiddetli bel ve sırt ağrısı da kemik erimesi belirtileri arasındadır. Kemik kırılmasıyla karakterize olan kemik erimesi belirtileri şu şekildedir:En ufak kazada bile ortaya çıkan ani kemik kırılmasıKemik kütlesinin yoğunluğunun ve kalitesinin bozulmasına bağlı olarak kemiklerde güç kaybı meydana gelir. Bu güç kaybı, kemiklerde kırılganlık yaratır ve kişilerin en ufak kaza ve yaralanma esnasında bile kemikleri kırılmaya başlar.3 cm'den fazla boy kısalığıYaşlandıkça kişilerde boy kısalığı görülmesi normaldir ancak 3 cm boy kaybı, osteoporozun omurgadaki kemiklerin kırılmasına neden olduğu ve bu da boy kısalığını tetiklemesi anlamına gelebilir. Bu şekilde yaşanan bir boy kaybı normal kabul edilmez.Kamburluk ve duruş değişikliğiKifoz olarak bilenen kamburluk, kemik erimesinin belirtilerindendir. Bunun nedeni, osteoporoz hastalığının omurga kemiklerini zayıflatması sonucu omurga eğriliğine yol açmasıdır. Omurgada zayıflık meydana geldiğinde kişinin duruşu değişir ve kambur bir görüntü oluşur.Şiddetli bel, sırt ve boyun ağrısıOsteoporozun myedana getirdiği bel, srt ve boyun ağrısı da yaygın kemik erimesi belirtileri arasındadır. Hissedilen bu ağrıların en yaygın nedeni omurga kompresyon kırığıdır. Bel, sırt ve boyun ağrıları ayakta dururken veya yürürken daha da kötüleşen, uzanıldığında biraz rahatlayan ani ve şiddetli ağrılar ortaya çıkarabilir.Nefes darlığıOmurgadaki diskler akciğer kapasitesini azaltacak kadar sıkıştırırsa nefes darlığı meydana gelir ve nefes darlığı kemik erimesinin olası semptomları arasında sayılır. Osteoporoz (Kemik Erimesi) Teşhisi Nasıl Yapılır? Osteoporoz tanısı için kemik yoğunluk ölçümü ile kemik kaybı tespiti yapılır. Kemik yoğunluğunda çıkan değerler genç erişkin değerleri ile karşılaştırılır ve normalden sapmalar T skoru değerini verir. Bu verilere göre Dünya Sağlık Örgütü osteoporoz sınıflamıştır.T skoru değeri;Kemik yoğunluğu ölçümünü menopoza giren tüm kadınların yaptırması uygundur. Bunun yanı sıra risk faktörleri olan gençlerde ve erkeklere de kemik yoğunluğu ölçümü yapılmalıdır. Kemik yoğunluğu düşük çıkan kişilerde ve tedavi görenlerde ölçümü yılda bir kez yenilemek uygundur. Fakat risk yok ise ve kemik ölçümü normal değer aralığında ise o zaman 2-3 yılda bir kez yenilenebilir.Bunun yanı sıra osteoporoza sebep olacak diğer hastalık ve durumların tespiti için kan ve idrar tahlilleri yapılır. Kemik yapımı ve yıkımını belirleyen belirteçler kan ve idrarda değerlendirilebilir.Osteoporoz teşhisi için genellikle istenilen laboratuvar tetkikleri aşağıdaki gibidir.Ek olarak, ayırıcı tanı için gerekli görüldüğü takdirde röntgen gibi farklı radyolojik tetkik de yapılabilir.Osteoporoz (Kemik Erimesi) Tedavisi Nasıl Yapılır?Osteoporoz tedavisinde amaç; kemik kalitesini artırmak ve kemiği güçlendirerek kırık oluşumunu önlemektir. Bu doğrultuda kemik kalitesini artıracak ilaçlar başta olmak üzere kalsiyum ve D vitamini takviyeleri uygulanır.Osteoporoz hastalığı için uygulanan tedavi yöntemleri şunları içerir:Osteoporoz riski yüksek olan yaşlıların gerek ileri yaşta olması, gerekse duruş bozukluklarına ve kas yıkımına bağlı olarak gelişen dengesizlik problemleri nedeniyle düşme riskleri yüksektir. Düşme riskinin önlenmesi, çeşitli korse gibi cihazların kullanımı ile hastaların yaşam kaliteleri artırılır.Kemik Erimesine Ne İyi Gelir?Kemik erimesine iyi gelen besinler kalsiyum ve D vitamini açısından zengin besinlerdir. Bu besinler arasında süt, peynir, süt ürünleri, brokoli, yeşil yapraklı sebzeler, soya fasulyesi, fındık, sardalya-somon gibi balıklar, incir, portakal, mantar, yulaf ezmesi ve diğer tahıllar yer alır. Bu besinleri tüketmek vücuttaki kalsiyum ve D miktarını artırarak kemik sağlığına destek olur.Osteoporoz (Kemik Erimesi) ile İlgili Sık Sorulan Sorular Osteoporozdan korunmak mümkün mü?Her yaşta ve özellikle 30’lu yaşlara kadar yeterli miktarda kalsiyum ve D vitamini alınması, düzenli fiziksel aktivite ve spor, sigara, alkol, risk oluşturan ilaçların kullanımından uzak durulması, kronik hastalıklardan korunma ve düzenli tedavisi ile korunmak veya osteoporoz riskini en aza indirmek mümkündür.Osteoporoz (Kemik erimesi) dereceleri nelerdir?Kemik yoğunluğunda çıkan değerler genç erişkin değerleri ile karşılaştırılır ve normalden sapmalar T skoru değerini verir. Bu verilere göre Dünya Sağlık Örgütü osteoporoz derecelendirmiştir. Eğer T skoru -2,5 değerinin altında olduğu durumlara osteoporoz denilmektedir. T skoru değeri -1 ile -2.5 arasında ise tam kemik erimesi yani osteoporoz denilmemekte ama osteopeni yani kemik erimesinin başlangıcı denilmektedir. T skoru -1’in üzerinde ise değer normaldir.Osteoporoz (Kemik Erimesi) tedavi edilebilir mi?Osteoporoz (kemik erimesi) tedavi edilebilir ve bazı adımlarla önlenmesi mümkün olan bir hastalıktır. Tedavi ve önlemedeki amaç kemik kalitesini artırmak ve kemiği güçlendirerek kırık oluşumunu önlemektir.Osteoporoz (Kemik erimesi) ne zaman başlar?Osteoporoz için ileri yaş önemli bir risk faktörüdür. Kadınlarda menopoz sonrası başlar. Erkelerde de 50 yaşından sonra başlayabilir ama en çok yaşlılık osteoporozu 70 yaşından sonra görülmektedir.Genç yaşta kemik erimesi yaşanır mı?Eğer eşlik eden osteoporoza sebep olacak bir hastalık veya ilaç kullanımı gibi risk faktörleri varsa o zaman daha genç yaşlarda da görülebilir. Bazen sebebi belli olmayan, daha çok genetik geçişli görülen genç erişkin çağlarda başlayan osteoporoz da olabilmektedir. Ayrıca bazı gebelerde gebelik osteoporozu ve emziren annelerde de erken osteoporoz görülür. Fakat bunlar genellikle kendi kendine düzelir.Erkeklerde osteoporoz sık görülür mü?Osteoporoz erkeklerde de sık görülebilmektedir. 50 yaş üstü her 2 kadından 1’inde osteoporoz görülürken, yine 50 yaş üstü her 5 erkekten 1’inde osteoporoz yaşanabilmektedir.Ayrıca eğer risk faktörü varsa örneğin; kortizon kullanımı, organ nakli ve bağışıklık baskılayıcı ilaç kullanım, diyabet, tiroid hastalıkları, diğer hormonal dengeyi bozan endokrin bozukluklar, kanser tedavileri gibi osteoporoza sebep olabilecek durumların varlığında 50 yaş altı erkeklerde de rastlanabilmektedir. Ayrıca genetik geçiş nedeniyle erkeklerde de idiopatik denilen sebebi belli olmayan osteoporoza genç yaşlarda rastlamak mümkündür.Erkeklerde osteoporoz (Kemik Erimesi) belirtileri farklılık gösterir mi?İleri yaşta görülen osteoporozda erkeklerde belirtiler kadınlarda olduğu gibidir. Zaten osteoporoz genellikle sessiz seyreder. Yani kırık gibi bir komplikasyonu olmadığı sürece belirti vermez. Fakat eğer erkeklerde gonodal hormon eksiklikleri varsa o zaman impotans gibi o hastalığa ait belirti olabilir.Kadınlarda osteoporozun daha fazla görülmesinin nedeni nedir?Kadınlarda osteoporozun yani kemik erimesinin daha fazla görülmesinin en önemli faktörü östrojendir. Menopoz döneminde östrojenin ani azalması kemik erimesini artıran en önemli faktördür.Bunun yanı sıra kadınlarda kemiklerin yapısı erkeklere göre daha ince, kas kitlesi erkeklere göre daha azdır. Bunlarda kemik kalitesine ve gücüne etki eden faktörlerdir.İdiopatik osteoporoz nedir?İdiopatik osteoporoz sebebi bilinmeyen osteoporozdur. Gençlerde genellikle idiopatik osteoporoz görülmektedir. Eşlik eden bir hastalık veya osteoporoza sebep olabilecek bir risk faktörünün olmaması durumunda osteoporoz var ise o zaman idiopatik osteoporoz denir.Benekli osteoporoz nedir?Sudeck atrofisi, refleks sempatetik distrofisi veya algonörodistrofi diye bilinen bir klinik sendromun sonucunda gelişen, kemiklerde oluşan osteopeniye yani kemik erimesine verilen isimdir. Bölgeseldir ve kemikte noktasal alanlar şeklinde kemik erimesi görülmesi nedeniyle benekli osteoporoz adı verilmektedir. Bu durum kırık sonrası uzun süre alçı içinde hareketsiz kalma sonrası bir takım refleks olarak tetiklenen sempatik aktivitenin aşırı artması sonucu gelişen, etkilenen kısımda renk değişimi, şiddetli ağrı, ödem ve hareket kısıtlılığının eşlik ettiği sendromun bir bulgusudur. Kompleks bir durum olup sadece kırık sonrası değil sinir hasarı gibi başka birçok durumda da görülebilmektedir.Postmenopozal osteoporoz nedir?Kadınlarda menopoz sonrası östrojenin ani azalması sonucu özellikle ilk 5 yıl içinde hızlı seyreden kemik erimesine postmenopozal osteoporoz denir.Senil osteoporoz nedir?Yaşlılığa bağlı osteoporozdur. 70 yaş üstü erkek ve kadınlarda görülen osteoporoza senil osteoporoz denir. Kadın / erkek görülme oranı 70 yaş üstü 2/1’dir.Transient osteoporoz nedir?Kalça kemiğinde görülen geçici osteoporoz olarak bilinen nadir bir durumdur. Kemik iliği ödemi ile başlar, üstüne bastıkça ağrı meydana gelir ve yürümede zorluk olabilir. Genellikle kendi kendine düzelen durumdur. 40-50 yaş arası erkeklerde veya gebe kadınları daha çok etkiler. Sebepleri tam anlaşılamamış olmakla birlikte, önce geçirilmiş travma, artrit, damarsal bozukluklar ( avasküler nekroz), enfeksiyonlar, alkol kullanımı, yoğun sigara kullanımı, hipotiroidizm ( tiroid bezinin az çalışması), düşük testosteron seviyeleri, D vitamini yetmezliği, gebelik, emzirme kalçada geçici osteoporoza yani transient osteoporoza sebep olur.Sekonder osteoporoz nedir?Menopoz sonrası kadınlarda görülen osteoporoz, yaşlılık osteoporozu ve gençlerde sebebi bilinmeyen osteoporoz dışında bazı hastalıklar ve kullanılan ilaçlar osteoporoza sebep olur. Bu tip osteoporoza sekonder osteoporoz denir.Geçici osteoporoz nedir?Kalça kemiğinde görülen geçici osteoporoz olarak bilinen nadir bir durumdur. Kemik iliği ödemi ile başlar, üstüne bastıkça ağrı meydana gelir ve yürümede zorluk olabilir. Genellikle kendi kendine düzelen durumdur. 40-50 yaş arası erkeklerde veya gebe kadınları daha çok etkiler. Sebepleri tam anlaşılamamış olmakla birlikte, önce geçirilmiş travma, artrit, damarsal bozukluklar ( avasküler nekroz), enfeksiyonlar, alkol kullanımı, yoğun sigara kullanımı, hipotiroidizm ( tiroid bezinin az çalışması), düşük testosteron seviyeleri, D vitamini yetmezliği, gebelik, emzirme kalçada geçici osteoporoza yani transient osteoporoza sebep olur.Juvenil osteoporoz nedir?Çocuklarda olan, herhangi bir sebebe bağlı olmayan osteoporozdur. Puberte yani ergenlikten önce 1-13 yaş arası görülür. Osteoporoz yapabilecek tüm çocukluk çağı sebeplerinin çocuk endokrinoloğu tarafından araştırılmış olması gerekir. Juvenil osteoporozun ilk belirtileri; bel, kalça ve ayak ağrıları şeklinde olabilir. Kırıklar bu duruma eşlik edebilir. Bir ilaç tedavisi yoktur. Bu sırada en önemlisi çocukları olabilecek kemiksel deformitelerden korumak ve kas gücünü artırmaktır. Bu nedenle fizyoterapi ile egzersiz tedavisi, gerekirse baston kullanımı veya korse kullanımı verilebilir. Kalsiyum ve D vitamini desteği ile kemikleri güçlendirmek son derece önemlidir. Kemik erimesi bu çocuklarda genellikle kendi kendine düzelebilen bir durumdur.Osteoporoz T skoru nedir?Kemik yoğunluğunda çıkan değerler genç erişkin değerleri ile karşılaştırılır ve normalden sapmalar T skoru değerini verir. Bu verilere göre Dünya Sağlık Örgütü osteoporoz derecelendirmiştir.Osteoporoz (Kemik erimesi) sonucu ne olur?En önemli riski kemiğin güçsüzleşmesine bağlı kırık olmasıdır. En sık omurga kırıkları görülür. Osteoporoza bağlı omurga kırıkları kadınlarda erkeklere göre 7 kat daha sıktır. İkinci sırada kalça kırıkları görülür. Kadınlarda osteoporoza bağlı kalça kırığı görülme oranı erkeklere göre 2 kat fazladır. Kalça kırığı ileri yaşlarda daha sık görülür ( 70 yaş üstü). Kalça kırığı sonucu ilk 1 yıl içinde ölüm riski %12-40 arası olup bu oldukça yüksek bir orandır. Bu nedenle ivedi tedavi edilip hastanın bir önce hareketinin sağlanması çok önemlidir. Kırıkların 3. Sık görüldüğü bölge el bilekleridir. El bilek kırığı da kadınlarda erkeklere göre 5 kat daha fazladır.Osteoporoz (Kemik Erimesi) öldürür mü?Kemik erimesinin kendisi değil ancak sebep olduğu çoklu ve şiddetli omurga kırıkları ile kalça kırığı sonrası ölüm oranları artmıştır.Osteoporoz (Kemik Erimesi) daha çok nerelerde görülür? Kemik erimesinin en sık görüldüğü bölgeler sırası ile omurga, kalça ve el bilek kemikleridir. Bu nedenle kemik ölçümü yapılacağı zaman da bu bölgeler seçilir. Osteoporoz diğer kemikleri de etkileyebilir ama daha nadirdir.Osteoporoz (Kemik Erimesi) beslenme nasıl olmalıdır?Beslenmede en önemlisi yeterli kalsiyum ve D vitamini alımını sağlamaktır. Günlük kalsiyum ihtiyacı yaşa ve cinsiyete göre farklılıklar göstermekle birlikte ortalama olarak 1200-1500 mg /gün alımı yeterlidir. Kalsiyum içeriği zengin beslenmek önemlidir.Kalsiyumdan zengin besinlere örnekler şunlardır:D vitamini ise ortalama günlük ihtiyacımız yaklaşık 800-100 ünite kadardır. Günlük besinlerimize baktığımızda D vitamini alımının yeterli olmayacağı görülmektedir. Yumurta sarısı, somon balığı D vitamininden zengin olsa da her gün yenilse bile yeterli D vitamini ihtiyacını karşılamaz. En önemli D vitamini kaynağı güneştir. Fakat güneşten de yeterli ölçüde yararlanılamayabilir. Bu nedenle besinsel D vitamini takviyesi kullanmak gerekecektir. Damla veya tablet şeklindeki formalarından kullanılabilir. Tüm bu fiziksel aktivitelerin doktor önerisi ve kontrolünde yapılması gerektiği unutulmamalıdır.Osteoporoz (Kemik Erimesi) Risk Faktörleri Nelerdir?En önemli risk faktörleri kadın cinsiyet, menopoz ve ileri yaştır. Bunun yanı sıra bazı hastalıklar ve kullanılan ilaçlar osteoporoza sebep olabilir.Bunlar;Romatoid artrit gibi iltihaplı eklem romatizmaları, kronik karaciğer hastalığı, kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), diyabet ve insülin kullanımı, son dönem böbrek yetmezliği, hemodiyalize giren hastalarda ve böbrek nakli yapılmış olması osteoporoz sebeplerindendir. Ayrıca organ nakli yapılan hastalarda kullanılan bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlarda osteoporoza neden olabilir. Paratiroid bezinin salgıladığı paratiroid hormon vücudumuzda kalsiyum ve D vitamini dengesini sağlayan en önemli unsurlarda biridir. Bu bezin aşırı çalışması sonucu olan hiperparatitoridizm, tiroid bezinin aşırı çalışması ile sonuçlanan hipertiroidizmde osteoporoza sebep olan hastalıklardandır. Lösemi, lenfoma, multiple myelom gibi kanserler de osteoporoza sebep olabilir.Obezite ameliyatlarından sonra veya bazı barsak hastalıklarına bağlı görülen malabsorpsiyon yani bağırsaklarda olan besinlerin emilim bozuklukları da osteoporoza sebep olur.Bunların yanı sıra D vitamini eksikliği, aşırı alkol kullanımı, sigara kullanımı, sedanter yaşam biçimi, egzersiz yapılmaması da önemli sebeplerdendir.Düzenli kullanılan kortizon, kan sulandırıcılar, depresyon ilaçları, mide koruyucu ilaçlar, epilepsi ilaçları, bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar, bazı kanser ilaçları, organ nakillerinden sonra kullanılan bazı ilaçlar ve tiroid hormonu ilaçları osteoporoz riskini artırır.Irklara göre görülme riskleri değişebilir. Örneğin Beyaz ve Asyalılarda, Siyah ırka göre daha fazla görülmektedir. Genetik faktörler en önemli risk faktörüdür. Kemik kütlesi aslında bize genetik bir mirastır.Beslenme bozukluğu ve düşük kilolu olma (Vücut kitle indeksi < 19) da osteoporoza sebep olan faktörlerdendir. Osteoporoz (Kemik Erimesi) iğnesi nedir?Osteoporozda bazı tedaviler damardan veya deri altından uygulanan enjeksiyonlar şeklindedir. 3 ayda, 6 ayda ve yılda bir kez uygulanan kemik yıkımını baskılayan ilaçların iğnelerin yanı sıra günlük deri altından uygulanan kemik yapımını artırıcı tedaviler bulunmaktadır. Doktor hastanın durumuna göre bunlardan en uygununu tercih edecektir. Osteoporoz iğnesi yan etkileri nelerdir?Tüm ilaçlarda olduğu gibi osteoporozda kullanılan gerek tablet gerekse iğnelerin çeşitli yan etkileri vardır. Bu ilacın içeriğine göre değişir. İlaçla ilgili ayrıntılı ve doğru yan etki bilgilendirilmesi için doktorla görüşülmesi önerilmektedir.Menopoz ve Osteoporoz (Östrojen osteoporoz) arasında ilişki var mıdır?Kadınlarda osteoporozun en sık nedeni menopozdur. Menopozla birlikte ilk 5 yılda kemik yıkımında belirgin artış görülür. Menopoz sonrası kadınlar her yıl kemiklerinin yaklaşık %2’sini kaybeder.Osteoporoz (Kemik Erimesi) hangi bölüm bakar? Osteoporoz teşhisi ve tedavisi için öncelikli olarak gidilmesi gereken bölüm fizik tedavi ve rehabilitasyon bölümleridir. Ek olarak osteoporoza sebep olan hastalıklar var ise onların kontrolü için ilgili branş görüşleri alınabilir.Osteoporoz (Kemik Erimesi) ağrı yapar mı?Osteoporoz genellikle sessiz bir hastalıktır. Fakat kemik erimesi çok yoğun ise henüz görünür kırık olmadan mikro kırıklar olabilir ki bunlar ağrı yapabilir. Osteoporozda görülen sırt ağrısının en önemli sebebi omurga kırıkları ve onlara bağlı şekil bozukluklarıdır.Osteoporoz (Kemik Erimesi) hangi vitamin eksikliğinde görülür?D vitamini eksiliği ile kemik gücü-kalitesi arasındaki ilişki çok iyi bilinmektedir. D vitamini eksikliğinin uzun süreli olması kemik erimesi için önemli bir risk faktörüdür.Osteoporoz ve Osteomalazi arasındaki fark nedir?Kemik organik (matriks) ve inorganik (mineral) içeriğine sahip bir organdır. Organik bileşenleri kolajen, proteoglikanlar, non-kollajenöz matriks proteinleri, sitokinler ve büyüme faktörüdür. İnorganik en önemli bileşen kalsiyum hidroksiapatit kristalleridir.Osteoporozda kemiğin mineral ve matriks oranı eşit olarak azalmışken osteomalazide mineral oranı daha fazla azalır. Osteomalazi yetişkinlerde ağır D vitamini eksikliği sonucu görülür. Kemiklerde yumuşama olur. Bu durum ağrı, kas gücü kaybı ve kemikte çatlak tarzı mikro kırıklara neden olur. Osteoporozda ise kemikte yumuşama yerine gücünde kayıp, kalitesinde bozukluk olur. | 15,970 |
530 | Hastalıklar | Otizm | Otizm, sözel ya da sözel olmayan iletişimde zorluk yaşanması ile karakterize nörolojik ve gelişimsel bir bozukluktur. Otistik bireylerde sosyal beceriler sınırlıdır, tekrarlayan davranışlar görülür ve konuşarak iletişim zor olabilir. Dünya çapında yaklaşık 100 çocuktan 1'inin otizmli olduğu tahmin edilmektedir.Otizm, sözel ya da sözel olmayan iletişimde zorluk yaşanması ile karakterize nörolojik ve gelişimsel bir bozukluktur. Otistik bireylerde sosyal beceriler sınırlıdır, tekrarlayan davranışlar görülür ve konuşarak iletişim zor olabilir. Dünya çapında yaklaşık 100 çocuktan 1'inin otizmli olduğu tahmin edilmektedir.
Otizm Nedir?Otizm, ilk 3 yaş içinde ortaya çıkan ve yaşam boyu süren, özellikle sosyal ilişkiler kurma ve sürdürmede zorluklara neden olan gelişimsel bozukluktur. Sözel ve göz teması kurma ve jest-mimik kullanımı gibi sözsüz iletişimde zorluk yaşanması ile karakterizedir. Konuşma kabiliyetinin geç ya da sınırlı olması, kolları sallama ve yüksek seslerden hoşlanmama gibi belirleyici ve tekrar eden belirtiler gösterirler. Otizm her yaşta teşhis edilebilse de semptomlar daha çok yaşamın ilk 3 yılında ortaya çıktığı için gelişimsel bir bozukluk olarak kabul edilmektedir.Bazen belirtiler 1 yaşından önce başlarken, bazılarında normal psiko-sosyal gelişme olup “mama, baba” gibi ilk kelimeler söylendikten sonra gelişimde gerileme, duraksama fark edilir. Otizmin beynin yapısını ve işleyişini etkileyen sinir sistemindeki sorunlardan kaynaklandığı düşünülmektedir. Bu hastalığın çocuk yetiştirme türleriyle ve ailenin sosyo-ekonomik düzeyiyle bir ilgisi bulunmamaktadır.Otizm, yaygın gelişimsel bozuklukların bir alt grubudur. Yaygın gelişimsel diğer bozukluklar ise; Asperger sendromu: Dil gelişimleri otizme göre daha iyi olmaktadır, Rett sendromu: Sadece kız çocuklarında görülen ağır zihinsel geriliği ve baş çevresi küçüklüğü ile seyreden bir genetik hastalıktır. Dezintegratif: İlk iki yaşa kadar çocuğun gelişimi normaldir ancak sonrasında otizm benzeri bulgular başlamaktadır. Otizm Neden Olur?Otizmin kesin nedeni bilinmemekle birlikte, tek bir nedeni de bulunmamaktadır. Yapılan araştırmalarda otizmin nedeni genetik ve genetik olmayan veya doğum komplikasyonları, viral enfeksiyonlar ve çevre kirliliği gibi çevresel etkiler olarak görülmektedir. Farklı kromozomlardaki 100'den fazla gen, farklı şiddette otizm spektrum bozukluğuna neden olabilir. Beyin fonksiyonlarını ve hücre iletişimlerini bozan, nadir de olsa bazı genetik, nörometabolik (beyin kimya bozuklukları) hastalıklarda veya epilepsi gibi durumlarda da otizm bulguları görülmektedir. Otizm Belirtileri Nelerdir?Otizmde belirli görüntülere, seslere, kokulara, ışıklara veya fiziksel temasa karşı duyarlılık, davranış, yeme-içme ve hareketlerde takıntılı olma ve bunları tekrarlama, aktiviteler arasında geçişte zorluk yaşama, sosyal iletişimin sınırlı olması ve göz temasından kaçınma sıklıkla görülen belirtilerdir.Otizmi bulgusu olarak değerlendirilebilecek belirtiler şunlardır: Çok az göz teması kurarlar ya da hiç kurmazlar Nesnelere, özellikle dönen neslere karşı aşırı ilgilidirler Kendileri ile doğrudan konuşulduğunda oralı olmazlar Eller, kollar, parmaklar veya kafalarını tekrarlayan şekilde hareket ettirirler Hep aynı şeyi yeme, aynı şeyle oynama gibi belli düzende olma takıntıları vardır Işık, renk, koku ve seslere karşı değişik tepkiler verirler Jest ve mimik kullanımı gibi sözsüz iletişim ya hiç yoktur ya da sınırlıdır Sarılma gibi yakın temastan hoşlanmazlar Ekolali olarak bilinen devamlı olarak bazı kelimeleri tekrarlarlar Konuşma ve dil becerileri gelişiminde gecikme görülür İhtiyaçlarını karşılayacak kişinin kolunu çekiştirerek derdini anlatmak Otizm bulunan kişilerde epilepsi de görülürOtistik çocuklar kendilerine ait ayrı bir dünyada yaşar. Otistik bir çocuk kucağa alınmayı önemsemez. İstediğine ulaşmak için herkesin kucağına gidebilir, yabancı algılaması yoktur. 2-3 yaşına geldiğinde cansız objelere daha fazla ilgi gösterirler. Sürekli ellerinde bir eşya tutma, objeleri dizerek oynama, arabayı ters çevirip tekerleğini döndürme veya yatarak arabanın dönen tekerleğini izleme gibi oyunları vardır. Oyuncağın bütünü yerine bir parçasıyla oynamayı severler. Onun için canlıyla cansız arasında çok fazla fark yoktur. İnsanlarla anlamlı göz kontağı kurmazlar. Ses, ışık ve kokuya karşı aşırı duyarlı olabilir, beklenmedik tepkiler verebilirler. Bazen kendisine söylenenleri papağan gibi tekrar ederler, ben-sen gibi zamirleri ters söylerler.Konuşamamak otizm belirtisi mi?Çocuklarda konuşamama durumu, otizmin de bir belirtisi olabilir. Çocukluk çağında yaş grubuna göre dil gelişimi süreci şöyle ilerlemektedir: Bebek ilk bir ayda ağlama, öksürme, hapşırma gibi doğal sesler çıkarır. Birinci ayın sonunda ağlamaları çeşitli durumlara göre farklılaşmaya başlar. İkinci ve üçüncü aylarda bebek güler, ” k” ve “g” gibi ünsüz ve “a” “e”, “o” gibi ünlü harfleri çıkarmaya başlar. 4 ve 6’ıncı aylar arasında ünlü ve ünsüz seslerin sayısında artış gözlenir. Çocuk 6’ıncı ayın sonuna doğru ünsüz ile ünlü sesleri birleştirmeye başlar; örneğin ba, da, ma gibi gibi sesler çıkarabilir. 7 ve 10’uncu aylar arasında ma-ma gibi hece tekrarları gözlenir. Bebek yetişkin konuşmasına benzeyen ancak anlaşılmayan diziler meydana getirir. 11’inci aydan itibaren anlaşılmayan ses dizileri arasına tek heceli sözcükler yerleştirmeye başlar. Ardından da ilk anlamlı sözcükleri telaffuz etmeye başlar. 12 ve 18’inci aylar arasında sözcükleri amaçlı olarak kullanır. 3-50 sözcükten oluşan kelime dağarcığı vardır. Nesneleri ve vücut bölümlerini gösterir. 18 ve 24’üncü aylar arasında basit yönergeleri yerine getirir, nesneleri ve resimleri isimlendirir. Sözcük dağarcığı 50-70 kelime içerir.İki yaş çocuğun yürümeye, konuşmaya, kendi benliğini fark etmeye başladığı bir dönemdir. Yaşamın ikinci yılındaki hızlı gelişim, çocuğu pek çok açıdan bağımsız hale getirir. Motor yeteneklerle dil becerisinin kazanılmasının çocuğun bağımsızlığındaki etkisi büyüktür. İki yaş çocuğu koşar, tutunarak merdivenleri inip çıkar. Bu dönemde bildiği 70 veya daha fazla sözcüğü kullanır, iki sözcükten oluşan basit cümleler kurar. İki yaş sorgu çağıdır. Bu evrede çocuk nasıl ve niçin sorularını ısrarla sorar.Ancak konuşamamak tek başına otizm belirtisi değildir. Gecikmiş konuşmaya neden olan durumlar şöyle sıralanabilir: Ailesel dil gecikmesi Gelişimsel dil gecikmesi Prematüre doğum veya büyüme gelişme geriliği İki dil konuşulması, sağ el- sol el kullanılması gibi çatışma yaratan durumlar İşitme kayıpları, işitmenin algılanması bozuklukları Dil bağı, yarık damak-dudak gibi ağız içi problemleri Otizm, zeka geriliği yapan hastalıklar Psikososyal uyaran eksikliği Ailenin çocuğun üzerine titremesi ve ona konuşma fırsatı vermemesiOtizm Nasıl Teşhis Edilir?Teşhisi anne karnında mümkün olmayan otizm, kız çocuklarına oranla erkek çocuklarda dört kat daha fazla görülmektedir. Bunun nedeni tam olarak bilinmemektedir. Otizm teşhisi laboratuvar testleri ve görüntüleme yöntemleriyle konulmamaktadır. Tanı, çocuk psikiyatristi tarafından çocuğun gözlemlenmesi, aileye bazı soruların sorulması ve gelişim testleriyle konulur. Ayırıcı tanı, eşlik eden hastalıklar yönünden gerekirse kan tahlilleri, nörolojik, kulak-burun boğaz, metabolik hastalıklar için başka uzmanlık alanlarından konsültasyon istenebilir. Tanı ve teşhisin koyulması şu kontroller ile gerçekleşir: Tıbbi ve nörolojik muayene Bilişsel yetenek sınaması Dil becerilerinin kontrolü Davranış gözlemi Yemek yeme, giyinme ve tuvalete çıkma gibi günlük aktiviteleri bağımsız olarak tamamlama durumu Kan testleri İşitme testiOtizm Tedavisi Var mı?Otizm spektrum bozukluğunu tamamen ortadan kaldırmayı sağlayan herhangi bir tedavi yöntemi yoktur. Otizm tedavisi kişinin yaşam kalitesi yanı sıra bilişsel ve işlevsel bağımsızlığını artırmayı sağlamak için ilgili bozuklukları tedavi etmek ve ailenin süreci yönetmesine yardımcı olma planına dayanır. Beynin ilk 3 yıldaki gelişimi, öğrenmesi çok hızlıdır. Dışardan gelen doğru ve yoğun uyaranlarla erken müdahale, tüm gelişimsel bozukluklar gibi burada da en etkili yöntemdir.Küçük yaşlarda yoğun ve sürekli eğitim programları ile davranış terapileri, çocukların kendine bakabilme, sosyal ve iş yetileri kazanabilmesine yardımcı olur. Böylece işlevselliği artırır, belirtilerin şiddetini ve uyumsuz davranışları azaltır. Erken yaşta başlanan, aile desteği ile birlikte çocuğun yeteneklerine ve ihtiyaçlarına göre bireysel ve grup olarak özel eğitim programları hazırlanması, uzman kişilerce uygulanması, günümüzde bilinen tek “tedavi” yöntemidir. Özel eğitim ve ekip çalışmasını gerektiren tedavi uzun sürelidir ve ekipte çocuğun kendi doktoru, özel eğitimcisi, konuşma uzmanı, çocuk psikiyatri ve/veya çocuk nöroloğu mutlaka bulunmalıdır. Uygulanacak olan ilaç tedavileri ise otizme eşlik eden ve varsa mevcut problemleri azaltmaya yöneliktir.Aileler Otizmli Çocuklarına Nasıl Yaklaşmalıdır?Özel eğitim temelli bir tedavi ile otistik çocuklar kendine yetebilen ve toplumla uyumlu bireyler olabilir. Anne ve babalar otizmli çocuklarının herkes gibi düşünmediğini anlamalı, bu durumu kabul etmelidir. Bu durumda ebeveynlerin dikkat etmesi gerekenler şöyle sıralanmaktadır: Çocuğunuzun düşüncelerini ve davranışlarını iyi gözlemleyerek çözmeli, öğrenmelisiniz. Neye ne zaman tepki verdiğini takip etmelisiniz. Çocuğunuzun, kendi dünyasında mutlu olduğunu; örneğin parkta bir başka çocuğun onunla oynamadığı için üzülmediğini bilmelisiniz. Çocuğunuzdan beklentilerinizi doğru ayarlamalısınız. Uzun soluklu bir döneme girdiğinizin farkında olmalısınız. Eğer beklentinizi aşağıya çekerseniz, çocuğunuzun sizi mutlu etmesine fırsat verebilirsiniz.Otizm Hakkında İlgili Sık Sorulan SorularOtizm nasıl anlaşılır?Otizmin erken belirtileri arasında atipik sosyal ve iletişim, sallanmak, etrafında dönme veya el çırpmak gibi tekrarlayan davranış veya hareketler, parmak uçlarında yürüme, uzun süreli öfke nöbetleri, belirli seslere, kokulara ve dokunmaya karşı duyarlılık görülür.Otizm genetik midir?Hafif vakalar da tabloya eklendiğinde otizm her 100 çocuktan birinde görülmektedir. Akrabalarda otizm görülme riski, diğer çocuklara oranla daha fazla olabilir. Yapılan araştırmalara göre otizmli bir çocuğun kardeşinde yüzde 3 oranında otizm görülebilmektedir. Akraba evliliği otizm için risk oluşturabilmektedir. Otizm vakalarının önemli bir yüzdesinin genetik ile ilgisi olsa da, bu hastalık direkt genetikle geçiyor denemez. Otizm testi nasıl yapılır?Otizm için tıbbi bir test yoktur, bazı tarama yöntemleri uygulanabilmektedir. Bunlar da çocukların gözlemlenmesini içeren tanı yöntemleridir. Örneğin bu konuda CARS Derecelendirme Sistemi kullanılır. Çocukların, diğer insanlarla iletişimleri, vücutlarını nasıl kullandıkları, değişikliklere adapte olup olamadıkları ve sözlü iletişimleri değerlendirilmektedir. M-CHAT yönteminde de bir soru listesi vardır. 18 aydan küçük çocuklar incelenir.Otizm türleri nelerdir?Otizm türleri konusu henüz bilimsel kesin bir ayrıma gidilmemiş olan konulardan biridir. Otizm, temel bir biçimde; zihinsel geriliğin eşlik ettiği form ile zihinsel yetilerin normal ya da üstün olduğu form olarak ikiye ayrılmaktadır. Bunlar “yüksek işlevli ve düşük işlevli otizm” şeklinde tanımlanabilir.Atipik otizm nedir?Otizm belirtisi gösteren ancak bu hastalık için yeterli tanı kriteri taşımayan hastalar “atipik otizm” olarak tanımlanır. Atipik otizmin iyileşme süreci daha kolay olabilmektedir. Tedavi sürecinde özel eğitimlerle çocukların becerilerini geliştirip, konuşmalarını güçlendirmesi hedeflenir.Aşı otizm yapar mı?Çocukluk çağında yapılan aşıların otizme neden olabileceği yönündeki iddiaların kaynağında, aşının içinde virüs ve bakterin canlı kalmasını sağlayan bir ağır metal olan civa bulunması yatmaktadır. Çocukları otizmli olan pek çok aile genellikle 18 ay civarında bu durumdan şüphe duymaktadır ve bu dönem de rutin aşı takvimindeki 3’lü karma aşı zamanına denk gelmektedir. Ancak Dünya Sağlık Örgütü’nün yayımladığı raporda; etil cıvanın (thiomersal) vücutta yarılanma ömrünün bir haftadan daha kısa olduğu, cıvaya bağlı bir takım kronik hastalıkların görülmesinin söz konusu olmadığı açıklanmıştır. Kendi kendine konuşan çocuk otizmli olabilir mi?Bebek gelişimi sürecinde kendi kendine konuşma sık görülen bir durumdur. Çocuklar yeni öğrendikleri şeyleri tekrar eder ve bu tekrarlar saatlerce sürebilir. Yeni kelimeler onları eğlendirir. Bu durumun otizmle karıştırılmaması gerekir. Otizmli çocuklar bir kelimeyi, bir soruyu günlerce tekrarlayabilir. Ebeveyn ne tepki verirse versin, otizmli çocuklar aynı kelimeyi tekrarlayabilir. Bunun ayrımını yapacak kişiler de çocuk ve ergen ruh sağlığı uzmanları ile çocuk psikologlarıdır.Televizyon otizm yapar mı?Yapılan araştırmalar 2 yaş öncesinde televizyon izleyen çocukların bilişsel gelişimlerinin olumsuz olarak etkilendiğini, dil gelişimlerinin geciktiğini ortaya koymaktadır. Bu dönemde aşırı televizyon izleme ile dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu ve otizm arasında ilişki olduğunu gösteren pek çok araştırma bulunmaktadır. Cep telefonu ve tabletlerle çocuğa yemek yedirmek, onu sakinleştirmek için ekran kullanmak, hafif olan otizm bulgularının derinleşmesine neden olacaktır.Oyun terapisi otizme faydalı mı?Oyun terapisi, davranışsal ve duygusal sorunlar yaşayan çocukların kendilerine yardımcı olabilmeleri için onlara destek veren bir terapi yaklaşımıdır. Terapist oyun terapisinde, çocuğun güvenilir bir ortam olan oyun odasında kendi seçtiği araçlarla oynayarak, duygularını dışa vurmasına yardımcı olur. Otizm için hangi doktora gidilmeli?Otizm tanısı koyabilecek uzmanlar çocuk ve ergen ruh sağlığı uzmanları, çocuk nörolojisi uzmanları ve çocuk psikologlarıdır. Eğer çocuğunuzda otizm olduğunu düşünüyorsanız Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları bölümlerine başvurabilirsiniz.Otizmli çocuk üstün zekalı mıdır?Otizmli çocukların birçoğunda zekayı değerlendirmek kolay olmamaktadır. Erken okuma, harfleri ve rakamları ezberleme durumu ile güçlü hafıza belirtileri olabilir. Zekayı problem çözme becerisi ve uyum kapasitesi olarak tanımlarsak farklı düzeylerde zorlukları olduğu görülmektedir.Otizmli çocukların görüntüleri birbirine benzer mi?Hayır, otizmli çocukların fiziksel görüntüleri birbirine benzemez. Hepsinin özellikleri birbirinden farklıdır. Her çocuk gibi ailesine benzeyen fiziksel yapıya sahiptir.Otizmli çocuklar üstün yetenekli midir?Otizmli bireylerin nadir bir kısmında güçlü bir hafıza, müzik gibi üstün yetenekler olsa da, genellikle uyum ve problem çözme sorunları vardır.Otizm ilacı var mı?Otizmdeki tek tedavi, erken teşhisle birlikte erken ve yoğun eğitimdir. İlaçlar ana belirtileri düzeltmez ancak otizmde eşlik eden sorunları çözmek için kullanılabilir.Otizm geçer mi?Otizm bir ömür süren, eğitimlerle desteklenmesi gereken bir sorundur. Yoğun ve uzun bir eğitim süreci gerektirmektedir.
Otizm Nedir?Otizm, ilk 3 yaş içinde ortaya çıkan ve yaşam boyu süren, özellikle sosyal ilişkiler kurma ve sürdürmede zorluklara neden olan gelişimsel bozukluktur. Sözel ve göz teması kurma ve jest-mimik kullanımı gibi sözsüz iletişimde zorluk yaşanması ile karakterizedir. Konuşma kabiliyetinin geç ya da sınırlı olması, kolları sallama ve yüksek seslerden hoşlanmama gibi belirleyici ve tekrar eden belirtiler gösterirler. Otizm her yaşta teşhis edilebilse de semptomlar daha çok yaşamın ilk 3 yılında ortaya çıktığı için gelişimsel bir bozukluk olarak kabul edilmektedir.Bazen belirtiler 1 yaşından önce başlarken, bazılarında normal psiko-sosyal gelişme olup “mama, baba” gibi ilk kelimeler söylendikten sonra gelişimde gerileme, duraksama fark edilir. Otizmin beynin yapısını ve işleyişini etkileyen sinir sistemindeki sorunlardan kaynaklandığı düşünülmektedir. Bu hastalığın çocuk yetiştirme türleriyle ve ailenin sosyo-ekonomik düzeyiyle bir ilgisi bulunmamaktadır.Otizm, yaygın gelişimsel bozuklukların bir alt grubudur. Yaygın gelişimsel diğer bozukluklar ise;Otizm Neden Olur?Otizmin kesin nedeni bilinmemekle birlikte, tek bir nedeni de bulunmamaktadır. Yapılan araştırmalarda otizmin nedeni genetik ve genetik olmayan veya doğum komplikasyonları, viral enfeksiyonlar ve çevre kirliliği gibi çevresel etkiler olarak görülmektedir. Farklı kromozomlardaki 100'den fazla gen, farklı şiddette otizm spektrum bozukluğuna neden olabilir. Beyin fonksiyonlarını ve hücre iletişimlerini bozan, nadir de olsa bazı genetik, nörometabolik (beyin kimya bozuklukları) hastalıklarda veya epilepsi gibi durumlarda da otizm bulguları görülmektedir. Otizm Belirtileri Nelerdir?Otizmde belirli görüntülere, seslere, kokulara, ışıklara veya fiziksel temasa karşı duyarlılık, davranış, yeme-içme ve hareketlerde takıntılı olma ve bunları tekrarlama, aktiviteler arasında geçişte zorluk yaşama, sosyal iletişimin sınırlı olması ve göz temasından kaçınma sıklıkla görülen belirtilerdir.Otizmi bulgusu olarak değerlendirilebilecek belirtiler şunlardır:Otistik çocuklar kendilerine ait ayrı bir dünyada yaşar. Otistik bir çocuk kucağa alınmayı önemsemez. İstediğine ulaşmak için herkesin kucağına gidebilir, yabancı algılaması yoktur. 2-3 yaşına geldiğinde cansız objelere daha fazla ilgi gösterirler. Sürekli ellerinde bir eşya tutma, objeleri dizerek oynama, arabayı ters çevirip tekerleğini döndürme veya yatarak arabanın dönen tekerleğini izleme gibi oyunları vardır. Oyuncağın bütünü yerine bir parçasıyla oynamayı severler. Onun için canlıyla cansız arasında çok fazla fark yoktur. İnsanlarla anlamlı göz kontağı kurmazlar. Ses, ışık ve kokuya karşı aşırı duyarlı olabilir, beklenmedik tepkiler verebilirler. Bazen kendisine söylenenleri papağan gibi tekrar ederler, ben-sen gibi zamirleri ters söylerler.Konuşamamak otizm belirtisi mi?Çocuklarda konuşamama durumu, otizmin de bir belirtisi olabilir. Çocukluk çağında yaş grubuna göre dil gelişimi süreci şöyle ilerlemektedir:İki yaş çocuğun yürümeye, konuşmaya, kendi benliğini fark etmeye başladığı bir dönemdir. Yaşamın ikinci yılındaki hızlı gelişim, çocuğu pek çok açıdan bağımsız hale getirir. Motor yeteneklerle dil becerisinin kazanılmasının çocuğun bağımsızlığındaki etkisi büyüktür. İki yaş çocuğu koşar, tutunarak merdivenleri inip çıkar. Bu dönemde bildiği 70 veya daha fazla sözcüğü kullanır, iki sözcükten oluşan basit cümleler kurar. İki yaş sorgu çağıdır. Bu evrede çocuk nasıl ve niçin sorularını ısrarla sorar.Ancak konuşamamak tek başına otizm belirtisi değildir. Gecikmiş konuşmaya neden olan durumlar şöyle sıralanabilir:Otizm Nasıl Teşhis Edilir?Teşhisi anne karnında mümkün olmayan otizm, kız çocuklarına oranla erkek çocuklarda dört kat daha fazla görülmektedir. Bunun nedeni tam olarak bilinmemektedir. Otizm teşhisi laboratuvar testleri ve görüntüleme yöntemleriyle konulmamaktadır. Tanı, çocuk psikiyatristi tarafından çocuğun gözlemlenmesi, aileye bazı soruların sorulması ve gelişim testleriyle konulur. Ayırıcı tanı, eşlik eden hastalıklar yönünden gerekirse kan tahlilleri, nörolojik, kulak-burun boğaz, metabolik hastalıklar için başka uzmanlık alanlarından konsültasyon istenebilir. Tanı ve teşhisin koyulması şu kontroller ile gerçekleşir:Otizm Tedavisi Var mı?Otizm spektrum bozukluğunu tamamen ortadan kaldırmayı sağlayan herhangi bir tedavi yöntemi yoktur. Otizm tedavisi kişinin yaşam kalitesi yanı sıra bilişsel ve işlevsel bağımsızlığını artırmayı sağlamak için ilgili bozuklukları tedavi etmek ve ailenin süreci yönetmesine yardımcı olma planına dayanır. Beynin ilk 3 yıldaki gelişimi, öğrenmesi çok hızlıdır. Dışardan gelen doğru ve yoğun uyaranlarla erken müdahale, tüm gelişimsel bozukluklar gibi burada da en etkili yöntemdir.Küçük yaşlarda yoğun ve sürekli eğitim programları ile davranış terapileri, çocukların kendine bakabilme, sosyal ve iş yetileri kazanabilmesine yardımcı olur. Böylece işlevselliği artırır, belirtilerin şiddetini ve uyumsuz davranışları azaltır. Erken yaşta başlanan, aile desteği ile birlikte çocuğun yeteneklerine ve ihtiyaçlarına göre bireysel ve grup olarak özel eğitim programları hazırlanması, uzman kişilerce uygulanması, günümüzde bilinen tek “tedavi” yöntemidir. Özel eğitim ve ekip çalışmasını gerektiren tedavi uzun sürelidir ve ekipte çocuğun kendi doktoru, özel eğitimcisi, konuşma uzmanı, çocuk psikiyatri ve/veya çocuk nöroloğu mutlaka bulunmalıdır. Uygulanacak olan ilaç tedavileri ise otizme eşlik eden ve varsa mevcut problemleri azaltmaya yöneliktir.Aileler Otizmli Çocuklarına Nasıl Yaklaşmalıdır?Özel eğitim temelli bir tedavi ile otistik çocuklar kendine yetebilen ve toplumla uyumlu bireyler olabilir. Anne ve babalar otizmli çocuklarının herkes gibi düşünmediğini anlamalı, bu durumu kabul etmelidir. Bu durumda ebeveynlerin dikkat etmesi gerekenler şöyle sıralanmaktadır:Otizm Hakkında İlgili Sık Sorulan SorularOtizm nasıl anlaşılır?Otizmin erken belirtileri arasında atipik sosyal ve iletişim, sallanmak, etrafında dönme veya el çırpmak gibi tekrarlayan davranış veya hareketler, parmak uçlarında yürüme, uzun süreli öfke nöbetleri, belirli seslere, kokulara ve dokunmaya karşı duyarlılık görülür.Otizm genetik midir?Hafif vakalar da tabloya eklendiğinde otizm her 100 çocuktan birinde görülmektedir. Akrabalarda otizm görülme riski, diğer çocuklara oranla daha fazla olabilir. Yapılan araştırmalara göre otizmli bir çocuğun kardeşinde yüzde 3 oranında otizm görülebilmektedir. Akraba evliliği otizm için risk oluşturabilmektedir. Otizm vakalarının önemli bir yüzdesinin genetik ile ilgisi olsa da, bu hastalık direkt genetikle geçiyor denemez. Otizm testi nasıl yapılır?Otizm için tıbbi bir test yoktur, bazı tarama yöntemleri uygulanabilmektedir. Bunlar da çocukların gözlemlenmesini içeren tanı yöntemleridir. Örneğin bu konuda CARS Derecelendirme Sistemi kullanılır. Çocukların, diğer insanlarla iletişimleri, vücutlarını nasıl kullandıkları, değişikliklere adapte olup olamadıkları ve sözlü iletişimleri değerlendirilmektedir. M-CHAT yönteminde de bir soru listesi vardır. 18 aydan küçük çocuklar incelenir.Otizm türleri nelerdir?Otizm türleri konusu henüz bilimsel kesin bir ayrıma gidilmemiş olan konulardan biridir. Otizm, temel bir biçimde; zihinsel geriliğin eşlik ettiği form ile zihinsel yetilerin normal ya da üstün olduğu form olarak ikiye ayrılmaktadır. Bunlar “yüksek işlevli ve düşük işlevli otizm” şeklinde tanımlanabilir.Atipik otizm nedir?Otizm belirtisi gösteren ancak bu hastalık için yeterli tanı kriteri taşımayan hastalar “atipik otizm” olarak tanımlanır. Atipik otizmin iyileşme süreci daha kolay olabilmektedir. Tedavi sürecinde özel eğitimlerle çocukların becerilerini geliştirip, konuşmalarını güçlendirmesi hedeflenir.Aşı otizm yapar mı?Çocukluk çağında yapılan aşıların otizme neden olabileceği yönündeki iddiaların kaynağında, aşının içinde virüs ve bakterin canlı kalmasını sağlayan bir ağır metal olan civa bulunması yatmaktadır. Çocukları otizmli olan pek çok aile genellikle 18 ay civarında bu durumdan şüphe duymaktadır ve bu dönem de rutin aşı takvimindeki 3’lü karma aşı zamanına denk gelmektedir. Ancak Dünya Sağlık Örgütü’nün yayımladığı raporda; etil cıvanın (thiomersal) vücutta yarılanma ömrünün bir haftadan daha kısa olduğu, cıvaya bağlı bir takım kronik hastalıkların görülmesinin söz konusu olmadığı açıklanmıştır. Kendi kendine konuşan çocuk otizmli olabilir mi?Bebek gelişimi sürecinde kendi kendine konuşma sık görülen bir durumdur. Çocuklar yeni öğrendikleri şeyleri tekrar eder ve bu tekrarlar saatlerce sürebilir. Yeni kelimeler onları eğlendirir. Bu durumun otizmle karıştırılmaması gerekir. Otizmli çocuklar bir kelimeyi, bir soruyu günlerce tekrarlayabilir. Ebeveyn ne tepki verirse versin, otizmli çocuklar aynı kelimeyi tekrarlayabilir. Bunun ayrımını yapacak kişiler de çocuk ve ergen ruh sağlığı uzmanları ile çocuk psikologlarıdır.Televizyon otizm yapar mı?Yapılan araştırmalar 2 yaş öncesinde televizyon izleyen çocukların bilişsel gelişimlerinin olumsuz olarak etkilendiğini, dil gelişimlerinin geciktiğini ortaya koymaktadır. Bu dönemde aşırı televizyon izleme ile dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu ve otizm arasında ilişki olduğunu gösteren pek çok araştırma bulunmaktadır. Cep telefonu ve tabletlerle çocuğa yemek yedirmek, onu sakinleştirmek için ekran kullanmak, hafif olan otizm bulgularının derinleşmesine neden olacaktır.Oyun terapisi otizme faydalı mı?Oyun terapisi, davranışsal ve duygusal sorunlar yaşayan çocukların kendilerine yardımcı olabilmeleri için onlara destek veren bir terapi yaklaşımıdır. Terapist oyun terapisinde, çocuğun güvenilir bir ortam olan oyun odasında kendi seçtiği araçlarla oynayarak, duygularını dışa vurmasına yardımcı olur. Otizm için hangi doktora gidilmeli?Otizm tanısı koyabilecek uzmanlar çocuk ve ergen ruh sağlığı uzmanları, çocuk nörolojisi uzmanları ve çocuk psikologlarıdır. Eğer çocuğunuzda otizm olduğunu düşünüyorsanız Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları bölümlerine başvurabilirsiniz.Otizmli çocuk üstün zekalı mıdır?Otizmli çocukların birçoğunda zekayı değerlendirmek kolay olmamaktadır. Erken okuma, harfleri ve rakamları ezberleme durumu ile güçlü hafıza belirtileri olabilir. Zekayı problem çözme becerisi ve uyum kapasitesi olarak tanımlarsak farklı düzeylerde zorlukları olduğu görülmektedir.Otizmli çocukların görüntüleri birbirine benzer mi?Hayır, otizmli çocukların fiziksel görüntüleri birbirine benzemez. Hepsinin özellikleri birbirinden farklıdır. Her çocuk gibi ailesine benzeyen fiziksel yapıya sahiptir.Otizmli çocuklar üstün yetenekli midir?Otizmli bireylerin nadir bir kısmında güçlü bir hafıza, müzik gibi üstün yetenekler olsa da, genellikle uyum ve problem çözme sorunları vardır.Otizm ilacı var mı?Otizmdeki tek tedavi, erken teşhisle birlikte erken ve yoğun eğitimdir. İlaçlar ana belirtileri düzeltmez ancak otizmde eşlik eden sorunları çözmek için kullanılabilir.Otizm geçer mi?Otizm bir ömür süren, eğitimlerle desteklenmesi gereken bir sorundur. Yoğun ve uzun bir eğitim süreci gerektirmektedir. | 10,272 |
531 | Hastalıklar | Osteosarkom | Çocuklarda en sık görülen primer kemik tümörü olan osteosarkom, bulunduğu bölgede ağrı ve şişlik ile belirti veriyor. Genellikle 10-30 yaş aralığında daha fazla ortaya çıkan osteosarkom kemik tümörü daha çok diz ve omuz bölgesinde görülüyor. Tedavisinde kemoterapi ve cerrahi yöntemlerin ön plana çıktığı osteosarkom kemik tümörlerinde erken teşhis hayati önem taşıyor. Memorial Şişli Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Devrim Özer, osteosarkom kemik tümörü hakkında bilgi verdi.Çocuklarda en sık görülen primer kemik tümörü olan osteosarkom, bulunduğu bölgede ağrı ve şişlik ile belirti veriyor. Genellikle 10-30 yaş aralığında daha fazla ortaya çıkan osteosarkom kemik tümörü daha çok diz ve omuz bölgesinde görülüyor. Tedavisinde kemoterapi ve cerrahi yöntemlerin ön plana çıktığı osteosarkom kemik tümörlerinde erken teşhis hayati önem taşıyor. Memorial Şişli Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Devrim Özer, osteosarkom kemik tümörü hakkında bilgi verdi.
Osteosarkom nedir?Osteosarkom primer yani kemiğin kendi yapısından oluşan bir tümördür. Kötü huylu bir kemik tümörü olan Osteosarkom vücutta her kemikte ortaya çıkabilmekle birlikte, daha çok diz ve omuz bölgesinde görülmektedir.Osteosarkom nedenleri nelerdir?Osteosarkom kemik tümörünün nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bazı genetik hastalıklarla birlikte ortaya çıkabilmekle birlikte neden oluştuğuyla ilgili kesin tıbbi bilgi bulunmamaktadır. Osteosarkom belirtileri nelerdir?Osteosarkom kemik tümörü belirtileri genel olarak iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Tümörün bulunduğu kemikte ağrı ve gözle görülür bir şekilde şişlik Osteosarkom belirtileri arasında en belirgin olanlarıdır. Ancak kemikte yaşanan her ağrı Osteosarkom ya da farklı bir kemik tümörünün belirtisi değildir. Ağrının hareketten bağımsız olması yani istirahat ya da uykudayken de ağrı yaşanması önemlidir. Aynı zamanda yaşanan ağrı süreklilik göstermektedir. Bu nedenle uzun süre geçmeyen ve istirahat halindeyken bile devam eden ağrılarda zaman kaybetmeden doktora başvurulmalıdır. Bazen tümörün ilerlediği durumlarda kemiği zayıflatarak kırıklar yaşanması da Osteosarkom belirtisi olabilmektedir.Osteosarkom kötü huylu bir kemik tümörü olduğu için ileri evrelerde vücudun başka organlarına ya da kemiklerine yayılım yani metastaz yapabilir. Bu durumda metastazın gerçekleştiği organ ya da kemiğe göre farklı belirtiler de görülebilmektedir.Osteosarkom kemik tümörünün beyne metastaz yaptığı durumlarda baş ağrısı veya görme bozukluğu gibi belirtiler ortaya çıkabilmektedir.Osteosarkom teşhisi nasıl yapılır?Osteosarkom kemik kanserinin teşhisinde hastanın hikayesi ve fiziki muayene önemlidir. Kemikte yeni başlayan ağrılarda Osteosarkom ilk olarak akla gelmemektedir. Ancak ağrı varlığı 3-4 haftadır devam ediyorsa dikkatli inceleme yapılmalıdır.Ağrı ile birlikte hastada şişlik görüldüğü durumlarda teşhisi netleştirmek için hastada genel olarak şu tetkikler yapılabilmektedir; Röntgen: Röntgen görüntüleme yöntemi ile tümörün görülmesi mümkündür. Ancak çok erken dönemde bazen röntgen görüntülemesinde tümör gözden kaçabilmektedir. Kemik tümörleri konusunda uzman bir doktorun değerlendirmesi bu anlamda çok önemlidir. Manyetik Rezonans (MR): Manyetik Rezonans görüntüleme yöntemi ile tümörün boyutu ve diğer ayrıntıları değerlendirilebilir. Tümörle ilgili daha net görüntü elde etmek için bazen kontrast madde kullanılarak MR çekimi gerçekleştirilebilir. Bilgisayarlı Tomografi (BT): Tümörle ilgili farklı bilgileri elde edebilmek için BT çekimi yapılabilmektedir. Aynı zamanda metastaz ( tümörün başka bir organa sıçraması) olup olmadığının değerlendirilmesi için akciğerlerle ilgili BT’de çekilebilmektedir. Kemik sintigrafisi: Kemiklerdeki tümör tutulumları kemik sintigrafisi tetkikiyle belirlenebilmektedir. Biyopsi: Osteosarkom tümörlerinde kesin tanı biyopsi ile yapılmaktadır. Girişimsel yöntemlerle yapılan biyopsi işleminde kemiğin içine girilerek, tümörden küçük bir parça alınır ve patolojik olarak değerlendirilir.Osteosarkom tedavisi nasıl yapılır?Osteosarkom kemik tümörünün tedavisinde tümörün türü ve evresi, olası yan etkiler, hastanın genel sağlık durumu ve hastanın tercihi önemlidir. Bununla birlikte Osteosarkom kemik tümörünün tedavisinde genel olarak kemoterapi ve cerrahi yöntemler ön plana çıkmaktadır. Işın tedavisi olarak bilinen radyoterapi, osteosarkom tümörü tedavisinde genellikle önerilmemektedir. Ameliyata uygun olmayan ya da ameliyat olmak istemeyen hastalarda ancak radyoterapi tedavi yöntemi kullanılabilir.Osteosarkom kemik tümörü hakkında sık sorulan sorularOsteosarkom kemik kanseri hangi yaşlarda görülür?Osteosarkom kemik tümörü her yaşta görülebilmekle birlikte, daha çok 10 - 30 yaş aralığında ortaya çıkmaktadır. Çocuklarda en sık görülen primer kemik tümörüdür. Osteosarkom çok sık görülen bir tümör değildir. Milyonda 2-3 kişide görüldüğü bildirilmiş olup, primer kemik tümörlerinde en sık görülen kemik tümörü olarak bilinmektedir.Osteosarkom kemik kanseri ameliyatı nasıl yapılır? Osteosarkom kemik tümörü ameliyatı açık cerrahi yöntemle gerçekleştirilir. Osteosarkom ameliyatında hedef, tümör dokusunun kemikle birlikte tamamen çıkartılmasıdır. Burada dikkat edilmesi gereken konuların başında tümörün çıkartılırken içine girilmeden sağlam sınırla çıkartılması gelmektedir. Yani tümör etrafındaki sağlam dokuyla birlikte çıkartılmalıdır. Kötü huylu tümörlerde yani kanserli tümörlerde tümörün görülerek çıkartılması kanserin yayılmasını tetikleyebilmektedir. Tümörün görülmeden çıkartılmadındaki amaç tümörün yayılmasına engel olmaktır. Halk arasında “kanserli tümöre dokunulduğunda yayılır” şeklindeki inanış aslında buradan gelmektedir. Tıbbi anlamda değerlendirildiğinde bu cümlede kısmen doğruluklar bulunmaktadır. Tümörden etraf dokulara yayılacak kan, kanserli hücrelerin yayılmasına zemin hazırlayabilmektedir. Bu nedenle tümörün etrafındaki sağlam dokuyla çıkartılması bu riski de engellemektedir. Osteosarkom tümörlerinin ameliyatlarında uzuv koruyucu cerrahi yöntemler uygulanmaktadır. Tümörden etkilenen bir kol veya bacağın kullanılmaya devam etmesi ve uzva daha normal bir görünüm kazandırmak için farklı cerrahi teknikler kullanılabilir. Osteosarkom tümörü çıkartıldıktan sonra uzvun tekrar kullanılabilmesi protez cerrahisi uygulanabilir. Protez cerrahisi daha çok eklem bölgelerinde gerçekleştirilen osteosarkom tümörü ameliyatlarında tercih edilmektedir. Tümörün damarları ya da sinirleri sarması durumunda mikrocerrahi yöntemler ve damar cerrahları ile vücudun farklı bölgelerinden damar alınarak cerrahi işlem devam ettirilmektedir. Bunun yanı sıra kişinin kendi kemiği tümörden yani kanserli hücrelerden arındırıldıktan sonra tekrar yerine yerleştirilebilir. Kemiğin tümörden arındırılması için de farklı yöntemler uygulanabilmektedir. Yüksek dozda ışın tedavisi ya da tümörlü kemiğin -190 derecede sıvı nitrojen ile kanserli hücrelerden arındırılmasından sora kemik eski yerine yerleştirilebilmektedir. Bu işlemlerden sonra kemiğin güçlenmesi için damarı ile birlikte alınan fibula kemiği destek için kemiğe yerleştirilebilmektedir. Kanlanması sağlanan kemik bu şekilde çok daha çabuk iyileşmekte ve güçlenmektedir. Uygulanan bütün uzuv koruyucu cerrahi yöntemlere rağmen tümörün bulunduğu uzvu kurtarmak mümkün değilse ampütasyon işlemi yani uzvun kesilmesi gerekebilmektedir. Tümürün çok büyük olduğu ve tamamen çıkartıldığında alanı örtebilecek yumuşak dokunun bulunmadığı ve bu defektli alanın damarlı olarak vücudun çeşitli yerlerinden alınabilen yumuşak dokularla(fleplerle)örtülemediği, kol ya da bacağın artık işlev göremeyeceği durumlarda ampütasyon işlemi gerçekleştirilmektedir. Tümörün uzuvda kalması kanserli hücrelerin sıçraması için bir odak oluşturacağı için ampütasyon işlemi tercih edilebilmektedir.Osteosarkom kemik kanseri ameliyatı kaç saat sürer?Osteosarkom tümörünün ameliyat süresi tümörün büyüklüğü ve bulunduğu bölgeye göre farklılıklar gösterebilmektedir. Genel olarak 3 – 8 saat sürebilen osteosarkom tümörü ameliyatları kalça eklemi gibi bölgelerde olması durumunda daha da uzayabilmektedir.Osteosarkom ameliyatından sonra hastanede ne kadar kalınır?Osteosarkom ameliyatının komplikasyonları fazla olabilmektedir. Osteosarkom tümörü ameliyatında geniş dokular cerrahi yöntemle çıkartıldığı kanamanın fazla olduğu enfeksiyon riski yüksek ameliyatlardır. Bu nedenle enfeksiyon riskini minimuma indirmek için ameliyattan önce hastalara antibiyotik tedavisine başlanır. Ortalama olarak Osteosarkom ameliyatlarından sonra hastalar 5-7 gün hastanede kalmaktadır.Osteosarkom ameliyatından sonra ayağa ne zaman kalkılır?Osteosarkom ameliyatlarında farklı cerrahi yöntemler uygulanabilmektedir. Osteosarkom ameliyatında protez cerrahisi kullanılmışsa hasta koltuk değneğiyle ayağa kaldırılmaktadır. Ameliyattan 5 - 6 hafta sonra hasta yürümeye başlamaktadır. Hastanın ayağa kalkması ve yürümesi protezin adaptasyon yani tutulma süresine göre farklılık gösterebilmektedir. Koltuk değnekleri olmadan yürüme süresi ise 2 – 3 ayı bulabilmektedir. Osteosarkom tümörü ameliyatında protez kullanılmayarak hastanın kendi kemiğinin kullanıldığı durumlarda ayağa kalkma süresi biraz daha uzayabilmektedir.Osteosarkom ameliyatından sonra hastaların dikkat etmesi gerekenler nelerdir?Hastalara osteosarkom ameliyatından sonra dikkat etmesi gerekenler konusunda doktorları bilgi verilmektedir. Mümkün olduğu kadar ameliyatlı kemiğe yük bindirilmemesi önemlidir. Hastaların koltuk değneği kullanarak hareket etmesinde bir engel bulunmamaktadır. Hatta hastaların bu dönemde mümkün olduğu kadar mobilize olması iyileşme süresini artırabilmektedir. Yara bölgesinin temiz tutulması doktorun öngördüğü ilaçların aksatılmaması enfeksiyon riski bakımından önemlidir.Osteosarkom ölümcül müdür?Osteosarkom tümörü hayati tehlikesi olan bir kanser türüdür. Erken teşhis ve doğru tedavi ile hastaların çoğunluğunun iyileştiği unutulmamalıdır. Osteosarkom evreleri nelerdir?Osteosarkom tümörünün evrelemesinde farklı sınıflamalar bulunmakla birlikte genel olarak 3 evrede ele alınmaktadır. Evre: Düşük dereceli tümör, kemiğin içinde ve ya dışına çıkmış Evre: Yüksek dereceli tümör kemiğin içinde ve ya dışına çıkmış Evre: Tümör metastaz yaparak farklı bir kemiğe ya da organa sıçramış.Uygulanacak tedavi protokolü evrelere göre değişebilmektedir.Osteosarkom tümörü vücudun farklı bir kemiğine ya da organına metastaz yapmışsa uygulanacak kemoterapi ve cerrahi tedavilerin ardından metastazın gerçekleştiği organ ya da kemiğe göre burada da ameliyatla metastazik tümörün tedavisi gerçekleştirilebilir. Osteosarkom tümörünün bitkisel veya doğal tedavisi var mıdır?Osteosarkom tümörünün bilimsel olarak kanıtlanmış bitkisel ya da doğal bir tedavisi bulunmamaktadır. Vücudun savunma sistemini güçlendirmek için bitkisel bazlı ilaçlar tavsiye edilmektedir ancak osteosarkoma yönelik bitkisel ya da doğal bir tedavi yöntemi yoktur. Nüks ihtimalı 3 ay sonra da 2 sene sonra da tekrarlayabilir. 2 seneden sonra tekrar ortaya çıkma ihtimali azdır.Osteosarkom kafatasında olur mu?Osteosarkom tümörü en çok diz bölgesinde görülmektedir. Osteosarkom tümörünün ikinci sırada gözüktüğü bölge ise omuzdur. Ancak çene ve kafatası gibi kemiklerde de nadir de olsa Osteosarkom tümörü görülebilmektedir.Osteosarkom ewing sarkom farkı nedir?Temel olarak Osteosarkom da ewing sarkom tümörü de primer kemik tümörüdür. Her iki tümörün de görülme yaşları benzerdir. Ewing sarkom Osteosarkom tümörüne göre daha erken yaşlarda (5-15 yaş arasında) görülebilmektedir. Ewing sarkom Osteosarkom tümöründen sonra kemikte en sık görülen ikinci tümör tipidir.İki tümör arasındaki en önemli fark Ewing sarkomu redyoterapi (ışın tedavisi) tedavisine duyarlıdır. Cerrahi tedavi ön planda olmakla beraber uygulamakta zorluk çekilen durumlarda ışın tedavisi olumlu sonuçlar verebilir.Osteosarkom tümörünün metastazı nerelere olur?Osteosarkom kemik tümörü en sık akciğere metastaz yapmaktadır. Akciğerden sonra beyin karaciğer ve başka kemiklere de metastaz yapabilmektedir.Osteosarkom tümörünün tipleri nelerdir?Osteosarkomun kemik tümörünün birçok tipi bulunmaktadır. Kanser evrelemesi yapılırken Osteosarkom tümörünün tipleri de göz önüne alınarak evreleme yapılabilmektedir.Osteosarkom tiplerinin bazıları şu şekilde sıralanabilir; Konvansiyonel osteosarkom (Osteoblastik,kondroblastik,fibroblastik) Teleangiektatik osteosarkom Küçük hücreli osteosarkom Düşük dereceli santral osteosarkom Sekonder osteosarkom Paraossal osteosarkom (Düşük dereceli) Periostal osteosarkom Yüksek dereceli yüzey osteosarkomu Osteosarkom akciğer metastazı yapar mı?Osteosarkom kemik tümörü en sık akciğere metastaz yapmaktadır.Osteosarkom yaşam süresi ne kadardır?Kanser tedavisinden sonra hayatta kalım süreleri kişiden kişiye değişmektedir. Her hastalığın tedavisi kişiye özeldir ve hastaların yaşam kaliteleri ile süreleri farklı farklı ele alınmaktadır.Osteosarkom tamamen iyileşir mi?Osteosarkom tümörü erken teşhis ve doğru tedavi protokolü ile tamamen iyileşme sağlanabilmeketdir
Osteosarkom nedir?Osteosarkom primer yani kemiğin kendi yapısından oluşan bir tümördür. Kötü huylu bir kemik tümörü olan Osteosarkom vücutta her kemikte ortaya çıkabilmekle birlikte, daha çok diz ve omuz bölgesinde görülmektedir.Osteosarkom nedenleri nelerdir?Osteosarkom kemik tümörünün nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bazı genetik hastalıklarla birlikte ortaya çıkabilmekle birlikte neden oluştuğuyla ilgili kesin tıbbi bilgi bulunmamaktadır. Osteosarkom belirtileri nelerdir?Osteosarkom kemik tümörü belirtileri genel olarak iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Tümörün bulunduğu kemikte ağrı ve gözle görülür bir şekilde şişlik Osteosarkom belirtileri arasında en belirgin olanlarıdır. Ancak kemikte yaşanan her ağrı Osteosarkom ya da farklı bir kemik tümörünün belirtisi değildir. Ağrının hareketten bağımsız olması yani istirahat ya da uykudayken de ağrı yaşanması önemlidir. Aynı zamanda yaşanan ağrı süreklilik göstermektedir. Bu nedenle uzun süre geçmeyen ve istirahat halindeyken bile devam eden ağrılarda zaman kaybetmeden doktora başvurulmalıdır. Bazen tümörün ilerlediği durumlarda kemiği zayıflatarak kırıklar yaşanması da Osteosarkom belirtisi olabilmektedir.Osteosarkom kötü huylu bir kemik tümörü olduğu için ileri evrelerde vücudun başka organlarına ya da kemiklerine yayılım yani metastaz yapabilir. Bu durumda metastazın gerçekleştiği organ ya da kemiğe göre farklı belirtiler de görülebilmektedir.Osteosarkom kemik tümörünün beyne metastaz yaptığı durumlarda baş ağrısı veya görme bozukluğu gibi belirtiler ortaya çıkabilmektedir.Osteosarkom teşhisi nasıl yapılır?Osteosarkom kemik kanserinin teşhisinde hastanın hikayesi ve fiziki muayene önemlidir. Kemikte yeni başlayan ağrılarda Osteosarkom ilk olarak akla gelmemektedir. Ancak ağrı varlığı 3-4 haftadır devam ediyorsa dikkatli inceleme yapılmalıdır.Ağrı ile birlikte hastada şişlik görüldüğü durumlarda teşhisi netleştirmek için hastada genel olarak şu tetkikler yapılabilmektedir;Osteosarkom tedavisi nasıl yapılır?Osteosarkom kemik tümörünün tedavisinde tümörün türü ve evresi, olası yan etkiler, hastanın genel sağlık durumu ve hastanın tercihi önemlidir. Bununla birlikte Osteosarkom kemik tümörünün tedavisinde genel olarak kemoterapi ve cerrahi yöntemler ön plana çıkmaktadır. Işın tedavisi olarak bilinen radyoterapi, osteosarkom tümörü tedavisinde genellikle önerilmemektedir. Ameliyata uygun olmayan ya da ameliyat olmak istemeyen hastalarda ancak radyoterapi tedavi yöntemi kullanılabilir.Osteosarkom kemik tümörü hakkında sık sorulan sorularOsteosarkom kemik kanseri hangi yaşlarda görülür?Osteosarkom kemik tümörü her yaşta görülebilmekle birlikte, daha çok 10 - 30 yaş aralığında ortaya çıkmaktadır. Çocuklarda en sık görülen primer kemik tümörüdür. Osteosarkom çok sık görülen bir tümör değildir. Milyonda 2-3 kişide görüldüğü bildirilmiş olup, primer kemik tümörlerinde en sık görülen kemik tümörü olarak bilinmektedir.Osteosarkom kemik kanseri ameliyatı nasıl yapılır?Osteosarkom kemik kanseri ameliyatı kaç saat sürer?Osteosarkom tümörünün ameliyat süresi tümörün büyüklüğü ve bulunduğu bölgeye göre farklılıklar gösterebilmektedir. Genel olarak 3 – 8 saat sürebilen osteosarkom tümörü ameliyatları kalça eklemi gibi bölgelerde olması durumunda daha da uzayabilmektedir.Osteosarkom ameliyatından sonra hastanede ne kadar kalınır?Osteosarkom ameliyatının komplikasyonları fazla olabilmektedir. Osteosarkom tümörü ameliyatında geniş dokular cerrahi yöntemle çıkartıldığı kanamanın fazla olduğu enfeksiyon riski yüksek ameliyatlardır. Bu nedenle enfeksiyon riskini minimuma indirmek için ameliyattan önce hastalara antibiyotik tedavisine başlanır. Ortalama olarak Osteosarkom ameliyatlarından sonra hastalar 5-7 gün hastanede kalmaktadır.Osteosarkom ameliyatından sonra ayağa ne zaman kalkılır?Osteosarkom ameliyatlarında farklı cerrahi yöntemler uygulanabilmektedir. Osteosarkom ameliyatında protez cerrahisi kullanılmışsa hasta koltuk değneğiyle ayağa kaldırılmaktadır. Ameliyattan 5 - 6 hafta sonra hasta yürümeye başlamaktadır. Hastanın ayağa kalkması ve yürümesi protezin adaptasyon yani tutulma süresine göre farklılık gösterebilmektedir. Koltuk değnekleri olmadan yürüme süresi ise 2 – 3 ayı bulabilmektedir. Osteosarkom tümörü ameliyatında protez kullanılmayarak hastanın kendi kemiğinin kullanıldığı durumlarda ayağa kalkma süresi biraz daha uzayabilmektedir.Osteosarkom ameliyatından sonra hastaların dikkat etmesi gerekenler nelerdir?Hastalara osteosarkom ameliyatından sonra dikkat etmesi gerekenler konusunda doktorları bilgi verilmektedir. Mümkün olduğu kadar ameliyatlı kemiğe yük bindirilmemesi önemlidir. Hastaların koltuk değneği kullanarak hareket etmesinde bir engel bulunmamaktadır. Hatta hastaların bu dönemde mümkün olduğu kadar mobilize olması iyileşme süresini artırabilmektedir. Yara bölgesinin temiz tutulması doktorun öngördüğü ilaçların aksatılmaması enfeksiyon riski bakımından önemlidir.Osteosarkom ölümcül müdür?Osteosarkom tümörü hayati tehlikesi olan bir kanser türüdür. Erken teşhis ve doğru tedavi ile hastaların çoğunluğunun iyileştiği unutulmamalıdır. Osteosarkom evreleri nelerdir?Osteosarkom tümörünün evrelemesinde farklı sınıflamalar bulunmakla birlikte genel olarak 3 evrede ele alınmaktadır.Uygulanacak tedavi protokolü evrelere göre değişebilmektedir.Osteosarkom tümörü vücudun farklı bir kemiğine ya da organına metastaz yapmışsa uygulanacak kemoterapi ve cerrahi tedavilerin ardından metastazın gerçekleştiği organ ya da kemiğe göre burada da ameliyatla metastazik tümörün tedavisi gerçekleştirilebilir. Osteosarkom tümörünün bitkisel veya doğal tedavisi var mıdır?Osteosarkom tümörünün bilimsel olarak kanıtlanmış bitkisel ya da doğal bir tedavisi bulunmamaktadır. Vücudun savunma sistemini güçlendirmek için bitkisel bazlı ilaçlar tavsiye edilmektedir ancak osteosarkoma yönelik bitkisel ya da doğal bir tedavi yöntemi yoktur. Nüks ihtimalı 3 ay sonra da 2 sene sonra da tekrarlayabilir. 2 seneden sonra tekrar ortaya çıkma ihtimali azdır.Osteosarkom kafatasında olur mu?Osteosarkom tümörü en çok diz bölgesinde görülmektedir. Osteosarkom tümörünün ikinci sırada gözüktüğü bölge ise omuzdur. Ancak çene ve kafatası gibi kemiklerde de nadir de olsa Osteosarkom tümörü görülebilmektedir.Osteosarkom ewing sarkom farkı nedir?Temel olarak Osteosarkom da ewing sarkom tümörü de primer kemik tümörüdür. Her iki tümörün de görülme yaşları benzerdir. Ewing sarkom Osteosarkom tümörüne göre daha erken yaşlarda (5-15 yaş arasında) görülebilmektedir. Ewing sarkom Osteosarkom tümöründen sonra kemikte en sık görülen ikinci tümör tipidir.İki tümör arasındaki en önemli fark Ewing sarkomu redyoterapi (ışın tedavisi) tedavisine duyarlıdır. Cerrahi tedavi ön planda olmakla beraber uygulamakta zorluk çekilen durumlarda ışın tedavisi olumlu sonuçlar verebilir.Osteosarkom tümörünün metastazı nerelere olur?Osteosarkom kemik tümörü en sık akciğere metastaz yapmaktadır. Akciğerden sonra beyin karaciğer ve başka kemiklere de metastaz yapabilmektedir.Osteosarkom tümörünün tipleri nelerdir?Osteosarkomun kemik tümörünün birçok tipi bulunmaktadır. Kanser evrelemesi yapılırken Osteosarkom tümörünün tipleri de göz önüne alınarak evreleme yapılabilmektedir.Osteosarkom tiplerinin bazıları şu şekilde sıralanabilir;Osteosarkom akciğer metastazı yapar mı?Osteosarkom kemik tümörü en sık akciğere metastaz yapmaktadır.Osteosarkom yaşam süresi ne kadardır?Kanser tedavisinden sonra hayatta kalım süreleri kişiden kişiye değişmektedir. Her hastalığın tedavisi kişiye özeldir ve hastaların yaşam kaliteleri ile süreleri farklı farklı ele alınmaktadır.Osteosarkom tamamen iyileşir mi? | 7,944 |
532 | Hastalıklar | Özofajit | Özofajit, tüketilen besinleri boğazdan mideye taşıyan bir tüp olan yemek borusu astarının, genellikle asit reflüye bağlı olarak iltihaplanmasıdır. En yaygın nedeni kronik asit reflü olan özofajit, yemek borusuna kaçan mide asitleri, enfeksiyon, ağızdan alınan ilaçlar ve alerji kaynaklı da meydana gelebilir. Yutma güçlüğü, yutarken ağrı hissedilmesi, yemek yerken göğüs ağrısı, yemek yiyip yattıktan sonra göğüste veya boğazda yanma hissi gibi semptomlar özofajitin yaygın belirtileri arasındadır. Tedavisi nedene bağlı olarak belirlenen özofajit genellikle ilaç tedavisi ve yaşam tarzında değişikliği kapsar. Bazı durumlarda ameliyat da gerekebilir.Özofajit, tüketilen besinleri boğazdan mideye taşıyan bir tüp olan yemek borusu astarının, genellikle asit reflüye bağlı olarak iltihaplanmasıdır. En yaygın nedeni kronik asit reflü olan özofajit, yemek borusuna kaçan mide asitleri, enfeksiyon, ağızdan alınan ilaçlar ve alerji kaynaklı da meydana gelebilir. Yutma güçlüğü, yutarken ağrı hissedilmesi, yemek yerken göğüs ağrısı, yemek yiyip yattıktan sonra göğüste veya boğazda yanma hissi gibi semptomlar özofajitin yaygın belirtileri arasındadır. Tedavisi nedene bağlı olarak belirlenen özofajit genellikle ilaç tedavisi ve yaşam tarzında değişikliği kapsar. Bazı durumlarda ameliyat da gerekebilir.
Özofajit Nedir?Özofajit, yiyecekleri boğazdan mideye taşımakla görevli, farenks ile mideyi birbirine bağlayan bir tüp olan yemek borusunun iç zarının ltihaplanmasıdır. Özofajit sıklıkla mide sıvısının yemek borusuna geri akmasından kaynaklanır.Yemek borusu, yiyecekleri ağızdan mideye ileten kaslı bir tüptür. Bu göreviyle besinleri sorunsuz bir şekilde mideye aktaran yemek borusu, asit reflü, yemek borusuna kaçan mide asitleri ve enfeksiyon gibi faktörler sonucu tahriş olup iltihaplandığı zaman bu görevini tam olarak yerine getirememekle birlikte birtakım belirtiler ortaya çıkarır ve kişinin yaşam kalitesini olumsuz etkiler.Yutma güçlüğü, besinleri yutarken ağrı hissedilmesi ve göğüs ağrısı gibi karakterize belirtilerle ortaya çıkan özofajit, göğüste veya boğazda yanma hissinin yanı sıra mide bulantısı ve kusma gibi semptomlar da gösterebilir.Özofajit tedavisi altta yatan nedene ve yemek borusunu kaplayan dokunun ne kadar hasar gördüğüne bağlı olarak şekillenir. Özofajit tedavi edilmezse bu zar-doku zarar görebilir ve besinleri ağızdan mideye taşıma görevine müdahale edebilir. Özofajit ayrıca yemek borusunun yara izi veya daralması, istenmeyen kilo kaybı ve dehidrasyon gibi komplikasyonlara da yol açabilir.Olası komplikasyonların yaşanmaması adına uygulanabilecek özofajit tedavisi yöntemlerinin başında kişinin yaşam tarzında yapacağı değişiklerle beraber reçeteli ilaçlar gelir. Gerektiğinde de cerrahi müdahaleye ihtiyaç duyulabilir.Özofajit Neden Olur?Yemek borusu iltihaplanması olan özofajitin temel nedeni gastroözofageal reflü hastalığıdır. Reflü dışında özofajite neden olan durumlar arasında yemek borusuna kaçan mide asitleri, enfeksiyonlar, alerjenler, ağızdan alınan bazı ilaçlar, sigara-alkol ve zaman zaman da stres yer alır.Özofajit nedenlerini şu şekilde sıralamak mümkündür: Gastroözofageal reflü Yemek borusuna kaçan mide asitleri Enfeksiyonlar Alerjenler Sigara-alkol tüketimi Aşırı yağlı besinler Kafein Otoimmün hastalıklar Stres Yaşlılık Genetik Radyasyon Hamilelik Obezite Bağışıklık sisteminin zayıflamasıÖzofajit Türleri Nelerdir?Özofajit, kendi içinde görülme sıklığı ve şiddetine bağlı olarak türlere ayrılır. Özofajitin en yaygın görülen türü reflü özofajittir.Özofajit türleri şunlardır: Reflü özofajit İlaca bağlı özofajit Bulaşıcı özofajit Eozinofilik özofajit Otoimmün özofajit Radyasyon özofajitiReflü özofajit: En yaygın özofajit türü olan reflü özofajit, asitler ve sindirim ajanlarının mideden kaçması ve özofagusa (yemek borusu) geri akması sonucu mukoza astarını tahriş etmesi ve aşındırmasıyla ortaya çıkar.İlaca bağlı özofajit: Sık kullanılan ilaçların yemek borunuzun mukoza zarını aşındırması sonucu ortaya çıkan özofajit türüne ilaca bağlı özofajit adı verilir. Bu ilaçlar steroid olmayan inflamatuar ilaçlar, parasetamoller ve bazı antibiyotiklerdir.Bulaşıcı özofajit: Bağışıklık sistemini zayıflatarak yemek borusunu enfeksiyonlarına karşı duyarlı hale getiren özofajit türü bulaşıcı özofajittir. Bunların başında mantar enfeksiyonları gelirken viral enfeksiyonlar da bulaşıcı özofajite yol açabilir.Eozinofilik özofajit: Bağışıklık sistemi, enfeksiyon veya alerji tehdidine karşı harekete geçer ve bu durum karşısında çok fazla beyaz kan hücresi (eozinofiller) üreterek eozinofilik özofajite sebep olur. Bu durum, beyaz kan hücrelerinin yemek borusunda birikmesine ve algılanan tehdit geçtikten sonra bile kronik iltihaplanma oluşmasına sebebiyet verebilir.Otoimmün özofajit: Konak hastalığı, inflamatuar bağırsak hastalığı ve behçet hastalığı gibi bazı otoimmün hastalıklar da özofajite yol açabilir.Radyasyon özofajiti: Alınan radyasyon tedavisi, yemek borusundaki mukozanın iltihabı anlamına gelen radyasyon mukozitine neden olabilir. Bu durum genellikle geçici bir reaksiyon olarak değerlendirilir ancak nadiren de olsa bazı kişilerde radyasyon nedeniyle kronik özofajit gelişir.Özofajit Belirtileri Nelerdir?Kişinin yutma güçlüğü yaşaması, besinleri yutarken boğazda ağrı hissedilmesi ve göğüs ağrısı, yaygın görülen karakterize özofajit belirtileri arasındadır. Bunlarla birlikte besinlerin yemek borusunda sıkışması, hazımsızlık, mide bulantısı-kusma ve ağız yaraları da zaman zaman rastlanılan özofajit belirtilerindendir.Özofajit durumunda görülen belirtiler şöyledir: Özofajitin yaygın belirtisi yutma güçlüğüdür Besinleri yutarken boğaz ağrısı hissedilir Göğüste ağrılı bir şekilde yanma görülür Besinler yemek borusunda sıkışabilir Özofajitte hazımsızlık yaşanır Kişiler mide bulantısı ve kusmadan şikayet eder Zaman zaman ağız yaraları da ortaya çıkabilir Kanlı kusma veya dışkıda koyulaşmaya da rastlanırAşağıda, özofajitin yaygın belirtilerinden olan yutma güçlüğüne bağlı boğaz ağrısı ve göğüs ağrısı yaşayan bir kişiyi görüyorsunuz:Özofajit Nasıl Teşhis Edilir?Yemek borusu iltihaplanması anlamına gelen özofajit, kişinin belirtileri incelenerek tanısı koyulabilir bir sorundur. Belirtilere rağmen teşhis konamıyorsa, doktor tarafından yemek borusuna bakılmak üzere üst endoskopi işlemi yapılır. Ayrıca yemek borusundaki asit içeriğinin tespit edilmesi için PH metre cihazına başvurulabilir.Özofajit Tedavisi Nasıl Yapılır?Özofajit tedavisi, tıbbi olarak tedavi edilmesi gerekiyorsa asit engelleyici, antiinflamatuar, antiviral ilaçlarla birlikte antibiyotik reçete edilir. Özofajit tedavisinin türüne göre reçete edilecek ilaçlar doktor kontrolünde değişkenlik gösterebilir. Eğer cerrahi müdahale gerekiyorsa mide ve yemek borusunu ayıran valfi güçlendirme ameliyatına da ihtiyaç duyulabilir.Tıbbi tedaviye ihtiyaç duyulmadığı senaryolarda kişi yaşam tarzını değiştirerek özofajit şikayetlerinden kurtulabilir. Bunların başında da sağlıklı beslenme gelir. Asit hazımsızlığını, reflüyü veya alerjik reaksiyonu tetikleyen yiyecek ve içeceklerden kaçınmak özofajit tedavisinde fayda sağlar. Yatmadan en az önce 3-4 saat önce yemeği kesmekle birlikte sigara ve alkolü bırakmak da yaşam tarzı değişikliklerinin içine dahil olur ve bu adımlar özofajit şikayetlerinden kurtulmanızı sağlar.Özofajit Hakkında Sık Sorulan SorularÖzofajit ne demek?Özofajit, besinlerin mideye aktarımını sağlayan yemek borusunun iltihaplanmasıdır.Özofajit iyileşir mi?Özofajit gerek tıbbi tedavi gerekse yaşam tarzı değişimlerini içeren adımları uygulayarak iyileşmesi mümkün olan bir durumdur.Özofajit kansere dönüşür mü?Özofajit, tedavi edilmediği takdirde iltihabın ilerlemesine bağlı olarak yemek borusu kanserine (özofagus) dönüşebilir ancak her özofajit vakasının kansere dönüşme ihtimali bulunmaz.Özofajite ne iyi gelir?Özofajite iyi gelmesi adına asit reflüyü tetikleyen, hazımsızlığa neden olan ve alerjik reaksiyon oluşumuna yol açan besinlerden uzak durmalısınız.. Akşamları yemeği kısıtlamak, sigara ve alkolden uzak durmak da özofajite iyi gelir ve olumsuz etkilerini azaltır.
Özofajit Nedir?Özofajit, yiyecekleri boğazdan mideye taşımakla görevli, farenks ile mideyi birbirine bağlayan bir tüp olan yemek borusunun iç zarının ltihaplanmasıdır. Özofajit sıklıkla mide sıvısının yemek borusuna geri akmasından kaynaklanır.Yemek borusu, yiyecekleri ağızdan mideye ileten kaslı bir tüptür. Bu göreviyle besinleri sorunsuz bir şekilde mideye aktaran yemek borusu, asit reflü, yemek borusuna kaçan mide asitleri ve enfeksiyon gibi faktörler sonucu tahriş olup iltihaplandığı zaman bu görevini tam olarak yerine getirememekle birlikte birtakım belirtiler ortaya çıkarır ve kişinin yaşam kalitesini olumsuz etkiler.Yutma güçlüğü, besinleri yutarken ağrı hissedilmesi ve göğüs ağrısı gibi karakterize belirtilerle ortaya çıkan özofajit, göğüste veya boğazda yanma hissinin yanı sıra mide bulantısı ve kusma gibi semptomlar da gösterebilir.Özofajit tedavisi altta yatan nedene ve yemek borusunu kaplayan dokunun ne kadar hasar gördüğüne bağlı olarak şekillenir. Özofajit tedavi edilmezse bu zar-doku zarar görebilir ve besinleri ağızdan mideye taşıma görevine müdahale edebilir. Özofajit ayrıca yemek borusunun yara izi veya daralması, istenmeyen kilo kaybı ve dehidrasyon gibi komplikasyonlara da yol açabilir.Olası komplikasyonların yaşanmaması adına uygulanabilecek özofajit tedavisi yöntemlerinin başında kişinin yaşam tarzında yapacağı değişiklerle beraber reçeteli ilaçlar gelir. Gerektiğinde de cerrahi müdahaleye ihtiyaç duyulabilir.Özofajit Neden Olur?Yemek borusu iltihaplanması olan özofajitin temel nedeni gastroözofageal reflü hastalığıdır. Reflü dışında özofajite neden olan durumlar arasında yemek borusuna kaçan mide asitleri, enfeksiyonlar, alerjenler, ağızdan alınan bazı ilaçlar, sigara-alkol ve zaman zaman da stres yer alır.Özofajit nedenlerini şu şekilde sıralamak mümkündür:Özofajit Türleri Nelerdir?Özofajit, kendi içinde görülme sıklığı ve şiddetine bağlı olarak türlere ayrılır. Özofajitin en yaygın görülen türü reflü özofajittir.Özofajit türleri şunlardır:Reflü özofajit: En yaygın özofajit türü olan reflü özofajit, asitler ve sindirim ajanlarının mideden kaçması ve özofagusa (yemek borusu) geri akması sonucu mukoza astarını tahriş etmesi ve aşındırmasıyla ortaya çıkar.İlaca bağlı özofajit: Sık kullanılan ilaçların yemek borunuzun mukoza zarını aşındırması sonucu ortaya çıkan özofajit türüne ilaca bağlı özofajit adı verilir. Bu ilaçlar steroid olmayan inflamatuar ilaçlar, parasetamoller ve bazı antibiyotiklerdir.Bulaşıcı özofajit: Bağışıklık sistemini zayıflatarak yemek borusunu enfeksiyonlarına karşı duyarlı hale getiren özofajit türü bulaşıcı özofajittir. Bunların başında mantar enfeksiyonları gelirken viral enfeksiyonlar da bulaşıcı özofajite yol açabilir.Eozinofilik özofajit: Bağışıklık sistemi, enfeksiyon veya alerji tehdidine karşı harekete geçer ve bu durum karşısında çok fazla beyaz kan hücresi (eozinofiller) üreterek eozinofilik özofajite sebep olur. Bu durum, beyaz kan hücrelerinin yemek borusunda birikmesine ve algılanan tehdit geçtikten sonra bile kronik iltihaplanma oluşmasına sebebiyet verebilir.Otoimmün özofajit: Konak hastalığı, inflamatuar bağırsak hastalığı ve behçet hastalığı gibi bazı otoimmün hastalıklar da özofajite yol açabilir.Radyasyon özofajiti: Alınan radyasyon tedavisi, yemek borusundaki mukozanın iltihabı anlamına gelen radyasyon mukozitine neden olabilir. Bu durum genellikle geçici bir reaksiyon olarak değerlendirilir ancak nadiren de olsa bazı kişilerde radyasyon nedeniyle kronik özofajit gelişir.Özofajit Belirtileri Nelerdir?Kişinin yutma güçlüğü yaşaması, besinleri yutarken boğazda ağrı hissedilmesi ve göğüs ağrısı, yaygın görülen karakterize özofajit belirtileri arasındadır. Bunlarla birlikte besinlerin yemek borusunda sıkışması, hazımsızlık, mide bulantısı-kusma ve ağız yaraları da zaman zaman rastlanılan özofajit belirtilerindendir.Özofajit durumunda görülen belirtiler şöyledir:Aşağıda, özofajitin yaygın belirtilerinden olan yutma güçlüğüne bağlı boğaz ağrısı ve göğüs ağrısı yaşayan bir kişiyi görüyorsunuz:Özofajit Nasıl Teşhis Edilir?Yemek borusu iltihaplanması anlamına gelen özofajit, kişinin belirtileri incelenerek tanısı koyulabilir bir sorundur. Belirtilere rağmen teşhis konamıyorsa, doktor tarafından yemek borusuna bakılmak üzere üst endoskopi işlemi yapılır. Ayrıca yemek borusundaki asit içeriğinin tespit edilmesi için PH metre cihazına başvurulabilir.Özofajit Tedavisi Nasıl Yapılır?Özofajit tedavisi, tıbbi olarak tedavi edilmesi gerekiyorsa asit engelleyici, antiinflamatuar, antiviral ilaçlarla birlikte antibiyotik reçete edilir. Özofajit tedavisinin türüne göre reçete edilecek ilaçlar doktor kontrolünde değişkenlik gösterebilir. Eğer cerrahi müdahale gerekiyorsa mide ve yemek borusunu ayıran valfi güçlendirme ameliyatına da ihtiyaç duyulabilir.Tıbbi tedaviye ihtiyaç duyulmadığı senaryolarda kişi yaşam tarzını değiştirerek özofajit şikayetlerinden kurtulabilir. Bunların başında da sağlıklı beslenme gelir. Asit hazımsızlığını, reflüyü veya alerjik reaksiyonu tetikleyen yiyecek ve içeceklerden kaçınmak özofajit tedavisinde fayda sağlar. Yatmadan en az önce 3-4 saat önce yemeği kesmekle birlikte sigara ve alkolü bırakmak da yaşam tarzı değişikliklerinin içine dahil olur ve bu adımlar özofajit şikayetlerinden kurtulmanızı sağlar.Özofajit Hakkında Sık Sorulan SorularÖzofajit ne demek?Özofajit, besinlerin mideye aktarımını sağlayan yemek borusunun iltihaplanmasıdır.Özofajit iyileşir mi?Özofajit gerek tıbbi tedavi gerekse yaşam tarzı değişimlerini içeren adımları uygulayarak iyileşmesi mümkün olan bir durumdur.Özofajit kansere dönüşür mü?Özofajit, tedavi edilmediği takdirde iltihabın ilerlemesine bağlı olarak yemek borusu kanserine (özofagus) dönüşebilir ancak her özofajit vakasının kansere dönüşme ihtimali bulunmaz.Özofajite ne iyi gelir?Özofajite iyi gelmesi adına asit reflüyü tetikleyen, hazımsızlığa neden olan ve alerjik reaksiyon oluşumuna yol açan besinlerden uzak durmalısınız.. Akşamları yemeği kısıtlamak, sigara ve alkolden uzak durmak da özofajite iyi gelir ve olumsuz etkilerini azaltır. | 5,719 |
533 | Hastalıklar | Papilödem (Optik sinir şişmesi) | Kafa içindeki basıncın çeşitli nedenlerle artmasına bağlı olarak yaşanan baş ağrısı, kusma, bulantı gibi belirtiler papilödem yani optik sinir şişmesine işaret edebiliyor. Göz dibinde göz sinirinin şişmesi olarak da tanımlanan papilödem nedene yönelik tedavi planlaması ile ortadan kaldırılabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Göz Hastalıkları Bölümü’nden Prof. Dr. Abdullah Özkaya, papilödem hastalığının nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.Kafa içindeki basıncın çeşitli nedenlerle artmasına bağlı olarak yaşanan baş ağrısı, kusma, bulantı gibi belirtiler papilödem yani optik sinir şişmesine işaret edebiliyor. Göz dibinde göz sinirinin şişmesi olarak da tanımlanan papilödem nedene yönelik tedavi planlaması ile ortadan kaldırılabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Göz Hastalıkları Bölümü’nden Prof. Dr. Abdullah Özkaya, papilödem hastalığının nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.
Papilödem (Optik sinir şişmesi) nedir?Papilödem, beyin içinde veya çevresinde artan basıncın göz içindeki optik sinirin bir kısmının şişmesine neden olan bir göz rahatsızlığıdır. Artan kafa içi basınç optik sinirin gözün arkasına girerken şişmesine neden olur. Beyni çevreleyen sıvı, sürekli olarak üretilir ve yeniden emilir, künt kafa travması varsa beyni korumaya yardımcı olmak için yeterli kafa içi basıncı korur. Optik sinirin anatomisi, onu beyindeki problemler için hassas bir belirteç yapar. Bu sinir, her bir göz küresinin arkasını ve retinasını beyne bağlar. Beyin ve göz arasındaki kısa mesafede, optik sinirin tüm yüzeyi beyin omurilik sıvısı ile yıkanır. Bu sıvı siniri ani hareketlerden korur. Bununla birlikte, bu sıvının basıncında beynin şişmesinden kaynaklanan hafif artışlar bile, optik siniri tüm çevresine "boğucu" bir şekilde sıkıştırabilir. Bu sinir yüksek basınca maruz kaldığında veya kendi kendine iltihaplanma geliştirdiğinde, göz küresinin arka duvarına doğru şişerek papilödeme neden olabilir. Papilödemin nedenleri nedir?Beyinde ve omurilikte olan sıvı, beyin omurilik sıvısı veya BOS olarak adlandırılır. Optik sinir şişmesi, optik sinirin ve merkezi retinal damarın beyinle göz siniri arasında hareket ettiği yerde beyin omurilik sıvısı yani BOS biriktiğinde meydana gelir. Bu alanda meydana gelen şişlik ya da ödem sinir ve damara baskı uyguladığı için kan ve sıvı gözü normal hızda terk edemez. Bu durum da papilödeme neden olur. Papilödeme neden olan şişliklerin başlıca nedenleri şunlardır; Kafa travmaları Anemi (yeterli kırmızı kan hücresi veya hemoglobine sahip olmamak) Beyinde beyin omurilik sıvı-BOS birikmesi (hidrosefali) Beyin kanaması Beyin iltihabı Beyin dokusu iltihabı (menenjit) Yüksek kan basıncı Beyin apseleri Beyin tümörü Obezite HipertansiyonPapilödem belirtileri nelerdir?Papilödemin en yaygın ve en erken belirti hasanın görme duyusunda kısa süreli meydana gelen bulanıklık, çift görme, flaşlar görme, birkaç saniye süren görme kaybı ile başlayan rahatsızlıklardır. Tipik olarak, görsel değişiklikler, görüşün griye veya siyaha döndüğü, bazen gözlerin üzerine bir perde düşmüş gibi tanımlanan, 30 saniyeden az süren tekrarlayan kısa bölümlerdir. Semptomlar genellikle aynı anda her iki gözü de etkiler. Görsel baygınlıklar genellikle aniden ayağa kalkmak gibi pozisyon değişikliği ile tetiklenir. Papilödemli kişiler, genellikle bir yay şeklinde, yanıp sönen ışıklar gördüklerini ifade edebilmektedir. Daha büyük bir kör nokta ile daha küçük bir görüş alanı da dahil olmak üzere zamanla diğer görsel değişiklikler meydana gelir. Beyinden kaynaklanan basıncın devam etmesi bu değişikliklerin dakikalarca sürmesine neden olabilir, bazı durumlarda ise kalıcı olabilir. Papilödemi diğer göz rahatsızlıklarından ayıran belirtiler şunlardır; Mide bulantısı Kusma Anormal baş ağrıları Kulaklarda çınlamaPapilödem nasıl teşhis edilir?Papilödem şikayeti olan hasta, göz doktoru tarafından muayene edilir. Oftalmoskop ile gözbebeğine bakıldıktan sonra optik sinirin ön ucu gözün arkasında görünür. Yuvarlak ön ucun boyutu 1,5 milimetrenin biraz üzerindedir. Normalde, optik disk adı verilen sinirin ucu keskin bir dış hatlara sahiptir ve hafifçe girintilidir. Optik disk yükselmiş görünüyorsa ve dış kenarı bulanıksa, papilödem teşhisi konulabilir. Sinir içindeki basınç, gözünüzdeki akan damarların tıkanmasına neden olabilir. Ayrıca, normalde göz damarlarında görülen çok küçük titreşimler de kaybolma eğilimindedir. Papilödem şiddetli olduğunda, lokal kanamadan kaynaklanan küçük kırmızı noktalar veya birikmiş kalıntılardan ya da hasarlı retina hücrelerinden retinada lekeli renk değişiklikleri görülebilir. Artmış kafa içi basıncına bağlı papilödem genellikle iki taraflıdır. Papilödem, her gözün burnun yakınında daha geniş bir kör noktaya sahip olmasına neden olur ve çevresel (kenar) görüşü daraltır. Görme alanınızı kontrol etmek için doktorunuz, karşınıza oturarak ve parmaklarınızı görüş alanınıza girip çıkararak görme yeteneklerinizi kendisininkiyle karşılaştırabilir. Görme alanları, görme ızgaraları kullanılarak bir göz doktoru tarafından daha resmi olarak test edilebilir. Artmış beyin basıncından kaynaklanan papilödem, uzun süre yüksek basınçta olduğu durumlar dışında, genellikle optik sinire zarar vermez. Endişe, beyne verilen zarardır; beyin şişmesi bazen hayatı tehdit edici olabilir. Beyin görüntüleme Bilgisayarlı Tomografi (BT) veya Manyetik Rezonans görüntüleme (MRI) ile acilen yapılmalıdır. Beyin taramasında herhangi bir anormallik yoksa, beyin omurilik sıvısının basıncının ölçülebilmesi için çoğunlukla hastaya lomber ponksiyon (spinal tap) yapılması gerekmektedir. İdiyopatik intrakraniyal hipertansiyon (psödotümör serebri), beyin taraması normal olduğunda papilödemin yaygın bir nedenidir.Papilödemin tedavisi nedir?Papilödemin tedavisi, bu rahatsızlığın nedenleri belirlenerek yapılır. Papilödeme sebep olan bir beyin tümörü ise tedaviye ilk adım olarak biyopsi yapılarak başlanır. Beyin tümörleri bazen bir tür lazer tedavisi ya da radyasyonla tedavi edilebilir ve sıklıkla ameliyat gerektirir. Yüksek tansiyon, papilödem ile sonuçlanırsa, hastanede acil olarak yönetilmelidir. İdiyopatik intrakraniyal hipertansiyon, fazla omurilik sıvısını çıkarmak için ilaçla tedavi edilebilir. Bu ilaç vücudun daha az beyin omurilik sıvısı üretmesine neden olur ve merkezi sinir sisteminin basıncını normale döndürür. Kilo kaybı konusunda hasta teşvik edilir. Tedavide başarılı olunamadığı takdirde, ekstra omurilik sıvısı tahliyesine yardımcı olmak için ameliyat gerektirecektir. İdiyopatik intrakraniyal hipertansiyon genellikle görmeye zarar verme potansiyeline sahip uzun süreli bir durum olduğundan, bir göz doktorunun izlemesi tedavinin önemli bir parçasıdır.Papilödemin nedeni belirlenip tedavi edildikten ve omurilik sıvısındaki basınç artışı normale döndükten sonra, optik disk şişmesi altı ila sekiz hafta içinde yavaş yavaş kaybolacaktır. Bir basınç artışı, idiyopatik intrakraniyal hipertansiyonda olduğu gibi daha uzun tedavi gerektirdiğinde, semptomların giderilmesi daha uzun sürebilir.PAPİLÖDEM İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULARPapilödem engellenebilir mi? Alınan bazı önleyici tedbirlerle papilödem riski en aza irdirilebilir. Bu önlemler şunlardır; Yüksek tansiyonu kontrol altında tutmak için ilaçların doktor kontrolünde aksatılmadan kullanılması gerekir. Fazla kilolardan kaçınılmalı, düşük yağlı diyetler uygulanmalıdır Düzenli fiziksel aktiviteye önem verilmelidirPapilödem için ne zaman doktora gidilmeli?Mide bulantısı veya kusmaya eşlik eden bir baş ağrınız varsa ve sebebini bilmiyorsanız hemen bir doktora başvurmanız gerekir.Papilödem görme kaybına neden olur mu?Papilödeminiz olabilir ve bu durum aylarca veya yıllarca sürebilse de önemli bir görme kaybına neden olmayabilir. Ancak, bir kez görme kaybı yaşamaya başladıktan sonra günler veya haftalar içinde kalıcı hale gelebilir ve acil tedavi gerektirir.Papilödem obez hastalarda daha çok mu görülür?Aşırı kilolu veya obezite hastası olan kişilerde papilödeme riski biraz daha fazladır. Bu nedenle doktorunuz başınızın içindeki basını azaltmak yani tedavi için kilo verme planı yapılmasını önerebilir.
Papilödem (Optik sinir şişmesi) nedir?Papilödem, beyin içinde veya çevresinde artan basıncın göz içindeki optik sinirin bir kısmının şişmesine neden olan bir göz rahatsızlığıdır. Artan kafa içi basınç optik sinirin gözün arkasına girerken şişmesine neden olur. Beyni çevreleyen sıvı, sürekli olarak üretilir ve yeniden emilir, künt kafa travması varsa beyni korumaya yardımcı olmak için yeterli kafa içi basıncı korur. Optik sinirin anatomisi, onu beyindeki problemler için hassas bir belirteç yapar. Bu sinir, her bir göz küresinin arkasını ve retinasını beyne bağlar. Beyin ve göz arasındaki kısa mesafede, optik sinirin tüm yüzeyi beyin omurilik sıvısı ile yıkanır. Bu sıvı siniri ani hareketlerden korur. Bununla birlikte, bu sıvının basıncında beynin şişmesinden kaynaklanan hafif artışlar bile, optik siniri tüm çevresine "boğucu" bir şekilde sıkıştırabilir. Bu sinir yüksek basınca maruz kaldığında veya kendi kendine iltihaplanma geliştirdiğinde, göz küresinin arka duvarına doğru şişerek papilödeme neden olabilir. Papilödemin nedenleri nedir?Beyinde ve omurilikte olan sıvı, beyin omurilik sıvısı veya BOS olarak adlandırılır. Optik sinir şişmesi, optik sinirin ve merkezi retinal damarın beyinle göz siniri arasında hareket ettiği yerde beyin omurilik sıvısı yani BOS biriktiğinde meydana gelir. Bu alanda meydana gelen şişlik ya da ödem sinir ve damara baskı uyguladığı için kan ve sıvı gözü normal hızda terk edemez. Bu durum da papilödeme neden olur. Papilödeme neden olan şişliklerin başlıca nedenleri şunlardır;Papilödem belirtileri nelerdir?Papilödemin en yaygın ve en erken belirti hasanın görme duyusunda kısa süreli meydana gelen bulanıklık, çift görme, flaşlar görme, birkaç saniye süren görme kaybı ile başlayan rahatsızlıklardır. Tipik olarak, görsel değişiklikler, görüşün griye veya siyaha döndüğü, bazen gözlerin üzerine bir perde düşmüş gibi tanımlanan, 30 saniyeden az süren tekrarlayan kısa bölümlerdir. Semptomlar genellikle aynı anda her iki gözü de etkiler. Görsel baygınlıklar genellikle aniden ayağa kalkmak gibi pozisyon değişikliği ile tetiklenir. Papilödemli kişiler, genellikle bir yay şeklinde, yanıp sönen ışıklar gördüklerini ifade edebilmektedir. Daha büyük bir kör nokta ile daha küçük bir görüş alanı da dahil olmak üzere zamanla diğer görsel değişiklikler meydana gelir. Beyinden kaynaklanan basıncın devam etmesi bu değişikliklerin dakikalarca sürmesine neden olabilir, bazı durumlarda ise kalıcı olabilir. Papilödemi diğer göz rahatsızlıklarından ayıran belirtiler şunlardır;Papilödem nasıl teşhis edilir?Papilödem şikayeti olan hasta, göz doktoru tarafından muayene edilir. Oftalmoskop ile gözbebeğine bakıldıktan sonra optik sinirin ön ucu gözün arkasında görünür. Yuvarlak ön ucun boyutu 1,5 milimetrenin biraz üzerindedir. Normalde, optik disk adı verilen sinirin ucu keskin bir dış hatlara sahiptir ve hafifçe girintilidir. Optik disk yükselmiş görünüyorsa ve dış kenarı bulanıksa, papilödem teşhisi konulabilir. Sinir içindeki basınç, gözünüzdeki akan damarların tıkanmasına neden olabilir. Ayrıca, normalde göz damarlarında görülen çok küçük titreşimler de kaybolma eğilimindedir. Papilödem şiddetli olduğunda, lokal kanamadan kaynaklanan küçük kırmızı noktalar veya birikmiş kalıntılardan ya da hasarlı retina hücrelerinden retinada lekeli renk değişiklikleri görülebilir. Artmış kafa içi basıncına bağlı papilödem genellikle iki taraflıdır. Papilödem, her gözün burnun yakınında daha geniş bir kör noktaya sahip olmasına neden olur ve çevresel (kenar) görüşü daraltır. Görme alanınızı kontrol etmek için doktorunuz, karşınıza oturarak ve parmaklarınızı görüş alanınıza girip çıkararak görme yeteneklerinizi kendisininkiyle karşılaştırabilir. Görme alanları, görme ızgaraları kullanılarak bir göz doktoru tarafından daha resmi olarak test edilebilir. Artmış beyin basıncından kaynaklanan papilödem, uzun süre yüksek basınçta olduğu durumlar dışında, genellikle optik sinire zarar vermez. Endişe, beyne verilen zarardır; beyin şişmesi bazen hayatı tehdit edici olabilir. Beyin görüntüleme Bilgisayarlı Tomografi (BT) veya Manyetik Rezonans görüntüleme (MRI) ile acilen yapılmalıdır. Beyin taramasında herhangi bir anormallik yoksa, beyin omurilik sıvısının basıncının ölçülebilmesi için çoğunlukla hastaya lomber ponksiyon (spinal tap) yapılması gerekmektedir. İdiyopatik intrakraniyal hipertansiyon (psödotümör serebri), beyin taraması normal olduğunda papilödemin yaygın bir nedenidir.Papilödemin tedavisi nedir?Papilödemin tedavisi, bu rahatsızlığın nedenleri belirlenerek yapılır. Papilödeme sebep olan bir beyin tümörü ise tedaviye ilk adım olarak biyopsi yapılarak başlanır. Beyin tümörleri bazen bir tür lazer tedavisi ya da radyasyonla tedavi edilebilir ve sıklıkla ameliyat gerektirir. Yüksek tansiyon, papilödem ile sonuçlanırsa, hastanede acil olarak yönetilmelidir. İdiyopatik intrakraniyal hipertansiyon, fazla omurilik sıvısını çıkarmak için ilaçla tedavi edilebilir. Bu ilaç vücudun daha az beyin omurilik sıvısı üretmesine neden olur ve merkezi sinir sisteminin basıncını normale döndürür. Kilo kaybı konusunda hasta teşvik edilir. Tedavide başarılı olunamadığı takdirde, ekstra omurilik sıvısı tahliyesine yardımcı olmak için ameliyat gerektirecektir. İdiyopatik intrakraniyal hipertansiyon genellikle görmeye zarar verme potansiyeline sahip uzun süreli bir durum olduğundan, bir göz doktorunun izlemesi tedavinin önemli bir parçasıdır.Papilödemin nedeni belirlenip tedavi edildikten ve omurilik sıvısındaki basınç artışı normale döndükten sonra, optik disk şişmesi altı ila sekiz hafta içinde yavaş yavaş kaybolacaktır. Bir basınç artışı, idiyopatik intrakraniyal hipertansiyonda olduğu gibi daha uzun tedavi gerektirdiğinde, semptomların giderilmesi daha uzun sürebilir.PAPİLÖDEM İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULARPapilödem engellenebilir mi? Alınan bazı önleyici tedbirlerle papilödem riski en aza irdirilebilir. Bu önlemler şunlardır;Papilödem için ne zaman doktora gidilmeli?Mide bulantısı veya kusmaya eşlik eden bir baş ağrınız varsa ve sebebini bilmiyorsanız hemen bir doktora başvurmanız gerekir.Papilödem görme kaybına neden olur mu?Papilödeminiz olabilir ve bu durum aylarca veya yıllarca sürebilse de önemli bir görme kaybına neden olmayabilir. Ancak, bir kez görme kaybı yaşamaya başladıktan sonra günler veya haftalar içinde kalıcı hale gelebilir ve acil tedavi gerektirir.Papilödem obez hastalarda daha çok mu görülür? | 5,584 |
534 | Hastalıklar | Paget Hastalığı | Paget hastalığı genelde yaşanan ağrının kaynağını belirlemek için ya da farklı bir rahatsızlığı araştırırken tesadüfen belirlenebilmektedir. Kemik erimesinden sonra kemik metabolizmasını en çok etkileyen hastalıklar arasındadır İstirahat sırasında yaşanan ağrılar ve kemiklerde şekil bozukluğu paget hastalığı belirtileri arasındadır. Genellikle ileri yaşlarda ortaya çıkan Paget hastalığı ilaçlarla kontrol altına alınabilmektedir. Memede ve vulvada da görülen paget hastalığı tipleri de mevcuttur. Memorial Ataşehir Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon/Algoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Mehmet Ali Taşkaynatan, kemiğin paget hastalığı hakkında bilgi verdi.Paget hastalığı genelde yaşanan ağrının kaynağını belirlemek için ya da farklı bir rahatsızlığı araştırırken tesadüfen belirlenebilmektedir. Kemik erimesinden sonra kemik metabolizmasını en çok etkileyen hastalıklar arasındadır İstirahat sırasında yaşanan ağrılar ve kemiklerde şekil bozukluğu paget hastalığı belirtileri arasındadır. Genellikle ileri yaşlarda ortaya çıkan Paget hastalığı ilaçlarla kontrol altına alınabilmektedir. Memede ve vulvada da görülen paget hastalığı tipleri de mevcuttur. Memorial Ataşehir Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon/Algoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Mehmet Ali Taşkaynatan, kemiğin paget hastalığı hakkında bilgi verdi.
Paget hastalığı nedir?Paget hastalığı ya da Osteitis Deformans, vücutta kemik yapımının yoğun olarak arttığı, kemiklerin kabararak, kalınlaşmasına neden olan iyi huylu ve kronik bir kemik rahatsızlığıdır. Bu hastalıkta, kemiğin yapımı ve yıkımıyla ilgili denge çeşitli nedenlerle bozulabilmekte olup, ekstra kemik oluşmaz ve var olan kemik kalınlaşır. Kalınlaşma ve kabarıklık radyolojik görüntülerle de belirgin olarak görülebilmekte olup, çoğunlukla rastlantısal olarak belirlenir.Kemik erimesinde kemikteki yıkım lehine döngü bozulurken, paget hastalığında kemik yapımı lehine bozulma olmaktadır.Paget hastalığı kimlerde görülür?Kemiğin paget hastalığının nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte genetik faktörlerin de etkisi olduğu gözlemlenmiştir. İngiltere, İskoçya, Orta Avrupa gibi beyaz Avrupa ırklarında daha fazla görülmesinden ötürü nedenlerinde genetik yatkınlıktan söz edilebilir Paget hastalığı erkeklerde kadınlara oranla daha fazla görülmektedir. Hastaların %10-30 kadarında aile öyküsü mevcuttur. Paget hastalığının nedenleri arasında enfeksiyonlar da yer almaktadır. Paramiksovirus denilen bir grup virüsü geçirenlerde paget hastalığının daha sık görüldüğü ileri sürülmekle birlikte bu konuda kesin veriler bulunmamaktadır. Paget hastalığında yaş da önemli bir risk faktörüdür. Paget hastalığı genellikle 50’li yaşlardan sonra görülmektedir.Paget hastalığı belirtileri nelerdir?Paget hastalığı hiçbir belirti göstermeden ilerleyebilmektedir. Hastalık genellikle yaşanan bir ağrının kesin kaynağını bulabilmek ya da farklı bir rahatsızlığın teşhisi için yapılan tetkiklerde tesadüfen belirlenmektedir. Kemiğin paget hastalığı tek kemiği tutabildiği gibi vücutta birden fazla kemikte aynı anda tutulum gösterebilmektedir.Paget hastalığının belirtileri genel olarak şu şekilde sıralanabilir; En sık belirtisi genellikle akşam ve istirahat anlarında ağrıdır. Mikro düzeyde yaşanan küçük kırıklar, eklem bütünlüğünün bozulduğu durumlar ve hastalığa bağlı olarak kemiklerin kalınlaşması komşu sinirlere baskı yaptığından ağrıya yol açar. Kemik bütünlüğünün bozulması zamanla kemiklerde şekil bozukluğuna yol açar, özellikle bacak eğriliği olarak bilinen O bacak görünümü oluşur. Paget hastalığı birkaç kemikte aktif olduğunda kandaki kalsiyum seviyeleri artabileceğinden zayıflık, iştah kaybı, karın ağrısı ve kabızlık görülebilir. Paget hastalığı tutulum gösterdiği kemiğe göre de farklı belirtiler verebilir. Örneğin: Leğen kemiğinde tutulum gösterdiğinde kalça ağrısı, kafatasında tutulum gösterdiğinde işitme kaybı, kulak çınlaması, baş ağrısı gibi belirtiler oluşabilirken, omurgada yaşanan paget hastalığında sinir köklerinde yaşanan sıkışmaya bağlı olarak kol ve bacaklarda ağrı, karıncalanma ve uyuşma olabilmektedir. Paget sarkomu adı verilen bir tür kemik kanserine kadar varabilir. Çok nadir olarak görülen bu durumda belirtiler etkilenen bölgede şiddetli bir ağrı yaşanır.Paget hastalığı teşhisi nasıl yapılır?RöntgenPaget hastalığı genellikle başka bir nedenle röntgen çekildiğinde veya kan tahlili yapıldığında tesadüfen teşhis edilmektedir. Kesin teşhisi koymak ve doktor muayenesinden sonra radyolojik görüntülemeler ve tanıyı doğrulamak için kan tahlilleri yapılabilir. Paget hastalığının teşhisinde genel olarak şu yöntemler uygulanmaktadır;Paget hastalığı genellikle bir röntgen görüntülemesiyle teşhis edilebilir. Paget hastalığından etkilenen bir kemik genellikle normal bir kemikten daha büyük ve daha yoğun görünür. Ayrıca deforme olmuş bir şekle sahip olabilir. Kemiklerin röntgen görüntüleri kemik parçalanması, kemiğin büyümesi ve uzun kemiklerin eğriliği gibi hastalığın özelliği olan şekil bozukluklarını gösterebilir. Röntgen görüntüsünde kemikler benekli ve yoğunlaşmış olarak görülür. Ayrıca röntgen görüntüsünde kemikler yoğun, camsı ve parlayan bir görünüşte olur. Vücudun herhangi bir yerinde paget tutulumundan şüphe duyulursa kafatası röntgeni de çekilmelidir. Kafatası kemiklerinde paget hastalığının atılmış pamuk görünümü ve ileri evrelerde zımba deliği şeklinde kendine has bir görüntüsü vardır. Bu nedenle kafatası röntgeni çekilerek teşhis netleştirilebilir. Radyolojik görüntülemenin haricinde kan testleriyle de paget hastalığının teşhisi ortaya konulabilir. Paget hastalarının kanında yüksek düzeyde alkalen fosfataz bulunmaktadır. Yapılan kan tetkikleriyle hem hastalığın teşhisi hem de aktivitesi hakkında bilgi sahibi olunabilir. Kan testlerinin yanı sıra kalsiyum, D vitamini seviyeleri de kontrol edilmektedir.Kemik sintigrafisi (kemik taraması) Vücudunuza radyoaktif madde enjekte edilerek bakılan kemik sintigrafisi hem kemikler hakkında hem de vücuttaki döngü hızıyla ilgili bilgi verebilmektedir. Kemik sintigrafisi ile tutulumun hangi kemiklerde olduğu da belirlenmektedir.Paget hastalığı tedavisi nasıldır? Kemiğin paget hastalığı tedavisinde hastalığın seyrini yavaşlatmak veya döngüyü tersine çevirmek için Bisfosfanat ilaçlar kullanılır: Bu ilaçlar hastalığı tamamen düzeltmeye yönelik değil, bozulan döngüyü yavaşlatmak ve yaşanan sorunları azaltmak için kullanılır. Kemik erimesinde kemik yıkımını azaltmak için verilen ilaçların tam tersi ilaçlardır Fizik tedavi ile derin dokuyu ve yüzeyel dokulu etkileyen akımlar kullanılır. Nadiren olsa da girişimsel yöntemler de uygulanabilir: Kasların kısalıp postür bozulması ve omurların büyüyüp, sağa sola öne arkaya doğru genişleyebilmesi sonucu bacak ve kollara giden sinirleri etkilediğinden algoloji tedavileri uygulanabilir Tutulan kemiğe göre farklı egzersizler uygulanabilir: Kemikler eskisi gibi güvenilir olmadığı için kasların zinde olması önemlidir. Etkilenen kemiklere göre farklı egzersizler tavsiye edilebilmektedir Memede görülen paget hastalığı durumlarında cerrahi tedavi yöntemleri kullanılabilir. Hastalığın yayılma oranına göre ise mastektomi dediğimiz, memenin tamamının alınması uygulanabilir.Paget Hastalığı ile ilgili merak edilen diğer sorularPaget hastalığı kırıklara neden olur mu?Kemiğin paget hastalığında kemiğin kırılganlığı artabilmektedir. İlerleyen durumlarda kırıklar yaşanabilmektedir.Paget hastalığının bitkisel tedavisi var mıdır?Yapılan bilimsel çalışmalarda paget hastalığının bitkisel ya da doğal bir tedavisi olduğu yönünde bir kanıt bulunmamıştır. Paget hastalığının radyolojik bulguları nasıldır? Görüntülemelerde nasıl gözükür? Paget hastalığının teşhisinde genellikle röntgen kullanılmaktadır. Nadir olarak Manyetik Rezonans (MR) görüntülemesi de kullanılabilir. Hem röntgen hem de MR görüntülemesinde kemikler benekli ve yoğunlaşmış olarak görülmektedir. Kemiklerdeki kırıklar ya da kalınlaşma da görüntülemelerde fark edilmektedir. Röntgen görüntülemesinde kemiklerin daha camsı bir görüntüsü vardır. Kafatası kemiklerinde ise kendine has zımba deliğine benzer bir görüntü elde edilmektedir.Paget hastalığına hangi bölüm bakar?Paget hastalığının tedavisi ile Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Ortopedi ve Travmatoloji Bölümler ilgilenmektedir. Bazı durumlarda Hematoloji doktorları ile birlikte hastalığın takibi sürdürülmektedir.Paget hastalığı kanser mi?Paget hastalığı kanser değildir. Ancak birden fazla kemiği tutan formları nadir de olsa kansere dönüşebilmektedir. Paget hastalığında cerrahi tedavi ne zaman gerekir?Paget hastalığı neticesinde yaşanan bası çok belirginse cerrahi tedavi tercih edilebilmektedir. Kafatasını tutan formlarında işitme kaybı yaşanıyorsa, kırık gelişmişse cerrahi tedaviler tercih edilmektedir. O bacak gibi şekil bozukluklarının geliştiği durumlarda da cerrahi tedaviler etkili olabilmektedir.Paget hastalığı kemiklerden başka sorunlara yol açar mı?Paget hastalığı vücutta kalsiyum başta olmak üzere elektrolit dengesini bozmaktadır. Kemiklerle ilgili ikincil yapılarda etkilendiği için farklı sorunlar yaşanabilir. Kramplar, kasılmalar, karaciğer fonksiyonlarında bozulmalar olabilir. Bunların yanı sıra nadir de olsa; nörolojik problemler, kalp yetmezliği ve kanser gibi sorunlar görülebilmektedir. Paget hastalığı olanların evde dikkat etmesi gerekenler nelerdir?Kemiklerin kırılganlığı arttığı için evde ayakların takılabileceği dengeyi bozabilecek yükseltiler düşük sehpalar, kilimler, kapı eşiklerinin modifiye edilmesi gerekmektedir.Hastaların kırıklara neden olabilecek travmalardan korunmaları önemlidir.Sağlıklı bir yaşam için önemli olan beslenme ve düzenli egzersiz paget hastaları için de dikkat edilmesi gereken konuların arasındadır.Paget hastalığı tedavi edilmezse ne olur?Kemiğin paget hastalığı tedavi edilmezse yaşanan şikayetler artmaktadır. Ağrı ve şekil bozukluğu ya da bası bulguları belirgin hale gelebilir. Geç kalındığı için hasta cerrahiye başvurmak zorunda kalabilir.
Paget hastalığı nedir?Paget hastalığı ya da Osteitis Deformans, vücutta kemik yapımının yoğun olarak arttığı, kemiklerin kabararak, kalınlaşmasına neden olan iyi huylu ve kronik bir kemik rahatsızlığıdır. Bu hastalıkta, kemiğin yapımı ve yıkımıyla ilgili denge çeşitli nedenlerle bozulabilmekte olup, ekstra kemik oluşmaz ve var olan kemik kalınlaşır. Kalınlaşma ve kabarıklık radyolojik görüntülerle de belirgin olarak görülebilmekte olup, çoğunlukla rastlantısal olarak belirlenir.Kemik erimesinde kemikteki yıkım lehine döngü bozulurken, paget hastalığında kemik yapımı lehine bozulma olmaktadır.Paget hastalığı kimlerde görülür?Kemiğin paget hastalığının nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte genetik faktörlerin de etkisi olduğu gözlemlenmiştir.Paget hastalığı belirtileri nelerdir?Paget hastalığı hiçbir belirti göstermeden ilerleyebilmektedir. Hastalık genellikle yaşanan bir ağrının kesin kaynağını bulabilmek ya da farklı bir rahatsızlığın teşhisi için yapılan tetkiklerde tesadüfen belirlenmektedir. Kemiğin paget hastalığı tek kemiği tutabildiği gibi vücutta birden fazla kemikte aynı anda tutulum gösterebilmektedir.Paget hastalığının belirtileri genel olarak şu şekilde sıralanabilir;Paget hastalığı teşhisi nasıl yapılır?RöntgenPaget hastalığı genellikle başka bir nedenle röntgen çekildiğinde veya kan tahlili yapıldığında tesadüfen teşhis edilmektedir. Kesin teşhisi koymak ve doktor muayenesinden sonra radyolojik görüntülemeler ve tanıyı doğrulamak için kan tahlilleri yapılabilir. Paget hastalığının teşhisinde genel olarak şu yöntemler uygulanmaktadır;Paget hastalığı genellikle bir röntgen görüntülemesiyle teşhis edilebilir. Paget hastalığından etkilenen bir kemik genellikle normal bir kemikten daha büyük ve daha yoğun görünür. Ayrıca deforme olmuş bir şekle sahip olabilir. Kemiklerin röntgen görüntüleri kemik parçalanması, kemiğin büyümesi ve uzun kemiklerin eğriliği gibi hastalığın özelliği olan şekil bozukluklarını gösterebilir. Röntgen görüntüsünde kemikler benekli ve yoğunlaşmış olarak görülür. Ayrıca röntgen görüntüsünde kemikler yoğun, camsı ve parlayan bir görünüşte olur. Vücudun herhangi bir yerinde paget tutulumundan şüphe duyulursa kafatası röntgeni de çekilmelidir. Kafatası kemiklerinde paget hastalığının atılmış pamuk görünümü ve ileri evrelerde zımba deliği şeklinde kendine has bir görüntüsü vardır. Bu nedenle kafatası röntgeni çekilerek teşhis netleştirilebilir. Radyolojik görüntülemenin haricinde kan testleriyle de paget hastalığının teşhisi ortaya konulabilir. Paget hastalarının kanında yüksek düzeyde alkalen fosfataz bulunmaktadır. Yapılan kan tetkikleriyle hem hastalığın teşhisi hem de aktivitesi hakkında bilgi sahibi olunabilir. Kan testlerinin yanı sıra kalsiyum, D vitamini seviyeleri de kontrol edilmektedir.Kemik sintigrafisi (kemik taraması) Vücudunuza radyoaktif madde enjekte edilerek bakılan kemik sintigrafisi hem kemikler hakkında hem de vücuttaki döngü hızıyla ilgili bilgi verebilmektedir. Kemik sintigrafisi ile tutulumun hangi kemiklerde olduğu da belirlenmektedir.Paget hastalığı tedavisi nasıldır?Paget Hastalığı ile ilgili merak edilen diğer sorularPaget hastalığı kırıklara neden olur mu?Kemiğin paget hastalığında kemiğin kırılganlığı artabilmektedir. İlerleyen durumlarda kırıklar yaşanabilmektedir.Paget hastalığının bitkisel tedavisi var mıdır?Yapılan bilimsel çalışmalarda paget hastalığının bitkisel ya da doğal bir tedavisi olduğu yönünde bir kanıt bulunmamıştır. Paget hastalığının radyolojik bulguları nasıldır? Görüntülemelerde nasıl gözükür? Paget hastalığının teşhisinde genellikle röntgen kullanılmaktadır. Nadir olarak Manyetik Rezonans (MR) görüntülemesi de kullanılabilir. Hem röntgen hem de MR görüntülemesinde kemikler benekli ve yoğunlaşmış olarak görülmektedir. Kemiklerdeki kırıklar ya da kalınlaşma da görüntülemelerde fark edilmektedir. Röntgen görüntülemesinde kemiklerin daha camsı bir görüntüsü vardır. Kafatası kemiklerinde ise kendine has zımba deliğine benzer bir görüntü elde edilmektedir.Paget hastalığına hangi bölüm bakar?Paget hastalığının tedavisi ile Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Ortopedi ve Travmatoloji Bölümler ilgilenmektedir. Bazı durumlarda Hematoloji doktorları ile birlikte hastalığın takibi sürdürülmektedir.Paget hastalığı kanser mi?Paget hastalığı kanser değildir. Ancak birden fazla kemiği tutan formları nadir de olsa kansere dönüşebilmektedir. Paget hastalığında cerrahi tedavi ne zaman gerekir?Paget hastalığı neticesinde yaşanan bası çok belirginse cerrahi tedavi tercih edilebilmektedir. Kafatasını tutan formlarında işitme kaybı yaşanıyorsa, kırık gelişmişse cerrahi tedaviler tercih edilmektedir. O bacak gibi şekil bozukluklarının geliştiği durumlarda da cerrahi tedaviler etkili olabilmektedir.Paget hastalığı kemiklerden başka sorunlara yol açar mı?Paget hastalığı vücutta kalsiyum başta olmak üzere elektrolit dengesini bozmaktadır. Kemiklerle ilgili ikincil yapılarda etkilendiği için farklı sorunlar yaşanabilir. Kramplar, kasılmalar, karaciğer fonksiyonlarında bozulmalar olabilir. Bunların yanı sıra nadir de olsa; nörolojik problemler, kalp yetmezliği ve kanser gibi sorunlar görülebilmektedir. Paget hastalığı olanların evde dikkat etmesi gerekenler nelerdir?Kemiklerin kırılganlığı arttığı için evde ayakların takılabileceği dengeyi bozabilecek yükseltiler düşük sehpalar, kilimler, kapı eşiklerinin modifiye edilmesi gerekmektedir.Hastaların kırıklara neden olabilecek travmalardan korunmaları önemlidir.Sağlıklı bir yaşam için önemli olan beslenme ve düzenli egzersiz paget hastaları için de dikkat edilmesi gereken konuların arasındadır.Paget hastalığı tedavi edilmezse ne olur? | 5,897 |
535 | Hastalıklar | Otoskleroz (İç Kulak Kireçlenmesi) | Halk arasında kulak kireçlenmesi olarak da bilinen otoskleroz, iç kulak ve orta kulakta süngerimsi görünümlü yeni kemik oluşumları ile ortaya çıkan bir hastalıktır. Daha çok kulakta çınlama ve işitme kaybı belirtileriyle ortaya çıkan otoskleroz hastalığı, kadınlar ve genetik yatkınlığı olan kişilerde daha fazla ortaya çıkabilmektedir. İç kulak kireçlemesi yani otoskleroz tedavisinde işitme cihazı ya da farklı ilaçlar kullanılabilmektedir. Ancak kesin tedavi cerrahi yöntemlerle gerçekleştirilmektedir.Halk arasında kulak kireçlenmesi olarak da bilinen otoskleroz, iç kulak ve orta kulakta süngerimsi görünümlü yeni kemik oluşumları ile ortaya çıkan bir hastalıktır. Daha çok kulakta çınlama ve işitme kaybı belirtileriyle ortaya çıkan otoskleroz hastalığı, kadınlar ve genetik yatkınlığı olan kişilerde daha fazla ortaya çıkabilmektedir. İç kulak kireçlemesi yani otoskleroz tedavisinde işitme cihazı ya da farklı ilaçlar kullanılabilmektedir. Ancak kesin tedavi cerrahi yöntemlerle gerçekleştirilmektedir.
Memorial Ataşehir Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Bölümü’nden, Prof. Dr. Mehmet Özgür Habeşoğlu, otoskleroz hastalığı ve tedavisi hakkında bilgi verdi.Otoskleroz (İç kulak kireçlenmesi) nedir?Otoskleroz, iç kulak ve orta kulakta mikro düzeyde kemik erezyonları ve erezyonlar çerçevesinde yeni kemik oluşumu ile ortaya çıkar. Yeni kemik yapılarının ortaya çıkması genellikle iletim tipi işitme kaybına yol açmaktadır. Normal şartlar altına ses titreşimleri dış kulak tarafından kulak zarına iletilir. Kulak zarı bu titreşimleri orta kulaktaki çekiç (malleus), örs (inkus) ve üzengi(stapes) kemiklerine gönderir. Üzengi kemiğinin hareket etmesiyle iç kulaktaki sıvı da hareket eder ve iç kulaktaki hücreler uyarılır. Bu hücreler ses titreşimlerini beyne gönderilen elektrik sinyallerine dönüştürür. Bu sürecin herhangi bir kısmı hasar görürse işitme kaybı meydana gelebilir. Otoskleroz hastalığında kulak içinde oluşan yeni kemik odakları çekiç, örs ya da üzengiyi etkilemektedir. Genellikle üzengi kemiğinin titreşmesini engelleyen otoskleroz hastalığı işitme kaybına neden olabilmektedir.Kulakta kireçlenme neden olur?Otoskleroz (İç kulak kireçlenmesi) nedeni kesin olarak belli değildir. Ailesinde otoskleroz olan kişilerde hastalık daha fazla görülmektedir. Bu da otoskleroz hastalığının genetik etkileri olabileceğini göstermektedir. Otoskleroz hamilelik sırasında bazen ortaya çıkabilmektedir. Gebelik sırasında otoskleroz hastalığının ilerlemesinin hormon seviyelerindeki değişikliklerden kaynaklı olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca kızamık geçiren hastalarda otoskleroz hastalığının daha fazla görüldüğü bilinmektedir.Kulaktaki kireçlenme nasıl önlenir?Kulaç kireçlenmesi erken ve geç evre olarak ikiye ayrılmaktadır. Erken evrede kulakta kireçlenme henüz oluşmamıştır. Erken evre, yumuşak evre olarak da adlandırılmaktadır. Bu dönemde kişiye, sodyum florür içerikli tabletler verilerek kulak kireçlenmesinin önüne geçilmesi hedeflenmektedir. Kulak kireçlenmesi ilerleyerek geç evre kısmına geçtiğinde cerrahi bir tedavi yöntemi uygulanması gerekebilir.Otoskleroz (iç kulak kireçlenmesi) belirtileri nelerdir?İç kulak kireçlenmesi yani otoskleroz en yaygın belirtisi işitme kaybıdır. Otoskleroz hastalığında ortaya çıkan işitme kaybı daha çok düşük seviyeli veya tiz sesleri duyamamak olarak ortaya çıkar. İşitme kaybı zamanla ilerleyebilir. Otoskleroz durumunda işitme kaybı daha çok iki taraflı yaşanmaktadır. İşitme kaybı, kulak ağrısı gibi belirtilerin yanı sıra Otoskleroz belirtileri şu şekilde sıralanabilir; İşitmeyi sağlayan iç kulak yapısı aynı zamanda denge merkezidir. Otoskleroz yani iç kulak kireçlenmesi belirtisi baş dönmesi ve denge sorunu olarak da ortaya çıkabilir. Kulak çınlaması farklı nedenlerden olabileceği gibi, otoskleroz belirtisi olarak da yaşanabilmektedir. Aynı zamanda kulak ağrısı da otoskleroz belirtileri, arasında görülebilmektedir. Otoskleroz belirtilerinden bir tanesi de kişinin kısık sesle konuşmasıdır. Otoskleroz varlığında kişi kendi sesini daha yüksek duymakta ve bu yüzden kısık sesle konuşabilmektedir. Otoskleroz hastaları gürültülü ortamlarda ortam gürültüsünü daha az kişilerin konuşmasını ise daha net duymaktadır. Willis parakuzisi olarak bilinen bu durum otoskleroz hastalarında tipik görülebilmektedir.Otoskleroz işitmeyi ne kadar etkiler?Otoskleroz, işitme kaybı olarak ortaya çıkarak kulak çınlamasına neden olabilir. Kişilerde tek ya da iki kulakta birden işitme kaybı olabilir. Bu durum ortaya çıkarken kişi yavaş yavaş, kısık sesleri işitemediğini fark edebilir.Kulak kireçlenmesi tedavi edilmezse ne olur?Kulaç kireçlenmesi tedavisi geciktirilerek müdahale edilmediği durumlarda kalıcı işitme kaybı riski oluşturabilmektedir. Kireçlenme enfeksiyona bağlı olarak geliştiğinden kulak zarında ağır hasar bırakabilmektedir. Kulaktaki kireçlere uzun süre müdahale edilmediğinde kulakta birikerek kemikçiklere zarar verebilir.Kulak kireçlenmesi teşhisi nasıl konur?Otoskleroz (İç kulak kireçlenmesi) teşhisi kulak, burun, boğaz uzmanı bir doktor tarafında teşhis edilir. Muayene sırasında hastanın hikayesi önemlidir. Kulak muayenesi genellikle normaldir. Bazen kulak zarı arkasında hafif kırmızımsı bir refle gözlenebilir. Bu durum hastalığın başlangıç evresinde olduğunu işaret eder. Otoskleroz ile benzer belirtileri sahip olan rahatsızlıkların elenmesi için kulağın için incelenmektedir. Yaşanan işitme kaybının derecesinin belirlenmesi için işitme testleri yapılmaktadır. Otoskleroz teşhisi için yapılan odyogram işitme testinde farklı ses perdelerinde ve frekanslarda işitilen en alçak sesler belirlenir. Yapılan timpanometri testi ile kulak zarının esnekliği değerlendirilmek suretiyle kemikçik sistemde bir kireçlenme olup olmadığı ortaya konulabilmektedir. Gene yapılan akustik refleks testi ile bu kireçlenmenin üzengi kemiğine olan etkisi net olarak değerlendirilmektedir. Bazı durumlarda kulağın içindeki kemik ve dokuların durumunu daha iyi görerek teşhisi netleştirebilmek için Bilgisayarlı Tomografi ( BT) görüntülemesi de istenebilmektedir.Kulak kireçlenmesine ne iyi gelir?Kulaç kireçlenmesinde durumun ciddiyetine bağlı olarak cerrahi müdahale yapılıp yapılmayacağı belirlenmektedir. Kulak kireçlenmesinin yarattığı problemler işitme cihazı kullanılarak da çözülebilmektedir. Bu noktada uzman doktorun önereceği tedavi yöntemlerinden ilerlemek doğru bir seçim olacaktır.Kulakta kireçlenme nasıl temizlenir?Kulak kireçlenmesi teşhisi konulduktan sonra hızlı bir şekilde tedaviye başlamak hastalığın ilerlemesini engelleyerek iyileşmesinde etkili olacaktır. Fiziksel muayenenin ardından tedavi planı oluşturularak gerekirse cerrahi müdahale ile kulak kireçlenmesi tedavisi uygulanabilir. Bu cerrahi müdahale ile kulakta kireçlenme temizlenmesi amaçlanmaktadır.Otoskleroz (iç kulak kireçlenmesi) tedavi yöntemleri nelerdir?Otoskleroz başlangıç aşamasındaysa her hangi bir tedavi uygulamayıp hasta takip edilebilir. Bu süreçte belirli aralıklarla işitme testi yapılarak hastanın işitme durumu yakından takip edilmelidir. Ancak otoskleroz zamanla ilerleyebilen bir rahatsızlık olduğu için tedavi konusunda hassas davranılmalıdır.Otoskleroz tedavisi genel olarak şu şekilde yapılmaktadır; İşitme cihazları otoskleroz tedavisinde kullanılabilmektedir. Ancak işitme cihazları otosklerozu tedavi etmez sadece yaşanan işitme kaybının yarattığı sorunları gidermektedir. Otoskleroz ameliyatı: Hastanın işitme kaybı ileri seviyedeyse ve yapılan tetkiklerde hastalığın ilerlemesi öngörülüyorsa cerrahi işlem yapılabilmektedir. Ameliyatta sorunlu olan kemiğin bir kısmı ya da tamamı çıkartılarak yerine işitmeyi sağlayacak bir implant yerleştirilir. Bazı hastalarda florür tedavisi kullanılabilmektedir. Florür tedavisi daha çok ameliyat hazırlığı öncesi geçici bir süre için bazı durumlarda tercih edilmektedir.OTOSKLEROZ İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULARKulak kireçlenmesi ameliyatı nasıl yapılır?Otoskleroz hastalığında uygulanacak ameliyat stapes cerrahisidir. Prosedür genellikle genel anestezi altında uygulanır. Kulak kanalının içinden yapılan küçük bir kesi takip edilerek, kulak zarının arkasından orta kulağa girilir. Orta kulakta yer alan malleus, inkus ve stapes (çekiç, örs ve üzengi) bağlantıları ve hareket kabiliyetleri değerlendirilir. Malleus ve inkusun hareket kabiliyetlerinin olması ve stapes kemiğinin hareket kabiliyetinin olmaması veya ileri derecede yitirilmesi kesin tanıyı koydurur. Bu noktadan sonra stapes kemiğinin görevini üslenen teflon bir protez ile değiştirilmesi ile ameliyat sonlandırılır.Ameliyat sonrası hasta 1-2 gün daha hastanede takip edildikten sonra taburcu edilir. Bir hafta sonra kontrole gelen hastanın dış kulak yolu kanalı temizlenir ve takibe devam edilir. Ameliyat sonrası 1. ayda ve 3. ayda kontrol odyometri testleri yapılarak hastanın işitmesi değerlendirilir.Kulak kireçlenmesi ameliyatı kaç saat sürer?Otoskleroz ameliyatını kendisi yaklaşık 1 saat sürmektedir. Genel anestezi altında yapılmaktadır. Çok çok nadiren uygun hastalarda lokal anestezi altında da yapılabilir. Ancak daha çok genel anestezi tercih edilmektedir.Otoskleroz ameliyatı riskleri nelerdir?Otoskleroz ameliyatı riskleri genel olarak şu şekilde sıralanabilir; Bazen ameliyatla işitme sorunu giderilemeyebilir. Hasta ameliyattan fayda görmeyebilmektedir. Bu, çok nadir görülen bir durumdur. Çok nadir olmakla birlikte otoskleroz ameliyatından sonra hastaların işitmesi olumsuz etkilenebilmektedir. Genel ameliyat komplikasyonları olarak kanama, yara yeni enfeksiyonu, orta kulak enfeksiyonu yaşanabilmektedir. Yüz siniri normalde protezin takılacağı üzengi kemiğine yakın geçmektedir. Normalde yüz sinirinin üzerinde siniri koruyan kemik bir yapı bulunmaktadır. Bazı hastalarda anatomik olarak bu kemik bulunmayabilir. Yüz siniri açıktan geçebilmektedir. Bu durumu ameliyat öncesi belirlemek mümkün değildir. Ya da yüz siniri üzengi kemiğine yaslanmış olabilmektedir. Bu gibi durumlarda sinire hasar vererek yüz felci yaşanmaması için ameliyat yapılmayabilir. Hastalarda uzun dönemde kireçlenmeye ya da implantın kaymasına bağlı tekrar işitme kaybı yaşayabilir.Ancak bu komplikasyonlar çok nadir görülmektedir. Büyük oranda hastalar ameliyattan sonra yaşadıkları şikayetlerden kurtulmaktadır. Ameliyatın konusunda deneyimli ekipler tarafından tam donanımlı merkezlerde yapılması çok önemlidir.Otoskleroz ameliyatı sonrası nelere dikkat edilmeli?Hastaların otoskleroz ameliyattan sonraki ilk 2-3 aylık dönemde bazı kurallara uyması önemlidir. Otoskleroz ameliyatından sonra dikkat edilmesi gerekenler şu şekilde sıralanabilir; Ameliyat sonrası kafa içi basıncı artıracak günlük hayat aktivitelerinden uzak durmak gerekmektedir. Ağır sporlar, ağırlık kaldırmak gibi sporlardan kafa içi basıncı artırarak ameliyatta kullanılan implanta zarar verebilmektedir. Ancak hafif kardiyak, yürüyüş gibi sporlar rahatlıkla yapılabilir. Darbelere karşı kulak korunmalıdır. Ani basınç değişikliklerinden korunmak gerekmektedir. Uçak yolculuklarında kabin içi basınç ani değiştiği durumlar hastalar için sorun yaratabilmektedir. Uçağa binmeden önce hastalara bu basınç değişiklerine karşı ilaç verilebilmektedir. Aynı şekilde su altına dalmak da basınç farkı yaratabileceği için ameliyat sonrası dönemde uzak durulması gereken aktiviteler arasındadır. Dış kulak yolundaki yaranın iyileşmesinden (2 – 3 hafta) sonra hasta rahatlıkla denize ya da havuza girebilirler.Bu önlemler ameliyattan sonraki ilk 2-3 ay için önemlidir. Sonrasında hastalar normal rutin hayatlarına devam edebilmektedir.Otoskleroz hastalığı kimlerde daha fazla görülmektedir? Otoskleroz hastalığı genellikle 15 - 45 yaş arasında gözlenen yavaş ilerleyen bir hastalıktır. Kadın hastalarda gebelikte şikayetlerin ortaya çıkması veya ilerlemesi tipik bir bulgudur. Hastaların %70 inde genetik bir geçiş mevcuttur. Kadınlarda erkeklere göre yaklaşık 2 kat fazla görünür. Her iki kulağı etkileme olasılığı %80-90 oranındadır. Beyaz ırkta daha fazla görülmektedir.Otosklerozda cerrahi dışı tedaviler nelerdir? Otoskleroz hastalığında florür tedavisi kullanılabilmektedir. Ameliyat öncesinde baş dönmesi atakları yaşayan hastalarda baş dönmesini biraz daha stabilize etmek için hastaya flörür verilebilmektedir. Ya da hastalığın başlangıç dönemlerinde hastayı ameliyata hazırlamak için flörür kullanılabilir. Otoskleroz hastalığında flörür sürekli kullanılan bir tedavi yöntemi değildir. Bunun yanı sıra hastalarda tedavi için işitme cihazı kullanılabilmektedir. Ancak hastalığın daha çok genç yaş grubunda görülmesinden dolayı hastaların erken dönemde cihaza bağlı yaşam tavsiye edilmemektedir.Odyogram işitme testi nasıl yapılır? Odyogram pratik bir işitme testidir. Kapalı sessiz bir kabinin içinde, odyometri teknisyeni eşliğinde gerçekleştirilmektedir. Kulaklık takılarak belli frekanslarda hasta teste tabi tutulmaktadır. Hastanın hangi ferakansta kaç desibel duyduğu her iki kulak için de tek tek belirlenmektedir. Bu şekilde her kulak için her frekansta işitme eşikleri belirlenmektedir. Odyogram işitme testi sırasında dış kulak yoluyla sesler verilirken aynı zamanda kulağın arkasına yerleştirilen küçük bir aparat sayesinde kulak içindeki kemik yolunda sorun olup olmadığı da tespit edilebilmektedir. Odyogram işitme testi sonucunda hastanın iletim tipi işitme kaybı ya da sensorinöral tipi işitme kaybı olup olmadığı ortaya konulabilir.Otoskleroz ameliyatla kesin geçer mi?Otoskleroz ameliyatından sonra hastaların büyük bir grubu bütün şikayetlerinden kurtulmaktadır. Ancak nadir olarak ameliyat öncesi yaşanan şikayetler aynı kalabilmekte çok daha küçük bir grupta ise şikayetler daha fazla yaşanabilmektedir.Otoskleroz ameliyatı iki ya da üç kez yapılabilir mi?Otoskleroz hastalığı ilerleyici bir hastalıktır. Ameliyattan yıllar sonra bile hastalar aynı şikayetleri tekrar yaşayabilmektedir. Bu durumda ikinci ya da üçüncü kez ameliyat yapılabilmektedir. Tekrarlayan ameliyatlarda protezin üzengi kemiği üzerinde yerleştirildiği delik kapandıysa tekrar açılıp yeni protez konulabilmektedir. Otoskleroz ameliyatı sonrası duyma sorunu düzelir mi?Otoskleroz ameliyatından sonra yaşanan belirtiler büyük bir hasta grubunda tamamen geçmektedir. Ancak nadir de olsa duyma ile ilgili sorunlar düzelmeyebilir ya da çok daha küçük bir hasta grubunda şikayetler daha da artabilmektedir.Otoskleroz bitkisel tedavisi var mıdır?Yapılan bilimsel çalışmalarda otoskleroz hastalığının bitkisel ya da doğal bir tedavisinin olmadığı ortaya konulmaktadır.Otoskleroz tedavisinde lazer kullanılır mı?Otoskleroz ameliyatlarında üzengi kemiğinde protezin konulacağı noktanın delinmesi lazerle yapılabilmektedir. Ancak bu tamamen doktorun tecrübesi ve deneyimine bağlıdır. Üzengi kemiğinde açılacak deliğin manuel ya da lazerle açılmasının birbirine üstünlüğü bulunmamaktadır.Otoskleroz ameliyatı sonrası çınlama devam eder mi?Otoskleroz ameliyatından sonra diğer şikayetler gibi kulak çınlaması da büyük bir hasta grubunda tamamen geçmektedir. Ancak nadir hasta grubunda çınlama sorunu değişmeyebilmektedir.Otoskleroz tedavisinde işitme cihazları ne kadar fayda sağlar?Otoskleroz hastalığının tedavisinde işitme cihazları fayda sağlamaktadır. Ancak otoskleroz hastaları daha çok genç hastalardır. İşitme cihazı kullanılması hastaları sosyal hayatta bazı aktivitelerden uzak tutabilmektedir. Denize girerken, bazı sporları yaparken ya da uyurken hastaların işitme cihazını çıkarmak zorunda olması duyma sorununa neden olacaktır. Estetik bakımdan da kaygı duyan hastalara işitme cihazı yerine cerrahi yöntemler tavsiye edilmektedir.Otoskleroz ameliyatından sonra tat almada farklılıklar olabilir mi?Tat alma sinirlerinden bir tanesi kulağın içinden geçmektedir. Bu sinir yüz sinirine katılıp beyne kadar ulaşmaktadır. Otoskleroz ameliyatlarında genelde tat duyusu korunmaktadır. Çok nadiren kemik yapıdaki sorunlardan dolayı tat alma siniri sorun olabilmektedir. Bu sorun geçici olabildiği gibi kalıcı da olabilmektedir. Ancak bu sorun otoskleroz ameliyatlarda çok düşük olarak yaşanmaktadır.Otoskleroz carhart çentiği nedir?Otosklerozda görülebilen bir odyometri bulgusudur. Odyometri testinde 500, bin, 2 bin ve 4 bin hz. de belirgin olan bir çentik oluşur. Bu, Carhart çentiği olarak bilinir. Test sonucunda bu eğri görüldüğünde otoskleroz için bir işaret olabilmektedir. Ameliyattan sonra carhart çentiği eğrisi de düzelmektedir.Otoskleroz çeşitleri nelerdir?Klasik otoskleroz hastalığının yanında kohlear otoskleroz denilen bir tipi daha bulunmaktadır. Kohlear otoskleroz hastalarında iç kulak kemik kapsülünün farklı noktaları kireçlenme yaşanabilmektedir. Bu hastalarda işitme kaybı sadece iletim tipine bağlı olmamaktadır. Miks tip denilen hem iletim tipi hem de kemik yolunda da sorunlar yaşanabilmektedir. Odyometri testinde kohlear otoskleroz belirlenebilmektedir. Bu hastalarda kemik yolunda da sorunlar olduğu için tedavide daha çok işitme cihazı ön plana çıkmaktadır. Ancak bazı çalışmalarda cihaz kullanmadan önce cerrahi yöntemlerin de uygulanması tavsiye edilmektedir.Otoskleroz görülme sıklığı nedir?Otoskleroz iki şekilde sınıflandırılmaktadır. Histolojik otoskleroz denilen sınıflama da hastalarda üzengi kemiğinde kireçlenme başlamış ancak hasta her hangi bir şikayet yaşamamaktadır. Klinik otoskleroz ise üzengi kemiğinde kireçlenme başlayan hastaların şikayetleri de yaşamaya başlamasıdır. Histolojik otoskleroz oranı erkeklerde yüzde 7, kadınlarda ise yüzde 19 olarak belirlenmiştir. Bu hastaların yüzde 12’i ise klinik otoskleroz olarak tespit edilmektedir.
Memorial Ataşehir Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Bölümü’nden, Prof. Dr. Mehmet Özgür Habeşoğlu, otoskleroz hastalığı ve tedavisi hakkında bilgi verdi.Otoskleroz (İç kulak kireçlenmesi) nedir?Otoskleroz, iç kulak ve orta kulakta mikro düzeyde kemik erezyonları ve erezyonlar çerçevesinde yeni kemik oluşumu ile ortaya çıkar. Yeni kemik yapılarının ortaya çıkması genellikle iletim tipi işitme kaybına yol açmaktadır. Normal şartlar altına ses titreşimleri dış kulak tarafından kulak zarına iletilir. Kulak zarı bu titreşimleri orta kulaktaki çekiç (malleus), örs (inkus) ve üzengi(stapes) kemiklerine gönderir. Üzengi kemiğinin hareket etmesiyle iç kulaktaki sıvı da hareket eder ve iç kulaktaki hücreler uyarılır. Bu hücreler ses titreşimlerini beyne gönderilen elektrik sinyallerine dönüştürür. Bu sürecin herhangi bir kısmı hasar görürse işitme kaybı meydana gelebilir. Otoskleroz hastalığında kulak içinde oluşan yeni kemik odakları çekiç, örs ya da üzengiyi etkilemektedir. Genellikle üzengi kemiğinin titreşmesini engelleyen otoskleroz hastalığı işitme kaybına neden olabilmektedir.Kulakta kireçlenme neden olur?Otoskleroz (İç kulak kireçlenmesi) nedeni kesin olarak belli değildir. Ailesinde otoskleroz olan kişilerde hastalık daha fazla görülmektedir. Bu da otoskleroz hastalığının genetik etkileri olabileceğini göstermektedir. Otoskleroz hamilelik sırasında bazen ortaya çıkabilmektedir. Gebelik sırasında otoskleroz hastalığının ilerlemesinin hormon seviyelerindeki değişikliklerden kaynaklı olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca kızamık geçiren hastalarda otoskleroz hastalığının daha fazla görüldüğü bilinmektedir.Kulaktaki kireçlenme nasıl önlenir?Kulaç kireçlenmesi erken ve geç evre olarak ikiye ayrılmaktadır. Erken evrede kulakta kireçlenme henüz oluşmamıştır. Erken evre, yumuşak evre olarak da adlandırılmaktadır. Bu dönemde kişiye, sodyum florür içerikli tabletler verilerek kulak kireçlenmesinin önüne geçilmesi hedeflenmektedir. Kulak kireçlenmesi ilerleyerek geç evre kısmına geçtiğinde cerrahi bir tedavi yöntemi uygulanması gerekebilir.Otoskleroz (iç kulak kireçlenmesi) belirtileri nelerdir?İç kulak kireçlenmesi yani otoskleroz en yaygın belirtisi işitme kaybıdır. Otoskleroz hastalığında ortaya çıkan işitme kaybı daha çok düşük seviyeli veya tiz sesleri duyamamak olarak ortaya çıkar. İşitme kaybı zamanla ilerleyebilir. Otoskleroz durumunda işitme kaybı daha çok iki taraflı yaşanmaktadır. İşitme kaybı, kulak ağrısı gibi belirtilerin yanı sıra Otoskleroz belirtileri şu şekilde sıralanabilir;Otoskleroz işitmeyi ne kadar etkiler?Otoskleroz, işitme kaybı olarak ortaya çıkarak kulak çınlamasına neden olabilir. Kişilerde tek ya da iki kulakta birden işitme kaybı olabilir. Bu durum ortaya çıkarken kişi yavaş yavaş, kısık sesleri işitemediğini fark edebilir.Kulak kireçlenmesi tedavi edilmezse ne olur?Kulaç kireçlenmesi tedavisi geciktirilerek müdahale edilmediği durumlarda kalıcı işitme kaybı riski oluşturabilmektedir. Kireçlenme enfeksiyona bağlı olarak geliştiğinden kulak zarında ağır hasar bırakabilmektedir. Kulaktaki kireçlere uzun süre müdahale edilmediğinde kulakta birikerek kemikçiklere zarar verebilir.Kulak kireçlenmesi teşhisi nasıl konur?Otoskleroz (İç kulak kireçlenmesi) teşhisi kulak, burun, boğaz uzmanı bir doktor tarafında teşhis edilir. Muayene sırasında hastanın hikayesi önemlidir. Kulak muayenesi genellikle normaldir. Bazen kulak zarı arkasında hafif kırmızımsı bir refle gözlenebilir. Bu durum hastalığın başlangıç evresinde olduğunu işaret eder. Otoskleroz ile benzer belirtileri sahip olan rahatsızlıkların elenmesi için kulağın için incelenmektedir. Yaşanan işitme kaybının derecesinin belirlenmesi için işitme testleri yapılmaktadır.Kulak kireçlenmesine ne iyi gelir?Kulaç kireçlenmesinde durumun ciddiyetine bağlı olarak cerrahi müdahale yapılıp yapılmayacağı belirlenmektedir. Kulak kireçlenmesinin yarattığı problemler işitme cihazı kullanılarak da çözülebilmektedir. Bu noktada uzman doktorun önereceği tedavi yöntemlerinden ilerlemek doğru bir seçim olacaktır.Kulakta kireçlenme nasıl temizlenir?Kulak kireçlenmesi teşhisi konulduktan sonra hızlı bir şekilde tedaviye başlamak hastalığın ilerlemesini engelleyerek iyileşmesinde etkili olacaktır. Fiziksel muayenenin ardından tedavi planı oluşturularak gerekirse cerrahi müdahale ile kulak kireçlenmesi tedavisi uygulanabilir. Bu cerrahi müdahale ile kulakta kireçlenme temizlenmesi amaçlanmaktadır.Otoskleroz (iç kulak kireçlenmesi) tedavi yöntemleri nelerdir?Otoskleroz başlangıç aşamasındaysa her hangi bir tedavi uygulamayıp hasta takip edilebilir. Bu süreçte belirli aralıklarla işitme testi yapılarak hastanın işitme durumu yakından takip edilmelidir. Ancak otoskleroz zamanla ilerleyebilen bir rahatsızlık olduğu için tedavi konusunda hassas davranılmalıdır.Otoskleroz tedavisi genel olarak şu şekilde yapılmaktadır;OTOSKLEROZ İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULARKulak kireçlenmesi ameliyatı nasıl yapılır?Otoskleroz hastalığında uygulanacak ameliyat stapes cerrahisidir. Prosedür genellikle genel anestezi altında uygulanır. Kulak kanalının içinden yapılan küçük bir kesi takip edilerek, kulak zarının arkasından orta kulağa girilir. Orta kulakta yer alan malleus, inkus ve stapes (çekiç, örs ve üzengi) bağlantıları ve hareket kabiliyetleri değerlendirilir. Malleus ve inkusun hareket kabiliyetlerinin olması ve stapes kemiğinin hareket kabiliyetinin olmaması veya ileri derecede yitirilmesi kesin tanıyı koydurur. Bu noktadan sonra stapes kemiğinin görevini üslenen teflon bir protez ile değiştirilmesi ile ameliyat sonlandırılır.Ameliyat sonrası hasta 1-2 gün daha hastanede takip edildikten sonra taburcu edilir. Bir hafta sonra kontrole gelen hastanın dış kulak yolu kanalı temizlenir ve takibe devam edilir. Ameliyat sonrası 1. ayda ve 3. ayda kontrol odyometri testleri yapılarak hastanın işitmesi değerlendirilir.Kulak kireçlenmesi ameliyatı kaç saat sürer?Otoskleroz ameliyatını kendisi yaklaşık 1 saat sürmektedir. Genel anestezi altında yapılmaktadır. Çok çok nadiren uygun hastalarda lokal anestezi altında da yapılabilir. Ancak daha çok genel anestezi tercih edilmektedir.Otoskleroz ameliyatı riskleri nelerdir?Otoskleroz ameliyatı riskleri genel olarak şu şekilde sıralanabilir;Ancak bu komplikasyonlar çok nadir görülmektedir. Büyük oranda hastalar ameliyattan sonra yaşadıkları şikayetlerden kurtulmaktadır. Ameliyatın konusunda deneyimli ekipler tarafından tam donanımlı merkezlerde yapılması çok önemlidir.Otoskleroz ameliyatı sonrası nelere dikkat edilmeli?Hastaların otoskleroz ameliyattan sonraki ilk 2-3 aylık dönemde bazı kurallara uyması önemlidir. Otoskleroz ameliyatından sonra dikkat edilmesi gerekenler şu şekilde sıralanabilir;Bu önlemler ameliyattan sonraki ilk 2-3 ay için önemlidir. Sonrasında hastalar normal rutin hayatlarına devam edebilmektedir.Otoskleroz hastalığı kimlerde daha fazla görülmektedir?Otosklerozda cerrahi dışı tedaviler nelerdir? Otoskleroz hastalığında florür tedavisi kullanılabilmektedir. Ameliyat öncesinde baş dönmesi atakları yaşayan hastalarda baş dönmesini biraz daha stabilize etmek için hastaya flörür verilebilmektedir. Ya da hastalığın başlangıç dönemlerinde hastayı ameliyata hazırlamak için flörür kullanılabilir. Otoskleroz hastalığında flörür sürekli kullanılan bir tedavi yöntemi değildir. Bunun yanı sıra hastalarda tedavi için işitme cihazı kullanılabilmektedir. Ancak hastalığın daha çok genç yaş grubunda görülmesinden dolayı hastaların erken dönemde cihaza bağlı yaşam tavsiye edilmemektedir.Odyogram işitme testi nasıl yapılır? Otoskleroz ameliyatla kesin geçer mi?Otoskleroz ameliyatından sonra hastaların büyük bir grubu bütün şikayetlerinden kurtulmaktadır. Ancak nadir olarak ameliyat öncesi yaşanan şikayetler aynı kalabilmekte çok daha küçük bir grupta ise şikayetler daha fazla yaşanabilmektedir.Otoskleroz ameliyatı iki ya da üç kez yapılabilir mi?Otoskleroz hastalığı ilerleyici bir hastalıktır. Ameliyattan yıllar sonra bile hastalar aynı şikayetleri tekrar yaşayabilmektedir. Bu durumda ikinci ya da üçüncü kez ameliyat yapılabilmektedir. Tekrarlayan ameliyatlarda protezin üzengi kemiği üzerinde yerleştirildiği delik kapandıysa tekrar açılıp yeni protez konulabilmektedir. Otoskleroz ameliyatı sonrası duyma sorunu düzelir mi?Otoskleroz ameliyatından sonra yaşanan belirtiler büyük bir hasta grubunda tamamen geçmektedir. Ancak nadir de olsa duyma ile ilgili sorunlar düzelmeyebilir ya da çok daha küçük bir hasta grubunda şikayetler daha da artabilmektedir.Otoskleroz bitkisel tedavisi var mıdır?Yapılan bilimsel çalışmalarda otoskleroz hastalığının bitkisel ya da doğal bir tedavisinin olmadığı ortaya konulmaktadır.Otoskleroz tedavisinde lazer kullanılır mı?Otoskleroz ameliyatlarında üzengi kemiğinde protezin konulacağı noktanın delinmesi lazerle yapılabilmektedir. Ancak bu tamamen doktorun tecrübesi ve deneyimine bağlıdır. Üzengi kemiğinde açılacak deliğin manuel ya da lazerle açılmasının birbirine üstünlüğü bulunmamaktadır.Otoskleroz ameliyatı sonrası çınlama devam eder mi?Otoskleroz ameliyatından sonra diğer şikayetler gibi kulak çınlaması da büyük bir hasta grubunda tamamen geçmektedir. Ancak nadir hasta grubunda çınlama sorunu değişmeyebilmektedir.Otoskleroz tedavisinde işitme cihazları ne kadar fayda sağlar?Otoskleroz hastalığının tedavisinde işitme cihazları fayda sağlamaktadır. Ancak otoskleroz hastaları daha çok genç hastalardır. İşitme cihazı kullanılması hastaları sosyal hayatta bazı aktivitelerden uzak tutabilmektedir. Denize girerken, bazı sporları yaparken ya da uyurken hastaların işitme cihazını çıkarmak zorunda olması duyma sorununa neden olacaktır. Estetik bakımdan da kaygı duyan hastalara işitme cihazı yerine cerrahi yöntemler tavsiye edilmektedir.Otoskleroz ameliyatından sonra tat almada farklılıklar olabilir mi?Tat alma sinirlerinden bir tanesi kulağın içinden geçmektedir. Bu sinir yüz sinirine katılıp beyne kadar ulaşmaktadır. Otoskleroz ameliyatlarında genelde tat duyusu korunmaktadır. Çok nadiren kemik yapıdaki sorunlardan dolayı tat alma siniri sorun olabilmektedir. Bu sorun geçici olabildiği gibi kalıcı da olabilmektedir. Ancak bu sorun otoskleroz ameliyatlarda çok düşük olarak yaşanmaktadır.Otoskleroz carhart çentiği nedir?Otosklerozda görülebilen bir odyometri bulgusudur. Odyometri testinde 500, bin, 2 bin ve 4 bin hz. de belirgin olan bir çentik oluşur. Bu, Carhart çentiği olarak bilinir. Test sonucunda bu eğri görüldüğünde otoskleroz için bir işaret olabilmektedir. Ameliyattan sonra carhart çentiği eğrisi de düzelmektedir.Otoskleroz çeşitleri nelerdir?Klasik otoskleroz hastalığının yanında kohlear otoskleroz denilen bir tipi daha bulunmaktadır. Kohlear otoskleroz hastalarında iç kulak kemik kapsülünün farklı noktaları kireçlenme yaşanabilmektedir. Bu hastalarda işitme kaybı sadece iletim tipine bağlı olmamaktadır. Miks tip denilen hem iletim tipi hem de kemik yolunda da sorunlar yaşanabilmektedir. Odyometri testinde kohlear otoskleroz belirlenebilmektedir. Bu hastalarda kemik yolunda da sorunlar olduğu için tedavide daha çok işitme cihazı ön plana çıkmaktadır. Ancak bazı çalışmalarda cihaz kullanmadan önce cerrahi yöntemlerin de uygulanması tavsiye edilmektedir.Otoskleroz görülme sıklığı nedir? | 10,792 |
536 | Hastalıklar | Pankreas Kanseri | Pankreas, tüketilen yiyecekleri vücut hücreleri için yakıta dönüştürmede görev alan, karında midenin hemen arkasında yer alan yaklaşık 15 cm uzunluğunda yaprak şeklindeki sindirim sistemi ve endokrin sisteminin bir organıdır. Pankreas, sindirim suları ve insülin de dahil olmak üzere hormonlar üreten büyük bir bezdir. Pankreas kanseri, pankreastaki hücrelerin kontrolsüz bir şekilde bölünüp çoğalarak kötü huylu tümöre dönüşmesidir. Erken evrede tespiti genellikle zor olan pankreas kanserinin belirtileri arasında sarılık, karın ağrısı, yorgunluk, şişkinlik, iştahsızlık ve kilo kaybı bulunur.Pankreas, tüketilen yiyecekleri vücut hücreleri için yakıta dönüştürmede görev alan, karında midenin hemen arkasında yer alan yaklaşık 15 cm uzunluğunda yaprak şeklindeki sindirim sistemi ve endokrin sisteminin bir organıdır. Pankreas, sindirim suları ve insülin de dahil olmak üzere hormonlar üreten büyük bir bezdir. Pankreas kanseri, pankreastaki hücrelerin kontrolsüz bir şekilde bölünüp çoğalarak kötü huylu tümöre dönüşmesidir. Erken evrede tespiti genellikle zor olan pankreas kanserinin belirtileri arasında sarılık, karın ağrısı, yorgunluk, şişkinlik, iştahsızlık ve kilo kaybı bulunur.
Pankreas Kanseri Nedir?Pankreas kanseri, pankreas bezindeki hücrelerin anormal ve kontrolsüz büyüyüp çoğalması ile başlayan agresif bir kanser türüdür. Koyu renkli idrar, soluk renkli dışkı, bulantı, kusma, şişkinlik ve hazımsızlık, iştah kaybı ve diyabet hastalığının başlaması pankreas kanserinin belirtileridir.Ekzokrin ve endokrin adı altında iki temel görevi olan pankreasın, bu görevlerini yerine getirmesini sağlayan iki ayrı hücre grubu bulunur. Ekzokrin sindirime yardımcı olan özsuyu salgılayıp, ince bağırsağa iletir. Böylece besinlerde bulunan karbonhidrat, protein ve yağlar ayrıştırılır ve enerji olarak depolanır. Endokrin fonksiyonu ise glikojen ve insülin hormonları salgılayarak kandaki glikozu belli bir seviyede tutmaya çalışır.Pankreas Kanseri Türleri Nelerdir?Pankreas kanseri; ender rastlanan bir tür olan ve hormon üreten hücrelerde ortaya çıkan “nöroendokrin” veya “adacık hücre” ile daha sıklıkla görülen ve pankreas özsuyunu taşıyan kanallarda oluşan ‘’ekzoktrin’’ adlı türlerden oluşmaktadır.Ekzoktrin pankreas kanserinin de kistik tümörler ve asinar hücre türleri, daha ender olarak kendini göstermektedir.Pankreas ve safra kanalının onikiparmak bağırsağı ile birleştiği yerde kendini gösterebilen “Ampulla Vateri” tümörleri de cerrahi sürece kadar pankreas kanserinden farklı olarak değerlendirilmeyen bir türdür.Pankreas Kanseri Evreleri Nelerdir?Kanserli hücreler vücudu içerisine doku, lenf sistemi ve kan yolu aracılığı ile yayılır. Kanser hücreleri ana tümörden koparak kan damarları ya da lenf kanalları yolu ile vücudun başka bölümlerine geçebilir ve farklı tümörler oluşturabilir. Bu duruma metastaz denir. İkincil ya da metastatik tümörler ana tümör ile aynı özelliklere sahiptirler. Pankreas kanseri evrelerini görüntüleme testleri kullanarak tespit etmek zordur. Bu nedenle cerrahi müdahale öncesinde kanserli tümörün tümünün alınıp alınmayacağı kararı çok önemlidir. Pankreas kanseri evrelerini bu şekilde açıklayabiliriz;Evre 0 (başlangıç evresi): Bu evrede yayılma yoktur. Ve pankreas kanseri sadece tek katman hücrelerle sınırlıdır. Pankreas kanseri, görüntüleme testlerinde ne de çıplak gözle görülebilir.Evre I: Bu evrede kanser bölgesel olarak büyüme gösterir. Pankreas kanseri, pankreasla sınırlıdır.Evre II: Pankreas kanseri, pankreas dışında büyür veya lenf bezlerinin yakınına yaklaşır.Evre III: Bu evrede pankreas kanseri daha geniş yayılma gösterir. Tümör, yakınındaki ana damarlara, lenf bezlerine veya sinirlere yayılır ancak metastaz göstermez.Evre IV: Bu evrede pankreas kanseri, karaciğer gibi uzak organlara yayılım yapar.Pankreas Kanseri Neden Olur?Pankreas kanseri ise pankreasta bulunan hücrelerin kontrolsüz şekilde çoğalmaya başlamasıyla meydana gelir. Genel olarak hastalığın neden bilinmese de obezite ve sigara kullanan kişilerde görülür. Çoğunlukla pankreas kanseri pankreas kanallarını çevreleyen ekzokrin hücrelerin bulunduğu bölgede oluşmaya başlar. Bu bölgede başlayan pankreas kanseri adenokarsinom olarak da bilinen ekzokrin tümörüdür. Pankreas kanserinin çok daha nadir rastlanılan türü endokrin tümörü ise adacık hücrelerinde başlamaktadır.Pankreas Kanseri Belirtileri Nelerdir?Pankreas kanseri göz akı veya cilt renginde sarılık, ciltte kaşıntı, idrar renginde koyulaşma ve dışkı renginde açıklık, mide bulantısı ve kusma, iştahsızlık, kilo kaybı, üst karın ve sırt ağrısı ile şişkinlik ve hazımsızlık gibi belirtilere neden olur.Genel olarak pankreas kanserinde görülen yaygın belirtiler şunlardır: Karın ağrısı (yemek sonrası daha sık yaşanır) İştahsızlık ve buna bağlı kilo kaybı Yorgunluk ve fiziksel zayıflık Şişkinlik ve gaz Sırt ağrısı Cam macunu renginde soluk renkli ya da yağlı dışkı Mide bulantısı ve kusma Koyu renkli idrar Cilt tonunda ve göz akında sararma (sarılık) Ciltte kaşıntı Genellikle bacakta kan pıhtısı oluşumu (derin ve trombozu) Diyabet başlangıcı Safra kesesi ve karaciğer büyümesiPankreas kanseri ilk evrelerinde belirti vermeden ilerleyebilir. Belirti vermeye başladığında çoğu zaman hastalık ilerlemiştir.Pankreas kanseri 1.evre belirtileri nelerdir?Pankreas kanseri, erken evrede oluşan ilk belirtileri, sırt ağrısı, karında ağrı, sarılık, hızlı kilo kaybı ve iştahsızlık şeklindedir. Bunun yanında hazımsızlık sorunları, şişkinlik ve kusma görülebilir.Pankreas Kanseri Risk Faktörleri Nelerdir?Pankreas kanseri risk faktörleri arasında aşırı kilo, yüksek kolesterol, diyabet, kronik pankreas iltihabı ve enfeksiyonlar yer alır. Sigara ve genetik faktörler kanser oluşumunda en önemli risk faktörleri olarak kabul edilmektedir.Pankreas kanserinin bilinen en risk faktörleri şöyle sıralanabilmektedir; Pankreas kanserlerinin %30’u sigara kaynaklı ortaya çıkmaktadır. İleri yaş pankreas kanseri için önemli bir risk faktörüdür. Daha çok protein ağırlıklı, meyve ve sebzeden yoksun beslenmek kanser riskini artırmaktadır. Vücut kitle indeksi (BMI) yüksek olan kişilerde pankreas kanserine yakalanma olasılığı daha yüksektir. Petrol ve kimyasal maddelere maruz kalan kişilerde pankreas kanseri daha fazla görülmektedir. Uzun süre tedavi edilmeyen kronik pankreas iltihabı, pankreas kanserine yakalanma riskini artırmaktadır. Diyabet pankreas kanserine yakalanma oranını sağlıklı bireylere göre iki kat artırmaktadır.Pankreas Kanseri Nasıl Teşhis Edilir?Pankreas kanserinde tanının erken konulması, çok kolay olmayabilir. Çünkü pankreas kanserinin erken evrelerinde herhangi bir belirti ve bulguya rastlanmaz. Pankreas kanseri belirtilerinin pek çok hastalık belirtisine benzemesi ve pankreasın mide, ince bağırsak, karaciğer gibi organların arkasında saklanmış olması da erken tanı konulamamasında etkilidir.Pankreas kanseri tanısı genellikle çeşitli testler yardımı ile pankreas ve etrafının detaylı görüntülenmesi ile konur. Kanser hücrelerinin pankreas içine ve dışına ne derece yayıldığını belirlenmesine (kanserin yayılma durumu) evreleme denir. Evreleme için radyolojik görüntüleme yöntemleri kullanılır. Pankreas kanserinde doğru bir tedavi planı için erken teşhisle beraber kanser evresi çok önemlidir.Pankreas kanseri tanısı koyabilmek için uygulanan testleri aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz; Hastanın sağlık geçmişi ve fiziksel muayenesi: Pankreas kanseri risk faktörlerinden olan diyabet ve pankreatit gibi hastalıkları varsa incelenir. Kan testi: Kan testi yapılarak bilirubin gibi bazı maddelerin miktarı ölçülür. Normalden yüksek veya düşük çıkan ölçümler, o maddeyi salgılayan organ veya dokularda oluşan hastalığın belirtisi olarak değerlendirilir. Tümör belirteçleri: Kan veya dokuda bulunan kanserin varlığının saptanması için doku, idrar veya kan örneği alınır ve bazı ölçümler yapılır. Bu ölçümler sırasında CA 19. 9 ve CEA ismindeki iki tümör belirteci pankreas kanseri için yardımcı bilgiler verebilir. Bu testler tanı koymaktan ziyade pankreas kanseri tanısı konmuş hastaların takibinde yol göstericidir. Sağlıklı bireylere bu tip testler yapılmaz. Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRI): MRI, tüm kanserlerde olduğu gibi pankreas kanseri için de önemli görüntüleme yöntemlerinden biridir. Özellikle pankreasın çevresindeki dokular ile olan ilişkisiniz ve karaciğer iç, bulguları anlamak için oldukça etkilidir. Bilgisayarlı Tomografi (BT): Kanser tanısında en yol gösterici görüntüleme yöntemlerinden biridir. Bilgisayarlı tomografi ya da bilgisayarlı aksial tomografi de denilen BT uygulamasında görüntülerin daha ne olması için hastaya damar ya da ağızdan kontrast madde verilebilir. Pozitron Emisyon Tomografisi (PET Taraması): PET taraması da tümörün yerini ve yaylımını tespit etmek için kullanılır. Hastaya az miktarda radyonüklid madde ile işaretli glikoz enjekte edilir ve glikozun biriktiği yerler tespit edilir. Kanserli hücreler daha çok glikoz topladığından daha koyu renkte görünür ve tespit edilirler. Karın ultrasonu: Karın ultrasonu ile karın içine yüksek enerji ses dalgaları gönderilir. Bu ses dalgaları dokulara çarpar ve eko yapar. Böylece karın içinin ve organların görüntülenmesi sağlanır. Endoskopik Ultrason (EUS): Genellikte makattan ya da ağızdan içeriye ucunda ışık ve görüntüleme merceği bulunan endoskopi cihazı sokularak yapılan bir tanı yöntemidir. Yüksek frekanslı ses dalgalarının oluşturduğu ekolar cihaz tarafından algılanarak organların sonogram adı verilen detaylı görüntüsü elde edilir ve gerekirse şüpheli alanlardan biyopsi alınabilmesine olanak sağlar. Endoskopik Retrograd Kolanjiopankretikografi (ERCP): Bu yöntem ile on iki parmak bağırsağından pankreatik kanal ve ana safra yolu ve safra kanallarının görüntülenebilir. Küçük tüp şeklindeki kateter, endoskop içerisinden pankreatik kanallara sokulur ve kontrast madde enjekte edilerek safra kanallarının detaylı görüntüsü alınır. Perkütan Transhepatik Kolanjiyografi (PTC): Safra yollarına ulaşmak için ciltten ultrasonografi yardımıyla bir kateter girilir ve yerleştirilir. Kateterden verilen kontrast madde yardımı ile röntgen kullanarak safra kanalları görüntülenir. Gerekli ise safrayı drene etmek için kateter yerinde bırakılır. Bu uygulamaya, sadece ERCP yapılamadığı durumlarda söz başvurulur. Laparoskopi: Karın ve iç organlara içerden bakılarak, hastalık belirtilerini kontrol eden cerrahi bir yöntemdir. Karın duvarından açılan milimetrik kesilerden port dediğimiz boru şeklinde aletler yerleştirilir. Bu portlardan girilen kamera ve aletler ile karın içine bakılır. Tümörün yeri, karın zarına veya diğer organlara yayılım olup olmadığı görüntülenebilir. Tanı koymak için biyopsi alınabilir. Biyopsi: Doku içerisindeki kanser bulgularının detaylı araştırılması için hücre veya doku örneğinin alınması işlemidir. Pankreas kanseri için birkaç farklı biyopsi yöntemi vardır. Röntgen veya ultrason sırasında ince bir iğne ile pankreastan hücre örneği alınabildiği gibi aynı işlemin laparoskopi sırasında yapılması da mümkündür.Pankreas Kanseri TedavisiPankreas kanserinin tedavisi genellikle whipple ameliyatı ya da pankreatektomi olarak bilinen pankreasın bir kısmının veya tamamının çıkarılmasını içeren cerrahi işlem, radyasyon tedavisi, kemoterapi, hedefli tedavi ve kemoradyasyon tedavisi yöntemlerini içerir. Pankreas kanseri tedavisi gastroenteroloji, cerrahi, tıbbi onkoloji, radyasyon onkolojisi, girişimsel radyoloji ve birçok diğer alanda uzmanlaşmış doktorların tümü ile birlikte uygulanır.Pankreas kanserli hastaların çoğu uzak organlara erken kanser yayılımı veya yaygın lokal tutulum nedeni ile tedavi edici cerrahiye aday değildir. Bu hastalara, sarılık gibi tıkayıcı semptomları ve ağrıyı giderici, yaşam süresini uzatmayan ancak daha rahat bir dönem geçirtmeyi amaçlayan cerrahi girişimler yapılır.Kanser yayılmışsa ve çıkarılamıyorsa yaşam kalitesini artırmak ve semptomları azaltmak için safra yolu ve mide bypass'ı ile endoskopik stent yöntemleri ile palyatif cerrahi de uygulanabilmektedir.Pankreas kanseri ameliyatıPankreas kanseri tedavisinde cerrahi olarak yararlanılan yöntemler pankreasın tamamını, midenin bir kısmını, ince bağırsağın bir kısmını, safra kanalı ve safra kesesini ve yakındaki lenf düğümlerini çıkarmak için total pankreatektomi ya da pankreasın gövdesi ve kuyruğunun çıkarıldığı distal pankreatektomi yöntemi kullanılmaktadır. Ayrıca whipple ameliyatı oalrak bilinen safra kesesi, midenin bir kısmı, ince bağırsağın bir kısmı ve pankreasın başını çıkarmakta yine pankreas kanserinde uygulanan cerrahi yöntemlerdendir.Pankreas kanserinde radyoterapiPankreas kanseri tedavisinde en sık kullanılan radyoterapi türü external-beam radyoterapidir. Genellikle kemoterapi ile radyasyon tedavisi daha etkili olacağı için aynı anda uygulanır. Kemoterapi ve radyoterapinin aynı anda uygulanması pankreas tümörlerimim küçülmesine ve yok olmasına yardımcı olabilir.Pankreas kanserinde kemoterapiPankreas kanseri hücrelerinin büyümesini ve bölünmesini durdurmak amacıyla kemoterapi yani ilaç tedavisi yapılmaktadır. Pankreas kanserinde hedefe yönelik tedaviPankreas kanserinde hedefe yönelik tedavi; kanserin belirli genleri, proteinler ya da kanserin büyüme ve hayatta kalmasına katkıda bulunan doku ortamını hedefleyen bir tedavi yöntemidir.Pankreas kanserinde nanoknife tedavisiPankreas kanserinde ameliyat şansı olmayan hastalar için önemli bir seçenek nanoknife ablasyon tedavisidir. Damar, sinir ve bağırsak gibi dokularda hasar bırakmadan tümörün yok edilmesine yönelik bir işlemdir. Yöntemin en önemli kullanım alanlarından biri olan pankreas kanserinde en uygun hasta grubu, uzak metastazı olmayan ancak çevredeki damarlar tutulduğu için ameliyat olamayan hastalardır. Lokal-ileri evre olarak adlandırılan bu grup hastalarda nanoknife, tutulan damarlara zarar vermeden çevredeki tümör dokusunu öldürebilir ve hastaları yeniden ameliyata uygun hale getirebilir, ya da tümörü küçülterek sağ kalım süresini artırabilir.Pankreas kanserinin tedavi şeklinin belirlenmesinde, hastalığın evresi çok önemli bir yer tutmaktadır.Rezektabl (cerrahi müdahaleye uygun, ameliyat edilebilir): Pankreas kanserinde tümör alınabilir durumda ise, pankreas kanserini iyileştirmek için tek çözüm yöntemi olan cerrahi yöntem uygulanmalıdır. Cerrahi yöntem ile tümör alınsa da çoğu zaman pankreas kanseri tekrarlayabilir. Pankreas ameliyatı sonrasında gemcitabine (gemzar) veya 5-FU ile birlikte uygulanan kemoterapi tedavisi ise kanserin tekrar etmesini 6 ay kadar geciktirebilmektedir. Bölgesel olarak ilerlemiş: Pankreas kanseri bölgesel olarak ilerlemiş ancak uzak organlara sıçramamıştır. Eğer hasta cerrahi müdahaleye uygun değilse hastanın kliniğine göre müdahaleler yapılır. Safra kanalı tıkanıklığı var ise stent yerleştirilebilir. Kanserin tıkadığı bağırsak alanı var ise bypass ile mide ile ince bağırsak arasında yeni bir yol açılır.Metastatik (geniş alana yayılmış): Pankreas kanseri karın içine, karaciğere, akciğere, kemiklere ve beyne sıçramış ise tek başına radyoterapi veya cerrahi müdahale yeterli olmaz. Yayılmış pankreas kanseri için standart tedavi yöntemlerinden birisi, kemoterapi tedavisidir. Bu tedavi, kanseri küçülterek hastanın yaşam süresini uzatır.Nüks (tekrarlayan) Pankreas Kanseri: Pankreas kanseri ameliyatı sonrası aynı bölgede yakında ya da yakınında tekrarlayan kansere nüks denir. Eğer kanser uzakta bir bölgede nüks edecekse bu öncelikle karaciğerde ortaya çıkar. Ekzokrin pankreas kanseri tekrarladığında, metastatik kanserde uygulanan tedavinin aynısı planlanır ve hastaya, kemoterapi tedavisi uygulanır.Nöroendokrin Pankreas Kanseri (Pnet)Rezektabl (cerrahi müdahaleye uygun): Ameliyat yapılabiliyorsa tümörün türüne, büyüklüğüne ve pankreasta bulunduğu yere göre uygun görülen ameliyat tekniği belirlenerek opere edilir. Tümörün evresinin ve tam yerinin tespiti için ameliyat öncesi laparoskopi uygulaması yapılabilir.Anrezektabl (cerrahi müdahaleye uygun olmayan): Nöroendokrin pankreas tümörleri genellikle yavaş büyür. Bu tümörlerde endokrin kanseri görüntülemesi denilen moleküler görüntüleme yöntemlerinden olan Galyum 68 DOTATOC yöntemi kullanılır ve tümör incelenebilir. Tedavide iki yöntem bir arada uygulanır. Tümörden salgılanan hormonun yol açtığı sorunları yok etmek için hastaya proton pompa inhibitörü isimli asit salgısı azaltıcı mide ilaçları verilir. Sonrasında ise tümörü geriletmeye yönelik kemoterapi, akıllı ilaç uygulaması ve/veya hedeflenmiş radyoizotopların uygulaması uygulanır.Pankreas Kanseri ile İlgili Sık Sorulan SorularPankreas nedir ve pankreas nerede bulunur?Pankreas, midenin arkasında ve ince bağırsağın yanında yer alan 15 santimetre uzunluğunda bir bezdir. Pankreasın kuyruğu vücudun sol tarafına, dalağa yakın bir yere kadar uzanır. Pankreas bezi, kan şekerini kontrol ederek hormonları ve sindirime yardımcı olan enzimleri üretilmesine yardımcı olur. Pankreas kanseri nasıl anlaşılır?Pankreas kanseri, pankreas dokularında anormal hücre büyümesi sonucu oluşan bir kanser türüdür. Pankreas kanserinde görülen ilk belirtiler sarılık, koyu renkli idrar, açık renkte ya da grip renkte yağlı dışkı, ciltte kaşıntı, iştahsızlık ve kilo kaybı, karın ya da sırt ağrısı, mide bulantısı, kusma ve kan şekerinin yükselmesidir.Pankreas kanseri ultrasonda çıkar mı?Pankreas kanseri karın ultrasonu, MRI, BT, PET taraması gibi yöntemlerle saptanabilir.Pankreas kanseri ilk nereye metastaz yapar?Pankreas kanserinde evre 4'te uzak organlara metastaz yapabilir. Kanser öncelikle karnın içinde ve karaciğerde yayılabilir. Sonra akciğer ve kemiklere sıçrayabilir. Pankreas kanseri kimlerde görülür?Pankreas kanseri riski sigara içenlerde, diyabet hastalarında, pankreasın kronik iltihabı, aile öyküsü, obezite, ileri yaş, kötü beslenmesi olan kişilerde daha sık görülebilir.Pankreas kanseri öldürür mü?Pankreas kanseri, genelde geç fark edildiği için en tehlikeli kanser türleri arasında yer alır. Erken teşhis hastaların yaşam ömrünü uzatır.Pankreas kanseri atlatılır mı?Pankreas kanseri erken teşhis edildiğinde, tedavi edilebilir bir hastalıktır.Pankreas kanserinde whipple ameliyatı nasıl olur?Pankreas kanserinde Whipple ameliyatı, pankreas başı, safra yolları ve 12 parmak bağırsağı tümörlerinde hayat kurtarıcı bir ameliyattır. Whipple ameliyatı birbirine yakın ve bağlı olan 3 organda meydana gelen tümörlerde o bölgeyi komple temizlemek için idealdir. Pankreas kanserinde radyoterapi işe yarar mı?Pankreas kanseri tedavisinde en sık kullanılan radyoterapi türü external-beam radyoterapidir. Genellikle kemoterapi ile radyasyon tedavisi daha etkili olacağı için aynı anda uygulanır. Kemoterapi ve radyoterapinin aynı anda uygulanması pankreas tümörlerimim küçülmesine ve yok olmasına yardımcı olabilir.Pankreas kanseri tedavisi sonrası süreç nasıldır?Pankreas kanseri ameliyatı, genel cerrahinin en büyük ameliyatlarından biridir. Bu ameliyatlar sonrasında bazı kişilerin şeker tüketimini azaltması gerekebilir. Ameliyat sonrası hastanın doktorun tavsiyelerine uyması gerekir. Tedavi hastanın durumuna, hastalığın evresine göre değişir. Tedavide kemoterapi, radyoterapi de gerekebilir. Tedavi bitiminde hekimler belirli aralıklarla hastayı görmek isteyecektir. Bu randevulara sadık kalınmalıdır. Doktorlara, mutlaka nasıl rahatsızlıklar yaşandığı ayrıntılı şekilde anlatılmalıdır. Kontrollerde çeşitli tetkikler istenebilir. Bazen tedavi bittikten sonra yan etkiler görülebilir. Bazen kansere bağlı olarak kilo verme durumu ortaya çıkabilir. Bu nedenle hekimler çeşitli besin takviyeleri veya yeni beslenme alışkanlıkları edinmeyi isteyebilir.Pankreas kanserinde iyileşme belirtileri nelerdir?Pankreas kanseri tedavisinde çok önemli bir seçenek olan Whipple ameliyatı sonrası yaklaşık 6 aylık süre içinde hastan iyileşerek normal yaşantısına dönebilir. Geçen 10 yıllık süreçte pankreas kanseri teşhisi konulmuş hastalarda bir seçenek olarak düşünülmeyen cerrahi, günümüz koşullarında pek çok farklı yöntem ile hastalar için önemli bir alternatif durumundadır.İleri görüntüleme yöntemleri sayesinde, hastanın ameliyat şansının olup olmadığı önceden belirlenerek uygun tedavi yapılmaktadır. Yine, açık olarak uygulanan ve vücutta büyük kesilere yol açan cerrahiler nedeniyle uzayan iyileşme süreleri de laparoskopik (kapalı) ve robotik cerrahiler sayesinde yerini, estetik kaygıların ortadan kalktığı normal yaşama daha hızlı dönüşe bırakmıştır. Cerrahi sonrası iyileşmenin hızlı olması, hastaların gerekli olabilecek ek tedavileri de daha çabuk alabilmesine olarak tanımaktadır.Bu sayede, pankreas kanserinin varlığına işaret ve en çok görülen on belirti; yoğun bulantı, iştahsızlık, istemsiz kilo kaybı, idrar renginde koyulaşma, mide çıkışında tıkanıklık, yavaş gelişen sarılık, sırta vuran ağrı, ishal, diyabet ve depresyon gibi belirtiler de tedavi sonrasında ortadan kalkmaktadır.
Pankreas Kanseri Nedir?Pankreas kanseri, pankreas bezindeki hücrelerin anormal ve kontrolsüz büyüyüp çoğalması ile başlayan agresif bir kanser türüdür. Koyu renkli idrar, soluk renkli dışkı, bulantı, kusma, şişkinlik ve hazımsızlık, iştah kaybı ve diyabet hastalığının başlaması pankreas kanserinin belirtileridir.Ekzokrin ve endokrin adı altında iki temel görevi olan pankreasın, bu görevlerini yerine getirmesini sağlayan iki ayrı hücre grubu bulunur. Ekzokrin sindirime yardımcı olan özsuyu salgılayıp, ince bağırsağa iletir. Böylece besinlerde bulunan karbonhidrat, protein ve yağlar ayrıştırılır ve enerji olarak depolanır. Endokrin fonksiyonu ise glikojen ve insülin hormonları salgılayarak kandaki glikozu belli bir seviyede tutmaya çalışır.Pankreas Kanseri Türleri Nelerdir?Pankreas kanseri; ender rastlanan bir tür olan ve hormon üreten hücrelerde ortaya çıkan “nöroendokrin” veya “adacık hücre” ile daha sıklıkla görülen ve pankreas özsuyunu taşıyan kanallarda oluşan ‘’ekzoktrin’’ adlı türlerden oluşmaktadır.Ekzoktrin pankreas kanserinin de kistik tümörler ve asinar hücre türleri, daha ender olarak kendini göstermektedir.Pankreas ve safra kanalının onikiparmak bağırsağı ile birleştiği yerde kendini gösterebilen “Ampulla Vateri” tümörleri de cerrahi sürece kadar pankreas kanserinden farklı olarak değerlendirilmeyen bir türdür.Pankreas Kanseri Evreleri Nelerdir?Kanserli hücreler vücudu içerisine doku, lenf sistemi ve kan yolu aracılığı ile yayılır. Kanser hücreleri ana tümörden koparak kan damarları ya da lenf kanalları yolu ile vücudun başka bölümlerine geçebilir ve farklı tümörler oluşturabilir. Bu duruma metastaz denir. İkincil ya da metastatik tümörler ana tümör ile aynı özelliklere sahiptirler. Pankreas kanseri evrelerini görüntüleme testleri kullanarak tespit etmek zordur. Bu nedenle cerrahi müdahale öncesinde kanserli tümörün tümünün alınıp alınmayacağı kararı çok önemlidir. Pankreas kanseri evrelerini bu şekilde açıklayabiliriz;Evre 0 (başlangıç evresi): Bu evrede yayılma yoktur. Ve pankreas kanseri sadece tek katman hücrelerle sınırlıdır. Pankreas kanseri, görüntüleme testlerinde ne de çıplak gözle görülebilir.Evre I: Bu evrede kanser bölgesel olarak büyüme gösterir. Pankreas kanseri, pankreasla sınırlıdır.Evre II: Pankreas kanseri, pankreas dışında büyür veya lenf bezlerinin yakınına yaklaşır.Evre III: Bu evrede pankreas kanseri daha geniş yayılma gösterir. Tümör, yakınındaki ana damarlara, lenf bezlerine veya sinirlere yayılır ancak metastaz göstermez.Evre IV: Bu evrede pankreas kanseri, karaciğer gibi uzak organlara yayılım yapar.Pankreas Kanseri Neden Olur?Pankreas kanseri ise pankreasta bulunan hücrelerin kontrolsüz şekilde çoğalmaya başlamasıyla meydana gelir. Genel olarak hastalığın neden bilinmese de obezite ve sigara kullanan kişilerde görülür. Çoğunlukla pankreas kanseri pankreas kanallarını çevreleyen ekzokrin hücrelerin bulunduğu bölgede oluşmaya başlar. Bu bölgede başlayan pankreas kanseri adenokarsinom olarak da bilinen ekzokrin tümörüdür. Pankreas kanserinin çok daha nadir rastlanılan türü endokrin tümörü ise adacık hücrelerinde başlamaktadır.Pankreas Kanseri Belirtileri Nelerdir?Pankreas kanseri göz akı veya cilt renginde sarılık, ciltte kaşıntı, idrar renginde koyulaşma ve dışkı renginde açıklık, mide bulantısı ve kusma, iştahsızlık, kilo kaybı, üst karın ve sırt ağrısı ile şişkinlik ve hazımsızlık gibi belirtilere neden olur.Genel olarak pankreas kanserinde görülen yaygın belirtiler şunlardır:Pankreas kanseri ilk evrelerinde belirti vermeden ilerleyebilir. Belirti vermeye başladığında çoğu zaman hastalık ilerlemiştir.Pankreas kanseri 1.evre belirtileri nelerdir?Pankreas kanseri, erken evrede oluşan ilk belirtileri, sırt ağrısı, karında ağrı, sarılık, hızlı kilo kaybı ve iştahsızlık şeklindedir. Bunun yanında hazımsızlık sorunları, şişkinlik ve kusma görülebilir.Pankreas Kanseri Risk Faktörleri Nelerdir?Pankreas kanseri risk faktörleri arasında aşırı kilo, yüksek kolesterol, diyabet, kronik pankreas iltihabı ve enfeksiyonlar yer alır. Sigara ve genetik faktörler kanser oluşumunda en önemli risk faktörleri olarak kabul edilmektedir.Pankreas kanserinin bilinen en risk faktörleri şöyle sıralanabilmektedir;Pankreas Kanseri Nasıl Teşhis Edilir?Pankreas kanserinde tanının erken konulması, çok kolay olmayabilir. Çünkü pankreas kanserinin erken evrelerinde herhangi bir belirti ve bulguya rastlanmaz. Pankreas kanseri belirtilerinin pek çok hastalık belirtisine benzemesi ve pankreasın mide, ince bağırsak, karaciğer gibi organların arkasında saklanmış olması da erken tanı konulamamasında etkilidir.Pankreas kanseri tanısı genellikle çeşitli testler yardımı ile pankreas ve etrafının detaylı görüntülenmesi ile konur. Kanser hücrelerinin pankreas içine ve dışına ne derece yayıldığını belirlenmesine (kanserin yayılma durumu) evreleme denir. Evreleme için radyolojik görüntüleme yöntemleri kullanılır. Pankreas kanserinde doğru bir tedavi planı için erken teşhisle beraber kanser evresi çok önemlidir.Pankreas kanseri tanısı koyabilmek için uygulanan testleri aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz;Pankreas Kanseri TedavisiPankreas kanserinin tedavisi genellikle whipple ameliyatı ya da pankreatektomi olarak bilinen pankreasın bir kısmının veya tamamının çıkarılmasını içeren cerrahi işlem, radyasyon tedavisi, kemoterapi, hedefli tedavi ve kemoradyasyon tedavisi yöntemlerini içerir. Pankreas kanseri tedavisi gastroenteroloji, cerrahi, tıbbi onkoloji, radyasyon onkolojisi, girişimsel radyoloji ve birçok diğer alanda uzmanlaşmış doktorların tümü ile birlikte uygulanır.Pankreas kanserli hastaların çoğu uzak organlara erken kanser yayılımı veya yaygın lokal tutulum nedeni ile tedavi edici cerrahiye aday değildir. Bu hastalara, sarılık gibi tıkayıcı semptomları ve ağrıyı giderici, yaşam süresini uzatmayan ancak daha rahat bir dönem geçirtmeyi amaçlayan cerrahi girişimler yapılır.Kanser yayılmışsa ve çıkarılamıyorsa yaşam kalitesini artırmak ve semptomları azaltmak için safra yolu ve mide bypass'ı ile endoskopik stent yöntemleri ile palyatif cerrahi de uygulanabilmektedir.Pankreas kanseri ameliyatıPankreas kanseri tedavisinde cerrahi olarak yararlanılan yöntemler pankreasın tamamını, midenin bir kısmını, ince bağırsağın bir kısmını, safra kanalı ve safra kesesini ve yakındaki lenf düğümlerini çıkarmak için total pankreatektomi ya da pankreasın gövdesi ve kuyruğunun çıkarıldığı distal pankreatektomi yöntemi kullanılmaktadır. Ayrıca whipple ameliyatı oalrak bilinen safra kesesi, midenin bir kısmı, ince bağırsağın bir kısmı ve pankreasın başını çıkarmakta yine pankreas kanserinde uygulanan cerrahi yöntemlerdendir.Pankreas kanserinde radyoterapiPankreas kanseri tedavisinde en sık kullanılan radyoterapi türü external-beam radyoterapidir. Genellikle kemoterapi ile radyasyon tedavisi daha etkili olacağı için aynı anda uygulanır. Kemoterapi ve radyoterapinin aynı anda uygulanması pankreas tümörlerimim küçülmesine ve yok olmasına yardımcı olabilir.Pankreas kanserinde kemoterapiPankreas kanseri hücrelerinin büyümesini ve bölünmesini durdurmak amacıyla kemoterapi yani ilaç tedavisi yapılmaktadır. Pankreas kanserinde hedefe yönelik tedaviPankreas kanserinde hedefe yönelik tedavi; kanserin belirli genleri, proteinler ya da kanserin büyüme ve hayatta kalmasına katkıda bulunan doku ortamını hedefleyen bir tedavi yöntemidir.Pankreas kanserinde nanoknife tedavisiPankreas kanserinde ameliyat şansı olmayan hastalar için önemli bir seçenek nanoknife ablasyon tedavisidir. Damar, sinir ve bağırsak gibi dokularda hasar bırakmadan tümörün yok edilmesine yönelik bir işlemdir. Yöntemin en önemli kullanım alanlarından biri olan pankreas kanserinde en uygun hasta grubu, uzak metastazı olmayan ancak çevredeki damarlar tutulduğu için ameliyat olamayan hastalardır. Lokal-ileri evre olarak adlandırılan bu grup hastalarda nanoknife, tutulan damarlara zarar vermeden çevredeki tümör dokusunu öldürebilir ve hastaları yeniden ameliyata uygun hale getirebilir, ya da tümörü küçülterek sağ kalım süresini artırabilir.Pankreas kanserinin tedavi şeklinin belirlenmesinde, hastalığın evresi çok önemli bir yer tutmaktadır.Rezektabl (cerrahi müdahaleye uygun, ameliyat edilebilir): Pankreas kanserinde tümör alınabilir durumda ise, pankreas kanserini iyileştirmek için tek çözüm yöntemi olan cerrahi yöntem uygulanmalıdır. Cerrahi yöntem ile tümör alınsa da çoğu zaman pankreas kanseri tekrarlayabilir. Pankreas ameliyatı sonrasında gemcitabine (gemzar) veya 5-FU ile birlikte uygulanan kemoterapi tedavisi ise kanserin tekrar etmesini 6 ay kadar geciktirebilmektedir. Bölgesel olarak ilerlemiş: Pankreas kanseri bölgesel olarak ilerlemiş ancak uzak organlara sıçramamıştır. Eğer hasta cerrahi müdahaleye uygun değilse hastanın kliniğine göre müdahaleler yapılır. Safra kanalı tıkanıklığı var ise stent yerleştirilebilir. Kanserin tıkadığı bağırsak alanı var ise bypass ile mide ile ince bağırsak arasında yeni bir yol açılır.Metastatik (geniş alana yayılmış): Pankreas kanseri karın içine, karaciğere, akciğere, kemiklere ve beyne sıçramış ise tek başına radyoterapi veya cerrahi müdahale yeterli olmaz. Yayılmış pankreas kanseri için standart tedavi yöntemlerinden birisi, kemoterapi tedavisidir. Bu tedavi, kanseri küçülterek hastanın yaşam süresini uzatır.Nüks (tekrarlayan) Pankreas Kanseri: Pankreas kanseri ameliyatı sonrası aynı bölgede yakında ya da yakınında tekrarlayan kansere nüks denir. Eğer kanser uzakta bir bölgede nüks edecekse bu öncelikle karaciğerde ortaya çıkar. Ekzokrin pankreas kanseri tekrarladığında, metastatik kanserde uygulanan tedavinin aynısı planlanır ve hastaya, kemoterapi tedavisi uygulanır.Nöroendokrin Pankreas Kanseri (Pnet)Rezektabl (cerrahi müdahaleye uygun): Ameliyat yapılabiliyorsa tümörün türüne, büyüklüğüne ve pankreasta bulunduğu yere göre uygun görülen ameliyat tekniği belirlenerek opere edilir. Tümörün evresinin ve tam yerinin tespiti için ameliyat öncesi laparoskopi uygulaması yapılabilir.Anrezektabl (cerrahi müdahaleye uygun olmayan): Nöroendokrin pankreas tümörleri genellikle yavaş büyür. Bu tümörlerde endokrin kanseri görüntülemesi denilen moleküler görüntüleme yöntemlerinden olan Galyum 68 DOTATOC yöntemi kullanılır ve tümör incelenebilir. Tedavide iki yöntem bir arada uygulanır. Tümörden salgılanan hormonun yol açtığı sorunları yok etmek için hastaya proton pompa inhibitörü isimli asit salgısı azaltıcı mide ilaçları verilir. Sonrasında ise tümörü geriletmeye yönelik kemoterapi, akıllı ilaç uygulaması ve/veya hedeflenmiş radyoizotopların uygulaması uygulanır.Pankreas Kanseri ile İlgili Sık Sorulan SorularPankreas nedir ve pankreas nerede bulunur?Pankreas, midenin arkasında ve ince bağırsağın yanında yer alan 15 santimetre uzunluğunda bir bezdir. Pankreasın kuyruğu vücudun sol tarafına, dalağa yakın bir yere kadar uzanır. Pankreas bezi, kan şekerini kontrol ederek hormonları ve sindirime yardımcı olan enzimleri üretilmesine yardımcı olur. Pankreas kanseri nasıl anlaşılır?Pankreas kanseri, pankreas dokularında anormal hücre büyümesi sonucu oluşan bir kanser türüdür. Pankreas kanserinde görülen ilk belirtiler sarılık, koyu renkli idrar, açık renkte ya da grip renkte yağlı dışkı, ciltte kaşıntı, iştahsızlık ve kilo kaybı, karın ya da sırt ağrısı, mide bulantısı, kusma ve kan şekerinin yükselmesidir.Pankreas kanseri ultrasonda çıkar mı?Pankreas kanseri karın ultrasonu, MRI, BT, PET taraması gibi yöntemlerle saptanabilir.Pankreas kanseri ilk nereye metastaz yapar?Pankreas kanserinde evre 4'te uzak organlara metastaz yapabilir. Kanser öncelikle karnın içinde ve karaciğerde yayılabilir. Sonra akciğer ve kemiklere sıçrayabilir. Pankreas kanseri kimlerde görülür?Pankreas kanseri riski sigara içenlerde, diyabet hastalarında, pankreasın kronik iltihabı, aile öyküsü, obezite, ileri yaş, kötü beslenmesi olan kişilerde daha sık görülebilir.Pankreas kanseri öldürür mü?Pankreas kanseri, genelde geç fark edildiği için en tehlikeli kanser türleri arasında yer alır. Erken teşhis hastaların yaşam ömrünü uzatır.Pankreas kanseri atlatılır mı?Pankreas kanseri erken teşhis edildiğinde, tedavi edilebilir bir hastalıktır.Pankreas kanserinde whipple ameliyatı nasıl olur?Pankreas kanserinde Whipple ameliyatı, pankreas başı, safra yolları ve 12 parmak bağırsağı tümörlerinde hayat kurtarıcı bir ameliyattır. Whipple ameliyatı birbirine yakın ve bağlı olan 3 organda meydana gelen tümörlerde o bölgeyi komple temizlemek için idealdir. Pankreas kanserinde radyoterapi işe yarar mı?Pankreas kanseri tedavisinde en sık kullanılan radyoterapi türü external-beam radyoterapidir. Genellikle kemoterapi ile radyasyon tedavisi daha etkili olacağı için aynı anda uygulanır. Kemoterapi ve radyoterapinin aynı anda uygulanması pankreas tümörlerimim küçülmesine ve yok olmasına yardımcı olabilir.Pankreas kanseri tedavisi sonrası süreç nasıldır?Pankreas kanseri ameliyatı, genel cerrahinin en büyük ameliyatlarından biridir. Bu ameliyatlar sonrasında bazı kişilerin şeker tüketimini azaltması gerekebilir. Ameliyat sonrası hastanın doktorun tavsiyelerine uyması gerekir. Tedavi hastanın durumuna, hastalığın evresine göre değişir. Tedavide kemoterapi, radyoterapi de gerekebilir. Tedavi bitiminde hekimler belirli aralıklarla hastayı görmek isteyecektir. Bu randevulara sadık kalınmalıdır. Doktorlara, mutlaka nasıl rahatsızlıklar yaşandığı ayrıntılı şekilde anlatılmalıdır. Kontrollerde çeşitli tetkikler istenebilir. Bazen tedavi bittikten sonra yan etkiler görülebilir. Bazen kansere bağlı olarak kilo verme durumu ortaya çıkabilir. Bu nedenle hekimler çeşitli besin takviyeleri veya yeni beslenme alışkanlıkları edinmeyi isteyebilir.Pankreas kanserinde iyileşme belirtileri nelerdir?Pankreas kanseri tedavisinde çok önemli bir seçenek olan Whipple ameliyatı sonrası yaklaşık 6 aylık süre içinde hastan iyileşerek normal yaşantısına dönebilir. Geçen 10 yıllık süreçte pankreas kanseri teşhisi konulmuş hastalarda bir seçenek olarak düşünülmeyen cerrahi, günümüz koşullarında pek çok farklı yöntem ile hastalar için önemli bir alternatif durumundadır.İleri görüntüleme yöntemleri sayesinde, hastanın ameliyat şansının olup olmadığı önceden belirlenerek uygun tedavi yapılmaktadır. Yine, açık olarak uygulanan ve vücutta büyük kesilere yol açan cerrahiler nedeniyle uzayan iyileşme süreleri de laparoskopik (kapalı) ve robotik cerrahiler sayesinde yerini, estetik kaygıların ortadan kalktığı normal yaşama daha hızlı dönüşe bırakmıştır. Cerrahi sonrası iyileşmenin hızlı olması, hastaların gerekli olabilecek ek tedavileri de daha çabuk alabilmesine olarak tanımaktadır.Bu sayede, pankreas kanserinin varlığına işaret ve en çok görülen on belirti; yoğun bulantı, iştahsızlık, istemsiz kilo kaybı, idrar renginde koyulaşma, mide çıkışında tıkanıklık, yavaş gelişen sarılık, sırta vuran ağrı, ishal, diyabet ve depresyon gibi belirtiler de tedavi sonrasında ortadan kalkmaktadır. | 13,342 |
537 | Hastalıklar | Parapleji (Omurilik Felci) | Omurilik felcine bağlı parapleji, alt ekstremite olarak tanımlanan bacaklar ve ayaklardaki kas kuvveti ile hareket kabiliyetinin tam ya da kısmen azalmasına deniyor. Kas güçsüzlüğünün yanı sıra derin tendon reflekslerinin zayıflaması ya da tamamen kaybolması da söz konusu olabiliyor. Omurilik felci genellikle trafik kazası, yüksekten düşme, sığ suya dalma, ateşli silah yaralanmaları gibi öykülerle ortaya çıkıyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’nden Prof. Dr. Ümit Dinçer, Parapleji (omurilik felci) hakkında bilgi verdi.Omurilik felcine bağlı parapleji, alt ekstremite olarak tanımlanan bacaklar ve ayaklardaki kas kuvveti ile hareket kabiliyetinin tam ya da kısmen azalmasına deniyor. Kas güçsüzlüğünün yanı sıra derin tendon reflekslerinin zayıflaması ya da tamamen kaybolması da söz konusu olabiliyor. Omurilik felci genellikle trafik kazası, yüksekten düşme, sığ suya dalma, ateşli silah yaralanmaları gibi öykülerle ortaya çıkıyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’nden Prof. Dr. Ümit Dinçer, Parapleji (omurilik felci) hakkında bilgi verdi.
Parapleji (omurilik felci) nedir?Parapleji ya da omurilik felci, alt ekstremitenin kas gücünün ve duyu fonksiyonlarının kaybı olarak tanımlanabilir. Ancak sadece kas ve duyu kaybı ile sınırlı olmayıp aynı zamanda otonomik fonksiyonlar adı verilen kişinin kendi iradesinin dışında çalışan fonksiyonlarının da etkilenmesi söz konusudur. Özetle omuriliğin herhangi bir sebeple örneğin travmalarla yaralanmaları, sinir dokusunun hastalıkları, tümörler, kanama, radyasyona maruz kalma ya da enfeksiyonlar sonucu gelişebilen hasarlanmasıyla oluşan klinik tabloya omurilik felci denmektedir.Parapleji (omurilik felci) belirtileri nelerdir?Parapleji omurilik tarafından taşınan her türlü fonksiyonun kısmi ya da tam kaybına işaret eder. Bunlardan en fazla bilinenleri; kas gücünün kısmen ya da tamamen ortadan kalkması yani hareket ettiremeyecek derece kasların felç olması, ağrı, ısı, dokunma ve pozisyon gibi duyuların kısmen ya da tamamen ortadan kalkması olarak sıralanmaktadır. Reflekslerin zayıflaması ya da tamamen kaybı söz konusu olabilir. Otonomik fonksiyonlar adı verilen bağırsak fonksiyonlarının, idrar ve gaita boşaltım fonksiyonlarının hasara uğraması şeklinde karşımıza çıkabilir. Kas ve duyu fonksiyonlarının yanı sıra idrarını yapamama, büyük abdesti yapamama ya da zor yapabilme söz konusu olabilir. Parapleji (omurilik felci) tanısı nasıl konulur?Genellikle travmaya bağlı olanlar; trafik kazası, yüksekten düşme, sığ suya dalma, ateşli silah yaralanmaları gibi öyküler bizi omurilik felci tanısına yönlendirmektedir. Yapılan muayenelerde parapleji için alt ekstremitenin yani bacakların ve ayakların hareket kabiliyetinin tam ya da kısmen azalmasıyla belirti verir. Muayene sonucu eğer omurilik felci gelişmişse buna ilişkin bulgular tespit edilebilir. Duyu fonksiyonlarının kaybı, derin tendon reflekslerinin kaybıyla tanı konulabilir. İleri görüntüleme teknikleri ile (MRI veya CT) omuriliğin devamlılığının zedelenmiş olması tanıyı güçlendirir.Parapleji (omurilik felci) tedavisi nasıldır?Eğer omurilik tamamen hasarlanmamışsa, bası altındaysa ya da omurgadaki bir kırık nedeniyle omurilik hasarı izleniyorsa öncelikle omurga diziliminin ve kırığın düzeltilmesi ve stabilizasyonu gerekecektir. Bunun ardından ilaç tedavileriyle sinir iyileşmesinin olup olmayacağı izlenir ve en erken şekilde de rehabilitasyon çalışmalarına başlanır. Parapleji rehabilitasyonu son derece komplike bir süreçtir. Kişinin yaralanmasının seviyesi, korunabilmiş olan kas kuvveti, duyuş durumu ve seviyesi, idrar ve gaita boşaltımı hasarın derecesi ile belirlenir. Ancak temelde alt taraf kas fonksiyonu kısmen korunmuş hastalarda “rehabilitasyon çalışmalarının” herhangi bir cihaz ya da yardımcı araç kullanmadan yürümeye izin verip vermeyeceği önceden değerlendirilir. Nörolojik rehabilitasyon çalışmaları ile hem kas fonksiyonları hem de otonomik fonksiyonlar rehabilite edilir. Eğer kişide yaralanma seviyesi alt lomber bölgelerde ise (daha fazla kas korunacağı için) ortezlerle, yürüme cihazlarıyla, kanadyenlerle ve bastonlarla kişinin yürümesi mümkün olabilir. Daha üst segmentlerdeki yaralanmalarda bacak ve kalça kuşağı kaslarının etkilenmesi durumunda uzun bacak yürüme cihazları ile yürümek mümkün olabilir. Ancak üst segmentlerde ve tam kopma veya ezilmenin olduğu durumlarda aktif kas hareketi ve yürüme hiç mümkün olmaya bilir ve tekerlekli iskemle kullanarak mobilizasyon gerekebilir. Ancak parapleji rehabilitasyonu sadece düz bir doğrudan ibaret değildir. Hastanın mevcut durumu çok detaylı değerlendirildikten sonra karar verilebilecek bir durumdur.Parapleji (omurilik felci) hakkında sıkça sorulan sorular Spastik parapleji nedir?Spastik parapleji, omurilik hasarına bağlı olarak gelişen “spastisite” dediğimiz tablonun yerleşmesiyle ilişkilidir. Burada özellikle ekstremite ve bazen gövde kaslarında sürekli bir kasılma, istemli gevşeyememe ve gerginlik hali söz konusudur. Bu durum eklemlerde zaman içerisinde kontraktür adı verilen tabloyu beraberinde getirebilir.Parapleji (omurilik felci) geçer mi?Omurilik yaralanması, tamamen iyileşmesi çok beklenen bir durum değildir. Kısmi veya hafif bir yaralanma varsa buralarda iyileşmeler söz konusu olabilir ancak yerleşik paraplejinin ya da ağır tabloların tamamen geçmesini ya da tamamen iyileşmesini beklemeyiz. Böyle bir durumda omurilik yaralanmasından elde kalan kas fonksiyonları ya da otonomik fonksiyonları kullanarak maksimum fonksiyonel durumu kazanmak için çaba sarf edilen bir rehabilitasyon perspektifi vardır. Dolayısıyla omurilik felci tamamen geçmez, tamamen iyileşmez. İyi bir rehabilitasyonla kişi omurilik felci de olsa kendi bağımsızlığını kazanabilir. İş hayatına dönebilir, rekreatif faaliyetlere katılabilir, toplumsal aile içi rollerini kolaylıkla üstlenebilir ancak bunların hepsi omurilik yaralanmasının seviyesi ve ağırlığı ile ilgilidir.Omurilik sinirleri kendini yeniler mi?Sinir dokuları tamamen hasarlandıktan sonra kendini yenileme kabiliyeti olmayan dokulardır. Dolayısıyla omurilik kısmen ya da tamamen koptuktan sonra kendisini yenilemesi gibi bir durum söz konusudur değildir.Omurilik hasarı iyileşir mi?Felç olmuş ya da zedelenmiş sinirlerin tamamen iyileşmesi çok beklenen bir durum değildir. Kısmi bir takım yaralanmalarda iyileşmeler söz konusu olabilir ancak ağır tabloların tamamen geçmesini ya da iyileşmesini beklemek gerçekçi bir yaklaşım olmaz.Omurga felci neden olur?Genellikle travmatiktir. En sık trafik kazası, yüksekten düşme, sığ suya dalma, ateşli silah yaralanmaları gibi öyküler paraplejiye yol açmaktadır.Parapleji hastası yürür mü?Eğer kişinin yaralanma seviyesi ve korunmuş kas miktarı yeterli ise yapılacak olan iyi bir rehabilitasyon programı ve yürüme cihazları ile hatta kanadyen ve bastonlarla, uygun kas gücü ve seviyesi varsa hiçbir yardımcı cihaz kullanmadan da yürüyebilir.
Parapleji (omurilik felci) nedir?Parapleji ya da omurilik felci, alt ekstremitenin kas gücünün ve duyu fonksiyonlarının kaybı olarak tanımlanabilir. Ancak sadece kas ve duyu kaybı ile sınırlı olmayıp aynı zamanda otonomik fonksiyonlar adı verilen kişinin kendi iradesinin dışında çalışan fonksiyonlarının da etkilenmesi söz konusudur. Özetle omuriliğin herhangi bir sebeple örneğin travmalarla yaralanmaları, sinir dokusunun hastalıkları, tümörler, kanama, radyasyona maruz kalma ya da enfeksiyonlar sonucu gelişebilen hasarlanmasıyla oluşan klinik tabloya omurilik felci denmektedir.Parapleji (omurilik felci) belirtileri nelerdir?Parapleji omurilik tarafından taşınan her türlü fonksiyonun kısmi ya da tam kaybına işaret eder. Bunlardan en fazla bilinenleri; kas gücünün kısmen ya da tamamen ortadan kalkması yani hareket ettiremeyecek derece kasların felç olması, ağrı, ısı, dokunma ve pozisyon gibi duyuların kısmen ya da tamamen ortadan kalkması olarak sıralanmaktadır. Reflekslerin zayıflaması ya da tamamen kaybı söz konusu olabilir. Otonomik fonksiyonlar adı verilen bağırsak fonksiyonlarının, idrar ve gaita boşaltım fonksiyonlarının hasara uğraması şeklinde karşımıza çıkabilir. Kas ve duyu fonksiyonlarının yanı sıra idrarını yapamama, büyük abdesti yapamama ya da zor yapabilme söz konusu olabilir. Parapleji (omurilik felci) tanısı nasıl konulur?Genellikle travmaya bağlı olanlar; trafik kazası, yüksekten düşme, sığ suya dalma, ateşli silah yaralanmaları gibi öyküler bizi omurilik felci tanısına yönlendirmektedir. Yapılan muayenelerde parapleji için alt ekstremitenin yani bacakların ve ayakların hareket kabiliyetinin tam ya da kısmen azalmasıyla belirti verir. Muayene sonucu eğer omurilik felci gelişmişse buna ilişkin bulgular tespit edilebilir. Duyu fonksiyonlarının kaybı, derin tendon reflekslerinin kaybıyla tanı konulabilir. İleri görüntüleme teknikleri ile (MRI veya CT) omuriliğin devamlılığının zedelenmiş olması tanıyı güçlendirir.Parapleji (omurilik felci) tedavisi nasıldır?Eğer omurilik tamamen hasarlanmamışsa, bası altındaysa ya da omurgadaki bir kırık nedeniyle omurilik hasarı izleniyorsa öncelikle omurga diziliminin ve kırığın düzeltilmesi ve stabilizasyonu gerekecektir. Bunun ardından ilaç tedavileriyle sinir iyileşmesinin olup olmayacağı izlenir ve en erken şekilde de rehabilitasyon çalışmalarına başlanır. Parapleji rehabilitasyonu son derece komplike bir süreçtir. Kişinin yaralanmasının seviyesi, korunabilmiş olan kas kuvveti, duyuş durumu ve seviyesi, idrar ve gaita boşaltımı hasarın derecesi ile belirlenir. Ancak temelde alt taraf kas fonksiyonu kısmen korunmuş hastalarda “rehabilitasyon çalışmalarının” herhangi bir cihaz ya da yardımcı araç kullanmadan yürümeye izin verip vermeyeceği önceden değerlendirilir. Nörolojik rehabilitasyon çalışmaları ile hem kas fonksiyonları hem de otonomik fonksiyonlar rehabilite edilir. Eğer kişide yaralanma seviyesi alt lomber bölgelerde ise (daha fazla kas korunacağı için) ortezlerle, yürüme cihazlarıyla, kanadyenlerle ve bastonlarla kişinin yürümesi mümkün olabilir. Daha üst segmentlerdeki yaralanmalarda bacak ve kalça kuşağı kaslarının etkilenmesi durumunda uzun bacak yürüme cihazları ile yürümek mümkün olabilir. Ancak üst segmentlerde ve tam kopma veya ezilmenin olduğu durumlarda aktif kas hareketi ve yürüme hiç mümkün olmaya bilir ve tekerlekli iskemle kullanarak mobilizasyon gerekebilir. Ancak parapleji rehabilitasyonu sadece düz bir doğrudan ibaret değildir. Hastanın mevcut durumu çok detaylı değerlendirildikten sonra karar verilebilecek bir durumdur.Parapleji (omurilik felci) hakkında sıkça sorulan sorular Spastik parapleji nedir?Spastik parapleji, omurilik hasarına bağlı olarak gelişen “spastisite” dediğimiz tablonun yerleşmesiyle ilişkilidir. Burada özellikle ekstremite ve bazen gövde kaslarında sürekli bir kasılma, istemli gevşeyememe ve gerginlik hali söz konusudur. Bu durum eklemlerde zaman içerisinde kontraktür adı verilen tabloyu beraberinde getirebilir.Parapleji (omurilik felci) geçer mi?Omurilik yaralanması, tamamen iyileşmesi çok beklenen bir durum değildir. Kısmi veya hafif bir yaralanma varsa buralarda iyileşmeler söz konusu olabilir ancak yerleşik paraplejinin ya da ağır tabloların tamamen geçmesini ya da tamamen iyileşmesini beklemeyiz. Böyle bir durumda omurilik yaralanmasından elde kalan kas fonksiyonları ya da otonomik fonksiyonları kullanarak maksimum fonksiyonel durumu kazanmak için çaba sarf edilen bir rehabilitasyon perspektifi vardır. Dolayısıyla omurilik felci tamamen geçmez, tamamen iyileşmez. İyi bir rehabilitasyonla kişi omurilik felci de olsa kendi bağımsızlığını kazanabilir. İş hayatına dönebilir, rekreatif faaliyetlere katılabilir, toplumsal aile içi rollerini kolaylıkla üstlenebilir ancak bunların hepsi omurilik yaralanmasının seviyesi ve ağırlığı ile ilgilidir.Omurilik sinirleri kendini yeniler mi?Sinir dokuları tamamen hasarlandıktan sonra kendini yenileme kabiliyeti olmayan dokulardır. Dolayısıyla omurilik kısmen ya da tamamen koptuktan sonra kendisini yenilemesi gibi bir durum söz konusudur değildir.Omurilik hasarı iyileşir mi?Felç olmuş ya da zedelenmiş sinirlerin tamamen iyileşmesi çok beklenen bir durum değildir. Kısmi bir takım yaralanmalarda iyileşmeler söz konusu olabilir ancak ağır tabloların tamamen geçmesini ya da iyileşmesini beklemek gerçekçi bir yaklaşım olmaz.Omurga felci neden olur?Genellikle travmatiktir. En sık trafik kazası, yüksekten düşme, sığ suya dalma, ateşli silah yaralanmaları gibi öyküler paraplejiye yol açmaktadır.Parapleji hastası yürür mü?Eğer kişinin yaralanma seviyesi ve korunmuş kas miktarı yeterli ise yapılacak olan iyi bir rehabilitasyon programı ve yürüme cihazları ile hatta kanadyen ve bastonlarla, uygun kas gücü ve seviyesi varsa hiçbir yardımcı cihaz kullanmadan da yürüyebilir. | 4,717 |
538 | Hastalıklar | Parkinson | Parkinson hastalığı, beynin harekette önemli rol oynayan substantia nigra adlı bölgesindeki dopaminerjik nöronların dejenere olması ile ortaya çıkan nörolojik bir bozukluktur. Parkinson hastalığında beyin hücrelerinin kaybı kişide hareket kontrolünü, kas kontrolünü ve dengeyi etkiler, titremelere neden olur.Parkinson hastalığı, beynin harekette önemli rol oynayan substantia nigra adlı bölgesindeki dopaminerjik nöronların dejenere olması ile ortaya çıkan nörolojik bir bozukluktur. Parkinson hastalığında beyin hücrelerinin kaybı kişide hareket kontrolünü, kas kontrolünü ve dengeyi etkiler, titremelere neden olur.
Parkinson Hastalığı Nedir?Parkinson hastalığı, dopamin seviyelerinin düşmesine neden olan beyin sinir hücre hasarının yol açtığı, elde titreme ile başlayan, kas sertliği yanı sıra denge kaybı gibi kontrolün bulunmadığı belirtiler gösteren ve yavaş ilerleyen nörolojik bir hastalıktır.Parkinson, daha çok 60 yaş üzeri kişilerde görülen, beynin ilerleyici yani dejeneratif olarak adlandırılan hastalık grupları arasında yer alır. Beyin hücreleri arasında elektriksel iletişimi sağlayan maddelerden (Nörotransmitter) birisi de dopamindir. Dopamin ile çalışan beyin bölgesi, hareketlerimizin amaca uygun yapılmasını sağlayan yani bir bakıma hareketimizin ince ayarını sağlayan bölgedir. Dopamin ile iletişim yapan hücrelerin yüzde 60-80'inin kaybıyla parkinson hastalığı ortaya çıkar. Parkinson bulguları hastalarda özellikle başlangıç döneminde farklılıklar gösterir.Parkinson Hastalığı Neden Olur?Parkinson hastalığının nedeni beyinde dopamin üretimini sağlayan hücrelerin hasar görmesi veya hücre kaybı sonucu dopamin eksilmesidir.Parkinson Belirtileri Nelerdir?Hareketin yavaşlaması, dinlenme halindeyken uzuvlarda titreme, kaslarda sertlik, duruş ve dengeyi koruyan reflekslerin bozulması, küçük adımlar ve bazen dengesiz yürüyüş, vücudun öne eğilmesi, eklemlerde ağrı, depresyon, uyku bozukluğu, akıcı ve birbiriyle uyumlu hareket edememe ile unutkanlık, Parkinson belirtileridir.Genel olarak Parkinson belirtileri şu şekilde listelenebilir: Zamanla yürürken kol sallanma hareketlerinde azalma veya kayıp Adımlarda küçülme Yürümeye başlamada zorluk Düğme iliklemek ya da açmakta zorlanma Yatakta dönme ya da otururken kalkmada güçlük Maske yüz ifadesi Alçak ve kısık ses tonu ile konuşma El yazısında küçülme Öne doğru eğilme/kamburlaşma olabilir.Parkinson hastalığında beyinden kaynaklanan hareket bulgularından başka hareket haricinde belirti ve şikayetler de izlenir. Bunlar kabızlık, kan basıncının düşmesi, depresyon, uyku bozuklukları, huzursuz bacak sendromu ve koku duyusunun kaybıdır. Hastalığının orta ve ileri evrelerinde yürüyüş bozuklukları, denge kusurları, harekette donmalar ortaya çıkar, bunu düşmeler izleyebilir. Nadiren de olsa bazı hastalarda bu tabloya bunama da eklenir.Parkinson Hastalığında Evre Evre BelirtilerParkinson hastalığının evrelerine göre belirtileri ise şöyledir:1. Evre Belirtileri1.Evre’de belirtiler hafif ve tek taraflı olarak işler. Hafif titremeler, mimiklerde değişiklik, yürüyüş bozuklukları kişi fark etmese de kişinin etrafındakiler tarafından anlaşılabilir.2. Evre BelirtileriBu evrede yürüyüş ve duruş etkilendiğinden gözle görülür bir farklılık bulunur. Bunun yanında titremede de devam eder.3. Evre BelirtileriKişinin vücudunda belirgin bir şekilde yavaşlama ya da dengesizlik gelişir. Düşmeler görülebilir. Bunun yanında işlev bozuklukları oluşabilir.4. Evre BelirtileriBu evrede bütün belirtiler şiddetli bir şekilde görülür. Hasta güçlükle yürümeye başlar. Hareketlerdeki yavaşlık devam eder. Bu evrede kişinin destek alması önemlidir. Diğer evrelere göre titremede azalma olabilir.5. Evre BelirtileriBu evrede tekerlekli sandalye kullanımına yönelik bağımlılık oluşabilir. Kişi bakıma ihtiyaç duyabilir.Parkinson Hastalığına Yakalanma Riskleri Nelerdir?Erkeklerde kadınlara oranla daha sık görülen Parkinson hastalığının oluşma sürecinde birçok risk faktörü yer alabilir. Bu faktörler şöyle sıralanır: 60 yaş ve üstü kişiler Aile geçmişinde Parkinson hastalığı bulunanlar Pestisit gibi bazı kimyasal maddeler maruz kalanlar Boks sporuyla ilgilenen kişilerde Diyabet hastalığı bulunanlar Sigara ve kafein tüketimi yapanlarda da Parkinson hastalığı görülme riski bulunur.Parkinson Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Parkinson tanısı, hastanın klinik hikayesi ve nörolojik muayene ile konulur. Bazı ilaçların Parkinsonizm adı verilen Parkinson hastalığını taklit eden yan etkileri olabileceği daima akılda tutulmalıdır. Kan biyokimyası ve MR görüntülemenin de tanısal değerleri vardır.Günümüzde Dat-Scan yöntemiyle de erken dönemde dahi parkinson teşhisi konulabilmektedir. Son yıllarda geliştirilen bu teknik ile erken teşhisi oldukça kolaylaştırmıştır. Sınırlı sayıdaki merkezlerde Sağlık Bakanlığı onayı ile 2018 yılından itibaren Türkiye’de bu yöntem kullanılmaktadır. Dat-Scan dopamini radyoaktif madde ile işaretleyerek beyinde aktif kalan dopamin hücrelerinin gösteren bir görüntüleme yöntemidir.Parkinsonun normal yaşlanma ile ortaya çıkan yavaşlama ya da farklı hastalıklar nedeniyle mi olduğu yeni tarama yöntemi DAT Scan sayesinde daha kolay anlaşılabilir. Ayrıca DAT Scan yöntemiyle Parkinson hastalığının seyri yani yavaş mı yoksa hızlı mı seyredeceği üzerine tahminlerde bulunulabilir.Parkinson Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?Parkinson tedavi seçeneklerinde öncelikli olarak ilaçlar kullanılır. İlaçlar ile beklenen yanıtın alınamadığı hastalarda veya zamanla ilaçların faydasının azaldığı durumlarda cerrahi tedavi uygulanabilir. İlaç tedavisi beyinde azalmış olan dopaminerjik geçişi artırmaya yöneliktir. Yani Parkinson ilacı dopamini artırmaya yöneliktir. Bu amaçla, beyinde dopamin miktarını artıran ilaçlar tedavide kullanılır. Ancak nedeni tam olarak bilmediğimiz bir şekilde Parkinson ilaçlarının uzun süre ve/veya yüksek dozlarda kullanımı ile hastalarda kısa süreli aşırı hareketlilik şeklinde dalgalanmalar, tam yanıtsızlık (off periyodu) ya da istemsiz hareketler (diskinezi) görülebilir.Hasta 65 yaşın altındaysa ve bunama yoksa tedaviye dopamin etkisini taklit eden ‘dopamin agonisıtleri’ ile de başlanabilir veya tedaviye ek olarak kullanılabilir. Titreme, bunama, depresyon, uyku bozukluğu şikayetleri görülürse bu şikayetler için başka bir tedavi stratejileri planlanabilir.Hastaların üçte biri ilaç tedavisi ile uzun yıllar iyi cevap alınan ve yaşamlarında önemli bir kısıtlama olmadan yaşayabilen kişilerdir. Kalan grubun bir kısmında ilaca cevap kısıtlıdır ve doz arttırıldıkça yan etkiler, zamanla da ilaca cevapsızlık görülebilir.İlaç tedavisinden fayda görmeyen hastalarda cerrahiye başvurulabilir. Özellikle son 15-20 yıldır ilaç tedavisine cevap vermeyen hastalarda, cerrahi seçenek önerilir. Amaç; beyinde hareketimizle ilgili merkezlerde azalan elektriksel uyarının göğüs duvarında cilt altına yerleştirilen birkaç cm’lik jeneratör aracılığı ile yaratılmasıdır. Kalp pili benzeri bir mantık ile düşünülebilir. Uygulamanın tıbbı adı “derin beyin stimülasyonu” dur.Parkinson Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularParkinson nasıl anlaşılır?Çoğunlukla vücudun bir tarafında hareketlerin ileri derecede yavaşlaması (bradikinezi), genellikle istirahat halindeyken görülen titreme (tremor), kasların düzensiz kasılması sonucu oluşan vücutta sertlik hissi (rijidite) ve postür bozukluklarıyla ortaya çıkan Parkinson hastalığı, vücudun bir tarafında başlar ve bulgular yıllar içinde artarak vücudun diğer tarafına da geçer.Parkinson hangi yaşlarda görülür?Parkinsonun belirtileri 40-70 yaş arasında başlamaktadır. Çok nadir olarak daha genç yaş gruplarında görülür. Genç yaş grubunda görülmesinin nedeni hemen her zaman genetiktir. Ailesinde Parkinson olan kişiler toplum geneline göre daha yüksek bir oranda hastalığa yakalanma riski taşır. Erkeklerde kadınlara göre daha sık görüldüğü bilinmektedir. Türkiye’de 300-400 bin civarında Parkinson tedavisi gören kişi vardır.Parkinson başka hastalıkla karıştırılır mı?Dopamin azalması pek çok belirtiyi beraberinde getirebilir. Kalp riti bozuklukları, çarpıntı, mide bağırsak sorunları, depresyon, aşırı uyku ve dikkat eksikliği bu belirtilerden olabilir. Ama en sık görülen bulgu olan hareket yavaşlığıyla başlayan Parkinson’da tanısal sorunlar yaşanabilir. Yaşlılığın getirdiği yavaşlıkla ya da depresyonun verdiği yavaşlık Parkinson hastalığı belirtilerinden olan hareketlerdeki yavaşlama karıştırılabilmektedir. Parkinson ile yaşlılığın getirdiği yavaşlık ve depresyonun yavaşlığını ayırt etmede DAT-Scan taraması başarılı sonuçlar alınmasını sağlamaktadır.Her el titremesi Parkinsona mı işaret eder?Hastalar bu kaygıyı sıkça yaşamakta, kendisinde el titremesi görüldüğünde hemen Parkinson olduğunu düşünerek umutsuzluğa kapılmaktadır. Her el titremesi Parkinson hastalığı anlamına gelmez.Parkinson hastalığında el titremesi nasıldır?Titreme; genellikle tek taraflı, istirahat halinde, baş ve işaret parmağının ritmik hareketi şeklinde olup (para sayma hareketi), hastalarda ilk belirti olabilmektedir. Buna ek olarak hareket esnasında eklemlerde direnç, el yazısında küçülme, hareketlerde yavaşlama, adımlarda küçülme, yürüyüş bozuklukları, öne doğru eğilme gibi durumlara da rastlanabilir.Bakla Parkinson’a iyi gelir mi?Baklanın yeşil kabukları ve yaprakları, vücutta dopamine çevrilir. Fazla miktarda yenildiğinde yüz, boyun veya uzuvlarda istem dışı oynamalar (diskineziler) ortaya çıkabilir. Böyle bir durum görüldüğünde hastanın doktoruna başvurması ve gerekli önlemlerin alınması en uygunu olacaktır.Parkinsonun ilk dönemlerinde bilinç etkilenir mi?Çok ilerleyen dönemlerde unutkanlıklar yaşanabiliyor ancak ilk evrelerde böyle sorun görülmez. Parkinson evreleri nelerdir?Parkinson aşamalı süren bir hastalıktır. Parkinson’un beş ilerleme safhası vardır denilebilir. Birinci evrede bulgular hafiftir. Mimik ve yürüme bozulmalarını hastanın ailesi fark edebilir. İkinci evrede bulgular iki tarafta da bulunur. Bu evrede duruş ve yürüyüş etkilenmiştir. Üçüncü evrede de hastada denge bozukluğu, düşmeler olur. Dördüncü evrede hasta zor da olsa yürür ancak hareketlerde yavaşlama vardır. Hasta tek başına yaşayamaz. Parkinson son evre denilen beşinci evrede ise hasta yatağa ya da tekerlekli sandalyeye bağımlı yaşarlar. Tüm hastalarda bu evreler görülmeyebilir veya geçişler bu sırayı takip etmeyebilir.Parkinson hastaları nasıl beslenmelidir?Sebze ve meyvelerden zengin, zeytinyağlı yiyecekler tüketilmelidir. Parkinson’da düşme riski olduğu için kemik erimesine karşı dikkatli olunmalıdır. Tedaviyi yapan doktor mutlaka kalsiyum ile D vitamini değerlerini ölçüp ona göre bir diyet önerisinde bulunabilir. Peynir, süt, yoğurt tüketimi bu hastalıkta kemik erimesine önlem için önemlidir. E vitamini ile ilgili Parkinson’u yavaşlattığına dair çalışmalar yapılsa da henüz kesin tutarlı bir veri yoktur. Ancak antioksidandan zengin beslenmek her durumda faydalıdır. Ayrıca B12 vitamini beyin fonksiyonları için önemlidir. B6 vitamini de Parkinson için önemli vitaminlerdendir. Bazı hastalarda yutma sorunları yaşanabilir..Parkinson hastalığında idrar kaçırma görülebilir mi?Parkinson hastalığı gibi beyin ve sinir sistemini ilgilendiren hastalıklarda, mesane kontrolü bozulabilir ve idrar kaçırma dahil tüm alt idrar yolu yakınmaları görülebilir.Parkinson hastalarında beyin pili işe yarar mı?Bu işlemde; beynin derin yapılarında yerleşmiş olan “beyin dopamin hücre çekirdeklerine” oldukça hassas bir yöntemle ince kablolar yerleştirilmekte ve göğüs duvarı bölgesine konulan bir jeneratör aracılığıyla devamlı elektriksel uyarı verilmektedir. Bu sayede, hastalık nedeniyle elektriksel aktivitesi bozulmuş olan sinir hücreleri tekrar düzene girmekte ve hastalığın belirtileri kaybolmaktadır.Parkinsonda herkese beyin pili takılabilir mi?Bu cerrahinin uygulanamayacağı durumlar çok azdır. Beyin pili takılabilmesi için öncesinde bir dizi detaylı muayene, görüntüleme ve nöro-psikiyatrik değerlendirme testlerinin yapılması ve hastanın bu tedaviye uygunluğunun gösterilmesi gerekmektedir..Parkinson için takılan beyin pili değiştirilir mi?Takılan pilin ömrü ortalama 5-6 yıl kadardır. Bu sürenin sonunda beyindeki kablolara müdahale edilmeksizin 15 dakikalık bir işlemle eski pil yenisi ile değiştirilebilmektedir.Parkinson koku kaybına neden olur mu?Parkinson gibi dejeneratif nörolojik hastalıklarda koku kaybı ilk bulgu olabilir.Parkinson genetik bir hastalık mıdır?Parkinson’da genetik bir yatkınlık söz konusudur. Ancak Parkinson genleri taşıyor olmak her zaman bu hastalığa yakalanılabileceği anlamına gelmez. Çevresel faktörler de oldukça önemlidir.
Parkinson Hastalığı Nedir?Parkinson hastalığı, dopamin seviyelerinin düşmesine neden olan beyin sinir hücre hasarının yol açtığı, elde titreme ile başlayan, kas sertliği yanı sıra denge kaybı gibi kontrolün bulunmadığı belirtiler gösteren ve yavaş ilerleyen nörolojik bir hastalıktır.Parkinson, daha çok 60 yaş üzeri kişilerde görülen, beynin ilerleyici yani dejeneratif olarak adlandırılan hastalık grupları arasında yer alır. Beyin hücreleri arasında elektriksel iletişimi sağlayan maddelerden (Nörotransmitter) birisi de dopamindir. Dopamin ile çalışan beyin bölgesi, hareketlerimizin amaca uygun yapılmasını sağlayan yani bir bakıma hareketimizin ince ayarını sağlayan bölgedir. Dopamin ile iletişim yapan hücrelerin yüzde 60-80'inin kaybıyla parkinson hastalığı ortaya çıkar. Parkinson bulguları hastalarda özellikle başlangıç döneminde farklılıklar gösterir.Parkinson Hastalığı Neden Olur?Parkinson hastalığının nedeni beyinde dopamin üretimini sağlayan hücrelerin hasar görmesi veya hücre kaybı sonucu dopamin eksilmesidir.Parkinson Belirtileri Nelerdir?Hareketin yavaşlaması, dinlenme halindeyken uzuvlarda titreme, kaslarda sertlik, duruş ve dengeyi koruyan reflekslerin bozulması, küçük adımlar ve bazen dengesiz yürüyüş, vücudun öne eğilmesi, eklemlerde ağrı, depresyon, uyku bozukluğu, akıcı ve birbiriyle uyumlu hareket edememe ile unutkanlık, Parkinson belirtileridir.Genel olarak Parkinson belirtileri şu şekilde listelenebilir:Parkinson hastalığında beyinden kaynaklanan hareket bulgularından başka hareket haricinde belirti ve şikayetler de izlenir. Bunlar kabızlık, kan basıncının düşmesi, depresyon, uyku bozuklukları, huzursuz bacak sendromu ve koku duyusunun kaybıdır. Hastalığının orta ve ileri evrelerinde yürüyüş bozuklukları, denge kusurları, harekette donmalar ortaya çıkar, bunu düşmeler izleyebilir. Nadiren de olsa bazı hastalarda bu tabloya bunama da eklenir.Parkinson Hastalığında Evre Evre BelirtilerParkinson hastalığının evrelerine göre belirtileri ise şöyledir:1. Evre Belirtileri1.Evre’de belirtiler hafif ve tek taraflı olarak işler. Hafif titremeler, mimiklerde değişiklik, yürüyüş bozuklukları kişi fark etmese de kişinin etrafındakiler tarafından anlaşılabilir.2. Evre BelirtileriBu evrede yürüyüş ve duruş etkilendiğinden gözle görülür bir farklılık bulunur. Bunun yanında titremede de devam eder.3. Evre BelirtileriKişinin vücudunda belirgin bir şekilde yavaşlama ya da dengesizlik gelişir. Düşmeler görülebilir. Bunun yanında işlev bozuklukları oluşabilir.4. Evre BelirtileriBu evrede bütün belirtiler şiddetli bir şekilde görülür. Hasta güçlükle yürümeye başlar. Hareketlerdeki yavaşlık devam eder. Bu evrede kişinin destek alması önemlidir. Diğer evrelere göre titremede azalma olabilir.5. Evre BelirtileriBu evrede tekerlekli sandalye kullanımına yönelik bağımlılık oluşabilir. Kişi bakıma ihtiyaç duyabilir.Parkinson Hastalığına Yakalanma Riskleri Nelerdir?Erkeklerde kadınlara oranla daha sık görülen Parkinson hastalığının oluşma sürecinde birçok risk faktörü yer alabilir. Bu faktörler şöyle sıralanır:Parkinson Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Parkinson tanısı, hastanın klinik hikayesi ve nörolojik muayene ile konulur. Bazı ilaçların Parkinsonizm adı verilen Parkinson hastalığını taklit eden yan etkileri olabileceği daima akılda tutulmalıdır. Kan biyokimyası ve MR görüntülemenin de tanısal değerleri vardır.Günümüzde Dat-Scan yöntemiyle de erken dönemde dahi parkinson teşhisi konulabilmektedir. Son yıllarda geliştirilen bu teknik ile erken teşhisi oldukça kolaylaştırmıştır. Sınırlı sayıdaki merkezlerde Sağlık Bakanlığı onayı ile 2018 yılından itibaren Türkiye’de bu yöntem kullanılmaktadır. Dat-Scan dopamini radyoaktif madde ile işaretleyerek beyinde aktif kalan dopamin hücrelerinin gösteren bir görüntüleme yöntemidir.Parkinsonun normal yaşlanma ile ortaya çıkan yavaşlama ya da farklı hastalıklar nedeniyle mi olduğu yeni tarama yöntemi DAT Scan sayesinde daha kolay anlaşılabilir. Ayrıca DAT Scan yöntemiyle Parkinson hastalığının seyri yani yavaş mı yoksa hızlı mı seyredeceği üzerine tahminlerde bulunulabilir.Parkinson Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?Parkinson tedavi seçeneklerinde öncelikli olarak ilaçlar kullanılır. İlaçlar ile beklenen yanıtın alınamadığı hastalarda veya zamanla ilaçların faydasının azaldığı durumlarda cerrahi tedavi uygulanabilir. İlaç tedavisi beyinde azalmış olan dopaminerjik geçişi artırmaya yöneliktir. Yani Parkinson ilacı dopamini artırmaya yöneliktir. Bu amaçla, beyinde dopamin miktarını artıran ilaçlar tedavide kullanılır. Ancak nedeni tam olarak bilmediğimiz bir şekilde Parkinson ilaçlarının uzun süre ve/veya yüksek dozlarda kullanımı ile hastalarda kısa süreli aşırı hareketlilik şeklinde dalgalanmalar, tam yanıtsızlık (off periyodu) ya da istemsiz hareketler (diskinezi) görülebilir.Hasta 65 yaşın altındaysa ve bunama yoksa tedaviye dopamin etkisini taklit eden ‘dopamin agonisıtleri’ ile de başlanabilir veya tedaviye ek olarak kullanılabilir. Titreme, bunama, depresyon, uyku bozukluğu şikayetleri görülürse bu şikayetler için başka bir tedavi stratejileri planlanabilir.Hastaların üçte biri ilaç tedavisi ile uzun yıllar iyi cevap alınan ve yaşamlarında önemli bir kısıtlama olmadan yaşayabilen kişilerdir. Kalan grubun bir kısmında ilaca cevap kısıtlıdır ve doz arttırıldıkça yan etkiler, zamanla da ilaca cevapsızlık görülebilir.İlaç tedavisinden fayda görmeyen hastalarda cerrahiye başvurulabilir. Özellikle son 15-20 yıldır ilaç tedavisine cevap vermeyen hastalarda, cerrahi seçenek önerilir. Amaç; beyinde hareketimizle ilgili merkezlerde azalan elektriksel uyarının göğüs duvarında cilt altına yerleştirilen birkaç cm’lik jeneratör aracılığı ile yaratılmasıdır. Kalp pili benzeri bir mantık ile düşünülebilir. Uygulamanın tıbbı adı “derin beyin stimülasyonu” dur.Parkinson Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularParkinson nasıl anlaşılır?Çoğunlukla vücudun bir tarafında hareketlerin ileri derecede yavaşlaması (bradikinezi), genellikle istirahat halindeyken görülen titreme (tremor), kasların düzensiz kasılması sonucu oluşan vücutta sertlik hissi (rijidite) ve postür bozukluklarıyla ortaya çıkan Parkinson hastalığı, vücudun bir tarafında başlar ve bulgular yıllar içinde artarak vücudun diğer tarafına da geçer.Parkinson hangi yaşlarda görülür?Parkinsonun belirtileri 40-70 yaş arasında başlamaktadır. Çok nadir olarak daha genç yaş gruplarında görülür. Genç yaş grubunda görülmesinin nedeni hemen her zaman genetiktir. Ailesinde Parkinson olan kişiler toplum geneline göre daha yüksek bir oranda hastalığa yakalanma riski taşır. Erkeklerde kadınlara göre daha sık görüldüğü bilinmektedir. Türkiye’de 300-400 bin civarında Parkinson tedavisi gören kişi vardır.Parkinson başka hastalıkla karıştırılır mı?Dopamin azalması pek çok belirtiyi beraberinde getirebilir. Kalp riti bozuklukları, çarpıntı, mide bağırsak sorunları, depresyon, aşırı uyku ve dikkat eksikliği bu belirtilerden olabilir. Ama en sık görülen bulgu olan hareket yavaşlığıyla başlayan Parkinson’da tanısal sorunlar yaşanabilir. Yaşlılığın getirdiği yavaşlıkla ya da depresyonun verdiği yavaşlık Parkinson hastalığı belirtilerinden olan hareketlerdeki yavaşlama karıştırılabilmektedir. Parkinson ile yaşlılığın getirdiği yavaşlık ve depresyonun yavaşlığını ayırt etmede DAT-Scan taraması başarılı sonuçlar alınmasını sağlamaktadır.Her el titremesi Parkinsona mı işaret eder?Hastalar bu kaygıyı sıkça yaşamakta, kendisinde el titremesi görüldüğünde hemen Parkinson olduğunu düşünerek umutsuzluğa kapılmaktadır. Her el titremesi Parkinson hastalığı anlamına gelmez.Parkinson hastalığında el titremesi nasıldır?Titreme; genellikle tek taraflı, istirahat halinde, baş ve işaret parmağının ritmik hareketi şeklinde olup (para sayma hareketi), hastalarda ilk belirti olabilmektedir. Buna ek olarak hareket esnasında eklemlerde direnç, el yazısında küçülme, hareketlerde yavaşlama, adımlarda küçülme, yürüyüş bozuklukları, öne doğru eğilme gibi durumlara da rastlanabilir.Bakla Parkinson’a iyi gelir mi?Baklanın yeşil kabukları ve yaprakları, vücutta dopamine çevrilir. Fazla miktarda yenildiğinde yüz, boyun veya uzuvlarda istem dışı oynamalar (diskineziler) ortaya çıkabilir. Böyle bir durum görüldüğünde hastanın doktoruna başvurması ve gerekli önlemlerin alınması en uygunu olacaktır.Parkinsonun ilk dönemlerinde bilinç etkilenir mi?Çok ilerleyen dönemlerde unutkanlıklar yaşanabiliyor ancak ilk evrelerde böyle sorun görülmez. Parkinson evreleri nelerdir?Parkinson aşamalı süren bir hastalıktır. Parkinson’un beş ilerleme safhası vardır denilebilir. Birinci evrede bulgular hafiftir. Mimik ve yürüme bozulmalarını hastanın ailesi fark edebilir. İkinci evrede bulgular iki tarafta da bulunur. Bu evrede duruş ve yürüyüş etkilenmiştir. Üçüncü evrede de hastada denge bozukluğu, düşmeler olur. Dördüncü evrede hasta zor da olsa yürür ancak hareketlerde yavaşlama vardır. Hasta tek başına yaşayamaz. Parkinson son evre denilen beşinci evrede ise hasta yatağa ya da tekerlekli sandalyeye bağımlı yaşarlar. Tüm hastalarda bu evreler görülmeyebilir veya geçişler bu sırayı takip etmeyebilir.Parkinson hastaları nasıl beslenmelidir?Sebze ve meyvelerden zengin, zeytinyağlı yiyecekler tüketilmelidir. Parkinson’da düşme riski olduğu için kemik erimesine karşı dikkatli olunmalıdır. Tedaviyi yapan doktor mutlaka kalsiyum ile D vitamini değerlerini ölçüp ona göre bir diyet önerisinde bulunabilir. Peynir, süt, yoğurt tüketimi bu hastalıkta kemik erimesine önlem için önemlidir. E vitamini ile ilgili Parkinson’u yavaşlattığına dair çalışmalar yapılsa da henüz kesin tutarlı bir veri yoktur. Ancak antioksidandan zengin beslenmek her durumda faydalıdır. Ayrıca B12 vitamini beyin fonksiyonları için önemlidir. B6 vitamini de Parkinson için önemli vitaminlerdendir. Bazı hastalarda yutma sorunları yaşanabilir..Parkinson hastalığında idrar kaçırma görülebilir mi?Parkinson hastalığı gibi beyin ve sinir sistemini ilgilendiren hastalıklarda, mesane kontrolü bozulabilir ve idrar kaçırma dahil tüm alt idrar yolu yakınmaları görülebilir.Parkinson hastalarında beyin pili işe yarar mı?Bu işlemde; beynin derin yapılarında yerleşmiş olan “beyin dopamin hücre çekirdeklerine” oldukça hassas bir yöntemle ince kablolar yerleştirilmekte ve göğüs duvarı bölgesine konulan bir jeneratör aracılığıyla devamlı elektriksel uyarı verilmektedir. Bu sayede, hastalık nedeniyle elektriksel aktivitesi bozulmuş olan sinir hücreleri tekrar düzene girmekte ve hastalığın belirtileri kaybolmaktadır.Parkinsonda herkese beyin pili takılabilir mi?Bu cerrahinin uygulanamayacağı durumlar çok azdır. Beyin pili takılabilmesi için öncesinde bir dizi detaylı muayene, görüntüleme ve nöro-psikiyatrik değerlendirme testlerinin yapılması ve hastanın bu tedaviye uygunluğunun gösterilmesi gerekmektedir..Parkinson için takılan beyin pili değiştirilir mi?Takılan pilin ömrü ortalama 5-6 yıl kadardır. Bu sürenin sonunda beyindeki kablolara müdahale edilmeksizin 15 dakikalık bir işlemle eski pil yenisi ile değiştirilebilmektedir.Parkinson koku kaybına neden olur mu?Parkinson gibi dejeneratif nörolojik hastalıklarda koku kaybı ilk bulgu olabilir.Parkinson genetik bir hastalık mıdır?Parkinson’da genetik bir yatkınlık söz konusudur. Ancak Parkinson genleri taşıyor olmak her zaman bu hastalığa yakalanılabileceği anlamına gelmez. Çevresel faktörler de oldukça önemlidir. | 8,796 |
539 | Hastalıklar | Pelvik İnflamatuar Hastalık | Pelvik inflamatuar hastalık (PID), rahim, fallop tüpleri ve yumurtalıklar dahil olmak üzere üst üreme organlarından bir veya daha fazlasında meydana gelen enfeksiyondur. Pelvik inflamatuar hastalık genellikle cinsel yolla bulaşan bakterilerin vajinadan rahime, fallop tüplerine veya yumurtalıklara yayılmasıyla oluşur. Pelvik inflamatuar hastalığın yaygın semptomları arasında pelvik bölgede ağrı, vajinal akıntı ve enfeksiyona bağlı ateş yer alır. Tedavi ise genellikle antibiyotik ilaçların kullanımıdır.Pelvik inflamatuar hastalık (PID), rahim, fallop tüpleri ve yumurtalıklar dahil olmak üzere üst üreme organlarından bir veya daha fazlasında meydana gelen enfeksiyondur. Pelvik inflamatuar hastalık genellikle cinsel yolla bulaşan bakterilerin vajinadan rahime, fallop tüplerine veya yumurtalıklara yayılmasıyla oluşur. Pelvik inflamatuar hastalığın yaygın semptomları arasında pelvik bölgede ağrı, vajinal akıntı ve enfeksiyona bağlı ateş yer alır. Tedavi ise genellikle antibiyotik ilaçların kullanımıdır.
Pelvik İnflamatuar Hastalık Nedir?Pelvik inflamatuar hastalık, genellikle cinsel yolla bulaşan bakterilerin kadın üreme organları olan rahim, fallop tüpleri ve yumurtalıklara bulaşmasıyla ortaya çıkan bir hastalıktır. Üst üreme organlarından bir veya daha fazlasında meydana gelen enfeksiyon pelvik inflamatuar hastalığı meydana getirir.Pelvik inflamatuar hastalık, belirli bakteri türlerinin vajinadan üreme organlarına yayılmasıyla gelişir. Özellikle klamidya ve bel soğukluğu gibi cinsel yolla bulaşan hastalıkların tedavi edilmemesi sonucunda bulaşan bakteriler, pelvik inflamatuar hastalığın en temel neden olarak kabul edilir. Ancak, vajinada normal şartlarda yer alan bakteriler de hastalığa yol açabilir.Pelvik bölgede ağrı, vajinada akıntı, idrar sırasında ağrı, karın ağrısı ve enfeksiyona bağlı ateş gibi durumlar pelvik inflamatuar hastalığın en yaygın semptomlarıdır. Bu belirtilerin dışında pelvik inflamatuar hastalığın tedavi edilmemesi kişinin hamile kalmasını da zorlaştırabilir.Bu sebeple cinsel yolla bulaşan hastalıkların riskine karşı test yaptırmak ve bir hastalık söz konusu olursa tedavi olmak çok önemlidir.Pelvik İnflamatuar Hastalık Neden Olur?Pelvik inflamatuar hastalık, klamidya, bel soğukluğu veya mikoplazma genitalium gibi cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyonların neden olmasıyla meydana gelir. Bu enfeksiyonların yol açtığı bakteriler, üreme organları olan rahim, fallop tüpleri ve yumurtalıklara bulaşarak hastalığı ortaya çıkarır.Normalde, bakteriler vajinaya girdiğinde, serviksler diğer üreme organlarının daha derinine yayılmalarını engeller. Ancak, bazı enfeksiyon türleri serviksin akışını bozabilir ve işlevini sağlıklı bir şekilde yapmasını engeller. Bunun sonucunda da pelvik inflamatuar hastalık ortaya çıkabilir.Yaygın durumlarla birlikte pelvik inflamatuar hastalığa yol açabilecek faktörler şöyledir: Bel soğukluğu Klamidya Mikoplazma genitalium Düşük yapılması Pelvik cerrahi Rahim içi cihaz takılmasıPelvik İnflamatuar Hastalık Belirtileri Nelerdir?Pelvik inflamatuar hastalığın yaygın belirtileri pelvik veya alt karın bölgesinde ağrı, cinsel ilişki sırasında ağrı, idrar yaparken ağrı, vajinal akıntı, adet dönemleri arasında veya cinsel ilişki sonrası kanama ve enfeksiyona bağlı ateştir.Pelvik inflamatuar hastalık genellikle şu belirtilerle ortaya çıkar: Pelvik veya alt karın bölgesinde ağrı Cinsel ilişki sırasında ağrı İdrar yaparken yanma ve ağrı görülmesi Kötü kokulu vajinal akıntı Adet dönemleri arasında veya cinsel ilişki sonrası kanama Adet döneminin ağrılı geçmesi Enfeksiyona bağlı titreme ve ateş Mide bulantısı ve kusmaBunların dışında pelvik inflamatuar hastalığın bazı vakalarda daha şiddetli semptomlar göstermesi de söz konusudur. Özellikle alt karın ağrısının şiddetlenmesi, kusmanın artması ve ateş derecesinin yükselmesi durumunda vakit kaybetmeden doktora başvurmak gerekir.Pelvik İnflamatuar Hastalık Nasıl Teşhis Edilir?Pelvik inflamatuar hastalığın teşhis sürecinde öncelikle doktor fiziksel bir muayene yapar. Bu muayene sırasında hastaya nasıl belirtiler yaşadığı sorulur. Daha sonra pelvik bölgede bir hassasiyet veya apse durumu olup olmadığı incelenir. Sürecin akabinde vajinal akıntıdaki bakterilerin belirlenmesi için vajinal kültür testi istenir. Gerek duyulursa farklı tahlil ve testler de istenebilir.Pelvik inflamatuar hastalığın teşhisinde faydalanılan yöntemler şu şekildedir: Kan testleri Vajinal kültür Ultrason Endometriyal biyopsi LaparoskopiTam tanı için hangi yöntemin uygun olacağına doktor tarafından karar verilir. Hastalığın kesin teşhisi konulursa bu kez tedavi aşamasına geçilir.Pelvik İnflamatuar Hastalık TedavisiPelvik inflamatuar hastalığın en geçerli tedavisi ağızdan alınan antibiyotiklerdir. Doktorun reçete edeceği bu antibiyotikler sayesinde enfeksiyon iyileşmesi amaçlanır. Antibiyotik tedavisi alırken aynı zamanda hastalık iyileşene kadar cinsel ilişkiden kaçınmak da önemlidir.İlaç tedavisinin dışında pelvik inflamatuar hastalık için nadiren ameliyat gerekebilir. Ameliyat, pelvik bölgede ortaya çıkan apsenin patlaması veya antibiyotik tedavisine yanıt alınmadığı durumlarda denenebilir. Ancak öncelikli tedavi antibiyotik kullanımıdır.Pelvik İnflamatuar Hastalık Nasıl Önlenir?Pelvik inflamatuar hastalığıa sebep olan cinsel yolla bulaşan hastalıkların önlemek için cinsel ilişki sırasında korunmak çok önemlidir. Bununla birlikte doğum kontrol haplarının kullanılması ile doktor kontrolü ve cinsel yolla bulaşan hastalıkların riski için test yaptırmak da pelvik inflamatuar hastalığın önlenmesi adına alınabilecek tedbirlerdir.Pelvik İnflamatuar Hastalık Hakkında Sık Sorulan SorularPelvik inflamatuar hastalık nasıl anlaşılır?Pelvik veya alt karında ortaya çıkan ağrı, kötü kokulu vajinal akıntı ve idrar sırasında ağrı ile kendini gösteren pelvik inflamatuar hastalıkta cinsel ilişki sırasında da ağrı görülebilir. Enfeksiyona bağlı olarak yüksek ateş de belirtiler arasındadır.Pelvik inflamatuar hastalık tedavi edilmezse ne olur?Pelvik inflamatuar hastalığın tedavi edilmediği durumlarda dış gebelik, kısırlık ve kronik pelvik ağrı gibi problemler ortaya çıkabilir. Bunların oluşumunu engellemek için erken teşhis ve tedavi kritiktir.Pelvik inflamatuar hastalığa hangi bölüm bakar?Pelvik inflamatuar hastalıkların tanı ve tedavisi için Kadın Hastalıkları ve Doğum bölümü doktorlarından randevu alabilirsiniz.
Pelvik İnflamatuar Hastalık Nedir?Pelvik inflamatuar hastalık, genellikle cinsel yolla bulaşan bakterilerin kadın üreme organları olan rahim, fallop tüpleri ve yumurtalıklara bulaşmasıyla ortaya çıkan bir hastalıktır. Üst üreme organlarından bir veya daha fazlasında meydana gelen enfeksiyon pelvik inflamatuar hastalığı meydana getirir.Pelvik inflamatuar hastalık, belirli bakteri türlerinin vajinadan üreme organlarına yayılmasıyla gelişir. Özellikle klamidya ve bel soğukluğu gibi cinsel yolla bulaşan hastalıkların tedavi edilmemesi sonucunda bulaşan bakteriler, pelvik inflamatuar hastalığın en temel neden olarak kabul edilir. Ancak, vajinada normal şartlarda yer alan bakteriler de hastalığa yol açabilir.Pelvik bölgede ağrı, vajinada akıntı, idrar sırasında ağrı, karın ağrısı ve enfeksiyona bağlı ateş gibi durumlar pelvik inflamatuar hastalığın en yaygın semptomlarıdır. Bu belirtilerin dışında pelvik inflamatuar hastalığın tedavi edilmemesi kişinin hamile kalmasını da zorlaştırabilir.Bu sebeple cinsel yolla bulaşan hastalıkların riskine karşı test yaptırmak ve bir hastalık söz konusu olursa tedavi olmak çok önemlidir.Pelvik İnflamatuar Hastalık Neden Olur?Pelvik inflamatuar hastalık, klamidya, bel soğukluğu veya mikoplazma genitalium gibi cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyonların neden olmasıyla meydana gelir. Bu enfeksiyonların yol açtığı bakteriler, üreme organları olan rahim, fallop tüpleri ve yumurtalıklara bulaşarak hastalığı ortaya çıkarır.Normalde, bakteriler vajinaya girdiğinde, serviksler diğer üreme organlarının daha derinine yayılmalarını engeller. Ancak, bazı enfeksiyon türleri serviksin akışını bozabilir ve işlevini sağlıklı bir şekilde yapmasını engeller. Bunun sonucunda da pelvik inflamatuar hastalık ortaya çıkabilir.Yaygın durumlarla birlikte pelvik inflamatuar hastalığa yol açabilecek faktörler şöyledir:Pelvik İnflamatuar Hastalık Belirtileri Nelerdir?Pelvik inflamatuar hastalığın yaygın belirtileri pelvik veya alt karın bölgesinde ağrı, cinsel ilişki sırasında ağrı, idrar yaparken ağrı, vajinal akıntı, adet dönemleri arasında veya cinsel ilişki sonrası kanama ve enfeksiyona bağlı ateştir.Pelvik inflamatuar hastalık genellikle şu belirtilerle ortaya çıkar:Bunların dışında pelvik inflamatuar hastalığın bazı vakalarda daha şiddetli semptomlar göstermesi de söz konusudur. Özellikle alt karın ağrısının şiddetlenmesi, kusmanın artması ve ateş derecesinin yükselmesi durumunda vakit kaybetmeden doktora başvurmak gerekir.Pelvik İnflamatuar Hastalık Nasıl Teşhis Edilir?Pelvik inflamatuar hastalığın teşhis sürecinde öncelikle doktor fiziksel bir muayene yapar. Bu muayene sırasında hastaya nasıl belirtiler yaşadığı sorulur. Daha sonra pelvik bölgede bir hassasiyet veya apse durumu olup olmadığı incelenir. Sürecin akabinde vajinal akıntıdaki bakterilerin belirlenmesi için vajinal kültür testi istenir. Gerek duyulursa farklı tahlil ve testler de istenebilir.Pelvik inflamatuar hastalığın teşhisinde faydalanılan yöntemler şu şekildedir:Tam tanı için hangi yöntemin uygun olacağına doktor tarafından karar verilir. Hastalığın kesin teşhisi konulursa bu kez tedavi aşamasına geçilir.Pelvik İnflamatuar Hastalık TedavisiPelvik inflamatuar hastalığın en geçerli tedavisi ağızdan alınan antibiyotiklerdir. Doktorun reçete edeceği bu antibiyotikler sayesinde enfeksiyon iyileşmesi amaçlanır. Antibiyotik tedavisi alırken aynı zamanda hastalık iyileşene kadar cinsel ilişkiden kaçınmak da önemlidir.İlaç tedavisinin dışında pelvik inflamatuar hastalık için nadiren ameliyat gerekebilir. Ameliyat, pelvik bölgede ortaya çıkan apsenin patlaması veya antibiyotik tedavisine yanıt alınmadığı durumlarda denenebilir. Ancak öncelikli tedavi antibiyotik kullanımıdır.Pelvik İnflamatuar Hastalık Nasıl Önlenir?Pelvik inflamatuar hastalığıa sebep olan cinsel yolla bulaşan hastalıkların önlemek için cinsel ilişki sırasında korunmak çok önemlidir. Bununla birlikte doğum kontrol haplarının kullanılması ile doktor kontrolü ve cinsel yolla bulaşan hastalıkların riski için test yaptırmak da pelvik inflamatuar hastalığın önlenmesi adına alınabilecek tedbirlerdir.Pelvik İnflamatuar Hastalık Hakkında Sık Sorulan SorularPelvik inflamatuar hastalık nasıl anlaşılır?Pelvik veya alt karında ortaya çıkan ağrı, kötü kokulu vajinal akıntı ve idrar sırasında ağrı ile kendini gösteren pelvik inflamatuar hastalıkta cinsel ilişki sırasında da ağrı görülebilir. Enfeksiyona bağlı olarak yüksek ateş de belirtiler arasındadır.Pelvik inflamatuar hastalık tedavi edilmezse ne olur?Pelvik inflamatuar hastalığın tedavi edilmediği durumlarda dış gebelik, kısırlık ve kronik pelvik ağrı gibi problemler ortaya çıkabilir. Bunların oluşumunu engellemek için erken teşhis ve tedavi kritiktir.Pelvik inflamatuar hastalığa hangi bölüm bakar?Pelvik inflamatuar hastalıkların tanı ve tedavisi için Kadın Hastalıkları ve Doğum bölümü doktorlarından randevu alabilirsiniz. | 4,063 |
540 | Hastalıklar | Paratiroid Bezi Hastalıkları | Paratiroid bezi salgıladığı hormonlar sayesinde kandaki kalsiyum seviyesini kontrol eder. Tiroid bezinin her iki yanında bulunan paratiroit bezlerinin boyutu pirinç tanesi kadardır. Paratiroid bezlerinin fazla ya da az çalışması, kandaki kalsiyum miktarının artmasına ya da azalmasına neden olabilir. Her iki durumda da ciddi sağlık sorunları yaşanabilmektedir. İsimleri benzer olsa da, tiroid bezi ve paratiroid bezlerinin fonksiyonları birbirinden farklıdır. Paratiroit bezlerinin az çalışması hipoparatiroidi, çok çalışması ise hiperparatiroidi rahatsızlıklarına neden olur. Paratiroid bezlerinde nadir de olsa paratiroid kanseri gelişebilmektedir.Paratiroid bezi salgıladığı hormonlar sayesinde kandaki kalsiyum seviyesini kontrol eder. Tiroid bezinin her iki yanında bulunan paratiroit bezlerinin boyutu pirinç tanesi kadardır. Paratiroid bezlerinin fazla ya da az çalışması, kandaki kalsiyum miktarının artmasına ya da azalmasına neden olabilir. Her iki durumda da ciddi sağlık sorunları yaşanabilmektedir. İsimleri benzer olsa da, tiroid bezi ve paratiroid bezlerinin fonksiyonları birbirinden farklıdır. Paratiroit bezlerinin az çalışması hipoparatiroidi, çok çalışması ise hiperparatiroidi rahatsızlıklarına neden olur. Paratiroid bezlerinde nadir de olsa paratiroid kanseri gelişebilmektedir.
Memorial Ataşehir Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü’nden Doç. Dr. Ömer Uslukaya, paratiroid bezleri ve paratiroit bezi hastalıkları hakkında bilgi verdi.Paratiroid bezi nedir? Tiroid ve paratiroid bezleri fiziksel olarak birbirine yakın olmalarına ve vücudun endokrin sisteminin bir parçası olmalarına rağmen, işlevleri birbiriyle ilgisizdir. Paratiroit bezi, tiroid bezinin yakınında tipik olarak dört tanedir. Her paratiroid bezi normalde yaklaşık bir pirinç tanesi (yaklaşık 3-5 milimetre çapında ve 30 - 60 miligram ağırlığında) büyüklüğündedir. Paratiroid bezleri, kan dolaşımındaki kalsiyum seviyelerini kontrol eden paratiroid hormonunu (PTH) salgılar. Vücudun diğer bölgeleri, özellikle kemikler, böbrekler ve ince bağırsak, kandaki kalsiyum seviyelerini artırarak paratiroid hormonu PTH'ye yanıt verir.Paratiroid bezi hastalıkları nelerdir?Paratiroid bezlerinin fazla paratiroid hormonu (PTH) salgılaması ya da az PTH salgılamasına göre paratiroid hastalıkları farklılık göstermektedir. Paratiroid hormonu (PTH) , vücutta kalsiyumunun çoğunun depoladığı böbrek ve kemiğin doğrudan etkileyerek kandaki kalsiyum seviyesini düzenler. HiperparatiroidParatiroid bezleri çok fazla paratiroid hormonu (PTH) ürettiğinde ortaya çıkan durumdur. Hiperparatiroidizm sonucunda kan kalsiyum düzeyi yükselir. Hiperparatiroidizm farklı nedenlerle ortaya çıkabilmektedir. Hiperparatiroidizm nedenine göre tedavi şekli de değişmektedir. Primer hiperparatiroidizmde, bir veya daha fazla paratiroid bezinin büyümesi, paratiroit hormonunun aşırı üretimine neden olur. Primer hiperparatiroidizmin tedavisi genellikle cerrahi yöntemlerdir. Primer hiperparatiroidizm kan kalsiyum yüksekliğinin en sık nedenleri arasındadır. Kadınlarda daha sık görülür. HipoparatiroidHipoparatiroidizm, vücudun anormal derecede düşük paratiroid hormonu (PTH) ürettiği nadir bir durumdur. Kandaki kalsiyum düzeyi düşerken, fosfor değerleri artış göstermektedir. Hipoparatiroidizm tedavisi, kalsiyum ve fosfor seviyelerini eski haline getirmek için genellikle ömür boyu takviye almayı içerir. Paratiroid bezi kanseriÇok nadir görülen bir kanser türüdür. Genellikle yüksek paratiroid hormonu (PTH) seviyeleri ile birlikte görülmektedir.Paratiroid hastalıklarının belirtileri nelerdir?Paratiroid bezi hastalıkları genellikle Hiperparatiroid ve Hipoparatiroid olarak görülmektedir. Belirtileri de buna göre farklılık gösterebilmektedir.Hiperparatiroid belirtileri genel olarak şu şekilde sıralanabilir;Hiperparatiroid belirtileri farklı şekillerde ortaya çıkabilmektedir. Bazı hastalarda hiçbir belirti gözükmezken bazı hastalarda birden fazla belirti yaşanabilmektedir. Osteoporoz Yorgunluk Böbrek taşı Aşırı idrara çıkma Karın ağrısı İştahsızlık Kolay yorulma veya zayıflık Depresyon veya unutkanlık Kemik ve eklem ağrısı Belirgin bir nedeni olmayan sık sık hastalık şikayetleri Bulantı, kusma veya iştahsızlık Konsantrasyon kaybı Kas spazmları Düzensiz kalp atışı Yüksek tansiyonHipoparatiroid belirtileri genel olarak şu şekilde sıralanabilir;Hipoparatiroid belirtileri genellikle kandaki düşük kalsiyum seviyeleri ile ilişkilidir. Parestezi olarak adlandırılan, el ve ayak parmak uçları ile dudaklarda yaşanan karıncalanma Seğirmeler Kas ağrıları ve kramplar Yorgunluk Sinirli ve endişeli hissetmek Ağrılı adet dönemleri Düzensiz saç dökülmesi Tırnakların kolay kırılmaya başlaması Cilt kuruluğuParatiroid bezi hastalıklarının nedenleri nelerdir?Paratiroit hastalıklarının nedenleri hastalığın tipine göre farklılık gösterebilmektedir.Hiperparatiroid nedenleriHiperparatiroid, Primer Hiperparatiroid denilen paratiroid bezinin kendisinden kaynaklanan sorunlardan ya da sekonder Hiperparatiroid denilen paratiroid bezlerini etkileyecek başka hastalıklar nedeniyle oluşabilmektedir. Primer Hiperparatiroid nedenleri arasında paratiroid bezinde kanserli olmayan büyüme sık rastlanmaktadır. İki veya daha fazla paratiroid bezinin büyümesi yani hiperplazi Primer Hiperparatiroid hastalığı nedenleri arasındadır. Paratiroid bezi kanseri çok nadir de olsa primer hiperparatiroid hastalığı nedenleri arasındadır. Şiddetli kalsiyum veya D vitamini eksikliği sekonder paratiroid nedenleri arasındadır. Kronik böbrek yetmezliği sekonder paratiroid hastalığı nedenleri arasındadır.Hipoparatiroid nedenleriParatiroid bezlerinin yeterli paratiroid hormonu üretmediğinde ortaya çıkan Hipoparatiroid nedenleri genel olarak şu şekilde sıralanabilir; Boğaz veya boyun bölgesinden ameliyat olmak ya da radyoterapi tedavisi Otoimmün hastalıklar Kalıtsal olarak paratiroid bezleri olmadan veya düzgün çalışmayan bezlerle doğmak Düşük magnezyum seviyesiParatiroid bezi hastalıklarının teşhisi nasıl yapılır?Hiperparatiroid teşhisi ve Hipoparatiroid teşhisi için genel olarak şu şekilde yapılır; Kan testi ile kandaki kalsiyum seviyeleri değerlendirilir. Kan testinde kalsiyum seviyelerinin yanı sıra, paratiroid hormon seviyesi, kan fosfor seviyesi gibi kriterler de değerlendirilir. 24 saatlik idrar toplama tahliliyle böbreklerin çalışması değerlendirilerek idrardaki kalsiyum seviyesi belirlenir.Hiperparatiroid ve Hipoparatiroid teşhisinden sonra ikincil nedenleri dışlamak ve hastalığın derecesini belirlemek için kemik yoğunluğu testi, böbrek görüntülemesi gibi ek tetkikler de yapılabilmektedir.Paratiroid bezi hastalıklarının tedavisi nasıl yapılır?Paratiroid bezi hastalıklarının tedavisi farklılık gösterebilmektedir. Hiperparatiroid tedavisi ile Hipoparatiroid tedavisinde farklı yollar izlenebilmektedir. Hiperparatiroid tedavisiHiperparatiroid tedavisinde hastalığın derecesi tedavi planlamasını belirlemektedir. Genel olarak Hiperparatiroid tedavisi şu şekildedir;Primer Hiperparatiroid yani paratiroid bezinin kendisinden kaynaklanan sorunlarda ameliyat en sık kullanılan tedavi yöntemidir.Paratiroid ameliyatına uygun olmayan hastalarda kalsiyum seviyesini dengelemek için Kalsimimetik ilaçlar, D vitamini içeren ilaçlar veya hormon replesman ilaçları kullanılabilir. Hangi ilacın kullanılacağı ve dozajları tedavi sürecini yürüten doktor tarafından belirlenmelidir.Sekonder Hiperparatiroid tedavisinde ise altta yatan nedene bağlı olarak planlama yapılmaktadır. Sekonder Hiperparatiroid nedenleri arasında en yaygını D vitamini eksikliği ve böbrek hastalıkları gelmektedir. Neden belirlendikten sonra tedavi nedene göre şekillendirilmelidir. Hipoparatiroid tedavisiHipoparatiroid tedavisinde amaç, hipoparatiroidi sonucu ortaya çıkan belirtileri hafifletmek ve kandaki özellikle kalsiyum seviyesini normal aralıklarda tutmaktır. Bu nedenle tedavi sürecinde doktorun öngöreceği, kalsiyum, D vitamini, magnezyum ya da hormon replasman ilaçları kullanılabilir. Hipoparatiroid tedavisinde hastanın beslenme şeklinin de düzenlenmesi önemlidir.Paratiroid hastalıklar ile ilgili sık sorular sorularParatiroid bezi ameliyatı nasıl yapılır?Paratiroid bezi hastalıklarında cerrahi yöntem genellikle primer hiperparatiroid tedavisinde uygulanmaktadır. Hiperparatiroid ameliyatında genellikle büyüyen ya da tümör bulunan paratiroid bezi çıkartılmaktadır. Çok küçük bir kesi ile gerçekleştirilen ameliyatın ardından hastalar aynı gün bile taburcu edilebilmektedir.Paratiroid bezi ameliyatının riskleri nelerdir? Paratiroid bezi ameliyatlarında en dikkat edilmesi gereken konuların başında paratiroid bezinin yerinin tam olarak tespit edilmesi gelmektedir. Paratiroid bezleri ses tellerine yakın olduğu için bu konuda hassas yaklaşılmalıdır. Paratiroid bezi ameliyatından sonra hastalarda kalsiyum düşüklüğü yaşanabilmektedir. Ameliyattan hemen sonra kalsiyum eksikliğine bağlı el, ayak ve dudaklarda uyuşukluk hissedilebilmektedir. Ancak uzun vadede bu şikayetler kontrol altına alınmaktadır.Paratiroid bezi ameliyatı kaç saat sürer?Paratiroid bezi ameliyatı yaklaşık olarak 1.5 – 2 saat sürmektedir. Hastalar aynı gün ya da bir gün sonra taburcu edilmektedir.Paratiroid ameliyatı tekrarlar mı?Paratiroid ameliyatlarından sonra hastaların kalsiyum ve PTH değerleri kontrol edilmektedir. Paratiroid ameliyatlarından sonra hastaların değerlerinde nadir de olsa yükselmeler yaşanabilmektedir. Bu duruma birden fazla adenom neden olabilmektedir. 1 yıl boyunca düşük olan değerlerin yükselmesi durumunda paratiroid nüksünden bahsedilebilmektedir.Paratiroid ameliyatını hangi doktor yapmaktadır?Paratiroid ameliyatını genel cerrahi doktorları yapmaktadır. Paratiroid bezi ameliyatları özellikle ses tellerine yakın olması nedeniyle hassas cerrahilerdir. Bu bakından endokrin cerrahisi konusunda uzman olan doktorların tercih edilmesi olası riskler bakımından önemlidir.Paratiroid bezi hastalığı olanlar nasıl beslenmelidir?Hipoparatiroid hastalarının beslenmelerinde yüksek kalsiyumlu, düşük fosforlu bir diyet tavsiye edilebilmektedir.Kalsiyumdan zengin besinler Süt, peynir ve diğer süt ürünleri Brokoli, lahana ve bamya Soya fasulyesi Fındık Kuru incir Kabuklu yemişlerFosfor zengini besinler Et ve kümes hayvanları Balık Süt ve diğer süt ürünleri YumurtaHiperparatiroid hastalarının beslenmelerinde; Diyetlerinde ne kadar kalsiyum ve D vitamini aldığının takip edilmesi önemlidir. Bol sıvı tüketmek Düzenli egzersiz Sigara kullanmamak Kalsiyum seviyelerini yükselten ilaçlardan uzak durmak Hiperparatiroid hastalarının dikkat etmesi gerekenler arasındadır.Tedavi edilmeyen Hiperparatiroid nelere sebep olur?Tedavi edilmeyen Hiperparatiroid uzun vadede yaratacağı komplikasyonlar kemiklerde çok az kalsiyumun olması ve kan dolaşımında çok fazla kalsiyum bulunması bağlı sorunlara yol açabilmektedir. Hiperparatiroid komplikasyonları genel olarak şu şekilde sıralanabilir; Osteoporoz Böbrek taşı başta olmak üzere böbrek hastalıkları Kalp ve damar hastalıklarıTedavi edilmeyen Hipoparatiroid nelere sebep olur? El ve ayaklarda kramplar Kalp atışlarında düzensizlik Beyinde kalsiyum birikintisi oluşması Çocuklarda büyüme sorunları Çocuklarda zihinsel gelişim sorunları Bulanık görme Kemik ve dişlerin gelişememesi gibi komplikasyonlar hipoparatiroid hastalığında görülebilmektedir.
Memorial Ataşehir Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü’nden Doç. Dr. Ömer Uslukaya, paratiroid bezleri ve paratiroit bezi hastalıkları hakkında bilgi verdi.Paratiroid bezi nedir? Tiroid ve paratiroid bezleri fiziksel olarak birbirine yakın olmalarına ve vücudun endokrin sisteminin bir parçası olmalarına rağmen, işlevleri birbiriyle ilgisizdir. Paratiroit bezi, tiroid bezinin yakınında tipik olarak dört tanedir. Her paratiroid bezi normalde yaklaşık bir pirinç tanesi (yaklaşık 3-5 milimetre çapında ve 30 - 60 miligram ağırlığında) büyüklüğündedir. Paratiroid bezleri, kan dolaşımındaki kalsiyum seviyelerini kontrol eden paratiroid hormonunu (PTH) salgılar. Vücudun diğer bölgeleri, özellikle kemikler, böbrekler ve ince bağırsak, kandaki kalsiyum seviyelerini artırarak paratiroid hormonu PTH'ye yanıt verir.Paratiroid bezi hastalıkları nelerdir?Paratiroid bezlerinin fazla paratiroid hormonu (PTH) salgılaması ya da az PTH salgılamasına göre paratiroid hastalıkları farklılık göstermektedir. Paratiroid hormonu (PTH) , vücutta kalsiyumunun çoğunun depoladığı böbrek ve kemiğin doğrudan etkileyerek kandaki kalsiyum seviyesini düzenler.Paratiroid bezleri çok fazla paratiroid hormonu (PTH) ürettiğinde ortaya çıkan durumdur. Hiperparatiroidizm sonucunda kan kalsiyum düzeyi yükselir. Hiperparatiroidizm farklı nedenlerle ortaya çıkabilmektedir. Hiperparatiroidizm nedenine göre tedavi şekli de değişmektedir. Primer hiperparatiroidizmde, bir veya daha fazla paratiroid bezinin büyümesi, paratiroit hormonunun aşırı üretimine neden olur. Primer hiperparatiroidizmin tedavisi genellikle cerrahi yöntemlerdir. Primer hiperparatiroidizm kan kalsiyum yüksekliğinin en sık nedenleri arasındadır. Kadınlarda daha sık görülür.Hipoparatiroidizm, vücudun anormal derecede düşük paratiroid hormonu (PTH) ürettiği nadir bir durumdur. Kandaki kalsiyum düzeyi düşerken, fosfor değerleri artış göstermektedir. Hipoparatiroidizm tedavisi, kalsiyum ve fosfor seviyelerini eski haline getirmek için genellikle ömür boyu takviye almayı içerir.Çok nadir görülen bir kanser türüdür. Genellikle yüksek paratiroid hormonu (PTH) seviyeleri ile birlikte görülmektedir.Paratiroid hastalıklarının belirtileri nelerdir?Paratiroid bezi hastalıkları genellikle Hiperparatiroid ve Hipoparatiroid olarak görülmektedir. Belirtileri de buna göre farklılık gösterebilmektedir.Hiperparatiroid belirtileri genel olarak şu şekilde sıralanabilir;Hiperparatiroid belirtileri farklı şekillerde ortaya çıkabilmektedir. Bazı hastalarda hiçbir belirti gözükmezken bazı hastalarda birden fazla belirti yaşanabilmektedir.Hipoparatiroid belirtileri genel olarak şu şekilde sıralanabilir;Hipoparatiroid belirtileri genellikle kandaki düşük kalsiyum seviyeleri ile ilişkilidir.Paratiroid bezi hastalıklarının nedenleri nelerdir?Paratiroit hastalıklarının nedenleri hastalığın tipine göre farklılık gösterebilmektedir.Hiperparatiroid nedenleriHiperparatiroid, Primer Hiperparatiroid denilen paratiroid bezinin kendisinden kaynaklanan sorunlardan ya da sekonder Hiperparatiroid denilen paratiroid bezlerini etkileyecek başka hastalıklar nedeniyle oluşabilmektedir.Hipoparatiroid nedenleriParatiroid bezlerinin yeterli paratiroid hormonu üretmediğinde ortaya çıkan Hipoparatiroid nedenleri genel olarak şu şekilde sıralanabilir;Paratiroid bezi hastalıklarının teşhisi nasıl yapılır?Hiperparatiroid teşhisi ve Hipoparatiroid teşhisi için genel olarak şu şekilde yapılır;Hiperparatiroid ve Hipoparatiroid teşhisinden sonra ikincil nedenleri dışlamak ve hastalığın derecesini belirlemek için kemik yoğunluğu testi, böbrek görüntülemesi gibi ek tetkikler de yapılabilmektedir.Paratiroid bezi hastalıklarının tedavisi nasıl yapılır?Paratiroid bezi hastalıklarının tedavisi farklılık gösterebilmektedir. Hiperparatiroid tedavisi ile Hipoparatiroid tedavisinde farklı yollar izlenebilmektedir.Hiperparatiroid tedavisinde hastalığın derecesi tedavi planlamasını belirlemektedir. Genel olarak Hiperparatiroid tedavisi şu şekildedir;Primer Hiperparatiroid yani paratiroid bezinin kendisinden kaynaklanan sorunlarda ameliyat en sık kullanılan tedavi yöntemidir.Paratiroid ameliyatına uygun olmayan hastalarda kalsiyum seviyesini dengelemek için Kalsimimetik ilaçlar, D vitamini içeren ilaçlar veya hormon replesman ilaçları kullanılabilir. Hangi ilacın kullanılacağı ve dozajları tedavi sürecini yürüten doktor tarafından belirlenmelidir.Sekonder Hiperparatiroid tedavisinde ise altta yatan nedene bağlı olarak planlama yapılmaktadır. Sekonder Hiperparatiroid nedenleri arasında en yaygını D vitamini eksikliği ve böbrek hastalıkları gelmektedir. Neden belirlendikten sonra tedavi nedene göre şekillendirilmelidir.Hipoparatiroid tedavisinde amaç, hipoparatiroidi sonucu ortaya çıkan belirtileri hafifletmek ve kandaki özellikle kalsiyum seviyesini normal aralıklarda tutmaktır. Bu nedenle tedavi sürecinde doktorun öngöreceği, kalsiyum, D vitamini, magnezyum ya da hormon replasman ilaçları kullanılabilir. Hipoparatiroid tedavisinde hastanın beslenme şeklinin de düzenlenmesi önemlidir.Paratiroid hastalıklar ile ilgili sık sorular sorularParatiroid bezi ameliyatı nasıl yapılır?Paratiroid bezi hastalıklarında cerrahi yöntem genellikle primer hiperparatiroid tedavisinde uygulanmaktadır. Hiperparatiroid ameliyatında genellikle büyüyen ya da tümör bulunan paratiroid bezi çıkartılmaktadır. Çok küçük bir kesi ile gerçekleştirilen ameliyatın ardından hastalar aynı gün bile taburcu edilebilmektedir.Paratiroid bezi ameliyatının riskleri nelerdir?Paratiroid bezi ameliyatı kaç saat sürer?Paratiroid bezi ameliyatı yaklaşık olarak 1.5 – 2 saat sürmektedir. Hastalar aynı gün ya da bir gün sonra taburcu edilmektedir.Paratiroid ameliyatı tekrarlar mı?Paratiroid ameliyatlarından sonra hastaların kalsiyum ve PTH değerleri kontrol edilmektedir. Paratiroid ameliyatlarından sonra hastaların değerlerinde nadir de olsa yükselmeler yaşanabilmektedir. Bu duruma birden fazla adenom neden olabilmektedir. 1 yıl boyunca düşük olan değerlerin yükselmesi durumunda paratiroid nüksünden bahsedilebilmektedir.Paratiroid ameliyatını hangi doktor yapmaktadır?Paratiroid ameliyatını genel cerrahi doktorları yapmaktadır. Paratiroid bezi ameliyatları özellikle ses tellerine yakın olması nedeniyle hassas cerrahilerdir. Bu bakından endokrin cerrahisi konusunda uzman olan doktorların tercih edilmesi olası riskler bakımından önemlidir.Paratiroid bezi hastalığı olanlar nasıl beslenmelidir?Hipoparatiroid hastalarının beslenmelerinde yüksek kalsiyumlu, düşük fosforlu bir diyet tavsiye edilebilmektedir.Kalsiyumdan zengin besinlerFosfor zengini besinlerHiperparatiroid hastalarının beslenmelerinde;Tedavi edilmeyen Hiperparatiroid nelere sebep olur?Tedavi edilmeyen Hiperparatiroid uzun vadede yaratacağı komplikasyonlar kemiklerde çok az kalsiyumun olması ve kan dolaşımında çok fazla kalsiyum bulunması bağlı sorunlara yol açabilmektedir. Hiperparatiroid komplikasyonları genel olarak şu şekilde sıralanabilir; | 6,498 |
541 | Hastalıklar | Perianal Fistül | Perianal fistül, daha çok ofis çalışanları, bankacılar, pilotlar gibi uzun süreler oturarak çalışanlarda makat bölgesinde apse oluşumuyla meydana geliyor. Yaşam kalitesini oldukça düşüren bu inatçı hastalığın tek tedavi yolu cerrahi ancak klasik cerrahi yöntemi sonrası normal yaşama dönüş uzun ve zahmetli bir süreci beraberinde getiriyor. Son yıllarda perianal fistül tedavisinde uygulanmaya başlayan lazer yöntemi hastaya önemli konfor sunuyor.Perianal fistül, daha çok ofis çalışanları, bankacılar, pilotlar gibi uzun süreler oturarak çalışanlarda makat bölgesinde apse oluşumuyla meydana geliyor. Yaşam kalitesini oldukça düşüren bu inatçı hastalığın tek tedavi yolu cerrahi ancak klasik cerrahi yöntemi sonrası normal yaşama dönüş uzun ve zahmetli bir süreci beraberinde getiriyor. Son yıllarda perianal fistül tedavisinde uygulanmaya başlayan lazer yöntemi hastaya önemli konfor sunuyor.
Perianal fistül nedir?Perianal fistül, makat bölgesinde apse oluşumu ile ortaya çıkmaktadır. Makat bölgesinde hemoroid, fissür ve fistül olmak üzere başlıca 3 hastalık görülmektedir. Fissür ve fistül sorunları fonetik olarak benzediğinden dolayı toplumda birbiriyle çok karıştırılmaktadır. Fissür, makat zorlanmalarında çatlaklar meydana gelmesiyle oluşan geçici bir sorundur ancak fistülde makatta kriptoglandüler adı verilen apse oluşmaktadır. Perianal fistül, apsenin geliştiği salgı bezi ile apsenin boşaldığı dokuyu birbirine bağlayan küçük bir kanaldır. Büyük abdest yapımını kolaylaştırmak için salgılanan sıvı salgılanmamaktadır. Dolayısıyla büyük abdest burada apse oluşumuna sebep olmaktadır. Bu apseler zamanla ya kendi kendine patlar ve hastanın makatından sürekli akan bir iltihap görülür ya da ağrı şikayetleriyle bir uzmana danışıldığında uzman tarafından kontrollü olarak patlatılmaktadır.Belirtileri nelerdir?Perianal fistülün çeresindeki cilt dokusunda tahriş görülebilir. Makat etrafında şişlik, kızarıklık ortaya çıkabilir. Gün içinde hareket etme, oturma , öksürme, tuvalete gitme esnasında ağrı hissedilmektedir. Büyük abdest ile birlikte kan ve iltihap görülebilir. Kötü kokulu akıntı olabilir.Nedenleri nelerdir?Perianal fistül, kadın ve erkeklerde eşit oranda görülmektedir, sık görülen bir yaş aralığı yoktur. Gençlerde de yaşlılarda da görülebilir. Ancak kilolu kişilerde daha sık görüldüğü bilinmektedir. Sıcak ve nemin arttığı yaz aylarında da görülme sıklığı artmaktadır.Tanısı nasıl konulmaktadır?Perianal fistül basit ve kompleks fistül olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Tedavi seçeneğine fistülün türüne karar verilmektedir. Fistülün türü ise pelvik MR çekilerek belirlenmektedir.Tedavisi nasıldır? Yaşam kalitesini oldukça düşüren bu inatçı hastalığın tek tedavi yolu cerrahidir. Tedavi sürecinde daha önce uygulanan ameliyatlar %60-65 başarı oranları veren, ameliyat esnasında özellikle kompleks fistüllerde birçok zorlukla karşılaşılan, ameliyat sonrasında ise haftalar süren iyileşme sürecinin ağrılı, üzerine yatamama gibi problemleri barındığı ve kalıcı olarak büyük abdest tutamama riskiyle karşı karşıya bırakan zahmetli işlemlerdir. Klasik cerrahi yöntemi sonrası normal yaşama dönüş uzun ve zahmetli bir süreci beraberinde getirebilmektedir. Ayrıca klasik cerrahi yönteminde en büyük risk, ameliyat sonrası büyük abdest tutamama olarak karşımıza çıkmaktadır.Son yıllarda perianal fistül tedavisinde uygulanmaya başlayan lazer yöntemi hastaya yüksek konfor sağlamaktadır. Lazer yöntemi özellikle boyu çok fazla uzun olmayan fistüllerde oldukça yüksek başarı oranları göstermektedir. Bölgeye öncelikle enfeksiyonun boşaltılmasını sağlayan seton tedavisinin uygulanmasıyla fistül küçültülür ardından lazer uygulaması yapılmaktadır. Makat bölgesinde kullanılan lazer cihazları hemoroid için ayrı, fistül için ayrı formda üretilmiş özel makinelerdir. Lazer uygulamasında 360 derece atış yapan bu makinelerle açılan fistül kanalı yapıştırılmaktadır. Hastanın işlem sonrası aynı gün taburcu olabildiği bu yöntem, genel anestezi altında uygulanmaktadır. En büyük konfor ise klasik ameliyatlar sonrası yaşanan ağrılı sürecin ya hiç yaşanmıyor olması ya da minimum düzeyde yaşanıyor olmasıdır. Hastalar işlem sonrası iş ve sosyal yaşamlarına kısa sürede dönebilmektedir.Perianal fistül hakkında sık sorulan sorularPerianal fistül makat çevresinde benzer şikayetlere yol açan diğer hastalıklarla karışabilmektedir. Hastalar çoğunlukla sorunun hemoroid olduğunu düşünerek olduğunu düşünerek doktora başvurmaktadır. Kişi bu tip şikayetler yaşadığında vakit kaybetmeden doktora başvurmalıdır.Anal fistül tedavi sonrası tekrarlar mı?Anal fistül tedavisi sonrası hasta doktorunun önerilerine uymalı ve kontrollerini aksatmamalıdır. Aksi halde tekrarlama durumu söz konusu olabilmektedir. Tedavi için yeniden cerrahi gündeme gelmektedir.Anal Fistül kansere yol açar mı? Nadir olmakla birlikte uzun yıllar tedavi edilmeyen anal fistül sonucu makat bölgesinde tahribat nedeniyle kanser görülebilmektedir.
Perianal fistül nedir?Perianal fistül, makat bölgesinde apse oluşumu ile ortaya çıkmaktadır. Makat bölgesinde hemoroid, fissür ve fistül olmak üzere başlıca 3 hastalık görülmektedir. Fissür ve fistül sorunları fonetik olarak benzediğinden dolayı toplumda birbiriyle çok karıştırılmaktadır. Fissür, makat zorlanmalarında çatlaklar meydana gelmesiyle oluşan geçici bir sorundur ancak fistülde makatta kriptoglandüler adı verilen apse oluşmaktadır. Perianal fistül, apsenin geliştiği salgı bezi ile apsenin boşaldığı dokuyu birbirine bağlayan küçük bir kanaldır. Büyük abdest yapımını kolaylaştırmak için salgılanan sıvı salgılanmamaktadır. Dolayısıyla büyük abdest burada apse oluşumuna sebep olmaktadır. Bu apseler zamanla ya kendi kendine patlar ve hastanın makatından sürekli akan bir iltihap görülür ya da ağrı şikayetleriyle bir uzmana danışıldığında uzman tarafından kontrollü olarak patlatılmaktadır.Belirtileri nelerdir?Perianal fistülün çeresindeki cilt dokusunda tahriş görülebilir. Makat etrafında şişlik, kızarıklık ortaya çıkabilir. Gün içinde hareket etme, oturma , öksürme, tuvalete gitme esnasında ağrı hissedilmektedir. Büyük abdest ile birlikte kan ve iltihap görülebilir. Kötü kokulu akıntı olabilir.Nedenleri nelerdir?Perianal fistül, kadın ve erkeklerde eşit oranda görülmektedir, sık görülen bir yaş aralığı yoktur. Gençlerde de yaşlılarda da görülebilir. Ancak kilolu kişilerde daha sık görüldüğü bilinmektedir. Sıcak ve nemin arttığı yaz aylarında da görülme sıklığı artmaktadır.Tanısı nasıl konulmaktadır?Perianal fistül basit ve kompleks fistül olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Tedavi seçeneğine fistülün türüne karar verilmektedir. Fistülün türü ise pelvik MR çekilerek belirlenmektedir.Tedavisi nasıldır? Yaşam kalitesini oldukça düşüren bu inatçı hastalığın tek tedavi yolu cerrahidir. Tedavi sürecinde daha önce uygulanan ameliyatlar %60-65 başarı oranları veren, ameliyat esnasında özellikle kompleks fistüllerde birçok zorlukla karşılaşılan, ameliyat sonrasında ise haftalar süren iyileşme sürecinin ağrılı, üzerine yatamama gibi problemleri barındığı ve kalıcı olarak büyük abdest tutamama riskiyle karşı karşıya bırakan zahmetli işlemlerdir. Klasik cerrahi yöntemi sonrası normal yaşama dönüş uzun ve zahmetli bir süreci beraberinde getirebilmektedir. Ayrıca klasik cerrahi yönteminde en büyük risk, ameliyat sonrası büyük abdest tutamama olarak karşımıza çıkmaktadır.Son yıllarda perianal fistül tedavisinde uygulanmaya başlayan lazer yöntemi hastaya yüksek konfor sağlamaktadır. Lazer yöntemi özellikle boyu çok fazla uzun olmayan fistüllerde oldukça yüksek başarı oranları göstermektedir. Bölgeye öncelikle enfeksiyonun boşaltılmasını sağlayan seton tedavisinin uygulanmasıyla fistül küçültülür ardından lazer uygulaması yapılmaktadır. Makat bölgesinde kullanılan lazer cihazları hemoroid için ayrı, fistül için ayrı formda üretilmiş özel makinelerdir. Lazer uygulamasında 360 derece atış yapan bu makinelerle açılan fistül kanalı yapıştırılmaktadır. Hastanın işlem sonrası aynı gün taburcu olabildiği bu yöntem, genel anestezi altında uygulanmaktadır. En büyük konfor ise klasik ameliyatlar sonrası yaşanan ağrılı sürecin ya hiç yaşanmıyor olması ya da minimum düzeyde yaşanıyor olmasıdır. Hastalar işlem sonrası iş ve sosyal yaşamlarına kısa sürede dönebilmektedir.Perianal fistül hakkında sık sorulan sorularPerianal fistül makat çevresinde benzer şikayetlere yol açan diğer hastalıklarla karışabilmektedir. Hastalar çoğunlukla sorunun hemoroid olduğunu düşünerek olduğunu düşünerek doktora başvurmaktadır. Kişi bu tip şikayetler yaşadığında vakit kaybetmeden doktora başvurmalıdır.Anal fistül tedavi sonrası tekrarlar mı?Anal fistül tedavisi sonrası hasta doktorunun önerilerine uymalı ve kontrollerini aksatmamalıdır. Aksi halde tekrarlama durumu söz konusu olabilmektedir. Tedavi için yeniden cerrahi gündeme gelmektedir.Anal Fistül kansere yol açar mı? Nadir olmakla birlikte uzun yıllar tedavi edilmeyen anal fistül sonucu makat bölgesinde tahribat nedeniyle kanser görülebilmektedir. | 3,321 |
542 | Hastalıklar | Pemfigus | Pemfigus, bağışıklık sisteminin yanlışlıkla derinin üst katmanı olan epidermis tabakasına ve mukoza zarlarındaki hücrelere saldırdığı bir otoimmün hastalıktır. Cilt ve mukoza dışında ağız içi, burun, boğaz, göz ve cinsel organlarda da kabarcık ve yaralara neden olabilir. Farklı formları bulunan pemfigus hastalığının görülen en yaygın formu pemfigus vulgaris’tir. Bulaşıcı bir hastalık olmayan pemfigus, ciltte sıvı dolu şişlikler, yaralar, kabarcıklar ve kızarıklık gibi belirtilerle ortaya çıkar.Pemfigus, bağışıklık sisteminin yanlışlıkla derinin üst katmanı olan epidermis tabakasına ve mukoza zarlarındaki hücrelere saldırdığı bir otoimmün hastalıktır. Cilt ve mukoza dışında ağız içi, burun, boğaz, göz ve cinsel organlarda da kabarcık ve yaralara neden olabilir. Farklı formları bulunan pemfigus hastalığının görülen en yaygın formu pemfigus vulgaris’tir. Bulaşıcı bir hastalık olmayan pemfigus, ciltte sıvı dolu şişlikler, yaralar, kabarcıklar ve kızarıklık gibi belirtilerle ortaya çıkar.
Pemfigus Hastalığı Nedir?Pemfigus, başta deri ve mukoza olmak üzere ağız içi, burun ve boğazda da ortaya çıkıp şişlik ve bül adı verilen içi sıvı dolu kabarcıklarla karakterize olan, hücresel yıkımlara yol açan ve potansiyel olarak yaşamı tehdit eden nadir bir otoimmün hastalıktır.Derinin dış kısmı olarak bilinen epidermisi kolaylıkla etkileyebilen pemfigus hastalığı, kolayca yırtılabilen lezyonlara ve kabarcıklara neden olur.Hemen her yaş ve cinsiyette görülebilme riski bulunan pemfigus, genellikle orta yaşlı ve yaşlı kişilerde daha yaygın görülür. Kronik bir şekilde uzun süre görülebilen bir hastalık olan pemfigusun bazı türleri tedavi edilmezse hayati bir tablo ortaya çıkabilir ancak hastalık çoğunlukla ilaç tedavisiyle kontrol altına alınır.Pemfigus Neden Olur?Pemfigus hastalığı, bağışıklık sisteminin kendi derisini yabancı olarak algılaması sonucu bül olarak adlandırılan içi sıvı dolu kabarcıklar ortaya çıkarması sonucunda meydana gelir. İçi sıvı dolu kabarcıklar derinin dış kısmı olan epidermis’te ve mukus zarlarında ortaya çıkar.Bağışıklık sistemi vücuttaki mikroplara saldırmak yerine yanlışlıkla deriyi yabancı olarak algılayıp cilde saldırır. Yaşanan bu durum da cilde zarar verir ve içi sıvı dolu kabarcıkların ortaya çıkmasına yol açar.Pemfigus Çeşitleri Nelerdir?İçi sıvı dolu kabarcıkların nerede meydana geldiğine veya boyutuna göre bazı pemfigus çeşitleri söz konusudur. En yaygın pemfigus çeşidi ise pemfigus vulgaris’tir.Pemfigus çeşitleri şu şekildedir:Pemfigus vulgaris Pemfigus vulgaris, bağışıklık sisteminin cilde saldırdığı, ağızda ve ciltte kabarcıklara neden olan pemfigus hastalığının en yaygın formudur. Pemfigus vulgariste ağızda başlayan daha sonra cilt ve genital mukoza zarlarında görülen kabarcıklar meydana gelir. Kabarcıklar genelde ağrıyla karakterizedir ancak kaşıntı ortaya çıkarmaz. Ağız veya boğazdaki kabarcıklar yutmayı zorlaştırıcı bir hal alabilir.Pemfigus foliaceusPemfigus’un bir diğer türü olan pemfigus foliaceus, göğüs, sırt ve omuzlarda kabarcıklara neden olur. Kabarcıklar ağrıdan ziyade daha çok kaşıntı meydana getirir.Pemfigus vegetansPemfigus vegetans, pemfigus vulgaris’le benzerlik gösterir ancak daha kalın lezyonlarla ortaya çıkar. Bu lezyonlar genellikle kasık ve koltuk altı gibi deri kıvrımlarının bulunduğu bölgelerde oluşur.Pemfigus eritematozus (Senear-Usher sendromu)Pemfigus eritematozus, sırtın üst kısmında, göğüste, yanaklarda ve kafa derisinde kabarcıkların oluşmasına neden olan lupusla örtüşür. İçi sıvı dolu kabarcıklar oluştuğunda genellikle kırmızı ve pullu ortaya çıkar.Paraneoplastik pemfigusKanser tanısı alan kişilerde görülen en nadir pemfigus türüdür. Ağızda şiddetli kabarcıklar oluşur.Pemfigus Belirtileri Nelerdir?Pemfigus, cilt ve mukus zarları, ağız içi, burun, boğaz, göz, koltukaltı ve genital bölgelerde meydana gelen bül adı verilen içi sıvı dolu kabarcık belirtisiyle ortaya çıkar. Bu kabarcıklar kırılgandır ve patlama eğilimi göstererek kabuklu ve ağrılı yaralara yol açar. Ayrıca pemfigus hastalığı yüksek ateş ve halsizlik belirtisi de gösterebilir.Pemfigus belirtileri genel olarak şunları içerir: Ciltte içi sıvı dolu kabarcıklar Kabarcıkların patlamasıyla oluşan kabuklu ve ağrılı yaralar Ciltte meydana gelen kabuklu döküntüler Deride pembemsi kızarıklıklar Bazı yaralarda kanamalar Ciltte kaşıntı Ateş HalsizlikPemfigus Nasıl Teşhis Edilir?Fiziki muayeneyle birlikte belirtilerin incelenmesinin ardından doktor tarafından pemfigus teşhisi koyulabilir. Pemfigus hastalığının tanısı için ek olarak deri ve mukoza biyopsileri ve kan testine de başvurulabilir.Pemfigus Tedavisi Nasıl Yapılır?Pemfigus tedavisinde kullanılan başlıca ilaçlar kortikosteroidlerdir. Bu ilaç sayesinde pemfigus hastalığının tedavisindeki başarı yüzdesi oldukça artmıştır. Kortikostreoidler kullanarak ciltteki enfeksiyon ve yaraların iyileşmesi mümkündür.Pemfigus tedavisi için öncelikle enfeksiyonları önlemek ciltte meydana gelen yaraların önlenmesi amaçlanır. Ayrıca belirtilere neden olan ilaçların kullanımına ara verilir ve yaralar için özel bir bakım uygulanabilir.Pemfigus Hakkında Sık Sorulan SorularPemfigus kanser mi?Pemfigus, ciltte ve mukus zarlarında meydana gelen nadir bir otoimmün hastalıktır ancak kanser değildir.Pemfigus geçici mi?Pemfigus genellikle kronik olarak görülen bir hastalıktır kişiyi uzun süre rahatsız eder. Tedavi edildiği takdirde hasta sağlığına rahatlıkla kavuşabilir.Pemfigus kimlerde görülür?Pemfigus her yaş ve cinsiyetten insanları etkileyebilen bir hastalıktır ancak daha çok orta yaş ve yaşlı bireylerde görülür.Pemfigus tedavi edilmezse ne olur?Pemfigus, uzun süre fark edilmeyip tedavi edilmezse meydana gelen kabarcıklar ve lezyonlar ölümcül sonuçlar doğurabilir.Pemfigus genetik mi?Birçok hastalıkta olduğu gibi genetik faktörden pemfigus hastalığı için de söz edilebilir ancak hastalığa genetik neden olmaz.
Pemfigus Hastalığı Nedir?Pemfigus, başta deri ve mukoza olmak üzere ağız içi, burun ve boğazda da ortaya çıkıp şişlik ve bül adı verilen içi sıvı dolu kabarcıklarla karakterize olan, hücresel yıkımlara yol açan ve potansiyel olarak yaşamı tehdit eden nadir bir otoimmün hastalıktır.Derinin dış kısmı olarak bilinen epidermisi kolaylıkla etkileyebilen pemfigus hastalığı, kolayca yırtılabilen lezyonlara ve kabarcıklara neden olur.Hemen her yaş ve cinsiyette görülebilme riski bulunan pemfigus, genellikle orta yaşlı ve yaşlı kişilerde daha yaygın görülür. Kronik bir şekilde uzun süre görülebilen bir hastalık olan pemfigusun bazı türleri tedavi edilmezse hayati bir tablo ortaya çıkabilir ancak hastalık çoğunlukla ilaç tedavisiyle kontrol altına alınır.Pemfigus Neden Olur?Pemfigus hastalığı, bağışıklık sisteminin kendi derisini yabancı olarak algılaması sonucu bül olarak adlandırılan içi sıvı dolu kabarcıklar ortaya çıkarması sonucunda meydana gelir. İçi sıvı dolu kabarcıklar derinin dış kısmı olan epidermis’te ve mukus zarlarında ortaya çıkar.Bağışıklık sistemi vücuttaki mikroplara saldırmak yerine yanlışlıkla deriyi yabancı olarak algılayıp cilde saldırır. Yaşanan bu durum da cilde zarar verir ve içi sıvı dolu kabarcıkların ortaya çıkmasına yol açar.Pemfigus Çeşitleri Nelerdir?İçi sıvı dolu kabarcıkların nerede meydana geldiğine veya boyutuna göre bazı pemfigus çeşitleri söz konusudur. En yaygın pemfigus çeşidi ise pemfigus vulgaris’tir.Pemfigus çeşitleri şu şekildedir:Pemfigus vulgaris Pemfigus vulgaris, bağışıklık sisteminin cilde saldırdığı, ağızda ve ciltte kabarcıklara neden olan pemfigus hastalığının en yaygın formudur. Pemfigus vulgariste ağızda başlayan daha sonra cilt ve genital mukoza zarlarında görülen kabarcıklar meydana gelir. Kabarcıklar genelde ağrıyla karakterizedir ancak kaşıntı ortaya çıkarmaz. Ağız veya boğazdaki kabarcıklar yutmayı zorlaştırıcı bir hal alabilir.Pemfigus foliaceusPemfigus’un bir diğer türü olan pemfigus foliaceus, göğüs, sırt ve omuzlarda kabarcıklara neden olur. Kabarcıklar ağrıdan ziyade daha çok kaşıntı meydana getirir.Pemfigus vegetansPemfigus vegetans, pemfigus vulgaris’le benzerlik gösterir ancak daha kalın lezyonlarla ortaya çıkar. Bu lezyonlar genellikle kasık ve koltuk altı gibi deri kıvrımlarının bulunduğu bölgelerde oluşur.Pemfigus eritematozus (Senear-Usher sendromu)Pemfigus eritematozus, sırtın üst kısmında, göğüste, yanaklarda ve kafa derisinde kabarcıkların oluşmasına neden olan lupusla örtüşür. İçi sıvı dolu kabarcıklar oluştuğunda genellikle kırmızı ve pullu ortaya çıkar.Paraneoplastik pemfigusKanser tanısı alan kişilerde görülen en nadir pemfigus türüdür. Ağızda şiddetli kabarcıklar oluşur.Pemfigus Belirtileri Nelerdir?Pemfigus, cilt ve mukus zarları, ağız içi, burun, boğaz, göz, koltukaltı ve genital bölgelerde meydana gelen bül adı verilen içi sıvı dolu kabarcık belirtisiyle ortaya çıkar. Bu kabarcıklar kırılgandır ve patlama eğilimi göstererek kabuklu ve ağrılı yaralara yol açar. Ayrıca pemfigus hastalığı yüksek ateş ve halsizlik belirtisi de gösterebilir.Pemfigus belirtileri genel olarak şunları içerir:Pemfigus Nasıl Teşhis Edilir?Fiziki muayeneyle birlikte belirtilerin incelenmesinin ardından doktor tarafından pemfigus teşhisi koyulabilir. Pemfigus hastalığının tanısı için ek olarak deri ve mukoza biyopsileri ve kan testine de başvurulabilir.Pemfigus Tedavisi Nasıl Yapılır?Pemfigus tedavisinde kullanılan başlıca ilaçlar kortikosteroidlerdir. Bu ilaç sayesinde pemfigus hastalığının tedavisindeki başarı yüzdesi oldukça artmıştır. Kortikostreoidler kullanarak ciltteki enfeksiyon ve yaraların iyileşmesi mümkündür.Pemfigus tedavisi için öncelikle enfeksiyonları önlemek ciltte meydana gelen yaraların önlenmesi amaçlanır. Ayrıca belirtilere neden olan ilaçların kullanımına ara verilir ve yaralar için özel bir bakım uygulanabilir.Pemfigus Hakkında Sık Sorulan SorularPemfigus kanser mi?Pemfigus, ciltte ve mukus zarlarında meydana gelen nadir bir otoimmün hastalıktır ancak kanser değildir.Pemfigus geçici mi?Pemfigus genellikle kronik olarak görülen bir hastalıktır kişiyi uzun süre rahatsız eder. Tedavi edildiği takdirde hasta sağlığına rahatlıkla kavuşabilir.Pemfigus kimlerde görülür?Pemfigus her yaş ve cinsiyetten insanları etkileyebilen bir hastalıktır ancak daha çok orta yaş ve yaşlı bireylerde görülür.Pemfigus tedavi edilmezse ne olur?Pemfigus, uzun süre fark edilmeyip tedavi edilmezse meydana gelen kabarcıklar ve lezyonlar ölümcül sonuçlar doğurabilir.Pemfigus genetik mi?Birçok hastalıkta olduğu gibi genetik faktörden pemfigus hastalığı için de söz edilebilir ancak hastalığa genetik neden olmaz. | 4,014 |
543 | Hastalıklar | Penis Eğrilikleri | Peniste eğrilik olması doğal kabul edilir fakat ereksiyon olunan durumda penisin eğri olması fiziksel bir durum olarak kabul edilir. Doğuştan olabildiği gibi sonradan da gelişebilmektedir. Penisteki bu değişiklik kişiyi duygusal olarak etkileyebilir. Peniste eğrilik olması doğal kabul edilir fakat ereksiyon olunan durumda penisin eğri olması fiziksel bir durum olarak kabul edilir. Doğuştan olabildiği gibi sonradan da gelişebilmektedir. Penisteki bu değişiklik kişiyi duygusal olarak etkileyebilir.
Penis eğriliği nedir?Ereksiyon olduğu anda penisin 90 derecelik bir açı yapacak düz bir şekilde bulunması gerekmektedir. Bunun dışında penisin sağa sola yukarı ya da aşağı doğru dik açı dışındaki her türlü deformasyonu penis eğriliği olarak tanımlanır.Penis şekil bozukluğunun belirtileri nelerdir?Hipospadias yani peygamber sünneti ya da doğuştan penis eğriliği olan hastalarda ağrı veya buna benzer bir yakınma yaşanmamaktadır. Ancak, Peygamber sünneti olan hastalarda idrar deliğinin penis alt tarafında olmasına bağlı olarak idrarın normal yerinden değil, bu bölgeden gelmesi ve idrar deliğinin durumuna bağlı olarak zorlu idrar yapma, sık idrara çıkma, artık idrar; eşlik eden enfeksiyonlara bağlı olarak idrar yaparken yanma gibi idrar yakınmaları olabilir. Penis eğriliği genellikle doğumla birlikte ve doğum sonrası izlenmektedir. Doğuştan penis eğriliği olan hastalarda ise penis eğriliği genelde ergenlikle birlikte ereksiyon oluşmaya başladığında fark edilebilmektedir. Çocukluk çağında ise dikkatli bir muayene esnasında bu durumu fark edebilir.İleri yaşlarda ortaya çıkan Peyronie hastalığında ise ilk belirti peniste ağrıdır. Peyronie hastalığı “Akut” ve “Kronik” olmak üzere iki dönemde ortaya çıkar. Plak oluşumu başladığı ve özellikle ereksiyon sırasında ağrının eşlik ettiği dönem “Akut” dönemdir. On iki 18 ay süren bu dönemin ardından şekil bozukluğunun ortaya çıktığı kronik döneme geçilmektedir. Gerek akut gerekse kronik dönemde penis üzerinde sert plaklar ele gelmektedir. Kronik dönemde plağın yerleşimi ve yaygınlığına göre hastada ereksiyon kaybı da eşlik edebilir. Penis eğrilikleri neden olur?Penis eğrilikleri doğuştan olabileceği gibi ilerleyen dönemde yaşanan bir takım hastalıklar, cerrahi gelişmeler ya da travmalara bağlı bağlı olarak ortaya çıkabilmektedir. Doğuştan penis eğriliği: Penisin anatomik yapısında ereksiyonu sağlayan kan damarı içeren iki adet süngerimsi doku ile içinde idrar yolunun bulunduğu bir adet süngerimsi doku bulunmaktadır. Anne karnında bu süngerimsi yapıların birinde gelişme geriliği olabilmektedir. Bu durum ereksiyon esnasında gelişimin az olduğu tarafa doğru penisin eğrilmesine neden olmaktadır. Ayrıca halk arasında peygamber sünneti olarak bilinen “hipospadias” hastalığı yani idrar deliğinin olması gereken yerden daha aşağıda bulunması da doğum sonrası penis eğriliğine neden olabilmektedir. Bu hastalarda genelde idrar yolunun içinde yer aldığı süngerimsi doku gelişimi daha az olmakta ve ereksiyon esnasında penis aşağıya doğru eğrilmektedir. Sonradan gelişen penis eğriliği: Penis şekil bozuklukları ileri yaşlarda en sık “Peyronie” hastalığından kaynaklanmaktadır. Peyronie hastalığı penisin sertleşmeyi sağlayan kan damarı içeren süngerimsi doku ile bu dokuyu çevreleyen ve ereksiyon esnasında sertleşmeyi sağlayan dış kılıf arasında kireçlenmeyle ilerleyen bir rahatsızlıktır. Genellikle 50 yaşından sonra ortaya çıkan Peyronie hastalığında önce ağrı daha sonra zamanla şekil bozukluğu yaşanmaktadır.Bunun dışında penise yönelik cerrahi girişimler sonucunda da peniste şekil bozukluğu ve eğrilik oluşabilmektedir.Penis eğriliği teşhisi nasıl yapılır?Penis eğriliği teşhisi uzman doktorun yaptığı muayene ile konulabilmektedir.Penis eğriliklerinde tedavi nasıl yapılmaktadır?Hipospadias yani peygamber sünneti rahatsızlığının tedavisi kesinlikle cerrahidir. Penis yeterli uzunluğa eriştikten sonra erişkin döneme ulaşmadan çocukken cerrahi tedaviyi gerçekleştirmek önemlidir. Cerrahi girişimle idrar deliği penisin ucuna taşınırken eğrilik varsa düzeltilmelidir. İleri yaşlarda penis eğriliğine en sık neden olan Peyronie hastalığını tedavisi ise akut ve kronik döneme göre farklılık göstermektedir.Akut dönem Peyronie hastalığının tedavisi: Akut döneminde henüz penis eğriliğine neden olan plak oluşumu tam olarak başlamadığı için ilaç tedavisi uygulanmaktadır. Plak oluşumunu engelleyen ilaçların yanı sıra son yıllarda şok terapi, kolajen sentez inhibitörü adı verilen bir takım maddelerin enjeksiyonu gibi yöntemler de kullanılabilmektedir. Eğer bu dönemde erken tanı konulur ve etkin tedavi yapılırsa penis eğriliği kendini sınırlar hatta geri çevrilebilir. Bu nedenle akut dönemde tanıyı koymak son derece önemlidir. Ağrıyla birlikte özellikle penis üzerinde bir sertlik bir düzensizlik ele geliyorsa mutlaka doktor değerlendirmesi yapılması gerekmektedir.Kronik dönek Peyronie hastalığının tedavisi: Kronik döneme geldikten sonra yani ağrılı dönemin bitip şekil bozukluğunun başladığı dönemde ise ilaç tedavilerinin çok fazla etkililiği olmamaktadır. Yine de bu dönemde lezyon içine madde enjeksiyonu veya şok tedavilerin denenebilir. Ancak, kronik dönemde esas olarak düzeltici cerrahi tedaviler uygulanmaktadır. Cerrahi tedavi kararı vermede de şekil bozukluğu ile birlikte spontan ereksiyonun olup olmadığı da değerlendirilmektedir. Ereksiyon yani sertleşme sorunu olan hastalarda şekil bozukluğunu gideren cerrahi tedavinin yanında halk arasında mutluluk çubuğu olarak bilinen penil protez uygulaması da gerekmektedir. Penis eğriliği hakkında sık sorulan sorular Penis eğriliğine neden olan risk faktörleri nelerdir?Diyabet hastalarında Peyronie rahatsızlığının daha sık yaşandığın bilinmektedir. Ayrıca, bir takım kolajen veya bağ doku hastalığı olan kişilerde de penis eğriliği Peyronie hastalığı daha fazla görülmektedir. Prostat ameliyatı olan hastalarda da az da olsa ilerleyen dönemde Peyronie hastalığı yaşanabilmektedir.Penisteki eğrilikler çocuk sahibi olmayı engeller mi?Peygamber sünnetli doğan çocuklarda idrar deliğinin testislere yakınlığı meninin boşaltılmasını zorlaştıracağı için çocuk sahibi olma ihtimalini zorlaştırabilmektedir. Ancak, delik penisin uç kısmına yakın, eğrilik cinsel işlev bozukluğuna ve meni boşalmasına engel teşkil etmiyor ise bu hastalarda çocuk sahibi olma açısından engel yoktur. Diğer taraftan nadiren de olsa, bazı hastalarda, beraberinde inmemiş testis gibi ek sorunlar da izlenebilir. Bu olguların ayrı olarak değerlendirilmesi gereklidir.Penis eğriliği Peyronie hastalığında kişi ereksiyon halini sağlayabiliyor ve cinsel ilişkiye girebiliyor ise çocuk sahibi olmasında engel bir durum söz konusu değildir.Doğuştan penis eğriliği olan hastalarda ise penis eğriliği cinsel ilişki sırasında zorluk yaratacak boyutta ise çocuk sahibi olma konusunda sıkıntı yaşanabilir.Penis eğriliği ameliyatı hangi hastalara yapılmaktadır?Peygamber sünneti / hipospadiyas ve bazı Peyronie olgularında tedavi mutlak cerrahidir. Bunun dışında genellikle 30 dereceden fazla ve penis eğriliği cinsel birleşmede sorun yaratacak düzeyde olanlara cerrahi tedavi önerilmektedir. Ancak, unutulmamalıdır ki, penis eğrilikleri kişiyi psikolojik olarak rahatsız edebilmektedir. Dolayısı ile her hastanın detaylı olarak değerlendirilmesi ve tedaviden beklentisi iyice anlaşılması; hasta ile uygun tedavi yöntemleri, sonuçları ve komplikasyonları tartışılarak karar verilmesi gereklidir.Penis eğriliğinde cerrahi tedavi nasıl yapılmaktadır?Uygun olgularda eğriliğin düzeltilmesi için basit plikasyon teknikleri kullanılabilir. Bu yöntemde eğriliği tersi tarafında penis üzerine plikasyon dikişleri konularak eğrilik düzeltilir.Daha komplike olgularda ise eğriliğin düzeltilmesi için peniste oluşan plak bölgeleri bypass ameliyatlarında kullanıldığı gibi bacak damarlarından elde edilen greft materyalleri ile örtülerek düzeltme sağlanmaktadır. Greft materyalleri ile düzeltmenin olanaklı olmadığı veya sertleşme sorunu izlenmeyen olgularda ise halk arasında penis protezleri olarak bilinen penil protez uygulaması gerekmektedir.Penis eğriliği ameliyatları kaç saat sürmektedir?Doğuştan kaynaklanan penis eğriliklerinin ameliyatları genelde basit cerrahi girişimlerdir. Yarım saat ile 1 saat arasında değişen cerrahi tedavilerle sorun giderilebilmektedir. Ancak, greft uygulanacak cerrahi tedavilerin süresi kişiden kişiye ve rahatsızlığın derecesine göre değişmektedir.Bu ameliyatlar sırasında penisin damar sinir yapısına dikkat edilmesi, penisin uyarımının ve damar kanlanmasının bozulmamasına dikkat edilmesi gerekmektedir. Sertleşme sorunu olmayan yani ereksiyonu olan bir hastada greft gerektiren cerrahi sırasında damar sinir yapısına zarar vermek ereksiyonu kaybetme riskini ortaya çıkarabilmektedir.Hipospadiyas cerrahisi de idrar deliğinin yerine göre değişiklik gösterebilmektedir. Delik ne kadar uç kısma yakın ise işlemin düzeltilmesi o kadar kolay olacaktır.Bu işlemler esnasında; özellikle plikasyon ve greft cerrahisinde mikroskop veya loop gibi damar ve sinirsel yapının görünümünü kolaylaştıran ve bu dokuların korunmasına imkan sağlayan cihazların kullanımı tercih edilmektedir.Penis eğriliği ameliyatından sonra hastalar nelere dikkat etmelidir?Cerrahi tedavisi sonrası en önemli sorun eğriliğin nüksetmesi yani tekrarlamasıdır. Bunun en önemli nedeni özellikle erişkin erkeklerde gece olan ereksiyon sırasında dikişlerin atmasıdır. Bu nedenle ameliyat sonrası dönemde gece ereksiyonlarının baskılanmasına yönelik bir takım tedavi alternatifleri önerilebilir. Bu amaçla uyku ilaçları veya erkeklik hormonunun baskılanmasına yönelik hormonal ajanlar önerilebilmektedir. Ameliyattan 4 ila 6 hafta kadar sonrasına kadar cinsel ilişkiye girilmemesi de son derece önemlidir.
Penis eğriliği nedir?Ereksiyon olduğu anda penisin 90 derecelik bir açı yapacak düz bir şekilde bulunması gerekmektedir. Bunun dışında penisin sağa sola yukarı ya da aşağı doğru dik açı dışındaki her türlü deformasyonu penis eğriliği olarak tanımlanır.Penis şekil bozukluğunun belirtileri nelerdir?Hipospadias yani peygamber sünneti ya da doğuştan penis eğriliği olan hastalarda ağrı veya buna benzer bir yakınma yaşanmamaktadır. Ancak, Peygamber sünneti olan hastalarda idrar deliğinin penis alt tarafında olmasına bağlı olarak idrarın normal yerinden değil, bu bölgeden gelmesi ve idrar deliğinin durumuna bağlı olarak zorlu idrar yapma, sık idrara çıkma, artık idrar; eşlik eden enfeksiyonlara bağlı olarak idrar yaparken yanma gibi idrar yakınmaları olabilir. Penis eğriliği genellikle doğumla birlikte ve doğum sonrası izlenmektedir. Doğuştan penis eğriliği olan hastalarda ise penis eğriliği genelde ergenlikle birlikte ereksiyon oluşmaya başladığında fark edilebilmektedir. Çocukluk çağında ise dikkatli bir muayene esnasında bu durumu fark edebilir.İleri yaşlarda ortaya çıkan Peyronie hastalığında ise ilk belirti peniste ağrıdır. Peyronie hastalığı “Akut” ve “Kronik” olmak üzere iki dönemde ortaya çıkar. Plak oluşumu başladığı ve özellikle ereksiyon sırasında ağrının eşlik ettiği dönem “Akut” dönemdir. On iki 18 ay süren bu dönemin ardından şekil bozukluğunun ortaya çıktığı kronik döneme geçilmektedir. Gerek akut gerekse kronik dönemde penis üzerinde sert plaklar ele gelmektedir. Kronik dönemde plağın yerleşimi ve yaygınlığına göre hastada ereksiyon kaybı da eşlik edebilir. Penis eğrilikleri neden olur?Penis eğrilikleri doğuştan olabileceği gibi ilerleyen dönemde yaşanan bir takım hastalıklar, cerrahi gelişmeler ya da travmalara bağlı bağlı olarak ortaya çıkabilmektedir.Ayrıca halk arasında peygamber sünneti olarak bilinen “hipospadias” hastalığı yani idrar deliğinin olması gereken yerden daha aşağıda bulunması da doğum sonrası penis eğriliğine neden olabilmektedir. Bu hastalarda genelde idrar yolunun içinde yer aldığı süngerimsi doku gelişimi daha az olmakta ve ereksiyon esnasında penis aşağıya doğru eğrilmektedir.Bunun dışında penise yönelik cerrahi girişimler sonucunda da peniste şekil bozukluğu ve eğrilik oluşabilmektedir.Penis eğriliği teşhisi nasıl yapılır?Penis eğriliği teşhisi uzman doktorun yaptığı muayene ile konulabilmektedir.Penis eğriliklerinde tedavi nasıl yapılmaktadır?Hipospadias yani peygamber sünneti rahatsızlığının tedavisi kesinlikle cerrahidir. Penis yeterli uzunluğa eriştikten sonra erişkin döneme ulaşmadan çocukken cerrahi tedaviyi gerçekleştirmek önemlidir. Cerrahi girişimle idrar deliği penisin ucuna taşınırken eğrilik varsa düzeltilmelidir. İleri yaşlarda penis eğriliğine en sık neden olan Peyronie hastalığını tedavisi ise akut ve kronik döneme göre farklılık göstermektedir.Akut dönem Peyronie hastalığının tedavisi: Akut döneminde henüz penis eğriliğine neden olan plak oluşumu tam olarak başlamadığı için ilaç tedavisi uygulanmaktadır. Plak oluşumunu engelleyen ilaçların yanı sıra son yıllarda şok terapi, kolajen sentez inhibitörü adı verilen bir takım maddelerin enjeksiyonu gibi yöntemler de kullanılabilmektedir. Eğer bu dönemde erken tanı konulur ve etkin tedavi yapılırsa penis eğriliği kendini sınırlar hatta geri çevrilebilir. Bu nedenle akut dönemde tanıyı koymak son derece önemlidir. Ağrıyla birlikte özellikle penis üzerinde bir sertlik bir düzensizlik ele geliyorsa mutlaka doktor değerlendirmesi yapılması gerekmektedir.Kronik dönek Peyronie hastalığının tedavisi: Kronik döneme geldikten sonra yani ağrılı dönemin bitip şekil bozukluğunun başladığı dönemde ise ilaç tedavilerinin çok fazla etkililiği olmamaktadır. Yine de bu dönemde lezyon içine madde enjeksiyonu veya şok tedavilerin denenebilir. Ancak, kronik dönemde esas olarak düzeltici cerrahi tedaviler uygulanmaktadır. Cerrahi tedavi kararı vermede de şekil bozukluğu ile birlikte spontan ereksiyonun olup olmadığı da değerlendirilmektedir. Ereksiyon yani sertleşme sorunu olan hastalarda şekil bozukluğunu gideren cerrahi tedavinin yanında halk arasında mutluluk çubuğu olarak bilinen penil protez uygulaması da gerekmektedir. Penis eğriliği hakkında sık sorulan sorular Penis eğriliğine neden olan risk faktörleri nelerdir?Diyabet hastalarında Peyronie rahatsızlığının daha sık yaşandığın bilinmektedir. Ayrıca, bir takım kolajen veya bağ doku hastalığı olan kişilerde de penis eğriliği Peyronie hastalığı daha fazla görülmektedir. Prostat ameliyatı olan hastalarda da az da olsa ilerleyen dönemde Peyronie hastalığı yaşanabilmektedir.Penisteki eğrilikler çocuk sahibi olmayı engeller mi?Peygamber sünnetli doğan çocuklarda idrar deliğinin testislere yakınlığı meninin boşaltılmasını zorlaştıracağı için çocuk sahibi olma ihtimalini zorlaştırabilmektedir. Ancak, delik penisin uç kısmına yakın, eğrilik cinsel işlev bozukluğuna ve meni boşalmasına engel teşkil etmiyor ise bu hastalarda çocuk sahibi olma açısından engel yoktur. Diğer taraftan nadiren de olsa, bazı hastalarda, beraberinde inmemiş testis gibi ek sorunlar da izlenebilir. Bu olguların ayrı olarak değerlendirilmesi gereklidir.Penis eğriliği Peyronie hastalığında kişi ereksiyon halini sağlayabiliyor ve cinsel ilişkiye girebiliyor ise çocuk sahibi olmasında engel bir durum söz konusu değildir.Doğuştan penis eğriliği olan hastalarda ise penis eğriliği cinsel ilişki sırasında zorluk yaratacak boyutta ise çocuk sahibi olma konusunda sıkıntı yaşanabilir.Penis eğriliği ameliyatı hangi hastalara yapılmaktadır?Peygamber sünneti / hipospadiyas ve bazı Peyronie olgularında tedavi mutlak cerrahidir. Bunun dışında genellikle 30 dereceden fazla ve penis eğriliği cinsel birleşmede sorun yaratacak düzeyde olanlara cerrahi tedavi önerilmektedir. Ancak, unutulmamalıdır ki, penis eğrilikleri kişiyi psikolojik olarak rahatsız edebilmektedir. Dolayısı ile her hastanın detaylı olarak değerlendirilmesi ve tedaviden beklentisi iyice anlaşılması; hasta ile uygun tedavi yöntemleri, sonuçları ve komplikasyonları tartışılarak karar verilmesi gereklidir.Penis eğriliğinde cerrahi tedavi nasıl yapılmaktadır?Uygun olgularda eğriliğin düzeltilmesi için basit plikasyon teknikleri kullanılabilir. Bu yöntemde eğriliği tersi tarafında penis üzerine plikasyon dikişleri konularak eğrilik düzeltilir.Daha komplike olgularda ise eğriliğin düzeltilmesi için peniste oluşan plak bölgeleri bypass ameliyatlarında kullanıldığı gibi bacak damarlarından elde edilen greft materyalleri ile örtülerek düzeltme sağlanmaktadır. Greft materyalleri ile düzeltmenin olanaklı olmadığı veya sertleşme sorunu izlenmeyen olgularda ise halk arasında penis protezleri olarak bilinen penil protez uygulaması gerekmektedir.Penis eğriliği ameliyatları kaç saat sürmektedir?Doğuştan kaynaklanan penis eğriliklerinin ameliyatları genelde basit cerrahi girişimlerdir. Yarım saat ile 1 saat arasında değişen cerrahi tedavilerle sorun giderilebilmektedir. Ancak, greft uygulanacak cerrahi tedavilerin süresi kişiden kişiye ve rahatsızlığın derecesine göre değişmektedir.Bu ameliyatlar sırasında penisin damar sinir yapısına dikkat edilmesi, penisin uyarımının ve damar kanlanmasının bozulmamasına dikkat edilmesi gerekmektedir. Sertleşme sorunu olmayan yani ereksiyonu olan bir hastada greft gerektiren cerrahi sırasında damar sinir yapısına zarar vermek ereksiyonu kaybetme riskini ortaya çıkarabilmektedir.Hipospadiyas cerrahisi de idrar deliğinin yerine göre değişiklik gösterebilmektedir. Delik ne kadar uç kısma yakın ise işlemin düzeltilmesi o kadar kolay olacaktır.Bu işlemler esnasında; özellikle plikasyon ve greft cerrahisinde mikroskop veya loop gibi damar ve sinirsel yapının görünümünü kolaylaştıran ve bu dokuların korunmasına imkan sağlayan cihazların kullanımı tercih edilmektedir.Penis eğriliği ameliyatından sonra hastalar nelere dikkat etmelidir?Cerrahi tedavisi sonrası en önemli sorun eğriliğin nüksetmesi yani tekrarlamasıdır. Bunun en önemli nedeni özellikle erişkin erkeklerde gece olan ereksiyon sırasında dikişlerin atmasıdır. Bu nedenle ameliyat sonrası dönemde gece ereksiyonlarının baskılanmasına yönelik bir takım tedavi alternatifleri önerilebilir. Bu amaçla uyku ilaçları veya erkeklik hormonunun baskılanmasına yönelik hormonal ajanlar önerilebilmektedir. Ameliyattan 4 ila 6 hafta kadar sonrasına kadar cinsel ilişkiye girilmemesi de son derece önemlidir. | 6,777 |
544 | Hastalıklar | Patent Foramen Ovale (PFO) | Bazen kalbin sol ve sağ kulakçıkları (üst odacıklar) arasında doğumda bir delik oluşur. Bu boşluk, doğumdan önce herkeste olur ancak çoğu kez doğduktan kısa bir süre sonra kapanır. Doğumdan sonra doğal olarak kapanamayan delik patent foramen ovale (PFO) olarak adlandırılır. PFO’dan(bu delikten), damarlardaki küçük kan pıhtıları kalbe, oradan beyne gidebilir ve kan akışını engelleyerek iskemik felce neden olabilir. PFO ameliyat gerektirmeden girişimsel işlemle tedavi edilerek hastalara büyük konfor sağlar. Memorial Antalya Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Selçuk Küçükseymen, Patent foramen ovale (PFO) ve tedavisi hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı. Bazen kalbin sol ve sağ kulakçıkları (üst odacıklar) arasında doğumda bir delik oluşur. Bu boşluk, doğumdan önce herkeste olur ancak çoğu kez doğduktan kısa bir süre sonra kapanır. Doğumdan sonra doğal olarak kapanamayan delik patent foramen ovale (PFO) olarak adlandırılır. PFO’dan(bu delikten), damarlardaki küçük kan pıhtıları kalbe, oradan beyne gidebilir ve kan akışını engelleyerek iskemik felce neden olabilir. PFO ameliyat gerektirmeden girişimsel işlemle tedavi edilerek hastalara büyük konfor sağlar. Memorial Antalya Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Selçuk Küçükseymen, Patent foramen ovale (PFO) ve tedavisi hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.
Patent Foramen Ovale (PFO) Nedir?Anne karnında iken bebeğin gelişimi sürecinde kalbin sağ ve sol kulakçıkları (atrium) arasında kapak benzeri bir yapı olan foramen ovale açıklığı vardır. Süt çocukluğu döneminde bu kapak kendiliğinden kapanır, fakat kapanmaz ise patent foramen ovale (PFO) olarak adlandırılır.PFO (Patent Foramen Ovale) Neden Olur?PFO’nun neden olduğu tam olarak bilinmemektedir. Kalbin sağ ve sol üst odacıkları (atrium) arasında kapak gibi bir doku içeren açıklığın, süt çocukluğu döneminde kendiliğinden kapanması beklenir. Ancak bu açıklık nedeni bilinmeyen bir şekilde kapanmayabilir.PFO Belirtileri Nelerdir?Çoğu insanda patent foramen ovale belirtileri görülmez. Nadiren de olsa PFO migren, ayağa kalkarken ve ayakta dururken nefes darlığı ortaya çıkarabilir. PFO belirli felç türleri için daha yüksek risk olarak kendini gösterir.PFO (Patent Foramen Ovale) Kimlerde Görülür?Sağlıklı yetişkin insanların yaklaşık %20’sinde PFO bulunur ve PFO’lu genç yetişkinlerde (60 yaş altı) inme riski PFO’su olmayanlara kıyasla %40-50 daha yüksektir. Ayrıca bu hastalarda PFO sıklığı sağlıklı bireylerden daha yüksek oranda bildirilmiştir.60 yaş altında inmenin nedeni bulunamıyorsa (kriptojenik) PFO açısından ciddi araştırma yapılması gerekir. Ayrıca nedeni bilinmeyen inme geçiren hastalarda bacaklardaki damarlarda pıhtı oluşumu (derin ven trombozu-DVT) sıklığı da daha yüksektir.PFO ile nedeni bilinmeyen inme arasındaki ilişki genç yetişkinlerde, yaşlılara kıyasla daha belirgindir. PFO'su olan ve bir kez nedeni bilinmeyen inme geçiren bir insanın gelecek her bir yıl için tekrar inme geçirme riski %2.5 oranında bildirilmiştir.Farklı nedenler olarak, PFO bulunan dalgıçlarda vurgun olma riski olmayanlara göre 5 kat fazladır. Bunların dışında PFO'nun migren ile olan ilişkisi halen tam olarak çözülememesine karşın aura ile seyreden migren vakalarda PFO'nun rolü olduğunu düşündüren veriler bulunmaktadır. Auralı migren olgularında da PFO sıklığının sağlıklı bireylere göre iki katına kadar arttığı, PFO kapatılmasının migrene bağlı baş ağrılarını azalttığı bilinmektedir.PFO (Patent foramen ovale) Tanısı Nasıl Konur?İnme geçiren genç-yetişkin (60 yaş altı) hastalar nöroloji uzmanı tarafından inmenin nedenine yönelik yoğun bir araştırmaya tabi tutulur. Nedeni bulunamayan vakaları, nöroloji ve kardiyoloji uzmanı hekimler birlikte değerlendirir.Normal ekokardiyografik inceleme erişkin hastalarda çok net görüntüleme imkanı sağlamadığı için bu hastalarda yemek borusundan ekokardiyografik inceleme (transözefagal ekokardiyografi) yapılması gerekir. Bu işlem sırasında kol toplardamarlarından serum verilerek geçiş izlenebilir. Nöroloji tarafından yapılan transkranial doppler tarama, PFO varlığını indirekt yolla gösteren bir yöntemdir. Koldaki toplardamardan verilen serumun beyin atardamarında oluşturduğu ultrasonik sinyallerin ölçülmesi ile gerçekleştirilir. Daha konforlu bir yöntem olmasına karşın test pozitif olduğunda ekokardiyografi ile tanı kesinleştirilmelidir.Tüm bu testlerin pozitif ya da şüpheli olması durumunda, hastaların bacaklarında aktif ya da daha önceden pıhtılar (derin ven trombozu) oluştuğuna dair kanıtlar varsa, hastanın tekrar inme geçirme riski ve olası işlemin öngörülebilir riskleri hasta ile paylaşıldıktan sonra PFO kapatma işlemine karar verilir.Ameliyatsız PFO Kapama Nedir ve Nasıl Yapılır?İnme için herhangi bir risk faktörü veya herhangi bir gezici kan pıhtısı geçmişi yoksa tedaviye ihtiyaç olmayabilir. Ancak gezici kan pıhtılarından felç gibi sorunlar yaşandıysa PFO tedavisine başvurmak gerekir.PFO’nun ameliyatsız kapatılması işleminde kasık toplardamarından (femoral ven) iğne ile girilir ve buradan kalbe kadar uzanan ve PFO’dan geçen bir tel gönderilir. PFO’ya uygun büyüklükte seçilen kapama cihazı kasıktan ilerletilerek delikten geçirilir. Cihaz, deliği iki taraftan üzerine oturarak kapatır. Cihaz bırakılmadan önce PFO’nun uygun şekilde kapandığı ve takılan cihazın kalbin diğer bölümlerine zarar vermediği kontrol edilir ve işlem sonlandırılır. İşlem sonrası 3-6 ay içinde kalbin içini kaplayan hücre tabakası (endokardiyum) kapama cihazının üzerini kaplar ve cihaz artık vücudun bir parçası haline gelir.PFO Hakkında Sıkça Sorulan Sorular Ameliyatsız PFO kapama işlemi ne kadar sürer?PFO kapama işlemi ortalama 1 saat kadar sürer. Kullanılan cihazlara göre hasta işlem sırasında uyanık ya da hafif uyutulabilir. İşlem sonrası hasta en az 6 saat yatakta ve bir gece hastanede kalır ve sabahında taburcu edilir. Kapama cihazı üzerinde pıhtı oluşumunu önlemek için kısa süre kan sulandırıcı ilaç kullanılması önerilir.PFO kapama sonrası hasta takibi nasıl yapılır?İşlem sonrası hasta en az 6 saat yatakta ve bir gece hastanede kalır ve sabahında taburcu edilir. Birkaç gün evde istirahat sonrasında günlük aktivitelerine dönebilir. 6 hafta süreyle darbe almalarına neden olan durumlardan ve temas sporlarından (karate, boks, güreş, halter gibi) kaçınılmalıdır. İşlem sonrası 3-6 ay içinde kalbin içini kaplayan hücre tabakası (endokardiyum) kapama cihazının da üzerini kaplar ve cihaz artık vücudun bir parçası olarak yer alır.PFO kapamanın riskleri nelerdir?Nadir olmakla birlikte bazı riskler mevcuttur. Kapama cihazına ve kullanılan tellere bağlı olarak, kalp ve damar duvarlarında delinme ve yırtılma olabilir, ayrıca cihaz PFO komşusu kalp dokularına zarar verebilir ve ameliyatla düzeltilmesi gerekebilir. Cihaz kalp boşluklarında serbest kalabilir ve buna bağlı cerrahi müdahale gerekebilir. İşlem sonrası nadiren enfeksiyon oluşabilir ve antibiyotik tedavisi gerektirebilir. Kapama cihazı üzerinde nadiren pıhtı oluşabilir ve yine çok nadiren hasta felç geçirebilir. İşlem sırasında ve sonrasında ritim bozukluğu gelişebilir.
Patent Foramen Ovale (PFO) Nedir?Anne karnında iken bebeğin gelişimi sürecinde kalbin sağ ve sol kulakçıkları (atrium) arasında kapak benzeri bir yapı olan foramen ovale açıklığı vardır. Süt çocukluğu döneminde bu kapak kendiliğinden kapanır, fakat kapanmaz ise patent foramen ovale (PFO) olarak adlandırılır.PFO (Patent Foramen Ovale) Neden Olur?PFO’nun neden olduğu tam olarak bilinmemektedir. Kalbin sağ ve sol üst odacıkları (atrium) arasında kapak gibi bir doku içeren açıklığın, süt çocukluğu döneminde kendiliğinden kapanması beklenir. Ancak bu açıklık nedeni bilinmeyen bir şekilde kapanmayabilir.PFO Belirtileri Nelerdir?Çoğu insanda patent foramen ovale belirtileri görülmez. Nadiren de olsa PFO migren, ayağa kalkarken ve ayakta dururken nefes darlığı ortaya çıkarabilir. PFO belirli felç türleri için daha yüksek risk olarak kendini gösterir.PFO (Patent Foramen Ovale) Kimlerde Görülür?Sağlıklı yetişkin insanların yaklaşık %20’sinde PFO bulunur ve PFO’lu genç yetişkinlerde (60 yaş altı) inme riski PFO’su olmayanlara kıyasla %40-50 daha yüksektir. Ayrıca bu hastalarda PFO sıklığı sağlıklı bireylerden daha yüksek oranda bildirilmiştir.60 yaş altında inmenin nedeni bulunamıyorsa (kriptojenik) PFO açısından ciddi araştırma yapılması gerekir. Ayrıca nedeni bilinmeyen inme geçiren hastalarda bacaklardaki damarlarda pıhtı oluşumu (derin ven trombozu-DVT) sıklığı da daha yüksektir.PFO ile nedeni bilinmeyen inme arasındaki ilişki genç yetişkinlerde, yaşlılara kıyasla daha belirgindir. PFO'su olan ve bir kez nedeni bilinmeyen inme geçiren bir insanın gelecek her bir yıl için tekrar inme geçirme riski %2.5 oranında bildirilmiştir.Farklı nedenler olarak, PFO bulunan dalgıçlarda vurgun olma riski olmayanlara göre 5 kat fazladır. Bunların dışında PFO'nun migren ile olan ilişkisi halen tam olarak çözülememesine karşın aura ile seyreden migren vakalarda PFO'nun rolü olduğunu düşündüren veriler bulunmaktadır. Auralı migren olgularında da PFO sıklığının sağlıklı bireylere göre iki katına kadar arttığı, PFO kapatılmasının migrene bağlı baş ağrılarını azalttığı bilinmektedir.PFO (Patent foramen ovale) Tanısı Nasıl Konur?İnme geçiren genç-yetişkin (60 yaş altı) hastalar nöroloji uzmanı tarafından inmenin nedenine yönelik yoğun bir araştırmaya tabi tutulur. Nedeni bulunamayan vakaları, nöroloji ve kardiyoloji uzmanı hekimler birlikte değerlendirir.Normal ekokardiyografik inceleme erişkin hastalarda çok net görüntüleme imkanı sağlamadığı için bu hastalarda yemek borusundan ekokardiyografik inceleme (transözefagal ekokardiyografi) yapılması gerekir. Bu işlem sırasında kol toplardamarlarından serum verilerek geçiş izlenebilir. Nöroloji tarafından yapılan transkranial doppler tarama, PFO varlığını indirekt yolla gösteren bir yöntemdir. Koldaki toplardamardan verilen serumun beyin atardamarında oluşturduğu ultrasonik sinyallerin ölçülmesi ile gerçekleştirilir. Daha konforlu bir yöntem olmasına karşın test pozitif olduğunda ekokardiyografi ile tanı kesinleştirilmelidir.Tüm bu testlerin pozitif ya da şüpheli olması durumunda, hastaların bacaklarında aktif ya da daha önceden pıhtılar (derin ven trombozu) oluştuğuna dair kanıtlar varsa, hastanın tekrar inme geçirme riski ve olası işlemin öngörülebilir riskleri hasta ile paylaşıldıktan sonra PFO kapatma işlemine karar verilir.Ameliyatsız PFO Kapama Nedir ve Nasıl Yapılır?İnme için herhangi bir risk faktörü veya herhangi bir gezici kan pıhtısı geçmişi yoksa tedaviye ihtiyaç olmayabilir. Ancak gezici kan pıhtılarından felç gibi sorunlar yaşandıysa PFO tedavisine başvurmak gerekir.PFO’nun ameliyatsız kapatılması işleminde kasık toplardamarından (femoral ven) iğne ile girilir ve buradan kalbe kadar uzanan ve PFO’dan geçen bir tel gönderilir. PFO’ya uygun büyüklükte seçilen kapama cihazı kasıktan ilerletilerek delikten geçirilir. Cihaz, deliği iki taraftan üzerine oturarak kapatır. Cihaz bırakılmadan önce PFO’nun uygun şekilde kapandığı ve takılan cihazın kalbin diğer bölümlerine zarar vermediği kontrol edilir ve işlem sonlandırılır. İşlem sonrası 3-6 ay içinde kalbin içini kaplayan hücre tabakası (endokardiyum) kapama cihazının üzerini kaplar ve cihaz artık vücudun bir parçası haline gelir.PFO Hakkında Sıkça Sorulan Sorular Ameliyatsız PFO kapama işlemi ne kadar sürer?PFO kapama işlemi ortalama 1 saat kadar sürer. Kullanılan cihazlara göre hasta işlem sırasında uyanık ya da hafif uyutulabilir. İşlem sonrası hasta en az 6 saat yatakta ve bir gece hastanede kalır ve sabahında taburcu edilir. Kapama cihazı üzerinde pıhtı oluşumunu önlemek için kısa süre kan sulandırıcı ilaç kullanılması önerilir.PFO kapama sonrası hasta takibi nasıl yapılır?İşlem sonrası hasta en az 6 saat yatakta ve bir gece hastanede kalır ve sabahında taburcu edilir. Birkaç gün evde istirahat sonrasında günlük aktivitelerine dönebilir. 6 hafta süreyle darbe almalarına neden olan durumlardan ve temas sporlarından (karate, boks, güreş, halter gibi) kaçınılmalıdır. İşlem sonrası 3-6 ay içinde kalbin içini kaplayan hücre tabakası (endokardiyum) kapama cihazının da üzerini kaplar ve cihaz artık vücudun bir parçası olarak yer alır.PFO kapamanın riskleri nelerdir? | 4,556 |
545 | Hastalıklar | Perikardiyal Efüzyon | Perikardiyal efüzyon, kalbin etrafında yer alarak dış yüzeyini saran çift katmanlı perikard yani kalp zarında sıvı birikmesi nedeniyle görülen bir durumdur. Bu katmanları arasında ince sıvı bir katman yer alır. Fakat kişide perikardiyal efüzyon bulunuyorsa bu durumda aşırı sıvı ya da iltihaplanma görülebilir. Kanser, göğüs travması sebebiyle ortaya çıkan perikardiyal efüzyon, kalbe baskı uygulayarak çalışmasını engelleyebilir. Tedavi edilmediği durumda ise kalp yetmezliği ortaya çıkar.Perikardiyal efüzyon, kalbin etrafında yer alarak dış yüzeyini saran çift katmanlı perikard yani kalp zarında sıvı birikmesi nedeniyle görülen bir durumdur. Bu katmanları arasında ince sıvı bir katman yer alır. Fakat kişide perikardiyal efüzyon bulunuyorsa bu durumda aşırı sıvı ya da iltihaplanma görülebilir. Kanser, göğüs travması sebebiyle ortaya çıkan perikardiyal efüzyon, kalbe baskı uygulayarak çalışmasını engelleyebilir. Tedavi edilmediği durumda ise kalp yetmezliği ortaya çıkar.
Perikardiyal Efüzyon Nedir? Perikardiyal efüzyon, kalbin etrafında yer alan perikard boşlukta enfeksiyon, yaralanma ve kronik hastalıklar nedeniyle sıvı birikmesidir. Sıvı birikmesi şiddetli ve aniden meydana geldiyse kalbe baskı yaparak yaşamı tehdit edebilir. Kalbin odacıklarının genişlemesine neden olan sıvı birikmesi nedeniyle kalp daha az kan pompalayarak organlara kan akışının gitmesini engeller. Perikardiyal efüzyonu yaşayan kişilerde perikardında yüzlerce mililitre sıvı birikebilir. Bu durumun ciddiliği ise buna neyin sebep olduğuna, ne kadar sıvı toplandığına ve perikardınızı ne kadar hızlı doldurduğuna bağlı olarak değişiklik gösterir.Perikardiyal Efüzyon Belirtileri Nelerdir?Perikardiyal efüzyon belirtileri, kalbin etkilenmesine bağlı olarak nefes darlığı, hızlı kalp atışı, göğüs ağrısı, kusma ve ishal şeklinde görülür. Bunun yanında baş dönmesi, tükenmişlik hissi, anksiyete ve ateş de perikardiyal efüzyon belirtileri arasında yer alır. Hafif vakalarda perikardiyal efüzyon semptomu görülmeyebilir.Perikardiyal efüzyonun ana belirtileri şöyle sıralanabilir: Nefes darlığı Göğüste baskı veya ağrı Hızlı ve ani kalp atışı Kalp çarpıntısı Baş dönmesi Bayılma hissi Tükenmişlik Ateş Kusma ve ishal Anksiyete Siyanoz (kandaki oksijen düzeyi düşük olduğunda dudaklarda veya tırnakların altında oluşan mavi veya gri renk)Perikardiyal efüzyon sıvı birikmesi yeterince büyükse çevredeki dokulara veya sinirlere baskı yapabilir. Bu da yutma güçlüğü, hıçkırık ve öksürük gibi belirtileri beraberinde getirir.Perikardiyal Efüzyon Neden Olur?Perikardiyal efüzyon, enfeksiyoni kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği, romatoid artrit ya da hormonal durumlara bağlı olarak ortaya çıkabilir. Perikardiyal efüzyon, bir hastalık veya yaralanma sonrasında perikardın iltihaplanmasından bağlı olarak görülebilir. Perikard sıvılarının tıkanması veya perikard içinde kan toplanması da bu duruma yol açabilir. Perikardiyal efüzyonun olası nedenleri şöyle açıklanabilir: Enfeksiyon Kanser Bağışıklık sistemi koşulları veya inflamatuar bozukluklar Hormonal bozukluklar Travma Kalp veya dolaşım problemleri Tıbbi nedenler Kronik hastalıklarEnfeksiyonPerikardiyal efüzyon, genellikle HIV virüsü, tüberküloz, viral ve bakteriyel enfeksiyonlar nedeniyle meydana gelir. Aynı zamanda mantar enfeksiyonları ve parazitler de perikardiyal efüzyon oluşmasına sebep olabilir.KanserKalbi etkileyen ya da vücuda yayılan herhangi tümörler perikarda zarar vererek perikardiyal efüzyon oluşmasına neden olabilir.Bağışıklık sistemi koşulları veya inflamatuar bozukluklarLupus, romatoid artrit ya da sjögren sendromu gibi bağışıklık sisteminin düşüklüğü ve inflamatuar bozukluklardan kaynaklı olarak perikard yani kalp zarında sıvı birikmesi görülerek perikardiyal efüzyona sebep olur.Hormonal bozukluklarHormonal bozukluklar ve tiroid bezinizin yeterli tiroid hormonu üretmediği durumlar görülen hipotiroidizm, perikardiyal efüzyon oluşmasına sebebiyet verebilir.TravmaTravmalar, yaralanmalar ve göğse alınan darbeler kalbi etkileyerek perikardiyal efüzyona neden olan durumlar arasında yer alır.Kalp veya dolaşım problemleriKalp krizi, kalp kapak hastalığı veya aort diseksiyonu durumlarında da kişilerde perikardiyal efüzyon görülebilir.Tıbbi nedenlerPerikardiyal efüzyon, özellikle kalp ameliyatlarından sonra, kanser için radyasyon tedavisi sonrası veya bazı ilaçların yan etkisi olarak ortaya çıkabilir.Kronik hastalıklarPerikardiyal efüzyon aynı zamanda kronik olarak görülen kalp yetmezliği, böbrek hastalığı, böbrek yetmezliği veya karaciğer sirozu ile de görülebilir.Perikardiyal Efüzyon Nasıl Teşhis Edilir?Perikardiyal efüzyonu teşhis etmek için uzman doktor kişiye tıbbi geçmişi hakkında sorular sorduktan sonra fiziki muayene yapabilir. Kontrollerde kişide düşük tansiyon, hızlı kalp atışı ve boyundaki kan damarlarında şişlik görülebilir. Uzman doktor perikardiyal efüzyonu teşhis etmesine yardımcı olabilecek bazı testler şunları içerir: Kalbinizdeki elektriksel aktiviteyi ölçmek için EKG Çok miktarda sıvınız varsa, kalbi gösterebilen göğüs röntgeni Göğsün bilgisayarlı tomografisi Kalp MR (emar) Efüzyonun boyutunu gösterebilen kalbin ultrasonu (ekokardiyogram)Uzman doktor perikardiyal efüzyonu belirledikten sonra buna neyin sebep olduğunu anlamak için başka testler de isteyebilir: Enfeksiyonu ortaya çıkarabilecek tam kan sayımı Kalp kası hasarın olup olmadığını görmek için troponin düzeyi Otoimmün bir rahatsızlığın olup olmadığını gösterebilen bağışıklık sistemi testleriPerikardiyal Efüzyon Tedavisi Nasıl Olur?Perikardiyal efüzyon tedavisi şiddetine ve nedenine bağlı olarak farklılık gösterir. Efüzyon ilerlediği durumda sıvının boşaltılması gerekebilir. Perikardiyal efüzyona yönelik uygulanabilecek tedaviler şöyle sıralanır:Perikardiyosentez (fazla sıvının bir iğne ile çekilmesi)Perikard boşlukta biriken fazla sıvının boşaltılması için kişiye perikardiyosentez uygulanabilir. Gerekirse uzman doktor sıvının tamamen boşaltılması için birkaç gün göğüste bir tüp (perikardiyal drenaj) bırakabilir.Fazla sıvının alınması için cerrahi müdahaleCerrahi müdahale edilmesi durumu uzman doktorun efüzyonun nedenine bağlı olarak karar vermesi üzerine gerçekleşir. Buna yönelik perikardiyal efüzyon ameliyatı yapılabilir.Perkütan balon perikardiyotomiUzman doktor, ucunda küçük bir balon bulunan uzun, ince bir tüpü perikardına yerleştirirken X ışınlarından yararlanır. İçerisinde küçük bir delik açarak fazla sıvının dışarı akabilmesi için deliği büyütür ve balonu şişirebilir.Acil servis torakotomisiUzman doktorun uyguladığı sıvı boşaltma işe yaramadığı durumda, kalbe ulaşabilmek için göğüs açılır. Perikardında kesim yapılarak ve sıvı dışarı boşaltılır.Belirti göstermeyen kişilerde nedenine bağlı olarak cerrahi müdahale ya da tedavi gerekmeyebilir. Uzman doktor oluşan efüzyonu ekokardiyogram kullanarak izler. Böylece boyutunun değişip değişmediğini veya doğrudan tedaviye ihtiyaç duyup duymadığını gözlemleyebilir.Perikardiyal Efüzyon Hakkında Sık Sorulan SorularPerikardiyal efüzyon tehlikeli mi?Perikardiyal efüzyon, perikard yani kalp zarında sıvı birikmesinden dolayı kalbi zorlayabilir. Bu da kalbin çalışmasına etki eder. Tedavi edilmediği ve ilerlediği durumda ise kalp yetmezliği görülebilir.Perikardiyal efüzyon ne kadar sürer?Perikardiyal efüzyon ilerlemediği durumda kendiliğinden geçebilen bir hastalıktır. Kronik hale gelmesi durumunda ise yaklaşık olarak 3 ay sürebilir.
Perikardiyal Efüzyon Nedir? Perikardiyal efüzyon, kalbin etrafında yer alan perikard boşlukta enfeksiyon, yaralanma ve kronik hastalıklar nedeniyle sıvı birikmesidir. Sıvı birikmesi şiddetli ve aniden meydana geldiyse kalbe baskı yaparak yaşamı tehdit edebilir. Kalbin odacıklarının genişlemesine neden olan sıvı birikmesi nedeniyle kalp daha az kan pompalayarak organlara kan akışının gitmesini engeller. Perikardiyal efüzyonu yaşayan kişilerde perikardında yüzlerce mililitre sıvı birikebilir. Bu durumun ciddiliği ise buna neyin sebep olduğuna, ne kadar sıvı toplandığına ve perikardınızı ne kadar hızlı doldurduğuna bağlı olarak değişiklik gösterir.Perikardiyal Efüzyon Belirtileri Nelerdir?Perikardiyal efüzyon belirtileri, kalbin etkilenmesine bağlı olarak nefes darlığı, hızlı kalp atışı, göğüs ağrısı, kusma ve ishal şeklinde görülür. Bunun yanında baş dönmesi, tükenmişlik hissi, anksiyete ve ateş de perikardiyal efüzyon belirtileri arasında yer alır. Hafif vakalarda perikardiyal efüzyon semptomu görülmeyebilir.Perikardiyal efüzyonun ana belirtileri şöyle sıralanabilir:Perikardiyal efüzyon sıvı birikmesi yeterince büyükse çevredeki dokulara veya sinirlere baskı yapabilir. Bu da yutma güçlüğü, hıçkırık ve öksürük gibi belirtileri beraberinde getirir.Perikardiyal Efüzyon Neden Olur?Perikardiyal efüzyon, enfeksiyoni kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği, romatoid artrit ya da hormonal durumlara bağlı olarak ortaya çıkabilir. Perikardiyal efüzyon, bir hastalık veya yaralanma sonrasında perikardın iltihaplanmasından bağlı olarak görülebilir. Perikard sıvılarının tıkanması veya perikard içinde kan toplanması da bu duruma yol açabilir. Perikardiyal efüzyonun olası nedenleri şöyle açıklanabilir:EnfeksiyonPerikardiyal efüzyon, genellikle HIV virüsü, tüberküloz, viral ve bakteriyel enfeksiyonlar nedeniyle meydana gelir. Aynı zamanda mantar enfeksiyonları ve parazitler de perikardiyal efüzyon oluşmasına sebep olabilir.KanserKalbi etkileyen ya da vücuda yayılan herhangi tümörler perikarda zarar vererek perikardiyal efüzyon oluşmasına neden olabilir.Bağışıklık sistemi koşulları veya inflamatuar bozukluklarLupus, romatoid artrit ya da sjögren sendromu gibi bağışıklık sisteminin düşüklüğü ve inflamatuar bozukluklardan kaynaklı olarak perikard yani kalp zarında sıvı birikmesi görülerek perikardiyal efüzyona sebep olur.Hormonal bozukluklarHormonal bozukluklar ve tiroid bezinizin yeterli tiroid hormonu üretmediği durumlar görülen hipotiroidizm, perikardiyal efüzyon oluşmasına sebebiyet verebilir.TravmaTravmalar, yaralanmalar ve göğse alınan darbeler kalbi etkileyerek perikardiyal efüzyona neden olan durumlar arasında yer alır.Kalp veya dolaşım problemleriKalp krizi, kalp kapak hastalığı veya aort diseksiyonu durumlarında da kişilerde perikardiyal efüzyon görülebilir.Tıbbi nedenlerPerikardiyal efüzyon, özellikle kalp ameliyatlarından sonra, kanser için radyasyon tedavisi sonrası veya bazı ilaçların yan etkisi olarak ortaya çıkabilir.Kronik hastalıklarPerikardiyal efüzyon aynı zamanda kronik olarak görülen kalp yetmezliği, böbrek hastalığı, böbrek yetmezliği veya karaciğer sirozu ile de görülebilir.Perikardiyal Efüzyon Nasıl Teşhis Edilir?Perikardiyal efüzyonu teşhis etmek için uzman doktor kişiye tıbbi geçmişi hakkında sorular sorduktan sonra fiziki muayene yapabilir. Kontrollerde kişide düşük tansiyon, hızlı kalp atışı ve boyundaki kan damarlarında şişlik görülebilir. Uzman doktor perikardiyal efüzyonu teşhis etmesine yardımcı olabilecek bazı testler şunları içerir:Uzman doktor perikardiyal efüzyonu belirledikten sonra buna neyin sebep olduğunu anlamak için başka testler de isteyebilir:Perikardiyal Efüzyon Tedavisi Nasıl Olur?Perikardiyal efüzyon tedavisi şiddetine ve nedenine bağlı olarak farklılık gösterir. Efüzyon ilerlediği durumda sıvının boşaltılması gerekebilir. Perikardiyal efüzyona yönelik uygulanabilecek tedaviler şöyle sıralanır:Perikardiyosentez (fazla sıvının bir iğne ile çekilmesi)Perikard boşlukta biriken fazla sıvının boşaltılması için kişiye perikardiyosentez uygulanabilir. Gerekirse uzman doktor sıvının tamamen boşaltılması için birkaç gün göğüste bir tüp (perikardiyal drenaj) bırakabilir.Fazla sıvının alınması için cerrahi müdahaleCerrahi müdahale edilmesi durumu uzman doktorun efüzyonun nedenine bağlı olarak karar vermesi üzerine gerçekleşir. Buna yönelik perikardiyal efüzyon ameliyatı yapılabilir.Perkütan balon perikardiyotomiUzman doktor, ucunda küçük bir balon bulunan uzun, ince bir tüpü perikardına yerleştirirken X ışınlarından yararlanır. İçerisinde küçük bir delik açarak fazla sıvının dışarı akabilmesi için deliği büyütür ve balonu şişirebilir.Acil servis torakotomisiUzman doktorun uyguladığı sıvı boşaltma işe yaramadığı durumda, kalbe ulaşabilmek için göğüs açılır. Perikardında kesim yapılarak ve sıvı dışarı boşaltılır.Belirti göstermeyen kişilerde nedenine bağlı olarak cerrahi müdahale ya da tedavi gerekmeyebilir. Uzman doktor oluşan efüzyonu ekokardiyogram kullanarak izler. Böylece boyutunun değişip değişmediğini veya doğrudan tedaviye ihtiyaç duyup duymadığını gözlemleyebilir.Perikardiyal Efüzyon Hakkında Sık Sorulan SorularPerikardiyal efüzyon tehlikeli mi?Perikardiyal efüzyon, perikard yani kalp zarında sıvı birikmesinden dolayı kalbi zorlayabilir. Bu da kalbin çalışmasına etki eder. Tedavi edilmediği ve ilerlediği durumda ise kalp yetmezliği görülebilir.Perikardiyal efüzyon ne kadar sürer?Perikardiyal efüzyon ilerlemediği durumda kendiliğinden geçebilen bir hastalıktır. Kronik hale gelmesi durumunda ise yaklaşık olarak 3 ay sürebilir. | 5,013 |
546 | Hastalıklar | Penis Kanseri | Penis kanseri, erkek üreme organı olan penisteki hücrelerde başlayan, nadir görülen bir kanser türüdür. Penis kanseri; penisteki cilt ya da diğer hücrelerin kontrol edilemeyen çoğalması sonucu oluşur. Hemen hemen tüm penis kanserleri yassı hücreli kanserlerdir. Penis kanseri tanısı genellikle bu bölgedeki lezyondan şüphelenilmesiyle başlar ve biyopsiyle neticelendirilir.Penis kanseri, erkek üreme organı olan penisteki hücrelerde başlayan, nadir görülen bir kanser türüdür. Penis kanseri; penisteki cilt ya da diğer hücrelerin kontrol edilemeyen çoğalması sonucu oluşur. Hemen hemen tüm penis kanserleri yassı hücreli kanserlerdir. Penis kanseri tanısı genellikle bu bölgedeki lezyondan şüphelenilmesiyle başlar ve biyopsiyle neticelendirilir.
Penis nedir ve ne işe yarar?Penis, erkek üreme sisteminin ve üriner sistemin bir parçasıdır. Erkek üreme sisteminin ana yapıları; testisler, epididim, seminal veziküller, prostat ve penistir. Erkek üreme sisteminin iç kısımları, kalça kemikleri arasındaki alt pelvik boşlukta bulunur. Penis, testislerin bulunduğu deri kesesinin (skrotum) önünde asılıdır. Penisin; kök, gövde (şaft) ve penisin koni şeklindeki ucu olan penisin başı (glans) olmak üzere üç ana bölümü vardır. Penis başı, sünnet derisi adı verilen bir deri tabakasıyla kaplıdır. Penis uyarıldığında penil arterler genişler ve kaslar kasılır. Bu durum cinsel ilişki için gerekli olan ereksiyona neden olur. Üretra da üriner sistemin bir parçasıdır. İdrarı mesaneden vücudun dışına taşır. Penisin kökünde, gevşediğinde idrarın üretradan ve vücuttan dışarı akmasına izin veren bir valf (sfinkter) vardır.Penis kanseri nedir? Penisteki hücrelerde başlayan kansere penis kanseri adı verilmektedir. Penis kanseri vakalarının büyük çoğunluğu (yaklaşık yüzde 95’i) skuamöz hücreli karsinomdur. Bu durum kanserin penisin skuamöz hücrelerde başladığı anlamına gelir. Çoğu skuamöz hücreli penis kanseri, sünnet derisinde veya penisin ucunda (glans) başlar. Skuamöz hücreli penis kanseri tipik olarak yavaş büyür. Erken teşhiste tedavide başarı oranı yüksektir. Diğer penis kanseri türleri arasında bazal hücreli karsinomlar, sarkomlar, melanomlar veya üretral karsinom bulunur. Nadir görülen kanser türlerinden biri olan penis kanseri genellikle sünnet olmamış erkeklerde; daha çok Afrika, Güney Doğu Asya ve Güney Amerika'da görülür.Penis kanseri risk faktörleri nelerdir?Penis kanserleri ile ilişkili risk faktörleri arasında genel olarak şunlar bulunur: Sünnet olmamak: Penis kanseri sünnet olmayan erkeklerde sünnet olan erkeklere nazaran daha fazla görülür. Yenidoğan sünneti ile penis kanseri riski neredeyse tamamen ortadan kaldırılabilir. Yaş: Penis kanseri vakalarının çoğunluğu 50-70 yaş arası erkeklerde görülür. Yaklaşık üçte biri ise 50 yaşın altındaki erkeklerde görülür. Sigara içmek-Tütün kullanımı İnsan papilloma virüsü (HPV): HPV 16 ve HPV 18 penis kanseri ile bağlantılıdır. Fimosis: Fimosis sünnet derisini geri çekmeyi zorlaştıran bir faktördür. Yani sünnet derisinin penisin başına (glans) geri çekilememesidir. Bu durum vücut yağlarının, bakterilerin ve smegma olarak bilinen diğer kalıntıların birikmesine yol açabilir. Sedef hastalığında UV ışık tedavisi: Sedef hastalığı gibi bazı cilt hastalıklarında uygulanan UV ışık tedavisi penis kanserine yakalanma riskini artırabilir. AIDS (edinilmiş bağışıklık eksikliği sendromu)Penis kanseri belirtileri nelerdir?Penis kanserinde en yaygın şekilde görülen semptomlar arasında cildin renginde veya kalınlığında değişiklikler, olağandışı akıntı, ülser, ağrı ve penisin ucunda şişlik bulunur. Penis kanseri belirtileri kişiden kişiye göre değişebilirken genel belirtiler özetle şunları içerir: Penis derisinde değişiklik, penis ucunda ağrı Ağrılı veya ağrısız siğil benzeri büyüme veya lezyon İyileşmeyen açık yara Sünnet derisi altında kanama görülmesi Kırmızımsı döküntü Küçük yumrular Düz, mavimsi-kahverengi büyüme Sünnet derisinin altında kalıcı, kokulu akıntı Kanser yayıldığı durumlarda kasıkta şişmiş lenf düğümleriPenis kanseri nasıl teşhis edilir?Doktor penis kanserinden şüpheleniyorsa, biyopsi işlemi isteyecektir. Çünkü penis kanserinin kesin tanısı biyopsi işlemiyle konulur. Biyopsi, penisten veya lenf düğümlerinden bir miktar dokunun alınmasını ve bir laboratuvarda incelenmesini içerir.Yapılabilecek üç tip biyopsi işlemi mevcuttur;İnsizyonel biyopsi anormal dokunun sadece bir kısmının çıkarılmasını içerir. Genellikle daha büyük lezyonlar, yaralar, ülserasyonlar ve dokuda derinleşiyor gibi görünen lezyonlar için uygulanır.Eksizyonel biyopsi tüm lezyonu veya anormal büyümeyi ortadan kaldırır. Eksizyonel biyopsi genellikle anormal alan küçük olduğunda yapılır.Lenf nodu biyopsisi genellikle penis kanseri penis içindeki dokuları istila ettiğinde yapılır. Doktor kanserin penis dokusunun ötesine yayılıp yayılmadığını öğrenmesine yardımcı olacaktır. Genellikle, lenf nodu biyopsisi, doktorun lenf nod(lar)ına ince bir iğne soktuğu, lenf nod (lar)ında kanser olup olmadığını öğrenmek için hücreleri ve sıvıyı çektiği bir prosedür olan ince iğne aspirasyonu (FNA) ile yapılır. Bazı durumlarda kanseri kontrol etmek amacıyla tüm lenf düğümleri cerrahi olarak çıkarılır. Ayrıca görüntüleme testleri doktorların penis kanserini teşhis etmesine ve evrelendirmesine yardımcı olabilir. Penis kanserini teşhis etmek ve kanserin evresini belirlemek için kullanılan görüntüleme testlerinden bazıları şunlardır: BT taraması (Bilgisayarlı tomografi taraması) MRI (Manyetik rezonans görüntüleme) UltrasonPenis kanseri evrelemesi nasıldır?Penis kanseri evrelemesi şu şekildedir:Evre 0Penisin derisinin sadece üst tabakası kanser belirtileri gösterir. Yani yüzeyseldir ve herhangi bir yayılım göstermez.Evre 1Kanser, penis üzerindeki derinin üst tabakasının altındaki dokuya doğru büyümüştür. Ancak lenf ve kan damarlarında herhangi bir tutulum görülmez.Evre 2Kanser bu evrede penisin derisinin ve dokusunun ötesine yayılmaya devam eder. Sinirlerde, lenf damarlarında veya kan damarlarında mevcuttur. Evre 3Kanser 3. aşamada, penisin süngerimsi erektil dokusuna dönüşmüş olabilir. Kanser bununla birlikte kasıktaki lenf bezlerine de yayılmış olabilir.Evre 4Kanser bu aşamada kasıktaki skrotuma, prostata, kasık kemiğine ve diğer yapılara yayılmış olabilir. Kanser ayrıca lenf düğümlerinde de mevcut olabilir. Penis kanseri tedavi yöntemleri nelerdir?Penis kanseri için tedavi yöntemleri genellikle cerrahi prosedür, radyoterapi ve kemoterapi içerir. Söz konusu tedavi yöntemleri hastalığın evresine, kanserin türüne, hastanın genel sağlık durumuna göre tek başına ya da kombinasyon halinde uygulanabilir.Cerrahi prosedürPenis kanserinin ana tedavisi cerrahi yöntemdir. Cerrahi prosedürde tümör ve çevresindeki bazı sağlıklı dokular (marj) çıkaracaktır. Ameliyatın kapsamı ve türü, tümörün konumuna, türüne ve evresine bağlıdır. Çoğu durumda, cerrahi prosedürün ardından meydana gelen penisteki herhangi bir fiziksel değişiklik rekonstrüktif cerrahi ile düzeltilebilir.Fotodinamik terapi (PDT)Fotodinamik terapi, kanser hücrelerini öldürmek için ışıkla birlikte ışığa duyarlılaştırıcı ajanlar adı verilen özel ilaçlar kullanır. İlaçlar ancak ışıkla etkinleştirildikten veya açıldıktan sonra çalışır. KriyocerrahiKriyocerrahi işleminde, kanser hücrelerini dondurmak ve öldürmek için sıvı nitrojen kullanır.RadyoterapiRadyoterapide kanser hücrelerini yok etmek için yüksek enerjili x-ışınları kullanır. Radyoterapi uygulamasının avantajı penisin anatomik yapısını korumasıdır. Dezavantajı ise penis kanserlerinin radyoterapiye nispeten dirençli olması ve fistül, ödem, cilt nekrozu ve ağrı gibi birçok komplikasyona sebep olabilmesidir.KemoterapiKemoterapi kanser hücrelerini öldürmek veya büyümesini yavaşlatmak için ilaçların kullanılmasıdır. Kemoterapinin penis kanseri tedavisinde sınırlı bir rolü vardır: Kemoterapi daha çok kanser lenf düğümlerine ve diğer dokulara yayıldığı durumlarda uygulanır. Yaklaşık yüzde 50'si rezektabl yapılabilen sabit inguinal metastazlı hastalarda primer neoadjuvan kemoterapinin rolü olabilir.Öte yandan çok küçük sünnet derisi lezyonları için sünnet ve lazer cerrahisi tedavi edici olabilir. Lazer tedavisi penisin korunması avantajını sunsa da lazer penetrasyonunun derinliği sığdır.Penis kanseri hakkında sık sorulan sorular Penis kanseri bir erkeğin cinselliğini nasıl etkiler?Penis kanseri teşhisi konan bir erkekte kısmi (penisteki kanserli doku ile birlikte bir miktar sağlam penis dokusunun çıkarılması) veya tam penektomi (penisin tamamının çıkarılması işlemi) uygulanabilir. Penis kanserinde tedavi için uygulanan cerrahi prosedürün yan etkileriyle baş etmek zor olabilir. Bir erkeğin penisinin bir kısmının veya tamamının kaybıyla başa çıkmak için psikolojik destek yardımı alması gerekebilir.Sünnet olmak penis kanserini önler mi?Yenidoğan sünnetli erkeklerde penis kanseri neredeyse hiç görülmez. Sünnet ergenlik sonrasına ertelendiğinde penis kanseri insidansı daha yüksektir. Yetişkin sünneti ise penis kanserine karşı koruma sağlamaz.
Penis nedir ve ne işe yarar?Penis, erkek üreme sisteminin ve üriner sistemin bir parçasıdır. Erkek üreme sisteminin ana yapıları; testisler, epididim, seminal veziküller, prostat ve penistir. Erkek üreme sisteminin iç kısımları, kalça kemikleri arasındaki alt pelvik boşlukta bulunur. Penis, testislerin bulunduğu deri kesesinin (skrotum) önünde asılıdır. Penisin; kök, gövde (şaft) ve penisin koni şeklindeki ucu olan penisin başı (glans) olmak üzere üç ana bölümü vardır. Penis başı, sünnet derisi adı verilen bir deri tabakasıyla kaplıdır. Penis uyarıldığında penil arterler genişler ve kaslar kasılır. Bu durum cinsel ilişki için gerekli olan ereksiyona neden olur. Üretra da üriner sistemin bir parçasıdır. İdrarı mesaneden vücudun dışına taşır. Penisin kökünde, gevşediğinde idrarın üretradan ve vücuttan dışarı akmasına izin veren bir valf (sfinkter) vardır.Penis kanseri nedir? Penisteki hücrelerde başlayan kansere penis kanseri adı verilmektedir. Penis kanseri vakalarının büyük çoğunluğu (yaklaşık yüzde 95’i) skuamöz hücreli karsinomdur. Bu durum kanserin penisin skuamöz hücrelerde başladığı anlamına gelir. Çoğu skuamöz hücreli penis kanseri, sünnet derisinde veya penisin ucunda (glans) başlar. Skuamöz hücreli penis kanseri tipik olarak yavaş büyür. Erken teşhiste tedavide başarı oranı yüksektir. Diğer penis kanseri türleri arasında bazal hücreli karsinomlar, sarkomlar, melanomlar veya üretral karsinom bulunur. Nadir görülen kanser türlerinden biri olan penis kanseri genellikle sünnet olmamış erkeklerde; daha çok Afrika, Güney Doğu Asya ve Güney Amerika'da görülür.Penis kanseri risk faktörleri nelerdir?Penis kanserleri ile ilişkili risk faktörleri arasında genel olarak şunlar bulunur:Penis kanseri belirtileri nelerdir?Penis kanserinde en yaygın şekilde görülen semptomlar arasında cildin renginde veya kalınlığında değişiklikler, olağandışı akıntı, ülser, ağrı ve penisin ucunda şişlik bulunur. Penis kanseri belirtileri kişiden kişiye göre değişebilirken genel belirtiler özetle şunları içerir:Penis kanseri nasıl teşhis edilir?Doktor penis kanserinden şüpheleniyorsa, biyopsi işlemi isteyecektir. Çünkü penis kanserinin kesin tanısı biyopsi işlemiyle konulur. Biyopsi, penisten veya lenf düğümlerinden bir miktar dokunun alınmasını ve bir laboratuvarda incelenmesini içerir.Yapılabilecek üç tip biyopsi işlemi mevcuttur;İnsizyonel biyopsi anormal dokunun sadece bir kısmının çıkarılmasını içerir. Genellikle daha büyük lezyonlar, yaralar, ülserasyonlar ve dokuda derinleşiyor gibi görünen lezyonlar için uygulanır.Eksizyonel biyopsi tüm lezyonu veya anormal büyümeyi ortadan kaldırır. Eksizyonel biyopsi genellikle anormal alan küçük olduğunda yapılır.Lenf nodu biyopsisi genellikle penis kanseri penis içindeki dokuları istila ettiğinde yapılır. Doktor kanserin penis dokusunun ötesine yayılıp yayılmadığını öğrenmesine yardımcı olacaktır. Genellikle, lenf nodu biyopsisi, doktorun lenf nod(lar)ına ince bir iğne soktuğu, lenf nod (lar)ında kanser olup olmadığını öğrenmek için hücreleri ve sıvıyı çektiği bir prosedür olan ince iğne aspirasyonu (FNA) ile yapılır. Bazı durumlarda kanseri kontrol etmek amacıyla tüm lenf düğümleri cerrahi olarak çıkarılır. Ayrıca görüntüleme testleri doktorların penis kanserini teşhis etmesine ve evrelendirmesine yardımcı olabilir. Penis kanserini teşhis etmek ve kanserin evresini belirlemek için kullanılan görüntüleme testlerinden bazıları şunlardır:Penis kanseri evrelemesi nasıldır?Penis kanseri evrelemesi şu şekildedir:Evre 0Penisin derisinin sadece üst tabakası kanser belirtileri gösterir. Yani yüzeyseldir ve herhangi bir yayılım göstermez.Evre 1Kanser, penis üzerindeki derinin üst tabakasının altındaki dokuya doğru büyümüştür. Ancak lenf ve kan damarlarında herhangi bir tutulum görülmez.Evre 2Kanser bu evrede penisin derisinin ve dokusunun ötesine yayılmaya devam eder. Sinirlerde, lenf damarlarında veya kan damarlarında mevcuttur. Evre 3Kanser 3. aşamada, penisin süngerimsi erektil dokusuna dönüşmüş olabilir. Kanser bununla birlikte kasıktaki lenf bezlerine de yayılmış olabilir.Evre 4Kanser bu aşamada kasıktaki skrotuma, prostata, kasık kemiğine ve diğer yapılara yayılmış olabilir. Kanser ayrıca lenf düğümlerinde de mevcut olabilir. Penis kanseri tedavi yöntemleri nelerdir?Penis kanseri için tedavi yöntemleri genellikle cerrahi prosedür, radyoterapi ve kemoterapi içerir. Söz konusu tedavi yöntemleri hastalığın evresine, kanserin türüne, hastanın genel sağlık durumuna göre tek başına ya da kombinasyon halinde uygulanabilir.Cerrahi prosedürPenis kanserinin ana tedavisi cerrahi yöntemdir. Cerrahi prosedürde tümör ve çevresindeki bazı sağlıklı dokular (marj) çıkaracaktır. Ameliyatın kapsamı ve türü, tümörün konumuna, türüne ve evresine bağlıdır. Çoğu durumda, cerrahi prosedürün ardından meydana gelen penisteki herhangi bir fiziksel değişiklik rekonstrüktif cerrahi ile düzeltilebilir.Fotodinamik terapi (PDT)Fotodinamik terapi, kanser hücrelerini öldürmek için ışıkla birlikte ışığa duyarlılaştırıcı ajanlar adı verilen özel ilaçlar kullanır. İlaçlar ancak ışıkla etkinleştirildikten veya açıldıktan sonra çalışır. KriyocerrahiKriyocerrahi işleminde, kanser hücrelerini dondurmak ve öldürmek için sıvı nitrojen kullanır.RadyoterapiRadyoterapide kanser hücrelerini yok etmek için yüksek enerjili x-ışınları kullanır. Radyoterapi uygulamasının avantajı penisin anatomik yapısını korumasıdır. Dezavantajı ise penis kanserlerinin radyoterapiye nispeten dirençli olması ve fistül, ödem, cilt nekrozu ve ağrı gibi birçok komplikasyona sebep olabilmesidir.KemoterapiKemoterapi kanser hücrelerini öldürmek veya büyümesini yavaşlatmak için ilaçların kullanılmasıdır. Kemoterapinin penis kanseri tedavisinde sınırlı bir rolü vardır: Kemoterapi daha çok kanser lenf düğümlerine ve diğer dokulara yayıldığı durumlarda uygulanır. Yaklaşık yüzde 50'si rezektabl yapılabilen sabit inguinal metastazlı hastalarda primer neoadjuvan kemoterapinin rolü olabilir.Öte yandan çok küçük sünnet derisi lezyonları için sünnet ve lazer cerrahisi tedavi edici olabilir. Lazer tedavisi penisin korunması avantajını sunsa da lazer penetrasyonunun derinliği sığdır.Penis kanseri hakkında sık sorulan sorular Penis kanseri bir erkeğin cinselliğini nasıl etkiler?Penis kanseri teşhisi konan bir erkekte kısmi (penisteki kanserli doku ile birlikte bir miktar sağlam penis dokusunun çıkarılması) veya tam penektomi (penisin tamamının çıkarılması işlemi) uygulanabilir. Penis kanserinde tedavi için uygulanan cerrahi prosedürün yan etkileriyle baş etmek zor olabilir. Bir erkeğin penisinin bir kısmının veya tamamının kaybıyla başa çıkmak için psikolojik destek yardımı alması gerekebilir.Sünnet olmak penis kanserini önler mi?Yenidoğan sünnetli erkeklerde penis kanseri neredeyse hiç görülmez. Sünnet ergenlik sonrasına ertelendiğinde penis kanseri insidansı daha yüksektir. Yetişkin sünneti ise penis kanserine karşı koruma sağlamaz. | 5,912 |
547 | Hastalıklar | PFAPA Sendromu | Genellikle çocukluk çağı sendromu olan PFAPA sendromu, hem erkek hem de kız çocuklarını etkileyen ve tekrarlayan ateş ataklarına konu olan bir hastalık olarak bilinir. Periyodik ateş, aftöz stomatit, farenjit, adenit’in genel bir başlığı olan PFAPA sendromu, genelde 2-5 yaş arası çocuklarda ateş, boğaz ağrısı ve lenf düğümlerinin şişmesine sebebiyet verir. PFAPA sendromunun tedavi seçenekleri arasında ise kortizon ve kolşisin ilaçlarıyla birlikte tıbbi müdahale olarak da bademcik ameliyatı yapılır.Genellikle çocukluk çağı sendromu olan PFAPA sendromu, hem erkek hem de kız çocuklarını etkileyen ve tekrarlayan ateş ataklarına konu olan bir hastalık olarak bilinir. Periyodik ateş, aftöz stomatit, farenjit, adenit’in genel bir başlığı olan PFAPA sendromu, genelde 2-5 yaş arası çocuklarda ateş, boğaz ağrısı ve lenf düğümlerinin şişmesine sebebiyet verir. PFAPA sendromunun tedavi seçenekleri arasında ise kortizon ve kolşisin ilaçlarıyla birlikte tıbbi müdahale olarak da bademcik ameliyatı yapılır.
PFAPA Sendromu Nedir?PFAPA sendromu, tekrarlayan ateş ataklarına, ağız yaralarına, boğaz ağrısına ve lenf düğümlerinin şişmesine neden olan çocukluk çağı sendromudur. Otoinflamatuar bir hastalık olan PFAPA’nın bilinen bir tetikleyicisi yoktur. Ailesel Akdeniz ateşi (FMF)’nin yüksek olduğu bölgeler dışında çocuklarda en sık görülen periyodik ateş sendromudur.PFAPA Sendromu Neden Olur?Yapılan bazı çalışmalar PFAPA sendromunun genetik olabileceği üzerine yoğunlaşırken hastalığın kesin nedeni henüz bilinmemektedir. Özellikle hastalığın yüksek ateş meydana getirdiği dönemde kişinin bağışıklık sistemi harekete geçer. Bu hareketlenme sonrası boğaz ağrısı, yaralar veya iltihaplanlamalar ortaya çıkabilir. Bulaşıcı bir hastalık olmayan PFAPA sendromu genellikle tedavi edilebilen bir hastalık olarak da kabul görür.PFAPA Sendromu Belirtileri Nelerdir?PFAPA sendromunun çocukluk döneminde yaygın bir şekilde görülen temel bulgusu 38 derecenin üstünde seyreden tekrarlayan ani ve yüksek ateş ataklarıdır. Ateş atakları her üç ila altı haftada bir meydana gelirken, ateşin kendisi genellikle yaklaşık üç ila beş gün aralığında sürer. Yüksek ateş ataklarının yanı sıra adenit ismi verilen lenf bezlerinde şişme, boğaz ağrısı (farenjit) ve ağız yaraları da (aftöz ülser) PFAPA sendromu belirtileri arasında gösterilir.Genel olarak PFAPA sendromu belirtileri şunlardır:38 derecenin üstünde seyreden tekrarlayan yüksek ateş nöbetleri Tekrarlayan yüksek ateş Ağız yaraları (Aftöz ülser) Boğaz ağrısı (Farenjit) Boyundaki lenf bezlerinde şişme (Adenit) Bademciklerde oluşan beyaz lekeler Baş ağrısı Eklem ağrıları Ciltte döküntü Mide bulantısı ve kusma İshalPFAPA semptomları genellikle birkaç günden bir haftaya kadar devam eder. Bu bölümler birkaç haftada bir tekrar kendini gösterebilir. Bu dönemler arasında çocukların sağlık durumu genellikle tehlikeli bir boyuta ulaşmaz. Ayrıca PFAPA sendromu olan çocuklar normal bir şekilde büyüme ve gelişme gösterir.PFAPA Sendromu Nasıl Teşhis Edilir?PFAPA sendromu teşhisi için doktor tarafından çocuğun tıbbi geçmişi ve hastalığın neden olduğu belirtiler sorulacaktır. Bu soruların ardından çocuğun fizik muayenesi yapılarak gözle görülen herhangi bir sorunu olup olmadığının kontrolü yapılır. Semptomların enfeksiyon, otoimmün hastalık veya farklı bir ateş sendromu gibi başka bir hastalıktan kaynaklanmadığından emin olunmasının ardından bazı testler istenebilir.PFAPA sendromunun teşhisinde faydalanılacak testler şöyledir:Tam kan tahlili: Yapılacak kan tahlili sayesinde vücutta enfeksiyonun varlığı belirlenmeye çalışılır.Eritrosit sedimantasyon hızı (ESR) ve C-reaktif protein (CRP): Bu kan testleri genel inflamasyonu kontrol etmeye yarar.Strep kültürü: Bu kültür testi, streptokok boğaz enfeksiyonunu ortaya çıkarmak içindir. Görüntüleme testleri: Özellikle BT taraması gibi görüntüleme testleri de PFAPA sendromu teşhisinde yararlanılan teşhis yöntemlerindendir. Genetik testler: Bunlar tekrarlanan ateşlere neden olan diğer sendromları kontrol etmek için yapılır.PFAPA sendromu hemen teşhis edilemeyebilir ve ilk tetkiklerde normal bir viral enfeksiyon tanısı konulabilir. PFAPA sendromu için yukarıda belirtilen detaylı testler hastalığın tanısı için faydalı olur.PFAPA Sendromu Nasıl Tedavi Edilir?PFAPA sendromunu kesin iyileştiren bir tedavi seçeneği yoktu ancak özellikle yüksek ateş atakları ateş düşürücü ve antibiyotik tedavisiyle kontrol altına alınmaya çalışılır. Bununla birlikte kortizon ve kolşisin gibi ilaçlar da atakların önlenmesi konusunda faydalanılan tedavi yöntemlerindendir. Bademcik ameliyatı da PFAPA sendromunun cerrahi tedavi seçenekleri arasında yer alır.PFAPA sendromu tedavisi şunları içerir: Kısa bir steroid kürü Simetidin veya kolşisin gibi ilaçlar Bademcik ameliyatıH2: PFAPA Sendromu Hakkında Sık Sorulan SorularPFAPA sendromu nasıl anlaşılır?PFAPA sendromu genellikle 38 derecenin üstünde kendisini gösteren tekrarlayan yüksek ateş ataklarıyla anlaşılabilir.PFAPA kaç yaşında geçer?Genellikle 2-5 yaş aralığında görülen PFAPA sendromu 10 yaşından itibaren etkilerini azaltır.PFAPA sendromu tehlikeli mi?PFAPA sendromu, belirtilerini gösterdiği andan itibaren doktor kontrolünde tedavi edilirse tehlikeli bir durum oluşturmaz ancak genel olarak da uzun vadede tehlikeli bir hastalık değildir.
PFAPA Sendromu Nedir?PFAPA sendromu, tekrarlayan ateş ataklarına, ağız yaralarına, boğaz ağrısına ve lenf düğümlerinin şişmesine neden olan çocukluk çağı sendromudur. Otoinflamatuar bir hastalık olan PFAPA’nın bilinen bir tetikleyicisi yoktur. Ailesel Akdeniz ateşi (FMF)’nin yüksek olduğu bölgeler dışında çocuklarda en sık görülen periyodik ateş sendromudur.PFAPA Sendromu Neden Olur?Yapılan bazı çalışmalar PFAPA sendromunun genetik olabileceği üzerine yoğunlaşırken hastalığın kesin nedeni henüz bilinmemektedir. Özellikle hastalığın yüksek ateş meydana getirdiği dönemde kişinin bağışıklık sistemi harekete geçer. Bu hareketlenme sonrası boğaz ağrısı, yaralar veya iltihaplanlamalar ortaya çıkabilir. Bulaşıcı bir hastalık olmayan PFAPA sendromu genellikle tedavi edilebilen bir hastalık olarak da kabul görür.PFAPA Sendromu Belirtileri Nelerdir?PFAPA sendromunun çocukluk döneminde yaygın bir şekilde görülen temel bulgusu 38 derecenin üstünde seyreden tekrarlayan ani ve yüksek ateş ataklarıdır. Ateş atakları her üç ila altı haftada bir meydana gelirken, ateşin kendisi genellikle yaklaşık üç ila beş gün aralığında sürer. Yüksek ateş ataklarının yanı sıra adenit ismi verilen lenf bezlerinde şişme, boğaz ağrısı (farenjit) ve ağız yaraları da (aftöz ülser) PFAPA sendromu belirtileri arasında gösterilir.Genel olarak PFAPA sendromu belirtileri şunlardır:38 derecenin üstünde seyreden tekrarlayan yüksek ateş nöbetleriPFAPA semptomları genellikle birkaç günden bir haftaya kadar devam eder. Bu bölümler birkaç haftada bir tekrar kendini gösterebilir. Bu dönemler arasında çocukların sağlık durumu genellikle tehlikeli bir boyuta ulaşmaz. Ayrıca PFAPA sendromu olan çocuklar normal bir şekilde büyüme ve gelişme gösterir.PFAPA Sendromu Nasıl Teşhis Edilir?PFAPA sendromu teşhisi için doktor tarafından çocuğun tıbbi geçmişi ve hastalığın neden olduğu belirtiler sorulacaktır. Bu soruların ardından çocuğun fizik muayenesi yapılarak gözle görülen herhangi bir sorunu olup olmadığının kontrolü yapılır. Semptomların enfeksiyon, otoimmün hastalık veya farklı bir ateş sendromu gibi başka bir hastalıktan kaynaklanmadığından emin olunmasının ardından bazı testler istenebilir.PFAPA sendromunun teşhisinde faydalanılacak testler şöyledir:Tam kan tahlili: Yapılacak kan tahlili sayesinde vücutta enfeksiyonun varlığı belirlenmeye çalışılır.Eritrosit sedimantasyon hızı (ESR) ve C-reaktif protein (CRP): Bu kan testleri genel inflamasyonu kontrol etmeye yarar.Strep kültürü: Bu kültür testi, streptokok boğaz enfeksiyonunu ortaya çıkarmak içindir. Görüntüleme testleri: Özellikle BT taraması gibi görüntüleme testleri de PFAPA sendromu teşhisinde yararlanılan teşhis yöntemlerindendir. Genetik testler: Bunlar tekrarlanan ateşlere neden olan diğer sendromları kontrol etmek için yapılır.PFAPA sendromu hemen teşhis edilemeyebilir ve ilk tetkiklerde normal bir viral enfeksiyon tanısı konulabilir. PFAPA sendromu için yukarıda belirtilen detaylı testler hastalığın tanısı için faydalı olur.PFAPA Sendromu Nasıl Tedavi Edilir?PFAPA sendromunu kesin iyileştiren bir tedavi seçeneği yoktu ancak özellikle yüksek ateş atakları ateş düşürücü ve antibiyotik tedavisiyle kontrol altına alınmaya çalışılır. Bununla birlikte kortizon ve kolşisin gibi ilaçlar da atakların önlenmesi konusunda faydalanılan tedavi yöntemlerindendir. Bademcik ameliyatı da PFAPA sendromunun cerrahi tedavi seçenekleri arasında yer alır.PFAPA sendromu tedavisi şunları içerir:H2: PFAPA Sendromu Hakkında Sık Sorulan SorularPFAPA sendromu nasıl anlaşılır?PFAPA sendromu genellikle 38 derecenin üstünde kendisini gösteren tekrarlayan yüksek ateş ataklarıyla anlaşılabilir.PFAPA kaç yaşında geçer?Genellikle 2-5 yaş aralığında görülen PFAPA sendromu 10 yaşından itibaren etkilerini azaltır.PFAPA sendromu tehlikeli mi?PFAPA sendromu, belirtilerini gösterdiği andan itibaren doktor kontrolünde tedavi edilirse tehlikeli bir durum oluşturmaz ancak genel olarak da uzun vadede tehlikeli bir hastalık değildir. | 3,463 |
548 | Hastalıklar | Periferik Damar Hastalığı | Periferik damar hastalığı, yavaş ve ilerleyici bir dolaşım bozukluğu olarak biliniyor. Bir damardaki daralma, tıkanma veya spazmlar periferik damar hastalığına neden olabiliyor.Periferik damar hastalığı, yavaş ve ilerleyici bir dolaşım bozukluğu olarak biliniyor. Bir damardaki daralma, tıkanma veya spazmlar periferik damar hastalığına neden olabiliyor.
Hastalık arterler, damarlar veya lenfatik damarlar dahil olmak üzere kalbin dışındaki herhangi bir damarı etkileyebiliyor. Periferik damar hastalığı tüm sistemleri etkilediği için inme gibi ciddi rahatsızlıklar ortaya çıkarabiliyor. Periferik damar hastalığında başvurulan cerrahi yöntemler kalıcı hasarları önlemede büyük önem taşıyor. Bu nedenle hastalık belirtileri görülür görülmez alanında uzman kişilere başvurulması hayati oluyor. Memorial Antalya Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü’nden Op. Dr. Kadir Sağdıç, periferik damar hastalıkları cerrahisi hakkında bilgi verdi. Periferik arter (atar damar) hastalığı nedir?Kalpten pompalanan kanı diğer tüm doku ve organlara (beyin, bacak, kol, karın içindeki tüm organlar) götüren atar damarlara yani arterlere genel olarak ‘periferik arter' denir.Periferik arter hastalığı, sıklıkla damar duvarları arasında yağ birikintilerinin fazla olması ile oluşan damar sertleşmesi (ateroskleroz) nedeniyle damarların daralması ve bunun sonucunda damarın beslediği bölgeye yeterince kanın gidememesi durumudur. Bu hastalıklar yavaş gelişir ancak değişik sorunlar ortaya çıkararak vücudun farklı bölgelerini etkisi altına alır. Bu durumdan en çok etkilenen damarlar ise şah damarı ile böbreklere, bağırsak ve bacaklara giden atardamarlardır.Periferik arter hastalığının önemi nedir?Günümüzde artmış ölüm oranları ve kalp-beyin damarlarında da aynı mekanizma ile darlık oluşması nedeniyle ‘kalp-damar hastalıkları' bir bütün olarak ele alınmaktadır. Dolayısıyla, periferik arter hastalığı, ilgili organlarda beslenme bozukluğu yapması dışında, tüm sistemleri etkileyen ciddi bir hastalıktır.Özellikle 50 yaşın üstündeki kişilerde, en sık nedeni ateroskleroz denilen damar sertliği iken, nadiren damar duvarının iltihabi hastalıkları, romatizmal hastalıklar, doğuştan gelen kan hastalıkları veya pıhtılaşma bozuklukları da bu hastalığa yol açabilir.Karotis arterler, boynun her iki yanında bulunan ve şah damarı olarak bilinen atardamarlardır. Kalpten gelen oksijence zengin kanı baş ve beyin bölgesine iletirler. Karotis stenozu (darlığı) olarak da bilinen karotis arter hastalığı ciddi bir durumdur. Darlık oluşan bölgelerde kolaylıkla kan pıhtısı oluşabilir, tıkanabilir ya da buradaki plak veya kan pıhtısı koparak, beynin içindeki daha küçük başka bir arteri tıkayarak felç (inme) yaşanmasına neden olabilir.Periferik arter hastalığı için kimler risk altındadır? Erkeklerde sık olmakla beraber, ileri yaş (erkeklerde 45 yaş, kadınlarda 55 yaş ve üstü veya erken menopoz) LDL-kolesterolün (kötü) yüksek ve HDL-kolesterolün (iyi) düşük olması Sigara kullanımı Şeker hastalığı Yüksek kan basıncı varlığı (hipertansiyon) Ailede damar sertliğine bağlı hastalık hikayesinin olması Başka bir bölgede (örneğin kalp damarlarında) hastalık olması Şişmanlık (obezite) Yetersiz fiziksel aktivite aktivite Düzensiz ve yağlı beslenmePeriferik arter hastalığının belirtileri nelerdir?Karotis darlığı olan hastaların büyük bir kısmında, arter ciddi biçimde daralana veya pıhtı oluşumu nedeniyle akut bir arter tıkanması olana kadar belirgin bir belirti görülmez. Karotis arterlerdeki plak oluşumları yetişkinliğin erken evrelerinde başlayabilir, ancak belirtilerin ortaya çıkması on yıllar alır. Belirtiler direk geçici iskemik atak ya da inme olarak kendini gösterebilir.Geçici iskemik atak durumunda beyindeki kan akışı geçici olarak kesilir. Geçici iskemik atak inmeye benzer ancak birkaç dakika sürer ve belirtiler genellikle bir saat içinde kaybolur ve kişi normale döner.Geçici iskemik ataklar önemsenmelidir çünkü geçici iskemik atak, inme ve kalıcı beyin hasarının baş gösterebileceğine dair bir uyarıdır.Geçici iskemik atak veya inme belirtileri şunları içerebilir; Baş dönmesi veya dengesizlik, Bilinen bir nedeni olmayan ani, ciddi bir baş ağrısı, Ani olarak bir ya da iki gözde görme problemleri, Yüzde veya kol ve bacaklarda, tek taraflı görülen ani güçsüzlük veya uyuşukluk, Konuşma veya anlamada zorlanmaİnmenin belirtileri geçici iskemik atak belirtileri ile aynıdır ancak sonuçları farklıdır. İnme kalıcı beyin hasarına neden olabilir; felç, görme ya da konuşma problemleri gibi uzun vadeli sakatlıklar veya ölüm ile sonuçlanabilir.Bir inme ya da felç durumunda mümkün olduğunca erken tedavi almak çok önemlidir. Belirtiler görüldükten sonra 4 saat içinde tıkanmış arterin açılması için tedavi yapılması durumunda tam iyileşme olasılığı yüksektir.Bacak damarlarında dinlenince geçen, yorulunca artan ağrı belirtiler görülür. Ağrı, bazı zamanlar ise uyluk ve kalça bölgelerine yayılabilir. Bunlara ek olarak yara iyileşmesinde gecikme, bacakta yara (ülser) ve kangren görülebilir. Baldır kaslarının gittikçe zayıflaması ve çapının incelmesi, bacaklarda ve ayaklarda üşüme hissi ve soğukluk olması, ayaklarda renk değişikliği ile beraber ayak kıllarının dökülmesi ve tırnaklarda kalınlaşma ve hatta isteksizlik (impotans) olması diğer belirtilerdir.Periferik arter hastalığının tedavisi nedir?Artmış tedavi seçenekleri yanında en önemlisi tedavinin geciktirilmemesi ve beslenme şekli, egzersiz, sigara kullanımı gibi önlenebilir risk faktörlerinin düzeltilmesidir.Hastalığın çok ileri olmadığı durumlarda medikal (ilaç) tedavi ile takip yapılabilir.Bu hastalarda, hem tanı hem de tedavi için anjiyografi kullanılmaktadır.Cerrahi tedavide ise, periferik köprüleme ‘bypass' işlemleri ve endarterektomi yer almaktadır. Damar içinde uzun segmentli lezyonlar, birden fazla darlık içeren damarlarda cerrahi yapılabilir.Periferik arter hastalığında cerrahi seçenekleri nelerdir?Karotis Cerrahisi:İnme cerrahisi şah damarına bağlı felçlerde uygulanan bir erken cerrahi yöntemidir. Şah damarında darlığın giderilmesi ve olası bir felcin önlenmesi için yapılan ameliyat cerrahiye uygun felçli hastalara da uygulanır. İnme sonrası 7-10 gün geçmiş hastalar bu yöntemle tedavi edilebilir. Bu hastalar sadece damar sorunları ile değil aynı zamanda şeker hastalığı (DM), hipertansiyon (HT), kalp hastalığı ve ya başka bir büyük damar hastalığı açısından değerlendirilmelidir. Karotis cerrahisinde damarın içi temizlenir ve hızlı bir şekilde kapatılır. Operasyon yaklaşık 1 saat içerisinde tamamlanmış olur.Periferik Damar Cerrahisi:Periferik damar cerrahisi kola veya bacağa kan taşıyan ana atardamardaki tıkanıklığa bypass/köprüleme yapılması anlamına gelmektedir. Bypass dokuya daha çok kan akımı sağlar ve ağrıyı geçirir, varolan yaraların iyileşmesine olanak sağlarken ciddi enfeksiyon ve uzuv kaybı risklerini azaltır. Şikayet olan bölgeye yapılan doppler ultrasonografi sonrasında ya da yapılan ilaçlı bilgisayarlı tomografi veya MR tetkikleri sonrasında tıkanıklık tespit edildikten sonra en uygun tedavi yaklaşımına karar verilir.Açık cerrahi tekniğinde çoğunlukla spinal (bel bölesinden) anestezi yöntemi kullanılarak tıkalı olan damar bölgesi, bacak toplardamarı (safen ven) veya suni damar (greft) kullanılarak köprüleme (by-pass) ameliyatı yapılır. Yaklaşık bir saatte tamamlanan ameliyat sonrası hasta servise çıkarılır. Ertesi gün yürütüp, 2-3 gün içinde de taburcu edilir.
Hastalık arterler, damarlar veya lenfatik damarlar dahil olmak üzere kalbin dışındaki herhangi bir damarı etkileyebiliyor. Periferik damar hastalığı tüm sistemleri etkilediği için inme gibi ciddi rahatsızlıklar ortaya çıkarabiliyor. Periferik damar hastalığında başvurulan cerrahi yöntemler kalıcı hasarları önlemede büyük önem taşıyor. Bu nedenle hastalık belirtileri görülür görülmez alanında uzman kişilere başvurulması hayati oluyor. Memorial Antalya Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü’nden Op. Dr. Kadir Sağdıç, periferik damar hastalıkları cerrahisi hakkında bilgi verdi. Periferik arter (atar damar) hastalığı nedir?Kalpten pompalanan kanı diğer tüm doku ve organlara (beyin, bacak, kol, karın içindeki tüm organlar) götüren atar damarlara yani arterlere genel olarak ‘periferik arter' denir.Periferik arter hastalığı, sıklıkla damar duvarları arasında yağ birikintilerinin fazla olması ile oluşan damar sertleşmesi (ateroskleroz) nedeniyle damarların daralması ve bunun sonucunda damarın beslediği bölgeye yeterince kanın gidememesi durumudur. Bu hastalıklar yavaş gelişir ancak değişik sorunlar ortaya çıkararak vücudun farklı bölgelerini etkisi altına alır. Bu durumdan en çok etkilenen damarlar ise şah damarı ile böbreklere, bağırsak ve bacaklara giden atardamarlardır.Periferik arter hastalığının önemi nedir?Günümüzde artmış ölüm oranları ve kalp-beyin damarlarında da aynı mekanizma ile darlık oluşması nedeniyle ‘kalp-damar hastalıkları' bir bütün olarak ele alınmaktadır. Dolayısıyla, periferik arter hastalığı, ilgili organlarda beslenme bozukluğu yapması dışında, tüm sistemleri etkileyen ciddi bir hastalıktır.Özellikle 50 yaşın üstündeki kişilerde, en sık nedeni ateroskleroz denilen damar sertliği iken, nadiren damar duvarının iltihabi hastalıkları, romatizmal hastalıklar, doğuştan gelen kan hastalıkları veya pıhtılaşma bozuklukları da bu hastalığa yol açabilir.Karotis arterler, boynun her iki yanında bulunan ve şah damarı olarak bilinen atardamarlardır. Kalpten gelen oksijence zengin kanı baş ve beyin bölgesine iletirler. Karotis stenozu (darlığı) olarak da bilinen karotis arter hastalığı ciddi bir durumdur. Darlık oluşan bölgelerde kolaylıkla kan pıhtısı oluşabilir, tıkanabilir ya da buradaki plak veya kan pıhtısı koparak, beynin içindeki daha küçük başka bir arteri tıkayarak felç (inme) yaşanmasına neden olabilir.Periferik arter hastalığı için kimler risk altındadır?Periferik arter hastalığının belirtileri nelerdir?Karotis darlığı olan hastaların büyük bir kısmında, arter ciddi biçimde daralana veya pıhtı oluşumu nedeniyle akut bir arter tıkanması olana kadar belirgin bir belirti görülmez. Karotis arterlerdeki plak oluşumları yetişkinliğin erken evrelerinde başlayabilir, ancak belirtilerin ortaya çıkması on yıllar alır. Belirtiler direk geçici iskemik atak ya da inme olarak kendini gösterebilir.Geçici iskemik atak durumunda beyindeki kan akışı geçici olarak kesilir. Geçici iskemik atak inmeye benzer ancak birkaç dakika sürer ve belirtiler genellikle bir saat içinde kaybolur ve kişi normale döner.Geçici iskemik ataklar önemsenmelidir çünkü geçici iskemik atak, inme ve kalıcı beyin hasarının baş gösterebileceğine dair bir uyarıdır.Geçici iskemik atak veya inme belirtileri şunları içerebilir;İnmenin belirtileri geçici iskemik atak belirtileri ile aynıdır ancak sonuçları farklıdır. İnme kalıcı beyin hasarına neden olabilir; felç, görme ya da konuşma problemleri gibi uzun vadeli sakatlıklar veya ölüm ile sonuçlanabilir.Bir inme ya da felç durumunda mümkün olduğunca erken tedavi almak çok önemlidir. Belirtiler görüldükten sonra 4 saat içinde tıkanmış arterin açılması için tedavi yapılması durumunda tam iyileşme olasılığı yüksektir.Bacak damarlarında dinlenince geçen, yorulunca artan ağrı belirtiler görülür. Ağrı, bazı zamanlar ise uyluk ve kalça bölgelerine yayılabilir. Bunlara ek olarak yara iyileşmesinde gecikme, bacakta yara (ülser) ve kangren görülebilir. Baldır kaslarının gittikçe zayıflaması ve çapının incelmesi, bacaklarda ve ayaklarda üşüme hissi ve soğukluk olması, ayaklarda renk değişikliği ile beraber ayak kıllarının dökülmesi ve tırnaklarda kalınlaşma ve hatta isteksizlik (impotans) olması diğer belirtilerdir.Periferik arter hastalığının tedavisi nedir?Artmış tedavi seçenekleri yanında en önemlisi tedavinin geciktirilmemesi ve beslenme şekli, egzersiz, sigara kullanımı gibi önlenebilir risk faktörlerinin düzeltilmesidir.Hastalığın çok ileri olmadığı durumlarda medikal (ilaç) tedavi ile takip yapılabilir.Bu hastalarda, hem tanı hem de tedavi için anjiyografi kullanılmaktadır.Cerrahi tedavide ise, periferik köprüleme ‘bypass' işlemleri ve endarterektomi yer almaktadır. Damar içinde uzun segmentli lezyonlar, birden fazla darlık içeren damarlarda cerrahi yapılabilir.Periferik arter hastalığında cerrahi seçenekleri nelerdir?Karotis Cerrahisi:İnme cerrahisi şah damarına bağlı felçlerde uygulanan bir erken cerrahi yöntemidir. Şah damarında darlığın giderilmesi ve olası bir felcin önlenmesi için yapılan ameliyat cerrahiye uygun felçli hastalara da uygulanır. İnme sonrası 7-10 gün geçmiş hastalar bu yöntemle tedavi edilebilir. Bu hastalar sadece damar sorunları ile değil aynı zamanda şeker hastalığı (DM), hipertansiyon (HT), kalp hastalığı ve ya başka bir büyük damar hastalığı açısından değerlendirilmelidir. Karotis cerrahisinde damarın içi temizlenir ve hızlı bir şekilde kapatılır. Operasyon yaklaşık 1 saat içerisinde tamamlanmış olur.Periferik Damar Cerrahisi:Periferik damar cerrahisi kola veya bacağa kan taşıyan ana atardamardaki tıkanıklığa bypass/köprüleme yapılması anlamına gelmektedir. Bypass dokuya daha çok kan akımı sağlar ve ağrıyı geçirir, varolan yaraların iyileşmesine olanak sağlarken ciddi enfeksiyon ve uzuv kaybı risklerini azaltır. Şikayet olan bölgeye yapılan doppler ultrasonografi sonrasında ya da yapılan ilaçlı bilgisayarlı tomografi veya MR tetkikleri sonrasında tıkanıklık tespit edildikten sonra en uygun tedavi yaklaşımına karar verilir. | 4,885 |
549 | Hastalıklar | Pernisiyöz Anemi | Pernisiyöz anemi, bağırsakların B12 vitaminini düzgün bir şekilde ememediği zaman oluşan, kırmızı kan hücrelerinde azalma meydana getiren bir anemi türüdür. Aynı zamanda otoimmün bir rahatsızlık olarak tanımlanan pernisiyöz anemi tedavi edilmediği takdirde sinir sisteminde geri döndürülemez hasar da dahil olmak üzere ciddi tıbbi sorunlara yol açabilir. En yaygın belirtileri genellikle B12 vitamini eksikliğinde ortaya çıkan bulgulardır.Pernisiyöz anemi, bağırsakların B12 vitaminini düzgün bir şekilde ememediği zaman oluşan, kırmızı kan hücrelerinde azalma meydana getiren bir anemi türüdür. Aynı zamanda otoimmün bir rahatsızlık olarak tanımlanan pernisiyöz anemi tedavi edilmediği takdirde sinir sisteminde geri döndürülemez hasar da dahil olmak üzere ciddi tıbbi sorunlara yol açabilir. En yaygın belirtileri genellikle B12 vitamini eksikliğinde ortaya çıkan bulgulardır.
Pernisiyöz Anemi Nedir?Pernisiyöz anemi, midede intrinsik faktör (IF) eksikliği nedeniyle B12 vitamininin emiliminin bozulmasından kaynaklanan kronik bir otoimmün hastalıktır.Anemi diğer bir ifadeyle kansızlık, vücutta kan içeriğinde bulunan alyuvarların sayısının azalmasıyla ortaya çıkar. Kırmızı kan hücreleri olarak bilinen alyuvarların yapısında hemoglobin bulunur ve oksijenin taşınmasıyla görevlidir. Kişide kansızlık görüldüğünde hem vücutta oksijenin hem de besinlerin taşınmasında ciddi problemler yaşanır.Bu aşamada pernisiyöz anemi de kansızlık problemini oluştururken ana nedeninde B12 vitaminin yetersizliği olan bir anemi türüdür. B ve C vitaminleri suda çözünen vitamin gruplarına girse de B12, yapısal olarak yağda depolanan farklı bir forma sahiptir. Bu nedenle B12 eksikliğinin vücutta tekrar yükselmesi uzun süre alabilir, bu süre uzadıkça pernisiyöz anemi için risk faktörü de artar.B12 vitamini emilimi mide hücreleri tarafından uyarılan bir protein tarafından gerçekleşir, bu protein yeterli düzeyde olmadığında B12 emiliminde problem yaşanır ve pernisiyöz anemi hastalığı meydana gelebilir. Bağırsaklarda B12 vitaminin emiliminin bozulması ile depolar 3-5 yıl içerisinde bitebilir ve pernisiyöz anemi belirtileri kişide gözlemlenebilir.Pernisiyöz Anemi Neden Olur?Pernisiyöz anemi, B12 vitamininin emiliminde meydana gelen bozulmalar sonucunda bağırsakların vitamin yeteri kadar emememesi sonucunda meydana gelen. Tetikleyici faktörler arasında ise cerrahi müdahalelerden sonra kullanılan bazı ilaçlar, kofaktör eksikliği ya da beslenme sebebiyle ortaya çıkabilir. Bunun yanında intrensek faktör eksikliği ya da farklı iltihaplanmalar hastalığı tetikleyebilir.Pernisiyöz anemiye neden olan durumlar aşağıdaki gibi listelenebilir: Vücutta intrensek faktör eksikliği, mideden salgılanan bir proteinin sentezlenmesini engeller. Bu hastalık, otoimmun bir rahatsızlık olarak adlandırılır ve B12 vitaminin bağırsaklardan emilememesine neden olur. Mide küçültme ameliyatı geçiren bazı kişilerde de intrensek faktör eksikliğine sebep olabilir. İnce bağırsak sağlığının bozulmasına neden olan kronik hastalıklar, B12 emilimini olumsuz etkileyebilir. Bu noktada kötü huylu bakterilerin çoğalması, bağırsak florası dengesini bozabilir. Gluten hassasiyetini ifade eden çölyak hastalığı da vitamin ve minarel emilimini negatif etkiler. Kronik bağırsak iltihabı olan crohn hastalığı da enfeksiyon artırır ve bağırsak hareketlerini kötü yönlü değiştirebilir. Devamında ise bağırsak florasını bozan antibiyotikler, cerrahi operasyonlar ve parazitlerin çoğalması aynı sonuca neden olabilir. B12 vitamini açısından zengin gıdalar tüketmeyen kişiler risk altındadır. B12 vitaminince zengin gıdalar arasında süt ve süt ürünleri, tavuk, yumurta, et ve baklagiller yer alır. Genetik olarak ailesinde bu rahatsızlığı olan kişiler için risk fazladır, herhangi bir otoimmun hastalığı olan kişinin bağışıklık sistemi de bozulduğu için bağırsak sağlığı olumsuz etkilenebilir.Pernisiyöz Anemi BelirtileriKansızlık problemi belirtileri kişide halsizlik ve yorgunluk haliyle ortaya çıkabilir. Bunun temel nedeni ise hemoglobin sentezinin azalması ve oksijen taşınmasının düşmesidir. Pernisiyöz anemi belirtileri de benzer durumlara sahiptir, bunun yanında el ve ayak uyuşmaları, deri ve tırnaklarda solgun görünüm, göğüs ağrısı, baş ağrısı ve dönmesi, kalp ritminin artması ya da kalp büyümesi gibi semptomlar da görülebilir.Bu belirtiler, vücutta alyuvar üretiminin aksamasından kaynaklıdır. O yüzden kalp-damar sistemi ve beyin aktivitesi ile ilgili semptomları ön plana çıkarır. Diğer bir yandan B12 eksikliğine bağlı vücut homeastasisinde de farklı semptomlar oluşabilir.B12 Vitamini Eksikliği Bulgu ve BelirtileriPernisiyöz anemide B12 eksikliğine bağlı oluşan semptomlar aşağıdaki gibi sıralanabilir: El ve ayaklarda karıncalanma, hissizlik Reflekslerde zayıflama, kas kaybı Aynı zamanda sinir kaybı, dengesizlik, yürürken sendeleme Özellikle bebeklerde ya da çocuklarda titreme İştahsızlık ve reflekslerde yavaşlama görülebilir Dil hareketlerinde yavaşlama ve çiğneme problemleri görüleceği için beslenme eksikliği yaşanabilir. Sindirim sistemini etkileyen başlıca durumlarda ise reflü, kabızlık, ishal, iştahsızlık, kusma ve mide bulantısı görülebilir. Karaciğer fonksiyonlarının bozulmasına bağlı karaciğer büyümesi de gözlemlenebilir. Psikolojik olarak asabiyet, halüsinasyonlar, bunama, hafıza kaybı, depresyon ya da bilinç bulanıklığı yaşanabilir. Diş etlerinde kanama ya da dil yüzeyinde kızarıklık ya da şişkinlikler de dikkat çekebilir.Pernisiyöz Anemi Nasıl Teşhis Edilir?Pernisiyöz anemi teşhisi için öncelikle doktora başvurarak fiziki muayeneden geçilmesi gerekir. Bununla birlikte hastalık öyküsü değerlendirildikten sonra altında yatan etmenler doktor tarafından gözden geçirilir. Özellikle bazı bağırsak problemleri, otoimmun hastalıklar ya da ailede hastalık geçmişi varsa hastalığın seyri değişebilir. Bu noktada kardiyolog, nörolog, gastroenterolog ve hematolog uzmanları hastalığı birlikte değerlendirerek doğru teşhisi koyabilir. Bu süreçte çeşitli kan testleri ve farklı analizler yapılarak tam teşhis konulabilir.Pernisiyöz aneminin multidisipliner yaklaşımla farklı branşlar tarafından da değerlendirilmesi önemlidir. Tanı aşamasında aşağıdaki yöntemlerden yararlanabilir: LDH ve metilmalonik asit (MMA) testi Kandaki B12 düzeyi Homosistein düzeyleri ve serum düzeyinde bilirubin seviyesi CBC/TKS/hemogram ölçümü Midede otoimmun hastalığın göstergesi antikorlar ve intrinsik faktör işlevini bloke eden antikorların test edilmesi Endoskopi ya da kolonoskopi ile dejenerasyon belirtilerinin incelenmesi Retikülosit sayısı sayımıPernisiyöz anemi hastalığından şüphe duyulan kişide doktor fiziki muayenede bazı belirtilere dikkat eder. Bu anlamda kişinin cilt rengi solgun ve sarı renkte görünebilir. Devamında yüksek kalp ritminden ya da kalpte üfürümden şüphe duyuluyorsa kardiyologlar hastayı testten geçirebilir. Kişinin reflekslerinde de bozulmalar görülebilir; bu doğrultuda yürüme, konuşma, hareketler kontrol edilir. Ayrıca sinir hasarı belirtileri kişide varsa kaslar, duyular ve göz kontrolleri yapılır. Tam tanı için kan testleri ya da kemik iliği testine başvurulabilir. Bu testte hemotokritin ve hemoglobinin ölçümleri alınarak referans aralığına göre düşük gelmesi kansızlığı ifade eder. İlave olarak alyuvar, akyuvar, trombosit sayıları ve MCV değerlerine bakılabilir ve enfeksiyon durumu değerlendirilebilir. Ayrıca testlerde demir bağlama seviyesi, retikülosit sayısı, B12 ve demir düzeyi de düşük gelebilir. Bu aşamada MMA ve homosistein seviyesinin hastalarda yüksek çıkması da işaretler arasındadır. Ek olarak kemik iliğinden biyopsi alınarak alyuvar boyutları ölçülerek teşhis konulabilir.Pernisiyöz Anemi TedavisiB12 vitamini emilimini artması adına bazı tedavi yöntemleri izlenebilir. Bu anlamda bağırsak florasını dengelemek için antibiyotik kullanımı, B12 eksikliği için kas içine enjeksiyon ve oral B12 kullanımı sağlanabilir. Eğer hastalık hafif düzeyde izleniyorsa burun spreyi, gıda takviyeleri öncelikli tercihler olabilir. Ağır vakalarda ise damar yoluna ya da kalçadan enjeksiyon yapılarak B12 desteği verilebilir.Diğer bir yandan hastalığın altında kalp-damar, nörolojik ya da gastroentrolojik problemler varsa önlem alınarak kombine bir tedavi uygulanabilir. Bu süreçte kişinin B12 depoları takip edilerek yaşam tarzında ve beslenmesinde değişiklikler yapılabilir. Beslenme menüsüne de deniz ürünleri balık, yumurta, süt, peynir, beyaz ve kırmızı et gibi gıdalar eklenebilir.Pernisiyöz Anemi Hakkında Sık Sorulan SorularPernisiyöz anemiye karşı alınabilecek önlemler nelerdir?B12 emilimini engelleyecek gıdalardan uzak durulması önemlidir. Bu anlamda mide asidini dengeleyecek gıdaların tüketilmesi, avantaj sağlar. Ayrıca çay, kahve ve diğer işlenmiş gıdaların az tüketilmesi B12 ve demir emilimini artırabilir. Bu gıdaların az tüketilmesiyle katkı sağlanabilir. Ek olarak bağırsak sağlığı için kefir, yoğurt gibi prebiyotiklerin tüketilmesi önerilir.Megaloblastik anemi ve pernisiyöz anemi arasındaki fark nedir?Megaloblastik anemi, B12 ve folik asit eksikliğine dayalı olarak gelişir. Pernisiyöz anemide ise sadece B12 eksikliğine dayalı bir gelişim süreci vardır.
Pernisiyöz Anemi Nedir?Pernisiyöz anemi, midede intrinsik faktör (IF) eksikliği nedeniyle B12 vitamininin emiliminin bozulmasından kaynaklanan kronik bir otoimmün hastalıktır.Anemi diğer bir ifadeyle kansızlık, vücutta kan içeriğinde bulunan alyuvarların sayısının azalmasıyla ortaya çıkar. Kırmızı kan hücreleri olarak bilinen alyuvarların yapısında hemoglobin bulunur ve oksijenin taşınmasıyla görevlidir. Kişide kansızlık görüldüğünde hem vücutta oksijenin hem de besinlerin taşınmasında ciddi problemler yaşanır.Bu aşamada pernisiyöz anemi de kansızlık problemini oluştururken ana nedeninde B12 vitaminin yetersizliği olan bir anemi türüdür. B ve C vitaminleri suda çözünen vitamin gruplarına girse de B12, yapısal olarak yağda depolanan farklı bir forma sahiptir. Bu nedenle B12 eksikliğinin vücutta tekrar yükselmesi uzun süre alabilir, bu süre uzadıkça pernisiyöz anemi için risk faktörü de artar.B12 vitamini emilimi mide hücreleri tarafından uyarılan bir protein tarafından gerçekleşir, bu protein yeterli düzeyde olmadığında B12 emiliminde problem yaşanır ve pernisiyöz anemi hastalığı meydana gelebilir. Bağırsaklarda B12 vitaminin emiliminin bozulması ile depolar 3-5 yıl içerisinde bitebilir ve pernisiyöz anemi belirtileri kişide gözlemlenebilir.Pernisiyöz Anemi Neden Olur?Pernisiyöz anemi, B12 vitamininin emiliminde meydana gelen bozulmalar sonucunda bağırsakların vitamin yeteri kadar emememesi sonucunda meydana gelen. Tetikleyici faktörler arasında ise cerrahi müdahalelerden sonra kullanılan bazı ilaçlar, kofaktör eksikliği ya da beslenme sebebiyle ortaya çıkabilir. Bunun yanında intrensek faktör eksikliği ya da farklı iltihaplanmalar hastalığı tetikleyebilir.Pernisiyöz anemiye neden olan durumlar aşağıdaki gibi listelenebilir:Pernisiyöz Anemi BelirtileriKansızlık problemi belirtileri kişide halsizlik ve yorgunluk haliyle ortaya çıkabilir. Bunun temel nedeni ise hemoglobin sentezinin azalması ve oksijen taşınmasının düşmesidir. Pernisiyöz anemi belirtileri de benzer durumlara sahiptir, bunun yanında el ve ayak uyuşmaları, deri ve tırnaklarda solgun görünüm, göğüs ağrısı, baş ağrısı ve dönmesi, kalp ritminin artması ya da kalp büyümesi gibi semptomlar da görülebilir.Bu belirtiler, vücutta alyuvar üretiminin aksamasından kaynaklıdır. O yüzden kalp-damar sistemi ve beyin aktivitesi ile ilgili semptomları ön plana çıkarır. Diğer bir yandan B12 eksikliğine bağlı vücut homeastasisinde de farklı semptomlar oluşabilir.B12 Vitamini Eksikliği Bulgu ve BelirtileriPernisiyöz anemide B12 eksikliğine bağlı oluşan semptomlar aşağıdaki gibi sıralanabilir:Pernisiyöz Anemi Nasıl Teşhis Edilir?Pernisiyöz anemi teşhisi için öncelikle doktora başvurarak fiziki muayeneden geçilmesi gerekir. Bununla birlikte hastalık öyküsü değerlendirildikten sonra altında yatan etmenler doktor tarafından gözden geçirilir. Özellikle bazı bağırsak problemleri, otoimmun hastalıklar ya da ailede hastalık geçmişi varsa hastalığın seyri değişebilir. Bu noktada kardiyolog, nörolog, gastroenterolog ve hematolog uzmanları hastalığı birlikte değerlendirerek doğru teşhisi koyabilir. Bu süreçte çeşitli kan testleri ve farklı analizler yapılarak tam teşhis konulabilir.Pernisiyöz aneminin multidisipliner yaklaşımla farklı branşlar tarafından da değerlendirilmesi önemlidir. Tanı aşamasında aşağıdaki yöntemlerden yararlanabilir:Pernisiyöz anemi hastalığından şüphe duyulan kişide doktor fiziki muayenede bazı belirtilere dikkat eder. Bu anlamda kişinin cilt rengi solgun ve sarı renkte görünebilir. Devamında yüksek kalp ritminden ya da kalpte üfürümden şüphe duyuluyorsa kardiyologlar hastayı testten geçirebilir. Kişinin reflekslerinde de bozulmalar görülebilir; bu doğrultuda yürüme, konuşma, hareketler kontrol edilir. Ayrıca sinir hasarı belirtileri kişide varsa kaslar, duyular ve göz kontrolleri yapılır. Tam tanı için kan testleri ya da kemik iliği testine başvurulabilir. Bu testte hemotokritin ve hemoglobinin ölçümleri alınarak referans aralığına göre düşük gelmesi kansızlığı ifade eder. İlave olarak alyuvar, akyuvar, trombosit sayıları ve MCV değerlerine bakılabilir ve enfeksiyon durumu değerlendirilebilir. Ayrıca testlerde demir bağlama seviyesi, retikülosit sayısı, B12 ve demir düzeyi de düşük gelebilir. Bu aşamada MMA ve homosistein seviyesinin hastalarda yüksek çıkması da işaretler arasındadır. Ek olarak kemik iliğinden biyopsi alınarak alyuvar boyutları ölçülerek teşhis konulabilir.Pernisiyöz Anemi TedavisiB12 vitamini emilimini artması adına bazı tedavi yöntemleri izlenebilir. Bu anlamda bağırsak florasını dengelemek için antibiyotik kullanımı, B12 eksikliği için kas içine enjeksiyon ve oral B12 kullanımı sağlanabilir. Eğer hastalık hafif düzeyde izleniyorsa burun spreyi, gıda takviyeleri öncelikli tercihler olabilir. Ağır vakalarda ise damar yoluna ya da kalçadan enjeksiyon yapılarak B12 desteği verilebilir.Diğer bir yandan hastalığın altında kalp-damar, nörolojik ya da gastroentrolojik problemler varsa önlem alınarak kombine bir tedavi uygulanabilir. Bu süreçte kişinin B12 depoları takip edilerek yaşam tarzında ve beslenmesinde değişiklikler yapılabilir. Beslenme menüsüne de deniz ürünleri balık, yumurta, süt, peynir, beyaz ve kırmızı et gibi gıdalar eklenebilir.Pernisiyöz Anemi Hakkında Sık Sorulan SorularPernisiyöz anemiye karşı alınabilecek önlemler nelerdir?B12 emilimini engelleyecek gıdalardan uzak durulması önemlidir. Bu anlamda mide asidini dengeleyecek gıdaların tüketilmesi, avantaj sağlar. Ayrıca çay, kahve ve diğer işlenmiş gıdaların az tüketilmesi B12 ve demir emilimini artırabilir. Bu gıdaların az tüketilmesiyle katkı sağlanabilir. Ek olarak bağırsak sağlığı için kefir, yoğurt gibi prebiyotiklerin tüketilmesi önerilir.Megaloblastik anemi ve pernisiyöz anemi arasındaki fark nedir?Megaloblastik anemi, B12 ve folik asit eksikliğine dayalı olarak gelişir. Pernisiyöz anemide ise sadece B12 eksikliğine dayalı bir gelişim süreci vardır. | 5,699 |
550 | Hastalıklar | Periyodik Ateş Sendromu | Çocuk sağlığı konusunda anne- babaları en çok endişelendiren konuların başında yüksek ateş geliyor. Ateş yükselmesi özellikle bazı durumlarda döngüsel bir hale gelebiliyor. Yılda 11-12 kez ateş atağı yaşayan, 28 günde bir bu atakları tekrarlanan çocuklarda akıllara periyodik ateş sendromunun da getirilmesi gerekiyor. Periyodik ateş sendromu tanısı, dikkatle gerçekleştirilen rutin çocuk muayenelerinde kolayca konulabiliyor. Memorial Sağlık Grubu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları (Pediatri) Bölümü’nden uzmanlar periyodik ateş sendromu hakkında bilgi verdi.Çocuk sağlığı konusunda anne- babaları en çok endişelendiren konuların başında yüksek ateş geliyor. Ateş yükselmesi özellikle bazı durumlarda döngüsel bir hale gelebiliyor. Yılda 11-12 kez ateş atağı yaşayan, 28 günde bir bu atakları tekrarlanan çocuklarda akıllara periyodik ateş sendromunun da getirilmesi gerekiyor. Periyodik ateş sendromu tanısı, dikkatle gerçekleştirilen rutin çocuk muayenelerinde kolayca konulabiliyor. Memorial Sağlık Grubu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları (Pediatri) Bölümü’nden uzmanlar periyodik ateş sendromu hakkında bilgi verdi.
Periyodik ateş sendromu nedir?Özellikle ilkokul çağına gelene kadar çocuklarda birçok hastalık görülebilmektedir. Çocuklar yılda ortalama 9 kez üst solunum yolu enfeksiyonu geçirebilmekte ve bunların büyük çoğunluğu viral kaynaklı olmaktadır. Bunun yanında sık ateşli hastalık geçiren çocuklarda, özellikle ateş döngüselse periyodik ateş sendromları akla gelmelidir. Çocuklarda gerçek anlamda döngüsel ateş yapan sendromlar içinde en sık görülenlerden biri olan PFAPA sendromu; yani periyodik ateş, aftöz stomatit, farenjit ve adenit olarak tanımlanmaktadır.Periyodik ateş sendromu belirtileri nelerdir?Bu sendromun en belirgin özelliği döngüsel ateş ataklarıdır. Çocukta ateş aniden başlamakta, 38.9-41 derece arasında seyretmekte, 3-6 gün arasında görülen ateş genellikle 7 günden uzun sürmemekte ve kimi zaman aniden düzelmektedir. Ateş döngüsü 26-30 gün arasında değişmekle birlikte ortalama 28 gün de bir olmakta ve yılda ortalama 11-12 ateş atağı gözlenmektedir. Bu tabloda çocuk sağlıklı görünmesinin yanı sıra normal büyüme ve gelişimini de sürdürmektedir. Ateşle birlikte çocuklarda ağız içinde aftöz ülserler görülebilmektedir. Kesin bir laboratuvar tanısı olmasa da, klinik olarak teşhis konulmakta ve en az üç ateş atağının tanımlanması gerekmektedir.Periyodik ateş sendromu neden olur?Periyodik ateş sendromunun etiyolojisi yani nedeni bilinmemektedir. Tek bilinen sık ateşli hastalık geçiren çocuklarda görülmesidir.Periyodik ateş sendromu teşhisi nasıl konulur?Üç ile altı gün arasında görülen 38.9-41 derece ateş, 28 günde bir olabilmektedir. Çocukta yılda 11-12 kez bu şekilde ateş atağı görülürse periyodik ateş sendromu düşünülmelidir. Kesin bir laboratuvar tanısı bulunmamaktadır. Teşhisi çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı tarafından hasta öyküsü alınarak ve ayrıntılı muayene ile konulmaktadır.Periyodik ateş sendromu tedavisi nasıl yapılır?Ateş atağının steroid tedavisine yanıt vermesi bir tanı kriteri olarak kabul edilmektedir. Bu hastaların boğaz kültürlerinde genellikle beta-hemolitik streptokok mikrobu üremesi olmaz, üreme varlığı ise bu sendromun olmadığı anlamına gelmemelidir. En az 3 ateş atağı (7 günden kısa, düzenli ve periyodik), faranjit ve ağrılı boğaz şişliği ya da ağız içinde aftöz ülser, normal büyüme ve gelişmesi olan, ateş atakları arasında sağlıklı görünen çocuk varlığı ile tek doz steroid tedavisi sonucu semptomların düzelmesi gibi durumların varlığında PFAPA’nın düşünülmesi gerekir. Ateş atakları ortalama 4-8 yıl sürmekle birlikte çocuk büyüdükçe sıklığı azalır ve daha sonra kendiliğinden düzelmektedir.Periyodik ateş sendromu ile ilgili sık sorulan sorular Periyodik ateş sendromu olan çocuğa bademcik ameliyatı yapılır mı?Hastalığın kesin bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. Ataklarının tedavisinde steroid kullanılmaktadır. Tek doz steroid uygulaması ateş ve faranjit bulgularını düzeltse de, bir sonraki ateş atağını önlemez. Tedavide kullanılan diğer ilaç grupları kolşisin ve simetidindir. Bazı olgularda bademciklerin alınması da atakları önleyebilmektedir.Periyodik ateş sendromu başka hastalıkla karıştırılabilir mi?Bu rahatsızlık, çocuklarda periyodik ateş sendromları içinde sayılan Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF) ile karıştırılabilmektedir. FMF genellikle daha büyük yaşlarda ortaya çıkmakta ve ataklar düzensiz aralıklarla gerçekleşmektedir. Ateş 38-40 derece arasında değişmekle birlikte, 12-36 saat devam edip kendiliğinden düşmektedir. Özellikle karın ağrısının eşlik ettiği ateşin yanında göğüs ve eklem ağrıları da görülebilir. Ataklar arasında çocuk sağlıklı görünmektedir. Genetik geçiş bulunduğu için ailede benzer şikayetleri olan kişiler de olabilir. Ailevi Akdeniz Ateşi’nin bu rahatsızlıktan farklı olarak mutlaka tedavi edilmesi gerekir. Aksi halde vücutta amiloid birikimine bağlı olarak başta böbrek olmak üzere diğer iç organlarda da hasar meydana gelebilir.Periyodik ateş sendromu en çok kimlerde görülür?Genellikle 41 dereceyi bulan ateşle belirti veren ve aileleri oldukça endişelendiren periyodik ateş sendromuna, 2-5 yaş grubu çocuklarda sık rastlanıyor.Periyodik ateş sendromunun yan etkisi var mı?Periyodik yüksek ateş sendromu en çok ağız içinde aft, boyunda şişlik ve farenjitin eşlik ettiği ateş ile belirti veriyor.Periyodik ateş sendromuna hangi uzman bakar?Periyodik ateş sendromuna Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanı bakmaktadır.Yüksek ateşte ne olur?Ateş 39-40 derecenin üzerine çıktığında vücut aşırı enerji harcamaya başlar, kalp ve solunum sistemi daha hızlı çalışır. Vücut, kol ve bacaklardaki damarları büzüp bu bölgelere daha az kan gönderirken; beyin, kalp, karaciğer gibi organlara daha fazla kan gönderir. Vücut alacalı, mermerimsi bir görüntü alır, el- kol ve bacaklarda soğukluk olmasına rağmen gövdede yüksek sıcaklık görülür. Her ateş yükselmesinde paniklemek doğru değildir ancak 40 dereceyi geçen ateşte dikkat etmek gerekir.Periyodik ateş sendromunda ateş yüksekse ne yapmalı?Hemen telaşa kapılıp panik yapmamak gerekir. Çünkü panik yanlış tedaviyi getirebilir. Ateşli çocuğun üzerini örtmek tamamıyla yanlış bir uygulamadır. Çocuğun havale geçirmesine dahi sebep olabilir. Üzerini örtmek yerine odanın ısısı düşürülmelidir. Çocuğun ateşi 39 dereceyi buluyorsa, ateşe öksürük, kusma ve ishal de ekleniyorsa, hemen doktora başvurmak gerekir.Sirkeli su periyodik ateş sendromuna iyi gelir mi?İçine aspirin ezilmiş soğuk ve sirkeli suya batırılmış bezlerle alın ve koltuk altlarına baskı uygulanmamalıdır. Tamamıyla yanlış olan bu geleneksel yöntem, çocukların ateşi vücudundan atmasını daha da zorlaştırmaktadır. Fark edilmeyen durumlarda ya da ani ateş yükselmelerinde çocuğa başını dışarda bırakacak şekilde ılık bir duş aldırmak doğru olacaktır. Bunların hiçbiri ateşi düşürmezse, mutlaka uzmana başvurmak gerekmektedir.Periyodik ateş sendromunda ateş nasıl ölçülmeli?Koltuk altından ölçülen ateşin 37.5; kulak ve makattan ölçülen ateşin 37.8 üzerinde olması yüksek ateş olarak kabul edilir. Bebeklik ve çocukluk çağında ateş kriterleri biraz daha farklıdır. Bebeklerin ilk üç ayında koltukaltı ve makattan ateş ölçülmesi doğrudur. Koltukaltından ölçülen ateş 37.5'in üzerindeyse ilk olarak bebeği soymak gerekir. Genelde bebeklerin üşüyeceği düşünülerek kat kat kalın kıyafetler giydirilmektedir ancak bu yanlış bir uygulamadır. Bebeğin bulunduğu ortam biraz serinletildikten 15 dakika sonra yeniden ateş ölçülmelidir. Eğer hala 37.5 derecenin üzerindeyse mutlaka bir doktora başvurulmalıdır.Periyodik ateş sendromunda ateş düşürücü kullanılmalı mı?Ateş düşürücülerin miktar ve sıklıkları çocukların yaş grupları ve kilolarına göre değişebileceğinden bu konuda doktor önerisi ile hareket edilmelidir. Ancak bazen ebeveynlerde görülen ateş fobisi, bu ateş düşürücülerin çok yoğun kullanılmasına yol açıp, istenmeyen yan etkilerin ve organ hasarlarının görülmesine neden olabilir.
Periyodik ateş sendromu nedir?Özellikle ilkokul çağına gelene kadar çocuklarda birçok hastalık görülebilmektedir. Çocuklar yılda ortalama 9 kez üst solunum yolu enfeksiyonu geçirebilmekte ve bunların büyük çoğunluğu viral kaynaklı olmaktadır. Bunun yanında sık ateşli hastalık geçiren çocuklarda, özellikle ateş döngüselse periyodik ateş sendromları akla gelmelidir. Çocuklarda gerçek anlamda döngüsel ateş yapan sendromlar içinde en sık görülenlerden biri olan PFAPA sendromu; yani periyodik ateş, aftöz stomatit, farenjit ve adenit olarak tanımlanmaktadır.Periyodik ateş sendromu belirtileri nelerdir?Bu sendromun en belirgin özelliği döngüsel ateş ataklarıdır. Çocukta ateş aniden başlamakta, 38.9-41 derece arasında seyretmekte, 3-6 gün arasında görülen ateş genellikle 7 günden uzun sürmemekte ve kimi zaman aniden düzelmektedir. Ateş döngüsü 26-30 gün arasında değişmekle birlikte ortalama 28 gün de bir olmakta ve yılda ortalama 11-12 ateş atağı gözlenmektedir. Bu tabloda çocuk sağlıklı görünmesinin yanı sıra normal büyüme ve gelişimini de sürdürmektedir. Ateşle birlikte çocuklarda ağız içinde aftöz ülserler görülebilmektedir. Kesin bir laboratuvar tanısı olmasa da, klinik olarak teşhis konulmakta ve en az üç ateş atağının tanımlanması gerekmektedir.Periyodik ateş sendromu neden olur?Periyodik ateş sendromunun etiyolojisi yani nedeni bilinmemektedir. Tek bilinen sık ateşli hastalık geçiren çocuklarda görülmesidir.Periyodik ateş sendromu teşhisi nasıl konulur?Üç ile altı gün arasında görülen 38.9-41 derece ateş, 28 günde bir olabilmektedir. Çocukta yılda 11-12 kez bu şekilde ateş atağı görülürse periyodik ateş sendromu düşünülmelidir. Kesin bir laboratuvar tanısı bulunmamaktadır. Teşhisi çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı tarafından hasta öyküsü alınarak ve ayrıntılı muayene ile konulmaktadır.Periyodik ateş sendromu tedavisi nasıl yapılır?Ateş atağının steroid tedavisine yanıt vermesi bir tanı kriteri olarak kabul edilmektedir. Bu hastaların boğaz kültürlerinde genellikle beta-hemolitik streptokok mikrobu üremesi olmaz, üreme varlığı ise bu sendromun olmadığı anlamına gelmemelidir. En az 3 ateş atağı (7 günden kısa, düzenli ve periyodik), faranjit ve ağrılı boğaz şişliği ya da ağız içinde aftöz ülser, normal büyüme ve gelişmesi olan, ateş atakları arasında sağlıklı görünen çocuk varlığı ile tek doz steroid tedavisi sonucu semptomların düzelmesi gibi durumların varlığında PFAPA’nın düşünülmesi gerekir. Ateş atakları ortalama 4-8 yıl sürmekle birlikte çocuk büyüdükçe sıklığı azalır ve daha sonra kendiliğinden düzelmektedir.Periyodik ateş sendromu ile ilgili sık sorulan sorular Periyodik ateş sendromu olan çocuğa bademcik ameliyatı yapılır mı?Hastalığın kesin bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. Ataklarının tedavisinde steroid kullanılmaktadır. Tek doz steroid uygulaması ateş ve faranjit bulgularını düzeltse de, bir sonraki ateş atağını önlemez. Tedavide kullanılan diğer ilaç grupları kolşisin ve simetidindir. Bazı olgularda bademciklerin alınması da atakları önleyebilmektedir.Periyodik ateş sendromu başka hastalıkla karıştırılabilir mi?Bu rahatsızlık, çocuklarda periyodik ateş sendromları içinde sayılan Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF) ile karıştırılabilmektedir. FMF genellikle daha büyük yaşlarda ortaya çıkmakta ve ataklar düzensiz aralıklarla gerçekleşmektedir. Ateş 38-40 derece arasında değişmekle birlikte, 12-36 saat devam edip kendiliğinden düşmektedir. Özellikle karın ağrısının eşlik ettiği ateşin yanında göğüs ve eklem ağrıları da görülebilir. Ataklar arasında çocuk sağlıklı görünmektedir. Genetik geçiş bulunduğu için ailede benzer şikayetleri olan kişiler de olabilir. Ailevi Akdeniz Ateşi’nin bu rahatsızlıktan farklı olarak mutlaka tedavi edilmesi gerekir. Aksi halde vücutta amiloid birikimine bağlı olarak başta böbrek olmak üzere diğer iç organlarda da hasar meydana gelebilir.Periyodik ateş sendromu en çok kimlerde görülür?Genellikle 41 dereceyi bulan ateşle belirti veren ve aileleri oldukça endişelendiren periyodik ateş sendromuna, 2-5 yaş grubu çocuklarda sık rastlanıyor.Periyodik ateş sendromunun yan etkisi var mı?Periyodik yüksek ateş sendromu en çok ağız içinde aft, boyunda şişlik ve farenjitin eşlik ettiği ateş ile belirti veriyor.Periyodik ateş sendromuna hangi uzman bakar?Periyodik ateş sendromuna Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanı bakmaktadır.Yüksek ateşte ne olur?Ateş 39-40 derecenin üzerine çıktığında vücut aşırı enerji harcamaya başlar, kalp ve solunum sistemi daha hızlı çalışır. Vücut, kol ve bacaklardaki damarları büzüp bu bölgelere daha az kan gönderirken; beyin, kalp, karaciğer gibi organlara daha fazla kan gönderir. Vücut alacalı, mermerimsi bir görüntü alır, el- kol ve bacaklarda soğukluk olmasına rağmen gövdede yüksek sıcaklık görülür. Her ateş yükselmesinde paniklemek doğru değildir ancak 40 dereceyi geçen ateşte dikkat etmek gerekir.Periyodik ateş sendromunda ateş yüksekse ne yapmalı?Hemen telaşa kapılıp panik yapmamak gerekir. Çünkü panik yanlış tedaviyi getirebilir. Ateşli çocuğun üzerini örtmek tamamıyla yanlış bir uygulamadır. Çocuğun havale geçirmesine dahi sebep olabilir. Üzerini örtmek yerine odanın ısısı düşürülmelidir. Çocuğun ateşi 39 dereceyi buluyorsa, ateşe öksürük, kusma ve ishal de ekleniyorsa, hemen doktora başvurmak gerekir.Sirkeli su periyodik ateş sendromuna iyi gelir mi?İçine aspirin ezilmiş soğuk ve sirkeli suya batırılmış bezlerle alın ve koltuk altlarına baskı uygulanmamalıdır. Tamamıyla yanlış olan bu geleneksel yöntem, çocukların ateşi vücudundan atmasını daha da zorlaştırmaktadır. Fark edilmeyen durumlarda ya da ani ateş yükselmelerinde çocuğa başını dışarda bırakacak şekilde ılık bir duş aldırmak doğru olacaktır. Bunların hiçbiri ateşi düşürmezse, mutlaka uzmana başvurmak gerekmektedir.Periyodik ateş sendromunda ateş nasıl ölçülmeli?Koltuk altından ölçülen ateşin 37.5; kulak ve makattan ölçülen ateşin 37.8 üzerinde olması yüksek ateş olarak kabul edilir. Bebeklik ve çocukluk çağında ateş kriterleri biraz daha farklıdır. Bebeklerin ilk üç ayında koltukaltı ve makattan ateş ölçülmesi doğrudur. Koltukaltından ölçülen ateş 37.5'in üzerindeyse ilk olarak bebeği soymak gerekir. Genelde bebeklerin üşüyeceği düşünülerek kat kat kalın kıyafetler giydirilmektedir ancak bu yanlış bir uygulamadır. Bebeğin bulunduğu ortam biraz serinletildikten 15 dakika sonra yeniden ateş ölçülmelidir. Eğer hala 37.5 derecenin üzerindeyse mutlaka bir doktora başvurulmalıdır.Periyodik ateş sendromunda ateş düşürücü kullanılmalı mı?Ateş düşürücülerin miktar ve sıklıkları çocukların yaş grupları ve kilolarına göre değişebileceğinden bu konuda doktor önerisi ile hareket edilmelidir. Ancak bazen ebeveynlerde görülen ateş fobisi, bu ateş düşürücülerin çok yoğun kullanılmasına yol açıp, istenmeyen yan etkilerin ve organ hasarlarının görülmesine neden olabilir. | 5,810 |
551 | Hastalıklar | Pika Sendromu | Bir kişinin gıda dışı maddeleri sürekli olarak tükettiği bir durum olan pika sendromu, dünyada yaygın olmakla birlikte özellikle çocuklar ve hamilelerde izleniyor. Genellikle kendi kendine geçen bir durum olsa da, pika sendromu bazı kişiler için ciddi sorunlara neden olabiliyor. Tüketilen maddenin türüne göre zehirlenme, sindirim yollarında tıkanma ve delinme gibi sağlık açısından risk oluşturabilen bu rahatsızlığın nedeni ise tam olarak bilinmiyor. Ancak psikososyal ve biyokimyasal birçok faktörün etkili olduğu düşünülen pika sendromunun demir, çinko ve kalsiyum eksikliği ile de ilişkisi bulunuyor. Tedavisinde öncelikle altta yatan nedenin bulunup ortadan kaldırılması gerekiyor. İhtiyaç durumunda ise çocuk doktorunun sosyal hizmet uzmanı, diyetisyen, çocuk psikiyatristi veya psikolog ile birlikte çalışması gerebiliyor. Memorial Ankara Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Doç. Dr. Nisa Eda Çullas İlarslan, pika sendromu ile ilgili bilgi verdi.Bir kişinin gıda dışı maddeleri sürekli olarak tükettiği bir durum olan pika sendromu, dünyada yaygın olmakla birlikte özellikle çocuklar ve hamilelerde izleniyor. Genellikle kendi kendine geçen bir durum olsa da, pika sendromu bazı kişiler için ciddi sorunlara neden olabiliyor. Tüketilen maddenin türüne göre zehirlenme, sindirim yollarında tıkanma ve delinme gibi sağlık açısından risk oluşturabilen bu rahatsızlığın nedeni ise tam olarak bilinmiyor. Ancak psikososyal ve biyokimyasal birçok faktörün etkili olduğu düşünülen pika sendromunun demir, çinko ve kalsiyum eksikliği ile de ilişkisi bulunuyor. Tedavisinde öncelikle altta yatan nedenin bulunup ortadan kaldırılması gerekiyor. İhtiyaç durumunda ise çocuk doktorunun sosyal hizmet uzmanı, diyetisyen, çocuk psikiyatristi veya psikolog ile birlikte çalışması gerebiliyor. Memorial Ankara Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Doç. Dr. Nisa Eda Çullas İlarslan, pika sendromu ile ilgili bilgi verdi.
Pika sendromu nedir? Pika sendromu, besin olarak kabul edilmeyen maddelerin (örneğin toprak, kil, kömür, taş, cam, kurşun, saç, yün, kibrit, buz) en az bir aydır devamlı ve ısrarlı olarak yenilmesi şeklinde tanımlanan bir yeme bozukluğudur.Kimlerde daha sık görülür? Çocuklarda görülme sıklığı nedir? Pika sendromu çocuklarda ve gebelerde daha sık görülür. Çocuklarda 2-3 yaş arasında izlenme sıklığı en yüksektir. Pika sendromunun çocuklardaki görülme sıklığına ait veriler kısıtlı olmakla birlikte, öğrenme güçlüğü olan çocuklarda sıklık %25’lere kadar yükselebilmektedir.Çocuklarda pika sendromunun nedenleri nelerdir? Pika sendromunun altında vücuttaki vitamin eksiklikleri mi rol oynar? Yüzyıllardır bilinen pika sendromunun nedeni tam olarak aydınlatılamamış olsa da, oluşumunda psikososyal ve biyokimyasal birçok faktörün etkili olduğu düşünülmektedir. Çocuklarda demir, çinko ve kalsiyum eksikliği ile pika sendromu arasındaki ilişki net olarak tanımlanmıştır. Düşük gelir düzeyi, beslenme yetersizliği ve ihmal-istismar durumlarında daha sık olarak görülmektedir. Ayrıca öğrenme güçlüğü ve otizm spektrum bozukluğu gibi gelişimsel sorunlar da riski artırmaktadır. Benzer şekilde depresyon, şizofreni, dikkat eksikliği hiperakvitive bozukluğunda pika sendromu görülme olasılığı artar. Ayrıca belirli pika türleri, belirli kültürlerde ve dinlerde yaygın, sosyal olarak kabul edilen davranışlar olduğu için kültürel ve öğrenilmiş davranışlarda nedenler arasında yer alır. Bununla birlikte stres ve kaygı da pika sendromunda rol oynayabilir. Ancak bilinmelidir ki hiçbir sağlık sorunu olmayan çocuklarda da pika sendromu görülebilmektedir.Pika sendromunun belirtileri nelerdir?Pika sendromunun belirtileri yutulan maddeye ve ortaya çıkan komplikasyonlara bağlı olarak değişmektedir. Karın ağrısı, kabızlık, ishal ve dışkıda kan görülebilir. Özellikle toprak yenmesi ile birlikte yutulan maddeler paraziter hastalıkların da oluşumuna neden olabilir. Sert maddelerin yenmesi diş hasarı, diş çürüğü veya diş enfeksiyonlarına yol açabilir. Nadiren civa ya da kurşun zehirlenmesine ilişkin belirtiler oluşabilir. Bağırsak tıkanıklığı veya delinmesi gibi ciddi komplikasyonlar gelişirse şiddetli genel durum bozukluğu, karın ağrısı, ateş, kusma gibi yakınmalar görülebilir.Pika sendromunun tanısı nasıl konulur? Pika sendromunun tanısı klinik olarak konulur. Tanı için besin olarak kabul edilmeyen maddelerin, bireyin kendi gelişimsel düzeyi ile uyumlu olmayacak şekilde en az bir aydır yenmesi ve bu yeme davranışının bireyin yaşadığı toplumda kültürel olarak desteklenen veya normal kabul edilen bir davranış olmaması yeterlidir. Pika sendromu testlerinin çoğunluğu, bu durum nedeniyle meydana gelen sorunların tespit edilmesini sağlar. Pika sendromunun tedavisi nasıl uygulanır?Pika sendromunun tedavisinde öncelikli amaç altta yatan nedenin saptanmasıdır. Besin eksikliği mevcutsa, tedavisi hem beslenmenin düzenlenmesi hem de gerekli takviyenin verilmesi şeklinde planlanır. Çocuk doktorunun tedavide ihtiyaç halinde sosyal hizmet uzmanı, diyetisyen ve psikolog ile işbirliği içinde çalışması önemlidir. Pika sendromu olan birçok çocuk, ek olarak davranışsal tedaviden de fayda görmektedir. Ayrıca gelişimsel, nörolojik veya psikiyatrik bir sorun düşünülüyorsa ilgili bölümlere danışılarak destek alınır.PİKA SENDROMU İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULAR Pika sendromundan şüphelendiğim çocuğumu doktora götürmem gerekir mi? Çocuğunuzda pika sendromundan şüpheleniyorsanız çocuk doktorunuza başvurmanızda yarar vardır. Doktorunuz, pika sendromu tanısını kesinleştirecek ve ikincil komplikasyonların gelişip gelişmediğini değerlendirecektir. Laboratuvar incelemeleri, pika sendromunun hem nedeni hem de olası komplikasyonların aydınlatılması konusunda yardımcı olabilir. Doktorunuz bu amaçla başta kanda demir ve çinko düzeyi olmak üzere çeşitli testler isteyebilir. Ayrıca bağırsak tıkanıklığı ya da delinmesinden şüphelenildiğinde ultrason, röntgen veya daha ileri görüntüleme araçlarından yararlanılabilir.Pika sendromlu çocukların psikolojik destek alması gerekir mi?Pika sendromlu çocukların büyük bir kısmında ailenin sağlık personeli ile işbirliği yaparak çocuğa yeterli ilgi, sabır ve sevgi göstermesi ve vitamin-mineral eksikliği varsa yerine konulması yeterlidir. Bazı durumlarda ise çocuğun ek olarak psikolojik destek alması gerekmektedir. Pika için uygulanacak olan psikolojik tedavi şekli, duruma ve bireysel ihtiyaçlara bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Mümkün olan birkaç terapi yöntemi şu şekilde sıralanabilir:Hafif caydırıcı terapi: Bu yöntem, insanlara gıda dışı maddelerden kaçınmayı öğretmek için hafif sonuçlar kullanarak pika davranışlarından kaçınmayı öğretmeyi ve sağlıklı beslenme davranışlarını olumlu şekilde ödüllendirme yoluyla pekiştirmeyi içerir.Davranış terapisi: Bu terapi yöntemi, bir kişiye davranışlarını değiştirmelerine yardımcı olacak başa çıkma mekanizmalarını ve stratejileri öğretmeyi içerir.Diferansiyel güçlendirme: Bu yöntemde çocuklar diğer davranış ve etkinliklere odaklanarak pika davranışlarından kaçınmayı öğrenirler.Aileler pika sendromu olan çocuklarına nasıl davranmalıdırlar?Ebeveynlerin sabırlı ve ilgili olmaları, hekim ile işbirliği yapmaları, önerilen ilaç veya davranış tedavisine uyum göstermeleri çocuklarının tedavisinde başarı şansını artıracaktır.Pika sendromu tedavi edilmezse ne olur? Pika sendromu hangi büyük sorunlara yol açar? Pika sendromu, tedavi edilmediği takdirde çeşitli komplikasyonlara yol açabilir. Sindirim sistemine ait kabızlık, bağırsak tıkanıklığı veya delinmesi, dişlerde yüzey kaybı ve aşınma ve yutulan parazitlerin yol açtığı enfeksiyonlar görülebilir. Ayrıca başta kurşun olmak üzere çeşitli zehirlenmelere yol açabilir. Kurşun zehirlenmesinde bilinç değişikliği, nöbet ve sindirim sistemine ait yakınmalar görülür.Pika sendromunun ruh sağlığına etkileri nelerdir?Pika sendromu olan çocukların, tedavi edilmediklerinde özgüven eksikliği, depresyon ve anksiyete riskleri artmaktadır. Hem okul, hem de evde diğer bireyler ile olan sosyal ilişkileri olumsuz yönde etkilenebilmektedir.Pika sendromu olan kişiler genellikle neler yer?Pika sendromu olan kişiler genellikle aşağıdaki maddeleri yerler: Toprak veya kil Kül Bebek veya talk pudrası Tebeşir Odun kömürü Kahve telvesi Yumurta kabuğu Dışkı, kusmuk Saç, ip veya iplik Buz Çamaşır deterjanı Boya Kağıt Çakıl taşları Evcil hayvan yemi Sabun Yün veya kumaş.Pika sendromu önlenebilir mi?Pica sendromu, öngörülemeyen bir şekilde gerçekleşir. Bu nedenle sendromun gelişmesini engellemenin bir yolu bulunmamaktadır. Ayrıca bu durumu geliştirme riskini azaltmanın da bir yolu yoktur. Pika ile ilgili yapılabilecek en önemli şey, dengeli beslenildiğinden ve temel vitamin veya minerallerde herhangi bir eksiklik bulunmadığından emin olmaktır. Ayrıca uyaran eksikliğinin önlenmesi riski azaltacaktır.
Pika sendromu nedir? Pika sendromu, besin olarak kabul edilmeyen maddelerin (örneğin toprak, kil, kömür, taş, cam, kurşun, saç, yün, kibrit, buz) en az bir aydır devamlı ve ısrarlı olarak yenilmesi şeklinde tanımlanan bir yeme bozukluğudur.Kimlerde daha sık görülür? Çocuklarda görülme sıklığı nedir? Pika sendromu çocuklarda ve gebelerde daha sık görülür. Çocuklarda 2-3 yaş arasında izlenme sıklığı en yüksektir. Pika sendromunun çocuklardaki görülme sıklığına ait veriler kısıtlı olmakla birlikte, öğrenme güçlüğü olan çocuklarda sıklık %25’lere kadar yükselebilmektedir.Çocuklarda pika sendromunun nedenleri nelerdir? Pika sendromunun altında vücuttaki vitamin eksiklikleri mi rol oynar? Yüzyıllardır bilinen pika sendromunun nedeni tam olarak aydınlatılamamış olsa da, oluşumunda psikososyal ve biyokimyasal birçok faktörün etkili olduğu düşünülmektedir. Çocuklarda demir, çinko ve kalsiyum eksikliği ile pika sendromu arasındaki ilişki net olarak tanımlanmıştır. Düşük gelir düzeyi, beslenme yetersizliği ve ihmal-istismar durumlarında daha sık olarak görülmektedir. Ayrıca öğrenme güçlüğü ve otizm spektrum bozukluğu gibi gelişimsel sorunlar da riski artırmaktadır. Benzer şekilde depresyon, şizofreni, dikkat eksikliği hiperakvitive bozukluğunda pika sendromu görülme olasılığı artar. Ayrıca belirli pika türleri, belirli kültürlerde ve dinlerde yaygın, sosyal olarak kabul edilen davranışlar olduğu için kültürel ve öğrenilmiş davranışlarda nedenler arasında yer alır. Bununla birlikte stres ve kaygı da pika sendromunda rol oynayabilir. Ancak bilinmelidir ki hiçbir sağlık sorunu olmayan çocuklarda da pika sendromu görülebilmektedir.Pika sendromunun belirtileri nelerdir?Pika sendromunun belirtileri yutulan maddeye ve ortaya çıkan komplikasyonlara bağlı olarak değişmektedir. Karın ağrısı, kabızlık, ishal ve dışkıda kan görülebilir. Özellikle toprak yenmesi ile birlikte yutulan maddeler paraziter hastalıkların da oluşumuna neden olabilir. Sert maddelerin yenmesi diş hasarı, diş çürüğü veya diş enfeksiyonlarına yol açabilir. Nadiren civa ya da kurşun zehirlenmesine ilişkin belirtiler oluşabilir. Bağırsak tıkanıklığı veya delinmesi gibi ciddi komplikasyonlar gelişirse şiddetli genel durum bozukluğu, karın ağrısı, ateş, kusma gibi yakınmalar görülebilir.Pika sendromunun tanısı nasıl konulur? Pika sendromunun tanısı klinik olarak konulur. Tanı için besin olarak kabul edilmeyen maddelerin, bireyin kendi gelişimsel düzeyi ile uyumlu olmayacak şekilde en az bir aydır yenmesi ve bu yeme davranışının bireyin yaşadığı toplumda kültürel olarak desteklenen veya normal kabul edilen bir davranış olmaması yeterlidir. Pika sendromu testlerinin çoğunluğu, bu durum nedeniyle meydana gelen sorunların tespit edilmesini sağlar. Pika sendromunun tedavisi nasıl uygulanır?Pika sendromunun tedavisinde öncelikli amaç altta yatan nedenin saptanmasıdır. Besin eksikliği mevcutsa, tedavisi hem beslenmenin düzenlenmesi hem de gerekli takviyenin verilmesi şeklinde planlanır. Çocuk doktorunun tedavide ihtiyaç halinde sosyal hizmet uzmanı, diyetisyen ve psikolog ile işbirliği içinde çalışması önemlidir. Pika sendromu olan birçok çocuk, ek olarak davranışsal tedaviden de fayda görmektedir. Ayrıca gelişimsel, nörolojik veya psikiyatrik bir sorun düşünülüyorsa ilgili bölümlere danışılarak destek alınır.PİKA SENDROMU İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULAR Pika sendromundan şüphelendiğim çocuğumu doktora götürmem gerekir mi? Çocuğunuzda pika sendromundan şüpheleniyorsanız çocuk doktorunuza başvurmanızda yarar vardır. Doktorunuz, pika sendromu tanısını kesinleştirecek ve ikincil komplikasyonların gelişip gelişmediğini değerlendirecektir. Laboratuvar incelemeleri, pika sendromunun hem nedeni hem de olası komplikasyonların aydınlatılması konusunda yardımcı olabilir. Doktorunuz bu amaçla başta kanda demir ve çinko düzeyi olmak üzere çeşitli testler isteyebilir. Ayrıca bağırsak tıkanıklığı ya da delinmesinden şüphelenildiğinde ultrason, röntgen veya daha ileri görüntüleme araçlarından yararlanılabilir.Pika sendromlu çocukların psikolojik destek alması gerekir mi?Pika sendromlu çocukların büyük bir kısmında ailenin sağlık personeli ile işbirliği yaparak çocuğa yeterli ilgi, sabır ve sevgi göstermesi ve vitamin-mineral eksikliği varsa yerine konulması yeterlidir. Bazı durumlarda ise çocuğun ek olarak psikolojik destek alması gerekmektedir. Pika için uygulanacak olan psikolojik tedavi şekli, duruma ve bireysel ihtiyaçlara bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Mümkün olan birkaç terapi yöntemi şu şekilde sıralanabilir:Hafif caydırıcı terapi: Bu yöntem, insanlara gıda dışı maddelerden kaçınmayı öğretmek için hafif sonuçlar kullanarak pika davranışlarından kaçınmayı öğretmeyi ve sağlıklı beslenme davranışlarını olumlu şekilde ödüllendirme yoluyla pekiştirmeyi içerir.Davranış terapisi: Bu terapi yöntemi, bir kişiye davranışlarını değiştirmelerine yardımcı olacak başa çıkma mekanizmalarını ve stratejileri öğretmeyi içerir.Diferansiyel güçlendirme: Bu yöntemde çocuklar diğer davranış ve etkinliklere odaklanarak pika davranışlarından kaçınmayı öğrenirler.Aileler pika sendromu olan çocuklarına nasıl davranmalıdırlar?Ebeveynlerin sabırlı ve ilgili olmaları, hekim ile işbirliği yapmaları, önerilen ilaç veya davranış tedavisine uyum göstermeleri çocuklarının tedavisinde başarı şansını artıracaktır.Pika sendromu tedavi edilmezse ne olur? Pika sendromu hangi büyük sorunlara yol açar? Pika sendromu, tedavi edilmediği takdirde çeşitli komplikasyonlara yol açabilir. Sindirim sistemine ait kabızlık, bağırsak tıkanıklığı veya delinmesi, dişlerde yüzey kaybı ve aşınma ve yutulan parazitlerin yol açtığı enfeksiyonlar görülebilir. Ayrıca başta kurşun olmak üzere çeşitli zehirlenmelere yol açabilir. Kurşun zehirlenmesinde bilinç değişikliği, nöbet ve sindirim sistemine ait yakınmalar görülür.Pika sendromunun ruh sağlığına etkileri nelerdir?Pika sendromu olan çocukların, tedavi edilmediklerinde özgüven eksikliği, depresyon ve anksiyete riskleri artmaktadır. Hem okul, hem de evde diğer bireyler ile olan sosyal ilişkileri olumsuz yönde etkilenebilmektedir.Pika sendromu olan kişiler genellikle neler yer?Pika sendromu olan kişiler genellikle aşağıdaki maddeleri yerler:Pika sendromu önlenebilir mi?Pica sendromu, öngörülemeyen bir şekilde gerçekleşir. Bu nedenle sendromun gelişmesini engellemenin bir yolu bulunmamaktadır. Ayrıca bu durumu geliştirme riskini azaltmanın da bir yolu yoktur. Pika ile ilgili yapılabilecek en önemli şey, dengeli beslenildiğinden ve temel vitamin veya minerallerde herhangi bir eksiklik bulunmadığından emin olmaktır. Ayrıca uyaran eksikliğinin önlenmesi riski azaltacaktır. | 5,961 |
552 | Hastalıklar | Pick Hastalığı | Pick hastalığı, genellikle 65 yaşın altındaki insanlarda görülen ve geri dönüşü olmayan bir bunama hastalığıdır. Dejeneratif bir beyin rahatsızlığı olan Pick hastalığı, günümüzde 20’li yaşlarda bile görülebiliyor. Hastanın davranışlarını etkileyebilen Pick hastalığı, konuşma veya karşısındaki insanları anlama yeteneğini olumsuz etkileyebiliyor. Pick hastalığı, beyinde etkilediği sinir hücrelerini çalışamaz hale getirebiliyor. Etkilenen beyin sinir hücreleri kendini yenileme veya onarma yetisini kaybettiği için geri dönülemez kayıplara neden olabiliyor. Pick hastalığının bilinen bir tedavisi bulunmuyor ancak uygulanan bazı tedavilerle Pick hatalığının bazı semptomları kontrol altına alınabiliyor.Pick hastalığı, genellikle 65 yaşın altındaki insanlarda görülen ve geri dönüşü olmayan bir bunama hastalığıdır. Dejeneratif bir beyin rahatsızlığı olan Pick hastalığı, günümüzde 20’li yaşlarda bile görülebiliyor. Hastanın davranışlarını etkileyebilen Pick hastalığı, konuşma veya karşısındaki insanları anlama yeteneğini olumsuz etkileyebiliyor. Pick hastalığı, beyinde etkilediği sinir hücrelerini çalışamaz hale getirebiliyor. Etkilenen beyin sinir hücreleri kendini yenileme veya onarma yetisini kaybettiği için geri dönülemez kayıplara neden olabiliyor. Pick hastalığının bilinen bir tedavisi bulunmuyor ancak uygulanan bazı tedavilerle Pick hatalığının bazı semptomları kontrol altına alınabiliyor.
Pick hastalığı nedir?Bir demans türü olan Pick hastalığı, Alzheimer’dan sonra toplumda ikinci sırada görülmektedir. Genellikle 40-60 yaşları arasında oraya çıkan Pick hastalığı, beyin hücrelerindeki fazla protein birikiminden kaynaklanan büzüşmeler ile ortaya çıkmaktadır. Beyindeki bu tahribat hastada ilk olarak kişilik, sosyal davranış ve konuşma bozukluklarına neden olmaktadır. Pick hastalığı riski ailesinde bu hastalığın hikayesi bulunan ve kafa travması geçiren kişilerde daha yüksektir. İlk olarak 1892'de Çek nörolog ve psikiyatr Arnold Pick tarafından tanımlanan Pick hastalığının tedavisi bulunmamakta ancak semptomlar kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır.Pick hastalığı tipleri nelerdir?Alt tipleri bulunan Pick hastalığının üç farklı tipi şunlardır;Tip A: Hastalığın en sık görülen türü Tip A’dır. Pick hastalığı Tip A’nın ilk belirtileri hastalığın 3 ile 9. aylarda ortaya çıkarak hastanın davranışlarında gerileme başlar.Tip B: Çocukluk dönemlerinde ortaya çıkan Tip B, yapılan tedaviler sonucu hasanın yetişkinliğe kadar hayatta kalmasını sağlayabilir.Tip C: Pick hastalığının Tip C tipi hastalığın nadir olarak görülen kalıtsal bir türüdür.Kimler Pick hastalığı nedenleri nelerdir?Pick hastalığı iki şekilde oluşur. Bunlardan biri, frontotemporal demansın (bvFTD) davranışsal varyantına neden olmasıdır. İkincisi ise beynin dil alanlarını etkileyerek, birincil ilerleyici afazi olarak bilinen bir duruma neden olduğu dönemdir. Pick hastalığı, kişileri demans ve Alzheimer gibi bunama hastalıklarından daha erken yaşlarda etkiler. Yapılan araştırmalar 50 ile 60 yaş arasında Pick hastalığı teşhisi konan kişilerin daha fazla olduğunu ortaya çıkarmıştır. Ancak bu hastalık 20 yaşından küçük veya 80 yaşından büyük insanlarda bu görülebilir. Yapılan araştırmalar ailelerde Pick hastalığı hikayesi olan kişilerde bu hastalığa yakalanma riskini artırdığını ortaya çıkarmıştır. Bu durumun sebebinin de en az üç spesifik gen mutasyonuyla kaynaklandığı tespit edilmiştir. Ancak araştırmalar Pick hastalığı vakalarının çoğunun kalıtsal olmadığını da ortaya çıkarmıştır. Mesela kafa travması geçiren insanlarda Pick hastalığı riski daha yüksektir.Pick hastalığı nasıl oluşur?Pick hastalığı, çok spesifik bir nedeni olan bir tür frontotemporal demanstır. Tüm sinir ve beyin hücreleri, belirli bir protein olan tau içerir. Tau gibi proteinlerin belirli bir şekle sahip olması gerekir, aksi takdirde düzgün çalışmazlar. Tau proteinleri arızalanıp birbirine karıştığında, nöronların içinde birikerek bu hücrelere zarar verir ve onları yok eder. "Pick cell" olarak bilinen bu tahrip olmuş nöronlar şişmiş, balon benzeri bir şekle sahiptir. "Cisimleri seç" olarak bilinen hücrelerin içindeki tau proteinlerinin düğümleri de mikroskop altında görülebilir. Pick hücreleri ve Pick gövdeleri başka hiçbir koşulda olmaz. Tau proteinlerinin arızalanmasının nedeni hala bir muamma. Araştırmacılar, Pick hastalığını belirli genetik mutasyonlara bağladılar, ancak çoğu hastalık vakası kalıtsal değil.Pick hastalığının belirtileri nelerdir?Pick hastalığının belirtilerini 3 bölümde sıralamak mümkündür. Bunlar davranış bozuklukları, diyet ve ağız merkezli davranış bozuklukları ile sinir sistemi bozukluklarıdır. Bu 3 bölüm belirtileri şunlardır;Davranış bozuklukları: Ruh hali değişiklikleri Sinirlik veya gerginlik Uygun olmayan davranışlar Ani karar vermek Günlük sosyal işleyişe karşı ilgi duymamak İşlere odaklanamamak Duygu ve düşünceleri tekrar etmek Sosyal ilişki kuraramak Empati kaybı yaşamak Hijyen kurallarına uymamakDiyet ve ağız merkezli davranışlardaki değişiklikleri: Sağlıklı olmayan yiyecekler aşırı düşkünlük Konuşmada zorlanmak Okuma ve e yazma yeteneğinin azalması Konuşurken ya da yazarken doğru kelime bulamamak Konuşmayı anlamamak (afazi) Duyduklarını sürekli tekrar etmek (ekolali) Kelime dağarcığının azalması Birbiri ile uyumu olmayan konuşma sesleri çıkarmak Gıda dışı maddeleri yemeğe yeltenmekSinir sistemi sorunları: Kas kasılmaları (distoni) Hafıza kaybı Hareket güçlüğü (apraksi) Kilo kayıpları İdrar kaçırma Yutma veya yeme zorluğu Uyku bozuklukları Yürümede zorluklar yaşanmasıPick hastalığı nasıl teşhis edilir?Pick hastalığı şüphesiyle gelen hasta fiziksel ve nörolojik muayeneler yapıldıktan sonra kesin teşhis için görüntüleme testleri kullanılarak frontotemporal demansı olan birini teşhis edebilir. Sonuçlara bağlı olarak, bir kişiye davranışsal FTD veya birincil progresif afazinin (PPA) alt tiplerinden birini teşhis edebilirler. FTD'yi teşhis etmek için kan testleri, beyin omurilik sıvısı testleri, bilgisayarlı tomografi (BT), elektroensefalogram (EEG), genetik testi, manyetik rezonans görüntüleme (MRI) ve Pozitron Emisyon Tomografisi (PET) taraması yapılır.Pick hastalığı nasıl tedavi edilir?Bir bunama çeşidi olan Pick hastalığının günümüzde herhangi bir tedavi yolu bulunmamaktadır. Öyle ki hastalığı iyileştirememenin dışında hastalığın ilerlemesi veya yavaşlatılmasının da bir yolu yoktur. Ancak hastalığı takip eden doktor depresyon, ilgisizlik veya agresif davranış gibi semptomları tedavi etmek için bazı ilaçlar kullanabilir.Pick Hastalığı İle İlgili Sık Sorulan SorularPick hastalığı riski nasıl azaltılabilir?Pick hastalığı beklenmedik bir şekilde ve bilinmeyen nedenlerle ortaya çıkar. Bu nedenle, onu önlemenin veya geliştirme riskinizi azaltmanın bir yolu yoktur.Pick hastalığı nasıl ilerler?Pick hastalığı da dahil olmak üzere tüm FTD biçimleri beynin kademeli olarak bozulmasına neden olur. Hasta etkilenen alanlarla ilgili yeteneklerini kaybeder. Pick hastalığı bu genellikle nasıl davrandığınızı kontrol etmenize yardımcı olan alanları veya beyninizin konuşma ve başkaları konuşurken anlama yeteneğinizi koordine eden alanlarını etkiler. Frontotemporal demansı olan kişiler, yetenekleri ve bağımsız yaşamalarını zamanla kaybederler. Hastalık ilerledikçe hastanın 7 gün 24 saat alanında uzman çalışanlar tarafından bakım altına alınması gerekir.Pick hastalığı ne kadar sürer?Pick hastalığı da dahil olmak üzere tüm frontotemporal bunama türleri yaşam boyu süren durumlardır.Pick hastalığı ölümcül bir hastalık mıdır?Pick hastalığı tedavi, ilerleme ve durdurulması olmayan bir hastalıktır. Hastaların genellikle 8 ila 10 arasında hayatını kaybettiği belirlenmiştir.Pick hastalığı ile Niemann-Pick hastalığı arasındaki fark nedir?Bu iki hastalığın “Pick” isminin tesadüf dışında hiçbir bağlantısı yoktur.Pick hastalığı ne kadar yaygındır?Pick hastalığının 100 bin kişinin 15 ila 22 arasında görüldüğü tahmin edilmektedir. Ancak Pick hastalığının kesin teşhis edilmesi zor olduğu için bu sayının doğruluğu net olmadığı düşünülmektedir. Çünkü Pick hastalığını yaşarken teşhis etmenin imkansız olması ve öldükten sonra bile teşhis edilmesinin son derece zor olmasıdır.Pick hastalığı bulaşıcı bir hastalık mıdır?Pick hastalığı bulaşıcı değildir ve insandan insana bulaşmaz. İnsanların hastalığı miras alabileceğine veya çocuklarına geçirebileceğine dair bazı kanıtlar olsa da, çoğu Pick hastalığı vakası kalıtsal değildir.
Pick hastalığı nedir?Bir demans türü olan Pick hastalığı, Alzheimer’dan sonra toplumda ikinci sırada görülmektedir. Genellikle 40-60 yaşları arasında oraya çıkan Pick hastalığı, beyin hücrelerindeki fazla protein birikiminden kaynaklanan büzüşmeler ile ortaya çıkmaktadır. Beyindeki bu tahribat hastada ilk olarak kişilik, sosyal davranış ve konuşma bozukluklarına neden olmaktadır. Pick hastalığı riski ailesinde bu hastalığın hikayesi bulunan ve kafa travması geçiren kişilerde daha yüksektir. İlk olarak 1892'de Çek nörolog ve psikiyatr Arnold Pick tarafından tanımlanan Pick hastalığının tedavisi bulunmamakta ancak semptomlar kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır.Pick hastalığı tipleri nelerdir?Alt tipleri bulunan Pick hastalığının üç farklı tipi şunlardır;Tip A: Hastalığın en sık görülen türü Tip A’dır. Pick hastalığı Tip A’nın ilk belirtileri hastalığın 3 ile 9. aylarda ortaya çıkarak hastanın davranışlarında gerileme başlar.Tip B: Çocukluk dönemlerinde ortaya çıkan Tip B, yapılan tedaviler sonucu hasanın yetişkinliğe kadar hayatta kalmasını sağlayabilir.Tip C: Pick hastalığının Tip C tipi hastalığın nadir olarak görülen kalıtsal bir türüdür.Kimler Pick hastalığı nedenleri nelerdir?Pick hastalığı iki şekilde oluşur. Bunlardan biri, frontotemporal demansın (bvFTD) davranışsal varyantına neden olmasıdır. İkincisi ise beynin dil alanlarını etkileyerek, birincil ilerleyici afazi olarak bilinen bir duruma neden olduğu dönemdir. Pick hastalığı, kişileri demans ve Alzheimer gibi bunama hastalıklarından daha erken yaşlarda etkiler. Yapılan araştırmalar 50 ile 60 yaş arasında Pick hastalığı teşhisi konan kişilerin daha fazla olduğunu ortaya çıkarmıştır. Ancak bu hastalık 20 yaşından küçük veya 80 yaşından büyük insanlarda bu görülebilir. Yapılan araştırmalar ailelerde Pick hastalığı hikayesi olan kişilerde bu hastalığa yakalanma riskini artırdığını ortaya çıkarmıştır. Bu durumun sebebinin de en az üç spesifik gen mutasyonuyla kaynaklandığı tespit edilmiştir. Ancak araştırmalar Pick hastalığı vakalarının çoğunun kalıtsal olmadığını da ortaya çıkarmıştır. Mesela kafa travması geçiren insanlarda Pick hastalığı riski daha yüksektir.Pick hastalığı nasıl oluşur?Pick hastalığı, çok spesifik bir nedeni olan bir tür frontotemporal demanstır. Tüm sinir ve beyin hücreleri, belirli bir protein olan tau içerir. Tau gibi proteinlerin belirli bir şekle sahip olması gerekir, aksi takdirde düzgün çalışmazlar. Tau proteinleri arızalanıp birbirine karıştığında, nöronların içinde birikerek bu hücrelere zarar verir ve onları yok eder. "Pick cell" olarak bilinen bu tahrip olmuş nöronlar şişmiş, balon benzeri bir şekle sahiptir. "Cisimleri seç" olarak bilinen hücrelerin içindeki tau proteinlerinin düğümleri de mikroskop altında görülebilir. Pick hücreleri ve Pick gövdeleri başka hiçbir koşulda olmaz. Tau proteinlerinin arızalanmasının nedeni hala bir muamma. Araştırmacılar, Pick hastalığını belirli genetik mutasyonlara bağladılar, ancak çoğu hastalık vakası kalıtsal değil.Pick hastalığının belirtileri nelerdir?Pick hastalığının belirtilerini 3 bölümde sıralamak mümkündür. Bunlar davranış bozuklukları, diyet ve ağız merkezli davranış bozuklukları ile sinir sistemi bozukluklarıdır. Bu 3 bölüm belirtileri şunlardır;Davranış bozuklukları:Diyet ve ağız merkezli davranışlardaki değişiklikleri:Sinir sistemi sorunları:Pick hastalığı nasıl teşhis edilir?Pick hastalığı şüphesiyle gelen hasta fiziksel ve nörolojik muayeneler yapıldıktan sonra kesin teşhis için görüntüleme testleri kullanılarak frontotemporal demansı olan birini teşhis edebilir. Sonuçlara bağlı olarak, bir kişiye davranışsal FTD veya birincil progresif afazinin (PPA) alt tiplerinden birini teşhis edebilirler. FTD'yi teşhis etmek için kan testleri, beyin omurilik sıvısı testleri, bilgisayarlı tomografi (BT), elektroensefalogram (EEG), genetik testi, manyetik rezonans görüntüleme (MRI) ve Pozitron Emisyon Tomografisi (PET) taraması yapılır.Pick hastalığı nasıl tedavi edilir?Bir bunama çeşidi olan Pick hastalığının günümüzde herhangi bir tedavi yolu bulunmamaktadır. Öyle ki hastalığı iyileştirememenin dışında hastalığın ilerlemesi veya yavaşlatılmasının da bir yolu yoktur. Ancak hastalığı takip eden doktor depresyon, ilgisizlik veya agresif davranış gibi semptomları tedavi etmek için bazı ilaçlar kullanabilir.Pick Hastalığı İle İlgili Sık Sorulan SorularPick hastalığı riski nasıl azaltılabilir?Pick hastalığı beklenmedik bir şekilde ve bilinmeyen nedenlerle ortaya çıkar. Bu nedenle, onu önlemenin veya geliştirme riskinizi azaltmanın bir yolu yoktur.Pick hastalığı nasıl ilerler?Pick hastalığı da dahil olmak üzere tüm FTD biçimleri beynin kademeli olarak bozulmasına neden olur. Hasta etkilenen alanlarla ilgili yeteneklerini kaybeder. Pick hastalığı bu genellikle nasıl davrandığınızı kontrol etmenize yardımcı olan alanları veya beyninizin konuşma ve başkaları konuşurken anlama yeteneğinizi koordine eden alanlarını etkiler. Frontotemporal demansı olan kişiler, yetenekleri ve bağımsız yaşamalarını zamanla kaybederler. Hastalık ilerledikçe hastanın 7 gün 24 saat alanında uzman çalışanlar tarafından bakım altına alınması gerekir.Pick hastalığı ne kadar sürer?Pick hastalığı da dahil olmak üzere tüm frontotemporal bunama türleri yaşam boyu süren durumlardır.Pick hastalığı ölümcül bir hastalık mıdır?Pick hastalığı tedavi, ilerleme ve durdurulması olmayan bir hastalıktır. Hastaların genellikle 8 ila 10 arasında hayatını kaybettiği belirlenmiştir.Pick hastalığı ile Niemann-Pick hastalığı arasındaki fark nedir?Bu iki hastalığın “Pick” isminin tesadüf dışında hiçbir bağlantısı yoktur.Pick hastalığı ne kadar yaygındır?Pick hastalığının 100 bin kişinin 15 ila 22 arasında görüldüğü tahmin edilmektedir. Ancak Pick hastalığının kesin teşhis edilmesi zor olduğu için bu sayının doğruluğu net olmadığı düşünülmektedir. Çünkü Pick hastalığını yaşarken teşhis etmenin imkansız olması ve öldükten sonra bile teşhis edilmesinin son derece zor olmasıdır.Pick hastalığı bulaşıcı bir hastalık mıdır?Pick hastalığı bulaşıcı değildir ve insandan insana bulaşmaz. İnsanların hastalığı miras alabileceğine veya çocuklarına geçirebileceğine dair bazı kanıtlar olsa da, çoğu Pick hastalığı vakası kalıtsal değildir. | 5,305 |
553 | Hastalıklar | Pilor Stenozu | Pilor stenozu, özellikle yeni doğmuş bebeklerde midenin alt kısmındaki pilor bölgesinin daralması sonucunda görülen önemli bir hastalıktır. Bu hastalık, mide ve bağırsak arasında gerçekleşir. Bu nedenle mide içeriğinin ince bağırsağa geçişini zorlaştırır. Tekrarlayan ve şiddetli kusma, kilo kaybı, susuzluk ve yetersiz beslenme gibi belirtilerle görülebilir. Bebekler için oldukça tehlikeli olabilen bu hastalık, ameliyat vb. yöntemlerle tedavi edilebilir.Pilor stenozu, özellikle yeni doğmuş bebeklerde midenin alt kısmındaki pilor bölgesinin daralması sonucunda görülen önemli bir hastalıktır. Bu hastalık, mide ve bağırsak arasında gerçekleşir. Bu nedenle mide içeriğinin ince bağırsağa geçişini zorlaştırır. Tekrarlayan ve şiddetli kusma, kilo kaybı, susuzluk ve yetersiz beslenme gibi belirtilerle görülebilir. Bebekler için oldukça tehlikeli olabilen bu hastalık, ameliyat vb. yöntemlerle tedavi edilebilir.
Pilor Stenozu Nedir?Pilor stenozu, bebeğin ilk aylarında mide ile bağırsaklar arasındaki kas olan pilorun kalınlaşmasının neden olduğu tıkanıklık sonucu şiddetli kusmaya sebebiyet veren bir problemdir. Yeni doğan bebeklerde sıkça karşılaşılan bu durum ameliyat gerektirir. Mide ve ince bağırsak arasındaki bağlantı kısmına pilor denir. Pilor stenozu denilen durumda ise midenin bu bölümünde (pilor) bulunan kaslar büyür ve pilorun açılmasını daraltıp alınan gıdaların ince bağırsağa yönelmesini engeller.Pilor Darlığında Ne Olur?Pilor darlığının gerçekleşmesi durumunda bebeğin aldığı besinler mideden ince bağırsağa geçemez. Bu nedenle de mide boşalması sağlanamaz. Pilor stenozu, yeni doğan bebeklerin yaklaşık %3 oranındaki kısmını etkiler. Eğer bebeğin ailesinde pilor stenozu varsa bu durumda bebeğin bu hastalığı geliştirme riski yaklaşık %20 civarındadır. Bu rahatsızlığa sahip olan bebeklerin birçoğu, doğumdan hemen sonra semptomları göstermez, yaklaşık 4-5 hafta civarında bir süre sonra semptomları gösterir.Pilor stenozu bebekte şiddetli kusmalara, kilo kaybına ve dehidrasyona sebebiyet verebilir. Ayrıca bebekte bu rahatsızlık varsa bebek sürekli aç gibi davranabilir.Pilor Stenozu Belirtileri Nelerdir?Pilor stenozu hastalığı, kusma, kabızlık ve kilo şeklindeki belirtilerle ortaya çıkan ve bebeği oldukça etkileyen bir rahatsızlıktır. Ancak erken teşhis durumunda yaşanacak sıkıntılar daha düşük seviyelere indirgenebilir. Bunun için ise pilor stenozu belirtilerini bilmeli, ona göre hareket edilmelidir.Pilor stenozu semptomları, bebeklerde yaklaşık 4. ve 5. hafta civarında etki gösterir. Ancak bazı durumlarda 3. haftada da semptomlar kendini gösterebilir. Pilor stenozu belirtileri şunlardır:KusmaBu rahatsızlığın ilk belirtisi, kusmadır. Rahatsızlığın ilk başlarında bebek sıkça kusar fakat daha sonralarda anne sütü ve mama bebeğin ağzından bir anda fışkırabilir. Şiddetli kusmalar, bebekte genelde beslenmeden bir süre sonra gerçekleşir fakat bazı zamanlarda kusma, beslenmeden birkaç saat sonra da gerçekleşebilir. Eğer bebekte pilor stenozu bulunuyorsa bebek kustuktan bir süre sonra acıkır.KabızlıkPilor stenozu olan bebekler, diğer bebeklere kıyasla daha az dışkılar. Bunun sebebi ise hastalığın tanımından da anlaşılacağı gibi bağırsaklara yeterli besinin ulaşamamasıdır. Ayrıca dışkı kabızlık şeklinde ya da mukuslu olarak kendini gösterebilir.Kilo kaybıEğer bebekte pilor stenozu varsa bebek kilo alamaz ya da fazla kilo verir.Eğer bebekte bu semptomlar ve şüphelendiğiniz başka durumlar varsa bebeği doktorunuza göstermenizde fayda vardır.Yetişkinlerde Pilor Stenozu Belirtileri Nelerdir?Tıpkı bebeklerde olduğu gibi yetişkinlerde de görülen bu rahatsızlığın yetişkinlerde gösterdiği semptomlar bazen farklılık gösterebilir. Ancak genel anlamda semptomlar aynıdır. Yetişkin bireylerde pilor stenozu belirtileri genel anlamda şöyledir: Yetişkin bireylerde pilor stenozu semptomlarından en belirgini, bağırsak hareketlerinde yaşanan değişikliklerdir. Eğer normalden daha az bağırsak hareketliliği varsa bu durum pilor stenozuna işaret ediyor olabilir. Yetişkinlerde görülen diğer belirti ise kusmadır. Yetişkinlerde özellikle besin tüketiminden kısa bir süre sonra kusma gerçekleşir. Pilor stenozunda gerçekleşen kusma durumundan dolayı vücutta sıvı kaybı gerçekleşir. Bu nedenle pilor stenozu sizde varsa devamlı susuzluk yaşama gibi bir durum olabilir.Başlıca bu semptomlar olmak üzere başka semptomlara da sahipseniz pilor stenozu rahatsızlığı sizde olabilir. Bu durumların görülmesi halinde en kısa sürede bir doktora başvurmalısınız.Bebeklerde Pilor Stenozu Belirtileri Nelerdir?Özellikle yeni doğan bebeklerde görülen bu rahatsızlık, bebeklerde yaşanan bazı belirtilerle kendini belli eder. Bunlar genel olarak şunlardır: Bebek 3 haftalıkken başlayan ve giderek miktarı da sıklığı da artan beslenme sonrası kusmalarla kendini belli eder. Ayrıca bu kusma daha çok fışkıran tarzdadır. Kusma safrasız olarak gerçekleşir ve kusmadan sonra bebek kendini aç hissedip yeniden emmek ister. Tedavi edilmediği durumda kusma sayısı giderek artar ve elektrolit ile sıvı kaybı fazlalaşır. Bebekte pilor sitenozu varsa bebeğin cildi daha buruşuk görünebilir. Bunun sebebi ise kusmadan kaynaklı sıvı kayıplarıdır. Bebeklerde dışkılama azalır veya bazen mukuslu şekilde dışkılama gerçekleşir. Bebek hızlı bir şekilde kilo verir veya kilo alamaz. Bebeğinizde bu belirtiler varsa hemen bir doktora görünmeniz oldukça yararınıza olacaktır.Pilor Stenozu Tanı ve Tedavisi Nasıl Olur?Pilor stenozu rahatsızlığı tanısını koymak için hastanın öyküsü ve fizik muayene genellikle yeterli görülür. Fizik muayenede ele gelen hipertrofik pilor kası, genellikle iri bir zeytini andırır. Fizik muayene yetersiz görüldüğü takdirde görüntüleme yöntemleri de uygulanır. Ultrasonografi, pilor stenozu tanısını koymak için genellikle oldukça etkili sonuç verir.Bebeklerde ise kusma durumuyla ilgili detaylar (kusma sıklığı, kusma şekli, kusmuğun neye benzediği vb.) sayesinde ve yine elle karna dokunulduğunda ele gelen kasa bağlı olarak tanı konur.Pilor stenozu rahatsızlığının teşhisi alındığında ilk olarak bebek hastaneye yatırılır ve ameliyata hazırlanır. Kanda yer alan herhangi bir dehidrasyon ya da elektrolit problemi çoğunlukla 24 saat içerisinde düzeltilir. Doktorlar, yaşanan tıkanıklığın giderilmesi için piloromyotomi denilen bir ameliyat uygular. Çoğu bebek, normal beslenmeye ameliyattan yaklaşık 3-4 saat kadar sonra döner. Ancak bilinmeli ki ameliyattan sonra da bebek 1 günlük süre içerisinde aynı türde kusmaları yaşayabilir. Ameliyattan sonra genellikle 24-48 saat içerisinde ise hasta eve gönderilir. Ancak doktorunuz muhtemelen bebeğinizin durumunu takip etmeye devam eder.Pilor Stenozu Hakkında Sık Sorulan SorularPilor sitenozu ne zaman bulgu verir?Bebeğin doğumundan sonra yaklaşık 3-5 hafta içerisinde semptomlar ortaya çıkar ancak bazen bebeğin doğumundan 5 ay kadar sonra da kendini gösterebilir.Pilor santralize nedir?Pilor santralize, pilor stenozu olarak da bilinir ve mide ile ince bağırsak arasında bağırsak düğümlenmesi gerçekleşmesiyle oluşur.Pilor sitenozu safralı mıdır?Pilor stenozunun belirtisi olan kusma, genelde beslenmeden kısa süre sonra gerçekleşir ve safralı değildir.Pilor sitenozu genetik midir?Pilor stenozuna sahip olan çocuklarda yapılan araştırmaların sonucuna göre daha öncesinde pilor stenozuna yakalanmış yetişkin bireylerin çocuklarının yaklaşık %20'si, pilor stenozu rahatsızlığına sahiptir. Buradan da anlaşılacağı üzere bu rahatsızlık, bazı durumlarda genetik olarak görülebilir. Ancak detaylı bilgi almak için bir gastroentroloji doktoruna görünmeniz şiddetle tavsiye edilir.Pilor sitenozu ölümcül müdür?Pilor stenozu, mide ile bağırsak arasındaki geçiş bölgesini kapatan ve dehidrasyon ile elektrolit problemi oluşturan rahatsızlıktır. Bu nedenle hastalığın göstermiş olduğu semptomlara yeterince önem gösterilmezse ve geç teşhis konulup zamanında müdahale edilmezse bu rahatsızlık hayati sonuçlara yol açabilir. Ancak günümüzde ameliyatlarla genellikle bu rahatsızlık tedavi edilebilir.
Pilor Stenozu Nedir?Pilor stenozu, bebeğin ilk aylarında mide ile bağırsaklar arasındaki kas olan pilorun kalınlaşmasının neden olduğu tıkanıklık sonucu şiddetli kusmaya sebebiyet veren bir problemdir. Yeni doğan bebeklerde sıkça karşılaşılan bu durum ameliyat gerektirir. Mide ve ince bağırsak arasındaki bağlantı kısmına pilor denir. Pilor stenozu denilen durumda ise midenin bu bölümünde (pilor) bulunan kaslar büyür ve pilorun açılmasını daraltıp alınan gıdaların ince bağırsağa yönelmesini engeller.Pilor Darlığında Ne Olur?Pilor darlığının gerçekleşmesi durumunda bebeğin aldığı besinler mideden ince bağırsağa geçemez. Bu nedenle de mide boşalması sağlanamaz. Pilor stenozu, yeni doğan bebeklerin yaklaşık %3 oranındaki kısmını etkiler. Eğer bebeğin ailesinde pilor stenozu varsa bu durumda bebeğin bu hastalığı geliştirme riski yaklaşık %20 civarındadır. Bu rahatsızlığa sahip olan bebeklerin birçoğu, doğumdan hemen sonra semptomları göstermez, yaklaşık 4-5 hafta civarında bir süre sonra semptomları gösterir.Pilor stenozu bebekte şiddetli kusmalara, kilo kaybına ve dehidrasyona sebebiyet verebilir. Ayrıca bebekte bu rahatsızlık varsa bebek sürekli aç gibi davranabilir.Pilor Stenozu Belirtileri Nelerdir?Pilor stenozu hastalığı, kusma, kabızlık ve kilo şeklindeki belirtilerle ortaya çıkan ve bebeği oldukça etkileyen bir rahatsızlıktır. Ancak erken teşhis durumunda yaşanacak sıkıntılar daha düşük seviyelere indirgenebilir. Bunun için ise pilor stenozu belirtilerini bilmeli, ona göre hareket edilmelidir.Pilor stenozu semptomları, bebeklerde yaklaşık 4. ve 5. hafta civarında etki gösterir. Ancak bazı durumlarda 3. haftada da semptomlar kendini gösterebilir. Pilor stenozu belirtileri şunlardır:KusmaBu rahatsızlığın ilk belirtisi, kusmadır. Rahatsızlığın ilk başlarında bebek sıkça kusar fakat daha sonralarda anne sütü ve mama bebeğin ağzından bir anda fışkırabilir. Şiddetli kusmalar, bebekte genelde beslenmeden bir süre sonra gerçekleşir fakat bazı zamanlarda kusma, beslenmeden birkaç saat sonra da gerçekleşebilir. Eğer bebekte pilor stenozu bulunuyorsa bebek kustuktan bir süre sonra acıkır.KabızlıkPilor stenozu olan bebekler, diğer bebeklere kıyasla daha az dışkılar. Bunun sebebi ise hastalığın tanımından da anlaşılacağı gibi bağırsaklara yeterli besinin ulaşamamasıdır. Ayrıca dışkı kabızlık şeklinde ya da mukuslu olarak kendini gösterebilir.Kilo kaybıEğer bebekte pilor stenozu varsa bebek kilo alamaz ya da fazla kilo verir.Eğer bebekte bu semptomlar ve şüphelendiğiniz başka durumlar varsa bebeği doktorunuza göstermenizde fayda vardır.Yetişkinlerde Pilor Stenozu Belirtileri Nelerdir?Tıpkı bebeklerde olduğu gibi yetişkinlerde de görülen bu rahatsızlığın yetişkinlerde gösterdiği semptomlar bazen farklılık gösterebilir. Ancak genel anlamda semptomlar aynıdır. Yetişkin bireylerde pilor stenozu belirtileri genel anlamda şöyledir:Başlıca bu semptomlar olmak üzere başka semptomlara da sahipseniz pilor stenozu rahatsızlığı sizde olabilir. Bu durumların görülmesi halinde en kısa sürede bir doktora başvurmalısınız.Bebeklerde Pilor Stenozu Belirtileri Nelerdir?Özellikle yeni doğan bebeklerde görülen bu rahatsızlık, bebeklerde yaşanan bazı belirtilerle kendini belli eder. Bunlar genel olarak şunlardır: Bebeğinizde bu belirtiler varsa hemen bir doktora görünmeniz oldukça yararınıza olacaktır.Pilor Stenozu Tanı ve Tedavisi Nasıl Olur?Pilor stenozu rahatsızlığı tanısını koymak için hastanın öyküsü ve fizik muayene genellikle yeterli görülür. Fizik muayenede ele gelen hipertrofik pilor kası, genellikle iri bir zeytini andırır. Fizik muayene yetersiz görüldüğü takdirde görüntüleme yöntemleri de uygulanır. Ultrasonografi, pilor stenozu tanısını koymak için genellikle oldukça etkili sonuç verir.Bebeklerde ise kusma durumuyla ilgili detaylar (kusma sıklığı, kusma şekli, kusmuğun neye benzediği vb.) sayesinde ve yine elle karna dokunulduğunda ele gelen kasa bağlı olarak tanı konur.Pilor stenozu rahatsızlığının teşhisi alındığında ilk olarak bebek hastaneye yatırılır ve ameliyata hazırlanır. Kanda yer alan herhangi bir dehidrasyon ya da elektrolit problemi çoğunlukla 24 saat içerisinde düzeltilir. Doktorlar, yaşanan tıkanıklığın giderilmesi için piloromyotomi denilen bir ameliyat uygular. Çoğu bebek, normal beslenmeye ameliyattan yaklaşık 3-4 saat kadar sonra döner. Ancak bilinmeli ki ameliyattan sonra da bebek 1 günlük süre içerisinde aynı türde kusmaları yaşayabilir. Ameliyattan sonra genellikle 24-48 saat içerisinde ise hasta eve gönderilir. Ancak doktorunuz muhtemelen bebeğinizin durumunu takip etmeye devam eder.Pilor Stenozu Hakkında Sık Sorulan SorularPilor sitenozu ne zaman bulgu verir?Bebeğin doğumundan sonra yaklaşık 3-5 hafta içerisinde semptomlar ortaya çıkar ancak bazen bebeğin doğumundan 5 ay kadar sonra da kendini gösterebilir.Pilor santralize nedir?Pilor santralize, pilor stenozu olarak da bilinir ve mide ile ince bağırsak arasında bağırsak düğümlenmesi gerçekleşmesiyle oluşur.Pilor sitenozu safralı mıdır?Pilor stenozunun belirtisi olan kusma, genelde beslenmeden kısa süre sonra gerçekleşir ve safralı değildir.Pilor sitenozu genetik midir?Pilor stenozuna sahip olan çocuklarda yapılan araştırmaların sonucuna göre daha öncesinde pilor stenozuna yakalanmış yetişkin bireylerin çocuklarının yaklaşık %20'si, pilor stenozu rahatsızlığına sahiptir. Buradan da anlaşılacağı üzere bu rahatsızlık, bazı durumlarda genetik olarak görülebilir. Ancak detaylı bilgi almak için bir gastroentroloji doktoruna görünmeniz şiddetle tavsiye edilir.Pilor sitenozu ölümcül müdür?Pilor stenozu, mide ile bağırsak arasındaki geçiş bölgesini kapatan ve dehidrasyon ile elektrolit problemi oluşturan rahatsızlıktır. Bu nedenle hastalığın göstermiş olduğu semptomlara yeterince önem gösterilmezse ve geç teşhis konulup zamanında müdahale edilmezse bu rahatsızlık hayati sonuçlara yol açabilir. Ancak günümüzde ameliyatlarla genellikle bu rahatsızlık tedavi edilebilir. | 5,431 |
554 | Hastalıklar | Piriformis Sendromu | Priformis sendromu, pelvis bölgesinde yer alan piriformis kasının kasılıp, siyatik sinire baskı yapması ile kalçada ağrılara neden olan bir durumdur. Piriformis kası aynı zamanda yakında bulunan siyatik sinirine zarar vererek karıncalanma, ağrı ya da uyuşukluk gibi semptomlara sebep olur. Erkeklerden çok kadınları etkileyen bu sendrom aniden ortaya çıkabilmektedir.Priformis sendromu, pelvis bölgesinde yer alan piriformis kasının kasılıp, siyatik sinire baskı yapması ile kalçada ağrılara neden olan bir durumdur. Piriformis kası aynı zamanda yakında bulunan siyatik sinirine zarar vererek karıncalanma, ağrı ya da uyuşukluk gibi semptomlara sebep olur. Erkeklerden çok kadınları etkileyen bu sendrom aniden ortaya çıkabilmektedir.
Piriformis Sendromu Nedir?Priformis sendromu, piriformis kasının omurilikten kalçaya ve aşağısına doğru giden siyatik sinire baskı yaparak kalçada, bacakta, bel bölgesinde ve ayaklarda karıncalanma, ağrı ve uyuşmaya neden olduğu nöromüsküler bozukluktur.Düz bir kas olan piriformis, omurganın alt kısmından kalçaya kadar geçerek uylukların üst tarafına doğru uzanmaktadır. Vücudun her iki yanına da uzanan bu kas alt vücudun her hareketin yardımcı olmaktadır. Siyatik sinir, piriformis kasının altından geçerek omurilikten, kalça ve her bir bacağın arka bölümünden ayaklara doğru uzanır. Aynı zamanda bu sinir vücudun en uzun ve en büyük sinirlerinden biridir.Piriformis sendromu kendi içinde iki tür karşımıza çıkar. Birincil piriformis sendromu, kişinin anatomik yapısı ile ilgilidir. Piriformis kası siyatik sinire uyumlu olmadığı durumlarda birincil sendrom görülür. Yaşam tarzından kaynaklı, travma, rahatsızlıklar ikincil piriformis sendromun görülmesine neden olur. Bu durum özellikle piriformis kasının zarar görmesiyle ortaya çıkar.Piriformis Sendromu Neden Olur?Piriformis kasının yanlış, aniden ters hareketlerden ve çok oturmaktan dolayı tahriş edilmesiyle siyatik sinire baskı yapılır ve piriformis sendromu oluşur. Piriformis sendromunun neden olduğu kas spazmlarından dolayı şişme ve gerilme olabilir. Piriformis sendromunun en yaygın sebepleri şöyle sıralanır: Piriformis ya da çevresindeki dokularda iltihaplanma Kas spazmları Kasta yara izi Uzun süre oturmak Yoğun egzersiz Koşmak, yürümek ya da diğer tekrarlayan aktiviteler çok fazla yapmak Merdiven tırmanma Ağır nesneleri kaldırma Araba kazası Sert düşme Kalçanın aniden bükülmesi Travmatik durumlar Kalça ya da çevresinde yapılan yanlış ameliyatlarPiriformis sendromu, kasların güçlü olmadığında merdiven çıkma, yürüme, koşmamaktan, fiziksel aktiviteden önce ısınmamaktan da kaynaklanabilir. Bazı durumlarda anormal anatomi de priformis sendromuna neden olur.Piriformis Sendromu Belirtileri Nelerdir?Piriformis sendromu belirtileri kalça veya üst bacakta ortaya çıkar. Bacak bacak üstüne atma ve yürüme ile birlikte bu belirtilerin düzeyi de artış gösterebilir. Piriformis sendromunun en yaygın belirtileri şöyle sıralanır: Uyluk, ayak ve baldırda ağrı Merdiven çıkarken veya yokuş çıkarken zorlanma ve ağrı hissi Uzun süre oturmada zorlanma Kalça eklemlerinde hareket sınırlılığı Kalçada ve bacağın arkası boyunca karıncalanma veya uyuşma Bacaklarda çekilme hissi Yürüme ve koşu gibi aktiviteler sonrası ağrı meydana gelmesiUzun süreli oturma, merdiven çıkma, yürüme ve koşma gibi durumlar bu semptomların daha da kötüleşmesine neden olabilir. Bu belirtiler ayakta uyuşma, karıncalanma, yürümede zorluk gibi sebeplerden ortaya çıktığında bel fıtığıyla karıştırılabilmektedir.Piriformis Sendromu Nasıl Teşhis Edilir?Piriformis sendromu belirtilerinden dolayı diğer hastalıklarla karıştırılabilir. Bu yüzden teşhisi zor olsa da ortaya çıkarmak için uzman doktor belirtilerinizi ve günlük aktivite alışkanlarınızı öğrenir. Tıbbi geçmişinizi göz önünde bulundurarak yaralanmanız ya da travmanız olup olmadığını belirler. Fiziksel muayene sırasında kalça, bacak ve belinizdeki ağrıları kontrol eder. Bunların yanında piriformis sendromunun teşhisi için şu işlemlerin yapılmasını talep edebilir: Ultrason Bilgisayarlı Tomografi (BT) taraması Emar -MR (Manyetik Rezonans Görüntüleme) Elektromiyografi (EMG)Piriformis Sendromu TedavisiPiriformis sendromu teşhisinin ardından şu tedavi yöntemleri uygulanabilir: Birkaç gün kasları dinlendirme Piriformis kasını germek ya da güçlendirmek için ev egzersizleri Steroid olmayan anti-enflamatuar ilaçlar (NSAID'ler) Priformis kasına yönelik masaj Kas gevşetici ilaçlar Uzmanı tarafından uygulanan fizik tedavi Steroid enjeksiyonları Botulinum toksin enjeksiyonlarıBu yöntemlerin başarısız ve yetersiz olduğu durumlarda piriformis sendromu ameliyatı önerilebilir. Bu durum cerrahi müdahale gerektirir.Piriformis Sendromunu Önlemenin YollarıPiriformis sendromunu önlemek için günlük olarak uygulayabileceğiniz bazı yöntemler bulunur. Bunlar şöyle sıralanabilir: Kasları güçlü ve sağlıklı tutmak için düzenli olarak egzersiz yapın Otururken, araba kullanırken ya da ayakta dururken duruşunuza dikkat edin Sırt bölgenizi düz tuttuğunuzdan emin olun Yerden bir eşya alacağınız zaman dizlerinizi bükerek ve çömelerek alacağınız eşyayı vücudunuza yakın şekilde tutarak kaldırın Fiziksel aktiviteden önce ısının ve sonrasında mutlaka germe hareketleri yapın Uzun süre oturmanız gerektiği zamanlarda ayakta durarak, yürüyerek veya gerinerek mola vermeyi ihmal etmeyinPiriformis Sendromu Egzersizleri Priformis sendromu egzersizleri, ağrının azalmasında etkili olarak kişinin rahatlamasına yardımcı olur. Bu egzersizleri uygulamadan önce uzman doktora danışmanız gerekir. Piriformis sendromunun semptomlarını hafifletebilecek egzersizler şöyle sıralanır:Sırtüstünde Kaslarınızı EsnetinBu pozisyonda sırtüstü uzanarak kasların esnemesi hedeflenir. Uzandıktan sonra dizleri büküp, ayaklarınızı bacak bacak üstüne atıp yere düz bir şekilde yerleştirmeniz gerekir. Böylelikle piriformis sendromu egzersizine başlamış olursunuz.Isınmaya BaşlayınPiriformis sendromu egzersizi için yapılan bu harekette sırtüstü uzanılır. Sırayla dizler bükülür, göğse doğru çekilir. Her iki diz de kollar tarafından kucaklanıp kendinize doğru çekilir. 10-30 saniye aralığında bu pozisyonda kalınarak serbest bırakılır.Dizleri Karnınıza Doğru Çekin Bu egzersizde her iki bacak yerine birer birer olacak şekilde diz göğse doğru çekilir. Her iki dize de 10-30 saniye bu şekilde ısınma yaptırılır.Dizleri Yana Doğru YatırınDış kalçada oluşan gerginliği atmak için her iki dizide birleştirdikten sonra yana yatırın. Kaslarda bir ağrı hissedene kadar yana doğru dizlerinizi itin. O bölgede 10-30 saniye bekleyin ve sonrasında eski pozisyonunuza dönün.Piriformis Sendromu Hakkında Sık Sorulan Sorular Piriformis sendromu ne kadar süre sonra geçer?Piriformis sendromu, günlük yaşam tarzındaki değişikliklere gidilmesi ve tedavi sürecine hızla başlanmasıyla düzelir. Belirtilerin geçme süresi kişiden kişiye farklılık gösterir.Piriformis sendromu ile siyatik arasındaki fark nedir?Piriformis sendromu, piriformis kasının siyatik sinire baskısından ortaya çıktığından spesifik bir bölgede oluşur. Siyatik hastalığı durumunda ise bel fıtığı ve spinal stenoz gibi sebeplerle görülür.Piriformis sendromu tedavi edilmezse ne olur?Piriformis sendromuna erken müdahale edilmediği durumlarda ciddi sorunlara neden olarak kemik erimesi gibi problemler ortaya çıkabilir.Piriformis sendromu kimlerde görülür?Piriformis sendromu kadınlarda erkeklere oranla daha fazla görülür. Herkeste priformis sendromuna rastalanabilir.
Piriformis Sendromu Nedir?Priformis sendromu, piriformis kasının omurilikten kalçaya ve aşağısına doğru giden siyatik sinire baskı yaparak kalçada, bacakta, bel bölgesinde ve ayaklarda karıncalanma, ağrı ve uyuşmaya neden olduğu nöromüsküler bozukluktur.Düz bir kas olan piriformis, omurganın alt kısmından kalçaya kadar geçerek uylukların üst tarafına doğru uzanmaktadır. Vücudun her iki yanına da uzanan bu kas alt vücudun her hareketin yardımcı olmaktadır. Siyatik sinir, piriformis kasının altından geçerek omurilikten, kalça ve her bir bacağın arka bölümünden ayaklara doğru uzanır. Aynı zamanda bu sinir vücudun en uzun ve en büyük sinirlerinden biridir.Piriformis sendromu kendi içinde iki tür karşımıza çıkar. Birincil piriformis sendromu, kişinin anatomik yapısı ile ilgilidir. Piriformis kası siyatik sinire uyumlu olmadığı durumlarda birincil sendrom görülür. Yaşam tarzından kaynaklı, travma, rahatsızlıklar ikincil piriformis sendromun görülmesine neden olur. Bu durum özellikle piriformis kasının zarar görmesiyle ortaya çıkar.Piriformis Sendromu Neden Olur?Piriformis kasının yanlış, aniden ters hareketlerden ve çok oturmaktan dolayı tahriş edilmesiyle siyatik sinire baskı yapılır ve piriformis sendromu oluşur. Piriformis sendromunun neden olduğu kas spazmlarından dolayı şişme ve gerilme olabilir. Piriformis sendromunun en yaygın sebepleri şöyle sıralanır:Piriformis sendromu, kasların güçlü olmadığında merdiven çıkma, yürüme, koşmamaktan, fiziksel aktiviteden önce ısınmamaktan da kaynaklanabilir. Bazı durumlarda anormal anatomi de priformis sendromuna neden olur.Piriformis Sendromu Belirtileri Nelerdir?Piriformis sendromu belirtileri kalça veya üst bacakta ortaya çıkar. Bacak bacak üstüne atma ve yürüme ile birlikte bu belirtilerin düzeyi de artış gösterebilir. Piriformis sendromunun en yaygın belirtileri şöyle sıralanır:Uzun süreli oturma, merdiven çıkma, yürüme ve koşma gibi durumlar bu semptomların daha da kötüleşmesine neden olabilir. Bu belirtiler ayakta uyuşma, karıncalanma, yürümede zorluk gibi sebeplerden ortaya çıktığında bel fıtığıyla karıştırılabilmektedir.Piriformis Sendromu Nasıl Teşhis Edilir?Piriformis sendromu belirtilerinden dolayı diğer hastalıklarla karıştırılabilir. Bu yüzden teşhisi zor olsa da ortaya çıkarmak için uzman doktor belirtilerinizi ve günlük aktivite alışkanlarınızı öğrenir. Tıbbi geçmişinizi göz önünde bulundurarak yaralanmanız ya da travmanız olup olmadığını belirler. Fiziksel muayene sırasında kalça, bacak ve belinizdeki ağrıları kontrol eder. Bunların yanında piriformis sendromunun teşhisi için şu işlemlerin yapılmasını talep edebilir:Piriformis Sendromu TedavisiPiriformis sendromu teşhisinin ardından şu tedavi yöntemleri uygulanabilir:Bu yöntemlerin başarısız ve yetersiz olduğu durumlarda piriformis sendromu ameliyatı önerilebilir. Bu durum cerrahi müdahale gerektirir.Piriformis Sendromunu Önlemenin YollarıPiriformis sendromunu önlemek için günlük olarak uygulayabileceğiniz bazı yöntemler bulunur. Bunlar şöyle sıralanabilir:Piriformis Sendromu Egzersizleri Priformis sendromu egzersizleri, ağrının azalmasında etkili olarak kişinin rahatlamasına yardımcı olur. Bu egzersizleri uygulamadan önce uzman doktora danışmanız gerekir. Piriformis sendromunun semptomlarını hafifletebilecek egzersizler şöyle sıralanır:Sırtüstünde Kaslarınızı EsnetinBu pozisyonda sırtüstü uzanarak kasların esnemesi hedeflenir. Uzandıktan sonra dizleri büküp, ayaklarınızı bacak bacak üstüne atıp yere düz bir şekilde yerleştirmeniz gerekir. Böylelikle piriformis sendromu egzersizine başlamış olursunuz.Isınmaya BaşlayınPiriformis sendromu egzersizi için yapılan bu harekette sırtüstü uzanılır. Sırayla dizler bükülür, göğse doğru çekilir. Her iki diz de kollar tarafından kucaklanıp kendinize doğru çekilir. 10-30 saniye aralığında bu pozisyonda kalınarak serbest bırakılır.Dizleri Karnınıza Doğru Çekin Bu egzersizde her iki bacak yerine birer birer olacak şekilde diz göğse doğru çekilir. Her iki dize de 10-30 saniye bu şekilde ısınma yaptırılır.Dizleri Yana Doğru YatırınDış kalçada oluşan gerginliği atmak için her iki dizide birleştirdikten sonra yana yatırın. Kaslarda bir ağrı hissedene kadar yana doğru dizlerinizi itin. O bölgede 10-30 saniye bekleyin ve sonrasında eski pozisyonunuza dönün.Piriformis Sendromu Hakkında Sık Sorulan Sorular Piriformis sendromu ne kadar süre sonra geçer?Piriformis sendromu, günlük yaşam tarzındaki değişikliklere gidilmesi ve tedavi sürecine hızla başlanmasıyla düzelir. Belirtilerin geçme süresi kişiden kişiye farklılık gösterir.Piriformis sendromu ile siyatik arasındaki fark nedir?Piriformis sendromu, piriformis kasının siyatik sinire baskısından ortaya çıktığından spesifik bir bölgede oluşur. Siyatik hastalığı durumunda ise bel fıtığı ve spinal stenoz gibi sebeplerle görülür.Piriformis sendromu tedavi edilmezse ne olur?Piriformis sendromuna erken müdahale edilmediği durumlarda ciddi sorunlara neden olarak kemik erimesi gibi problemler ortaya çıkabilir.Piriformis sendromu kimlerde görülür?Piriformis sendromu kadınlarda erkeklere oranla daha fazla görülür. Herkeste priformis sendromuna rastalanabilir. | 4,669 |
555 | Hastalıklar | Piromani Hastalığı | Piromani, kişinin yangın çıkarma isteği oluşturmasıyla beraber bu konuda eylem gerçekleştirdiğinde yaşadığı rahatlama ile bağlantılı bir dürtü kontrol bozukluğudur. Kişi yaptığı bu durumdan haz duyar. Genellikle psikolojik bir hastalık sonucunda ortaya çıkarak yangın çıkarma isteği görülür. Piromanlar olarak adlandırılan bu kişiler, yangının büyümesini izlemekten keyif alır ve bu süreçte duygusal bir tatmin yaşayabilir. Bu davranışlar çevreye ve kişiye zarar verebileceğinden tedavi edilmesi gerekir. Bu da psikoterapi ve bazen ilaç desteğiyle sağlanabilir.Piromani, kişinin yangın çıkarma isteği oluşturmasıyla beraber bu konuda eylem gerçekleştirdiğinde yaşadığı rahatlama ile bağlantılı bir dürtü kontrol bozukluğudur. Kişi yaptığı bu durumdan haz duyar. Genellikle psikolojik bir hastalık sonucunda ortaya çıkarak yangın çıkarma isteği görülür. Piromanlar olarak adlandırılan bu kişiler, yangının büyümesini izlemekten keyif alır ve bu süreçte duygusal bir tatmin yaşayabilir. Bu davranışlar çevreye ve kişiye zarar verebileceğinden tedavi edilmesi gerekir. Bu da psikoterapi ve bazen ilaç desteğiyle sağlanabilir.
Piromani Nedir? Yangın çıkarma hastalığı olarak da bilinen piromani, yangın çıkarma arzusuna karşı koyamama ile karakterize bir tür dürtü kontrol bozukluğudur. Bu ruhsal bozukluğa sahip kişiler aslında bunun zararlı olduğunun bilincindedirler ancak kasıtlı ve tekrarlayan bir şekilde yangın çıkarma ve bunu zorlayıcı bir şekilde yapmaya yönelik karşı konulamaz dürtüye sahiptirler.Yangın çıkarma öncesinde yoğun bir gerginlik hissetselerde yangının başlamasından sonra da bir tür tatmin ve haz duygusuna girerler. Bu durumdan kişi dürtüsel olarak tetiklenir ve bunu yapma ihtiyacına girer. Duygunun içerisinde zarar verme ya da intikam gibi mesajlar yer almayabilir.Piromani, özellikle çocukluk veya ergenlik döneminde başlayarak, erkeklerde daha sık görülen bir durumdur. Bu bozukluğa sahip kişiler, yalnızca yangın çıkarmakla yetinmeyerek aynı zamanda yangınla ilgili ekipmanlara özel bir ilgi duyabilirler. Piromanlar, tedavi edilmediği durumda kişisel ve toplumsal açıdan ciddi sonuçlara neden olabilir. Tedavisi ise piromanlara karşı psikoterapi, davranış terapisi ve bazı durumlarda ilaç tedavisini içerir.Piromani Neden Olur?Piromani, psikolojik, biyolojik ve çevresel faktörlerin birleşimi sonucunda görülen dürtüsel bir hastalıktır. Bu nedenle kesin olarak sebebi bilinmese de bazı travmalar ya da yaşanmışlıklar sonucunda şekillenebilir. Piromani bazı ruhsal hastalıklara bağlı olarak da ortaya çıkabilir.Piromaninin olası nedenleri şöyle sıralanabilir:Dürtü kontrol bozukluğuPiromani, dürtü kontrol bozukluğu şeklinde ortaya çıkarak kişinin dürtülerinin kontrol yetisini kaybetmesiyle görülebilir. Bu durumdaki kişiler yangın dürtülerine karşı koyamayarak eylem sonrasında rahatlama hissi yaşarlar.Psikolojik travmalarÇocukluk döneminde görülen ve yaşanan fiziksel veya psikolojik travmalar piromani riskinin artmasına neden olabilir. Aile içi şiddet, sevgi eksikliği veya terk edilme gibi durumlarda birey yangın çıkarma davranışına yönelim gösterir.Beyindeki nörolojik farklılıklarPiromani, beyinde meydana gelen nörolojik problemler nedeniyle de oluşabilir. Özellikle yangın çıkarma sırasında gelişen dopamin gibi nörotransmitterlerin salınımı, kişiye haz ve rahatlama sağlar.Yangın ve tehlikeye karşı ilgili olmaPiromanlar, çocukluk döneminden başlayarak ateşe ve tehlikeye karşı yoğun bir ilgi beslerler. Bu nedenle yangın çıkarma eylemine karşı heyecan ve merak arayışında olurlar.Psikiyatrik sorunlarPiromani, başka psikiyatrik bozukluklarla birlikte görülebilen bir hastalıktır. Anksiyete, depresyon, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) gibi sorunlar, piromaniye eşlik edebilir.Aile geçmişi ve çevresel etkenlerAile geçmişinde psikiyatrik rahatsızlıkların yer alması, yetersiz ebeveyn denetimi de bu davranışın gelişiminde etkili olabilir. Çocukluk döneminde yangına tanık olma veya yangının bir güç gibi kullanıldığını gözlemleme piromani eğilimini artıran durumlar arasındadır.Piromani, psikolojik bir bozukluk olup kişiden kişiye farklı nedenlerle gelişebilir. Tedavinin yeterli ve etkili olabilmesi için bu nedenlerin doğru bir şekilde analiz edilmesi ve kişinin ihtiyaçlarına uygun bir yaklaşım sergilenmesi gerekebilir.Piromani Kimlerde Görülür?Piromani, kişinin yangın çıkarma istemine karşı oluşan ve kontrol edilmesi güç olan bir dürtü hissetmesidir. Bu rahatsızlık nadir olarak görülür ve bir dürtü kontrol bozukluğu olarak sınıflandırılır. Piromani, aşağıdaki kişilerde daha sık olarak görülebilir: Davranışsal veya duygusal sorunları olan çocuklar ve ergenlerde Öfke, hayal kırıklığı, yalnızlık veya ilgisizlik gibi duygusal durumları yönetmekte zorlanan kişilerde Travmatik geçmişe sahip olan veya kötü davranışa maruz kalmış bireylerde Antisosyal kişilik bozukluğuna sahip kişilerde Piromani, depresyon, bipolar bozukluk, şizofreni veya diğer ciddi akıl hastalıkları olanlarda İhmal edilen veya istismar edilen çocuklardaPiromani, yaşandığı durumda bir uzman müdahalesi gerektirebilir. Eğer bir kişide yangın çıkarma davranışı görülüyorsa, bu durumu hafife almadan destek almak önemlidir.Piromani Tanı Kriterleri Nelerdir?Piromani, dürtü kontrol bozukluğu olarak tanımlanan bir ruhsal hastalıktır. Piromani tanısı konulabilmesi için kişide şu kriterlerin yer alması gerekir:Kişi bilerek ve bilinçli olarak birden fazla kez yangın çıkarıyorsa Yangın çıkarma eyleminden önce, kişide belirgin bir gerginlik veya duygusal uyarılma durumu varsa Yangın ve yangın ekipmanlarına karşı yoğun bir ilgisi varsa Yangını çıkarırken veya sonrasında haz ya da rahatlama hissediyorsaPiromanide maddi kazanç, zarar verme ya da intikam güdüsü bulunmamaktadır. Bu özellik, piromaniyi diğer amaçlarla yapılan yangın çıkarma eylemlerinden ayıran bir durumdur.Piromani Tedavisi Nasıl Olur?Piromani tedavisi, kişinin yangın çıkarma dürtülerini kontrol edilmesini sağlayarak oluşan ve tekrarlayan davranışları önlemek için planlanır. Piromani nadir görülen bir bozukluk olduğundan, tedavi yaklaşımları genellikle kişinin ihtiyaçlarına göre değişebilir. Genel olarak kullanılan tedavi yöntemleri şöyle sıralanabilir: Psikoterapi Bilişsel davranışçı terapi (BDT) Davranışçı terapi Aile terapisi İlaç tedavisi Eğitim ve rehabilitasyonPiromani Hakkında Sık Sorulan SorularPiromani tamamen iyileşir mi?Piromani, bazı kişilerde dürtü kontrolü tamamen kontrol altına alınabilirken, bazı durumlarda semptomların iyileştirilmesi gerekebilir.Piromaniyi önlemek mümkün mü?Piromayi erken müdahale ile ilerlemeden özellikle çocuklarda sağlıklı başa çıkma mekanizmalarının öğretilmesi ve duygusal destek sayesinde önlenebilir.Piromani başka hangi bozukluklarla birlikte görülür?Piromani, antisosyal kişilik bozukluğu, depresyon, bipolar bozukluk, şizofreni gibi ruhsal hastalıklarla birlikte ortaya çıkabilir.Piromani hastaları tehlikeli midir?Piromani hastaları yangın çıkarma davranışları sebebiyle kendileri ve çevreleri için tehlike oluşturabilir. Bu nedenle tedavi ve alınabilecek önlemler önemlidir.
Piromani Nedir? Yangın çıkarma hastalığı olarak da bilinen piromani, yangın çıkarma arzusuna karşı koyamama ile karakterize bir tür dürtü kontrol bozukluğudur. Bu ruhsal bozukluğa sahip kişiler aslında bunun zararlı olduğunun bilincindedirler ancak kasıtlı ve tekrarlayan bir şekilde yangın çıkarma ve bunu zorlayıcı bir şekilde yapmaya yönelik karşı konulamaz dürtüye sahiptirler.Yangın çıkarma öncesinde yoğun bir gerginlik hissetselerde yangının başlamasından sonra da bir tür tatmin ve haz duygusuna girerler. Bu durumdan kişi dürtüsel olarak tetiklenir ve bunu yapma ihtiyacına girer. Duygunun içerisinde zarar verme ya da intikam gibi mesajlar yer almayabilir.Piromani, özellikle çocukluk veya ergenlik döneminde başlayarak, erkeklerde daha sık görülen bir durumdur. Bu bozukluğa sahip kişiler, yalnızca yangın çıkarmakla yetinmeyerek aynı zamanda yangınla ilgili ekipmanlara özel bir ilgi duyabilirler. Piromanlar, tedavi edilmediği durumda kişisel ve toplumsal açıdan ciddi sonuçlara neden olabilir. Tedavisi ise piromanlara karşı psikoterapi, davranış terapisi ve bazı durumlarda ilaç tedavisini içerir.Piromani Neden Olur?Piromani, psikolojik, biyolojik ve çevresel faktörlerin birleşimi sonucunda görülen dürtüsel bir hastalıktır. Bu nedenle kesin olarak sebebi bilinmese de bazı travmalar ya da yaşanmışlıklar sonucunda şekillenebilir. Piromani bazı ruhsal hastalıklara bağlı olarak da ortaya çıkabilir.Piromaninin olası nedenleri şöyle sıralanabilir:Dürtü kontrol bozukluğuPiromani, dürtü kontrol bozukluğu şeklinde ortaya çıkarak kişinin dürtülerinin kontrol yetisini kaybetmesiyle görülebilir. Bu durumdaki kişiler yangın dürtülerine karşı koyamayarak eylem sonrasında rahatlama hissi yaşarlar.Psikolojik travmalarÇocukluk döneminde görülen ve yaşanan fiziksel veya psikolojik travmalar piromani riskinin artmasına neden olabilir. Aile içi şiddet, sevgi eksikliği veya terk edilme gibi durumlarda birey yangın çıkarma davranışına yönelim gösterir.Beyindeki nörolojik farklılıklarPiromani, beyinde meydana gelen nörolojik problemler nedeniyle de oluşabilir. Özellikle yangın çıkarma sırasında gelişen dopamin gibi nörotransmitterlerin salınımı, kişiye haz ve rahatlama sağlar.Yangın ve tehlikeye karşı ilgili olmaPiromanlar, çocukluk döneminden başlayarak ateşe ve tehlikeye karşı yoğun bir ilgi beslerler. Bu nedenle yangın çıkarma eylemine karşı heyecan ve merak arayışında olurlar.Psikiyatrik sorunlarPiromani, başka psikiyatrik bozukluklarla birlikte görülebilen bir hastalıktır. Anksiyete, depresyon, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) gibi sorunlar, piromaniye eşlik edebilir.Aile geçmişi ve çevresel etkenlerAile geçmişinde psikiyatrik rahatsızlıkların yer alması, yetersiz ebeveyn denetimi de bu davranışın gelişiminde etkili olabilir. Çocukluk döneminde yangına tanık olma veya yangının bir güç gibi kullanıldığını gözlemleme piromani eğilimini artıran durumlar arasındadır.Piromani, psikolojik bir bozukluk olup kişiden kişiye farklı nedenlerle gelişebilir. Tedavinin yeterli ve etkili olabilmesi için bu nedenlerin doğru bir şekilde analiz edilmesi ve kişinin ihtiyaçlarına uygun bir yaklaşım sergilenmesi gerekebilir.Piromani Kimlerde Görülür?Piromani, kişinin yangın çıkarma istemine karşı oluşan ve kontrol edilmesi güç olan bir dürtü hissetmesidir. Bu rahatsızlık nadir olarak görülür ve bir dürtü kontrol bozukluğu olarak sınıflandırılır. Piromani, aşağıdaki kişilerde daha sık olarak görülebilir:Piromani, yaşandığı durumda bir uzman müdahalesi gerektirebilir. Eğer bir kişide yangın çıkarma davranışı görülüyorsa, bu durumu hafife almadan destek almak önemlidir.Piromani Tanı Kriterleri Nelerdir?Piromani, dürtü kontrol bozukluğu olarak tanımlanan bir ruhsal hastalıktır. Piromani tanısı konulabilmesi için kişide şu kriterlerin yer alması gerekir:Kişi bilerek ve bilinçli olarak birden fazla kez yangın çıkarıyorsaPiromanide maddi kazanç, zarar verme ya da intikam güdüsü bulunmamaktadır. Bu özellik, piromaniyi diğer amaçlarla yapılan yangın çıkarma eylemlerinden ayıran bir durumdur.Piromani Tedavisi Nasıl Olur?Piromani tedavisi, kişinin yangın çıkarma dürtülerini kontrol edilmesini sağlayarak oluşan ve tekrarlayan davranışları önlemek için planlanır. Piromani nadir görülen bir bozukluk olduğundan, tedavi yaklaşımları genellikle kişinin ihtiyaçlarına göre değişebilir. Genel olarak kullanılan tedavi yöntemleri şöyle sıralanabilir:Piromani Hakkında Sık Sorulan SorularPiromani tamamen iyileşir mi?Piromani, bazı kişilerde dürtü kontrolü tamamen kontrol altına alınabilirken, bazı durumlarda semptomların iyileştirilmesi gerekebilir.Piromaniyi önlemek mümkün mü?Piromayi erken müdahale ile ilerlemeden özellikle çocuklarda sağlıklı başa çıkma mekanizmalarının öğretilmesi ve duygusal destek sayesinde önlenebilir.Piromani başka hangi bozukluklarla birlikte görülür?Piromani, antisosyal kişilik bozukluğu, depresyon, bipolar bozukluk, şizofreni gibi ruhsal hastalıklarla birlikte ortaya çıkabilir.Piromani hastaları tehlikeli midir?Piromani hastaları yangın çıkarma davranışları sebebiyle kendileri ve çevreleri için tehlike oluşturabilir. Bu nedenle tedavi ve alınabilecek önlemler önemlidir. | 4,534 |
556 | Hastalıklar | Plevral Efüzyon (Akciğerlerde sıvı birikmesi) | Bazı hastalıkların sonucunda akciğerlerde sıvı birikebiliyor ve bu sıvı akciğerlerdeki birçok hava kesesinde toplanarak nefes almayı zorlaştırıyor. Plevral efüzyon olarak adlandırılan akciğerlerde sıvı birikmesi, çoğu zaman kalp problemlerinden kaynaklanıyor ancak akciğerde sıvı farklı nedenlerle de gelişebiliyor. Bu tablonun vakit kaybedilmeden tedavi edilmesi hayati önem taşıyor. Memorial Antalya Hastanesi Göğüs Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Abdullah Erdoğan, akciğerlerde sıvı birikmesi hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.Bazı hastalıkların sonucunda akciğerlerde sıvı birikebiliyor ve bu sıvı akciğerlerdeki birçok hava kesesinde toplanarak nefes almayı zorlaştırıyor. Plevral efüzyon olarak adlandırılan akciğerlerde sıvı birikmesi, çoğu zaman kalp problemlerinden kaynaklanıyor ancak akciğerde sıvı farklı nedenlerle de gelişebiliyor. Bu tablonun vakit kaybedilmeden tedavi edilmesi hayati önem taşıyor. Memorial Antalya Hastanesi Göğüs Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Abdullah Erdoğan, akciğerlerde sıvı birikmesi hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.
Akciğerde sıvı birikmesi (plevral efüzyon) nedir?Akciğerin dışında göğüs kafesinin içinde plevral aralık diye adlandırılan bölgede sıvı birikmesine plevral efüzyon ya da plevral sıvı denir. Plevral sıvı akciğere yaptığı basıyla akciğerin çalışmasını bloke eder ve bazı rahatsızlıklara neden olur.Akciğerde sıvı birikmesinin tam karşılığı plörezi değildir. Akciğerde sıvı birikmesinin diğer adı akciğer ödemidir. Akciğer ödemi akciğerin içinde havalanmayı sağlayan alveoler denilen akciğer keseciklerinde sıvı birikmesidir. Halk arasında akciğerde sıvı denilen plevrada sıvı birikmesi olarak tanımlanan rahatsızlık plörezi değil plevral efüzyondur.Plörezi ise Türkiye’de tüberkülozun sık olduğu dönemlerde tüberkülozun plevral aralıktan sıvı birikmesinde ortaya çıkan terminoloji için kullanılmıştır. Akciğerde sıvı birikmesi (plevral efüzyon) neden olur?Plevral efüzyon sıvı akciğeri sıkıştırdığı ve çalışma alanı bırakmadığı için şikayet oluşturur. Plevral efüzyon yani akciğerde sıvı birikmesinin pek çok sebebi vardır. Bir kısmı akciğerin kendisine ait sebeplerken diğer bir kısmı da akciğer dışında başka hastalıklardan kaynaklanır.Akciğerin kendine ait sebeplerinin başında zatürre gelir. Zatürre çocuklarda da sık görülebilir ve akciğerin çalışmasını bozan sıvı birikimine yol açabilir. Akciğer kanseri, akciğer apsesi, interstisyel akciğer hastalığı gibi akciğeri tutan birçok hastalık sıvı birikimine neden olabilir.Akciğerin kendi hastalığı dışında başka sebeplere bağlı sıvı birikimi, kalp yetmezliği başta olmak üzere romatizmal hastalıklar, metabolizma bozukluğu ya da böbrek yetmezliğine bağlı hastalıklar olmak üzere sistemik hastalıklarda da plevral aralıkta sıvı birikebilir. Akciğerin kendi hastalığına bağlı sıvı birikimi tek taraflıyken sistemik hastalıklarda iki taraflı yani yaygındır. Akciğerde plevral aralıkta sıvı birikiminin yanında karın, bacaklarda ve diğer bölgelerde de şişlikler ortaya çıkabilir. Bu sıvılar özellikleri itibariyle tedavide farklılıklar gösterir. Böbrek yetmezliği, kalp yetmezliği ve romatizmal hastalıklar gibi sistemik hastalıklarda biriken sıvı su gibi bir sıvıyken, akciğerin kendi hastalıklarına bağlı biriken sıvı daha koyu içerisinde mikrop ya da hücre barındıran sıvılar olarak meydana gelir.Bazen lenfoma ya da lenf sistemi hastalıkları gibi mediastinal hastalıklarda da plevrada sıvı birikebilir. Bu sıvı şilotoraks olarak adlandırılır ve yenilen besinlere bağlı olarak, o besinlerden emilen yağların lenf sisteminde hareketini bozduğu için plevral alanda birikmesiyle ortaya çıkar.Akciğerde sıvı birikmesinin belirtileri nelerdir?Plevral sıvı varlığında ortaya çıkan ana belirti ya da şikayet akciğerin çalışamamasına bağlı olarak gelişen nefes darlığıdır. Nefes darlığıyla birlikte yan ağrısı diye betimlenen ağrı eşlik edebilir. Tek taraflı sıvı birikiminde ağrı nefes darlığından daha çok olabilir. Ama iki taraflı sıvı birikiminde ikisi de görülür.Akciğerde sıvı birikmesine tanı nasıl konur?Nefes darlığıyla gelen hastalarda fizik muayenede akciğerden sesler alınmayabilir ve şüphe ortaya çıkarır. Uzman doktor toraks grafisi ister. Grafide sızı görüntüsü belirgindir. Gerekli göründüğü takdirde tomografiyle de kesin tanı konabilir. Akciğerde sıvı birikmesi tedavisi nasıl yapılır?Hastanın şikayetlerine bağlı olarak hekime başvurduğunda ilk yapılacak şey bu sıvının sebebini, neden ortaya çıktığını belirlemek gerekir. Kalp yetmezliği, romatizmal hastalık, böbrek yetmezliği gibi sistemik hastalığa bağlı problemlerde ilgili hastalığın tedavi edilmesiyle sıvı kendiliğinden azalır ama kanser, zatürre, lenfoma gibi akciğerin kendisine ait sıvı birikiminde sıvının oradan uzaklaştırılması ve etken olan sebebin tedavi edilmesi gerekir.Sadece sıvı ve zatürre varsa sıvı iğne ile ya da göğse diren takılarak boşaltılabilir ve böylelikle tedavi saplanır. İğne ile boşaltmanın adı torasentez, tüp takarak boşaltmanın adı tüp torakostomidir. Altta yatan hastalık tedavi edildikten sonra sıvı bittiği zaman tüp çekilir hasta hayatına devam eder.Akciğerde sıvı birikmesi (plevral efüzyon) hakkında sık sorulan sorularHer zatürre sonrasında akciğerde sıvı birikir mir?Her zatürre sonrasında akciğerde sıvı birikmez. Özellikle zatürre erken evrede tanı konularak ilaç tedavisiyle tedavi edildiyse hiç sıvı birikmeden iyileşme sağlanır. Geç tanı konularak, akciğerin büyük kısmı etkilendiyse sıvı birikimi büyük oranda ortaya çıkabilir. Zatürre dışında tüberküloz, akciğer apsesi, kanser gibi durumlarda sıvı ortaya çıkar, kendiliğinden düzelmez ve açık ameliyatla tedavi edilebilir.Akciğerde sıvı birikmesi ciddi bir durum mu?Akciğer çevresindeki sıvı yani plevral efüzyon, daha az endişe verici bir şey gibi görünebilen potansiyel olarak tehlikeli bir durumdur. Kötü bir soğuk algınlığından kaynaklanan göğüs ağrısı veya öksürük gibi basit algılanabilecek şikayetler aslında ciddi sağlık sonuçları doğurabilir.Akciğerde sıvı birikmesi kendi kendine geçer mi?Küçük bir plevral efüzyon genellikle kendi kendine geçer. Doktorların plevral efüzyona neden olan durumu tedavi etmesi gerekir. Örneğin, zatürre veya kalp yetmezliği söz konusuysa bu hastalıklara yönelik ilaçlar kullanılır ve iyileşme sağlandığında plevral efüzyon genellikle kaybolur.
Akciğerde sıvı birikmesi (plevral efüzyon) nedir?Akciğerin dışında göğüs kafesinin içinde plevral aralık diye adlandırılan bölgede sıvı birikmesine plevral efüzyon ya da plevral sıvı denir. Plevral sıvı akciğere yaptığı basıyla akciğerin çalışmasını bloke eder ve bazı rahatsızlıklara neden olur.Akciğerde sıvı birikmesinin tam karşılığı plörezi değildir. Akciğerde sıvı birikmesinin diğer adı akciğer ödemidir. Akciğer ödemi akciğerin içinde havalanmayı sağlayan alveoler denilen akciğer keseciklerinde sıvı birikmesidir. Halk arasında akciğerde sıvı denilen plevrada sıvı birikmesi olarak tanımlanan rahatsızlık plörezi değil plevral efüzyondur.Plörezi ise Türkiye’de tüberkülozun sık olduğu dönemlerde tüberkülozun plevral aralıktan sıvı birikmesinde ortaya çıkan terminoloji için kullanılmıştır. Akciğerde sıvı birikmesi (plevral efüzyon) neden olur?Plevral efüzyon sıvı akciğeri sıkıştırdığı ve çalışma alanı bırakmadığı için şikayet oluşturur. Plevral efüzyon yani akciğerde sıvı birikmesinin pek çok sebebi vardır. Bir kısmı akciğerin kendisine ait sebeplerken diğer bir kısmı da akciğer dışında başka hastalıklardan kaynaklanır.Akciğerin kendine ait sebeplerinin başında zatürre gelir. Zatürre çocuklarda da sık görülebilir ve akciğerin çalışmasını bozan sıvı birikimine yol açabilir. Akciğer kanseri, akciğer apsesi, interstisyel akciğer hastalığı gibi akciğeri tutan birçok hastalık sıvı birikimine neden olabilir.Akciğerin kendi hastalığı dışında başka sebeplere bağlı sıvı birikimi, kalp yetmezliği başta olmak üzere romatizmal hastalıklar, metabolizma bozukluğu ya da böbrek yetmezliğine bağlı hastalıklar olmak üzere sistemik hastalıklarda da plevral aralıkta sıvı birikebilir. Akciğerin kendi hastalığına bağlı sıvı birikimi tek taraflıyken sistemik hastalıklarda iki taraflı yani yaygındır. Akciğerde plevral aralıkta sıvı birikiminin yanında karın, bacaklarda ve diğer bölgelerde de şişlikler ortaya çıkabilir. Bu sıvılar özellikleri itibariyle tedavide farklılıklar gösterir. Böbrek yetmezliği, kalp yetmezliği ve romatizmal hastalıklar gibi sistemik hastalıklarda biriken sıvı su gibi bir sıvıyken, akciğerin kendi hastalıklarına bağlı biriken sıvı daha koyu içerisinde mikrop ya da hücre barındıran sıvılar olarak meydana gelir.Bazen lenfoma ya da lenf sistemi hastalıkları gibi mediastinal hastalıklarda da plevrada sıvı birikebilir. Bu sıvı şilotoraks olarak adlandırılır ve yenilen besinlere bağlı olarak, o besinlerden emilen yağların lenf sisteminde hareketini bozduğu için plevral alanda birikmesiyle ortaya çıkar.Akciğerde sıvı birikmesinin belirtileri nelerdir?Plevral sıvı varlığında ortaya çıkan ana belirti ya da şikayet akciğerin çalışamamasına bağlı olarak gelişen nefes darlığıdır. Nefes darlığıyla birlikte yan ağrısı diye betimlenen ağrı eşlik edebilir. Tek taraflı sıvı birikiminde ağrı nefes darlığından daha çok olabilir. Ama iki taraflı sıvı birikiminde ikisi de görülür.Akciğerde sıvı birikmesine tanı nasıl konur?Nefes darlığıyla gelen hastalarda fizik muayenede akciğerden sesler alınmayabilir ve şüphe ortaya çıkarır. Uzman doktor toraks grafisi ister. Grafide sızı görüntüsü belirgindir. Gerekli göründüğü takdirde tomografiyle de kesin tanı konabilir. Akciğerde sıvı birikmesi tedavisi nasıl yapılır?Hastanın şikayetlerine bağlı olarak hekime başvurduğunda ilk yapılacak şey bu sıvının sebebini, neden ortaya çıktığını belirlemek gerekir. Kalp yetmezliği, romatizmal hastalık, böbrek yetmezliği gibi sistemik hastalığa bağlı problemlerde ilgili hastalığın tedavi edilmesiyle sıvı kendiliğinden azalır ama kanser, zatürre, lenfoma gibi akciğerin kendisine ait sıvı birikiminde sıvının oradan uzaklaştırılması ve etken olan sebebin tedavi edilmesi gerekir.Sadece sıvı ve zatürre varsa sıvı iğne ile ya da göğse diren takılarak boşaltılabilir ve böylelikle tedavi saplanır. İğne ile boşaltmanın adı torasentez, tüp takarak boşaltmanın adı tüp torakostomidir. Altta yatan hastalık tedavi edildikten sonra sıvı bittiği zaman tüp çekilir hasta hayatına devam eder.Akciğerde sıvı birikmesi (plevral efüzyon) hakkında sık sorulan sorularHer zatürre sonrasında akciğerde sıvı birikir mir?Her zatürre sonrasında akciğerde sıvı birikmez. Özellikle zatürre erken evrede tanı konularak ilaç tedavisiyle tedavi edildiyse hiç sıvı birikmeden iyileşme sağlanır. Geç tanı konularak, akciğerin büyük kısmı etkilendiyse sıvı birikimi büyük oranda ortaya çıkabilir. Zatürre dışında tüberküloz, akciğer apsesi, kanser gibi durumlarda sıvı ortaya çıkar, kendiliğinden düzelmez ve açık ameliyatla tedavi edilebilir.Akciğerde sıvı birikmesi ciddi bir durum mu?Akciğer çevresindeki sıvı yani plevral efüzyon, daha az endişe verici bir şey gibi görünebilen potansiyel olarak tehlikeli bir durumdur. Kötü bir soğuk algınlığından kaynaklanan göğüs ağrısı veya öksürük gibi basit algılanabilecek şikayetler aslında ciddi sağlık sonuçları doğurabilir.Akciğerde sıvı birikmesi kendi kendine geçer mi? | 4,472 |
557 | Hastalıklar | Polikistik Böbrek Hastalığı | Polikistik böbrek hastalığı, böbrekte kist oluşturan ve organın çalışma fonksiyonunu bozan bir hastalıktır. Aynı zamanda sinsi bir hastalık olarak ilerleyen bu durum, otozomal dominant geçişli kalıtsal bir durumdur. Bu doğrultuda hastalığın sessizce ilerlemesi, polikistik belirtilerinin fark edilmemesine neden olur. Hastalığın tanısı koyulduktan sonra ise kesin bir tedavisi mevcut değildir. Hastalığın belirtilerini azaltmak adına yaşam tarzında değişiklikler doktor tarafından tavsiye edilebilir. Bunun yanında hastalık ciddileşirse ilaç tedavisi ya da cerrahi operasyona gereksinim duyulabilir. Polikistik böbrek hastalığı, böbrekte kist oluşturan ve organın çalışma fonksiyonunu bozan bir hastalıktır. Aynı zamanda sinsi bir hastalık olarak ilerleyen bu durum, otozomal dominant geçişli kalıtsal bir durumdur. Bu doğrultuda hastalığın sessizce ilerlemesi, polikistik belirtilerinin fark edilmemesine neden olur. Hastalığın tanısı koyulduktan sonra ise kesin bir tedavisi mevcut değildir. Hastalığın belirtilerini azaltmak adına yaşam tarzında değişiklikler doktor tarafından tavsiye edilebilir. Bunun yanında hastalık ciddileşirse ilaç tedavisi ya da cerrahi operasyona gereksinim duyulabilir.
Polikistik Böbrek Hastalığı Nedir? Polikistik böbrek hastalığı, organın iç dokusunda gelişen kistler ve bu kistlerin büyümesi ile sonuçlanan bir hastalıktır. Organın dokusunda oluşan kistik yapılar, sıvı dolu keseciklerden oluşur ve zamanla tüm vücudu etkileyecek sağlık problemlerine davetiye çıkarabilir. PHB olarak bilinen bu hastalık, çocukluk dönemde ortaya çıkabileceği gibi sessizce yıllarca ilerleyebilir. Bu süreçte polikistik böbrek hastalığı, organın işlevlerini de etkileyerek temel fonksiyonlarını bozabilir. İdrarı üreten ve toksin maddeleri süzen organın bu işlevleri yapamaması, ciddi sağlık problemlerini oluşturabilir.Bebeklerde polikistik böbrek hastalığı Otozomal resesif geçişli polikistik böbrek hastalığı, bebeklerde görülebilir ve nadir olarak ortaya çıkan bir durumdur. Bu rahatsızlığın bebekte görülmesinin sebebi, anne ve babadan mutasyonlu genin aktarılmasıdır. Bunun yanında bebeğin doğumundan sonra ilk 6 ayda belirtileri görülmeye başlar. Yapılan muayeneler sonucunda organın dokusunun anormal gelişimi ve kistlerin varlığı ile teşhis konulabilir.Polikistik Böbrek Hastalığı Neden Olur?Polikistik böbrek hastalığının nedeni tam olarak bilinmezken genetik kaynaklı olduğu ifade edilir. Genel olarak polikistik böbrek hastalığının nedenleri aşağıdaki gibi listelenebilir:Otozomal dominant geçişli türeviHastalığın bu türü daha yaygındır. Bu türünde sinsi böbrek hastalığı belirtileri genellikle yetişkinlik döneminde ortaya çıkmaya başlar. Hastalığın oluşmasında anne ya da babadan gelen gen mutasyonu etkilidir.Otozomal resesif geçişli türeviHastalığın belirtileri bu türünde daha şiddetli olurken çocukluk çağında sağlık problemleri ciddileşebilir. Hem anne hem de babadan gelen gen mutasyonuna bağlı gelişebilir.Bu hastalığın oluşma nedeni PKD1 ve PKD2 genlerinde mutasyona bağlıdır. Bu genlerde mutasyonu olan ebeveynlerin çocuklarında hastalık riskinin en az %50 arttığı görülür.Polikistik Böbrek Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Polikistik böbrek hastalığı belirtileri çoğunlukla rahatsızlığın ilerlemesi ile görülmeye başlar. Bunun yanında bazı kişilerde hastalık hiç bulgu vermeden ömür boyu devam edebilir. İleri yaşlarda başka sağlık problemlerini de tetiklemesiyle idrar yolu rahatsızlıklarının sıklıkla yaşanmasıyla dikkat çekebilir. Genel olarak PHB rahatsızlığın yani sinsi böbrek hastalığı belirtileri aşağıdaki gibi sıralanabilir:Köpüklü ve kanlı idrara çıkmaTuvalet sırasında idrarının kanlı olduğunu fark eden kişi dönem dönem ağrı da hissedebilir. Bu kanamanın nedenleri arasında kistin duvarının parçalanması olabilir. Diğer bir yandan bölgede taş ya da enfeksiyona bağlı kanama riski oluşabilir.Böbrek taşı görülmesiPolikistik böbrek hastalığında tipik bulgular arasında idrar yollarında taş oluşma durumu vardır. Genel anlamda büyüklüğüne ve yerleştiği yere bağlı herhangi bir ağrı vermeyebilir. Ancak bazı vakalarda idrar yolunda enfeksiyon ve kanamaya sebebiyet verebilir. Doğrudan idrar akışını engelleyecek bir yere yerleşmişse ameliyatla alınması gerekebilir.Ağrı duyulmasıBöbrekte kist sayısı arttıkça ve boyutları büyüdükçe ağrı şiddeti artabilir. Bu bağlamda çevre dokulara artan baskı, enfeksiyonun oluşmasına da neden olabilir.İdrar yolu enfeksiyonun görülmesiEnfeksiyonun sıklıkla görüldüğü kısım mesanenin iltihaplanmasıdır. Aynı zamanda kistlerin çevresi iltihaplanabilir ve piyelonefritle olarak bilinen organ dokusu enfekte olabilir.Yüksek tansiyon çıkmasıHipertansiyon olarak da bilinen bu durum, polikistik böbrek hastalığı belirtilerinde yaygındır. Organ fonksiyonlarının bozulduğu süreçlerde tansiyonun yükselme riski artabilir.Tüm bu semptomlarla birlikte hastada yorgunluk, halsizlik, karında şişkinlik ve dolgunluk hali, sırt ağrısı, yan bölgelerde ağrılar, sık idrara çıkma ve organda yetmezlik görülebilir.Polikistik Böbrek Hastalığında Tanı Nasıl Konur?Polikistik böbrek hastalığı tanısı koyulabilmesi için öncelikle doktor kontrolünde fiziki muayeneden geçilmesi önemlidir. Devamında görüntüleme teknikleri ile kesin teşhis koyulabilir ve bu yöntemler aşağıdaki gibi sıralanabilir:Genetik testlerEğer ebeveynlerde hastalık yoksa genetik bir yatkınlık olup olmadığına dair uygulanabilir.UltrasonografiOrganın iç yapısını tanımlamak için sıklıkla uygulanan bir tekniktir.Kan ve idrar tahlilleri: Organın çalışma şeklini test etmek amacıyla gerçekleştirilir.MRI ya da bilgisayarlı tomografiKistlerin sayılarını ve büyüklüklerini tam anlamıyla tespit etmek için kullanılabilir.Polikistik Böbrek Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?Polikistik böbrek hastalığının tedavi prosedürleri kişiden kişiye değişiklik gösterir. Bu doğrultuda genel tedavi yöntemleri aşağıdaki gibi listelenebilir:Tıbbi tedavi yöntemleriHastalığa bağlı oluşan problemlere yönelik bir tedavi takvimi çıkarılabilir. Bu anlamda yüksek tansiyon, ağrı ve idrar yolu enfeksiyonun giderilmesi için çeşitli ilaçlar önerilebilir. Bunun yanında büyüyen kistler için yavaşlatıcı bazı akıllı ilaç grupları hastaya verilebilir.Cerrahi operasyonlarAğrıyı hafifleten kist drenaj yöntemi, organda yetmezlik varsa nakil, organ çalışmıyorsa diyaliz yöntemi hastaya uygulanabilir.Bu yöntemlerle birlikte düzenli beslenme ya da egzersiz yapma gibi bazı yaşam tarzı değişikliği ile hayat kalitesi yükseltilebilir.Polikistik Böbrek Hastalığında Beslenme Nasıl Olmalıdır?Polikistik böbrek hastalığında beslenme düzeninde bazı yiyeceklerin çıkarılması tavsiye edilir. Bunun yanında menüye eklenecek içecekler ve gıdalar da oldukça önemlidir. Bu doğrultuda aşağıda belirtilen beslenme önerilerine dikkat edilebilir:Düşük yağlı, proteinli ve tuzlu diyetProtein vücutta azot düzeyini artırdığı için organın performansını zorlayabilir. Bununla birlikte tuzlu gıdalar, tansiyonun yükselmesine neden olabilir. Ek olarak trans ve doymuş yağlardan uzak kalınması sağlık profilini destekler.Potasyum ve fosfor minerallerinin dengesiBu iki mineralin mümkün olduğunca az tüketilmesi tavsiye edilir. Ayrıca sıvı alımının günlük alım düzeylerinin altında kalmaması önemlidir.Tüm bunlarla birlikte hastalar, düzenli doktor kontrolünden geçerek beslenme içerikleri hakkında diyetisyenden fikir alabilir.Polikistik Böbrek Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularPolikistik böbrek hastalığı genetik midir?Bu rahatsızlığın gen mutasyonu sonucunda oluşması sebebiyle kalıtsal bir yönü vardır. Bunun yanında ebeveynlerde gen taraması yapıldığında herhangi bir bulgu da bulunmayabilir. Ayrıca dış faktörlere bağlı gen mutasyonunun oluştuğuna dair bazı veriler de ifade edilir.Polikistik böbrek hastalığı olan kişiler hangi aktivitelerden kaçınmalıdır?Doğrudan organ performansını etkileyen rahatsızlıkta su kaybının yüksek olduğu sporlardan kaçınılması tavsiye edilir. Bunun yanında stres yönetimi ve meditasyon, hastanın hayat kalitesini artırmasında olumlu etki yapabilir. Ayrıca vücut kan basıncını değiştirebilen hava sporları ve dalış faaliyetlerinden uzak kalınması kritiktir.Polikistik böbrek hastalığı olan kişilerde böbrek yetmezliği riski nedir?Eğer hastalık ilerler ve kistlerin boyutları büyürse organın fonksiyonu bozulabilir. Organın işlevlerini yerine getiremediği durumlarda böbrek yetmezliği belirtileri söz konusu olabilir. Bu anlamda fonksiyonlarının iyileştirilememesi organın yetmezliğini kronik hale gelebilir.Polikistik böbrek hastalığına sahip olmak gebelik için risk oluşturur mu?Hamilelik sırasında bazı hormon değerlerinin yükselmesi, biyokimyasal değişiklikleri gündeme getirir. Özellikle kan basıncının yükselmesi, kişilerde süzme işlevini negatif etkileyebilir. Bu rahatsızlığı olan kişilerde hamilelikte hipertansiyon riski oldukça fazladır.Polikistik böbrek hastalığı ilerlerse ne gibi komplikasyonlar görülebilir?Organ yetmezliği ve buna bağlı nakil durumları en ciddi komplikasyondur. Bunun yanında idrar yollarında yaşanılan sorunlar ve ağrı semptomları, kişinin günlük aktivitelerini engelleyebilir. Damar içi basıncının yükselmesi ise beyin ve kalp fonksiyonlarının bozulmasına da neden olabilir.Polikistik böbrek hastalığına karşı alınabilecek önlemler nelerdir? Beslenme ve yaşam tarzında yapılacak bazı değişiklikler, kişinin belirtileri hafif atlatmasını sağlayabilir. Bu anlamda ağır sporlardan kaçınılması ve bol su tüketimi oldukça önemlidir. Beslenme programında ise protein ve yağ ağırlıklı gıda tüketimi yerine Akdeniz usulü beslenmek oldukça avantaj sağlayabilir.
Polikistik Böbrek Hastalığı Nedir? Polikistik böbrek hastalığı, organın iç dokusunda gelişen kistler ve bu kistlerin büyümesi ile sonuçlanan bir hastalıktır. Organın dokusunda oluşan kistik yapılar, sıvı dolu keseciklerden oluşur ve zamanla tüm vücudu etkileyecek sağlık problemlerine davetiye çıkarabilir. PHB olarak bilinen bu hastalık, çocukluk dönemde ortaya çıkabileceği gibi sessizce yıllarca ilerleyebilir. Bu süreçte polikistik böbrek hastalığı, organın işlevlerini de etkileyerek temel fonksiyonlarını bozabilir. İdrarı üreten ve toksin maddeleri süzen organın bu işlevleri yapamaması, ciddi sağlık problemlerini oluşturabilir.Bebeklerde polikistik böbrek hastalığı Otozomal resesif geçişli polikistik böbrek hastalığı, bebeklerde görülebilir ve nadir olarak ortaya çıkan bir durumdur. Bu rahatsızlığın bebekte görülmesinin sebebi, anne ve babadan mutasyonlu genin aktarılmasıdır. Bunun yanında bebeğin doğumundan sonra ilk 6 ayda belirtileri görülmeye başlar. Yapılan muayeneler sonucunda organın dokusunun anormal gelişimi ve kistlerin varlığı ile teşhis konulabilir.Polikistik Böbrek Hastalığı Neden Olur?Polikistik böbrek hastalığının nedeni tam olarak bilinmezken genetik kaynaklı olduğu ifade edilir. Genel olarak polikistik böbrek hastalığının nedenleri aşağıdaki gibi listelenebilir:Otozomal dominant geçişli türeviHastalığın bu türü daha yaygındır. Bu türünde sinsi böbrek hastalığı belirtileri genellikle yetişkinlik döneminde ortaya çıkmaya başlar. Hastalığın oluşmasında anne ya da babadan gelen gen mutasyonu etkilidir.Otozomal resesif geçişli türeviHastalığın belirtileri bu türünde daha şiddetli olurken çocukluk çağında sağlık problemleri ciddileşebilir. Hem anne hem de babadan gelen gen mutasyonuna bağlı gelişebilir.Bu hastalığın oluşma nedeni PKD1 ve PKD2 genlerinde mutasyona bağlıdır. Bu genlerde mutasyonu olan ebeveynlerin çocuklarında hastalık riskinin en az %50 arttığı görülür.Polikistik Böbrek Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Polikistik böbrek hastalığı belirtileri çoğunlukla rahatsızlığın ilerlemesi ile görülmeye başlar. Bunun yanında bazı kişilerde hastalık hiç bulgu vermeden ömür boyu devam edebilir. İleri yaşlarda başka sağlık problemlerini de tetiklemesiyle idrar yolu rahatsızlıklarının sıklıkla yaşanmasıyla dikkat çekebilir. Genel olarak PHB rahatsızlığın yani sinsi böbrek hastalığı belirtileri aşağıdaki gibi sıralanabilir:Köpüklü ve kanlı idrara çıkmaTuvalet sırasında idrarının kanlı olduğunu fark eden kişi dönem dönem ağrı da hissedebilir. Bu kanamanın nedenleri arasında kistin duvarının parçalanması olabilir. Diğer bir yandan bölgede taş ya da enfeksiyona bağlı kanama riski oluşabilir.Böbrek taşı görülmesiPolikistik böbrek hastalığında tipik bulgular arasında idrar yollarında taş oluşma durumu vardır. Genel anlamda büyüklüğüne ve yerleştiği yere bağlı herhangi bir ağrı vermeyebilir. Ancak bazı vakalarda idrar yolunda enfeksiyon ve kanamaya sebebiyet verebilir. Doğrudan idrar akışını engelleyecek bir yere yerleşmişse ameliyatla alınması gerekebilir.Ağrı duyulmasıBöbrekte kist sayısı arttıkça ve boyutları büyüdükçe ağrı şiddeti artabilir. Bu bağlamda çevre dokulara artan baskı, enfeksiyonun oluşmasına da neden olabilir.İdrar yolu enfeksiyonun görülmesiEnfeksiyonun sıklıkla görüldüğü kısım mesanenin iltihaplanmasıdır. Aynı zamanda kistlerin çevresi iltihaplanabilir ve piyelonefritle olarak bilinen organ dokusu enfekte olabilir.Yüksek tansiyon çıkmasıHipertansiyon olarak da bilinen bu durum, polikistik böbrek hastalığı belirtilerinde yaygındır. Organ fonksiyonlarının bozulduğu süreçlerde tansiyonun yükselme riski artabilir.Tüm bu semptomlarla birlikte hastada yorgunluk, halsizlik, karında şişkinlik ve dolgunluk hali, sırt ağrısı, yan bölgelerde ağrılar, sık idrara çıkma ve organda yetmezlik görülebilir.Polikistik Böbrek Hastalığında Tanı Nasıl Konur?Polikistik böbrek hastalığı tanısı koyulabilmesi için öncelikle doktor kontrolünde fiziki muayeneden geçilmesi önemlidir. Devamında görüntüleme teknikleri ile kesin teşhis koyulabilir ve bu yöntemler aşağıdaki gibi sıralanabilir:Genetik testlerEğer ebeveynlerde hastalık yoksa genetik bir yatkınlık olup olmadığına dair uygulanabilir.UltrasonografiOrganın iç yapısını tanımlamak için sıklıkla uygulanan bir tekniktir.Kan ve idrar tahlilleri: Organın çalışma şeklini test etmek amacıyla gerçekleştirilir.MRI ya da bilgisayarlı tomografiKistlerin sayılarını ve büyüklüklerini tam anlamıyla tespit etmek için kullanılabilir.Polikistik Böbrek Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?Polikistik böbrek hastalığının tedavi prosedürleri kişiden kişiye değişiklik gösterir. Bu doğrultuda genel tedavi yöntemleri aşağıdaki gibi listelenebilir:Tıbbi tedavi yöntemleriHastalığa bağlı oluşan problemlere yönelik bir tedavi takvimi çıkarılabilir. Bu anlamda yüksek tansiyon, ağrı ve idrar yolu enfeksiyonun giderilmesi için çeşitli ilaçlar önerilebilir. Bunun yanında büyüyen kistler için yavaşlatıcı bazı akıllı ilaç grupları hastaya verilebilir.Cerrahi operasyonlarAğrıyı hafifleten kist drenaj yöntemi, organda yetmezlik varsa nakil, organ çalışmıyorsa diyaliz yöntemi hastaya uygulanabilir.Bu yöntemlerle birlikte düzenli beslenme ya da egzersiz yapma gibi bazı yaşam tarzı değişikliği ile hayat kalitesi yükseltilebilir.Polikistik Böbrek Hastalığında Beslenme Nasıl Olmalıdır?Polikistik böbrek hastalığında beslenme düzeninde bazı yiyeceklerin çıkarılması tavsiye edilir. Bunun yanında menüye eklenecek içecekler ve gıdalar da oldukça önemlidir. Bu doğrultuda aşağıda belirtilen beslenme önerilerine dikkat edilebilir:Düşük yağlı, proteinli ve tuzlu diyetProtein vücutta azot düzeyini artırdığı için organın performansını zorlayabilir. Bununla birlikte tuzlu gıdalar, tansiyonun yükselmesine neden olabilir. Ek olarak trans ve doymuş yağlardan uzak kalınması sağlık profilini destekler.Potasyum ve fosfor minerallerinin dengesiBu iki mineralin mümkün olduğunca az tüketilmesi tavsiye edilir. Ayrıca sıvı alımının günlük alım düzeylerinin altında kalmaması önemlidir.Tüm bunlarla birlikte hastalar, düzenli doktor kontrolünden geçerek beslenme içerikleri hakkında diyetisyenden fikir alabilir.Polikistik Böbrek Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularPolikistik böbrek hastalığı genetik midir?Bu rahatsızlığın gen mutasyonu sonucunda oluşması sebebiyle kalıtsal bir yönü vardır. Bunun yanında ebeveynlerde gen taraması yapıldığında herhangi bir bulgu da bulunmayabilir. Ayrıca dış faktörlere bağlı gen mutasyonunun oluştuğuna dair bazı veriler de ifade edilir.Polikistik böbrek hastalığı olan kişiler hangi aktivitelerden kaçınmalıdır?Doğrudan organ performansını etkileyen rahatsızlıkta su kaybının yüksek olduğu sporlardan kaçınılması tavsiye edilir. Bunun yanında stres yönetimi ve meditasyon, hastanın hayat kalitesini artırmasında olumlu etki yapabilir. Ayrıca vücut kan basıncını değiştirebilen hava sporları ve dalış faaliyetlerinden uzak kalınması kritiktir.Polikistik böbrek hastalığı olan kişilerde böbrek yetmezliği riski nedir?Eğer hastalık ilerler ve kistlerin boyutları büyürse organın fonksiyonu bozulabilir. Organın işlevlerini yerine getiremediği durumlarda böbrek yetmezliği belirtileri söz konusu olabilir. Bu anlamda fonksiyonlarının iyileştirilememesi organın yetmezliğini kronik hale gelebilir.Polikistik böbrek hastalığına sahip olmak gebelik için risk oluşturur mu?Hamilelik sırasında bazı hormon değerlerinin yükselmesi, biyokimyasal değişiklikleri gündeme getirir. Özellikle kan basıncının yükselmesi, kişilerde süzme işlevini negatif etkileyebilir. Bu rahatsızlığı olan kişilerde hamilelikte hipertansiyon riski oldukça fazladır.Polikistik böbrek hastalığı ilerlerse ne gibi komplikasyonlar görülebilir?Organ yetmezliği ve buna bağlı nakil durumları en ciddi komplikasyondur. Bunun yanında idrar yollarında yaşanılan sorunlar ve ağrı semptomları, kişinin günlük aktivitelerini engelleyebilir. Damar içi basıncının yükselmesi ise beyin ve kalp fonksiyonlarının bozulmasına da neden olabilir.Polikistik böbrek hastalığına karşı alınabilecek önlemler nelerdir? Beslenme ve yaşam tarzında yapılacak bazı değişiklikler, kişinin belirtileri hafif atlatmasını sağlayabilir. Bu anlamda ağır sporlardan kaçınılması ve bol su tüketimi oldukça önemlidir. Beslenme programında ise protein ve yağ ağırlıklı gıda tüketimi yerine Akdeniz usulü beslenmek oldukça avantaj sağlayabilir. | 6,624 |
558 | Hastalıklar | Polikistik Over Sendromu | Polikistik over (PKOS), yumurtalıklarda gelişen çok sayıda kist benzeri folikül gelişmesidir ve genellikle on ikiden fazla folikül bulunması durumudur. Polikistik over sendromu ise erkeklik hormonu olarak bilinen androjen seviyelerinin yükseldiği bir hormon bozukluğu olup, yumurtalıklarda kist oluşumu, adet dönemlerinde düzensizlik, aşırı tüylenme, sivilce ve kilo alımı gibi belirtilerle karakterizedir.Polikistik over (PKOS), yumurtalıklarda gelişen çok sayıda kist benzeri folikül gelişmesidir ve genellikle on ikiden fazla folikül bulunması durumudur. Polikistik over sendromu ise erkeklik hormonu olarak bilinen androjen seviyelerinin yükseldiği bir hormon bozukluğu olup, yumurtalıklarda kist oluşumu, adet dönemlerinde düzensizlik, aşırı tüylenme, sivilce ve kilo alımı gibi belirtilerle karakterizedir.
Polikistik Over Sendromu (PKOS) Nedir?Polikistik over sendromu (PKOS), doğurganlık çağındaki kadınlarda çok yaygın görülen, yumurtalıklarında çok sayıda küçük kist, androjen seviyelerinde artış, adet döneminde düzensizlik, tüylenme, akne ve kısırlığa neden olabilen dengesiz hormon seviyeleriyle ilişkili hormon bozukluğudur. Genetik olduğu düşünülen bir yumurtlama problemidir.Polikistik over sendromu belirtileri kist sayısına ve şiddetine bağlı olarak farklılık gösterir. PKOS tedavi edilmediği durumda birçok hastalığın oluşumuna yol açabilir. Bu yüzden kadınların her yıl düzenli olarak jinekolojik muayenelerini yaptırmaları önemlidir.Tüp bebek merkezlerine başvuran kadınların yaklaşık %20'sinde yumurtlama problemi mevcuttur. PKOS, yumurtlama problemlerine sebep olan en önemli durumdur. Kilosu normalin üzerinde olan, tüylenmede artış ve düzensiz adet gören kadınlar Polikistik over sendromundan şüphelenmeli, bir uzmana başvurup gerekli muayene, tetkikler ve ultrason yapılarak durum açığa kavuşturulmalıdır.Polikistik Over Sendromu (PKOS) Belirtileri Nelerdir?Polikistik over sendromunda adet döneminin gecikmesi veya düzensizleşmesi, aşırı tüylenme, sivilce artışı, saç dökülmesi, kısırlık ve kilo alımı yaygın olarak görülen belirtilerdir.Polikistik over sendromu belirtileri şöyle sıralanır: Androjen seviyelerinin yükselmesi Adet düzensizliği ya da adet görememe Yumurtlama olmaması nedeniyle hamile kalamama Aşırı tüylenme (hirsutizm) Kiloda artış Olağan dışı kanama Cilt dokusunda değişiklik ve kararma Ciltte sivilcelenme ve yağlanma El üstünde oluşan lekelenmeler Saç dökülmesi Ses kalınlaşması Göğüs ölçüsünde meydana gelen değişiklik Ense, koltuk altı, kasık cildinde hafif kadifemsi bir görünüm DepresyonAndrojen seviyelerinin yükselmesiErkeklik hormonları olan androjenler, az da olsa kadınlarda da bulunan bir hormondur. Polikistik over sendromunda bu var olan hormon seviyesinde yükselme gerçekleşebilir. Bu da kişide aşırı tüylenmeye, saçlarda dökülmeye ve sivilceye neden olabilir.Adet düzensizliği ya da adet görememePolikistik over sendromu durumunda hormon dengesizliği yumurtlamada problemlere neden olabilir. Bu nedenle adet döngüsü bozulabilir, düzensizleşerek tamamen kesilmelere yol açabilir. Bazı kadınlarda ise adet kanaması az olabilir.Yumurtlama olmaması nedeniyle hamile kalamamaKadınlarda yumurtlamanın gerçekleşmediği durumda yumurtanın döllenmesi mümkün değildir. Polikistik over sendromunun en yaygın görülen belirtilerinden biri de kısırlığa neden olması olarak değerlendirilir.Aşırı tüylenme (hirsutizm)Vücut içerisinde aşırı oranda androjen bulunması nedeniyle kişinin yüz, göğüs, karın ve sırt gibi bölgelerin aşırı tüylenme görülmesi mümkündür. Bu durum genellikle sosyal ve psikolojik olarak rahatsız edici bir görüntüye neden olabilir.Kiloda artışPKOS, vücutta insülin direncine yol açarak kilo alımının kolaylaşmasını sağlar. Bu kişilerde genellikle kilo artışı bel çevresinde toplanır. Bu nedenle kilo vermek de zor hale gelebilir.Olağan dışı kanamaEndometrium yani rahim iç tabakası, adet döngüsü bozulduğu durumda uzun süreler dökülmeden kalabilir. Bu durum da kanama anormal şekilde yoğun ya da uzun süreli olarak görülebilir.Cilt dokusunda değişiklik ve kararmaPolikistik over sendromu olan kadınlarda, kasık, koltuk altı ve ense gibi bölgelerde cilt kararması görülebilir. Bu durumda ciltte kalınlaşma görülmesi de doğaldır.Ciltte sivilcelenme ve yağlanmaVücutta meydana gelen yüksek androjen seviyeleri nedeniyle ciltte yağ üretimi artmaya bağlar. Bu durum özellikle yüz, sırt ve göğüs bölgelerinde sivilce oluşumuna neden olabilir.El üstünde oluşan lekelenmelerCilt pigmentasyonunu etkileyen PKOS, ellerin üstünde ve vücudun diğer bölgelerinde kahverengi lekelere sebebiyet verebilir.Saç dökülmesiPKOS, zaman içerisinde kafa derisinde yer alan saç köklerini zayıflatabilir. Bu durumda genellikle erkek tipi saç dökülmeleri görülür. Saçlar eskisi kadar yoğun görünmeyebilir.Ses kalınlaşmasıKadınlarda PKOS nedeniyle ses kalınlaşması görülme olasılığı vardır. Bu durum androjen seviyelerinin aşırı yükselmesi durumunda meydana gelir.Göğüs ölçüsünde meydana gelen değişiklikPKOS sebebiyle oluşan hormonlarda dengesizlik durumunda göğüslerde küçülme ve asimetrik problemler görülebilir.Ense, koltuk altı ve kasık cildinde hafif kadifemsi bir görüntüVücutta oluşan insülin direnci durumunda cildin bazı bölgelerinde kalınlaşma ve kadifemsi bir görüntü oluşabilir.DepresyonPKOS’u olan kadınlar, kilo artışı yaşayarak oluşan fiziksel değişimden dolayı kendi görüntülerini beğenmeyebilirler. Bu da kişide psikolojik olarak depresyon, kaygı ve özgüven sorunlarına neden olabilir.Polikistik Over Sendromu (PKOS) Neden Olur?Polikistik over sendromu, aşırı kilo ve insülin direncinin nedeniyle yumurtalıklarda erkeklik hormonunun (androjenler) çoğalmasına bağlı olarak hormonal bozukluk şeklinde ortaya çıkar. Polikistik over sendromu nedenleri şöyle sıralanır:Yüksek erkeklik hormonu seviyeleri (Androjen)Yüksek androjen seviyeleri, yumurtalıkların yumurta salmasını engelleyerek düzensiz adet döngülerine neden olur. Düzensiz yumurtlama, yumurtalıklarınızda küçük, sıvı dolu keselerin gelişmesine sebebiyet verir. Yüksek androjen ayrıca kadınlarda sivilce ve aşırı kıllanma gibi belirtilere neden olur.İnsülin direnciİnsülin seviyesindeki artış, yumurtalıkların erkeklik hormonları (androjenler) üretmesine ve salmasına neden olur. Artan erkek hormonları yumurtlamayı baskılar ve PKOS'un diğer semptomlarının oluşmasına zemin hazırlar.Düşük dereceli inflamasyonPolikistik over sendromu olan kişiler kronik düşük dereceli inflamasyona sahip olma eğilimindedir. Uzman doktor, vücutta iltihaplanma düzeyini gösterebilen C-reaktif protein (CRP) ve beyaz kan hücrelerinin düzeylerini ölçen kan testleri yapılmasını isteyebilir.Polikistik Over Sendromu (PKOS) Tanısı Nasıl Konulur?Polikistik over sendromu tanısı konulmadan önce hastanın tıbbi geçmişinin incelenmesinin ardından bazı testler yapılabilir. Tanı koyma sürecinde kullanılabilecek yöntemler şöyle sıralanabilir: Doktor kişinin PKOS nedeniyle oluşan adet döngüsündeki düzensizlikleri, kilo değişimlerini, sivilcelenme, saç dökülmesi ve aşırı tüylenme belirtilerini inceler Kişinin aile geçmişinde PKOS olup olmadığı öğrenilir Hormon seviyelerindeki dengesizlikleri ortaya çıkarmak için kan testleri yapılır Bu testler içerisinde androjen seviye ölçümü, prolaktin ve TSH, kan şekeri, insülin seviyeleri ve kolesterol seviyelerinin kontrolü yer alır. Pelvik ultrasonografi ile yumurtalıkların polikistik görünümde olup olmadığı kontrol edilirPolikistik over sendromu (PKOS) tanısı konulması için öncelikle belirtiler değerlendirilir sonrasında uygun görülen testler yapılır. Bu durumu genellikle kadın doğum uzmanı ya da endokrinoloji uzmanı değerlendirilir.Polikistik Over Sendromu (PKOS) Tedavi Yöntemleri Nelerdir?Polikistik Over Sendoromu (PKOS) tedavisi yaşa ve hastanın istediğine göre değişmektedir. Polikistik over en sık görülen endokrin bozukluklardan biridir. Uygulanacak tedavi ileriki dönemlerde kişinin hamile kalmak isteyip istemediğini göre farklılık gösterir. Polikistik over sendromu olan kişiler, yüksek tansiyon ve diyabet gibi hastalıklar açısında risk altında olabilir.Hastalarının tedavileri planlanırken fazla kilolarından diyetisyen gözetiminde kurtulmaları sağlanmalıdır. Zira PKOS olan kadınlarda diğerlerine göre daha fazla görülen obezite, semptomları daha kötüleştirerek tedaviye yanıtı zorlaştırır. Kilo kontrolü neticesinde düzenli adet görme oranı yükseltilmelidir.Tıbbi tedavi ve kilo kaybı sonucunda adette önemli oranda düzelme olabilmekte, yumurtlama probleminin son bulmasıyla bazen gebelik kendiliğinden oluşabilmektedir. Adet düzensizliğinin devam ettiği durumlarda ise yumurtlamayı uyaran ilaçlar ve hormon iğneleri kullanılabilir. Takipler sonucunda gelişen yumurtalardan normal ilişki önerilerek veya aşılama yöntemi ile gebelik oluşturulmaya çalışılır. 3-4 kez yapılan takip ve aşılama neticesinde gebelik halen oluşmamışsa tüp bebek yöntemine geçilmesi önerilir.Çocuk sahibi olmak istemeyen hastalarda ise amaç hastanın hormonal dengesini düzenlemek ve düzenli adet görmeyi sağlamaktır. Bunun için doğum kontrol hapları veya progesteron içeren hormonal tedaviler uygulanabilir.Tedavinin başarısında hasta ve yakınlarını doğru bilgilerle yönlendirerek doğru ilaçların kullanımının sağlanması önemli faktörlerdendir. Tıbbi duruma göre uygun bir diyet ve egzersiz programı da kişiye önerilir. Bununla birlikte insülin direncini kıran ve erkeklik hormonunun etkisini bloke eden ilaçlar da verilebilmektedir.Polikistik Over Sendromu Tedavisi Sonrası Dikkat Edilmesi Gerekenler Neler?Polikistik over sendromu olan kadınlara gebelik sonrası da jinekolojik takipleri bırakmamaları ve yıllık muayenelere devam etmeleri kesinlikle önemlidir. Bu hastalarda ileri yaşlarda şeker hastalığı başta olmak üzere bazı hastalıkların görülmesi söz konusu olabilmektedir. Bunu önlemek için aşırı kilo alımı engellenmeli, düzenli egzersiz önerilmeli ve gerekirse ilaçlarla düzenli adet görmeleri sağlanmalıdır.Polikistik Over Sendromu (PKOS) Hakkında Sıkça Sorulan SorularPolikistik Over Sendromu hangi hastalıkları tetikleyebilir?Üreme çağındaki her 10 kadından birinde görülebilen Polikistik Over Sendromu, ihmal edilmemelidir. Zira PKOS tedavi edilmediği takdirde kalp hastaları, hipertansiyon, rahim kanseri, şeker hastalığı riski artar.Polikistik Over Sendromuna hangi besinler iyi gelir?Yumurta, ceviz, tereyağı, deniz ürünleri gibi Omega-3 yağ asitlerinin fazlaca olduğu besinleri tüketmek ya da hekim tavsiyesi ile bunları içeren besin destekleri almak da düzensiz hormon üretiminin normale dönmesine yardımcı olabilmektedir.Polikistik Over Sendromu yaşayanlar hamile kalabilir mi? Polikistik Over Sendromu doğurganlık döneminde görülen bir hastalıktır. Bu tür hastalarda yumurtlama gerçekleşmediği veya çok nadir olduğu için adet düzensizliği ve hamile kalmakta güçlük çekme yakınmaları ortaya çıkar. PKOS, hamile kalmakta zorlanmanın en sık nedenidir; ancak PKOS’un kalıcı bir kısırlık nedeni olduğunu söylenemez. Polikistik Over Sendromu olan hastaların bir kısmında gebe kalmakta hiçbir sıkıntı çekmeyen hastalar olabilir. Bu durumdaki hastalığın düzelmesine katkıda olacağı düşünüldüğünden gebelik planının geciktirilmemesi önerilir. Gebelikte başarılı sonuçlar elde etmek için gerektiğinde insülin direncini kıran ilaçlar, yumurta geliştirici ve yumurtlamayı uyaran ilaç tedavileri uygulanır.Gebelik sonrası nelere dikkat edilmelidir?Fazla kilolardan kurtulmak da gebelikte başarılı sonuçlar elde etmek için önemlidir. Gebelik sonrası da Polikistik Over Sendromu olan kadınlara jinekolojik takipleri bırakmamaları ve yıllık muayenelerine devam etmeleri gerekmektedir.Düzensiz ya da seyrek adet görmenin zararı var mı?Bu hastalık nedeniyle seyrek adet gören kadınlarda yumurtlama seyrek olduğu için ya da hiç olmadığından vücut uzun süre yüksek östrojen etkisine maruz kalır. Yumurtlama sonrasında salgılanan progesteron, östrojenin etkilerini baskılayacağından rahim kanseri olasılığı ortaya çıkabilmektedir.Polikistik Over Sendromunun şeker hastalığı ilişkisi nedir?Aşırı kilo insülin direncine sebep olur. İnsülin direnci arttıkça, şeker kontrolünü sağlamak için insülin de artmış olur. Bu durum insülinin vücutta gereğinden fazla salgılanmasına yol açar. İnsülin direnci, tip 2 diyabet, lipid yüksekliği yüksek tansiyon ve Polikistik Over Sendromuna eşlik eder.Sonuç olarak PKOS’lu hastalarda tip 2 diyabet (şeker hastalığı) gelişme riski yüksektir. Öte yandan obez olmayan PKOS’lu hastalarda da insülin direnci yüksek bulunmaktadır.
Polikistik Over Sendromu (PKOS) Nedir?Polikistik over sendromu (PKOS), doğurganlık çağındaki kadınlarda çok yaygın görülen, yumurtalıklarında çok sayıda küçük kist, androjen seviyelerinde artış, adet döneminde düzensizlik, tüylenme, akne ve kısırlığa neden olabilen dengesiz hormon seviyeleriyle ilişkili hormon bozukluğudur. Genetik olduğu düşünülen bir yumurtlama problemidir.Polikistik over sendromu belirtileri kist sayısına ve şiddetine bağlı olarak farklılık gösterir. PKOS tedavi edilmediği durumda birçok hastalığın oluşumuna yol açabilir. Bu yüzden kadınların her yıl düzenli olarak jinekolojik muayenelerini yaptırmaları önemlidir.Tüp bebek merkezlerine başvuran kadınların yaklaşık %20'sinde yumurtlama problemi mevcuttur. PKOS, yumurtlama problemlerine sebep olan en önemli durumdur. Kilosu normalin üzerinde olan, tüylenmede artış ve düzensiz adet gören kadınlar Polikistik over sendromundan şüphelenmeli, bir uzmana başvurup gerekli muayene, tetkikler ve ultrason yapılarak durum açığa kavuşturulmalıdır.Polikistik Over Sendromu (PKOS) Belirtileri Nelerdir?Polikistik over sendromunda adet döneminin gecikmesi veya düzensizleşmesi, aşırı tüylenme, sivilce artışı, saç dökülmesi, kısırlık ve kilo alımı yaygın olarak görülen belirtilerdir.Polikistik over sendromu belirtileri şöyle sıralanır:Androjen seviyelerinin yükselmesiErkeklik hormonları olan androjenler, az da olsa kadınlarda da bulunan bir hormondur. Polikistik over sendromunda bu var olan hormon seviyesinde yükselme gerçekleşebilir. Bu da kişide aşırı tüylenmeye, saçlarda dökülmeye ve sivilceye neden olabilir.Adet düzensizliği ya da adet görememePolikistik over sendromu durumunda hormon dengesizliği yumurtlamada problemlere neden olabilir. Bu nedenle adet döngüsü bozulabilir, düzensizleşerek tamamen kesilmelere yol açabilir. Bazı kadınlarda ise adet kanaması az olabilir.Yumurtlama olmaması nedeniyle hamile kalamamaKadınlarda yumurtlamanın gerçekleşmediği durumda yumurtanın döllenmesi mümkün değildir. Polikistik over sendromunun en yaygın görülen belirtilerinden biri de kısırlığa neden olması olarak değerlendirilir.Aşırı tüylenme (hirsutizm)Vücut içerisinde aşırı oranda androjen bulunması nedeniyle kişinin yüz, göğüs, karın ve sırt gibi bölgelerin aşırı tüylenme görülmesi mümkündür. Bu durum genellikle sosyal ve psikolojik olarak rahatsız edici bir görüntüye neden olabilir.Kiloda artışPKOS, vücutta insülin direncine yol açarak kilo alımının kolaylaşmasını sağlar. Bu kişilerde genellikle kilo artışı bel çevresinde toplanır. Bu nedenle kilo vermek de zor hale gelebilir.Olağan dışı kanamaEndometrium yani rahim iç tabakası, adet döngüsü bozulduğu durumda uzun süreler dökülmeden kalabilir. Bu durum da kanama anormal şekilde yoğun ya da uzun süreli olarak görülebilir.Cilt dokusunda değişiklik ve kararmaPolikistik over sendromu olan kadınlarda, kasık, koltuk altı ve ense gibi bölgelerde cilt kararması görülebilir. Bu durumda ciltte kalınlaşma görülmesi de doğaldır.Ciltte sivilcelenme ve yağlanmaVücutta meydana gelen yüksek androjen seviyeleri nedeniyle ciltte yağ üretimi artmaya bağlar. Bu durum özellikle yüz, sırt ve göğüs bölgelerinde sivilce oluşumuna neden olabilir.El üstünde oluşan lekelenmelerCilt pigmentasyonunu etkileyen PKOS, ellerin üstünde ve vücudun diğer bölgelerinde kahverengi lekelere sebebiyet verebilir.Saç dökülmesiPKOS, zaman içerisinde kafa derisinde yer alan saç köklerini zayıflatabilir. Bu durumda genellikle erkek tipi saç dökülmeleri görülür. Saçlar eskisi kadar yoğun görünmeyebilir.Ses kalınlaşmasıKadınlarda PKOS nedeniyle ses kalınlaşması görülme olasılığı vardır. Bu durum androjen seviyelerinin aşırı yükselmesi durumunda meydana gelir.Göğüs ölçüsünde meydana gelen değişiklikPKOS sebebiyle oluşan hormonlarda dengesizlik durumunda göğüslerde küçülme ve asimetrik problemler görülebilir.Ense, koltuk altı ve kasık cildinde hafif kadifemsi bir görüntüVücutta oluşan insülin direnci durumunda cildin bazı bölgelerinde kalınlaşma ve kadifemsi bir görüntü oluşabilir.DepresyonPKOS’u olan kadınlar, kilo artışı yaşayarak oluşan fiziksel değişimden dolayı kendi görüntülerini beğenmeyebilirler. Bu da kişide psikolojik olarak depresyon, kaygı ve özgüven sorunlarına neden olabilir.Polikistik Over Sendromu (PKOS) Neden Olur?Polikistik over sendromu, aşırı kilo ve insülin direncinin nedeniyle yumurtalıklarda erkeklik hormonunun (androjenler) çoğalmasına bağlı olarak hormonal bozukluk şeklinde ortaya çıkar. Polikistik over sendromu nedenleri şöyle sıralanır:Yüksek erkeklik hormonu seviyeleri (Androjen)Yüksek androjen seviyeleri, yumurtalıkların yumurta salmasını engelleyerek düzensiz adet döngülerine neden olur. Düzensiz yumurtlama, yumurtalıklarınızda küçük, sıvı dolu keselerin gelişmesine sebebiyet verir. Yüksek androjen ayrıca kadınlarda sivilce ve aşırı kıllanma gibi belirtilere neden olur.İnsülin direnciİnsülin seviyesindeki artış, yumurtalıkların erkeklik hormonları (androjenler) üretmesine ve salmasına neden olur. Artan erkek hormonları yumurtlamayı baskılar ve PKOS'un diğer semptomlarının oluşmasına zemin hazırlar.Düşük dereceli inflamasyonPolikistik over sendromu olan kişiler kronik düşük dereceli inflamasyona sahip olma eğilimindedir. Uzman doktor, vücutta iltihaplanma düzeyini gösterebilen C-reaktif protein (CRP) ve beyaz kan hücrelerinin düzeylerini ölçen kan testleri yapılmasını isteyebilir.Polikistik Over Sendromu (PKOS) Tanısı Nasıl Konulur?Polikistik over sendromu tanısı konulmadan önce hastanın tıbbi geçmişinin incelenmesinin ardından bazı testler yapılabilir. Tanı koyma sürecinde kullanılabilecek yöntemler şöyle sıralanabilir:Polikistik over sendromu (PKOS) tanısı konulması için öncelikle belirtiler değerlendirilir sonrasında uygun görülen testler yapılır. Bu durumu genellikle kadın doğum uzmanı ya da endokrinoloji uzmanı değerlendirilir.Polikistik Over Sendromu (PKOS) Tedavi Yöntemleri Nelerdir?Polikistik Over Sendoromu (PKOS) tedavisi yaşa ve hastanın istediğine göre değişmektedir. Polikistik over en sık görülen endokrin bozukluklardan biridir. Uygulanacak tedavi ileriki dönemlerde kişinin hamile kalmak isteyip istemediğini göre farklılık gösterir. Polikistik over sendromu olan kişiler, yüksek tansiyon ve diyabet gibi hastalıklar açısında risk altında olabilir.Hastalarının tedavileri planlanırken fazla kilolarından diyetisyen gözetiminde kurtulmaları sağlanmalıdır. Zira PKOS olan kadınlarda diğerlerine göre daha fazla görülen obezite, semptomları daha kötüleştirerek tedaviye yanıtı zorlaştırır. Kilo kontrolü neticesinde düzenli adet görme oranı yükseltilmelidir.Tıbbi tedavi ve kilo kaybı sonucunda adette önemli oranda düzelme olabilmekte, yumurtlama probleminin son bulmasıyla bazen gebelik kendiliğinden oluşabilmektedir. Adet düzensizliğinin devam ettiği durumlarda ise yumurtlamayı uyaran ilaçlar ve hormon iğneleri kullanılabilir. Takipler sonucunda gelişen yumurtalardan normal ilişki önerilerek veya aşılama yöntemi ile gebelik oluşturulmaya çalışılır. 3-4 kez yapılan takip ve aşılama neticesinde gebelik halen oluşmamışsa tüp bebek yöntemine geçilmesi önerilir.Çocuk sahibi olmak istemeyen hastalarda ise amaç hastanın hormonal dengesini düzenlemek ve düzenli adet görmeyi sağlamaktır. Bunun için doğum kontrol hapları veya progesteron içeren hormonal tedaviler uygulanabilir.Tedavinin başarısında hasta ve yakınlarını doğru bilgilerle yönlendirerek doğru ilaçların kullanımının sağlanması önemli faktörlerdendir. Tıbbi duruma göre uygun bir diyet ve egzersiz programı da kişiye önerilir. Bununla birlikte insülin direncini kıran ve erkeklik hormonunun etkisini bloke eden ilaçlar da verilebilmektedir.Polikistik Over Sendromu Tedavisi Sonrası Dikkat Edilmesi Gerekenler Neler?Polikistik over sendromu olan kadınlara gebelik sonrası da jinekolojik takipleri bırakmamaları ve yıllık muayenelere devam etmeleri kesinlikle önemlidir. Bu hastalarda ileri yaşlarda şeker hastalığı başta olmak üzere bazı hastalıkların görülmesi söz konusu olabilmektedir. Bunu önlemek için aşırı kilo alımı engellenmeli, düzenli egzersiz önerilmeli ve gerekirse ilaçlarla düzenli adet görmeleri sağlanmalıdır.Polikistik Over Sendromu (PKOS) Hakkında Sıkça Sorulan SorularPolikistik Over Sendromu hangi hastalıkları tetikleyebilir?Üreme çağındaki her 10 kadından birinde görülebilen Polikistik Over Sendromu, ihmal edilmemelidir. Zira PKOS tedavi edilmediği takdirde kalp hastaları, hipertansiyon, rahim kanseri, şeker hastalığı riski artar.Polikistik Over Sendromuna hangi besinler iyi gelir?Yumurta, ceviz, tereyağı, deniz ürünleri gibi Omega-3 yağ asitlerinin fazlaca olduğu besinleri tüketmek ya da hekim tavsiyesi ile bunları içeren besin destekleri almak da düzensiz hormon üretiminin normale dönmesine yardımcı olabilmektedir.Polikistik Over Sendromu yaşayanlar hamile kalabilir mi? Polikistik Over Sendromu doğurganlık döneminde görülen bir hastalıktır. Bu tür hastalarda yumurtlama gerçekleşmediği veya çok nadir olduğu için adet düzensizliği ve hamile kalmakta güçlük çekme yakınmaları ortaya çıkar. PKOS, hamile kalmakta zorlanmanın en sık nedenidir; ancak PKOS’un kalıcı bir kısırlık nedeni olduğunu söylenemez. Polikistik Over Sendromu olan hastaların bir kısmında gebe kalmakta hiçbir sıkıntı çekmeyen hastalar olabilir. Bu durumdaki hastalığın düzelmesine katkıda olacağı düşünüldüğünden gebelik planının geciktirilmemesi önerilir. Gebelikte başarılı sonuçlar elde etmek için gerektiğinde insülin direncini kıran ilaçlar, yumurta geliştirici ve yumurtlamayı uyaran ilaç tedavileri uygulanır.Gebelik sonrası nelere dikkat edilmelidir?Fazla kilolardan kurtulmak da gebelikte başarılı sonuçlar elde etmek için önemlidir. Gebelik sonrası da Polikistik Over Sendromu olan kadınlara jinekolojik takipleri bırakmamaları ve yıllık muayenelerine devam etmeleri gerekmektedir.Düzensiz ya da seyrek adet görmenin zararı var mı?Bu hastalık nedeniyle seyrek adet gören kadınlarda yumurtlama seyrek olduğu için ya da hiç olmadığından vücut uzun süre yüksek östrojen etkisine maruz kalır. Yumurtlama sonrasında salgılanan progesteron, östrojenin etkilerini baskılayacağından rahim kanseri olasılığı ortaya çıkabilmektedir.Polikistik Over Sendromunun şeker hastalığı ilişkisi nedir?Aşırı kilo insülin direncine sebep olur. İnsülin direnci arttıkça, şeker kontrolünü sağlamak için insülin de artmış olur. Bu durum insülinin vücutta gereğinden fazla salgılanmasına yol açar. İnsülin direnci, tip 2 diyabet, lipid yüksekliği yüksek tansiyon ve Polikistik Over Sendromuna eşlik eder.Sonuç olarak PKOS’lu hastalarda tip 2 diyabet (şeker hastalığı) gelişme riski yüksektir. Öte yandan obez olmayan PKOS’lu hastalarda da insülin direnci yüksek bulunmaktadır. | 8,666 |
559 | Hastalıklar | Polimiyozit | Polimiyozit, vücudun her iki tarafında da oluşabilen, kaslara bağışıklık sisteminin saldırması sonucunda oluşan hastalık türüdür. İltihaplı bir hastalık olan polimiyozit, kaslarda güçsüzlüğe neden olabilir. Bunların yanında ağrılar ve yorgunluk da görülebilir. Polimiyozit olan kişiler otururken, kalkarken ve bir nesneyi kaldırırken zorlanabilirler. Kadınları erkeklerden daha sık etkileyen bu hastalıkta belirtiler zaman içerisinde gerçekleşir. Polimiyozitin kesin bir tedavisi olmasa da doktor kontrolünden sonra ilaçlardan fizik tedaviye kadar uzanan tedavi yöntemleri sayesinde kas gücü ve iyileştirebilir.Polimiyozit, vücudun her iki tarafında da oluşabilen, kaslara bağışıklık sisteminin saldırması sonucunda oluşan hastalık türüdür. İltihaplı bir hastalık olan polimiyozit, kaslarda güçsüzlüğe neden olabilir. Bunların yanında ağrılar ve yorgunluk da görülebilir. Polimiyozit olan kişiler otururken, kalkarken ve bir nesneyi kaldırırken zorlanabilirler. Kadınları erkeklerden daha sık etkileyen bu hastalıkta belirtiler zaman içerisinde gerçekleşir. Polimiyozitin kesin bir tedavisi olmasa da doktor kontrolünden sonra ilaçlardan fizik tedaviye kadar uzanan tedavi yöntemleri sayesinde kas gücü ve iyileştirebilir.
Polimiyozit Nedir?Polimiyozit, bağışıklık sisteminin kaslara saldırması sonucunda kas dokularında iltihaba neden olan otoimmün hastalıktır. Bir miyozit türü olan polimiyozit, kaslarda kronik iltihaplanmaya neden olur. Buna bağlı olarak uzun süreler geçmeyen şişlik, kasların zayıflaması gibi durumlar görülebilir. Polimiyozit geliştiğinde ise aynı anda birden fazla kaslarda iltihap oluşabilir. Genellikle vücudun merkezinde yer alan ya da yakınındaki kasları etkileyebilir. Polimiyozitin etkilediği bölgeler şöyle sıralanabilir: Kollar Kalça ve uyluklar Göğüs bölgesi Sırt bölgesi Karın BoyunPolimiyozitin nedeni tam olarak bilinmediğinden kesin bir tedavisi yoktur. Doktorlar yaşanan semptomları tedavi ederek kişinin yaşam kalitesini artırmak için çeşitli ilaçlar önerecektir.Polimiyozit Belirtileri Nelerdir?Merdiven çıkarken ağrı yaşama, kolları ve bacakları zorlayacak hareketler yapma, kasların güçsüzlüğü ve hassasiyet gibi durumlar polimiyozit belirtileri arasında yer alır.Polimiyozitin en sık görülen belirtileri şöyle sıralanabilir: Oturduktan sonra ayağa kalkmakta zorluk çekme Merdiven çıkarken ağrı yaşama Nesneleri kaldırırken zorlanma Omuzlarda ve kalçalardaki kaslarda güçsüzlük Kas ağrısı ve hassasiyeti Yutma güçlüğü (disfaji) Konuşmada zorluk çekme Nefes almada zorluk veya nefes darlığı (dispne) Yorgunluk ve tükenmişlik Eklemlerde ağrı AteşPolimiyozit belirtileri kişinin yaşamını tehdit eden komplikasyonlara sebebiyet verebilir. Nefes almada güçlük çekme veya yutamam sorunu yaşandığı durumda doktora başvurmak önemlidir.Polimiyozit Neden Olur?Polimiyozit, bağışıklık sisteminin vücudu korumak için kaslara saldırması sonucunda ortaya çıkar. Otoimmün hastalık olarak tanımlanan bu durum, kendi kendine başlayarak kişileri etkileyebilir. Özellikle öncesinde otoimmün hastalıkları olan kişileri etkileyebilir. Genellikle 31 ila 60 yaşlarda görülen bu hastalık, 18 yaşından küçük kişilerde ise nadiren görülür.Polimiyozit hastalığının oluşma nedenleri şöyle sıralanabilir: Lupus hastalığı Romatizmal eklem iltihabı Skleroderma Covid-19, grip ve HIV gibi bazı viral enfeksiyonlarUzmanlar polimiyozit hastalığının bir virüs veya otoimmün reaksiyonla bağlantılı olabileceğini düşünmektedir. Vücutta otoimmün reaksiyon geliştiğinde bağışıklık sistemi kendi dokularına saldırır. Bazı durumlarda, bir ilaç kaslarda tahrişe ve hasara neden olan alerjik bir tepkiye yol açabilir.Polimiyozit Nasıl Teşhis Edilir?Polimiyozit, kaslarda güçsüzlükle ilişkilendirilen bağışıklık sisteminin kas dokusuna saldırması sonucunca gelişen bir durumdur. Bu nedenle teşhis süreci karmaşık olarak tanımlanabilir. Bu da diğer kas hastalıklarıyla benzerlik göstermesinden kaynaklanır. Erken tanı sayesinde kaslarda oluşabilecek hasarlar en aza indirilmesi hedeflenir. Polimiyozit teşhis süreci şu şekildedir: Doktor kişinin belirtilerini, kas güçsüzlüğünün ne zaman başladığını, hangi kasların ne derece etkilendiğini sorgular. Fiziksel muayene esnasında ise kaslarda güç kaybı olup olmadığını kontrol eder. Kas hasarı durumunda kreatin kinaz (CK) enzimi düzeyi yükselir. Bu nedenle kan testleri uygulanabilir. Kasların elektriksel aktivitesini ölçmek için elektromiyografi (EMG) kullanılabilir. Kaslardaki inflamasyonun yerini ve derecesini tespit etmek için manyetik rezonans görüntülemeden (MR) yararlanılır. Teşhisi kesinleştirmek için kas dokusuna biyopsi yapılarak mikroskop altında incelenir.Tüm bu testler bir arada değerlendirildiği durumda polimiyozit teşhisi kesinleştirilebilir. Ancak hastalığın diğer miyopatilerle karışabileceği göz önünde bulundurulmalı ve multidisipliner bir yaklaşım benimsenmesi önemlidir.Polimiyozit Nasıl Tedavi Edilir?Polimiyozit tedavisi, kaslardaki iltihabın kontrol altına alınmasını, bağışıklık sistemini saldırısının engellemeyi ve hastanın kas fonksiyonlarını iyileştirmeyi hedefler. Tedavinin süreci hastalığın belirtilerine, şiddetine ve kişinin genel sağlık durumuna bağlı olarak değişebilir. Polimiyozit tedavi süreci şu şekilde sıralanabilir: Kortikosteroidler (steroidler) gibi iltihabın azalmasına yardımcı olan ilaçlar Bağışıklık baskılayıcı ilaçlar Özellikle ağır vakalarda veya diğer tedavilere yanıt alınamayan hastalarda intravenöz immünoglobulin (IVIG) tedavisi Kas gücünü ve hareketliliği artırmak için fizik tedavi Dengeli bir diyet ve sağlıklı yaşam tarzı, bağışıklık sistemi ve genel sağlık üzerinde olumlu etkilerPolimiyozit tedavisi multidisipliner bir yaklaşım gerektiren bir durumdur. Romatolog, nörolog, fizik tedavi uzmanı ve diyetisyen gibi uzmanlar birlikte çalışarak hastanın tedavi sürecini yönetir. Düzenli takip ve tedaviye uyum, hastalığın kontrol altına alınması ve yaşam kalitesinin artırılması için kritik öneme sahiptir.Polimiyozit Hakkında Sık Sorulan SorularPolimiyozit kalıtsal mıdır?Polimiyozit, genetik bir bileşene sahip olabileceğinden ebeveynlerin çocuklarına aktarabileceği anlamına gelir. Fakat polimiyozite neden olan spesifik genetik mutasyonlar belli değildir.Polimiyozit kanser mi?Polimiyozit, kanser değildir bir otoimmün hastalık türüdür. Bağışıklık sistemi vücudun kendi kas dokusuna saldırarak kas iltihabına, zayıflığına ve ağrılara neden olur. Polimiyozit genellikle omuz, kalça ve boyun gibi büyük kas gruplarını etkiler.
Polimiyozit Nedir?Polimiyozit, bağışıklık sisteminin kaslara saldırması sonucunda kas dokularında iltihaba neden olan otoimmün hastalıktır. Bir miyozit türü olan polimiyozit, kaslarda kronik iltihaplanmaya neden olur. Buna bağlı olarak uzun süreler geçmeyen şişlik, kasların zayıflaması gibi durumlar görülebilir. Polimiyozit geliştiğinde ise aynı anda birden fazla kaslarda iltihap oluşabilir. Genellikle vücudun merkezinde yer alan ya da yakınındaki kasları etkileyebilir. Polimiyozitin etkilediği bölgeler şöyle sıralanabilir:Polimiyozitin nedeni tam olarak bilinmediğinden kesin bir tedavisi yoktur. Doktorlar yaşanan semptomları tedavi ederek kişinin yaşam kalitesini artırmak için çeşitli ilaçlar önerecektir.Polimiyozit Belirtileri Nelerdir?Merdiven çıkarken ağrı yaşama, kolları ve bacakları zorlayacak hareketler yapma, kasların güçsüzlüğü ve hassasiyet gibi durumlar polimiyozit belirtileri arasında yer alır.Polimiyozitin en sık görülen belirtileri şöyle sıralanabilir:Polimiyozit belirtileri kişinin yaşamını tehdit eden komplikasyonlara sebebiyet verebilir. Nefes almada güçlük çekme veya yutamam sorunu yaşandığı durumda doktora başvurmak önemlidir.Polimiyozit Neden Olur?Polimiyozit, bağışıklık sisteminin vücudu korumak için kaslara saldırması sonucunda ortaya çıkar. Otoimmün hastalık olarak tanımlanan bu durum, kendi kendine başlayarak kişileri etkileyebilir. Özellikle öncesinde otoimmün hastalıkları olan kişileri etkileyebilir. Genellikle 31 ila 60 yaşlarda görülen bu hastalık, 18 yaşından küçük kişilerde ise nadiren görülür.Polimiyozit hastalığının oluşma nedenleri şöyle sıralanabilir:Uzmanlar polimiyozit hastalığının bir virüs veya otoimmün reaksiyonla bağlantılı olabileceğini düşünmektedir. Vücutta otoimmün reaksiyon geliştiğinde bağışıklık sistemi kendi dokularına saldırır. Bazı durumlarda, bir ilaç kaslarda tahrişe ve hasara neden olan alerjik bir tepkiye yol açabilir.Polimiyozit Nasıl Teşhis Edilir?Polimiyozit, kaslarda güçsüzlükle ilişkilendirilen bağışıklık sisteminin kas dokusuna saldırması sonucunca gelişen bir durumdur. Bu nedenle teşhis süreci karmaşık olarak tanımlanabilir. Bu da diğer kas hastalıklarıyla benzerlik göstermesinden kaynaklanır. Erken tanı sayesinde kaslarda oluşabilecek hasarlar en aza indirilmesi hedeflenir. Polimiyozit teşhis süreci şu şekildedir:Tüm bu testler bir arada değerlendirildiği durumda polimiyozit teşhisi kesinleştirilebilir. Ancak hastalığın diğer miyopatilerle karışabileceği göz önünde bulundurulmalı ve multidisipliner bir yaklaşım benimsenmesi önemlidir.Polimiyozit Nasıl Tedavi Edilir?Polimiyozit tedavisi, kaslardaki iltihabın kontrol altına alınmasını, bağışıklık sistemini saldırısının engellemeyi ve hastanın kas fonksiyonlarını iyileştirmeyi hedefler. Tedavinin süreci hastalığın belirtilerine, şiddetine ve kişinin genel sağlık durumuna bağlı olarak değişebilir. Polimiyozit tedavi süreci şu şekilde sıralanabilir:Polimiyozit tedavisi multidisipliner bir yaklaşım gerektiren bir durumdur. Romatolog, nörolog, fizik tedavi uzmanı ve diyetisyen gibi uzmanlar birlikte çalışarak hastanın tedavi sürecini yönetir. Düzenli takip ve tedaviye uyum, hastalığın kontrol altına alınması ve yaşam kalitesinin artırılması için kritik öneme sahiptir.Polimiyozit Hakkında Sık Sorulan SorularPolimiyozit kalıtsal mıdır?Polimiyozit, genetik bir bileşene sahip olabileceğinden ebeveynlerin çocuklarına aktarabileceği anlamına gelir. Fakat polimiyozite neden olan spesifik genetik mutasyonlar belli değildir.Polimiyozit kanser mi?Polimiyozit, kanser değildir bir otoimmün hastalık türüdür. Bağışıklık sistemi vücudun kendi kas dokusuna saldırarak kas iltihabına, zayıflığına ve ağrılara neden olur. Polimiyozit genellikle omuz, kalça ve boyun gibi büyük kas gruplarını etkiler. | 3,860 |
560 | Hastalıklar | Polinöropati | İnsan vücudunu bir ağ gibi saran sinir sistemi diyabet, kanser ve romatizma gibi hastalıkların etkisiyle hasar görebiliyor. Polinöropatiye bağlı olarak ortaya çıkan sinir sistemindeki bozulma, vücudun en uç noktalarındaki el ve ayaklarda uyuşmayla kendini belli ediyor. Polinöropati sonucunda ortaya çıkan hastalığın tedavi edilebilmesi için altta yatan rahatsızlığın belirlenmesi önem taşıyor. Memorial Kayseri Hastanesi Nöroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Nergiz Hüseyinoğlu, polinöropati ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.İnsan vücudunu bir ağ gibi saran sinir sistemi diyabet, kanser ve romatizma gibi hastalıkların etkisiyle hasar görebiliyor. Polinöropatiye bağlı olarak ortaya çıkan sinir sistemindeki bozulma, vücudun en uç noktalarındaki el ve ayaklarda uyuşmayla kendini belli ediyor. Polinöropati sonucunda ortaya çıkan hastalığın tedavi edilebilmesi için altta yatan rahatsızlığın belirlenmesi önem taşıyor. Memorial Kayseri Hastanesi Nöroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Nergiz Hüseyinoğlu, polinöropati ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.
Polinöropati nedir?Periferik sinir sisteminin bir bölümünü oluşturan sinirlerin birkaçında aynı zaman diliminde oluşan hasara polinöropati denmektedir. Vücuttaki sinirlerin işlevlerini kaybetmesine neden olan bir hastalık olan polinöropatide, nörolojik kayıplar ortaya çıkmaktadır. Sinir sistemi merkezi, sinir sistemi ile periferik sinir sisteminden oluşmaktadır. Periferik sinir sistemi, omurilikten çıkan sinir kökleri, sinir yumaklarını (pleksuslar) ve periferik sinirlerle uzuvlara ve organlara uyarıları taşıyan sinir ağıdır. Bu sorunun neden olduğu sinirlerdeki bozulma genelde beyne en uzak uçtan başlar. Ayak ve el parmaklarında başlayıp, yukarı doğru uzayan his kaybı ile ayak ve el kaslarında hareket azalması nedeniyle tablo daha da kötüleşir. Poli, çokluğu ifade ederken, nöro sinirler, pati de hasar anlamına gelmektedir. Yaş ilerledikçe polinöropatinin görülme sıklığı da artmaktadır.Polinöropati neden olur?Polinöropatinin oluşumunda altta yatan birçok neden vardır. En yaygın sebeplerinden biri şeker hastalığıdır. Bunun dışında diğer metabolik, enfeksiyoz ve genetik hastalıklarda da polinöropati görülebilmektedir. Ayrıca aşırı alkol tüketimi, kanser hastalarının tedavisinde kullanılan kemoterapi ilaçları, kanser, enfeksiyon, böbrek ve karaciğer yetmezliği ile ağır metal zehirlenmesi gibi çeşitli nedenler polinöropatiye neden olabilir. Polinöropatinin belirtileri nelerdir? Polinöropatisi olan hastaların el ve/veya ayaklarında uyuşma, keçeleşme, yanma, hissizlik veya ağrı olabilir. Bu hastaların el ve ayaklarında kuvvetsizlik, yürüme bozukluğu, elleri yumruk yapamama gibi kas kuvvetinin ilgilendiren belirtiler de görülmektedir. Hastalıktan etkilenmiş bölgelerde kas erimesi, geç iyileşen yaralar, kol veya bacak kıllarında dökülme, el ve ayaklarda şekil değişikliği (deformasyon), tırnaklarda değişiklikler veya kopmalar olabilir. İleri düzeyde polinöropatisi olan hastalarda ayaklarda yatak yaralarına benzer yaralar ve hatta kangren gelişebilmektedir.Polinöropatinin teşhisi nasıl konur?Polinöropatinin teşhisi hastanın şikayetleri, klinik muayenesi, laboratuar tetkikler ve EMG (elektromiyografi) testi ile konur. Polinöropati teşhisinde EMG vazgeçilmez bir tanı yöntemidir. Bu yöntemde hastanın kol ve bacaklarına kablolar bağlanarak ve düşük dozda elektriksel uyarılar verilerek, periferik sinirlerin kalınlığı, sinir kılıfının hasarlı olup olmadığı, sinirin elektriksel akımının normal olup olmadığı değerlendirilir. Gerektiğinde polinöropati hastalarında ayrıcı tanı amacıyla EMG testi sırasında iğne de kullanılarak, kasların durumu değerlendirilmektedir.Polinöropatinin tedavisi var mı?Polinöropatinin tedavisi altta yatan nedenlere bağlı olarak gerçekleştirilir. En sık gördüğümüz polinöropati çeşidi diyabet yani şeker hastalığına bağlı olduğu için, burada öncelikle kan şekerini kontrol altında tutmak önemlidir. Şeker hastalığı söz konusuysa hastanın şikayetlerine yönelik olarak gerekirse ağrı kesici özellikli ilaçların ve sinir hasarını onarabilecek ilaçların kullanılması önerilir. Buna benzer şekilde, kronik böbrek yetmezliğinde de gördüğümüz polinöropatiler metabolik sebeplere ve vücutta biriken toksik maddelere bağlıdır. Bu maddeleri vücuttan uzaklaştırmak amacı ile verilen ilaçlar ve gerekirse diyaliz işlemi, polinöropatinin iyileşmesine katkıda bulunmaktadır. Genetik polinöropatilerde maalesef etkili bir tedavi bulunmamaktadır ve tedavilerin çoğu halen deneysel aşamadadır. Burada hastaya özel fizik tedavi ve şikayetlerini azaltmak için semptomatik tedavi uygulanabilmektedir. Polinöropati hakkında sık sorulan sorular Polinöropati çeşitleri var mı?Polinöropati tek bir hastalık olmadığı için çok sayıda çeşidi vardır. Ayrıca farklı hastalıkların sonucunda da polinöropati oluşabilmektedir. Altta yatan nedene göre; metabolik, enfeksiyoz, bağışıklık sistemi hastalıkları ile ilişkili veya genetik olarak ayrılmaktadır.Polinöropatinin sinirin hangi bölümünü etkilediğine göre ise siniri saran kılıfın hasarına bağlı ‘demiyelinizan’ veya sinirin ana gövdesinin hasarına bağlı ‘aksonal’ polinöropatiler vardır. Hastalığın gelişme hızına göre polinöropatiler akut (hızlı) gelişen veya kronik (yavaş gelişen) olarak da ayrılır. Ayrıca, sonradan gelişen polinöropatiler, edinsel ve irsi nedenlere bağlı olanlara da genetik polinöropatiler olarak tanımlanmaktadır.Polinöropati için kullanılan ilaçlar nelerdir?Polinöropati için kullanılan birçok ilaç çeşidi bulunmaktadır. Bunların çoğu altta yatan mekanizmalara yönelik veya hastanın şikayetlerinin azaltılması için verilmektedir. Hangi ilaca başlanacağı nöroloji hekimi tarafından hastaya göre belirlenir.Polinöropati için fizik tedavi olur mu?Fizik tedavi yöntemlerinin polinöropatide önemli bir yeri vardır. Hastanın genel durumu, şikayetleri, muayene bulguları, EMG soncu göz önüne alınarak fizik tedavi yöntemi seçilmekte ve uygulanmaktadır.Polinöropati egzersizleri nelerdir?Polinöropati egzersizleri hastaya bireysel olarak hastalığın şiddeti, hareket etme kabiliyeti, yaşı, genel durumu göz önünde bulundurularak önerilir.Polinöropatinin bitkisel tedavisi var mı?Şu ana kadar polinöropatiye yönelik, tıp literatüründe bilinen ve etkinliği kanıtlanmış bitkisel tedavi bulunmamaktadır. Bazı durumlarda, hastalar gereksiz ve yanlış bilgilerle bitkisel tedavilere yönelmekte ve bu sözde tedavilerin etkili olduğunu düşünmektedir. Maalesef bu sözde tedaviler yüzünden hastalığın şiddetinde artış, kronikleşme ve hatta zehirlenme durumları görülmektedir.Polinöropati kanser hastalarında olur mu?Kanser hastalarında polinöropati yaygın olarak görülen bir durumdur. Hatta bazı hastalarda kanser tanısı konmadan önce polinöropati tanısı konur ve nedeni araştırılırken altta yatan nedenin kanser olduğu ortaya çıkar. Buna ‘paraneoplastik sendrom’ denilmektedir. Ayrıca, kanser hastalarında kullanılan bazı kemoterapi ilaçları da polinöropatiyi tetiklemektedir. Bu nedenle, medikal onkoloji hekimleri hastaya kemoterapi uyguladıklarında el ve ayaklarda yanma, üşüme, hissizlik veya kaslarda hızlı yorulma açısından dikkatli olmaktadırlar.Polinöropatinin hangi hastalıklarla ilişkisi var?Polinöropati en çok diyabet hastalığı, metabolik bozukluklar, enfeksiyonlar, bağışıklık sistemi hastalıkları, kanser ve genetik hastalıklarla ilişkisi bulunmaktadır.
Polinöropati nedir?Periferik sinir sisteminin bir bölümünü oluşturan sinirlerin birkaçında aynı zaman diliminde oluşan hasara polinöropati denmektedir. Vücuttaki sinirlerin işlevlerini kaybetmesine neden olan bir hastalık olan polinöropatide, nörolojik kayıplar ortaya çıkmaktadır. Sinir sistemi merkezi, sinir sistemi ile periferik sinir sisteminden oluşmaktadır. Periferik sinir sistemi, omurilikten çıkan sinir kökleri, sinir yumaklarını (pleksuslar) ve periferik sinirlerle uzuvlara ve organlara uyarıları taşıyan sinir ağıdır. Bu sorunun neden olduğu sinirlerdeki bozulma genelde beyne en uzak uçtan başlar. Ayak ve el parmaklarında başlayıp, yukarı doğru uzayan his kaybı ile ayak ve el kaslarında hareket azalması nedeniyle tablo daha da kötüleşir. Poli, çokluğu ifade ederken, nöro sinirler, pati de hasar anlamına gelmektedir. Yaş ilerledikçe polinöropatinin görülme sıklığı da artmaktadır.Polinöropati neden olur?Polinöropatinin oluşumunda altta yatan birçok neden vardır. En yaygın sebeplerinden biri şeker hastalığıdır. Bunun dışında diğer metabolik, enfeksiyoz ve genetik hastalıklarda da polinöropati görülebilmektedir. Ayrıca aşırı alkol tüketimi, kanser hastalarının tedavisinde kullanılan kemoterapi ilaçları, kanser, enfeksiyon, böbrek ve karaciğer yetmezliği ile ağır metal zehirlenmesi gibi çeşitli nedenler polinöropatiye neden olabilir. Polinöropatinin belirtileri nelerdir?Polinöropatinin teşhisi nasıl konur?Polinöropatinin teşhisi hastanın şikayetleri, klinik muayenesi, laboratuar tetkikler ve EMG (elektromiyografi) testi ile konur. Polinöropati teşhisinde EMG vazgeçilmez bir tanı yöntemidir. Bu yöntemde hastanın kol ve bacaklarına kablolar bağlanarak ve düşük dozda elektriksel uyarılar verilerek, periferik sinirlerin kalınlığı, sinir kılıfının hasarlı olup olmadığı, sinirin elektriksel akımının normal olup olmadığı değerlendirilir. Gerektiğinde polinöropati hastalarında ayrıcı tanı amacıyla EMG testi sırasında iğne de kullanılarak, kasların durumu değerlendirilmektedir.Polinöropatinin tedavisi var mı?Polinöropatinin tedavisi altta yatan nedenlere bağlı olarak gerçekleştirilir. En sık gördüğümüz polinöropati çeşidi diyabet yani şeker hastalığına bağlı olduğu için, burada öncelikle kan şekerini kontrol altında tutmak önemlidir. Şeker hastalığı söz konusuysa hastanın şikayetlerine yönelik olarak gerekirse ağrı kesici özellikli ilaçların ve sinir hasarını onarabilecek ilaçların kullanılması önerilir. Buna benzer şekilde, kronik böbrek yetmezliğinde de gördüğümüz polinöropatiler metabolik sebeplere ve vücutta biriken toksik maddelere bağlıdır. Bu maddeleri vücuttan uzaklaştırmak amacı ile verilen ilaçlar ve gerekirse diyaliz işlemi, polinöropatinin iyileşmesine katkıda bulunmaktadır. Genetik polinöropatilerde maalesef etkili bir tedavi bulunmamaktadır ve tedavilerin çoğu halen deneysel aşamadadır. Burada hastaya özel fizik tedavi ve şikayetlerini azaltmak için semptomatik tedavi uygulanabilmektedir. Polinöropati hakkında sık sorulan sorular Polinöropati çeşitleri var mı?Polinöropati tek bir hastalık olmadığı için çok sayıda çeşidi vardır. Ayrıca farklı hastalıkların sonucunda da polinöropati oluşabilmektedir. Altta yatan nedene göre; metabolik, enfeksiyoz, bağışıklık sistemi hastalıkları ile ilişkili veya genetik olarak ayrılmaktadır.Polinöropatinin sinirin hangi bölümünü etkilediğine göre ise siniri saran kılıfın hasarına bağlı ‘demiyelinizan’ veya sinirin ana gövdesinin hasarına bağlı ‘aksonal’ polinöropatiler vardır. Hastalığın gelişme hızına göre polinöropatiler akut (hızlı) gelişen veya kronik (yavaş gelişen) olarak da ayrılır. Ayrıca, sonradan gelişen polinöropatiler, edinsel ve irsi nedenlere bağlı olanlara da genetik polinöropatiler olarak tanımlanmaktadır.Polinöropati için kullanılan ilaçlar nelerdir?Polinöropati için kullanılan birçok ilaç çeşidi bulunmaktadır. Bunların çoğu altta yatan mekanizmalara yönelik veya hastanın şikayetlerinin azaltılması için verilmektedir. Hangi ilaca başlanacağı nöroloji hekimi tarafından hastaya göre belirlenir.Polinöropati için fizik tedavi olur mu?Fizik tedavi yöntemlerinin polinöropatide önemli bir yeri vardır. Hastanın genel durumu, şikayetleri, muayene bulguları, EMG soncu göz önüne alınarak fizik tedavi yöntemi seçilmekte ve uygulanmaktadır.Polinöropati egzersizleri nelerdir?Polinöropati egzersizleri hastaya bireysel olarak hastalığın şiddeti, hareket etme kabiliyeti, yaşı, genel durumu göz önünde bulundurularak önerilir.Polinöropatinin bitkisel tedavisi var mı?Şu ana kadar polinöropatiye yönelik, tıp literatüründe bilinen ve etkinliği kanıtlanmış bitkisel tedavi bulunmamaktadır. Bazı durumlarda, hastalar gereksiz ve yanlış bilgilerle bitkisel tedavilere yönelmekte ve bu sözde tedavilerin etkili olduğunu düşünmektedir. Maalesef bu sözde tedaviler yüzünden hastalığın şiddetinde artış, kronikleşme ve hatta zehirlenme durumları görülmektedir.Polinöropati kanser hastalarında olur mu?Kanser hastalarında polinöropati yaygın olarak görülen bir durumdur. Hatta bazı hastalarda kanser tanısı konmadan önce polinöropati tanısı konur ve nedeni araştırılırken altta yatan nedenin kanser olduğu ortaya çıkar. Buna ‘paraneoplastik sendrom’ denilmektedir. Ayrıca, kanser hastalarında kullanılan bazı kemoterapi ilaçları da polinöropatiyi tetiklemektedir. Bu nedenle, medikal onkoloji hekimleri hastaya kemoterapi uyguladıklarında el ve ayaklarda yanma, üşüme, hissizlik veya kaslarda hızlı yorulma açısından dikkatli olmaktadırlar.Polinöropatinin hangi hastalıklarla ilişkisi var?Polinöropati en çok diyabet hastalığı, metabolik bozukluklar, enfeksiyonlar, bağışıklık sistemi hastalıkları, kanser ve genetik hastalıklarla ilişkisi bulunmaktadır. | 4,950 |
561 | Hastalıklar | Prematüre Retinopatisi | Prematüre retinopatisi, düşük doğum ağrılığına sahip ve erken doğan bebeklerde görülen en önemli göz sağlığı sorunlarından biri olarak adlandırılıyor. Prematüre bebeklerin gözlerindeki retina tabakasının damarsız alanlarında ortaya çıkan ve sinir hasarına yol açarak görme kaybına neden olan bu hastalığın hasta yakını tarafından fark edilen hiçbir belirtisi bulunmuyor. Prematüre retinopatisinin tespit ve tedavi edilmesi için düzenli kontrol görme kaybını engellemesi açısından çok önem taşıyor. Bu sebeple ailelerin çocuklarının kontrollerini kesinlikle aksatmaması gerekiyor. Memorial Ankara Hastanesi Göz Hastalıkları Bölümü’nden Op. Dr. Neslihan Astam, prematüre retinopatisi hastalığı ve tedavisi ile ilgili bilgi verdi.Prematüre retinopatisi, düşük doğum ağrılığına sahip ve erken doğan bebeklerde görülen en önemli göz sağlığı sorunlarından biri olarak adlandırılıyor. Prematüre bebeklerin gözlerindeki retina tabakasının damarsız alanlarında ortaya çıkan ve sinir hasarına yol açarak görme kaybına neden olan bu hastalığın hasta yakını tarafından fark edilen hiçbir belirtisi bulunmuyor. Prematüre retinopatisinin tespit ve tedavi edilmesi için düzenli kontrol görme kaybını engellemesi açısından çok önem taşıyor. Bu sebeple ailelerin çocuklarının kontrollerini kesinlikle aksatmaması gerekiyor. Memorial Ankara Hastanesi Göz Hastalıkları Bölümü’nden Op. Dr. Neslihan Astam, prematüre retinopatisi hastalığı ve tedavisi ile ilgili bilgi verdi.
Prematüre retinopatisi nedir?Prematüre retinopatisi genellikle ROP diye ifade edilen erken doğum haftası ve düşük doğum kilosuna sahip bebeklerde (32 hafta altı- 1500 gram altı) görülür. ROP, prematüre bebeklerin gözlerindeki retina tabakasında, damarsız alanlarda ortaya çıkan ve sinir hasarına yol açarak görme kaybına neden olan bir hastalıktır. Bu hastalık çocukluk çağı körlüğünün önde gelen nedenidir.Prematüre retinopatisinin evreleri nelerdir?ROP, hafif (evre I) ile şiddetli (evre V) arasında değişen beş aşamada sınıflandırılır:-I. Aşama: Hafif anormal kan damarı büyümesi-II. Aşama: Orta derecede anormal kan damarı büyümesiEvre I ve Evre II gelişen birçok çocuk tedavi olmaksızın iyileşebilir ve sonunda normal görme geliştirir. Hastalık daha fazla ilerlemeden kendi kendine düzelebilir ya da Evre III’e ilerler.-III. Evre: Şiddetli anormal kan damarı büyümesiAnormal kan damarları, retina yüzeyi boyunca normal büyüme modellerini takip etmek yerine gözün merkezine doğru büyür. Evre III gelişen bazı bebekler tedavi olmaksızın iyileşir ve sonunda normal görme geliştirir. Ancak bebeklerde belli bir derece Evre III olduğunda ve “artı hastalık” geliştiğinde tedavi düşünülür. "Artı hastalığı", retinadaki kan damarlarının genişleyip büküldüğü anlamına gelir, bu da hastalığın kötüleştiğini gösterir. Bu noktada tedavi, retina dekolmanını önleme konusunda iyi bir şansa sahiptir.-IV. Evre: Kısmen ayrılmış retinaKanamanın ürettiği yara izinden çekiş, anormal damarlar retinayı göz duvarından uzaklaştırır.(Retina dekolmanı başlaması)-V. Evre: Tamamen ayrılmış retina (Retina Dekolmanı) ve hastalığın son aşamasıBu aşamada göz tedavi edilmezse bebekte ciddi görme bozukluğu ve hatta körlük olabilir.Prematüre retinopatisinin sebepleri nelerdir?Prematüre Retinopatisinin en önemli sebebi erken doğum haftası ve düşük doğum kilosudur. Hamilelik döneminin 16. haftası ile birlikte bebeğin gözünün retina tabakasında damarlanma gelişimi evresi başlar. Bu durum normal hamilelik süresinin 40. haftasında tamamlanır. Eğer bebek erken doğarsa bu damarlanma henüz gelişmemiş olur. Erken doğuma bağlı olarak bu bebeklerde solunum problemi ile birlikte bazı sistemik hastalıklar da ortaya çıkar. Bu hastalıklardan solunum probleminde bebeklere yüksek doz oksijen tedavisi uygulanır. Yüksek doz oksijen tedavisinin uygulanması bu bebeklerde ROP’un oluşmasında en önemli risk faktörünü oluşturur.Bunun dışında da anemi, kafa içi –beyin kanamaları, doğumsal bir takım sakatlıklar olması durumu prematüre retinopatisi riskini artırır.Prematüre retinopatisi nasıl oluşur?Retinanın damar gelişimini tamamlamadan bebeğin doğması bu damarsız alanlarda yanlış uyarı(VEGFsalınımı) ile yanlış damarlanmaların ortaya çıkmasına sebep olur. Bu yanlış damarlar göz içerisinde kanama ve sinir tabakasında ayrılmaya (retina dekolmanı) sebep olarak görme kaybına yol açar. Doğum ağırlığı ve doğum haftası düştükçe ROP riski artar. 25 haftalık bir bebekte neredeyse yüzde 80 oranında prematüre retinopatisi görülürken, 32 hafta altında olan bebekte bu oran yüzde 10 civarında olur. Yüzde 10’luk kesimde kendiliğinden gerileyebilir ve tedaviye gerek kalmadan düzelebilir. Ancak damarlanma tamamlanana kadar kontrollere devam edilir.ROP, 1500 gram ve 32 haftalık altı bebeklerin dışında vaktinden önce doğan (36. Hafta) bebeklerde de görülebilir. Burada sistemik risk faktörleri çok ön plandaysa yenidoğan uzmanı yine de ROP muayenesini önerebilir. Ancak 1500 gram ve 32. hafta öncesi doğan bütün prematüre bebeklerin ROP açısından muayene edilmesi gerekir.Prematüre retinopatisinin belirtileri nelerdir?Prematüre retinopatisinin belirtileri ile ilgili olarak hasta ve hasta yakını tarafından ifade edilen bir şikayet olmaz. Bu hastalık prematürelere uygulanacak takip protokolleri ile izlenir. Bu hastalık göz arkasının (retina) muayene edilmesi ile ortaya çıkarılır.Prematüre retinopatisi tanısı nasıl konulur?Prematüre Retinopatisi hastalığının tanısı muayene ile konulur. Düşük doğum haftası ve düşük doğum ağırlığına sahip bebekler doğduktan 28 gün sonra yenidoğan doktoru tarafından göz muayenesine yönlendirilir. İlk muayene yapıldıktan sonra göz doktoru gözün arkasındaki retinayı indirek oftalmoskop ile muayene eder ve ROP bulgu ile şiddetine göre takip sıklığını belirler. ROP açısından çok riskli bir görünüm yoksa iki haftada bir damarlanma tamamlanana kadar hasta izlenir. Ancak ROP bulgusu gelişmişse bulgunun şiddetine ve evresine göre haftada bir hatta 2-3 günde bir sıkı bir takip altına alınır ve gerektiğinde acil tedavi uygulanır.Prematüre retinopatisi tedavisi nasıl uygulanır?Prematüre retinopatisi tedavisi hastalığın evresine ve şiddetine göre göz içerisine uygulanan Anti VEGF enjeksiyonları ve indirekt lazer oftalmoskop ile damarsız alanlara yapılan fotokogülasyon ile yapılır. Bu tedavilerin yetersiz kaldığı durumlarda vitreoretinal cerrahi (Vitrektomi) uygulanması gerekir.Anti VEGF enjeksiyon tedavisiİlacın göz içerisine belli dozlarda ve belli aralıklarla uygulanmasıdır. Bu işlem sedasyon yöntemi ile ameliyathane ortamında ve steril koşullarda uygulanır. Tedavide göz içine ilaç enjekte edilir. Enjeksiyon sonrası hasta takip edilir. Tedavi ile ROP durmuşsa damarlanma tamamlanıncaya takip devam eder. ROP’un ilerlemesi devam ediyorsa enjeksiyon uygulamaları 4- 6 haftada bir devam ettirilir.İndirekt lazer fotokoagülasyonAnti VEGF enjeksiyon tedavisinin yeterli kalmadığı durumlarda indirekt lazer fotokogülasyon enjeksiyon tedavisi ile birlikte ya da tek başına uygulanabilir. İşlemin nasıl uygulanacağını bebeğin gözünün durumu belirler. Bu işlem de hafif sedasyon altında retinanın damarsız alanlarına İndirekt lazer oftalmaskop kullanılarak fotokoagülasyon işlemi yapılır. Bu işlem ile retinanın damarsız alanlarında yanlış damar üretilmesini sağlayan hücrelerin fonksiyon dışı kalması sağlanır. Bu işlem yapıldıktan sonra bebek belli aralıklarla takip edilir. Bu süreçte yine evrede ilerleme olursa tekrar lazer uygulanabilir ya da anti VGEF tedavisi ile kombine edilebilir. Bu tedavilere rağmen evrede ilerleme devam ediyorsa o zaman cerrahi tedavi gerekebilir.Vitreoretinal cerrahi (Vitrektomi)Cerrahi tedavi retina dekolmanı gelişen ve göz içi kanama oluşan hastalara uygulanır. Burada amaç kabaran ya da retina sinir hücre tabakasını görme kaybına yol açmadan tekrar yerine oturtulmasıdır. Bu işlem daha derin bir anestezi altında ameliyathane koşullarında uygulanır. Retinayı yerinde tutmak için göz içine silikon yağ kullanılabilir. Belli bir süre sonra bu silikon tekrar cerrahi yöntem ile yerinden çıkarılır.Prematüre retinopatisi ile ilgili sık sorulan sorularPrematüre retinopatisi için ilk muayene ne zaman yapılmalıdır?Doğduktan 28 gün sonra (31-33 hafta düzeltilmiş doğum yaşına ulaşan) bebeklerin ilk muayenelerinin yenidoğan bakım ünitesinde veya poliklinik ortamında yapılması gerekir.ROP hastalığı görülen bebekler gelecekte hangi sorunlarla karşılaşabilir?ROP’lu bebeklerin, Retina dekolmanı, şaşılık, göz kırma kusurları, katarakt, glokom ve ambliyopi (göz tembelliği) gibi göz problemlerini sonraki yaşamlarında geliştirme riski daha yüksek olarak kabul edilir. Bu problemler diğer bebeklerin problemlerine benzerdir ancak daha sık görülebilir. Glokom ve katarakt ROP cerrahisi uygulandıktan sonra daha çok beklenir.Prematüre retinopatisi hastalığı olup tedavi olmayan bebeklerde gelecekte ne gibi sıkıntılar görülebilir?Prematüre olan bebeklerde retinopati gelişme sıklığı çok düşükte olsa ortaya çıktığında, bununla birlikte tedavi edilme düzeyine ulaşmışsa mutlaka tedavi edilmelidir. İleri evredeki hastaların durumlarının kendiliğinden gerileme şansı bulunmaz. Tedavisi gereken ancak tedavi edilmeyen Prematüre retinopatisi hastalarının durumları körlükle sonuçlanır. Böyle bir durumla karşılaşmamak için prematüre doğan her bebeğin mutlaka göz muayenesi olması gerektiği unutulmamalıdır.Prematüre retinopatisi için erken teşhis önemli midir?Bu hastalıkta erken teşhis büyük önem taşımaktadır. Geri dönüşümsüz görme hasarlarına sebep olabileceğinden erken tanı çocukların hayatında büyük rol oynamaktadır. Ne kadar erken teşhis konulursa, hastalığın evresi ve şiddeti ne kadar erken yakalanırsa görme kaybı o derece azalır, tedavi şansı ise o derece yükselir. Prematüre retinopatisi muayenesi nasıl yapılır?Prematüre bebeklere yapılan göz muayenesinde anestezi ve sedasyon uygulanmaz. Muayeneden önce bebeğe göz bebeğini büyüten damlalar uygulanır. Bu damlalarında belli dozda sulandırılarak bebeklerin sistemik durumuna uygun şekilde hazırlanmasına dikkat edilmelidir. Muayene sırasında bebeğin karnının tok olmaması ve çok beslenmemesi önerilir. Bebeğin göz bebeği yeterli büyüklüğe ulaştıktan sonra (bu genellikle 30-40 dakika sonra olur) bebeğin göz kapaklarını açık tutmaya yarayan blefarosta (kapak açıcı) takılır. Sonrasında indirekt oftalmoskop ile bebeğin retinası incelenir. İşlem doktor ve hemşire gözetiminde yapılırken aileler genellikle dışarıda misafir edilir. 10-15 dakikalık sürede muayene tamamlanır.Prematüre Retinopatisi takibi nasıl ve ne sıklıkta yapılmalıdır?Prematüre retinopatisinin takibinin sıklığı ROP bulgu ile şiddetine göre belirlenir. ROP açısından çok riskli bir görünüm yoksa hasta iki haftada bir retinadaki damarlanma tamamlanana kadar; ROP bulgusu gelişmişse bulgunun şiddetine ve evresine göre haftada bir hatta 2-3 günde bir sıkı bir takip yapılması gerekir.Prematüre retinopatisi muayenesinin yan etkileri var mıdır?Bebeğin gözüne damlatılan damlaya bağlı olarak bebekte ateş oluşabilir. Bununla birlikte işlem sırasında bebeğe stres uygulandığı için solunum problemleri ile karşılaşılabilir. Bu sebeple riskli bebekler yenidoğan yoğun bakımında kontrol edilir. Prematüre retinopatisinin görülme oranının ülkelerin gelişmişlik seviyeleri ile alakası var mıdır?Yenidoğan yoğun bakım ünitesinin gelişmişliği prematüre retinopatisinin görülme oranlarında en önemli faktörü oluşturmaktadır. Gelişmiş ülkelerde koşulların daha iyi sağlanması bu hastalığın erken tanı ve tedavisini mümkün hale getirmektedir. Ancak az gelişmiş ülkelerde sağlık koşulları çok iyi olmadığı ve düzenli tarama protokolleri uygulanmadığı için hastalığın tespiti mümkün olmaz ve bebeklerde görme kaybı oranı artar. Hastalık için uygulana zamanında takip ve tedavilere rağmen agresif gidişli süreçler yaşanabilir ve görme kaybı engellenemeye bilir.Prematüre retinopatisinin bebeklerin ağrılıklarına göre görülme oranları nelerdir?Doğum ağırlığı ve doğum haftası düştükçe ROP görülme riski artar. 25 haftalık bir bebekte neredeyse yüzde 80 oranında prematüre retinopatisi görülürken, 32 haftanın altında olan bebekte bu oran yüzde 10 civarında olur.Prematüre retinoplastisi hastalığı olan bebeklerin aileleri nelere dikkat etmelidir?Ailelerin prematüre retinoplastisi olan bebekleri için özen göstermesi gerekir. Muayene zamanlarını hiç kaçırmadan çocuklarını kontrole götürmelidir. Kontrol tarihleri ile ilgili kendilerine göre inisiyatif kullanmamalıdır.
Prematüre retinopatisi nedir?Prematüre retinopatisi genellikle ROP diye ifade edilen erken doğum haftası ve düşük doğum kilosuna sahip bebeklerde (32 hafta altı- 1500 gram altı) görülür. ROP, prematüre bebeklerin gözlerindeki retina tabakasında, damarsız alanlarda ortaya çıkan ve sinir hasarına yol açarak görme kaybına neden olan bir hastalıktır. Bu hastalık çocukluk çağı körlüğünün önde gelen nedenidir.Prematüre retinopatisinin evreleri nelerdir?ROP, hafif (evre I) ile şiddetli (evre V) arasında değişen beş aşamada sınıflandırılır:-I. Aşama: Hafif anormal kan damarı büyümesi-II. Aşama: Orta derecede anormal kan damarı büyümesiEvre I ve Evre II gelişen birçok çocuk tedavi olmaksızın iyileşebilir ve sonunda normal görme geliştirir. Hastalık daha fazla ilerlemeden kendi kendine düzelebilir ya da Evre III’e ilerler.-III. Evre: Şiddetli anormal kan damarı büyümesiAnormal kan damarları, retina yüzeyi boyunca normal büyüme modellerini takip etmek yerine gözün merkezine doğru büyür. Evre III gelişen bazı bebekler tedavi olmaksızın iyileşir ve sonunda normal görme geliştirir. Ancak bebeklerde belli bir derece Evre III olduğunda ve “artı hastalık” geliştiğinde tedavi düşünülür. "Artı hastalığı", retinadaki kan damarlarının genişleyip büküldüğü anlamına gelir, bu da hastalığın kötüleştiğini gösterir. Bu noktada tedavi, retina dekolmanını önleme konusunda iyi bir şansa sahiptir.-IV. Evre: Kısmen ayrılmış retinaKanamanın ürettiği yara izinden çekiş, anormal damarlar retinayı göz duvarından uzaklaştırır.(Retina dekolmanı başlaması)-V. Evre: Tamamen ayrılmış retina (Retina Dekolmanı) ve hastalığın son aşamasıBu aşamada göz tedavi edilmezse bebekte ciddi görme bozukluğu ve hatta körlük olabilir.Prematüre retinopatisinin sebepleri nelerdir?Prematüre Retinopatisinin en önemli sebebi erken doğum haftası ve düşük doğum kilosudur. Hamilelik döneminin 16. haftası ile birlikte bebeğin gözünün retina tabakasında damarlanma gelişimi evresi başlar. Bu durum normal hamilelik süresinin 40. haftasında tamamlanır. Eğer bebek erken doğarsa bu damarlanma henüz gelişmemiş olur. Erken doğuma bağlı olarak bu bebeklerde solunum problemi ile birlikte bazı sistemik hastalıklar da ortaya çıkar. Bu hastalıklardan solunum probleminde bebeklere yüksek doz oksijen tedavisi uygulanır. Yüksek doz oksijen tedavisinin uygulanması bu bebeklerde ROP’un oluşmasında en önemli risk faktörünü oluşturur.Bunun dışında da anemi, kafa içi –beyin kanamaları, doğumsal bir takım sakatlıklar olması durumu prematüre retinopatisi riskini artırır.Prematüre retinopatisi nasıl oluşur?Retinanın damar gelişimini tamamlamadan bebeğin doğması bu damarsız alanlarda yanlış uyarı(VEGFsalınımı) ile yanlış damarlanmaların ortaya çıkmasına sebep olur. Bu yanlış damarlar göz içerisinde kanama ve sinir tabakasında ayrılmaya (retina dekolmanı) sebep olarak görme kaybına yol açar. Doğum ağırlığı ve doğum haftası düştükçe ROP riski artar. 25 haftalık bir bebekte neredeyse yüzde 80 oranında prematüre retinopatisi görülürken, 32 hafta altında olan bebekte bu oran yüzde 10 civarında olur. Yüzde 10’luk kesimde kendiliğinden gerileyebilir ve tedaviye gerek kalmadan düzelebilir. Ancak damarlanma tamamlanana kadar kontrollere devam edilir.ROP, 1500 gram ve 32 haftalık altı bebeklerin dışında vaktinden önce doğan (36. Hafta) bebeklerde de görülebilir. Burada sistemik risk faktörleri çok ön plandaysa yenidoğan uzmanı yine de ROP muayenesini önerebilir. Ancak 1500 gram ve 32. hafta öncesi doğan bütün prematüre bebeklerin ROP açısından muayene edilmesi gerekir.Prematüre retinopatisinin belirtileri nelerdir?Prematüre retinopatisinin belirtileri ile ilgili olarak hasta ve hasta yakını tarafından ifade edilen bir şikayet olmaz. Bu hastalık prematürelere uygulanacak takip protokolleri ile izlenir. Bu hastalık göz arkasının (retina) muayene edilmesi ile ortaya çıkarılır.Prematüre retinopatisi tanısı nasıl konulur?Prematüre Retinopatisi hastalığının tanısı muayene ile konulur. Düşük doğum haftası ve düşük doğum ağırlığına sahip bebekler doğduktan 28 gün sonra yenidoğan doktoru tarafından göz muayenesine yönlendirilir. İlk muayene yapıldıktan sonra göz doktoru gözün arkasındaki retinayı indirek oftalmoskop ile muayene eder ve ROP bulgu ile şiddetine göre takip sıklığını belirler. ROP açısından çok riskli bir görünüm yoksa iki haftada bir damarlanma tamamlanana kadar hasta izlenir. Ancak ROP bulgusu gelişmişse bulgunun şiddetine ve evresine göre haftada bir hatta 2-3 günde bir sıkı bir takip altına alınır ve gerektiğinde acil tedavi uygulanır.Prematüre retinopatisi tedavisi nasıl uygulanır?Prematüre retinopatisi tedavisi hastalığın evresine ve şiddetine göre göz içerisine uygulanan Anti VEGF enjeksiyonları ve indirekt lazer oftalmoskop ile damarsız alanlara yapılan fotokogülasyon ile yapılır. Bu tedavilerin yetersiz kaldığı durumlarda vitreoretinal cerrahi (Vitrektomi) uygulanması gerekir.Anti VEGF enjeksiyon tedavisiİlacın göz içerisine belli dozlarda ve belli aralıklarla uygulanmasıdır. Bu işlem sedasyon yöntemi ile ameliyathane ortamında ve steril koşullarda uygulanır. Tedavide göz içine ilaç enjekte edilir. Enjeksiyon sonrası hasta takip edilir. Tedavi ile ROP durmuşsa damarlanma tamamlanıncaya takip devam eder. ROP’un ilerlemesi devam ediyorsa enjeksiyon uygulamaları 4- 6 haftada bir devam ettirilir.İndirekt lazer fotokoagülasyonAnti VEGF enjeksiyon tedavisinin yeterli kalmadığı durumlarda indirekt lazer fotokogülasyon enjeksiyon tedavisi ile birlikte ya da tek başına uygulanabilir. İşlemin nasıl uygulanacağını bebeğin gözünün durumu belirler. Bu işlem de hafif sedasyon altında retinanın damarsız alanlarına İndirekt lazer oftalmaskop kullanılarak fotokoagülasyon işlemi yapılır. Bu işlem ile retinanın damarsız alanlarında yanlış damar üretilmesini sağlayan hücrelerin fonksiyon dışı kalması sağlanır. Bu işlem yapıldıktan sonra bebek belli aralıklarla takip edilir. Bu süreçte yine evrede ilerleme olursa tekrar lazer uygulanabilir ya da anti VGEF tedavisi ile kombine edilebilir. Bu tedavilere rağmen evrede ilerleme devam ediyorsa o zaman cerrahi tedavi gerekebilir.Vitreoretinal cerrahi (Vitrektomi)Cerrahi tedavi retina dekolmanı gelişen ve göz içi kanama oluşan hastalara uygulanır. Burada amaç kabaran ya da retina sinir hücre tabakasını görme kaybına yol açmadan tekrar yerine oturtulmasıdır. Bu işlem daha derin bir anestezi altında ameliyathane koşullarında uygulanır. Retinayı yerinde tutmak için göz içine silikon yağ kullanılabilir. Belli bir süre sonra bu silikon tekrar cerrahi yöntem ile yerinden çıkarılır.Prematüre retinopatisi ile ilgili sık sorulan sorularPrematüre retinopatisi için ilk muayene ne zaman yapılmalıdır?Doğduktan 28 gün sonra (31-33 hafta düzeltilmiş doğum yaşına ulaşan) bebeklerin ilk muayenelerinin yenidoğan bakım ünitesinde veya poliklinik ortamında yapılması gerekir.ROP hastalığı görülen bebekler gelecekte hangi sorunlarla karşılaşabilir?ROP’lu bebeklerin, Retina dekolmanı, şaşılık, göz kırma kusurları, katarakt, glokom ve ambliyopi (göz tembelliği) gibi göz problemlerini sonraki yaşamlarında geliştirme riski daha yüksek olarak kabul edilir. Bu problemler diğer bebeklerin problemlerine benzerdir ancak daha sık görülebilir. Glokom ve katarakt ROP cerrahisi uygulandıktan sonra daha çok beklenir.Prematüre retinopatisi hastalığı olup tedavi olmayan bebeklerde gelecekte ne gibi sıkıntılar görülebilir?Prematüre olan bebeklerde retinopati gelişme sıklığı çok düşükte olsa ortaya çıktığında, bununla birlikte tedavi edilme düzeyine ulaşmışsa mutlaka tedavi edilmelidir. İleri evredeki hastaların durumlarının kendiliğinden gerileme şansı bulunmaz. Tedavisi gereken ancak tedavi edilmeyen Prematüre retinopatisi hastalarının durumları körlükle sonuçlanır. Böyle bir durumla karşılaşmamak için prematüre doğan her bebeğin mutlaka göz muayenesi olması gerektiği unutulmamalıdır.Prematüre retinopatisi için erken teşhis önemli midir?Bu hastalıkta erken teşhis büyük önem taşımaktadır. Geri dönüşümsüz görme hasarlarına sebep olabileceğinden erken tanı çocukların hayatında büyük rol oynamaktadır. Ne kadar erken teşhis konulursa, hastalığın evresi ve şiddeti ne kadar erken yakalanırsa görme kaybı o derece azalır, tedavi şansı ise o derece yükselir. Prematüre retinopatisi muayenesi nasıl yapılır?Prematüre bebeklere yapılan göz muayenesinde anestezi ve sedasyon uygulanmaz. Muayeneden önce bebeğe göz bebeğini büyüten damlalar uygulanır. Bu damlalarında belli dozda sulandırılarak bebeklerin sistemik durumuna uygun şekilde hazırlanmasına dikkat edilmelidir. Muayene sırasında bebeğin karnının tok olmaması ve çok beslenmemesi önerilir. Bebeğin göz bebeği yeterli büyüklüğe ulaştıktan sonra (bu genellikle 30-40 dakika sonra olur) bebeğin göz kapaklarını açık tutmaya yarayan blefarosta (kapak açıcı) takılır. Sonrasında indirekt oftalmoskop ile bebeğin retinası incelenir. İşlem doktor ve hemşire gözetiminde yapılırken aileler genellikle dışarıda misafir edilir. 10-15 dakikalık sürede muayene tamamlanır.Prematüre Retinopatisi takibi nasıl ve ne sıklıkta yapılmalıdır?Prematüre retinopatisinin takibinin sıklığı ROP bulgu ile şiddetine göre belirlenir. ROP açısından çok riskli bir görünüm yoksa hasta iki haftada bir retinadaki damarlanma tamamlanana kadar; ROP bulgusu gelişmişse bulgunun şiddetine ve evresine göre haftada bir hatta 2-3 günde bir sıkı bir takip yapılması gerekir.Prematüre retinopatisi muayenesinin yan etkileri var mıdır?Bebeğin gözüne damlatılan damlaya bağlı olarak bebekte ateş oluşabilir. Bununla birlikte işlem sırasında bebeğe stres uygulandığı için solunum problemleri ile karşılaşılabilir. Bu sebeple riskli bebekler yenidoğan yoğun bakımında kontrol edilir. Prematüre retinopatisinin görülme oranının ülkelerin gelişmişlik seviyeleri ile alakası var mıdır?Yenidoğan yoğun bakım ünitesinin gelişmişliği prematüre retinopatisinin görülme oranlarında en önemli faktörü oluşturmaktadır. Gelişmiş ülkelerde koşulların daha iyi sağlanması bu hastalığın erken tanı ve tedavisini mümkün hale getirmektedir. Ancak az gelişmiş ülkelerde sağlık koşulları çok iyi olmadığı ve düzenli tarama protokolleri uygulanmadığı için hastalığın tespiti mümkün olmaz ve bebeklerde görme kaybı oranı artar. Hastalık için uygulana zamanında takip ve tedavilere rağmen agresif gidişli süreçler yaşanabilir ve görme kaybı engellenemeye bilir.Prematüre retinopatisinin bebeklerin ağrılıklarına göre görülme oranları nelerdir?Doğum ağırlığı ve doğum haftası düştükçe ROP görülme riski artar. 25 haftalık bir bebekte neredeyse yüzde 80 oranında prematüre retinopatisi görülürken, 32 haftanın altında olan bebekte bu oran yüzde 10 civarında olur.Prematüre retinoplastisi hastalığı olan bebeklerin aileleri nelere dikkat etmelidir?Ailelerin prematüre retinoplastisi olan bebekleri için özen göstermesi gerekir. Muayene zamanlarını hiç kaçırmadan çocuklarını kontrole götürmelidir. Kontrol tarihleri ile ilgili kendilerine göre inisiyatif kullanmamalıdır. | 8,764 |
562 | Hastalıklar | Prepatellar Bursit | Dizlerin yere veya başka bir yüzeye sürekli ya da sert şekilde teması sonrası o bölgede travma oluşması ile birlikte prepatellar bursit ortaya çıkabiliyor. Bu rahatsızlık, diz kapağının önündeki bursa kesesi iltihaplandığında oluşuyor. Dizin ön kısmının şişmesine ve ağrıya neden olan hastalık genellikle dizleri yerde çalışan iş grubunda daha sık görülüyor. Prepatellar bursit bu nedenle hizmetçi dizi veya marangoz dizi olarak da adlandırılıyor. Memorial Antalya Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Op. Dr. Serdar Alfidan, prepatellar bursit hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.Dizlerin yere veya başka bir yüzeye sürekli ya da sert şekilde teması sonrası o bölgede travma oluşması ile birlikte prepatellar bursit ortaya çıkabiliyor. Bu rahatsızlık, diz kapağının önündeki bursa kesesi iltihaplandığında oluşuyor. Dizin ön kısmının şişmesine ve ağrıya neden olan hastalık genellikle dizleri yerde çalışan iş grubunda daha sık görülüyor. Prepatellar bursit bu nedenle hizmetçi dizi veya marangoz dizi olarak da adlandırılıyor. Memorial Antalya Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Op. Dr. Serdar Alfidan, prepatellar bursit hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.
Prepatellar bursit nedir?Eklem bölgeleri çevresindeki kasları, tendonları ve çevre yumuşak dokuları çevresel sert uyaranlara veya çevre kemik dokularına karşı korumaya yarayan; içi sıvı dolu küçük keseler tıp dilinde bursa olarak isimlendirilir. Bursalar, kemik dokularını çevresel travmalardan korumaya çalışır. Bursa dokuları vücutta en sık diz, omuz ve kalça ekleminde bulunur.Bursalar ani travmaya veya hafif düzeyde ancak sık ve uzun süreli basınca maruz kaldığında tıpkı elin sert bir yere çarpması durumundaki gibi sıvı toplayarak şişer. Bursa dokularının bu şekilde sıvı veya kan toplayıp şişmelerine bursit denir. Bursitler kısa sürede ortaya çıkıp (3 haftadan kısa süreli) tedavi edilebilirse akut bursit olarak kabul edilir. Uygulanan tedaviden yanıt alınamadığı veya sık sık tekrarlayan bursitlere kronik bursit denmektedir.Vücutta pek çok eklem bölgesinde çok sayıda bursa vardır. En sık görülen bursitlerden birisi diz kapağı kemiğinin hemen önünde yer alan prepatellar bursittir. Prepatellar bursa normalde diz kapağı kemiği ile cilt dokusu arasında bulunur. Görevi, dizi yere koyduğumuzda diz kapağı kemiğinin aşırı zorlanmasını ve sürtünmesini önlemektir. Bu bursanın sıvı toplayıp şişmesine veya iltihaplanmasına ise prepatellar bursit denilir.Prepatellar bursit neden olur?Akut prepatellar bursitin oluşmasında en sık neden, diz üzerine düşerek dizin travmaya maruz kalmasına sebep olmaktır. Bu sırada bursa içindeki kan damarları zedelenir ve bursa içine kanama olur. Bu kanama özellikle kanama diyatezi problemli olan (kanın pıhtılaşmasını bozan problemleri olan kişiler) ve kan sulandırıcı ilaç tedavisi alan yaşlı insanlarda çok daha fazla miktarda olabilir. Doğru ve dikkatli şekilde tedavi edilmezse; kese duvarları kalınlaşır, kese içindeki kan dokusu ve sıvılar yoğunlaşarak tedavisi daha zor olan kronik bir sürece dönüşebilir.Direkt travma ile oluşan akut prepatellar bursitin dışında sürekli dizini yere koyarak çalışmak zorunda olan insanlarda da prepatellar bursit sık görülebilmektedir. Burada travma daha az miktardadır ancak devamlı maruziyet olduğu için bursanın yapısında patolojik değişiklikler olmakta, sıvı birikimine bağlı ağrı ve şişlik gelişmektedir.Patella üzerine doğrudan düşme, akut travma, tekrarlayan darbeler veya dizde sürtünme prepatellar bursite neden olabilir. Diğer nedenler arasında enfeksiyonlar veya gut, sifiliz, tüberküloz veya romatoid artrit gibi düşük dereceli enflamatuar (iltihabi) durumlar yer alır. Prepatellar bursit genellikle madenciler, bahçıvanlar, halıcılar ve tamirciler gibi uzun süre dizlerinin üzerinde çalıştıkları bir pozisyonu içeren belirli işlerde ortaya çıkar.Prepatellar bursitte risk faktörleri nelerdir?Prepatellar bursitte dizlerin yerle uzun süreli teması veya travması risk oluşturur. Bu nedenle riskli gruplar içinde temizlik işiyle uğraşanlar, ev hanımları, dizini yere koyarak çalışmak zorunda olan fayans ve zemin işçileri yer alabilir.Prepatellar bursit belirtileri nelerdir?Prepatellar bursit diz bölgesinde şişlik ve ağrı ile kendini gösterir. Bu ağrı diz bölgesine dokunulduğu zaman bile o bölgede hassasiyet ile belirti verir. Bu bölgede; Kızarıklık Şişlik Isı hissi Ağrı Dokunulduğu zaman hassasiyet görülebilir.Prepatellar bursit tanısı nasıl konulur?Diz kapağının üstünde şişlik ve dokunma ile hassasiyet, prepatellar bursit tanısı konulurken en belirgin belirtilerdir. Şişliğin olduğu bölgede ısı artışı ve kızarıklık olabilir. Şişlik çoğunlukla yumuşak kıvamlı ve düzgün sınırlıdır. İleri olgularda ağrı dokunulmadığı zamanda ortaya çıkabilir. Hastaların hemen hemen tümünün hikayesinde diz üzerine düşme veya dizini yere koyarak iş yapma öyküsü vardır. Sadece hasta öyküsü ve klinik muayene ile tanı koymak bile çoğunlukla olasıdır.Nadiren romatizma hastalarında kendiliğinden oluşabilir. Ancak travma öyküsünde diz kapağı kemiğinin kırılmış olma riski nedeni ile diz grafileri veya diz tomografisi gerekebilir. Travma öyküsü olmayan hastalarda hekim gerekli görürse doku ultrasonu isteyebilir. Ancak şişlik uzun süredir var ve gittikçe de büyüyorsa ayırıcı tanı ve olası tümöral doku oluşumunu dışlamak amacı ile diz MR gerekli olabilir.Prepatellar bursit tedavisi nasıl yapılır?Prepatellar bursit tanısı almış bir hastada ilk olarak istirahat, ağrı kesici ve ödem giderici ilaç tedavisi, bacağı yüksekte tutma ve buz kompres uygulama gibi önlemler alınır. Bazı hastalar bu tedaviden ciddi fayda görür ve hızla iyileşir. Ancak şişlik uzun süredir varsa, büyükse ve kızarıklık ve ısı artışı gibi enfeksiyonu düşündüren belirtiler içeriyorsa şişliğin içindeki sıvı enjektör yardımı ile çekilmelidir. Sonrasında yine istirahat, elastik bandajlama ve buz kompresyon uygulanabilir. Sık sık tekrarlayan veya bu tedavilerden yanıt alınamayan daha yaşlı hastalarda cerrahi olarak bursanın çıkarılması planlanabilir.Prepatellar bursit hakkında sık sorulan sorular Prepatellar bursit kimlerde görülür?Prepatellar bursit erkeklerde kadınlardan daha sık görülür ve her yaşta ortaya çıkabilir. Prepatellar bursitli kişilerin %80'i 40 – 60 yaş arası erkeklerdir. Enfeksiyöz bir prepatellar bursite, çocuklarda yetişkinlerden daha sık karşılaşılır.Prepatellar bursiti önlemek için neler yapılabilir?Prepatellar bursit oluşma riski taşıyan meslek gruplarında çalışan insanların mümkünse dizlerini yere temas ettirmeden çalışmaları önerilir. Eğer dizlerin mutlaka yere konulması gerekiyorsa, diz altına teması azaltıcı ince bir yastık veya yumuşak bir diz desteği prepatellar bursit oluşmasını önleyebilir.Prepatellar bursiti önlemek için yaralanmalardan veya kasların aşırı yüklenmesinden kaçınmak gerekir. Spor yaparken uygun ısınma ve soğuma hareketlerini ihmal etmemek çok önemlidir. Örneğin voleybolda dizlik takılması tavsiye edilir. Bu, diz kapağının üzerine düşmeyi önleyecektir. Ayrıca dizlerinizin üzerinde çok zaman geçirilecekse, dizlik takılması tavsiye edilir. Prepatellar bursitten kaçınmak için bir diğer önemli nokta, dizin esnekliğinin ve bacak kaslarının kuvvet ile dayanıklılığının optimal düzeyde olmasını sağlamaktır. Bunun için de gerekli fiziksel aktivitelerin yapılması önemlidir.Prepatellar bursit tedavi edilmezse ne olur?Belirtiler ortaya çıkar çıkmaz fark edilen prepatellar bursit dinlenme ve buz kompresi gibi basit önlemler ile geçebilecekken, tedavi edilmediği takdirde kronikleşebilir. Enfeksiyon olan prepatellar bursitler tedavi edilmediğinde ise enfeksiyon bölgesi genişler ve daha ağrılı bir sürece neden olabilir.
Prepatellar bursit nedir?Eklem bölgeleri çevresindeki kasları, tendonları ve çevre yumuşak dokuları çevresel sert uyaranlara veya çevre kemik dokularına karşı korumaya yarayan; içi sıvı dolu küçük keseler tıp dilinde bursa olarak isimlendirilir. Bursalar, kemik dokularını çevresel travmalardan korumaya çalışır. Bursa dokuları vücutta en sık diz, omuz ve kalça ekleminde bulunur.Bursalar ani travmaya veya hafif düzeyde ancak sık ve uzun süreli basınca maruz kaldığında tıpkı elin sert bir yere çarpması durumundaki gibi sıvı toplayarak şişer. Bursa dokularının bu şekilde sıvı veya kan toplayıp şişmelerine bursit denir. Bursitler kısa sürede ortaya çıkıp (3 haftadan kısa süreli) tedavi edilebilirse akut bursit olarak kabul edilir. Uygulanan tedaviden yanıt alınamadığı veya sık sık tekrarlayan bursitlere kronik bursit denmektedir.Vücutta pek çok eklem bölgesinde çok sayıda bursa vardır. En sık görülen bursitlerden birisi diz kapağı kemiğinin hemen önünde yer alan prepatellar bursittir. Prepatellar bursa normalde diz kapağı kemiği ile cilt dokusu arasında bulunur. Görevi, dizi yere koyduğumuzda diz kapağı kemiğinin aşırı zorlanmasını ve sürtünmesini önlemektir. Bu bursanın sıvı toplayıp şişmesine veya iltihaplanmasına ise prepatellar bursit denilir.Prepatellar bursit neden olur?Akut prepatellar bursitin oluşmasında en sık neden, diz üzerine düşerek dizin travmaya maruz kalmasına sebep olmaktır. Bu sırada bursa içindeki kan damarları zedelenir ve bursa içine kanama olur. Bu kanama özellikle kanama diyatezi problemli olan (kanın pıhtılaşmasını bozan problemleri olan kişiler) ve kan sulandırıcı ilaç tedavisi alan yaşlı insanlarda çok daha fazla miktarda olabilir. Doğru ve dikkatli şekilde tedavi edilmezse; kese duvarları kalınlaşır, kese içindeki kan dokusu ve sıvılar yoğunlaşarak tedavisi daha zor olan kronik bir sürece dönüşebilir.Direkt travma ile oluşan akut prepatellar bursitin dışında sürekli dizini yere koyarak çalışmak zorunda olan insanlarda da prepatellar bursit sık görülebilmektedir. Burada travma daha az miktardadır ancak devamlı maruziyet olduğu için bursanın yapısında patolojik değişiklikler olmakta, sıvı birikimine bağlı ağrı ve şişlik gelişmektedir.Patella üzerine doğrudan düşme, akut travma, tekrarlayan darbeler veya dizde sürtünme prepatellar bursite neden olabilir. Diğer nedenler arasında enfeksiyonlar veya gut, sifiliz, tüberküloz veya romatoid artrit gibi düşük dereceli enflamatuar (iltihabi) durumlar yer alır. Prepatellar bursit genellikle madenciler, bahçıvanlar, halıcılar ve tamirciler gibi uzun süre dizlerinin üzerinde çalıştıkları bir pozisyonu içeren belirli işlerde ortaya çıkar.Prepatellar bursitte risk faktörleri nelerdir?Prepatellar bursitte dizlerin yerle uzun süreli teması veya travması risk oluşturur. Bu nedenle riskli gruplar içinde temizlik işiyle uğraşanlar, ev hanımları, dizini yere koyarak çalışmak zorunda olan fayans ve zemin işçileri yer alabilir.Prepatellar bursit belirtileri nelerdir?Prepatellar bursit diz bölgesinde şişlik ve ağrı ile kendini gösterir. Bu ağrı diz bölgesine dokunulduğu zaman bile o bölgede hassasiyet ile belirti verir. Bu bölgede;Prepatellar bursit tanısı nasıl konulur?Diz kapağının üstünde şişlik ve dokunma ile hassasiyet, prepatellar bursit tanısı konulurken en belirgin belirtilerdir. Şişliğin olduğu bölgede ısı artışı ve kızarıklık olabilir. Şişlik çoğunlukla yumuşak kıvamlı ve düzgün sınırlıdır. İleri olgularda ağrı dokunulmadığı zamanda ortaya çıkabilir. Hastaların hemen hemen tümünün hikayesinde diz üzerine düşme veya dizini yere koyarak iş yapma öyküsü vardır. Sadece hasta öyküsü ve klinik muayene ile tanı koymak bile çoğunlukla olasıdır.Nadiren romatizma hastalarında kendiliğinden oluşabilir. Ancak travma öyküsünde diz kapağı kemiğinin kırılmış olma riski nedeni ile diz grafileri veya diz tomografisi gerekebilir. Travma öyküsü olmayan hastalarda hekim gerekli görürse doku ultrasonu isteyebilir. Ancak şişlik uzun süredir var ve gittikçe de büyüyorsa ayırıcı tanı ve olası tümöral doku oluşumunu dışlamak amacı ile diz MR gerekli olabilir.Prepatellar bursit tedavisi nasıl yapılır?Prepatellar bursit tanısı almış bir hastada ilk olarak istirahat, ağrı kesici ve ödem giderici ilaç tedavisi, bacağı yüksekte tutma ve buz kompres uygulama gibi önlemler alınır. Bazı hastalar bu tedaviden ciddi fayda görür ve hızla iyileşir. Ancak şişlik uzun süredir varsa, büyükse ve kızarıklık ve ısı artışı gibi enfeksiyonu düşündüren belirtiler içeriyorsa şişliğin içindeki sıvı enjektör yardımı ile çekilmelidir. Sonrasında yine istirahat, elastik bandajlama ve buz kompresyon uygulanabilir. Sık sık tekrarlayan veya bu tedavilerden yanıt alınamayan daha yaşlı hastalarda cerrahi olarak bursanın çıkarılması planlanabilir.Prepatellar bursit hakkında sık sorulan sorular Prepatellar bursit kimlerde görülür?Prepatellar bursit erkeklerde kadınlardan daha sık görülür ve her yaşta ortaya çıkabilir. Prepatellar bursitli kişilerin %80'i 40 – 60 yaş arası erkeklerdir. Enfeksiyöz bir prepatellar bursite, çocuklarda yetişkinlerden daha sık karşılaşılır.Prepatellar bursiti önlemek için neler yapılabilir?Prepatellar bursit oluşma riski taşıyan meslek gruplarında çalışan insanların mümkünse dizlerini yere temas ettirmeden çalışmaları önerilir. Eğer dizlerin mutlaka yere konulması gerekiyorsa, diz altına teması azaltıcı ince bir yastık veya yumuşak bir diz desteği prepatellar bursit oluşmasını önleyebilir.Prepatellar bursiti önlemek için yaralanmalardan veya kasların aşırı yüklenmesinden kaçınmak gerekir. Spor yaparken uygun ısınma ve soğuma hareketlerini ihmal etmemek çok önemlidir. Örneğin voleybolda dizlik takılması tavsiye edilir. Bu, diz kapağının üzerine düşmeyi önleyecektir. Ayrıca dizlerinizin üzerinde çok zaman geçirilecekse, dizlik takılması tavsiye edilir. Prepatellar bursitten kaçınmak için bir diğer önemli nokta, dizin esnekliğinin ve bacak kaslarının kuvvet ile dayanıklılığının optimal düzeyde olmasını sağlamaktır. Bunun için de gerekli fiziksel aktivitelerin yapılması önemlidir.Prepatellar bursit tedavi edilmezse ne olur? | 5,042 |
563 | Hastalıklar | Polip | Polip, ince bir sapın ucunda top gibi görünen ve vücudun çeşitli bölgelerini kaplayan zarlardan dışarı doğru büyüyebilen küçük doku çıkıntıları ve hücre büyümeleridir. Hücrelerin normalden fazla çoğalarak oluşturduğu yapılar olan polipler rahim, burun, mide gibi vücudun hemen her yerinde oluşurken çoğunlukla kalın bağırsakta da görülür. Çoğu iyi huylu olan poliplerin özellikle kalın bağırsakta ortaya çıkan türünün kanserleşmeden alınması önemlidir. Bu yüzden özellikle risk grubundaki kişilerin belirli aralıklarla kontrolden geçmesi hayati önem taşır. Polipin tedavi seçenekleri vücutta ortaya çıktığı lokasyona bağlıdır ancak gerektiği durumlarda ameliyata da ihtiyaç duyulabilir. Polip, ince bir sapın ucunda top gibi görünen ve vücudun çeşitli bölgelerini kaplayan zarlardan dışarı doğru büyüyebilen küçük doku çıkıntıları ve hücre büyümeleridir. Hücrelerin normalden fazla çoğalarak oluşturduğu yapılar olan polipler rahim, burun, mide gibi vücudun hemen her yerinde oluşurken çoğunlukla kalın bağırsakta da görülür. Çoğu iyi huylu olan poliplerin özellikle kalın bağırsakta ortaya çıkan türünün kanserleşmeden alınması önemlidir. Bu yüzden özellikle risk grubundaki kişilerin belirli aralıklarla kontrolden geçmesi hayati önem taşır. Polipin tedavi seçenekleri vücutta ortaya çıktığı lokasyona bağlıdır ancak gerektiği durumlarda ameliyata da ihtiyaç duyulabilir.
Polip Nedir?Polipler, vücudun bir yüzeyinden, genellikle mukoza zarından dışarı doğru uzanan bir doku büyümesidir. Genelde iyi huylu olsalarda kanser gibi hızla bölünen hücrelerde büyüdükleri ve anormal hücre büyümelerine bağlı oluştukları için kötü huylu olarak dönüşebilirler. Poliplerin oluştuğu en yaygın yerler kolon ve/veya rektum, burun, mide ve rahmin iç duvarıdır.Başlıca belirtileri rektal kanama, dışkıda kanama, karın ağrısı, yorgunluk, nefes darlığı ve kansızlık olan polip belirtileri vücutta meydana geldiği organ ve dokulara bağlı olarak farklı belirtiler de ortaya çıkarabilir. Genetik, yaş faktörü, sigara tüketimi, hareketsiz bir yaşam ve stres, yaygın polip nedenleri arasındadır. Polip Belirtileri Nelerdir?Özellikle kalın bağırsak polipleri hiçbir belirti vermeyebilir. Birçok polip rutin kontroller sırasında tesadüfen fark edilir.Bu bilgiler ışığında en sık görülen polip çeşidi olan bağırsak polipi belirtileri şöyledir; Rektal kanama Dışkı renginde değişiklik ve dışkıda kan Bir haftadan uzun süren kabızlık veya ishal Göbek ağrısı Yorgunluk veya nefes darlığı Kansızlık görülebilir.Bu belirtilerin yaşanması kişide polip veya poliplerin neden olduğu kolon kanseri olduğu anlamına gelmemektedir. Hemoroid veya kullanılan bazı ilaçlar da benzer belirtiler verir. Emin olmak için bir uzmana başvurmak yaşanabilecek ciddi sağlık sorunlarının önüne geçmek ve erken teşhis için önemlidir.Polip Neden Olur?Poliplerin neden oluştuğu tam olarak bilinememekle birlikte genetik, 50 yaş üstü olmak, obezite, sigara tüketimi, hareketin olmadığı bir yaşam ve stres gibi faktörler polip oluşumuna yol açabilir. Her yaş ve cinsiyetten kişide görülebilen poliplerin oluşmasında etkili risk faktörleri şunlardır: Aşırı kilo ve obezite 50 yaş veya üstü Sigara kullanımı Ailesinde polip hikayesi olanlar Hareketsiz yaşam Ülseratif kolit veya Crohn hastalığı gibi bir inflamatuar bağırsak hastalığı Bağırsaklarda görülen kalıtsal bir rahatsızlık olan Gardner sendromu Stres Kontrol altında tutulmayan tip2 diyabet Polip Çeşitleri Nelerdir?Kalın bağırsak, rahim, burun ve midede meydana gelen polipler başlıca polip çeşitleri arasında gösterilir. Bu polipler, ortaya çıktığı lokasyona bağlı olarak farklı belirtiler ortaya çıkarabilir. Kalın bağırsak polipleriKalın bağırsak polipleri, bağırsak kanalının iç yüzeyinden yükselen anormal büyümeler olarak değerlendirilir. Bağırsak polipleri genellikle zararsız ve iyi huyludur ancak ihmal edilen ve ilerleyip büyüyen polipler ileride kanser başta olmak üzere çok daha ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir.Rektal kanama, bağırsak işleyişinde değişim, dışkıda kanama, kramplı karın ağrısı ve demir eksikliği anemisi kalın bağırsak poliplerinin belirtileri arasındadır.Rahimde polip (Endometrial polip)Rahim polipleri, rahmin iç duvarına yapışıp rahmin içine doğru genişleyen anormal hücre büyümeleridir. Endometriyal polipler olarak da bilinen rahim polipleri, rahim iç tabakasındaki (endometriyum) hücrelerin aşırı büyümesi sonucu meydana gelir. Bu polipler genellikle iyi huyludur ancak tedavi edilmezse zamanla kansere dönüşme potansiyeli taşır.Burun polipleriNazal polipler olarak da bilinen burun polipleri, burnun iç kısmında ve sinüslerde tahriş ve şişlikle ortaya çıkan doku büyümeleridir. Küçük polipler herhangi bir semptom doğurmazken büyüyen poliplerde burun tıkanıklığı yaşanabilir. Nefes almada güçlük, koku alamama ve enfeksiyon da burun poliplerinin sebep olabileceği durumlardır.Kolon polipleriKolon astarında oluşan küçük hücre kümeleri olan kolon poliplerinin çoğu zararsız ve iyi huyludur. Ancak zamanla bazı kolon polipleri kolon kanserine dönüşebilir. Bunu önlemek için erken teşhis önemlidir.Polip Nasıl Teşhis Edilir?Kolon polipleri çeşitli şekillerde belirlenebilir. Vücutta meydana geldiği yere bağlı olarak tarama testleri, poliplerin kanserli hale gelmeden önce tespit edilmesinde önemli bir rol oynar.Tarama yöntemleri: Kolonoskopi: Kalın bağırsak; yumuşak, bükülebilir ve ucunda kamera bulunan bir aletle incelenir. Polip için en duyarlı tetkik kolonoskopi yöntemidir. Tarama sırasında polip bulunursa doktor tarafından hemen çıkartılabilir. Polipten doku örneği alınarak biyopsi yapılma işlemi terk edilmiştir. Görülen poliplerin uzman doktor tarafından hemen çıkartılması çok daha sağlıklıdır. Sanal kolonoskopi: Bilgisayarlı Tomografi (BT) veya Manyetik Rezonans(MR) gibi radyolojik görüntüle yolları ile gerçekleştirilir. Kolon içine verilen kontrast maddeden sonra yapılan görüntüleme ile polip varlığı araştırılır. Sanal kolonoskopi ile çok küçük polipleri fark etmekte sorun yaşanabileceği gibi polip varlığında çıkartılması için kolonoskopi yapmak gerekecektir. Esnek sigmoidoskopi: Kolunun alt kısmı ve rektum ışıklı ve ucunda kamera bulunan bir aletle incelenerek polip varlığı kontrol edilir. Dışkı bazlı testler: Dışkıda kan varlığını kontrol edilerek pozitif olduğu durumlarda kolonoskopi ile polip varlığı incelenir. Baryum lavman: Kolon poliplerinin teşhisinde kullanılan bir yöntemdir. Gelişen teknoloji ile teşhiste kullanılan yöntemlerin gelişmesi üzerine eskisi kadar sıklıkla kullanılmamaktadır. Kalın bağırsak baryum ile doldurularak röntgen ışınlarıyla polip teşhisi yapılmaktadır. Ancak kolonoskopi ve sanal kolonoskopi gibi yöntemlerin kullanılması nedeniyle baryum lavman yöntemi neredeyse terk edilmiştir.Polip Tedavisi ve Polip AmeliyatıBağırsak polipleri belirlendiği zaman çıkartılması gerekmektedir. Polipin çeşit ve sayısına göre yapılan işlem değişebilmektedir. Polipektomi: Polipektomi işlemi, forseps veya tel döngü ile polipin kalın bağırsaktan çıkartılmasıdır. Polip 1 santimetreden daha büyükse, polipin çevre dokulardan uzaklaştırılması ve izole edilmesi için bir sıvı enjekte edilerek işlem gerçekleştirilebilir. Minimal invaziv cerrahi: Kalın bağırsak ve rektum taraması sırasında çok büyük veya güvenli bir şekilde çıkarılamayan polipler genellikle laparoskopik olarak çıkarılır. Bu işleme minimal invazic cerrahi adı verilir. Kolon ve rektum çıkarılması: FAP gibi nadir bir kalıtsal hastalık varlığında kolon ve rektumunuzu (total proktokolektomi) çıkarmak için ameliyat gerekebilir. Bu tür ailesel sağlık sorunları olan insanlar için kolon kanserini önlemenin en iyi yolu kolon ve rektumun tamamen çıkartılmasıdır.Eğer poliplerle birlikte enfeksiyon görülüyorsa antibiyotik tedavisi uygulanır. Polipler ilaç tedavisine yanıt vermiyorsa cerrahi müdahaleye gerek duyulur. Polip ameliyatıVücutta tehlike arz eden ve kansere dönüşme riski bulunan polipler için uygulanan cerrahi işleme polip ameliyatı denir. Kapalı veya açık bir şekilde yapılabilen polip ameliyatı, poliplerin vücuttaki konumları ve boyutlarına göre belirlenir ve tehdit olarak algılanan polipler cerrahi operasyonla alınır. Genel anestezi yöntemiyle yapılan polip ameliyatları sonrası kişi birkaç gün içinde normal hayatına döner.Polip Hakkında Sık Sorulan SorularBağırsak polip çeşitleri nelerdir?Bağırsak poliplerinin iki ana türü bulunmaktadır.Adenomatöz polipler: Kalın bağırsakta görülen poliplerin büyük bir çoğunluğu adenom veya adenomatöz tipte poliplerdir. Adenom tipi polipler kolon kanserinin en yaygın nedenleri arasındadır. Adenomların kansere dönüşme riski büyüklüğüyle polip sayısıyla ilgilidir. Mikroskop altında incelenen birçok polip kanser olmasa bile ilerde kansere dönüşebilmektedir. Adenom polipler mikroskop altındaki görünümlerine göre; Tübüler adenom Tübülovillöz adenom Villöz adenom tipleri bulunmaktadır.Hiperplastik polipler: En sık görülen ikinci kolon polip türü hiperplastik poliptir. Genellikle kanser oluşumuna neden olmazlar. Çapları genellikle 0.5 cm. den küçüktür. Bu poliplerin belirlenip adenom poliplerden ayırt edilmesi önemlidir.Polip görüntüsü nasıldır?Kalın bağırsak polipleri mikroskop altında incelendiğinde farklı görünebilirler. Mantar gibi görünen, ince bir sap ile kolonun iç kısmına bağlanan polip görünümlerinin haricinde sapsız geniş tabanlı polip görünümleri bulunmaktadır. Mikroskop altında tamamen düz görünen poliplerde bulunmaktadır. Genellikle mikroskop altındaki polip görüntüsü; Boru şeklinde Kılsı çıkıntılı Sapsız Tırtıklı şeklindedir.Kalın bağırsak polipleri ne kadar yaygındır?Kolon polipleri çok yaygın görülebilir. Yaşlanmayla birlikte görülme oranı da artmaktadır. Kalın bağırsağında polip olan bir kişinin bağırsağın başka bir bölgesinde de ek polip olma veya ileride başka polip oluşma ihtimali vardır. Kalın bağırsak polipleri erkeklerde ve yaşlılarda daha fazla görülmektedir. Erişkin yaş grubunda % 1-12’sinde 50’li yaşlardaki kişilerde, erkeklerde % 25 ve kadınlarda % 15 oranında 70 yaştan sonra % 40’ında görülebilir. Yaşam boyu bağırsak polibi belirlenme riski % 6 olarak bildirilmektedir.Polipler kansere neden olur mu?Kalın bağırsak poliplerinin bazıları müdahale edilmezle ileride kolon kanseri oluşumuna neden olabilir. Polipin kanser olma riski; polipin tipi ve polip sayısına göre değişmektedir. Kanserli olmayan kalın bağırsak polipleri zamanla genetik materyallerindeki değişikler sonunda kanserli hale gelebilir. Kontrol edilemeyen şekilde bölünmeye başlayan hücreler daha büyük poliplerin oluşmasına zemin hazırlayabilir.Bağırsak polip ameliyatı kaç saat sürer?Kolonda tespit edilen polipler kolonoskopi eşliğinde aynı seansta alınabilir ve bu işlemlerin ortalama süresi polip sayısına bağlı olarak yarım saatten 1 saate kadar sürebilir.Bağırsak polip ameliyatı olanlar nelere dikkat etmelidir?Polip tedavisinden sonra hastalar bazı belirtilere dikkat etmeleri gerekir. Karında şiddetli ağrı Ateş Kanlı dışkı Makatta kanama Baş dönmesi Halsizlik şikayetlerinde doktora başvurulması gerekir.Bağırsak polipleri alındıktan sonra tekrarlar mı?Polipte temel yaklaşım kolonoskopik olarak tespit edilen polibin total olarak alınmasıdır, polipten biyopsi alınma uygulaması terkedilmiştir. Bu bakımdan alınan polip patolojiye gönderilir ve sonuca göre değerlendirilir.Bağırsak polip ameliyatı riskleri nelerdir?Polip için yapılan kolonoskopik işlemlerden sonra hastalarda, işlem yerinden kanama en önemli gelişebilecek komplikasyondur. Bu komplikasyon durumunda yine kolonoskopik işlemlerle kanama durdurulabilir. Diğer görülebilecek komplikasyonlar; enfeksiyon, perforasyondur.(barsak delinmesi)Safra kesesinde polip nedir?Safra kesesi polipleri, safra kesesinin iç astarından dışarı çıkan anormal doku büyümeleridir. Çoğu iyi huylu olan ve genellikle belirti göstermeyen safra kesesi polipleri, iltihaplanma, aşırı kolesterol birikimi veya anormal hücre büyümesinden kaynaklanabilir.Polip ameliyatından sonra takip nasıl yapılmalıdır?Hiperplastik polipler dışında neoplastik olmayan poliplerde düzenli takip gerekli değildir.Adenomatöz polip gibi riskli poliplerin varlığı kolon kanseri oluşma ihtimalini artırmaktadır. Risk; çıkartılan adenom poliplerin büyüklüğüne, sayısına ve özelliklerine göre değişmektedir. Alınan polipte displazi var ama ağır displazi veya invaziv karsinom yoksa 1 yıl sonra kontrol kolonoskopi önerilir. Kolon tamamen temiz, yeni polip tespit edilmezse ilk kontrol 3 yıl sonra Bu kolonoskopide patoloji saptanmazsa kontroller 5 yıl arayla yapılabilir. Kontroller esnasında yeni bir adenom tespit edilirse bu yapılan takip protokolü sıfırlanır ve en başa tekrar dönülür.Polip oluşumunu engellemek için neler yapılmalıdır?Aspirin, ibuprofen, selekoksib gibi anti-inflamatuar ilaçların kullanılmasının polip oluşmasını engellediği ile ilgili birçok çalışma bulunmaktadır. Aspirin, poliplerin oluşumunu% 30 - % 50 oranında azalttığına yönelik çalışmalar vardır. Ancak uygun olmayan dozlarda aspirin kullanılmasının yan etkileri olabileceği de unutulmamalıdır.Polip oluşumunu engellemek ve polip oluşma ihtimalini azaltmak için beslenme ve yaşan tarzında düzenlemelere gitmek olumlu sonuçlar verebilmektedir. Kırmızı eti azaltarak meyve, sebze ağırlıklı beslenmek Düzenli fiziksel aktivite Sigara ve alkol tüketiminden uzak durmak Kilo kontrolünü sağlamak polip oluşma riskini azaltmaktadır.Kolon polipleri ile diyet alışkanlığı arasındaki ilişki nasıldır?Yapılan çalışmalarda çevresel faktörlerin, özellikle diyet alışkanlıklarının kolon polip gelişmesinde önemli rolü olduğu vurgulanmıştır. Kolon poliplerinin gelişmesinde diyet alışkanlıklarının ne derecede önemli olduğu halen tam olarak kanıtlanmış değildir. Yapılan birçok çalışmada sebze, meyve, C vitamini, kalsiyum desteği ve tahılların koruyucu rolü olduğu bulunmuş, et ve yağlı yiyeceklerin riski arttırdığı tespit edilmiştir.Bazı besinleri sınırlandırmak genel sağlık bakımından faydalı olacağı gibi polip geliştirme ihtimalini azaltabilmektedir. Kızarmış gıdalar gibi yağlı yiyecekler Kırmızı et Salam, sosis gibi işlenmiş gıdalar
Polip Nedir?Polipler, vücudun bir yüzeyinden, genellikle mukoza zarından dışarı doğru uzanan bir doku büyümesidir. Genelde iyi huylu olsalarda kanser gibi hızla bölünen hücrelerde büyüdükleri ve anormal hücre büyümelerine bağlı oluştukları için kötü huylu olarak dönüşebilirler. Poliplerin oluştuğu en yaygın yerler kolon ve/veya rektum, burun, mide ve rahmin iç duvarıdır.Başlıca belirtileri rektal kanama, dışkıda kanama, karın ağrısı, yorgunluk, nefes darlığı ve kansızlık olan polip belirtileri vücutta meydana geldiği organ ve dokulara bağlı olarak farklı belirtiler de ortaya çıkarabilir. Genetik, yaş faktörü, sigara tüketimi, hareketsiz bir yaşam ve stres, yaygın polip nedenleri arasındadır. Polip Belirtileri Nelerdir?Özellikle kalın bağırsak polipleri hiçbir belirti vermeyebilir. Birçok polip rutin kontroller sırasında tesadüfen fark edilir.Bu bilgiler ışığında en sık görülen polip çeşidi olan bağırsak polipi belirtileri şöyledir;Bu belirtilerin yaşanması kişide polip veya poliplerin neden olduğu kolon kanseri olduğu anlamına gelmemektedir. Hemoroid veya kullanılan bazı ilaçlar da benzer belirtiler verir. Emin olmak için bir uzmana başvurmak yaşanabilecek ciddi sağlık sorunlarının önüne geçmek ve erken teşhis için önemlidir.Polip Neden Olur?Poliplerin neden oluştuğu tam olarak bilinememekle birlikte genetik, 50 yaş üstü olmak, obezite, sigara tüketimi, hareketin olmadığı bir yaşam ve stres gibi faktörler polip oluşumuna yol açabilir. Her yaş ve cinsiyetten kişide görülebilen poliplerin oluşmasında etkili risk faktörleri şunlardır:Polip Çeşitleri Nelerdir?Kalın bağırsak, rahim, burun ve midede meydana gelen polipler başlıca polip çeşitleri arasında gösterilir. Bu polipler, ortaya çıktığı lokasyona bağlı olarak farklı belirtiler ortaya çıkarabilir. Kalın bağırsak polipleriKalın bağırsak polipleri, bağırsak kanalının iç yüzeyinden yükselen anormal büyümeler olarak değerlendirilir. Bağırsak polipleri genellikle zararsız ve iyi huyludur ancak ihmal edilen ve ilerleyip büyüyen polipler ileride kanser başta olmak üzere çok daha ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir.Rektal kanama, bağırsak işleyişinde değişim, dışkıda kanama, kramplı karın ağrısı ve demir eksikliği anemisi kalın bağırsak poliplerinin belirtileri arasındadır.Rahimde polip (Endometrial polip)Rahim polipleri, rahmin iç duvarına yapışıp rahmin içine doğru genişleyen anormal hücre büyümeleridir. Endometriyal polipler olarak da bilinen rahim polipleri, rahim iç tabakasındaki (endometriyum) hücrelerin aşırı büyümesi sonucu meydana gelir. Bu polipler genellikle iyi huyludur ancak tedavi edilmezse zamanla kansere dönüşme potansiyeli taşır.Burun polipleriNazal polipler olarak da bilinen burun polipleri, burnun iç kısmında ve sinüslerde tahriş ve şişlikle ortaya çıkan doku büyümeleridir. Küçük polipler herhangi bir semptom doğurmazken büyüyen poliplerde burun tıkanıklığı yaşanabilir. Nefes almada güçlük, koku alamama ve enfeksiyon da burun poliplerinin sebep olabileceği durumlardır.Kolon polipleriKolon astarında oluşan küçük hücre kümeleri olan kolon poliplerinin çoğu zararsız ve iyi huyludur. Ancak zamanla bazı kolon polipleri kolon kanserine dönüşebilir. Bunu önlemek için erken teşhis önemlidir.Polip Nasıl Teşhis Edilir?Kolon polipleri çeşitli şekillerde belirlenebilir. Vücutta meydana geldiği yere bağlı olarak tarama testleri, poliplerin kanserli hale gelmeden önce tespit edilmesinde önemli bir rol oynar.Tarama yöntemleri:Polip Tedavisi ve Polip AmeliyatıBağırsak polipleri belirlendiği zaman çıkartılması gerekmektedir. Polipin çeşit ve sayısına göre yapılan işlem değişebilmektedir. Eğer poliplerle birlikte enfeksiyon görülüyorsa antibiyotik tedavisi uygulanır. Polipler ilaç tedavisine yanıt vermiyorsa cerrahi müdahaleye gerek duyulur. Polip ameliyatıVücutta tehlike arz eden ve kansere dönüşme riski bulunan polipler için uygulanan cerrahi işleme polip ameliyatı denir. Kapalı veya açık bir şekilde yapılabilen polip ameliyatı, poliplerin vücuttaki konumları ve boyutlarına göre belirlenir ve tehdit olarak algılanan polipler cerrahi operasyonla alınır. Genel anestezi yöntemiyle yapılan polip ameliyatları sonrası kişi birkaç gün içinde normal hayatına döner.Polip Hakkında Sık Sorulan SorularBağırsak polip çeşitleri nelerdir?Bağırsak poliplerinin iki ana türü bulunmaktadır.Adenomatöz polipler: Kalın bağırsakta görülen poliplerin büyük bir çoğunluğu adenom veya adenomatöz tipte poliplerdir. Adenom tipi polipler kolon kanserinin en yaygın nedenleri arasındadır. Adenomların kansere dönüşme riski büyüklüğüyle polip sayısıyla ilgilidir. Mikroskop altında incelenen birçok polip kanser olmasa bile ilerde kansere dönüşebilmektedir. Adenom polipler mikroskop altındaki görünümlerine göre;Hiperplastik polipler: En sık görülen ikinci kolon polip türü hiperplastik poliptir. Genellikle kanser oluşumuna neden olmazlar. Çapları genellikle 0.5 cm. den küçüktür. Bu poliplerin belirlenip adenom poliplerden ayırt edilmesi önemlidir.Polip görüntüsü nasıldır?Kalın bağırsak polipleri mikroskop altında incelendiğinde farklı görünebilirler. Mantar gibi görünen, ince bir sap ile kolonun iç kısmına bağlanan polip görünümlerinin haricinde sapsız geniş tabanlı polip görünümleri bulunmaktadır. Mikroskop altında tamamen düz görünen poliplerde bulunmaktadır. Genellikle mikroskop altındaki polip görüntüsü;Kalın bağırsak polipleri ne kadar yaygındır?Kolon polipleri çok yaygın görülebilir. Yaşlanmayla birlikte görülme oranı da artmaktadır. Kalın bağırsağında polip olan bir kişinin bağırsağın başka bir bölgesinde de ek polip olma veya ileride başka polip oluşma ihtimali vardır. Kalın bağırsak polipleri erkeklerde ve yaşlılarda daha fazla görülmektedir.Polipler kansere neden olur mu?Kalın bağırsak poliplerinin bazıları müdahale edilmezle ileride kolon kanseri oluşumuna neden olabilir. Polipin kanser olma riski; polipin tipi ve polip sayısına göre değişmektedir. Kanserli olmayan kalın bağırsak polipleri zamanla genetik materyallerindeki değişikler sonunda kanserli hale gelebilir. Kontrol edilemeyen şekilde bölünmeye başlayan hücreler daha büyük poliplerin oluşmasına zemin hazırlayabilir.Bağırsak polip ameliyatı kaç saat sürer?Kolonda tespit edilen polipler kolonoskopi eşliğinde aynı seansta alınabilir ve bu işlemlerin ortalama süresi polip sayısına bağlı olarak yarım saatten 1 saate kadar sürebilir.Bağırsak polip ameliyatı olanlar nelere dikkat etmelidir?Polip tedavisinden sonra hastalar bazı belirtilere dikkat etmeleri gerekir.Bağırsak polipleri alındıktan sonra tekrarlar mı?Polipte temel yaklaşım kolonoskopik olarak tespit edilen polibin total olarak alınmasıdır, polipten biyopsi alınma uygulaması terkedilmiştir. Bu bakımdan alınan polip patolojiye gönderilir ve sonuca göre değerlendirilir.Bağırsak polip ameliyatı riskleri nelerdir?Polip için yapılan kolonoskopik işlemlerden sonra hastalarda, işlem yerinden kanama en önemli gelişebilecek komplikasyondur. Bu komplikasyon durumunda yine kolonoskopik işlemlerle kanama durdurulabilir. Diğer görülebilecek komplikasyonlar; enfeksiyon, perforasyondur.(barsak delinmesi)Safra kesesinde polip nedir?Safra kesesi polipleri, safra kesesinin iç astarından dışarı çıkan anormal doku büyümeleridir. Çoğu iyi huylu olan ve genellikle belirti göstermeyen safra kesesi polipleri, iltihaplanma, aşırı kolesterol birikimi veya anormal hücre büyümesinden kaynaklanabilir.Polip ameliyatından sonra takip nasıl yapılmalıdır?Hiperplastik polipler dışında neoplastik olmayan poliplerde düzenli takip gerekli değildir.Adenomatöz polip gibi riskli poliplerin varlığı kolon kanseri oluşma ihtimalini artırmaktadır. Risk; çıkartılan adenom poliplerin büyüklüğüne, sayısına ve özelliklerine göre değişmektedir.Polip oluşumunu engellemek için neler yapılmalıdır?Aspirin, ibuprofen, selekoksib gibi anti-inflamatuar ilaçların kullanılmasının polip oluşmasını engellediği ile ilgili birçok çalışma bulunmaktadır. Aspirin, poliplerin oluşumunu% 30 - % 50 oranında azalttığına yönelik çalışmalar vardır. Ancak uygun olmayan dozlarda aspirin kullanılmasının yan etkileri olabileceği de unutulmamalıdır.Polip oluşumunu engellemek ve polip oluşma ihtimalini azaltmak için beslenme ve yaşan tarzında düzenlemelere gitmek olumlu sonuçlar verebilmektedir.Kolon polipleri ile diyet alışkanlığı arasındaki ilişki nasıldır?Yapılan çalışmalarda çevresel faktörlerin, özellikle diyet alışkanlıklarının kolon polip gelişmesinde önemli rolü olduğu vurgulanmıştır. Kolon poliplerinin gelişmesinde diyet alışkanlıklarının ne derecede önemli olduğu halen tam olarak kanıtlanmış değildir. Yapılan birçok çalışmada sebze, meyve, C vitamini, kalsiyum desteği ve tahılların koruyucu rolü olduğu bulunmuş, et ve yağlı yiyeceklerin riski arttırdığı tespit edilmiştir.Bazı besinleri sınırlandırmak genel sağlık bakımından faydalı olacağı gibi polip geliştirme ihtimalini azaltabilmektedir. | 8,664 |
564 | Hastalıklar | Prosopagnozi (Yüz Körlüğü) | Bazen birini görürsünüz ve nereden tanıdığınızı hatırlayamazsınız. Bu durum genellikle normal olarak nitelendiriliyor ancak bazı bireyler kardeşini, eşini ya da annesini tanıyamayacak duruma gelebiliyor. Bunun nedeni prosopagnozi adı verilen nörolojik bir problem olabiliyor. Bu rahatsızlık zaman zaman filmlere, dizilere konu oluyor bazen de ünlü isimlerle gündeme geliyor. Hafıza zayıflığı ile de karıştırılabilen prosopagnozi kişinin aynadaki görüntüsünü tanıyamama durumuna bile neden olabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Nöroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Dilek Necioğlu Örken, Prosopagnozi hakkında bilgi verdi.Bazen birini görürsünüz ve nereden tanıdığınızı hatırlayamazsınız. Bu durum genellikle normal olarak nitelendiriliyor ancak bazı bireyler kardeşini, eşini ya da annesini tanıyamayacak duruma gelebiliyor. Bunun nedeni prosopagnozi adı verilen nörolojik bir problem olabiliyor. Bu rahatsızlık zaman zaman filmlere, dizilere konu oluyor bazen de ünlü isimlerle gündeme geliyor. Hafıza zayıflığı ile de karıştırılabilen prosopagnozi kişinin aynadaki görüntüsünü tanıyamama durumuna bile neden olabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Nöroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Dilek Necioğlu Örken, Prosopagnozi hakkında bilgi verdi.
Prosopagnozi Nedir?Agnozi beyin hastalığı sonucunda ortaya çıkan, bir şeyin tanınmasındaki bozukluktur. Bu bozukluk tek tek duyu biçimlerine hastır. Görsel, işitsel ya da dokunma agnozileri vardır. Ancak bir kişide agnoziden bahsedebilmek için tanımayı sağlayacak temel duyu girişinin sağlam olması gerekir. Örneğin görme agnozisinden bahsetmek için kişinin görmesinin normal olması gerekir. Prosopagnozi de daha önceden bilinen yüzleri tanınama ve yeni yüzleri öğrenme yeteneğinin kaybı ile seyreden bir görsel agnozi türüdür. Yunanca prosopon (yüz) ve gnosis (bilgi) kelimelerinden türemiştir. Prosopagnozi Belirtileri Nelerdir?Prosopagnozisi olan kişiler genellikle aile üyelerini, yakın arkadaşları ve hatta kendilerini tanımakta zorluk çeker. İnsan beyninde yüz tanıma ile özel bir bölüm bulunmaktadır. Onun için herkesin bulutlara, kahve falına, dağlara, desenlere baktığında bir anlam ifade etmeyecek şekilleri insan yüzüne benzetme eğilimi vardır. Ancak prospagonzi hastalarında bu özellik olmaz. Bu sebeple de prosopagnozi ciddi sosyal problemler yaratabilir.Yüz körlüğünde ortaya çıkan belirtiler şöyledir: Yüz tanıma problemi Yaşamdan sahneler veya nesnelerle ilgili tanıma bozukluğu Nesnelerin kendisiyle ilgili geçmişini hatırlayamama Dizi veya filmlerin konularını takip etmekte zorlanmaYüz körlüğünde yaşamdan sahneler, arabalar ve yüzdeki duygu ifadeleri gibi diğer kategorileri etkileyen tanıma bozukluklarına eşlik edebilir, ancak yüz tanıma tek başına da görülür. Hastalar, insan yüzünün bir insan yüzü olduğunu bilmektedirler. Hatta insan yüzünde kulaklar, burun ya da ağzı işaretle gösterirler. Prosopagnozikler çevredeki herhangi bir nesneyi tanıyabilirler. Örneğin kalemi, elbiseyi, arabayı tanıyabilir ama kendilerinin o nesne ile geçmişteki ilişkilerini bilemezler. Yani o nesnenin kendilerine ait olup olmadığına karar veremezler ya da belirli bir arabanın markasını söyleyemezler. Prosopagnozili kişilerin en yaygın şikayetlerinden biri, televizyon şovlarının ve filmlerin konularını takip etmekte zorlanmalarıdır. Çünkü karakterlerin kimliğini takip edemezler.Prosopagnozi Neden Olur?Yapılan çalışmalara göre kalıtımsal bir hastalık olabileceği bilinmektedir. Bazen de felç, beyin hasarı veya bazı nörodejeneratif hastalıklardan kaynaklanabilir. Bazı kişiler, doğuştan bir bozukluk olarak yüz körlüğü ile doğarlar. Bu durumlarda, ailelerde olduğu gibi genetik bir bağlantı olabileceği de düşünülür. Bu sorunun otizmle de ilişkisi olabileceği söylenir ama otizmin standart bir belirtisi değildir. Yüz körlüğünün görme bozukluğu, öğrenme güçlükleri veya hafıza kaybından kaynaklanmadığını belirtmek önemlidir. Kişiyi hatırlayamamanın bir hafıza probleminin aksine, yüzleri tanıma ile ilgili özel bir problemdir.Prosopagnozi Nasıl Teşhis Edilir?Nöroloji uzmanı hastalardan öncelikle bir anamnez yani hasta öyküsü alır ve nörolojik muayenesini gerçekleştirir. Prosopagnozi tanısı mental durumun nöropsikolojik testler ile değerlendirilmesi sonucunda konulur. Görsel algıyı sınayan pek çok test vardır.Prosopagnozi Nasıl Tedavi Edilir?Prosopagnozinin belirli bir tedavisi yoktur. Prosopagnostikler genellikle "parça parça" veya "özelliklere göre" tanıma stratejilerini kullanmayı öğrenirler. Bu, giyim, yürüyüş, saç rengi, vücut şekli, hal ve tavır ve ses gibi ikincil ipuçlarını içerir. Ancak bu stratejiler her zaman işe yaramaz ve prosopagnozisi olan bir kişi, beklenmedik bir ortamda tanıdığı biriyle karşılaştığında ya da dış görünüşte değişiklikler olduğunda yine tanıma güçlüğü yaşayabilir.Yüz Körlüğü Hakkında Sık Sorulan SorularYüz hafızası zayıflığı ile yüz körlüğü arasındaki farklar nedir?Yüz tanıma yeteneği, normalde de kişiden kişiye büyük ölçüde değişir. Bazı insanlar gerçekten iyidir, diğerlerinin ise yüz hafızaları zayıftır ve çoğu insan bu aşırı iki uç arasında bir yerdedir. Gelişimsel prosopagnozisi olan insanlar, yüz tanıma yetenekleri açısından alt sınırdadırlar. Dağılımın diğer ucunda, olağanüstü derecede iyi yüz tanıma özelliğine sahip süper tanıyıcılar vardır. Edinsel yüz körlüğü ise bir beyin hastalığıdır.Prosopagnozi hastalığı bireyin günlük yaşamında ne gibi etkilere neden olabilir? Yüz, akılda tutmada önemli bir tanımlayıcı özellik olarak işlev gördüğü için, bu durumdaki kişilerin insanlarla ilgili bilgileri takip etmesi ve başkalarıyla normal şekilde sosyalleşmesi zor olabilir. Prosopagnozisi olan bir kişi, sosyal etkileşimden kaçınabilir ve bu nedenle sosyal anksiyete bozukluğu geliştirebilir. Ayrıca ilişki kurmakta zorluk çekebilir veya kariyerleriyle ilgili sorunlar yaşayabilirler. Depresyon bu kişilerde yaygındır.Prosopagnozi türleri nelerdir?Edinilmiş prosopagnoziler beyin damar hastalıklarında, tümörlerde, bazı epilepsi nöbetlerinde, enfeksiyonlarda, demansta, hipokside, karbon monoksit zehirlenmesinde, kafa travmalarında görülebilir. İnme ya da travma gibi durumlarda aniden ortaya çıkabildiği gibi demans ve tümör gibi durumlarda yavaş da gelişebilir. Genellikle beyinde iki yanlı oksipito-parietal yapısal hasar sonucunda görülür. Gelişimsel prosopagnozide ise birey, yüzleri tanıma yeteneğini hiçbir zaman yeterince geliştirmez. Doğuştan olduğunda farkına bile varılamayabilir. Biraz önce söylediğim gibi bu türünde kalıtımsal özellikler olabilir.Prosopagnozi görülme sıklığı nedir?Yeni çalışmalar İngiltere’de nüfusun yaklaşık %2.5’unda kalıtımsal bir formun olabileceğini göstermektedir. Hatta çok daha hafif bir haliyle bu oranın %10’a kadar çıktığını iddia eden çalışmalar bulunmaktadır. En sık rastlanan yakınma, filmlerdeki karakterleri takip edememedir. Ancak yine de prosopagnozinin yaygınlaştığı ya da giderek arttığını söylemek mümkün değildir.
Prosopagnozi Nedir?Agnozi beyin hastalığı sonucunda ortaya çıkan, bir şeyin tanınmasındaki bozukluktur. Bu bozukluk tek tek duyu biçimlerine hastır. Görsel, işitsel ya da dokunma agnozileri vardır. Ancak bir kişide agnoziden bahsedebilmek için tanımayı sağlayacak temel duyu girişinin sağlam olması gerekir. Örneğin görme agnozisinden bahsetmek için kişinin görmesinin normal olması gerekir. Prosopagnozi de daha önceden bilinen yüzleri tanınama ve yeni yüzleri öğrenme yeteneğinin kaybı ile seyreden bir görsel agnozi türüdür. Yunanca prosopon (yüz) ve gnosis (bilgi) kelimelerinden türemiştir. Prosopagnozi Belirtileri Nelerdir?Prosopagnozisi olan kişiler genellikle aile üyelerini, yakın arkadaşları ve hatta kendilerini tanımakta zorluk çeker. İnsan beyninde yüz tanıma ile özel bir bölüm bulunmaktadır. Onun için herkesin bulutlara, kahve falına, dağlara, desenlere baktığında bir anlam ifade etmeyecek şekilleri insan yüzüne benzetme eğilimi vardır. Ancak prospagonzi hastalarında bu özellik olmaz. Bu sebeple de prosopagnozi ciddi sosyal problemler yaratabilir.Yüz körlüğünde ortaya çıkan belirtiler şöyledir:Yüz körlüğünde yaşamdan sahneler, arabalar ve yüzdeki duygu ifadeleri gibi diğer kategorileri etkileyen tanıma bozukluklarına eşlik edebilir, ancak yüz tanıma tek başına da görülür. Hastalar, insan yüzünün bir insan yüzü olduğunu bilmektedirler. Hatta insan yüzünde kulaklar, burun ya da ağzı işaretle gösterirler. Prosopagnozikler çevredeki herhangi bir nesneyi tanıyabilirler. Örneğin kalemi, elbiseyi, arabayı tanıyabilir ama kendilerinin o nesne ile geçmişteki ilişkilerini bilemezler. Yani o nesnenin kendilerine ait olup olmadığına karar veremezler ya da belirli bir arabanın markasını söyleyemezler. Prosopagnozili kişilerin en yaygın şikayetlerinden biri, televizyon şovlarının ve filmlerin konularını takip etmekte zorlanmalarıdır. Çünkü karakterlerin kimliğini takip edemezler.Prosopagnozi Neden Olur?Yapılan çalışmalara göre kalıtımsal bir hastalık olabileceği bilinmektedir. Bazen de felç, beyin hasarı veya bazı nörodejeneratif hastalıklardan kaynaklanabilir. Bazı kişiler, doğuştan bir bozukluk olarak yüz körlüğü ile doğarlar. Bu durumlarda, ailelerde olduğu gibi genetik bir bağlantı olabileceği de düşünülür. Bu sorunun otizmle de ilişkisi olabileceği söylenir ama otizmin standart bir belirtisi değildir. Yüz körlüğünün görme bozukluğu, öğrenme güçlükleri veya hafıza kaybından kaynaklanmadığını belirtmek önemlidir. Kişiyi hatırlayamamanın bir hafıza probleminin aksine, yüzleri tanıma ile ilgili özel bir problemdir.Prosopagnozi Nasıl Teşhis Edilir?Nöroloji uzmanı hastalardan öncelikle bir anamnez yani hasta öyküsü alır ve nörolojik muayenesini gerçekleştirir. Prosopagnozi tanısı mental durumun nöropsikolojik testler ile değerlendirilmesi sonucunda konulur. Görsel algıyı sınayan pek çok test vardır.Prosopagnozi Nasıl Tedavi Edilir?Prosopagnozinin belirli bir tedavisi yoktur. Prosopagnostikler genellikle "parça parça" veya "özelliklere göre" tanıma stratejilerini kullanmayı öğrenirler. Bu, giyim, yürüyüş, saç rengi, vücut şekli, hal ve tavır ve ses gibi ikincil ipuçlarını içerir. Ancak bu stratejiler her zaman işe yaramaz ve prosopagnozisi olan bir kişi, beklenmedik bir ortamda tanıdığı biriyle karşılaştığında ya da dış görünüşte değişiklikler olduğunda yine tanıma güçlüğü yaşayabilir.Yüz Körlüğü Hakkında Sık Sorulan SorularYüz hafızası zayıflığı ile yüz körlüğü arasındaki farklar nedir?Yüz tanıma yeteneği, normalde de kişiden kişiye büyük ölçüde değişir. Bazı insanlar gerçekten iyidir, diğerlerinin ise yüz hafızaları zayıftır ve çoğu insan bu aşırı iki uç arasında bir yerdedir. Gelişimsel prosopagnozisi olan insanlar, yüz tanıma yetenekleri açısından alt sınırdadırlar. Dağılımın diğer ucunda, olağanüstü derecede iyi yüz tanıma özelliğine sahip süper tanıyıcılar vardır. Edinsel yüz körlüğü ise bir beyin hastalığıdır.Prosopagnozi hastalığı bireyin günlük yaşamında ne gibi etkilere neden olabilir? Yüz, akılda tutmada önemli bir tanımlayıcı özellik olarak işlev gördüğü için, bu durumdaki kişilerin insanlarla ilgili bilgileri takip etmesi ve başkalarıyla normal şekilde sosyalleşmesi zor olabilir. Prosopagnozisi olan bir kişi, sosyal etkileşimden kaçınabilir ve bu nedenle sosyal anksiyete bozukluğu geliştirebilir. Ayrıca ilişki kurmakta zorluk çekebilir veya kariyerleriyle ilgili sorunlar yaşayabilirler. Depresyon bu kişilerde yaygındır.Prosopagnozi türleri nelerdir?Edinilmiş prosopagnoziler beyin damar hastalıklarında, tümörlerde, bazı epilepsi nöbetlerinde, enfeksiyonlarda, demansta, hipokside, karbon monoksit zehirlenmesinde, kafa travmalarında görülebilir. İnme ya da travma gibi durumlarda aniden ortaya çıkabildiği gibi demans ve tümör gibi durumlarda yavaş da gelişebilir. Genellikle beyinde iki yanlı oksipito-parietal yapısal hasar sonucunda görülür. Gelişimsel prosopagnozide ise birey, yüzleri tanıma yeteneğini hiçbir zaman yeterince geliştirmez. Doğuştan olduğunda farkına bile varılamayabilir. Biraz önce söylediğim gibi bu türünde kalıtımsal özellikler olabilir.Prosopagnozi görülme sıklığı nedir? | 4,634 |
565 | Hastalıklar | Progeria (Erken Yaşlanma) | Hutchinson-Gilford sendromu olarak da adlandırılan progeria, çocuklarda hızlı ve erken yaşlanmaya sebep olan ve nadir görülen genetik bir hastalıktır. Hücrelerdeki genetik bir mutasyonun neden olduğu progeria hastalığı, çocuklarda saç dökülmesi, yaşlı-kırışık cilt ve belirgin büyük gözler gibi belirtilerle ortaya çıkar. Genellikle ölümcül bir hastalık olan progeria’da hastanın kalp krizi veya felç yaşama riski yüksektir. Bilinen bir tedavisi bulunmayan progeria hastalığında uygulanan tedavi seçenekleri ve ilaçlar hastalığın şiddetini ve semptomlarını hafifletmeye yöneliktir.Hutchinson-Gilford sendromu olarak da adlandırılan progeria, çocuklarda hızlı ve erken yaşlanmaya sebep olan ve nadir görülen genetik bir hastalıktır. Hücrelerdeki genetik bir mutasyonun neden olduğu progeria hastalığı, çocuklarda saç dökülmesi, yaşlı-kırışık cilt ve belirgin büyük gözler gibi belirtilerle ortaya çıkar. Genellikle ölümcül bir hastalık olan progeria’da hastanın kalp krizi veya felç yaşama riski yüksektir. Bilinen bir tedavisi bulunmayan progeria hastalığında uygulanan tedavi seçenekleri ve ilaçlar hastalığın şiddetini ve semptomlarını hafifletmeye yöneliktir.
Progeria (Erken Yaşlanma) Nedir?Hutchinson-Gilford veya erken yaşlanma hastalığı olarak da bilinen progeria, LMNA genindeki bir mutasyon nedeniyle çocuğun hızla yaşlanmasına sebep olan genetik bir hastalıktır. Nadir görülen bir hastalık olan progeria, hızla yaşlanmayla birlikte kalp krizi ve felç gibi riskleri barındırarak kişinin ölümüne sebep olur.Ölüm vakaları çoğunlukla şiddetli ateroskleroz komplikasyonlarının bir sonucu olarak ortaya çıkar. Ateroskleroz durumu, milyonlarca yetişkinin yaşadığı ancak çok daha genç yaştaki bireyleri de etkileyen kalp hastalığının bir faktörüdür.Ateroskleroz, atardamarların duvarlarında plak oluştuğunda ortaya çıkar. Bu durum progeria hastası kişileri daha az elastik hale getirir. Meydana gelen komplikasyonlar kalp krizine veya felce yol açabilir.Adını “yaşlılık” anlamına gelen Yunanca “geras” kelimesinden alan progeria, ilk olarak Dr. Jonathan Hutchinson ve Dr. Hastings Gilford tarafından 1800'lerin sonlarında tanımlanmıştır.Özellikle saç dökülmesi, yaşlı-kırışık bir cilt, belirgin gözler ve orantısız küçük yüz gibi belirtiler gösteren progeria’da çocukların büyüme hızları yavaşlar ve yaşıtlarına göre beklendiği gibi kilo almazlar. Ancak bilinenin aksine bu hastalığa sahip çocuklar genellikle normal bir zekaya sahiptir.Progeria tanısı için çocuğun fiziksel görüntüsü hastalığın belirlenmesi için yeterlidir. Tedavide uygulanan yöntemler ve kullanılan ilaçlar ise yalnızca hastalığın semptomlarını hafifletmeye yöneliktir çünkü progeria hastalığının bilinen bir tedavisi söz konusu değildir.Progeria (Erken Yaşlanma) Neden Olur?Çocukların erken yaşlanması hastalığı olan progeria, Lamin A (LMNA) genindeki bir mutasyon sebebiyle meydana gelir. Bu gen, hücrenin merkezini bir arada tutan bir protein üretir. Progeria ile vücut, progerin adı verilen anormal bir lamin A formu üretir ve bu da hızlı yaşlanmaya yol açar.Bu gen mutasyonunu dışında progeriaya sebep olan herhangi bir risk faktörü bulunmamıştır ve aileden çocuğa geçen bir durumun hastalığa yol açtığı da kabul edilmemiştir.Progeria (Erken Yaşlanma) Belirtileri Nelerdir?Progeria hastalığının gözle görülür fiziksel belirtileri saç dökülmesi, yaşlı ve kırışık bir cilt, gözlerin belirgin bir şekilde ortaya çıkması ve kafayla yüz arasındaki orantısızlıktır.Erken yaşlanma hastalığı olan progeria’nın belirtileri genel olarak şunları içerir: Saç dökülmesi (kellik) Yaşlı ve kırışık cilt Gözlerin belirgin şekilde ortaya çıkması Kafayla yüz arasındaki orantısızlık İnce ve gagalı bir burun Kulakların dışarı çıkması Boy ve kilo artışında yavaşlık Vücutta yağ ve kas kaybı Ses yüksekliği İşitme kaybı Ateroskleroz Kalp hastalıklarıProgeria (Erken Yaşlanma) Nasıl Teşhis Edilir?Progeria hastalığı genellikle çocuğun fiziksel görüntüsünden teşhis edilebilir. Doktor tarafından fiziksel bir muayene yapılarak ve çocuğun semptomlarını incelenerek progeria tanısı konulur. Diğer yandan progeria hastalığını doğrulamak için genetik test yapılması ve çocuktan kan örneği alınması da gerekebilir.Ayrıca çocuklara şu fiziksel ölçümler de yapılabilir: Boy ve kilo ölçümü Ölçümleri bir büyüme eğrisi grafiğine koyma İşitme ve görme testi Kan basıncı da dahil olmak üzere hayati belirtilerin ölçülmesiProgeria (Erken Yaşlanma) Nasıl Tedavi Edilir?Progeria’nın, hastalığı önleyen bilinen bir tedavisi yoktur. Uygulanan yöntemler, kullanılan ilaçlar ve terapiler genellikle hastalığın semptomlarını hafifletmeye yöneliktir. Progeria tedavisinde doktorun verdiği ilaçların kullanılması kalp krizi, felç ve diğer komplikasyonların hafifletilmesi için önemlidir.Bunlarla birlikte kalp hastalığının izlenmesi, düzenli göz ve diş muayeneleri, işitme testleri, cilt sorunlarının takibi ve kemik sağlığının kontrol edilmesi de progeria hastalarının yaşamları boyunca rahat etmeleri açısında kritiktir.Diğer yandan kullanılan ilaçlarla progeria hastası olan çocuğun ortalama yaşam süresinin uzatılması hedeflenir. Ayrıca yaşam süreci boyunca sağlıklı bir gelişim yaşanması için beslenme düzeni, kişisel gelişim ve günlük aktivilerin gerçekleşmesi için fizik tedavi ve terapi yöntemleri uygulanır. Ayrıca su kaybı ihtimaline karşılık progeria hastası çocuğun bol sıvı tüketmesi de önem arz eden konulardandır.Progeria (Erken Yaşlanma) Hakkında Sık Sorulan SorularProgeria hastalığı olanlar ne kadar yaşar?Çocuklarda erken ölüme neden olan progeria hastaları genellikle 13-14 yıl yaşarlar. Ancak bazı çocukların 20 yaşına kadar da yaşadığı görülmüştür. Çoğunlukla ölüm nedeni kalp krizi ve felç olarak kayıtlara geçer.Progeria kalıtsal mı?Progeria hastalığı ebeveynlerden çocuklara geçmez ve kalıtsal değildir.Progeria nasıl anlaşılır?Progeria fiziksel olarak saç dökülmesi, yaşlı görünümlü bir cilt ve belirgin gözlerin ortaya çıkmasıyla birlikte anlaşılır.
Progeria (Erken Yaşlanma) Nedir?Hutchinson-Gilford veya erken yaşlanma hastalığı olarak da bilinen progeria, LMNA genindeki bir mutasyon nedeniyle çocuğun hızla yaşlanmasına sebep olan genetik bir hastalıktır. Nadir görülen bir hastalık olan progeria, hızla yaşlanmayla birlikte kalp krizi ve felç gibi riskleri barındırarak kişinin ölümüne sebep olur.Ölüm vakaları çoğunlukla şiddetli ateroskleroz komplikasyonlarının bir sonucu olarak ortaya çıkar. Ateroskleroz durumu, milyonlarca yetişkinin yaşadığı ancak çok daha genç yaştaki bireyleri de etkileyen kalp hastalığının bir faktörüdür.Ateroskleroz, atardamarların duvarlarında plak oluştuğunda ortaya çıkar. Bu durum progeria hastası kişileri daha az elastik hale getirir. Meydana gelen komplikasyonlar kalp krizine veya felce yol açabilir.Adını “yaşlılık” anlamına gelen Yunanca “geras” kelimesinden alan progeria, ilk olarak Dr. Jonathan Hutchinson ve Dr. Hastings Gilford tarafından 1800'lerin sonlarında tanımlanmıştır.Özellikle saç dökülmesi, yaşlı-kırışık bir cilt, belirgin gözler ve orantısız küçük yüz gibi belirtiler gösteren progeria’da çocukların büyüme hızları yavaşlar ve yaşıtlarına göre beklendiği gibi kilo almazlar. Ancak bilinenin aksine bu hastalığa sahip çocuklar genellikle normal bir zekaya sahiptir.Progeria tanısı için çocuğun fiziksel görüntüsü hastalığın belirlenmesi için yeterlidir. Tedavide uygulanan yöntemler ve kullanılan ilaçlar ise yalnızca hastalığın semptomlarını hafifletmeye yöneliktir çünkü progeria hastalığının bilinen bir tedavisi söz konusu değildir.Progeria (Erken Yaşlanma) Neden Olur?Çocukların erken yaşlanması hastalığı olan progeria, Lamin A (LMNA) genindeki bir mutasyon sebebiyle meydana gelir. Bu gen, hücrenin merkezini bir arada tutan bir protein üretir. Progeria ile vücut, progerin adı verilen anormal bir lamin A formu üretir ve bu da hızlı yaşlanmaya yol açar.Bu gen mutasyonunu dışında progeriaya sebep olan herhangi bir risk faktörü bulunmamıştır ve aileden çocuğa geçen bir durumun hastalığa yol açtığı da kabul edilmemiştir.Progeria (Erken Yaşlanma) Belirtileri Nelerdir?Progeria hastalığının gözle görülür fiziksel belirtileri saç dökülmesi, yaşlı ve kırışık bir cilt, gözlerin belirgin bir şekilde ortaya çıkması ve kafayla yüz arasındaki orantısızlıktır.Erken yaşlanma hastalığı olan progeria’nın belirtileri genel olarak şunları içerir:Progeria (Erken Yaşlanma) Nasıl Teşhis Edilir?Progeria hastalığı genellikle çocuğun fiziksel görüntüsünden teşhis edilebilir. Doktor tarafından fiziksel bir muayene yapılarak ve çocuğun semptomlarını incelenerek progeria tanısı konulur. Diğer yandan progeria hastalığını doğrulamak için genetik test yapılması ve çocuktan kan örneği alınması da gerekebilir.Ayrıca çocuklara şu fiziksel ölçümler de yapılabilir:Progeria (Erken Yaşlanma) Nasıl Tedavi Edilir?Progeria’nın, hastalığı önleyen bilinen bir tedavisi yoktur. Uygulanan yöntemler, kullanılan ilaçlar ve terapiler genellikle hastalığın semptomlarını hafifletmeye yöneliktir. Progeria tedavisinde doktorun verdiği ilaçların kullanılması kalp krizi, felç ve diğer komplikasyonların hafifletilmesi için önemlidir.Bunlarla birlikte kalp hastalığının izlenmesi, düzenli göz ve diş muayeneleri, işitme testleri, cilt sorunlarının takibi ve kemik sağlığının kontrol edilmesi de progeria hastalarının yaşamları boyunca rahat etmeleri açısında kritiktir.Diğer yandan kullanılan ilaçlarla progeria hastası olan çocuğun ortalama yaşam süresinin uzatılması hedeflenir. Ayrıca yaşam süreci boyunca sağlıklı bir gelişim yaşanması için beslenme düzeni, kişisel gelişim ve günlük aktivilerin gerçekleşmesi için fizik tedavi ve terapi yöntemleri uygulanır. Ayrıca su kaybı ihtimaline karşılık progeria hastası çocuğun bol sıvı tüketmesi de önem arz eden konulardandır.Progeria (Erken Yaşlanma) Hakkında Sık Sorulan SorularProgeria hastalığı olanlar ne kadar yaşar?Çocuklarda erken ölüme neden olan progeria hastaları genellikle 13-14 yıl yaşarlar. Ancak bazı çocukların 20 yaşına kadar da yaşadığı görülmüştür. Çoğunlukla ölüm nedeni kalp krizi ve felç olarak kayıtlara geçer.Progeria kalıtsal mı?Progeria hastalığı ebeveynlerden çocuklara geçmez ve kalıtsal değildir.Progeria nasıl anlaşılır?Progeria fiziksel olarak saç dökülmesi, yaşlı görünümlü bir cilt ve belirgin gözlerin ortaya çıkmasıyla birlikte anlaşılır. | 3,834 |
566 | Hastalıklar | Prostat İltihabı (Prostatit) | Prostat iltihabı (prostatit) genellikle bir bakteri ile ilişkili olarak prostat bezinin iltihaplanmasıyla ortaya çıkıyor. Prostatit genellikle ağrılı veya zor idrara çıkma, kasık, pelvik bölge veya cinsel organlarda ağrıya neden oluyor. Tedavi edilmediği takdirde ciddi sorunlara neden olabilen prostatit genellikle cinsel olarak aktif erkeklerde görülüyor. Memorial Antalya Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Op. Dr. Egemen İşgören, prostat iltihabı hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.Prostat iltihabı (prostatit) genellikle bir bakteri ile ilişkili olarak prostat bezinin iltihaplanmasıyla ortaya çıkıyor. Prostatit genellikle ağrılı veya zor idrara çıkma, kasık, pelvik bölge veya cinsel organlarda ağrıya neden oluyor. Tedavi edilmediği takdirde ciddi sorunlara neden olabilen prostatit genellikle cinsel olarak aktif erkeklerde görülüyor. Memorial Antalya Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Op. Dr. Egemen İşgören, prostat iltihabı hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.
Prostat iltihabı (prostatit) nedir?Ceviz büyüklüğündeki prostat bezi erkeklerde mesanenin hemen altında bulunur. İdrarı mesaneden (üretra) boşaltan tüpün üst kısmını çevreler. Prostat ve diğer cinsiyet bezleri, boşalma sırasında spermi (meni) taşıyan sıvıyı üretir.Prostat iltihabı (prostatit) prostat bezinin iltihaplanarak şişmesine denir. Hasta için ağrılı bir süreç olabilir ancak genellikle sonunda iyileşir. Prostatit her yaşta ortaya çıkabilir.Prostat iltihabı (prostatit) neden olur?Akut prostatit genellikle idrar yolundaki bakteriler prostata girdiğinde ortaya çıkar. İdrar yolu mesaneyi, böbrekleri, böbrekleri mesaneye bağlayan tüpleri (üreterler) ve üretrayı içerir.Akut bakteriyel prostatite genellikle yaygın bakteriler neden olur. Enfeksiyon, idrar veya üreme sisteminin diğer bölümlerinden yayılmış olabilir. Kronik bakteriyel prostatit genellikle akut bakteriyel enfeksiyonla aynı nedene sahiptir. Akut bir enfeksiyon tedavisi yeterince uzun olmadığında veya tüm bakterileri yok etmediğinde ortaya çıkabilir.Prostat iltihabı (prostatit) belirtileri nelerdir? Özellikle geceleri sık idrara çıkma Acil idrara çıkma ihtiyacı İdrar yaparken yanma veya batma İdrar yaparken ağrı Bulanık idrar İdrarda veya semende kan Ateş ve titreme Karın, kasık veya bel ağrısıProstat iltihabında tanı nasıl konur?Enfeksiyona bağlı prostatitte idrar kültürü ile tanı konur. Prostat muayenesinden önce ve sonra olmak üzere farklı idrar örnekleri alınabilir. Ayrıca kan testine de başvurulabilir.Prostat iltihabında risk faktörleri nelerdir? Genç veya orta yaşlı olmak Daha önce prostat iltihabı geçirmiş olmak Üriner veya üreme sisteminin enfeksiyonu HIV enfeksiyonu veya AIDS İdrar sondası kullanımı Prostattan biyopsi alınmasıProstat iltihabı (prostatit) tedavisi nasıl yapılır?Prostatit tedavisinde iltihabı geçirmek için antibiyotik tedavisi uygulanır. Yaklaşık 4 haftalık bir antibiyotik tedavisinden sonra enfeksiyonun geçip geçmediği araştırılır.Prostat iltihabı hakkında sık sorulan sorular Prostat iltihabı kendi kendine geçer mi?Bazı durumlarda, vücut kendi başına enfeksiyonla savaştığında ve iltihap gerilediğinde prostatit kendi kendine geçebilir.Prostatit tedavi edilmezse ne olur?Prostat iltihabı prostatit tedavi edilmezse kısırlığa, idrar yapamamaya ve kanda bakteriyel enfeksiyona neden olabilir.Prostatit (prostat iltihabı) tehlikeli mi?Prostatit kanser riskini artıran bir hastalık değildir ancak prostat iltihabındaki bakteriler PSA seviyesini artırabilir. Ayrıca iyileştirilmeyen iltihap kana karışabileceği için ciddi sorunlara yol açabilir. Prostatit ihmal edilmemesi ve tedavi edilmesi gereken bir sağlık sorunudur.
Prostat iltihabı (prostatit) nedir?Ceviz büyüklüğündeki prostat bezi erkeklerde mesanenin hemen altında bulunur. İdrarı mesaneden (üretra) boşaltan tüpün üst kısmını çevreler. Prostat ve diğer cinsiyet bezleri, boşalma sırasında spermi (meni) taşıyan sıvıyı üretir.Prostat iltihabı (prostatit) prostat bezinin iltihaplanarak şişmesine denir. Hasta için ağrılı bir süreç olabilir ancak genellikle sonunda iyileşir. Prostatit her yaşta ortaya çıkabilir.Prostat iltihabı (prostatit) neden olur?Akut prostatit genellikle idrar yolundaki bakteriler prostata girdiğinde ortaya çıkar. İdrar yolu mesaneyi, böbrekleri, böbrekleri mesaneye bağlayan tüpleri (üreterler) ve üretrayı içerir.Akut bakteriyel prostatite genellikle yaygın bakteriler neden olur. Enfeksiyon, idrar veya üreme sisteminin diğer bölümlerinden yayılmış olabilir. Kronik bakteriyel prostatit genellikle akut bakteriyel enfeksiyonla aynı nedene sahiptir. Akut bir enfeksiyon tedavisi yeterince uzun olmadığında veya tüm bakterileri yok etmediğinde ortaya çıkabilir.Prostat iltihabı (prostatit) belirtileri nelerdir?Prostat iltihabında tanı nasıl konur?Enfeksiyona bağlı prostatitte idrar kültürü ile tanı konur. Prostat muayenesinden önce ve sonra olmak üzere farklı idrar örnekleri alınabilir. Ayrıca kan testine de başvurulabilir.Prostat iltihabında risk faktörleri nelerdir?Prostat iltihabı (prostatit) tedavisi nasıl yapılır?Prostatit tedavisinde iltihabı geçirmek için antibiyotik tedavisi uygulanır. Yaklaşık 4 haftalık bir antibiyotik tedavisinden sonra enfeksiyonun geçip geçmediği araştırılır.Prostat iltihabı hakkında sık sorulan sorular Prostat iltihabı kendi kendine geçer mi?Bazı durumlarda, vücut kendi başına enfeksiyonla savaştığında ve iltihap gerilediğinde prostatit kendi kendine geçebilir.Prostatit tedavi edilmezse ne olur?Prostat iltihabı prostatit tedavi edilmezse kısırlığa, idrar yapamamaya ve kanda bakteriyel enfeksiyona neden olabilir.Prostatit (prostat iltihabı) tehlikeli mi? | 2,097 |
567 | Hastalıklar | Presbiyopi | Telefonunuzu ya da okuduğunuz kitabı yüzünüzden uzakta tuttuğunuzu ve o metni okumak için gözlerini kısarak baktığınızı fark ettiniz mi? Dikiş dikmek, göz makyajı yapmak ya da bilgisayarda çalışmak gibi yakın mesafeli işlerde sorun yaşıyor mısınuz? 40 yaşın üzerinde misiniz? Eğer bu soruların yanıtı “Evet” ise siz de presbiyopi sorunu olabilir. Yaşa bağlı yakını görememe olarak tanımlanan presbiyopi, uzun süre yakın mesafeli işler yapıldığında baş ağrısına ve göz yorgunluğuna da neden olabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Göz Merkezi’nden Doç. Dr. Gamze Öztürk Karabulut presbiyopi hakkında bilgi verdi. Telefonunuzu ya da okuduğunuz kitabı yüzünüzden uzakta tuttuğunuzu ve o metni okumak için gözlerini kısarak baktığınızı fark ettiniz mi? Dikiş dikmek, göz makyajı yapmak ya da bilgisayarda çalışmak gibi yakın mesafeli işlerde sorun yaşıyor mısınuz? 40 yaşın üzerinde misiniz? Eğer bu soruların yanıtı “Evet” ise siz de presbiyopi sorunu olabilir. Yaşa bağlı yakını görememe olarak tanımlanan presbiyopi, uzun süre yakın mesafeli işler yapıldığında baş ağrısına ve göz yorgunluğuna da neden olabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Göz Merkezi’nden Doç. Dr. Gamze Öztürk Karabulut presbiyopi hakkında bilgi verdi.
Presbiyopi nedir?Presbiyopi, gözlerin yakındaki nesnelere odaklanma yeteneğinin kademeli olarak kaybolmasıdır. Ve presbiyopi yaşlanmanın doğal ve çok can sıkıcı bir parçasıdır. Presbiyopi genelde 40’lı yaşların başlarında fark edilir ve 65 yaşına kadar durum ilerlemeye devam eder. Kişi, kitap, gazete okurken; cep telefonuna bakarken bu nesneleri biraz daha uzak mesafede tutmaya başladığında presbiyopisi olduğunu fark etmiş olur. Presbiyopi belirtileri nelerdir?Presbiyopi yavaş gelişen bir görme sorunudur. İlk belirtiler 40 yaşından sonra fark edilir. Presbiyopi belirtileri şöyle sıralanabilir:- Bir şey okurken harfleri daha net hale getirmek için okuma nesnesini uzakta tutma eğilimi- Normal mesafede okurken okuma mesafesinde bulanık görme- Yakın okumalardan sonra göz yorgunluğu veya baş ağrısıEğer kişi yorgunsa ya da loş ışıklı bir alandaysa bu belirtiler daha yoğun hissedilebilmektedir. Presbiyopi neden olur?Göz bir görüntü oluşturmak için korneaya ve nesnelerden yansıyan ışığı odaklamak için merceğe güvenir. Nesne ne kadar yakınsa lens de o kadar esner. Kornea gözün şeffaf kubbe şeklindeki ön yüzeyidir. Mercek de göze gelen ışınları retina üzerine odaklar. Bu iki yapı da görüntüyü gözün arka kısmında bulunan retinaya odaklamak için göze giren ışığı kırar. Mercek korneanın aksine biraz esnektir ve etrafını saran dairesel bir kas yardımıyla şekil değiştirebilir. Uzakta olan bir yere ya da nesneye bakıldığında bu kas gevşer. Yakında olan bir yere ya da nesneye bakıldığında bu kas kasılır ve esnek lensin eğrilmesine, odaklanma gücünü değiştirmesine izin verir. Presbiyopi, yaşla birlikte göz merceğinde oluşan sertleşmeden kaynaklanır. Mercek daha az esnek hale geldiğinden yakın görüntüye odaklanmak için şekil değiştiremez. Presbiyopi nasıl teşhis edilir?Presbiyopi genel bir göz muayenesi ile teşhis edilebilir. Bir göz muayenesi, miyop yani uzağı görememe, astigmatizma veya presbiyopi olunup olunmadığını belirler. Göz hekimi uzak ve yakın görüşü test etmek için çeşitli yöntemler kullanır. Öncelikle kişinin göz bebekleri büyütülür. Bunun için hastanın gözüne damla damlatılır. Bu muayeneden sonraki birkaç saat boyunca gözler ışığa daha duyarlı bir hale gelir. Ama bu işlem sayesinde hekim gözü daha kolay değerlendirir. Genelde rutin göz muayeneleri çok önemlidir. 40 yaş altındaki kişilerin 5 senede bir, 40 ile 54 yaş arasında iki senede bir, 55 yaş üstünde senede bir göz muayenesi yapılmalıdır. Presbiyopi tedavisi nasıl yapılır?Tedavinin amacı gözlerin yakındaki nesnelere odaklanamama durumunu düzeltmektir. Tedavi seçenekleri arasında gözlük veya kontakt lensler bulunmaktadır. Göz hekimi kişiye uygun lensi ve gözlüğü muayene ile belirlemektedir. Gözlükler presbiyopi tedavisinin en basit yoludur. Bazıları reçetesiz okuma gözlükleri alırlar ama bu doğru bir davranış değildir. Bunu yaparken de göz hekimine danışmak gerekmektedir. Gözlük kullanmak istemeyenler de kontakt lens kullanmak isteyebilir. Ancak kontakt lensler göz kuruluğu varsa hasta için pek uygun olmayabilir. Presbiyopi lens seçeneklerini hekim sunacaktır. Bazen cerrahi seçenekler de devreye girebilir. Presbiyopi ameliyatı da bulunmaktadır. Kamra Inaly tedavisi yaşa bağlı yakını görme sorununda etkili bir yöntemdir. Korneaya yerleştirilen bir mikro implant ile tedavi gerçekleşmektedir. Damla anestezisi ile uygulanır. Operasyon sonrasında göz kapatılmaz ve hasta gündelik yaşamına hemen dönebilir. Bunun yanında multifokal göz içi lens tedavisi uygulanır. Bu yöntem sayesinde kişiler hem uzak hem yakın gözlüklerinden kurtulabilmektedir. Her hasta bu tedaviye uygun olmayabilir. Presbiyopi için presbylasik yöntemi de uygulanabilmektedir. Presbylasik lazer ile yakını görme sorunu ortadan kaldırılabilmektedir. Ayrıca monovizyonexcimer lazer tedavisi yapılır. Akomodatif lenslerle de tedavi seçeneği vardır. Burada gözdeki orijinal merceğin hareketini taklit edilen mercekler göze yerleştirilir. Presbiyopi hakkında sıkça sorulan sorular Presbiyopi için risk faktörleri nelerdir?Yaş, presbiyopi için en büyük risk faktörüdür. Hemen hemen 40 yaş üstü herkes bir dereceye kadar presbiyopi yaşar. Diyabet, multipl skleroz veya kardiyovasküler hastalıklar 40 yaş altındaki kişilerde presbiyopi riski oluşturabilir. Bazı ilaçlar da presbiyopiyi erken yaşta getirebilmektedir. Presbiyopi doğal tedavi ile düzelir mi?Hekim dışında bir yönteme başvurulmaması gerekmektedir. Presbiyopi baş ağrısı yapar mı?Yakındaki nesnelere odaklanamamak baş ağrısı da yapabilir. Herkeste presbiyopi olur mu?Avustralyalı araştırmacıların 2015 yılında yaptığı bir tahmine göre, dünya çapında yaklaşık 1.8 milyar insan presbiyopidenmuzdarip. Bu sayının 2030 yılına kadar yaklaşık 2,1 milyara çıkacağı tahmin edilmektedir. Amerika Birleşik Devletleri'nde 45 yaş ve üzeri presbiyopili kişilerin oranı yüzde 88,9 olarak bulunmuştur. Benzer şekilde Brezilya gibi gelişmekte olan ülkelerde de 45 yaş ve üzeri presbiyopili erişkinlerin oranı yüzde 76 olarak bulunmuştur. Düzeltilmemiş presbiyopi, dünyadaki görme kaybının önde gelen nedenlerinden biridir ve ağırlıklı olarak düşük ve orta gelirli ülkeleri etkiler. Düzeltilmezse, presbiyopi günlük yakın iş aktivitelerini gerçekleştirirken artan zorluklara ve net görme kaybı nedeniyle yaşam kalitesinde genel bir düşüşe neden olabilir. Presbiyopi, yüksek doğrudan ve dolaylı tıbbi maliyetlerinin yanı sıra durumla ilişkili üretkenlik kayıpları nedeniyle de büyük ekonomik sorunlar doğurur. 2011'de yapılan bir araştırma, düzeltilmemiş ve eksik düzeltilmiş presbiyopinedeniyle her yıl küresel verimlilik kaybının 25,4 milyar ABD Doları olduğunu tahmin ediyordu. Presbiyopi ilerler mi?Presbiyopi ilerler. 40’lı yaşlarda başlayarak ilerleyerek devam eder. Presbiyopide gözlük numaraları kaçtır?Hastadan hastaya ve hastalığın durumuna göre değişebilmektedir.Presbiyopi ne zaman durur?Genellikle 60’lı yaşlarda durduğu bilinmektedir.Presbiyopi önlenebilir mi?Burada yaş faktörü önemli olduğundan önlenebilir bir durum değildir.Presbiyopi nelere sebep olur?Yakın mesafe gerektiren işlerde zorlanmaya neden olur. Kitap ya da gazete okumak zorlaşır. Dikiş dikilecekse iğneye iplik geçirmek gibi işler zorlaşabilir. Yakın çalışma gerektiren işlerde bir süre sonra presbiyopi baş ağrısına ve göz yorgunluğuna da sebep olabilir. Loş ışıkta görmek de zorlaşabilir.Presbiyopi nasıl gelişir?Doğal yaşlanma sürecinde göz merceği sertleşir ve esnekliği azalır. Gözdeki siliyer kaslar da yaşla birlikte zayıflar. Siliyerkaslar, yakındaki ve uzaktaki nesnelere odaklanırken merceğin şeklini kontrol etmeye yardımcı olan gözdeki düz kas halkasıdır. Presbiyopili kişilerde merceğin sertleşmesi ve siliyer kasların zayıflaması, merceğin net görüş sağlamak için ışığı retinaya düzgün şekilde odaklamasını zorlaştırır. Bunun yerine ışık retinanın arkasına odaklanır ve bu da yakındaki nesnelere bakarken bulanık görmeye neden olur.Presbiyopi hipermetropi ile karışır mı?Presbiyopi genellikle yaşa bağlı ileri görüşlülük olarak tanımlansa da, hipermetropi ile karıştırılmamalıdır. Hipermetrop, hem çocuklarda hem de yetişkinlerde gelişebilen bir kırma kusurudur. Kısaltılmış bir göz küresinden kaynaklanır, bu da ışığın retinanın arkasına odaklanmasına neden olur ve gözün yakındaki nesnelere düzgün şekilde odaklanamamasına neden olur. Hem hipermetrop hem de yaşla birlikte gelişen presbiyopiye sahip olmak mümkündür. Miyop olan kişiler, daha sonra yaşla birlikte gelişen presbiyopiyaşayabilirler.Ne zaman doktora görünmek gerekir?Görüşünüzde ani değişiklikler varsa, gözlerinize ve başınızda şiddetli ağrı oluyorsa, ışıkların çevresinde ışık parlaması veya haleler görüyorsanız, çift görme varsa acilen göz hekimine başvurmanız gerekmektedir.Göz muayenesinde neler olur?Görme ile ilgili sorunlar kısmen aileye ve yaşa bağlıdır. 40 yaş üstü bireylerin sık sık göz muayenesine gitmesi gerekir. Çünkü yaşa bağlı presbiyopi dışında farklı sorunlar da olabilmektedir. Glokom, yaşa bağlı makula dejenerasyonu, katarakt, diyabetik retinopati bu sorunlardan sadece bazılarıdır. Eğer diyabet, yüksek tansiyon veya gözlerinizi sık yorduğunuz bir işiniz varsa daha sık muayene olunması gerekir. Göz hekiminden randevu aldığınızda ve randevuya gittiğinizde mutlaka şikayetlerinizden bahsedin. Ayrıca kullandığınız ilaçları ve ailenizin sağlık sorunlarını da doktora anlatın. Kullandığınız gözlük ya da lens varsa muayenede yanınıza götürün. Hekiminiz göz bebeklerinizi büyütmek için size bir damla damlatacaktır. Bu işleme dilatasyon denir. Bu sayede gözleriniz ışığa karşı daha hassas olur ama sağlıklı bir göz muayenesi de bu sayede gerçekleşebilir. Gözlerinizin hareketleri muayanede kontrol edilir. Kapak muayenesi yapılır. Sonrasında ışık ve yakın nesnelere uyum test edilir. Bunun dışında görme keskinliği testi de uygulanır. Bu testte size gösterilen harfleri okursunuz. Retina muayenesi ve biyomikroskop ile muayene sonlandırılır. Muayenelerde ağrı ya da acı çekilmez. Göz sağlığını korumak için neler yapmak gerekir?Mutlaka rutin göz muayenelerine gidilmeli. Kişiler kendilerine bir göz hekimi edinmeli ve o hekimin belirlediği sıklıkta göz muayenesi yaptırılmalı. Bulunduğunuz ortamın aydınlatması göz sağlığı için çok önemlidir. Kişilerin görmeyle ilgili yaşadığı semptomları mutlaka not alarak takip etmesi gerekir. Bol yeşil yapraklı sebzelerden oluşan dengeli bir diyet göz sağlığını da olumlu etkiler. Egzersiz de göz sağlığı için olmazsa olmazdır. Bunun yanında yeterli miktarda su içilmelidir. Alkol ve tütün ürünlerinden uzak durulmalıdır. Güneşli zamanlarda mutlaka UV filtreli güneş gözlüklerinden yararlanılmalıdır.Göz sağlığı için nasıl beslenilmelidir?Gözlerin sağlıklı görüşünü koruması için A vitamininden zengin beslenilmelidir. Tatlı patates, yeşil yapraklı sebzeler, havuç, peynir, balık gibi besinler A vitamini içerir. Günlük C vitamini alınmalıdır. Portakal, greyfurt, brokoli gibi besinler C vitamini içerir. E vitamininin de göz sorunlarını yavaşlattığı konusunda bazı çalışmalar mevcuttur. Vitamin alırken doktora danışılması gerekmektedir.
Presbiyopi nedir?Presbiyopi, gözlerin yakındaki nesnelere odaklanma yeteneğinin kademeli olarak kaybolmasıdır. Ve presbiyopi yaşlanmanın doğal ve çok can sıkıcı bir parçasıdır. Presbiyopi genelde 40’lı yaşların başlarında fark edilir ve 65 yaşına kadar durum ilerlemeye devam eder. Kişi, kitap, gazete okurken; cep telefonuna bakarken bu nesneleri biraz daha uzak mesafede tutmaya başladığında presbiyopisi olduğunu fark etmiş olur. Presbiyopi belirtileri nelerdir?Presbiyopi yavaş gelişen bir görme sorunudur. İlk belirtiler 40 yaşından sonra fark edilir. Presbiyopi belirtileri şöyle sıralanabilir:- Bir şey okurken harfleri daha net hale getirmek için okuma nesnesini uzakta tutma eğilimi- Normal mesafede okurken okuma mesafesinde bulanık görme- Yakın okumalardan sonra göz yorgunluğu veya baş ağrısıEğer kişi yorgunsa ya da loş ışıklı bir alandaysa bu belirtiler daha yoğun hissedilebilmektedir. Presbiyopi neden olur?Göz bir görüntü oluşturmak için korneaya ve nesnelerden yansıyan ışığı odaklamak için merceğe güvenir. Nesne ne kadar yakınsa lens de o kadar esner. Kornea gözün şeffaf kubbe şeklindeki ön yüzeyidir. Mercek de göze gelen ışınları retina üzerine odaklar. Bu iki yapı da görüntüyü gözün arka kısmında bulunan retinaya odaklamak için göze giren ışığı kırar. Mercek korneanın aksine biraz esnektir ve etrafını saran dairesel bir kas yardımıyla şekil değiştirebilir. Uzakta olan bir yere ya da nesneye bakıldığında bu kas gevşer. Yakında olan bir yere ya da nesneye bakıldığında bu kas kasılır ve esnek lensin eğrilmesine, odaklanma gücünü değiştirmesine izin verir. Presbiyopi, yaşla birlikte göz merceğinde oluşan sertleşmeden kaynaklanır. Mercek daha az esnek hale geldiğinden yakın görüntüye odaklanmak için şekil değiştiremez. Presbiyopi nasıl teşhis edilir?Presbiyopi genel bir göz muayenesi ile teşhis edilebilir. Bir göz muayenesi, miyop yani uzağı görememe, astigmatizma veya presbiyopi olunup olunmadığını belirler. Göz hekimi uzak ve yakın görüşü test etmek için çeşitli yöntemler kullanır. Öncelikle kişinin göz bebekleri büyütülür. Bunun için hastanın gözüne damla damlatılır. Bu muayeneden sonraki birkaç saat boyunca gözler ışığa daha duyarlı bir hale gelir. Ama bu işlem sayesinde hekim gözü daha kolay değerlendirir. Genelde rutin göz muayeneleri çok önemlidir. 40 yaş altındaki kişilerin 5 senede bir, 40 ile 54 yaş arasında iki senede bir, 55 yaş üstünde senede bir göz muayenesi yapılmalıdır. Presbiyopi tedavisi nasıl yapılır?Tedavinin amacı gözlerin yakındaki nesnelere odaklanamama durumunu düzeltmektir. Tedavi seçenekleri arasında gözlük veya kontakt lensler bulunmaktadır. Göz hekimi kişiye uygun lensi ve gözlüğü muayene ile belirlemektedir. Gözlükler presbiyopi tedavisinin en basit yoludur. Bazıları reçetesiz okuma gözlükleri alırlar ama bu doğru bir davranış değildir. Bunu yaparken de göz hekimine danışmak gerekmektedir. Gözlük kullanmak istemeyenler de kontakt lens kullanmak isteyebilir. Ancak kontakt lensler göz kuruluğu varsa hasta için pek uygun olmayabilir. Presbiyopi lens seçeneklerini hekim sunacaktır. Bazen cerrahi seçenekler de devreye girebilir. Presbiyopi ameliyatı da bulunmaktadır. Kamra Inaly tedavisi yaşa bağlı yakını görme sorununda etkili bir yöntemdir. Korneaya yerleştirilen bir mikro implant ile tedavi gerçekleşmektedir. Damla anestezisi ile uygulanır. Operasyon sonrasında göz kapatılmaz ve hasta gündelik yaşamına hemen dönebilir. Bunun yanında multifokal göz içi lens tedavisi uygulanır. Bu yöntem sayesinde kişiler hem uzak hem yakın gözlüklerinden kurtulabilmektedir. Her hasta bu tedaviye uygun olmayabilir. Presbiyopi için presbylasik yöntemi de uygulanabilmektedir. Presbylasik lazer ile yakını görme sorunu ortadan kaldırılabilmektedir. Ayrıca monovizyonexcimer lazer tedavisi yapılır. Akomodatif lenslerle de tedavi seçeneği vardır. Burada gözdeki orijinal merceğin hareketini taklit edilen mercekler göze yerleştirilir. Presbiyopi hakkında sıkça sorulan sorular Presbiyopi için risk faktörleri nelerdir?Yaş, presbiyopi için en büyük risk faktörüdür. Hemen hemen 40 yaş üstü herkes bir dereceye kadar presbiyopi yaşar. Diyabet, multipl skleroz veya kardiyovasküler hastalıklar 40 yaş altındaki kişilerde presbiyopi riski oluşturabilir. Bazı ilaçlar da presbiyopiyi erken yaşta getirebilmektedir. Presbiyopi doğal tedavi ile düzelir mi?Hekim dışında bir yönteme başvurulmaması gerekmektedir. Presbiyopi baş ağrısı yapar mı?Yakındaki nesnelere odaklanamamak baş ağrısı da yapabilir. Herkeste presbiyopi olur mu?Avustralyalı araştırmacıların 2015 yılında yaptığı bir tahmine göre, dünya çapında yaklaşık 1.8 milyar insan presbiyopidenmuzdarip. Bu sayının 2030 yılına kadar yaklaşık 2,1 milyara çıkacağı tahmin edilmektedir. Amerika Birleşik Devletleri'nde 45 yaş ve üzeri presbiyopili kişilerin oranı yüzde 88,9 olarak bulunmuştur. Benzer şekilde Brezilya gibi gelişmekte olan ülkelerde de 45 yaş ve üzeri presbiyopili erişkinlerin oranı yüzde 76 olarak bulunmuştur. Düzeltilmemiş presbiyopi, dünyadaki görme kaybının önde gelen nedenlerinden biridir ve ağırlıklı olarak düşük ve orta gelirli ülkeleri etkiler. Düzeltilmezse, presbiyopi günlük yakın iş aktivitelerini gerçekleştirirken artan zorluklara ve net görme kaybı nedeniyle yaşam kalitesinde genel bir düşüşe neden olabilir. Presbiyopi, yüksek doğrudan ve dolaylı tıbbi maliyetlerinin yanı sıra durumla ilişkili üretkenlik kayıpları nedeniyle de büyük ekonomik sorunlar doğurur. 2011'de yapılan bir araştırma, düzeltilmemiş ve eksik düzeltilmiş presbiyopinedeniyle her yıl küresel verimlilik kaybının 25,4 milyar ABD Doları olduğunu tahmin ediyordu. Presbiyopi ilerler mi?Presbiyopi ilerler. 40’lı yaşlarda başlayarak ilerleyerek devam eder. Presbiyopide gözlük numaraları kaçtır?Hastadan hastaya ve hastalığın durumuna göre değişebilmektedir.Presbiyopi ne zaman durur?Genellikle 60’lı yaşlarda durduğu bilinmektedir.Presbiyopi önlenebilir mi?Burada yaş faktörü önemli olduğundan önlenebilir bir durum değildir.Presbiyopi nelere sebep olur?Yakın mesafe gerektiren işlerde zorlanmaya neden olur. Kitap ya da gazete okumak zorlaşır. Dikiş dikilecekse iğneye iplik geçirmek gibi işler zorlaşabilir. Yakın çalışma gerektiren işlerde bir süre sonra presbiyopi baş ağrısına ve göz yorgunluğuna da sebep olabilir. Loş ışıkta görmek de zorlaşabilir.Presbiyopi nasıl gelişir?Doğal yaşlanma sürecinde göz merceği sertleşir ve esnekliği azalır. Gözdeki siliyer kaslar da yaşla birlikte zayıflar. Siliyerkaslar, yakındaki ve uzaktaki nesnelere odaklanırken merceğin şeklini kontrol etmeye yardımcı olan gözdeki düz kas halkasıdır. Presbiyopili kişilerde merceğin sertleşmesi ve siliyer kasların zayıflaması, merceğin net görüş sağlamak için ışığı retinaya düzgün şekilde odaklamasını zorlaştırır. Bunun yerine ışık retinanın arkasına odaklanır ve bu da yakındaki nesnelere bakarken bulanık görmeye neden olur.Presbiyopi hipermetropi ile karışır mı?Presbiyopi genellikle yaşa bağlı ileri görüşlülük olarak tanımlansa da, hipermetropi ile karıştırılmamalıdır. Hipermetrop, hem çocuklarda hem de yetişkinlerde gelişebilen bir kırma kusurudur. Kısaltılmış bir göz küresinden kaynaklanır, bu da ışığın retinanın arkasına odaklanmasına neden olur ve gözün yakındaki nesnelere düzgün şekilde odaklanamamasına neden olur. Hem hipermetrop hem de yaşla birlikte gelişen presbiyopiye sahip olmak mümkündür. Miyop olan kişiler, daha sonra yaşla birlikte gelişen presbiyopiyaşayabilirler.Ne zaman doktora görünmek gerekir?Görüşünüzde ani değişiklikler varsa, gözlerinize ve başınızda şiddetli ağrı oluyorsa, ışıkların çevresinde ışık parlaması veya haleler görüyorsanız, çift görme varsa acilen göz hekimine başvurmanız gerekmektedir.Göz muayenesinde neler olur?Görme ile ilgili sorunlar kısmen aileye ve yaşa bağlıdır. 40 yaş üstü bireylerin sık sık göz muayenesine gitmesi gerekir. Çünkü yaşa bağlı presbiyopi dışında farklı sorunlar da olabilmektedir. Glokom, yaşa bağlı makula dejenerasyonu, katarakt, diyabetik retinopati bu sorunlardan sadece bazılarıdır. Eğer diyabet, yüksek tansiyon veya gözlerinizi sık yorduğunuz bir işiniz varsa daha sık muayene olunması gerekir. Göz hekiminden randevu aldığınızda ve randevuya gittiğinizde mutlaka şikayetlerinizden bahsedin. Ayrıca kullandığınız ilaçları ve ailenizin sağlık sorunlarını da doktora anlatın. Kullandığınız gözlük ya da lens varsa muayenede yanınıza götürün. Hekiminiz göz bebeklerinizi büyütmek için size bir damla damlatacaktır. Bu işleme dilatasyon denir. Bu sayede gözleriniz ışığa karşı daha hassas olur ama sağlıklı bir göz muayenesi de bu sayede gerçekleşebilir. Gözlerinizin hareketleri muayanede kontrol edilir. Kapak muayenesi yapılır. Sonrasında ışık ve yakın nesnelere uyum test edilir. Bunun dışında görme keskinliği testi de uygulanır. Bu testte size gösterilen harfleri okursunuz. Retina muayenesi ve biyomikroskop ile muayene sonlandırılır. Muayenelerde ağrı ya da acı çekilmez. Göz sağlığını korumak için neler yapmak gerekir?Mutlaka rutin göz muayenelerine gidilmeli. Kişiler kendilerine bir göz hekimi edinmeli ve o hekimin belirlediği sıklıkta göz muayenesi yaptırılmalı. Bulunduğunuz ortamın aydınlatması göz sağlığı için çok önemlidir. Kişilerin görmeyle ilgili yaşadığı semptomları mutlaka not alarak takip etmesi gerekir. Bol yeşil yapraklı sebzelerden oluşan dengeli bir diyet göz sağlığını da olumlu etkiler. Egzersiz de göz sağlığı için olmazsa olmazdır. Bunun yanında yeterli miktarda su içilmelidir. Alkol ve tütün ürünlerinden uzak durulmalıdır. Güneşli zamanlarda mutlaka UV filtreli güneş gözlüklerinden yararlanılmalıdır.Göz sağlığı için nasıl beslenilmelidir?Gözlerin sağlıklı görüşünü koruması için A vitamininden zengin beslenilmelidir. Tatlı patates, yeşil yapraklı sebzeler, havuç, peynir, balık gibi besinler A vitamini içerir. Günlük C vitamini alınmalıdır. Portakal, greyfurt, brokoli gibi besinler C vitamini içerir. E vitamininin de göz sorunlarını yavaşlattığı konusunda bazı çalışmalar mevcuttur. Vitamin alırken doktora danışılması gerekmektedir. | 8,489 |
568 | Hastalıklar | Polisitemi | Polisitemi, vücutta kırmızı kan üretiminin fazla olmasına bağlı kırmızı kan hücrelerinin(eritrosit) normalden daha yoğun olması durumudur. Kan yapısı, kırmızı kan hücreleri, beyaz kan hücreleri ve trombositler gibi katı kısımlardan oluşurken, plazma adı verilen sıvı da içerir. Bu nedenle başka bir deyişle, polisitemi için daha normalden daha fazla kırmızı kan hücresine sahip olunması da denilebilir. Polisitemi, bir mutasyon ya da biyolojik etkenler sonucu kemik iliğinin aşırı kırmızı kan hücresi üretmesi ile oluşan bir sorundur. Tütün ürünleri kullanımı, doğuştan kalp hastalığı gibi vücudun dokularına ulaşan oksijen miktarını azaltan unsurlarda polisitemiye neden olabilmektedir.Polisitemi, vücutta kırmızı kan üretiminin fazla olmasına bağlı kırmızı kan hücrelerinin(eritrosit) normalden daha yoğun olması durumudur. Kan yapısı, kırmızı kan hücreleri, beyaz kan hücreleri ve trombositler gibi katı kısımlardan oluşurken, plazma adı verilen sıvı da içerir. Bu nedenle başka bir deyişle, polisitemi için daha normalden daha fazla kırmızı kan hücresine sahip olunması da denilebilir. Polisitemi, bir mutasyon ya da biyolojik etkenler sonucu kemik iliğinin aşırı kırmızı kan hücresi üretmesi ile oluşan bir sorundur. Tütün ürünleri kullanımı, doğuştan kalp hastalığı gibi vücudun dokularına ulaşan oksijen miktarını azaltan unsurlarda polisitemiye neden olabilmektedir.
Polisitemi Nedir?Polisitemi, kemik iliğinin aşırı eritrosit üretmesi sonucu vücuda oksijen taşıyan kırmızı kan hücrelerinin normalden çok daha fazla olması ile ortaya çıkan bir kan bozukluğudur. Polisitemi de kırmızı kan hücreleri(eritrosit) normalden daha yoğun olur, hematokrit ve hemoglobin değerleri normalden daha yüksek seyreder.Polisitemi Nedenleri ve Türleri Nelerdir?Altında farklı nedenlerin yattığı iki çeşit polisitemi türü bulunur. Bunlar şöyledir:Birincil polisitemi Primer polisitemi olarak bilinen birincil polisitemi aynı zamanda polisitemi vera olarak da adlandırılır. Polisitemi vera, nadir görülen bir kan kanseri türü olarak karşımıza çıkar. Polisitemi vera, kemik iliğinin anormal seviyede gelişen ve işlev gören aşırı kan hücreleri oluşumuna sebebiyet vererek çok fazla kırmızı kan hücreti üretimine yol açar. Bu durum da polisitemi vera olarak kabul edilir.Sekonder polisitemi (İkincil polisitemi)Sekonder polisitemi, bir uyaran sonucu artan kırmızı kan hücresi üretimine bağlı kırmızı kan hücresi kütlesindeki mutlak artıştır. Eritropoietin hormonunu (kırmızı kan hücrelerinin üretimini uyarmak için üretilen hormon) uyaran bu faktörler genellikle uyku apnesi. sigara kullanımı, koah gibi akciğer hastalıkları, yüksek irtifa ve tümörlerdir.Sekonder polisiteminin nedenleri aşağıdaki gibidir: Yüksek bir irtifada yer almak Obstrüktif uyku apnesi Bazı tümör çeşitleri Oksijen seviyesini düşüren kalp veya akciğer hastalığıPolisitemi Belirtileri Nelerdir?Vücuttaki kırmızı kan hücrelerinin üretiminin artması sonucu kandaki yoğunluğa bağlı akışında yavaşlama olması, yorgunluk, baş dönmesi, baş ağrısı, nefes darlığı, morarma oluşması, burun ve diş eti kanamaları ve adet dönemlerinin daha ağır geçmesi gibi belirtilere neden olur.Polisitemi belirtileri genel olarak şunlardır: Baş dönmesi Baş ağrısı Aşırı terleme Cilt kaşıntısı Halsizlik ve yorgunluk Kulak çınlaması Bulanık görme Avuç içi, kulak memesi ve burunda kırmız ve morumsu renk değişimi Ayaklarda yanma Sık burun ve diş eti kanaması Karın tokluğuDiğer yandan bazı polisitemi vakalarında aşağıdaki belirtilerin görülmesi de olasıdır: Dalak büyümesi Kan pıhtıları Göğüs ağrısı Felç Peptik ülser Gut hastalığı Yüksek tansiyonPolisitemi Neden Olur?Kemik iliğindeki kırmızı kan hücrelerinin fazla üretilmesi neticesinde kanda artan kırmızı kan hücresi polisitemiye neden olur. Aynı şekilde plazmanın hacminde azalmaya neden olanlar polisitemi oluşumuna da sebebiyet veren durumlar arasında yer alır.Polisitemi Teşhisi Nasıl Yapılır?Kan dolaşımındaki kırmızı kan hücrelerinin artması sonucu oluşan ve kan fazlalığı olarak adlandırılan polisitemi’nin teşhisi için tam kan sayımı gibi testlere başvurulur.Tam kan sayımıyla birlikte polisitemi teşhisinde başvurulan yollar şu şekildedir:Tam kan sayımıTam kan sayımları, kırmızı kan hücrelerindeki artışın yanı sıra anormal trombosit ve beyaz kan hücrelerindeki artışı belirlemek için de uygulanır. Ancak polisitemi vera şüphesi taşıyan hasta için doktor tarafından ekstra kan testleri istenebilir.Kemik iliği biyopsisiPolisitemi teşhisinde kemik iliği biyopsisinden de faydalanılabilir. Doktor gerekirse mikroskop altında incelemek için kemik iliğinden küçük bir numune alarak analizlerini yapabilir.Genetik testlerPolisitemi vera ile bağlantılı olabilecek genetik faktörlerin incelenmesi kemik iliği analizi yapılması istenebilir.Polisitemi Tedavisi Nasıl Yapılır?Öncelikle polisitemi tedavisi, altında yatan nedene bağlı olarak değişkenlik gösterir. Obstrüktif uyku apnesine bağlı olarak meydana gelen sekonder polisitemi vakalarında altta yatan nedenin tedavisi, kırmızı kan hücrelerinin sayısının çözülmesi ve azaltılmasına yardımcı olmalıdır. Diğer yandan polisitemi vera olarak adlandırılan polisiteminin bilinen bir tedavisi söz konusu değildir. Burada önemli olan nokta hem alyuvar sayısını hem de kanın pıhtılaşması sonucu oluşabilecek komplikasyon risklerini en aza indirmektir.Bunlarla birlikte polisitemi tedavisi için kullanılan tedavi yöntemleri aşağıdaki gibidir:FlebotomiDoktor tarafından fazla kanın kan damarlarından birinden manuel olarak çıkarılması sonucu kırmızı kan hücresinin azaltılmasını amaçlayan flebotomi işlemiyle birlikte belirli aralıklarla fazla kanın alınması hedeflenir.Kan hücrelerini azaltan ilaçlarFlebotomi işleminin yetersiz kaldığı durumlarda kan hücresi sayımlarını kontrol eden miyelosupresif ilaçlara başvurulabilir. Bu ilaçların içindeki hidroksiüre içeriği kemik iliğindeki çok sayıda kan hücresi üretimini engelleyici özelliktedir.JAK2 inhibitörleriDiğer tedavi yöntemleri ve ilaçların etkili olmadığı durumlarda JAK2 geninin üretiminiden sorumlu olduğu JAK2 enzimini yavaşlatıp durdurmayı amaçlayan ilaçlar önerilir. Bu ilaçlar ruxolitinib içerir.Polisitemi Hakkında Sıkça Sorulan SorularPolisitemi kimlerde görülür?Polisitemi hastalığı, erkeklerde kadınlara oranla daha sık görülür.Polisitemi tedavi edilir mi?Kronik bir hastalık olan polisiteminin kesin bir tedavisi olmamakla birlikte destekleyici tedavilerle etkisi uzun vadede kontrol altına alınabilir.Polisitemi olanlar ne yemeli?Genel bir beslenme tavsiyesi olarak polisitemi olan kişiler için de taze meyve sebze tüketmesi önerillir. Ayrıca tam tahıl ve zeytinyağı gibi doğal yağların eklendiği Akdeniz diyeti de polisitemi hastaları için tavsiye niteliğindedir. Ancak daha sağlıklı olması adına beslenme düzeninin de doktor kontrolünde oluşturulması gerekir.Polisitemi hangi doktor bakar?Polisitemi hastası olan kişilerin kontrolünü, teşhisini ve tedavisini Hematolog bölümü doktorları gerçekleştirir.Polisiteminin etkileri nelerdir?Polisitemi sonucu yavaşlayan kan kalbe, beyne ve diğer hayati organlara ulaşan oksijen miktarını azaltabilir. Diğer yandan kan pıhtılaşması da felç ve kalp krizi riskini ortaya çıkarır. Bu yüzden kansızlıkta olduğu kadar polisitemi olarak adlandırılan kan fazlalığı da tehlikeli bir hastalıktır ve tedavi edilmediği takdirde uzun vadede kemik iliğinin dışında başka bir kan kanseri çeşidi olan lösemiye yol açma riski içerir.
Polisitemi Nedir?Polisitemi, kemik iliğinin aşırı eritrosit üretmesi sonucu vücuda oksijen taşıyan kırmızı kan hücrelerinin normalden çok daha fazla olması ile ortaya çıkan bir kan bozukluğudur. Polisitemi de kırmızı kan hücreleri(eritrosit) normalden daha yoğun olur, hematokrit ve hemoglobin değerleri normalden daha yüksek seyreder.Polisitemi Nedenleri ve Türleri Nelerdir?Altında farklı nedenlerin yattığı iki çeşit polisitemi türü bulunur. Bunlar şöyledir:Birincil polisitemi Primer polisitemi olarak bilinen birincil polisitemi aynı zamanda polisitemi vera olarak da adlandırılır. Polisitemi vera, nadir görülen bir kan kanseri türü olarak karşımıza çıkar. Polisitemi vera, kemik iliğinin anormal seviyede gelişen ve işlev gören aşırı kan hücreleri oluşumuna sebebiyet vererek çok fazla kırmızı kan hücreti üretimine yol açar. Bu durum da polisitemi vera olarak kabul edilir.Sekonder polisitemi (İkincil polisitemi)Sekonder polisitemi, bir uyaran sonucu artan kırmızı kan hücresi üretimine bağlı kırmızı kan hücresi kütlesindeki mutlak artıştır. Eritropoietin hormonunu (kırmızı kan hücrelerinin üretimini uyarmak için üretilen hormon) uyaran bu faktörler genellikle uyku apnesi. sigara kullanımı, koah gibi akciğer hastalıkları, yüksek irtifa ve tümörlerdir.Sekonder polisiteminin nedenleri aşağıdaki gibidir:Polisitemi Belirtileri Nelerdir?Vücuttaki kırmızı kan hücrelerinin üretiminin artması sonucu kandaki yoğunluğa bağlı akışında yavaşlama olması, yorgunluk, baş dönmesi, baş ağrısı, nefes darlığı, morarma oluşması, burun ve diş eti kanamaları ve adet dönemlerinin daha ağır geçmesi gibi belirtilere neden olur.Polisitemi belirtileri genel olarak şunlardır:Diğer yandan bazı polisitemi vakalarında aşağıdaki belirtilerin görülmesi de olasıdır:Polisitemi Neden Olur?Kemik iliğindeki kırmızı kan hücrelerinin fazla üretilmesi neticesinde kanda artan kırmızı kan hücresi polisitemiye neden olur. Aynı şekilde plazmanın hacminde azalmaya neden olanlar polisitemi oluşumuna da sebebiyet veren durumlar arasında yer alır.Polisitemi Teşhisi Nasıl Yapılır?Kan dolaşımındaki kırmızı kan hücrelerinin artması sonucu oluşan ve kan fazlalığı olarak adlandırılan polisitemi’nin teşhisi için tam kan sayımı gibi testlere başvurulur.Tam kan sayımıyla birlikte polisitemi teşhisinde başvurulan yollar şu şekildedir:Tam kan sayımıTam kan sayımları, kırmızı kan hücrelerindeki artışın yanı sıra anormal trombosit ve beyaz kan hücrelerindeki artışı belirlemek için de uygulanır. Ancak polisitemi vera şüphesi taşıyan hasta için doktor tarafından ekstra kan testleri istenebilir.Kemik iliği biyopsisiPolisitemi teşhisinde kemik iliği biyopsisinden de faydalanılabilir. Doktor gerekirse mikroskop altında incelemek için kemik iliğinden küçük bir numune alarak analizlerini yapabilir.Genetik testlerPolisitemi vera ile bağlantılı olabilecek genetik faktörlerin incelenmesi kemik iliği analizi yapılması istenebilir.Polisitemi Tedavisi Nasıl Yapılır?Öncelikle polisitemi tedavisi, altında yatan nedene bağlı olarak değişkenlik gösterir. Obstrüktif uyku apnesine bağlı olarak meydana gelen sekonder polisitemi vakalarında altta yatan nedenin tedavisi, kırmızı kan hücrelerinin sayısının çözülmesi ve azaltılmasına yardımcı olmalıdır. Diğer yandan polisitemi vera olarak adlandırılan polisiteminin bilinen bir tedavisi söz konusu değildir. Burada önemli olan nokta hem alyuvar sayısını hem de kanın pıhtılaşması sonucu oluşabilecek komplikasyon risklerini en aza indirmektir.Bunlarla birlikte polisitemi tedavisi için kullanılan tedavi yöntemleri aşağıdaki gibidir:FlebotomiDoktor tarafından fazla kanın kan damarlarından birinden manuel olarak çıkarılması sonucu kırmızı kan hücresinin azaltılmasını amaçlayan flebotomi işlemiyle birlikte belirli aralıklarla fazla kanın alınması hedeflenir.Kan hücrelerini azaltan ilaçlarFlebotomi işleminin yetersiz kaldığı durumlarda kan hücresi sayımlarını kontrol eden miyelosupresif ilaçlara başvurulabilir. Bu ilaçların içindeki hidroksiüre içeriği kemik iliğindeki çok sayıda kan hücresi üretimini engelleyici özelliktedir.JAK2 inhibitörleriDiğer tedavi yöntemleri ve ilaçların etkili olmadığı durumlarda JAK2 geninin üretiminiden sorumlu olduğu JAK2 enzimini yavaşlatıp durdurmayı amaçlayan ilaçlar önerilir. Bu ilaçlar ruxolitinib içerir.Polisitemi Hakkında Sıkça Sorulan SorularPolisitemi kimlerde görülür?Polisitemi hastalığı, erkeklerde kadınlara oranla daha sık görülür.Polisitemi tedavi edilir mi?Kronik bir hastalık olan polisiteminin kesin bir tedavisi olmamakla birlikte destekleyici tedavilerle etkisi uzun vadede kontrol altına alınabilir.Polisitemi olanlar ne yemeli?Genel bir beslenme tavsiyesi olarak polisitemi olan kişiler için de taze meyve sebze tüketmesi önerillir. Ayrıca tam tahıl ve zeytinyağı gibi doğal yağların eklendiği Akdeniz diyeti de polisitemi hastaları için tavsiye niteliğindedir. Ancak daha sağlıklı olması adına beslenme düzeninin de doktor kontrolünde oluşturulması gerekir.Polisitemi hangi doktor bakar?Polisitemi hastası olan kişilerin kontrolünü, teşhisini ve tedavisini Hematolog bölümü doktorları gerçekleştirir.Polisiteminin etkileri nelerdir?Polisitemi sonucu yavaşlayan kan kalbe, beyne ve diğer hayati organlara ulaşan oksijen miktarını azaltabilir. Diğer yandan kan pıhtılaşması da felç ve kalp krizi riskini ortaya çıkarır. Bu yüzden kansızlıkta olduğu kadar polisitemi olarak adlandırılan kan fazlalığı da tehlikeli bir hastalıktır ve tedavi edilmediği takdirde uzun vadede kemik iliğinin dışında başka bir kan kanseri çeşidi olan lösemiye yol açma riski içerir. | 4,843 |
569 | Hastalıklar | Prostat | Erkek üreme sisteminin bir parçası olan prostat, cinsel organ, testis ve seminal kesecekleri kapsayan, mesanenin hemen altında ve rektumun önünde bulunan ve üretrayı çevreleyen ceviz büyüklüğündeki bir bezdir. Bağ dokuları ve bezdokulardan oluşan prostat, meniye sıvı katar ve idrar yoluna itilmesine yardımcı olur. Yaşlanmayla birlikte erkeklerin çoğunda prostat büyümesi gerçekleşir ve ciddi şikayetlere neden olabilir. Prostatta ortaya çıkan hastalıklar arasında kanser, prostatit ve iyi huylu prostat hiperplazisi yer alır.Erkek üreme sisteminin bir parçası olan prostat, cinsel organ, testis ve seminal kesecekleri kapsayan, mesanenin hemen altında ve rektumun önünde bulunan ve üretrayı çevreleyen ceviz büyüklüğündeki bir bezdir. Bağ dokuları ve bezdokulardan oluşan prostat, meniye sıvı katar ve idrar yoluna itilmesine yardımcı olur. Yaşlanmayla birlikte erkeklerin çoğunda prostat büyümesi gerçekleşir ve ciddi şikayetlere neden olabilir. Prostatta ortaya çıkan hastalıklar arasında kanser, prostatit ve iyi huylu prostat hiperplazisi yer alır.
Prostat Nedir?Prostat, idrar torbasının çıkışını saran ceviz büyüklüğünde bir salgı bezidir. İdrar torbasının hemen altında, rektumun önünde yer alan prostat, spermi besleyen ve taşıyan sıvı olan seminal sıvıyı üretir ve meniyi üretra yoluyla dışarı atmayı sağlar.Prostat hastalığının en yaygın üç şekli bulunur. Prostat iltihaplanması (prostatit), prostatın kanserli olmayan büyümesi (iyi huylu prostat hiperplazisi veya BPH) ve prostat kanseridir. Bir erkek bu koşullardan bir veya daha fazlasını yaşayabilir. Bu hastalıklar farklı belirtilerle ortaya çıkabilir.Prostat Belirtileri Nelerdir?Prostat yaşlandıkça büyür ve içinden geçen idrar kanallarını sıkıştırmaya başlar. İşemeyi sağlayan organ idrar torbasıdır ve kaslardan oluşmuş bir yapıya sahiptir.Prostat idrar kanallarını sıkıştırsa da bu duruma cevap olarak idrar torbasının kasları genişler ve idrar torbası daha kuvvetli kasılmaya başlar. Bu aşamalarda hastanın şikayeti olmayabilir veya zaman geçtikçe prostat büyümeye devam eder ve idrar torbası kaslarında yorulma meydana gelir. Bu durumda hastaların idrar akımları yavaşlar, çatallı işeme, idrar yaparken damlama, kesik kesik işeme, idrar yaptıktan sonra halen içeride idrar varlığı hissi ortaya çıkar.Prostat büyümesi ile birlikte başlayan prostat belirtileri şunlardır: Sık idrara çıkma isteği İdrar yaparken ağrı, yanma ya da kanama Prostat nedeniyle kesikli ya da az idrar yapma İdrar sonrasında idrar damlamasının devam etmesi Özellikle geceleri idrar yapma ihtiyacının artması Mesanenin tam boşalmadığı hissi Ani idrar yapma ihtiyacı İdrar kaçırma Cinsel fonksiyon bozukluklarıProstat Neden Olur?Prostat hastalığının nedeni, zamanla testis hücrelerinde yaşanan değişiklikler, prostat enfeksiyonu veya iltihabı, idrar yolu enfeksiyonları, böbrek taşları, mesane sinirlerinde sorunlar, yaşlanmaya bağlı erkeklik hormonu (testosteron) ve östrojen gibi hormonlarda ortaya çıkan değişiklikler ve genetik yatkınlıktır.Prostat bezi, erkeklerde 30’lu yaşlarda büyümeye başlar ve yaşamın sonuna kadar sürer. 50 yaşın üzerindeki erkeklerin yarısında prostat büyümesi görülürken, 60 yaş sonrası bu oran %65’e çıkmaktadır. 80’li yaşlarla birlikte de büyüme oranı %90’ı geçmektedir. Bu hastaların önemli bir bölümü ilaç tedavisi ya da ameliyat ile takip edilir.Prostat Biyopsi Nedir? Nasıl Yapılır? Standart prostat biyopsisinde prostat kapsül kısmı (periferik zonu) 12 bölgeye ayrılır ve her bölgeden rastgele bir parça alınır. Ultrason cihazı, normal prostat dokusu ile kanserli dokuyu ayıramaz, bu nedenle biyopsi için şüpheli alanlar hedef alınamaz. Prostattan farklı alanlardan rastgele örnek alınıp tümörlü doku ile karşılaşılacağı umulur. Bu rastgele biyopsiler, hızlı ilerleme potansiyeline sahip kanserleri bazen yakalayamaz.Yeni tip MR füzyon biyopsilerde ise hastaya önce özel bir prostat MR’ı çekilir. Daha sonra MR’ da prostat kanseri için şüpheli alanlar belirlenir, dijital ortamda işaretlenir. Bu görüntüler özel ultrason cihazlarına yüklenir ve prostat biyopsileri özellikle MR’ın işaret ettiği alanlardan alınır. MR prostatta özellikle 0.5 cc üzerindeki saldırgan kanserleri çok iyi gösterdiği için bu yöntemle hayatı tehdit edebilecek prostat kanserleri kaçırılmaz.Prostat Hastalıklarının Tanısı Nasıl Konulur?Prostat büyümesinin tanısı kan ve idrar tahlilleri ile ultrasonografi, idrar akım testi gibi hastayı herhangi bir şekilde rahatsız etmeyecek tetkik ve tahliller ile konulmaktadır. Kişide tespit edilen büyümenin derecesi ve hastada yarattığı şikayetlere göre tedavi planı uygulanmaktadır.Prostat Tedavisi Nasıl Olur?İyi huylu prostat büyümesi yaşam tarzı değişiklikleri ile hastayı izleme, ilaç uygulamaları ve cerrahi ile tedavi edilir. Prostat, doğal süreçte yaşla birlikte büyüyen bir organ olduğu için bunu engellemek mümkün değildir. Ancak bu dönemde hastanın şikayetlerini en aza indiren ve yaşam kalitesini yükselten tedaviler uygulanır.Genellikle ilk olarak hastanın tuvalet alışkanlıkları ve yaşam tarzı ile ilgili düzenlemeler yapılır. Gerektiğinde ikinci adım olarak ilaç tedavisine başlanabilir. Prostat büyümesinde ilaç tedavisi, hastaların şikayetlerini azaltmaya yönelik uygulanır.İlaç tedavisi olarak en sık kullanılan ve prostatın neden olduğu tıkanmayı en hızlı şekilde rahatlatan “alfa bloker” adı verilen ilaçlardır. Son yıllarda bu ilaçların yan etki profili oldukça düşük tipleri bulunmaktadır. Bunun dışında prostat büyüklüğü 35 gramın üzerinde olan hastalarda prostatın büyümesini durduran ve boyut olarak küçülme sağlayan “5 alfa redüktaz inhibitörleri” denilen grup mevcuttur. Bu ilaçların etkinliği düzenli kullanım sonrası 9 aydan sonra başlar. Eğer hasta sık sık tuvalete gidiyorsa ve kendisine aşırı aktif mesane tanısı konulmuşsa, o zaman tedaviye “anti-kolinerjik grubu” ilaçlar eklenir. Son yıllarda sertleşme üzerine etkili “Fosfodiesteraz 5 inhibitörü” grubu ilaçların düzenli kullanımda işeme şikayetlerini düzenlediği kanıtlanır.Tedavi almayan hastalarda idrar torbası kaslarında erime meydana gelir, idrar torbası içindeki yüksek basınç böbrekleri bozmaya başlar. Bu aşamadan sonra tedavi alınsa bile idrar torbasının ve böbrek fonksiyonları çoğu kez eski haline dönmez.Prostat AmeliyatıProstat büyümesi için yapılan ameliyatlar 2 ana başlık altında toplanabilir. Bunlardan ilki, idrar yolundan girilip prostatın içeriden kesilerek yapıldığı ameliyatlardır. En bilineni TUR işlemidir. TUR ameliyatında, aletin ucunda elektrikli bir tel kullanılarak prostatın büyüyen kısmı kesilerek çıkarılır. Klasik TUR ameliyatında kullanılan elektrik enerjisi, sertleşme fonksiyonları üzerinde yan etki oluşturabileceğinden, günümüzde TUR ameliyatlarında bipolar veya plazmakinetik denilen farklı enerjiler kullanılır.İşeme kanalından girilerek yapılan ve prostatı buharlaştıran lazer yöntemleri de bulunur. Bu tekniklerde greenlight veya diod lazer gibi farklı enerji kaynakları kullanılır.Bir de büyük prostatlar için yine işeme kanalından girilip prostatın portakal soyar gibi soyulduğu “Holmiyum enükleasyon” yönteminden söz edilebilir.İkinci ana başlık ise karından girilerek yapılan prostat büyümesi ameliyatlarıdır. Bunlar açık prostatektomi, laparoskopik basit prostatektomi ve robotik basit prostatektomi ameliyatlarıdır. Karından girilerek yapılan ameliyatlarda prostata ek olarak idrar torbası da kesilir ve kanama, idrar kanalından girilerek yapılan ameliyatlara göre daha fazla olabilir. Bu yüzden bu tip ameliyatlar çok gerekmedikçe tercih edilmez.Prostat Hastalıkları İle İlgili Sıkça Sorulan SorularProstat ne demek?Erkek üreme sistemine ait bir bez olan prostat, mesanenin hemen altındaki mesaneyi boşaltan tüp olan üretrayı çevreleyip, meninin bir kısmını oluşturan bir sıvıyı üreten bir erkek organıdır.Geceleri uykudan uyanıp tuvalete gitmek prostat büyümesinin işareti midir?Prostat büyümesinin erken bulgularından biri gece tuvalet ihtiyacıdır. Prostat büyümesi idrar zorluğuna neden olduğunda hastalar geceleri tuvalete sık sık gider ve gündüz de bu ihtiyaç devam eder. Geceleri tuvalete gitmenin en önemli sebepleri diyabet, kalp ve damar hastalıklarıdır. Bunun dışında yaşlanma ile beraber geceleri beyin hipofiz bezinden “anti diüretik hormon” salgılanması azalır ve geceleri üretilen idrar miktarı artar. Ön planda geceleri tuvalete gitme şikayeti olan hasta ayrıntılı bir şekilde incelenmelidir. Prostat dışı nedenlerle geceleri sık tuvalete giden erkekler, prostat büyümesi tedavisi alsa veya ameliyatı olsa da geceleri sık tuvalete gitme açısından fayda görmeyebilir.Prostat büyümesinde hastanın şikayetlerini azaltmak için yaşam tarzında nasıl düzenlemeler yapabilir?Prostat hastalarının öncelikle idrar miktarını artıracak alkol ve kafein içeren içeceklerden uzak durması gerekir. Eğer prostat hastası gündüzleri seyahat ediyor ve sık tuvalete gitmekten şikayet ediyorsa, gündüz saatlerinde sıvı alımını kısıtlamak hasta için rahatlatıcı olabilir. İşeme üzerine etkisi olan ilaçların kullanım zamanları (idrar söktürücüler vb.) hastanın şikayetlerine göre düzenlenmelidir. Bunun dışında art arda 2 kez idrar yapmak hastaların şikayetlerini azaltabilir. Prostat hastalarının kabızlığa karşı önlem almaları ve beslenme düzenlerini buna göre oluşturmaları önerilir.Hastalar düzenli olarak kullandıkları hangi ilaçlar ile prostat ilaçlarını birlikte alamaz?Prostat büyümesi için kullanılan “alfa bloker” ilaçlar ile sertleşmeyi sağlayan bazı ilaçların beraber kullanılmaması gerekir. Bu durum hastalarda ciddi tansiyon düşmelerine neden olabilir. Bazı antibiyotiklerin, epilepsi ilaçlarının, psikiyatride kullanılan bazı ilaçların prostat büyümesinde kullanılan ilaçlarla etkileşimi olabilir. Hastalar, iyi huylu prostat büyümesi için kullandıkları ilaçlar hakkında doktorunu mutlaka bilgilendirmelidir.Prostat ameliyatından sonra görülebilecek komplikasyonlar nelerdir?Klasik olarak kanama prostat ameliyatından sonra görülen en sık komplikasyondur. Ameliyat esnasında olursa prostat yeterli şekilde temizlenmeyebilir. Ameliyat sonrası olursa hasta tekrar ameliyat olmak zorunda kalabilir. Bunun dışında ameliyat sonrası idrar kanallarında darlık gelişmesi nadiren gelişen ama olduğunda hem doktor hem de hasta için can sıkan bir komplikasyondur. Üretra darlığı olmaması için mümkün olduğunca ince aletler ile çalışmak ve aletlerin bakımının tam olması önemlidir. Ameliyat sonrası idrar yollarında enfeksiyonda görülebilir. Literatürde prostat ameliyatlarından sonra mesane patlamasına kadar uzanan uzun bir komplikasyon listesi sayılsa da tecrübeli bir cerrahın ellerinde modern aletler kullanılarak yapılan prostat ameliyatlarında komplikasyon riski minimaldir.Prostat ameliyatından sonra hastaların cinsel hayatları nasıl etkilenir?Eğer bir hastanın sertleşme fonksiyonları prostat ameliyatı öncesi normalse; prostat büyümesi nedeniyle tecrübeli ürologlar elinde yapılan modern ameliyatlar (plazmakinetik TUR, greenlight lazer, Holmiyum lazer enükleasyon) sonrası sertleşme bozukluğu görülmeme ve başarı oranı %98-99’dur. Prostat ameliyatlarından sonra sıklıkla dışarıya atılan meni miktarında azalma olur. Çünkü prostat kazındığı için yumurtalıklardan dışarıya çıkan meninin bir kısmı idrar torbasına, bir kısmı dışarıya atılır. Bu durum çocuk düşünen yaşlı baba adayları için önem arz eder. Prostat ameliyatı olan bir hasta doğal yollarla çocuk sahibi olabilir mi?Prostat büyümesi nedeniyle ameliyat olan erkeklerde boşalma esnasında meninin bir kısmı idrar torbasına kaçacağı için meni miktarında azalma olur. Hastanın normal yolla çocuk sahibi olma olasılığı azalır. Ancak hasta normal yolla çocuk sahibi olamazsa da aşılama gibi kolay bir teknikle bu sorun ortadan kalkabilir. Prostat kanseri için yapılan ameliyatlarda ise meni kanalları, ve meniyi oluşturan bezler çıkarıldığı için hasta sadece tüp bebek yöntemi ile çocuk sahibi olabilir.Prostat büyümesi nedeniyle prostat ameliyatı olan bir hastada prostat kanseri gelişebilir mi?Prostat büyümesi ameliyatları, prostatın içinin çıkarılması ile yapılmaktadır. Yani kabuk kısmı bırakılmaktadır. Prostat kanseri tanısında kanda PSA testinin yeri nedir?PSA yıllardır prostat kanseri tanısında kullanılan ve herkes tarafından iyi bilinen, “fakat yanlış bilinen”, bir kan testidir. Prostata özgü antijen (PSA), erkek prostat bezi içindeki belirli hücreleri tarafından üretilen bir maddedir. PSA meniye prostat tarafından salgılanır, boşalma sonrası meninin sıvılaştırılmasını sağlar. Doktorlar tarafından prostat kanseri açısından riskli hastaları belirlemek için kullanılır. Normal sınırlar içinde olması hastada prostat kanseri olmadığını göstermediği gibi yüksek seviyede olması da hastaya prostat kanseri varlığını ortaya koymaz. Doktorlara, hastanın prostat kanseri açısından riskli olduğunu ve ileri inceleme yapılması gerektiğinin sinyallerini verir. PSA prostat kanseri dışında, iyi huylu prostat büyümesi, prostat iltihabı sonucu da yükselebilir. PSA normal değerleri yaşa göre farklılık gösterir. Genel olarak laboratuvarlarda sınır değer <4 olarak verilir. Halbuki PSA değerini yaşa göre değerlendirmek gerekir. 40 - 45 yaş aralığında normal PSA <1, 50-60 yaş arasında PSA<2.5; 60-70 yaş aralığında <4 olmalıdır. Mesela 50 yaşındaki bir erkekte PSA 3.5’ise mutlaka ürolog kontrolü gerekir.Prostat cerrahisinde robotik yöntemlerin yeri nedir?Prostat kanseri ameliyatlarında robotik cerrahi çok önemli bir yere sahiptir. Prostat bir portakal gibi düşünüldüğünde, prostat kanseri ameliyatında portakal, etrafındaki dalları ve yaprakları ile çıkarılmaktadır. Prostat büyümesi ameliyatında ise portakalın iç kısmındaki meyvesi çıkarılmakta; portakalın kabukları, dalları, yaprakları gibi her şey yerinde kalmaktadır. Prostat kanseri ameliyatında prostat ve etrafındaki salgı bezleri geniş bir şekilde çıkarıldığı için, prostatın hemen yakınından geçen ve sertleşme ile idrar tutmayı sağlayan sinirler ve yapılara zarar vermemek gerekir.Robotik cerrahide kanama olmadığı için her nokta iyi bir şekilde görülmekte ve teknoloji, doktora mükemmel bir şekilde ameliyatı yapma imkanı sağlamaktadır. Kanserli dokular temizlenir ve hastaların neredeyse hepsinde ameliyat sonrasında (iyileştikten sonra) idrar kaçırma ortaya çıkmaz. Hastaların büyük kısmının cinsel yaşamları da olumsuz etkilenmez. Fakat burada ameliyatı gerçekleştiren robot değil cerrahtır. Cerrah, robotik sistemi kullanarak ameliyatı yapmaktadır. Ameliyatın başarısı için cerrahın bilgisi, tecrübesi ve yeteneği de çok önemlidir. Prostat büyümesinde ise ameliyatlar işeme deliğinden yapılabildiği için gerekmedikçe robotik cerrahi uygulanmamaktadır. Robotik cerrahi prostat kanseri ameliyatında mükemmel sonuç verirken, prostat büyümesinde yeri sınırlı olan bir yöntemdir.
Prostat Nedir?Prostat, idrar torbasının çıkışını saran ceviz büyüklüğünde bir salgı bezidir. İdrar torbasının hemen altında, rektumun önünde yer alan prostat, spermi besleyen ve taşıyan sıvı olan seminal sıvıyı üretir ve meniyi üretra yoluyla dışarı atmayı sağlar.Prostat hastalığının en yaygın üç şekli bulunur. Prostat iltihaplanması (prostatit), prostatın kanserli olmayan büyümesi (iyi huylu prostat hiperplazisi veya BPH) ve prostat kanseridir. Bir erkek bu koşullardan bir veya daha fazlasını yaşayabilir. Bu hastalıklar farklı belirtilerle ortaya çıkabilir.Prostat Belirtileri Nelerdir?Prostat yaşlandıkça büyür ve içinden geçen idrar kanallarını sıkıştırmaya başlar. İşemeyi sağlayan organ idrar torbasıdır ve kaslardan oluşmuş bir yapıya sahiptir.Prostat idrar kanallarını sıkıştırsa da bu duruma cevap olarak idrar torbasının kasları genişler ve idrar torbası daha kuvvetli kasılmaya başlar. Bu aşamalarda hastanın şikayeti olmayabilir veya zaman geçtikçe prostat büyümeye devam eder ve idrar torbası kaslarında yorulma meydana gelir. Bu durumda hastaların idrar akımları yavaşlar, çatallı işeme, idrar yaparken damlama, kesik kesik işeme, idrar yaptıktan sonra halen içeride idrar varlığı hissi ortaya çıkar.Prostat büyümesi ile birlikte başlayan prostat belirtileri şunlardır:Prostat Neden Olur?Prostat hastalığının nedeni, zamanla testis hücrelerinde yaşanan değişiklikler, prostat enfeksiyonu veya iltihabı, idrar yolu enfeksiyonları, böbrek taşları, mesane sinirlerinde sorunlar, yaşlanmaya bağlı erkeklik hormonu (testosteron) ve östrojen gibi hormonlarda ortaya çıkan değişiklikler ve genetik yatkınlıktır.Prostat bezi, erkeklerde 30’lu yaşlarda büyümeye başlar ve yaşamın sonuna kadar sürer. 50 yaşın üzerindeki erkeklerin yarısında prostat büyümesi görülürken, 60 yaş sonrası bu oran %65’e çıkmaktadır. 80’li yaşlarla birlikte de büyüme oranı %90’ı geçmektedir. Bu hastaların önemli bir bölümü ilaç tedavisi ya da ameliyat ile takip edilir.Prostat Biyopsi Nedir? Nasıl Yapılır? Standart prostat biyopsisinde prostat kapsül kısmı (periferik zonu) 12 bölgeye ayrılır ve her bölgeden rastgele bir parça alınır. Ultrason cihazı, normal prostat dokusu ile kanserli dokuyu ayıramaz, bu nedenle biyopsi için şüpheli alanlar hedef alınamaz. Prostattan farklı alanlardan rastgele örnek alınıp tümörlü doku ile karşılaşılacağı umulur. Bu rastgele biyopsiler, hızlı ilerleme potansiyeline sahip kanserleri bazen yakalayamaz.Yeni tip MR füzyon biyopsilerde ise hastaya önce özel bir prostat MR’ı çekilir. Daha sonra MR’ da prostat kanseri için şüpheli alanlar belirlenir, dijital ortamda işaretlenir. Bu görüntüler özel ultrason cihazlarına yüklenir ve prostat biyopsileri özellikle MR’ın işaret ettiği alanlardan alınır. MR prostatta özellikle 0.5 cc üzerindeki saldırgan kanserleri çok iyi gösterdiği için bu yöntemle hayatı tehdit edebilecek prostat kanserleri kaçırılmaz.Prostat Hastalıklarının Tanısı Nasıl Konulur?Prostat büyümesinin tanısı kan ve idrar tahlilleri ile ultrasonografi, idrar akım testi gibi hastayı herhangi bir şekilde rahatsız etmeyecek tetkik ve tahliller ile konulmaktadır. Kişide tespit edilen büyümenin derecesi ve hastada yarattığı şikayetlere göre tedavi planı uygulanmaktadır.Prostat Tedavisi Nasıl Olur?İyi huylu prostat büyümesi yaşam tarzı değişiklikleri ile hastayı izleme, ilaç uygulamaları ve cerrahi ile tedavi edilir. Prostat, doğal süreçte yaşla birlikte büyüyen bir organ olduğu için bunu engellemek mümkün değildir. Ancak bu dönemde hastanın şikayetlerini en aza indiren ve yaşam kalitesini yükselten tedaviler uygulanır.Genellikle ilk olarak hastanın tuvalet alışkanlıkları ve yaşam tarzı ile ilgili düzenlemeler yapılır. Gerektiğinde ikinci adım olarak ilaç tedavisine başlanabilir. Prostat büyümesinde ilaç tedavisi, hastaların şikayetlerini azaltmaya yönelik uygulanır.İlaç tedavisi olarak en sık kullanılan ve prostatın neden olduğu tıkanmayı en hızlı şekilde rahatlatan “alfa bloker” adı verilen ilaçlardır. Son yıllarda bu ilaçların yan etki profili oldukça düşük tipleri bulunmaktadır. Bunun dışında prostat büyüklüğü 35 gramın üzerinde olan hastalarda prostatın büyümesini durduran ve boyut olarak küçülme sağlayan “5 alfa redüktaz inhibitörleri” denilen grup mevcuttur. Bu ilaçların etkinliği düzenli kullanım sonrası 9 aydan sonra başlar. Eğer hasta sık sık tuvalete gidiyorsa ve kendisine aşırı aktif mesane tanısı konulmuşsa, o zaman tedaviye “anti-kolinerjik grubu” ilaçlar eklenir. Son yıllarda sertleşme üzerine etkili “Fosfodiesteraz 5 inhibitörü” grubu ilaçların düzenli kullanımda işeme şikayetlerini düzenlediği kanıtlanır.Tedavi almayan hastalarda idrar torbası kaslarında erime meydana gelir, idrar torbası içindeki yüksek basınç böbrekleri bozmaya başlar. Bu aşamadan sonra tedavi alınsa bile idrar torbasının ve böbrek fonksiyonları çoğu kez eski haline dönmez.Prostat AmeliyatıProstat büyümesi için yapılan ameliyatlar 2 ana başlık altında toplanabilir. Bunlardan ilki, idrar yolundan girilip prostatın içeriden kesilerek yapıldığı ameliyatlardır. En bilineni TUR işlemidir. TUR ameliyatında, aletin ucunda elektrikli bir tel kullanılarak prostatın büyüyen kısmı kesilerek çıkarılır. Klasik TUR ameliyatında kullanılan elektrik enerjisi, sertleşme fonksiyonları üzerinde yan etki oluşturabileceğinden, günümüzde TUR ameliyatlarında bipolar veya plazmakinetik denilen farklı enerjiler kullanılır.İşeme kanalından girilerek yapılan ve prostatı buharlaştıran lazer yöntemleri de bulunur. Bu tekniklerde greenlight veya diod lazer gibi farklı enerji kaynakları kullanılır.Bir de büyük prostatlar için yine işeme kanalından girilip prostatın portakal soyar gibi soyulduğu “Holmiyum enükleasyon” yönteminden söz edilebilir.İkinci ana başlık ise karından girilerek yapılan prostat büyümesi ameliyatlarıdır. Bunlar açık prostatektomi, laparoskopik basit prostatektomi ve robotik basit prostatektomi ameliyatlarıdır. Karından girilerek yapılan ameliyatlarda prostata ek olarak idrar torbası da kesilir ve kanama, idrar kanalından girilerek yapılan ameliyatlara göre daha fazla olabilir. Bu yüzden bu tip ameliyatlar çok gerekmedikçe tercih edilmez.Prostat Hastalıkları İle İlgili Sıkça Sorulan SorularProstat ne demek?Erkek üreme sistemine ait bir bez olan prostat, mesanenin hemen altındaki mesaneyi boşaltan tüp olan üretrayı çevreleyip, meninin bir kısmını oluşturan bir sıvıyı üreten bir erkek organıdır.Geceleri uykudan uyanıp tuvalete gitmek prostat büyümesinin işareti midir?Prostat büyümesinin erken bulgularından biri gece tuvalet ihtiyacıdır. Prostat büyümesi idrar zorluğuna neden olduğunda hastalar geceleri tuvalete sık sık gider ve gündüz de bu ihtiyaç devam eder. Geceleri tuvalete gitmenin en önemli sebepleri diyabet, kalp ve damar hastalıklarıdır. Bunun dışında yaşlanma ile beraber geceleri beyin hipofiz bezinden “anti diüretik hormon” salgılanması azalır ve geceleri üretilen idrar miktarı artar. Ön planda geceleri tuvalete gitme şikayeti olan hasta ayrıntılı bir şekilde incelenmelidir. Prostat dışı nedenlerle geceleri sık tuvalete giden erkekler, prostat büyümesi tedavisi alsa veya ameliyatı olsa da geceleri sık tuvalete gitme açısından fayda görmeyebilir.Prostat büyümesinde hastanın şikayetlerini azaltmak için yaşam tarzında nasıl düzenlemeler yapabilir?Prostat hastalarının öncelikle idrar miktarını artıracak alkol ve kafein içeren içeceklerden uzak durması gerekir. Eğer prostat hastası gündüzleri seyahat ediyor ve sık tuvalete gitmekten şikayet ediyorsa, gündüz saatlerinde sıvı alımını kısıtlamak hasta için rahatlatıcı olabilir. İşeme üzerine etkisi olan ilaçların kullanım zamanları (idrar söktürücüler vb.) hastanın şikayetlerine göre düzenlenmelidir. Bunun dışında art arda 2 kez idrar yapmak hastaların şikayetlerini azaltabilir. Prostat hastalarının kabızlığa karşı önlem almaları ve beslenme düzenlerini buna göre oluşturmaları önerilir.Hastalar düzenli olarak kullandıkları hangi ilaçlar ile prostat ilaçlarını birlikte alamaz?Prostat büyümesi için kullanılan “alfa bloker” ilaçlar ile sertleşmeyi sağlayan bazı ilaçların beraber kullanılmaması gerekir. Bu durum hastalarda ciddi tansiyon düşmelerine neden olabilir. Bazı antibiyotiklerin, epilepsi ilaçlarının, psikiyatride kullanılan bazı ilaçların prostat büyümesinde kullanılan ilaçlarla etkileşimi olabilir. Hastalar, iyi huylu prostat büyümesi için kullandıkları ilaçlar hakkında doktorunu mutlaka bilgilendirmelidir.Prostat ameliyatından sonra görülebilecek komplikasyonlar nelerdir?Klasik olarak kanama prostat ameliyatından sonra görülen en sık komplikasyondur. Ameliyat esnasında olursa prostat yeterli şekilde temizlenmeyebilir. Ameliyat sonrası olursa hasta tekrar ameliyat olmak zorunda kalabilir. Bunun dışında ameliyat sonrası idrar kanallarında darlık gelişmesi nadiren gelişen ama olduğunda hem doktor hem de hasta için can sıkan bir komplikasyondur. Üretra darlığı olmaması için mümkün olduğunca ince aletler ile çalışmak ve aletlerin bakımının tam olması önemlidir. Ameliyat sonrası idrar yollarında enfeksiyonda görülebilir. Literatürde prostat ameliyatlarından sonra mesane patlamasına kadar uzanan uzun bir komplikasyon listesi sayılsa da tecrübeli bir cerrahın ellerinde modern aletler kullanılarak yapılan prostat ameliyatlarında komplikasyon riski minimaldir.Prostat ameliyatından sonra hastaların cinsel hayatları nasıl etkilenir?Eğer bir hastanın sertleşme fonksiyonları prostat ameliyatı öncesi normalse; prostat büyümesi nedeniyle tecrübeli ürologlar elinde yapılan modern ameliyatlar (plazmakinetik TUR, greenlight lazer, Holmiyum lazer enükleasyon) sonrası sertleşme bozukluğu görülmeme ve başarı oranı %98-99’dur. Prostat ameliyatlarından sonra sıklıkla dışarıya atılan meni miktarında azalma olur. Çünkü prostat kazındığı için yumurtalıklardan dışarıya çıkan meninin bir kısmı idrar torbasına, bir kısmı dışarıya atılır. Bu durum çocuk düşünen yaşlı baba adayları için önem arz eder. Prostat ameliyatı olan bir hasta doğal yollarla çocuk sahibi olabilir mi?Prostat büyümesi nedeniyle ameliyat olan erkeklerde boşalma esnasında meninin bir kısmı idrar torbasına kaçacağı için meni miktarında azalma olur. Hastanın normal yolla çocuk sahibi olma olasılığı azalır. Ancak hasta normal yolla çocuk sahibi olamazsa da aşılama gibi kolay bir teknikle bu sorun ortadan kalkabilir. Prostat kanseri için yapılan ameliyatlarda ise meni kanalları, ve meniyi oluşturan bezler çıkarıldığı için hasta sadece tüp bebek yöntemi ile çocuk sahibi olabilir.Prostat büyümesi nedeniyle prostat ameliyatı olan bir hastada prostat kanseri gelişebilir mi?Prostat büyümesi ameliyatları, prostatın içinin çıkarılması ile yapılmaktadır. Yani kabuk kısmı bırakılmaktadır. Prostat kanseri tanısında kanda PSA testinin yeri nedir?PSA yıllardır prostat kanseri tanısında kullanılan ve herkes tarafından iyi bilinen, “fakat yanlış bilinen”, bir kan testidir. Prostata özgü antijen (PSA), erkek prostat bezi içindeki belirli hücreleri tarafından üretilen bir maddedir. PSA meniye prostat tarafından salgılanır, boşalma sonrası meninin sıvılaştırılmasını sağlar. Doktorlar tarafından prostat kanseri açısından riskli hastaları belirlemek için kullanılır. Normal sınırlar içinde olması hastada prostat kanseri olmadığını göstermediği gibi yüksek seviyede olması da hastaya prostat kanseri varlığını ortaya koymaz. Doktorlara, hastanın prostat kanseri açısından riskli olduğunu ve ileri inceleme yapılması gerektiğinin sinyallerini verir. PSA prostat kanseri dışında, iyi huylu prostat büyümesi, prostat iltihabı sonucu da yükselebilir. PSA normal değerleri yaşa göre farklılık gösterir. Genel olarak laboratuvarlarda sınır değer <4 olarak verilir. Halbuki PSA değerini yaşa göre değerlendirmek gerekir. 40 - 45 yaş aralığında normal PSA <1, 50-60 yaş arasında PSA<2.5; 60-70 yaş aralığında <4 olmalıdır. Mesela 50 yaşındaki bir erkekte PSA 3.5’ise mutlaka ürolog kontrolü gerekir.Prostat cerrahisinde robotik yöntemlerin yeri nedir?Prostat kanseri ameliyatlarında robotik cerrahi çok önemli bir yere sahiptir. Prostat bir portakal gibi düşünüldüğünde, prostat kanseri ameliyatında portakal, etrafındaki dalları ve yaprakları ile çıkarılmaktadır. Prostat büyümesi ameliyatında ise portakalın iç kısmındaki meyvesi çıkarılmakta; portakalın kabukları, dalları, yaprakları gibi her şey yerinde kalmaktadır. Prostat kanseri ameliyatında prostat ve etrafındaki salgı bezleri geniş bir şekilde çıkarıldığı için, prostatın hemen yakınından geçen ve sertleşme ile idrar tutmayı sağlayan sinirler ve yapılara zarar vermemek gerekir.Robotik cerrahide kanama olmadığı için her nokta iyi bir şekilde görülmekte ve teknoloji, doktora mükemmel bir şekilde ameliyatı yapma imkanı sağlamaktadır. Kanserli dokular temizlenir ve hastaların neredeyse hepsinde ameliyat sonrasında (iyileştikten sonra) idrar kaçırma ortaya çıkmaz. Hastaların büyük kısmının cinsel yaşamları da olumsuz etkilenmez. Fakat burada ameliyatı gerçekleştiren robot değil cerrahtır. Cerrah, robotik sistemi kullanarak ameliyatı yapmaktadır. Ameliyatın başarısı için cerrahın bilgisi, tecrübesi ve yeteneği de çok önemlidir. Prostat büyümesinde ise ameliyatlar işeme deliğinden yapılabildiği için gerekmedikçe robotik cerrahi uygulanmamaktadır. Robotik cerrahi prostat kanseri ameliyatında mükemmel sonuç verirken, prostat büyümesinde yeri sınırlı olan bir yöntemdir. | 10,217 |
570 | Hastalıklar | Pulmoner Fibrozis (Akciğer Sertleşmesi) | Akciğerlerde gelişen ve akciğerin kalınlaşması ya da sertleşmesi olarak bilinen pulmoner fibrozis hastalığının nedenleri tam olarak bilinemese de; belirli toksinlere maruz kalınması, kullanılan bazı ilaçlar, radyasyon tedavisi gibi durumlar etkenler arasında bulunabiliyor. Nefes darlığı ve kuru öksürüğün başlıca belirtileri arasında yer alan akciğer sertleşmesinde meydana gelen akciğer hasarı geri döndürülememekle birlikte, yeni geliştirilen ilaç tedavileri ile hastalığın ilerlemesi yavaşlatılabiliyor. Memorial Ankara Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümü’nden Prof. Dr. Metin Özkan, pulmoner fibrozis ile ilgili bilgi verdi.Akciğerlerde gelişen ve akciğerin kalınlaşması ya da sertleşmesi olarak bilinen pulmoner fibrozis hastalığının nedenleri tam olarak bilinemese de; belirli toksinlere maruz kalınması, kullanılan bazı ilaçlar, radyasyon tedavisi gibi durumlar etkenler arasında bulunabiliyor. Nefes darlığı ve kuru öksürüğün başlıca belirtileri arasında yer alan akciğer sertleşmesinde meydana gelen akciğer hasarı geri döndürülememekle birlikte, yeni geliştirilen ilaç tedavileri ile hastalığın ilerlemesi yavaşlatılabiliyor. Memorial Ankara Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümü’nden Prof. Dr. Metin Özkan, pulmoner fibrozis ile ilgili bilgi verdi.
Pulmoner fibrosis (akciğer sertleşmesi) nedir?Halk arasında akciğer sertleşmesi olarak da bilinen pulmoner fibrozis, çeşitli hastalıklar nedeni ile akciğer dokusu hasar gördüğünde ve yaralandığında ortaya çıkan bir akciğer hastalığıdır. Süngerimsi bir yapıya sahip olan akciğer dokusunda kalınlaşma ve sertleşme oluşur ve akciğerlerdeki hava keseciklerinin (alveoller) içindeki oksijen, keseciklerin etrafındaki damarlara yeterince geçemez ve hasta nefes darlığı yaşar.Pulmoner fibrozisin (akciğer sertleşmesi) nedenleri nelerdir?Pulmoner fibrozisin çoğu türünde belirli bir neden bulunamaz. Bir neden bulunamadığı durumlara 'İdiopatik pulmoner fibrozis” denilmektedir. Bunun dışında pulmoner fibrozis nedenleri arasında; belirli toksinlere uzun süreli maruz kalma, belirli tıbbi durumlar, radyasyon tedavisi ve bazı ilaçlar dahil olmak üzere birçok farklı faktör bulunabilmektedir.Mesleki ve çevresel faktörler:• Silika tozu• Asbest lifleri• Sert metal tozları• Kömür tozu• Tahıl tozu• Kuş ve hayvan pislikleriRadyasyon tedavileri: Akciğer veya meme kanseri için radyasyon tedavisi alan bazı kişiler, ilk tedaviden aylar veya bazen yıllar sonra akciğer hasarı belirtileri gösterebilirler. Hasarın ciddiyeti şunlara bağlı olabilir:• Akciğerin ne kadarı radyasyona maruz kaldığı• Uygulanan toplam radyasyon miktarı• Beraberinde ilaç tedavisi de (kemoterapi) de kullanılıp kullanılmadığı• Başka bir akciğer hastalığının varlığıİlaçlar:• Bazı kanser tedavisinde kullanılan (kemoterapi ilaçları) • Kalp ritmini düzenleyen bazı ilaçlar• Çeşitli antibiyotikler• Romatizmal hastalıklarda kullanılan ve mikrobik olmayan iltihaplanmayı gidermek için kullanılan (antiinflamatuar) bazı ilaçlar Bazı hastalıklar:• Dermatomiyozit ( Cilt ve kasları etkileyebilen bir rahatsızlık) • Polimiyozit ( Bir kas rahatsozlığı)• Mix bağ dokusu hastalığı• Sistemik lupus eritematoz ( kelebek hastalığı)• Romatoid artrit• Sarkoidoz ( bağışıklık sistemi rahatsızlığı)• Skleroderma ( cilt ve bağ dokularda sertleşme)• ZatürrePulmoner fibrozisin (akciğer sertleşmesi) belirtileri nelerdir?Pulmoner fibrozisin belirti ve semptomları şunları içerebilir: • Nefes darlığı (dispne),• Çabuk yorulma• Balgam çıkarmaksızın giderek artan kuru öksürük• Nedeni bilinemeyen kilo kaybı• Kaslar ve eklem ağrıları• El veya ayak parmak uçlarının genişlemesi ve yuvarlaklaşması (çomaklaşma)Bu belirtiler kişiden kişiye önemli ölçüde değişiklik gösterebilir ama genellikle giderek artar. Pek çok kişinin fark ettiği ilk semptom, çoğunlukla merdiven gibi bir yere tırmanırken nefes kesilmesi olmaktadır.Farklı pulmoner fibroz türlerinde benzer semptomlar görülebilir. Pulmoner fibroz ile ilişkili rahatsızlıkları olan bazı kişilerde; kilo kaybı, ateş, eklem ve kas ağrısı ile sertleşmesi olabilir. Bazı hastalarda da ağız ve göz kuruluğu ya da el ve ayak parmaklarında dolaşım bozukluğu ortaya çıkabilir.Pulmoner fibrozisin bir başka belirtisi de, parmak ve ayak tırnağının çomaklaşmasıdır. Kişinin kendisi ya da uzman hekim tırnakların şekil değiştirdiğini bariz bir şekilde fark edebilir. Bu belirtide parmak uçları büyük ve tırnaklar parmak uçlarına doğru kıvırılır.Pulmoner fibrozisin (akciğer sertleşmesi) tanısı nasıl konur?Akciğer sertleşmesi olan pulmoner fibrozis tanısı konulurken öncelikle uzman hekim tarafından hasta fiziki olarak muayene edilir. Fiziki muayenenin ardından şüphe oluşması durumunda akciğer röntgeni çekilir. Akciğer röntgeni, hastalığın seyrini ve tedavisini izlemede yarar sağlamakla birlikte çoğunlukla tanı için yeterli olmaz. Bu durumda hasta için bilgisayarlı tomografi (BT) ile taraması gerekir. Çözünürlüğü yüksek bir bilgisayarlı tomografi, pulmoner fibrozisin neden olduğu akciğer hasarının derecesini belirlemede büyük fayda sağlar. Ayrıca akciğer fibrozisin neden olduğu ve hastalığın ileri dönemlerinde ortaya çıkan kalbin sağ tarafında basınç artışı ve kalp yetmezliği gibi durumların tespit ve takip edilebilmesi için de ekokardiyogram da denilen kalp ultrasonografisi yaptırılabilir. Bütün bunların dışında aşağıda yer alan akciğer fonksiyon testleri uygulanır:Akciğer fonksiyon testleri- Solunum fonksiyon testi: Spirometri adı verilen bu testte, bir makineye bağlı bir ağızlık aracılığıyla derin bir nefes aldıktan sonra hızlı ve güçlü bir şekilde nefes verilir. Makine, ciğerlerin ne kadar hava kapasitesi olduğunu ve havanın ciğerlere ne kadar hızlı girip çıkarabileceğini ölçer.-Difüzyon testi: Difüzyon kapasitesi denilen bu test ile alınan oksijenin kana geçebilme kapasitesi ölçülür.-Pulse oksimetre: Genellikle el parmaklarına takılan küçük bir cihazla nabız ve kandaki oksijen seviyesi ölçülür.-Egzersiz testi: Koşu bandı veya sabit bisiklet üzerinde yapılan bir egzersiz testidir.-Arteriyel kan gazı testi: Genellikle bilekteki bir atardamardan alınan kan örneğindeki oksijen ve karbondioksit seviyeleri ölçülür.-Bronkoskopi: Bazen tanı için ağız veya burundan ucunda ışık bulunan ince bir tüple girilerek (bronkoskopi) veya genel anestezi altında akciğerden parça alınabilir.Pulmoner fibrozis (akciğer sertleşmesi) nasıl tedavi edilir?Pulmoner fibrozda meydana gelen akciğer hasarı geri döndürülemez ancak yeni geliştirilen ilaçlarla hastalığın ilerlemesi yavaşlatılabilir. Bazı tedaviler şikayetleri azaltmaya ve yaşam kalitesini artırmaya yöneliktir.PULMONER FİBROZİS İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULARPulmoner fibrosis (akciğer sertleşmesi) kanser midir?Pulmoner fibrosis kanser değildir. Ancak bu zeminde kanser gelişebilir.Pulmoner fibrosis (akciğer sertleşmesi) tehlikeli midir?Pulmoner fibrozis gerekli önlemler alınmadığı takdirde tehlikeli bir rahatsızlıktır. Erken tanı konulup kontrol altına alınmazsa, akciğer ve kalp yetmezliğine neden olabilir.Pulmoner fibrozisin (akciğer sertleşmesi) risk faktörleri nelerdir?Pulmoner fibrozisin risk faktörleri arasında bulunan; virüsler, tütün dumanına maruz kalma, genetik yatkınlık ve gastroözofageal reflü hastalığı yer almaktadır. Bunların nedeni bilinmeyen pulmoner fibrozisde etkili olabileceği düşünülmektedir. Orta yaş ve ileri yaşlarda, erkeklerde, sigara içenlerde, amfizemli hastalarda, madencilik, çiftçilik veya inşaat işlerinde çalışanlarda, kanser tedavilerinde göğüs kısmına radyasyon tedavisi alanlarda pulmoner fibrozis gelişme riski artmaktadır.Pulmoner fibrozis (akciğer sertleşmesi) ilerleyici bir hastalık mıdır?Pulmoner fibrosis hastalığı ilerleyici bir hastalıktır. Ancak son yıllarda geliştirilen ilaçlarla bu ilerlemenin yavaşlatılması amaçlanmaktadır.Pulmoner fibrozis hastalarına akciğer nakli yapılabilir mi?Pulmoner fibrosis hastalarına akciğer nakli yapılabilir. Bazı kriterlere uygunsa en etkili tedavi şekli akciğer nakli olabilir.Akciğer sertleşmesine hangi bölüm bakar?Bu hastalığın tanısı Göğüs Hastalıkları bölümü tarafından konulur. Tedavi ve takip süreci sertleşmeye neden olan hastalığa göre değişir.Akciğer sertleşmesinin ilaç dışı tedavisi var mı?Evet, akciğer nakli diğer tedavi seçeneğidir.Pulmoner fibrosis (akciğer sertleşmesi) ölümcül bir hastalık mıdır?Erken tanısı konup yakın takip edilmeyen bir çok hastalık ölümcül olabilir. Pulmoner fibrosis de bu hastalıklardan bir tanesidir.Pulmoner fibrosis (akciğer sertleşmesi) hastaları ne kadar yaşar?Yeni ilaçlar geliştirilmeden, pulmoner rehabilitasyon ve akciğer nakli yaygınlaşmadan önce hastaların yaşam süreleri çok uzun değildi. Akciğer naklinin yaygınlaşması ve diğer rehabilitasyon ve ilaç tedavilerinin uygulanması ile birlikte hastalar daha uzun ve daha konforlu bir hayat sürebilmektedir.
Pulmoner fibrosis (akciğer sertleşmesi) nedir?Halk arasında akciğer sertleşmesi olarak da bilinen pulmoner fibrozis, çeşitli hastalıklar nedeni ile akciğer dokusu hasar gördüğünde ve yaralandığında ortaya çıkan bir akciğer hastalığıdır. Süngerimsi bir yapıya sahip olan akciğer dokusunda kalınlaşma ve sertleşme oluşur ve akciğerlerdeki hava keseciklerinin (alveoller) içindeki oksijen, keseciklerin etrafındaki damarlara yeterince geçemez ve hasta nefes darlığı yaşar.Pulmoner fibrozisin (akciğer sertleşmesi) nedenleri nelerdir?Pulmoner fibrozisin çoğu türünde belirli bir neden bulunamaz. Bir neden bulunamadığı durumlara 'İdiopatik pulmoner fibrozis” denilmektedir. Bunun dışında pulmoner fibrozis nedenleri arasında; belirli toksinlere uzun süreli maruz kalma, belirli tıbbi durumlar, radyasyon tedavisi ve bazı ilaçlar dahil olmak üzere birçok farklı faktör bulunabilmektedir.Mesleki ve çevresel faktörler:• Silika tozu• Asbest lifleri• Sert metal tozları• Kömür tozu• Tahıl tozu• Kuş ve hayvan pislikleriRadyasyon tedavileri: Akciğer veya meme kanseri için radyasyon tedavisi alan bazı kişiler, ilk tedaviden aylar veya bazen yıllar sonra akciğer hasarı belirtileri gösterebilirler. Hasarın ciddiyeti şunlara bağlı olabilir:• Akciğerin ne kadarı radyasyona maruz kaldığı• Uygulanan toplam radyasyon miktarı• Beraberinde ilaç tedavisi de (kemoterapi) de kullanılıp kullanılmadığı• Başka bir akciğer hastalığının varlığıİlaçlar:• Bazı kanser tedavisinde kullanılan (kemoterapi ilaçları) • Kalp ritmini düzenleyen bazı ilaçlar• Çeşitli antibiyotikler• Romatizmal hastalıklarda kullanılan ve mikrobik olmayan iltihaplanmayı gidermek için kullanılan (antiinflamatuar) bazı ilaçlar Bazı hastalıklar:• Dermatomiyozit ( Cilt ve kasları etkileyebilen bir rahatsızlık) • Polimiyozit ( Bir kas rahatsozlığı)• Mix bağ dokusu hastalığı• Sistemik lupus eritematoz ( kelebek hastalığı)• Romatoid artrit• Sarkoidoz ( bağışıklık sistemi rahatsızlığı)• Skleroderma ( cilt ve bağ dokularda sertleşme)• ZatürrePulmoner fibrozisin (akciğer sertleşmesi) belirtileri nelerdir?Pulmoner fibrozisin belirti ve semptomları şunları içerebilir: • Nefes darlığı (dispne),• Çabuk yorulma• Balgam çıkarmaksızın giderek artan kuru öksürük• Nedeni bilinemeyen kilo kaybı• Kaslar ve eklem ağrıları• El veya ayak parmak uçlarının genişlemesi ve yuvarlaklaşması (çomaklaşma)Bu belirtiler kişiden kişiye önemli ölçüde değişiklik gösterebilir ama genellikle giderek artar. Pek çok kişinin fark ettiği ilk semptom, çoğunlukla merdiven gibi bir yere tırmanırken nefes kesilmesi olmaktadır.Farklı pulmoner fibroz türlerinde benzer semptomlar görülebilir. Pulmoner fibroz ile ilişkili rahatsızlıkları olan bazı kişilerde; kilo kaybı, ateş, eklem ve kas ağrısı ile sertleşmesi olabilir. Bazı hastalarda da ağız ve göz kuruluğu ya da el ve ayak parmaklarında dolaşım bozukluğu ortaya çıkabilir.Pulmoner fibrozisin bir başka belirtisi de, parmak ve ayak tırnağının çomaklaşmasıdır. Kişinin kendisi ya da uzman hekim tırnakların şekil değiştirdiğini bariz bir şekilde fark edebilir. Bu belirtide parmak uçları büyük ve tırnaklar parmak uçlarına doğru kıvırılır.Pulmoner fibrozisin (akciğer sertleşmesi) tanısı nasıl konur?Akciğer sertleşmesi olan pulmoner fibrozis tanısı konulurken öncelikle uzman hekim tarafından hasta fiziki olarak muayene edilir. Fiziki muayenenin ardından şüphe oluşması durumunda akciğer röntgeni çekilir. Akciğer röntgeni, hastalığın seyrini ve tedavisini izlemede yarar sağlamakla birlikte çoğunlukla tanı için yeterli olmaz. Bu durumda hasta için bilgisayarlı tomografi (BT) ile taraması gerekir. Çözünürlüğü yüksek bir bilgisayarlı tomografi, pulmoner fibrozisin neden olduğu akciğer hasarının derecesini belirlemede büyük fayda sağlar. Ayrıca akciğer fibrozisin neden olduğu ve hastalığın ileri dönemlerinde ortaya çıkan kalbin sağ tarafında basınç artışı ve kalp yetmezliği gibi durumların tespit ve takip edilebilmesi için de ekokardiyogram da denilen kalp ultrasonografisi yaptırılabilir. Bütün bunların dışında aşağıda yer alan akciğer fonksiyon testleri uygulanır:Akciğer fonksiyon testleri- Solunum fonksiyon testi: Spirometri adı verilen bu testte, bir makineye bağlı bir ağızlık aracılığıyla derin bir nefes aldıktan sonra hızlı ve güçlü bir şekilde nefes verilir. Makine, ciğerlerin ne kadar hava kapasitesi olduğunu ve havanın ciğerlere ne kadar hızlı girip çıkarabileceğini ölçer.-Difüzyon testi: Difüzyon kapasitesi denilen bu test ile alınan oksijenin kana geçebilme kapasitesi ölçülür.-Pulse oksimetre: Genellikle el parmaklarına takılan küçük bir cihazla nabız ve kandaki oksijen seviyesi ölçülür.-Egzersiz testi: Koşu bandı veya sabit bisiklet üzerinde yapılan bir egzersiz testidir.-Arteriyel kan gazı testi: Genellikle bilekteki bir atardamardan alınan kan örneğindeki oksijen ve karbondioksit seviyeleri ölçülür.-Bronkoskopi: Bazen tanı için ağız veya burundan ucunda ışık bulunan ince bir tüple girilerek (bronkoskopi) veya genel anestezi altında akciğerden parça alınabilir.Pulmoner fibrozis (akciğer sertleşmesi) nasıl tedavi edilir?Pulmoner fibrozda meydana gelen akciğer hasarı geri döndürülemez ancak yeni geliştirilen ilaçlarla hastalığın ilerlemesi yavaşlatılabilir. Bazı tedaviler şikayetleri azaltmaya ve yaşam kalitesini artırmaya yöneliktir.PULMONER FİBROZİS İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULARPulmoner fibrosis (akciğer sertleşmesi) kanser midir?Pulmoner fibrosis kanser değildir. Ancak bu zeminde kanser gelişebilir.Pulmoner fibrosis (akciğer sertleşmesi) tehlikeli midir?Pulmoner fibrozis gerekli önlemler alınmadığı takdirde tehlikeli bir rahatsızlıktır. Erken tanı konulup kontrol altına alınmazsa, akciğer ve kalp yetmezliğine neden olabilir.Pulmoner fibrozisin (akciğer sertleşmesi) risk faktörleri nelerdir?Pulmoner fibrozisin risk faktörleri arasında bulunan; virüsler, tütün dumanına maruz kalma, genetik yatkınlık ve gastroözofageal reflü hastalığı yer almaktadır. Bunların nedeni bilinmeyen pulmoner fibrozisde etkili olabileceği düşünülmektedir. Orta yaş ve ileri yaşlarda, erkeklerde, sigara içenlerde, amfizemli hastalarda, madencilik, çiftçilik veya inşaat işlerinde çalışanlarda, kanser tedavilerinde göğüs kısmına radyasyon tedavisi alanlarda pulmoner fibrozis gelişme riski artmaktadır.Pulmoner fibrozis (akciğer sertleşmesi) ilerleyici bir hastalık mıdır?Pulmoner fibrosis hastalığı ilerleyici bir hastalıktır. Ancak son yıllarda geliştirilen ilaçlarla bu ilerlemenin yavaşlatılması amaçlanmaktadır.Pulmoner fibrozis hastalarına akciğer nakli yapılabilir mi?Pulmoner fibrosis hastalarına akciğer nakli yapılabilir. Bazı kriterlere uygunsa en etkili tedavi şekli akciğer nakli olabilir.Akciğer sertleşmesine hangi bölüm bakar?Bu hastalığın tanısı Göğüs Hastalıkları bölümü tarafından konulur. Tedavi ve takip süreci sertleşmeye neden olan hastalığa göre değişir.Akciğer sertleşmesinin ilaç dışı tedavisi var mı?Evet, akciğer nakli diğer tedavi seçeneğidir.Pulmoner fibrosis (akciğer sertleşmesi) ölümcül bir hastalık mıdır?Erken tanısı konup yakın takip edilmeyen bir çok hastalık ölümcül olabilir. Pulmoner fibrosis de bu hastalıklardan bir tanesidir.Pulmoner fibrosis (akciğer sertleşmesi) hastaları ne kadar yaşar? | 6,069 |
571 | Hastalıklar | Prostat Kanseri | Prostat kanseri, yalnızca erkeklerde bulunan prostat bezi hücrelerinde başlayan bir kanser türüdür. Prostat bezinde anormal hücreleri oluşup, büyümesi ile meydana gelir. Tümör olarak da adlandırılan anormal büyümelerin hepsi kanserli yani kötü huyl değildir. Prostat mesanenin altında ve rektumun önünde yer alan küçük ve ceviz şeklinde bir bezdir. Bu küçük bez, meni ile karışan sıvıyı salgılayarak spermin gebelik ve hamilelik için sağlıklı kalmasını sağlayarak önemli bir rol üstlenir. Prostat bezinde oluşan kanser türü olan prostat kanseri, yaygın ve ciddi bir kanser çeşidi olup, en belirgin semptomları sık sık ve özellikle geceleri idrara çıkma, idrar yaparken zorlanma, yanma ve ağrıdır. Tedavisi mümkün olan prostat kanserinde erken teşhis hayati bir önem taşır.Prostat kanseri, yalnızca erkeklerde bulunan prostat bezi hücrelerinde başlayan bir kanser türüdür. Prostat bezinde anormal hücreleri oluşup, büyümesi ile meydana gelir. Tümör olarak da adlandırılan anormal büyümelerin hepsi kanserli yani kötü huyl değildir. Prostat mesanenin altında ve rektumun önünde yer alan küçük ve ceviz şeklinde bir bezdir. Bu küçük bez, meni ile karışan sıvıyı salgılayarak spermin gebelik ve hamilelik için sağlıklı kalmasını sağlayarak önemli bir rol üstlenir. Prostat bezinde oluşan kanser türü olan prostat kanseri, yaygın ve ciddi bir kanser çeşidi olup, en belirgin semptomları sık sık ve özellikle geceleri idrara çıkma, idrar yaparken zorlanma, yanma ve ağrıdır. Tedavisi mümkün olan prostat kanserinde erken teşhis hayati bir önem taşır.
Prostat Kanseri Nedir?Prostat kanseri, erkeklerde spermi besleyen seminal sıvıyı üreten prostat bezindeki hücrelerin kontrolsüz ve anormal bir şekilde büyümesi sonucu oluşan kanserdir. Sadece erkeklerde görülen ve yaygın bir kanser türü olan prostat kanseri, yaygın olarak sık sık idrara çıkma, idrar akışında azalma, idrarda zorlanma, ağrı ve yanma hissi gibi belirtiler verir.Altında yatan ve en sık görülen nedeni yaşlılık olan prostat kanseri genellikle 50 yaş üstü erkeklerde görülür. Yaş faktörünün yanı sıra genetik yatkınlık ve obezite gibi durumlar da prostat kanseri nedenleri arasında sayılabilir. Prostat kanseri tedavisindeki en önemli kriter ise erken teşhistir.Prostat Kanseri Neden Olur?Prostat kanserinin nedeni tam olarak bilinmemektedir. Prostat kanseri hücre düzeyinde gerçekleşen genetik kusurlara bağlı bazı prostat hücrelerinin kontrol dışı büyümesi ve normal hücrelerin yerini almasıyla oluşur. Daha sonra da çevre dokulara ve ileri seviyelerde ise uzak organlara yayılabilir.Bunlarla birlikte prostat kanserinin altında yatan nedenler genellikle genetik yatkınlık, yaş, ırk ve beslenmedir.Prostat kanseri nedenleri genel olarak şunlardır:Genetik yatkınlıkProstat kanserlerinin %9’u kalıtsal olup, prostat kanseri olanların %15’inde hastalık birinci derece erkek akrabalarından geçmektedir. Kadınlarda meme ve yumurtalık kanserleriyle bağlantısı bilinen BRCA2 genindeki mutasyon, erkeklerde prostat kanseri riskini de arttırdığı gözlemlenmiştir.Genetik olmayan (çevresel) faktörler Prostat kanserinde çevresel faktörler genetik faktörlere göre daha etkilidir. Örneğin, Çin’de yaşayan bir Çinlinin prostat kanserine yakalanma riski, bir Amerikalıya göre çok düşükken, aynı Çinli birey Amerika’da uzun süre yaşadığında bir Amerikalıya benzer prostat kanseri riski taşımaya başlamaktadır.Yaş faktörü Prostat kanseri riski yaşla birlikte artar. 50 yaşın altındaki erkeklerde nadir görülen prostat kanserine, 50 yaşın üzerindeki erkeklerde sıkça rastlanır. Yaşamları boyunca her 6 erkekten 1’ine prostat kanseri tanısı konulacağı bilinmektedir.Irk faktörü Prostat kanserinde ırk faktörü de önemlidir. En çok siyahi erkeklerde görülen prostat kanseri, daha sonra beyaz erkeklerde görülür. Nadir olarak da Asya / Pasifik adalarında yaşayan erkeklerde de görülür.Beslenme ve obezite Prostat kanseri üzerinde beslenmenin direkt etkisi kanıtlanamamıştır. Daha önce yapılan araştırmalar, selenyum ve E vitamininin prostat kanseri riskini azaltabileceğini göstermiş olsa da sonradan yapılan araştırmalardan edinilen daha net sonuçlar, her ikisinin de fayda sağlamadığını ortaya koymuştur. Yine de sağlıklı beslenme ve obezite kanser riskini azalttığı için sağlıksız besinler tüketmek prostat kanseri riskini doğrudan yükseltebilir.Prostat Kanseri Belirtileri Nelerdir?Prostat kanserilerinin çoğu prostat bezinin dış kısmında başlar. Prostat kanserinin belirtiye neden olması için kanserin üretraya baskı yapacak kadar büyümüş olması gerekir. Bu nedenle prostat kanseri genellikle erken evrelerde belirtiye neden olmaz. Prostat kanserinin belirtileri idrar yapmada zorluk, idrarda zayıf akış, idrarda veya menide kan bulunması, idrara çıkma sıklığında artış, ereksiyon güçlüğü, boşalma sırasında ağrı, kilo kaybı, yorgunluk, sırt, kalça, kaburga veya diğer kemiklerde ağrıdır.Prostat kanseri belirtileri şunları içerir: İdrar yapmada güçlük İdrar yaparken ağrı ve yanma hissi Zayıf idrar akışı Menide veya idrarda kan görülmesi Ereksiyon sorunları ve boşalırken ağrı Alt pelvik bölgede ağrı Kalça, sırt, göğüs veya kemiklerde ağrı Kilo kaybı Yorgunluk Mide bulantısı ve kusmaİdrara çıkma sıklığında artışProstat bezinin mesanenin hemen altında yer alması ve üretrayı çevrelemesi nedeniyle prostat bezinde kanserli hücre oluşumu mesane ve idrar yoluna baskı yaparak özellikle geceleri kişiyi sık sık idrar yapmaya sevk eder.İdrar yaparken zorlanmaYine prostat bezindeki hücrelerin anormal büyümesi idrar yoluna baskı yapar ve kişinin idrar yaparken zorluk çekmesine sebebiyet verir.İdrar akışında azalmaProstatın üretraya baskı yapması sonucu idrar çıkarma konusunda zorluk yaşanır ve idrar akışında azalma meydana gelir.İdrar yaparken ağrı ve yanma hissiİleri evre prostat kanserlerinde, kanser prostatın çevresinden merkezine doğru yayılabileceğinden, idrarın prostattan geçişini engelleyebilir ve idrar sırasında ağrıyla birlikte yanma hissi oluşturabilir.İdrarda kanBüyümüş prostat üretraya baskı yaparak mesanenin tahriş olmasına neden olur ve hematüri adı verilen idrarda kan görülmesi olayını doğurur.İdrar kaçırmaProstat kanserinde büyümüş prostat bezi idrar yolunu tıkayabileceği için idrar kaçırma semptomu ortaya çıkabilir.Boşalma anında ağrıProstat kanserinin belirtilerinden olan erekte olurken yaşanan ağrıya prostatta kanserli hücrelerin büyümesinin neden olduğu tıkanma sebebiyet verir. Çünkü meydana gelen tümörler yakındaki organ ve dokulara baskı yaparak ağrıya neden olur.Alt pelvik bölgede ağrı Prostat bezindeki kontrolsüz büyümeler mesaneye veya üretraya baskı yaptığında alt karın bölgesinde ağrıya neden olabilir.Prostat kanserinin ilk belirtileri nelerdir?Prostat kanserinin ilk belirtisi olarak kişinin idrar yapmada güçlük çekmesiyle başlar daha sonrasında meni ya da idrara kan bulunmasıyla ortaya çıkar. Kişide ereksiyon problemlerinin meydana gelmesi ya da boşalma esnasında ağrı da prostat kanserinin ilk belirtileri arasındadır. Prostat Kanseri Evreleri Nelerdir?Prostat kanseri gösterdiği yayılım durumuna göre evrelere ayrılır. Prostat tümörünün mesane ya da rektum gibi çevre dokulara yayılıp yayılmadığı, lenf bezleri ve kemikleri etkileyip etkilemediği evrelemede en önemli kriterlerdir. Tümörü derecesini belirten gleason skoru ve PSA seviyesi de prostat kanseri evrelerini belirlemek için önemlidir.Kendi içinde 4’e ayrılan prostat kanseri evreleri şöyledir:Evre 1: Prostat kanseri, kanserin hala prostatla sınırlı olduğu ve diğer bölgelere yayılmadığı anlamına gelir. Prostat kanseri 1. Evre belirtileri sık sık idrara çıkma ihtiyacı, idrar yaparken zorlanma ve idrar yaparkan ağrı, yanma hissidir. Ancak prostat kanseri her zaman 1. evrede semptom göstermeyebilir.Evre 2: Prostat kanserinde ikinci evre, kanser hücrelerinin prostat beziyle sınırlı kaldığı ancak yayılma riskinin birinci evreye göre daha yüksek olduğu prostat kanseri evresidir.Evre 3: Prostat kanserinin lokal olarak ilerlemiş olduğu evre üçüncü evredir.Evre 4: Prostat kanserinin bu evresinde kanser lenf düğümlerine veya vücudun diğer bölgelerine yayılmıştır.Prostat Kanseri Nasıl Teşhis Edilir?Hastanın PSA kan testi ve/veya makattan parmakla muayene sonuçlarına göre prostat kanseri olasılığı söz konusu ise, şüphenin biyopsi ile onaylanması gerekir. Prostat kanserine, prostat bezine yapılan bir veya birden fazla biyopsi sonucunda tanı konulur.Biyopsi, hastada var olan benin prostatik hiperplazi, kanser veya var olan diğer medikal problemleri belirler. Biyopsi sırasında, iğne yardımıyla rektumdan girilerek prostat dokusundan birkaç ufak parça örnek alınır. Bu doku örnekleri, mikroskop altında incelenerek kanser hücreleri varsa tespit edilir.Prostat kanseri tanısı koymak için aşağıdaki taramalar yapılmaktadır;PSA Kan Testi: Prostat kanseri tanısı konan hastanın kanındaki PSA seviyesi, vücudunda bulunan kanser miktarına eşittir. PSA (Prostat Spesifik Antijen), prostatta bulunan hücreler tarafından üretilen bir protein olup, kandaki miktarı ne kadar yüksekse prostat kanseri de o kadar ilerlemiş demektir. Aynı zamanda PSA düzeyi, verilen tedavinin başarısını takip edilmesinde veya cerrahi sonrası yenilemenin saptanmasında son derece yardımcıdır.Makattan Parmakla Muayene: En yaygın kullanılan prostat kanseri tarama testlerinden biridir. Parmakla, hastanın prostatına dokunularak büyüklüğü ve özelliklerine göre anormalliklere bakılır.Transrektal Ultrasonografi: Transrektal (makattan) ultrasonografi sırasında, küçük bir sonda rektumun içine yerleştirilir. Sonda, eko üreten ve prostata çarparak geri dönen yüksek frekans ses dalgaları yayar. Bilgisayar, bu ekoları kullanarak anormal bölgeleri gösterebilen sonogram ile resmi oluşturur. Transrektal ultrasonografinin, prostat kanserinde yaşamsal riski azalttığına dair araştırmalar devam etmektedir.Gelişmiş PSA Testi: Pankreas kanserine dair daha belirgin sonuçlar için, PSA testini geliştirme çalışmaları devam etmektedir. PSA sonuçları ne kadar net olursa, hasta o kadar az kaygılanır ve diğer testlere o kadar az ihtiyaç duyulur.İnsülin-Benzer Büyüme Faktörü: İnsülin benzeri büyüme faktörü (IGF), birçok kanser türünde kanser hücreleri için önemli bir büyüme ve antiapoptotik (hücre ölümünü engelleyici etkisi olan) faktördür. İnsülin benzeri büyüme faktörü bağlayıcı protein-3 (IGFBP-3) ise IGF-1 den bağımsız apoptozisi (hücre ölümü) uyarır ve büyümeyi engeller. Son zamanlarda yapılan araştırmalar, yüksek IGF-I ve düşük GFBP-3 seviyelerinin veya her ikisinin oranlarındaki yükselmenin, prostat kanseri riski artışı ile ilişkili olduğunu belirtmektedir.Prostat Kanseri Tedavisi Nasıl Yapılır?Eğer prostat kanseri erken bir evrede ise hemen tedavi yerine takip önerilebilir. Cerrahi seçeneği ise prostat kanserinde en yaygın ve etkili tedavi yöntemlerindendir. Robotik, laparoskopik ve açık cerrahi yöntemler mevcut olup her bir cerrahi yöntem hastaya göre tercih edilmelidir. Cerrahi yaklaşımda amaç prostatın tamamının alınmasıdır. Uygun vakalarda prostat çevresinde bulunan ve peniste sertleşmeye yardımcı olan sinirler korunabilir.Erken evre prostat kanserinde tercih edilen ameliyat, laparoskopitir. Yine erken evrede prostat ışın tedavisi (radyoterapi) de uygun hastalarda önemli bir tedavi seçeneğidir. Laparoskopik cerrahi, hastaya konforlu bir ameliyat süreci sağlar ve kanser kontrolü açısından da yüksek başarı oranlarına sahiptir. 4-5 adet küçük delikten yapılan bu ameliyatlar sonrasında hasta daha az ağrı çeker ve günlük aktivitesine kısa sürede dönebilir. Ameliyat kesisi olmadığından, bu ameliyatlar kozmetik olarak da büyük oranda hasta memnuniyeti sağlar. Prostat kanseri tanısı ve tedavisindeki büyük gelişmeler, bu hastalığı korkulan bir hastalık olmaktan çıkarmaktadır.Prostata Ne İyi Gelir?Prostat sağlığını korumaya yönelik olarak beslenme düzeni, düzenli olarak yapılan egzersiz, bol sıvı tüketimi oldukça önemlidir. Bunların yanında düzenli olarak kontrollerin sağlanması gerekir. Bazı besinlerde yer alan E vitamini, çinko ve selenyum prostata iyi gelere oluşabilecek durumlara karşı koruma sağlayabilir. Bu nedenle bu vitamin ve mineralleri beslenme düzenine eklemek prostata iyi gelir. Prostata iyi gelen durumlar şöyle sıralanabilir: Likopen, çinko, omega-3 yağ içeren besinlerden yararlanmak Düzenli olarak egzersiz yapmak İdrar yollarını etkileyen prostat sorunlarına karşı bol sıvı tüketimi yapmak Alkol ve kafeinden uzak durmak Düzenli olarak kontroller yaptırmakProstat Kanseri Hakkında Sık Sorulan SorularProstat kanserinde hangi semptomlar görülür?Prostat kanserinde idrar akışı zayıf veya kesintilidir, özellikle geceleri sık sık idrara çıkma ihtiyacı vardır, mesane tamamen boşaltılamaz veya öyle hissedilir, idrar yaparken ağrı veya yanma ile birlikte alt pelvik bölgede hafif ağrı söz konusudur. Kanser ilerlediyse yorgunluk, bulantı ve kusmada görülür.Prostat kanserinde prostat alınır mı?Prostat kanserinde ameliyat yapıldığı durumda kişinin prostat bezi ya da seminal keseler alınabilir. Bu durumda çevresindeki bazı dokular da çıkarılabilir. Prostat kanseri hızlı yayılır mı?Prostat kanseri, diğer kanser türlerine göre kıyaslandığı durumda daha hızlı yayılan bir kanser türü olarak görülür. Fakat erken teşhis durumunda prostat kanseri yayılım göstermediyse tedavi olumlu yönde ilerler. Prostat kanseri tehlikeli mi?Prostat kanserinin erken teşhisi çok önemlidir. Özellikle 4. evre prostat kanseri ciddi risk içerir ve ölüm oranı yüksektir.Prostat kanseri öldürür mü?Prostat kanserinin ölümcül durumları genellikle ileri evrelerde yaşanır ve kanserin ölümle sonuçlanması başka organlara da yayılmış olduğu anlamını taşır.Prostat kanseri ilk nereye sıçrar?Prostat kanseri genel olarak lenf düğümlerinde ve kemiklerde metastaz yapar. Bunların yanı sıra kolon ve bağırsaklara da yayılım özelliği gösterir.Prostat kanseri düzelir mi?Prostat kanseri, erken evrede yakalandığında tedavi başarısı yüksek kanser türleri arasında yer almaktadır. Genellikle başlangıç evresinde belirti vermeyen bir kanser olduğu için de 40 yaşından itibaren her erkeğin yıllık prostat muayenesini ve kan tahlillerini mutlaka yaptırması gerekmektedir.PSA değeri kaç olursa tehlikeli?PSA değeri kaç olursa tehlikeli? PSA değerinin 1 ng/ml nin altında olduğu çok düşük değerlerde bile %6.6 hastada prostat kanseri bulunabilmektedir. Bununla birlikte PSA değeri arttıkça kansere yakalama şansı artmaktadır. PSA: 3,1 - 4 ng/ml arasına ulaştığında hastaların %26,9'sında prostat kanserine rastlanmaktadır.Prostat kanseri nasıl anlaşılır?İdrar yaparken zorlanma, idrar akışında zayıflık, idrarda ve spermde kan, kilo kaybı, erektil disfonksiyon (sertleşme sorunu) ve boşalma sırasında ağrı (hematospermi) prostat kanserinin belirtileridir.
Prostat Kanseri Nedir?Prostat kanseri, erkeklerde spermi besleyen seminal sıvıyı üreten prostat bezindeki hücrelerin kontrolsüz ve anormal bir şekilde büyümesi sonucu oluşan kanserdir. Sadece erkeklerde görülen ve yaygın bir kanser türü olan prostat kanseri, yaygın olarak sık sık idrara çıkma, idrar akışında azalma, idrarda zorlanma, ağrı ve yanma hissi gibi belirtiler verir.Altında yatan ve en sık görülen nedeni yaşlılık olan prostat kanseri genellikle 50 yaş üstü erkeklerde görülür. Yaş faktörünün yanı sıra genetik yatkınlık ve obezite gibi durumlar da prostat kanseri nedenleri arasında sayılabilir. Prostat kanseri tedavisindeki en önemli kriter ise erken teşhistir.Prostat Kanseri Neden Olur?Prostat kanserinin nedeni tam olarak bilinmemektedir. Prostat kanseri hücre düzeyinde gerçekleşen genetik kusurlara bağlı bazı prostat hücrelerinin kontrol dışı büyümesi ve normal hücrelerin yerini almasıyla oluşur. Daha sonra da çevre dokulara ve ileri seviyelerde ise uzak organlara yayılabilir.Bunlarla birlikte prostat kanserinin altında yatan nedenler genellikle genetik yatkınlık, yaş, ırk ve beslenmedir.Prostat kanseri nedenleri genel olarak şunlardır:Genetik yatkınlıkProstat kanserlerinin %9’u kalıtsal olup, prostat kanseri olanların %15’inde hastalık birinci derece erkek akrabalarından geçmektedir. Kadınlarda meme ve yumurtalık kanserleriyle bağlantısı bilinen BRCA2 genindeki mutasyon, erkeklerde prostat kanseri riskini de arttırdığı gözlemlenmiştir.Genetik olmayan (çevresel) faktörler Prostat kanserinde çevresel faktörler genetik faktörlere göre daha etkilidir. Örneğin, Çin’de yaşayan bir Çinlinin prostat kanserine yakalanma riski, bir Amerikalıya göre çok düşükken, aynı Çinli birey Amerika’da uzun süre yaşadığında bir Amerikalıya benzer prostat kanseri riski taşımaya başlamaktadır.Yaş faktörü Prostat kanseri riski yaşla birlikte artar. 50 yaşın altındaki erkeklerde nadir görülen prostat kanserine, 50 yaşın üzerindeki erkeklerde sıkça rastlanır. Yaşamları boyunca her 6 erkekten 1’ine prostat kanseri tanısı konulacağı bilinmektedir.Irk faktörü Prostat kanserinde ırk faktörü de önemlidir. En çok siyahi erkeklerde görülen prostat kanseri, daha sonra beyaz erkeklerde görülür. Nadir olarak da Asya / Pasifik adalarında yaşayan erkeklerde de görülür.Beslenme ve obezite Prostat kanseri üzerinde beslenmenin direkt etkisi kanıtlanamamıştır. Daha önce yapılan araştırmalar, selenyum ve E vitamininin prostat kanseri riskini azaltabileceğini göstermiş olsa da sonradan yapılan araştırmalardan edinilen daha net sonuçlar, her ikisinin de fayda sağlamadığını ortaya koymuştur. Yine de sağlıklı beslenme ve obezite kanser riskini azalttığı için sağlıksız besinler tüketmek prostat kanseri riskini doğrudan yükseltebilir.Prostat Kanseri Belirtileri Nelerdir?Prostat kanserilerinin çoğu prostat bezinin dış kısmında başlar. Prostat kanserinin belirtiye neden olması için kanserin üretraya baskı yapacak kadar büyümüş olması gerekir. Bu nedenle prostat kanseri genellikle erken evrelerde belirtiye neden olmaz. Prostat kanserinin belirtileri idrar yapmada zorluk, idrarda zayıf akış, idrarda veya menide kan bulunması, idrara çıkma sıklığında artış, ereksiyon güçlüğü, boşalma sırasında ağrı, kilo kaybı, yorgunluk, sırt, kalça, kaburga veya diğer kemiklerde ağrıdır.Prostat kanseri belirtileri şunları içerir:İdrara çıkma sıklığında artışProstat bezinin mesanenin hemen altında yer alması ve üretrayı çevrelemesi nedeniyle prostat bezinde kanserli hücre oluşumu mesane ve idrar yoluna baskı yaparak özellikle geceleri kişiyi sık sık idrar yapmaya sevk eder.İdrar yaparken zorlanmaYine prostat bezindeki hücrelerin anormal büyümesi idrar yoluna baskı yapar ve kişinin idrar yaparken zorluk çekmesine sebebiyet verir.İdrar akışında azalmaProstatın üretraya baskı yapması sonucu idrar çıkarma konusunda zorluk yaşanır ve idrar akışında azalma meydana gelir.İdrar yaparken ağrı ve yanma hissiİleri evre prostat kanserlerinde, kanser prostatın çevresinden merkezine doğru yayılabileceğinden, idrarın prostattan geçişini engelleyebilir ve idrar sırasında ağrıyla birlikte yanma hissi oluşturabilir.İdrarda kanBüyümüş prostat üretraya baskı yaparak mesanenin tahriş olmasına neden olur ve hematüri adı verilen idrarda kan görülmesi olayını doğurur.İdrar kaçırmaProstat kanserinde büyümüş prostat bezi idrar yolunu tıkayabileceği için idrar kaçırma semptomu ortaya çıkabilir.Boşalma anında ağrıProstat kanserinin belirtilerinden olan erekte olurken yaşanan ağrıya prostatta kanserli hücrelerin büyümesinin neden olduğu tıkanma sebebiyet verir. Çünkü meydana gelen tümörler yakındaki organ ve dokulara baskı yaparak ağrıya neden olur.Alt pelvik bölgede ağrı Prostat bezindeki kontrolsüz büyümeler mesaneye veya üretraya baskı yaptığında alt karın bölgesinde ağrıya neden olabilir.Prostat kanserinin ilk belirtileri nelerdir?Prostat kanserinin ilk belirtisi olarak kişinin idrar yapmada güçlük çekmesiyle başlar daha sonrasında meni ya da idrara kan bulunmasıyla ortaya çıkar. Kişide ereksiyon problemlerinin meydana gelmesi ya da boşalma esnasında ağrı da prostat kanserinin ilk belirtileri arasındadır. Prostat Kanseri Evreleri Nelerdir?Prostat kanseri gösterdiği yayılım durumuna göre evrelere ayrılır. Prostat tümörünün mesane ya da rektum gibi çevre dokulara yayılıp yayılmadığı, lenf bezleri ve kemikleri etkileyip etkilemediği evrelemede en önemli kriterlerdir. Tümörü derecesini belirten gleason skoru ve PSA seviyesi de prostat kanseri evrelerini belirlemek için önemlidir.Kendi içinde 4’e ayrılan prostat kanseri evreleri şöyledir:Evre 1: Prostat kanseri, kanserin hala prostatla sınırlı olduğu ve diğer bölgelere yayılmadığı anlamına gelir. Prostat kanseri 1. Evre belirtileri sık sık idrara çıkma ihtiyacı, idrar yaparken zorlanma ve idrar yaparkan ağrı, yanma hissidir. Ancak prostat kanseri her zaman 1. evrede semptom göstermeyebilir.Evre 2: Prostat kanserinde ikinci evre, kanser hücrelerinin prostat beziyle sınırlı kaldığı ancak yayılma riskinin birinci evreye göre daha yüksek olduğu prostat kanseri evresidir.Evre 3: Prostat kanserinin lokal olarak ilerlemiş olduğu evre üçüncü evredir.Evre 4: Prostat kanserinin bu evresinde kanser lenf düğümlerine veya vücudun diğer bölgelerine yayılmıştır.Prostat Kanseri Nasıl Teşhis Edilir?Hastanın PSA kan testi ve/veya makattan parmakla muayene sonuçlarına göre prostat kanseri olasılığı söz konusu ise, şüphenin biyopsi ile onaylanması gerekir. Prostat kanserine, prostat bezine yapılan bir veya birden fazla biyopsi sonucunda tanı konulur.Biyopsi, hastada var olan benin prostatik hiperplazi, kanser veya var olan diğer medikal problemleri belirler. Biyopsi sırasında, iğne yardımıyla rektumdan girilerek prostat dokusundan birkaç ufak parça örnek alınır. Bu doku örnekleri, mikroskop altında incelenerek kanser hücreleri varsa tespit edilir.Prostat kanseri tanısı koymak için aşağıdaki taramalar yapılmaktadır;PSA Kan Testi: Prostat kanseri tanısı konan hastanın kanındaki PSA seviyesi, vücudunda bulunan kanser miktarına eşittir. PSA (Prostat Spesifik Antijen), prostatta bulunan hücreler tarafından üretilen bir protein olup, kandaki miktarı ne kadar yüksekse prostat kanseri de o kadar ilerlemiş demektir. Aynı zamanda PSA düzeyi, verilen tedavinin başarısını takip edilmesinde veya cerrahi sonrası yenilemenin saptanmasında son derece yardımcıdır.Makattan Parmakla Muayene: En yaygın kullanılan prostat kanseri tarama testlerinden biridir. Parmakla, hastanın prostatına dokunularak büyüklüğü ve özelliklerine göre anormalliklere bakılır.Transrektal Ultrasonografi: Transrektal (makattan) ultrasonografi sırasında, küçük bir sonda rektumun içine yerleştirilir. Sonda, eko üreten ve prostata çarparak geri dönen yüksek frekans ses dalgaları yayar. Bilgisayar, bu ekoları kullanarak anormal bölgeleri gösterebilen sonogram ile resmi oluşturur. Transrektal ultrasonografinin, prostat kanserinde yaşamsal riski azalttığına dair araştırmalar devam etmektedir.Gelişmiş PSA Testi: Pankreas kanserine dair daha belirgin sonuçlar için, PSA testini geliştirme çalışmaları devam etmektedir. PSA sonuçları ne kadar net olursa, hasta o kadar az kaygılanır ve diğer testlere o kadar az ihtiyaç duyulur.İnsülin-Benzer Büyüme Faktörü: İnsülin benzeri büyüme faktörü (IGF), birçok kanser türünde kanser hücreleri için önemli bir büyüme ve antiapoptotik (hücre ölümünü engelleyici etkisi olan) faktördür. İnsülin benzeri büyüme faktörü bağlayıcı protein-3 (IGFBP-3) ise IGF-1 den bağımsız apoptozisi (hücre ölümü) uyarır ve büyümeyi engeller. Son zamanlarda yapılan araştırmalar, yüksek IGF-I ve düşük GFBP-3 seviyelerinin veya her ikisinin oranlarındaki yükselmenin, prostat kanseri riski artışı ile ilişkili olduğunu belirtmektedir.Prostat Kanseri Tedavisi Nasıl Yapılır?Eğer prostat kanseri erken bir evrede ise hemen tedavi yerine takip önerilebilir. Cerrahi seçeneği ise prostat kanserinde en yaygın ve etkili tedavi yöntemlerindendir. Robotik, laparoskopik ve açık cerrahi yöntemler mevcut olup her bir cerrahi yöntem hastaya göre tercih edilmelidir. Cerrahi yaklaşımda amaç prostatın tamamının alınmasıdır. Uygun vakalarda prostat çevresinde bulunan ve peniste sertleşmeye yardımcı olan sinirler korunabilir.Erken evre prostat kanserinde tercih edilen ameliyat, laparoskopitir. Yine erken evrede prostat ışın tedavisi (radyoterapi) de uygun hastalarda önemli bir tedavi seçeneğidir. Laparoskopik cerrahi, hastaya konforlu bir ameliyat süreci sağlar ve kanser kontrolü açısından da yüksek başarı oranlarına sahiptir. 4-5 adet küçük delikten yapılan bu ameliyatlar sonrasında hasta daha az ağrı çeker ve günlük aktivitesine kısa sürede dönebilir. Ameliyat kesisi olmadığından, bu ameliyatlar kozmetik olarak da büyük oranda hasta memnuniyeti sağlar. Prostat kanseri tanısı ve tedavisindeki büyük gelişmeler, bu hastalığı korkulan bir hastalık olmaktan çıkarmaktadır.Prostata Ne İyi Gelir?Prostat sağlığını korumaya yönelik olarak beslenme düzeni, düzenli olarak yapılan egzersiz, bol sıvı tüketimi oldukça önemlidir. Bunların yanında düzenli olarak kontrollerin sağlanması gerekir. Bazı besinlerde yer alan E vitamini, çinko ve selenyum prostata iyi gelere oluşabilecek durumlara karşı koruma sağlayabilir. Bu nedenle bu vitamin ve mineralleri beslenme düzenine eklemek prostata iyi gelir. Prostata iyi gelen durumlar şöyle sıralanabilir: Prostat Kanseri Hakkında Sık Sorulan SorularProstat kanserinde hangi semptomlar görülür?Prostat kanserinde idrar akışı zayıf veya kesintilidir, özellikle geceleri sık sık idrara çıkma ihtiyacı vardır, mesane tamamen boşaltılamaz veya öyle hissedilir, idrar yaparken ağrı veya yanma ile birlikte alt pelvik bölgede hafif ağrı söz konusudur. Kanser ilerlediyse yorgunluk, bulantı ve kusmada görülür.Prostat kanserinde prostat alınır mı?Prostat kanserinde ameliyat yapıldığı durumda kişinin prostat bezi ya da seminal keseler alınabilir. Bu durumda çevresindeki bazı dokular da çıkarılabilir. Prostat kanseri hızlı yayılır mı?Prostat kanseri, diğer kanser türlerine göre kıyaslandığı durumda daha hızlı yayılan bir kanser türü olarak görülür. Fakat erken teşhis durumunda prostat kanseri yayılım göstermediyse tedavi olumlu yönde ilerler. Prostat kanseri tehlikeli mi?Prostat kanserinin erken teşhisi çok önemlidir. Özellikle 4. evre prostat kanseri ciddi risk içerir ve ölüm oranı yüksektir.Prostat kanseri öldürür mü?Prostat kanserinin ölümcül durumları genellikle ileri evrelerde yaşanır ve kanserin ölümle sonuçlanması başka organlara da yayılmış olduğu anlamını taşır.Prostat kanseri ilk nereye sıçrar?Prostat kanseri genel olarak lenf düğümlerinde ve kemiklerde metastaz yapar. Bunların yanı sıra kolon ve bağırsaklara da yayılım özelliği gösterir.Prostat kanseri düzelir mi?Prostat kanseri, erken evrede yakalandığında tedavi başarısı yüksek kanser türleri arasında yer almaktadır. Genellikle başlangıç evresinde belirti vermeyen bir kanser olduğu için de 40 yaşından itibaren her erkeğin yıllık prostat muayenesini ve kan tahlillerini mutlaka yaptırması gerekmektedir.PSA değeri kaç olursa tehlikeli?PSA değeri kaç olursa tehlikeli? PSA değerinin 1 ng/ml nin altında olduğu çok düşük değerlerde bile %6.6 hastada prostat kanseri bulunabilmektedir. Bununla birlikte PSA değeri arttıkça kansere yakalama şansı artmaktadır. PSA: 3,1 - 4 ng/ml arasına ulaştığında hastaların %26,9'sında prostat kanserine rastlanmaktadır.Prostat kanseri nasıl anlaşılır?İdrar yaparken zorlanma, idrar akışında zayıflık, idrarda ve spermde kan, kilo kaybı, erektil disfonksiyon (sertleşme sorunu) ve boşalma sırasında ağrı (hematospermi) prostat kanserinin belirtileridir. | 9,974 |
572 | Hastalıklar | Rahim Ağzı Kanseri | En yaygın nedeni HPV virüsü olan rahim ağzı kanseri, rahim ağzını kaplayan hücrelerin anormal şekilde çoğalıp büyümesi ile başlayan kanser türüdür. En önemli nedeni HPV virüsüdür. Rahim ağzı kanseri, cinsel ilişki sırasında ağrı ve sonrasında vajinal kanama, normalden ağrılı ve kanamanın daha uzun sürdüğü regl dönemleri, adet dışı ve menopoz sonrası vajinal kanama, kıvamlı ve ağır kokulu vajinal akıntı, pelvik bölgede ağrı ve kilo kaybı gibi belirtilere neden olur. Her 100 kadından en az 2’sinin hayatının bir döneminde rahim ağzı kanseri yakalandığı bilinmektedir. Rahim ağzı kanserine karşı alınan önlemlerle ile kadınların hayatları boyunca kanserle karşılaşmama oranı çok yüksektir. En yaygın nedeni HPV virüsü olan rahim ağzı kanseri, rahim ağzını kaplayan hücrelerin anormal şekilde çoğalıp büyümesi ile başlayan kanser türüdür. En önemli nedeni HPV virüsüdür. Rahim ağzı kanseri, cinsel ilişki sırasında ağrı ve sonrasında vajinal kanama, normalden ağrılı ve kanamanın daha uzun sürdüğü regl dönemleri, adet dışı ve menopoz sonrası vajinal kanama, kıvamlı ve ağır kokulu vajinal akıntı, pelvik bölgede ağrı ve kilo kaybı gibi belirtilere neden olur. Her 100 kadından en az 2’sinin hayatının bir döneminde rahim ağzı kanseri yakalandığı bilinmektedir. Rahim ağzı kanserine karşı alınan önlemlerle ile kadınların hayatları boyunca kanserle karşılaşmama oranı çok yüksektir.
Rahim Ağzı (Serviks) Kanseri Nedir?Rahim ağzı kanseri, rahmin alt kısmı olan rahim ağzında meydana gelen, çoğunlukla HPV virüsü kaynaklı uzun süreli enfeksiyona bağlı olarak gelişen kanser türüdür. Her yıl dünyada 500 bin yeni rahim kanseri tanısı konulmaktadır. Genellikle 50 yaş civarında ortaya çıkan rahim ağzı kanseri son yıllarda genç kadınlarda da görülmeye başlamıştır.Rahim ağzı kanserlerinin neredeyse tümünden sorumlu olan HPV (“Human Papilloma Virüsler” ) virüsü çok belirti göstermez ve oldukça bulaşıcıdır. Çoğu kadın, hayatının bir döneminde karşılaştığı HPV virüsünü kendi vücut savunma sisteminin yardımı ile yener. Bazı HPV virüsleri ise bu savunma sisteminden güçlü çıkar ve rahim ağzı kanserine neden olabilir. Hastalığa neden olan HPV virüsünden korunmak için önlemler almak ve düzenli sağlık kontrolleri ve taramaları yaptırmak, hastalık oluşmadan veya hastalığın erken döneminde saptanmasına ve tedavide başarıya yardımcı olmaktadır. Rahim Ağzı Kanseri Çeşitleri Nelerdir?AdenokarsinomRahim ağzı kanserinin farklı tipleri vardır. Adenokarsinom ve yassı epitel hücreli karsinom gibi invaziv kanserler gibi pek çok rahim ağzı kanser çeşidi ile karşılaşılabilir. Rahim ağzı kanserleri arasında saptanması daha zor, daha nadir görülen adenokarsinom göreceli agresif bir kanser tipidir. Adenokarsinomlar rahim ağzının dış yüzeyinde oluşmak yerine, genellikle rahim ağzının iç kanalında oluşmaktadır. Smear testleri dış yüzeydeki hücre örneklerini kullanmaktadır. Bu nedenle adenokarsinom tanısı konulduğunda genellikle kanser ileri evreye geçmiş olur. HPV’nin kansere neden olan 16, 18, 45 ve 31 gibi tipleriyle daha fazla adenokarsinom oluşmaktadır.Rahim Ağzı Kanseri Evreleri Nelerdir?Rahim ağzı kanserine giden süreç CIN 1, CIN 2, CIN 3 sonrasında rahim ağzı kanseri şeklinde ilerler. İlk aşamada % 70-90, ikinci aşamada %40-45 ve üçüncü aşamada % 30-35 oranında hastalıkta kendiliğinden gerileme görülebilir. Hiçbir tedavi almayan hastalarda hastalığın ileri evre kansere dönüşmesi yıllar içinde olur. Erken evrelerde rahmin alınmasına gerek olmayıp LEEP, konizasyon adı verilen basit cerrahi işlemlerle rahim ağzı kısmen çıkarılarak tam iyileşme sağlanabilir. Bu hastalar tedavi sonrası hamile kalıp bebek sahibi olabilir.Rahim ağzı kanseri evreleri şöyle sıralanabilir;Evre 0: Anormal hücreler rahim ağzının en iç tabakasındadır. Karsinoma insutu olarak da adlandırılmaktadır.Evre I: Kanser hücreleri sadece rahim ağzında bulunur. Tümör boyutu 3 mm ile 4 cm arasında değişebilir.Evre II A: Kanser rahim ağzı dışına vajenin üst üçte iki bölümüne yayılmıştır ancak rahim çevresindeki dokulara yayılmamıştır.Evre II B: Kanser rahim ağzı dışına vajenin üst üçte iki bölümüne ve rahim çevresindeki dokulara yayılmıştır.Evre III A: Kanser vajenin alt bölümüne yayılmış ancak pelvik duvara yayılmamıştır.Evre IIIB: Kanser pelvik duvara yayılmış veya böbreklerin mesaneye bağlandığı tüpler olan üreterleri tutarak idrar geçişini engellemiş ve böbreklerde genişlemeye neden olmuştur.Evre IV :Kanser rahim ağzı dışında mesane, rektum veya vücudun başka yerlerine yayılmıştır.Rahim Ağzı Kanseri Neden Olur?Rahim ağzı kanseri, rahim ağzındaki sağlıklı hücre DNA'larında değişiklik gelişmesi ile ortaya çıkar. Rahim ağzı kanserinin en önemli nedeni insan papilloma virüsü olarak bilinen, özellikle HPV 16 ve HPV 18 türleri olan HPV'dir. Sigara kullanımı, HIV ve AIDS gibi bağışıklık sistemini zayıflatan durumlar, erken yaşta doğum ve genetik yatkınlıkta riski artıran faktörlerdir.Genel olarak rahim ağzı kanserinin risk faktörleri ise şöyledir; Çok eşli olmak Cinsel ilişkiye 20 yaşından önce başlanmak Sigara içmek Bağışıklık sisteminin zayıf olması. Genital organlarda viral ve bakteriyal enfeksiyonların sıkça görülmesi Çok sayıda doğum yapmak Sosyoekonomik düzeyin düşük olması C vitamini ve A vitamini eksikliğiRahim Ağzı (Serviks) Kanseri Belirtileri Nelerdir?Rahim ağzı kanserinde cinsel ilişki sonrası vajinal kanama, menopoz sonrası kanama, adet süresinin uzaması, sulu ve kokulu vajinal akıntı, pelvik bölgede ağrı belirtileri görülür.Rahim ağzı kanserinde genel olarak karşılaşılan belirtiler şunlardır: Alışılmadık renk ve kokuda vajinal akıntı İlişki sırasında ağrı ve sonrasında kanama Adet kanama süresi ve şiddetinde artış Bacak bölgesinde ağrı ve ayaklarda şişlik Plansız kilo kaybı Karında, pelvik bölgede ve sırtta ağrı İştah kaybı Yorgunluk, halsizlik Kemik ağrısı ve kırıklar İdrar yaparken zorlanmaRahim Ağzı Kanseri Risk Faktörleri Nelerdir?Rahim ağzı kanseri nedenleri arasında çok sayıda doğum yapmak, erken yaşta cinsel ilişkiye girmek, çok sayıda partneri olmak ve sigara içmek sıralanabilir. Rahim ağzı kanseri hastalarının % 98’inde HPV enfeksiyonu görülmüştür. Genellikle cinsel ilişki ile bulaşan HPV’in yüzden fazla tipi vardır. Özellikle 16 ve 18 tipleri rahim ağzı kanserine neden olurken, tip 6 ve 11 ise genital organlarda siğillere neden olur.Çok eşlilik, cinsel ilişkiye 20 yaşından önce başlanmak, sigara içmek, bağışıklık sisteminin zayıf olması, genital organlarda viral ve bakteriyal enfeksiyonların sıkça görülmesi, çok sayıda doğum yapmak, sosyoekonomik düzeyin düşük olması, C vitamini ve A vitamini eksikliği gibi durumlar serviks kanseri risk faktörleri arasında sayılmaktadır.Rahim Ağzı Kanseri Tanısı Nasıl Konulur?Rahim ağzı kanseri tanısı ileri evrede jinekolojik muayene, erken evrede ise tarama testleri olan yüksek riskli HPV DNA testinde pozitiflik saptanması veya smear testinde anormallik saptanması sonucu yapılan kolposkopik inceleme ve biyopsiler ile konulabilmektedir. Erken evrede yakalanıp tedavi edildiğinde başarı oranı %80-85 olan rahim ağzı kanserinde biyopsi de hastalığın tanısında ve doğru bir tedavi planı için çok önemlidir.Rahim ağzı kanserinde ilk adım kanser teşhisi ve kanserin hangi evrede olduğunu belirlemektir. Bu nedenle rahim ağzından biyopsi alınır ve kanser evrelemesi yapılır. Rahim ağzı kanseri evrelemesi, kanserin vücuttaki yayılımına göre tanımlanır. Evreleme radyolojik çalışma ve olası diğer tanısal testlere ek olarak pelvik ve rektal muayeneye dayanır. Smear ve biyopsi dışında rahim ağzı kanseri tanısında bu testler kullanılır;Smear testi nedir?Smear testi son derce basit ve ağrısız bir kanser tarama yöntemidir. Kadınların smear testi yaptırmaları, rahim ağzı kanserinden korunmak için oldukça önemlidir. Smear testi iki şekilde yapılmaktadır. Klasik yöntemde; alınan akıntı bir cam üzerine sürülür ve özel bir sprey ile tespit edildikten sonra laboratuvara yollanır. İkinci şekilde ise; alınan materyal bir şişe içindeki özel sıvıya boşaltılır. Bu şekilde laboratuvara gönderilir ve orada belirli aşamalardan geçirilerek mikroskobik muayenesi yapılır.21 yaş üzerindeki aktif cinsel yaşamı başlamış tüm kadınların smear testi yaptırmaları gerekir. Eğer aktif cinsel yaşam bu yaştan önce başlamışsa, başlanan yaştan itibaren ilk üç yıl içinde smear testi yapılması önerilir. Smear testi normal saptanan hastalarda başka bir risk faktörü yoksa 3 yılda bir test yapılması yeterlidir. Testler menopoz sırasında da aksatılmamalıdır. 65 yaşından sonra, hastanın o zamana kadar en az üç normal smear testi sonucu bulunuyorsa, doktorunun bilgisi ile smear testlerine son verilebilir. Ayrıca smear testinde şüpheli bir durum görülmüşse, test daha sık aralıklarla yapılabilir ya da ileri tetkik uygulanabilir.Kolposkopi: Dürbüne benzer özel bir aletle rahim ağzına bakılarak rahim ağzını döşeyen epitelin büyütülerek incelenmesidir. Rahim ağzı kanseri bir günde başlayan bir olay değildir. Hücrelerde başlayan bozulma zaman içinde ve giderek artar. İşte bu değişiklikleri kolposkop muayenesi ile görerek takip etmek mümkündür. Kolposkopi muayenesi smearle beraber değerlendirilirse hata oranı da çok belirgin şekilde düşer.Rahim ağzı kanseri teşhisi ve evrelemesinde bu testlere de başvurulmaktadır.;Rektovajinal muayene; bu testte makat ve vajinal bölge aynı anda muayene edilir. Muayenehane koşullarında yapılabilen basit bir pelvik muayenesidir. Kanserin rahim ağzının dışına yayılıp yayılmadığı anlaşılır.BT taraması; Bilgisayarlı tomografi olarak da adlandırılan BT taraması radyoopak bir maddenin damardan enjekte edilmesi ile başlar. Bu madde x ışınlarında iç organların daha iyi görüntülenmesini sağlar.MRG (Manyetik Rezonans Görüntüleme) taraması; Bu testte iç organların ve dokuların görüntülenmesinde manyetik radyo dalgaları ve bilgisayar kullanır.PET (Pozitron Emisyon Tomografi) taraması; Damar içerisine radyoaktif glukoz enjekte edilir ve PET’te glukozun yüksek oranda kullanıldığı vücut bölgeleri belirlenir. Kanser hücreleri normal hücrelerden daha aktiftir ve daha çok glukoz kullanır. Bu teste kanser hücreleri daha parlak görünür.Bunların yanı sıra kanserin meme ya da akciğerlere yayılımını belirlemek için akciğer filmi ve kan sayımı da istenebilir.Rahim Ağzı Kanseri TedavisiRahim ağzı kanserinde cerrahi müdahale, radyoterapi ve kemoterapi yöntemlerinin tek başına ya da birbirleri ile kombine edilerek kullanılması tedavi seçenekleri arasındadır. Bölgenin cerrahi yöntemle alınması ile kanserleşebilecek alan ortadan kaldırılarak, hastada yüksek oranda iyileşme sağlanması hedeflenir.Kanser invaziv hale gelmişse yani doku derinlerine kadar inmişse radikal histerektomi yapılır ve kanser hücreleri pelvik bölgedeki lenf bezlerini tuttuğu için onlar da çıkarılır. Histerektomi rahim ağzının, rahmin, vajinanın bir kısmının ve yakındaki lenf düğümlerinin çıkarılmasını içerir. Histerektomi genellikle kanseri iyileştirebilir ve geri gelmesini önleyebilir.Diğer seçenek ise kemoterapi ve radyoterapi uygulanmasıdır. Kemoterapi ilacıyla o bölgedeki kanser hücreleri ışına karşı duyarlılaştırılır, akabinde hastaya radyoterapi uygulanır ve takibe devam edilir. Rahim ağzı kanseri tedavisi sonrasıKanserin evresi ve tedavi şekline bağlı olarak rahim ağzı kanseri tedaviden sonra kaybolmayabilir veya tekrar ortaya çıkabilir. Vücudun başka bir yerinde yeni bir kanser de ortaya çıkabilir. Bu nedenle tedavi bittikten sonra bile rutin kontroller ve smear testleri önemlidir. Doktorunuz tedaviden sonra ilk birkaç yılda daha sık smear testi yaptırmanızı isteyebilir. Bu, tüm kanser hücrelerinin yok olduğundan emin olmak için yapılır. Başka testler ve işlemlere de gerek olabilir. Doktorunuz tedavi bittikten sonra bile ihtiyacınız olan kontrolleri planlamak için sizinle birlikte çalışacaktır.Genital siğil tedavisiHPV virüsü enfeksiyonu sonucu oluşan siğiller; yakılarak, dondurularak, cerrahi ya da lokal kremler yardımıyla tedavi edilebilir. Bu tedavi sonucu genital siğilin kaybolması, bir daha ortaya çıkmayacağı anlamına gelmez. Bazı kişilerde tedavi sonrası genital siğil tekrarlamazken; bazılarında sık aralıklarda yeniden genital siğil oluşumu gözlenebilir. Her yeni genital siğil oluşumunda tedavinin tekrarlanması gerekir. HPV virüsü enfeksiyonlarında, tedavi olmaksızın, kişinin kendiliğinden virüsü vücudundan atabildiği bilinmektedir.Rahim Ağzı Kanserinden Korunma Yöntemleri Nelerdir?Rahim ağzı kanserinden korunma yöntemleri şu şekilde sıralanabilir: Doktor kontrollerini düzenli olarak yaptırın HPV aşılarını yaptırın Sigara ve tütün ürünleri kullanımından uzak durun Bağışıklık sistemini güçlendirin Cinsel yolla bulaşabilecek hastalıklara karşı tedbirli olun Sağlıklı beslenin Obeziteye karşı önlem alınRahim Ağzı Kanseri AşısıCinsel ilişki yoluyla bulaşan HPV rahim ağzı kanserine neden olabilir. HPV’den korunmak için 9 ile 26 yaş aralığındaki kız ve erkek çocuklarının ve erişkinlerin rahim ağzı kanser aşısı olması önerilir. ABD’de 3 aşı (9’lu, 4’lü ve 2’li aşılar) FDA onayı almış ve kullanılıyor olmasına rağmen 9’lu aşı hala ülkemize gelmiş değildir. 2’li aşıda rahim ağzı tümörüne en sık neden olan HPV tip 16 ve 18’in virüs benzeri partiküllerini içerir ve bu tiplere karşı bağışıklık sağlarken 4’lü aşı bu tiplere ek olarak siğillere neden olan HPV tip 6 ve 11’in virüs benzeri partiküllerini de içererek siğile karşı da korur. En son üretile aşı olan 9’lu aşılar ise 4’lü aşıdaki HPV tip 6,11,16,18’e ek olarak diğer yüksek riskli HPV tiplerinde 31, 33, 45, 52 ve 58’in virüs benzeri partiküllerini içerir ve rahim ağzı kanserine neden olan daha fazla HPV tipine karşı bağışıklık sağladığı için daha yüksek oranda koruma sağlar. Bu aşılar aynı zamanda çarpraz reaksiyonla diğer HPV tiplerine karşı da bir miktar bağışıklık sağlamaktadır.Dokuz ile 15 yaş aralığındaki çocuklarda 2 doz aşı yeterlidir. Birinci ve ikinci doz aşılar arasında 6-12 ay zaman aralığı olmalıdır. 15-26 yaş aralığında ise 0, 1 ve 6. Aylarda olmak üzere 3 doz aşı önerilmektedir. 26 yaşından sonra o yaşa kadar HPV ile karşılaşmış olma ihtimalinin yüksek olması nedeniyle aşılama önerilmemekle beraber hekim ile bu konu konuşularak uygun durumlarda yapılabilinir. HPV aşısı kas içine uygulanır. Omuzdan ya da kalçadan uygulanabilir.Rahim ağzı kanseri aşısını HPV ile hiç karşılaşmadan yaptırmak servikal kanser vakalarının çoğunu önleyebilir. Rahim ağzı kanserinin yanı sıra vajina ve vulva kanserlerinde de koruyucudur. 4 ve 9’lu tür aşılar kadın ve erkeklerde genital siğilleri, anal kanserleri önleyebilir. Bazı HPV türleri ağız ve boğazda gelişen kanserlerle de bağlantılı olduğu için bu kanserlere karşı da koruma sağlar. CDC (The Centers for Disease Control and Prevention ), 9 yaşlarından sonra kız ve erkek çocuklara rutin HPV aşısı önermektedir. Rahim ağzı kanseri aşısı için en ideal aşılama zamanı cinsel deneyim henüz başlamadan yani HPV virüsü ile temas olmadan önceki dönemdir. HPV bulaştığında aşı önerilen zamanda yaptırılması kadar etkili olmayabilir.Rahim Ağzı Kanseri ile İlgili Sık Sorulan Sorular Serviks nedir?Serviks, rahim ve vajinayı birbirine bağlayan, rahim boynu olarak da bilinen rahimin alt kısmıdır. Sıvıların rahim ve vajina arasındaki geçişe izin vermede rol oynar ve doğum sırasında bebeğin vajinadan geçip, rahmi terk etmesini sağlar.Rahim ağzı kanseri bulaşıcı mıdır?Rahim ağzı kanserine neden olan en büyük faktör HPV’dir. Hastaların %99.7’sinde bu virüs saptanmıştır. Rahim ağzı kanseri bulaşıcı olmasa da HPV cinsel yolla bulaşan en yaygın virüstür. Genital bölgesinde siğil olan kişiler ile cinsel temas sonrası %60 gibi yüksek oranda bulaşıcılık söz konusudur.HPV çok büyük oranda cinsel yolla; çok düşük oranlarda ise el ile temas, tuvalet ve kişisel hijyen malzemeleri ile bulaşabilmektedir. Birden fazla partner, HPV bulaşıcılığı acısından yüksek risk taşımaktadır.Rahim ağzı kanserinde ilk belirtiler nelerdir?Serviks kanserinin ilk belirtileri arasında kanlı akıntı, cinsel ilişki sonrası kanama ve düzensiz adet kanaması gibi semptomlar görülebilmektedir.Rahim ağzı kanseri ağrısı nereye vurur?Rahim ağzı kanseri, sırt ağrısı, bacak ağrısı, pelvik ağrı, kemik ağrısı gibi belirtilerle ortaya çıkabilir. Ayrıca, karnın alt bölgesinde ağrı ve bası hissi, cinsel ilişki sırasında ağrı, kilo kaybı durumları da görülebilmektedir.Rahim ağzı kanseri elle hissedilir mi?Elle muayene sırasında, doktor iki parmağını vajina içerisine, diğer elini de karnın alt kısmına yerleştirir. Bu şekilde organlar ve ele gelen herhangi bir kitle olup olmadığı hissedilebilir.Rahim ağzı kanserinde belirtiler hangi evrede başlar?Rahim ağzı kanserinin belirtileri hastalığın ileri safhalarında ortaya çıkmaktadır. İlerlemiş evrelerde muayene esnasında tümör görülebilir. Rahim ağzı kanseri ilerledikçe idrar problemleri, defekasyon dediğimiz büyük abdeste çıkma zorlukları ve bacak ağrıları görülebilmektedir.Rahim ağzı kanseri kaç yaşında başlar?Genellikle 50 yaş civarında menopoz döneminde ortaya çıkan rahim ağzı kanseri, son zamanlarda genç kadınlarda da görülmektedir. Kadınlarda sık görülen kanser sıralamasında meme kanseri ilk sırada yer almasına rağmen, yaşamı tehdit edici özelliği nedeniyle rahim ağzı kanseri, meme kanserinin önüne geçebilmektedir.Smear testi ile rahim ağzı kanseri belli olur mu?Smear testi, vajinada olabilecek değişiklikleri kansere dönüşmeden tespit etmek amacıyla yapılmaktadır. Böylelikle kadın kanser aşamasına gelmeden kolaylıkla tedavi imkanına kavuşabilir. Kadınlar, kadın doğum hastalıkları uzmanlarının belirlediği rutinde smear testi yaptırması gerekebilir.HPV nedir ve nasıl bulaşır?HPV cinsel yolla bulaşan bir virüs olup, rahim ağzı kanseri oluşmasına neden olabilir. Rahim ağzı kanseri tanısı konmuş kadınların %95’inden fazlasında görülen HPV (Human papilloma virus) genital bölgeyi enfekte eden ve temas yolu ile yayılan bir virüstür. Özellikle kadınlarda daha sık olmak üzere cinsel bölgede siğillere, rahim ağzı, dış genital bölge ve üreme yollarında kansere sebep olur. HPV virüsü oldukça sinsidir ve aylarca hiçbir belirti göstermeden yayılmaya devam edebilir. Virüsün belirtilerine, bulaşma olduktan birkaç ay veya yıl sonra rastlandığı durumlar “sessiz enfeksiyon” olarak adlandırılır.HPV virüsü kadın ve erkekte genital siğiller, kadınlarda rahim ağzı kanserinin yanı sıra, erkeklerde de penis kanserine neden olabilir. Ciddiye alınması gereken bir enfeksiyon olan HPV bazı kişilerin bağışıklık sistemi tarafından kontrol altına alınabilir. Bağışıklık sistemi tarafından etkisiz hale getirilemeyen bir virüsün de, yıllarca hiçbir belirti vermeden varlığını koruyabileceğini unutmamak gerekir. Hiçbir şikayet olmadan, kişi yıllarca enfeksiyonu taşıyabilir. Bu durum, hastalığın yayılmasına engel olmadığı gibi, virüs ilişki sırasında bulaşmaya devam edebilir.HPV virüsü tipleri rahim ağzı kanserine neden olma olasılığına göre risk gruplarına ayrılmıştır. Daha çok siğile yol açan tipler, rahim ağzı kanseri açısından düşük risk grubunda olan türdendir. Dolayısıyla her genital siğil rahim ağzı kanserine dönüşecek diye bir durum söz konusu değildir.
Rahim Ağzı (Serviks) Kanseri Nedir?Rahim ağzı kanseri, rahmin alt kısmı olan rahim ağzında meydana gelen, çoğunlukla HPV virüsü kaynaklı uzun süreli enfeksiyona bağlı olarak gelişen kanser türüdür. Her yıl dünyada 500 bin yeni rahim kanseri tanısı konulmaktadır. Genellikle 50 yaş civarında ortaya çıkan rahim ağzı kanseri son yıllarda genç kadınlarda da görülmeye başlamıştır.Rahim ağzı kanserlerinin neredeyse tümünden sorumlu olan HPV (“Human Papilloma Virüsler” ) virüsü çok belirti göstermez ve oldukça bulaşıcıdır. Çoğu kadın, hayatının bir döneminde karşılaştığı HPV virüsünü kendi vücut savunma sisteminin yardımı ile yener. Bazı HPV virüsleri ise bu savunma sisteminden güçlü çıkar ve rahim ağzı kanserine neden olabilir. Hastalığa neden olan HPV virüsünden korunmak için önlemler almak ve düzenli sağlık kontrolleri ve taramaları yaptırmak, hastalık oluşmadan veya hastalığın erken döneminde saptanmasına ve tedavide başarıya yardımcı olmaktadır. Rahim Ağzı Kanseri Çeşitleri Nelerdir?AdenokarsinomRahim ağzı kanserinin farklı tipleri vardır. Adenokarsinom ve yassı epitel hücreli karsinom gibi invaziv kanserler gibi pek çok rahim ağzı kanser çeşidi ile karşılaşılabilir. Rahim ağzı kanserleri arasında saptanması daha zor, daha nadir görülen adenokarsinom göreceli agresif bir kanser tipidir. Adenokarsinomlar rahim ağzının dış yüzeyinde oluşmak yerine, genellikle rahim ağzının iç kanalında oluşmaktadır. Smear testleri dış yüzeydeki hücre örneklerini kullanmaktadır. Bu nedenle adenokarsinom tanısı konulduğunda genellikle kanser ileri evreye geçmiş olur. HPV’nin kansere neden olan 16, 18, 45 ve 31 gibi tipleriyle daha fazla adenokarsinom oluşmaktadır.Rahim Ağzı Kanseri Evreleri Nelerdir?Rahim ağzı kanserine giden süreç CIN 1, CIN 2, CIN 3 sonrasında rahim ağzı kanseri şeklinde ilerler. İlk aşamada % 70-90, ikinci aşamada %40-45 ve üçüncü aşamada % 30-35 oranında hastalıkta kendiliğinden gerileme görülebilir. Hiçbir tedavi almayan hastalarda hastalığın ileri evre kansere dönüşmesi yıllar içinde olur. Erken evrelerde rahmin alınmasına gerek olmayıp LEEP, konizasyon adı verilen basit cerrahi işlemlerle rahim ağzı kısmen çıkarılarak tam iyileşme sağlanabilir. Bu hastalar tedavi sonrası hamile kalıp bebek sahibi olabilir.Rahim ağzı kanseri evreleri şöyle sıralanabilir;Evre 0: Anormal hücreler rahim ağzının en iç tabakasındadır. Karsinoma insutu olarak da adlandırılmaktadır.Evre I: Kanser hücreleri sadece rahim ağzında bulunur. Tümör boyutu 3 mm ile 4 cm arasında değişebilir.Evre II A: Kanser rahim ağzı dışına vajenin üst üçte iki bölümüne yayılmıştır ancak rahim çevresindeki dokulara yayılmamıştır.Evre II B: Kanser rahim ağzı dışına vajenin üst üçte iki bölümüne ve rahim çevresindeki dokulara yayılmıştır.Evre III A: Kanser vajenin alt bölümüne yayılmış ancak pelvik duvara yayılmamıştır.Evre IIIB: Kanser pelvik duvara yayılmış veya böbreklerin mesaneye bağlandığı tüpler olan üreterleri tutarak idrar geçişini engellemiş ve böbreklerde genişlemeye neden olmuştur.Evre IV :Kanser rahim ağzı dışında mesane, rektum veya vücudun başka yerlerine yayılmıştır.Rahim Ağzı Kanseri Neden Olur?Rahim ağzı kanseri, rahim ağzındaki sağlıklı hücre DNA'larında değişiklik gelişmesi ile ortaya çıkar. Rahim ağzı kanserinin en önemli nedeni insan papilloma virüsü olarak bilinen, özellikle HPV 16 ve HPV 18 türleri olan HPV'dir. Sigara kullanımı, HIV ve AIDS gibi bağışıklık sistemini zayıflatan durumlar, erken yaşta doğum ve genetik yatkınlıkta riski artıran faktörlerdir.Genel olarak rahim ağzı kanserinin risk faktörleri ise şöyledir;Rahim Ağzı (Serviks) Kanseri Belirtileri Nelerdir?Rahim ağzı kanserinde cinsel ilişki sonrası vajinal kanama, menopoz sonrası kanama, adet süresinin uzaması, sulu ve kokulu vajinal akıntı, pelvik bölgede ağrı belirtileri görülür.Rahim ağzı kanserinde genel olarak karşılaşılan belirtiler şunlardır:Rahim Ağzı Kanseri Risk Faktörleri Nelerdir?Rahim ağzı kanseri nedenleri arasında çok sayıda doğum yapmak, erken yaşta cinsel ilişkiye girmek, çok sayıda partneri olmak ve sigara içmek sıralanabilir. Rahim ağzı kanseri hastalarının % 98’inde HPV enfeksiyonu görülmüştür. Genellikle cinsel ilişki ile bulaşan HPV’in yüzden fazla tipi vardır. Özellikle 16 ve 18 tipleri rahim ağzı kanserine neden olurken, tip 6 ve 11 ise genital organlarda siğillere neden olur.Çok eşlilik, cinsel ilişkiye 20 yaşından önce başlanmak, sigara içmek, bağışıklık sisteminin zayıf olması, genital organlarda viral ve bakteriyal enfeksiyonların sıkça görülmesi, çok sayıda doğum yapmak, sosyoekonomik düzeyin düşük olması, C vitamini ve A vitamini eksikliği gibi durumlar serviks kanseri risk faktörleri arasında sayılmaktadır.Rahim Ağzı Kanseri Tanısı Nasıl Konulur?Rahim ağzı kanseri tanısı ileri evrede jinekolojik muayene, erken evrede ise tarama testleri olan yüksek riskli HPV DNA testinde pozitiflik saptanması veya smear testinde anormallik saptanması sonucu yapılan kolposkopik inceleme ve biyopsiler ile konulabilmektedir. Erken evrede yakalanıp tedavi edildiğinde başarı oranı %80-85 olan rahim ağzı kanserinde biyopsi de hastalığın tanısında ve doğru bir tedavi planı için çok önemlidir.Rahim ağzı kanserinde ilk adım kanser teşhisi ve kanserin hangi evrede olduğunu belirlemektir. Bu nedenle rahim ağzından biyopsi alınır ve kanser evrelemesi yapılır. Rahim ağzı kanseri evrelemesi, kanserin vücuttaki yayılımına göre tanımlanır. Evreleme radyolojik çalışma ve olası diğer tanısal testlere ek olarak pelvik ve rektal muayeneye dayanır. Smear ve biyopsi dışında rahim ağzı kanseri tanısında bu testler kullanılır;Smear testi nedir?Smear testi son derce basit ve ağrısız bir kanser tarama yöntemidir. Kadınların smear testi yaptırmaları, rahim ağzı kanserinden korunmak için oldukça önemlidir. Smear testi iki şekilde yapılmaktadır. Klasik yöntemde; alınan akıntı bir cam üzerine sürülür ve özel bir sprey ile tespit edildikten sonra laboratuvara yollanır. İkinci şekilde ise; alınan materyal bir şişe içindeki özel sıvıya boşaltılır. Bu şekilde laboratuvara gönderilir ve orada belirli aşamalardan geçirilerek mikroskobik muayenesi yapılır.21 yaş üzerindeki aktif cinsel yaşamı başlamış tüm kadınların smear testi yaptırmaları gerekir. Eğer aktif cinsel yaşam bu yaştan önce başlamışsa, başlanan yaştan itibaren ilk üç yıl içinde smear testi yapılması önerilir. Smear testi normal saptanan hastalarda başka bir risk faktörü yoksa 3 yılda bir test yapılması yeterlidir. Testler menopoz sırasında da aksatılmamalıdır. 65 yaşından sonra, hastanın o zamana kadar en az üç normal smear testi sonucu bulunuyorsa, doktorunun bilgisi ile smear testlerine son verilebilir. Ayrıca smear testinde şüpheli bir durum görülmüşse, test daha sık aralıklarla yapılabilir ya da ileri tetkik uygulanabilir.Kolposkopi: Dürbüne benzer özel bir aletle rahim ağzına bakılarak rahim ağzını döşeyen epitelin büyütülerek incelenmesidir. Rahim ağzı kanseri bir günde başlayan bir olay değildir. Hücrelerde başlayan bozulma zaman içinde ve giderek artar. İşte bu değişiklikleri kolposkop muayenesi ile görerek takip etmek mümkündür. Kolposkopi muayenesi smearle beraber değerlendirilirse hata oranı da çok belirgin şekilde düşer.Rahim ağzı kanseri teşhisi ve evrelemesinde bu testlere de başvurulmaktadır.;Rektovajinal muayene; bu testte makat ve vajinal bölge aynı anda muayene edilir. Muayenehane koşullarında yapılabilen basit bir pelvik muayenesidir. Kanserin rahim ağzının dışına yayılıp yayılmadığı anlaşılır.BT taraması; Bilgisayarlı tomografi olarak da adlandırılan BT taraması radyoopak bir maddenin damardan enjekte edilmesi ile başlar. Bu madde x ışınlarında iç organların daha iyi görüntülenmesini sağlar.MRG (Manyetik Rezonans Görüntüleme) taraması; Bu testte iç organların ve dokuların görüntülenmesinde manyetik radyo dalgaları ve bilgisayar kullanır.PET (Pozitron Emisyon Tomografi) taraması; Damar içerisine radyoaktif glukoz enjekte edilir ve PET’te glukozun yüksek oranda kullanıldığı vücut bölgeleri belirlenir. Kanser hücreleri normal hücrelerden daha aktiftir ve daha çok glukoz kullanır. Bu teste kanser hücreleri daha parlak görünür.Bunların yanı sıra kanserin meme ya da akciğerlere yayılımını belirlemek için akciğer filmi ve kan sayımı da istenebilir.Rahim Ağzı Kanseri TedavisiRahim ağzı kanserinde cerrahi müdahale, radyoterapi ve kemoterapi yöntemlerinin tek başına ya da birbirleri ile kombine edilerek kullanılması tedavi seçenekleri arasındadır. Bölgenin cerrahi yöntemle alınması ile kanserleşebilecek alan ortadan kaldırılarak, hastada yüksek oranda iyileşme sağlanması hedeflenir.Kanser invaziv hale gelmişse yani doku derinlerine kadar inmişse radikal histerektomi yapılır ve kanser hücreleri pelvik bölgedeki lenf bezlerini tuttuğu için onlar da çıkarılır. Histerektomi rahim ağzının, rahmin, vajinanın bir kısmının ve yakındaki lenf düğümlerinin çıkarılmasını içerir. Histerektomi genellikle kanseri iyileştirebilir ve geri gelmesini önleyebilir.Diğer seçenek ise kemoterapi ve radyoterapi uygulanmasıdır. Kemoterapi ilacıyla o bölgedeki kanser hücreleri ışına karşı duyarlılaştırılır, akabinde hastaya radyoterapi uygulanır ve takibe devam edilir. Rahim ağzı kanseri tedavisi sonrasıKanserin evresi ve tedavi şekline bağlı olarak rahim ağzı kanseri tedaviden sonra kaybolmayabilir veya tekrar ortaya çıkabilir. Vücudun başka bir yerinde yeni bir kanser de ortaya çıkabilir. Bu nedenle tedavi bittikten sonra bile rutin kontroller ve smear testleri önemlidir. Doktorunuz tedaviden sonra ilk birkaç yılda daha sık smear testi yaptırmanızı isteyebilir. Bu, tüm kanser hücrelerinin yok olduğundan emin olmak için yapılır. Başka testler ve işlemlere de gerek olabilir. Doktorunuz tedavi bittikten sonra bile ihtiyacınız olan kontrolleri planlamak için sizinle birlikte çalışacaktır.Genital siğil tedavisiHPV virüsü enfeksiyonu sonucu oluşan siğiller; yakılarak, dondurularak, cerrahi ya da lokal kremler yardımıyla tedavi edilebilir. Bu tedavi sonucu genital siğilin kaybolması, bir daha ortaya çıkmayacağı anlamına gelmez. Bazı kişilerde tedavi sonrası genital siğil tekrarlamazken; bazılarında sık aralıklarda yeniden genital siğil oluşumu gözlenebilir. Her yeni genital siğil oluşumunda tedavinin tekrarlanması gerekir. HPV virüsü enfeksiyonlarında, tedavi olmaksızın, kişinin kendiliğinden virüsü vücudundan atabildiği bilinmektedir.Rahim Ağzı Kanserinden Korunma Yöntemleri Nelerdir?Rahim ağzı kanserinden korunma yöntemleri şu şekilde sıralanabilir:Rahim Ağzı Kanseri AşısıCinsel ilişki yoluyla bulaşan HPV rahim ağzı kanserine neden olabilir. HPV’den korunmak için 9 ile 26 yaş aralığındaki kız ve erkek çocuklarının ve erişkinlerin rahim ağzı kanser aşısı olması önerilir. ABD’de 3 aşı (9’lu, 4’lü ve 2’li aşılar) FDA onayı almış ve kullanılıyor olmasına rağmen 9’lu aşı hala ülkemize gelmiş değildir. 2’li aşıda rahim ağzı tümörüne en sık neden olan HPV tip 16 ve 18’in virüs benzeri partiküllerini içerir ve bu tiplere karşı bağışıklık sağlarken 4’lü aşı bu tiplere ek olarak siğillere neden olan HPV tip 6 ve 11’in virüs benzeri partiküllerini de içererek siğile karşı da korur. En son üretile aşı olan 9’lu aşılar ise 4’lü aşıdaki HPV tip 6,11,16,18’e ek olarak diğer yüksek riskli HPV tiplerinde 31, 33, 45, 52 ve 58’in virüs benzeri partiküllerini içerir ve rahim ağzı kanserine neden olan daha fazla HPV tipine karşı bağışıklık sağladığı için daha yüksek oranda koruma sağlar. Bu aşılar aynı zamanda çarpraz reaksiyonla diğer HPV tiplerine karşı da bir miktar bağışıklık sağlamaktadır.Dokuz ile 15 yaş aralığındaki çocuklarda 2 doz aşı yeterlidir. Birinci ve ikinci doz aşılar arasında 6-12 ay zaman aralığı olmalıdır. 15-26 yaş aralığında ise 0, 1 ve 6. Aylarda olmak üzere 3 doz aşı önerilmektedir. 26 yaşından sonra o yaşa kadar HPV ile karşılaşmış olma ihtimalinin yüksek olması nedeniyle aşılama önerilmemekle beraber hekim ile bu konu konuşularak uygun durumlarda yapılabilinir. HPV aşısı kas içine uygulanır. Omuzdan ya da kalçadan uygulanabilir.Rahim ağzı kanseri aşısını HPV ile hiç karşılaşmadan yaptırmak servikal kanser vakalarının çoğunu önleyebilir. Rahim ağzı kanserinin yanı sıra vajina ve vulva kanserlerinde de koruyucudur. 4 ve 9’lu tür aşılar kadın ve erkeklerde genital siğilleri, anal kanserleri önleyebilir. Bazı HPV türleri ağız ve boğazda gelişen kanserlerle de bağlantılı olduğu için bu kanserlere karşı da koruma sağlar. CDC (The Centers for Disease Control and Prevention ), 9 yaşlarından sonra kız ve erkek çocuklara rutin HPV aşısı önermektedir. Rahim ağzı kanseri aşısı için en ideal aşılama zamanı cinsel deneyim henüz başlamadan yani HPV virüsü ile temas olmadan önceki dönemdir. HPV bulaştığında aşı önerilen zamanda yaptırılması kadar etkili olmayabilir.Rahim Ağzı Kanseri ile İlgili Sık Sorulan Sorular Serviks nedir?Serviks, rahim ve vajinayı birbirine bağlayan, rahim boynu olarak da bilinen rahimin alt kısmıdır. Sıvıların rahim ve vajina arasındaki geçişe izin vermede rol oynar ve doğum sırasında bebeğin vajinadan geçip, rahmi terk etmesini sağlar.Rahim ağzı kanseri bulaşıcı mıdır?Rahim ağzı kanserine neden olan en büyük faktör HPV’dir. Hastaların %99.7’sinde bu virüs saptanmıştır. Rahim ağzı kanseri bulaşıcı olmasa da HPV cinsel yolla bulaşan en yaygın virüstür. Genital bölgesinde siğil olan kişiler ile cinsel temas sonrası %60 gibi yüksek oranda bulaşıcılık söz konusudur.HPV çok büyük oranda cinsel yolla; çok düşük oranlarda ise el ile temas, tuvalet ve kişisel hijyen malzemeleri ile bulaşabilmektedir. Birden fazla partner, HPV bulaşıcılığı acısından yüksek risk taşımaktadır.Rahim ağzı kanserinde ilk belirtiler nelerdir?Serviks kanserinin ilk belirtileri arasında kanlı akıntı, cinsel ilişki sonrası kanama ve düzensiz adet kanaması gibi semptomlar görülebilmektedir.Rahim ağzı kanseri ağrısı nereye vurur?Rahim ağzı kanseri, sırt ağrısı, bacak ağrısı, pelvik ağrı, kemik ağrısı gibi belirtilerle ortaya çıkabilir. Ayrıca, karnın alt bölgesinde ağrı ve bası hissi, cinsel ilişki sırasında ağrı, kilo kaybı durumları da görülebilmektedir.Rahim ağzı kanseri elle hissedilir mi?Elle muayene sırasında, doktor iki parmağını vajina içerisine, diğer elini de karnın alt kısmına yerleştirir. Bu şekilde organlar ve ele gelen herhangi bir kitle olup olmadığı hissedilebilir.Rahim ağzı kanserinde belirtiler hangi evrede başlar?Rahim ağzı kanserinin belirtileri hastalığın ileri safhalarında ortaya çıkmaktadır. İlerlemiş evrelerde muayene esnasında tümör görülebilir. Rahim ağzı kanseri ilerledikçe idrar problemleri, defekasyon dediğimiz büyük abdeste çıkma zorlukları ve bacak ağrıları görülebilmektedir.Rahim ağzı kanseri kaç yaşında başlar?Genellikle 50 yaş civarında menopoz döneminde ortaya çıkan rahim ağzı kanseri, son zamanlarda genç kadınlarda da görülmektedir. Kadınlarda sık görülen kanser sıralamasında meme kanseri ilk sırada yer almasına rağmen, yaşamı tehdit edici özelliği nedeniyle rahim ağzı kanseri, meme kanserinin önüne geçebilmektedir.Smear testi ile rahim ağzı kanseri belli olur mu?Smear testi, vajinada olabilecek değişiklikleri kansere dönüşmeden tespit etmek amacıyla yapılmaktadır. Böylelikle kadın kanser aşamasına gelmeden kolaylıkla tedavi imkanına kavuşabilir. Kadınlar, kadın doğum hastalıkları uzmanlarının belirlediği rutinde smear testi yaptırması gerekebilir.HPV nedir ve nasıl bulaşır?HPV cinsel yolla bulaşan bir virüs olup, rahim ağzı kanseri oluşmasına neden olabilir. Rahim ağzı kanseri tanısı konmuş kadınların %95’inden fazlasında görülen HPV (Human papilloma virus) genital bölgeyi enfekte eden ve temas yolu ile yayılan bir virüstür. Özellikle kadınlarda daha sık olmak üzere cinsel bölgede siğillere, rahim ağzı, dış genital bölge ve üreme yollarında kansere sebep olur. HPV virüsü oldukça sinsidir ve aylarca hiçbir belirti göstermeden yayılmaya devam edebilir. Virüsün belirtilerine, bulaşma olduktan birkaç ay veya yıl sonra rastlandığı durumlar “sessiz enfeksiyon” olarak adlandırılır.HPV virüsü kadın ve erkekte genital siğiller, kadınlarda rahim ağzı kanserinin yanı sıra, erkeklerde de penis kanserine neden olabilir. Ciddiye alınması gereken bir enfeksiyon olan HPV bazı kişilerin bağışıklık sistemi tarafından kontrol altına alınabilir. Bağışıklık sistemi tarafından etkisiz hale getirilemeyen bir virüsün de, yıllarca hiçbir belirti vermeden varlığını koruyabileceğini unutmamak gerekir. Hiçbir şikayet olmadan, kişi yıllarca enfeksiyonu taşıyabilir. Bu durum, hastalığın yayılmasına engel olmadığı gibi, virüs ilişki sırasında bulaşmaya devam edebilir.HPV virüsü tipleri rahim ağzı kanserine neden olma olasılığına göre risk gruplarına ayrılmıştır. Daha çok siğile yol açan tipler, rahim ağzı kanseri açısından düşük risk grubunda olan türdendir. Dolayısıyla her genital siğil rahim ağzı kanserine dönüşecek diye bir durum söz konusu değildir. | 13,880 |
573 | Hastalıklar | Psöriatik Artrit (Sedef Romatizması) | Psöriatik artrit, kronik bir cilt ve tırnak hastalığı olan sedef hastalığıyla bağlantılı, daha çok tendonların ve bağların kemiğe bağlandığı eklemlerin kronik iltihaplı bir hastalığıdır. Sedef romatizması, sertlik, şişlik ve eklem ağrılarına neden olur ve aynı zamanda ciltte kırmızı pullar gelişmesine neden olur. Parmak uçları ve omurga da dahil olmak üzere vücudun herhangi bir bölümünü etkileyebilen bu hastalık, alevlenme dönemlerinde etkisini artırabilir. Psöriatik artrit için kesin bir tedavi şekli olmasa da oluşan semptomları kontrol altına almaya yönelik olarak bir çalışma tedavi yapılabilir. Bu tedavi şeklindeki ama ise oluşan eklem hasarına önlemeye yönelik gerçekleşir.Psöriatik artrit, kronik bir cilt ve tırnak hastalığı olan sedef hastalığıyla bağlantılı, daha çok tendonların ve bağların kemiğe bağlandığı eklemlerin kronik iltihaplı bir hastalığıdır. Sedef romatizması, sertlik, şişlik ve eklem ağrılarına neden olur ve aynı zamanda ciltte kırmızı pullar gelişmesine neden olur. Parmak uçları ve omurga da dahil olmak üzere vücudun herhangi bir bölümünü etkileyebilen bu hastalık, alevlenme dönemlerinde etkisini artırabilir. Psöriatik artrit için kesin bir tedavi şekli olmasa da oluşan semptomları kontrol altına almaya yönelik olarak bir çalışma tedavi yapılabilir. Bu tedavi şeklindeki ama ise oluşan eklem hasarına önlemeye yönelik gerçekleşir.
Psöriatik Artrit (Sedef Romatizması) Nedir?Psöriatik artrit, kırmızı, pullu döküntülere ve kalın, çukurlu tırnaklara neden olan sedef hastalığına sahip olan kişileri etkileyerek tüm el ve ayak parmaklarının şişmesi gibi belirtilere sebebiyet veren bir artrit türüdür. Sedefli hastaların yaklaşık %20-40’ında sedef romatizması gelişebilir. Genellikle uzun yıllardır (10-15 yıl) döküntüleri olan hastalarda sonradan gelişmektedir (%75) ama bazen sedefle aynı anda (%15) ya da döküntülerden aylar-yıllar öncesinden de (%10) romatizmanın geliştiği görülmektedir.Ciltte iltihaplanmalara neden olan sedef hastalığında artrit de görülmesi nedeniyle oluşan otoimmün bir hastalıktır. Psöriatik artrit, ciltte sedef hastalığı semptomları ve eklemlerde iltihap geliştiğinde ortaya çıkar. Cilt yüzeyinde ve eklemlerlerde genellikle alevlenme adı verilen dönemlerde şiddetlenebilir. Buna yönelik olarak doktor, semptomları hafiflemesi için ilaç tedavisi yapabilir.Psöriatik Artrit (Sedef Romatizması) Türleri Nelerdir?Psöriatik artrit, vücuttaki farklı eklemeleri etkileyerek çeşitli semptomlara neden olabilir. Bu nedenler oluştuğu bölgeye göre isimlendirilir ve buna yönelik olarak bir tedavi şekli uygulanabilir. Sedef romatizmasının türleri şöyle sıralanabilir:Distal interfalangeal baskın psöriatik artritBu tür, el ve ayak parmaklarının uçlarına yakın olan eklemleri etkiler. En yaygın görülen yaygın psöriatik artrit olarak bilinir. Tırnaklarda renksiz, pullu bir yapı ve çukurlar oluşturabilir.Simetrik poliartritSimetrik poliartrit aynı anda beş veya daha fazla eklemi etkilenmesine neden olan bir türdür. Simetrik poliartrit vücudun her iki tarafındaki aynı eklemleri etkileyebilir. Bunlar her iki diz ya da her iki dirsek olabilir.Asimetrik oligoartiküler psöriatik artritAsimetrik oligoartiküler psöriatik artrit, vücudun her iki tarafında yer alan dört eklemin etkilenmesin neden olan türdür. Psöriatik artritin en yaygın görülen diğer bir türü olarak da değerlendirilir.SpondilitOmurga, vertebra olarak isimlendirilen 33 kemikten oluşur. Spondilit, omurları arasında yer alan eklemlerde iltihaplanmaya ve diğer semptomlara sebep olabilir. Bunun yanında kalçalarda ve omuzlarda ağrıya da neden olabilir.Artrit mutilansArtrit mutilans, ellerde ve ayaklarda şiddetli semptomlara neden olan bir durumdur. Oluşan iltihaplanma genellikle kemik kaybına neden olacak kadar şiddetli olarak kendini gösterir. Psöriatik artritin en nadir görülen şekli olarak bilinir.Psöriatik Artrit (Sedef Romatizması) Belirtileri Nelerdir?Psöriatik artrit, vücutta herhangi bir eklemin etkilenmesin neden olarak iltihaplanma, yorgunluk, eklem ağrıları ve sertlik gibi belirtilere neden olur. Özellikle gözler, akciğerler ve aort gibi bölgelerde iltihaplanmaların görülmesi de psöriatik artrit, belirtisi olarak değerlendirilir. Daha şiddetli sedef artriti alevlenmeleri eklemlerin hareket ettirilmesini engeller ve kullanımını zorlaştırabilir. Bunun yanında cilt yüzeyinde daha büyük sedef hastalığı lekelerine neden olabilir.Psöriatik artrit diğer adıyla sedef romatizmasının en sık görülen belirtileri şöyle sıralanabilir: Eklem ağrıları El ve ayak parmaklarında ağrılı, sosis benzeri bir şişlik Katılık ve sertlik Etkilenen eklemlerin yakınında renk farklılıkları veya kızarıklık Tendon ve bağların kemiklere bağlandığı yerlerde ağrı veya hassasiyet El ve ayak parmaklarında şişlik Saç derisi, dizler, dirsekler ve alt sırtta görülen gri pullu lekeler Tırnaklarda renk değişikliği veya çukurlaşma Tükenmişlik hali ve yorgunlukPsöriatik Artrit (Sedef Romatizması) Neden Olur?Psöriatik artrit, genetik mutasyonlara bağlı olarak ortaya çıkan bir artrit türü olarak bilinir. Genlerdeki değişiklikler sebebiyle görülen psöriatik artrit, kalıtsal olarak değerlendirilir ve biyolojik ebeveynlerden çocuklarına geçmiş olarak görülebilir. Fiziksel travma veya viral veya bakteriyel enfeksiyon gibi kalıtsal yatkınlığı olan kişilerde de sedef artritinin görülme olasılığı vardır.Bunların yanında güneşten az yararlanma, havanın soğuması gibi nedenlerle de deride kuruluk ve kaşıntı meydana gelebilir. Bu da zaman içerisinde bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden olarak psöriatik artrit hastalığının alevlenmesine zemin hazırlar.Psöriatik artrit nedenleri şöyle sıralanabilir: Bağışıklık sisteminde meydana gelen problemler HLA-B27 geni ile ilişkilendirilen genetik yatkınlık Enfeksiyon, travma gibi çevresel faktörler Duygusal ve fiziksel stres Hormonal değişiklikler Özellikle tırnak tutulumu olan sedef hastalığı hastalarında Obezite Sigara ve alkol kullanımıPsöriatik Artrit (Sedef Romatizması) Nasıl Teşhis Edilir?Psöriatik artrit, doktor tarafından fiziksel muayene ve bazı testlerle teşhis edilebilir. Doktor, kişinin semptomları hakkında kişiye sorular sorarak, cilt yapısını ve eklemleri kontrol eder. Psöriatik artriti doğrudan teşhis edebilecek bir test bulunmamaktadır. Enfeksiyonları kontrol etmek için kan testleri kullanabilir. Görüntüleme testleri sayesinde ise hasarı veya iltihabın görülmesi istenebilir.Psöriatik artrit teşhisi için kullanılacak yöntemler şöyle sıralanabilir: Röntgenler Emar (MR) BT taraması UltrasonPsöriatik Artrit (Sedef Romatizması) Tedavisi Nasıl Olur?Psöriatik artrit, erken ve tedavi sayesinden belirtileri kontrol altına alınabilen bir hastalık türüdür. Tedavisi hastalığın ciddiyetine, etkilenen eklemlerin sayısına ve hastanın genel sağlık durumuna bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Psöriatik artrit tedavi yöntemleri şöyle sıralanabilir: Ağrı kesici ve iltihap giderici ilaç tedavisi Eklem hareketliliğini korumak ve kas gücünü artırmak için fizik tedavi Akdeniz diyeti gibi anti-enflamatuar diyetler Hafif tempolu yürüyüş, yoga ve yüzme gibi aktiviteler Stres, hem psöriatik artrit hem de sedef hastalığını kötüleştirdiğinden strese maruz kalmama İleri evrede psöriatik artritte, eklem hasarı ciddi ise eklem protezi ameliyatı gibi cerrahi müdahaleler Psikolojik destek veya danışmanlıkPsöriatik Artrit (Sedef Romatizması) Hakkında Sık Sorulan SorularPsöriatik artrit en sık nereyi tutar?Bilindiği gibi sedef hastalığı bir cilt hastalığıdır. Ciltte kırmızı bir zeminde beyaz refle veren ve uzaktan bakıldığında sedefi anımsatan döküntülere neden olur. En sıklıkla dirsek, diz üstü, saçlı deri, alın ve yüzde görülür. Nadiren görünürde belirgin bir döküntü yokken göbek çukuru, genital bölge, kulak arkası, derinin kıvrım noktalarında küçük plaklar olabilir. Bazen tüm vücut cildinde yaygın döküntüye neden olabilir.Sedef romatizması kimlerde görülür?Çoğunlukla genç kadınlarda ve genç erkeklerde görülür ama daha geç yaşlarda da görülebilir. Kadın olmak, aynı anda 5’ten fazla eklemde romatizmal tutuluş olması ve romatizmanın 20 yaşında önce başlaması, ilerleyici ve sakatlığa yol açıcı olacağının göstergesidir.Sedef romatizması en çok hangi belirtiyle görülür?Sedef romatizmasında en sıklıkla diz ve ellerin küçük eklemlerinde kızarıklıkla beraber ağrılı şişmeler, hareket kısıtlılığı ve beraberinde ayak parmaklarında sosis gibi (sosis parmak) şişme ve ağrı görülür. Bazen sadece el parmaklarından birinde çok hızlı ilerleyen iltihapla birlikte parmak ekleminde hızla eklem yıkımı, parmakta kısalma ve çekince eski boyutuna ulaşan "teleskop parmak"a neden olmaktadır. Ellerin tırnağa yakın olan eklem yerlerinde şişme ve ağrıya neden olur. Özellikle genç erkeklerde bel ağrısı ve omurga romatizmasına neden olan tipi sıktır. Vücuttaki birçok büyük ve küçük eklemde aynı anda şişme, ağrı ve hareket kısıtlılığına neden olabilir.Sedef romatizması tedavi edilebilir mi?Tedavide başlangıçta birkaç ilacı aynı anda kullanmak gerekir. Kortizon ve bağışıklık sistemini düzenleyen ilaçlar kullanılmaktadır. Son yıllarda tıp ve ilaç sektöründeki hızlı ilerlemeyle geliştirilen ilaçlarla başarı şansı daha da artmıştır. Tedavi başarısını etkileyen en önemli faktör hastanın tanısının erken konup, tedavinin erken başlanmasıdır. Hastalık önemsenmezse kalıcı sakatlıklara yol açarak, yaşam kalitesini azaltır.
Psöriatik Artrit (Sedef Romatizması) Nedir?Psöriatik artrit, kırmızı, pullu döküntülere ve kalın, çukurlu tırnaklara neden olan sedef hastalığına sahip olan kişileri etkileyerek tüm el ve ayak parmaklarının şişmesi gibi belirtilere sebebiyet veren bir artrit türüdür. Sedefli hastaların yaklaşık %20-40’ında sedef romatizması gelişebilir. Genellikle uzun yıllardır (10-15 yıl) döküntüleri olan hastalarda sonradan gelişmektedir (%75) ama bazen sedefle aynı anda (%15) ya da döküntülerden aylar-yıllar öncesinden de (%10) romatizmanın geliştiği görülmektedir.Ciltte iltihaplanmalara neden olan sedef hastalığında artrit de görülmesi nedeniyle oluşan otoimmün bir hastalıktır. Psöriatik artrit, ciltte sedef hastalığı semptomları ve eklemlerde iltihap geliştiğinde ortaya çıkar. Cilt yüzeyinde ve eklemlerlerde genellikle alevlenme adı verilen dönemlerde şiddetlenebilir. Buna yönelik olarak doktor, semptomları hafiflemesi için ilaç tedavisi yapabilir.Psöriatik Artrit (Sedef Romatizması) Türleri Nelerdir?Psöriatik artrit, vücuttaki farklı eklemeleri etkileyerek çeşitli semptomlara neden olabilir. Bu nedenler oluştuğu bölgeye göre isimlendirilir ve buna yönelik olarak bir tedavi şekli uygulanabilir. Sedef romatizmasının türleri şöyle sıralanabilir:Distal interfalangeal baskın psöriatik artritBu tür, el ve ayak parmaklarının uçlarına yakın olan eklemleri etkiler. En yaygın görülen yaygın psöriatik artrit olarak bilinir. Tırnaklarda renksiz, pullu bir yapı ve çukurlar oluşturabilir.Simetrik poliartritSimetrik poliartrit aynı anda beş veya daha fazla eklemi etkilenmesine neden olan bir türdür. Simetrik poliartrit vücudun her iki tarafındaki aynı eklemleri etkileyebilir. Bunlar her iki diz ya da her iki dirsek olabilir.Asimetrik oligoartiküler psöriatik artritAsimetrik oligoartiküler psöriatik artrit, vücudun her iki tarafında yer alan dört eklemin etkilenmesin neden olan türdür. Psöriatik artritin en yaygın görülen diğer bir türü olarak da değerlendirilir.SpondilitOmurga, vertebra olarak isimlendirilen 33 kemikten oluşur. Spondilit, omurları arasında yer alan eklemlerde iltihaplanmaya ve diğer semptomlara sebep olabilir. Bunun yanında kalçalarda ve omuzlarda ağrıya da neden olabilir.Artrit mutilansArtrit mutilans, ellerde ve ayaklarda şiddetli semptomlara neden olan bir durumdur. Oluşan iltihaplanma genellikle kemik kaybına neden olacak kadar şiddetli olarak kendini gösterir. Psöriatik artritin en nadir görülen şekli olarak bilinir.Psöriatik Artrit (Sedef Romatizması) Belirtileri Nelerdir?Psöriatik artrit, vücutta herhangi bir eklemin etkilenmesin neden olarak iltihaplanma, yorgunluk, eklem ağrıları ve sertlik gibi belirtilere neden olur. Özellikle gözler, akciğerler ve aort gibi bölgelerde iltihaplanmaların görülmesi de psöriatik artrit, belirtisi olarak değerlendirilir. Daha şiddetli sedef artriti alevlenmeleri eklemlerin hareket ettirilmesini engeller ve kullanımını zorlaştırabilir. Bunun yanında cilt yüzeyinde daha büyük sedef hastalığı lekelerine neden olabilir.Psöriatik artrit diğer adıyla sedef romatizmasının en sık görülen belirtileri şöyle sıralanabilir:Psöriatik Artrit (Sedef Romatizması) Neden Olur?Psöriatik artrit, genetik mutasyonlara bağlı olarak ortaya çıkan bir artrit türü olarak bilinir. Genlerdeki değişiklikler sebebiyle görülen psöriatik artrit, kalıtsal olarak değerlendirilir ve biyolojik ebeveynlerden çocuklarına geçmiş olarak görülebilir. Fiziksel travma veya viral veya bakteriyel enfeksiyon gibi kalıtsal yatkınlığı olan kişilerde de sedef artritinin görülme olasılığı vardır.Bunların yanında güneşten az yararlanma, havanın soğuması gibi nedenlerle de deride kuruluk ve kaşıntı meydana gelebilir. Bu da zaman içerisinde bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden olarak psöriatik artrit hastalığının alevlenmesine zemin hazırlar.Psöriatik artrit nedenleri şöyle sıralanabilir:Psöriatik Artrit (Sedef Romatizması) Nasıl Teşhis Edilir?Psöriatik artrit, doktor tarafından fiziksel muayene ve bazı testlerle teşhis edilebilir. Doktor, kişinin semptomları hakkında kişiye sorular sorarak, cilt yapısını ve eklemleri kontrol eder. Psöriatik artriti doğrudan teşhis edebilecek bir test bulunmamaktadır. Enfeksiyonları kontrol etmek için kan testleri kullanabilir. Görüntüleme testleri sayesinde ise hasarı veya iltihabın görülmesi istenebilir.Psöriatik artrit teşhisi için kullanılacak yöntemler şöyle sıralanabilir:Psöriatik Artrit (Sedef Romatizması) Tedavisi Nasıl Olur?Psöriatik artrit, erken ve tedavi sayesinden belirtileri kontrol altına alınabilen bir hastalık türüdür. Tedavisi hastalığın ciddiyetine, etkilenen eklemlerin sayısına ve hastanın genel sağlık durumuna bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Psöriatik artrit tedavi yöntemleri şöyle sıralanabilir:Psöriatik Artrit (Sedef Romatizması) Hakkında Sık Sorulan SorularPsöriatik artrit en sık nereyi tutar?Bilindiği gibi sedef hastalığı bir cilt hastalığıdır. Ciltte kırmızı bir zeminde beyaz refle veren ve uzaktan bakıldığında sedefi anımsatan döküntülere neden olur. En sıklıkla dirsek, diz üstü, saçlı deri, alın ve yüzde görülür. Nadiren görünürde belirgin bir döküntü yokken göbek çukuru, genital bölge, kulak arkası, derinin kıvrım noktalarında küçük plaklar olabilir. Bazen tüm vücut cildinde yaygın döküntüye neden olabilir.Sedef romatizması kimlerde görülür?Çoğunlukla genç kadınlarda ve genç erkeklerde görülür ama daha geç yaşlarda da görülebilir. Kadın olmak, aynı anda 5’ten fazla eklemde romatizmal tutuluş olması ve romatizmanın 20 yaşında önce başlaması, ilerleyici ve sakatlığa yol açıcı olacağının göstergesidir.Sedef romatizması en çok hangi belirtiyle görülür?Sedef romatizmasında en sıklıkla diz ve ellerin küçük eklemlerinde kızarıklıkla beraber ağrılı şişmeler, hareket kısıtlılığı ve beraberinde ayak parmaklarında sosis gibi (sosis parmak) şişme ve ağrı görülür. Bazen sadece el parmaklarından birinde çok hızlı ilerleyen iltihapla birlikte parmak ekleminde hızla eklem yıkımı, parmakta kısalma ve çekince eski boyutuna ulaşan "teleskop parmak"a neden olmaktadır. Ellerin tırnağa yakın olan eklem yerlerinde şişme ve ağrıya neden olur. Özellikle genç erkeklerde bel ağrısı ve omurga romatizmasına neden olan tipi sıktır. Vücuttaki birçok büyük ve küçük eklemde aynı anda şişme, ağrı ve hareket kısıtlılığına neden olabilir.Sedef romatizması tedavi edilebilir mi?Tedavide başlangıçta birkaç ilacı aynı anda kullanmak gerekir. Kortizon ve bağışıklık sistemini düzenleyen ilaçlar kullanılmaktadır. Son yıllarda tıp ve ilaç sektöründeki hızlı ilerlemeyle geliştirilen ilaçlarla başarı şansı daha da artmıştır. Tedavi başarısını etkileyen en önemli faktör hastanın tanısının erken konup, tedavinin erken başlanmasıdır. Hastalık önemsenmezse kalıcı sakatlıklara yol açarak, yaşam kalitesini azaltır. | 6,117 |
574 | Hastalıklar | Rahim Duvarı Kalınlaşması | Endometrium, her ay adet döngüsü döneminde olası bir hamilelikte embriyonun yerleşme ihtimaline hazırlık olarak kalınlaşan, rahmin içini döşeyen armut biçimli mukoza zarıdır. Eğer döllenme olmazsa rahim içindeki kalınlaşan bu doku tabakası her ay adet kanaması olarak dökülür. Endometrium, embriyoyu beslemek ve büyütmekle sorumludur. Endometrium kalınlığının sağlıklı bir bireyde 7 ila 14 mm arasında, adet dönemlerinde ve menopoz sonrasında 5mm ve altında olması beklenir.Endometrium, her ay adet döngüsü döneminde olası bir hamilelikte embriyonun yerleşme ihtimaline hazırlık olarak kalınlaşan, rahmin içini döşeyen armut biçimli mukoza zarıdır. Eğer döllenme olmazsa rahim içindeki kalınlaşan bu doku tabakası her ay adet kanaması olarak dökülür. Endometrium, embriyoyu beslemek ve büyütmekle sorumludur. Endometrium kalınlığının sağlıklı bir bireyde 7 ila 14 mm arasında, adet dönemlerinde ve menopoz sonrasında 5mm ve altında olması beklenir.
Endometrium Nedir?Endometrium, rahmin iç tabakasını kaplayan dokudur. Bu özel tabakla adet döngüsünde değişiklik gösterebilir ve hamilelik tespitinde önemli bir role sahiptir. Mukozal bir tabaka olan endometrium, içerisinde kan damarları, hücreler ve bezler yer alır. Adet döngünün başında ince bir tabaka olan endometrium, döngünün ilerlemesiyle beraber kalınlaşabilir. Endometriumun en temel görevi, embriyonun rahme yerleşmesi için uygun bir ortam sağlamasıdır. Yumurtanın döllenmesi sonrasında rahme yerleşerek gelişmeye başlar. Endometrium dokusu bu yerleşmeye zemin hazırlayarak destek olur.Endometrium kalınlaşması ya da oluşan anormal değişiklikler sağlık sorunlarına işaret eden durumlardandır. Bu durum genellikle adet düzensizlikleri, kısırlık veya ağrılı adetler gibi belirtilerle kendini gösterir.Rahim Duvarı Kalınlaşması (Endometrium Kalınlaşması) Nedir ?Tıbbi adı endometrial hiperplazi olan rahim duvarı kalınlaşması, rahminin iç tabakası olan endometriumun kalınlaşmasıdır. Rahmin içinde bulunan rahim iç yüzünü (endotel) kaplayan hücre tabakası bazı sebeplerle kalınlaşır, anormal kanamaya neden olabilir. Rahim duvarındaki her kalınlaşma kanser olmasa da bazen rahim kanserinin habercisi olabilir ve kanser geliştirme riskini artırır. Belirtileri, ağır geçen adet dönemleri, menopoz sonrası aşırı kanama ve kanamaya bağlı anemidir.Rahim Duvarı Kalınlaşması (Endometrium Kalınlaşması) Belirtileri Nelerdir?Rahim duvarı kalınlaşmasının belirtileri arasında; iki adet dönemi arasının 21 günden az olması, alışılmadık derecede uzun adet periyotları, ağır adet kanaması ve menopoz sonrası kanama yer almaktadır. Endometrium kalınlaşması olarak da isimlendirilen bu durum endometrium tabakasının normalden fazla kalınlaşmasına bağlı olarak görülür. Çeşitli sağlık sorunlarının haberici olarak rahim duvarı kalınlaşması şu belirtileri verebilir: Düzensiz adet kanamaları Ağrılı adet (dismenore) Menopoz sonrası kanama Ağrılı cinsel ilişki Aşağı karın bölgesinde ağrı veya baskı hissi Sık idrara çıkma veya kabızlıkRahim Duvarı Kalınlaşması (Endometrium Kalınlaşması) Neden Olur?Endometrial hiperplazi olarak da bilinen rahim duvarı kalınlaşması, endometriumun yani rahim iç duvarının normal boyutların üzerinde düzensiz olarak kalınlaşmasıdır. Endometrial hiperplazi olarak da bilinen rahim duvarı kalınlaşmasının en önemli nedeni östrojen ve progesteron hormonlarındaki dengesizliktir.Kadınların adet döngüsü östrojen ve progesteron hormonlarına dayanır. Östrojen rahim zarındaki hücrelerin büyümesine yardımcı olur. Yumurtlama sırasında östrojen rahimi kalınlaştırırken, progesteron rahmi hamileliğe hazırlar. Hamilelik gerçekleşmediğinde progesteron seviyesi düşer ve rahimde iç tabakanın dökülmesi olarak bilinen adet durumunu tetikler. Bu adet dönemini başlatır ve adet döngüsü yeniden başlar. Östrojen ve progesteron hormonları uyumlu olduğunda herhangi bir sorun yaşanmaz. Ancak hormonların dengesiz olması bazı sorunlara neden olur. Rahim duvarı kalınlaşması olan kadınlar çok fazla östrojen üretirken, yeterli progesteronu üretemez. Yani çok fazla östrojene sahip olmak; ancak bununla birlikte yeterli progesterona sahip olamamak rahim iç tabakasının dökülmesini engeller ve aşırı hücre büyümesine yol açarak rahim iç tabakasının büyümesine ve kalınlaşmasına neden olur. Endometrium kalınlaşması şu nedenlerle görülebilir: Bunula birlikte hormonal dengesizliğin aşağıdaki gibi farklı nedenleri de olabilir: Aşırı kilo yani obezitenin östrojen seviyesinin yükselmesine katkıda bulunması Menopoza girilmesi ile birlikte progesteron üretiminin durması, Perimenopozda olunması yani yumurtlamanın düzenli olarak gerçekleşmemesi Menopoz sonrası hormon replasman tedavisi alınması Düzensiz bir adet döngüsünün veya polikistik over sendromunun varlığı Östrojeni taklit eden ilaçlar kullanılmasıRahim Duvarı Kalınlaşması (Endometrium Kalınlaşması) Risk Faktörleri Nelerdir?Rahim duvarı kalınlaşması yani endometrium kalınlaşması, kronik hastalıklar, hormonal bozukluklar ve bazı sağlık sorunları nedeniyle gelişebilir. Genetik faktörler de bu noktada önemlidir ve rahim duvarı kalınlaşmasında risk faktörü olarak kabul edilir.Rahim duvarı kalınlaşması için risk faktörleri şunları içerir: 35 yaşın üzerinde olmak Erken adet görmek Menopoza geç girmek Diyabet (şeker), tiroid hastalığı veya safra kesesi hastalığı gibi diğer sağlık sorunlarının bulunması Ailede yumurtalık, rahim ve kolon kanseri hikayesinin olması Bazı meme kanseri tedavileri (Tamoksifen kullanımı) Hiç hamile kalmamış olmak Obezite Polikistik over sendromu (PCOS). Sigara kullanmak Düzensiz adet veya adet görmeme durumuRahim Duvarı Kalınlaşması (Endometrium Kalınlaşması) Türleri Nelerdir?Endometriyal hiperplazi olarak bilinen rahim duvarı kalınlaşması, rahim astarındaki hücre değişikliklerinin türlerine göre iki sınıfa ayrılır.Atipi olmayan (atipisiz) basit endometriyal hiperplazi: Bu tipte meydana gelen kalınlaşma, kanser olma olasılığı olmayan normal görünümlü hücrelere sahiptir. Bu tip herhangi bir olağandışı hücre içermez. Bu durumun takibi önem taşır.Atipik endometriyal hiperplazi: Bu tip anormal hücrelerin aşırı büyümesi ile kendini gösterirken aynı zamanda kanser öncesi olarak kabul edilir. Tedavi edilmediğinde endometriyal veya rahim kanserine çevirme ihtimali artar.Kişinin hangi tip rahim duvarı kalınlaşmasına sahip olduğunu bilmesi kanser riskini azaltırken, en etkili tedavi yöntemini seçme şansını da artırır.Rahim Duvarı Kalınlaşması Tanısı (Endometrium Kalınlaşması) Nasıl Konulur?Anormal vajinal kanamaya farklı durumlar sebep olabilmektedir. Rahim duvarı kalınlaşmasının tanısının konulması için doktorunuz tarafından ultrason, biyopsi ve histeroskopi yapılması istenebilir.Ultrason: Transvajinal ultrason ile rahmin astarının kalın olup olmadığına bakılır.Biyopsi: Bir endometriyal biyopsi, doku örneklerini rahim astarından çıkarır. Biyopsi ile alınan parça patalojik incelemeye gönderilir ve kanser varlığına bakılır.Histeroskopi: Histeroskopi ile rahim ağzı ve rahim içi incelenebilir. İnce ışıklı bir alet olan histeroskopi ile endometriyal boşluk içindeki anormallikler görülebilir ve şüpheli alanlardan biyopsi alınabilir.Rahim Duvarı Kalınlaşması Tedavisi (Endometrium Kalınlaşması) Nasıl Uygulanır?Rahim duvarı kalınlaşmasının tedavisi iki şekilde yapılır. Bunlar hormon tedavisi veya ameliyattır. Yapılacak tedavi; atipik hücrelerin bulunmasına, menopoza girilmesine, kişinin gelecekteki hamilelik planlarına ve aile öyküsüne göre farklılık gösterir. Atipi olmayan basit hiperplazi durumuda sentetik bir progesteron formu olan progestin hap şeklinde, enjeksiyon ile veya rahim içi araç şeklinde hormon tedavisi olarak uygulanır.Atipik hiperplazi durumunda ise yüksek kanser riski altında olanlara histerektomi ile rahim çıkarma ameliyatı önerilir. Bu ameliyat kanser riskini azaltır ancak, sonraki süreçte hamile kalmayı engeller. Eğer hasta menopoza girdiyse, hamilelik planlamıyorsa veya yüksek kanser riskine sahipse histerektomi seçeneği uygulanabilir.Rahim Duvarı Kalınlaşması (Endometrium Kalınlaşması) Hakkında Sık Sorulan SorularEndometrium ne demek?Endometrium, rahmin iç bölgesini kaplayan mukoza tabakasıdır. He ay hormona değişikliklere bağlı olarak kalınlaşan bu yapı, döllenme gerçekleştiği durumda embriyo için uygun bir ortam sağlar.Endometrium kalınlığı kaç olmalı?Endometrium kalınlığı, kişinin adet döngüsüne ve yaşına bağlı değişiklik gösterir. Adet döngüsünün ilk aşamasında endometrium yaklaşık 5-7 mm kalınlığındadır. Ovülasyon döneminde ise 8-14 mm arasında bir kalınlık normal olarak kabul edilir. Menopoz dönemi sonrasında ise kadınlarda, endometrium kalınlığı genellikle 4 mm'den daha ince olmalıdır.Proliferatif endometrium nedir?Proliferatif endometrium, adet döngüsünün ilk aşamasında görülen endometriumun kalınlaşma süreci olarak bilinir. Bu süreçte östrojen hormonu etkisiyle endometrium hücreleri çoğalarak dokunun kalınlaşmasına neden olur. Proliferatif endometrium, genellikle adet döngüsünün ortasında oluşarak ovülasyon öncesi dönemle ilişkili olarak kabul edilir.Endometrial hiperplazi nedir?Endometrial hiperplazi, kişide adet düzensizlikleri, aşırı adet kanamaları ve menopoz sonrası kanama gibi belirtilere yol açan bir durumdur. Endometrial hiperplazi tedavi edilmediği durumda, zaman içerisinde rahim kanseri riskini artırabilir. Tedavisi ise genellikle hormon tedavileri veya cerrahi müdahaleleri içerebilir.Rahim duvarı kalınlaşmasının görülme sıklığı nedir?Endometrial hiperplazi yani rahim duvarı kalınlaşması nadir görülür. 100 bin kadının yaklaşık 133’ünü etkiler.Rahim duvarı kalınlaşmasının komplikasyonları nelerdir?Rahim duvarındaki her tür kalınlaşma, hastada kansızlığa neden olabilecek anormal ve ağır kanamalara sebep olabilir. Bununla birlikte tedavi edilmeyen atipik endometriyal hiperplazi kansere dönüşebilir. Endometriyal veya rahim kanseri, tedavi edilmemiş basit atipik endometriyal hiperplazisi olan kadınların yaklaşık yüzde 8’inde, tedavi almayan karmaşık atipik endometriyal hiperplazisi olan kadınların ise yaklaşık yüzde 30'unda görülür.Rahim duvarı kalınlaşması (Endometrial hiperplazi) nasıl önlenir?Yaşam tarzında yapılacak bazı değişiklikler, rahim duvarı kalınlaşma riskini düşürebilir. Yapılacaklar şu şekildedir: Menopozdan sonra hormon tedavisi alanların östrojen ile birlikte progesteron kullanması Doğum kontrol hapı kullanılması Sigara kullanımının bırakılması İdeal kilo dengesinin korunması Sağlıklı beslenmek Endokrin bozucu diyetlerden kaçınmakDoktora ne zaman başvurulmalı?Ağır veya anormal kanama, menopozdan sonra vajinal kanama, ağrılı kramp (dismenore), ağrılı idrara çıkma (dizüri), ağrılı ilişki (disparoni), pelvik ağrısı, olağandışı vajinal akıntı, sıklıkla kaçırılan adet dönemleri gibi durumlarda mutlaka doktora başvurulmalıdır.Rahim duvarı kalın olursa ne olurRahim duvarı kalınlaşması nelere sebep olur?Rahim duvarı kalınlaşması zamansız kanamalara, ağır ve anormal kanamalara, uzun süre kanamalara ve kansere neden olabilir.Rahim duvarı kalınlaşması kanser midir?Rahim duvarı kalınlaşması (Endometrial Hiperplazi) kanser değildir. Ancak atipik hiperplazi durumunda kanser riski artış gösterir. Atipik Endometrial Hiperplazi, kanser öncüsü bir durumdur. Çoğunlukla menopoza girmiş kadınları etkilese de, obezite ve yumurtlama işlev bozukluğu gibi durumlarda genç bireyleri de etkileyebilmektedir. Bu tipin kansere dönüşme olasılığı bulunmaktadır. Bu gibi durumlarda histerektomi işleminin kansere dönüşmeden önce yapılması hastanın rahim kanserinden kurtulmasını sağlar.Rahim duvarı kalınlaşması kendiliğinden geçer mi?Tüm rahim duvarı kalınlaşmalarının yakından takip edilmesi veya tedavi edilmesi gerekir. Tedavi, kalınlaşmanın atipi olup olmadığına bağlı olarak değişir. Atipik hücre olmadığında, endometriyal hiperplazinin sonunda endometriyal kansere dönüşme olasılığı çok düşüktür. çalışmalar atipi olmayan endometriyal hiperplazisi olan kadınların yüzde 5'inin endometriyal kanser geliştireceğini göstermektedir. Bu durumun dikkatli takip edilmesi gerekmektedir.Sağlıklı bir rahim duvarı kaç mm olmalıdır?Doğurganlık çağında olan kadınların rahim duvarı kalınlığı 7-14 mm arasında olmalıdır. Menopoz dönemindeki kadınlarda ise adet döngüsü sona erdiğinden dolayı rahim içini kaplayan endometriyum tabakası incelir. Menopoza giren kadınların rahim duvarı kalınlığı 4-5 mm’nin altında seyretmelidir. 4-5 mm üzerine çıkan değerler rahim duvarında kalınlaşma olarak kabul edilir.Rahim duvarı kalınlaşması gebelik belirtisi midir?Rahim duvarı kalınlaşması, gebeliğin erken belirtileri arasında yer alır. Gebelik testi pozitif çıkan kadınlarda rahim duvarı kalınlaşması izlenir. Ancak bu hamileliğin kesin bulguları arasında yer almaz. Gebeliğin kesinlik kazanması için ultrason ile rahime yerleşen kesenin görülmesi gerekir.Rahim kalınlaşması ne zaman olur?Rahim duvarı kalınlaşması çoğunlukla menopoz sonrasında görülür. Ancak bazen hormon bozukluğuna bağlı olarak daha erken yaşlarda da görülebilir.
Endometrium Nedir?Endometrium, rahmin iç tabakasını kaplayan dokudur. Bu özel tabakla adet döngüsünde değişiklik gösterebilir ve hamilelik tespitinde önemli bir role sahiptir. Mukozal bir tabaka olan endometrium, içerisinde kan damarları, hücreler ve bezler yer alır. Adet döngünün başında ince bir tabaka olan endometrium, döngünün ilerlemesiyle beraber kalınlaşabilir. Endometriumun en temel görevi, embriyonun rahme yerleşmesi için uygun bir ortam sağlamasıdır. Yumurtanın döllenmesi sonrasında rahme yerleşerek gelişmeye başlar. Endometrium dokusu bu yerleşmeye zemin hazırlayarak destek olur.Endometrium kalınlaşması ya da oluşan anormal değişiklikler sağlık sorunlarına işaret eden durumlardandır. Bu durum genellikle adet düzensizlikleri, kısırlık veya ağrılı adetler gibi belirtilerle kendini gösterir.Rahim Duvarı Kalınlaşması (Endometrium Kalınlaşması) Nedir ?Tıbbi adı endometrial hiperplazi olan rahim duvarı kalınlaşması, rahminin iç tabakası olan endometriumun kalınlaşmasıdır. Rahmin içinde bulunan rahim iç yüzünü (endotel) kaplayan hücre tabakası bazı sebeplerle kalınlaşır, anormal kanamaya neden olabilir. Rahim duvarındaki her kalınlaşma kanser olmasa da bazen rahim kanserinin habercisi olabilir ve kanser geliştirme riskini artırır. Belirtileri, ağır geçen adet dönemleri, menopoz sonrası aşırı kanama ve kanamaya bağlı anemidir.Rahim Duvarı Kalınlaşması (Endometrium Kalınlaşması) Belirtileri Nelerdir?Rahim duvarı kalınlaşmasının belirtileri arasında; iki adet dönemi arasının 21 günden az olması, alışılmadık derecede uzun adet periyotları, ağır adet kanaması ve menopoz sonrası kanama yer almaktadır. Endometrium kalınlaşması olarak da isimlendirilen bu durum endometrium tabakasının normalden fazla kalınlaşmasına bağlı olarak görülür. Çeşitli sağlık sorunlarının haberici olarak rahim duvarı kalınlaşması şu belirtileri verebilir:Rahim Duvarı Kalınlaşması (Endometrium Kalınlaşması) Neden Olur?Endometrial hiperplazi olarak da bilinen rahim duvarı kalınlaşması, endometriumun yani rahim iç duvarının normal boyutların üzerinde düzensiz olarak kalınlaşmasıdır. Endometrial hiperplazi olarak da bilinen rahim duvarı kalınlaşmasının en önemli nedeni östrojen ve progesteron hormonlarındaki dengesizliktir.Kadınların adet döngüsü östrojen ve progesteron hormonlarına dayanır. Östrojen rahim zarındaki hücrelerin büyümesine yardımcı olur. Yumurtlama sırasında östrojen rahimi kalınlaştırırken, progesteron rahmi hamileliğe hazırlar. Hamilelik gerçekleşmediğinde progesteron seviyesi düşer ve rahimde iç tabakanın dökülmesi olarak bilinen adet durumunu tetikler. Bu adet dönemini başlatır ve adet döngüsü yeniden başlar. Östrojen ve progesteron hormonları uyumlu olduğunda herhangi bir sorun yaşanmaz. Ancak hormonların dengesiz olması bazı sorunlara neden olur. Rahim duvarı kalınlaşması olan kadınlar çok fazla östrojen üretirken, yeterli progesteronu üretemez. Yani çok fazla östrojene sahip olmak; ancak bununla birlikte yeterli progesterona sahip olamamak rahim iç tabakasının dökülmesini engeller ve aşırı hücre büyümesine yol açarak rahim iç tabakasının büyümesine ve kalınlaşmasına neden olur. Endometrium kalınlaşması şu nedenlerle görülebilir:Rahim Duvarı Kalınlaşması (Endometrium Kalınlaşması) Risk Faktörleri Nelerdir?Rahim duvarı kalınlaşması yani endometrium kalınlaşması, kronik hastalıklar, hormonal bozukluklar ve bazı sağlık sorunları nedeniyle gelişebilir. Genetik faktörler de bu noktada önemlidir ve rahim duvarı kalınlaşmasında risk faktörü olarak kabul edilir.Rahim duvarı kalınlaşması için risk faktörleri şunları içerir:Rahim Duvarı Kalınlaşması (Endometrium Kalınlaşması) Türleri Nelerdir?Endometriyal hiperplazi olarak bilinen rahim duvarı kalınlaşması, rahim astarındaki hücre değişikliklerinin türlerine göre iki sınıfa ayrılır.Atipi olmayan (atipisiz) basit endometriyal hiperplazi: Bu tipte meydana gelen kalınlaşma, kanser olma olasılığı olmayan normal görünümlü hücrelere sahiptir. Bu tip herhangi bir olağandışı hücre içermez. Bu durumun takibi önem taşır.Atipik endometriyal hiperplazi: Bu tip anormal hücrelerin aşırı büyümesi ile kendini gösterirken aynı zamanda kanser öncesi olarak kabul edilir. Tedavi edilmediğinde endometriyal veya rahim kanserine çevirme ihtimali artar.Kişinin hangi tip rahim duvarı kalınlaşmasına sahip olduğunu bilmesi kanser riskini azaltırken, en etkili tedavi yöntemini seçme şansını da artırır.Rahim Duvarı Kalınlaşması Tanısı (Endometrium Kalınlaşması) Nasıl Konulur?Anormal vajinal kanamaya farklı durumlar sebep olabilmektedir. Rahim duvarı kalınlaşmasının tanısının konulması için doktorunuz tarafından ultrason, biyopsi ve histeroskopi yapılması istenebilir.Ultrason: Transvajinal ultrason ile rahmin astarının kalın olup olmadığına bakılır.Biyopsi: Bir endometriyal biyopsi, doku örneklerini rahim astarından çıkarır. Biyopsi ile alınan parça patalojik incelemeye gönderilir ve kanser varlığına bakılır.Histeroskopi: Histeroskopi ile rahim ağzı ve rahim içi incelenebilir. İnce ışıklı bir alet olan histeroskopi ile endometriyal boşluk içindeki anormallikler görülebilir ve şüpheli alanlardan biyopsi alınabilir.Rahim Duvarı Kalınlaşması Tedavisi (Endometrium Kalınlaşması) Nasıl Uygulanır?Rahim duvarı kalınlaşmasının tedavisi iki şekilde yapılır. Bunlar hormon tedavisi veya ameliyattır. Yapılacak tedavi; atipik hücrelerin bulunmasına, menopoza girilmesine, kişinin gelecekteki hamilelik planlarına ve aile öyküsüne göre farklılık gösterir. Atipi olmayan basit hiperplazi durumuda sentetik bir progesteron formu olan progestin hap şeklinde, enjeksiyon ile veya rahim içi araç şeklinde hormon tedavisi olarak uygulanır.Atipik hiperplazi durumunda ise yüksek kanser riski altında olanlara histerektomi ile rahim çıkarma ameliyatı önerilir. Bu ameliyat kanser riskini azaltır ancak, sonraki süreçte hamile kalmayı engeller. Eğer hasta menopoza girdiyse, hamilelik planlamıyorsa veya yüksek kanser riskine sahipse histerektomi seçeneği uygulanabilir.Rahim Duvarı Kalınlaşması (Endometrium Kalınlaşması) Hakkında Sık Sorulan SorularEndometrium ne demek?Endometrium, rahmin iç bölgesini kaplayan mukoza tabakasıdır. He ay hormona değişikliklere bağlı olarak kalınlaşan bu yapı, döllenme gerçekleştiği durumda embriyo için uygun bir ortam sağlar.Endometrium kalınlığı kaç olmalı?Endometrium kalınlığı, kişinin adet döngüsüne ve yaşına bağlı değişiklik gösterir. Adet döngüsünün ilk aşamasında endometrium yaklaşık 5-7 mm kalınlığındadır. Ovülasyon döneminde ise 8-14 mm arasında bir kalınlık normal olarak kabul edilir. Menopoz dönemi sonrasında ise kadınlarda, endometrium kalınlığı genellikle 4 mm'den daha ince olmalıdır.Proliferatif endometrium nedir?Proliferatif endometrium, adet döngüsünün ilk aşamasında görülen endometriumun kalınlaşma süreci olarak bilinir. Bu süreçte östrojen hormonu etkisiyle endometrium hücreleri çoğalarak dokunun kalınlaşmasına neden olur. Proliferatif endometrium, genellikle adet döngüsünün ortasında oluşarak ovülasyon öncesi dönemle ilişkili olarak kabul edilir.Endometrial hiperplazi nedir?Endometrial hiperplazi, kişide adet düzensizlikleri, aşırı adet kanamaları ve menopoz sonrası kanama gibi belirtilere yol açan bir durumdur. Endometrial hiperplazi tedavi edilmediği durumda, zaman içerisinde rahim kanseri riskini artırabilir. Tedavisi ise genellikle hormon tedavileri veya cerrahi müdahaleleri içerebilir.Rahim duvarı kalınlaşmasının görülme sıklığı nedir?Endometrial hiperplazi yani rahim duvarı kalınlaşması nadir görülür. 100 bin kadının yaklaşık 133’ünü etkiler.Rahim duvarı kalınlaşmasının komplikasyonları nelerdir?Rahim duvarındaki her tür kalınlaşma, hastada kansızlığa neden olabilecek anormal ve ağır kanamalara sebep olabilir. Bununla birlikte tedavi edilmeyen atipik endometriyal hiperplazi kansere dönüşebilir. Endometriyal veya rahim kanseri, tedavi edilmemiş basit atipik endometriyal hiperplazisi olan kadınların yaklaşık yüzde 8’inde, tedavi almayan karmaşık atipik endometriyal hiperplazisi olan kadınların ise yaklaşık yüzde 30'unda görülür.Rahim duvarı kalınlaşması (Endometrial hiperplazi) nasıl önlenir?Yaşam tarzında yapılacak bazı değişiklikler, rahim duvarı kalınlaşma riskini düşürebilir. Yapılacaklar şu şekildedir:Doktora ne zaman başvurulmalı?Ağır veya anormal kanama, menopozdan sonra vajinal kanama, ağrılı kramp (dismenore), ağrılı idrara çıkma (dizüri), ağrılı ilişki (disparoni), pelvik ağrısı, olağandışı vajinal akıntı, sıklıkla kaçırılan adet dönemleri gibi durumlarda mutlaka doktora başvurulmalıdır.Rahim duvarı kalın olursa ne olurRahim duvarı kalınlaşması nelere sebep olur?Rahim duvarı kalınlaşması zamansız kanamalara, ağır ve anormal kanamalara, uzun süre kanamalara ve kansere neden olabilir.Rahim duvarı kalınlaşması kanser midir?Rahim duvarı kalınlaşması (Endometrial Hiperplazi) kanser değildir. Ancak atipik hiperplazi durumunda kanser riski artış gösterir. Atipik Endometrial Hiperplazi, kanser öncüsü bir durumdur. Çoğunlukla menopoza girmiş kadınları etkilese de, obezite ve yumurtlama işlev bozukluğu gibi durumlarda genç bireyleri de etkileyebilmektedir. Bu tipin kansere dönüşme olasılığı bulunmaktadır. Bu gibi durumlarda histerektomi işleminin kansere dönüşmeden önce yapılması hastanın rahim kanserinden kurtulmasını sağlar.Rahim duvarı kalınlaşması kendiliğinden geçer mi?Tüm rahim duvarı kalınlaşmalarının yakından takip edilmesi veya tedavi edilmesi gerekir. Tedavi, kalınlaşmanın atipi olup olmadığına bağlı olarak değişir. Atipik hücre olmadığında, endometriyal hiperplazinin sonunda endometriyal kansere dönüşme olasılığı çok düşüktür. çalışmalar atipi olmayan endometriyal hiperplazisi olan kadınların yüzde 5'inin endometriyal kanser geliştireceğini göstermektedir. Bu durumun dikkatli takip edilmesi gerekmektedir.Sağlıklı bir rahim duvarı kaç mm olmalıdır?Doğurganlık çağında olan kadınların rahim duvarı kalınlığı 7-14 mm arasında olmalıdır. Menopoz dönemindeki kadınlarda ise adet döngüsü sona erdiğinden dolayı rahim içini kaplayan endometriyum tabakası incelir. Menopoza giren kadınların rahim duvarı kalınlığı 4-5 mm’nin altında seyretmelidir. 4-5 mm üzerine çıkan değerler rahim duvarında kalınlaşma olarak kabul edilir.Rahim duvarı kalınlaşması gebelik belirtisi midir?Rahim duvarı kalınlaşması, gebeliğin erken belirtileri arasında yer alır. Gebelik testi pozitif çıkan kadınlarda rahim duvarı kalınlaşması izlenir. Ancak bu hamileliğin kesin bulguları arasında yer almaz. Gebeliğin kesinlik kazanması için ultrason ile rahime yerleşen kesenin görülmesi gerekir.Rahim kalınlaşması ne zaman olur?Rahim duvarı kalınlaşması çoğunlukla menopoz sonrasında görülür. Ancak bazen hormon bozukluğuna bağlı olarak daha erken yaşlarda da görülebilir. | 8,915 |
575 | Hastalıklar | Rahim Kanseri | Rahim kanseri, rahimde yer alan hücrelerin anormal bir şekilde büyüyüp kontrolden çıkmaya başlamasıyla oluşan bir kanser türüdür. En yaygın ve ilk belirtisi anormal rahim kanaması olan rahim kanseri belirtileri dönemler arasında veya menopoz sonrasında kanamayı içerir. Kadınların üreme sistemini etkileyen en yaygın kanser çeşidi olan rahim kanseri tedavi genellikle rahmin alınması işlemi olan histerektomiden oluşur.Rahim kanseri, rahimde yer alan hücrelerin anormal bir şekilde büyüyüp kontrolden çıkmaya başlamasıyla oluşan bir kanser türüdür. En yaygın ve ilk belirtisi anormal rahim kanaması olan rahim kanseri belirtileri dönemler arasında veya menopoz sonrasında kanamayı içerir. Kadınların üreme sistemini etkileyen en yaygın kanser çeşidi olan rahim kanseri tedavi genellikle rahmin alınması işlemi olan histerektomiden oluşur.
Rahim Kanseri Nedir?Rahim kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türlerinden biridir. Rahim, içinde düzenli şekilde kalınlaşıp zamanı geldiğinde adet olarak dökülen ve endometrium olarak adlandırılan hücrelerden oluşur. Bu hücreler bazen değişikliğe uğrar ve anormal bir şekilde bölünerek çoğalabilirler. Bu durum rahim kanseri veya endometrium kanseri olarak adlandırılır.Rahim kanserinin bulguları arasında yer alan menopoz öncesi adet dönemleri dışında vajinal kanama, menopoz sonrası kanama, normalden ağrılı regl sancıları, alt karın bölgesinde ağrı, beyaz veya şeffaf akıntı, cinsel ilişki sırasında ağrı, zor veya ağrılı idrar yapma ve pelvik bölgede ağrı rahim kanserinin belirtileridir.Rahim kanseri vakalarının çoğu, rahmin astarını (endometrium) oluşturan hücre tabakasında başlar. Rahim kanserinin risk faktörleri arasında ise aşırı kilolu olmak ve erken yaşta adet görmeye başlamak yer alır. Bu iki risk faktörü rahim kanseri meydana gelme ihtimalini artırır. Belirtileri arasında menopoz sonrası vajinal kanama ve adet dönemleri arasında kanama yer alır. Rahim kanseri olan çoğu kadın için rahmin alınması ameliyatı temel tedavi yöntemidir. İleri vakalarda kemoterapi veya radyasyon da gerekebilir. Bu karar doktor tarafından verilir.Rahim Kanseri Neden Olur?Rahim kanseri genellikle mutasyona uğramış hücrelerin kontrolsüz bir şekilde büyüyüp çoğalması ve bunun sonucunda da tümör adı verilen kitleler oluşturmasıyla meydana gelir. Rahimde gelişen kanserli kitleler özellikle menopoz sonrası olağandışı vajinal kanamaya, adet dönemlerinin normalden daha ağrılı olmasına, adet düzeninde değişikliğe ve adet dönemleri arasında kanamaya neden olur. Bu belirtiler rahim kanserinin en yaygın belirtileridir.Bunlarla birlikte rahim kanseri nedenleri arasında çok sayıda doğum yapmak, erken yaşta cinsel ilişkiye girmek, çok partnerli olmak ve sigara içmek sayılabilir. Rahim ağzı kanseri hastalarının % 98'inde HPV enfeksiyonu da görülmüştür. Genellikle cinsel ilişki ile bulaşan HPV'in yüzden fazla tipi vardır.Rahim kanseri nedenleri şu şekilde sıralanabilir: İleri yaş Çok sayıda doğum yapmak Erken yaşta adet görmek Geç menopoz Genetik Obezite Hiç gebelik yaşamamak Erken yaşta cinsel ilişki Yüksek yağlı beslenme Diyabet Lynch sendromu Polikistik over sendromu Yumurtalık hastalıkları ve hormon değişimleri Sigara tüketimiİleri yaşYaşlandıkça rahimdeki kaslar zarar görmeye başlar ve hücrelerin kontrolsüz ve anormal bir şekilde büyümesi gerçekleşebilir. Yaş faktörü, rahim kanserinin en önemli nedenlerinden biri olarak kabul edilir.Çok sayıda doğum yapmak veya hiç gebelik yaşamamakÇok sayıda doğum yapan kadınların vajinası zarar görür. Bu da rahim kanserinin en yaygın nedenlerinden biridir. Tam tersi olarak hiç gebelik yaşamamak da rahim kanserini tetikleyebilir. Çünkü doğum yapmak hormonal dengenin korunması noktasında faydalı bir süreç olarak değerlendirilir.Erken yaşta adet görmekErken yaşta adet görmek de kanserli hücrelerin oluşumuna sebebiyet verebilir. Erken yaşta adet gören kadınlarda uzun süren östrojen maruziyeti söz konusu olur.Geç menopozGeç menopozda ortaya çıkan rahim kanseriyle erken yaşta adet görmeye bağlı görülen rahim kanseri arasında bir bağlantı söz konusudur. Geç menopoz yaşayan kadınlar da, tıpkı erken yaşta adet gören bireyler gibi uzun süre yüksek hormon seviyeleriyle yaşar. Bu da rahim kanseri riskini artırabilir.Genetik faktörBazı bireyler özellikle rahim kanseri riskini artıran genetik bozuklukları aileden miras alırlar. Lynch sendromu veya kalıtsal polipozis olmayan kolorektal kanser (HNPCC) olan kişilerde , diğer kanser türlerinin yanı sıra endometrial kanser riski de yüksek olarak değerlendirilir.ObeziteBazı hormonlar yağ dokusu tarafından östrojene dönüştürülür ve bu da rahim kanseri riskini artırır. Yağ dokusu miktarı ne kadar yüksekse östrojen seviyeleri üzerindeki etkisi de o kadar büyük olur. Burada sonuç olarak obezitenin rahim kanseri riskini artırdığı ortaya çıkar.Yumurtalık hastalıkları ve hormon değişimleriYumurtalıklarda ortaya çıkan bazı tümörler yüksek östrojen seviyeleri ve düşük progesteron seviyeleri ile karakterizedir. Bu hormon değişiklikleri rahim kanseri riskini artıran faktörler arasında yer alır.Sigara tüketimiSigara birçok organa zarar verebildiği gibi rahim için de büyük bir risk faktörüdür. Sigara tüketimi hormonal dengesizlikler meydana getirebilir ve bu durum da rahim kanserine neden olabilir.Rahim Kanseri Belirtileri Nelerdir?Rahim kanserinde en yaygın belirti anormal vajinal kanamadır. Rahim kanserinde anormal vajinal kanama dışında, sulu vajinal akıntı, beklenmedik kilo kaybı, idrar yaparken zorlanma ve alt karın ağrısı belirtileri de görülür. Kanamalar menopoz öncesi ve sonrası olabileceği gibi, adet dönemleri arasında da kanama görülebilmektedir.Rahim kanseri belirtileri şöyledir: Adet dönemleri dışında yaşanan vajinal kanama Menopoz dönemi sonrası kanama İdrara çıkmada ve idrar yapmada zorlanma Cinsel ilişki anında ağrı Alt karın bölgesinde(pelviste) ağrı Kötü kokan anormal vajinal akıntı Adet dönemlerinin daha uzun ve sancılı geçmesi Kilo kaybı YorgunlukAnormal vajinal kanamaRahim kanseri, rahim zarında ki anormal hücre büyümesi ve kalınlaşaya neden olur. Bu durum rahim kanseri olan kişilerde olağan dışı vajinal kanamalara sebebiyet verebilir.İnce, berrak ve sulu vajinal akıntıRahim kanserinde mesane ile vajina ve rektum arasında fistül gelişebileceğinden vajinal akıntı görülmektedir.Alt karın bölgesinde ağrıRahimde meydana gelen kanserin rahim dışına, pelvise veya karın içine yayılmasıyla birlikte karın bölgesinde sıvı birikmesi yaşanır ve bu durum rahim kanseri vakalarında karın ağrısı yaşanmasına sebebiyet verir.Vajinada kitle veya yumru Mutasyona uğramış hücrelerin kontrolsüz bir şekilde büyüyüp çoğalmasıyla ortaya çıkan rahim kanseri vajinade kitle oluşumu yaratır.İdrar yaparken zorlanmaRahim kanserinde meydana gelen kanserli hücrelerin oluşumuyla birlikte vajinal baskı sonucu idrar yaparken zorlanmalar yaşanabilir.Rahim Kanseri Evreleri Nelerdir?Rahim kanseri tedavisinin doğru planlayabilmek için kanserin evresinin bilinmesi önemlidir. Rahim kanseri evresi; tümör alanının genişliği, rahim kanserin lenf bezlerine yayılımı ve rahim kanserin metastaz yapıp yapmadığına göre belirlenir. Rahim kanseri genel olarak 4 evrede ele alınır.Rahim kanseri 1. Evre: Kanser sadece rahimdedir. Çevre dokuları veya vücudun uzak yerlerine yayılım yoktur. 1. Evre, kanser hücrelerinin rahim kas dokularına (miyometriyum) me kadar yayıldığına göre 2 ayrı başlıkta ele alınabilir.Rahim Kanseri 2. Evre: Kanser, rahim ve servikste görülmektedir. Yani kanser rahim gövdesinden yayılmış, rahim ağzının destek bağ dokularına kadar ilerlemiştir. Lenf bezleri ve vücudun uzak bölgelerinde metastaz yaşanmamıştır.Rahim Kanseri 3. Evre: Kanser rahim dışına yayılmıştır. Ancak yayılım rektum veya mesaneye kadar ulaşmamıştır. Fallop tüpleri, yumurtalıklar, rahmin yakınındaki lenflere yayılıma göre evre 3. Rahim kanseri alt başlıklara ayrılabilir.Rahim kanseri 4. Evre: Rahim kanserinde son evredir. Kanser rektum, mesane veya vücutta daha uzak organlara yayılmıştır. 2 alt başlıkta incelenir. Rahim kanseri evre 4A: Kanser rektum veya mesanenin mukozasına yayıldı. Rahim kanseri evre 4B: Kanser kasık bölgesindeki lenflere, kemikler veya akciğerler gibi uzak organlara yayıldı. Rahim kanseri evreleri belirlenirken aynı zamanda kanser hücrelerinin mikroskop altındaki görünümü de önemlidir. Kanserli hücreler sağlıklı dokuya benziyorsa ve farklı hücre gruplarına sahipse, buna "farklılaşmış" veya "düşük dereceli tümör" denir. Kanserli doku sağlıklı dokudan çok farklı görünüyorsa buna "kötü diferansiye" veya "yüksek dereceli tümör" denir. Tümörün derecesi rahim kanserin ne kadar hızlı yayılacağı konusunda fikir verebilmektedir.Rahim Kanseri Nasıl Teşhis Edilir?Rahim kanseri belirtilerinden bir veya birden fazlasını yaşayan kadınların zaman kaybetmeden kadın hastalıkları ve doğum doktoruna gitmeleri gerekir.Yapılan pelvik muayenenin ardından teşhisin netleştirilmesi için bazı tetkikler gerekebilir. Bu tetkikler maddeler halinde şöyle sıralanabilir: Vajinal ultrason Histereskopi Patolojik değerlendirme Bilgisayarlı tomografi Manyetiz rezonans (MR)Vajinal ultrason: Rahim içindeki tümörleri ve yapısını görebilmek için ultrason görüntüleme yönteminden faydalanılır. Rahmin girişe yerleştirilen ultrason probu ile rahim duvarı kalınlığı veya diğer anormallikler belirlenebilir.Histeroskopi: Rahim kanserinin teşhisi için histeroskopi denilen görüntüleme yöntemi kullanılabilir. Rahim içine fiber optik kameralı ince esnek bir tüp yerleştirir. Bu yolla uterusun içi ve endometrium incelenebilir.Patolojik değerlendirme: Rahim kanserinin kesin teşhisini yapabilmek için rahim içinden küretaj yöntemi ile alınan doku örneği patolojik olarak değerlendirilmelidir. Biyopsi histeroskopi ve anestezi eşliğinde yapılabilir.Bilgisayarlı Tomografi (BT) ve Manyetik Rezonans (MR): Rahim içindeki anormallik veya tümörün boyutlarının belirlenebilmesi için BT veya MR görüntüleme yöntemleri kullanılabilir. Daha net görüntü alabilmek için Bilgisayarlı Tomografi veya Manyetik Rezonans görüntülemesinde kontrast madde kullanılabilir. Tedavi planı hormon yönetimini içerecekse MR ayrıntılı görüntüler elde etmek için yararlı olabilir. Kanserin uterus duvarına ne kadar büyüdüğünü görmek ve doğurganlığının korunup korunamayacağının belirlenmesi için de MR görüntülerinden faydalanılabilir.Rahim Kanseri Tedavisi Nasıl Yapılır?Rahim kanserinin tedavisinde; kanserin türü, evresi, uygulanacak tedavinin olası yan etkileri, hastanın genel sağlık durumu, yaş, uygulanacak tedavinin doğurganlık üzerindeki etkileri gibi birçok faktör göz önüne alınır.Rahim kanserinin tedavisinde cerrahi yöntemler ön plana çıkmakla birlikte kemoterapi, radyoterapi, hormon tedavisi, hedefe yönelik tedavi ve immün tedavi uygulanabilmektedir.Rahim kanseri tedavisinde bazen bu yöntemlerin sadece biri bazen birden fazlası birleştirilerek kombin şekilde uygulanabilir.Rahim kanseri ameliyatı Rahim kanseri tedavisinde en sık uygulanan yöntem cerrahidir. Rahim alma ameliyatı ile birlikte frozen denilen ameliyat esnasında rahimin patolojik incelemesi temel tedavi şeklidir. Frozen sonucuna göre ameliyata damar etrafındaki lenflerin çıkarabilmesi de gerekebilir. Rahim kanseri ameliyatı da kendi içinde türlere ayrılır. Dört tip histerektomi prosedüründen söz edilebilir. Total abdominal histerektomi: Cerrah tarafından rahme erişmek ve onu çıkarmak için karında bir kesi (kesik) yapılır.Vajinal histerektomi: Cerrahın rahmi vajinadan çıkardığı uygulama vajinal histerektomidir. Radikal histerektomi: Rahim kanseri serviks bölgeye yayılmışsa, radikal histerektomiye ihtiyaç olabilir. Cerrah, rahmi ve rahmin yanındaki dokuları çıkarır. Cerrah tarafından ayrıca, serviksin yanındaki vajinanın üst kısmı da çıkarılır. Minimal invaziv histerektomi: Operasyonu gerçekleştiren cerrah rahmi çıkarmak için birden fazla küçük kesi (kesik) yapar. Bu, laparoskopik veya robotik olarak yapılabilir.Histerektomi sırasında genellikle iki başka prosedür daha uygulanabilir. Bunlardan ilki yumurtalıklarınızı ve fallop tüplerinizi çıkarmak için uygulanabilen bilateral salpingo-ooferektomidir (BSO). İkinci yöntem ise lenf nodu diseksiyonudur. (lenfadenektomi). Bu işlem ise lenf nodlarının çıkarılmasıve kanserin yayılıp yayılmadığının görülmesi amacıyla yapılır.Rahim kanseri için kemoterapi tedavisi Rahim kanserini tedavisinde ameliyattan önce veya sonra kemoterapi uygulanabilir. Rahim kanserinin nüks etme riskine karşı ameliyattan sonra, tümörü küçültüp tamamının çıkartılabilmesi için de ameliyat öncesi kemoterapi uygulanabilir. Radyoterapi ile birlikte veya tek başına da kullanılabilir.Kemoterapi, kanser hücrelerini öldürmek için güçlü ilaçlar kullanır ve bu ilaçlar kişiye verilir. Çoğu kemoterapi ilacı damar yoluyla verilir, ancak bazıları hap formunda da olabilir. Bu ilaçlar kan dolaşımına girer ve ardından vücutta dolaşarak kanser hücrelerini öldürür. Kemoterapi bazen kanserin geri dönme riskini azaltmak için ameliyattan sonra da kullanılır. Kemoterapi ayrıca kanseri küçültmek için ameliyattan önce de kullanılabilir. Bu, kanserin ameliyat sırasında tamamen çıkarılması olasılığını artırır. Kemoterapi, rahim dışına yayılmış ileri evre endometrium kanserinin tedavisinde veya tekrarlayan kanserin tedavisinde önerilebilir.Rahim kanseri radyoterapi tedavisi Radyasyon tedavisi çoğunlukla kalan kanser hücrelerini yok etmek için ameliyattan sonra uygulanmaktadır. Bazı durumlarda tümörün tamamını çıkartmak için ameliyat öncesinde de radyoterapi kullanılabilir. Genel sağlık durumu ameliyat için uygun olmayan hastalarda radyoterapi tercih edilebilir.Radyasyon tedavisi, kanser hücrelerini öldürmek için vücuda güçlü bir enerji gönderir. Bu enerjinin kaynağı X ışınlarından, protonlardan veya diğer kaynaklardan gelebilir. Bazı rahim kanseri vakalarında ameliyattan önce radyasyon tedavisi önerilebilir. Radyasyon tedavisi, tümörü küçültebilmekle beraber çıkarılmasını da kolaylaştırabilir.Eğer ameliyata girecek kadar sağlıklı bir durum söz konusu değilse sadece radyoterapi tedavisi denenebilir. Radyasyon tedavisi genellikle şunları içerebilir:Vücudun dışındaki bir makineden gelen radyasyon: Dış ışın radyasyonu sırasında, bir makine vücudunuzun belirli noktalarına radyasyon yönlendirirken kişi bir masanın üzerinde yatar.Vücudun içine yerleştirilen radyasyon: Brakiterapi adı verilen iç radyasyon, küçük tohumlar, teller veya silindir gibi radyasyon dolu bir cihaz içerir. Bu cihaz kısa bir süreliğine vajinanın içine yerleştirilir.Rahim kanseri hormon tedavisi Hormon seviyelerini değiştirmek için hormon ve hormon bloke edici ilaçlar kullanılabilir. Hormon tedavisi rahim kanseri hücrelerinin büyümesini yavaşlatabilir. Rahim kanserinin nüks etmesi durumunda ve metastatik rahim kanserlerinde hormon tedavisi kullanılabilir. Hormon tedavisi genellikle kemoterapi ile birleştirilir.İmmünoterapiİmmünoterapi, vücudun bağışıklık sisteminin kanser hücrelerini öldürmesine yardımcı olan ilaçların kullanılmasını içeren bir tedavi yöntemidir. Bağışıklık sistemi, vücutta olmaması gereken mikroplara ve diğer hücrelere saldırarak hastalıklarla savaşır. Kanser hücreleri, bağışıklık sisteminden saklanarak hayatta kalır. İmmünoterapi, bağışıklık sistemi hücrelerinin kanser hücrelerini bulup öldürmesine yardımcı olur. Endometriyal kanser vakalarında kanser ileri bir evredeyse ve diğer tedaviler yardımcı olmadıysa immünoterapi denenebilir.Rahim Kanserinin Olası Komplikasyonları Nelerdir?Endometriyal kanser olarak da adlandırılan rahim kanserinin en ciddi komplikasyonu, erken teşhis edilmeyip tedavisinde gecikilirse ölümdür. Ancak endometriyal kanseri erken bir aşamada teşhis edildiğinde genellikle tedavide başarı oranı yüksektir. Endometrium kanserinin diğer komplikasyonları ise şunlardır: Kansızlık Kanserin vücudun diğer bölgelerine yayılması (metastaz yapması) Vücudun tedaviye güçlü bir yanıt vermemesiRahim Kanserinden Korunma Yolları Nelerdir?Rahim kanserinden korunmak tamamen mümkün olmasa da kanserin riskini azaltmak söz konusu olabilir. Bunun için de kişinin düzenli olarak kontrollere gitmesi gerekir. Çünkü birçok kanser türünde olduğu gibi rahim kanserinde de erken teşhis oldukça kritiktir. Bununla birlikte sağlıklı beslenmek, stresten mümkün olduğunca uzak durmak, fiziksel egzersiz yapmak ve HPV aşısı yaptırmak da rahim kanserin korunma yolları olarak sayılabilir. Rahim kanserinin riskini azaltmak için yapılabilecek bazı rutinler şöyledir: Düzenli olarak muayene yaptırmak Sağlıklı beslenmek Stresten mümkün olduğunca uzak durmak Fiziksel egzersiz yapmak HPV aşısı yaptırmakRahim Kanseri Hakkında Sık Sorulan SorularRahim kanseri tam olarak nasıl tanımlanır?Rahim kanseri, rahimdeki hücrelerin kontrolsüz bir şekilde çoğalmasıyla oluşan bir kanser türüdür.Rahim kanseri nerede başlar?Rahim kanseri (endometriyal kanser), uterusun iç tabakasında başlar. Buna neden olabilecek faktörlerin başında aşırı kilolu veya obez olmak gelir. Bu dezavantaj, bir kadının endometriyal kanser geliştirme şansını büyük ölçüde artırır. Diğer risk faktörleri arasında yaş, aile geçmişi, polikistik over sendromu tanısı ve meme kanseri tedavi ilacı tamoksifen'in daha önce kullanımı yer alır.Genç yaşta rahim kanseri belirtileri nelerdir?Genç yaşta rahim kanseri belirtileri arasında menstruasyondan kaynaklanmayan olağandışı vajinal akıntı, zor veya ağrılı idrara çıkma, cinsel ilişki sırasında ağrı ve istenmeyen kilo kaybıdır. Rahim kanseri öldürür mü?Birçok kanser çeşidinde olduğu rahim kanserinde de erken teşhis önemlidir. Erken teşhis edilmediği takdirde ilerleyen rahim kanserleri ölüme sebebiyet verebilir.Rahim kanseri aşısı var mıdır? Rahim kanserinin herhangi bir aşısı yoktur.Rahim kanseri bulaşıcı mıdır? Rahim kanseri bulaşıcı bir kanser değildir.Rahim kanseri metastaz yapar mı?İleri evre rahim kanserinde metastaz söz konusu olabilir. Bu da kanserin vücudun diğer bölgelerine yayıldığı anlamına gelir. Uygulanacak tedavi, semptomları kontrol etmeye yardımcı olabilir.Rahim kanseri ağrı yapar mı? Rahim kanseri hiç ağrı yapmadan da ilerleyebilir ancak bazı hastalarda ağrı yaşanabilir.Rahim kanseri tekrarlar mı? Rahim kanseri, geçtikten sonra yeniden tekrarlayabilir.Meme kanserindeki hormon tedavisi rahim kanseri riski oluşturur mu?Meme kanseri için hormon tedavisi ilacı olan tamoksifen almak, endometriyal kanser geliştirme riskini artırabilir. Ancak bu risk çok yaygın bir risk değildir. Bu ilacın kullanımı hakkında doktor yönlendirmesiyle hareket etmek önemlidir.Rahim kanseri olan kişi cinsel ilişkiye girebilir mi? Rahim kanseri hastalarının cinsel ilişkiye girmesinde bir engel bulunmamaktadır.Rahim kanseri kan tahlillerinde belli olur mu? Rahim kanseri için bilinen bir kan tahlili yoktur.Rahim kanseri kimlerde görülür?Rahim kanseri sıklıkla menopoz sonrası kadınlarda ortaya çıkar. Rahim kanseri tanısı koyan kadınlarda yaş ortalaması 60'tır. 45 yaş altındaki kadınlarda ise nadir olarak görülür. Daha nadir olsa da farklı yaş gruplarında da rahim kanseri ortaya çıkabilir.Pap smear testi ile rahim kanseri anlaşılır mı?Pap smear hücrelerin anormal olup olmadıklarını anlamak için mikroskop altında incelemeyi içerir. Direk olarak rahim kanseri için bir tarama testi değildir ancak bu testin sonucu rahim zarında bir anormallik varsa gösterebilir ve rahim kanseri için erken teşhis için yardımcıdır.Rahim kanseri yorgunluğa neden olur mu?Rahim kanserinin en sık görülen semptomu, menopoz sonrası kanama, menopoz öncesi kanamayı da içeren anormal vajinal kanamadır. Cinsel iliş anında ağrı, pelvik ağrı ve anormal akıntı dışında rahim kanseri yorgunluğada neden olur.Rahim kanseri önlenebilir mi?Çoğu zaman rahim kanserinin oluşumu önlemez ancak riski azaltmak için bazı adımlar atılabilir. Bunlar şöyle örneklenebilir: Diyabet yönetimi Sağlıklı olan kilonun korunması Progesteron bazlı veya kombine östrojen ve progesteron hormonal kontraseptifleri kullanılması (Bu ilaçlar rahim kanserine karşı bir miktar koruma sağlayabilir.)Rahim kanseri tedavisinden sonra kişi nasıl hareket etmelidir?Rahim kanseri tedavisi bitip kişi sağlığına kavuşsa bile düzenli kontrollerine devam etmeli ve randevularını ihmal etmemelidir. Bu randevularda pelvik muayene önemlidir. Tedavi sonrası bir anormallik olup olmadığının takibi yapılır. Ayrıca doktor tarafından herhangi bir semptom olup olmadığı da sorulur. Amaç, kanserin nüksetmediğinden ve tedaviden sonra kişinin kendini iyi hissettiğinden emin olmaktır. Ayrıca, kanserden sonra sağlıklı bir yaşam sürmenin yolları hakkında da doktorla koordineli bir süreç yönetimi yapılmalıdır. Bununla birlikte sağlıklı beslenmek, kaliteli uyumak ve egzersiz yapmak da sürece katkı sağlar.En yaygın görülen rahim kanseri türü hangisidir?Bazı durumlarda, rahimdeki hücrelerdeki değişiklikler kansere neden olabilir. 2 ana rahim kanseri türü vardır. Rahim kanserlerinin çoğu, rahim astarındaki hücrelerden (endometrium olarak adlandırılır) başlayan endometrial karsinomdur. Rahim sarkomu, kas, yağ, kemik ve lifli doku (bağlar ve tendonlar oluşturan malzeme) dahil olmak üzere rahimin destekleyici dokularında gelişir. Karsinosarkom adı verilen üçüncü ise bir kanser türü bazen rahimde gelişebilir.Rahim kanseriyle karıştırılabilecek durumlar nelerdir?Birçok kadında, rahim kanserine benzer şekilde ağır adet kanamasına neden olabilen, kanserli olmayan rahim tümörleri olan miyomlar görülebilir. Yumurtalık kistleri, polikistik over sendromu ve endometriozis de adet düzensizliklerine yol açabilir.Endometrium kanseri en çok hangi yaşlarda görülür? Rahim kanseri, menopoza girmiş kadınlarda yaygın olarak görülür. Menopozun ortalama yaşı ise 51 olarak değerlendirilir.Rahim kanseri olduktan sonra hamile kalınır mı?Bir kişi rahim kanseri olduktan veya tedavi edildikten sonra da hamile kalabilir ancak ameliyatla birlikte rahim alınmışsa hamilelik ihtimali ortadan kalkar.
Rahim Kanseri Nedir?Rahim kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türlerinden biridir. Rahim, içinde düzenli şekilde kalınlaşıp zamanı geldiğinde adet olarak dökülen ve endometrium olarak adlandırılan hücrelerden oluşur. Bu hücreler bazen değişikliğe uğrar ve anormal bir şekilde bölünerek çoğalabilirler. Bu durum rahim kanseri veya endometrium kanseri olarak adlandırılır.Rahim kanserinin bulguları arasında yer alan menopoz öncesi adet dönemleri dışında vajinal kanama, menopoz sonrası kanama, normalden ağrılı regl sancıları, alt karın bölgesinde ağrı, beyaz veya şeffaf akıntı, cinsel ilişki sırasında ağrı, zor veya ağrılı idrar yapma ve pelvik bölgede ağrı rahim kanserinin belirtileridir.Rahim kanseri vakalarının çoğu, rahmin astarını (endometrium) oluşturan hücre tabakasında başlar. Rahim kanserinin risk faktörleri arasında ise aşırı kilolu olmak ve erken yaşta adet görmeye başlamak yer alır. Bu iki risk faktörü rahim kanseri meydana gelme ihtimalini artırır. Belirtileri arasında menopoz sonrası vajinal kanama ve adet dönemleri arasında kanama yer alır. Rahim kanseri olan çoğu kadın için rahmin alınması ameliyatı temel tedavi yöntemidir. İleri vakalarda kemoterapi veya radyasyon da gerekebilir. Bu karar doktor tarafından verilir.Rahim Kanseri Neden Olur?Rahim kanseri genellikle mutasyona uğramış hücrelerin kontrolsüz bir şekilde büyüyüp çoğalması ve bunun sonucunda da tümör adı verilen kitleler oluşturmasıyla meydana gelir. Rahimde gelişen kanserli kitleler özellikle menopoz sonrası olağandışı vajinal kanamaya, adet dönemlerinin normalden daha ağrılı olmasına, adet düzeninde değişikliğe ve adet dönemleri arasında kanamaya neden olur. Bu belirtiler rahim kanserinin en yaygın belirtileridir.Bunlarla birlikte rahim kanseri nedenleri arasında çok sayıda doğum yapmak, erken yaşta cinsel ilişkiye girmek, çok partnerli olmak ve sigara içmek sayılabilir. Rahim ağzı kanseri hastalarının % 98'inde HPV enfeksiyonu da görülmüştür. Genellikle cinsel ilişki ile bulaşan HPV'in yüzden fazla tipi vardır.Rahim kanseri nedenleri şu şekilde sıralanabilir:İleri yaşYaşlandıkça rahimdeki kaslar zarar görmeye başlar ve hücrelerin kontrolsüz ve anormal bir şekilde büyümesi gerçekleşebilir. Yaş faktörü, rahim kanserinin en önemli nedenlerinden biri olarak kabul edilir.Çok sayıda doğum yapmak veya hiç gebelik yaşamamakÇok sayıda doğum yapan kadınların vajinası zarar görür. Bu da rahim kanserinin en yaygın nedenlerinden biridir. Tam tersi olarak hiç gebelik yaşamamak da rahim kanserini tetikleyebilir. Çünkü doğum yapmak hormonal dengenin korunması noktasında faydalı bir süreç olarak değerlendirilir.Erken yaşta adet görmekErken yaşta adet görmek de kanserli hücrelerin oluşumuna sebebiyet verebilir. Erken yaşta adet gören kadınlarda uzun süren östrojen maruziyeti söz konusu olur.Geç menopozGeç menopozda ortaya çıkan rahim kanseriyle erken yaşta adet görmeye bağlı görülen rahim kanseri arasında bir bağlantı söz konusudur. Geç menopoz yaşayan kadınlar da, tıpkı erken yaşta adet gören bireyler gibi uzun süre yüksek hormon seviyeleriyle yaşar. Bu da rahim kanseri riskini artırabilir.Genetik faktörBazı bireyler özellikle rahim kanseri riskini artıran genetik bozuklukları aileden miras alırlar. Lynch sendromu veya kalıtsal polipozis olmayan kolorektal kanser (HNPCC) olan kişilerde , diğer kanser türlerinin yanı sıra endometrial kanser riski de yüksek olarak değerlendirilir.ObeziteBazı hormonlar yağ dokusu tarafından östrojene dönüştürülür ve bu da rahim kanseri riskini artırır. Yağ dokusu miktarı ne kadar yüksekse östrojen seviyeleri üzerindeki etkisi de o kadar büyük olur. Burada sonuç olarak obezitenin rahim kanseri riskini artırdığı ortaya çıkar.Yumurtalık hastalıkları ve hormon değişimleriYumurtalıklarda ortaya çıkan bazı tümörler yüksek östrojen seviyeleri ve düşük progesteron seviyeleri ile karakterizedir. Bu hormon değişiklikleri rahim kanseri riskini artıran faktörler arasında yer alır.Sigara tüketimiSigara birçok organa zarar verebildiği gibi rahim için de büyük bir risk faktörüdür. Sigara tüketimi hormonal dengesizlikler meydana getirebilir ve bu durum da rahim kanserine neden olabilir.Rahim Kanseri Belirtileri Nelerdir?Rahim kanserinde en yaygın belirti anormal vajinal kanamadır. Rahim kanserinde anormal vajinal kanama dışında, sulu vajinal akıntı, beklenmedik kilo kaybı, idrar yaparken zorlanma ve alt karın ağrısı belirtileri de görülür. Kanamalar menopoz öncesi ve sonrası olabileceği gibi, adet dönemleri arasında da kanama görülebilmektedir.Rahim kanseri belirtileri şöyledir:Anormal vajinal kanamaRahim kanseri, rahim zarında ki anormal hücre büyümesi ve kalınlaşaya neden olur. Bu durum rahim kanseri olan kişilerde olağan dışı vajinal kanamalara sebebiyet verebilir.İnce, berrak ve sulu vajinal akıntıRahim kanserinde mesane ile vajina ve rektum arasında fistül gelişebileceğinden vajinal akıntı görülmektedir.Alt karın bölgesinde ağrıRahimde meydana gelen kanserin rahim dışına, pelvise veya karın içine yayılmasıyla birlikte karın bölgesinde sıvı birikmesi yaşanır ve bu durum rahim kanseri vakalarında karın ağrısı yaşanmasına sebebiyet verir.Vajinada kitle veya yumru Mutasyona uğramış hücrelerin kontrolsüz bir şekilde büyüyüp çoğalmasıyla ortaya çıkan rahim kanseri vajinade kitle oluşumu yaratır.İdrar yaparken zorlanmaRahim kanserinde meydana gelen kanserli hücrelerin oluşumuyla birlikte vajinal baskı sonucu idrar yaparken zorlanmalar yaşanabilir.Rahim Kanseri Evreleri Nelerdir?Rahim kanseri tedavisinin doğru planlayabilmek için kanserin evresinin bilinmesi önemlidir. Rahim kanseri evresi; tümör alanının genişliği, rahim kanserin lenf bezlerine yayılımı ve rahim kanserin metastaz yapıp yapmadığına göre belirlenir. Rahim kanseri genel olarak 4 evrede ele alınır.Rahim kanseri 1. Evre: Kanser sadece rahimdedir. Çevre dokuları veya vücudun uzak yerlerine yayılım yoktur. 1. Evre, kanser hücrelerinin rahim kas dokularına (miyometriyum) me kadar yayıldığına göre 2 ayrı başlıkta ele alınabilir.Rahim Kanseri 2. Evre: Kanser, rahim ve servikste görülmektedir. Yani kanser rahim gövdesinden yayılmış, rahim ağzının destek bağ dokularına kadar ilerlemiştir. Lenf bezleri ve vücudun uzak bölgelerinde metastaz yaşanmamıştır.Rahim Kanseri 3. Evre: Kanser rahim dışına yayılmıştır. Ancak yayılım rektum veya mesaneye kadar ulaşmamıştır. Fallop tüpleri, yumurtalıklar, rahmin yakınındaki lenflere yayılıma göre evre 3. Rahim kanseri alt başlıklara ayrılabilir.Rahim kanseri 4. Evre: Rahim kanserinde son evredir. Kanser rektum, mesane veya vücutta daha uzak organlara yayılmıştır. 2 alt başlıkta incelenir. Rahim kanseri evre 4A: Kanser rektum veya mesanenin mukozasına yayıldı. Rahim kanseri evre 4B: Kanser kasık bölgesindeki lenflere, kemikler veya akciğerler gibi uzak organlara yayıldı. Rahim kanseri evreleri belirlenirken aynı zamanda kanser hücrelerinin mikroskop altındaki görünümü de önemlidir. Kanserli hücreler sağlıklı dokuya benziyorsa ve farklı hücre gruplarına sahipse, buna "farklılaşmış" veya "düşük dereceli tümör" denir. Kanserli doku sağlıklı dokudan çok farklı görünüyorsa buna "kötü diferansiye" veya "yüksek dereceli tümör" denir. Tümörün derecesi rahim kanserin ne kadar hızlı yayılacağı konusunda fikir verebilmektedir.Rahim Kanseri Nasıl Teşhis Edilir?Rahim kanseri belirtilerinden bir veya birden fazlasını yaşayan kadınların zaman kaybetmeden kadın hastalıkları ve doğum doktoruna gitmeleri gerekir.Yapılan pelvik muayenenin ardından teşhisin netleştirilmesi için bazı tetkikler gerekebilir. Bu tetkikler maddeler halinde şöyle sıralanabilir:Vajinal ultrason: Rahim içindeki tümörleri ve yapısını görebilmek için ultrason görüntüleme yönteminden faydalanılır. Rahmin girişe yerleştirilen ultrason probu ile rahim duvarı kalınlığı veya diğer anormallikler belirlenebilir.Histeroskopi: Rahim kanserinin teşhisi için histeroskopi denilen görüntüleme yöntemi kullanılabilir. Rahim içine fiber optik kameralı ince esnek bir tüp yerleştirir. Bu yolla uterusun içi ve endometrium incelenebilir.Patolojik değerlendirme: Rahim kanserinin kesin teşhisini yapabilmek için rahim içinden küretaj yöntemi ile alınan doku örneği patolojik olarak değerlendirilmelidir. Biyopsi histeroskopi ve anestezi eşliğinde yapılabilir.Bilgisayarlı Tomografi (BT) ve Manyetik Rezonans (MR): Rahim içindeki anormallik veya tümörün boyutlarının belirlenebilmesi için BT veya MR görüntüleme yöntemleri kullanılabilir. Daha net görüntü alabilmek için Bilgisayarlı Tomografi veya Manyetik Rezonans görüntülemesinde kontrast madde kullanılabilir. Tedavi planı hormon yönetimini içerecekse MR ayrıntılı görüntüler elde etmek için yararlı olabilir. Kanserin uterus duvarına ne kadar büyüdüğünü görmek ve doğurganlığının korunup korunamayacağının belirlenmesi için de MR görüntülerinden faydalanılabilir.Rahim Kanseri Tedavisi Nasıl Yapılır?Rahim kanserinin tedavisinde; kanserin türü, evresi, uygulanacak tedavinin olası yan etkileri, hastanın genel sağlık durumu, yaş, uygulanacak tedavinin doğurganlık üzerindeki etkileri gibi birçok faktör göz önüne alınır.Rahim kanserinin tedavisinde cerrahi yöntemler ön plana çıkmakla birlikte kemoterapi, radyoterapi, hormon tedavisi, hedefe yönelik tedavi ve immün tedavi uygulanabilmektedir.Rahim kanseri tedavisinde bazen bu yöntemlerin sadece biri bazen birden fazlası birleştirilerek kombin şekilde uygulanabilir.Rahim kanseri ameliyatı Rahim kanseri tedavisinde en sık uygulanan yöntem cerrahidir. Rahim alma ameliyatı ile birlikte frozen denilen ameliyat esnasında rahimin patolojik incelemesi temel tedavi şeklidir. Frozen sonucuna göre ameliyata damar etrafındaki lenflerin çıkarabilmesi de gerekebilir. Rahim kanseri ameliyatı da kendi içinde türlere ayrılır. Dört tip histerektomi prosedüründen söz edilebilir. Total abdominal histerektomi: Cerrah tarafından rahme erişmek ve onu çıkarmak için karında bir kesi (kesik) yapılır.Vajinal histerektomi: Cerrahın rahmi vajinadan çıkardığı uygulama vajinal histerektomidir. Radikal histerektomi: Rahim kanseri serviks bölgeye yayılmışsa, radikal histerektomiye ihtiyaç olabilir. Cerrah, rahmi ve rahmin yanındaki dokuları çıkarır. Cerrah tarafından ayrıca, serviksin yanındaki vajinanın üst kısmı da çıkarılır. Minimal invaziv histerektomi: Operasyonu gerçekleştiren cerrah rahmi çıkarmak için birden fazla küçük kesi (kesik) yapar. Bu, laparoskopik veya robotik olarak yapılabilir.Histerektomi sırasında genellikle iki başka prosedür daha uygulanabilir. Bunlardan ilki yumurtalıklarınızı ve fallop tüplerinizi çıkarmak için uygulanabilen bilateral salpingo-ooferektomidir (BSO). İkinci yöntem ise lenf nodu diseksiyonudur. (lenfadenektomi). Bu işlem ise lenf nodlarının çıkarılmasıve kanserin yayılıp yayılmadığının görülmesi amacıyla yapılır.Rahim kanseri için kemoterapi tedavisi Rahim kanserini tedavisinde ameliyattan önce veya sonra kemoterapi uygulanabilir. Rahim kanserinin nüks etme riskine karşı ameliyattan sonra, tümörü küçültüp tamamının çıkartılabilmesi için de ameliyat öncesi kemoterapi uygulanabilir. Radyoterapi ile birlikte veya tek başına da kullanılabilir.Kemoterapi, kanser hücrelerini öldürmek için güçlü ilaçlar kullanır ve bu ilaçlar kişiye verilir. Çoğu kemoterapi ilacı damar yoluyla verilir, ancak bazıları hap formunda da olabilir. Bu ilaçlar kan dolaşımına girer ve ardından vücutta dolaşarak kanser hücrelerini öldürür. Kemoterapi bazen kanserin geri dönme riskini azaltmak için ameliyattan sonra da kullanılır. Kemoterapi ayrıca kanseri küçültmek için ameliyattan önce de kullanılabilir. Bu, kanserin ameliyat sırasında tamamen çıkarılması olasılığını artırır. Kemoterapi, rahim dışına yayılmış ileri evre endometrium kanserinin tedavisinde veya tekrarlayan kanserin tedavisinde önerilebilir.Rahim kanseri radyoterapi tedavisi Radyasyon tedavisi çoğunlukla kalan kanser hücrelerini yok etmek için ameliyattan sonra uygulanmaktadır. Bazı durumlarda tümörün tamamını çıkartmak için ameliyat öncesinde de radyoterapi kullanılabilir. Genel sağlık durumu ameliyat için uygun olmayan hastalarda radyoterapi tercih edilebilir.Radyasyon tedavisi, kanser hücrelerini öldürmek için vücuda güçlü bir enerji gönderir. Bu enerjinin kaynağı X ışınlarından, protonlardan veya diğer kaynaklardan gelebilir. Bazı rahim kanseri vakalarında ameliyattan önce radyasyon tedavisi önerilebilir. Radyasyon tedavisi, tümörü küçültebilmekle beraber çıkarılmasını da kolaylaştırabilir.Eğer ameliyata girecek kadar sağlıklı bir durum söz konusu değilse sadece radyoterapi tedavisi denenebilir. Radyasyon tedavisi genellikle şunları içerebilir:Vücudun dışındaki bir makineden gelen radyasyon: Dış ışın radyasyonu sırasında, bir makine vücudunuzun belirli noktalarına radyasyon yönlendirirken kişi bir masanın üzerinde yatar.Vücudun içine yerleştirilen radyasyon: Brakiterapi adı verilen iç radyasyon, küçük tohumlar, teller veya silindir gibi radyasyon dolu bir cihaz içerir. Bu cihaz kısa bir süreliğine vajinanın içine yerleştirilir.Rahim kanseri hormon tedavisi Hormon seviyelerini değiştirmek için hormon ve hormon bloke edici ilaçlar kullanılabilir. Hormon tedavisi rahim kanseri hücrelerinin büyümesini yavaşlatabilir. Rahim kanserinin nüks etmesi durumunda ve metastatik rahim kanserlerinde hormon tedavisi kullanılabilir. Hormon tedavisi genellikle kemoterapi ile birleştirilir.İmmünoterapiİmmünoterapi, vücudun bağışıklık sisteminin kanser hücrelerini öldürmesine yardımcı olan ilaçların kullanılmasını içeren bir tedavi yöntemidir. Bağışıklık sistemi, vücutta olmaması gereken mikroplara ve diğer hücrelere saldırarak hastalıklarla savaşır. Kanser hücreleri, bağışıklık sisteminden saklanarak hayatta kalır. İmmünoterapi, bağışıklık sistemi hücrelerinin kanser hücrelerini bulup öldürmesine yardımcı olur. Endometriyal kanser vakalarında kanser ileri bir evredeyse ve diğer tedaviler yardımcı olmadıysa immünoterapi denenebilir.Rahim Kanserinin Olası Komplikasyonları Nelerdir?Endometriyal kanser olarak da adlandırılan rahim kanserinin en ciddi komplikasyonu, erken teşhis edilmeyip tedavisinde gecikilirse ölümdür. Ancak endometriyal kanseri erken bir aşamada teşhis edildiğinde genellikle tedavide başarı oranı yüksektir. Endometrium kanserinin diğer komplikasyonları ise şunlardır:Rahim Kanserinden Korunma Yolları Nelerdir?Rahim kanserinden korunmak tamamen mümkün olmasa da kanserin riskini azaltmak söz konusu olabilir. Bunun için de kişinin düzenli olarak kontrollere gitmesi gerekir. Çünkü birçok kanser türünde olduğu gibi rahim kanserinde de erken teşhis oldukça kritiktir. Bununla birlikte sağlıklı beslenmek, stresten mümkün olduğunca uzak durmak, fiziksel egzersiz yapmak ve HPV aşısı yaptırmak da rahim kanserin korunma yolları olarak sayılabilir. Rahim kanserinin riskini azaltmak için yapılabilecek bazı rutinler şöyledir:Rahim Kanseri Hakkında Sık Sorulan SorularRahim kanseri tam olarak nasıl tanımlanır?Rahim kanseri, rahimdeki hücrelerin kontrolsüz bir şekilde çoğalmasıyla oluşan bir kanser türüdür.Rahim kanseri nerede başlar?Rahim kanseri (endometriyal kanser), uterusun iç tabakasında başlar. Buna neden olabilecek faktörlerin başında aşırı kilolu veya obez olmak gelir. Bu dezavantaj, bir kadının endometriyal kanser geliştirme şansını büyük ölçüde artırır. Diğer risk faktörleri arasında yaş, aile geçmişi, polikistik over sendromu tanısı ve meme kanseri tedavi ilacı tamoksifen'in daha önce kullanımı yer alır.Genç yaşta rahim kanseri belirtileri nelerdir?Genç yaşta rahim kanseri belirtileri arasında menstruasyondan kaynaklanmayan olağandışı vajinal akıntı, zor veya ağrılı idrara çıkma, cinsel ilişki sırasında ağrı ve istenmeyen kilo kaybıdır. Rahim kanseri öldürür mü?Birçok kanser çeşidinde olduğu rahim kanserinde de erken teşhis önemlidir. Erken teşhis edilmediği takdirde ilerleyen rahim kanserleri ölüme sebebiyet verebilir.Rahim kanseri aşısı var mıdır? Rahim kanserinin herhangi bir aşısı yoktur.Rahim kanseri bulaşıcı mıdır? Rahim kanseri bulaşıcı bir kanser değildir.Rahim kanseri metastaz yapar mı?İleri evre rahim kanserinde metastaz söz konusu olabilir. Bu da kanserin vücudun diğer bölgelerine yayıldığı anlamına gelir. Uygulanacak tedavi, semptomları kontrol etmeye yardımcı olabilir.Rahim kanseri ağrı yapar mı? Rahim kanseri hiç ağrı yapmadan da ilerleyebilir ancak bazı hastalarda ağrı yaşanabilir.Rahim kanseri tekrarlar mı? Rahim kanseri, geçtikten sonra yeniden tekrarlayabilir.Meme kanserindeki hormon tedavisi rahim kanseri riski oluşturur mu?Meme kanseri için hormon tedavisi ilacı olan tamoksifen almak, endometriyal kanser geliştirme riskini artırabilir. Ancak bu risk çok yaygın bir risk değildir. Bu ilacın kullanımı hakkında doktor yönlendirmesiyle hareket etmek önemlidir.Rahim kanseri olan kişi cinsel ilişkiye girebilir mi? Rahim kanseri hastalarının cinsel ilişkiye girmesinde bir engel bulunmamaktadır.Rahim kanseri kan tahlillerinde belli olur mu? Rahim kanseri için bilinen bir kan tahlili yoktur.Rahim kanseri kimlerde görülür?Rahim kanseri sıklıkla menopoz sonrası kadınlarda ortaya çıkar. Rahim kanseri tanısı koyan kadınlarda yaş ortalaması 60'tır. 45 yaş altındaki kadınlarda ise nadir olarak görülür. Daha nadir olsa da farklı yaş gruplarında da rahim kanseri ortaya çıkabilir.Pap smear testi ile rahim kanseri anlaşılır mı?Pap smear hücrelerin anormal olup olmadıklarını anlamak için mikroskop altında incelemeyi içerir. Direk olarak rahim kanseri için bir tarama testi değildir ancak bu testin sonucu rahim zarında bir anormallik varsa gösterebilir ve rahim kanseri için erken teşhis için yardımcıdır.Rahim kanseri yorgunluğa neden olur mu?Rahim kanserinin en sık görülen semptomu, menopoz sonrası kanama, menopoz öncesi kanamayı da içeren anormal vajinal kanamadır. Cinsel iliş anında ağrı, pelvik ağrı ve anormal akıntı dışında rahim kanseri yorgunluğada neden olur.Rahim kanseri önlenebilir mi?Çoğu zaman rahim kanserinin oluşumu önlemez ancak riski azaltmak için bazı adımlar atılabilir. Bunlar şöyle örneklenebilir: Rahim kanseri tedavisinden sonra kişi nasıl hareket etmelidir?Rahim kanseri tedavisi bitip kişi sağlığına kavuşsa bile düzenli kontrollerine devam etmeli ve randevularını ihmal etmemelidir. Bu randevularda pelvik muayene önemlidir. Tedavi sonrası bir anormallik olup olmadığının takibi yapılır. Ayrıca doktor tarafından herhangi bir semptom olup olmadığı da sorulur. Amaç, kanserin nüksetmediğinden ve tedaviden sonra kişinin kendini iyi hissettiğinden emin olmaktır. Ayrıca, kanserden sonra sağlıklı bir yaşam sürmenin yolları hakkında da doktorla koordineli bir süreç yönetimi yapılmalıdır. Bununla birlikte sağlıklı beslenmek, kaliteli uyumak ve egzersiz yapmak da sürece katkı sağlar.En yaygın görülen rahim kanseri türü hangisidir?Bazı durumlarda, rahimdeki hücrelerdeki değişiklikler kansere neden olabilir. 2 ana rahim kanseri türü vardır. Rahim kanserlerinin çoğu, rahim astarındaki hücrelerden (endometrium olarak adlandırılır) başlayan endometrial karsinomdur. Rahim sarkomu, kas, yağ, kemik ve lifli doku (bağlar ve tendonlar oluşturan malzeme) dahil olmak üzere rahimin destekleyici dokularında gelişir. Karsinosarkom adı verilen üçüncü ise bir kanser türü bazen rahimde gelişebilir.Rahim kanseriyle karıştırılabilecek durumlar nelerdir?Birçok kadında, rahim kanserine benzer şekilde ağır adet kanamasına neden olabilen, kanserli olmayan rahim tümörleri olan miyomlar görülebilir. Yumurtalık kistleri, polikistik over sendromu ve endometriozis de adet düzensizliklerine yol açabilir.Endometrium kanseri en çok hangi yaşlarda görülür? Rahim kanseri, menopoza girmiş kadınlarda yaygın olarak görülür. Menopozun ortalama yaşı ise 51 olarak değerlendirilir.Rahim kanseri olduktan sonra hamile kalınır mı?Bir kişi rahim kanseri olduktan veya tedavi edildikten sonra da hamile kalabilir ancak ameliyatla birlikte rahim alınmışsa hamilelik ihtimali ortadan kalkar. | 15,378 |
576 | Hastalıklar | Pulmoner Hipertansiyon | Pulmoner hipertansiyon (PAH/PH) yani akciğer hipertansiyonu genellikle ileri evrelerinde yakalanan ve hayati risk oluşturabilen bir hastalık olarak tanımlanıyor. Her yaştan insanı etkileyebilecek bir rahatsızlık olan pulmoner hipertansiyon, dikkatli bir yaşam ve düzenli takip gerektiriyor.Pulmoner hipertansiyon (PAH/PH) yani akciğer hipertansiyonu genellikle ileri evrelerinde yakalanan ve hayati risk oluşturabilen bir hastalık olarak tanımlanıyor. Her yaştan insanı etkileyebilecek bir rahatsızlık olan pulmoner hipertansiyon, dikkatli bir yaşam ve düzenli takip gerektiriyor.
Pulmoner Hipertansiyon nedir?Pulmoner hipertansiyon yani akciğer hipertansiyonu, vücutta dolaşan kanı oksijenlenmek üzere kalpten akciğerlere getiren damarlardaki kan basıncının artmasıdır. Kalp, akciğer hastalıkları nedenlerine bağlı olmakla beraber, romatizmal hastalıkların seyri sırasında da ortaya çıkabilmektedir. Akciğer tansiyonu kalıtsal zeminde çok nadir görülen bir hastalıktır. Ancak genelde hastalara çok geç tanı konulduğu için çok ileri evrelerde yakalanabilmektedir. Pulmoner akciğer ile ilgili, hipertansiyon da kan basıncı yüksekliği ile ilgilidir. Genelde hipertansiyon aort damarı ve dallarındaki basıncın yükselmesi anlamına gelmektedir. Ancak bir de akciğerlerle ilgili bir dolaşım sistemi bulunmaktadır. Akciğere giden damarlardaki basıncın yükselmesi durumu da pulmoner hipertansiyon adını almaktadır. Kısaca pulmoner hipertansiyon akciğerleri besleyen pulmoner arterlerde görülen yüksek kan basıncıdır. Kalbe zarar veren bir durumdur. Pulmoner hipertansiyon ile birlikte pulmoner arterlerin duvarları kalınlaşır, sertleşir ve kanın geçmesine izin verilmez. Azalan kan akışı kalbin sağ tarafındaki atardamarlardaki kanın pompalanmasını zorlaştırır ve bu durum kalp yetmezliğine neden olur. Her yaştan insanı etkileyebilecek nadir bir durum olsa da farklı bir kalp ile akciğer hastalığı olan kişilerde daha sık görülür.Pulmoner hipertansiyon belirtileri nelerdir?Akciğer tansiyonu yüksek olan hastalardaki en önemli belirti nefes darlığı ve çarpıntıdır. Hastalar genellikle eski kondüsyonlarını yerine getiremediklerini ifade ederler. Pulmoner hipertansiyon pek çok belirtiyle kendisini gösterebilir. Bu belirtiler şöyle sıralanabilir: Nefes darlığı Yorgunluk Baş dönmesi Baygınlık Anjina (Göğüs ağrısı) Çarpıntı Ayak bileklerinde, bacaklarda, karında şişlik ve ödem Günlük rutin aktiviteleri yerine getirmekte zorlanma Öksürük Halsizlik, hızlı yorulma Dudaklarda ve ciltte mavimsi renkSemptomlar efor sırasında kötüleşebilir ve bunu etkileyebilir. Ancak bunun pulmoner atriyel hipertansiyon türünde durum ilerleyene kadar bir semptom da görülmeyebilir. Kardiyolojik kontrollerde pulmoner hipertansiyon açısından da değerlendirme yapılmalıdır. Belirtiler, hem kalple hem de akciğerle ilgili olduğu için bu tür şikayetleri olan hastaların kardiyoloji uzmanı ve göğüs hastalıkları uzmanı tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Pulmoner hipertansiyonlu bir hasta mutlaka birçok bölümün ortak takip ettiği tam donanımlı hastanelerde takip ve tedaviye devam etmelidir. Bu ekipte kardiyoloji, göğüs hastalıkları, kalp damar cerrahi uzmanı ve radyoloji uzmanı mutlaka olmalıdır.Pulmoner hipertansiyonda risk faktörleri nelerdir?Pulmoner hipertansiyon, 30 ila 60 yaşları arasındaki kişilerde daha sık teşhis edilir. Yaşlanma süreç, pulmoner arteriyel hipertansiyon (PAH) gelişme riskini artırabilir. Ancak, idiyopatik PAH genç erişkinlerde daha sık görülür.Pulmoner hipertansiyon riskini artırabilecek diğer şeyler şunlardır: Durumun bir aile öyküsüyle ilgisi olması Aşırı kilolu olmak Akciğerlerde kan pıhtılaşma bozuklukları veya ailede kan pıhtılaşması öyküsü Asbeste maruz kalma Doğuştan kalp hastalığı Yüksek irtifada yaşamak Bazı kilo verme ilaçlarının kullanımı Kokain gibi yasa dışı uyuşturucuların kullanımı Depresyon ve anksiyeteyi tedavi etmek için kullanılan seçici serotonin geri alım inhibitörlerinin (SSRI'lar) kullanımıPulmoner hipertansiyon neden olur?Pulmoner hipertansiyonun pek çok nedeni olabilmektedir. Örneğin akciğer hastalıkları, kronik bronşit, astım, KOAH gibi sorunlar nedeniyle pulmoner hipertansiyon gelişebilir. Uyku apnesi nedeniyle de pulmoner hipertansiyon gelişebilir. Bu hastalarda uykuda solunum durabildiği için oksijelenme bozulur. Bu durum tedavi edilmezse pulmoner hipertansiyon oluşabilir. Bu durum kalp hastalıklarını da beraberinde getirebilir. Ayrıca kalp hastalıkları, mitral darlık, kalp kası hastalıkları da pulmoner hipertansiyon nedeni olabilmektedir. Romatoid artrit, pulmoner emboli gibi sorunlar da pulmoner hipertansiyon sebebidir. Eisenmenger sendromu, pulmoner hipertansiyona neden olan bir tür doğuştan kalp hastalığıdır. En yaygın olarak, kalpte ventriküler septal defekt adı verilen iki alt kalp odası (ventrikül) arasındaki büyük bir delikten kaynaklanır. Kalpteki bu delik, kanın kalpte yanlış akmasına neden olur. Oksijen taşıyan kan (kırmızı kan), oksijenden fakir kan (mavi kan) ile karışır. Kan daha sonra - vücudun geri kalanına gitmek yerine - akciğerlere geri döner - pulmoner arterlerdeki basıncı arttırır ve pulmoner hipertansiyona neden olur.Birden fazla pulmoner hipertansiyon çeşidi var mı?Pulmoner Arteriyel Hipertansiyon ve sol kalp hastalığına bağlı pulmoner hipertansiyon olmak üzere iki tür vardır. Bunların hepsi pulmoner hipertansiyon olarak adlandırılmaktadır.Pulmoner arteriyel hipertansiyonda akciğerler ve vücuda ne olur?Pulmoner hipertansiyonda pulmoner arteriyoller ve kılcal damarlar daralır ve tıkanır. Bu durum kanın akciğere gitmesini zorlaştırmaktadır. Ayrıca akciğerlerin atardamarlarındaki basınç da artmaktadır. Böylece kalp kan pompalamak için daha çok çalışır buna bağlı olarak da kalp kası zayıflar. Bu da kalp yetmezliğine ve hatta ölüme kadar giden bir tabloya götürebilmektedir.Pulmoner Hipertansiyon Nasıl teşhis edilir?Rutin bir fiziki muayenede akciğer hipertansiyonu teşhisi konulmamaktadır. Mutlaka ileri tetkik yapılmalıdır. Öncelikle ekokardiyografik inceleme gereklidir. Ekokardiyografi ile akciğer tansiyonunun yüksekliği tespit edilirse elektrokardiyogram, akciğer grafisi, solunum fonksiyon testleri, kan gazı, akciğer tomografisi, karın ultrasonu ve çeşitli kan testleri uygulanır. Böylece hem tanı net konur hem de altta yatan sebepler bulunur. Bu tetkiklerde akciğer hipertansiyonu saptanan hastalara sağ kalp anjiyosu yapmak gerekebilir. Sağ kalp anjiyosu rutin bir anjiyo işlemi gibidir. Bu işlem bir tedavi yöntemi değil tanı yöntemidir. Kalp boşluklarının ve koroner arterlerin kontrast madde verilmesiyle görüntülenmesi, ayrıca kalp boşlukları ve ilgili damarlardaki basınçların ölçülmesi, akciğer tansiyonunun ölçülmesine esasına dayanır. Eğer hastalık ileri evredeyse kalbin kanı toplayan pulmoner artere kan gönderen kısımda ciddi bir basınç yüksekliği olabilir. Buna da kalbin sağ tarafı dayanamayıp, sağ kalp yetersizliğine yol açabilir. Sağ kalp yetersizliği varsa, hastada karında ve bacaklarda şişme belirtilerine rastlanabilir.Pulmoner Hipertansiyon tedavisi nasıl yapılır?Akciğer hipertansiyonu tanısı alan hastaların yaşına ve altta yatan sebeplere göre tedaviler şekillenir. Anjiyografi sonrasında hastaların tanısı netleşir. Netleştikten sonra pulmoner hipertansiyon tedavi yöntemlerine geçilir. Bu hastalıkta ilaç tedavisi seçenekleri vardır. Bu ilaçlar hekimlerce raporlanır. Hastalar 3 ayda bir hekim kontrollerine gelmelidir. Eğer tek bir ilaç yeterli gelmezse, hastanın durumuna göre ikinci ya da üçüncü ilaç durumuna geçilebilir. Pulmoner hipertansiyona kalp veya akciğer sorunu gibi başka bir durum neden oluyorsa, tedaviler altta yatan duruma odaklanacaktır. Pulmoner hipertansiyona pulmoner arterleri tıkayan kan pıhtıları neden oluyorsa, daha fazla pıhtı oluşmasını önlemek için size antikoagülan ilaçlar önerilebilir. Ayrıca pulmoner endarterektomi olarak bilinen bir operasyon da önerilebilir.Pulmoner Hipertansiyon ile İlgili Sık Sorulan SorularPulmoner hipertansiyon hastaları nelere dikkat etmelidir?Akciğer hipertansiyonu yani pulmoner hipertansiyonu olan hastalar şu noktalara dikkat etmelidir: Tedavi edilmezse ilerleyen bir hastalık olan akciğer hipertansiyonu için rutin doktor kontrolleri aksatılmamalı, Belirlenen zamanlarda grip ve zatürre aşıları olunmalı, Kişisel hijyene dikkat edilmeli, Doktor tarafından önerilen egzersizlere uyulmalı, Sigara bırakılmalı, Uçak seyahati öncesinde akciğer hipertansiyonuna ilişkin tıbbi bilgiler hastaların yanında bulunmalı, Gebelik planlanırsa akciğer hipertansiyonu takip eden uzman ile kadın hastalıkları ve doğum uzmanına bilgi verilmeli, Hastalık için gerekirse psikolojik destek alınmalı.Pulmoner hipertansiyonun sınıflandırılması nasıl yapılır?Pulmoner hipertansiyon teşhisi konulursa, durumunuz semptomlarınızın ne kadar şiddetli olduğuna bağlı olarak sınıflandırılacaktır. Bu, sizin için en iyi tedaviyi bulmanıza yardımcı olmak içindir. Genellikle bu hastalık 4 tipte sınıflandırılır:İlk sınıfta, sıradan fiziksel aktiviteler herhangi bir belirtiye neden olmaz. İkinci sınıfta sıradan fiziksel aktiviteler göğüs ağrısı veya yorgunluk gibi semptomlara neden olur, ancak dinlenirken herhangi bir semptomunuz olmaz. Üçüncü sınıfta kollarınızı hareket ettirmek gibi hafif fiziksel aktiviteler bile semptomlara neden olur, ancak dinlenirken herhangi bir semptomunuz olmaz. Son sınıfta da dinlenirken herhangi bir fiziksel aktivite ile kötüleşen semptomlar olabilir.Pulmoner hipertansiyon nasıl anlaşılır? Pek çok kişi “Akciğer tansiyonu nasıl anlaşılır?” sorusunun yanıtını merak ediyor. Akciğer hipertansiyonu, nefes darlığı, yorgunluk, baş dönmesi, göğüs ağrısı, ayak bileklerinde bacaklarda ödem, öksürük, halsizlik gibi belirtilerle anlaşılır. Bu belirtilerle kardiyoloji uzmanına gidildiğinde bazı tetkiklerle pulmoner hipertansiyon teşhisi konur.Akciğer tansiyonu kan tahlilinde belli olur mu?Akciğer hipertansiyonunun nedenini belirlemek için bazı kan tetkikleri yapılabilir. Bazen kronik karaciğer hastalıkları, bazı romatizmal hastalıklar, KOAH, akciğer tümörü, amfizem gibi sorunlar pulmoner hipertansiyona sebep olabilir. Bu nedenle bu hastalıkları ilgilendiren kan tetkikleri de yapılmaktadır.Akciğer tansiyonu tedavisi var mı?Tedavideki hedef akciğer hipertansiyonunu kontrol altına almaktır. Çeşitli ilaçlar ve bazı durumlarda cerrahi ya da girişimsel uygulamalar bunda kullanılabilmektedir.Pulmoner hipertansiyon geçer mi?Pulmoner hipertansiyon tedavi ile kontrol altına alınabilmektedir.Pulmoner hipertansiyon nasıl düşürülür?Tedavilerde temel amaç pulmoner hipertansiyonun ilerlemesini durdurmaktır. İlaç tedavileri, uygun hastalarda oksijen desteği, beslenme alışkanlıklarının değiştirilmesi gibi uygulamalar yapılır. Bunun yanında uygun hastalarda kalp ya da akciğer nakli gerçekleştirilebilir. Girişimsel yöntemler de uygulanabilir.Pulmoner hipertansiyon ilaçları nelerdir?Kan damarlarını açan ilaçlar, guanilat siklaz uyarıcıları, endotelin reseptör antagonistleri, sildenafil ve tadalafil grubu ilaçlar, kalsiyum kanal blokerleri, kan sulandırıcılar, dirüetik yani idrar söktürücüler ve oksijen terapileri akciğer hipertansiyonunda kullanılır.Pulmoner hipertansiyonun potansiyel komplikasyonları nelerdir?Sağ taraflı kalp büyümesi ve kalp yetmezliği (kor pulmonale): Kalbin sağ ventrikülü genişler ve kanı daralmış veya tıkanmış pulmoner arterlerden geçirmek için normalden daha fazla pompalamak zorundadır. Sonuç olarak, kalp duvarları kalınlaşır ve sağ karıncık genişleyerek tutabileceği kan miktarını artırır. Ancak bu değişiklikler kalpte daha fazla baskı yaratır ve sonunda sağ ventrikül başarısız olur.Kan pıhtıları: Pulmoner hipertansiyona sahip olmak, akciğerlerdeki küçük arterlerde kan pıhtılaşması riskini artırır.Aritmi: Pulmoner hipertansiyon düzensiz kalp atışlarına (aritmiler) neden olabilir ve bu da kalp çarpıntısına (çarpıntı), baş dönmesine veya bayılmaya neden olabilir. Bazı aritmiler yaşamı tehdit edebilir.Akciğerlerde kanama: Pulmoner hipertansiyon, hayatı tehdit eden akciğerlere kanamaya ve kan tükürmesine (hemoptizi) yol açabilir.Hamilelik komplikasyonları: Pulmoner hipertansiyon gelişen bebek hem anne hem de bebek için hayati tehlike oluşturabilir.Hamilelikte pulmoner hipertansiyonun riskleri nelerdir?Pulmoner hipertansiyon hastalarında gebelik çok risklidir. Ayrıca tedavide kullanılan ilaçlar da bebek için tehlikelidir. Genellikle bu durumda gebelik önerilmez. Çünkü doğum esnasında annenin hayati riski yüksektir. Bu hastalığın bebeğe geçme riski de bulunmaktadır.Pulmoner hipertansiyonda genetik test var mıdır?Bir aile üyesinde pulmoner hipertansiyon varsa, hastalıkla bağlantılı genlerin taranması önerilebilir. Bu testlerde sonuç pozitifse, doktorunuz diğer aile üyelerinin de taranmasını önerebilir.Pulmoner hipertansiyon hastalarının doktorlarına sorması gereken sorular nelerdir? Doktorunuzla geçireceğiniz zaman sınırlıdır, bu nedenle bir soru listesi hazırlamak, birlikte geçirdiğiniz zamandan en iyi şekilde yararlanmanıza yardımcı olacaktır. Sürenin bitmesi durumunda sorularınızı en önemliden en az önemliye doğru sıralayın. Pulmoner hipertansiyon için doktorunuza sormanız gereken bazı temel sorular şunlardır: Belirtilerime veya durumuma ne sebep olabilir? Belirtilerim veya durumumun diğer olası nedenleri nelerdir? Ne tür testlere ihtiyacım olacak? En uygun tedavi nedir? Uygun bir fiziksel aktivite seviyesi nedir? Durumumdaki değişiklikler için ne sıklıkla taranmalıyım? Önerdiğiniz birincil yaklaşımın alternatifleri nelerdir? Başka sağlık koşullarım var. Onları birlikte en iyi nasıl yönetebilirim? Uymam gereken herhangi bir kısıtlama var mı? Bir uzmana görünmeli miyim? Reçete ettiğiniz ilaca yönelik başka bir alternatif var mı? Yanımda eve götürebileceğim herhangi bir broşür veya başka basılı materyal var mı?Doktorunuza sormak için hazırladığınız sorulara ek olarak, randevunuz sırasında başka sorular sormaktan çekinmeyin.Pulmoner hipertansiyonu nasıl önleyebilirim?Tüm pulmoner hipertansiyon önlenemese de, sağlıklı yaşam tarzı değişiklikleri yaparak ve yüksek tansiyon, koroner kalp hastalığı, kronik karaciğer hastalığı ve tütün kullanımından kaynaklanan kronik akciğer hastalığını yöneterek bunu önlemek için adımlar atabilirsiniz.Pulmoner hipertansiyon hastaları koronavirüs aşısı olmalı mı?COVID-19'u önlemeye yönelik çeşitli aşılar, FDA onayı veya Gıda ve İlaç Dairesi'nin (FDA) acil kullanım izni kapsamında mevcuttur. Amerikan Pulmoner Hipertansiyon Derneği (PHA), Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezlerinin (CDC) aşı önerilerini desteklemektedir. 12 yaş ve üzeri herkes artık COVID-19 aşısı alabilmektedir. Pulmoner hipertansiyon hastaları da koronavirüs aşısı olmalıdır. Bunun yanında hastalar maske, mesafe ve hijyen kurallarına dikkat etmelidir.Akciğer nakli bekleyenler de koronavirüs aşısı olabilir mi?Uluslararası Kalp ve Akciğer Nakli Derneği ilerlemiş kalp ve akciğer hastalığı olan hastaların COVID-19 aşısını almalarını destekleyen bir bildiri yayınladı. Nakil adaylarının nakil beklerken aşı olmaları ve nakil ameliyatından en az iki hafta önce aşılarını tam olarak yaptırmaları teşvik edilmektedir.Pulmoner hipertansiyon hastaları koronavirüs olursa ne yapmalı?Hemen tedavisini devam ettikleri merkez ve doktorlarıyla irtibata geçmeliler. Aksi bir durum olmadıkça evde kalın. Maske takmaya devam edin.Covid-19 olan pulmoner hipertansiyon hastaları ya da kronik tromboembplik pulmoner hipertansiyon ilaçları riskli midir?PAH ve KTEPH ilaçlarının kullanımı, COVID-19'a yakalanan PAH veya KTEPH hastalarında çalışılmamıştır. PAH veya KTEPH'nizi daha da kötüleştirebileceğinden ilacınızı durdurmanız veya değiştirmeniz önerilmez. Pulmoner hipertansiyon için sağlık ekibinizle ilaçla ilgili endişeleriniz hakkında konuşun.Pulmoner hipertansiyon bitkisel tedavi yöntemi ile geçer mi?Doktorunuza ve sağlık ekibinize danışmadan bitkisel takviyeler, yüksek miktarda vitamin takviyesi veya herhangi bir “antiviral tedavi” almayın. Bitkisel tedaviler ilaç olarak görülmelidir ve zararlı olabilir.Pulmoner hipertansiyon hastaları egzersiz yapabilir mi?Doktorlar pulmoner arter hipertansiyonu (PAH) olan kişilere ayaklarından uzak durmalarını söylerdi - bu egzersiz semptomlarını daha da kötüleştirirdi. Ancak bugün, bu konudaki düşünceler oldukça farklı. Çalışmalar, hafif, denetimli bir egzersiz rutininin PAH tedavisinin önemli bir parçası olduğunu göstermiştir. Pulmoner rehabilitasyon, daha aktif bir yaşam tarzına geçmenize yardımcı olabilir. Durumunuzu yönetmenize, dayanıklılığınızı artırmanıza ve bu gerçekleştiğinde nefes darlığıyla başa çıkmanıza yardımcı olabilecek bir programdır. İlaç ve diğer tedavilerin yerini tutmaz, ancak daha iyi nefes almanıza ve sağlıklı kalmanıza yardımcı olabilir.Pulmoner rehabilitasyon nedir?Egzersiz yapmanıza ve nefesinizi kontrol etmenin ve enerjinizi korumanın daha iyi yollarını öğrenmenize yardımcı olacak bir programdır. Bir hastaneye veya ayakta tedavi gören bir rehabilitasyon merkezine gidecek ve bir eğitim fizyoterapisti ile çalışacaksınız. Yürüme, sabit bir bisiklete binme, merdiven çıkma, hafif halter kaldırma ve esneme gibi hafif egzersiz formlarında size rehberlik edebilirler. Egzersiz yaparken nefesinizi nasıl kontrol altında tutacağınızı size öğretecekler. Başlayabileceğiniz bir seviyede egzersiz yapmaya başlayacak ve oradan yükseleceksiniz. Kesin programa bağlı olarak, seanslar günlük veya haftada birkaç kez olabilir ve her seferinde 30-60 dakika sürebilir. Egzersizleri güvenli bir şekilde nasıl yapacağınızı öğrendikten sonra, rutini evde sürdürebilirsiniz. Güçlendikçe ve dayanıklılığınızı artırdıkça, daha uzun egzersizler yapabileceksiniz. Hatta ne kadar dayanabileceğiniz konusunda kendinizi şaşırtabilirsiniz.Bazı rehabilitasyon programları için tek seçenek egzersiz eğitimidir. Diğer programlar ayrıca, aktif olduğunuzda veya stresli zamanlarda nefes almanın daha iyi yollarını öğretmek için grup veya bire bir seanslar sunar. Nefesinizi nasıl daha kontrollü hissedeceğinizi ve PAH semptomlarını yönetmenin diğer yollarını öğrenebilirsiniz. Bu konuda tedavinizi yürüten doktora danışabilirsiniz.Pulmoner rehabilitasyonun faydaları nelerdir?Çalışmalar, 10 ila 15 haftalık bir pulmoner rehabilitasyonun PAH'lı kişilerin hastalıklarıyla daha aktif bir yaşam sürmelerine yardımcı olabileceğini göstermiştir. İnsanlar 6 dakikada daha uzağa yürüyebilir, daha iyi bir dayanıklılığa, daha düşük bir kalp atış hızına ve hatta daha düşük kan basıncına sahip olabilir.Pulmoner rehabilitasyonun riskleri nelerdir?PAH'lı kişilerin egzersiz sırasında hızlı, çırpınan kalp atışı, göğüs ağrısı, baş dönmesi ve baş dönmesi yaşama olasılığı diğer insanlara göre daha fazladır. Bu nedenle, bu rutinleri sağlığınıza göre düzenleyebilecek ve egzersiz yaparken sizi izleyebilecek eğitimli bir doktor veya terapistle çalışmak önemlidir. Ancak pulmoner rehabilitasyon doğru yapılırsa, faydalar genellikle risklerden daha ağır basar.Pulmoner hipertansiyonda beslenme nasıl olmalı?Günde 2.000 miligram tuz ve yaklaşık 8 bardak sıvıyı aşmayın. Yağlı, kızarmış, konserve, dondurulmuş besinler, fast food gibi çok fazla sodyum içeren yiyeceklerden uzak durmak gerekir. Taze meyve ve sebze, kepekli tahıllar, yağsız et ve balık yemek faydalıdır. Yemeklere yağ ve şeker ilave edilmemelidir. Bunun yanında uyku sorunu olmamalıdır. Uyku apnesi gibi uykudayken iyi nefes almanızı engelleyen başka bir durumunuz varsa, PAH tablosu daha da kötüleşebilir.Pulmoner hipertansiyon hastaları seyahat edebilir mi?Pulmoner hipertansiyon hastaları da seyahat edebilir. Ancak seyahatlerini planlamadan önce hekimleriyle görüşmeleri doğru olur. Seyahatler sırasında ilaçların aksatılmaması, tuzlu yiyeceklerden kaçınılması, uzun yola gidilecekse sık sık ayağa kalkıp hareket edilmesi gerekir.
Pulmoner Hipertansiyon nedir?Pulmoner hipertansiyon yani akciğer hipertansiyonu, vücutta dolaşan kanı oksijenlenmek üzere kalpten akciğerlere getiren damarlardaki kan basıncının artmasıdır. Kalp, akciğer hastalıkları nedenlerine bağlı olmakla beraber, romatizmal hastalıkların seyri sırasında da ortaya çıkabilmektedir. Akciğer tansiyonu kalıtsal zeminde çok nadir görülen bir hastalıktır. Ancak genelde hastalara çok geç tanı konulduğu için çok ileri evrelerde yakalanabilmektedir. Pulmoner akciğer ile ilgili, hipertansiyon da kan basıncı yüksekliği ile ilgilidir. Genelde hipertansiyon aort damarı ve dallarındaki basıncın yükselmesi anlamına gelmektedir. Ancak bir de akciğerlerle ilgili bir dolaşım sistemi bulunmaktadır. Akciğere giden damarlardaki basıncın yükselmesi durumu da pulmoner hipertansiyon adını almaktadır. Kısaca pulmoner hipertansiyon akciğerleri besleyen pulmoner arterlerde görülen yüksek kan basıncıdır. Kalbe zarar veren bir durumdur. Pulmoner hipertansiyon ile birlikte pulmoner arterlerin duvarları kalınlaşır, sertleşir ve kanın geçmesine izin verilmez. Azalan kan akışı kalbin sağ tarafındaki atardamarlardaki kanın pompalanmasını zorlaştırır ve bu durum kalp yetmezliğine neden olur. Her yaştan insanı etkileyebilecek nadir bir durum olsa da farklı bir kalp ile akciğer hastalığı olan kişilerde daha sık görülür.Pulmoner hipertansiyon belirtileri nelerdir?Akciğer tansiyonu yüksek olan hastalardaki en önemli belirti nefes darlığı ve çarpıntıdır. Hastalar genellikle eski kondüsyonlarını yerine getiremediklerini ifade ederler. Pulmoner hipertansiyon pek çok belirtiyle kendisini gösterebilir. Bu belirtiler şöyle sıralanabilir:Semptomlar efor sırasında kötüleşebilir ve bunu etkileyebilir. Ancak bunun pulmoner atriyel hipertansiyon türünde durum ilerleyene kadar bir semptom da görülmeyebilir. Kardiyolojik kontrollerde pulmoner hipertansiyon açısından da değerlendirme yapılmalıdır. Belirtiler, hem kalple hem de akciğerle ilgili olduğu için bu tür şikayetleri olan hastaların kardiyoloji uzmanı ve göğüs hastalıkları uzmanı tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Pulmoner hipertansiyonlu bir hasta mutlaka birçok bölümün ortak takip ettiği tam donanımlı hastanelerde takip ve tedaviye devam etmelidir. Bu ekipte kardiyoloji, göğüs hastalıkları, kalp damar cerrahi uzmanı ve radyoloji uzmanı mutlaka olmalıdır.Pulmoner hipertansiyonda risk faktörleri nelerdir?Pulmoner hipertansiyon, 30 ila 60 yaşları arasındaki kişilerde daha sık teşhis edilir. Yaşlanma süreç, pulmoner arteriyel hipertansiyon (PAH) gelişme riskini artırabilir. Ancak, idiyopatik PAH genç erişkinlerde daha sık görülür.Pulmoner hipertansiyon riskini artırabilecek diğer şeyler şunlardır:Pulmoner hipertansiyon neden olur?Pulmoner hipertansiyonun pek çok nedeni olabilmektedir. Örneğin akciğer hastalıkları, kronik bronşit, astım, KOAH gibi sorunlar nedeniyle pulmoner hipertansiyon gelişebilir. Uyku apnesi nedeniyle de pulmoner hipertansiyon gelişebilir. Bu hastalarda uykuda solunum durabildiği için oksijelenme bozulur. Bu durum tedavi edilmezse pulmoner hipertansiyon oluşabilir. Bu durum kalp hastalıklarını da beraberinde getirebilir. Ayrıca kalp hastalıkları, mitral darlık, kalp kası hastalıkları da pulmoner hipertansiyon nedeni olabilmektedir. Romatoid artrit, pulmoner emboli gibi sorunlar da pulmoner hipertansiyon sebebidir. Eisenmenger sendromu, pulmoner hipertansiyona neden olan bir tür doğuştan kalp hastalığıdır. En yaygın olarak, kalpte ventriküler septal defekt adı verilen iki alt kalp odası (ventrikül) arasındaki büyük bir delikten kaynaklanır. Kalpteki bu delik, kanın kalpte yanlış akmasına neden olur. Oksijen taşıyan kan (kırmızı kan), oksijenden fakir kan (mavi kan) ile karışır. Kan daha sonra - vücudun geri kalanına gitmek yerine - akciğerlere geri döner - pulmoner arterlerdeki basıncı arttırır ve pulmoner hipertansiyona neden olur.Birden fazla pulmoner hipertansiyon çeşidi var mı?Pulmoner Arteriyel Hipertansiyon ve sol kalp hastalığına bağlı pulmoner hipertansiyon olmak üzere iki tür vardır. Bunların hepsi pulmoner hipertansiyon olarak adlandırılmaktadır.Pulmoner arteriyel hipertansiyonda akciğerler ve vücuda ne olur?Pulmoner hipertansiyonda pulmoner arteriyoller ve kılcal damarlar daralır ve tıkanır. Bu durum kanın akciğere gitmesini zorlaştırmaktadır. Ayrıca akciğerlerin atardamarlarındaki basınç da artmaktadır. Böylece kalp kan pompalamak için daha çok çalışır buna bağlı olarak da kalp kası zayıflar. Bu da kalp yetmezliğine ve hatta ölüme kadar giden bir tabloya götürebilmektedir.Pulmoner Hipertansiyon Nasıl teşhis edilir?Rutin bir fiziki muayenede akciğer hipertansiyonu teşhisi konulmamaktadır. Mutlaka ileri tetkik yapılmalıdır. Öncelikle ekokardiyografik inceleme gereklidir. Ekokardiyografi ile akciğer tansiyonunun yüksekliği tespit edilirse elektrokardiyogram, akciğer grafisi, solunum fonksiyon testleri, kan gazı, akciğer tomografisi, karın ultrasonu ve çeşitli kan testleri uygulanır. Böylece hem tanı net konur hem de altta yatan sebepler bulunur. Bu tetkiklerde akciğer hipertansiyonu saptanan hastalara sağ kalp anjiyosu yapmak gerekebilir. Sağ kalp anjiyosu rutin bir anjiyo işlemi gibidir. Bu işlem bir tedavi yöntemi değil tanı yöntemidir. Kalp boşluklarının ve koroner arterlerin kontrast madde verilmesiyle görüntülenmesi, ayrıca kalp boşlukları ve ilgili damarlardaki basınçların ölçülmesi, akciğer tansiyonunun ölçülmesine esasına dayanır. Eğer hastalık ileri evredeyse kalbin kanı toplayan pulmoner artere kan gönderen kısımda ciddi bir basınç yüksekliği olabilir. Buna da kalbin sağ tarafı dayanamayıp, sağ kalp yetersizliğine yol açabilir. Sağ kalp yetersizliği varsa, hastada karında ve bacaklarda şişme belirtilerine rastlanabilir.Pulmoner Hipertansiyon tedavisi nasıl yapılır?Akciğer hipertansiyonu tanısı alan hastaların yaşına ve altta yatan sebeplere göre tedaviler şekillenir. Anjiyografi sonrasında hastaların tanısı netleşir. Netleştikten sonra pulmoner hipertansiyon tedavi yöntemlerine geçilir. Bu hastalıkta ilaç tedavisi seçenekleri vardır. Bu ilaçlar hekimlerce raporlanır. Hastalar 3 ayda bir hekim kontrollerine gelmelidir. Eğer tek bir ilaç yeterli gelmezse, hastanın durumuna göre ikinci ya da üçüncü ilaç durumuna geçilebilir. Pulmoner hipertansiyona kalp veya akciğer sorunu gibi başka bir durum neden oluyorsa, tedaviler altta yatan duruma odaklanacaktır. Pulmoner hipertansiyona pulmoner arterleri tıkayan kan pıhtıları neden oluyorsa, daha fazla pıhtı oluşmasını önlemek için size antikoagülan ilaçlar önerilebilir. Ayrıca pulmoner endarterektomi olarak bilinen bir operasyon da önerilebilir.Pulmoner Hipertansiyon ile İlgili Sık Sorulan SorularPulmoner hipertansiyon hastaları nelere dikkat etmelidir?Akciğer hipertansiyonu yani pulmoner hipertansiyonu olan hastalar şu noktalara dikkat etmelidir:Pulmoner hipertansiyonun sınıflandırılması nasıl yapılır?Pulmoner hipertansiyon teşhisi konulursa, durumunuz semptomlarınızın ne kadar şiddetli olduğuna bağlı olarak sınıflandırılacaktır. Bu, sizin için en iyi tedaviyi bulmanıza yardımcı olmak içindir. Genellikle bu hastalık 4 tipte sınıflandırılır:İlk sınıfta, sıradan fiziksel aktiviteler herhangi bir belirtiye neden olmaz. İkinci sınıfta sıradan fiziksel aktiviteler göğüs ağrısı veya yorgunluk gibi semptomlara neden olur, ancak dinlenirken herhangi bir semptomunuz olmaz. Üçüncü sınıfta kollarınızı hareket ettirmek gibi hafif fiziksel aktiviteler bile semptomlara neden olur, ancak dinlenirken herhangi bir semptomunuz olmaz. Son sınıfta da dinlenirken herhangi bir fiziksel aktivite ile kötüleşen semptomlar olabilir.Pulmoner hipertansiyon nasıl anlaşılır? Pek çok kişi “Akciğer tansiyonu nasıl anlaşılır?” sorusunun yanıtını merak ediyor. Akciğer hipertansiyonu, nefes darlığı, yorgunluk, baş dönmesi, göğüs ağrısı, ayak bileklerinde bacaklarda ödem, öksürük, halsizlik gibi belirtilerle anlaşılır. Bu belirtilerle kardiyoloji uzmanına gidildiğinde bazı tetkiklerle pulmoner hipertansiyon teşhisi konur.Akciğer tansiyonu kan tahlilinde belli olur mu?Akciğer hipertansiyonunun nedenini belirlemek için bazı kan tetkikleri yapılabilir. Bazen kronik karaciğer hastalıkları, bazı romatizmal hastalıklar, KOAH, akciğer tümörü, amfizem gibi sorunlar pulmoner hipertansiyona sebep olabilir. Bu nedenle bu hastalıkları ilgilendiren kan tetkikleri de yapılmaktadır.Akciğer tansiyonu tedavisi var mı?Tedavideki hedef akciğer hipertansiyonunu kontrol altına almaktır. Çeşitli ilaçlar ve bazı durumlarda cerrahi ya da girişimsel uygulamalar bunda kullanılabilmektedir.Pulmoner hipertansiyon geçer mi?Pulmoner hipertansiyon tedavi ile kontrol altına alınabilmektedir.Pulmoner hipertansiyon nasıl düşürülür?Tedavilerde temel amaç pulmoner hipertansiyonun ilerlemesini durdurmaktır. İlaç tedavileri, uygun hastalarda oksijen desteği, beslenme alışkanlıklarının değiştirilmesi gibi uygulamalar yapılır. Bunun yanında uygun hastalarda kalp ya da akciğer nakli gerçekleştirilebilir. Girişimsel yöntemler de uygulanabilir.Pulmoner hipertansiyon ilaçları nelerdir?Kan damarlarını açan ilaçlar, guanilat siklaz uyarıcıları, endotelin reseptör antagonistleri, sildenafil ve tadalafil grubu ilaçlar, kalsiyum kanal blokerleri, kan sulandırıcılar, dirüetik yani idrar söktürücüler ve oksijen terapileri akciğer hipertansiyonunda kullanılır.Pulmoner hipertansiyonun potansiyel komplikasyonları nelerdir?Sağ taraflı kalp büyümesi ve kalp yetmezliği (kor pulmonale): Kalbin sağ ventrikülü genişler ve kanı daralmış veya tıkanmış pulmoner arterlerden geçirmek için normalden daha fazla pompalamak zorundadır. Sonuç olarak, kalp duvarları kalınlaşır ve sağ karıncık genişleyerek tutabileceği kan miktarını artırır. Ancak bu değişiklikler kalpte daha fazla baskı yaratır ve sonunda sağ ventrikül başarısız olur.Kan pıhtıları: Pulmoner hipertansiyona sahip olmak, akciğerlerdeki küçük arterlerde kan pıhtılaşması riskini artırır.Aritmi: Pulmoner hipertansiyon düzensiz kalp atışlarına (aritmiler) neden olabilir ve bu da kalp çarpıntısına (çarpıntı), baş dönmesine veya bayılmaya neden olabilir. Bazı aritmiler yaşamı tehdit edebilir.Akciğerlerde kanama: Pulmoner hipertansiyon, hayatı tehdit eden akciğerlere kanamaya ve kan tükürmesine (hemoptizi) yol açabilir.Hamilelik komplikasyonları: Pulmoner hipertansiyon gelişen bebek hem anne hem de bebek için hayati tehlike oluşturabilir.Hamilelikte pulmoner hipertansiyonun riskleri nelerdir?Pulmoner hipertansiyon hastalarında gebelik çok risklidir. Ayrıca tedavide kullanılan ilaçlar da bebek için tehlikelidir. Genellikle bu durumda gebelik önerilmez. Çünkü doğum esnasında annenin hayati riski yüksektir. Bu hastalığın bebeğe geçme riski de bulunmaktadır.Pulmoner hipertansiyonda genetik test var mıdır?Bir aile üyesinde pulmoner hipertansiyon varsa, hastalıkla bağlantılı genlerin taranması önerilebilir. Bu testlerde sonuç pozitifse, doktorunuz diğer aile üyelerinin de taranmasını önerebilir.Pulmoner hipertansiyon hastalarının doktorlarına sorması gereken sorular nelerdir?Doktorunuza sormak için hazırladığınız sorulara ek olarak, randevunuz sırasında başka sorular sormaktan çekinmeyin.Pulmoner hipertansiyonu nasıl önleyebilirim?Tüm pulmoner hipertansiyon önlenemese de, sağlıklı yaşam tarzı değişiklikleri yaparak ve yüksek tansiyon, koroner kalp hastalığı, kronik karaciğer hastalığı ve tütün kullanımından kaynaklanan kronik akciğer hastalığını yöneterek bunu önlemek için adımlar atabilirsiniz.Pulmoner hipertansiyon hastaları koronavirüs aşısı olmalı mı?COVID-19'u önlemeye yönelik çeşitli aşılar, FDA onayı veya Gıda ve İlaç Dairesi'nin (FDA) acil kullanım izni kapsamında mevcuttur. Amerikan Pulmoner Hipertansiyon Derneği (PHA), Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezlerinin (CDC) aşı önerilerini desteklemektedir. 12 yaş ve üzeri herkes artık COVID-19 aşısı alabilmektedir. Pulmoner hipertansiyon hastaları da koronavirüs aşısı olmalıdır. Bunun yanında hastalar maske, mesafe ve hijyen kurallarına dikkat etmelidir.Akciğer nakli bekleyenler de koronavirüs aşısı olabilir mi?Uluslararası Kalp ve Akciğer Nakli Derneği ilerlemiş kalp ve akciğer hastalığı olan hastaların COVID-19 aşısını almalarını destekleyen bir bildiri yayınladı. Nakil adaylarının nakil beklerken aşı olmaları ve nakil ameliyatından en az iki hafta önce aşılarını tam olarak yaptırmaları teşvik edilmektedir.Pulmoner hipertansiyon hastaları koronavirüs olursa ne yapmalı?Hemen tedavisini devam ettikleri merkez ve doktorlarıyla irtibata geçmeliler. Aksi bir durum olmadıkça evde kalın. Maske takmaya devam edin.Covid-19 olan pulmoner hipertansiyon hastaları ya da kronik tromboembplik pulmoner hipertansiyon ilaçları riskli midir?PAH ve KTEPH ilaçlarının kullanımı, COVID-19'a yakalanan PAH veya KTEPH hastalarında çalışılmamıştır. PAH veya KTEPH'nizi daha da kötüleştirebileceğinden ilacınızı durdurmanız veya değiştirmeniz önerilmez. Pulmoner hipertansiyon için sağlık ekibinizle ilaçla ilgili endişeleriniz hakkında konuşun.Pulmoner hipertansiyon bitkisel tedavi yöntemi ile geçer mi?Doktorunuza ve sağlık ekibinize danışmadan bitkisel takviyeler, yüksek miktarda vitamin takviyesi veya herhangi bir “antiviral tedavi” almayın. Bitkisel tedaviler ilaç olarak görülmelidir ve zararlı olabilir.Pulmoner hipertansiyon hastaları egzersiz yapabilir mi?Doktorlar pulmoner arter hipertansiyonu (PAH) olan kişilere ayaklarından uzak durmalarını söylerdi - bu egzersiz semptomlarını daha da kötüleştirirdi. Ancak bugün, bu konudaki düşünceler oldukça farklı. Çalışmalar, hafif, denetimli bir egzersiz rutininin PAH tedavisinin önemli bir parçası olduğunu göstermiştir. Pulmoner rehabilitasyon, daha aktif bir yaşam tarzına geçmenize yardımcı olabilir. Durumunuzu yönetmenize, dayanıklılığınızı artırmanıza ve bu gerçekleştiğinde nefes darlığıyla başa çıkmanıza yardımcı olabilecek bir programdır. İlaç ve diğer tedavilerin yerini tutmaz, ancak daha iyi nefes almanıza ve sağlıklı kalmanıza yardımcı olabilir.Pulmoner rehabilitasyon nedir?Egzersiz yapmanıza ve nefesinizi kontrol etmenin ve enerjinizi korumanın daha iyi yollarını öğrenmenize yardımcı olacak bir programdır. Bir hastaneye veya ayakta tedavi gören bir rehabilitasyon merkezine gidecek ve bir eğitim fizyoterapisti ile çalışacaksınız. Yürüme, sabit bir bisiklete binme, merdiven çıkma, hafif halter kaldırma ve esneme gibi hafif egzersiz formlarında size rehberlik edebilirler. Egzersiz yaparken nefesinizi nasıl kontrol altında tutacağınızı size öğretecekler. Başlayabileceğiniz bir seviyede egzersiz yapmaya başlayacak ve oradan yükseleceksiniz. Kesin programa bağlı olarak, seanslar günlük veya haftada birkaç kez olabilir ve her seferinde 30-60 dakika sürebilir. Egzersizleri güvenli bir şekilde nasıl yapacağınızı öğrendikten sonra, rutini evde sürdürebilirsiniz. Güçlendikçe ve dayanıklılığınızı artırdıkça, daha uzun egzersizler yapabileceksiniz. Hatta ne kadar dayanabileceğiniz konusunda kendinizi şaşırtabilirsiniz.Bazı rehabilitasyon programları için tek seçenek egzersiz eğitimidir. Diğer programlar ayrıca, aktif olduğunuzda veya stresli zamanlarda nefes almanın daha iyi yollarını öğretmek için grup veya bire bir seanslar sunar. Nefesinizi nasıl daha kontrollü hissedeceğinizi ve PAH semptomlarını yönetmenin diğer yollarını öğrenebilirsiniz. Bu konuda tedavinizi yürüten doktora danışabilirsiniz.Pulmoner rehabilitasyonun faydaları nelerdir?Çalışmalar, 10 ila 15 haftalık bir pulmoner rehabilitasyonun PAH'lı kişilerin hastalıklarıyla daha aktif bir yaşam sürmelerine yardımcı olabileceğini göstermiştir. İnsanlar 6 dakikada daha uzağa yürüyebilir, daha iyi bir dayanıklılığa, daha düşük bir kalp atış hızına ve hatta daha düşük kan basıncına sahip olabilir.Pulmoner rehabilitasyonun riskleri nelerdir?PAH'lı kişilerin egzersiz sırasında hızlı, çırpınan kalp atışı, göğüs ağrısı, baş dönmesi ve baş dönmesi yaşama olasılığı diğer insanlara göre daha fazladır. Bu nedenle, bu rutinleri sağlığınıza göre düzenleyebilecek ve egzersiz yaparken sizi izleyebilecek eğitimli bir doktor veya terapistle çalışmak önemlidir. Ancak pulmoner rehabilitasyon doğru yapılırsa, faydalar genellikle risklerden daha ağır basar.Pulmoner hipertansiyonda beslenme nasıl olmalı?Günde 2.000 miligram tuz ve yaklaşık 8 bardak sıvıyı aşmayın. Yağlı, kızarmış, konserve, dondurulmuş besinler, fast food gibi çok fazla sodyum içeren yiyeceklerden uzak durmak gerekir. Taze meyve ve sebze, kepekli tahıllar, yağsız et ve balık yemek faydalıdır. Yemeklere yağ ve şeker ilave edilmemelidir. Bunun yanında uyku sorunu olmamalıdır. Uyku apnesi gibi uykudayken iyi nefes almanızı engelleyen başka bir durumunuz varsa, PAH tablosu daha da kötüleşebilir.Pulmoner hipertansiyon hastaları seyahat edebilir mi?Pulmoner hipertansiyon hastaları da seyahat edebilir. Ancak seyahatlerini planlamadan önce hekimleriyle görüşmeleri doğru olur. Seyahatler sırasında ilaçların aksatılmaması, tuzlu yiyeceklerden kaçınılması, uzun yola gidilecekse sık sık ayağa kalkıp hareket edilmesi gerekir. | 13,737 |
577 | Hastalıklar | Rahim Sarkması | Rahim sarkması, rahmin duvarından ayrılarak vajinaya doğru kaymasıdır. Buna uterus prolapsusu da denir. Rahim sarkması var olan idrar kaçırma problemini maskeleyebilir ya da rahim sarkması ile idrar kaçırma birlikte olabilir. Pelvik taban kaslarının düzenli çalıştırılması rahim sarkmasını önleyici bir etkiye sahiptir. Rahim sarkması genellikle cerrahi olarak tedavi edilmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü Uzmanları, rahim sarkması nedir, rahim sarkması belirtileri nelerdir konularında bilgi verdi.Rahim sarkması, rahmin duvarından ayrılarak vajinaya doğru kaymasıdır. Buna uterus prolapsusu da denir. Rahim sarkması var olan idrar kaçırma problemini maskeleyebilir ya da rahim sarkması ile idrar kaçırma birlikte olabilir. Pelvik taban kaslarının düzenli çalıştırılması rahim sarkmasını önleyici bir etkiye sahiptir. Rahim sarkması genellikle cerrahi olarak tedavi edilmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü Uzmanları, rahim sarkması nedir, rahim sarkması belirtileri nelerdir konularında bilgi verdi.
Rahim Sarkması Nedir? Rahim ve genital organlar, pelvis denilen üstten bakıldığında derin bir kâseye benzeyen yapı içerisinde destekleyici dokular ile adeta bir hamak gibi karın içinde asılı halde durur. Bu kâseye benzeyen yapı halk arasında leğen kemiği diye bilinen bölgenin karın içinden bakılması ile görülen bölgedir. Bu kase yapısının tabanını yani pelvik tabanı kaslar ve bağ dokular destekler ve stabil olmasını sağlar. Bazı durumlarda örneğin zorlu doğumlar, uzun süren doğum eylemleri veya sadece kişinin doğuştan bağ dokusunun esnekliği nedeni ile bu dokular zayıflar ya da yırtılabilir. Bunun sonucunda da pelvisin iç kısmını örten kas ve bağ dokusundan oluşan pelvik taban bozulur ve organlar vajina duvarına ya da ötesine sarkmaya başlar, bunlardan bir tanesi de rahim sarkması durumudur. Rahim sarkması için risk faktörleri; uzun süren doğum eylemi, kilolu bebek doğurma öyküsü, çok sayıda doğum yapma, doğum eyleminin zorlu geçmesi ve dokuların yavaş yavaş fonksiyon kaybetmeye başladığı menopozal dönemdir.Rahim Sarkması Kaç Yaşında Olur?Her yaştan kadında rahim sarkması görülebilmektedir. Görece nadir olmakla birlikte doğum ile ilgili hiçbir sorun yaşamamış hastada da rahim sarkması meydana gelebilmektedir. Her yaşta görülebilen bir durum olan rahim sarkması asla doğal karşılanmamalıdır. Doğum yapmış her yaştan kadında görülebilmekle birlikte 20’li yaşlarında bile görülen vakaların mevcut olduğu bir durumdur. Özellikle çok doğum yapmış ya da zorlu doğum yapmış kadınlar daha risk altındadır. Bununla birlikte yaşla doğru orantılı olarak sarkma problemlerinin de görülme sıklığı da artmaktadır. 40’lı yaşlarında olan kadınlarda her 4 kadından 1’inde görülürken 60’lı yaşlarda görülme sıklığı her 3 kadından 1’ine artmakta, 80’li yaşlara geldiğimizde ise bu oran her 2 kadından 1’ine çıkmıştır. Yanlış bir algı olarak yaşlanmanın kaderi bu inancı, sarkma için kabul edilebilir bir durum değildir. Hastalar birçok nedenle özellikle “yaşlanınca olur algısı” ile bu durumu saklamakta dahası ihmal etmektedir.Rahim Sarkması Belirtileri Nelerdir? Rahim sarkması olan kadınlarda vajina bölgesinde ellerine şişlik ya da dışarı uzanan kitlesel bir doku gelir. Rahmin tamamı ya da bir kısmının dışarı çıkması sebebi ile ele gelen kabartı şeklinde de kendini gösterebilir. Ağır kaldırmak, ıkınmak gibi kendini zorladığı durumlarda rahim dışarı çıkıp zorlayıcı durum ortadan kalktığında tekrar içeri girerek bir süre belirti vermeyebilir. İdrar kaçırabilir. Kasık ağrısı ve cinsel fonksiyon bozukluğu görülebilir. Kabızlık sorunu yaşayabilirBu durum örneğin pazar ya da market dönüşü poşetlerin taşınması esnasında kadının vajinasından bir şey çıkma hissi ile kendini en iyi gösterir.Bu bahsedilen durumların hepsi rahim sarkmasının derecesi ile bağlantılıdır.Rahim Sarkması Nasıl Teşhis Edilir? Rahim sarkması teşhisi normal kadın doğum muayenesinin haricinde bazı provaktif testler ve ölçümler yaparak konmaktadır. Rahim Sarkması Neden Olur? Rahim sarkmasına neden olan en önemli durum doğumdur. Pelvik tabanın yırtılmasına ya da rahmi asan ligament adındaki bağların zorlanmasına neden olan her durum da ileride kendini pelvik bölgede bulunan organların sarkması olarak semptom verecektir. Pelvise yani leğen kemiğimize yukarıdan baktığımızda ön taraftaki bağlarda bir defekt görülürse mesane (idrar torbası) sarkabilir, orta hatta bir defekt görülürse vajina ya da rahi sarkabilir, arkada bir defekt görülürse de kalın bağırsağın son bölümü olan rektum sarkabilir. Genelde her bir kompartman izole değil (örneğin mesane ve rahmin birlikte sarkması gibi) tüm kompartmanların katıldığı miks bir sarkma tipi meydana gelir.Rahim Sarkmasının Dereceleri Nelerdir?Rahim sarkma dereceleri evre olarak tariflenir ve 0 da dahil olmak üzere 5 evreden bahsedilir. Sağlıklı, hiç sarkması olmayan kadınlar evre 0 iken rahimin hiçbir zorlayıcı kuvvet olmadan vajenden komple çıkmasına evre 4 denmektedir. Bu evreler hem hastalığın seyrini takip etmede hem de tedaviye yön vermede oldukça önemlidir. Evre 4‘te hastanın yaşam standartları ve istekleri göz önünde bulundurularak ameliyat planlanırken evre 1’de ise pelvik kasları güçlendirmeye yönelik fizik tedavi çalışmaları planlanmaktadır.Rahim Sarkmasının Tedavisi Nasıldır?Pelvik organ sarkmalarının tedavisi ana hatları ile ameliyatsız tedaviler ve ameliyatlar olmak üzere ikiye ayrılır. Bu iki yol da hastayı tedavi edebilecek yetkinliğe sahip olup ikisi arasındaki ayrımı yapan hastanın kendisidir.Rahim Sarkmasının Ameliyatsız Tedavi Seçenekleri Nelerdir?Ameliyatsız tedavi seçenekleri fizik tedavi ve pesserlerdir. Pesser rahmi ve sarkan dokuyu yerinde tutan simide benzeyen silikon aletlerdir. Fizik tedavi; Kegel egzersizi olarak adlandırılan kadının evinde uygulayabileceği yöntemlerden hastanede uygulanması gereken nöromuskuler elektrik stimülasyonlarına kadar geniş spektrumu olan tedavi metodudur. Pilates ve yoga da pelvik tabanı güçlendirmek için hastalara önerilen aktivitelerdir ama maalesef tedavi edicilikten ziyade önleyici aktivitelerdir.Rahim Sarkmasının Ameliyatla Tedavisi Nasıldır? Ameliyatlar da kabaca kendi içinde rahmin korunduğu ya da rahmin alındığı ameliyatlar olarak ikiye ayrılır. Ameliyatlar kesisiz vajinal yolla yapılabileceği gibi karından kapalı yöntemle laparoskopik veya robotik yapılabilmektedir. Tedavi planlanırken sarkan kompartmanın durumuna, hastanın yaşına, kondisyonuna ve hastanın isteğine göre hepsi bir bütün olarak değerlendirilir. Sarkan organ rahim olmasına rağmen rahim suçlu olmadığı için sarkma durumlarında ön planda rahim koruyucu ameliyatlar tercih edilmektedir. Fakat rahimde bir patoloji varlığında rahmin de alınıp kalan dokunun asıldığı ameliyatlar yapılabilmektedir. Sarkan dokuyu asmanın temel esas olduğu bu operasyonlarda ya hastanın kendi dokusundan greft alınıp, organ yerine asılır ya da daha sıklıkla kullanılan mesh denilen sentetik yamalar ile hastanın organını leğen kemiğinin içindeki sağlam dokulara asılmaktadır.Ameliyat planı hastanın şikayetleri ile doğru orantılı olarak organize edilir. Evre 1 hastalığı olan hasta sosyal hayatında bu durumdan çok rahatsızsa hemen ameliyat edilebileceği gibi evre 4 hastalığı olan ama şikâyeti olmayan bu durum ile yaşarım diyen hastanın ameliyatı kendi istediği zamana kadar ertelenebilir. Kısaca sarkma durumlarında ameliyat kararını ve zamanını belirleyen ana unsur hastanın bu durumdan duyduğu şikayettir.Rahim sarkması olan kadınlar idrar kaçıracak diye bir kaide olmamakla birlikte sarkmanın derecesi ile öncesinde var olan idrar kaçırma durumları bile kaybolabilmektedir. Bu duruma gizli idrar kaçırma (okult inkontinans) denmektedir. Böyle durumlar operasyon öncesi yapılan özel muayene metotları ile saptanıp eşlik eden idrar kaçırma durumlarında idrar kaçırmaya yönelik operasyonlar da tedaviye eklenmektedir.Rahim Sarkması Tedavi Edilmezse Ne Olur?Tedavi edilmeyen düşük evreler maalesef bu bağ doku ve pelvik tabandaki hasarın kalıcılığı nedeniyle zamanla bir üst evreye geçmektedir. Evre 1 başlayan rahim sarkması evre 4 olarak karşımıza gelmektedir. Rahim sarkması uzun süre evre 4 olan hastalarda sarkan dokunun üzerindeki mukozanın yara olduğu kabalaştığı ve sarkan dokunun içeri tekrar konamayacak kadar büyüdüğü durumlar ile karşı karşıya kalınmaktadır.Rahim Sarkması Cinsel Yaşamı Etkiler mi?Sarkma pelvik tabanın fonksiyon yitirmesi olduğu için vajende pelvik tabanın merkezinde yer aldığı için sarkma eşittir cinsel fonksiyon kaybıdır. Fonksiyon kaybından kastedilen şey cinsellik olamazdan ziyade eskisi gibi olamayacağı durumudur. Örneğin rahim sarkması olan kadınlarda vajinal bolluk hissi meydana gelebilir. İlişki sırasında gaz çıkma gibi seslerin geldiği durumlar meydana olabilir. Bu durum hem eşin hem de hastanın kendisinin cinsel ilişkiye olan motivasyonunu kıracak ve psikolojik olarak etkileyerek isteksizliğe neden olacaktır. Fiziksel olarak birleşmeye engel bir durum olmamakla birlikte temel problem pelvik organ sarkması ile gelen bir takım negatif durumların getirdiği isteksizlik olarak ortaya çıkmaktadır.Rahim Sarkması Nasıl Görünür? Rahim sarkması olan kadınlar ellerine gelen kitle, şişlik ya da dışarı uzanan kitlesel bir yapıdan şikayetçi olurlar. Rahmin tamamı hiçbir zorlanma olmadan dışarı çıkabileceği gibi bir kısmının çıktığı ele gelen kabartı şeklinde de kendini gösterebilir.
Rahim Sarkması Nedir? Rahim ve genital organlar, pelvis denilen üstten bakıldığında derin bir kâseye benzeyen yapı içerisinde destekleyici dokular ile adeta bir hamak gibi karın içinde asılı halde durur. Bu kâseye benzeyen yapı halk arasında leğen kemiği diye bilinen bölgenin karın içinden bakılması ile görülen bölgedir. Bu kase yapısının tabanını yani pelvik tabanı kaslar ve bağ dokular destekler ve stabil olmasını sağlar. Bazı durumlarda örneğin zorlu doğumlar, uzun süren doğum eylemleri veya sadece kişinin doğuştan bağ dokusunun esnekliği nedeni ile bu dokular zayıflar ya da yırtılabilir. Bunun sonucunda da pelvisin iç kısmını örten kas ve bağ dokusundan oluşan pelvik taban bozulur ve organlar vajina duvarına ya da ötesine sarkmaya başlar, bunlardan bir tanesi de rahim sarkması durumudur. Rahim sarkması için risk faktörleri; uzun süren doğum eylemi, kilolu bebek doğurma öyküsü, çok sayıda doğum yapma, doğum eyleminin zorlu geçmesi ve dokuların yavaş yavaş fonksiyon kaybetmeye başladığı menopozal dönemdir.Rahim Sarkması Kaç Yaşında Olur?Her yaştan kadında rahim sarkması görülebilmektedir. Görece nadir olmakla birlikte doğum ile ilgili hiçbir sorun yaşamamış hastada da rahim sarkması meydana gelebilmektedir. Her yaşta görülebilen bir durum olan rahim sarkması asla doğal karşılanmamalıdır. Doğum yapmış her yaştan kadında görülebilmekle birlikte 20’li yaşlarında bile görülen vakaların mevcut olduğu bir durumdur. Özellikle çok doğum yapmış ya da zorlu doğum yapmış kadınlar daha risk altındadır. Bununla birlikte yaşla doğru orantılı olarak sarkma problemlerinin de görülme sıklığı da artmaktadır. 40’lı yaşlarında olan kadınlarda her 4 kadından 1’inde görülürken 60’lı yaşlarda görülme sıklığı her 3 kadından 1’ine artmakta, 80’li yaşlara geldiğimizde ise bu oran her 2 kadından 1’ine çıkmıştır. Yanlış bir algı olarak yaşlanmanın kaderi bu inancı, sarkma için kabul edilebilir bir durum değildir. Hastalar birçok nedenle özellikle “yaşlanınca olur algısı” ile bu durumu saklamakta dahası ihmal etmektedir.Rahim Sarkması Belirtileri Nelerdir?Bu durum örneğin pazar ya da market dönüşü poşetlerin taşınması esnasında kadının vajinasından bir şey çıkma hissi ile kendini en iyi gösterir.Bu bahsedilen durumların hepsi rahim sarkmasının derecesi ile bağlantılıdır.Rahim Sarkması Nasıl Teşhis Edilir? Rahim sarkması teşhisi normal kadın doğum muayenesinin haricinde bazı provaktif testler ve ölçümler yaparak konmaktadır. Rahim Sarkması Neden Olur? Rahim sarkmasına neden olan en önemli durum doğumdur. Pelvik tabanın yırtılmasına ya da rahmi asan ligament adındaki bağların zorlanmasına neden olan her durum da ileride kendini pelvik bölgede bulunan organların sarkması olarak semptom verecektir. Pelvise yani leğen kemiğimize yukarıdan baktığımızda ön taraftaki bağlarda bir defekt görülürse mesane (idrar torbası) sarkabilir, orta hatta bir defekt görülürse vajina ya da rahi sarkabilir, arkada bir defekt görülürse de kalın bağırsağın son bölümü olan rektum sarkabilir. Genelde her bir kompartman izole değil (örneğin mesane ve rahmin birlikte sarkması gibi) tüm kompartmanların katıldığı miks bir sarkma tipi meydana gelir.Rahim Sarkmasının Dereceleri Nelerdir?Rahim sarkma dereceleri evre olarak tariflenir ve 0 da dahil olmak üzere 5 evreden bahsedilir. Sağlıklı, hiç sarkması olmayan kadınlar evre 0 iken rahimin hiçbir zorlayıcı kuvvet olmadan vajenden komple çıkmasına evre 4 denmektedir. Bu evreler hem hastalığın seyrini takip etmede hem de tedaviye yön vermede oldukça önemlidir. Evre 4‘te hastanın yaşam standartları ve istekleri göz önünde bulundurularak ameliyat planlanırken evre 1’de ise pelvik kasları güçlendirmeye yönelik fizik tedavi çalışmaları planlanmaktadır.Rahim Sarkmasının Tedavisi Nasıldır?Pelvik organ sarkmalarının tedavisi ana hatları ile ameliyatsız tedaviler ve ameliyatlar olmak üzere ikiye ayrılır. Bu iki yol da hastayı tedavi edebilecek yetkinliğe sahip olup ikisi arasındaki ayrımı yapan hastanın kendisidir.Rahim Sarkmasının Ameliyatsız Tedavi Seçenekleri Nelerdir?Ameliyatsız tedavi seçenekleri fizik tedavi ve pesserlerdir. Pesser rahmi ve sarkan dokuyu yerinde tutan simide benzeyen silikon aletlerdir. Fizik tedavi; Kegel egzersizi olarak adlandırılan kadının evinde uygulayabileceği yöntemlerden hastanede uygulanması gereken nöromuskuler elektrik stimülasyonlarına kadar geniş spektrumu olan tedavi metodudur. Pilates ve yoga da pelvik tabanı güçlendirmek için hastalara önerilen aktivitelerdir ama maalesef tedavi edicilikten ziyade önleyici aktivitelerdir.Rahim Sarkmasının Ameliyatla Tedavisi Nasıldır? Ameliyatlar da kabaca kendi içinde rahmin korunduğu ya da rahmin alındığı ameliyatlar olarak ikiye ayrılır. Ameliyatlar kesisiz vajinal yolla yapılabileceği gibi karından kapalı yöntemle laparoskopik veya robotik yapılabilmektedir. Tedavi planlanırken sarkan kompartmanın durumuna, hastanın yaşına, kondisyonuna ve hastanın isteğine göre hepsi bir bütün olarak değerlendirilir. Sarkan organ rahim olmasına rağmen rahim suçlu olmadığı için sarkma durumlarında ön planda rahim koruyucu ameliyatlar tercih edilmektedir. Fakat rahimde bir patoloji varlığında rahmin de alınıp kalan dokunun asıldığı ameliyatlar yapılabilmektedir. Sarkan dokuyu asmanın temel esas olduğu bu operasyonlarda ya hastanın kendi dokusundan greft alınıp, organ yerine asılır ya da daha sıklıkla kullanılan mesh denilen sentetik yamalar ile hastanın organını leğen kemiğinin içindeki sağlam dokulara asılmaktadır.Ameliyat planı hastanın şikayetleri ile doğru orantılı olarak organize edilir. Evre 1 hastalığı olan hasta sosyal hayatında bu durumdan çok rahatsızsa hemen ameliyat edilebileceği gibi evre 4 hastalığı olan ama şikâyeti olmayan bu durum ile yaşarım diyen hastanın ameliyatı kendi istediği zamana kadar ertelenebilir. Kısaca sarkma durumlarında ameliyat kararını ve zamanını belirleyen ana unsur hastanın bu durumdan duyduğu şikayettir.Rahim sarkması olan kadınlar idrar kaçıracak diye bir kaide olmamakla birlikte sarkmanın derecesi ile öncesinde var olan idrar kaçırma durumları bile kaybolabilmektedir. Bu duruma gizli idrar kaçırma (okult inkontinans) denmektedir. Böyle durumlar operasyon öncesi yapılan özel muayene metotları ile saptanıp eşlik eden idrar kaçırma durumlarında idrar kaçırmaya yönelik operasyonlar da tedaviye eklenmektedir.Rahim Sarkması Tedavi Edilmezse Ne Olur?Tedavi edilmeyen düşük evreler maalesef bu bağ doku ve pelvik tabandaki hasarın kalıcılığı nedeniyle zamanla bir üst evreye geçmektedir. Evre 1 başlayan rahim sarkması evre 4 olarak karşımıza gelmektedir. Rahim sarkması uzun süre evre 4 olan hastalarda sarkan dokunun üzerindeki mukozanın yara olduğu kabalaştığı ve sarkan dokunun içeri tekrar konamayacak kadar büyüdüğü durumlar ile karşı karşıya kalınmaktadır.Rahim Sarkması Cinsel Yaşamı Etkiler mi?Sarkma pelvik tabanın fonksiyon yitirmesi olduğu için vajende pelvik tabanın merkezinde yer aldığı için sarkma eşittir cinsel fonksiyon kaybıdır. Fonksiyon kaybından kastedilen şey cinsellik olamazdan ziyade eskisi gibi olamayacağı durumudur. Örneğin rahim sarkması olan kadınlarda vajinal bolluk hissi meydana gelebilir. İlişki sırasında gaz çıkma gibi seslerin geldiği durumlar meydana olabilir. Bu durum hem eşin hem de hastanın kendisinin cinsel ilişkiye olan motivasyonunu kıracak ve psikolojik olarak etkileyerek isteksizliğe neden olacaktır. Fiziksel olarak birleşmeye engel bir durum olmamakla birlikte temel problem pelvik organ sarkması ile gelen bir takım negatif durumların getirdiği isteksizlik olarak ortaya çıkmaktadır.Rahim Sarkması Nasıl Görünür? Rahim sarkması olan kadınlar ellerine gelen kitle, şişlik ya da dışarı uzanan kitlesel bir yapıdan şikayetçi olurlar. Rahmin tamamı hiçbir zorlanma olmadan dışarı çıkabileceği gibi bir kısmının çıktığı ele gelen kabartı şeklinde de kendini gösterebilir. | 6,237 |
578 | Hastalıklar | Ramsay Hunt Sendromu | Ramsay hunt sendromu zona hastalığının bir komplikasyonu olup, sinirde iltihaplanma ve hasara neden olarak yüz felcine sebebiyet veren nadir bir hastalıktır. Suçiçeği ve zonaya neden olan, sinirlere yerleşerek uzun zaman hareketsiz kalan Varicella- zoster virüsü, yıllar sonra aktif hale gelip, kulakların yanındaki yüz sinirini tutarak Ramsay Hunt sendromuna sebep olmaktadır. Ağrılı zona döküntülerine neden olan bu hastalık, etkilenen kulakta işitme kaybınada yol açmaktadır. Erken dönemde tedavi edilmesi iyileşme süreci açısından büyük önem taşır. Hem fiziksel hem de psikolojik sıkıntılara neden olabilen Ramsay Hunt sendromu daha çok ilerleyen yaşlarda ortaya çıkmaktadır. Memorial Ankara Hastanesi KBB Bölümünden Prof. Dr. Erdal Seren Ramsay Hunt Sendromu ile ilgili bilgi verdi.Ramsay hunt sendromu zona hastalığının bir komplikasyonu olup, sinirde iltihaplanma ve hasara neden olarak yüz felcine sebebiyet veren nadir bir hastalıktır. Suçiçeği ve zonaya neden olan, sinirlere yerleşerek uzun zaman hareketsiz kalan Varicella- zoster virüsü, yıllar sonra aktif hale gelip, kulakların yanındaki yüz sinirini tutarak Ramsay Hunt sendromuna sebep olmaktadır. Ağrılı zona döküntülerine neden olan bu hastalık, etkilenen kulakta işitme kaybınada yol açmaktadır. Erken dönemde tedavi edilmesi iyileşme süreci açısından büyük önem taşır. Hem fiziksel hem de psikolojik sıkıntılara neden olabilen Ramsay Hunt sendromu daha çok ilerleyen yaşlarda ortaya çıkmaktadır. Memorial Ankara Hastanesi KBB Bölümünden Prof. Dr. Erdal Seren Ramsay Hunt Sendromu ile ilgili bilgi verdi.
Ramsay Hunt Sendromu Nedir?Tıbbi olarak herpes zoster oticus olarak bilinen ramsay hunt sendromu, suçiçeği ve zona hastalığına da neden olan varicella zoster virüsünün kulak çevresi, yüz veya ağızda döküntüye ve yüz felcine neden olduğu bir hastalıktır. Bu hastalık 1907 yılında tanımlanmış olup, adını James Ramsay Hunt isimli Nöroloji uzmanından almıştır.Çocukken geçirilen suçiçeğine neden olan virüs (Varicella- zoster virüsü) sinirlerde yıllarca hareketsiz şekilde kalabilir. Uykuda olan bu virüsün yeniden etkinleşmesi sonucunda zona hastalığı ortaya çıkar. Bu virüsün yüz sinirlerine yayılması sonucunda Ramsay Hunt Sendromu meydana gelir.Ramsay Hunt Sendromu Neden Olur?Ramsay Hunt Sendromunun nedeni suçiçeği etkeni olan varisella zoster virüsünün tekrarlayan aktivasyonudur. Daha önce suçiçeği geçirmiş kişilerin bağışıklık sisteminde uyku halinde olan virüsün tekrar aktif hale gelmesiyle Ramsay Hunt Sendromu ortaya çıkar. Ramsay Hunt Sendromu kulaklardan birinin yakınındaki yüz sinirini etkileyen zona hastalığıdır. Bu virüs yüzü, dili ve iç kulağı etkileyen kafatası sinirleri (kraniyal sinir) olan yüz sinirinde (fasiyal sinir) yeniden etkinleştiğinde görülür.Ramsay Hunt Sendromu Belirtileri Nelerdir?Ramsay Hunt Sendromunun iki ana belirtisinden biri kulağın üzerinde, içinde ve çevresinde sıvı dolu kabarcıklarla ağrılı kırmızı döküntü oluşması, ikincisi ise etkilenen kulakla aynı tarafta yüz felci görülmesidir. Genellikle döküntü ve yüz felci aynı anda ortaya çıkar. Bazen biri diğerinden önce olabilir. Ramsay Hunt Sendromu genellikle yüzünüzün sadece bir tarafındaki sinirleri etkiler. Bu nedenle, yüzünüzün sadece o tarafında semptomlar yaşanır. Bu iki belirtinin dışında görülebilecek diğer semptomlar aşağıdaki şekilde sıralanabilir: Deride ağrılı veziküller (küçük, içi dolu keseler) Ağızda yumuşak damak erozyonları ve ülserleri, Tat alma bozukluğu, Yüz bölgesinde şiddetli ağrı Ateş, Gözyaşı akması, İşitme sorunları, işitme kaybı Vertigo, Bölgesel lenfadenopati ( lenf bezinin yapısı ve boyutunun bozulması) Kulak ağrısı, kulakta çınlama Bir gözü kapatmada zorlukRamsay Hunt Sendromu Tanısı Nasıl Konulur?Ramsay Hunt Sendromunun tanısı temel olarak uzman hekimin fiziki muayenesine, hastanın öyküsüne ve klinik bulgularına göre konulur. Şiddetli kulak ağrısı yanında kulak kepçesinde veya oral mukozada küçük veziküllerin varlığı ve yüz siniri felcinin birlikte görülmesi ile teşhis konulmasını sağlar. Ancak hastalığın semptomları her zaman aynı anda gelişmeyebilir. Bu nedenle, uzman hekim kesin tanı koymak için bir kabarcıktan tükürük, kan veya sıvı örneği alarak laboratuvar testi isteyebilmektedir. İncelemesi yapılan testte varicella –zoster virüsünün bulunması hastalığın tanısının kesinleşmesini sağlar. Belirtilere altta yatan başka bir hastalığın sebep olup olmadığını doğrulamak için gerekli olmamakla birlikte bazı durumlarda MR’da istenebilmektedir.Ramsay Hunt Sendromu Tedavisi Nasıl Uygulanır?Ramsay Hunt Sendromu tedavisinde ana grupları antiviral ajanlar ve kortikosteroidler oluşturmaktadır. Bunların yanında, B vitamini kompleksleri, analjezikler ( ağrıyı dindirmek için kullanılan ilaçlar), narkotikler (ağrı hissi ve bununla birlikte gelişebilecek tabloları azaltmak için kullanılan ilaçlar), trisiklik antidepresanlar, karbamazepin ve kapsaisin gibi preparatlar ağrı tedavisinde kullanılabilir. Antiviral ilaçlar enfeksiyonu tedavi etmek ve semptomları azaltmak, kortikosteroidler sinir iltihabını azaltmak, ağrı kesiciler ağrıyı azaltmak, karbamazepin gibi ilaçlar inatçı ağrıyı geçirmek için verilmektedir.Ramsay Hunt Sendromu Hakkında Sıkça Sorulan SorularRamsay Hunt Sendromu risk faktörleri nelerdir?Ramsay Hunt sendromunun risk faktörleri ileri yaş ve daha önceden suçiçeği geçirilmesidir. Suçiçeği geçiren herkeste görülebilen Ramsay Hunt Sendromu, özellikle yaşlı erişkinleri ve tipik olarak 60 yaşından büyük kişileri daha çok etkiler. Çocuklarda ise Ramsay Hunt Sendromu nadiren izlenir. Bu etkenlerin yanı sıra stres, kemoterapi, bağışıklık yetersizliği, enfeksiyon, yetersiz beslenme gibi unsurlarda risk faktörleri arasında yer almaktadır.Ramsay Hunt Sendromu bulaşıcı mıdır?Ramsay Hunt sendromu bulaşıcı değildir. Bununla birlikte, varicella-zoster virüsünün tekrar canlanması, daha önce suçiçeği geçirmemiş veya bunun için aşılanmamış kişilerde suçiçeğine neden olabilmektedir. Enfeksiyon, bağışıklık sistemi sorunları olan kişiler için de ciddi şekilde etkileyebilir. Bu sebeple Ramsay Hunt sendromu olan kişilerin kabarcıkları kabuklanana kadar hiç suçiçeği geçirmemiş ve suçiçeği aşısı olmamış, bağışıklık sistemi sorunları olanlarla, hamilelerle ve yeni doğan bebeklerle fiziksel temastan kaçınması gerekmektedir. Ramsay Hunt sendromu iyileşir mi?Ramsay Hunt sendromunun iyileşmesine antiviral ilaçlar, steroid ve ağrı kesicilerle (72 saat içinde) hızlı bir tedavi yardımcı olabilir. Tedaviye erken başlanırsa birçok kişi yüzde 70 oranında tamamen iyileşir.Ramsay Hunt sendromu geçici midir?Ramsay Hunt sendromunda yüz siniri fonksiyonları tam kayıp olan hastaların sadece yüzde 10’unda tam iyileşme olurken, kısmi kayıplarda bu oran yaklaşık olarak yüzde 66’dır.Ramsay Hunt sendromu yüz felcine neden olur mu?Ramsay Hunt sendromu yüz felcine neden olabilir. Hatta yüz felcinin ikinci en sık nedenini oluşturmaktadır. Yüz felci vakalarının yüzde 12’sinden Ramsay Hunt sendromu sorumludur.Ramsay Hunt sendromu hangi sinirlerde oluşur?Ramsay Hunt sendromu sıklık sırasına göre yüz siniri, işitme ve denge sinirini sıklıkla tutmaktadır.Ramsay Hunt sendromunun komplikasyonları nelerdir?Ramsay Hunt sendromunun komplikasyonları şu şekilde sıralanabilir:Kalıcı işitme kaybı ve yüz felci: Çoğu insan için Ramsay Hunt sendromuyla ilişkili işitme kaybı ve yüz felci geçicidir. Ancak kalıcı hale gelebilir.Göz hasarı: Ramsay Hunt sendromunun neden olduğu yüz felci, göz kapağnını kapanmasına engel olabilir. Böyle bir durum gözü koruyan korneanın zarar görmesine, göz ağrısına ve bulanık görmeye sebep olabilir.Postherpetik nevralji: Zona sinir liflerine zarar verdiğinde şiddetli ağrı ortaya çıkar. Bu süreçte sinirler tarafından gönderilen mesajlar birbirine karışabilir. Hastalık geçip belirtiler ortadan kalktıktan sonra bile bu ağrı devam edebilir.Yüzde şekil bozukluğu: Yüz felci nedeniyle hareket kaybına bağlı yüz görünümünde değişiklikler olabilir.Sosyal anksiyete: Hastalık sebepli oluşan yüz felci ve kalıntıları kişilerde sosyal anksiyeteye neden olabilir.Ramsay Hunt sendromu önlenebilir mi?Ramsay Hunt sendromu önlenemez. Ancak çocuklara suçiçeği aşısının ve 50 yaş üzerindeki kişilere de zona aşısının yaptırılması riski düşürmek açısından öneriler arasında yer almaktadır.Ramsay Hunt sendromu kimleri etkiler?Suçiceği ve zona geçiren kişiler Ramsay Hunt sendromundan etkilenebilir. Görülen vakaların çoğu 60 yaş ve üstü kişiler olurken, bu hastalık çocukları nadiren etkilemektedir. Bağışıklığı baskılanmış bireylerin bu hastalıktan etkilenme olasılığı diğer kişilere göre daha yüksektir ve bunlarda hastalığın semptomları daha şiddetli olur. Aynı zamanda tam bir iyileşme sağlama olasılıkları da daha düşüktür.Ramsay Hunt sendromunda evde yapılabilecek yardımcı tedaviler var mıdır?Ramsay Hunt sendromu rahatsızlıklarını düşürmeye yardımcı olabilecek bazı öneriler şu şekildedir: Kızaran ve döküntü oluşan alanlar temiz tutulmalı Ağrıyı hafifletmek için kızarıklığa soğuk, ıslak kompres uygulanabilir. Reçetesiz satılan bir ağrı kesici veya iltihap önleyici ilaç kullanılabilir. Yüz felcinden dolayı gözlerin kapanması zorlaşıyorsa, görüşünüzü korumak için gün boyunca nemlendirici göz damlaları, geceleri ise göz merhemi kullanılabilir. Bununla birlikte göz kapağı bantlanabilir ya da göz bandı takılabilir.
Ramsay Hunt Sendromu Nedir?Tıbbi olarak herpes zoster oticus olarak bilinen ramsay hunt sendromu, suçiçeği ve zona hastalığına da neden olan varicella zoster virüsünün kulak çevresi, yüz veya ağızda döküntüye ve yüz felcine neden olduğu bir hastalıktır. Bu hastalık 1907 yılında tanımlanmış olup, adını James Ramsay Hunt isimli Nöroloji uzmanından almıştır.Çocukken geçirilen suçiçeğine neden olan virüs (Varicella- zoster virüsü) sinirlerde yıllarca hareketsiz şekilde kalabilir. Uykuda olan bu virüsün yeniden etkinleşmesi sonucunda zona hastalığı ortaya çıkar. Bu virüsün yüz sinirlerine yayılması sonucunda Ramsay Hunt Sendromu meydana gelir.Ramsay Hunt Sendromu Neden Olur?Ramsay Hunt Sendromunun nedeni suçiçeği etkeni olan varisella zoster virüsünün tekrarlayan aktivasyonudur. Daha önce suçiçeği geçirmiş kişilerin bağışıklık sisteminde uyku halinde olan virüsün tekrar aktif hale gelmesiyle Ramsay Hunt Sendromu ortaya çıkar. Ramsay Hunt Sendromu kulaklardan birinin yakınındaki yüz sinirini etkileyen zona hastalığıdır. Bu virüs yüzü, dili ve iç kulağı etkileyen kafatası sinirleri (kraniyal sinir) olan yüz sinirinde (fasiyal sinir) yeniden etkinleştiğinde görülür.Ramsay Hunt Sendromu Belirtileri Nelerdir?Ramsay Hunt Sendromunun iki ana belirtisinden biri kulağın üzerinde, içinde ve çevresinde sıvı dolu kabarcıklarla ağrılı kırmızı döküntü oluşması, ikincisi ise etkilenen kulakla aynı tarafta yüz felci görülmesidir. Genellikle döküntü ve yüz felci aynı anda ortaya çıkar. Bazen biri diğerinden önce olabilir. Ramsay Hunt Sendromu genellikle yüzünüzün sadece bir tarafındaki sinirleri etkiler. Bu nedenle, yüzünüzün sadece o tarafında semptomlar yaşanır. Bu iki belirtinin dışında görülebilecek diğer semptomlar aşağıdaki şekilde sıralanabilir:Ramsay Hunt Sendromu Tanısı Nasıl Konulur?Ramsay Hunt Sendromunun tanısı temel olarak uzman hekimin fiziki muayenesine, hastanın öyküsüne ve klinik bulgularına göre konulur. Şiddetli kulak ağrısı yanında kulak kepçesinde veya oral mukozada küçük veziküllerin varlığı ve yüz siniri felcinin birlikte görülmesi ile teşhis konulmasını sağlar. Ancak hastalığın semptomları her zaman aynı anda gelişmeyebilir. Bu nedenle, uzman hekim kesin tanı koymak için bir kabarcıktan tükürük, kan veya sıvı örneği alarak laboratuvar testi isteyebilmektedir. İncelemesi yapılan testte varicella –zoster virüsünün bulunması hastalığın tanısının kesinleşmesini sağlar. Belirtilere altta yatan başka bir hastalığın sebep olup olmadığını doğrulamak için gerekli olmamakla birlikte bazı durumlarda MR’da istenebilmektedir.Ramsay Hunt Sendromu Tedavisi Nasıl Uygulanır?Ramsay Hunt Sendromu tedavisinde ana grupları antiviral ajanlar ve kortikosteroidler oluşturmaktadır. Bunların yanında, B vitamini kompleksleri, analjezikler ( ağrıyı dindirmek için kullanılan ilaçlar), narkotikler (ağrı hissi ve bununla birlikte gelişebilecek tabloları azaltmak için kullanılan ilaçlar), trisiklik antidepresanlar, karbamazepin ve kapsaisin gibi preparatlar ağrı tedavisinde kullanılabilir. Antiviral ilaçlar enfeksiyonu tedavi etmek ve semptomları azaltmak, kortikosteroidler sinir iltihabını azaltmak, ağrı kesiciler ağrıyı azaltmak, karbamazepin gibi ilaçlar inatçı ağrıyı geçirmek için verilmektedir.Ramsay Hunt Sendromu Hakkında Sıkça Sorulan SorularRamsay Hunt Sendromu risk faktörleri nelerdir?Ramsay Hunt sendromunun risk faktörleri ileri yaş ve daha önceden suçiçeği geçirilmesidir. Suçiçeği geçiren herkeste görülebilen Ramsay Hunt Sendromu, özellikle yaşlı erişkinleri ve tipik olarak 60 yaşından büyük kişileri daha çok etkiler. Çocuklarda ise Ramsay Hunt Sendromu nadiren izlenir. Bu etkenlerin yanı sıra stres, kemoterapi, bağışıklık yetersizliği, enfeksiyon, yetersiz beslenme gibi unsurlarda risk faktörleri arasında yer almaktadır.Ramsay Hunt Sendromu bulaşıcı mıdır?Ramsay Hunt sendromu bulaşıcı değildir. Bununla birlikte, varicella-zoster virüsünün tekrar canlanması, daha önce suçiçeği geçirmemiş veya bunun için aşılanmamış kişilerde suçiçeğine neden olabilmektedir. Enfeksiyon, bağışıklık sistemi sorunları olan kişiler için de ciddi şekilde etkileyebilir. Bu sebeple Ramsay Hunt sendromu olan kişilerin kabarcıkları kabuklanana kadar hiç suçiçeği geçirmemiş ve suçiçeği aşısı olmamış, bağışıklık sistemi sorunları olanlarla, hamilelerle ve yeni doğan bebeklerle fiziksel temastan kaçınması gerekmektedir. Ramsay Hunt sendromu iyileşir mi?Ramsay Hunt sendromunun iyileşmesine antiviral ilaçlar, steroid ve ağrı kesicilerle (72 saat içinde) hızlı bir tedavi yardımcı olabilir. Tedaviye erken başlanırsa birçok kişi yüzde 70 oranında tamamen iyileşir.Ramsay Hunt sendromu geçici midir?Ramsay Hunt sendromunda yüz siniri fonksiyonları tam kayıp olan hastaların sadece yüzde 10’unda tam iyileşme olurken, kısmi kayıplarda bu oran yaklaşık olarak yüzde 66’dır.Ramsay Hunt sendromu yüz felcine neden olur mu?Ramsay Hunt sendromu yüz felcine neden olabilir. Hatta yüz felcinin ikinci en sık nedenini oluşturmaktadır. Yüz felci vakalarının yüzde 12’sinden Ramsay Hunt sendromu sorumludur.Ramsay Hunt sendromu hangi sinirlerde oluşur?Ramsay Hunt sendromu sıklık sırasına göre yüz siniri, işitme ve denge sinirini sıklıkla tutmaktadır.Ramsay Hunt sendromunun komplikasyonları nelerdir?Ramsay Hunt sendromunun komplikasyonları şu şekilde sıralanabilir:Kalıcı işitme kaybı ve yüz felci: Çoğu insan için Ramsay Hunt sendromuyla ilişkili işitme kaybı ve yüz felci geçicidir. Ancak kalıcı hale gelebilir.Göz hasarı: Ramsay Hunt sendromunun neden olduğu yüz felci, göz kapağnını kapanmasına engel olabilir. Böyle bir durum gözü koruyan korneanın zarar görmesine, göz ağrısına ve bulanık görmeye sebep olabilir.Postherpetik nevralji: Zona sinir liflerine zarar verdiğinde şiddetli ağrı ortaya çıkar. Bu süreçte sinirler tarafından gönderilen mesajlar birbirine karışabilir. Hastalık geçip belirtiler ortadan kalktıktan sonra bile bu ağrı devam edebilir.Yüzde şekil bozukluğu: Yüz felci nedeniyle hareket kaybına bağlı yüz görünümünde değişiklikler olabilir.Sosyal anksiyete: Hastalık sebepli oluşan yüz felci ve kalıntıları kişilerde sosyal anksiyeteye neden olabilir.Ramsay Hunt sendromu önlenebilir mi?Ramsay Hunt sendromu önlenemez. Ancak çocuklara suçiçeği aşısının ve 50 yaş üzerindeki kişilere de zona aşısının yaptırılması riski düşürmek açısından öneriler arasında yer almaktadır.Ramsay Hunt sendromu kimleri etkiler?Suçiceği ve zona geçiren kişiler Ramsay Hunt sendromundan etkilenebilir. Görülen vakaların çoğu 60 yaş ve üstü kişiler olurken, bu hastalık çocukları nadiren etkilemektedir. Bağışıklığı baskılanmış bireylerin bu hastalıktan etkilenme olasılığı diğer kişilere göre daha yüksektir ve bunlarda hastalığın semptomları daha şiddetli olur. Aynı zamanda tam bir iyileşme sağlama olasılıkları da daha düşüktür.Ramsay Hunt sendromunda evde yapılabilecek yardımcı tedaviler var mıdır? | 6,090 |
579 | Hastalıklar | Raşitizm | Tipik olarak uzun süreli D vitamini eksikliğinden kaynaklanan raşitizm; kemik gelişimini olumsuz etkileyen, kemiklerin daha kolay bükülmesi ve kırılmasına neden olan bir çocukluk çağı hastalığıdır. Çocukların vücudunun yiyeceklerden kalsiyum ve fosforu emmesine yardımcı olan D vitamini, yeterli düzeyde vücutta bulunmadığı zaman kemiklerde raşitizme neden olabilecek uygun kalsiyum ve fosfor seviyelerinin korunmasını engeller. D vitamini eksikliği dışında nadir olarak kalıtsal durumlar da raşitizm hastalığının görülmesine neden olabilir.Tipik olarak uzun süreli D vitamini eksikliğinden kaynaklanan raşitizm; kemik gelişimini olumsuz etkileyen, kemiklerin daha kolay bükülmesi ve kırılmasına neden olan bir çocukluk çağı hastalığıdır. Çocukların vücudunun yiyeceklerden kalsiyum ve fosforu emmesine yardımcı olan D vitamini, yeterli düzeyde vücutta bulunmadığı zaman kemiklerde raşitizme neden olabilecek uygun kalsiyum ve fosfor seviyelerinin korunmasını engeller. D vitamini eksikliği dışında nadir olarak kalıtsal durumlar da raşitizm hastalığının görülmesine neden olabilir.
Raşitizm Nedir?Raşitizm, uzun süren ve yoğun D vitamini, kalsiyum veya fosfat eksikliğine bağlı olarak çocuklarda ortaya çıkan, iskelet deformasyonları sonucu kemiklerin yumuşaması ve zayıflaması ile kendini gösteren büyüme bozukluğudur. Kalsiyum, fosfat ve d vitamini eksikliği dışında nadir bir şekilde genetik faktörler de çocuklarda raşitizm hastalığının görülme sebeplerinden biridir.Çocukların vücudunun yiyeceklerden kalsiyum ve fosforu emmesi konusunda destek olan D vitamini, yeterli düzeyde vücutta bulunmadığı zaman kemiklerde raşitizme neden olabilecek uygun kalsiyum ve fosfor seviyelerinin korunmasını zorlaştırır. Bu durum yaşandığında çocukların kemik yapıları zayıflayıp daha kolay kırılır hale gelir.Raşitizm, sadece çocuklarda görülmesi sebebiyle yetişkinlerde görülen osteomalaziden ayrılır. Doktor tarafından diyet listesine eklenen D vitamini ve kalsiyum takviyeleriyle birlikte iyileşmesi mümkün olan raşitizm, altında yatan başka bir nedenin varlığında ise ekstra ilaçlara ihtiyaç duyabilecek bir durumdur.Raşitizm Neden Olur?Sadece çocuklarda görülen raşitizm, vücuttaki uzun süreli D vitamini eksikliği sebebiyle meydana gelir. Vücuttaki kalsiyum ve fosforu emmek için kullanılan D vitamini eksikliği, çocukların kemik yapılarını daha savunmasız ve kırılgan hale getirerek raşitizm hastalığına sebep olur.Güneş ışığından uzak kalmak en yaygın görülen D vitamini eksikliği nedeni sayılırken D vitamini açısından zengin besinler tüketmemek de bu nedenlerden biridir.D vitamini eksikliği dışında bazı raşitizm vakalarına nadir olarak genetik hastalıklar da sebebiyet verebilir.Raşitizm Belirtileri Nelerdir?Genel olarak kemik ağrıları, büyümede yaşanan gecikmeler, bacak kemiklerinin kolay bükülmesi gibi durumlar raşitizm hastalığının en yaygın belirtileri arasında gösterilir.Bunlarla birlikte raşitizm belirtileri şunları içerir: Bacak kemiklerinin kolay bükülmesi ve kırılması Kemik ağrıları ve kas krampları Motor becerilerinde gecikme Büyümede yaşanan gecikmeye bağlı boy kısalığı Diz veya bileklerde genişleme Kaslarda güçsüzlük Bacak çarpıklığı gibi iskelet deformasyonları İskelet yapısında bozukluk Omurgada görülen anormal kavis Güvercin göğsü durumu Dişlerde meydana gelen boşluklar Kalsiyum düşüklüğünde yaşanan nöbetlerRaşitizm Risk Faktörleri Nelerdir?Çocuklarda raşitizm hastalığının görülme riskini artıracak faktörler şunlardır:Ten koyuluğuKoyu ten, cildin güneş ışığından D vitamini üretme yeteneğini azaltan melanin pigmentinden daha fazlasına sahiptir. Bu fazlalıktan dolayı çocuklarda raşitizm görülme riski daha yüksektir.Hamilelik sırasında annenin D vitamini eksikliğiŞiddetli D vitamini eksikliği olan bir anneden doğan bir bebek raşitizm belirtileriyle doğabilir veya semptomlar doğumdan sonraki birkaç ay içinde gelişebilir.Güneş ışığından yoksun kalmakGüneş ışığının az olduğu bölgelerde yaşayan çocuklarda D vitamini eksikliği sebebiyle raşitizm riski daha yüksektir.Erken doğum Beklenen tarihten önce doğan bebeklerin D vitamini seviyeleri daha düşüktür.İlaçlar HIV enfeksiyonlarını tedavi etmek için kullanılan bazı anti-nöbet ilaçları ve antiretroviral ilaçlar, vücudun D vitamini kullanma becerisine müdahale eder müdahale eder ve raşitizm riskini artırır.Özel emzirmeAnne sütü raşitizmi önleyecek kadar D vitamini içermez. Sadece anne sütü ile beslenen bebeklere D vitamini damlası verilmelidir.Raşitizm Nasıl Teşhis Edilir?Bir çocukta raşitizm olup olmadığının tespiti için doktor tarafından fiziki muayene sırasında özellikle kafatası kontrolünün yapılmasıyla birlikte yürüyüş sırasında bacakların bükülmesi, göğüs kemiklerinin incelenmesi ve el-ayak bileklerinin durumu analiz edilir.Ayrıca raşitizm tanısında faydalanılan testler şu şekildedir: X ışınları Kandaki D vitamini ve kalsiyum tespiti için kan tahlili İdrar testi Kemik biyopsisi Genetik testRaşitizm Nasıl Tedavi Edilir?Raşitizm tedavisinde uygulanacak ilk adım kandaki D vitamini seviyesinin artırılması olacaktır. Uzun süreli D vitamini eksikliğinden kaynaklanan raşitizm hastalığının tedavisi için uygulanacak D vitamini ve kalsiyum takviyeleri, hastalığın neden olduğu belirtileri ortadan kaldırmaya fayda sağlayacaktır. Ancak çok fazla D vitamini yüklemesi vücuda zarar verebilir. Bu sebeple D vitamini kullanımı doktorun önerdiği dozda olmalıdır.D vitamini seviyesinin artırılması için doktor tarafından çocuğun daha çok güneş ışığına çıkarılması istenir. Bunun dışında D vitamini açısından zengin balık, ciğer, süt ve yumurta besinlerin tüketimi de tavsiye edilir.Vitamin takviyeleri dışında kemiklerde meydana gelen bozulmalara yönelik bazı durumlarda cerrahi müdahale de gerekebilir. Özellikle ağır vakalarda doktor tarafından ameliyat önerisi yapılabilir ancak buna gerek kalmadan önce raşitizmin altında yatan nedenin net olarak belirlenmesi gerekir.Raşitizm Hakkında Sık Sorulan Sorular Raşitizm ne demek?Raşitizm; sadece çocuklarda görülen ve D vitamini eksikliği sebebiyle kemik yapısının deforma olmasına neden olan bir çocukluk hastalığıdır.Raşitizm hangi vitamin eksikliğinde görülür?Sadece çocuklarda görülen raşitizm hastalığı, D vitamini eksikliğinden kaynaklanır. Bu eksiklik sonucunda meydana gelen raşitizm, çocukların kemik sağlığını olumsuz etkileyerek kemiklerin daha kolay kırılmasına neden olur.Raşitizm kalıcı mı?Raşitizm hastalığı, D vitamini takviyeleri ve uygulanacak tedavi yöntemleriyle özellikle büyüme çağındaki çocukların iyileşmesini sağlar ancak tedavi edilmediği takdirde kalıcı hasara sebebiyet verebilir.
Raşitizm Nedir?Raşitizm, uzun süren ve yoğun D vitamini, kalsiyum veya fosfat eksikliğine bağlı olarak çocuklarda ortaya çıkan, iskelet deformasyonları sonucu kemiklerin yumuşaması ve zayıflaması ile kendini gösteren büyüme bozukluğudur. Kalsiyum, fosfat ve d vitamini eksikliği dışında nadir bir şekilde genetik faktörler de çocuklarda raşitizm hastalığının görülme sebeplerinden biridir.Çocukların vücudunun yiyeceklerden kalsiyum ve fosforu emmesi konusunda destek olan D vitamini, yeterli düzeyde vücutta bulunmadığı zaman kemiklerde raşitizme neden olabilecek uygun kalsiyum ve fosfor seviyelerinin korunmasını zorlaştırır. Bu durum yaşandığında çocukların kemik yapıları zayıflayıp daha kolay kırılır hale gelir.Raşitizm, sadece çocuklarda görülmesi sebebiyle yetişkinlerde görülen osteomalaziden ayrılır. Doktor tarafından diyet listesine eklenen D vitamini ve kalsiyum takviyeleriyle birlikte iyileşmesi mümkün olan raşitizm, altında yatan başka bir nedenin varlığında ise ekstra ilaçlara ihtiyaç duyabilecek bir durumdur.Raşitizm Neden Olur?Sadece çocuklarda görülen raşitizm, vücuttaki uzun süreli D vitamini eksikliği sebebiyle meydana gelir. Vücuttaki kalsiyum ve fosforu emmek için kullanılan D vitamini eksikliği, çocukların kemik yapılarını daha savunmasız ve kırılgan hale getirerek raşitizm hastalığına sebep olur.Güneş ışığından uzak kalmak en yaygın görülen D vitamini eksikliği nedeni sayılırken D vitamini açısından zengin besinler tüketmemek de bu nedenlerden biridir.D vitamini eksikliği dışında bazı raşitizm vakalarına nadir olarak genetik hastalıklar da sebebiyet verebilir.Raşitizm Belirtileri Nelerdir?Genel olarak kemik ağrıları, büyümede yaşanan gecikmeler, bacak kemiklerinin kolay bükülmesi gibi durumlar raşitizm hastalığının en yaygın belirtileri arasında gösterilir.Bunlarla birlikte raşitizm belirtileri şunları içerir:Raşitizm Risk Faktörleri Nelerdir?Çocuklarda raşitizm hastalığının görülme riskini artıracak faktörler şunlardır:Ten koyuluğuKoyu ten, cildin güneş ışığından D vitamini üretme yeteneğini azaltan melanin pigmentinden daha fazlasına sahiptir. Bu fazlalıktan dolayı çocuklarda raşitizm görülme riski daha yüksektir.Hamilelik sırasında annenin D vitamini eksikliğiŞiddetli D vitamini eksikliği olan bir anneden doğan bir bebek raşitizm belirtileriyle doğabilir veya semptomlar doğumdan sonraki birkaç ay içinde gelişebilir.Güneş ışığından yoksun kalmakGüneş ışığının az olduğu bölgelerde yaşayan çocuklarda D vitamini eksikliği sebebiyle raşitizm riski daha yüksektir.Erken doğum Beklenen tarihten önce doğan bebeklerin D vitamini seviyeleri daha düşüktür.İlaçlar HIV enfeksiyonlarını tedavi etmek için kullanılan bazı anti-nöbet ilaçları ve antiretroviral ilaçlar, vücudun D vitamini kullanma becerisine müdahale eder müdahale eder ve raşitizm riskini artırır.Özel emzirmeAnne sütü raşitizmi önleyecek kadar D vitamini içermez. Sadece anne sütü ile beslenen bebeklere D vitamini damlası verilmelidir.Raşitizm Nasıl Teşhis Edilir?Bir çocukta raşitizm olup olmadığının tespiti için doktor tarafından fiziki muayene sırasında özellikle kafatası kontrolünün yapılmasıyla birlikte yürüyüş sırasında bacakların bükülmesi, göğüs kemiklerinin incelenmesi ve el-ayak bileklerinin durumu analiz edilir.Ayrıca raşitizm tanısında faydalanılan testler şu şekildedir:Raşitizm Nasıl Tedavi Edilir?Raşitizm tedavisinde uygulanacak ilk adım kandaki D vitamini seviyesinin artırılması olacaktır. Uzun süreli D vitamini eksikliğinden kaynaklanan raşitizm hastalığının tedavisi için uygulanacak D vitamini ve kalsiyum takviyeleri, hastalığın neden olduğu belirtileri ortadan kaldırmaya fayda sağlayacaktır. Ancak çok fazla D vitamini yüklemesi vücuda zarar verebilir. Bu sebeple D vitamini kullanımı doktorun önerdiği dozda olmalıdır.D vitamini seviyesinin artırılması için doktor tarafından çocuğun daha çok güneş ışığına çıkarılması istenir. Bunun dışında D vitamini açısından zengin balık, ciğer, süt ve yumurta besinlerin tüketimi de tavsiye edilir.Vitamin takviyeleri dışında kemiklerde meydana gelen bozulmalara yönelik bazı durumlarda cerrahi müdahale de gerekebilir. Özellikle ağır vakalarda doktor tarafından ameliyat önerisi yapılabilir ancak buna gerek kalmadan önce raşitizmin altında yatan nedenin net olarak belirlenmesi gerekir.Raşitizm Hakkında Sık Sorulan Sorular Raşitizm ne demek?Raşitizm; sadece çocuklarda görülen ve D vitamini eksikliği sebebiyle kemik yapısının deforma olmasına neden olan bir çocukluk hastalığıdır.Raşitizm hangi vitamin eksikliğinde görülür?Sadece çocuklarda görülen raşitizm hastalığı, D vitamini eksikliğinden kaynaklanır. Bu eksiklik sonucunda meydana gelen raşitizm, çocukların kemik sağlığını olumsuz etkileyerek kemiklerin daha kolay kırılmasına neden olur.Raşitizm kalıcı mı?Raşitizm hastalığı, D vitamini takviyeleri ve uygulanacak tedavi yöntemleriyle özellikle büyüme çağındaki çocukların iyileşmesini sağlar ancak tedavi edilmediği takdirde kalıcı hasara sebebiyet verebilir. | 4,448 |
580 | Hastalıklar | Raynaud sendromu | Raynaud sendromu, vücutta kan dolaşımının minimum olduğu kulak, burun, el ve ayak parmaklarındaki küçük kan damarlarında oluşan spazmlardan kaynaklanan bir rahatsızlıktır. Soğuk hava, stres ve altta yatan farklı problemlerden kaynaklanabilen Raynaud sendromu, vücudun bu bölgelerine kan akışını sınırlayarak cilt rengi değişiklikleri, soğuk cilt ve iğne batma hissi gibi semptomlara yol açabilir. Raynaud sendromunun tedavisi, rahatsızlığa neden olan altta yatan sebepler belirlendikten sonra hastanın yaşam düzeninde yapılan değişikliklerle yapılabilmektedir.Raynaud sendromu, vücutta kan dolaşımının minimum olduğu kulak, burun, el ve ayak parmaklarındaki küçük kan damarlarında oluşan spazmlardan kaynaklanan bir rahatsızlıktır. Soğuk hava, stres ve altta yatan farklı problemlerden kaynaklanabilen Raynaud sendromu, vücudun bu bölgelerine kan akışını sınırlayarak cilt rengi değişiklikleri, soğuk cilt ve iğne batma hissi gibi semptomlara yol açabilir. Raynaud sendromunun tedavisi, rahatsızlığa neden olan altta yatan sebepler belirlendikten sonra hastanın yaşam düzeninde yapılan değişikliklerle yapılabilmektedir.
Raynaud sendromu nedir?Raynaud sendromu çoğunlukla el ve ayak parmaklarındaki küçük kan damarlarını etkileyen bir hastalıktır. Raynaud sendromu vücutta kan dolaşımının az olduğu burun, dudak veya kulak loblarınızdaki küçük kan damarlarını da etkileyebilir. Raynaud sendromunun en önemli sebebi soğuk havalar, stres ve altta yatan başka hastalıklardır. Raynaud sendromunun etkilediği parmaklar veya kulak, burun gibi organlardaki kılcal damarların normalden daha fazla gerilir. Raynaud sendromundan etkilenen bölgeler oksijensiz kaldığı için cilt önce beyaza daha sonra ise mavi rengine döner.Raynaud sendromunun türleri nelerdir?Raynaud sendromunun iki tipi vardır.Birincil Raynaud Sendromu: Birincil Raynaud sendromu bu hastalığın en yaygın şeklidir. 30 yaşın altındaki kadınları daha fazla etkilediği belirlenen birincil Raynaud sendromunun altta yatan net bir neden olmadığı için 'idiyopatik' olarak adlandırılır. Hastalar doktor yardımı almadan rahatsızlığı hafif olarak atlatabilirler.İkincil Raynaud Sendromu: İkincil Raynaud sendromu genellikle birincil Raynaud sendromundan daha karmaşık ve ciddi bir tablodur. En yaygın nedenleri; romatoid artrit, skleroderma ve sistemik lupus eritematozus (SLE veya lupus) gibi otoimmün bozukluklardır.Raynaud Sendromunun nedenleri nedir?Raynaud sendromunun en önemli nedenleri altta yatan çeşitli hastalıklar ve bazı dış ortam koşulları ile çeşitli strese bağlı nedenlerdir. Raynaud sendromuna neden olan sebepler şunlardır; Kaygı, duygusal stres veya heyecan Klimalı odalar veya donmuş soğuk alanlar Soğuk hava / donma Buerger hastalığı Kanser Karpal tünel sendromu Lupus Karışık bağ dokusu hastalığı Periferik arter hastalığı Pulmoner hipertansiyon Romatoid artrit Vaskülit Kafein Tütün ürünleri Titreşimli aletlerin uzun süre kullanımı Bazı ilaçların yan etkileriRaynaud sendromunun belirtileri nelerdir?Raynaud sendromunun belirtileri ataklar halinde görülebilir. Tipik atak yaklaşık 15 dakika sürer. Ancak saldırılar daha kısa veya daha uzun olabilir. Bölümler genellikle soğuk hava gibi belirli tetikleyicilerle ilişkilendirilir. Primer Raynaud sendromu olan kişilerde semptomlar genellikle hafiftir. İkincil Raynaud sendromu olan kişilerde cilt ülserleri de dahil olmak üzere daha şiddetli semptomlar olabilir. Raynaud Sendromunun belirtileri şunlardır; Cilt renk değişiklikleri: Kan akışı durup geri döndüğünde ten renginiz beyazdan maviye ve kırmızıya dönüşebilir. Uyuşukluk ve iğnelemeler: Etkilenen vücut kısmındaki kan oksijensiz kaldığı için uyuşukluk hissedilir) Deri ülserleri ve kangren: Daha uzun veya daha sık ataklar parmak uçlarında ağrılı yaralara neden olabilir. Bu yaraların iyileşmesi biraz zaman alabilir. Nadiren dokularınıza oksijen gitmemesi doku ölümüne (kangren ) yol açabilir.Raynaud sendromu nasıl teşhis edilir?Raynaud sendromunun teşhisi genellikle kolaydır. Raynaud sendromunu tipik olarak belirtilerinizden teşhis edebilir. Yapılan fiziki muayenede cilt değişiklikleri gözle görülür şekilde olabilir. Tıbbi ve aile geçmişi hakkında da bilgi alan doktorunuz teşhisi koyabilir. Ancak hastalığın birincil ya da ikincil olduğunun belirlenmesi için kan testleri, tırnak dokusunun mikroskopla incelenmesi ve Raynaud sendromu için soğuk stimülasyon testi yapılması gerekir.Raynaud sendromunun tedavisi nedir?Raynaud sendromunun tedavisi rahatsızlığın ciddiyetine ve birincil veya ikincil formda olup olmamasına göre belirlenir. Tedavideki öncelik Raynaud sendromu ataklarının önlenmesidir. Atakların şiddetinin azaltılması için hastanın yaşam kalitesini artırması gerekir. Altta yatan hastalık belirlendikten sonra hastanın yaşam tarzı değişiklikleri ile tedavi başarıyla gerçekleştirilebilir. RAYNAUD SENDROMU İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULARRaynaud sendromunu nasıl önleyebilirim?Raynaud sendromunu önlemek için hastalığı tetikleyen altta yatan koşullar ve dış nedenlerden uzak durmak gerekir. Raynaud sendromunu önlemek için şunlara dikkat edilebilir: Eviniz veya ofisiniz sıcak tutun Kafein kullanımını azaltın Sigaradan uzak durun Soğuk metaller ya da suya dokunmayın Bir yerin soğuk olacağını biliyorsanız önlem alın Çıplak ayakla ayakkabı giymeyin Düzenli olarak egzersiz yapın Ayaklarınızı ve ellerinizi kuru ve sıcak tutun Tüm vücudunuzu, özellikle de ellerinizi, ayaklarınızı ve başınızı sıcak tutun Hayatınızdaki stresi yönetmenin yeni yollarını öğrenin Soğuk ortamlardan kaçının (donmuş gıda reyonu veya aşırı klimatize edilmiş mekanlar gibi) Soğuk nesnelere dokunmaktan kaçının (buzlu bir su bardağı veya soğuk metal yüzeyler gibi) Hastalıkla ilgili şiddetli semptomlarınız varsa ilaca ihtiyacınız olabilir. Doktorunuzla görüşerek ilaç desteği alabilirsiniz Kalsiyum desteği alın. Bu ilaçlar en küçük kan damarlarınızın gevşemesine ve açılmasına yardımcı olur. Sonuç olarak, daha az atak yaşarsınız veya ataklar hafif geçer. Kalsiyum desteği ayrıca parmaklarınızdaki veya ayak parmaklarınızdaki cilt ülserlerini iyileştirmeye yardımcı olabilir. Uygun bir cilt bakımı uygulayın. Cilt kuruluğu ve deri çatlaklıklarını önlemek için uzman yardımı alarak doğru nemlendirici ürünleri seçebilirsiniz.Raynaud sendromu ciddi bir hastalık mıdır?Birincil Raynaud sendromu kan damarlarınıza zarar vermez. Bazı günlük aktivitelerinizi bozabilir, ancak tehlikeli değildir. İkincil Raynaud sendromu daha ciddi olabilir. Deri ülserlerine ve nadiren doku ölümüne (kangren) yol açabilir. Ayrıca yaşam kalitenizi de etkileyebilir. Buna neden olan altta yatan hastalık kendi içinde şiddetli olabilir.Raynaud Sendromu kimleri etkiler?Birincil Raynaud sendromu kadınlarda daha sık görülür. Ayrıca 30 yaşından küçük ve ailesinde Raynaud hastalığı öyküsü olan kişiler daha çok risk altındadır. İkincil Raynaud sendromu genellikle başka bir hastalığı veya durumu olan insanları etkiler.Raynaud sendromu ne kadar yaygındır?Raynaud sendromu yaygın görülen bir hastalıktırRaynaud sendromu vücudumu nasıl etkiler?Raynaud sendromu, vazomotor yanıt olarak adlandırılan normal bir vücut sürecinin abartılı bir versiyonudur. Vazomotor tepki, vücudunuzun çevreye tepki vermesine yardımcı olmak için kan damarlarınızın açıldığı ( vazodilatasyon ) ve gerildiği ( vazokonstriksiyon ) anlamına gelir.Raynaud hastalığı kalbi etkiler mi?Birincil Raynaud sendromu kalbinizi etkilemez. Ancak ikincil Raynaud sendromuyla ilişkili durumlar kalbinizi etkileyebilir. Durumunuzun kalbinizi etkileyip etkilemediğini öğrenmek için sağlık uzmanınızla konuşmalısınız.Raynaud Sendromunu hangi doktor ve bölüm tedavi eder?Farklı uzmanlık alanlarındaki hekimler tedavi uygulayabilir. Bunun nedeni Raynaud sendromunun vücudunuzu birçok yönden etkileyebilmesidir. Ayrıca çok çeşitli tıbbi durumlardan da kaynaklanabilir. Teşhis ve tedavi multidisipliner olarak yürütülebilir. Bu süreçte yer alacak bölüm doktorları kardiyoloji, dermatolojiglar, iç hastalıkları, romatoloji uzmanları ve acil servis doktorları olabilmektedir.
Raynaud sendromu nedir?Raynaud sendromu çoğunlukla el ve ayak parmaklarındaki küçük kan damarlarını etkileyen bir hastalıktır. Raynaud sendromu vücutta kan dolaşımının az olduğu burun, dudak veya kulak loblarınızdaki küçük kan damarlarını da etkileyebilir. Raynaud sendromunun en önemli sebebi soğuk havalar, stres ve altta yatan başka hastalıklardır. Raynaud sendromunun etkilediği parmaklar veya kulak, burun gibi organlardaki kılcal damarların normalden daha fazla gerilir. Raynaud sendromundan etkilenen bölgeler oksijensiz kaldığı için cilt önce beyaza daha sonra ise mavi rengine döner.Raynaud sendromunun türleri nelerdir?Raynaud sendromunun iki tipi vardır.Birincil Raynaud Sendromu: Birincil Raynaud sendromu bu hastalığın en yaygın şeklidir. 30 yaşın altındaki kadınları daha fazla etkilediği belirlenen birincil Raynaud sendromunun altta yatan net bir neden olmadığı için 'idiyopatik' olarak adlandırılır. Hastalar doktor yardımı almadan rahatsızlığı hafif olarak atlatabilirler.İkincil Raynaud Sendromu: İkincil Raynaud sendromu genellikle birincil Raynaud sendromundan daha karmaşık ve ciddi bir tablodur. En yaygın nedenleri; romatoid artrit, skleroderma ve sistemik lupus eritematozus (SLE veya lupus) gibi otoimmün bozukluklardır.Raynaud Sendromunun nedenleri nedir?Raynaud sendromunun en önemli nedenleri altta yatan çeşitli hastalıklar ve bazı dış ortam koşulları ile çeşitli strese bağlı nedenlerdir. Raynaud sendromuna neden olan sebepler şunlardır; Raynaud sendromunun belirtileri nelerdir?Raynaud sendromunun belirtileri ataklar halinde görülebilir. Tipik atak yaklaşık 15 dakika sürer. Ancak saldırılar daha kısa veya daha uzun olabilir. Bölümler genellikle soğuk hava gibi belirli tetikleyicilerle ilişkilendirilir. Primer Raynaud sendromu olan kişilerde semptomlar genellikle hafiftir. İkincil Raynaud sendromu olan kişilerde cilt ülserleri de dahil olmak üzere daha şiddetli semptomlar olabilir. Raynaud Sendromunun belirtileri şunlardır;Raynaud sendromu nasıl teşhis edilir?Raynaud sendromunun teşhisi genellikle kolaydır. Raynaud sendromunu tipik olarak belirtilerinizden teşhis edebilir. Yapılan fiziki muayenede cilt değişiklikleri gözle görülür şekilde olabilir. Tıbbi ve aile geçmişi hakkında da bilgi alan doktorunuz teşhisi koyabilir. Ancak hastalığın birincil ya da ikincil olduğunun belirlenmesi için kan testleri, tırnak dokusunun mikroskopla incelenmesi ve Raynaud sendromu için soğuk stimülasyon testi yapılması gerekir.Raynaud sendromunun tedavisi nedir?Raynaud sendromunun tedavisi rahatsızlığın ciddiyetine ve birincil veya ikincil formda olup olmamasına göre belirlenir. Tedavideki öncelik Raynaud sendromu ataklarının önlenmesidir. Atakların şiddetinin azaltılması için hastanın yaşam kalitesini artırması gerekir. Altta yatan hastalık belirlendikten sonra hastanın yaşam tarzı değişiklikleri ile tedavi başarıyla gerçekleştirilebilir. RAYNAUD SENDROMU İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULARRaynaud sendromunu nasıl önleyebilirim?Raynaud sendromunu önlemek için hastalığı tetikleyen altta yatan koşullar ve dış nedenlerden uzak durmak gerekir. Raynaud sendromunu önlemek için şunlara dikkat edilebilir:Raynaud sendromu ciddi bir hastalık mıdır?Birincil Raynaud sendromu kan damarlarınıza zarar vermez. Bazı günlük aktivitelerinizi bozabilir, ancak tehlikeli değildir. İkincil Raynaud sendromu daha ciddi olabilir. Deri ülserlerine ve nadiren doku ölümüne (kangren) yol açabilir. Ayrıca yaşam kalitenizi de etkileyebilir. Buna neden olan altta yatan hastalık kendi içinde şiddetli olabilir.Raynaud Sendromu kimleri etkiler?Birincil Raynaud sendromu kadınlarda daha sık görülür. Ayrıca 30 yaşından küçük ve ailesinde Raynaud hastalığı öyküsü olan kişiler daha çok risk altındadır. İkincil Raynaud sendromu genellikle başka bir hastalığı veya durumu olan insanları etkiler.Raynaud sendromu ne kadar yaygındır?Raynaud sendromu yaygın görülen bir hastalıktırRaynaud sendromu vücudumu nasıl etkiler?Raynaud sendromu, vazomotor yanıt olarak adlandırılan normal bir vücut sürecinin abartılı bir versiyonudur. Vazomotor tepki, vücudunuzun çevreye tepki vermesine yardımcı olmak için kan damarlarınızın açıldığı ( vazodilatasyon ) ve gerildiği ( vazokonstriksiyon ) anlamına gelir.Raynaud hastalığı kalbi etkiler mi?Birincil Raynaud sendromu kalbinizi etkilemez. Ancak ikincil Raynaud sendromuyla ilişkili durumlar kalbinizi etkileyebilir. Durumunuzun kalbinizi etkileyip etkilemediğini öğrenmek için sağlık uzmanınızla konuşmalısınız.Raynaud Sendromunu hangi doktor ve bölüm tedavi eder?Farklı uzmanlık alanlarındaki hekimler tedavi uygulayabilir. Bunun nedeni Raynaud sendromunun vücudunuzu birçok yönden etkileyebilmesidir. Ayrıca çok çeşitli tıbbi durumlardan da kaynaklanabilir. Teşhis ve tedavi multidisipliner olarak yürütülebilir. Bu süreçte yer alacak bölüm doktorları kardiyoloji, dermatolojiglar, iç hastalıkları, romatoloji uzmanları ve acil servis doktorları olabilmektedir. | 4,828 |
581 | Hastalıklar | Reflü | Refü, safra gibi sindirim asitleri ve enzimler içeren acı ve ekşi olabilen mide içeriklerinin yemek borusu ve ağza geri gelmesidir. Genellikle yemek yedikten sonra ve yatarken göğüste ve midede yanma hissinin oluşması, ağıza acı su gelmesi ve geğirme gibi semptomlar yaşanır. Reflü hastalığı daha küçük porsiyonlarla ve çiğneyerek yeme, baharatlı, yağlı ve kafeinli yiyecek ve içecekleri sınırlama, beslenme tarzında değişiklik içeren diyet programı ve ilaç kullanımı ile kontrol altına alınabilir bir rahatsızlıktır. Ancak bazı vakalarda ise cerrahi müdahale gerekebilir.Refü, safra gibi sindirim asitleri ve enzimler içeren acı ve ekşi olabilen mide içeriklerinin yemek borusu ve ağza geri gelmesidir. Genellikle yemek yedikten sonra ve yatarken göğüste ve midede yanma hissinin oluşması, ağıza acı su gelmesi ve geğirme gibi semptomlar yaşanır. Reflü hastalığı daha küçük porsiyonlarla ve çiğneyerek yeme, baharatlı, yağlı ve kafeinli yiyecek ve içecekleri sınırlama, beslenme tarzında değişiklik içeren diyet programı ve ilaç kullanımı ile kontrol altına alınabilir bir rahatsızlıktır. Ancak bazı vakalarda ise cerrahi müdahale gerekebilir.
Reflü Nedir?Reflü, mide asidinin mideden yemek borusuna (özefagusa) geri gelerek midede yanma hissi oluşturmasıdır. Hastalar göğüs kafesinin arkasında yanma (heartburn) yanı sıra yemek borusunun arkasındaki yanma ve ağza gıdaların ve acı suyun gelmesi gibi şikayetler yaşarlar. Reflü, genellikle yemeklerden sonra meydana gelir ve özellikle yatarken göğüste ve midede rahatsız edici bir yanma hissi, ağıza acı su gelmesi, mide bulantısı, yutma güçlüğü ve geğirme reflüde görülen belirtilerdir.Toplumda sık rastlanan bir hastalık olan reflü, ülkemizde de toplumun %20’sinde görülür. Genellikle kişinin yaşam tarzında ve beslenme düzeninde yapacağı değişiklikler reflünün iyileşmesini sağlar ancak daha şiddetli vakalar cerrahi müdahale gerektirebilir.Reflü Belirtileri Nelerdir?Özellikle baharatlı, yağlı gıdalar, çikolata, alkol veya taze sıkılmış meyve sularının tüketimi ve yemek sonrası ortaya çıkan reflü belirtileri, mideden boğaza doğru yayılan yanma, mide ekşimesi, mide içeriğinin ağıza acı su olarak gelmesi, yutma güçlüğü, geğirme, hıçkırık, bulantı ve kusmadır.Daha çok yemek sonrasında ortaya çıkan reflü belirtileri şunlardır: Göğüste ağrılı yanma hissi Geceleri daha da kötüleşebilen mide ekşimesi Yiyecek ve içeceklerin yemek borusundan ağzınıza geri gelmesi Yemeğin boğaza takıldığı hissi Yutma güçlüğü Boğaz ağrısı ve ses kısıklığı Öksürük Geğirme Hıçkırık Ağız kokusu Bulantı ve kusma ŞişkinlikReflü Neden Olur?Baharatlı yiyecekler, asitli meyveler, sigara, kızartılmış besinler, alkol, kafein, nane ve hamilelik reflüye neden olur. Gastroözefageal reflü nedenlerinin kökeninde yemek borusunun uzun bir süre, fazla miktarda mide asidik içeriği ile teması yatmaktadır. Mide asidik içeriğinin yemek borusu ile uzun süreli teması yemek borusunda hasara yol açar.Reflünün bir sonucu olarak genellikle yemekten sonra, geceleri veya uzanırken ağza acı su gelmesi, şişkinlik ve hazımsızlık, geğirme, midede yanma, göğüste ağrılı yanma hissi, yutma güçlüğü, mide bulantısı gibi belirtiler ortaya çıkar. Ayrıca ağız kokusu, iştah kaybı, öksürükte reflünün neden olduğu belirtilerdir.Normal olarak yemek borusunun alt ucundaki alt özefagus sfinkteri dediğimiz kastan oluşmuş kapak benzeri bir yapı vardır. Bu yapı asidin yemek borusuna geri kaçmasını önleyerek midenin içinde kalmasını sağlar. Reflü nedenleri arasında yer alan sfinkter kapağının sık aralıklar ile gevşemesi çok önemlidir. Bu kapak sık aralıklar ile gevşer ve mide asidik içeriği yemek borusuna geri kaçar.Bebeklerde reflüBebeklerde reflü, besinler bebeğin midesinden geri döndüğünde görülmektedir. Reflü, sağlıklı bebeklerde günde birkaç kez görülebilir. Bebek durumdan rahatsız görünmüyorsa endişe edilecek bir boyutta değildir. Bazı durumlarda reflünün 18 aydan sonra devam etmesi alışılmadık bir durumdur. Uzman doktora danışmanız faydalı olacaktır.Çocuklarda reflüGastroözofageal reflü, mideden yemek borusuna mide asidinin, ince bağırsak, safra ya da pankreas içeriğinin, tüketilen gıdaların kaçmasıdır. 2 ila 19 yaş arasındaki çocuklar ve gençlerin gastroözofageal reflüye sahip olmaları normal karşılanmaktadır. Çocuklarda veya gençlerde birkaç ay boyunca haftada 2 defadan fazla gastroözofageal reflü görülebilir.Hamilelikte reflüHamilelikte mide asidinden kaynaklanan hazımsızlık ya da mide ekşimesi sıklıkla görülebilir. Bu durum bebeğin mideye baskı yapmasından ve hormonal değişikliklerden kaynaklanabilir. Beslenmeye dikkat ederek, yaşam tarzında yapılan birkaç değişikli hazımsızlığı ve mide ekşimesini hafifletmeye yardımcı olabilir. Reflüyü Ne Tetikler?Stresli iş ve yaşam koşullarının yanı sıra modern şehir hayatıyla birlikte geleneksel yemek tarzı da şekil değiştirmiştir. Ev yemeklerinin giderek daha az tüketilmesi, saati değişen öğünler, hazır gıdalar ve fast food tarzı yiyecekler, kahve, çay, gazlı içecekler ve sigara tüketiminin artması, reflü oluşumunda önemli etkenlerdir.Reflüden Korunmak İçin Nelere Dikkat Edilmelidir?Reflü beslenme modeli iyi seçildiğinde ve yaşam tarzına dikkat edildiğinde önlenebilir ve iyileşebilen bir hastalıktır.Reflüyü önlemek için bu adımlardan yararlanabilirsiniz: Kilo kontrolünü sağlayın Yağlı, baharatlı, kafein ve gazlı içecek gibi reflüye neden olan gıdalardan uzak durun Daha küçük öğünler tercih edin Yemek yedikten hemen sonra en az üç saat uzanmayın. Yerçekimi asit geri akışının gelişmesine önlemeyi destekler Yatağınızın başını yükselterek mide asidinin midede tutulmasına yardımcı olun Sigara ve alkolden uzak durun Glutensiz beslenmeye dikkat edin Midenizi sıkmayacak bol giysiler tercih edinReflü Hastaları Nasıl Beslenmelidir? Reflü hastaları beslenmelerine dikkat ederek oluşabilecek semptomları azaltabilir. Yüksek lifli gıdalar tüketildiğinde tokluk hissi vererek fazla yeme olasılığını azaltır ve mide ekşimesini engellemeye yardımcı olur. Besinlerin asit seviyeleri reflüyü doğrudan etkileyebilir. Düşük Ph’a sahip olan besinlerin reflüye neden olma olasılığı yüksektir. Bunların dışında su içeren besinler mide asidini zayıflatabilir. Bu durum da reflü riskini azaltır.Reflüye Ne İyi Gelir?Mide asidinin yemek borusuna geri kaçması olan reflü hastalığına iyi gelen besinlerin başında lifli gıdalar gelir. Bunun yanı sıra elma, muz, brokoli, zencefil, havuç ve salatalıkla birlikte bitki çaylarından papatya çayı da reflüye iyi gelir. Bu şekilde doğru beslenme yöntemi, reflü sorunu olan kişilerin şikayetlerini kontrol altına almasını sağlayabilir. Reflüye iyi gelen gıdalar şunlardır: Lifli gıdalar Elma Muz Brokoli Zencefil Salatalık Papatya çayı Kantaron yağı Peynir Yulaf ezmesi, kuskus ve esmer pirinç gibi tam tahıllı ürünler Tatlı patates, havuç ve pancar gibi köklü sebzeler Kuşkonmaz, brokoli ve taze fasulye gibi yeşil sebzele reflüye iyi gelir.Reflüde uzak durulması ya da çok sınırlı miktarda tüketilmesi gereken yiyecek ve içecekler ise şöyledir: Kahve Çikolata Baharatlar Gazlı içecekler Sigara Soğan Sarımsak Yağda kızartılmış yiyecekler Alkol Salça Domates Ekşili yiyeceklerReflü Teşhisi Nasıl Konulur?Reflü şikâyetleri artan kişilerin en çok merak ettiği konulardan biri de reflü tedavisi. Mide içeriğinin ağza gelmesi, yutma güçlüğü, görülen diğer reflü belirtilerdir. Ağrılı yutkunma, geğirti, hıçkırık, bulantı ve kusma ise daha ender ortaya çıkar. Bu belirtileri reflü tedavisine başlamak için yeterli bir sebep olarak görebiliriz. Mevcut şikayetler, hikaye ve bulgulardan yola çıkarak gastroözofagial reflü tanısı konabilir. Tanı koymak veya hastalığın şiddetini belirlemek için endoskopi, pH ölçümü, kontrastlı grafiler, manometrik çalışmalar yapılır.Reflü tedavisinde reflü testlerinin de yeri çok önemlidir. Doktorunuzun (gastroenteroloğunuzun) reflü tanısını koyarken bulguların gerçekten reflüden kaynaklanıp kaynaklanmadığını, komplikasyonların gelişip gelişmediğini anlamak için birtakım testlere ihtiyacı olabilir. Reflü testlerini şu şekilde sıralayabiliriz;Baryum özefagus mide duedonum grafisi: Hasta baryum içerken radyoloğun floroskopide baryumun aşağıya yemek borusuna ve mideye seyahatini incelediği bir testtir.Gasroskopi: Endoskop ucunda ışık bulunan fleksibl bir tüptür. Bu tüpün ağızdan özefagusa ve mideye doğru ilerletilmesi sırasında yemek borusu incelenebilir. Hasta sedatize edilerek bu işlem gerçekleştirilir.Özefagus manometresi ve PH metre: Burundan çok ince fleksibl bir tüp yemek borusundan mideye gönderilerek buradaki basınçlar ve yukarı çıkan asit miktarı ölçülebilir.Reflü Tedavisi Nasıl Olur?Reflü tedavisinde ilk aşama genellikle mide asidini baskılayan ilaçlar ve yaşam tarzında değişikliklerle yapılır. İlaç tedavisi olarak bilinen proton pompası inhibitörleri midenin ürettiği asit miktarını azaltır ve yemek borusu astarını iyileştirir. Bununla birlikte tedaviye ek olarak yaşam ve beslenme tarzında değişiklik yapılmas reflü tedavisinde etkilidir.Obezite karın içi basıncını artırıp mideye yaptığı baskıyla reflüyü şiddetlendirir. Bu yüzden hasta; fazla kilolarından kurtulmalı, sigarayı bırakmalı, dar elbiseler giymemeli, yağlı yemeklerden veya kızartmalardan, domates salçasından, alkolden, çikolatadan, naneden, soğan ve sarımsaktan, kahveden uzak durmalıdır. Günümüzde reflü ameliyatları etkili bir şekilde yaygın olarak yapılmaktadır. Reflü ilaçlarının kullanımının işe yaramadığı durumlarda, yıllarca süren ilaç tedavisini tercih etmeyenlerde; reflüyle birlikte ilerlemiş mide fıtığı bulunanlarda reflü ameliyatı tercih edilebilir. En sık yapılan reflü ameliyatı ise nissen fundoplikasyon olup, bu ameliyatta yemek borusunun mideyle buluştuğu yerdeki kapak sistemi güçlendirilir. Bu sırada mide fıtığı da onarılır. Nissen fundoplikasyon Altın standart olarak laparoskopik (kapalı) yapılan, reflüye karşı en etkili ameliyattır.Reflü Hakkında Sık Sorulan SorularReflü nasıl bir hastalıktır?Bir sindirim sistemi hastalığı olan reflü, mide asidinin tekrar tekrar ağız ile mideyi birbirine bağlayan tüpe geri akmasıdır. Bu durum genellikle kişi yemek yedikten sonra gerçekleşir ve gerçekleştiği sırada midede yanma hissedilir.Reflü nasıl geçer?Lif içeren gıdalar, muz, brokoli, fasulye, papatya çayı ve peynir reflüye iyi gelen gıdaların başında gelir.Reflü ve gastrit arasındaki farklar nelerdir?Çoğu kişi reflü ve gastrit hastalıklarını birbiriyle karıştırılabilir. Reflü midedeki asidik içeriğin yemek borusuna geri kaçmasıdır, gastrit ise mide asitliğindeki artma ve mideyi asitten koruyan faktörlerin azalması sonucu ortaya çıkan mide veya oniki parmak bağırsağının iltihabıdır. Gastrit belirtileri arasında mide ağrısı, bulantı veya kusma, baş ağrısı, iştahsızlık, aniden çıkan ateş, baş dönmesi, dilde beyaz pas, yorgunluk görülürken, mideden boğaza doğru yayılan ve daha ziyade yemekten sonra oluşan boğazda yanma, reflünün en sık görülen belirtisidir.Reflü hastaları ne yememelidir?Reflü hastaları mide asidini harekete geçirmemek için asitli içeceklerden, baharatlardan, domates, turunçgiller, soğuk ve sıcak besinlerden uzak durmalıdır.Reflü diyeti nasıl yapılır?Reflü şikâyetlerini en aza indirmek istiyorsanız, uzman bir doktor kontrolünde reflü diyetine başlayabilirsiniz. Her insanın duyarlılığı farklı olduğundan, hastanın fark ettiği tetikleyici gıdadan uzak kalması reflü diyeti için en iyi seçenektir. Reflü diyeti sırasında küçük lokmalarla beslenmek ve yemekten hemen sonra uyumamak önemlidir. Uzanmak veya uyumak için yemeğin üzerinden en az 3 saat geçmelidir. Reflü diyeti sırasında uyurken belden üst kısmın daha yukarda olması yerçekimi ile reflünün oluşmasını engelleyebilir. Özellikle gece reflüsü olanlar buna dikkat edilmelidir. Baş altına konan yüksek yastıkların reflüye faydası yoktur. Bel kısmından itibaren yüksekte olacak şekilde ayarlanan yataklar da reflüye iyi gelebilir.Reflü ilacı var mıdır?Medikal tedavide yer alan anti asit grubu reflü ilaçları yemek borusunu koruyarak ve mide asiditesini bastırarak tedaviye yardımcı olurlar. Reflü ilaçlarının kullanımında dikkat etmeniz gereken şey ise mutlaka doktor kontrolünde alınması gerektiğidir. Mide asidini bastıran H2 blokerleri ve proton pompa inhibitörleri gibi reflü ilaçları da doktorunuzun öngöreceği dozlarda kullanılmalıdır. İlaç tedavisi ile hastaların çoğunda gastroözefageal reflü hastalığının bulguları önlenebilir. Reflü ilaçlarının yanı sıra asidin yemek borusundan mideye aşağı doğru geçişini kolaylaştıran Prokinetik ilaçlar da tedavide yer alırlar. Eğer reflü şikayetleri ilaç tedavisi ile azalmıyorsa ya da kanama, Barrett, darlık gibi komplikasyonlar varsa cerrahi tekniklerden faydalanılabilir. Cerrahi teknikler asit reflüsünü önleyen yemek borusu ve mide arasındaki doğal bariyerleri düzeltirler.Reflü krizi var mıdır?Reflü krizi değil ancak reflü hastası olan kişi kalp krizi geçirdiğini düşünebilir. Yemeklerden sonra olan bazen gece uykudan uyandırabilen göğüs ortasında yanma ve ağrı, ağıza acı su gelmesi bu hastalığın tipik yakınmalarıdır. Ağrılar bazen o kadar çok şiddetli olabilir ki hasta kalp krizi geçirdiğini bile sanabilir. Mide suyu ve gıdalar boğaza, hatta ağza kadar ulaşabilir. Bu durumda boğaz ağrısı, ses kısıklığı, öksürük, ağız kokusu ve özellikle çocuklarda ağız-diş sorunlarına sebep olabilir. Öte yandan hastalığın nadir de olsa tipik yakınmalara yol açmadan kanama, yemek borusunda darlık veya yemek borusu kanseri ile karşımıza çıkabileceği de unutulmamalıdır.Reflü ülsere neden olur mu?Reflü bazı durumlarda ülsere neden olabilir. Klasik reflü belirtileri, hastanın reflü olma tanısını kuvvetlendirir. Daha rasyonel bulguların; endoskopik incelemeyle ve 24 saat süreyle yemek borusuna gelen mide asidinin bir cihaz yardımıyla ölçülmesi ile reflü olup olmadığı belirlenebilmektedir. Reflüye bağlı olarak kanama, ülser, yemek borusunda delinme veya darlık gelişebilmektedir.Reflü kansere sebep olur mu?Reflü kanser yapar mı endişesinin cevabı ise yeni uzman kontrolünden geçiyor. Reflünün halk arasındaki en korkulan komplikasyonu kanser gelişimidir. “Barrettözofagus” denilen hücresel bir dönüşüm buna zemin hazırlamaktadır. Barrettözofagus’un sıklığı reflülü hastalarda %3-20 arasında değişmektedir. Barrettözofagus’lu hastalardan yıllık kanser gelişme sıklığı ise %0,5 dolayındadır. Dolayısıyla reflü kanser yapar diyemeyiz. Ancak kontrollerin aksatılmaması gerekir.Reflü yastığı işe yarar mı?Reflü yastığı ya da reflü yatağı değil ama reflü şikayetlerinde yastığı yükseltmek yerini yatağın başını 30- 45 cm yükseltmek daha uygundur.Mide reflüsü tedavis edilmezse ne olur?Eğer reflü tedavi edilmezse ciddi komplikasyonlarla seyredebilir. Örneğin yemek borusunda darlık, kanama ve mukozada prekanseröz (kanser öncesi ) birtakım değişikliklere (barrett özefagusu) neden olabilir. Sizi ve doktorunuzu uyarması gereken semptomlar şunlardır; Yutma güçlüğü (disfaji), kanama, boğulma hissi, öksürük, ses kısıklığı, kilo kaybıReflüye iyi gelen yiyecekler hangileridir?Reflü hastalığı olan kişiler kızartma, çikolata, yağlı yiyecekler gibi mideden geç atılan, midenin boşalmasını güçlendiren yiyecekler tüketmemelidir. Özellikle baharatlı gıdalar tüketirken dikkat edilmelidir. Aynı şekilde yemek borusunun daha fazla aside maruz kalmasına neden olabilecek turunçgiller, gazlı içecekler ve baharatlar gibi asidik yiyeceklerden de uzak durmak gerekir. Beslenme alışkanlıklarının yanında; kilo verme, sigarayı bırakma, yatak başının yükseltilmesi, yemekten sonraki 2-3 saat içinde uzanmama gibi yaşamsal önlemler de özofageal asit maruziyetini azaltabilmektedir.Özofajit nedir?Özofajit, özofagus yani yemek borusunun iltihaplanması anlamına gelmektedir. Özofajit önce yemek borusunun mukozasını etkilemektedir. En sık görülme nedeni gostoözofageal reflüdür.Reflü hastaları yoğurt yiyebilir mi?Reflü hastaları için yağ oranı düşük yoğurt tüketmek güvenli olabilir. Tam yağlı yoğurdun sindirimi zor olduğundan, semptomları tetiklememesi için tüketmemek faydalı olacaktır.Reflü atağı ne kadar sürer?Reflü atağından dolayı oluşan mide ekşimesinin süresi kişiden kişiye göre değişebilir. Bazı durumlarda reflü atağı dakikalarca ya da saatlerce sürebilir. İlk reflü atağı sona erdikten sonra, eğilme ya da yatma durumunda semptomlar tekrar ortaya çıkabilir.Reflü için evde ne yapılabilir?Reflü ataklarından kaçınmak için tüketilen besinler önem taşımaktadır. Belli besinleri tüketerek bu semptomlardan kaçınabilirsiniz. Yağsız süt mide ekşimesi semptomlarının rahatlamasına yardımcı olur. Tüketilebilecek olan az yağlı yoğurt da midede yatıştırıcı özellik gösterebilir. Zencefil, alkali bir besin olduğundan sindirime yardımcı olur. Mide ekşimesi hissettiğinizde zencefil çayından yararlanabilirsiniz. Limon suyu asidik olsa da ılık su ve bal ile karıştırıldığında mide asidini dengelemede etkili olabilir.Reflü tedavisinde bu besinleri tüketmeden önce mutlaka uzman doktora danışınız.Reflüye maden suyu iyi gelir mi?Hidrojen karbonat bakımından zengin bir maden suyu, reflünün yarattığı mide ekşimesini azaltabilir.Bebeklerde reflü belirtisi nelerdir?Bebeklerde çok sık görülen sindirim sorunlarından biri, yiyecek ve içeceklerin kusma olmadan ağıza geri gelmesi durumudur. Bu yolla, ağız ve burundan dışarıya çıkabilir. Bebeklik döneminde görülen ve reflü olarak adlandırılan bu sorun. bebeğin yaşamının ilk yılında sıklıkla ortaya çıkar, daha çok 4’üncü ayda zirve yapıp, 6’ıncı aydan sonra giderek azalır. Sorunun kalıcı olduğu düşünülse de genellikle 12-15’inci aylara doğru sorun tamamen ortadan kalkmaktadır.Bebeklerde reflü tanısı nasıl konulur?Fizyolojik reflü hemen hemen her bebekte görülmektedir. Doğru tanı ve tedavisi uygulanırsa bebeğin reflüden kaynaklanan tüm rahatsızlıkları sonlandırılabilir. Tanı için bebeğe bir elektrot prop yutturulur. Aynı zamanda yemek borusunun mideye en yakın kısmına iki tane pH ölçer elektrot yerleştirilir. Bu şekilde günde kaç kez reflünün tekrar ettiği takip edilebilir ve asidik derecesi ölçülebilir. Bir diğer tanı yöntemi ise endoskopidir.Bebeklerde reflü nasıl önlenir?Bebeklere anestezi altında endoskopi yapmak çok da tercih edilen bir tanı yöntemi değildir. Bebeğe daha az zarar vermek amacıyla tedaviden teşhise gidilmesi tercih edilir. Eğer reflü olduğu düşünülüyorsa; mide asidini baskılayacak ilaçlar verilebilir. Midede şişkinlik, az kaka yapılması, sürekli geğirme mide hareketinin az olduğu gösterir. Bunun için mide hareketini artıracak ilaçlar verilebilir. Bebekler azar azar ve sık beslenmelidir. Yatmadan 2 saat önce emme işlemi kesilmelidir. Her emmeden sonra en az 45 dakika dik pozisyonda tutulmalıdır. Bebek reflü yastığı önlem için merak edilen bir konudur. Ancak bebeklerde reflü yastığı dışında, bebeğin uyurken de başının en az bir 30 derece yukarda olması önemlidir. Ek gıdaya geçmiş olan bebeklere mandalina, portakal ve alerji riski yüksek olan çilek, gazlı içecekler, kakao içeren çikolata, fındık, fıstık reflüyü tetiklediği için verilmemelidir.Bebeklerde reflü tedavi edilmezse ne olur?Bebeklerde gelişen reflünün türünün saptanması çok önemlidir. Her beslenmenin ardından, bir miktar kusan, kusmuğunda safra ve kan olmayan, gelişmesi iyi olan bebeklerde görülen reflü fizyolojiktir. Bebeğin tartı alımı duraklamışsa, kilo kaybı varsa patolojik reflü olabilir; bu mutlaka araştırılmalıdır. Reflü bebeklerde pek çok probleme yol açmakta ve farklı hastalıklara da zemin hazırlayabilmektedir. Bebeklerde reflü tedavi edilmezse, kilo kaybı ve gelişme geriliğine neden olur. Yemek borusundaki tahrişe bağlı olarak ağrı ve iştahsızlığa yol açar. Uyku pozisyonundan kaynaklanan rahatsızlık nedeniyle huzursuzluk görülebilir. Uykuya dalma ve sürdürmede zorluk yaşar. Sürekli kusan bebeklerin soluk borusuna da süt kaçırma riski yüksek olduğu için sık sık akciğer enfeksiyonları yaşanabilir. Ses telleri zarar görebilir. Solunum yollarında bronş tıkanıklığına bağlı olarak aşırı hışıltı ve hırıltı olabilir.Boğaz reflüsü nedir?Mide, kendisine gelen yiyecekleri sindirebilmek için asit salgılar. Mide içeriğinin ve sıvısının mide dışına çıkmaması için var olan kapakçık sistemi mide sıvısının mideden dışarı kaçağını önlemeye çalışır. Mide ile yemek borusu arasındaki kapakçık (alt özofagus sfinkteri) uygun çalışmadığı zaman, midenin asitli içeriği yukarıya yemek borusuna doğru kaçar. Buna “Gastroözofageal reflü (GÖR)” denir. Yemek borusu ile boğaz arasındaki kapakçık (üst özofagus sfinkteri) çalışmadığı zaman ise, mide içeriği aside, mide içeriğine ve safraya karşı çok daha hassas olan boğaza ve larinkse yani ses tellerine kadar ulaşır. Bu duruma ise, boğaz reflüsü yani “Laringofaringeal reflü (LFR)” adı verilir. Bu reflü yaygın olarak bilinen mide reflüsundan farklıdır. Boğazda olan üst reflü gün içinde ve ayakta daha fazla iken, mide reflüsü yatarken daha sık ve rahatsız edicidir. LFR gelişiminde gırtlak ve yutak dokularının hassas yapısı ve bazı sinirsel refleksler, yemek borusu hareketleri de önemli role sahiptirler. Reflüye bağlı ses problemleri ya asidin doğrudan irritatif etkisiyle ya da boğaz, gırtlak ve boyun kaslarının aside karşı refleks olarak kasılması ve sertleşmesiyle ortaya çıkar.Reflü nasıl anlaşılır?Daha çok yemek yedikten sonra midede yanma ve ekşime, ağıza acı sıvı gelmesi, yutma güçlüğü, boğazda yumru hissi, kusma ve öksürük reflüyü işaret eden belirtilerdir. Bu belirtiler geceleri yatarken daha da artabilir.Yetişkinlerde reflü belirtileri nelerdir?Reflü genellikle yemek yedikten sonra, uzanırken ve gece uyurken, yakın zamanda tüketilen bir gıda veya sıvının acımsı bir tatla boğaza geri gelmesi, göğüs ağrısı, mide yanması, yutma güçlüğü ve boğazda yumru hissine neden olur.Asit reflü semptomlarını yönetmeye yardımcı yöntemler nelerdir?Papatya, meyan kökü ve zencefil gibi bitki çayları, az yağlı süt ve badem sütü, salatalık yemek, havuç yemek, su içmek ve antasitler asit reflü etkilerini ortadan kaldırmaya yardım eder.
Reflü Nedir?Reflü, mide asidinin mideden yemek borusuna (özefagusa) geri gelerek midede yanma hissi oluşturmasıdır. Hastalar göğüs kafesinin arkasında yanma (heartburn) yanı sıra yemek borusunun arkasındaki yanma ve ağza gıdaların ve acı suyun gelmesi gibi şikayetler yaşarlar. Reflü, genellikle yemeklerden sonra meydana gelir ve özellikle yatarken göğüste ve midede rahatsız edici bir yanma hissi, ağıza acı su gelmesi, mide bulantısı, yutma güçlüğü ve geğirme reflüde görülen belirtilerdir.Toplumda sık rastlanan bir hastalık olan reflü, ülkemizde de toplumun %20’sinde görülür. Genellikle kişinin yaşam tarzında ve beslenme düzeninde yapacağı değişiklikler reflünün iyileşmesini sağlar ancak daha şiddetli vakalar cerrahi müdahale gerektirebilir.Reflü Belirtileri Nelerdir?Özellikle baharatlı, yağlı gıdalar, çikolata, alkol veya taze sıkılmış meyve sularının tüketimi ve yemek sonrası ortaya çıkan reflü belirtileri, mideden boğaza doğru yayılan yanma, mide ekşimesi, mide içeriğinin ağıza acı su olarak gelmesi, yutma güçlüğü, geğirme, hıçkırık, bulantı ve kusmadır.Daha çok yemek sonrasında ortaya çıkan reflü belirtileri şunlardır:Reflü Neden Olur?Baharatlı yiyecekler, asitli meyveler, sigara, kızartılmış besinler, alkol, kafein, nane ve hamilelik reflüye neden olur. Gastroözefageal reflü nedenlerinin kökeninde yemek borusunun uzun bir süre, fazla miktarda mide asidik içeriği ile teması yatmaktadır. Mide asidik içeriğinin yemek borusu ile uzun süreli teması yemek borusunda hasara yol açar.Reflünün bir sonucu olarak genellikle yemekten sonra, geceleri veya uzanırken ağza acı su gelmesi, şişkinlik ve hazımsızlık, geğirme, midede yanma, göğüste ağrılı yanma hissi, yutma güçlüğü, mide bulantısı gibi belirtiler ortaya çıkar. Ayrıca ağız kokusu, iştah kaybı, öksürükte reflünün neden olduğu belirtilerdir.Normal olarak yemek borusunun alt ucundaki alt özefagus sfinkteri dediğimiz kastan oluşmuş kapak benzeri bir yapı vardır. Bu yapı asidin yemek borusuna geri kaçmasını önleyerek midenin içinde kalmasını sağlar. Reflü nedenleri arasında yer alan sfinkter kapağının sık aralıklar ile gevşemesi çok önemlidir. Bu kapak sık aralıklar ile gevşer ve mide asidik içeriği yemek borusuna geri kaçar.Bebeklerde reflüBebeklerde reflü, besinler bebeğin midesinden geri döndüğünde görülmektedir. Reflü, sağlıklı bebeklerde günde birkaç kez görülebilir. Bebek durumdan rahatsız görünmüyorsa endişe edilecek bir boyutta değildir. Bazı durumlarda reflünün 18 aydan sonra devam etmesi alışılmadık bir durumdur. Uzman doktora danışmanız faydalı olacaktır.Çocuklarda reflüGastroözofageal reflü, mideden yemek borusuna mide asidinin, ince bağırsak, safra ya da pankreas içeriğinin, tüketilen gıdaların kaçmasıdır. 2 ila 19 yaş arasındaki çocuklar ve gençlerin gastroözofageal reflüye sahip olmaları normal karşılanmaktadır. Çocuklarda veya gençlerde birkaç ay boyunca haftada 2 defadan fazla gastroözofageal reflü görülebilir.Hamilelikte reflüHamilelikte mide asidinden kaynaklanan hazımsızlık ya da mide ekşimesi sıklıkla görülebilir. Bu durum bebeğin mideye baskı yapmasından ve hormonal değişikliklerden kaynaklanabilir. Beslenmeye dikkat ederek, yaşam tarzında yapılan birkaç değişikli hazımsızlığı ve mide ekşimesini hafifletmeye yardımcı olabilir. Reflüyü Ne Tetikler?Stresli iş ve yaşam koşullarının yanı sıra modern şehir hayatıyla birlikte geleneksel yemek tarzı da şekil değiştirmiştir. Ev yemeklerinin giderek daha az tüketilmesi, saati değişen öğünler, hazır gıdalar ve fast food tarzı yiyecekler, kahve, çay, gazlı içecekler ve sigara tüketiminin artması, reflü oluşumunda önemli etkenlerdir.Reflüden Korunmak İçin Nelere Dikkat Edilmelidir?Reflü beslenme modeli iyi seçildiğinde ve yaşam tarzına dikkat edildiğinde önlenebilir ve iyileşebilen bir hastalıktır.Reflüyü önlemek için bu adımlardan yararlanabilirsiniz:Reflü Hastaları Nasıl Beslenmelidir? Reflü hastaları beslenmelerine dikkat ederek oluşabilecek semptomları azaltabilir. Yüksek lifli gıdalar tüketildiğinde tokluk hissi vererek fazla yeme olasılığını azaltır ve mide ekşimesini engellemeye yardımcı olur. Besinlerin asit seviyeleri reflüyü doğrudan etkileyebilir. Düşük Ph’a sahip olan besinlerin reflüye neden olma olasılığı yüksektir. Bunların dışında su içeren besinler mide asidini zayıflatabilir. Bu durum da reflü riskini azaltır.Reflüye Ne İyi Gelir?Mide asidinin yemek borusuna geri kaçması olan reflü hastalığına iyi gelen besinlerin başında lifli gıdalar gelir. Bunun yanı sıra elma, muz, brokoli, zencefil, havuç ve salatalıkla birlikte bitki çaylarından papatya çayı da reflüye iyi gelir. Bu şekilde doğru beslenme yöntemi, reflü sorunu olan kişilerin şikayetlerini kontrol altına almasını sağlayabilir. Reflüye iyi gelen gıdalar şunlardır:Reflüde uzak durulması ya da çok sınırlı miktarda tüketilmesi gereken yiyecek ve içecekler ise şöyledir:Reflü Teşhisi Nasıl Konulur?Reflü şikâyetleri artan kişilerin en çok merak ettiği konulardan biri de reflü tedavisi. Mide içeriğinin ağza gelmesi, yutma güçlüğü, görülen diğer reflü belirtilerdir. Ağrılı yutkunma, geğirti, hıçkırık, bulantı ve kusma ise daha ender ortaya çıkar. Bu belirtileri reflü tedavisine başlamak için yeterli bir sebep olarak görebiliriz. Mevcut şikayetler, hikaye ve bulgulardan yola çıkarak gastroözofagial reflü tanısı konabilir. Tanı koymak veya hastalığın şiddetini belirlemek için endoskopi, pH ölçümü, kontrastlı grafiler, manometrik çalışmalar yapılır.Reflü tedavisinde reflü testlerinin de yeri çok önemlidir. Doktorunuzun (gastroenteroloğunuzun) reflü tanısını koyarken bulguların gerçekten reflüden kaynaklanıp kaynaklanmadığını, komplikasyonların gelişip gelişmediğini anlamak için birtakım testlere ihtiyacı olabilir. Reflü testlerini şu şekilde sıralayabiliriz;Baryum özefagus mide duedonum grafisi: Hasta baryum içerken radyoloğun floroskopide baryumun aşağıya yemek borusuna ve mideye seyahatini incelediği bir testtir.Gasroskopi: Endoskop ucunda ışık bulunan fleksibl bir tüptür. Bu tüpün ağızdan özefagusa ve mideye doğru ilerletilmesi sırasında yemek borusu incelenebilir. Hasta sedatize edilerek bu işlem gerçekleştirilir.Özefagus manometresi ve PH metre: Burundan çok ince fleksibl bir tüp yemek borusundan mideye gönderilerek buradaki basınçlar ve yukarı çıkan asit miktarı ölçülebilir.Reflü Tedavisi Nasıl Olur?Reflü tedavisinde ilk aşama genellikle mide asidini baskılayan ilaçlar ve yaşam tarzında değişikliklerle yapılır. İlaç tedavisi olarak bilinen proton pompası inhibitörleri midenin ürettiği asit miktarını azaltır ve yemek borusu astarını iyileştirir. Bununla birlikte tedaviye ek olarak yaşam ve beslenme tarzında değişiklik yapılmas reflü tedavisinde etkilidir.Obezite karın içi basıncını artırıp mideye yaptığı baskıyla reflüyü şiddetlendirir. Bu yüzden hasta; fazla kilolarından kurtulmalı, sigarayı bırakmalı, dar elbiseler giymemeli, yağlı yemeklerden veya kızartmalardan, domates salçasından, alkolden, çikolatadan, naneden, soğan ve sarımsaktan, kahveden uzak durmalıdır. Günümüzde reflü ameliyatları etkili bir şekilde yaygın olarak yapılmaktadır. Reflü ilaçlarının kullanımının işe yaramadığı durumlarda, yıllarca süren ilaç tedavisini tercih etmeyenlerde; reflüyle birlikte ilerlemiş mide fıtığı bulunanlarda reflü ameliyatı tercih edilebilir. En sık yapılan reflü ameliyatı ise nissen fundoplikasyon olup, bu ameliyatta yemek borusunun mideyle buluştuğu yerdeki kapak sistemi güçlendirilir. Bu sırada mide fıtığı da onarılır. Nissen fundoplikasyon Altın standart olarak laparoskopik (kapalı) yapılan, reflüye karşı en etkili ameliyattır.Reflü Hakkında Sık Sorulan SorularReflü nasıl bir hastalıktır?Bir sindirim sistemi hastalığı olan reflü, mide asidinin tekrar tekrar ağız ile mideyi birbirine bağlayan tüpe geri akmasıdır. Bu durum genellikle kişi yemek yedikten sonra gerçekleşir ve gerçekleştiği sırada midede yanma hissedilir.Reflü nasıl geçer?Lif içeren gıdalar, muz, brokoli, fasulye, papatya çayı ve peynir reflüye iyi gelen gıdaların başında gelir.Reflü ve gastrit arasındaki farklar nelerdir?Çoğu kişi reflü ve gastrit hastalıklarını birbiriyle karıştırılabilir. Reflü midedeki asidik içeriğin yemek borusuna geri kaçmasıdır, gastrit ise mide asitliğindeki artma ve mideyi asitten koruyan faktörlerin azalması sonucu ortaya çıkan mide veya oniki parmak bağırsağının iltihabıdır. Gastrit belirtileri arasında mide ağrısı, bulantı veya kusma, baş ağrısı, iştahsızlık, aniden çıkan ateş, baş dönmesi, dilde beyaz pas, yorgunluk görülürken, mideden boğaza doğru yayılan ve daha ziyade yemekten sonra oluşan boğazda yanma, reflünün en sık görülen belirtisidir.Reflü hastaları ne yememelidir?Reflü hastaları mide asidini harekete geçirmemek için asitli içeceklerden, baharatlardan, domates, turunçgiller, soğuk ve sıcak besinlerden uzak durmalıdır.Reflü diyeti nasıl yapılır?Reflü şikâyetlerini en aza indirmek istiyorsanız, uzman bir doktor kontrolünde reflü diyetine başlayabilirsiniz. Her insanın duyarlılığı farklı olduğundan, hastanın fark ettiği tetikleyici gıdadan uzak kalması reflü diyeti için en iyi seçenektir. Reflü diyeti sırasında küçük lokmalarla beslenmek ve yemekten hemen sonra uyumamak önemlidir. Uzanmak veya uyumak için yemeğin üzerinden en az 3 saat geçmelidir. Reflü diyeti sırasında uyurken belden üst kısmın daha yukarda olması yerçekimi ile reflünün oluşmasını engelleyebilir. Özellikle gece reflüsü olanlar buna dikkat edilmelidir. Baş altına konan yüksek yastıkların reflüye faydası yoktur. Bel kısmından itibaren yüksekte olacak şekilde ayarlanan yataklar da reflüye iyi gelebilir.Reflü ilacı var mıdır?Medikal tedavide yer alan anti asit grubu reflü ilaçları yemek borusunu koruyarak ve mide asiditesini bastırarak tedaviye yardımcı olurlar. Reflü ilaçlarının kullanımında dikkat etmeniz gereken şey ise mutlaka doktor kontrolünde alınması gerektiğidir. Mide asidini bastıran H2 blokerleri ve proton pompa inhibitörleri gibi reflü ilaçları da doktorunuzun öngöreceği dozlarda kullanılmalıdır. İlaç tedavisi ile hastaların çoğunda gastroözefageal reflü hastalığının bulguları önlenebilir. Reflü ilaçlarının yanı sıra asidin yemek borusundan mideye aşağı doğru geçişini kolaylaştıran Prokinetik ilaçlar da tedavide yer alırlar. Eğer reflü şikayetleri ilaç tedavisi ile azalmıyorsa ya da kanama, Barrett, darlık gibi komplikasyonlar varsa cerrahi tekniklerden faydalanılabilir. Cerrahi teknikler asit reflüsünü önleyen yemek borusu ve mide arasındaki doğal bariyerleri düzeltirler.Reflü krizi var mıdır?Reflü krizi değil ancak reflü hastası olan kişi kalp krizi geçirdiğini düşünebilir. Yemeklerden sonra olan bazen gece uykudan uyandırabilen göğüs ortasında yanma ve ağrı, ağıza acı su gelmesi bu hastalığın tipik yakınmalarıdır. Ağrılar bazen o kadar çok şiddetli olabilir ki hasta kalp krizi geçirdiğini bile sanabilir. Mide suyu ve gıdalar boğaza, hatta ağza kadar ulaşabilir. Bu durumda boğaz ağrısı, ses kısıklığı, öksürük, ağız kokusu ve özellikle çocuklarda ağız-diş sorunlarına sebep olabilir. Öte yandan hastalığın nadir de olsa tipik yakınmalara yol açmadan kanama, yemek borusunda darlık veya yemek borusu kanseri ile karşımıza çıkabileceği de unutulmamalıdır.Reflü ülsere neden olur mu?Reflü bazı durumlarda ülsere neden olabilir. Klasik reflü belirtileri, hastanın reflü olma tanısını kuvvetlendirir. Daha rasyonel bulguların; endoskopik incelemeyle ve 24 saat süreyle yemek borusuna gelen mide asidinin bir cihaz yardımıyla ölçülmesi ile reflü olup olmadığı belirlenebilmektedir. Reflüye bağlı olarak kanama, ülser, yemek borusunda delinme veya darlık gelişebilmektedir.Reflü kansere sebep olur mu?Reflü kanser yapar mı endişesinin cevabı ise yeni uzman kontrolünden geçiyor. Reflünün halk arasındaki en korkulan komplikasyonu kanser gelişimidir. “Barrettözofagus” denilen hücresel bir dönüşüm buna zemin hazırlamaktadır. Barrettözofagus’un sıklığı reflülü hastalarda %3-20 arasında değişmektedir. Barrettözofagus’lu hastalardan yıllık kanser gelişme sıklığı ise %0,5 dolayındadır. Dolayısıyla reflü kanser yapar diyemeyiz. Ancak kontrollerin aksatılmaması gerekir.Reflü yastığı işe yarar mı?Reflü yastığı ya da reflü yatağı değil ama reflü şikayetlerinde yastığı yükseltmek yerini yatağın başını 30- 45 cm yükseltmek daha uygundur.Mide reflüsü tedavis edilmezse ne olur?Eğer reflü tedavi edilmezse ciddi komplikasyonlarla seyredebilir. Örneğin yemek borusunda darlık, kanama ve mukozada prekanseröz (kanser öncesi ) birtakım değişikliklere (barrett özefagusu) neden olabilir. Sizi ve doktorunuzu uyarması gereken semptomlar şunlardır; Yutma güçlüğü (disfaji), kanama, boğulma hissi, öksürük, ses kısıklığı, kilo kaybıReflüye iyi gelen yiyecekler hangileridir?Reflü hastalığı olan kişiler kızartma, çikolata, yağlı yiyecekler gibi mideden geç atılan, midenin boşalmasını güçlendiren yiyecekler tüketmemelidir. Özellikle baharatlı gıdalar tüketirken dikkat edilmelidir. Aynı şekilde yemek borusunun daha fazla aside maruz kalmasına neden olabilecek turunçgiller, gazlı içecekler ve baharatlar gibi asidik yiyeceklerden de uzak durmak gerekir. Beslenme alışkanlıklarının yanında; kilo verme, sigarayı bırakma, yatak başının yükseltilmesi, yemekten sonraki 2-3 saat içinde uzanmama gibi yaşamsal önlemler de özofageal asit maruziyetini azaltabilmektedir.Özofajit nedir?Özofajit, özofagus yani yemek borusunun iltihaplanması anlamına gelmektedir. Özofajit önce yemek borusunun mukozasını etkilemektedir. En sık görülme nedeni gostoözofageal reflüdür.Reflü hastaları yoğurt yiyebilir mi?Reflü hastaları için yağ oranı düşük yoğurt tüketmek güvenli olabilir. Tam yağlı yoğurdun sindirimi zor olduğundan, semptomları tetiklememesi için tüketmemek faydalı olacaktır.Reflü atağı ne kadar sürer?Reflü atağından dolayı oluşan mide ekşimesinin süresi kişiden kişiye göre değişebilir. Bazı durumlarda reflü atağı dakikalarca ya da saatlerce sürebilir. İlk reflü atağı sona erdikten sonra, eğilme ya da yatma durumunda semptomlar tekrar ortaya çıkabilir.Reflü için evde ne yapılabilir?Reflü ataklarından kaçınmak için tüketilen besinler önem taşımaktadır. Belli besinleri tüketerek bu semptomlardan kaçınabilirsiniz.Reflü tedavisinde bu besinleri tüketmeden önce mutlaka uzman doktora danışınız.Reflüye maden suyu iyi gelir mi?Hidrojen karbonat bakımından zengin bir maden suyu, reflünün yarattığı mide ekşimesini azaltabilir.Bebeklerde reflü belirtisi nelerdir?Bebeklerde çok sık görülen sindirim sorunlarından biri, yiyecek ve içeceklerin kusma olmadan ağıza geri gelmesi durumudur. Bu yolla, ağız ve burundan dışarıya çıkabilir. Bebeklik döneminde görülen ve reflü olarak adlandırılan bu sorun. bebeğin yaşamının ilk yılında sıklıkla ortaya çıkar, daha çok 4’üncü ayda zirve yapıp, 6’ıncı aydan sonra giderek azalır. Sorunun kalıcı olduğu düşünülse de genellikle 12-15’inci aylara doğru sorun tamamen ortadan kalkmaktadır.Bebeklerde reflü tanısı nasıl konulur?Fizyolojik reflü hemen hemen her bebekte görülmektedir. Doğru tanı ve tedavisi uygulanırsa bebeğin reflüden kaynaklanan tüm rahatsızlıkları sonlandırılabilir. Tanı için bebeğe bir elektrot prop yutturulur. Aynı zamanda yemek borusunun mideye en yakın kısmına iki tane pH ölçer elektrot yerleştirilir. Bu şekilde günde kaç kez reflünün tekrar ettiği takip edilebilir ve asidik derecesi ölçülebilir. Bir diğer tanı yöntemi ise endoskopidir.Bebeklerde reflü nasıl önlenir?Bebeklere anestezi altında endoskopi yapmak çok da tercih edilen bir tanı yöntemi değildir. Bebeğe daha az zarar vermek amacıyla tedaviden teşhise gidilmesi tercih edilir. Eğer reflü olduğu düşünülüyorsa; mide asidini baskılayacak ilaçlar verilebilir. Midede şişkinlik, az kaka yapılması, sürekli geğirme mide hareketinin az olduğu gösterir. Bunun için mide hareketini artıracak ilaçlar verilebilir. Bebekler azar azar ve sık beslenmelidir. Yatmadan 2 saat önce emme işlemi kesilmelidir. Her emmeden sonra en az 45 dakika dik pozisyonda tutulmalıdır. Bebek reflü yastığı önlem için merak edilen bir konudur. Ancak bebeklerde reflü yastığı dışında, bebeğin uyurken de başının en az bir 30 derece yukarda olması önemlidir. Ek gıdaya geçmiş olan bebeklere mandalina, portakal ve alerji riski yüksek olan çilek, gazlı içecekler, kakao içeren çikolata, fındık, fıstık reflüyü tetiklediği için verilmemelidir.Bebeklerde reflü tedavi edilmezse ne olur?Bebeklerde gelişen reflünün türünün saptanması çok önemlidir. Her beslenmenin ardından, bir miktar kusan, kusmuğunda safra ve kan olmayan, gelişmesi iyi olan bebeklerde görülen reflü fizyolojiktir. Bebeğin tartı alımı duraklamışsa, kilo kaybı varsa patolojik reflü olabilir; bu mutlaka araştırılmalıdır. Reflü bebeklerde pek çok probleme yol açmakta ve farklı hastalıklara da zemin hazırlayabilmektedir. Bebeklerde reflü tedavi edilmezse, kilo kaybı ve gelişme geriliğine neden olur. Yemek borusundaki tahrişe bağlı olarak ağrı ve iştahsızlığa yol açar. Uyku pozisyonundan kaynaklanan rahatsızlık nedeniyle huzursuzluk görülebilir. Uykuya dalma ve sürdürmede zorluk yaşar. Sürekli kusan bebeklerin soluk borusuna da süt kaçırma riski yüksek olduğu için sık sık akciğer enfeksiyonları yaşanabilir. Ses telleri zarar görebilir. Solunum yollarında bronş tıkanıklığına bağlı olarak aşırı hışıltı ve hırıltı olabilir.Boğaz reflüsü nedir?Mide, kendisine gelen yiyecekleri sindirebilmek için asit salgılar. Mide içeriğinin ve sıvısının mide dışına çıkmaması için var olan kapakçık sistemi mide sıvısının mideden dışarı kaçağını önlemeye çalışır. Mide ile yemek borusu arasındaki kapakçık (alt özofagus sfinkteri) uygun çalışmadığı zaman, midenin asitli içeriği yukarıya yemek borusuna doğru kaçar. Buna “Gastroözofageal reflü (GÖR)” denir. Yemek borusu ile boğaz arasındaki kapakçık (üst özofagus sfinkteri) çalışmadığı zaman ise, mide içeriği aside, mide içeriğine ve safraya karşı çok daha hassas olan boğaza ve larinkse yani ses tellerine kadar ulaşır. Bu duruma ise, boğaz reflüsü yani “Laringofaringeal reflü (LFR)” adı verilir. Bu reflü yaygın olarak bilinen mide reflüsundan farklıdır. Boğazda olan üst reflü gün içinde ve ayakta daha fazla iken, mide reflüsü yatarken daha sık ve rahatsız edicidir. LFR gelişiminde gırtlak ve yutak dokularının hassas yapısı ve bazı sinirsel refleksler, yemek borusu hareketleri de önemli role sahiptirler. Reflüye bağlı ses problemleri ya asidin doğrudan irritatif etkisiyle ya da boğaz, gırtlak ve boyun kaslarının aside karşı refleks olarak kasılması ve sertleşmesiyle ortaya çıkar.Reflü nasıl anlaşılır?Daha çok yemek yedikten sonra midede yanma ve ekşime, ağıza acı sıvı gelmesi, yutma güçlüğü, boğazda yumru hissi, kusma ve öksürük reflüyü işaret eden belirtilerdir. Bu belirtiler geceleri yatarken daha da artabilir.Yetişkinlerde reflü belirtileri nelerdir?Reflü genellikle yemek yedikten sonra, uzanırken ve gece uyurken, yakın zamanda tüketilen bir gıda veya sıvının acımsı bir tatla boğaza geri gelmesi, göğüs ağrısı, mide yanması, yutma güçlüğü ve boğazda yumru hissine neden olur.Asit reflü semptomlarını yönetmeye yardımcı yöntemler nelerdir?Papatya, meyan kökü ve zencefil gibi bitki çayları, az yağlı süt ve badem sütü, salatalık yemek, havuç yemek, su içmek ve antasitler asit reflü etkilerini ortadan kaldırmaya yardım eder. | 16,140 |
582 | Hastalıklar | Renk Körlüğü | Belli renklerin algılanamadığı bir görme bozukluğu olan renk körlüğü genellikle erkeklerde daha sık görülmektedir. Farklı nedenlerle oluşabilmekteyse de daha çok kalıtsal geçiş gösteren renk körlüğünün tespiti ve derecesi için bazı testler kullanılmaktadır. İlaçla veya ameliyatla tedavisi bulunmayan renk körlüğü için üretilmiş özel tasarımlı kontakt lensler bulunmaktadır. Bu lensler ile renk körlüğü olan hastaların renkleri daha net algılaması ve ayırt etmesi sağlanabilmektedir.Belli renklerin algılanamadığı bir görme bozukluğu olan renk körlüğü genellikle erkeklerde daha sık görülmektedir. Farklı nedenlerle oluşabilmekteyse de daha çok kalıtsal geçiş gösteren renk körlüğünün tespiti ve derecesi için bazı testler kullanılmaktadır. İlaçla veya ameliyatla tedavisi bulunmayan renk körlüğü için üretilmiş özel tasarımlı kontakt lensler bulunmaktadır. Bu lensler ile renk körlüğü olan hastaların renkleri daha net algılaması ve ayırt etmesi sağlanabilmektedir.
Prof. Dr. Koray GÜMÜŞ Göz Hastalıkları
Kolay Randevu Talebi
Renk körlüğü nedir? Renk körlüğü belirli renklerin veya renklerin arasındaki farkların algılanamadığı kalıtsal bir görme bozukluğudur. Renk körleri nasıl görür sorusunun yanıtı şu şekilde ifade edilmektedir: renk körlüğü genellikle kırmızı, yeşil ve mavi renklerden bir ya da birden fazlasını ayırt edememeyle ortaya çıkmaktadır.Renk körlüğü neden olur?Renk körlüğü, görme merkezinde özel bir pigment molekülünün bulunmaması veya gerektiğinden az bulunması sonucu gelişir. Genellikle, X’e bağlı çekingen bir genden kaynaklanır. Bu nedenle renk körlüğünün anneden ve babadan çocuklara geçişi farklılık göstermektedir. Örneğin, renk körlüğü olmayan erkeklerin kız çocukları renk körü olmamakla birlikte renk körlüğünün taşıyıcısı durumundadırlar. Taşıyıcı kadınların erkek çocuklarının yarısı da renk körü olarak doğmaktadır. Annenin renk körü olduğu durumda ise, erkek çocuklar renk körü olarak doğmaktadır. Baba renk körü, anne taşıyıcı ise doğacak her çocuk %50 olasılıkla renk körü olacaktır. Genetik geçiş dışında renk körlüğünün ortaya çıkmasındaki diğer etkenler ise makular dejenerasyon, optik nevrit, kafa yaralanmaları, sinir harabına neden olan sistemik hastalıklar, ağır metal zehirlenmeleri ve bazı ilaçlardır. Renk körlüğünün belirtileri nelerdir?Toplumda en yaygın görülen renk körlüğü kırmızı-yeşil renk körlüğüdür. Bu tip renk körlüğünde yeşil, sarı, turuncu ve kırmızı, aynı biçimde algılanır. Renk körlüğünün nadir ve ciddi bir türünde ise görüş bozukluğu ilerleyicidir ve hasta tüm renkleri siyah - beyaz görür. Genel olarak, renk körlüğü günlük yaşamda önemli bir sorun oluşturmaz. Ancak, kırmızı-yeşil renkler bütün dünyanın kara ve deniz işaretlerinde yaygın olarak kullanıldığından ve bu renklerde önemli uyarılar yapıldığından, bu renklerin algılanmaması yaşamsal tehlike oluşturabilir. Bunun yanı sıra, ciddi düzeyde renk körlüğü sorunu olan kişiler renklerle ilgili belirli işlerde çalışamazlar. Renk körlüğü nasıl tespit edilir?Renk körlüğünü, tipini ve derecesini tespit edebilen farklı testler bulunmaktadır. Bunlar içerisinde en yaygın kullanılan ise Ishihara testidir. Bu testler özellikle ehliyet, polislik ve askeriye sınavları gibi önemli belgelerin alınması sırasında kullanılmaktadır. Renk körlüğü testi nasıl yapılır?İshihara testinde renk körlüğü şüphesi olan hastalara kendisine gösterilen levhalarda yer alan rakam ve şekilleri nasıl gördükleri sorulur. Bu testin muayene esnasında ve yeterli ışığın olduğu ortamlarda 35-40 cm uzaklıktan yapılması gerekir. Testte herhangi bir sorun yaşayanların mutlaka bir göz hastalıkları uzmanına başvurması gerekir.Renk körlüğünün tipleri ve derecesi Koni adı verilen 3 tip retina hücresi sayesinde, gözümüz temel renk olan kırmızı, yeşil ve maviyi algılayabilir. Bu nedenle de renk körlüğü tipleri de bu renklere göre sınıflanmaktadır. Örneğin, deuteranomali yeşil renk görme bozukluğu, protanopia kırmızı renk görme bozukluğu ve tritanopia ise mavi renk görme bozukluğudur.Renk körlüğü tedavisi var mıdır?Renk körlüğünün ilaçla veya ameliyatla tedavisi bulunmamaktadır. Ancak, renk körlüğü sorunu olanlar için üretilmiş Chromagen isimli özel tasarım kontakt lensler bulunmaktadır. Bu tedavide özel renk filtreleri sayesinde göze gelen ışığın dalga boyu değiştirilerek hastanın renkleri daha net algılaması ve ayırt etmesi sağlanmaktadır. Renk körlüğü bulunan insanlara yardımcı olmak üzere geliştirilmiş bu özel lenslerin denemelerde %97 oranında başarılı olduğu tespit edilmiştir. Renk körlüğü ile ilgili sık sorulan sorular Tam renk körlüğü nedir? Total renk körlüğü nedir?Total ya da tam renk körlüğü olan hastalar, renkleri hiçbir şekilde tanıyamazlar, cisimlerin sadece şeklini, parlaklığını veya koyuluğunu fark ederler; kırmızı ve yeşil renkleri koyu olarak, sarı ve mavi renkleri ise daha açık olarak algılarlar. *Renk körlüğü testi nedir? Renk körlüğü testi faklı yöntemlerle yapılabilmektedir. En çok kullanılan yöntem ise Ishihara testi olarak bilinen renk körlüğü testidir.*Renk körlüğü kalıtsal mıdır? Dünya üzerindeki erkeklerin %8’i, kadınların ise %0.5’i renk körüdür. Renk körlüğü hastalığı genetik yolla taşınmaktadır. Renk görme yetersizliğinin en yaygın kalıtsal şeklini kırmızı-yeşil renk yetersizliği oluşturur. Bu durum oldukça yaygın, X’e bağlı çekingen bir genden kaynaklanmaktadır.*Renk körleri hangi işlerde çalışamaz?Dünyada birçok meslek için renkli görmek önem taşır. Bu tür mesleklerde renk körü veya renk algılama eksiklikleri olan kişiler tercih edilmez. Bu meslekler ve sektörler arasında polislik, diş hekimliği, pilotluk, deniz kaptanlığı, boyacılık elektrik işleri, sanatsal/ tasarım ve moda sektörü, kimya laboratuvarları ve iş istasyonları gibi sektörler bulunmaktadır.*Tetrakromat testi nedir?Normal insanlarda mavi, yeşil ve kırmızıyı algılayan üç tip koni hücresi vardır. Tetrakromasi bu üç tip koni hücresine ilaveten bir tip koni hücresi daha eklenmesiyle ortaya çıkan durumdur. Gözde yer alan 4. koni hücre grubu farklı dalga boylarını da algılar ve diğer koni hücrelerinden gelen bilgiyle birleştirilip harmanlandığında renk algısı çok yüksek boyutta artabilir. Bir kişi detetrakromasi olup olmadığının anlaşılmasında öncelikle genetik bir test yapılması tercih edilebilir. Bu test ile kişinin genomunun tam profili çıkarılarak, dördüncü koni ile sonuçlanabilecek gen mutasyonları tespit edilir. Bu gen mutasyonu sonucu kişinin 4. koni olduğu halde farklı renkler görüp görmediği de test edilmelidir. Bunun için de tetrakromasi ölçümü için hazırlanmış bir renk testi uygulanmaktadır.*Renk körlüğü mercekle düzeltilir mi?Renk körlüğünün cerrahi tedavisi bulunmamaktadır. Renk körlüğü için lensler kullanılmaktadır, bunlar özel yapıdaki lenslerdir ve hastaların sağlıklı bir şekilde görebilmesini sağlamaktadır.
Prof. Dr. Koray GÜMÜŞ Göz Hastalıkları
Kolay Randevu Talebi
Renk körlüğü nedir? Renk körlüğü belirli renklerin veya renklerin arasındaki farkların algılanamadığı kalıtsal bir görme bozukluğudur. Renk körleri nasıl görür sorusunun yanıtı şu şekilde ifade edilmektedir: renk körlüğü genellikle kırmızı, yeşil ve mavi renklerden bir ya da birden fazlasını ayırt edememeyle ortaya çıkmaktadır.Renk körlüğü neden olur?Renk körlüğü, görme merkezinde özel bir pigment molekülünün bulunmaması veya gerektiğinden az bulunması sonucu gelişir. Genellikle, X’e bağlı çekingen bir genden kaynaklanır. Bu nedenle renk körlüğünün anneden ve babadan çocuklara geçişi farklılık göstermektedir. Örneğin, renk körlüğü olmayan erkeklerin kız çocukları renk körü olmamakla birlikte renk körlüğünün taşıyıcısı durumundadırlar. Taşıyıcı kadınların erkek çocuklarının yarısı da renk körü olarak doğmaktadır. Annenin renk körü olduğu durumda ise, erkek çocuklar renk körü olarak doğmaktadır. Baba renk körü, anne taşıyıcı ise doğacak her çocuk %50 olasılıkla renk körü olacaktır. Genetik geçiş dışında renk körlüğünün ortaya çıkmasındaki diğer etkenler ise makular dejenerasyon, optik nevrit, kafa yaralanmaları, sinir harabına neden olan sistemik hastalıklar, ağır metal zehirlenmeleri ve bazı ilaçlardır. Renk körlüğünün belirtileri nelerdir?Toplumda en yaygın görülen renk körlüğü kırmızı-yeşil renk körlüğüdür. Bu tip renk körlüğünde yeşil, sarı, turuncu ve kırmızı, aynı biçimde algılanır. Renk körlüğünün nadir ve ciddi bir türünde ise görüş bozukluğu ilerleyicidir ve hasta tüm renkleri siyah - beyaz görür. Genel olarak, renk körlüğü günlük yaşamda önemli bir sorun oluşturmaz. Ancak, kırmızı-yeşil renkler bütün dünyanın kara ve deniz işaretlerinde yaygın olarak kullanıldığından ve bu renklerde önemli uyarılar yapıldığından, bu renklerin algılanmaması yaşamsal tehlike oluşturabilir. Bunun yanı sıra, ciddi düzeyde renk körlüğü sorunu olan kişiler renklerle ilgili belirli işlerde çalışamazlar. Renk körlüğü nasıl tespit edilir?Renk körlüğünü, tipini ve derecesini tespit edebilen farklı testler bulunmaktadır. Bunlar içerisinde en yaygın kullanılan ise Ishihara testidir. Bu testler özellikle ehliyet, polislik ve askeriye sınavları gibi önemli belgelerin alınması sırasında kullanılmaktadır. Renk körlüğü testi nasıl yapılır?İshihara testinde renk körlüğü şüphesi olan hastalara kendisine gösterilen levhalarda yer alan rakam ve şekilleri nasıl gördükleri sorulur. Bu testin muayene esnasında ve yeterli ışığın olduğu ortamlarda 35-40 cm uzaklıktan yapılması gerekir. Testte herhangi bir sorun yaşayanların mutlaka bir göz hastalıkları uzmanına başvurması gerekir.Renk körlüğünün tipleri ve derecesi Koni adı verilen 3 tip retina hücresi sayesinde, gözümüz temel renk olan kırmızı, yeşil ve maviyi algılayabilir. Bu nedenle de renk körlüğü tipleri de bu renklere göre sınıflanmaktadır. Örneğin, deuteranomali yeşil renk görme bozukluğu, protanopia kırmızı renk görme bozukluğu ve tritanopia ise mavi renk görme bozukluğudur.Renk körlüğü tedavisi var mıdır?Renk körlüğünün ilaçla veya ameliyatla tedavisi bulunmamaktadır. Ancak, renk körlüğü sorunu olanlar için üretilmiş Chromagen isimli özel tasarım kontakt lensler bulunmaktadır. Bu tedavide özel renk filtreleri sayesinde göze gelen ışığın dalga boyu değiştirilerek hastanın renkleri daha net algılaması ve ayırt etmesi sağlanmaktadır. Renk körlüğü bulunan insanlara yardımcı olmak üzere geliştirilmiş bu özel lenslerin denemelerde %97 oranında başarılı olduğu tespit edilmiştir. Renk körlüğü ile ilgili sık sorulan sorular Tam renk körlüğü nedir? Total renk körlüğü nedir?Total ya da tam renk körlüğü olan hastalar, renkleri hiçbir şekilde tanıyamazlar, cisimlerin sadece şeklini, parlaklığını veya koyuluğunu fark ederler; kırmızı ve yeşil renkleri koyu olarak, sarı ve mavi renkleri ise daha açık olarak algılarlar. *Renk körlüğü testi nedir? Renk körlüğü testi faklı yöntemlerle yapılabilmektedir. En çok kullanılan yöntem ise Ishihara testi olarak bilinen renk körlüğü testidir.*Renk körlüğü kalıtsal mıdır? Dünya üzerindeki erkeklerin %8’i, kadınların ise %0.5’i renk körüdür. Renk körlüğü hastalığı genetik yolla taşınmaktadır. Renk görme yetersizliğinin en yaygın kalıtsal şeklini kırmızı-yeşil renk yetersizliği oluşturur. Bu durum oldukça yaygın, X’e bağlı çekingen bir genden kaynaklanmaktadır.*Renk körleri hangi işlerde çalışamaz?Dünyada birçok meslek için renkli görmek önem taşır. Bu tür mesleklerde renk körü veya renk algılama eksiklikleri olan kişiler tercih edilmez. Bu meslekler ve sektörler arasında polislik, diş hekimliği, pilotluk, deniz kaptanlığı, boyacılık elektrik işleri, sanatsal/ tasarım ve moda sektörü, kimya laboratuvarları ve iş istasyonları gibi sektörler bulunmaktadır.*Tetrakromat testi nedir?Normal insanlarda mavi, yeşil ve kırmızıyı algılayan üç tip koni hücresi vardır. Tetrakromasi bu üç tip koni hücresine ilaveten bir tip koni hücresi daha eklenmesiyle ortaya çıkan durumdur. Gözde yer alan 4. koni hücre grubu farklı dalga boylarını da algılar ve diğer koni hücrelerinden gelen bilgiyle birleştirilip harmanlandığında renk algısı çok yüksek boyutta artabilir. Bir kişi detetrakromasi olup olmadığının anlaşılmasında öncelikle genetik bir test yapılması tercih edilebilir. Bu test ile kişinin genomunun tam profili çıkarılarak, dördüncü koni ile sonuçlanabilecek gen mutasyonları tespit edilir. Bu gen mutasyonu sonucu kişinin 4. koni olduğu halde farklı renkler görüp görmediği de test edilmelidir. Bunun için de tetrakromasi ölçümü için hazırlanmış bir renk testi uygulanmaktadır.*Renk körlüğü mercekle düzeltilir mi?Renk körlüğünün cerrahi tedavisi bulunmamaktadır. Renk körlüğü için lensler kullanılmaktadır, bunlar özel yapıdaki lenslerdir ve hastaların sağlıklı bir şekilde görebilmesini sağlamaktadır. | 5,047 |
583 | Hastalıklar | Romatizma | Genellikle "artrit" terimi altında gruplandırılan romatizmal hastalıklar, bağışıklık sisteminin eklemlere, tendonlara ve kaslara saldırmasına neden olan otoimmün veya inflamatuar hastalık grubudur. Kaslarda ağrı, şişlik, şekil bozukluğu ve hareket edilmesini engelleyen belirtilerle ortaya çıkan romatizma hastalığı, kendi içinde riskli olarak değerlendirilen romatoid artrit ve osteoartrit gibi türler barındıran romatizma genellikle genetik, yaş, çevresel faktör ve obezite kaynaklı meydana gelir. Romatizma hastalığını tamamen ortadan kaldırmak mümkün olmasa da ilaçlarla kontrol altına alınabilir. Kontrol altındaki romatizma birden alevlenebileceği için, hiçbir şikayet olmasa da sürekli doktor takibi şarttır.Genellikle "artrit" terimi altında gruplandırılan romatizmal hastalıklar, bağışıklık sisteminin eklemlere, tendonlara ve kaslara saldırmasına neden olan otoimmün veya inflamatuar hastalık grubudur. Kaslarda ağrı, şişlik, şekil bozukluğu ve hareket edilmesini engelleyen belirtilerle ortaya çıkan romatizma hastalığı, kendi içinde riskli olarak değerlendirilen romatoid artrit ve osteoartrit gibi türler barındıran romatizma genellikle genetik, yaş, çevresel faktör ve obezite kaynaklı meydana gelir. Romatizma hastalığını tamamen ortadan kaldırmak mümkün olmasa da ilaçlarla kontrol altına alınabilir. Kontrol altındaki romatizma birden alevlenebileceği için, hiçbir şikayet olmasa da sürekli doktor takibi şarttır.
Romatizma Nedir?Romatizma tendonları, kasları, bağları, kemik ve eklemler gibi bir veya daha fazla yapıyı etkileyerek ağrı ve hareket kısıtlılığına neden olan kas-iskelet sistemi bozukluğudur.Hemen hemen her yaşta görülen ve savunma mekanizmasında çeşitli bozukluklara yol açabilen bir hastalık olan romatizmanın en tehlikeli türü romatoid artrit olarak kabul edilir.Genellikle ağrı, şişlik ve hareket kısıtlılığıyla ortaya çıkan romatizma genetik, yaş, cinsiyet, çevresel faktör ve obezite gibi sebepler sonucunda meydana gelir.Romatizma kilolu kişilerde daha fazla ağrıya neden olup, eklemlerde şişlik, sıcaklık ve ağrı ile kendisini gösterir ve tedavi edilmediğinde ciddi rahatsızlıklar ve komplikasyonlara sebebiyet verebilir.Romatizma Neden Olur?Kas, tendon, bağ ve birden fazla yapının tahrip olup aşınması sonucu meydana gelen romatizma genellikle genetik geçiş, yaş, cinsiyet, çevresel faktör ve obezite gibi sebeplerle ortaya çıkar ve hemen hemen her yaşta görülebilir.Romatizma nedenleri, iltihaplı ve iltihapsız romatizma olarak iki farklı çerçevede değerlendirilebilir. İltihaplı romatizma olarak bilinen romatoid artritte bağışıklık sisteminin sağlıklı dokulara saldırması söz konusudur. İltihapsız romatizmada ise durum biraz daha farklı farklıdır. İltihapsız romatizma genellikle genetik geçişle birlikte yaş, cinsiyet ve kilo durumlarını kapsar.Aynı zamanda bazı romatizmalar sadece eklemleri değil, bağışıklık sistemini ve iç organları da etkiler. Son yıllarda uygulanan ilaç tedavileriyle şiddeti ve semptomları hafifletilebilen romatizma hastalığının kesin bir tedavisi olmasa da hastaların daha rahat bir hayat geçirmesi sağlanır.Genel olarak romatizma nedenleri şunlardır: Genetik Yaş Cinsiyet Çevresel faktör Obezite Ağır spor yapılması Darbe ve yaralanmalar Eklem ve dokuların yıpranması Stres Yaşam tarzı Metabolik problemlerRomatizma Türleri Nelerdir?Romatizmal hastalıkları kendi içinde türlere ayrılır. Bu türler arasında en tehlikeli romatizma hastalığı romatoid artrit olarak kabul edilir. Romatoid artrit bağışıklık sisteminin yanlışlıkla sağlıklı dokulara saldırması sonucu meydana gelir ve inflamatuar bir durumdur. Romatoid artrit dışında osteoartrit ve ankilozan spondilit de romatizmal hastalıklardandır.Romatoid artrit: En tehlikeli romatizma hastalığı olarak değerlendirilen romatoid artrit, bağışıklık sisteminin vücudun kendi dokularına saldırdığı ve ağrı, şişme, sertlik gibi belirtiler yaşandığında meydana gelir.Osteoartrit (Kireçlenme): Kemiklerinizin ucundaki yumuşak malzeme olan kıkırdak hasarından kaynaklanan osteoartritte kemikler aşındıkça eklemler ağrır ve hareket edilmesi zorlaşır. Genellikle dizleri, kalçaları, bel bölgesini, boynu, parmakları ve ayakları etkiler.Ankilozan spondilit: Halk arasında bel romatizması olarak bilinen ankilozan spondilit, omurga kemiklerinde iltihaplanma sonucu meydana gelen bir rahatsızlıktır.Lupus: Sistemik lupus eritematozus olarak da adlandırılan otoimmün bir hastalık olan lupus da romatizmal hastalıklar arasında sayılır.Romatizma Belirtileri Nelerdir?Birden fazla eklemde oluşan ağrı, kızarıklık, şişlik ve sertlik, sabahları veya otururken meydana gelen kas sertliğiyle birlikte hassasiyet, ateş, yorgunluk ve hareket kısıtlılığı romatizmanın yaygın belirtileri arasında gösterilir.Yaygın bir şekilde ortaya çıkan romatizma belirtileri şunları içerir: Birden fazla eklemde hissedilen ağrı, kızarıklık, şişlik ve sertlik Özellikle dizlerde, ayak bileklerinde, dirseklerde ve bileklerde ağrı Göğüs ağrısı ve nefes darlığı Omurgaya yayılan bel ağrısı Özellikle sabahları en az 1 saat süren eklem sertliği Güneşe karşı hassasiyet Ateş Kronik yorgunluk ve enerji düşüklüğü Saç dökülmesi Dinlenirken ve ayağa kalkarken sırtta ağrı ve sertlik Hareket ederken zorlanma ve tutukluk Böbrek fonksiyonlarının bozulması İştah azalması ve kilo kaybı Gözlerde tahriş ve yanma Ağız kuruluğu Beze oluşumu El ve ayak tırnaklarında değişiklikler DöküntüAğrı, kızarıklık, şişlik ve sertlikRomatizma hastalığı sonucunda dokularda ve kaslarda meydana gelen tahrip ve aşınma sonucu kemiklerde ağrı, kızarıklık, şişlik ve sertlik meydana gelir.Özellikle sabahları en az 1 saat süren eklem sertliğiSabahları uyanıldığında hareketsizliğin neden olduğu eklem sertliği, romatizmanın yaygın görülen belirtileri arasındadır.Otururken meydana gelen ağrı ve hassasiyetKişi oturduğu sırada kemiklerin birbirine sürtünmesi sonucu ağrı ve hassasiyet durumu yaşanabilir.Ateşİnflamatuar bir hastalık grubu olan romatizma, vücuttaki enfeksiyon kaynaklı ateş yükselmesine neden olur.Yorgunluk ve enerji düşüklüğüRomatizması olan kişilerde tipik olarak birden fazla kalıcı iltihaplı eklem bulunur. Vücuttaki iltihaplanma genel olarak fiziksel zayıflığa, uyuşukluğa ve yorgunluğa yol açabilir.Hareket ederken zorlanma ve tutuklukhttps://www.memorial.com.tr/saglik-rehberi/glomer%C3%BClonefritKasların tahrip olması, kişinin hareket ettiği sırada kemiklerinin zorlanmasına ve hareket ederken tutukluk yaşamasına sebebiyet verir.Böbrek fonksiyonlarında bozulmaÖzellikle romatoid artriti olan kişilerde, glomerülonefrit olarak bilinen böbreklerdeki küçük filtrelerin iltihaplanması durumu yaşanabilir.İştah azalması ve kilo kaybıYine romatoid artrit olan kişilerde eklem dokusuna zarar veren TNF gibi pro-inflamatuar sitokinler aynı zamanda kilo kaybına, kas kaybına ve kas güçsüzlüğüne de yol açabilir.Eklem Romatizması Belirtileri Nelerdir?Genellikle el, ayak, sırt, omuz ve bel bölgelerinde ağrı, şişlik ve hassasiyetle ortaya çıkan eklem romatizması belirtileri yorgunluk ve bitkinlikle de kendisini gösterir.Eklemlerde meydana gelen yapısal bozuklukla birlikte ortaya çıkan eklem romatizması doğurganlık çağındaki kadınlarda daha sık görülür ve erken yaşlarda omurga hareketlerinin kısıtlanmasına ve kişinin hayat kalitesinin düşmesine neden olur.Bacaklarda Romatizma Belirtileri Nelerdir?Bacaklarda meydana gelen romatizmada hareket ederken bacak ağrısı, oturup kalkarken yaşanan hassasiyet, kas güçsüzlüğü ve eklemlerde sertlik sık sık gözlemlenen belirtilerdendir.Romatizma Teşhisi Nasıl Yapılır?Romatizma teşhisi için doktor öncelikle kaslarda meydana gelen ağrı, şişlik ve sertlik gibi semptomları inceler. Bunların dışında romatizmanın kesin tanısı için bazı görüntüleme testlerine ihtiyaç duyulur.Romatizma teşhisinde faydalanılan yöntemler şunlardır: Röntgen Sedimantasyon hızı (ESH) ve CRP MR CT taraması Eklem ve kemik ultrasonu Eklem sıvısı ve doku örneğiRomatizma Tedavisi Nasıl Yapılır?Romatizma tedavisinde son yıllarda yeni ilaçların da kullanımı ile önemli başarılar sağlanmaktadır. Ancak yine de çoğu romatizmal hastalığın tamamen ortadan kaldırılması söz konusu değildir.Romatizma tedavisi sürekli bir hekim-hasta işbirliği gerektirir. Zaman zaman hastalığın alevlenebileceği bilinmelidir. Romatizma tedavisinin bazı vakalarda ömür boyu devam edebileceği unutulmamalıdır.Romatizma tedavisinde amaç, şikayetlerin ortadan kaldırılması, olası ortaya çıkabilecek organ tutulumlarının önlenebilmesi ve hastanın yaşam konforunu en üst düzeyde sürdürmesini sağlamaktır. Romatizmal hastalıkların tedavisinde başta romatoloji olmak üzere, fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı, ortopedi uzmanı ve gerektiğinde diğer uzmanlık dallarının ekip olarak çalışması gerekmektedir.Romatizma, şeker hastalığı ve hipertansiyon gibi kronik bir hastalıktır. Bu nedenle romatizma tedavisi belli bir süre değil, ömür boyu sürebilir. Tedavi sırasında hastalığın şiddetine göre zaman zaman az, zaman zaman çok ilaç kullanmak gerekebilir. Romatizma hastalığını tamamen ortadan kaldırmak mümkün olmasa da kontrol altına alınabilir. Kontrol altındaki romatizma birden alevlenebileceği için, hiçbir şikayet olmasa da sürekli doktor takibi şarttır.Romatizma Hakkında Sık Sorulan SorularRomatizma nasıl düzelir?Romatizmanın kesin bir tedavisi olmamakla birlikte doktorun reçete ettiği ilaçlar, istirahat, stres yönetimi ve sağlıklı bir beslenme programıyla birlikte düzenli egzersiz romatizma semptomlarını hafifleten yöntemlerdendir.Romatizmanın düşmanı nedir?Özellikle soğuk-sıcak ısı uygulaması, egzersiz ve masaj gibi yöntemlerin yanı sıra omega-3 içeren besinlerin tüketimi romatizmanın etkilerini azaltır.Romatizma başlangıcı nedir?Eklem ve omurga romatizması yaşan kişilerde sıklıkla görülen şikayetler şöyle sıralanabilir; Eklemlerde ağrı, şişlik, hareket kısıtlılığı, sabahları eklemlerde sertlik olması ancak daha sonra yavaş yavaş gevşemesi, el parmaklarında soğukta beyazlaşma ve sararıp solma.Romatizma yaşlılarda mı görülür?Romatizma yaşlılarda görülür kanısı doğru bilinen bir yanlıştır. Çoğu romatizmal hastalık genç yaşlarda başlamaktadır. Özellikle omurga romatizmaları genç erkekleri etkilerken, eklem romatizmaları doğurganlık çağındaki kadınlarda daha sık görülür. Genç erkeklerde ortaya çıkan bel ve kalça ağrıları mekanik sebeplere ve bel fıtığına yorulur, romatizma genellikle düşünülmez. Bu da çok erken yaşlarda omurga hareketlerinin kısıtlanmasına ve kişinin sakat kalmasına neden olmaktadır.Çocuklarda romatizma olur mu?Romatizma her yaşta olduğu gibi çocuklarda da görülür. Çocukluk yaş grubuna özgü romatizma tipleri bulunmaktadır. Eğer erken teşhis edilip tedavi edilmezse, kalıcı sakatlıklara ve gelişim eksikliğine neden olabilir.Romatizma genetik midir?Romatizmal hastalıkların nedenleri arasında genetik yapının önemi büyüktür. Bu durumda ailede romatizmal hastalık olması aynı veya farklı bir romatizmal hastalık için yatkınlık olduğunu düşündürür.Kaplıca tedavisi romatizmaya iyi gelir mi?Genel olarak iltihaplı eklem romatizmalarına kaplıca ve sıcak uygulamalar iyi gelmez. Hatta aktif hastalık esnasında şikayetleri daha da artırabilir. Kireçlenmede ise yararlı olabilir. Kaplıcaya gitmeye karar vermeden önce doktor onayı alınması önemlidir.
Romatizma Nedir?Romatizma tendonları, kasları, bağları, kemik ve eklemler gibi bir veya daha fazla yapıyı etkileyerek ağrı ve hareket kısıtlılığına neden olan kas-iskelet sistemi bozukluğudur.Hemen hemen her yaşta görülen ve savunma mekanizmasında çeşitli bozukluklara yol açabilen bir hastalık olan romatizmanın en tehlikeli türü romatoid artrit olarak kabul edilir.Genellikle ağrı, şişlik ve hareket kısıtlılığıyla ortaya çıkan romatizma genetik, yaş, cinsiyet, çevresel faktör ve obezite gibi sebepler sonucunda meydana gelir.Romatizma kilolu kişilerde daha fazla ağrıya neden olup, eklemlerde şişlik, sıcaklık ve ağrı ile kendisini gösterir ve tedavi edilmediğinde ciddi rahatsızlıklar ve komplikasyonlara sebebiyet verebilir.Romatizma Neden Olur?Kas, tendon, bağ ve birden fazla yapının tahrip olup aşınması sonucu meydana gelen romatizma genellikle genetik geçiş, yaş, cinsiyet, çevresel faktör ve obezite gibi sebeplerle ortaya çıkar ve hemen hemen her yaşta görülebilir.Romatizma nedenleri, iltihaplı ve iltihapsız romatizma olarak iki farklı çerçevede değerlendirilebilir. İltihaplı romatizma olarak bilinen romatoid artritte bağışıklık sisteminin sağlıklı dokulara saldırması söz konusudur. İltihapsız romatizmada ise durum biraz daha farklı farklıdır. İltihapsız romatizma genellikle genetik geçişle birlikte yaş, cinsiyet ve kilo durumlarını kapsar.Aynı zamanda bazı romatizmalar sadece eklemleri değil, bağışıklık sistemini ve iç organları da etkiler. Son yıllarda uygulanan ilaç tedavileriyle şiddeti ve semptomları hafifletilebilen romatizma hastalığının kesin bir tedavisi olmasa da hastaların daha rahat bir hayat geçirmesi sağlanır.Genel olarak romatizma nedenleri şunlardır:Romatizma Türleri Nelerdir?Romatizmal hastalıkları kendi içinde türlere ayrılır. Bu türler arasında en tehlikeli romatizma hastalığı romatoid artrit olarak kabul edilir. Romatoid artrit bağışıklık sisteminin yanlışlıkla sağlıklı dokulara saldırması sonucu meydana gelir ve inflamatuar bir durumdur. Romatoid artrit dışında osteoartrit ve ankilozan spondilit de romatizmal hastalıklardandır.Romatoid artrit: En tehlikeli romatizma hastalığı olarak değerlendirilen romatoid artrit, bağışıklık sisteminin vücudun kendi dokularına saldırdığı ve ağrı, şişme, sertlik gibi belirtiler yaşandığında meydana gelir.Osteoartrit (Kireçlenme): Kemiklerinizin ucundaki yumuşak malzeme olan kıkırdak hasarından kaynaklanan osteoartritte kemikler aşındıkça eklemler ağrır ve hareket edilmesi zorlaşır. Genellikle dizleri, kalçaları, bel bölgesini, boynu, parmakları ve ayakları etkiler.Ankilozan spondilit: Halk arasında bel romatizması olarak bilinen ankilozan spondilit, omurga kemiklerinde iltihaplanma sonucu meydana gelen bir rahatsızlıktır.Lupus: Sistemik lupus eritematozus olarak da adlandırılan otoimmün bir hastalık olan lupus da romatizmal hastalıklar arasında sayılır.Romatizma Belirtileri Nelerdir?Birden fazla eklemde oluşan ağrı, kızarıklık, şişlik ve sertlik, sabahları veya otururken meydana gelen kas sertliğiyle birlikte hassasiyet, ateş, yorgunluk ve hareket kısıtlılığı romatizmanın yaygın belirtileri arasında gösterilir.Yaygın bir şekilde ortaya çıkan romatizma belirtileri şunları içerir:Ağrı, kızarıklık, şişlik ve sertlikRomatizma hastalığı sonucunda dokularda ve kaslarda meydana gelen tahrip ve aşınma sonucu kemiklerde ağrı, kızarıklık, şişlik ve sertlik meydana gelir.Özellikle sabahları en az 1 saat süren eklem sertliğiSabahları uyanıldığında hareketsizliğin neden olduğu eklem sertliği, romatizmanın yaygın görülen belirtileri arasındadır.Otururken meydana gelen ağrı ve hassasiyetKişi oturduğu sırada kemiklerin birbirine sürtünmesi sonucu ağrı ve hassasiyet durumu yaşanabilir.Ateşİnflamatuar bir hastalık grubu olan romatizma, vücuttaki enfeksiyon kaynaklı ateş yükselmesine neden olur.Yorgunluk ve enerji düşüklüğüRomatizması olan kişilerde tipik olarak birden fazla kalıcı iltihaplı eklem bulunur. Vücuttaki iltihaplanma genel olarak fiziksel zayıflığa, uyuşukluğa ve yorgunluğa yol açabilir.Hareket ederken zorlanma ve tutuklukhttps://www.memorial.com.tr/saglik-rehberi/glomer%C3%BClonefritKasların tahrip olması, kişinin hareket ettiği sırada kemiklerinin zorlanmasına ve hareket ederken tutukluk yaşamasına sebebiyet verir.Böbrek fonksiyonlarında bozulmaÖzellikle romatoid artriti olan kişilerde, glomerülonefrit olarak bilinen böbreklerdeki küçük filtrelerin iltihaplanması durumu yaşanabilir.İştah azalması ve kilo kaybıYine romatoid artrit olan kişilerde eklem dokusuna zarar veren TNF gibi pro-inflamatuar sitokinler aynı zamanda kilo kaybına, kas kaybına ve kas güçsüzlüğüne de yol açabilir.Eklem Romatizması Belirtileri Nelerdir?Genellikle el, ayak, sırt, omuz ve bel bölgelerinde ağrı, şişlik ve hassasiyetle ortaya çıkan eklem romatizması belirtileri yorgunluk ve bitkinlikle de kendisini gösterir.Eklemlerde meydana gelen yapısal bozuklukla birlikte ortaya çıkan eklem romatizması doğurganlık çağındaki kadınlarda daha sık görülür ve erken yaşlarda omurga hareketlerinin kısıtlanmasına ve kişinin hayat kalitesinin düşmesine neden olur.Bacaklarda Romatizma Belirtileri Nelerdir?Bacaklarda meydana gelen romatizmada hareket ederken bacak ağrısı, oturup kalkarken yaşanan hassasiyet, kas güçsüzlüğü ve eklemlerde sertlik sık sık gözlemlenen belirtilerdendir.Romatizma Teşhisi Nasıl Yapılır?Romatizma teşhisi için doktor öncelikle kaslarda meydana gelen ağrı, şişlik ve sertlik gibi semptomları inceler. Bunların dışında romatizmanın kesin tanısı için bazı görüntüleme testlerine ihtiyaç duyulur.Romatizma teşhisinde faydalanılan yöntemler şunlardır:Romatizma Tedavisi Nasıl Yapılır?Romatizma tedavisinde son yıllarda yeni ilaçların da kullanımı ile önemli başarılar sağlanmaktadır. Ancak yine de çoğu romatizmal hastalığın tamamen ortadan kaldırılması söz konusu değildir.Romatizma tedavisi sürekli bir hekim-hasta işbirliği gerektirir. Zaman zaman hastalığın alevlenebileceği bilinmelidir. Romatizma tedavisinin bazı vakalarda ömür boyu devam edebileceği unutulmamalıdır.Romatizma tedavisinde amaç, şikayetlerin ortadan kaldırılması, olası ortaya çıkabilecek organ tutulumlarının önlenebilmesi ve hastanın yaşam konforunu en üst düzeyde sürdürmesini sağlamaktır. Romatizmal hastalıkların tedavisinde başta romatoloji olmak üzere, fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı, ortopedi uzmanı ve gerektiğinde diğer uzmanlık dallarının ekip olarak çalışması gerekmektedir.Romatizma, şeker hastalığı ve hipertansiyon gibi kronik bir hastalıktır. Bu nedenle romatizma tedavisi belli bir süre değil, ömür boyu sürebilir. Tedavi sırasında hastalığın şiddetine göre zaman zaman az, zaman zaman çok ilaç kullanmak gerekebilir. Romatizma hastalığını tamamen ortadan kaldırmak mümkün olmasa da kontrol altına alınabilir. Kontrol altındaki romatizma birden alevlenebileceği için, hiçbir şikayet olmasa da sürekli doktor takibi şarttır.Romatizma Hakkında Sık Sorulan SorularRomatizma nasıl düzelir?Romatizmanın kesin bir tedavisi olmamakla birlikte doktorun reçete ettiği ilaçlar, istirahat, stres yönetimi ve sağlıklı bir beslenme programıyla birlikte düzenli egzersiz romatizma semptomlarını hafifleten yöntemlerdendir.Romatizmanın düşmanı nedir?Özellikle soğuk-sıcak ısı uygulaması, egzersiz ve masaj gibi yöntemlerin yanı sıra omega-3 içeren besinlerin tüketimi romatizmanın etkilerini azaltır.Romatizma başlangıcı nedir?Eklem ve omurga romatizması yaşan kişilerde sıklıkla görülen şikayetler şöyle sıralanabilir; Eklemlerde ağrı, şişlik, hareket kısıtlılığı, sabahları eklemlerde sertlik olması ancak daha sonra yavaş yavaş gevşemesi, el parmaklarında soğukta beyazlaşma ve sararıp solma.Romatizma yaşlılarda mı görülür?Romatizma yaşlılarda görülür kanısı doğru bilinen bir yanlıştır. Çoğu romatizmal hastalık genç yaşlarda başlamaktadır. Özellikle omurga romatizmaları genç erkekleri etkilerken, eklem romatizmaları doğurganlık çağındaki kadınlarda daha sık görülür. Genç erkeklerde ortaya çıkan bel ve kalça ağrıları mekanik sebeplere ve bel fıtığına yorulur, romatizma genellikle düşünülmez. Bu da çok erken yaşlarda omurga hareketlerinin kısıtlanmasına ve kişinin sakat kalmasına neden olmaktadır.Çocuklarda romatizma olur mu?Romatizma her yaşta olduğu gibi çocuklarda da görülür. Çocukluk yaş grubuna özgü romatizma tipleri bulunmaktadır. Eğer erken teşhis edilip tedavi edilmezse, kalıcı sakatlıklara ve gelişim eksikliğine neden olabilir.Romatizma genetik midir?Romatizmal hastalıkların nedenleri arasında genetik yapının önemi büyüktür. Bu durumda ailede romatizmal hastalık olması aynı veya farklı bir romatizmal hastalık için yatkınlık olduğunu düşündürür.Kaplıca tedavisi romatizmaya iyi gelir mi?Genel olarak iltihaplı eklem romatizmalarına kaplıca ve sıcak uygulamalar iyi gelmez. Hatta aktif hastalık esnasında şikayetleri daha da artırabilir. Kireçlenmede ise yararlı olabilir. Kaplıcaya gitmeye karar vermeden önce doktor onayı alınması önemlidir. | 7,588 |
584 | Hastalıklar | Rektum Kanseri | Rektum kanseri, rektumdaki hücrelerin kontrolsüz bir şekilde büyümesiyle rektum dokularında başlayan kanser türüdür. Kalın bağırsakta en sık görülen ikinci kanser türü olan rektum kanserinin en tipik belirtileri arasında dışkıda kan veya bağırsak alışkanlıklarında değişiklik yer alır. Rektum kanseri rektum ve kolonu inceleyen testler ile teşhis edilebilir.Rektum kanseri, rektumdaki hücrelerin kontrolsüz bir şekilde büyümesiyle rektum dokularında başlayan kanser türüdür. Kalın bağırsakta en sık görülen ikinci kanser türü olan rektum kanserinin en tipik belirtileri arasında dışkıda kan veya bağırsak alışkanlıklarında değişiklik yer alır. Rektum kanseri rektum ve kolonu inceleyen testler ile teşhis edilebilir.
Rektum Kanseri Nedir?Rektum kanseri, kanserli hücrelerin rektum dokularında büyümesiyle ortaya çıkan bir kanser türüdür. Rektum kanseri genellikle rektum astarındaki poliplerden kaynaklanmaktadır. Rektum ve kolon kanseri genellikle "Kolorektal kanser" olarak adlandırılır.Rektum Nedir?Rektum, kolon yani kalın bağırsağı anüse bağlayan son kısımdır. Rektumun ana görevi vücuttan atılacak dışkıyı saklamaktır. Rektum kalın bağırsağın yaklaşık olarak son 12-15 cm’lik kısmıdır. Kolonun son bölümünde başlar anüse ulaşan kısa ve dar geçide ulaştığında biter. Rektum 3 tabakadan oluşur. Dışkının geçişini kolaylaştırmak için mukus salgılayan bezlerden oluşan mukoza bölümü rektumun iç yüzeyini kaplar. Muskularis propria denilen ve rektum duvarının orta tabakasını oluşturan katman büzüşmeyi sağlayan kaslardan oluşur. Rektumun son kısmı ise yağ tabakasıdır. Rektumu oluşturan bu üç bölümün dışında bağışıklık sisteminin bir parçası olan lenf bezleri rektumu çevrelemektedir.Rektum Kanseri Belirtileri Nelerdir?Makatta kanama veya dışkıda kan görülmesi rektum kanseri belirtileri arasında en sık yaşananların başında gelmektedir. Kabızlık, ishal, aşırı miktarda gaz gibi bağırsak hareketlerindeki değişiklikte rektum kanseri ilk belirtisi olabilmektedir.Rektum kanseri belirtiler genel olarak şunları içermektedir. Makatta kanama veya dışkıda kan görülmesi Kabızlık, ishal, aşırı miktarda gaz gibi bağırsak hareketlerindeki değişiklik Dışkıda mukus Yeterli dışkılayamama hissi Dışkılama esnasında ağrı Karın bölgesinde şiddetli ağrı ve kramp Kalem inceliğinde dışkılama Beklenmedik kilo kaybı Nefes darlığı Baş dönmesiRektum Kanseri Neden Olur?Rektum Kanserinin neden olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Ancak rektum kanserine neden olan çok sayıda risk faktörü bulunmaktadır. Rektum kanserlerinin büyük bir çoğunluğu ileri yaşta ortaya çıkmaktadır. Alkol ve sigara tüketimi rektum kanseri riskini artırmaktadır. Hayvansal kaynaklı yüksek yağlı beslenme düzeni rektum kanseri nedeni olabilmektedir. Kolorektal kanser veya polip öyküsü rektum kanserini sebep olabilmektedir. Ülseratif kolit ve Crohn hastalığı gibi kolon ve rektumun kronik enflamatuar hastalıkları rektum kanseri riskini artırmaktadır. Polipsiz kalıtsal olmayan kolorektal kanser (Lynch) ve ailesel adenomatoz polipozis (FAP) gibi genetik sendromlar rektum kanseri sebepleri arasındadır. Hareketsiz bir yaşam ve obezite Kanser tedavisi için özellikle karın bölgesine radyoterapi tedavisi almak rektum ve kolon kanserine neden olabilmektedir. Diyabet (Şeker hastalığı) Ailede özellikle birinci derece yakınlarda kolon ve rektum kanseri bulunması önemli bir rektum kanseri nedenidir.Rektum Kanseri Nasıl Teşhis Edilir?Rektum kanseri erken teşhis edebilmek için rutin tarama programlarının uygulanması gerekir. Her hangi bir risk faktörü bulunmayan kişilerde 50 yaşında rutin taramalara başlamak rektum kanserinin erken teşhisi bakımından hayati önem taşır. Risk faktörü olan kişilerde tarama yaşı daha erken başlayabilir. Genellikle rektum kanserinin belirtisi olan makatta kanama veya demir eksikliği sonrası yapılan kontrollerde rektum kanseri teşhis edilir.Tarama programlarında ve teşhis için en sık kullanılan yöntem kolonoskopi tetkikidir. Kolonoskopi sırasında küçük doku örneklerini şüpheli görünen bölgelerden çıkarmak genellikle mümkündür. Biyopsi için çıkarılan doku örneklerinin laboratuvar analizi, rektum kanseri teşhisinde yardımcı olur.Rektum kanseri evreleme için hangi tetkikler yapılır?Kolorektal kanserler konusunda uzman bir genel cerrahın fiziki muayenesi ve kolonoskopi tetkiki ile rektum kanseri teşhisi konulduktan sonra rektum kanseri evresinin belirlenmesi gerekir. Rektum kanseri evreleme, tedavi sürecinde en uygun yola karar verilebilmesi için önemlidir. Rektum kanseri evreleme aşamasında şu tetkikler uygulanabilir. Rektal Muayene: Rektum duvarındaki kanseri hissetmek için makata yerleştirilen kaygan eldiven kullanarak parmakla yapılan muayenedir. Tümörün anüsten uzak olduğu durumlarda rektum kanseri bu muayenede belirlenemeyebilir. Dijital rektal muayene ile bir anormallik tespit edilirse, kanserin daha fazla değerlendirilmesi için bir endoskopi yapılır. Esnek sigmoidoskopi: Kolonoskopi yönteminde olduğu gibi üzerinde kamera bulunan esnek bir tüpün anüs içinden ve rektuma sokulmasıdır. Bu tetkik hem rektum kanseri teşhisi hem de rektum kanseri evresi için fikir verebilir. Rijit sigmoidoskopi: Anüs içinden rektuma sokulan rijit optik kapsamın yerleştirilmesidir. Sert sigmoidoskopi genellikle bir gastroenterolog veya genel cerrah tarafından yapılır. Rijit sigmoidoskopinin avantajı, tümörün anüse olan mesafesinin daha kesin bir ölçümünün yapılabilmesidir. Tam kan sayımı: Kandaki kırmızı kan hücresi sayısının düşük olup olmadığının belirlenmesi tümörün kan kaybına neden olup olmadığını göstermesi bakımından önemlidir. Beyaz kan hücrelerinin yüksek düzeyde olması, tümörün rektumun duvarından büyümesi riskini taşıyan bir enfeksiyon işareti olabilir. Tümör marker testleri: Kanser bazen kanda tümör belirteçleri adı verilen maddeler üretebilir. Kanda normalden fazla tümör belirtecinin bulunması rektum kanseri işareti olabilir. Rektum kanseri için karsinoembriyonik antijen ve karbonhidrat antijeni kontrol edilebilir. Karsinoembriyonik antijen (CEA) normalde yetişkinlerin kanında çok düşük seviyelerde bulunur. CEA belirli kanser türlerinde ve kanserli olmayan (iyi huylu) durumlarda artabilir. Bilgisayarlı Tomografi (BT): Kolorektal kanserin göğüs, karın ve pelvisteki lenf düğümlerine veya akciğer, karaciğer gibi organlarına yayılıp yayılmadığını kontrol etmek için tomografi kullanılabilir. Tümörünün anüsten ne kadar uzak olduğu da bilgisayarla tomografi ile belirlenerek rektum kanseri evrelemesi yapılabilir. Manyetik Rezonans (MR): Rektumdaki tümörü çevreleyen kasların, organların ve diğer dokuların ayrıntılı bir görüntüsünü sağlanabilir. Ayrıca rektumun yanındaki lenfler ve rektum duvarındaki farklı doku katmanları manyetik rezonans ile görüntülenebilir. Göğüs röntgeni: Rektum kanserinin akciğere metastaz yapıp yapmadığı röntgen ile belirlenebilir. Endoskopik Ultrason (EUS): Endoskopi yöntemi ile ultrasonografi yönteminin birleştirilmesine dayanmaktadır. EUS, sindirim sistemindeki duvar katmanlarını ayrıntılı olarak göstermektedir. Sindirim sisteminde veya sindirim sistemine komşu organlardaki hastalıkların teşhisini kolaylaştırmaktadır. PET taraması (pozitron emisyon tomografi taraması) :Vücuttaki malign tümör hücrelerini bulma prosedürüdür. Damar içine az miktarda radyoaktif glikoz enjekte edilir. PET tarayıcı vücut etrafında döner ve vücutta glikozun nerede kullanıldığını gösterir. Kötü huylu tümör hücreleri resimde daha parlak görünür çünkü bunlar daha aktiftir ve normal hücrelere göre daha fazla glikoz alırlar. Hücre ve doku çalışmaları: Hücreler ve doku çalışmaları kolon veya rektum kanseri tipini bulmak için yapılan çalışmalardır. KRAS, bazı kolorektal kanser hücrelerinde mutasyona uğramış bir gendir. KRAS testi genellikle metastaz yapmış kolorektal tümörlerde yapılır. Hedefe yönelik ilaç kullanımının uygunluğu bakımından önemlidir. Tümörün Lynch sendromundan kaynaklanıp kaynaklanmadığının belirlenebilmesi için MSI testi de yapılabilir.Rektum kanserinin evreleri nelerdir?Rektum kanseri derecesi ve rektum kanseri evresi uygulanacak tedavi için önemlidir. Rektum kanseri derecelendirmesi, kanser hücrelerinin normal ve sağlıklı hücrelere kıyasla nasıl göründüğüyle ilgilidir. Rektum kanserinin derecisini bilmek kanserin ne kadar hızlı büyüyebileceği ve metastaz yani yayılma ihtimalinin ne olduğu hakkında fikir verebilir.Düşük dereceli rektum kanserinde hücreler anormaldir ancak normal hücreler gibi görünürler. Düşük dereceli rektum kanseri yavaş büyüme eğilimindedir ve metastaz olasılığı daha düşüktür. Yüksek dereceli rektum kanseri ise daha farklılaşmamış kanser hücrelerine sahiptir. Hücreler normal hücrelere benzemeyen yüksek dereceli rektum kanseri hızlı büyüme eğilimindedir ve düşük dereceli kanserlere göre metastaz olasılıkları daha yüksektir.Rektum kanseri evreleme; tetkiklerden elde edilen bilgiler, rektumun hangi bölümlerinde kanser olduğu, tümörün boyutunu, kanserin ilk başladığı yerden yayılıp yayılmadığına göre değişir. Rektum kanseri tedavisini planlamak için evreleme önemlidir. Rektum kanserinin evrelemesi yapılırken; Tümör rektumun duvarını ne kadar derininde olduğu Lenflerde kanser olup olmadığı Rektum kanserinin akciğer veya karaciğer gibi diğer organlara metastaz yapıp yapmadığı değerlendirilir.Rektum kanseri evreleri 5 grupta değerlendirilir. Rektum Kanseri 0. Evre: Kanser hücreleri sadece kolon veya rektumun mukoza denilen iç astarında bulunur. Kanser hücreleri, mukozanın kas katmanını geçmemiştir. Rektum Kanseri 1. Evre: Tümör, mukozayı çevreleyen bağ dokusu katmanına veya rektumun kalın dış kas katmanına yayılmıştır. Rektum Kanseri 2. Evre: Rektum kanseri 2. Evre üç aşamada ele alınır. Rektum Kanseri 2 Evre- A; Kanser rektum duvarının en dış katmanına ulaşmış bu duvarı aşmamış çevre organlara sıçramamıştır. Lenf ve uzak organlara metastaz yoktur. Rektum Kanseri 2 Evre- B: Kanser rektum duvarının tüm tabakalarını tutmuş ancak çevre organ veya dokulara sıçramamıştır Lenf veya uzak organlara metastaz yoktur. Rektum Kanseri 2 Evre- C; Kanser rektum duvarının dışına taşmıştır. Yakın organ veya dokulara doğru büyümüştür. Lenf ve uzak organlarda metastaz yoktur. Rektum Kanseri 3. Evre: Kanser yakındaki lenflere yayılmıştır. Rektum kanseri 3. Evre tümörün nerede büyüdüğü ve kaç lenf noduna yayıldığına bağlı olarak 3 kısımda ele alınır. Rektum Kanseri 4. Evre: Rektum kanseri 4. Evrede karaciğer veya akciğerler gibi organlarına metastaz yaşanmıştır. Kanser sadece 1 organda veya uzak lenflerde olabilir. 3 aşamada ele alınır. Rektum Kanseri 4. Evre-A: Kanser, karaciğer, akciğer, yumurtalık veya uzak bir lenf gibi, rektuma yakın olmayan bir alana veya organa yayılmıştır. Rektum Kanseri 4. Evre-B: Kanser, karaciğer, akciğer, yumurtalık veya uzak bir lenf düğümü gibi, rektuma yakın olmayan birden fazla alana veya organa yayılmıştır. Rektum Kanseri 4. Evre-C: Kanser, karın duvarını kaplayan dokuya yayılmış ve diğer bölgelere veya organlara yayılmış olabilir.Rektum Kanseri TedavisiRektum kanserinin tedavisinde ameliyat en sık başvurulan yöntemdir. Makat koruyucu rektum ameliyatı ve makat kaybı gerektiren rektum ameliyatı olmak üzere 2 şekilde ele alınır. Kanserin evresine göre kemoterapi ve radyoterapi de rektum kanserinin tedavi seçenekleri arasındadır. 2. ve 3. evre rektum kanserinde kemoterapi ve radyoterapi yöntemi kanserin tekrar nüksetmemesi ve tümörü küçültmek için kullanılmaktadır.Rektum kanseri ameliyatıRektum kanserinin tedavisinde ameliyat en sık başvurulan yöntemlerin başında gelmektedir. Rektum kanseri ameliyatı tümörün yeri ve büyülüğüne göre planlanır.Rektum kanseri ameliyatı; makat koruyucu rektum ameliyatı ve makat kaybı gerektiren rektum ameliyatı olmak üzere 2 grupta incelenebilir.Rektum Kanseri ameliyatında; Uç kolostomi Koloanal anastomoz Düşük anterior rezeksiyon Lokal eksizyon- Lokal veya Transanal Eksizyon - Transanal Endoskopik Mikrocerrah İntraoperatif radyasyon tedavisi (IORT). Abdominoperineal Eksizyon (APR) - Ekstra-Levator Abdominoperineal Eksizyon Polipektomi Radyofrekans ablasyonu KriyocerrahiMinimal invaziv cerrahi gibi ameliyat teknikleri kullanılabilmektedirRektum kanserinde kemoterapi ve radyoterapi tedavisiRektum kanseri kemoterapi tedavisi genellikle kanser hücrelerini hedef alan iki veya daha fazla ilaçtan oluşur. Rektum kanserinde kemoterapi ve radyoterapi ameliyattan önce kullanılabildiği gibi sonra da uygulanabilmektedir. Rektum kanseri 1. Evre tedavisinde cerrahi yöntem tedavide tek gerekli adım olabilir. 1. Evre rektum kanserinde ameliyat sonrası nüks riski düşüktür ve bu nedenle genellikle kemoterapi önerilmemektedir. Rektum kanseri 2. ve 3. evrelerinde kanserin tekrarlamaması için ameliyattan sonra kemoterapi ve radyoterapi tedavisi uygulanır. Rektum kanseri 2. Evre ve Rektum kanseri 3. Evre hastalarda ameliyattan önce tümörü küçültmek için kemoterapi ve radyoterapi tedavisi uygulanabilir. Rektum kanseri tedavisinden sonra takip nasıl olmalıdır?Rektum kanserini teşhis etmek veya rektum kanserin evresini bulmak için yapılan testlerin bazıları tedaviden sonra da tekrarlanabilir. Tedaviye devam edilip edilmeyeceği veya değiştirileceğine ilişkin karar bu testlerin sonuçlarına dayanabilir.Rektum kanser tedavisinden sonra, kanserin nüks edip etmediğini kontrol etmek için karsinoembriyonik antijen miktarlarını ölçmek, kolonoskopi, sanal kolonoskopi gibi tetkikler tekrarlanabilir.Rektum Kanseri Önlenebilir mi?Rektum kanseri kolon kanseri gibi önlenebilir bir kanserdir. Rektum kanseri, rektum duvarında iyi huylu olan rektum poliplerinden gelişebilmektedir. Bu poliplerin kolonoskopi ile tespiti ve çıkarılması rektum kanser riskini azaltmaktadır. Aile geçmişi de göz önüne alınarak 45-50 yaştan sonra rektum kanseri taraması yapılması hayati önem taşımaktadır. En doğru ve etkili tarama testi kolonoskopidir.Tarama kontrollerinin yanında beslenme şeklinin de rektum kanseri ile ilişkili olduğunu gösterir bilimsel birçok çalışma bulunmaktadır. Lif bakımından yüksek tam tahıllar, meyve, sebze, fındık gibi düşük yağ oranlı besinlerin tüketilmesi rektum kanseri gelişme riskini azaltabilmektedir.Genel olarak rektum kanserini önleyebilmek için; Rutin kolorektal taramalar ihmal edilmemeli Kilo kontrolü sağlanmalı Hareketli bir yaşam tercih edilmeli. Egzersiz ve spor düzenli olarak yapılmalı Salata yeşillikleri, domates, soğan, brokoli, patlıcan, havuç, sarımsak gibi sebzeler kavun, elma, armut, portakal, muz gibi meyveler sıkça tüketilmelidir. Ayrıca yulaf, siyah pirinç, arpa, yabani pirinç, mercimek, fasulye gibi gıdalar beslenme düzenine eklenmelidir. Kırmızı et, işlenmiş et, fast food tarzı beslenmeden uzak durulmalıdır. Alkol ve sigara bırakılmalıdır.Rektum Kanserinde Beslenme Nasıl Olmalıdır?Rektum kanseri tedavisinden önce, tedavi sırasında veya sonrasında dengeli beslenmek kişinin kendisini iyi hissetmesine, gücünü korumasına katkı sağlayarak iyileşmeyi hızlandırabilir. Kilo kontrolünüzü sağlayın. Kemoterapi, radyoterapi ve rektum kanseri ameliyatı gibi tedaviler genellikle istenmeyen kilo kaybına neden olabilir. Kötü ve dengesiz beslenme vücudun enfeksiyonla savaşma yeteneğinin azalmasına neden olabileceğinden, tedavi sırasında aşırı kilo kaybını önlemek önemlidir. Gün boyunca küçük, sık yemekler yiyin. Sık sık küçük öğünler tüketmek vücudunuzun tedaviye tolerans gösterecek kadar kalori, protein ve besin almasını sağlar. Küçük öğünler mide bulantısı gibi tedaviyle ilişkili yan etkilerin azaltılmasına da yardımcı olabilir. Protein yönünden zengin yiyecekleri seçin. Protein vücudun hücre ve dokuları onarmasına yardımcı olur. Ayrıca bağışıklık sisteminin hastalıktan kurtulmasına yardımcı olur. Tüm öğünlerde ve atıştırmalıklarda yağsız protein kaynağı ekleyin. İyi yağsız protein kaynakları şunlardır: Tavuk, balık veya hindi gibi yağsız et Yumurtalar Süt, yoğurt ve peynir gibi az yağlı süt veya süt ürünleri Kuruyemiş Fasulyeler Soya gıdaları Beslenmenize tam tahıllı yiyecekleri dahil edin. Tam tahıllı gıdalar, enerji seviyenizi yüksek tutmaya yardımcı olan iyi bir karbonhidrat ve lif kaynağı sağlar. Tam tahıllı gıdaların iyi kaynakları şunlardır: Yulaf ezmesi Kepekli ekmekler Esmer pirinç Tam tahıllı makarnalar Her gün çeşitli meyve ve sebzeler yiyin . Meyve ve sebzeler, vücuda antioksidanlar sunar ve bu da kansere karşı savaşmaya yardımcı olabilir. En yüksek faydayı elde etmek için çeşitli renkli meyveler ve sebzeler seçin. Sağlıklı yağ kaynaklarını seçin . Kızartılmış, yağlı ve yağlı yiyeceklerden kaçının Tatlıları sınırlayın. Su içmeyi unutmayın. Kanser tedavisi sırasında yeterince sıvı içmek su kaybını önlemek için önemlidir. Bağırsak alışkanlıklarındaki değişikliklere dikkat edin. Kolorektal kanser ve tedavileri genellikle ishal, kabızlık, şişkinlik ve gaz gibi bağırsak alışkanlıklarında değişikliklere neden olabilir. Bağırsak alışkanlıklarınızdaki herhangi bir değişikliği doktorunuzla paylaşın. Herhangi bir vitamin veya takviye almadan önce sağlık ekibinizle konuşunRektum Kanseri ile İlgili Sık Sorulan SorularRektum kanseri kimlerde görülür?Rektum kanseri kadınlara oranlara erkeklerde daha fazla görülmektedir. Endoskopik ve radyolojik tetkiklerin ilerlemesiyle birlikte rektum kanseri teşhisi daha rahat konulabilmektedir. Farkındalığın artmasıyla birlikte görülme oranlarında da artış yaşanmaktadır. Dünyada her yıl yaklaşık 1 milyon kişiye kolon ve rektum kanseri teşhisi konulmaktadır. Ülkemizde kesin bir rakam olmamakla birlikte her yıl 30 bin yine kolon ve rektum kanseri teşhisi konulduğu tahmin edilmektedir. En sık görülen rektal kanser türü mukozadan kaynaklanan bir kanser olan adenokarsinomdur.Rektum kanseri hangi yaşlarda görülür?Rektum ve kolon kanserinin kesin bir görülme yaşı yoktur. Ancak rektum kanseri genellikle 35 yaşından sonra görülmektedir. Hastaların büyük bir çoğunluğu ise 50 yaşından daha ileri yaşlardadır.Rektum kanseri için hangi doktora gidilmelidir?Rektum ve kolon kanseri belirtilerinden bir veya bir kaçının görüldüğü durumlarda zaman kaybetmeden Gastroenteroloji veya Genel cerrahi bölümü doktorlarına başvurulmalıdır. Rektum ve kolon kanserinin tedavi prosedüründe cerrahi yöntemlerin ön plana çıkması nedeniyle bu konuda uzman bir doktorun tercih edilmesi önemlidir. Kolorektal kanserlerin tedavisi genel cerrahi, gastroenteroloji ve onkoloji gibi bir çok tıbbi birimin bir araya gelerek multidisipliner yaklaşım gerektiren hastalıklar olması nedeniyle tıbbı açıdan yeterli alt yapıya sahip hastanelerin seçilmesi önemlidir.Rektum kanseri bulaşıcı mıdır?Rektum kanseri olan bir kişiden bir başka kişiye bulaşma söz konusu değildir. Kanserin solunum, hava, temas veya cinsel yolla bulaştığına dair kanıt bulunmamaktadır. Ancak rektum ve kolon kanseri genetik özellikler taşımaktadır. Daha önce ailesinde rektum ve kolon kanseri olan kişilerde Kolorektal kanser görülme olasılığı daha yüksektir.Rektum kanseri ile kolon kanseri arasındaki fark nedir?Rektum ve kolon kanserinin belirti ve nedenleri birbirine çok benzerdir. Rektum ve kolon kanserleri birçok yönden benzer olsa da, tedavileri farklıdır. Bunun temel nedeni, rektumun pelvik boşluktaki diğer organlardan ve yapılardan zorlukla ayrılan dar bir alanda oturmasıdırHemoroid rektum kanserine neden olur mu?Rektum kanseri hemoroid ilişkisi bulunmamaktadır. Ancak özellikle makat bölgesindeki kanamalar, yaşanan ağrılar rektum kanserinde olduğu gibi hemoroid hastalığında da görülmektedir. Kolon ve rektum kanseri olan kişilerin birçoğunda aynı zamanda hemoroidde bulunmaktadır. Hastalar yaşadıkları sıkıntıları hemoroid rahatsızlığına bağlayarak doktora başvurma konusunda gecikebilmektedir. Belirtilerin yaşanmaya başlamasıyla birlikte zaman kaybetmeden bir uzmana başvurmak erken teşhis bakamından önemlidir.Rektum kanseri metastazları nelerdir?Kanser vücudun başka bir bölgesine yayıldığında metastaz denir. Rektum kanserinin hücreleri, başladıkları yerden ( birincil tümör ) ayrılır ve lenf sistemi veya kan yoluyla vücudan farklı bölgelerine metastaz gösterebilir.Rektum kanseri hangi organlara yayılır sorusunun cevabı şunları içeririr; Rektum kanserini metastazı en sık yakınındaki lenflerde yaşanır. Rektum kanseri karın zarına yayılım gösterebilir. Karın veya pelvise yakın dokularda metastaz yaşanabilir. Uzak lenflerde görülebilir. Rektum kanseri böbrek ve böbrek üstü bezine metastaz yapabilir. Rektum kanseri karaciğer metastazı genellikle 4. Evrede görülür. Rektum kanseri akciğer metastazı genellikle 4. Evrede görülür. Kemikler ve beyinde rektum kanseri metastazı görülebilir.Rektum kanseri yaşam süresi ne kadardır?Rektum kanseri hastalarının en merak ettiği konuların başında “Rektum kanseri ne kadar yaşar?” sorusu gelmektedir. Rektum kanseri yaşam süresi; kanserinin derecesi, evresi, Karsinoembriyonik antijen (CEA) seviyeleri, hastanın genel sağlık durumu, seçilen tedavi yöntemi, hastanın tedaviye verdiği yanıt gibi birçok faktöre bağlıdır. Rektum kanseri ne kadar yaşar? gibi bir sorunun yatını kesin değildir ve hastadan hastaya değişmektedir.Rektum kanseri yaşam süresi istatistikleri çok genel tahminlerdir ve çok dikkatli yorumlanması gerekir.Dünyada yapılan genel istatistiklere göre 5 yıl sağ kalım oranları şu şekildedirRektum Kanseri 1. Evre 5 yıl sağ kalım %80- 88Rektum Kanseri 2. Evre 5 yıl sağ kalım %60 - %81Rektum Kanseri 3. Evre 5 yıl sağ kalım % 40-75Rektum kanseri 4 Evre(Rektum kanseri son evre) 5 yıl sağ kalım %8-13
Rektum Kanseri Nedir?Rektum kanseri, kanserli hücrelerin rektum dokularında büyümesiyle ortaya çıkan bir kanser türüdür. Rektum kanseri genellikle rektum astarındaki poliplerden kaynaklanmaktadır. Rektum ve kolon kanseri genellikle "Kolorektal kanser" olarak adlandırılır.Rektum Nedir?Rektum, kolon yani kalın bağırsağı anüse bağlayan son kısımdır. Rektumun ana görevi vücuttan atılacak dışkıyı saklamaktır. Rektum kalın bağırsağın yaklaşık olarak son 12-15 cm’lik kısmıdır. Kolonun son bölümünde başlar anüse ulaşan kısa ve dar geçide ulaştığında biter. Rektum 3 tabakadan oluşur. Dışkının geçişini kolaylaştırmak için mukus salgılayan bezlerden oluşan mukoza bölümü rektumun iç yüzeyini kaplar. Muskularis propria denilen ve rektum duvarının orta tabakasını oluşturan katman büzüşmeyi sağlayan kaslardan oluşur. Rektumun son kısmı ise yağ tabakasıdır. Rektumu oluşturan bu üç bölümün dışında bağışıklık sisteminin bir parçası olan lenf bezleri rektumu çevrelemektedir.Rektum Kanseri Belirtileri Nelerdir?Makatta kanama veya dışkıda kan görülmesi rektum kanseri belirtileri arasında en sık yaşananların başında gelmektedir. Kabızlık, ishal, aşırı miktarda gaz gibi bağırsak hareketlerindeki değişiklikte rektum kanseri ilk belirtisi olabilmektedir.Rektum kanseri belirtiler genel olarak şunları içermektedir.Rektum Kanseri Neden Olur?Rektum Kanserinin neden olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Ancak rektum kanserine neden olan çok sayıda risk faktörü bulunmaktadır.Rektum Kanseri Nasıl Teşhis Edilir?Rektum kanseri erken teşhis edebilmek için rutin tarama programlarının uygulanması gerekir. Her hangi bir risk faktörü bulunmayan kişilerde 50 yaşında rutin taramalara başlamak rektum kanserinin erken teşhisi bakımından hayati önem taşır. Risk faktörü olan kişilerde tarama yaşı daha erken başlayabilir. Genellikle rektum kanserinin belirtisi olan makatta kanama veya demir eksikliği sonrası yapılan kontrollerde rektum kanseri teşhis edilir.Tarama programlarında ve teşhis için en sık kullanılan yöntem kolonoskopi tetkikidir. Kolonoskopi sırasında küçük doku örneklerini şüpheli görünen bölgelerden çıkarmak genellikle mümkündür. Biyopsi için çıkarılan doku örneklerinin laboratuvar analizi, rektum kanseri teşhisinde yardımcı olur.Rektum kanseri evreleme için hangi tetkikler yapılır?Kolorektal kanserler konusunda uzman bir genel cerrahın fiziki muayenesi ve kolonoskopi tetkiki ile rektum kanseri teşhisi konulduktan sonra rektum kanseri evresinin belirlenmesi gerekir. Rektum kanseri evreleme, tedavi sürecinde en uygun yola karar verilebilmesi için önemlidir. Rektum kanseri evreleme aşamasında şu tetkikler uygulanabilir.Rektum kanserinin evreleri nelerdir?Rektum kanseri derecesi ve rektum kanseri evresi uygulanacak tedavi için önemlidir. Rektum kanseri derecelendirmesi, kanser hücrelerinin normal ve sağlıklı hücrelere kıyasla nasıl göründüğüyle ilgilidir. Rektum kanserinin derecisini bilmek kanserin ne kadar hızlı büyüyebileceği ve metastaz yani yayılma ihtimalinin ne olduğu hakkında fikir verebilir.Düşük dereceli rektum kanserinde hücreler anormaldir ancak normal hücreler gibi görünürler. Düşük dereceli rektum kanseri yavaş büyüme eğilimindedir ve metastaz olasılığı daha düşüktür. Yüksek dereceli rektum kanseri ise daha farklılaşmamış kanser hücrelerine sahiptir. Hücreler normal hücrelere benzemeyen yüksek dereceli rektum kanseri hızlı büyüme eğilimindedir ve düşük dereceli kanserlere göre metastaz olasılıkları daha yüksektir.Rektum kanseri evreleme; tetkiklerden elde edilen bilgiler, rektumun hangi bölümlerinde kanser olduğu, tümörün boyutunu, kanserin ilk başladığı yerden yayılıp yayılmadığına göre değişir. Rektum kanseri tedavisini planlamak için evreleme önemlidir. Rektum kanserinin evrelemesi yapılırken;Rektum kanseri evreleri 5 grupta değerlendirilir.Rektum Kanseri TedavisiRektum kanserinin tedavisinde ameliyat en sık başvurulan yöntemdir. Makat koruyucu rektum ameliyatı ve makat kaybı gerektiren rektum ameliyatı olmak üzere 2 şekilde ele alınır. Kanserin evresine göre kemoterapi ve radyoterapi de rektum kanserinin tedavi seçenekleri arasındadır. 2. ve 3. evre rektum kanserinde kemoterapi ve radyoterapi yöntemi kanserin tekrar nüksetmemesi ve tümörü küçültmek için kullanılmaktadır.Rektum kanseri ameliyatıRektum kanserinin tedavisinde ameliyat en sık başvurulan yöntemlerin başında gelmektedir. Rektum kanseri ameliyatı tümörün yeri ve büyülüğüne göre planlanır.Rektum kanseri ameliyatı; makat koruyucu rektum ameliyatı ve makat kaybı gerektiren rektum ameliyatı olmak üzere 2 grupta incelenebilir.Rektum Kanseri ameliyatında;Minimal invaziv cerrahi gibi ameliyat teknikleri kullanılabilmektedirRektum kanserinde kemoterapi ve radyoterapi tedavisiRektum kanseri kemoterapi tedavisi genellikle kanser hücrelerini hedef alan iki veya daha fazla ilaçtan oluşur. Rektum kanserinde kemoterapi ve radyoterapi ameliyattan önce kullanılabildiği gibi sonra da uygulanabilmektedir. Rektum kanseri 1. Evre tedavisinde cerrahi yöntem tedavide tek gerekli adım olabilir. 1. Evre rektum kanserinde ameliyat sonrası nüks riski düşüktür ve bu nedenle genellikle kemoterapi önerilmemektedir. Rektum kanseri 2. ve 3. evrelerinde kanserin tekrarlamaması için ameliyattan sonra kemoterapi ve radyoterapi tedavisi uygulanır. Rektum kanseri 2. Evre ve Rektum kanseri 3. Evre hastalarda ameliyattan önce tümörü küçültmek için kemoterapi ve radyoterapi tedavisi uygulanabilir. Rektum kanseri tedavisinden sonra takip nasıl olmalıdır?Rektum kanserini teşhis etmek veya rektum kanserin evresini bulmak için yapılan testlerin bazıları tedaviden sonra da tekrarlanabilir. Tedaviye devam edilip edilmeyeceği veya değiştirileceğine ilişkin karar bu testlerin sonuçlarına dayanabilir.Rektum kanser tedavisinden sonra, kanserin nüks edip etmediğini kontrol etmek için karsinoembriyonik antijen miktarlarını ölçmek, kolonoskopi, sanal kolonoskopi gibi tetkikler tekrarlanabilir.Rektum Kanseri Önlenebilir mi?Rektum kanseri kolon kanseri gibi önlenebilir bir kanserdir. Rektum kanseri, rektum duvarında iyi huylu olan rektum poliplerinden gelişebilmektedir. Bu poliplerin kolonoskopi ile tespiti ve çıkarılması rektum kanser riskini azaltmaktadır. Aile geçmişi de göz önüne alınarak 45-50 yaştan sonra rektum kanseri taraması yapılması hayati önem taşımaktadır. En doğru ve etkili tarama testi kolonoskopidir.Tarama kontrollerinin yanında beslenme şeklinin de rektum kanseri ile ilişkili olduğunu gösterir bilimsel birçok çalışma bulunmaktadır. Lif bakımından yüksek tam tahıllar, meyve, sebze, fındık gibi düşük yağ oranlı besinlerin tüketilmesi rektum kanseri gelişme riskini azaltabilmektedir.Genel olarak rektum kanserini önleyebilmek için;Rektum Kanserinde Beslenme Nasıl Olmalıdır?Rektum kanseri tedavisinden önce, tedavi sırasında veya sonrasında dengeli beslenmek kişinin kendisini iyi hissetmesine, gücünü korumasına katkı sağlayarak iyileşmeyi hızlandırabilir.Rektum Kanseri ile İlgili Sık Sorulan SorularRektum kanseri kimlerde görülür?Rektum kanseri kadınlara oranlara erkeklerde daha fazla görülmektedir. Endoskopik ve radyolojik tetkiklerin ilerlemesiyle birlikte rektum kanseri teşhisi daha rahat konulabilmektedir. Farkındalığın artmasıyla birlikte görülme oranlarında da artış yaşanmaktadır. Dünyada her yıl yaklaşık 1 milyon kişiye kolon ve rektum kanseri teşhisi konulmaktadır. Ülkemizde kesin bir rakam olmamakla birlikte her yıl 30 bin yine kolon ve rektum kanseri teşhisi konulduğu tahmin edilmektedir. En sık görülen rektal kanser türü mukozadan kaynaklanan bir kanser olan adenokarsinomdur.Rektum kanseri hangi yaşlarda görülür?Rektum ve kolon kanserinin kesin bir görülme yaşı yoktur. Ancak rektum kanseri genellikle 35 yaşından sonra görülmektedir. Hastaların büyük bir çoğunluğu ise 50 yaşından daha ileri yaşlardadır.Rektum kanseri için hangi doktora gidilmelidir?Rektum ve kolon kanseri belirtilerinden bir veya bir kaçının görüldüğü durumlarda zaman kaybetmeden Gastroenteroloji veya Genel cerrahi bölümü doktorlarına başvurulmalıdır. Rektum ve kolon kanserinin tedavi prosedüründe cerrahi yöntemlerin ön plana çıkması nedeniyle bu konuda uzman bir doktorun tercih edilmesi önemlidir. Kolorektal kanserlerin tedavisi genel cerrahi, gastroenteroloji ve onkoloji gibi bir çok tıbbi birimin bir araya gelerek multidisipliner yaklaşım gerektiren hastalıklar olması nedeniyle tıbbı açıdan yeterli alt yapıya sahip hastanelerin seçilmesi önemlidir.Rektum kanseri bulaşıcı mıdır?Rektum kanseri olan bir kişiden bir başka kişiye bulaşma söz konusu değildir. Kanserin solunum, hava, temas veya cinsel yolla bulaştığına dair kanıt bulunmamaktadır. Ancak rektum ve kolon kanseri genetik özellikler taşımaktadır. Daha önce ailesinde rektum ve kolon kanseri olan kişilerde Kolorektal kanser görülme olasılığı daha yüksektir.Rektum kanseri ile kolon kanseri arasındaki fark nedir?Rektum ve kolon kanserinin belirti ve nedenleri birbirine çok benzerdir. Rektum ve kolon kanserleri birçok yönden benzer olsa da, tedavileri farklıdır. Bunun temel nedeni, rektumun pelvik boşluktaki diğer organlardan ve yapılardan zorlukla ayrılan dar bir alanda oturmasıdırHemoroid rektum kanserine neden olur mu?Rektum kanseri hemoroid ilişkisi bulunmamaktadır. Ancak özellikle makat bölgesindeki kanamalar, yaşanan ağrılar rektum kanserinde olduğu gibi hemoroid hastalığında da görülmektedir. Kolon ve rektum kanseri olan kişilerin birçoğunda aynı zamanda hemoroidde bulunmaktadır. Hastalar yaşadıkları sıkıntıları hemoroid rahatsızlığına bağlayarak doktora başvurma konusunda gecikebilmektedir. Belirtilerin yaşanmaya başlamasıyla birlikte zaman kaybetmeden bir uzmana başvurmak erken teşhis bakamından önemlidir.Rektum kanseri metastazları nelerdir?Kanser vücudun başka bir bölgesine yayıldığında metastaz denir. Rektum kanserinin hücreleri, başladıkları yerden ( birincil tümör ) ayrılır ve lenf sistemi veya kan yoluyla vücudan farklı bölgelerine metastaz gösterebilir.Rektum kanseri hangi organlara yayılır sorusunun cevabı şunları içeririr;Rektum kanseri yaşam süresi ne kadardır?Rektum kanseri hastalarının en merak ettiği konuların başında “Rektum kanseri ne kadar yaşar?” sorusu gelmektedir. Rektum kanseri yaşam süresi; kanserinin derecesi, evresi, Karsinoembriyonik antijen (CEA) seviyeleri, hastanın genel sağlık durumu, seçilen tedavi yöntemi, hastanın tedaviye verdiği yanıt gibi birçok faktöre bağlıdır. Rektum kanseri ne kadar yaşar? gibi bir sorunun yatını kesin değildir ve hastadan hastaya değişmektedir.Rektum kanseri yaşam süresi istatistikleri çok genel tahminlerdir ve çok dikkatli yorumlanması gerekir.Dünyada yapılan genel istatistiklere göre 5 yıl sağ kalım oranları şu şekildedirRektum Kanseri 1. Evre 5 yıl sağ kalım %80- 88Rektum Kanseri 2. Evre 5 yıl sağ kalım %60 - %81Rektum Kanseri 3. Evre 5 yıl sağ kalım % 40-75Rektum kanseri 4 Evre(Rektum kanseri son evre) 5 yıl sağ kalım %8-13 | 12,019 |
585 | Hastalıklar | Rett Sendromu | Rett sendromu, X kromozomundaki bir gendeki mutasyonun neden olduğu nadir bir genetik hastalıktır. Rett sendromunda bebekler ilk altı ay boyunca sağlıklı görünür ancak zamanla koordinasyon, konuşma ve el becerilerinde kayıplar yaşanır. Yaygın belirtileri davranış gelişiminde bozukluk, el becerilerinin yitirilmesi, motor hareketlerde zayıflık olan rett sendromu, ilaçlar, fizik tedavi, konuşma terapisi ve beslenme desteğiyle semptomları hafifletebilen bir hastalıktır.Rett sendromu, X kromozomundaki bir gendeki mutasyonun neden olduğu nadir bir genetik hastalıktır. Rett sendromunda bebekler ilk altı ay boyunca sağlıklı görünür ancak zamanla koordinasyon, konuşma ve el becerilerinde kayıplar yaşanır. Yaygın belirtileri davranış gelişiminde bozukluk, el becerilerinin yitirilmesi, motor hareketlerde zayıflık olan rett sendromu, ilaçlar, fizik tedavi, konuşma terapisi ve beslenme desteğiyle semptomları hafifletebilen bir hastalıktır.
Rett Sendromu Nedir?Rett sendromu, beynin gelişimini etkileyerek motor becerileri ve dilin gelişimini engelleyen nadir bir genetik nörolojik ve gelişimsel bozukluktur. Rett sendromu en çok kız çocuklarının etkilendiği, doğumdan sonraki ilk altı ayda normal bir şekilde gelişim gösterdikleri halde daha sonra emekleme, yürüme, iletişim kurma veya ellerini kullanma gibi daha önce sahip oldukları becerileri kaybetikleri nörolojik ve gelişimsel hastalıktır.X kromozomunda, genellikle MECP2 adı verilen bir gende mutasyon oluşması sonucu meydana gelen rett sendromu, davranışta meydana gelen anormallikler, ellerini düzgün kullanamama, konuşma bozuklukları ve motor hareketlerde zayıflık gibi belirtileri gösterir.Bilinen net bir tedavisi olmayan rett sendromu, nöbetleri önlemeye yönelik ilaçlar, gelişim bozukluğu ve motor becerilerin zayıflaması gibi semptomların hafifletilmesi için fizik tedavi ve konuşma terapisi gibi uygulamalarla yönetilmeye çalışılır.Rett Sendromu Neden Olur?Genellikle kadaınları etkileyen rett sendromu, X kromozomunda yer alan metilsitozin bağlayıcı protein 2 (MECP2) genindeki bir mutasyondan kaynaklanır. Rett sendromu genetik olarak görülen bir hastalık olmasına rağmen, çocuklara hatalı gen neredeyse hiçbir zaman ebeveynlerinden geçmez. Aksine, DNA'da meydana gelen rastgele bir mutasyon sonucu rett sendromu oluşur.Rett Sendromu Belirtileri Nelerdir?Semptomların çoğu kişiden kişiye göre değişen rett sendromu belirtileri, yavaşlamış büyümeyle birlikte kafa küçüklüğü, el becerilerinin kaybolması, konuşma bozukluğu ve yürüme problemleri ortaya çıkarır.Genel olarak rett sendromu belirtileri şunları içerir: Büyümede yavaşlama ve kafa küçüklüğü El becerilerinin yitirilmesi ve olağandışı hareketler Dil becerisinde zayıflık, konuşma bozukluğu Kas zayıflığı Solunum sıkıntısı ve nefes darlığı Anormal göz hareketleri Agresiflik hali ve ağlama durumu Konsantrasyon bozukluğu Epilepsi veya nöbetler Skolyoz (omurga eğriliği) Düzensiz kalp atışı Uyku bozukluklarıBüyümede yavaşlama ve kafa küçüklüğüBeyin büyümesi doğumdan sonra yavaşlar ve normalden küçük kafa boyutu (mikrosefali) bazen bir çocukta rett sendromu olduğunun ilk işareti olarak kabul edilir. Çocuklar büyüdükçe vücudun diğer bölgelerinde de büyüme yavaşlar.El becerilerinin yitirilmesi ve olağandışı hareketlerRett sendromlu çocukların birçoğu ellerini kullanma yeteneğini kaybeder. Daha çok ellerini birbirine sıkma veya ovuşturma eğiliminde olurlar.Dil becerisinde zayıflık, konuşma bozukluğuRett sendromu olan çocuklar genellikle konuşma, göz teması kurma ve diğer yollarla iletişim kurma gibi sosyal becerilerini kaybetmeye başlar. Başkalarına, oyuncaklara veya çevrelerine karşı ilgisizleşmenin yanı sıra bazı çocuklarda ani dil kaybı gibi hızlı değişimler de gözlenir.Kas zayıflığı Gelişimin durup büyümenin yavaşlamasıyla rett sendromlu çocuklar kas zayıflığı yaşanır.Solunum sıkıntısı Rett sendromuna sahip kişiler çok hızlı nefes almakla birlikte (hiperventilasyon), havanın veya tükürüğün kuvvetli bir şekilde dışarı verilmesi veya havanın yutulması gibi sorunlarla karşılaşır. Uyku sırasında zor nefes alma veya nefes almanın kısa süreli durması (apne) gibi diğer solunum problemleri de ortaya çıkabilir.Anormal göz hareketleriRett sendromlu çocuklar, bir bölgeye yoğun bakma, göz kırpma, şaşılık veya tek gözünü kapatma gibi olağandışı göz hareketleri gibi belirtilere sahiptir.Agresiflik hali ve ağlama durumu Rett sendromlu çocuklar yaşları ilerledikçe giderek daha tedirgin ve sinirli bir kişiye dönüşür. Ağlama krizleri veya ani bağırma durumu hiçbir neden yokken başlayabilir ve saatlerce sürebilir. Bu durum bazı çocuklarda korku ve kaygı hissine de dönüşebilir.Konsantrasyon bozukluğuBeyinsel gelişimin zayıflaması ve becerilerin yitirilmesiyle birlikte rett sendromu olan çocuklarda odaklanamama ve konsantrasyon bozukluğu görülür.Rett Sendromu Nasıl Teşhis Edilir?Rett sendromu tanısında genellikle bebeklerin ilk yıllarında ebeveynler tarafından belirtiler fark edilmeye başlanır. Bir çocuğun Rett sendromuna sahip olabileceğinden şüphelenen doktor ise MECP2 gen mutasyonunu aramak için genetik bir testten yararlanır. Bu genetik tarama aynı zamanda bir kan testidir. Herhangi bir özel hazırlık ya da hastanede kalmayı gerektirmez.Rett Sendromu Nasıl Tedavi Edilir?Rett sendromu hastalığında kesin bir tedavi söz konusu değildir. Rett sendromunda amaç, uygulanacak yöntemlerle hastalığın neden olduğu semptomları ve komplikasyonları hafifletmektir.Rett sendromunda faydalanılan tedavi yöntemleri şöyledir: Skolyoz gibi tıbbi durumlar için düzenli tedavi Nöbetler ve kas zayıflığı için ilaçlar Fizik tedavi uygulaması Konuşma terapisi Gıda desteği ve sağlıklı beslenme Stresi azaltmak için destek almak Sosyal ilişkiler kurmaya çalışmakRett Sendromu Hakkında Sık Sorulan SorularRett sendromu en az kaç yıl yaşar?Rett sendromu hastaları genellikle 40-50 yaşlarına kadar yaşarlar ancak bu durum hastalığın şiddeti ve seyrine bağlı olarak değişebilir.Rett sendromu en çok kimlerde görülür?Rett sendromu çoğunlukla kadınlarda görülen nadir bir hastalıktır. Az da olsa erkeklerde de görülebilen bu hastalık, erkekleri kadınlardan daha ciddi şekilde etkiler.Rett sendromu otizm mi?Rett sendromu, otizm hastalığına dahil olan ve otizmin bir alt türü olarak değerlendirilir.Rett sendromu nasıl geçer?Kesin bir tedavisi bulunmayan rett sendromu, fizik tedavi, konuşma terapisi ve destek tedavileriyle semptomları hafifletilebilir.
Rett Sendromu Nedir?Rett sendromu, beynin gelişimini etkileyerek motor becerileri ve dilin gelişimini engelleyen nadir bir genetik nörolojik ve gelişimsel bozukluktur. Rett sendromu en çok kız çocuklarının etkilendiği, doğumdan sonraki ilk altı ayda normal bir şekilde gelişim gösterdikleri halde daha sonra emekleme, yürüme, iletişim kurma veya ellerini kullanma gibi daha önce sahip oldukları becerileri kaybetikleri nörolojik ve gelişimsel hastalıktır.X kromozomunda, genellikle MECP2 adı verilen bir gende mutasyon oluşması sonucu meydana gelen rett sendromu, davranışta meydana gelen anormallikler, ellerini düzgün kullanamama, konuşma bozuklukları ve motor hareketlerde zayıflık gibi belirtileri gösterir.Bilinen net bir tedavisi olmayan rett sendromu, nöbetleri önlemeye yönelik ilaçlar, gelişim bozukluğu ve motor becerilerin zayıflaması gibi semptomların hafifletilmesi için fizik tedavi ve konuşma terapisi gibi uygulamalarla yönetilmeye çalışılır.Rett Sendromu Neden Olur?Genellikle kadaınları etkileyen rett sendromu, X kromozomunda yer alan metilsitozin bağlayıcı protein 2 (MECP2) genindeki bir mutasyondan kaynaklanır. Rett sendromu genetik olarak görülen bir hastalık olmasına rağmen, çocuklara hatalı gen neredeyse hiçbir zaman ebeveynlerinden geçmez. Aksine, DNA'da meydana gelen rastgele bir mutasyon sonucu rett sendromu oluşur.Rett Sendromu Belirtileri Nelerdir?Semptomların çoğu kişiden kişiye göre değişen rett sendromu belirtileri, yavaşlamış büyümeyle birlikte kafa küçüklüğü, el becerilerinin kaybolması, konuşma bozukluğu ve yürüme problemleri ortaya çıkarır.Genel olarak rett sendromu belirtileri şunları içerir:Büyümede yavaşlama ve kafa küçüklüğüBeyin büyümesi doğumdan sonra yavaşlar ve normalden küçük kafa boyutu (mikrosefali) bazen bir çocukta rett sendromu olduğunun ilk işareti olarak kabul edilir. Çocuklar büyüdükçe vücudun diğer bölgelerinde de büyüme yavaşlar.El becerilerinin yitirilmesi ve olağandışı hareketlerRett sendromlu çocukların birçoğu ellerini kullanma yeteneğini kaybeder. Daha çok ellerini birbirine sıkma veya ovuşturma eğiliminde olurlar.Dil becerisinde zayıflık, konuşma bozukluğuRett sendromu olan çocuklar genellikle konuşma, göz teması kurma ve diğer yollarla iletişim kurma gibi sosyal becerilerini kaybetmeye başlar. Başkalarına, oyuncaklara veya çevrelerine karşı ilgisizleşmenin yanı sıra bazı çocuklarda ani dil kaybı gibi hızlı değişimler de gözlenir.Kas zayıflığı Gelişimin durup büyümenin yavaşlamasıyla rett sendromlu çocuklar kas zayıflığı yaşanır.Solunum sıkıntısı Rett sendromuna sahip kişiler çok hızlı nefes almakla birlikte (hiperventilasyon), havanın veya tükürüğün kuvvetli bir şekilde dışarı verilmesi veya havanın yutulması gibi sorunlarla karşılaşır. Uyku sırasında zor nefes alma veya nefes almanın kısa süreli durması (apne) gibi diğer solunum problemleri de ortaya çıkabilir.Anormal göz hareketleriRett sendromlu çocuklar, bir bölgeye yoğun bakma, göz kırpma, şaşılık veya tek gözünü kapatma gibi olağandışı göz hareketleri gibi belirtilere sahiptir.Agresiflik hali ve ağlama durumu Rett sendromlu çocuklar yaşları ilerledikçe giderek daha tedirgin ve sinirli bir kişiye dönüşür. Ağlama krizleri veya ani bağırma durumu hiçbir neden yokken başlayabilir ve saatlerce sürebilir. Bu durum bazı çocuklarda korku ve kaygı hissine de dönüşebilir.Konsantrasyon bozukluğuBeyinsel gelişimin zayıflaması ve becerilerin yitirilmesiyle birlikte rett sendromu olan çocuklarda odaklanamama ve konsantrasyon bozukluğu görülür.Rett Sendromu Nasıl Teşhis Edilir?Rett sendromu tanısında genellikle bebeklerin ilk yıllarında ebeveynler tarafından belirtiler fark edilmeye başlanır. Bir çocuğun Rett sendromuna sahip olabileceğinden şüphelenen doktor ise MECP2 gen mutasyonunu aramak için genetik bir testten yararlanır. Bu genetik tarama aynı zamanda bir kan testidir. Herhangi bir özel hazırlık ya da hastanede kalmayı gerektirmez.Rett Sendromu Nasıl Tedavi Edilir?Rett sendromu hastalığında kesin bir tedavi söz konusu değildir. Rett sendromunda amaç, uygulanacak yöntemlerle hastalığın neden olduğu semptomları ve komplikasyonları hafifletmektir.Rett sendromunda faydalanılan tedavi yöntemleri şöyledir:Rett Sendromu Hakkında Sık Sorulan SorularRett sendromu en az kaç yıl yaşar?Rett sendromu hastaları genellikle 40-50 yaşlarına kadar yaşarlar ancak bu durum hastalığın şiddeti ve seyrine bağlı olarak değişebilir.Rett sendromu en çok kimlerde görülür?Rett sendromu çoğunlukla kadınlarda görülen nadir bir hastalıktır. Az da olsa erkeklerde de görülebilen bu hastalık, erkekleri kadınlardan daha ciddi şekilde etkiler.Rett sendromu otizm mi?Rett sendromu, otizm hastalığına dahil olan ve otizmin bir alt türü olarak değerlendirilir.Rett sendromu nasıl geçer?Kesin bir tedavisi bulunmayan rett sendromu, fizik tedavi, konuşma terapisi ve destek tedavileriyle semptomları hafifletilebilir. | 4,278 |
586 | Hastalıklar | Reye Sendromu | Reye sendromu, günümüzde bir milyonda bir görülme sıklığı ile nadir görülen hastalıklar arasında yer alıyor. Bilinen en önemli nedeni ise üst solunum yolu enfeksiyonları sırasında aspirin kullanımı olarak karşımıza çıkıyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları (Pediatri) Bölümü Uzmanları, Reye sendromu hakkında bilgi verdi.Reye sendromu, günümüzde bir milyonda bir görülme sıklığı ile nadir görülen hastalıklar arasında yer alıyor. Bilinen en önemli nedeni ise üst solunum yolu enfeksiyonları sırasında aspirin kullanımı olarak karşımıza çıkıyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları (Pediatri) Bölümü Uzmanları, Reye sendromu hakkında bilgi verdi.
Reye sendromu nedir?Reye sendromu, karaciğer disfonkisyonu ile beyin ödemine bağlı nörolojik bulguların beraber görüldüğü nadir fakat ağır seyredebilen bir hastalıktır. Erişkinlerde dahi çok nadir görülebilmekle beraber en sık 4-12 yaşlar arasında çocukluk çağında görülür. 1980’li yıllarda üst solunum yolu enfeksiyonları sırasında aspirin kullanımının sendroma neden olduğu saptandıktan sonra kullanımın kısıtlanmasıyla hastalığın görülme sıklığı giderek azalmıştır. Şu anda bildirilen sıklık bir milyonda bir vaka ile oldukça nadirdir.Reye sendromu belirtileri nelerdir?Reye sendromu farklı sistemleri tutabilmekle beraber en sık etkilenen organlar beyin ve karaciğerdir. Üst solunum yolu enfeksiyonundan 3-5 gün sonra ani başlayan şiddetli ve tekrarlayan kusmalar, , bilinç ve davranış değişiklikleri, nöbetler görülebilir ve hasta komaya girebilir. Karaciğerde büyüme ve yağlanma, karaciğer enzimlerinde ve amonyak düzeylerinde yükselme, sarılığın genelde eşlik etmediği karaciğer yetersizliği görülür. Ayrıca kalp ve böbrek yetmezliği de tabloya eşlik edebilmektedir.Reye sendromu tanısı nasıl konulur?Reye sendromunun tanısında özel bir test yoktur. Genelde iyi bir hastalık öyküsü ve klinik muayenenin ardından şüphe edildiği durumlarda kan ve idrar tahlilleri yapılmaktadır. Ek olarak, diğer ayırıcı tanılara yönelik aşağıdaki yöntemlerden de yararlanılabilir:• Beyin BT veya MR görüntülemesi• Lomber ponksiyon• Karaciğer biyopsisiReye sendromu tedavisi nasıldır?Reye sendromunun özel bir tedavisi bulunmamaktadır. Oluşan bulgulara yönelik destek tedavisi uygulanmaktadır ve hastalığın ağırlık durumuna göre yoğun bakım izlemi gerekebilmektedir. Beyin ödemine bağlı artmış kafaiçi basınç ölümcül olabilen ciddi komplikasyonlardan biridir.Reye sendromu hakkında sıkça sorulan sorularReye sendromu nedenleri nelerdir?Bilinen en sık nedeni viral üst solunum yolu enfeksiyonları sırasında, özellikle de influenza gribi ve suçiçeği hastalığı sırasında, aspirin kullanımıdır. Bunun dışında ise bildirilen spesifik bir neden bulunamamıştır. Altta yatan bazı doğumsal metabolik hastalıklarda Reye sendromuna yakalanma riski artmıştır veya Reye benzeri sendromlar görülebilmektedir.Reye sendromundan korunmak için neler yapılmalıdır?Reye sendromunun önlenmesi açısından yapılabilecek en önemli şey özellikle üst solunum yolu enfeksiyonu geçirmekte olan çocuklarda aspirin kullanımından kaçınmaktır. Çeşitli hastalıklar nedeniyle düzenli aspirin kullanması gereken hastalarda ise, özellikle suçiçeği ve influenza gribi için aşılama çok önemlidir. Reye sendromu riski artmış doğumsal metabolik hastalık tanısı olan çocukların ise aspirin kullanımından özellikle kaçınması önemlidir.Reye sendromu kaç yaşında görülür?Erişkinlerde dahi çok nadir görülebilmekle beraber en sık 4-12 yaşlar arasında çocukluk çağında görülür.Reye sendromunda aspirin kullanımı nasıl olmalıdır?Reye sendromunun önlenmesi dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, özellikle üst solunum yolu enfeksiyonu geçirmekte olan çocuklarda aspirin kullanımından kaçınmaktır.
Reye sendromu nedir?Reye sendromu, karaciğer disfonkisyonu ile beyin ödemine bağlı nörolojik bulguların beraber görüldüğü nadir fakat ağır seyredebilen bir hastalıktır. Erişkinlerde dahi çok nadir görülebilmekle beraber en sık 4-12 yaşlar arasında çocukluk çağında görülür. 1980’li yıllarda üst solunum yolu enfeksiyonları sırasında aspirin kullanımının sendroma neden olduğu saptandıktan sonra kullanımın kısıtlanmasıyla hastalığın görülme sıklığı giderek azalmıştır. Şu anda bildirilen sıklık bir milyonda bir vaka ile oldukça nadirdir.Reye sendromu belirtileri nelerdir?Reye sendromu farklı sistemleri tutabilmekle beraber en sık etkilenen organlar beyin ve karaciğerdir. Üst solunum yolu enfeksiyonundan 3-5 gün sonra ani başlayan şiddetli ve tekrarlayan kusmalar, , bilinç ve davranış değişiklikleri, nöbetler görülebilir ve hasta komaya girebilir. Karaciğerde büyüme ve yağlanma, karaciğer enzimlerinde ve amonyak düzeylerinde yükselme, sarılığın genelde eşlik etmediği karaciğer yetersizliği görülür. Ayrıca kalp ve böbrek yetmezliği de tabloya eşlik edebilmektedir.Reye sendromu tanısı nasıl konulur?Reye sendromunun tanısında özel bir test yoktur. Genelde iyi bir hastalık öyküsü ve klinik muayenenin ardından şüphe edildiği durumlarda kan ve idrar tahlilleri yapılmaktadır. Ek olarak, diğer ayırıcı tanılara yönelik aşağıdaki yöntemlerden de yararlanılabilir:• Beyin BT veya MR görüntülemesi• Lomber ponksiyon• Karaciğer biyopsisiReye sendromu tedavisi nasıldır?Reye sendromunun özel bir tedavisi bulunmamaktadır. Oluşan bulgulara yönelik destek tedavisi uygulanmaktadır ve hastalığın ağırlık durumuna göre yoğun bakım izlemi gerekebilmektedir. Beyin ödemine bağlı artmış kafaiçi basınç ölümcül olabilen ciddi komplikasyonlardan biridir.Reye sendromu hakkında sıkça sorulan sorularReye sendromu nedenleri nelerdir?Bilinen en sık nedeni viral üst solunum yolu enfeksiyonları sırasında, özellikle de influenza gribi ve suçiçeği hastalığı sırasında, aspirin kullanımıdır. Bunun dışında ise bildirilen spesifik bir neden bulunamamıştır. Altta yatan bazı doğumsal metabolik hastalıklarda Reye sendromuna yakalanma riski artmıştır veya Reye benzeri sendromlar görülebilmektedir.Reye sendromundan korunmak için neler yapılmalıdır?Reye sendromunun önlenmesi açısından yapılabilecek en önemli şey özellikle üst solunum yolu enfeksiyonu geçirmekte olan çocuklarda aspirin kullanımından kaçınmaktır. Çeşitli hastalıklar nedeniyle düzenli aspirin kullanması gereken hastalarda ise, özellikle suçiçeği ve influenza gribi için aşılama çok önemlidir. Reye sendromu riski artmış doğumsal metabolik hastalık tanısı olan çocukların ise aspirin kullanımından özellikle kaçınması önemlidir.Reye sendromu kaç yaşında görülür?Erişkinlerde dahi çok nadir görülebilmekle beraber en sık 4-12 yaşlar arasında çocukluk çağında görülür.Reye sendromunda aspirin kullanımı nasıl olmalıdır?Reye sendromunun önlenmesi dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, özellikle üst solunum yolu enfeksiyonu geçirmekte olan çocuklarda aspirin kullanımından kaçınmaktır. | 2,549 |
587 | Hastalıklar | Retina Yırtığı | Retina yırtığı gözde retina tabakasının yapıştığı yerden ayrılması ile ortaya çıkan ciddi bir göz hastalığıdır. Gözdeki ani uçuşmalar, ışık çakmaları veya kararma gibi belirtilerle kendisini belli edebilen retina yırtılması her ne kadar ağrısız olsa da görme ile ilgili ciddi sonuçlara neden olabilir. Bu semptomlarla karşı karşıya kalan hastanın hızlı bir şekilde göz doktoruna başvurması gerekir. Retina yırtığını önlemenin en doğru yolu düzenli göz muayeneleri yaptırarak görme sağlığını korumaktan geçer. Memorial Şişli Hastanesi Göz Hastalıkları Bölümü’nden Prof. Dr. Abdullah Özkaya, retina yırtığının (retina dekolmanı) nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.Retina yırtığı gözde retina tabakasının yapıştığı yerden ayrılması ile ortaya çıkan ciddi bir göz hastalığıdır. Gözdeki ani uçuşmalar, ışık çakmaları veya kararma gibi belirtilerle kendisini belli edebilen retina yırtılması her ne kadar ağrısız olsa da görme ile ilgili ciddi sonuçlara neden olabilir. Bu semptomlarla karşı karşıya kalan hastanın hızlı bir şekilde göz doktoruna başvurması gerekir. Retina yırtığını önlemenin en doğru yolu düzenli göz muayeneleri yaptırarak görme sağlığını korumaktan geçer. Memorial Şişli Hastanesi Göz Hastalıkları Bölümü’nden Prof. Dr. Abdullah Özkaya, retina yırtığının (retina dekolmanı) nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.
Retina nedir?Retina gözümüzün arkasındaki canlı hücrelerden ve sinir liflerinden oluşan gözümüzün ışığı algılamasını sağlayan bir tabakadır. Gözümüzün ön tarafında kornea ve lens vardır. Kornea ve lens ışığı sağlıklı bir şekilde gözümüzün arka tarafına taşıma ve odaklama işini yaparken retinadaki özel hücreler de bu ışığın algılanıp beynimize iletilmesini sağlar. Bu nedenle retina canlı bir dokudur.Vitreus jeli nedir?Gözümüzün arkasını dolduran yaklaşık beş mililitrelik hacme sahip bir vitreus jeli vardır. Bu jel yumurta akı şeklinde olup, retinamıza yaslı durumdadır. Yani gözümüzü bir balon gibi hayal edersek bu balonun %90’lık kısmını vitreus jeli doldurur. Vitreus jeli kollajen ve hyaluronik asitten oluşur. Zaman içerisinde, sıklıkla 30’lu yaşlardan sonra vitreus jelinin içeriği yavaş yavaş bozulur ve kolajen lifleri bir araya gelmeye başlarken hyaluronik asit lifleri de su ceplerinin oluşmasına neden olur. Kollajen liflerinin bir araya gelmesiyle uçuşmalar, örümcek ağları, uçuşan cisimcikler, yani düz beyaz zemine veya gökyüzüne bakıldığında uçuşan cisimcikler görülür. Bu durum vitreus jelinin yavaş yavaş dejenere olmaya başladığı, içeriğinin değişmeye başladığını gösterir.Retina yırtığı nedir?Gözde uçuşmalar, retina yırtığı ve retina dekolmanı birbiriyle bağlantılı ve ilişkilidir. Koroid (kan damarları), gözün arkasında bulunan, göze oksijen ve besin sağlayan ince bir doku tabakasıdır. Retina yırtılması ile kan damarları tabakasından ayılır. Retina yırtığı yani dekolmanı tedavi edilmediği takdirde etkilenen gözde kalıcı görme kaybı riski artırır. Görüşte azalma, uçuşan cisimler ve ışık çakmalarının aniden ortaya çıkması retina yırtığının en önemli belirtileridir. Retina yırtığı nasıl oluşur?Tüm retina dekolmanları yani retinanın yapıştığı yerden ayrılması durumu genelde bir retinal yırtığa bağlıdır. Yani bir yırtık retina dekolmanını önceler. Gözün arka kısmını dolduran vitreus jelini oluşturan kollajen ve hyaluronik asitin otuzlu yaşlardan sonra bozulması bir süre sonra yumurta akı şeklinde iyice sıvılaşarak retinanın yapıştığı yerlerden ayrılmasına neden olur. İşte bu ayrılmalar esnasında da ışık çakmaları veya flash patlaması gibi bulgular oluşur. Ayrılırken, vitreus retinamıza bir yerde anormal bir şekilde yapışıksa bu bölgede daha ciddi bir çekinti yaparak burada bir retina yırtığı oluşturabilir. Gözü yumurta gibi hayal edersek yumurta akının kabuktan çıkarken kabuğun bir yerine aşırı yapışık olup, o kabuğu kırması gibi bir kurgu düşünülebilir. Burası yırtık oluştuktan sonra uygun bir şekilde tedavi edilmezse göz küremizi içeriden yapışık olan retina tabakasının altına sıvı girer, bu tabaka yerinden ayrılır ve bu ayrılmaya da retina ayrışması yani retina yırtığı dekolmanı denir.Retina yırtığının sebepleri nelerdir?Retina yırtığının en önemli nedeni gözün arkasındaki vitreus jelinin bozulmasıdır. Vitreus jeli ise ilerleyen yaşlarda deforme olmaya başlar. Retina yırtığının görülme riski katarakt ameliyatı olan hastalarda daha fazladır. Bunun nedeni de katarakt ameliyatlarının genellikle ileri yaştaki yani gözündeki vitreus jeli deforme olan hastalara yapılmasıdır. Retina yırtılması riski miyop göz rahatsızlığı olan hastalarda da yüksektir. Bunun nedeni ise gözün büyük olmasıdır. Retina yırtığı riski her yaşta maruz kalınan travma veya darbe de artırır. Retina yırtılmasında genetik faktörlerin etkisi çok azdır. Doğuştan çok nadir görülen ve genetik açıdan çeşitlilik gösteren retinanın dejeneratif hastalıklar grubu olan herediter vitreoretinopatiler retina dekolmanına yol açabilmektedirler.Retina yırtığının belirtileri nelerdir?Retina yırtılması her ne kadar ağrısız olsa da belirtileri ortaya çıktığı anda hemen müdahale edilmezse hastada görme kayıplarına neden olabilir. Retina yırtılmasının belirtileri şunlardır; Görme kaybı Uçuşmalar Işık çakmaları Kurum yağması Karanlık bir gölge oluşmasıRetina yırtığı nasıl teşhis edilir?Retina yırtığı belirtileri ile gelen hastaya öncelikle fiziki muayene yapılır. Gözün arkası zor görünen hastalarda çekilen göz ultrasonuyla teşhis doğrulanabilir.Retina yırtığının tedavisi nedir?Sadece yırtık bulunan hastalarda poliklinik ortamında yapılan lazer işlemi ile tedavi yapılabilir.Retina dekolmanının tedavisi nedir?Hastalara göre planlanan retina dekolmanı tedavisi üç şekilde yapılır. Uygun hastalara gaz enjeksiyonu ve skleral çökertme ameliyatları yapılır. Son zamanlarda retina dekolmanı hastalarının tedavisinde çoğunlukla vikrektomi ameliyatı yapılmaktadır. Retina dekolmanı tedavi yöntemleri şunlardır;Göz içine gaz enjeksiyonuRetina dekolmanı teşhisi konulan hastalara uygulanan en basit tedavi yöntemi göz içine gaz enjeksiyonudur. Retina dekolmanı olan uygun hastalara yapılan en basit ameliyattır.Göz dışından yapılan skleral çökertme ameliyatıRetina dekolmanı teşhisi konulan uygun hastalarda hastalara skleral çökertme ameliyatı başarı ile uygulanabilir.Vitrektomi ameliyatlarıRetina dekolmanı hastalarına son zamanlarda çoğunlukla vitrektomi ameliyatları uygulanır. Vitrektomi ameliyatında, vitreus jelini yani yumurta akı şeklinde olan vitreus jeli dışarı alındıktan sonra yırtıkların etrafına lazer yapılır. Retina dekolmanının tekrarlamasını önlemek için gözün içine gaz veya silikon yağı şeklinde bir tamponat madde konularak yırtıkların etrafının iyileşmesi ve lazerin olumlu sonuç vermesi sağlanır. Göze konulan gaz yavaş yavaş kendiliğinden çekilir. 15 gün ile 2 ay arasında tamamen kaybolur. Hasta normal görmeye başlar. Silikon yağı konulan hastalarda ise ortalama 3 ay sonra o silikon yağını çıkarmak için yeni bir ameliyat yapılması gerekir. Retina dekolmanında en önemli nokta, dekolman oluştuktan sonra hastanın hızlı bir şekilde ameliyat edilmesidir. Çünkü retina ayrıştığında hücreler ölmeye başlar. Ne kadar çabuk tedavi edilirse görme noktası az süre ayrık kalırsa o kadar iyi bir görme sonucuna ulaşılır. Retina dekolmanının tedavisinin geç kalması görme oranının tam olarak yerine gelmemesine neden olur. Hastalık ortaya çıktıktan bir hafta sonra yapılan tedavilerde bile görme oranı %100 oranında geri getirilemeyebilir. Hastalık ortaya çıktığı gün ameliyatın yapılması kişiyi %100 görme oranına kavuşturabilir.Ameliyattan sonra nelere dikkat edilmeli?Vitrektomi ameliyatının teşhisten hemen sonra hızlı bir şekilde yapılması başarı şansını %95 oranında artırabilir. Hastaların ancak %5-10’unda nüks olabilir. Bunun sebebi de hastayla pek alakalı değildir. Vücudun kendi tamir mekanizmalarının devreye girmesi sonucu görülen PVR denilen bir komplikasyon vardır. Bu komplikasyon gelişmezse genelde bir sorun olmaz. Gözündü uçuşmalar olanlar, ışık çakmaları olanlar, 5-6 numaradan daha fazla miyopu olanlar mutlaka detaylı göz muayenelerini yaptırmalıdır. Kurum yağması ve gölgeli bir görme varsa retina yırtılması başlıyor demektir.
Retina nedir?Retina gözümüzün arkasındaki canlı hücrelerden ve sinir liflerinden oluşan gözümüzün ışığı algılamasını sağlayan bir tabakadır. Gözümüzün ön tarafında kornea ve lens vardır. Kornea ve lens ışığı sağlıklı bir şekilde gözümüzün arka tarafına taşıma ve odaklama işini yaparken retinadaki özel hücreler de bu ışığın algılanıp beynimize iletilmesini sağlar. Bu nedenle retina canlı bir dokudur.Vitreus jeli nedir?Gözümüzün arkasını dolduran yaklaşık beş mililitrelik hacme sahip bir vitreus jeli vardır. Bu jel yumurta akı şeklinde olup, retinamıza yaslı durumdadır. Yani gözümüzü bir balon gibi hayal edersek bu balonun %90’lık kısmını vitreus jeli doldurur. Vitreus jeli kollajen ve hyaluronik asitten oluşur. Zaman içerisinde, sıklıkla 30’lu yaşlardan sonra vitreus jelinin içeriği yavaş yavaş bozulur ve kolajen lifleri bir araya gelmeye başlarken hyaluronik asit lifleri de su ceplerinin oluşmasına neden olur. Kollajen liflerinin bir araya gelmesiyle uçuşmalar, örümcek ağları, uçuşan cisimcikler, yani düz beyaz zemine veya gökyüzüne bakıldığında uçuşan cisimcikler görülür. Bu durum vitreus jelinin yavaş yavaş dejenere olmaya başladığı, içeriğinin değişmeye başladığını gösterir.Retina yırtığı nedir?Gözde uçuşmalar, retina yırtığı ve retina dekolmanı birbiriyle bağlantılı ve ilişkilidir. Koroid (kan damarları), gözün arkasında bulunan, göze oksijen ve besin sağlayan ince bir doku tabakasıdır. Retina yırtılması ile kan damarları tabakasından ayılır. Retina yırtığı yani dekolmanı tedavi edilmediği takdirde etkilenen gözde kalıcı görme kaybı riski artırır. Görüşte azalma, uçuşan cisimler ve ışık çakmalarının aniden ortaya çıkması retina yırtığının en önemli belirtileridir. Retina yırtığı nasıl oluşur?Tüm retina dekolmanları yani retinanın yapıştığı yerden ayrılması durumu genelde bir retinal yırtığa bağlıdır. Yani bir yırtık retina dekolmanını önceler. Gözün arka kısmını dolduran vitreus jelini oluşturan kollajen ve hyaluronik asitin otuzlu yaşlardan sonra bozulması bir süre sonra yumurta akı şeklinde iyice sıvılaşarak retinanın yapıştığı yerlerden ayrılmasına neden olur. İşte bu ayrılmalar esnasında da ışık çakmaları veya flash patlaması gibi bulgular oluşur. Ayrılırken, vitreus retinamıza bir yerde anormal bir şekilde yapışıksa bu bölgede daha ciddi bir çekinti yaparak burada bir retina yırtığı oluşturabilir. Gözü yumurta gibi hayal edersek yumurta akının kabuktan çıkarken kabuğun bir yerine aşırı yapışık olup, o kabuğu kırması gibi bir kurgu düşünülebilir. Burası yırtık oluştuktan sonra uygun bir şekilde tedavi edilmezse göz küremizi içeriden yapışık olan retina tabakasının altına sıvı girer, bu tabaka yerinden ayrılır ve bu ayrılmaya da retina ayrışması yani retina yırtığı dekolmanı denir.Retina yırtığının sebepleri nelerdir?Retina yırtığının en önemli nedeni gözün arkasındaki vitreus jelinin bozulmasıdır. Vitreus jeli ise ilerleyen yaşlarda deforme olmaya başlar. Retina yırtığının görülme riski katarakt ameliyatı olan hastalarda daha fazladır. Bunun nedeni de katarakt ameliyatlarının genellikle ileri yaştaki yani gözündeki vitreus jeli deforme olan hastalara yapılmasıdır. Retina yırtılması riski miyop göz rahatsızlığı olan hastalarda da yüksektir. Bunun nedeni ise gözün büyük olmasıdır. Retina yırtığı riski her yaşta maruz kalınan travma veya darbe de artırır. Retina yırtılmasında genetik faktörlerin etkisi çok azdır. Doğuştan çok nadir görülen ve genetik açıdan çeşitlilik gösteren retinanın dejeneratif hastalıklar grubu olan herediter vitreoretinopatiler retina dekolmanına yol açabilmektedirler.Retina yırtığının belirtileri nelerdir?Retina yırtılması her ne kadar ağrısız olsa da belirtileri ortaya çıktığı anda hemen müdahale edilmezse hastada görme kayıplarına neden olabilir. Retina yırtılmasının belirtileri şunlardır;Retina yırtığı nasıl teşhis edilir?Retina yırtığı belirtileri ile gelen hastaya öncelikle fiziki muayene yapılır. Gözün arkası zor görünen hastalarda çekilen göz ultrasonuyla teşhis doğrulanabilir.Retina yırtığının tedavisi nedir?Sadece yırtık bulunan hastalarda poliklinik ortamında yapılan lazer işlemi ile tedavi yapılabilir.Retina dekolmanının tedavisi nedir?Hastalara göre planlanan retina dekolmanı tedavisi üç şekilde yapılır. Uygun hastalara gaz enjeksiyonu ve skleral çökertme ameliyatları yapılır. Son zamanlarda retina dekolmanı hastalarının tedavisinde çoğunlukla vikrektomi ameliyatı yapılmaktadır. Retina dekolmanı tedavi yöntemleri şunlardır;Göz içine gaz enjeksiyonuRetina dekolmanı teşhisi konulan hastalara uygulanan en basit tedavi yöntemi göz içine gaz enjeksiyonudur. Retina dekolmanı olan uygun hastalara yapılan en basit ameliyattır.Göz dışından yapılan skleral çökertme ameliyatıRetina dekolmanı teşhisi konulan uygun hastalarda hastalara skleral çökertme ameliyatı başarı ile uygulanabilir.Vitrektomi ameliyatlarıRetina dekolmanı hastalarına son zamanlarda çoğunlukla vitrektomi ameliyatları uygulanır. Vitrektomi ameliyatında, vitreus jelini yani yumurta akı şeklinde olan vitreus jeli dışarı alındıktan sonra yırtıkların etrafına lazer yapılır. Retina dekolmanının tekrarlamasını önlemek için gözün içine gaz veya silikon yağı şeklinde bir tamponat madde konularak yırtıkların etrafının iyileşmesi ve lazerin olumlu sonuç vermesi sağlanır. Göze konulan gaz yavaş yavaş kendiliğinden çekilir. 15 gün ile 2 ay arasında tamamen kaybolur. Hasta normal görmeye başlar. Silikon yağı konulan hastalarda ise ortalama 3 ay sonra o silikon yağını çıkarmak için yeni bir ameliyat yapılması gerekir. Retina dekolmanında en önemli nokta, dekolman oluştuktan sonra hastanın hızlı bir şekilde ameliyat edilmesidir. Çünkü retina ayrıştığında hücreler ölmeye başlar. Ne kadar çabuk tedavi edilirse görme noktası az süre ayrık kalırsa o kadar iyi bir görme sonucuna ulaşılır. Retina dekolmanının tedavisinin geç kalması görme oranının tam olarak yerine gelmemesine neden olur. Hastalık ortaya çıktıktan bir hafta sonra yapılan tedavilerde bile görme oranı %100 oranında geri getirilemeyebilir. Hastalık ortaya çıktığı gün ameliyatın yapılması kişiyi %100 görme oranına kavuşturabilir.Ameliyattan sonra nelere dikkat edilmeli? | 5,351 |
588 | Hastalıklar | Rotator Cuff (Manşet) Sendromu | Rotator Cuff Sendromu, omuz eklemindeki dört kasın tendonlarının zedelenmesi veya yırtılması sonucu ortaya çıkan bir yaralanmadır. Omuzda ağrıya, hareket kısıtlılığına ve güçsüzlüğe neden olan rotator cuff sendromu’nun iki temel nedeni yaralanma ve dejenerasyondur. Rotator manşet yaralanmaları özellikle yaşlı kişilerde daha yaygın olarak görülür. Tedavi seçenekleri arasında dinlenme, ağrı kesici ilaçlar ve fizik tedavi uygulamaları yer alan bu sendrom için bazı yırtık vakalarında ameliyat gerekebilir.Rotator Cuff Sendromu, omuz eklemindeki dört kasın tendonlarının zedelenmesi veya yırtılması sonucu ortaya çıkan bir yaralanmadır. Omuzda ağrıya, hareket kısıtlılığına ve güçsüzlüğe neden olan rotator cuff sendromu’nun iki temel nedeni yaralanma ve dejenerasyondur. Rotator manşet yaralanmaları özellikle yaşlı kişilerde daha yaygın olarak görülür. Tedavi seçenekleri arasında dinlenme, ağrı kesici ilaçlar ve fizik tedavi uygulamaları yer alan bu sendrom için bazı yırtık vakalarında ameliyat gerekebilir.
Rotator Cuff (Manşet) Sendromu Nedir?Rotator Manşet Yırtığı olarak da adlandırılan rotator cuff sendromu, rotator manşetteki kas tendonlarının yırtılmasıyla omuz ağrısına ve kolu kullanamamaya neden olabilecek şekilde etkileyen bir yaralanmadır. Kısmi ve tam yırtılma şeklinde iki türü bulunan rotator cuff sendromu’na neden olan durumlar genellikle yaralanma, zedelenme ve dejenerasyondur.Genellikle yaşlı kişileri etkileyen rotator cuff sendromu, kolu kaldıramayacak kadar ağrı, zayıflık, hareket kıstlılığı gibi belirtilerle ortaya çıkar. Rotator cuff sendromu tedavi seçenekleri arasında ise istirahat, ağrı kesiciler ve fizik tedavi uygulamaları yatar. Kimi yırtık vakalarında doctor tarafından ameliyat da önerilebilir.Rotator Cuff Sendromunun Nedenleri Nelerdir?Rotator cuff sendromu omuz bölgesindeki yırtık olarak da tanımlanabilir. Bir anda ortaya çıkabildiği gibi tekrar eden hareketler sonucunda kronik olarak da gelişebilir. Genellikle kaldırma, çekme ya da omuz ve kol üzerine şiddetli düşme gibi travmatik hareketler sonucu oluşur. Bunun yanı sıra omuz üzerine basınç uygulanması veya kol çıkması gibi durumlar da bu sendroma zemin hazırlayan risk faktörleri arasında bulunur.Rotator Cuff Sendromu Belirtileri Nelerdir?Rotator cuff sendromunun en belirgin belirtisi, rotator cuff yırtığı olan omuz bölgesinde meydana gelen şiddetli ağrı şikayetidir. Ağrıyla birlikte omuzda hareket kısıtlılığı ve koldaki güç kaybı da rotator cuff sendromu belirtileri arasında yer alır.Ağrıyla ortaya çıkan rotator cuff sendromu belirtileri şu şekildedir: Ağrının omuzdan bileğe kadar inmesi Omuzda hareket kısıtlılığı Kolda hissedilen güç kaybı Ellerin arkaya ve bel bölgesine ulaşmak istendiği zamanlarda zorlanma Kollar ile yapılan baş üstü aktivitelerde güçlük Omuzda acıyla birlikte meydana gelen sesler Omuz ağrısı sonucu uykusuzluk problemi Ağrı olan omuz tarafına yan yatamamakRotator Cuff (Manşet) Sendromu Kimlerde Görülür?Rotator cuff sendromu çoğunlukla yaşlı kişilerle birlikte tenis, voleybol ve ağır spor dalları ile ilgilenen bireyler ile mesleği boyacılık olan kişilerde görülür. Yüksek yerlere uzanan tezgahtarlar ve ev hanımları da rotator cuff sendromu için risk grubundadır. Sendrom bu kişilerde genellikle ani bir hareket sonucu meydana geleceği gibi kolun baş üzerindeki kontrolsüz hareketlerinin devamı neticesinde de ortaya çıkabilir. Rotator Cuff Sendromu Risk Faktörleri Nelerdir?Rotator cuff sendromunun oluşmasına neden olan bazı risk faktörleri bulunur. Bu risk faktörleri şu şekilde sıralanabilir; Baş üzerinde kontrolsüz bir şekilde tekrarlanan hareketler Sert şekilde düşme gibi travmatik yaralanma Vücudun yaralamaya müsait hale geldiği yaşa bağlı dejenerasyon Rotator cuff yani manşetin bulunduğu aralıktaki darlıkRotator Cuff (Manşet) Sendromu Teşhisi Nasıl Olur?Rotator cuff sendromu belirtilerinden herhangi birinin yaşandığı durumlarda doğru tanı ve teşhisi için ilk olarak uzman bir doktora başvurmak önemlidir. Sonrasında doktor muayenesinde günlük hayatta omuzda yaşanan hassasiyete bağlı şikayetler dinlenir. Ardından yapılacak fiziki muayene sonrası bir değerlendirme yapılır. Rotator cuff sendromunun olup olmadığının saptanması için röntgen çekilebilir.Bununla beraber gerekirse omuz ultrasonografisi ve manyetik rezonans (MR) gibi görüntüleme tetkikleri de istenebilir. Bu yöntemler ile rotator manşet yırtığının olup olmadığı ve ne derecede bir yırtığın olduğu tam olarak tespit edilebilir. Rotator cuff sendromuna yol açan rotator manşet yırtıkları tam bir yırtık veya tam olmayan parsiyel yırtık şeklinde olabilir. Parsiyel yırtıklar, cerrahi dışında çeşitli müdahalelere yanıt verebilse de tam yırtık için cerrahi tedavi gerekebilir.Rotator Cuff Sendromu Tedavisi Nasıl Yapılır?Rotator sendromunu tedavi etmeden önce yırtık oluşumun şekli zamanı ve bu rahatsızlığı yaşayan kişinin gibi etkenler göz önünde bulundurularak bir yol haritası çizilir. Bazı yırtık şekillerinde cerrahi müdahaleye gerek duyulurken bazılarında ise ilk aşamada fizik tedavi gibi yöntemler denenebilir. Hatta bazen cerrahi müdahale yapılacaksa bile daha öncesinde fizik tedavi ve rehabilitasyon yöntemleri uygulanabilir.Ayrıca gerekli görüldüğü durumlarda ilaç ve enjeksiyon ile de tedavi edilebilir. Bütün bunlar hastanın ağrısını azaltmak, dokularda iyileşme sağlamak ve yırtığın artmasını engellemek içindir. Rotator cuffun neden olduğu acıyı ve ağrıyı hafifletmek için bazı yöntemler bulunur. Bu yöntemleri şu şekilde sıralayabiliriz;Sıcak ve soğuk kompres: Ağrı yapan rotator manşete soğuk kompres iyi gelebilir ya da sıcak uygulama yapıldığında bir rahatlama hissedilebilir. Hangi yöntemin daha iyi geldiği ise deneme yoluyla anlaşılabilir. Soğuk uygulamak akut yırtılma ve ani bir yaralanma da genellikle etkilidir. Sıcaklık ise ağrı olan bölgeyi ısıtarak kan akışını arttırır ve kronik ağrıyı hafifletmeye yardım eder.Esneme hareketleri: Hareket aralığını rahatsızlıktan önceki haline getirmek rotator sendromunu tedavi etmenin ilk adımıdır. Bunun için çeşitli esneme hareketleri ve egzersizlikler uygulanabilir. Bu hareketleri yapmadan önce muhakkak bir uzmandan bilgi almak gerekir.Uyku pozisyonunu ayarlamak: Yatış şeklinize bağlı olarak pozisyonunuzu desteklemeniz ağrınızın hafifletebilir. Bunun için yatış pozisyonunuza göre bir yastıktan destek alarak omzunuzu nötrlemeniz rahat bir uyku deneyimine yardım eder.Rotator Cuff (Manşet) Sendromu Nasıl Önlenir?Rotator cuff sendromu kişinin günlük aktivitelerini kısıtlayan bir rahatsızlık olması nedeniyle rahatsızlık yaşayan kişilerin yaşam konforunu olumsuz etkiler. Genç yaştaki bireyler fiziksel sağlığına dikkat ederek bu rahatsızlığa yakalanma riskini en aza indirgeyebilir. Bu sendroma yakalanmak istemeyen ileri yaştaki kişilere ise fiziki hareketlerinde dikkatli olması, kaslarını güçlendirecek egzersizler yapması ve dinlenmesine özen göstermesi tavsiye edilir.Rotator Cuff Sendromu Hakkında Sık Sorulan SorularRotator Cuff Sendromu tedavisi için ne zaman doktora başvurmalıyım?Rotator cuff sendromu yaşadığınızdan şüphe ediyorsanız omzunuzda ağrı acı ve hareketlerinizde kısıtlama gibi belirtiler yaşıyorsanız tam bir teşhis ve tedavi için doktora başvurmanız gerekir. Rotator Cuff ne kadar sürede iyileşir?Yaşadığınız rahatsızlık için tanı konulup tedaviye başlanması ile iyileşme sürecine ilk adımı atmış sayılırsınız. İyileşme süresi tedavinin şekline göre değişiklik gösterebilir. Rotator cuff sendromu fizik tedavi uygulaması ile yırtığın oranına göre 3 ila 6 ay arasında iyileşebilir.Rotator Cuff yırtığı ve sendromu arasındaki fark nedir?Rotator cuff sendromu, rotator cuff kaslarının sıkışması ve rotator manşetinde meydana gelen yırtık ile ortaya çıkar. Bu sıkışma kol kemiğinizi omzunuzun üst tarafında bulunan kasları etkilerken, yırtılma da aynı şekilde kaslarda ve tendonlarda oluşur.Rotator Cuff Sendromu tedavi edilmezse ne olur?Rotator kuf sendromu tedavisi aksatıldığı veya tedavi edilmediği taktirde ciddi komplikasyonlara neden olabilir. Rahatsızlık yaşandığı ve tedavi edilmediği durumlarda bu sendromu yaşayan kişi günlük hayatına devam edemez hale gelebilir. Rotator Cuff yırtığına ne iyi gelir?Rotator cuff yırtığına esneme hareketleri, güçlendirme egzersizleri, fizik tedavi ve rehabilitasyon yöntemleri ve doktorunuzun reçete edebileceği enjeksiyon ve ilaçlar iyi gelir.
Rotator Cuff (Manşet) Sendromu Nedir?Rotator Manşet Yırtığı olarak da adlandırılan rotator cuff sendromu, rotator manşetteki kas tendonlarının yırtılmasıyla omuz ağrısına ve kolu kullanamamaya neden olabilecek şekilde etkileyen bir yaralanmadır. Kısmi ve tam yırtılma şeklinde iki türü bulunan rotator cuff sendromu’na neden olan durumlar genellikle yaralanma, zedelenme ve dejenerasyondur.Genellikle yaşlı kişileri etkileyen rotator cuff sendromu, kolu kaldıramayacak kadar ağrı, zayıflık, hareket kıstlılığı gibi belirtilerle ortaya çıkar. Rotator cuff sendromu tedavi seçenekleri arasında ise istirahat, ağrı kesiciler ve fizik tedavi uygulamaları yatar. Kimi yırtık vakalarında doctor tarafından ameliyat da önerilebilir.Rotator Cuff Sendromunun Nedenleri Nelerdir?Rotator cuff sendromu omuz bölgesindeki yırtık olarak da tanımlanabilir. Bir anda ortaya çıkabildiği gibi tekrar eden hareketler sonucunda kronik olarak da gelişebilir. Genellikle kaldırma, çekme ya da omuz ve kol üzerine şiddetli düşme gibi travmatik hareketler sonucu oluşur. Bunun yanı sıra omuz üzerine basınç uygulanması veya kol çıkması gibi durumlar da bu sendroma zemin hazırlayan risk faktörleri arasında bulunur.Rotator Cuff Sendromu Belirtileri Nelerdir?Rotator cuff sendromunun en belirgin belirtisi, rotator cuff yırtığı olan omuz bölgesinde meydana gelen şiddetli ağrı şikayetidir. Ağrıyla birlikte omuzda hareket kısıtlılığı ve koldaki güç kaybı da rotator cuff sendromu belirtileri arasında yer alır.Ağrıyla ortaya çıkan rotator cuff sendromu belirtileri şu şekildedir:Rotator Cuff (Manşet) Sendromu Kimlerde Görülür?Rotator cuff sendromu çoğunlukla yaşlı kişilerle birlikte tenis, voleybol ve ağır spor dalları ile ilgilenen bireyler ile mesleği boyacılık olan kişilerde görülür. Yüksek yerlere uzanan tezgahtarlar ve ev hanımları da rotator cuff sendromu için risk grubundadır. Sendrom bu kişilerde genellikle ani bir hareket sonucu meydana geleceği gibi kolun baş üzerindeki kontrolsüz hareketlerinin devamı neticesinde de ortaya çıkabilir. Rotator Cuff Sendromu Risk Faktörleri Nelerdir?Rotator cuff sendromunun oluşmasına neden olan bazı risk faktörleri bulunur. Bu risk faktörleri şu şekilde sıralanabilir;Rotator Cuff (Manşet) Sendromu Teşhisi Nasıl Olur?Rotator cuff sendromu belirtilerinden herhangi birinin yaşandığı durumlarda doğru tanı ve teşhisi için ilk olarak uzman bir doktora başvurmak önemlidir. Sonrasında doktor muayenesinde günlük hayatta omuzda yaşanan hassasiyete bağlı şikayetler dinlenir. Ardından yapılacak fiziki muayene sonrası bir değerlendirme yapılır. Rotator cuff sendromunun olup olmadığının saptanması için röntgen çekilebilir.Bununla beraber gerekirse omuz ultrasonografisi ve manyetik rezonans (MR) gibi görüntüleme tetkikleri de istenebilir. Bu yöntemler ile rotator manşet yırtığının olup olmadığı ve ne derecede bir yırtığın olduğu tam olarak tespit edilebilir. Rotator cuff sendromuna yol açan rotator manşet yırtıkları tam bir yırtık veya tam olmayan parsiyel yırtık şeklinde olabilir. Parsiyel yırtıklar, cerrahi dışında çeşitli müdahalelere yanıt verebilse de tam yırtık için cerrahi tedavi gerekebilir.Rotator Cuff Sendromu Tedavisi Nasıl Yapılır?Rotator sendromunu tedavi etmeden önce yırtık oluşumun şekli zamanı ve bu rahatsızlığı yaşayan kişinin gibi etkenler göz önünde bulundurularak bir yol haritası çizilir. Bazı yırtık şekillerinde cerrahi müdahaleye gerek duyulurken bazılarında ise ilk aşamada fizik tedavi gibi yöntemler denenebilir. Hatta bazen cerrahi müdahale yapılacaksa bile daha öncesinde fizik tedavi ve rehabilitasyon yöntemleri uygulanabilir.Ayrıca gerekli görüldüğü durumlarda ilaç ve enjeksiyon ile de tedavi edilebilir. Bütün bunlar hastanın ağrısını azaltmak, dokularda iyileşme sağlamak ve yırtığın artmasını engellemek içindir. Rotator cuffun neden olduğu acıyı ve ağrıyı hafifletmek için bazı yöntemler bulunur. Bu yöntemleri şu şekilde sıralayabiliriz;Sıcak ve soğuk kompres: Ağrı yapan rotator manşete soğuk kompres iyi gelebilir ya da sıcak uygulama yapıldığında bir rahatlama hissedilebilir. Hangi yöntemin daha iyi geldiği ise deneme yoluyla anlaşılabilir. Soğuk uygulamak akut yırtılma ve ani bir yaralanma da genellikle etkilidir. Sıcaklık ise ağrı olan bölgeyi ısıtarak kan akışını arttırır ve kronik ağrıyı hafifletmeye yardım eder.Esneme hareketleri: Hareket aralığını rahatsızlıktan önceki haline getirmek rotator sendromunu tedavi etmenin ilk adımıdır. Bunun için çeşitli esneme hareketleri ve egzersizlikler uygulanabilir. Bu hareketleri yapmadan önce muhakkak bir uzmandan bilgi almak gerekir.Uyku pozisyonunu ayarlamak: Yatış şeklinize bağlı olarak pozisyonunuzu desteklemeniz ağrınızın hafifletebilir. Bunun için yatış pozisyonunuza göre bir yastıktan destek alarak omzunuzu nötrlemeniz rahat bir uyku deneyimine yardım eder.Rotator Cuff (Manşet) Sendromu Nasıl Önlenir?Rotator cuff sendromu kişinin günlük aktivitelerini kısıtlayan bir rahatsızlık olması nedeniyle rahatsızlık yaşayan kişilerin yaşam konforunu olumsuz etkiler. Genç yaştaki bireyler fiziksel sağlığına dikkat ederek bu rahatsızlığa yakalanma riskini en aza indirgeyebilir. Bu sendroma yakalanmak istemeyen ileri yaştaki kişilere ise fiziki hareketlerinde dikkatli olması, kaslarını güçlendirecek egzersizler yapması ve dinlenmesine özen göstermesi tavsiye edilir.Rotator Cuff Sendromu Hakkında Sık Sorulan SorularRotator Cuff Sendromu tedavisi için ne zaman doktora başvurmalıyım?Rotator cuff sendromu yaşadığınızdan şüphe ediyorsanız omzunuzda ağrı acı ve hareketlerinizde kısıtlama gibi belirtiler yaşıyorsanız tam bir teşhis ve tedavi için doktora başvurmanız gerekir. Rotator Cuff ne kadar sürede iyileşir?Yaşadığınız rahatsızlık için tanı konulup tedaviye başlanması ile iyileşme sürecine ilk adımı atmış sayılırsınız. İyileşme süresi tedavinin şekline göre değişiklik gösterebilir. Rotator cuff sendromu fizik tedavi uygulaması ile yırtığın oranına göre 3 ila 6 ay arasında iyileşebilir.Rotator Cuff yırtığı ve sendromu arasındaki fark nedir?Rotator cuff sendromu, rotator cuff kaslarının sıkışması ve rotator manşetinde meydana gelen yırtık ile ortaya çıkar. Bu sıkışma kol kemiğinizi omzunuzun üst tarafında bulunan kasları etkilerken, yırtılma da aynı şekilde kaslarda ve tendonlarda oluşur.Rotator Cuff Sendromu tedavi edilmezse ne olur?Rotator kuf sendromu tedavisi aksatıldığı veya tedavi edilmediği taktirde ciddi komplikasyonlara neden olabilir. Rahatsızlık yaşandığı ve tedavi edilmediği durumlarda bu sendromu yaşayan kişi günlük hayatına devam edemez hale gelebilir. Rotator Cuff yırtığına ne iyi gelir?Rotator cuff yırtığına esneme hareketleri, güçlendirme egzersizleri, fizik tedavi ve rehabilitasyon yöntemleri ve doktorunuzun reçete edebileceği enjeksiyon ve ilaçlar iyi gelir. | 5,526 |
589 | Hastalıklar | Retinopati | Retinopati, gözün arkasındaki ışığa duyarlı dokudaki (retina) kan damarlarının hasar görmesidir. Retinopati, genellikle diyabet ve yüksek tansiyon gibi hastalıkların bir komplikasyonu olabilir. Tanısı, göz muayenesi ve görüntüleme yöntemleriyle konulur. Retinopati tedavisi ise lazer tedavisi veya cerrahi gibi yöntemlerle yapılabilir.Retinopati, gözün arkasındaki ışığa duyarlı dokudaki (retina) kan damarlarının hasar görmesidir. Retinopati, genellikle diyabet ve yüksek tansiyon gibi hastalıkların bir komplikasyonu olabilir. Tanısı, göz muayenesi ve görüntüleme yöntemleriyle konulur. Retinopati tedavisi ise lazer tedavisi veya cerrahi gibi yöntemlerle yapılabilir.
Retinopati Nedir?Gözün arkasında bulunan ve duyusal bir zar olan retinanın hasar görmesi durumu retinopati olarak ifade edilir.Gözün arkasındaki duyusal bir zar olan retina, gözün üzerine odaklanan ışığı alır ve bunu beyindeki görsel merkezlere gönderilen sinir sinyallerine dönüştürür. Beyinde daha sonra bu sinyaller tarafından görüntüler oluşturulur. Retina gerektiği gibi çalışmadığında ise retinopati ortaya çıkabilir. Retinopati, retinayla ilişkili görme kaybına yol açabilir.Retinopati durumunda kan damarları sızarak retinayı aşabilir veya retinanın içinden büyüyebilir. Bu durumda retina parçalanmaya başlayarak ayrılabilir. Bu da zamanla görme kaybına ve hatta bazı durumlarda körlüğe bile neden olabilir. Retinanın en yaygın görülen türü ise diyabetik retinonapidir. Diyabetik retinopadi şeker hastalığının ciddi bir komplikasyonu olarak karşımıza çıkar.Retinopati Neden Olur?Retinopati, gözün arkasındaki dokudaki (retina) kan damarlarının hasar görmesi sonucunda meydana gelir. Genellikle kötü kontrol edilen kan şekeri önemli bir bir risk faktörüdür. Bunun sonucunda yaygın olarak görülen diyabetik retinopati ortaya çıkar. Teşhis edilip tedavisine başlanmayan retinopati vakaları görme kaybı ve hatta körlüğe bile neden olabilir.Retinopati Çeşitleri Nelerdir?Retinada ortaya çıkan hasara bağlı olarak retinopati farklı isimlerle adlandırılır. Genel olarak karşılaşılan retinopati çeşitleri şu şekildedir: Diyabetik retinopati Proliferatif retinopati Proliferatif olmayan retinopati Prematüre retinopatisi Santral seröz retinopati Hipertansif retinopati Pigmenter retinopati Purtscher retinopatisiDiyabetik RetinopatiDiyabetin yan etkilerinden biri olan diyabetik retinopati, görmeyi tehdit eden bir hastalıktır. Diyabetin ayırt edici özelliği olan yüksek kan şekeri gözleri etkileyebilir. Yüksek kan şekerinin olması retinadaki küçük kan damarlarına zarar vererek sıvı sızdırabilir. Bunun sonucunda retina şişerek görme bulanıklaşabilir. İki gözde de diyabetik retinopati görülebilir. Diyabetik retinopati geliştirme riskini etkileyen faktörler şu şekildedir:Diyabet: Tip 1 ve tip 2 diyabet olan hastalar göz sağlığına dikkat etmezse retinopati riski artabilir. Diyabet rahatsızlığı olan bir hastanın, hastalıkta geçirdiği süre arttıkça diyabetik retinopati geliştirme olasılığı o kadar yüksektir.Diyabetik retinopati aile öyküsü: Diyabetik retinopati geliştirme risklerinden biri de aile bireylerinde diyabetik retinopati rahatsızlığının olmasıdır. Diğer tıbbi rahatsızlıklar: Yüksek tansiyon veya yüksek kolesterole sahip olmak, diyabetik retinopatiye yakalanma riskini artırabilir.Gebelik diyabeti: Gebelik sırasında gebelik diyabeti gelişen kişilerde, ileride diyabet olma ve diyabetik retinopati geliştirme riski daha yüksektir.Diyabetik retinopatinin belirtileri ise şu şekilde sıralanabilir: Bulanık görme Uçuşan cisimleri veya diğer noktaları fark etmek Gece görüş zorluklarının olması Merkezi görüş esnasında boş bir nokta olması Yeni gelişen renk körlüğü veya renklerin solgun olması gibi semptomlar diyabetik retinopatiden kaynaklı belirtiler olabilir.Prematüre RetinopatiPrematüre retinopisi; prematüre bebeklerde özellikle düşük doğum kilosuna ve erken doğuma bağlı olarak ortaya çıkabilir. Prematüre retinopatisi (ROP) ayrıca 31. gebelik haftasından önce doğan bebeklerde de görülme eğilimindedir. Genellikle her iki gözde de görülür ve çocuklarda görme kaybının yaygın bir nedenidir.Prematüre retinopisinde, çok sayıda anormal kan damarı retinaya yayılır. Bu kan damarları kırılgan ve sızdırma yapabilir. Bu nedenle retinada yara izine ve retina dekolmanına neden olabilir. Görme kaybının ana kaynağı retina dekolmanıdır.Prematüre retinopisinin gelişmesinin nedeni bebeğin gelişimiyle bağlantılıdır. Gebeliğin erken döneminde, bebeğin retinasının oksijen ve besin sağlayan kan damarları kenarlara doğru kademeli olarak büyür. Ancak retinanın hızlı gelişimi gebeliğin son 12 haftasına kadar gerçekleşmez.Ancak bir bebek erken doğarsa kan damarı büyümesi retinanın çevresine ulaşmadan önce durabilir. Bu nedenle, retina ihtiyaç duyduğu beslenmeyi alamaz ve yeni kan damarlarının büyümesi için sinyaller gönderebilir. Oluşan yeni kan damarları kırılgan bir yapıdadır. Bu durum, yara izine ve sonunda retina dekolmanına yol açabilir.Prematüre retinopatisinin belirtileri şu şekildedir: Gözün bir yönden diğer yöne doğru hızlı hareket etmesi (nistagmus) Lökokori (beyaz göz bebekleri)Prematüre retinopati tedavisi ise şöyledir:Kriyoretinopeksi: Çok soğuk bir kriyoprobun ucu gözün dışına yerleştirilir. Amaç; anormal retinal kan damarlarını dondurmak, bunların büyümesini engelleyerek küçülmesini sağlamaktır.Lazer fotokoagülasyon: Lazer, retinanın küçük bir alanına odaklanarak, kan damarlarının büyümesini durdurmak için bölgeyi ısıtır.Skleral çökertme: Retina dekolmanına bağlı olarak ciddi görme kaybı oluşacak vakalarda bu tedavi yöntemi kullanılır. Göz küresinin etrafına lastik bant yerleştirilir. Skleral çökertme, retinayı gözün iç kısmına doğru iterek yeniden yapışması için bantlanmasıyla gerçekleştirilir. Vitrektomi: Çok sayıda anormal kan damarı ve yara dokusu varsa vitrektomi tedavisi uygulanabilir. Gözü dolduran jel benzeri sıvının çıkarılmasıdır. Ayrıca, retina dekolmanını önlemeye yardımcı olmak için retinayı çeken yara dokusu da çıkarılır.Prematüre retinopatisi olan bebekler, ileriki yaşamlarında miyopluk, tembel göz, şaşılık, glokom ve retina dekolmanı açısından daha büyük risk altındadır.Hipertansif RetinopatiYüksek tansiyonu olan kişilerde hipertansif retinopati gelişme riski vardır. Hipertansif retinopati, tedavi edilmezse görsel netlik kaybolabilir. Bu durum yüksek tansiyonu olan kişileri etkileyebilir. Genellikle, retina zarar görene kadar hiçbir belirti görülmez. Hipertansif retinopati rahatsızlığının belirtileri şu şekildedir: Baş ağrıları Normalden daha az görme veya çift görme Ani görme kaybı veya diğer görsel anormallikler gibi semptomlar hipertansif retinopati rahatsızlığının belirtileri olabilir. Bu belirtileri fark ettiğinizde uzman bir göz doktoruna muayene olmanız gereklidir. Göz doktoru, kan damarlarda daralma veya sızıntı olup olmadığını kontrol edebilir. Kontrol sonucunda retinanın hasar alıp almadığı tespit edilebilir.Hipertansif retinopati rahatsızlığının tedavisi için hastaların bazı hususlara özellikle dikkat etmeleri gerekir. Hastaların kan basınçlarında oluşabilecek yükselmelerin önlenmesi gereklidir. Sağlıklı beslenerek kilo verme gibi yaşam tarzında yapılacak değişiklikler hipertansif retinopati tedavisinde etkili olabilir. Şiddetli seyreden hipertansif retinopati vakalarında felç, kalp ve böbrek sorunları riski daha yüksektir.Santral Seröz RetinopatiRetinanın altında meydana gelen sıvı birikimi sonucu ortaya çıkan görme rahatsızlığıdır. Retina pigmentinin epitel tabakasında sıvının birikimiyle ortaya çıkar. Sıvı burada birikirse görsel bozulmaya ve hatta ayrılmaya neden olabilir. Stresle ilişkili olarak genellikle 30-50 yaş arası erkeklerde bu durum ortaya çıkabilir. Santral seröz retinopati rahatsızlığına neden olan faktörler şu şekildedir: Steroid kullanımı Otoimmün bir rahatsızlığa sahip olmak Helicobacter pylori enfeksiyonu Yüksek tansiyona sahip olmak Doğası gereği son derece rekabetçi veya saldırgan kişiliğe sahip olmak (A tipi kişilik) gibi faktörler santral seröz retinopati rahatsızlığına neden olabilir.Retinopati Hakkında Sık Sorulan SorularRetinopati ne demek?Retinopati, görme bozukluğuna veya kaybına yol açabilen bir retina hastalığı olarak tanımlanır.Diyabetik Retinopati engel oranı nedir?Diyabet hastalığının şiddeti, süresi ve hastada etkisine göre engel oranları da farklı olabilir. Diyabetik retinopati, özellikle tip 2 diyabet rahatsızlığı olan hastaların çoğunluğunda vardır. Tip 2 diyabet hastalarının yaklaşık %60’ında görme bozukluğu veya körlüğe neden olabilecek kayıplar olabilir.Diyabetik Retinopati nasıl görür?Görmede bulanıklık ve koyu renkte yüzen noktaların görülmesi gibi belirtiler diyabetik retinopati rahatsızlığına bağlı olarak hastalarda ortaya çıkabilir. Geceleri görmede zorluk oluşabilir. Örümcek ağına benzeyen çizgiler ortaya çıkabilir.Santral Seröz Retinopati nasıl görür?Santral seröz retinopati rahatsızlığı olan hastalarda; merkezi görüşte kör noktalar olabilir. Renkler soluk gözükebilir. Nesneler daha küçük ya da uzakta görülebilir. Görme esnasında bulanıklıkların olması ve görüşte yamukluğun ortaya çıkması santral seröz retinopatiden kaynaklanabilir.
Retinopati Nedir?Gözün arkasında bulunan ve duyusal bir zar olan retinanın hasar görmesi durumu retinopati olarak ifade edilir.Gözün arkasındaki duyusal bir zar olan retina, gözün üzerine odaklanan ışığı alır ve bunu beyindeki görsel merkezlere gönderilen sinir sinyallerine dönüştürür. Beyinde daha sonra bu sinyaller tarafından görüntüler oluşturulur. Retina gerektiği gibi çalışmadığında ise retinopati ortaya çıkabilir. Retinopati, retinayla ilişkili görme kaybına yol açabilir.Retinopati durumunda kan damarları sızarak retinayı aşabilir veya retinanın içinden büyüyebilir. Bu durumda retina parçalanmaya başlayarak ayrılabilir. Bu da zamanla görme kaybına ve hatta bazı durumlarda körlüğe bile neden olabilir. Retinanın en yaygın görülen türü ise diyabetik retinonapidir. Diyabetik retinopadi şeker hastalığının ciddi bir komplikasyonu olarak karşımıza çıkar.Retinopati Neden Olur?Retinopati, gözün arkasındaki dokudaki (retina) kan damarlarının hasar görmesi sonucunda meydana gelir. Genellikle kötü kontrol edilen kan şekeri önemli bir bir risk faktörüdür. Bunun sonucunda yaygın olarak görülen diyabetik retinopati ortaya çıkar. Teşhis edilip tedavisine başlanmayan retinopati vakaları görme kaybı ve hatta körlüğe bile neden olabilir.Retinopati Çeşitleri Nelerdir?Retinada ortaya çıkan hasara bağlı olarak retinopati farklı isimlerle adlandırılır. Genel olarak karşılaşılan retinopati çeşitleri şu şekildedir:Diyabetik RetinopatiDiyabetin yan etkilerinden biri olan diyabetik retinopati, görmeyi tehdit eden bir hastalıktır. Diyabetin ayırt edici özelliği olan yüksek kan şekeri gözleri etkileyebilir. Yüksek kan şekerinin olması retinadaki küçük kan damarlarına zarar vererek sıvı sızdırabilir. Bunun sonucunda retina şişerek görme bulanıklaşabilir. İki gözde de diyabetik retinopati görülebilir. Diyabetik retinopati geliştirme riskini etkileyen faktörler şu şekildedir:Diyabet: Tip 1 ve tip 2 diyabet olan hastalar göz sağlığına dikkat etmezse retinopati riski artabilir. Diyabet rahatsızlığı olan bir hastanın, hastalıkta geçirdiği süre arttıkça diyabetik retinopati geliştirme olasılığı o kadar yüksektir.Diyabetik retinopati aile öyküsü: Diyabetik retinopati geliştirme risklerinden biri de aile bireylerinde diyabetik retinopati rahatsızlığının olmasıdır. Diğer tıbbi rahatsızlıklar: Yüksek tansiyon veya yüksek kolesterole sahip olmak, diyabetik retinopatiye yakalanma riskini artırabilir.Gebelik diyabeti: Gebelik sırasında gebelik diyabeti gelişen kişilerde, ileride diyabet olma ve diyabetik retinopati geliştirme riski daha yüksektir.Diyabetik retinopatinin belirtileri ise şu şekilde sıralanabilir:Prematüre RetinopatiPrematüre retinopisi; prematüre bebeklerde özellikle düşük doğum kilosuna ve erken doğuma bağlı olarak ortaya çıkabilir. Prematüre retinopatisi (ROP) ayrıca 31. gebelik haftasından önce doğan bebeklerde de görülme eğilimindedir. Genellikle her iki gözde de görülür ve çocuklarda görme kaybının yaygın bir nedenidir.Prematüre retinopisinde, çok sayıda anormal kan damarı retinaya yayılır. Bu kan damarları kırılgan ve sızdırma yapabilir. Bu nedenle retinada yara izine ve retina dekolmanına neden olabilir. Görme kaybının ana kaynağı retina dekolmanıdır.Prematüre retinopisinin gelişmesinin nedeni bebeğin gelişimiyle bağlantılıdır. Gebeliğin erken döneminde, bebeğin retinasının oksijen ve besin sağlayan kan damarları kenarlara doğru kademeli olarak büyür. Ancak retinanın hızlı gelişimi gebeliğin son 12 haftasına kadar gerçekleşmez.Ancak bir bebek erken doğarsa kan damarı büyümesi retinanın çevresine ulaşmadan önce durabilir. Bu nedenle, retina ihtiyaç duyduğu beslenmeyi alamaz ve yeni kan damarlarının büyümesi için sinyaller gönderebilir. Oluşan yeni kan damarları kırılgan bir yapıdadır. Bu durum, yara izine ve sonunda retina dekolmanına yol açabilir.Prematüre retinopatisinin belirtileri şu şekildedir:Prematüre retinopati tedavisi ise şöyledir:Kriyoretinopeksi: Çok soğuk bir kriyoprobun ucu gözün dışına yerleştirilir. Amaç; anormal retinal kan damarlarını dondurmak, bunların büyümesini engelleyerek küçülmesini sağlamaktır.Lazer fotokoagülasyon: Lazer, retinanın küçük bir alanına odaklanarak, kan damarlarının büyümesini durdurmak için bölgeyi ısıtır.Skleral çökertme: Retina dekolmanına bağlı olarak ciddi görme kaybı oluşacak vakalarda bu tedavi yöntemi kullanılır. Göz küresinin etrafına lastik bant yerleştirilir. Skleral çökertme, retinayı gözün iç kısmına doğru iterek yeniden yapışması için bantlanmasıyla gerçekleştirilir. Vitrektomi: Çok sayıda anormal kan damarı ve yara dokusu varsa vitrektomi tedavisi uygulanabilir. Gözü dolduran jel benzeri sıvının çıkarılmasıdır. Ayrıca, retina dekolmanını önlemeye yardımcı olmak için retinayı çeken yara dokusu da çıkarılır.Prematüre retinopatisi olan bebekler, ileriki yaşamlarında miyopluk, tembel göz, şaşılık, glokom ve retina dekolmanı açısından daha büyük risk altındadır.Hipertansif RetinopatiYüksek tansiyonu olan kişilerde hipertansif retinopati gelişme riski vardır. Hipertansif retinopati, tedavi edilmezse görsel netlik kaybolabilir. Bu durum yüksek tansiyonu olan kişileri etkileyebilir. Genellikle, retina zarar görene kadar hiçbir belirti görülmez. Hipertansif retinopati rahatsızlığının belirtileri şu şekildedir:Hipertansif retinopati rahatsızlığının tedavisi için hastaların bazı hususlara özellikle dikkat etmeleri gerekir. Hastaların kan basınçlarında oluşabilecek yükselmelerin önlenmesi gereklidir. Sağlıklı beslenerek kilo verme gibi yaşam tarzında yapılacak değişiklikler hipertansif retinopati tedavisinde etkili olabilir. Şiddetli seyreden hipertansif retinopati vakalarında felç, kalp ve böbrek sorunları riski daha yüksektir.Santral Seröz RetinopatiRetinanın altında meydana gelen sıvı birikimi sonucu ortaya çıkan görme rahatsızlığıdır. Retina pigmentinin epitel tabakasında sıvının birikimiyle ortaya çıkar. Sıvı burada birikirse görsel bozulmaya ve hatta ayrılmaya neden olabilir. Stresle ilişkili olarak genellikle 30-50 yaş arası erkeklerde bu durum ortaya çıkabilir. Santral seröz retinopati rahatsızlığına neden olan faktörler şu şekildedir:Retinopati Hakkında Sık Sorulan SorularRetinopati ne demek?Retinopati, görme bozukluğuna veya kaybına yol açabilen bir retina hastalığı olarak tanımlanır.Diyabetik Retinopati engel oranı nedir?Diyabet hastalığının şiddeti, süresi ve hastada etkisine göre engel oranları da farklı olabilir. Diyabetik retinopati, özellikle tip 2 diyabet rahatsızlığı olan hastaların çoğunluğunda vardır. Tip 2 diyabet hastalarının yaklaşık %60’ında görme bozukluğu veya körlüğe neden olabilecek kayıplar olabilir.Diyabetik Retinopati nasıl görür?Görmede bulanıklık ve koyu renkte yüzen noktaların görülmesi gibi belirtiler diyabetik retinopati rahatsızlığına bağlı olarak hastalarda ortaya çıkabilir. Geceleri görmede zorluk oluşabilir. Örümcek ağına benzeyen çizgiler ortaya çıkabilir.Santral Seröz Retinopati nasıl görür?Santral seröz retinopati rahatsızlığı olan hastalarda; merkezi görüşte kör noktalar olabilir. Renkler soluk gözükebilir. Nesneler daha küçük ya da uzakta görülebilir. Görme esnasında bulanıklıkların olması ve görüşte yamukluğun ortaya çıkması santral seröz retinopatiden kaynaklanabilir. | 6,047 |
590 | Hastalıklar | Romatoid Artrit | İltihaplı romatizma olarak da bilinen romatoid artrit, bağışıklık sisteminin yanlışlıkla eklemin düzgün hareket etmesine yardımcı olan sıvıyı üreten ve eklemin etrafını kaplayan doku olan sinovyuma saldırdığı otoimmün bir hastalıktır. İltihaplı romatizma tüm eklemleri etkileyebilse de genellikle vücudun her iki tarafındaki elleri, dizleri veya ayak bileklerini etkiler. Romatoid artritin neden olduğu yaygın belirtiler eklemlerde ağrı, şişlik, sertlik ve işlev kaybıdır. Vücudun diğer kısımlarını da etkileyebilen romatoid artrit, yaşam tarzı değişiklikleri, fizik tedavi, ilaç ya da ameliyat ile iltihaplı romatizma olarak da isimlendirilen romaoit artrit tedavi edilebilir.İltihaplı romatizma olarak da bilinen romatoid artrit, bağışıklık sisteminin yanlışlıkla eklemin düzgün hareket etmesine yardımcı olan sıvıyı üreten ve eklemin etrafını kaplayan doku olan sinovyuma saldırdığı otoimmün bir hastalıktır. İltihaplı romatizma tüm eklemleri etkileyebilse de genellikle vücudun her iki tarafındaki elleri, dizleri veya ayak bileklerini etkiler. Romatoid artritin neden olduğu yaygın belirtiler eklemlerde ağrı, şişlik, sertlik ve işlev kaybıdır. Vücudun diğer kısımlarını da etkileyebilen romatoid artrit, yaşam tarzı değişiklikleri, fizik tedavi, ilaç ya da ameliyat ile iltihaplı romatizma olarak da isimlendirilen romaoit artrit tedavi edilebilir.
Romatoid Artrit (İltihaplı Romatizma) Nedir?İltihaplı romatizma (Romatoid artrit), eklem içerisinde yer alan sinovyum dokularında iltihaba neden olarak eklemlerde ağrı, şişme, ısı artışı ve sertlik oluşturan otoimmün bir hastalıktır. Romatoid artrit sonucu en çok etkilenen eklemler eller, bilekler, ayaklar, ayak bilekleri, dizler, omuzlar ve dirseklerdir. Küçük eklemler dışında organları ya da diğer eklemleri de hedef alabilir. Belirtileri arasında eklem ağrısı, eklemlerde sertlik, şişlik, yorgunluk veya ateş görülür.En sık görülen artrit türlerinden biri olan iltihaplı romatizma ağrı ve şişlikten dolayı kişinin günlük hayatta hareketinin kısıtlanmasına neden olur. Tedavi edilmediği durumda ise eklemlerle kalıcı hasar oluşturabilir.Romatoid Artrit Hastalığının Evreleri Nelerdir?Romatoid artrit hastalığının gelişimi -kişisel farklılıklar göstermekle birlikte- bazı evreler içermektedir. Hastaların birçoğu bu evrelerde oluşan eklem ve bedensel değişimleri fark eder. Tüm hastaların bu evreleri yaşaması beklenmediği gibi, her aşamada uygulanacak tedavi yöntemleri de bazı farklılıklar içermektedir. Romatoid artrit tedavisinin ana hedefi; hastalık aktivitesinin kontrol altına alınarak, oluşabilecek kalıcı hasarların en aza indirilmesi olarak belirlenmiştir. Erken evre romatoid artrit: Romatoid artrit hastaları bu evrede eklem ağrısı, şişlik veya hareketlerde zorlanma hisseder. Hastalarda belli bir süre devam eden sabah tutukluğu da sıklıkla eşlik eder. Bu aşamada, eklemin içinde iltihap vardır. Buna bağlı olarak eklemde şişme fark edilebilir. Ancak kemiklerde herhangi bir hasar gözlenmez. Orta evre romatoid artrit: İltihabın eklem kıkırdağına zarar vermeye başladığı dönemdir. Ağrı, şişlik gibi semptomların yanı sıra kıkırdak dokusunda gelişen hasara bağlı olarak eklem hareketlerinde kısıtlılık ve hareket kaybı görülebilir. Buna bağlı olarak eklemlerdeki hareket açıklığı sınırlı hale gelebilir. İleri evre romatoid artrit: Bu evrede hasar sadece kıkırdakta değil, aynı zamanda kemiklerde de gelişmektedir. Bu dönemde çok daha fazla ağrı ve şişlik görülebilir. Kemiklerde erozyon adı verilen kalıcı hasarlar sıklıkla eşlik eder. Bazı hastalarda şekil bozuklukları, kas zayıflığı ve hareket kaybı gelişebilir. Son evre romatoid artrit: Romatoid artrit hastalığının son evresi olarak adlandırılan bu dönemde eklemde iltihaptan çok hastalığın yol açtığı kalıcı hasarlar ön plandadır. Bu dönemde hastalarda halen devam eden ağrı, şişlik ve hareket kaybı gözlenebilir. Genellikle kas gücünde azalma olur. Eklemlerde gelişen hasara bağlı şekil bozukluklarının yanı sıra kemiklerin birbirine kaynaşması olarak tanımlayabileceğimiz ve eklem fonksiyonunun ortadan kalktığı füzyon gelişimi görülebilir.Romatoid hastalığın seyrinde semptomların belirgin şekilde azalma gösterdiği düşük hastalık aktivitesi veya remisyon olarak adlandırılan dönemler de görülebileceği gibi, çok yoğun ağrı ve klinik bulgular ile kötüleşen ve alevlenme olarak adlandırılan evreleri de gözlenebilmektedir.Romatoid Artrit (İltihaplı Romatizma) Belirtileri Nelerdir?İltihaplı romatizma(romatoid artrit) belirtileri, eklemlerde ağrı, şişlik, sertlik ve hassasiyet ile birlikte kas ağrılarıdır. Romatoid artrit belirtileri kişiden kişiye farklılık gösterir. Tutulumun yaygınlığı, başlangıç yaşı, eşlik eden diğer hastalıklar, klinik bulgular ve seyir üzerinde etkili olur.Romatoid artrit belirtileri şunları içerir: Birden fazla eklemde hassasiyet, şişlik ve ağrı Genellikle sabahları gözlenen eklemlerde sertlik El ve ayak parmak eklemleri ve bilek eklemlerinin tutulumu Dirsek, omuz, kalça ve diz eklemleri gibi büyük eklemler de tutukluk Yorgunluk Ateş İştah ve kilo kaybı Hastalığın etkilediği eklemlerde ağrı Hareket kısıtlılığı Eklemlerde şişlik Sıcaklık artışı ve bazen kızarıklık Özellikle sabahları veya uzun süre oturduktan sonra sertlikRomatoid artrit, halsizlik, yorgunluk, iştah kaybı ve bazı hastalarda ateş gibi genel semptomlara yol açabilir.Romatoid Artrit (İltihaplı Romatizma) Neden Olur?Romatoid artrit, kişinin bağışıklık sisteminin eklem içerisindeki sinovyum dokularına saldırarak kronik iltihaba neden olduğu otoimmün bir hastalıktır. Bu durum eklemde yer alan kemik dokusunun yok olmasına ve zayıflamasına sebebiyet verir.Romatoid Artrit Risk Faktörleri Nelerdir?Romatoid artrit hastalığında, bağışıklık sisteminin hastanın dokularına reaksiyon göstererek saldırmasının altında yatan nedenler halen araştırılmaya devam etmektedir. Belirli genetik yatkınlıklar, kişilere ait özellikler, enfeksiyon, immüns sistem, tütün kullanımı ile birlikte çevresel faktörlerin romatoid artrit gelişiminde etkili olabileceği düşünülür.Kadınlarda gelişme olasılığı daha fazladırRomatoid artrit her yaşta görülmekle birlikte, yaş arttıkça görülme riskinde de artış gözlenmektedir. Kadınlarda hastalık gelişme olasılığı erkeklere göre 2-3 kat daha fazladır.Tütün kullanımıYapılan tıbbi çalışmalar, sigara içmenin bir kişide romatoid artrit görülme riskini artırdığını ve hastalığı daha da kötüleştirebileceğini göstermiştir. Özellikle belirli sınıf genleri taşıyan hastalarda sigara içmenin, riski önemli oranda artırabildiği ortaya çıkmıştır. Bu nedenle romatoid artrit hastalarının sigarayı bir an önce bırakmaları tavsiye edilmektedir.Aşırı kilo olma ve obeziteAşırı kilo da romatoid artrit gelişimini artırabilir. Bu hastalığın ortaya çıkmasında obezitenin rolünü inceleyen araştırmalar, bir kişi ne kadar fazla kiloluysa, romatoid artrit geliştirme riskinin de o kadar yüksek olduğunu ortaya koymuştur.Romatoid Artrit (İltihaplı Romatizma) Nasıl Teşhis Edilir?Romatoid artrit belirtileri ile başvuran kişilerin tanısı, fizik muayene doğrultusunda istenecek uygun laboratuvar testleri (örn: RF, Anti CCP) ile görüntü yöntemlerinin (röntgen, ultrasonografi ya da MR) birlikte değerlendirilmesi sonucu konulmaktadır. İltihaplı romatizmal hastalıkların bulguları benzerlikler gösterebileceğinden, romatoid artrit tanısını netleştirmek için bu konuda deneyimli uzman hekimlere veya tercihen romatoloji bölümüne başvurulması en doğru yaklaşım olacaktır.Romatoid Artrit (İltihaplı Romatizma) Tedavisi Nasıl Olur?Romatoid artrit hastalığının erken dönemde tanınması ve uygun tedaviye mümkün olabilen en erken sürede başlanılması; tedavi başarısında, hasta memnuniyetinin sağlanmasında ve oluşabilecek muhtemel komplikasyonların önlenmesinde en önemli etkendir. Kişinin yaşam tarzı değişiklikleri, sigara gibi alışkanlıklarını terk etmesi, uygun diyet ile birlikte fazla kilolarını vermesi ve tavsiye edilen egzersizlerini düzenli yapması ilaç tedavileri kadar önem taşır. Romatoid artrit tedavisi şunları içerir: Romatoid artrit hastalığının ilaç tedavisi genellikle hastalığı yavaşlatan, semptomları kontrol altına alan ve eklem deformitesini önleyen, hastalığı modifiye edici antiromatizmal ilaçlar (DMARD'lar) olarak adlandırılan ilaçların kullanımını içerir. Romatoid artrit hastalığının çoğunlukla başlangıç tedavisinde ve bazı hastalarda daha uzun süreli kortizon tedavisi kullanımına ihtiyaç duyulabilir. Her hastada mümkün olabilecek en düşük dozda ve sürede kortizon tedavisini kullanarak bırakabilmek hedeflenmelidir. Ağrı kontrolü amacıyla çeşitli ağrı kesiciler ve antiinflamatuvar ilaçlar da kullanılabilir. Romatoid artrit hastalığında rehabilitasyonun amacı; kullanılmakta olan ilaç tedavilerine destek sağlayacak şekilde hastanın ağrılarını azaltmak, eklemlerin hareket açıklığını korumak ve kasların zayıflaması olarak adlandırılan kas atrofisini engeller. Romatoid artrit hastalığında fizik tedavi ve rehabilitasyon da önemlidir. Fizik tedavi ve rehabilitasyon tedavileri arasında hareket kısıtlaması yani immobilizasyon, kişiye yönelik postür (duruş) düzenlemesi, gerektiği durumlarda atelleme işlemi ile eklem üzerine binen yükün azaltılması, soğuk-sıcak su uygulamaları ve iyileştirici egzersizler bulunmaktadır. Romatoid artrit hastalığında cerrahi tedavilerin temel amacı, ağrının giderilmesi ve fonksiyonda iyileşmenin sağlanmasıdır. Günümüzde bazı hastalarda tanısal amaçlı cerrahi biyopsi operasyonlarına da ihtiyaç duyulabilmekle birlikte, romatoid artrit hastalığının cerrahi tedavi gereksinimi, genel olarak eklem harabiyetinin ve başarısız tıbbi tedavinin dolaylı bir göstergesi olarak kabul edilir. Cerrahi yaklaşım yöntemleri arasında önleyici veya tedavi amaçlı artroskopi ve sinovektomi, tedavi amaçlı rezeksiyon artroplastisi, artrodez veya total eklem replasmanı (değişimi) sayılabilir. Bunun dışında el bileği, ayak veya ayak bileği gibi eklemlere artrodez denilen eklemi dondurma ve belli bir pozisyonda sabitleme ameliyatları da bazı hastalarda uygulanabilmektedir. Bu işlem, atel ve ilaç tedavisi ile engellenemeyen inatçı eklem ağrısını gidermek için yapılabilmektedir.Romatoid Artrit Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularRomatoid artrit nasıl bir hastalıktır?Romatoid artrit, bağışıklık sisteminin sinovyum adı verilen eklemlerin astarına saldırdığında ortaya çıkan, eklem iltihabına ve ağrısına neden olan bir kronik rahatsızlıktır. Romatoid artrit hastalığında bağışıklık sistemi eklemlere saldırır, bu durum sinovyumun kalınlaşmasına ve salınan bazı enzim ve sitokinler aracılığı ile hem kıkırdak hem de kemik dokusunda kayıplara ve hasara yol açar. Bu hasar, kronik ağrıya, zaman içinde eklem etrafında bulunan tendon ve bağların da etkilenmesi sonucu eklemin doğal şekil ve yapısında bozulmalara ve eklem hareketlerinde kısıtlılığa neden olur.Romatoid artrit hastalığı genetik bir hastalık mıdır?Romatoid artrit hastalığı kalıtsal bir hastalık olmamakla birlikte, kişinin taşıdığı bazı genetik özellikler hastalığın gelişme riskini artırabilir. Yapılan çalışmalar bu riski artıran bir dizi genetik göstergeyi ortaya koymuştur. Bağışıklık sistemi, kronik inflamasyon ve özellikle romatoid artrit ile ilişkili olduğu saptanan bu genetik göstergeleri taşımak mutlak anlamda romatoid artrit gelişeceği anlamı taşır.Romatoid artrit hastaları nelere dikkat etmelidir?Romatoid artrit hastalığı tanısı konulan hastaların tedavi konusunda bilinçli olmalarının yanı sıra, kronik bir hastalığa sahip olmaları nedeniyle sabırlı olmaları da gerekmektedir. Hastalık takiplerinin düzenli ve uygun aralıklar ile yapılması, tedavilerin aksatılmadan sürdürülmesi çok önem taşır. Romatoid artrit hastalarına günlük hayatlarında ve yaşam biçimlerinde bazı değişikliklere gitmeleri tavsiye edilir.Düzenli fiziksel aktivite yapılması hastalık ile mücadelede sağlayacağı faydaların yanında kalp hastalığı, diyabet ve depresyon gibi diğer hastalıkların gelişme riskini de azaltır. Bu nedenle ideal olarak, yetişkinlerin haftada beş gün, günde 30 dakika yürüyüş, yüzme veya bisiklete binme gibi orta düzeyde fiziksel aktiviteler yaparak aktif kalmaları önerilir. Hastaların fazla kilolardan korunarak obezite ile mücadele etmeleri, uygun diyet yaparak sağlıklı beslenmeleri, sigarayı kesin bir şekilde bırakmaları da .nemle tavsiye edilmektedir.Romatoid artrit hastaları gebelik döneminde hangi önlemleri almalıdır?Romatoid artrit hastalığı olan kadınların gebe kalmadan önce gerekli danışmanlık hizmetlerini almaları ve mümkünse hastalığın kontrol altına alındığı bir dönemde gebe kalmayı planlamaları önerilir. Hastalık tedavisinde kullanılan bazı ilaçların gebelikte kullanılmalarının kesinlikle yasak olduğu dikkate alındığında, gebelik öncesi ilaç tedavisinin gözden geçirilerek uygun tedavi planının belirlenmesi ve olası risklerin değerlendirilmesi oldukça önem taşır.Yapılan gözlemsel çalışmalarda romatoid artrit hastalığının seyrinin gebelikte sıklıkla değişiklik gösterdiği saptanmıştır. Romatoid artrit hastası gebe kadınların yaklaşık %50'sinde düşük hastalık aktivitesi bulunurken, üçüncü trimesterde %20-40 hastada hastalığın sessiz seyrettiği remisyonun sağlanabildiği; bununla birlikte, hamilelik sırasında yaklaşık %20 hastada romatoid artrit aktivitesinde belirgin artışa yol açan alevlenmelerin gelişebildiği bildirilmiştir. Ayrıca bazı hasta serilerinde doğum sonrası hastalık alevlenme oranının %45'leri bulabildiği gözlenmiştir.Romatoid artrit hastalığının tedavisinde bitkisel ilaçlar başarılı sonuç verir mi?Romatoid artrit hastalığının tedavisinde etkinliği ispatlanmış ve günlük pratiğe girmiş bir bitkisel tedavisi henüz bulunmamaktadır. Ancak ümit vadeden ve halen devam etmekte olan çok sayıda bitkisel içerikli ilaç araştırmaları bulunmaktadır.Romatoid artrit hastaları nasıl beslenmeli?Romatoid artrit hastaları için önerilen en uygun beslenme şekli doymuş yağ içeriği düşük Akdeniz diyeti olarak kabul edilir. Akdeniz diyeti; taze sebze ve meyvenin bol kullanıldığı, daha sağlıklı olan balık ve tavuk eti gibi beyaz etin daha sık tüketildiği, kızartma ve ağır yemeklerin olmadığı, kalp ve damar sağlığını da koruyan bir beslenme şeklidir. Akdeniz diyeti tarzı beslenmenin, hastalığın semptomlarını iyileştirmede ve iltihabı baskılamada yardımcı olduğu bildirilmiştir. Hastalığın yol açtığı kronik iltihabi süreç hastalarda kilo kaybını, kas yıkımı ve buna bağlı protein ihtiyacını artırabilir. Bu nedenle hastaların yeterli enerji, protein ve kalsiyum gereksinimlerini almaları da çok önemlidir. D vitamini kas, iskelet ve bağışıklık sistemi için çok önemli bir vitamindir. Romatoid artrit hastalarında D vitamini eksikliğinin iltihaplı romatizma hastalığının sebeplerinden biri olabileceğine ya da hastalık ataklarını tetikleyebileceğine dair görüşler bulunmaktadır. Bu nedenle iltihaplı romatizma hastalarının güneşten olabildiğince faydalanmaları ve D vitamini düzeyleri düşük olan hastaların hekimlerine danışarak uygun D vitamini takviyesi kullanmaları önerilmektedir. Omega 3, folik asit ve curcumin (zerdeçal) içeren besin ya da ürünler, romatizma hastalıkları için önerilen ek gıda takviyeleri arasında yer almaktadır.Bunun yanı sıra romatoid artrit hastalarının kızarmış et ve et dışı diğer kızarmış ürünlerden, şeker ve rafine karbonhidratlardan, koruyucu ve lezzet artırıcılardan, gluten ve alkol tüketiminden mümkün olduğunca kaçınmaları veya bunları çok az tüketmeleri tavsiye edilmektedir.Romatoid artrit hastalığı çocuklarda görülür mü?Çocuklarda juvenil idyopatik artrit (eski adı ile juvenil başlangıçlı romatoid artrit) en sık görülen iltihaplı eklem hastalığıdır. Tutulan eklem sayısına ve eşlik eden ateş, döküntü gibi sistemik semptomlara bağlı olarak tanımlanan formları bulunmaktadır. Poliartiküler formu erişkinlerde görülen romatoid artrit ile benzer kabul edilmektedir. Eklemlerde ağrı, şişlik, hareket kısıtlılığı ve kızarıklık gibi semptomlar gelişebilmektedir. Sistemik tutulumlu hastalık tipinde eklem dışında iç organlara ait tutulumlar görülebilmektedir. Oligoartiküler formunda ise üveit (gözün üvea bölgesinin iltihabı) gelişebilmektedir. Tüm hastalarda gerekli incelemelerin en erken sürede yapılarak tedaviye başlanması tedavi başarısı açısından önem taşımaktadır.Romatoid artrit hastaları genel olarak ve özellikle Covid-19 salgını döneminde nelere dikkat etmelidirler?Günümüzde pandemiye yol açan salgın hastalıklar da dikkate alındığında romatoid artrit hastalarının hijyen kurallarına uygun şekilde yaşamaları, diş temizliği başta olmak üzere öz bakımlarına dikkat etmeleri, sağlıklarını tehdit edebilecek ortamlardan ve yaşam biçiminden uzak durmaları önerilmektedir. Özellikle Covid-19 salgını da yaşanan bu dönemde mümkün olduğunca kalabalık ve kapalı alanlarda bulunmamaları, zorunlu hallerde maske ve mesafe kuralına dikkat ederek en kısa sürede işlerini tamamlamaları enfeksiyona yakalanma riskini azaltacaktır. Bu dönemde doktor kontrollerinin düzenli yapılması ve kullanılan ilaçların hastanın sağlık durumuna göre güncellenmesi çok önem taşımaktadır. Tüm bu önlem ve tavsiyelerin romatoid artrit hastalığının tedavisinde başarıyı artırarak daha sağlıklı ve mutlu bir yaşam kalitesi sunacağı unutulmamalıdır.
Romatoid Artrit (İltihaplı Romatizma) Nedir?İltihaplı romatizma (Romatoid artrit), eklem içerisinde yer alan sinovyum dokularında iltihaba neden olarak eklemlerde ağrı, şişme, ısı artışı ve sertlik oluşturan otoimmün bir hastalıktır. Romatoid artrit sonucu en çok etkilenen eklemler eller, bilekler, ayaklar, ayak bilekleri, dizler, omuzlar ve dirseklerdir. Küçük eklemler dışında organları ya da diğer eklemleri de hedef alabilir. Belirtileri arasında eklem ağrısı, eklemlerde sertlik, şişlik, yorgunluk veya ateş görülür.En sık görülen artrit türlerinden biri olan iltihaplı romatizma ağrı ve şişlikten dolayı kişinin günlük hayatta hareketinin kısıtlanmasına neden olur. Tedavi edilmediği durumda ise eklemlerle kalıcı hasar oluşturabilir.Romatoid Artrit Hastalığının Evreleri Nelerdir?Romatoid artrit hastalığının gelişimi -kişisel farklılıklar göstermekle birlikte- bazı evreler içermektedir. Hastaların birçoğu bu evrelerde oluşan eklem ve bedensel değişimleri fark eder. Tüm hastaların bu evreleri yaşaması beklenmediği gibi, her aşamada uygulanacak tedavi yöntemleri de bazı farklılıklar içermektedir. Romatoid artrit tedavisinin ana hedefi; hastalık aktivitesinin kontrol altına alınarak, oluşabilecek kalıcı hasarların en aza indirilmesi olarak belirlenmiştir.Romatoid hastalığın seyrinde semptomların belirgin şekilde azalma gösterdiği düşük hastalık aktivitesi veya remisyon olarak adlandırılan dönemler de görülebileceği gibi, çok yoğun ağrı ve klinik bulgular ile kötüleşen ve alevlenme olarak adlandırılan evreleri de gözlenebilmektedir.Romatoid Artrit (İltihaplı Romatizma) Belirtileri Nelerdir?İltihaplı romatizma(romatoid artrit) belirtileri, eklemlerde ağrı, şişlik, sertlik ve hassasiyet ile birlikte kas ağrılarıdır. Romatoid artrit belirtileri kişiden kişiye farklılık gösterir. Tutulumun yaygınlığı, başlangıç yaşı, eşlik eden diğer hastalıklar, klinik bulgular ve seyir üzerinde etkili olur.Romatoid artrit belirtileri şunları içerir:Romatoid artrit, halsizlik, yorgunluk, iştah kaybı ve bazı hastalarda ateş gibi genel semptomlara yol açabilir.Romatoid Artrit (İltihaplı Romatizma) Neden Olur?Romatoid artrit, kişinin bağışıklık sisteminin eklem içerisindeki sinovyum dokularına saldırarak kronik iltihaba neden olduğu otoimmün bir hastalıktır. Bu durum eklemde yer alan kemik dokusunun yok olmasına ve zayıflamasına sebebiyet verir.Romatoid Artrit Risk Faktörleri Nelerdir?Romatoid artrit hastalığında, bağışıklık sisteminin hastanın dokularına reaksiyon göstererek saldırmasının altında yatan nedenler halen araştırılmaya devam etmektedir. Belirli genetik yatkınlıklar, kişilere ait özellikler, enfeksiyon, immüns sistem, tütün kullanımı ile birlikte çevresel faktörlerin romatoid artrit gelişiminde etkili olabileceği düşünülür.Kadınlarda gelişme olasılığı daha fazladırRomatoid artrit her yaşta görülmekle birlikte, yaş arttıkça görülme riskinde de artış gözlenmektedir. Kadınlarda hastalık gelişme olasılığı erkeklere göre 2-3 kat daha fazladır.Tütün kullanımıYapılan tıbbi çalışmalar, sigara içmenin bir kişide romatoid artrit görülme riskini artırdığını ve hastalığı daha da kötüleştirebileceğini göstermiştir. Özellikle belirli sınıf genleri taşıyan hastalarda sigara içmenin, riski önemli oranda artırabildiği ortaya çıkmıştır. Bu nedenle romatoid artrit hastalarının sigarayı bir an önce bırakmaları tavsiye edilmektedir.Aşırı kilo olma ve obeziteAşırı kilo da romatoid artrit gelişimini artırabilir. Bu hastalığın ortaya çıkmasında obezitenin rolünü inceleyen araştırmalar, bir kişi ne kadar fazla kiloluysa, romatoid artrit geliştirme riskinin de o kadar yüksek olduğunu ortaya koymuştur.Romatoid Artrit (İltihaplı Romatizma) Nasıl Teşhis Edilir?Romatoid artrit belirtileri ile başvuran kişilerin tanısı, fizik muayene doğrultusunda istenecek uygun laboratuvar testleri (örn: RF, Anti CCP) ile görüntü yöntemlerinin (röntgen, ultrasonografi ya da MR) birlikte değerlendirilmesi sonucu konulmaktadır. İltihaplı romatizmal hastalıkların bulguları benzerlikler gösterebileceğinden, romatoid artrit tanısını netleştirmek için bu konuda deneyimli uzman hekimlere veya tercihen romatoloji bölümüne başvurulması en doğru yaklaşım olacaktır.Romatoid Artrit (İltihaplı Romatizma) Tedavisi Nasıl Olur?Romatoid artrit hastalığının erken dönemde tanınması ve uygun tedaviye mümkün olabilen en erken sürede başlanılması; tedavi başarısında, hasta memnuniyetinin sağlanmasında ve oluşabilecek muhtemel komplikasyonların önlenmesinde en önemli etkendir. Kişinin yaşam tarzı değişiklikleri, sigara gibi alışkanlıklarını terk etmesi, uygun diyet ile birlikte fazla kilolarını vermesi ve tavsiye edilen egzersizlerini düzenli yapması ilaç tedavileri kadar önem taşır. Romatoid artrit tedavisi şunları içerir:Romatoid Artrit Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularRomatoid artrit nasıl bir hastalıktır?Romatoid artrit, bağışıklık sisteminin sinovyum adı verilen eklemlerin astarına saldırdığında ortaya çıkan, eklem iltihabına ve ağrısına neden olan bir kronik rahatsızlıktır. Romatoid artrit hastalığında bağışıklık sistemi eklemlere saldırır, bu durum sinovyumun kalınlaşmasına ve salınan bazı enzim ve sitokinler aracılığı ile hem kıkırdak hem de kemik dokusunda kayıplara ve hasara yol açar. Bu hasar, kronik ağrıya, zaman içinde eklem etrafında bulunan tendon ve bağların da etkilenmesi sonucu eklemin doğal şekil ve yapısında bozulmalara ve eklem hareketlerinde kısıtlılığa neden olur.Romatoid artrit hastalığı genetik bir hastalık mıdır?Romatoid artrit hastalığı kalıtsal bir hastalık olmamakla birlikte, kişinin taşıdığı bazı genetik özellikler hastalığın gelişme riskini artırabilir. Yapılan çalışmalar bu riski artıran bir dizi genetik göstergeyi ortaya koymuştur. Bağışıklık sistemi, kronik inflamasyon ve özellikle romatoid artrit ile ilişkili olduğu saptanan bu genetik göstergeleri taşımak mutlak anlamda romatoid artrit gelişeceği anlamı taşır.Romatoid artrit hastaları nelere dikkat etmelidir?Romatoid artrit hastalığı tanısı konulan hastaların tedavi konusunda bilinçli olmalarının yanı sıra, kronik bir hastalığa sahip olmaları nedeniyle sabırlı olmaları da gerekmektedir. Hastalık takiplerinin düzenli ve uygun aralıklar ile yapılması, tedavilerin aksatılmadan sürdürülmesi çok önem taşır. Romatoid artrit hastalarına günlük hayatlarında ve yaşam biçimlerinde bazı değişikliklere gitmeleri tavsiye edilir.Düzenli fiziksel aktivite yapılması hastalık ile mücadelede sağlayacağı faydaların yanında kalp hastalığı, diyabet ve depresyon gibi diğer hastalıkların gelişme riskini de azaltır. Bu nedenle ideal olarak, yetişkinlerin haftada beş gün, günde 30 dakika yürüyüş, yüzme veya bisiklete binme gibi orta düzeyde fiziksel aktiviteler yaparak aktif kalmaları önerilir. Hastaların fazla kilolardan korunarak obezite ile mücadele etmeleri, uygun diyet yaparak sağlıklı beslenmeleri, sigarayı kesin bir şekilde bırakmaları da .nemle tavsiye edilmektedir.Romatoid artrit hastaları gebelik döneminde hangi önlemleri almalıdır?Romatoid artrit hastalığı olan kadınların gebe kalmadan önce gerekli danışmanlık hizmetlerini almaları ve mümkünse hastalığın kontrol altına alındığı bir dönemde gebe kalmayı planlamaları önerilir. Hastalık tedavisinde kullanılan bazı ilaçların gebelikte kullanılmalarının kesinlikle yasak olduğu dikkate alındığında, gebelik öncesi ilaç tedavisinin gözden geçirilerek uygun tedavi planının belirlenmesi ve olası risklerin değerlendirilmesi oldukça önem taşır.Yapılan gözlemsel çalışmalarda romatoid artrit hastalığının seyrinin gebelikte sıklıkla değişiklik gösterdiği saptanmıştır. Romatoid artrit hastası gebe kadınların yaklaşık %50'sinde düşük hastalık aktivitesi bulunurken, üçüncü trimesterde %20-40 hastada hastalığın sessiz seyrettiği remisyonun sağlanabildiği; bununla birlikte, hamilelik sırasında yaklaşık %20 hastada romatoid artrit aktivitesinde belirgin artışa yol açan alevlenmelerin gelişebildiği bildirilmiştir. Ayrıca bazı hasta serilerinde doğum sonrası hastalık alevlenme oranının %45'leri bulabildiği gözlenmiştir.Romatoid artrit hastalığının tedavisinde bitkisel ilaçlar başarılı sonuç verir mi?Romatoid artrit hastalığının tedavisinde etkinliği ispatlanmış ve günlük pratiğe girmiş bir bitkisel tedavisi henüz bulunmamaktadır. Ancak ümit vadeden ve halen devam etmekte olan çok sayıda bitkisel içerikli ilaç araştırmaları bulunmaktadır.Romatoid artrit hastaları nasıl beslenmeli?Romatoid artrit hastaları için önerilen en uygun beslenme şekli doymuş yağ içeriği düşük Akdeniz diyeti olarak kabul edilir. Akdeniz diyeti; taze sebze ve meyvenin bol kullanıldığı, daha sağlıklı olan balık ve tavuk eti gibi beyaz etin daha sık tüketildiği, kızartma ve ağır yemeklerin olmadığı, kalp ve damar sağlığını da koruyan bir beslenme şeklidir. Akdeniz diyeti tarzı beslenmenin, hastalığın semptomlarını iyileştirmede ve iltihabı baskılamada yardımcı olduğu bildirilmiştir. Hastalığın yol açtığı kronik iltihabi süreç hastalarda kilo kaybını, kas yıkımı ve buna bağlı protein ihtiyacını artırabilir. Bu nedenle hastaların yeterli enerji, protein ve kalsiyum gereksinimlerini almaları da çok önemlidir. D vitamini kas, iskelet ve bağışıklık sistemi için çok önemli bir vitamindir. Romatoid artrit hastalarında D vitamini eksikliğinin iltihaplı romatizma hastalığının sebeplerinden biri olabileceğine ya da hastalık ataklarını tetikleyebileceğine dair görüşler bulunmaktadır. Bu nedenle iltihaplı romatizma hastalarının güneşten olabildiğince faydalanmaları ve D vitamini düzeyleri düşük olan hastaların hekimlerine danışarak uygun D vitamini takviyesi kullanmaları önerilmektedir. Omega 3, folik asit ve curcumin (zerdeçal) içeren besin ya da ürünler, romatizma hastalıkları için önerilen ek gıda takviyeleri arasında yer almaktadır.Bunun yanı sıra romatoid artrit hastalarının kızarmış et ve et dışı diğer kızarmış ürünlerden, şeker ve rafine karbonhidratlardan, koruyucu ve lezzet artırıcılardan, gluten ve alkol tüketiminden mümkün olduğunca kaçınmaları veya bunları çok az tüketmeleri tavsiye edilmektedir.Romatoid artrit hastalığı çocuklarda görülür mü?Çocuklarda juvenil idyopatik artrit (eski adı ile juvenil başlangıçlı romatoid artrit) en sık görülen iltihaplı eklem hastalığıdır. Tutulan eklem sayısına ve eşlik eden ateş, döküntü gibi sistemik semptomlara bağlı olarak tanımlanan formları bulunmaktadır. Poliartiküler formu erişkinlerde görülen romatoid artrit ile benzer kabul edilmektedir. Eklemlerde ağrı, şişlik, hareket kısıtlılığı ve kızarıklık gibi semptomlar gelişebilmektedir. Sistemik tutulumlu hastalık tipinde eklem dışında iç organlara ait tutulumlar görülebilmektedir. Oligoartiküler formunda ise üveit (gözün üvea bölgesinin iltihabı) gelişebilmektedir. Tüm hastalarda gerekli incelemelerin en erken sürede yapılarak tedaviye başlanması tedavi başarısı açısından önem taşımaktadır.Romatoid artrit hastaları genel olarak ve özellikle Covid-19 salgını döneminde nelere dikkat etmelidirler?Günümüzde pandemiye yol açan salgın hastalıklar da dikkate alındığında romatoid artrit hastalarının hijyen kurallarına uygun şekilde yaşamaları, diş temizliği başta olmak üzere öz bakımlarına dikkat etmeleri, sağlıklarını tehdit edebilecek ortamlardan ve yaşam biçiminden uzak durmaları önerilmektedir. Özellikle Covid-19 salgını da yaşanan bu dönemde mümkün olduğunca kalabalık ve kapalı alanlarda bulunmamaları, zorunlu hallerde maske ve mesafe kuralına dikkat ederek en kısa sürede işlerini tamamlamaları enfeksiyona yakalanma riskini azaltacaktır. Bu dönemde doktor kontrollerinin düzenli yapılması ve kullanılan ilaçların hastanın sağlık durumuna göre güncellenmesi çok önem taşımaktadır. Tüm bu önlem ve tavsiyelerin romatoid artrit hastalığının tedavisinde başarıyı artırarak daha sağlıklı ve mutlu bir yaşam kalitesi sunacağı unutulmamalıdır. | 10,872 |
591 | Hastalıklar | Rektosel (Bağırsak Fıtığı) | Rektosel yani bağırsak fıtığı, pelvisde zayıflamış dokuların rektumun kadınlarda vajinal duvarına erkeklerde ise mesaneye sarkmasına neden olduğu bir durum olarak tanımlanır. Dışarı çıkma anlamını taşıyan prolapsus küçükse belirtileri fark edilmeyebilir. Daha belirgin bir sarkma durumunda rektum vajina ya da mesaneden dışarı çıkabilir. Ciddi vakalarda rektoselin düzelmesi için ameliyata ihtiyaç duyulabilir.Rektosel yani bağırsak fıtığı, pelvisde zayıflamış dokuların rektumun kadınlarda vajinal duvarına erkeklerde ise mesaneye sarkmasına neden olduğu bir durum olarak tanımlanır. Dışarı çıkma anlamını taşıyan prolapsus küçükse belirtileri fark edilmeyebilir. Daha belirgin bir sarkma durumunda rektum vajina ya da mesaneden dışarı çıkabilir. Ciddi vakalarda rektoselin düzelmesi için ameliyata ihtiyaç duyulabilir.
Rektosel (Bağırsak Fıtığı) Nedir?Halk arasında bağırsak fıtığı olarak da bilinen rektosel, kalın bağırsağın kadınlarda vajinaya erkeklerde mesaneye doğru prolapsus (çıkıntı) yapmasıdır. Rektum kolonun (kalın bağırsak) alt kısmıdır. Hem rektum hem de vajinanın yerinde kalması için pelvisdeki kaslar ve bağlar önemli bir yer tutar.Pelvik taban zayıfladığında bu organlar yer değiştirebilir ve hatta birbirlerinin üzerine düşebilir. Rektosel, zayıf pelvik taban sebebiyle organların sarktığı bir durum olan pelvik organ prolapsusunun bir şekli olarak da bilinir. Bunun yanında rektosel, arka vajinal duvar prolapsusu olarak da adlandırılır.Rektosel (Bağırsak Fıtığı) Belirtileri Nelerdir?Rektosel her zaman semptomlara neden olmasa da bazı zamanlarda vajinal kanama, rektumda dolgunluk hissi, sık tuvalete çıkma isteği gibi belirtilerle ortaya çıkabilir. Bağırsak fıtığı belirtileri şöyle sıralanabilir: Rektum veya vajinada basınç hissi ve ağrı Günde birkaç kez tuvalete çıkma isteği Cinsel ilişki sırasında ağrı (disparoni) Vajinada içeri girebilecek veya girmeyebilecek yumuşak bir doku çıkıntısı Boşaltım yaptıktan sonra rektumun tamamen boşalmadığını hissetmek Kabızlık Vajinada kanama Parçalı dışkılama Vajinada gevşeklik veya kas kaybı hissi hissetmek Bağırsak hareketlerinde problemlerMesanenin sarktığı başka bir sarkma şekliyle birlikte rektosel varsa idrar kaçırma da yaşanabilir. Sık sık işeme isteği hissedilerek kaçırma yaşanabilir.Rektosel (Bağırsak Fıtığı) Neden Olur?Rektosel (bağırsak fıtığı), vajina ya da kas duvarında yer alan dokuları zayıflaması sonucunda meydana gelebilir. Kalın bağırsak (rektum) ile vajina arasında yer alan dokuların incelmesi nedeniyle de bağırsak fıtığı ortaya çıkar. Pelvik taban zayıfladığında da görüle rektoselin nedenleri ve risk faktörleri şöyle sıralanır:Hamilelik ve doğumVajinal doğum ya da birden fazla doğum yapmak pelvik tabanına zarar vererek zayıflamasına neden olur. Uzun süreli doğum ve büyük yeni doğanlar pelvik taban kaslarını gerer, bu da vajinanın desteğinin zayıflamasına yol açar. Bu da bağırsak fıtığı oluşumuna zemin hazırlar.Yaşlanma Pelvik taban zamanla ve yaşlandıkça zayıflayabilir. Menopoz vücutta östrojen kaybı gibi birçok değişikliğe neden olur ve bu da pelvik bölgesindeki kas dokularını azaltarak rektosel oluşumuna sebep verir.Kronik öksürük veya bronşitAstım, sigara içme ve solunum yolu hastalıklarıyla ilişkili uzun süreli öksürük, zamanla pelvik tabanı zorlayabilir ve bu da kişiyi rektosele karşı daha duyarlı hale getirebilir.Kronik kabızlıkDışkılama yapmak için çok fazla dayanmak veya ıkınmak, zamanla pelvik kasları zayıflatabilir. Bu da bağırsak fıtığı oluşumuna sebep olabilir.Tekrarlanan ağırlık kaldırmaSık sık ağır kaldırmayı gerektiren bir işte çalışmak pelvik taban kaslarına çok fazla baskı uygulayarak onların esnemesine ve zayıflamasına neden olabilir.Daha ağır bir vücuda sahip olmak ya da obeziteObeziteye sahip olmak ya da fazla kilolu olmak rektosel riskini artırabilir.Geçirilmiş ameliyatlarPelvik organlarını ilgilendiren histerektomi gibi ameliyatlar, pelvik tabanındaki dokuya zarar vererek bağırsak fıtığı riskini artırır.Rektosel (Bağırsak Fıtığı) Nasıl Teşhis Edilir?Uzman doktor kişinin sağlık geçmişini öğrendikten sonra fiziki muayene eder ve böylelikle rektosel tanısı koyabilir. Bağırsak fıtığı teşhisi için şu durumlar istenebilir:Pelvik muayeneVajinal kanalı ya da mesane sarkma belirtileri açısından incelemenin yanı sıra, doktorun muayene sırasında pelvik taban gücünüzü de test edebilir. Sizden idrar akışını durduruyormuşsunuz gibi pelvik taban kaslarını sıkıp gevşetmenizi isteyebilir. Ayrıca bağırsaklara baskı uygulanmasını veya idrar yapıyormuş gibi gerilmenizi talep edebilirler.GörüntülemeBazı durumlarda uzman doktor, ince bağırsağın sarkıp sarkmadığını (enterosel) kontrol etmek için transvajinal ultrason görüntüleme talep eder. Böylelikle rektoselin ne kadar şiddetli olduğu ortaya çıkarılır.Rektosel (Bağırsak Fıtığı) Tedavisi Nasıl Olur?Hafif rektosel durumunda, pelvik taban kaslarını güçlendirmek için pelvik taban egzersizleri yapılabilir. Orta ya da daha şiddetli sarkmalarda ise bağırsak fıtığı tedavisi için ameliyat önerilebilir. Bu noktada kişinin yaşı, genel sağlık durumu, prolapsusunuzun derecesi, gelecekteki hamilelik planları göz önünde bulundurulur.Rektoseli tedavi etmek için sıklıkla posterior kolporafi adı verilen cerrahi bir prosedür kullanılır. İşlem esnasında doktor, artık pelvik organlarını desteklemeyen hasarlı dokuyu çıkarır ve daha fazla destek için sağlıklı dokuyu birbirine diker.Rektosel (Bağırsak Fıtığı) Hakkında Sık Sorulan SorularRektosel (bağırsak fıtığı) önlemenin yolları nelerdir?Rektosel ya da pelvik organ sarkmasını önlemek mümkün olmayabilir. Yine de pelvik tabanın güçlendirebilecek uygulamalar yapabilirsiniz. Hafif rektoseli yönetmek için bu yöntemlerden yararlanabilirsiniz: Pelvik tabanın güçlenmesini sağlayan kegel egzersizlerini düzenli olarak yapın Kabızlık için bol miktarda sıvı tüketin ve lifli besinlerden yararlanın Ağır kaldırmaktan kaçının ya da doğru şekilde kaldırın Kronik öksürük veya bronşit için tedavi alın İdeal kilonuzu koruyunBağırsak fıtığı kimlerde görülür?Rektosel (Bağırsak Fıtığı) normal ve birden fazla doğum yapmış kadınlarda ve erkeklerde görülebilir.Bağırsak fıtığı tedavi edilmezse ne olur?Hızlı müdahale gerektiren bağırsak fıtığı durumlarında sıkışan organın kan dolaşımı bozulma riski bulunduğundan organda çürüme meydana gelebilir. Bu durum nedeniyle bağırsak zarar göre parçasının ameliyatla alınması gerekebilir.
Rektosel (Bağırsak Fıtığı) Nedir?Halk arasında bağırsak fıtığı olarak da bilinen rektosel, kalın bağırsağın kadınlarda vajinaya erkeklerde mesaneye doğru prolapsus (çıkıntı) yapmasıdır. Rektum kolonun (kalın bağırsak) alt kısmıdır. Hem rektum hem de vajinanın yerinde kalması için pelvisdeki kaslar ve bağlar önemli bir yer tutar.Pelvik taban zayıfladığında bu organlar yer değiştirebilir ve hatta birbirlerinin üzerine düşebilir. Rektosel, zayıf pelvik taban sebebiyle organların sarktığı bir durum olan pelvik organ prolapsusunun bir şekli olarak da bilinir. Bunun yanında rektosel, arka vajinal duvar prolapsusu olarak da adlandırılır.Rektosel (Bağırsak Fıtığı) Belirtileri Nelerdir?Rektosel her zaman semptomlara neden olmasa da bazı zamanlarda vajinal kanama, rektumda dolgunluk hissi, sık tuvalete çıkma isteği gibi belirtilerle ortaya çıkabilir. Bağırsak fıtığı belirtileri şöyle sıralanabilir:Mesanenin sarktığı başka bir sarkma şekliyle birlikte rektosel varsa idrar kaçırma da yaşanabilir. Sık sık işeme isteği hissedilerek kaçırma yaşanabilir.Rektosel (Bağırsak Fıtığı) Neden Olur?Rektosel (bağırsak fıtığı), vajina ya da kas duvarında yer alan dokuları zayıflaması sonucunda meydana gelebilir. Kalın bağırsak (rektum) ile vajina arasında yer alan dokuların incelmesi nedeniyle de bağırsak fıtığı ortaya çıkar. Pelvik taban zayıfladığında da görüle rektoselin nedenleri ve risk faktörleri şöyle sıralanır:Hamilelik ve doğumVajinal doğum ya da birden fazla doğum yapmak pelvik tabanına zarar vererek zayıflamasına neden olur. Uzun süreli doğum ve büyük yeni doğanlar pelvik taban kaslarını gerer, bu da vajinanın desteğinin zayıflamasına yol açar. Bu da bağırsak fıtığı oluşumuna zemin hazırlar.Yaşlanma Pelvik taban zamanla ve yaşlandıkça zayıflayabilir. Menopoz vücutta östrojen kaybı gibi birçok değişikliğe neden olur ve bu da pelvik bölgesindeki kas dokularını azaltarak rektosel oluşumuna sebep verir.Kronik öksürük veya bronşitAstım, sigara içme ve solunum yolu hastalıklarıyla ilişkili uzun süreli öksürük, zamanla pelvik tabanı zorlayabilir ve bu da kişiyi rektosele karşı daha duyarlı hale getirebilir.Kronik kabızlıkDışkılama yapmak için çok fazla dayanmak veya ıkınmak, zamanla pelvik kasları zayıflatabilir. Bu da bağırsak fıtığı oluşumuna sebep olabilir.Tekrarlanan ağırlık kaldırmaSık sık ağır kaldırmayı gerektiren bir işte çalışmak pelvik taban kaslarına çok fazla baskı uygulayarak onların esnemesine ve zayıflamasına neden olabilir.Daha ağır bir vücuda sahip olmak ya da obeziteObeziteye sahip olmak ya da fazla kilolu olmak rektosel riskini artırabilir.Geçirilmiş ameliyatlarPelvik organlarını ilgilendiren histerektomi gibi ameliyatlar, pelvik tabanındaki dokuya zarar vererek bağırsak fıtığı riskini artırır.Rektosel (Bağırsak Fıtığı) Nasıl Teşhis Edilir?Uzman doktor kişinin sağlık geçmişini öğrendikten sonra fiziki muayene eder ve böylelikle rektosel tanısı koyabilir. Bağırsak fıtığı teşhisi için şu durumlar istenebilir:Pelvik muayeneVajinal kanalı ya da mesane sarkma belirtileri açısından incelemenin yanı sıra, doktorun muayene sırasında pelvik taban gücünüzü de test edebilir. Sizden idrar akışını durduruyormuşsunuz gibi pelvik taban kaslarını sıkıp gevşetmenizi isteyebilir. Ayrıca bağırsaklara baskı uygulanmasını veya idrar yapıyormuş gibi gerilmenizi talep edebilirler.GörüntülemeBazı durumlarda uzman doktor, ince bağırsağın sarkıp sarkmadığını (enterosel) kontrol etmek için transvajinal ultrason görüntüleme talep eder. Böylelikle rektoselin ne kadar şiddetli olduğu ortaya çıkarılır.Rektosel (Bağırsak Fıtığı) Tedavisi Nasıl Olur?Hafif rektosel durumunda, pelvik taban kaslarını güçlendirmek için pelvik taban egzersizleri yapılabilir. Orta ya da daha şiddetli sarkmalarda ise bağırsak fıtığı tedavisi için ameliyat önerilebilir. Bu noktada kişinin yaşı, genel sağlık durumu, prolapsusunuzun derecesi, gelecekteki hamilelik planları göz önünde bulundurulur.Rektoseli tedavi etmek için sıklıkla posterior kolporafi adı verilen cerrahi bir prosedür kullanılır. İşlem esnasında doktor, artık pelvik organlarını desteklemeyen hasarlı dokuyu çıkarır ve daha fazla destek için sağlıklı dokuyu birbirine diker.Rektosel (Bağırsak Fıtığı) Hakkında Sık Sorulan SorularRektosel (bağırsak fıtığı) önlemenin yolları nelerdir?Rektosel ya da pelvik organ sarkmasını önlemek mümkün olmayabilir. Yine de pelvik tabanın güçlendirebilecek uygulamalar yapabilirsiniz. Hafif rektoseli yönetmek için bu yöntemlerden yararlanabilirsiniz:Bağırsak fıtığı kimlerde görülür?Rektosel (Bağırsak Fıtığı) normal ve birden fazla doğum yapmış kadınlarda ve erkeklerde görülebilir.Bağırsak fıtığı tedavi edilmezse ne olur?Hızlı müdahale gerektiren bağırsak fıtığı durumlarında sıkışan organın kan dolaşımı bozulma riski bulunduğundan organda çürüme meydana gelebilir. Bu durum nedeniyle bağırsak zarar göre parçasının ameliyatla alınması gerekebilir. | 4,254 |
592 | Hastalıklar | Rota Virüsü | Rota virüsü, reoviridae familyasındaki çift sarmallı RNA virüslerinin bir cinsi olan bulaşıcı bir hastalıktır. Özellikle bebekler ve 5 yaşından küçük çocuklar arasında ishalin en yaygın nedenidir. Şiddetli sulu ishal ile birlikte karın ağrısı, kusma, ateş, yorgunluk ve dehidrasyon rota virüsünün en yaygın belirtileridir. 5 yaşına kadar her çocuğun en az 1 kez geçirdiği rotavirüs enfeksiyonu aşı ile de önlenebilen bir hastalıktır. Rotavirüs aşısının tehlikeli yan etkileri olduğuna dair yaygın kanının aksine, günümüzde aşı güvenle kullanılarak uygulanır.Rota virüsü, reoviridae familyasındaki çift sarmallı RNA virüslerinin bir cinsi olan bulaşıcı bir hastalıktır. Özellikle bebekler ve 5 yaşından küçük çocuklar arasında ishalin en yaygın nedenidir. Şiddetli sulu ishal ile birlikte karın ağrısı, kusma, ateş, yorgunluk ve dehidrasyon rota virüsünün en yaygın belirtileridir. 5 yaşına kadar her çocuğun en az 1 kez geçirdiği rotavirüs enfeksiyonu aşı ile de önlenebilen bir hastalıktır. Rotavirüs aşısının tehlikeli yan etkileri olduğuna dair yaygın kanının aksine, günümüzde aşı güvenle kullanılarak uygulanır.
Rota Virüsü Nedir? Rota virüsü, yaygın olarak bebekler ve 5 yaşından küçük çocukları etkileyen, gastroenterit ve ishale nedeni olan, el-ağız teması sonucu kişinin enfekte olduğu yaygın bir bulaşıcı hastalıktır. Çocuklar en sık ciddi ishale yol açan mikroorganizma olan rota virüsü, 5 yaşına kadar her çocuğu en az 1 kez yakalar. Özellikle 4-36 ay arasındaki çocuklarda daha ciddi ishal vakalarına sebebiyet veren rota virüsü yetişkinleri de etkilemesine rağmen bu oran çok fazla değildir. Gelişmekte olan ülkelerde 0- 2 yaş arası çocuklarda ani ortaya çıkan ishallerin %50’sinin sebebi olan rota virüsü mide-bağırsak sisteminin viral bir enfeksiyonu olarak da karşımıza çıkar. İshalin yanında kusma, ateş ve dehidrasyon gibi belirtilerle de görülen rota virüsü belirtileri genellikle virüse maruz kalındıktan 2-3 gün sonra ortaya çıkar. Şiddetli dehidrasyon durumlarında bazen kişilere damar yoluyla sıvı takviyesi yapılır. Rota virüsünün sebep olduğu enfeksiyonun ortadan kaldırılması ve semptomların iyileşmesi için en etkili yöntem rota virüsü aşısıdır. Rotavirüs, özellikle 2 yaş altı çocuklardaki akut ishallerin en sık nedenlerinden biridir. Küçük yaşlarda görüldüğünde genellikle hastane yatışlarının sebebidir. Aşırı kusma ve ishal, hayatı tehdit eden sıvı kaybı nedeniyle hastane şartlarında tedavi gerekli olabilir.Rota Virüsü Neden Olur? Rota virüsü, dışkı, kontamine yiyecek-içeceklerin tüketilmesi, el-ağız yolu ve kişisel eşyaların kullanımı sonucu kişiden kişiye geçerek meydana gelir. Genellikle fekal-oral yolla yayılan rota virüsü, çocukların ellerini düzgün veya yeterince sık yıkamamasından kaynaklanır. Bunun yanı sıra virüs kapı kolları, oyuncaklar ve diğer sert nesneler gibi yüzeylerde uzun süre yaşayarak bulaşma riski taşır. İshal bittikten sonra 3 gün daha dışkı yoluyla bulaşma olabileceği ve rota virüs”e bağlı şikayetler başlamadan bulaştırıcılığın başladığı unutulmamalıdır. Ayrıca bu rahatsızlık kontamine yiyecek-içecekler yoluyla bulaşsa da insandan insana ya da enfekte yüzeylerde canlı kalarak daha yaygın bulaşır. Bu nedenle örneğin anaokullarından alt değiştirmeler bulaşma riskini çok artırır.Rota virüse neden olan ve virüsün bulaşma riskini artıran durumlar şöyledir: Dışkı yoluyla Kontamine yiyecek-içeceklerin tüketilmesi El-ağız teması Kişisel eşyaların kullanımı Ellerin düzgün veya sık yıkanmaması Kapı kolları Oyuncaklar ve sert nesnelerRota Virüsü Belirtileri Nelerdir? Rota virüsünün yaygın belirtileri ishal, kusma, ateş ve karın ağrısıdır. Bu belirtilere dışkıdan kan gelmesi, ağız ve boğazda kuruluk, yorgunluk ve baş dönmesi de eşlik edebilir.Rota virüse maruz kaldıktan 2 gün sonra ortaya çıkan belirtiler şunlardır: Şiddetli sulu ishal Kusma Ateş Karın ağrısı Yorgunluk Uykulu olma hali Dehidrasyon Siyah, katran rengi ve kanlı dışkı Ağız ve boğaz kuruluğu Baş dönmesi Ciltte solukluk Stres ve kaygıGün içinde şiddeti artan sulu ishalGastroenterit ve ishalin yaygın nedeni olan rota virüsü, kişide 3 ila 8 gün sürebilen sulu ishal ishal semptomu görülmesine yol açarKusmaİshalle birlikte ortaya çıkan yaygın rota virüsü semptomlarından biri de kusmadır.Ateş Rota virüsü genellikle ishalle başlayıp daha sonra ateş belirtisiyle devam eder. Kişide 1-2 gün sürebilen ateş daha sonra kaybolma eğilime girer.DehidrasyonDehidrasyon, sulu ishal sonucu ortaya çıkar ve bazen şiddetli bir hal alabilir. Şiddeti artan dehidrasyon vakalarında kişiye damardan sıvı takviyesi yapılır. Siyah, katran rengi ve kanlı dışkıRota virüsü geçiren kişilerde zaman zaman siyah, katran rengi dışkıyla birlikte dışkıdan kan da gelebilir.Ağız ve boğaz kuruluğuVücuttak dehidrasyona bağlı olarak rota virüs bulaşan bireylerin ağız ve boğazlarında kuruluk meydana gelebilir.Karın ağrısıRota virüsü görülen çocuklarda görülen semptomlardan biri de karın ağrısıdır. Tüm bunlarla birlikte yorgunluk, baş dönmesi, ciltte solukluk, uykulu olma hali ve stres-kaygı gibi durumlar da rota virüsü semptomları arasında yer alır.Rota Virüsü Nasıl Bulaşır?Rota virüsü genellikle kontamine olmuş yüzeylerle temas, el-ağız ve solunum yoluyla bulaşır. Dışkıda da bulunan rota virüsü, özellikle kontamine yiyecek-içeceklerin tüketilmesi ve eşyaların ortak kullanılması gibi yollarla da yayılmaktadır. İş yerleri, kreş, bakımevi ve çocuk hastaneleri rota virüsünün en sık bulaştığı alanlardır.Rota Virüsü Aşısı Nedir?Rota virüs aşısı, şiddetli ishal, ateş ve dehidrasyon gibi semptomların görüldüğü, gastroenteritin en yaygın nedeni olan rota virüsten korunmak için uygulanan aşı türüdür. Bebeklere 6 ve 12 haftalık olduklarında uygulanabilen rota virüsü aşısı, genellikle 3 doz olarak uygulanır. Yapılan klinik çalışmalar, rota virüsü aşısının, rota virüse karşı büyük oranda koruyuculuk sağladığını ortaya koymaktadır. Rota virüs kolay bulaşan ve birçok kez görülebilen bir hastalıktır. Bu hastalığa karşı korunma sağlanmasının en temel yolu rota virüs aşısıdır. İlk rotavirüs aşı çalışmasında yan etki olarak bağırsak düğümlenmesi gözlemlenmiş olsa da, yapılan çalışmalar sonrasında ortaya çıkarılan rotavirüs aşıları ile bu yan etki ortadan kaldırılmıştır.Rota virüsü aşısının yan etkileri var mıdır?Geçici ishal ya da kusma, ateş ve iştah kaybı yan etkiler arasındadır. Ancak her çocukta da bu yan etkiler görülmeyebilir.Rota Virüsü Tanısı Nasıl Konulur?Hastanın anamnezi alındıktan, rota virüsü ishali olup olmadığı öğrenildikten sonra rotavirüs tanısında, dışkı örneklerinde, rota virüsün antijenlerini saptayan testler sıklıkla kullanılmaktadır. Bu testler hızlı ve doğru tanı konmasını kolaylaştırmışlardır.Rota Virüsü Nasıl Tedavi Edilir?Rota virüsü hastalığının kendine özgü bir tedavisi yoktur. Antibiyotikler tedavide gereksizdir, hatta ishal ve kusmayı kötüleştirebilir. Yapılması gereken şey kusmanın yoğun olduğu dönemde mideyi dinlendirdikten sonra ağızdan çok yavaş (5 dakikada bir tatlı kaşığı) sıvı vermektir.Sıvı kaybının çok olduğu dönemlerde verilmesi en uygun sıvı tuzlu-şekerli karışımlardır. Bunlar çocuk tarafından alınmadığı takdirde pirinç suyu, meyve çayları ve az yoğurtlu ayran verilebilir. Rota virüsü tedavisinde su ve tuz alımının dengesine özen göstermek gerekir. rota virüsü salgınları olduğunda sağlıklı çocuklara probiyotik verilmesinin de hastalığı engelleyebildiği görülmüştür.Rota Virüsü Hakkında Sık Sorulan SorularRota virüsü ishali diğer ishallerden nasıl ayırt edilir? Rotavirüs ishali ile adenovirüs ishali çok karıştırılmaktadır. Bunun tanısı dışkı tahlili ile yapılmaktadır. Tahlil sonucunda rota virüsü ise dışkıda kan bulunmaz, rota virüsü antijeninin pozitif olması sonucunda ortaya çıkar.Rota virüs tedavisinde nelere dikkat edilir?Rota virüsü tedavisinden anne sütü kesinlikle kesilmemeli, yağlı ve şekerli yiyeceklerden kaçınılmalı, çocuğa yeterince sıvı verilmeli ve çocuk mümkün olduğunda dinlendirilmelidir.Rota virüs aşısı nasıl yapılır?Toplam üretici firmanın aşısına göre 2 ay ara ile 2 veya 3 doz, ağızdan verilir. Son aşının 6-8. ayda tamamlanması gerekir. İki doz uygulanan rota virüsü aşısında son dozun en geç 6. ayda, 3 doz uygulanan firmanın aşısında son dozun en geç 8. ayda tamamlanması gerekir. Rotavirüs aşıları ülkemizde uygulanan diğer çocukluk çağı aşılarıyla eş zamanlı verilebilir. Farklı rotavirüs aşılarıyla doz rejiminin tamamlanması önerilmez. Rota virüsü aşıları, canlı viral aşılar olduğundan bağışıklık yetmezliği olan bebeklere önerilmez.Rota virüs aşısı ne zaman yapılmalı?Rota virüsü aşılamasına doğumdan sonraki ilk 6-12 haftada başlanmalıdır, aşının ilk dozuna başlama yaşı 3 ayı geçmemelidir.Rota virüs aşısı fiyatı nedir?Rota virüsü aşısı fiyatı sağlık kurumlarına müracaae edilerek öğrenilebilir.Rota virüs aşısı ateş yapar mı?Rota virüsü aşısının yan etkileri arasında ateş de yer alır. Ancak her çocukta ateş görülmeyebilir.Rota virüsü aşısı yapılmazsa ne olur?Rota virüsü rutin aşılama takviminde bulunmamakla birlikte rota virüsü sık görüldüğü ve hastalıktan korunmak için aşılanma gereklidir.Birden fazla kez rotavirüs olunur mu?Bir kez rota virüsü nedeniyle ishal olan çocuk, ilerde yeniden rotavirüs enfeksiyonu geçirebilir. Burada iyi olan tek şey, bağışıklık sisteminin biraz daha hazırlıklı olmasıdır. İlk rotavirüs enfeksiyonundan sonra geçirilen diğer rotavirüs enfeksiyonları, biraz daha hafif atlatılabilir.Rota virüsü ne zaman tehlikeli olur?Rota virusü enfeksiyonunda en çok korkulan şey, sıvı ve elektrolit kaybıdır. Dehidratasyon dediğimiz, vücut sıvısı ve elektrolit kaybının derecesi, tedavinin ne şekilde olması gerektiğini belirler. Hastalık sırasında günde 10 - 20 kez ishal olabileceği gibi, sık sık kusma da söz konusu olabilir. Bu gibi ciddi durumlarda hastaneye yatırılıp, uygun sıvı tedavisine başlamak doğru olacaktır. Hafif vakaların, evde ağızdan sıvı tedavisi ile düzelmesi mümkündür. Ateş için de ateş düşürücülerden yararlanılır.Rota virüs ne kadar sürer?İshal sebebiyle ortaya çıkan sıvı kaybı sağlığı tehdit ederek ölüme yol açabilir. Hastalığın kuluçka süresi 2 gün sürebilmektedir. Rota virüsü iyileşme süresi ise yaklaşık 1 hafta olarak ortaya çıkar.Rota virüsü temasla bulaşır mı?Bulaşıcı bir virüs olan rota virüsü kişiden kişiye temas yoluyla, eşyalardan ya da besinlerden bulaşabilir.Rota virüsü kimlerde olur?Rota virüsü bebeklerde ve çocuklarda görülebilir. Çocuklarda görülen ishal başlangıcının ilk nedeni olarak rota virüs görülebilmektedir. Her yaşta ortaya çıkabilecek olan rota virüsü hemen hemen her çocuğa bulaşabilir.Rota virüste antibiyotik etkili mi?Antibiyotiklerin rotavirüs üzerinde bir etkisi bulunmamaktadır.Rota virüsü diyeti var mı?Çocuğa pirinç suyu, meyve çayları, az yoğurtlu ayran verilebilir. Ayrıca probiyotik önerilir. Sıvı ve tuz dengesine dikkat edilmelidir.
Rota Virüsü Nedir? Rota virüsü, yaygın olarak bebekler ve 5 yaşından küçük çocukları etkileyen, gastroenterit ve ishale nedeni olan, el-ağız teması sonucu kişinin enfekte olduğu yaygın bir bulaşıcı hastalıktır. Çocuklar en sık ciddi ishale yol açan mikroorganizma olan rota virüsü, 5 yaşına kadar her çocuğu en az 1 kez yakalar. Özellikle 4-36 ay arasındaki çocuklarda daha ciddi ishal vakalarına sebebiyet veren rota virüsü yetişkinleri de etkilemesine rağmen bu oran çok fazla değildir. Gelişmekte olan ülkelerde 0- 2 yaş arası çocuklarda ani ortaya çıkan ishallerin %50’sinin sebebi olan rota virüsü mide-bağırsak sisteminin viral bir enfeksiyonu olarak da karşımıza çıkar. İshalin yanında kusma, ateş ve dehidrasyon gibi belirtilerle de görülen rota virüsü belirtileri genellikle virüse maruz kalındıktan 2-3 gün sonra ortaya çıkar. Şiddetli dehidrasyon durumlarında bazen kişilere damar yoluyla sıvı takviyesi yapılır. Rota virüsünün sebep olduğu enfeksiyonun ortadan kaldırılması ve semptomların iyileşmesi için en etkili yöntem rota virüsü aşısıdır. Rotavirüs, özellikle 2 yaş altı çocuklardaki akut ishallerin en sık nedenlerinden biridir. Küçük yaşlarda görüldüğünde genellikle hastane yatışlarının sebebidir. Aşırı kusma ve ishal, hayatı tehdit eden sıvı kaybı nedeniyle hastane şartlarında tedavi gerekli olabilir.Rota Virüsü Neden Olur? Rota virüsü, dışkı, kontamine yiyecek-içeceklerin tüketilmesi, el-ağız yolu ve kişisel eşyaların kullanımı sonucu kişiden kişiye geçerek meydana gelir. Genellikle fekal-oral yolla yayılan rota virüsü, çocukların ellerini düzgün veya yeterince sık yıkamamasından kaynaklanır. Bunun yanı sıra virüs kapı kolları, oyuncaklar ve diğer sert nesneler gibi yüzeylerde uzun süre yaşayarak bulaşma riski taşır. İshal bittikten sonra 3 gün daha dışkı yoluyla bulaşma olabileceği ve rota virüs”e bağlı şikayetler başlamadan bulaştırıcılığın başladığı unutulmamalıdır. Ayrıca bu rahatsızlık kontamine yiyecek-içecekler yoluyla bulaşsa da insandan insana ya da enfekte yüzeylerde canlı kalarak daha yaygın bulaşır. Bu nedenle örneğin anaokullarından alt değiştirmeler bulaşma riskini çok artırır.Rota virüse neden olan ve virüsün bulaşma riskini artıran durumlar şöyledir:Rota Virüsü Belirtileri Nelerdir? Rota virüsünün yaygın belirtileri ishal, kusma, ateş ve karın ağrısıdır. Bu belirtilere dışkıdan kan gelmesi, ağız ve boğazda kuruluk, yorgunluk ve baş dönmesi de eşlik edebilir.Rota virüse maruz kaldıktan 2 gün sonra ortaya çıkan belirtiler şunlardır:Gün içinde şiddeti artan sulu ishalGastroenterit ve ishalin yaygın nedeni olan rota virüsü, kişide 3 ila 8 gün sürebilen sulu ishal ishal semptomu görülmesine yol açarKusmaİshalle birlikte ortaya çıkan yaygın rota virüsü semptomlarından biri de kusmadır.Ateş Rota virüsü genellikle ishalle başlayıp daha sonra ateş belirtisiyle devam eder. Kişide 1-2 gün sürebilen ateş daha sonra kaybolma eğilime girer.DehidrasyonDehidrasyon, sulu ishal sonucu ortaya çıkar ve bazen şiddetli bir hal alabilir. Şiddeti artan dehidrasyon vakalarında kişiye damardan sıvı takviyesi yapılır. Siyah, katran rengi ve kanlı dışkıRota virüsü geçiren kişilerde zaman zaman siyah, katran rengi dışkıyla birlikte dışkıdan kan da gelebilir.Ağız ve boğaz kuruluğuVücuttak dehidrasyona bağlı olarak rota virüs bulaşan bireylerin ağız ve boğazlarında kuruluk meydana gelebilir.Karın ağrısıRota virüsü görülen çocuklarda görülen semptomlardan biri de karın ağrısıdır. Tüm bunlarla birlikte yorgunluk, baş dönmesi, ciltte solukluk, uykulu olma hali ve stres-kaygı gibi durumlar da rota virüsü semptomları arasında yer alır.Rota Virüsü Nasıl Bulaşır?Rota virüsü genellikle kontamine olmuş yüzeylerle temas, el-ağız ve solunum yoluyla bulaşır. Dışkıda da bulunan rota virüsü, özellikle kontamine yiyecek-içeceklerin tüketilmesi ve eşyaların ortak kullanılması gibi yollarla da yayılmaktadır. İş yerleri, kreş, bakımevi ve çocuk hastaneleri rota virüsünün en sık bulaştığı alanlardır.Rota Virüsü Aşısı Nedir?Rota virüs aşısı, şiddetli ishal, ateş ve dehidrasyon gibi semptomların görüldüğü, gastroenteritin en yaygın nedeni olan rota virüsten korunmak için uygulanan aşı türüdür. Bebeklere 6 ve 12 haftalık olduklarında uygulanabilen rota virüsü aşısı, genellikle 3 doz olarak uygulanır. Yapılan klinik çalışmalar, rota virüsü aşısının, rota virüse karşı büyük oranda koruyuculuk sağladığını ortaya koymaktadır. Rota virüs kolay bulaşan ve birçok kez görülebilen bir hastalıktır. Bu hastalığa karşı korunma sağlanmasının en temel yolu rota virüs aşısıdır. İlk rotavirüs aşı çalışmasında yan etki olarak bağırsak düğümlenmesi gözlemlenmiş olsa da, yapılan çalışmalar sonrasında ortaya çıkarılan rotavirüs aşıları ile bu yan etki ortadan kaldırılmıştır.Rota virüsü aşısının yan etkileri var mıdır?Geçici ishal ya da kusma, ateş ve iştah kaybı yan etkiler arasındadır. Ancak her çocukta da bu yan etkiler görülmeyebilir.Rota Virüsü Tanısı Nasıl Konulur?Hastanın anamnezi alındıktan, rota virüsü ishali olup olmadığı öğrenildikten sonra rotavirüs tanısında, dışkı örneklerinde, rota virüsün antijenlerini saptayan testler sıklıkla kullanılmaktadır. Bu testler hızlı ve doğru tanı konmasını kolaylaştırmışlardır.Rota Virüsü Nasıl Tedavi Edilir?Rota virüsü hastalığının kendine özgü bir tedavisi yoktur. Antibiyotikler tedavide gereksizdir, hatta ishal ve kusmayı kötüleştirebilir. Yapılması gereken şey kusmanın yoğun olduğu dönemde mideyi dinlendirdikten sonra ağızdan çok yavaş (5 dakikada bir tatlı kaşığı) sıvı vermektir.Sıvı kaybının çok olduğu dönemlerde verilmesi en uygun sıvı tuzlu-şekerli karışımlardır. Bunlar çocuk tarafından alınmadığı takdirde pirinç suyu, meyve çayları ve az yoğurtlu ayran verilebilir. Rota virüsü tedavisinde su ve tuz alımının dengesine özen göstermek gerekir. rota virüsü salgınları olduğunda sağlıklı çocuklara probiyotik verilmesinin de hastalığı engelleyebildiği görülmüştür.Rota Virüsü Hakkında Sık Sorulan SorularRota virüsü ishali diğer ishallerden nasıl ayırt edilir? Rotavirüs ishali ile adenovirüs ishali çok karıştırılmaktadır. Bunun tanısı dışkı tahlili ile yapılmaktadır. Tahlil sonucunda rota virüsü ise dışkıda kan bulunmaz, rota virüsü antijeninin pozitif olması sonucunda ortaya çıkar.Rota virüs tedavisinde nelere dikkat edilir?Rota virüsü tedavisinden anne sütü kesinlikle kesilmemeli, yağlı ve şekerli yiyeceklerden kaçınılmalı, çocuğa yeterince sıvı verilmeli ve çocuk mümkün olduğunda dinlendirilmelidir.Rota virüs aşısı nasıl yapılır?Toplam üretici firmanın aşısına göre 2 ay ara ile 2 veya 3 doz, ağızdan verilir. Son aşının 6-8. ayda tamamlanması gerekir. İki doz uygulanan rota virüsü aşısında son dozun en geç 6. ayda, 3 doz uygulanan firmanın aşısında son dozun en geç 8. ayda tamamlanması gerekir. Rotavirüs aşıları ülkemizde uygulanan diğer çocukluk çağı aşılarıyla eş zamanlı verilebilir. Farklı rotavirüs aşılarıyla doz rejiminin tamamlanması önerilmez. Rota virüsü aşıları, canlı viral aşılar olduğundan bağışıklık yetmezliği olan bebeklere önerilmez.Rota virüs aşısı ne zaman yapılmalı?Rota virüsü aşılamasına doğumdan sonraki ilk 6-12 haftada başlanmalıdır, aşının ilk dozuna başlama yaşı 3 ayı geçmemelidir.Rota virüs aşısı fiyatı nedir?Rota virüsü aşısı fiyatı sağlık kurumlarına müracaae edilerek öğrenilebilir.Rota virüs aşısı ateş yapar mı?Rota virüsü aşısının yan etkileri arasında ateş de yer alır. Ancak her çocukta ateş görülmeyebilir.Rota virüsü aşısı yapılmazsa ne olur?Rota virüsü rutin aşılama takviminde bulunmamakla birlikte rota virüsü sık görüldüğü ve hastalıktan korunmak için aşılanma gereklidir.Birden fazla kez rotavirüs olunur mu?Bir kez rota virüsü nedeniyle ishal olan çocuk, ilerde yeniden rotavirüs enfeksiyonu geçirebilir. Burada iyi olan tek şey, bağışıklık sisteminin biraz daha hazırlıklı olmasıdır. İlk rotavirüs enfeksiyonundan sonra geçirilen diğer rotavirüs enfeksiyonları, biraz daha hafif atlatılabilir.Rota virüsü ne zaman tehlikeli olur?Rota virusü enfeksiyonunda en çok korkulan şey, sıvı ve elektrolit kaybıdır. Dehidratasyon dediğimiz, vücut sıvısı ve elektrolit kaybının derecesi, tedavinin ne şekilde olması gerektiğini belirler. Hastalık sırasında günde 10 - 20 kez ishal olabileceği gibi, sık sık kusma da söz konusu olabilir. Bu gibi ciddi durumlarda hastaneye yatırılıp, uygun sıvı tedavisine başlamak doğru olacaktır. Hafif vakaların, evde ağızdan sıvı tedavisi ile düzelmesi mümkündür. Ateş için de ateş düşürücülerden yararlanılır.Rota virüs ne kadar sürer?İshal sebebiyle ortaya çıkan sıvı kaybı sağlığı tehdit ederek ölüme yol açabilir. Hastalığın kuluçka süresi 2 gün sürebilmektedir. Rota virüsü iyileşme süresi ise yaklaşık 1 hafta olarak ortaya çıkar.Rota virüsü temasla bulaşır mı?Bulaşıcı bir virüs olan rota virüsü kişiden kişiye temas yoluyla, eşyalardan ya da besinlerden bulaşabilir.Rota virüsü kimlerde olur?Rota virüsü bebeklerde ve çocuklarda görülebilir. Çocuklarda görülen ishal başlangıcının ilk nedeni olarak rota virüs görülebilmektedir. Her yaşta ortaya çıkabilecek olan rota virüsü hemen hemen her çocuğa bulaşabilir.Rota virüste antibiyotik etkili mi?Antibiyotiklerin rotavirüs üzerinde bir etkisi bulunmamaktadır.Rota virüsü diyeti var mı?Çocuğa pirinç suyu, meyve çayları, az yoğurtlu ayran verilebilir. Ayrıca probiyotik önerilir. Sıvı ve tuz dengesine dikkat edilmelidir. | 8,234 |
593 | Hastalıklar | Saçkıran | Tıbbi olarak alopesi areata ismiyle de bilinen saçkıran, bağışıklık sisteminin saç köklerine saldırıp iltihaba neden olması sonucu düzensiz saç dökülmesi meydana getiren otoimmün bir hastalıktır. Saçkıran hastalığında saç dökülmesi saçın genellikle dörtte biri büyüklüğünde ve küme şeklinde meydana gelir. En yaygın belirtisi başta saçlar olmak üzere zaman zaman da vücuttaki kılların aniden düzensiz bir şekilde dökülmesi olan saçkıran hastalığı, yavaş gelişebilmekle birlikte yıllar sonra dad tekrarlayabilen bir hastalıktır. Saçkıran tedavisi, ilaç ve terapi yöntemleriyle saçların yeniden çıkmasını ve dökülmenin olduğu bölgenin eski haline döndürülmesini amaçlar ancak şiddetli saçkıran vakalarına tedavi etki etmeyebilir.Tıbbi olarak alopesi areata ismiyle de bilinen saçkıran, bağışıklık sisteminin saç köklerine saldırıp iltihaba neden olması sonucu düzensiz saç dökülmesi meydana getiren otoimmün bir hastalıktır. Saçkıran hastalığında saç dökülmesi saçın genellikle dörtte biri büyüklüğünde ve küme şeklinde meydana gelir. En yaygın belirtisi başta saçlar olmak üzere zaman zaman da vücuttaki kılların aniden düzensiz bir şekilde dökülmesi olan saçkıran hastalığı, yavaş gelişebilmekle birlikte yıllar sonra dad tekrarlayabilen bir hastalıktır. Saçkıran tedavisi, ilaç ve terapi yöntemleriyle saçların yeniden çıkmasını ve dökülmenin olduğu bölgenin eski haline döndürülmesini amaçlar ancak şiddetli saçkıran vakalarına tedavi etki etmeyebilir.
Saçkıran Nedir?Saçkıran geçici olarak saçların ya da vücuttaki kılların dökülmesi durumudur. Saçkıran, sıklıkla öngörülemeyen saç dökülmesine neden olan yaygın bir otoimmün hastalıktır.Saçkıran insanları doğrudan hasta etmez ve bulaşıcı değildir. Bununla birlikte, duygusal olarak uyum sağlamak zor olabilir. Birçok insan için alopesi, saç dökülmesinin duygusal yönünün yanı sıra saç dökülmesinin kendisini de ele alan tedaviler gerektiren travmatik bir hastalıktır.Hem çocuklar hem de yetişkinlerde görülebilen saçkıran, saçların fark edilmeyecek şekilde küçük yamalar halinde dökülmesine neden olan bir durumdur ancak bu yamalar daha sonra fark edilebilir hale gelebilir. Fiziksel sağlığı olumsuz etkilemeyen saçkıran, psikolojik olarak kişinin olumsuz etkilenmesine neden olur.Saç derisinde ve bazı durumlarda kaş, kirpik, yüz ve vücudun diğer kısımlarında ani saç dökülmesi meydana gelebilir. Ayrıca yavaş gelişebilir ve yıllar sonra tekrarlayabilir. Bu durum, alopecia universalis adı verilen toplam saç dökülmesine neden olabilir ve saçların yeniden uzamasını önleyebilir. Saçlar tekrar uzadığında, saçların tekrar dökülmesi mümkündür. Saç dökülmesi ve yeniden çıkma derecesi kişiden kişiye değişir.Bulaşıcı bir hastalık olmayan ve yaşamı tehdit etmeyen saçkıran, ilaç ve birtakım tedavi yöntemleriyle birlikte aynı zamanda iyileşebilen bir hastalıktır.Saçkıran Neden Olur?Saçkıran, beyaz kan hücrelerinin saç foliküllerindeki hücrelere saldırarak küçülmelerine ve saç üretimini önemli ölçüde yavaşlatmasına neden olduğunda ortaya çıkar. Vücudun bağışıklık sisteminin bu şekilde saç köklerini hedef almasına neyin sebep olduğu tam olarak bilinmemektedir.Alopesi otoimmün bir durumdur. Bağışıklık sistemi sağlıklı hücreleri yabancı maddelerle karıştırdığında bir otoimmün durum gelişir. Normalde, bağışıklık sistemi vücudu virüsler ve bakteriler gibi yabancı istilacılara karşı korur. Ancak bir kişide saçkıran yani alopesi varsa, bağışıklık sistemi yanlışlıkla saç köklerine saldırır. Saç kökleri, kılların büyüdüğü yapılardır. Foliküller küçülür ve saç üretimini durdurarak saç dökülmesine neden olur. Saçkıranın neden olduğu hala kesin olarak bilinmemektedir.Saçkıran Çeşitleri Nelerdir?Saç dökülmesinin tipi, derecesi ve şiddetine bağlı olarak değişen birçok saçkıran çeşidi vardır.Saçkıran çeşitleri şu şekilde açıklanabilir:Alopesi areata Alopesi areatanın temel özelliği, deride veya vücutta bir veya daha fazla madeni para büyüklüğünde saç dökülmesidir. Bu durum genişlerse alopesi totalis veya alopecia universalis olabilir.Alopesi totalis Alopesi totalis, tüm kafa derisinde saç dökülmesi olduğunda ortaya çıkar.Alopesi universalis Saç derisinde saç dökülmesine ek olarak, alopesi universalise sahip kişiler kaş, kirpik gibi yüzdeki tüm saçları da kaybederler. Göğüs, sırt ve kasık kılları da dahil olmak üzere diğer vücut kıllarını kaybetmek de mümkündür.Diffüz alopesi areata Diffüz alopesi areata, kadın veya erkek tipi saç dökülmesine çok benzerlik gösterir. Saçın sadece bir bölgede veya yamada değil, kafa derisinin her yerinde ani ve beklenmedik şekilde incelmesine neden olur.Alopesi ofiazis Kafa derisinin yanlarında ve alt kısmında bir bandı takip eden saç dökülmesine ofiyazis alopesi adı verilir.Saçkıran Belirtileri Nelerdir?Saçkıran, kafa derisinde ani, yuvarlak veya oval bir şekilde görülen saç kaybıyla başlar. Bu tür saç kaybı saçkıranın yaygın görülen semptomudur. Ancak bu saç kaybı hastalığın şiddetine bağlı olarak kişiden kişiye değişkenlik gösterir.Aynı zamanda saçkıran belirtileri arasında saçların fark edilmeyecek şekilde küçük yamalar halinde dökülmesi de görülür. Ayrıca saçkıran hastalığında nadir olarak kaşıntı ve renk değişimi de meydana gelebilir.Saçların yanı sıra sakalda meydana gelen dökülmelere de sakal kıran adı verilir. Saç ve sakalların yanı sıra kaş, kirpik ve vücutta da benzer dökülmeler görülebilir.Saçkıran Nasıl Teşhis Edilir?Saçkıran teşhisi için doktor, hastanın hastalık geçmişini ve genetik durumunu sorar, semptomlarını dinler, saç yapısını inceler. Kimi hastalarda tırnak kontrolü de yapılır. Eğer fizik muayenede saçkıran teşhisi konulamazsa saçtan örnek alınıp incelenmek için laboratuvara gönderilebilir. Cilt hastalığının kontrolü için biyopsiye yöntemine de başvurulabilirken, kan testleri de istenebilir.Saçkıran Tedavisi Nasıl Yapılır?Saçkıran tedavisi genel olarak saçın döküldüğü bölgelere enjekte edilen veya doğrudan uygulanan steroidleri (kremler veya sıvılar) içerir. Steroidlerin amacı saç köklerine saldıran bağışıklık hücrelerini bastırıp, saçları yeniden büyütmesidir.Kalıcı bir tedavisi olmamakla birlikte saçların yeniden uzamasını sağlayan saçkıran tedavileri arasında kortizon kremleri veya losyonlar da yer alır. Bunlarla birlikte doktor tarafından ihtiyaç duyulduğu takdirde fototerapi ve topikal immunoterapi yöntemine de başvurulabilir.Saçkıran Hakkında Sık Sorulan SorularSaçkıran bulaşıcı mı?Saçkıran bulaşıcı değildir. Vücudun hangi bölgesinde olacağı tamamen rastlantısaldır ama en çok baş bölgesinde görülür.Saçkıranın aynı bölgede tekrar olma ihtimali daha düşüktür. Vitamin eksikliğinden kaynaklanan saç dökülmesi genelde kadınlarda daha sık olur. Demir eksikliği, B12 eksikliğinde yaygın bir saç dökülmesi görülür ancak bu vitamin eksikliklerinde bölgesel bir saç dökülmesi olmaz.Saçkıran kendi kendine iyileşir mi? Saçkıranın kendi kendine iyileşme ihtimali vardır ancak belirtiler fark edildiğinde bir uzmandan yardım alınması önemlidir.Saçkıran hastalığında kaşıntı olur mu? Saçkıran hastalığında nadir olarak kaşıntı belirtisiyle karşılaşılabilir ancak bu durum sık görülmez.Saçkırana sarımsak sürmek faydalı mıdır? Saçkıran olan bölgeye sarımsak sürmek etkilidir. Burada amaç saçkıranın geliştiği bölgedeki kıl köklerini aktifleştirmektir. Saçkıran gelişen bölgeye çizik atmak, asit ve sarımsak sürmek geçmiş dönemlerden bu yana uygulanan yaklaşımlardır. O bölgedeki kıl köklerini travma ile aktifleştirdiği için tekrar kılların çıkmasını sağlayabilmektedir. Ancak bilinçsiz uygulamalardan kaçınılmalı ve mutlaka uzman yardımı alınmalıdır.Saçkırandan sonra yeniden saçlar uzar mı?Alopesi areata yani saçkıran vücuttaki yamalar halinde saç dökülmesini tetikleyen otoimmün bir durumdur. Her yaştan ve cinsiyetten insanı etkileyebilir. Saçlar genellikle bağışıklık sistemini baskılayan ilaçların yardımıyla kendi kendine uzar.Stres saçkırana neden olur mu? Bağışıklık sistemi saç köklerine saldırdığında saçkıran gelişir. Bu durum stres tarafından tetiklenebilir ve saç dökülmesine neden olabilir.Saçkıran nasıl tedavi edilir?Saçkıran tedavisinde kortizonlu kremler ve kortizonlu losyonlar kullanılır. Bunların yanında eczanelerde satılan hazır karışımlar uygulanır. Bu uygulamaların yeterli gelmediği yerde saçkıranın çıktığı bölgeye uygulanan iğneler devreye girer. İğne ile kıl köklerine tüm ilacın yüzde 90’ına yakını enjekte edilebilmektedir.
Saçkıran Nedir?Saçkıran geçici olarak saçların ya da vücuttaki kılların dökülmesi durumudur. Saçkıran, sıklıkla öngörülemeyen saç dökülmesine neden olan yaygın bir otoimmün hastalıktır.Saçkıran insanları doğrudan hasta etmez ve bulaşıcı değildir. Bununla birlikte, duygusal olarak uyum sağlamak zor olabilir. Birçok insan için alopesi, saç dökülmesinin duygusal yönünün yanı sıra saç dökülmesinin kendisini de ele alan tedaviler gerektiren travmatik bir hastalıktır.Hem çocuklar hem de yetişkinlerde görülebilen saçkıran, saçların fark edilmeyecek şekilde küçük yamalar halinde dökülmesine neden olan bir durumdur ancak bu yamalar daha sonra fark edilebilir hale gelebilir. Fiziksel sağlığı olumsuz etkilemeyen saçkıran, psikolojik olarak kişinin olumsuz etkilenmesine neden olur.Saç derisinde ve bazı durumlarda kaş, kirpik, yüz ve vücudun diğer kısımlarında ani saç dökülmesi meydana gelebilir. Ayrıca yavaş gelişebilir ve yıllar sonra tekrarlayabilir. Bu durum, alopecia universalis adı verilen toplam saç dökülmesine neden olabilir ve saçların yeniden uzamasını önleyebilir. Saçlar tekrar uzadığında, saçların tekrar dökülmesi mümkündür. Saç dökülmesi ve yeniden çıkma derecesi kişiden kişiye değişir.Bulaşıcı bir hastalık olmayan ve yaşamı tehdit etmeyen saçkıran, ilaç ve birtakım tedavi yöntemleriyle birlikte aynı zamanda iyileşebilen bir hastalıktır.Saçkıran Neden Olur?Saçkıran, beyaz kan hücrelerinin saç foliküllerindeki hücrelere saldırarak küçülmelerine ve saç üretimini önemli ölçüde yavaşlatmasına neden olduğunda ortaya çıkar. Vücudun bağışıklık sisteminin bu şekilde saç köklerini hedef almasına neyin sebep olduğu tam olarak bilinmemektedir.Alopesi otoimmün bir durumdur. Bağışıklık sistemi sağlıklı hücreleri yabancı maddelerle karıştırdığında bir otoimmün durum gelişir. Normalde, bağışıklık sistemi vücudu virüsler ve bakteriler gibi yabancı istilacılara karşı korur. Ancak bir kişide saçkıran yani alopesi varsa, bağışıklık sistemi yanlışlıkla saç köklerine saldırır. Saç kökleri, kılların büyüdüğü yapılardır. Foliküller küçülür ve saç üretimini durdurarak saç dökülmesine neden olur. Saçkıranın neden olduğu hala kesin olarak bilinmemektedir.Saçkıran Çeşitleri Nelerdir?Saç dökülmesinin tipi, derecesi ve şiddetine bağlı olarak değişen birçok saçkıran çeşidi vardır.Saçkıran çeşitleri şu şekilde açıklanabilir:Alopesi areata Alopesi areatanın temel özelliği, deride veya vücutta bir veya daha fazla madeni para büyüklüğünde saç dökülmesidir. Bu durum genişlerse alopesi totalis veya alopecia universalis olabilir.Alopesi totalis Alopesi totalis, tüm kafa derisinde saç dökülmesi olduğunda ortaya çıkar.Alopesi universalis Saç derisinde saç dökülmesine ek olarak, alopesi universalise sahip kişiler kaş, kirpik gibi yüzdeki tüm saçları da kaybederler. Göğüs, sırt ve kasık kılları da dahil olmak üzere diğer vücut kıllarını kaybetmek de mümkündür.Diffüz alopesi areata Diffüz alopesi areata, kadın veya erkek tipi saç dökülmesine çok benzerlik gösterir. Saçın sadece bir bölgede veya yamada değil, kafa derisinin her yerinde ani ve beklenmedik şekilde incelmesine neden olur.Alopesi ofiazis Kafa derisinin yanlarında ve alt kısmında bir bandı takip eden saç dökülmesine ofiyazis alopesi adı verilir.Saçkıran Belirtileri Nelerdir?Saçkıran, kafa derisinde ani, yuvarlak veya oval bir şekilde görülen saç kaybıyla başlar. Bu tür saç kaybı saçkıranın yaygın görülen semptomudur. Ancak bu saç kaybı hastalığın şiddetine bağlı olarak kişiden kişiye değişkenlik gösterir.Aynı zamanda saçkıran belirtileri arasında saçların fark edilmeyecek şekilde küçük yamalar halinde dökülmesi de görülür. Ayrıca saçkıran hastalığında nadir olarak kaşıntı ve renk değişimi de meydana gelebilir.Saçların yanı sıra sakalda meydana gelen dökülmelere de sakal kıran adı verilir. Saç ve sakalların yanı sıra kaş, kirpik ve vücutta da benzer dökülmeler görülebilir.Saçkıran Nasıl Teşhis Edilir?Saçkıran teşhisi için doktor, hastanın hastalık geçmişini ve genetik durumunu sorar, semptomlarını dinler, saç yapısını inceler. Kimi hastalarda tırnak kontrolü de yapılır. Eğer fizik muayenede saçkıran teşhisi konulamazsa saçtan örnek alınıp incelenmek için laboratuvara gönderilebilir. Cilt hastalığının kontrolü için biyopsiye yöntemine de başvurulabilirken, kan testleri de istenebilir.Saçkıran Tedavisi Nasıl Yapılır?Saçkıran tedavisi genel olarak saçın döküldüğü bölgelere enjekte edilen veya doğrudan uygulanan steroidleri (kremler veya sıvılar) içerir. Steroidlerin amacı saç köklerine saldıran bağışıklık hücrelerini bastırıp, saçları yeniden büyütmesidir.Kalıcı bir tedavisi olmamakla birlikte saçların yeniden uzamasını sağlayan saçkıran tedavileri arasında kortizon kremleri veya losyonlar da yer alır. Bunlarla birlikte doktor tarafından ihtiyaç duyulduğu takdirde fototerapi ve topikal immunoterapi yöntemine de başvurulabilir.Saçkıran Hakkında Sık Sorulan SorularSaçkıran bulaşıcı mı?Saçkıran bulaşıcı değildir. Vücudun hangi bölgesinde olacağı tamamen rastlantısaldır ama en çok baş bölgesinde görülür.Saçkıranın aynı bölgede tekrar olma ihtimali daha düşüktür. Vitamin eksikliğinden kaynaklanan saç dökülmesi genelde kadınlarda daha sık olur. Demir eksikliği, B12 eksikliğinde yaygın bir saç dökülmesi görülür ancak bu vitamin eksikliklerinde bölgesel bir saç dökülmesi olmaz.Saçkıran kendi kendine iyileşir mi? Saçkıranın kendi kendine iyileşme ihtimali vardır ancak belirtiler fark edildiğinde bir uzmandan yardım alınması önemlidir.Saçkıran hastalığında kaşıntı olur mu? Saçkıran hastalığında nadir olarak kaşıntı belirtisiyle karşılaşılabilir ancak bu durum sık görülmez.Saçkırana sarımsak sürmek faydalı mıdır? Saçkıran olan bölgeye sarımsak sürmek etkilidir. Burada amaç saçkıranın geliştiği bölgedeki kıl köklerini aktifleştirmektir. Saçkıran gelişen bölgeye çizik atmak, asit ve sarımsak sürmek geçmiş dönemlerden bu yana uygulanan yaklaşımlardır. O bölgedeki kıl köklerini travma ile aktifleştirdiği için tekrar kılların çıkmasını sağlayabilmektedir. Ancak bilinçsiz uygulamalardan kaçınılmalı ve mutlaka uzman yardımı alınmalıdır.Saçkırandan sonra yeniden saçlar uzar mı?Alopesi areata yani saçkıran vücuttaki yamalar halinde saç dökülmesini tetikleyen otoimmün bir durumdur. Her yaştan ve cinsiyetten insanı etkileyebilir. Saçlar genellikle bağışıklık sistemini baskılayan ilaçların yardımıyla kendi kendine uzar.Stres saçkırana neden olur mu? Bağışıklık sistemi saç köklerine saldırdığında saçkıran gelişir. Bu durum stres tarafından tetiklenebilir ve saç dökülmesine neden olabilir.Saçkıran nasıl tedavi edilir?Saçkıran tedavisinde kortizonlu kremler ve kortizonlu losyonlar kullanılır. Bunların yanında eczanelerde satılan hazır karışımlar uygulanır. Bu uygulamaların yeterli gelmediği yerde saçkıranın çıktığı bölgeye uygulanan iğneler devreye girer. İğne ile kıl köklerine tüm ilacın yüzde 90’ına yakını enjekte edilebilmektedir. | 5,981 |
594 | Hastalıklar | RSV (Respiratuar Sinsityal Virus) | Solunum sinsityal virüsü olarak da bilinen RSV, soğuk algınlığı benzeri genellikle hafif geçirilen semptomlara neden olan akciğerleri ve solunum yollarını enfekte eden yaygın bir solunum virüsüdür. RSV virüsü yakın temas, göz, burun akıntısı ve havada asılı kalan damlacıklar yoluyla bulaşmaktadır. İnfluenza ve Covid-19 semptomları ile benzerlik gösteren RSV; burun akıntısı, öksürme, hapşırma, ateş, hırıltı ve halsizlik gibi gibi belirtiler ile ortaya çıkmaktadır. Çocuklar, yaşlılar ve bağışıklığı baskılanmış kişilerde akciğer enfeksiyonuna da neden olabilmektedir. Spesifik bir tedavisi olmayan RSV hastalığının süreci hastaya göre değişmekle birlikte genellikle bir veya iki hafta içinde kendiliğinden geçiyor. Memorial Ankara Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü Uzmanları, RSV hastalığı ile ilgili bilgi verdi. Solunum sinsityal virüsü olarak da bilinen RSV, soğuk algınlığı benzeri genellikle hafif geçirilen semptomlara neden olan akciğerleri ve solunum yollarını enfekte eden yaygın bir solunum virüsüdür. RSV virüsü yakın temas, göz, burun akıntısı ve havada asılı kalan damlacıklar yoluyla bulaşmaktadır. İnfluenza ve Covid-19 semptomları ile benzerlik gösteren RSV; burun akıntısı, öksürme, hapşırma, ateş, hırıltı ve halsizlik gibi gibi belirtiler ile ortaya çıkmaktadır. Çocuklar, yaşlılar ve bağışıklığı baskılanmış kişilerde akciğer enfeksiyonuna da neden olabilmektedir. Spesifik bir tedavisi olmayan RSV hastalığının süreci hastaya göre değişmekle birlikte genellikle bir veya iki hafta içinde kendiliğinden geçiyor. Memorial Ankara Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü Uzmanları, RSV hastalığı ile ilgili bilgi verdi.
RSV Virüsü Nedir?Solunum sinsityal virüsü (RSV), genellikle kış mevsiminde tüm dünyada salgınlara neden olabilen; burun, boğaz, akciğer dahil olmak üzere tüm solunum yollarını etkileyebilen bir RNA virüsüdür. RSV, bir yaşından küçük çocuklarda alt solunum yolu enfeksiyonlarının (ASYE) en yaygın nedenidir ve hemen hemen tüm çocuklar iki yaşına kadar hastalığı geçirirler. Enfeksiyon sonrası hastalığa karşı oluşan bağışıklığa rağmen enfeksiyonun tekrar etme ihtimali yüksektir. RSV ayrıca yaşlılarda ve bağışıklığı baskılanmış hastalarda alt solunum yolları enfeksiyonunun önemli ve genellikle tanı konmayan nedenidir.RSV Neden Olur?RSV'nin bulaşı, öncelikle RSV virüs içeren sekresyonlar yani salgılarla temastan sonra boğaz veya göz mükoz membranlarına temas yoluyla olur. Doğrudan temas en yaygın bulaşma yoludur, ancak havada asılı kalan damlacıklarla da bulaş söz konusudur.RSV Virüsü Belirtileri Nelerdir?İnfluenza (grip), COVID-19 gibi diğer solunum virüslerine benzer semptomlara neden olur. RSV virüsünün neden olduğu yaygın belirtiler burun akıntısı, öksürük, hapşırma, ateş, iştahta azalma, nefes alıp verirken hırıltı ve nefes almada zorluktur. Küçük bebeklerde huzursuzluk, aktivitede azalma, beslenme sorunları ve solunum güçlüğü ortaya çıkabilir. Çocuklar ve yetişkinlerde genellikle tipik üst solunum yolu hastalığı semptomları görülür.RSV virüsünün neden olduğu belirtiler genel olarak şunlardır: Ateş Öksürük Boğaz ağrısı Hapşırma Hırıltılı nefes alıp verme Nefes darlığı Burun tıkanıklığı veya akıntısı İştahta azalma Hafif baş ağrısı Halsizlik ve yorgunlukRSV Virüsü Nasıl Bulaşır?RSV virüsü vücuda, burun ve ağız yanı sıra göz yoluyla girer. Her solunum yolu enfeksiyonunda olduğu gibi enfekte kişiden öksürme ve hapşırma sonrası çıkan solunum damlacıkları ile kişiye bulaşabilir. Bunlarla birlikte enfekte kişi ile el sıkışma, doğrudan temasta virüsün yayılma nedenidir.RSV Virüsü Nasıl Teşhis Edilir?RSV tanısında en önemli aşama RSV enfeksiyonundan şüphe etmektir. Uyumlu klinik bulguları ve epidemiyolojik özellikleri olan bebeklerde (<1 yaş, alt solunum yolu hastalığı, kış mevsimi, bilinen RSV dolaşımı) RSV’ye bağlı bronşiolitten şüphelenilmelidir.50 yaş üzeri veya bağışıklığı baskılanmış hastalar pnömoni, bronşit, astım alevlenmesi veya kronik obstrüktif akciğer hastalığı gibi alt solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle hastaneye yatırılırsa RSV enfeksiyonundan şüphe edilmelidir. Ancak birçok benzer virüste benzer klinik bulgulara sahip olduğu için klinik bulgular RSV enfeksiyonu tanısı konması için yetersizdir.Uygun görülen hastaların boğazından elde edilen örnekler, kısa sürede sonuç alınabilen hızlı antijen saptama testiyle veya PCR yöntemi ile RSV açısından değerlendirilir.RSV Virüsü Nasıl Tedavi Edilir?Hastalığa ait spesifik bir tedavi yoktur. Virüsün sebep olduğu klinik tabloya göre genellikle semptomatik tedaviler uygulanmaktadır.RSV Virüsü ile İlgili Sık Sorulan Sorular?RSV enfeksiyonu kaç günde geçer?RSV ile temas eden kişilerde çoğunlukla virüs temasından 4 ila 6 gün sonra burun akıntısı, öksürük, hapşırık, ateş gibi semptomlar ortaya çıkar. Bu belirtiler genellikle aşamalar halinde meydana gelir. Hastalık süreci hastaya göre değişmekle birlikte çoğu RSV enfeksiyonu bir veya iki hafta içinde kendiliğinden geçmektedir.RSV virüsü antibiyotikle geçer mi?Hayır, RSV bir virüstür ve antibiyotikler virüsler üzerinde tedavi edici değildir. RSV virüsü tekrarlar mı?Neredeyse iki yaşına kadar tüm çocuklar RSV ile enfekte olmuş olsa da, geçirilen enfeksiyona karşı oluşan bağışıklık kişinin yeniden enfeksiyon geçirmesine karşı yeterince koruma sağlamamaktadır. Bu sebeple tekrarlayan enfeksiyonlar görülmekle birlikte bu hastalarda hastalık daha hafif semptomlarla atlatılmaktadır.RSV virüsünü geçirmek için bitkisel tedavi yöntemleri var mıdır?Virüsün vücutta çoğalmasını engellediği ve hastalığa karşı olan bağışıklığı artırdığı düşünülen özellikle geleneksel Çin tıbbında kullanılan bazı bitkisel tedavi metotları son yıllarda çalışılıyor olsa da etkinliği gösterilmiş bilinen bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır.RSV virüsü en sık hangi yaş grubunda görülür?RSV her yaş gurubunda solunum yolu enfeksiyonuna sebep olmakla birlikte 2 yaş altı çocuklar en sık görüldüğü yaş gurubunu oluşturur.RSV bulaşıcı mıdır?RSV, enfekte bir kişinin havayollarındaki damlacıklara (öksürme, hapşırma veya öpme) temasla veya virüs bulaşmış yüzeylere dokunduktan sonra gözlere, buruna veya ağıza dokunma yoluyla yayılır. RSV, masalar ve beşik korkulukları gibi sert yüzeylerde saatlerce yaşayabilir. Virüs tipik olarak dokular ve eller gibi yumuşak yüzeylerde daha kısa süre yaşar. Çocuklar RSV'ye genellikle ev dışında, okulda veya kreşlerde maruz kalmaktadır. Daha sonra virüsü ailenin diğer üyelerine bulaştırabilirler.RSV enfeksiyonu tehlikeli midir?RSV özellikle bazı hasta gruplarında ölümle sonuçlanabilen ciddi enfeksiyonlara neden olmaktadır. Altı aydan küçük bebekler, kronik akciğer hastalığı (bronkopulmoner displazi, kistik fibroz) bulunan çocuk ve erişkinler, 35. gebelik haftasından önce doğan bebekler, doğuştan kalp hastalığı olan bebekler ve çocuklar, lösemi ve ağır kombine immün yetmezlik hastaları, bakımevinde kalan yaşlılar bu virüsün oluşturduğu hastalığın daha ağır ve ölümcül seyredebildiği hasta grubunu oluşturmaktadır.RSV enfeksiyonu yetişkinlerde görülür mü?RSV elli yaş altı erişkinlerde genellikle üst solunum yolu ile sınırlı enfeksiyon oluştururken elli yaş üstünde olan veya kronik hastalığı olan yetişkinlerde hem üst hem alt solunum yolu enfeksiyonuna sebep olabilmektedir.RSV enfeksiyonuna yakalanmamak için neler yapılabilir? Eller sık sık sabun ve suyla en az 20 saniye yıkanmalıdır. Sabun ve su bulunmadığı zamanlarda alkol bazlı el dezenfektanı kullanılabilir. Yıkanmamış ellerle gözlere, buruna ve ağıza dokunmaktan kaçınılmalıdır. Soğuk algınlığı benzeri semptomları olan kişilerle öpüşmek, aynı kapları paylaşmak veya yemek yemek gibi yakın temastan uzak durulmalıdır. Öksürürken veya hapşırırken ağız ve burun bir mendille veya kol ile kapatılmalı ve ardından mendil çöp kutusuna atılmalıdır. Oyuncaklar, kapı kolları ve mobil cihazlar gibi insanların sık sık dokunduğu yüzeyler ve nesneler temizlenmeli ve dezenfekte edilmelidir. Mümkünse hasta olunduğunda başkalarının da hastalığa yakalanmasını önlemek için işten, okuldan ve halka açık alanlardan uzak durulmalıdır.RSV aşısı var mıdır?RSV aşısı olarak bilinen synagis isimli bir preparat bulunmaktadır. Ancak bu bildiğimiz anlamda bir aşı olmayıp RSV’nin yüzeyinde bulunan bir yapıya karşı geliştirilen antikorları içermektedir. Gebelik haftası 29 haftadan küçük ve takvim yaşı 1 yaşından küçük bebekler, gebelik haftası 32 haftanın altında ve takvim yaşı 3 aydan küçük bebekler, kronik akciğer ve kalp hastalığı olan bazı bebekler sağlık bakanlığı tarafından ücretsiz aşılanmaktadır. Aşılama ekim-mart ayı arasında RSV sezonu boyunca 1 ay aralarla bir hasta için en fazla 5 doz olacak şekilde uygulanmalıdır. RSV ve Covid-19 ilişkisi nedir?Burun akıntısı, öksürük, boğaz ağrısı ve ateş gibi bir çok semptomu paylaştıklarından Covid ve RSV'yi klinik bulgularla ayırt etmek zordur. Ancak tat ve koku kaybı, RSV'den çok Covid-19 ile ilişkilendirilirken hışıltı (wheezing), genellikle çocuklarda veya yaşlı erişkinlerde bulunan ciddi bir RSV enfeksiyonunun işaretidir. Bununla birlikte RSV enfeksiyonu geçirmek, çocuklar ve yetişkinlerde bağışıklığı azaltıp, Covid -19'a yakalanma riskini artırabilir. Ayrıca bu enfeksiyonlar birliktelik göstererek Covid-19 enfeksiyonunun şiddetinin artmasına neden olabilir. Bu yüzden tanı koymanın kesin yolu bu etkenlere yönelik test yaptırmaktır.RSV hastaları için evde neler yapılabilir?RSV hastaları için evde yapılabilecek uygulamalar hastalık süresini kısaltmamakla birlikte, semptomların azalmasını sağlayabilir. Bu kapsamda yapılacaklar şu şekilde sıralanabilir:Bulunduğunuz mekanı nemlendirin: Soğuk buhar sağlayan cihazlarla hastanın bulunduğu ortamın nemlendirilmesi öksürüğün azalmasına destek sağlayabilir. Ancak nemlendiricinin temiz tutulması önem taşır.Sıvı takviyesi yapın: Bebekler başta olmak üzere daha büyük çocuklar ve erişkinlere sıvı takviyesi yapılmalıdır. Bebeklere anne sütü, mama verilmeli, diğer hastalara su ve çorba gibi gıdalar verilmelidir. Sprey veya damlalar ile burun açık tutulmalı: Özellikle çocuklarda burnun tıkalı kalması orta kulak iltihabına sebebiyet vermektedir. Tüm hastalarda burnun eczanelerde satılar damla ve spreylerle açık tutulması hastalığın daha rahat geçirilmesini sağlar.Reçetesiz satılan ağrı kesicilerin kullanımı: Eczanelerde reçetesiz satılan ağrı kesiciler hastaların ağrılarının hafiflemesine katkı sağlayabilir. Uygun dozların ve ilaçların kullanımı için uzman hekime danışılmalıdır.Sigara ve sigara dumanından uzak durulmalı: Semptomların artmasına neden olan ve iyileştirmeyi geciktirmesi nedeniyle hem sigara içilmemeli hem de başta bebekler ve çocuklar olmak üzere tüm hastalar sigara dumanından uzak tutulmalıdır.RSV profilaksisi nedir? RSV aşılamasında bahsedildiği üzere riskli bebeklerinin palivizumab isimli ilaçla bu etkenin oluşturacağı enfeksiyona karşı korunmasıdır.RSV antijeni pozitif nedir? Hızlı RSV antijen testleri, RSV tanısı için kullanılan en yaygın testlerdir. Bu testler antijen adı verilen RSV virüsünün belirli protein parçalarının alınan örnekte olup olmadığını saptamaya çalışır. Hızlı antijen testleri bir saat veya daha kısa sürede sonuç verirler. Burunda bulunan virüs miktarı zamanla azalabildiği için semptomlar başladıktan sonraki ilk birkaç gün içinde RSV testi örnekleri alınmalıdır. Negatif sonuç, örnekte hiçbir RSV virüsü belirtisinin bulunmadığı, bu bulgulara başka bir etkenin neden olduğu anlamına gelebilir. Ancak negatif test sonucu RSV'yi ekarte etmeye yetmez. Çünkü doğru teknikle alınmamış örnekte yeterince virüs bulunmayabilir. Pozitif sonuç ise muhtemelen bir RSV enfeksiyonunuz olduğu anlamına gelmektedir.
RSV Virüsü Nedir?Solunum sinsityal virüsü (RSV), genellikle kış mevsiminde tüm dünyada salgınlara neden olabilen; burun, boğaz, akciğer dahil olmak üzere tüm solunum yollarını etkileyebilen bir RNA virüsüdür. RSV, bir yaşından küçük çocuklarda alt solunum yolu enfeksiyonlarının (ASYE) en yaygın nedenidir ve hemen hemen tüm çocuklar iki yaşına kadar hastalığı geçirirler. Enfeksiyon sonrası hastalığa karşı oluşan bağışıklığa rağmen enfeksiyonun tekrar etme ihtimali yüksektir. RSV ayrıca yaşlılarda ve bağışıklığı baskılanmış hastalarda alt solunum yolları enfeksiyonunun önemli ve genellikle tanı konmayan nedenidir.RSV Neden Olur?RSV'nin bulaşı, öncelikle RSV virüs içeren sekresyonlar yani salgılarla temastan sonra boğaz veya göz mükoz membranlarına temas yoluyla olur. Doğrudan temas en yaygın bulaşma yoludur, ancak havada asılı kalan damlacıklarla da bulaş söz konusudur.RSV Virüsü Belirtileri Nelerdir?İnfluenza (grip), COVID-19 gibi diğer solunum virüslerine benzer semptomlara neden olur. RSV virüsünün neden olduğu yaygın belirtiler burun akıntısı, öksürük, hapşırma, ateş, iştahta azalma, nefes alıp verirken hırıltı ve nefes almada zorluktur. Küçük bebeklerde huzursuzluk, aktivitede azalma, beslenme sorunları ve solunum güçlüğü ortaya çıkabilir. Çocuklar ve yetişkinlerde genellikle tipik üst solunum yolu hastalığı semptomları görülür.RSV virüsünün neden olduğu belirtiler genel olarak şunlardır:RSV Virüsü Nasıl Bulaşır?RSV virüsü vücuda, burun ve ağız yanı sıra göz yoluyla girer. Her solunum yolu enfeksiyonunda olduğu gibi enfekte kişiden öksürme ve hapşırma sonrası çıkan solunum damlacıkları ile kişiye bulaşabilir. Bunlarla birlikte enfekte kişi ile el sıkışma, doğrudan temasta virüsün yayılma nedenidir.RSV Virüsü Nasıl Teşhis Edilir?RSV tanısında en önemli aşama RSV enfeksiyonundan şüphe etmektir. Uyumlu klinik bulguları ve epidemiyolojik özellikleri olan bebeklerde (<1 yaş, alt solunum yolu hastalığı, kış mevsimi, bilinen RSV dolaşımı) RSV’ye bağlı bronşiolitten şüphelenilmelidir.50 yaş üzeri veya bağışıklığı baskılanmış hastalar pnömoni, bronşit, astım alevlenmesi veya kronik obstrüktif akciğer hastalığı gibi alt solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle hastaneye yatırılırsa RSV enfeksiyonundan şüphe edilmelidir. Ancak birçok benzer virüste benzer klinik bulgulara sahip olduğu için klinik bulgular RSV enfeksiyonu tanısı konması için yetersizdir.Uygun görülen hastaların boğazından elde edilen örnekler, kısa sürede sonuç alınabilen hızlı antijen saptama testiyle veya PCR yöntemi ile RSV açısından değerlendirilir.RSV Virüsü Nasıl Tedavi Edilir?Hastalığa ait spesifik bir tedavi yoktur. Virüsün sebep olduğu klinik tabloya göre genellikle semptomatik tedaviler uygulanmaktadır.RSV Virüsü ile İlgili Sık Sorulan Sorular?RSV enfeksiyonu kaç günde geçer?RSV ile temas eden kişilerde çoğunlukla virüs temasından 4 ila 6 gün sonra burun akıntısı, öksürük, hapşırık, ateş gibi semptomlar ortaya çıkar. Bu belirtiler genellikle aşamalar halinde meydana gelir. Hastalık süreci hastaya göre değişmekle birlikte çoğu RSV enfeksiyonu bir veya iki hafta içinde kendiliğinden geçmektedir.RSV virüsü antibiyotikle geçer mi?Hayır, RSV bir virüstür ve antibiyotikler virüsler üzerinde tedavi edici değildir. RSV virüsü tekrarlar mı?Neredeyse iki yaşına kadar tüm çocuklar RSV ile enfekte olmuş olsa da, geçirilen enfeksiyona karşı oluşan bağışıklık kişinin yeniden enfeksiyon geçirmesine karşı yeterince koruma sağlamamaktadır. Bu sebeple tekrarlayan enfeksiyonlar görülmekle birlikte bu hastalarda hastalık daha hafif semptomlarla atlatılmaktadır.RSV virüsünü geçirmek için bitkisel tedavi yöntemleri var mıdır?Virüsün vücutta çoğalmasını engellediği ve hastalığa karşı olan bağışıklığı artırdığı düşünülen özellikle geleneksel Çin tıbbında kullanılan bazı bitkisel tedavi metotları son yıllarda çalışılıyor olsa da etkinliği gösterilmiş bilinen bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır.RSV virüsü en sık hangi yaş grubunda görülür?RSV her yaş gurubunda solunum yolu enfeksiyonuna sebep olmakla birlikte 2 yaş altı çocuklar en sık görüldüğü yaş gurubunu oluşturur.RSV bulaşıcı mıdır?RSV, enfekte bir kişinin havayollarındaki damlacıklara (öksürme, hapşırma veya öpme) temasla veya virüs bulaşmış yüzeylere dokunduktan sonra gözlere, buruna veya ağıza dokunma yoluyla yayılır. RSV, masalar ve beşik korkulukları gibi sert yüzeylerde saatlerce yaşayabilir. Virüs tipik olarak dokular ve eller gibi yumuşak yüzeylerde daha kısa süre yaşar. Çocuklar RSV'ye genellikle ev dışında, okulda veya kreşlerde maruz kalmaktadır. Daha sonra virüsü ailenin diğer üyelerine bulaştırabilirler.RSV enfeksiyonu tehlikeli midir?RSV özellikle bazı hasta gruplarında ölümle sonuçlanabilen ciddi enfeksiyonlara neden olmaktadır. Altı aydan küçük bebekler, kronik akciğer hastalığı (bronkopulmoner displazi, kistik fibroz) bulunan çocuk ve erişkinler, 35. gebelik haftasından önce doğan bebekler, doğuştan kalp hastalığı olan bebekler ve çocuklar, lösemi ve ağır kombine immün yetmezlik hastaları, bakımevinde kalan yaşlılar bu virüsün oluşturduğu hastalığın daha ağır ve ölümcül seyredebildiği hasta grubunu oluşturmaktadır.RSV enfeksiyonu yetişkinlerde görülür mü?RSV elli yaş altı erişkinlerde genellikle üst solunum yolu ile sınırlı enfeksiyon oluştururken elli yaş üstünde olan veya kronik hastalığı olan yetişkinlerde hem üst hem alt solunum yolu enfeksiyonuna sebep olabilmektedir.RSV enfeksiyonuna yakalanmamak için neler yapılabilir? Eller sık sık sabun ve suyla en az 20 saniye yıkanmalıdır. Sabun ve su bulunmadığı zamanlarda alkol bazlı el dezenfektanı kullanılabilir. Yıkanmamış ellerle gözlere, buruna ve ağıza dokunmaktan kaçınılmalıdır. Soğuk algınlığı benzeri semptomları olan kişilerle öpüşmek, aynı kapları paylaşmak veya yemek yemek gibi yakın temastan uzak durulmalıdır. Öksürürken veya hapşırırken ağız ve burun bir mendille veya kol ile kapatılmalı ve ardından mendil çöp kutusuna atılmalıdır. Oyuncaklar, kapı kolları ve mobil cihazlar gibi insanların sık sık dokunduğu yüzeyler ve nesneler temizlenmeli ve dezenfekte edilmelidir. Mümkünse hasta olunduğunda başkalarının da hastalığa yakalanmasını önlemek için işten, okuldan ve halka açık alanlardan uzak durulmalıdır.RSV aşısı var mıdır?RSV aşısı olarak bilinen synagis isimli bir preparat bulunmaktadır. Ancak bu bildiğimiz anlamda bir aşı olmayıp RSV’nin yüzeyinde bulunan bir yapıya karşı geliştirilen antikorları içermektedir. Gebelik haftası 29 haftadan küçük ve takvim yaşı 1 yaşından küçük bebekler, gebelik haftası 32 haftanın altında ve takvim yaşı 3 aydan küçük bebekler, kronik akciğer ve kalp hastalığı olan bazı bebekler sağlık bakanlığı tarafından ücretsiz aşılanmaktadır. Aşılama ekim-mart ayı arasında RSV sezonu boyunca 1 ay aralarla bir hasta için en fazla 5 doz olacak şekilde uygulanmalıdır. RSV ve Covid-19 ilişkisi nedir?Burun akıntısı, öksürük, boğaz ağrısı ve ateş gibi bir çok semptomu paylaştıklarından Covid ve RSV'yi klinik bulgularla ayırt etmek zordur. Ancak tat ve koku kaybı, RSV'den çok Covid-19 ile ilişkilendirilirken hışıltı (wheezing), genellikle çocuklarda veya yaşlı erişkinlerde bulunan ciddi bir RSV enfeksiyonunun işaretidir. Bununla birlikte RSV enfeksiyonu geçirmek, çocuklar ve yetişkinlerde bağışıklığı azaltıp, Covid -19'a yakalanma riskini artırabilir. Ayrıca bu enfeksiyonlar birliktelik göstererek Covid-19 enfeksiyonunun şiddetinin artmasına neden olabilir. Bu yüzden tanı koymanın kesin yolu bu etkenlere yönelik test yaptırmaktır.RSV hastaları için evde neler yapılabilir?RSV hastaları için evde yapılabilecek uygulamalar hastalık süresini kısaltmamakla birlikte, semptomların azalmasını sağlayabilir. Bu kapsamda yapılacaklar şu şekilde sıralanabilir:Bulunduğunuz mekanı nemlendirin: Soğuk buhar sağlayan cihazlarla hastanın bulunduğu ortamın nemlendirilmesi öksürüğün azalmasına destek sağlayabilir. Ancak nemlendiricinin temiz tutulması önem taşır.Sıvı takviyesi yapın: Bebekler başta olmak üzere daha büyük çocuklar ve erişkinlere sıvı takviyesi yapılmalıdır. Bebeklere anne sütü, mama verilmeli, diğer hastalara su ve çorba gibi gıdalar verilmelidir. Sprey veya damlalar ile burun açık tutulmalı: Özellikle çocuklarda burnun tıkalı kalması orta kulak iltihabına sebebiyet vermektedir. Tüm hastalarda burnun eczanelerde satılar damla ve spreylerle açık tutulması hastalığın daha rahat geçirilmesini sağlar.Reçetesiz satılan ağrı kesicilerin kullanımı: Eczanelerde reçetesiz satılan ağrı kesiciler hastaların ağrılarının hafiflemesine katkı sağlayabilir. Uygun dozların ve ilaçların kullanımı için uzman hekime danışılmalıdır.Sigara ve sigara dumanından uzak durulmalı: Semptomların artmasına neden olan ve iyileştirmeyi geciktirmesi nedeniyle hem sigara içilmemeli hem de başta bebekler ve çocuklar olmak üzere tüm hastalar sigara dumanından uzak tutulmalıdır.RSV profilaksisi nedir? RSV aşılamasında bahsedildiği üzere riskli bebeklerinin palivizumab isimli ilaçla bu etkenin oluşturacağı enfeksiyona karşı korunmasıdır.RSV antijeni pozitif nedir? Hızlı RSV antijen testleri, RSV tanısı için kullanılan en yaygın testlerdir. Bu testler antijen adı verilen RSV virüsünün belirli protein parçalarının alınan örnekte olup olmadığını saptamaya çalışır. Hızlı antijen testleri bir saat veya daha kısa sürede sonuç verirler. Burunda bulunan virüs miktarı zamanla azalabildiği için semptomlar başladıktan sonraki ilk birkaç gün içinde RSV testi örnekleri alınmalıdır. Negatif sonuç, örnekte hiçbir RSV virüsü belirtisinin bulunmadığı, bu bulgulara başka bir etkenin neden olduğu anlamına gelebilir. Ancak negatif test sonucu RSV'yi ekarte etmeye yetmez. Çünkü doğru teknikle alınmamış örnekte yeterince virüs bulunmayabilir. Pozitif sonuç ise muhtemelen bir RSV enfeksiyonunuz olduğu anlamına gelmektedir. | 8,246 |
595 | Hastalıklar | Safra Kesesi İltihabı | Kolesistit olarak da bilinen safra kesesi iltihabı, genellikle safra kesesinin taşlar ile tıkanması sonucu kesenin iltihaplaması ile ortaya çıkan bir durumdur. Safra kesesini tıkayan taşların neden olduğu ödemlenme ile ortaya çıkan safra kesesi iltihabı bilhassa öğünlerden sonra karın bölgesinde sağ üst tarafta ve sırta vuran ağrı ile kendini gösterir. Bu durum genellikle tedavisiz bir şekilde kendiliğinden geçer ancak en sık nedeni safra kesesi taşları olduğu için taşlar durduğu sürece enfeksiyon atakları tekrarlar. Safra kesesi iltihabının tekrarlayan durumlarında tablo her zaman bir öncekinden daha kötü olur. Bu nedenle safra kesesi iltihabının kesin tedavisi safra kesesinin varsa taşlarla beraber tamamının alındığı safra kesesi ameliyatıdır. Kolesistit olarak da bilinen safra kesesi iltihabı, genellikle safra kesesinin taşlar ile tıkanması sonucu kesenin iltihaplaması ile ortaya çıkan bir durumdur. Safra kesesini tıkayan taşların neden olduğu ödemlenme ile ortaya çıkan safra kesesi iltihabı bilhassa öğünlerden sonra karın bölgesinde sağ üst tarafta ve sırta vuran ağrı ile kendini gösterir. Bu durum genellikle tedavisiz bir şekilde kendiliğinden geçer ancak en sık nedeni safra kesesi taşları olduğu için taşlar durduğu sürece enfeksiyon atakları tekrarlar. Safra kesesi iltihabının tekrarlayan durumlarında tablo her zaman bir öncekinden daha kötü olur. Bu nedenle safra kesesi iltihabının kesin tedavisi safra kesesinin varsa taşlarla beraber tamamının alındığı safra kesesi ameliyatıdır.
Safra Kesesi İltihabı (Kolesistit) Nedir?Safra kesesi iltihabı (kolesistit), safra kesesinin cidarının iltihaplanması ve ödemlenmesidir. Oluşan taşlar kesenin öğünler sırasında bazen safra kesesi çıkışını bazen de safranın on iki parmak bağırsağına döküldüğü safra yollarını tıkamak suretiyle tam boşalmasını engeller ve bu kısır döngü neticesinde bir süre sonra safra kesesi iltihabı gelişir. Safra kesesi iltihaplarının diğer nedenleri arasında safra kesesinin iyi huylu veya kötü huylu tümörleri, on iki parmak bağırsağı tümörleri veya pankreas başı tümörleri de gelmektedir. Ayrıca obezite, gebelik ve bazı karaciğer hastalıkları da safra kesesi iltihabına yatkınlığı arttıran faktörler arasındadır.Safra Kesesi İltihabı (Kolesistit) Neden Olur?Safra kesesi iltihabının yaklaşık %95 sebebi safra kesesi taşlarıdır. Safra akımında yavaşlamaya neden olan durumlar neticesinde safra kesesi içindeki safrayı tam olarak boşaltamaz ve içinde safra kalır. Kalan bu safra nasıl olduğu tam olarak bilinmemekle beraber çeşitli (genetik – ilaçlar – kronik hastalıklar vb.) faktörlerden dolayı taşlaşır.Safra Kesesi İltihabı (Kolesistit) Belirtileri Nelerdir?Özellikle yemeklerden sonra olan karnın sağ üst bölgesindeki şiddetli karın ağrısı yaşanması, ağrının sırta kadar yayılması, mide bulantısı, kusma, hazımsızlık ve ateş safra kesesi iltihabının belirtileridir.Safra kesesi iltihabı belirtileri genel olarak şunlardır: Ateş Mide bulantısı (kusma da eşlik edebilir) Karın ağrısı Sarılık İştahsızlık Yorgunluk Sırt ağrısıSafra Kesesi İltihabı (Kolesistit) Tanısı Nasıl Konur?Öncelikle fizik muayene ile birçok hastanın tanısı konulabilmekle beraber günümüzde yoğun bir şekilde radyolojik ve biyokimyasal yardımcı tanı tetkikleri yapılmaktadır. Karın muayenesinden hastanın sağ üst kadran muayenesinde nefesinin kesilmesi belirgin bir muayene bulgusudur. Radyolojik tetkiklerden öncelikle radyasyon içermediği için ultrasonografi tercih edilir. Sadece ultrasonografi ile safra kesesi taşlarının neden olduğu safra kesesi iltihaplarının tanısı çoğunlukla konur.Safra yollarını ilgilendiren bazı hastalıkların da benzer muayene bulgularına yol açabileceği düşünüldüğünde ayırıcı tanı amacıyla gerektiğinde bilgisayarlı tomografi ve Manyetik rezonanstan da faydalanılabilir. Biyokimyasal tetkiklerden tam kan sayımında lökosit (WBC) değerinin yüksek olması, kanda iltihabı düşündüren akut faz reaktanlarından CRP değerinin yükselmesi, karaciğer ve safra yolları enzim değerlerinin yükselmesi tanıda yardımcı olur.Sarılığı gösteren total bilirubin değerinin 5mg/dl ye kadar çıkması normal olarak değerlendirilir. Daha yüksek değerler akut safra kesesi iltihabına eşil eden safra yollarının iltihabı olan kolanjit veya ana safra yolu olan koledok tıkanıklığına işaret edebilir. Böyle bir durumda safra yollarına ait hastalıkları atlamamak adına öncelikle manyetik rezonans ile daha detaylı bir inceleme yapılmalıdır. Eğer safra yollarına ait bulgular var ise safra kesesi iltihabına müdahale etmeden önce hastanın endoskop ile yapılan ve safra yolları hastalıklarında bir tanı ve tedavi aracı olan ERCP uygulamasına yönlendirilmesi gerekebilir.Safra Kesesi İltihabı (Kolesistit) Nasıl Tedavi Edilir?Günümüzde safra kesesi iltihabının altın standart tedavisi ameliyat ile safra kesesinin tamamen alınmasıdır. Açık veya kapalı (laparoskopik) yöntem ile kolesistektomi ameliyatı yapılmaktadır. Açık ve kapalı safra kesesi ameliyatlarını karşılaştıracak olursak birçok açıdan kapalı ( laparoskopik) yöntem üstün gelmektedir. Farklarına değinmek gerekirse açık ameliyatta ortalama 20 – 25 cm’lik bir kesi sağ taraftaki kaburgaların altından yapılır. Ameliyat ve anestezi süresini uzatan bu yöntemde kesiye bağlı ağrı şikayeti daha fazla olur, bu kesinin iyileşmesi daha uzun sürer, yara yeri enfeksiyonu ve ameliyat kesi yerinde fıtık oluşması gibi komplikasyonlar çok daha fazla görülür.Kapalı ameliyatta ise en büyüğü bir cm uzunluğunda olan sadece üç tane delikten ameliyat yapılır. Bu deliklerden özel kamera ve aletler kullanılarak ameliyat gerçekleştirilir. Ameliyat ve anestezi süresi açık yönteme göre çok daha kısa olup ameliyat sonrası ağrı çok daha azdır. Kapalı ameliyatın diğer avantajları ise, hastanede kalış süresinin daha kısa olması, hastanın günlük hayatına çok daha kısa sürede dönmesi ve ameliyat yerinde görülebilen komplikasyonlarının çok daha az olmasıdır. Bu nedenle günümüzde kapalı yöntem artık altın standart kabul edilmektedir ve kliniğimizde başarılı bir şekilde gerçekleştirilmektedir.Ameliyat olamayacak kadar düşkün veya riskli hastalarda kolesistostomi (safra kesesi içine drenaj katateri konulması) yapılabilir. Safra kesesi iltihabında bazı klinikler soğutma tedavisi uygulamaktadırlar. Bu yaklaşımda önce antibiyotik tedavisi verilmekte ve 8 hafta sonrasında safra kesesi ameliyatını yapmaktadırlar. Ancak klinik çalışmalarla soğutma tedavisinin hastaların günlük hayat konforuna daha geç kavuşmasına, hastanede yatış süresinin uzamasına ve ekonomik olarak maliyetlerin artmasına sebep olduğu kanıtlandığından kliniğimizde kabul görmemektedir.Safra Kesesi İltihabı (Kolesistit) ile İlgili Sık Sorulan SorularSafra nedir?Safra kesesi, karaciğerin altında kendi boşluğunda yer alan ve karaciğer hücrelerinde üretilen safranın depolandığı organdır. Safra kesesinin normal şartlarda kapasitesi 30 ila 50 cc ve uzunluğu ortalama 7cm’dir. Karaciğer günlük olarak ortalama 500 cc ila 1000 cc arasında safra üretir. Üretilen bu safranın fonksiyonu, safra yolları aracılığı ile on iki parmak bağırsağına açılarak öğünlerin sindirimine yardımcı olmasıdır.Öğünler arasında karaciğerden salgılanan safranın bağırsağa dökülmesi on iki parmak bağırsaktaki Oddi sfinkteri adı verilen bir kas ile engellenir ve geri akımla safra yolları ile bir kanal aracılığıyla bağlantılı olan safra kesesine dolar. Bu dönemde safra kesesi, safrayı 10 kata kadar konsantre ederek içinde depolar. Daha sonra öğünlerin bağırsağa geçmesi ile birlikte safra kesesi kasılır, depolanmış ve konsantre haldeki safra, safra yollarından ilerleyerek eş zamanlı Oddi sfinkterinin gevşemesi sayesinde on iki parmak bağırsağına dökülür. Kolesistit türleri nelerdir?Kolesistit, genellikle safra kesesi taşının kistik kanalı tıkaması sonucu oluşan safra kesesi iltihabıdır. Tipik belirtileri karın ağrısı, ateş ve mide bulantısıdır. Safra kesesinin iltihaplanması 4 şekilde görülmektedir. Bunlar, akut (aniden ortaya çıkan), kronik, safra kesesi taşlı ve safra kesesi taşsız şeklindedir.Akut kolesistit nedir?Akut kolesistit, safra kesesinin iltihaplanmasıdır. Akut kolesistitin ana semptomu, karnın sağ üst tarafında aniden oluşan ve sağ omzuza doğru yayılan şiddetli ağrıdır.Safra kesesi taşı ve kolesistit arasındaki fark nedir?Safra kesesi taşı, safra kesesi iltihabının nedenidir. Safra kesesi taşıNIN ince bağırsağa giden safra kanalını tıkaması, safra kesesinde safranın birikmesine ve iltihaplanarak ödemlenmesine neden olur. Bu duruma kolesistit denir.Safra kesesi iltihabında nelere dikkat etmek gerekir?Safra kesesinin kasılmasını en çok sağlayan yiyecekler yağlı yiyeceklerdir. Bu yüzden iltihabi durum sürecinde yağlı yiyeceklerden uzak durulmalıdır. Yumurta yenmemelidir. Safra kesesi iltihabı gibi enfeksiyon ve enflamasyonlu durumlarda iyileşmeye yardımcı olan C vitamininden zengin yiyecek ve içeceklerin tüketilmesini tavsiye ediyoruz. Ameliyat sonrasında ise iltihap durumu ortadan kalktığından rahatlıkla yağlı ve yumurtalı yiyecekler tüketilebilir.Safra kesesini ne temizler?Safra kesesinde taş oluştuktan sonra bu oluşumu geri çevirecek bir tedavi günümüzde mevcut değildir. Safra kesesinde taş oluşumunu engellemek için düzenli ve sağlıklı beslenmek, kilo alımına dikkat etmek, yeterli miktarda su tüketmek en önemli unsurlardır. Bunun yanında birçok ilacın karaciğerde yıkılarak etkisiz hale getirildiği göz önünde bulundurulursa gereksiz ilaç tüketimine dikkat edilmesi gerekir. Bu öneriler özellikle ailesinde safra kesesi taşı olan bireyler için normal topluma göre iki kat riskli olmaları nedeniyle önemlidir.Limon safra kesesine iyi gelir mi?Halk arasında limon, maydanoz, zerdeçal gibi bazı yiyeceklerin safra kesesi iltihabına iyi geldiği söylenmekle beraber, bu konuda bilimsel çalışmalar ile kanıtlanmış bir bilgi yoktur. Ancak bu yiyeceklerin ortak özellik olarak c vitamini ve antioksidan maddeler içeriyor olması açısından tüketilmeleri sakıncalı değildir.
Safra Kesesi İltihabı (Kolesistit) Nedir?Safra kesesi iltihabı (kolesistit), safra kesesinin cidarının iltihaplanması ve ödemlenmesidir. Oluşan taşlar kesenin öğünler sırasında bazen safra kesesi çıkışını bazen de safranın on iki parmak bağırsağına döküldüğü safra yollarını tıkamak suretiyle tam boşalmasını engeller ve bu kısır döngü neticesinde bir süre sonra safra kesesi iltihabı gelişir. Safra kesesi iltihaplarının diğer nedenleri arasında safra kesesinin iyi huylu veya kötü huylu tümörleri, on iki parmak bağırsağı tümörleri veya pankreas başı tümörleri de gelmektedir. Ayrıca obezite, gebelik ve bazı karaciğer hastalıkları da safra kesesi iltihabına yatkınlığı arttıran faktörler arasındadır.Safra Kesesi İltihabı (Kolesistit) Neden Olur?Safra kesesi iltihabının yaklaşık %95 sebebi safra kesesi taşlarıdır. Safra akımında yavaşlamaya neden olan durumlar neticesinde safra kesesi içindeki safrayı tam olarak boşaltamaz ve içinde safra kalır. Kalan bu safra nasıl olduğu tam olarak bilinmemekle beraber çeşitli (genetik – ilaçlar – kronik hastalıklar vb.) faktörlerden dolayı taşlaşır.Safra Kesesi İltihabı (Kolesistit) Belirtileri Nelerdir?Özellikle yemeklerden sonra olan karnın sağ üst bölgesindeki şiddetli karın ağrısı yaşanması, ağrının sırta kadar yayılması, mide bulantısı, kusma, hazımsızlık ve ateş safra kesesi iltihabının belirtileridir.Safra kesesi iltihabı belirtileri genel olarak şunlardır:Safra Kesesi İltihabı (Kolesistit) Tanısı Nasıl Konur?Öncelikle fizik muayene ile birçok hastanın tanısı konulabilmekle beraber günümüzde yoğun bir şekilde radyolojik ve biyokimyasal yardımcı tanı tetkikleri yapılmaktadır. Karın muayenesinden hastanın sağ üst kadran muayenesinde nefesinin kesilmesi belirgin bir muayene bulgusudur. Radyolojik tetkiklerden öncelikle radyasyon içermediği için ultrasonografi tercih edilir. Sadece ultrasonografi ile safra kesesi taşlarının neden olduğu safra kesesi iltihaplarının tanısı çoğunlukla konur.Safra yollarını ilgilendiren bazı hastalıkların da benzer muayene bulgularına yol açabileceği düşünüldüğünde ayırıcı tanı amacıyla gerektiğinde bilgisayarlı tomografi ve Manyetik rezonanstan da faydalanılabilir. Biyokimyasal tetkiklerden tam kan sayımında lökosit (WBC) değerinin yüksek olması, kanda iltihabı düşündüren akut faz reaktanlarından CRP değerinin yükselmesi, karaciğer ve safra yolları enzim değerlerinin yükselmesi tanıda yardımcı olur.Sarılığı gösteren total bilirubin değerinin 5mg/dl ye kadar çıkması normal olarak değerlendirilir. Daha yüksek değerler akut safra kesesi iltihabına eşil eden safra yollarının iltihabı olan kolanjit veya ana safra yolu olan koledok tıkanıklığına işaret edebilir. Böyle bir durumda safra yollarına ait hastalıkları atlamamak adına öncelikle manyetik rezonans ile daha detaylı bir inceleme yapılmalıdır. Eğer safra yollarına ait bulgular var ise safra kesesi iltihabına müdahale etmeden önce hastanın endoskop ile yapılan ve safra yolları hastalıklarında bir tanı ve tedavi aracı olan ERCP uygulamasına yönlendirilmesi gerekebilir.Safra Kesesi İltihabı (Kolesistit) Nasıl Tedavi Edilir?Günümüzde safra kesesi iltihabının altın standart tedavisi ameliyat ile safra kesesinin tamamen alınmasıdır. Açık veya kapalı (laparoskopik) yöntem ile kolesistektomi ameliyatı yapılmaktadır. Açık ve kapalı safra kesesi ameliyatlarını karşılaştıracak olursak birçok açıdan kapalı ( laparoskopik) yöntem üstün gelmektedir. Farklarına değinmek gerekirse açık ameliyatta ortalama 20 – 25 cm’lik bir kesi sağ taraftaki kaburgaların altından yapılır. Ameliyat ve anestezi süresini uzatan bu yöntemde kesiye bağlı ağrı şikayeti daha fazla olur, bu kesinin iyileşmesi daha uzun sürer, yara yeri enfeksiyonu ve ameliyat kesi yerinde fıtık oluşması gibi komplikasyonlar çok daha fazla görülür.Kapalı ameliyatta ise en büyüğü bir cm uzunluğunda olan sadece üç tane delikten ameliyat yapılır. Bu deliklerden özel kamera ve aletler kullanılarak ameliyat gerçekleştirilir. Ameliyat ve anestezi süresi açık yönteme göre çok daha kısa olup ameliyat sonrası ağrı çok daha azdır. Kapalı ameliyatın diğer avantajları ise, hastanede kalış süresinin daha kısa olması, hastanın günlük hayatına çok daha kısa sürede dönmesi ve ameliyat yerinde görülebilen komplikasyonlarının çok daha az olmasıdır. Bu nedenle günümüzde kapalı yöntem artık altın standart kabul edilmektedir ve kliniğimizde başarılı bir şekilde gerçekleştirilmektedir.Ameliyat olamayacak kadar düşkün veya riskli hastalarda kolesistostomi (safra kesesi içine drenaj katateri konulması) yapılabilir. Safra kesesi iltihabında bazı klinikler soğutma tedavisi uygulamaktadırlar. Bu yaklaşımda önce antibiyotik tedavisi verilmekte ve 8 hafta sonrasında safra kesesi ameliyatını yapmaktadırlar. Ancak klinik çalışmalarla soğutma tedavisinin hastaların günlük hayat konforuna daha geç kavuşmasına, hastanede yatış süresinin uzamasına ve ekonomik olarak maliyetlerin artmasına sebep olduğu kanıtlandığından kliniğimizde kabul görmemektedir.Safra Kesesi İltihabı (Kolesistit) ile İlgili Sık Sorulan SorularSafra nedir?Safra kesesi, karaciğerin altında kendi boşluğunda yer alan ve karaciğer hücrelerinde üretilen safranın depolandığı organdır. Safra kesesinin normal şartlarda kapasitesi 30 ila 50 cc ve uzunluğu ortalama 7cm’dir. Karaciğer günlük olarak ortalama 500 cc ila 1000 cc arasında safra üretir. Üretilen bu safranın fonksiyonu, safra yolları aracılığı ile on iki parmak bağırsağına açılarak öğünlerin sindirimine yardımcı olmasıdır.Öğünler arasında karaciğerden salgılanan safranın bağırsağa dökülmesi on iki parmak bağırsaktaki Oddi sfinkteri adı verilen bir kas ile engellenir ve geri akımla safra yolları ile bir kanal aracılığıyla bağlantılı olan safra kesesine dolar. Bu dönemde safra kesesi, safrayı 10 kata kadar konsantre ederek içinde depolar. Daha sonra öğünlerin bağırsağa geçmesi ile birlikte safra kesesi kasılır, depolanmış ve konsantre haldeki safra, safra yollarından ilerleyerek eş zamanlı Oddi sfinkterinin gevşemesi sayesinde on iki parmak bağırsağına dökülür. Kolesistit türleri nelerdir?Kolesistit, genellikle safra kesesi taşının kistik kanalı tıkaması sonucu oluşan safra kesesi iltihabıdır. Tipik belirtileri karın ağrısı, ateş ve mide bulantısıdır. Safra kesesinin iltihaplanması 4 şekilde görülmektedir. Bunlar, akut (aniden ortaya çıkan), kronik, safra kesesi taşlı ve safra kesesi taşsız şeklindedir.Akut kolesistit nedir?Akut kolesistit, safra kesesinin iltihaplanmasıdır. Akut kolesistitin ana semptomu, karnın sağ üst tarafında aniden oluşan ve sağ omzuza doğru yayılan şiddetli ağrıdır.Safra kesesi taşı ve kolesistit arasındaki fark nedir?Safra kesesi taşı, safra kesesi iltihabının nedenidir. Safra kesesi taşıNIN ince bağırsağa giden safra kanalını tıkaması, safra kesesinde safranın birikmesine ve iltihaplanarak ödemlenmesine neden olur. Bu duruma kolesistit denir.Safra kesesi iltihabında nelere dikkat etmek gerekir?Safra kesesinin kasılmasını en çok sağlayan yiyecekler yağlı yiyeceklerdir. Bu yüzden iltihabi durum sürecinde yağlı yiyeceklerden uzak durulmalıdır. Yumurta yenmemelidir. Safra kesesi iltihabı gibi enfeksiyon ve enflamasyonlu durumlarda iyileşmeye yardımcı olan C vitamininden zengin yiyecek ve içeceklerin tüketilmesini tavsiye ediyoruz. Ameliyat sonrasında ise iltihap durumu ortadan kalktığından rahatlıkla yağlı ve yumurtalı yiyecekler tüketilebilir.Safra kesesini ne temizler?Safra kesesinde taş oluştuktan sonra bu oluşumu geri çevirecek bir tedavi günümüzde mevcut değildir. Safra kesesinde taş oluşumunu engellemek için düzenli ve sağlıklı beslenmek, kilo alımına dikkat etmek, yeterli miktarda su tüketmek en önemli unsurlardır. Bunun yanında birçok ilacın karaciğerde yıkılarak etkisiz hale getirildiği göz önünde bulundurulursa gereksiz ilaç tüketimine dikkat edilmesi gerekir. Bu öneriler özellikle ailesinde safra kesesi taşı olan bireyler için normal topluma göre iki kat riskli olmaları nedeniyle önemlidir.Limon safra kesesine iyi gelir mi?Halk arasında limon, maydanoz, zerdeçal gibi bazı yiyeceklerin safra kesesi iltihabına iyi geldiği söylenmekle beraber, bu konuda bilimsel çalışmalar ile kanıtlanmış bir bilgi yoktur. Ancak bu yiyeceklerin ortak özellik olarak c vitamini ve antioksidan maddeler içeriyor olması açısından tüketilmeleri sakıncalı değildir. | 6,906 |
596 | Hastalıklar | Safra Kesesi Kanseri | Safra kesinin en sık görülen hastalıklarından biri safra kesesi taşları diğeri de tümörleridir. Safra kesesi kanseri, sindirim sisteminde gelişebilen kanserler arasında 5’inci sıklıkta görülmektedir. Vücut safra kesesi işlevini yerine getirmediğinde de yaşamını sürdürebildiği için genellikle safra kesesi kanseri çok ilerlediğinde belirtileri fark edilebilir. Daha çok 60 yaş ve üzeri kişilerde rastlanan safra kesesi kanseri, önlem alınmazsa çok hızlı ilerleyebilir. Bu nedenle safra kesesinde erken teşhis tüm diğer kanserlerde olduğu gibi çok önemlidir. Memorial Hastaneleri Genel Cerrahi Bölümü uzmanları safra kesesi kanseri hakkında bilgi verdi.Safra kesinin en sık görülen hastalıklarından biri safra kesesi taşları diğeri de tümörleridir. Safra kesesi kanseri, sindirim sisteminde gelişebilen kanserler arasında 5’inci sıklıkta görülmektedir. Vücut safra kesesi işlevini yerine getirmediğinde de yaşamını sürdürebildiği için genellikle safra kesesi kanseri çok ilerlediğinde belirtileri fark edilebilir. Daha çok 60 yaş ve üzeri kişilerde rastlanan safra kesesi kanseri, önlem alınmazsa çok hızlı ilerleyebilir. Bu nedenle safra kesesinde erken teşhis tüm diğer kanserlerde olduğu gibi çok önemlidir. Memorial Hastaneleri Genel Cerrahi Bölümü uzmanları safra kesesi kanseri hakkında bilgi verdi.
Safra Kesesi Kanseri Nedir?Safra kesesi kanserleri, özellikle kese duvarından kaynaklanan kötü huylu tümörlerdir. Safra kesesi içerisindeki polipler, safra kesesi iltihapları, obezite, nitrozamin gibi bazı kimyasal maddeler safra kesesi kanserinin başlıca nedenleri olabilir. Safra kesesi taşları olan kişilerde çok daha kolay teşhis edilebilen safra kesesi kanseri, farklı nedenlerle belirti vermeye başladığında kanser ileri evrede yakalanmış olur.Safra Kesesi Kanseri Belirtileri Nelerdir?Safra kesesi kanseri belirtileri, genellikle karın bölgesinde oluşan şişlik, bulantı ve kusma şeklinde kendini gösterir. Daha çok 60 yaş üstü kişilerde görülen safra kesesi kanseri, sinsi bir kanser türü olduğundan ilk başlarda belirti göstermeyebilir.Safra kesesi kanserlerinin belirtileri şöyle sıralanabilir: Ciltte ve göz akında sararma yani sarılık Üst karın bölgesinde görülen ağrı Sindirimle ilgili problemler Mide bulantısı ve kusma, Yiyeceklere tahammülsüzlük Karın bölgesinde hissedilen kitleler Zayıflama Şişkinlik Ateş Koyu renkli idrar, beyaz renkte dışkı gözlenir Vücut kaşıntısıİlerlemiş safra kesesi kanseri belirtilerinden en önemlileri sarılık, karında ve safra kesesinin bulunduğu alanda büyük bir kitle hissi ve ağrıdır. Safra kesesi kanseri belirtileri genellikle hastalığın başlangıcından 3-6 ay önce kendisini hissettirir. Bazı hastalarda 1 yıl boyunca süre safra kesesiyle ilgili rahatsızlıklar sonrası safra kesesi kanseri oluşabilir. Hiçbir belirti olmaksızın sarılık da tek başına safra kesesi kanseri belirtisi sayılır. Safra kesesi kanserinin %75’i kadınlarda görülmekte ve bu hastaların %80’inde de safra kesesinde taş tespit edilmiştir. Taşlar eğer 3 cm’den büyükse, safra kesesi kanseri riski de yükselir. Safra kesesi kanseri belirtilerinin herhangi birinin fark edilmesi durumunda, en kısa sürede tam donanımlı bir hastanenin Genel Cerrahi bölümüne başvurmak gerekir.https://www.youtube.com/embed/Xjwj4f-b_u4Safra Kesesi Kanseri Risk Faktörleri Nelerdir?Safra kesesi kanseri risk faktörleri arasında, obezite, sağlıksız beslenme ve nitrozamin gibi kimyasal maddelere maruziyet gibi durumlar yer alır. Bunların yanında safra kesesi polipleri ve “porselen safra kesesi” adı verilen safra kesesi hastalığı da safra kesesi risk faktörlerindendir. Safra yollarında tekrarlayan enfeksiyonlar da safra kesesi kanserine yol açan faktörlerden biri olarak kabul edilir. Enfeksiyonlar, sarılık ile birlikte seyreder, ateş yüksekliği ve ağrı şikayetleri oluşur, hasta atakları şiddetli olduğunda hastaneye başvurur. Kanser ile ilişkisi kesin olarak kanıtlanmasa da safra kesesinde taş olan hastaların da kontrollerini aksatmamaları ve düzenli takip yaptırmaları önerilmektedir.Safra kesesi risk faktörleri şöyle açıklanabilir: Safra kesesi taşları Safra kesesinde gelişen polipler 60 yaş ve üzerinde olmak Obezite ve aşırı kilo Kronik enfeksiyonlar Kauçuk ve tekstil sektöründeki bazı kimyasallara maruz kalmak Genetik yatkınlık Safra kesesinin kalsifikasyonu Kronikleşen salmonella enfeksiyonlarıKadınlarda, erkeklere oranla safra kesesi hastalıkları daha yaygın olarak görülür. Bu risk faktörleri, kanserin gelişme olasılığını artırsa da, her risk taşıyan bireyde safra kesesi kanseri gelişmeyebilir.https://www.youtube.com/embed/GXzkocQ655gSafra Kesesi Kanseri Tanısı ve Evreleri Nasıldır?Safra kesesi kanserini erken evrede teşhis etmek çok önemlidir. Hastada görülen belirtilere göre ultrason, tomografi ve MR gibi görüntüleme yöntemleri kullanılır. Pek çok kanser türünde olduğu gibi safra kesesi kanserinin kesin tanısı ileri görüntüleme tekniklerinin ardından biyopsi ile konulmaktadır. Tanı yöntemleri; hastanın sağlık durumu, yaşı, hastalık belirtileri ve önceki test sonuçlarına göre belirlenir.Safra kesesi kanseri tanısı için bu yöntemlere başvurulur;Kan tahlilleri: Safra kesesi kanseri tanısı için kandaki bilirubin ve diğer maddelerin anormal seviyelerini ölçmek gerekir.Ultrason: Vücutta tümör olup olmadığını kontrol etmek için ses dalgalarının kullanılmasıdır. Kanserli dokular normal dokulara göre farklı ses dalgaları sunar.Bilgisayarlı tomografi (BT) taraması: BT taraması ile vücudun üç boyutlu görüntüsüne ulaşılır. Tümör veya herhangi bir anormallik olup olmadığı kontrol edilir. Ayrıca tümörün boyutunun da anlaşılmasını sağlar.Manyetik rezonans görüntüleme (MRG): MRG ile kanserin safra kesesi dışına yayılıp yayılmadığını ve tümörün boyutu öğrenilebilir.Biyopsi: Küçük bir doku örneğinin mikroskop altında incelenmesi ile gerçekleşen biyopsi ile kesin tanı konabilir. Biyopsi minimal invaziv cerrahi tekniğiyle veya ince iğne ya da kalın iğne aspirasyonu ile yapılabilir. Bilgisayarlı tomografi ve endoskopiden de yararlanılabilir.Endoskopik retrograd kolanjiopankreatografi (ERCP): Hastanın yemek borusundan aşağı doğru mide ve ince bağırsak içine yerleştirilen endoskop aleti ile vücudun içi görüntülenir. Küçük bir tüp veya kateter, endoskop yoluyla ve safra kanalları içine geçirilir. Daha çok, safra yolu kanseri tanısı için daha yaygın olarak kullanılır. Ayrıca, safra kesesi kanseri yayıldığında ve safra kanallarını engellediğinde de kullanılır.Perkütan kolanjiografi: Bu görüntüleme yönteminde röntgen üzerinde net bir görüntü oluşturması amacıyla boyalı bir iğne ince bir iğne deriden safra kesesi alanına sokulur. X-ışınlarına bakarak, safra kesesinden tümör olup olmadığı anlaşılır.Laparoskopi: Safra kesesi ve diğer iç organlara bakmak endoskop karına küçük bir kesi yoluyla sokulur ve görüntüleme yapılır.Endoskopik ultrasonografi (Endosonografi): Daha geniş kapsamlı ve özel bir endoskop sedasyonla ağızdan başlayarak mide ve bağırsağa ulaşabilir.Pozitron emisyon tomografisi (PET) taraması: PET taraması vücudun içinde organ ve dokuların görüntüsünü oluşturmanın bir yoludur. Bu sayede var olan bir tümörün vücutta hangi organlara yayılım gösterdiği belirlenebilir ve kanser evrelenebilir.Safra kesesi evreleri şu şekilde tanımlanabilir; Evre 1: İn-situ karsinom, safra kesesi tümörü sadece intramusküler yerleşimlidir. Evre 2: Tümör sadece safra kesesinin musküler tabakasını tutmuştur. Evre 3: Safra kesesinin duvarı tüm katları kanser tümörü ile karşı karşıyadır. Duktus sistikus lenf nodüleri tutulmuş ya da tutulmamış olabilir. Evre 4: Bu evrede safra kesesi kanseri karaciğer ve diğer komşu organlara yayılma göstermiştir. Safra kanalları ve diğer lenf nodüllerinde tutulum mevcuttur.Safra Kesesi Kanseri Tedavisi Nasıl Olur?Safra kesesi kanseri tedavisi, tümörün cerrahi yöntemlerle çıkartılmasına dayanmaktadır. Büyük çaplı bir ameliyattan oluşan tedavi esnasında karaciğerin bir kısmını almak da gerekebilir. Safra kesesi kanserlerinin tanısı genellikle ileri evrede konulduğu için çoğunlukla hastaların ameliyat şansı bulunmamaktadır. Ancak erken teşhis edilen kanser, safra kesesi kanseri tedavisinin başarıyla gerçekleşmesini sağlar. Ameliyat edilemeyecek derecede ileri evre hastalığı olanlarda sarılık ve ağrıyı dindirecek bazı endoskopik işlemler, ağrı tedavisi, perkütan drenaj (radyolojik girişim) yapılabilir. Sıcak kemoterapi ve son dönemde geliştirilmekte olan bazı akıllı ilaçlar da tümörün ilerlemesini etkileyebilmektedir.Safra Kesesi Hakkında Sık Sorulan SorularSafra kesesi taşı kanser yapar mı?Safra kesesi kanseri olan hastaların %90’ın üzerindeki oranda safra kesesi taşı varlığı, yapılan çalışmalarla ispatlanmıştır. Ancak bu durum, kanserin safra kesesi taşından etkilenerek ortaya çıkabileceği görüşünü ortaya çıkarmış olsa da “Safra kesesi taşı kanser yapar” gibi bir görüş kesinlik kazanmış değildir. Sadece safra kesesi taşı ile kanserin sıkı birlikteliği, yıllardır kuşku yaratmaktadır. Safra kesesi taşının neden olduğu hastalıklar arasında kanser en son sırada gelmektedir. Safra kesesi taşı kanserden önce enfeksiyon, safra yollarında tıkanma, sarılık ve pankreas iltihabına yol açar.Safra kesesi kanseri tehlikeli midir?Safra kesesi kanseri tehlikeli bir kanser türüdür. Genellikle erken evrede belirti vermeden vücutta gelişebilir. İlerlediği durumda ise yayılma riski yüksek olduğundan tedavi sürecinde zorlanma görülebilir. Erken teşhis edilirse cerrahi müdahale ile tedavi şansı artar, ancak ileri vakalarda kemoterapi veya radyoterapi istenebilir.
Safra Kesesi Kanseri Nedir?Safra kesesi kanserleri, özellikle kese duvarından kaynaklanan kötü huylu tümörlerdir. Safra kesesi içerisindeki polipler, safra kesesi iltihapları, obezite, nitrozamin gibi bazı kimyasal maddeler safra kesesi kanserinin başlıca nedenleri olabilir. Safra kesesi taşları olan kişilerde çok daha kolay teşhis edilebilen safra kesesi kanseri, farklı nedenlerle belirti vermeye başladığında kanser ileri evrede yakalanmış olur.Safra Kesesi Kanseri Belirtileri Nelerdir?Safra kesesi kanseri belirtileri, genellikle karın bölgesinde oluşan şişlik, bulantı ve kusma şeklinde kendini gösterir. Daha çok 60 yaş üstü kişilerde görülen safra kesesi kanseri, sinsi bir kanser türü olduğundan ilk başlarda belirti göstermeyebilir.Safra kesesi kanserlerinin belirtileri şöyle sıralanabilir:İlerlemiş safra kesesi kanseri belirtilerinden en önemlileri sarılık, karında ve safra kesesinin bulunduğu alanda büyük bir kitle hissi ve ağrıdır. Safra kesesi kanseri belirtileri genellikle hastalığın başlangıcından 3-6 ay önce kendisini hissettirir. Bazı hastalarda 1 yıl boyunca süre safra kesesiyle ilgili rahatsızlıklar sonrası safra kesesi kanseri oluşabilir. Hiçbir belirti olmaksızın sarılık da tek başına safra kesesi kanseri belirtisi sayılır. Safra kesesi kanserinin %75’i kadınlarda görülmekte ve bu hastaların %80’inde de safra kesesinde taş tespit edilmiştir. Taşlar eğer 3 cm’den büyükse, safra kesesi kanseri riski de yükselir. Safra kesesi kanseri belirtilerinin herhangi birinin fark edilmesi durumunda, en kısa sürede tam donanımlı bir hastanenin Genel Cerrahi bölümüne başvurmak gerekir.https://www.youtube.com/embed/Xjwj4f-b_u4Safra Kesesi Kanseri Risk Faktörleri Nelerdir?Safra kesesi kanseri risk faktörleri arasında, obezite, sağlıksız beslenme ve nitrozamin gibi kimyasal maddelere maruziyet gibi durumlar yer alır. Bunların yanında safra kesesi polipleri ve “porselen safra kesesi” adı verilen safra kesesi hastalığı da safra kesesi risk faktörlerindendir. Safra yollarında tekrarlayan enfeksiyonlar da safra kesesi kanserine yol açan faktörlerden biri olarak kabul edilir. Enfeksiyonlar, sarılık ile birlikte seyreder, ateş yüksekliği ve ağrı şikayetleri oluşur, hasta atakları şiddetli olduğunda hastaneye başvurur. Kanser ile ilişkisi kesin olarak kanıtlanmasa da safra kesesinde taş olan hastaların da kontrollerini aksatmamaları ve düzenli takip yaptırmaları önerilmektedir.Safra kesesi risk faktörleri şöyle açıklanabilir:Kadınlarda, erkeklere oranla safra kesesi hastalıkları daha yaygın olarak görülür. Bu risk faktörleri, kanserin gelişme olasılığını artırsa da, her risk taşıyan bireyde safra kesesi kanseri gelişmeyebilir.https://www.youtube.com/embed/GXzkocQ655gSafra Kesesi Kanseri Tanısı ve Evreleri Nasıldır?Safra kesesi kanserini erken evrede teşhis etmek çok önemlidir. Hastada görülen belirtilere göre ultrason, tomografi ve MR gibi görüntüleme yöntemleri kullanılır. Pek çok kanser türünde olduğu gibi safra kesesi kanserinin kesin tanısı ileri görüntüleme tekniklerinin ardından biyopsi ile konulmaktadır. Tanı yöntemleri; hastanın sağlık durumu, yaşı, hastalık belirtileri ve önceki test sonuçlarına göre belirlenir.Safra kesesi kanseri tanısı için bu yöntemlere başvurulur;Kan tahlilleri: Safra kesesi kanseri tanısı için kandaki bilirubin ve diğer maddelerin anormal seviyelerini ölçmek gerekir.Ultrason: Vücutta tümör olup olmadığını kontrol etmek için ses dalgalarının kullanılmasıdır. Kanserli dokular normal dokulara göre farklı ses dalgaları sunar.Bilgisayarlı tomografi (BT) taraması: BT taraması ile vücudun üç boyutlu görüntüsüne ulaşılır. Tümör veya herhangi bir anormallik olup olmadığı kontrol edilir. Ayrıca tümörün boyutunun da anlaşılmasını sağlar.Manyetik rezonans görüntüleme (MRG): MRG ile kanserin safra kesesi dışına yayılıp yayılmadığını ve tümörün boyutu öğrenilebilir.Biyopsi: Küçük bir doku örneğinin mikroskop altında incelenmesi ile gerçekleşen biyopsi ile kesin tanı konabilir. Biyopsi minimal invaziv cerrahi tekniğiyle veya ince iğne ya da kalın iğne aspirasyonu ile yapılabilir. Bilgisayarlı tomografi ve endoskopiden de yararlanılabilir.Endoskopik retrograd kolanjiopankreatografi (ERCP): Hastanın yemek borusundan aşağı doğru mide ve ince bağırsak içine yerleştirilen endoskop aleti ile vücudun içi görüntülenir. Küçük bir tüp veya kateter, endoskop yoluyla ve safra kanalları içine geçirilir. Daha çok, safra yolu kanseri tanısı için daha yaygın olarak kullanılır. Ayrıca, safra kesesi kanseri yayıldığında ve safra kanallarını engellediğinde de kullanılır.Perkütan kolanjiografi: Bu görüntüleme yönteminde röntgen üzerinde net bir görüntü oluşturması amacıyla boyalı bir iğne ince bir iğne deriden safra kesesi alanına sokulur. X-ışınlarına bakarak, safra kesesinden tümör olup olmadığı anlaşılır.Laparoskopi: Safra kesesi ve diğer iç organlara bakmak endoskop karına küçük bir kesi yoluyla sokulur ve görüntüleme yapılır.Endoskopik ultrasonografi (Endosonografi): Daha geniş kapsamlı ve özel bir endoskop sedasyonla ağızdan başlayarak mide ve bağırsağa ulaşabilir.Pozitron emisyon tomografisi (PET) taraması: PET taraması vücudun içinde organ ve dokuların görüntüsünü oluşturmanın bir yoludur. Bu sayede var olan bir tümörün vücutta hangi organlara yayılım gösterdiği belirlenebilir ve kanser evrelenebilir.Safra kesesi evreleri şu şekilde tanımlanabilir;Safra Kesesi Kanseri Tedavisi Nasıl Olur?Safra kesesi kanseri tedavisi, tümörün cerrahi yöntemlerle çıkartılmasına dayanmaktadır. Büyük çaplı bir ameliyattan oluşan tedavi esnasında karaciğerin bir kısmını almak da gerekebilir. Safra kesesi kanserlerinin tanısı genellikle ileri evrede konulduğu için çoğunlukla hastaların ameliyat şansı bulunmamaktadır. Ancak erken teşhis edilen kanser, safra kesesi kanseri tedavisinin başarıyla gerçekleşmesini sağlar. Ameliyat edilemeyecek derecede ileri evre hastalığı olanlarda sarılık ve ağrıyı dindirecek bazı endoskopik işlemler, ağrı tedavisi, perkütan drenaj (radyolojik girişim) yapılabilir. Sıcak kemoterapi ve son dönemde geliştirilmekte olan bazı akıllı ilaçlar da tümörün ilerlemesini etkileyebilmektedir.Safra Kesesi Hakkında Sık Sorulan SorularSafra kesesi taşı kanser yapar mı?Safra kesesi kanseri olan hastaların %90’ın üzerindeki oranda safra kesesi taşı varlığı, yapılan çalışmalarla ispatlanmıştır. Ancak bu durum, kanserin safra kesesi taşından etkilenerek ortaya çıkabileceği görüşünü ortaya çıkarmış olsa da “Safra kesesi taşı kanser yapar” gibi bir görüş kesinlik kazanmış değildir. Sadece safra kesesi taşı ile kanserin sıkı birlikteliği, yıllardır kuşku yaratmaktadır. Safra kesesi taşının neden olduğu hastalıklar arasında kanser en son sırada gelmektedir. Safra kesesi taşı kanserden önce enfeksiyon, safra yollarında tıkanma, sarılık ve pankreas iltihabına yol açar.Safra kesesi kanseri tehlikeli midir?Safra kesesi kanseri tehlikeli bir kanser türüdür. Genellikle erken evrede belirti vermeden vücutta gelişebilir. İlerlediği durumda ise yayılma riski yüksek olduğundan tedavi sürecinde zorlanma görülebilir. Erken teşhis edilirse cerrahi müdahale ile tedavi şansı artar, ancak ileri vakalarda kemoterapi veya radyoterapi istenebilir. | 6,101 |
597 | Hastalıklar | Safra Kesesi Taşı | Safra kesesi, karaciğer tarafından üretilen ve tüketilen besinlerdeki yağları sindirmeye yardımcı sıvı olan, safra depolayan, salan ve armut biçimli bir organdır. Safra kesesinin vücuttaki tam konumu karnın sağ üst kısmı, karaciğerin ise hemen altıdır. Sindirim sisteminin önemli bir parçası durumunda bulunan ve ana işlevi safra depolamak olan safra kesesi, esas olarak kolesterol, bilirubin ve safra tuzlarının bir karışımıdır. En yaygın safra kesesi sorunlarından biri safra taşıdır. Genellikle zararsız olan safra taşları; sağ üst karın ağrısı, sırt ağrısı, yağlı yemeklerden sonra oluşan ağrı hissi, mide bulantısı ve kusma gibi belirtiler gösterir. Safra taşının yaygın tedavi yöntemi safra kesesi ve safra taşı çıkarma ameliyatıdır.Safra kesesi, karaciğer tarafından üretilen ve tüketilen besinlerdeki yağları sindirmeye yardımcı sıvı olan, safra depolayan, salan ve armut biçimli bir organdır. Safra kesesinin vücuttaki tam konumu karnın sağ üst kısmı, karaciğerin ise hemen altıdır. Sindirim sisteminin önemli bir parçası durumunda bulunan ve ana işlevi safra depolamak olan safra kesesi, esas olarak kolesterol, bilirubin ve safra tuzlarının bir karışımıdır. En yaygın safra kesesi sorunlarından biri safra taşıdır. Genellikle zararsız olan safra taşları; sağ üst karın ağrısı, sırt ağrısı, yağlı yemeklerden sonra oluşan ağrı hissi, mide bulantısı ve kusma gibi belirtiler gösterir. Safra taşının yaygın tedavi yöntemi safra kesesi ve safra taşı çıkarma ameliyatıdır.
Safra Kesesi Nedir?Safra kesesi, karaciğer tarafından üretilen ve yağlı gıdaların parçalanmasına yardımcı bir sıvı olan safrayı depolayan ve salan, karnın sağ üst kısmında küçük, armut biçimli kese benzeri bir organdır. Safra kesesinin temel görevi safra depolamak ve tüketilen besinlerin sindirilmesidir.Bir tıkanıklık veya hasar durumunda ağrı ve rahatsızlık oluşabilen safra kesesinde görülen en yaygın problemlerden biri safra kesesi taşıdır. Kolelitiazis olarak adlandırılan safra kesesi taşları, karaciğerin hemen altında yer alan safra kesesinde rahatsız edici ağrıya sebep olur.Safra Kesesi Nerededir?Safra kesesi vücutta tam olarak karnın sağ üst kısmında, karaciğerin ise hemen altında yer alır. Küçük, armuta benzeyen bir organ olan safra kesesi yaklaşık 7 ila 10 santimetre uzunluğunda ve 5 santimetreye kadar genişliktedir.Safra Kesesi Ne İşe Yarar?Sağ üst karında ve karaciğerin hemen altında yer alan safra kesesi, karaciğerin yağları sindirmesine yardımcı olmak için ürettiği koyu bir sıvı olan safrayı depolar ve ince bağırsağın ilk bölümü olan duedenuma salgılar. Safra kesesi, safra kanalı adı verilen bir tüp yoluyla bu safrayı salgılar ve sindirim sisteminin önemli bir parçası haline gelir. Karaciğer tarafından üretilen ve tüketilen yiyeceklerdeki yağları parçalamaya yardımcı olan safra esas olarak kolesterol, bilirubin ve safra tuzlarından oluşur. Safra Kesesi Sorunları Nelerdir?Safra kesesinde meydana gelen en yaygın sorunlardan biri safra kesesi taşıdır. Safra kesesi taşlarının yol açtığı safra kesesi ağrısı, özellikle yemek yedikten sonra karnın sağ üst kısmında ve sırtta şiddetli bir şekilde hissedilir.. Mide bulantısı ve kusma şikayetlerine de neden olan safra kesesi taşlarının büyüklüğüne göre kesenin alınmasını gerektirebilir.Safra kesesi taşı dışında yaşanan safra kesesi problemleri şöyledir:Kolesistit Safra kesesinin iltihaplanması durumu kolesistit olarak adlandırılır. Bir safra taşı, genellikle safranın safra kesenizden çıkmasını engellediğinde ortaya çıkabilir. Safra kesesi iltihabı belirtileri arasında ateş ve ağrı gibi durumlar yer alırken kolesistit genellikle ameliyat gerektirir.Safra taşı pankreatitiSafra taşı pankreatiti, pankreasınızın iltihaplanması durumudur. Bir safra taşı, ortak safra kanalından aşağı doğru ilerlediğinde ve ince bağırsağa akmadan hemen önce ortak bir noktada pankreas kanalını bloke ettiğinde meydana gelir.Safra kesesi kanseriNadir olarak görülen safra kesesi sorunlarından biri de safra kesesi kanseridir. Safra kesesi kanserinde karnın sağ üst kadranında ağrı hissetme durumu mümkündür. Ancak, bu ağrının başka bir duruma bağlı olarak ortaya çıkma olasılığı çok daha yüksek bir ihtimaldir.Safra Kesesi Taşı Nedir?Tıbbi anlamı kolelitiazis olan safra kesesi taşı, safra kesesinde oluşan, genellikle kolesterol veya bilirubinden yapılan sert, çakıl taşı benzeri sertleşmiş safra birikintileridir. Ağrı, mide bulantısı ve kusma gibi semptomlar gösterebilen safra kesesi taşı, büyüklüğüne ve derecesine göre tıbbi müdahale gerektirebilir.Safra Kesesi Taşı Neden Olur?Safra kesesi taşı nedeni, safra kesesinde yüksek oranda kolesterol, aşırı bilirubin veya yeterli safra tuzunun bulunmaması yanı sıra safra kesesinin tam olarak boşalamamasıdır.Safra kesesinde yüksek kolesterol oranıKişinin safrasında yüksek kolesterol bulunursa karaciğer tarafından safranın çözmesi gerekenden daha fazla kolesterol üretimi durumundan dolayı safra taşları yaşanabilir.Safra kesesinde aşırı bilirubinKaraciğerde meydana gelen bazı hasarlar ve kan bozuklukları, karaciğerin olması gerekenden daha fazla bilirubin üretmesine sebebiyet verir. Pigment safra taşları, safra kesesi yüksek oranda bilirubini parçayalamadığı zaman meydana gelir. Bu safra kesesi taşları genellikle koyu kahverengi veya siyah renktedir.Safra kesesi doluluğuSafra kesesinin düzgün çalışmasının en önemli kriteri safra kesesinin boşalabilmesidir. Safra düzgün bir şekilde boşaltım yapamazsa safra aşırı konsantre bir hale gelir ve bu durum da taş oluşumuna yol açar.Safra Kesesi Taşı Belirtileri Nelerdir?Safrada ki taşlar safra yolunu tıkadığında, sağ üst karın bölgesinde ve göğüs kafesinin yakınında, şiddetli olabilen ve sırtın üst kısmına yayılan ağrı, yoğun gaz nedeniyle rahatlamak için geğirme isteği ve bulantı ile kusma belirtileri görülür.Safra kesesi hastalığında genellikle yağlı, kızartma yedikten sonra ve daha çok akşam ortaya çıkan belirtiler şunlardır: Karnın ortası ve sağ üst kısmında ani ve artan ağrı Mide bulantısı ve kusma isteği Sırt ve kürek kemiği bölgesinde ağrı Hazımsızlık ve mide ekşimesi Devamlı geğirmeye çalışma Cilt ve göz akında sararma (sarılık) Koyu renkli idrar Açık renkli dışkı İştah kaybı İshal Hafif ateş Kalp atışının hızlanmasıSafra taşları tekrar hareket ettiğinde ve artık safra kanalları tıkalı olmadığında ağrılar durur. Ancak safra kanallarınızdan herhangi biri birkaç saatten fazla tıkalı kalırsa pankreatit atağı yaşanabilir ve bu durumda hızlı bir şekilde hastaneye başvurulması gerekir.Safra Kesesi Çamuru Belirtileri Nelerdir?Safra kesesi tamamen boşalmadığı zaman safradaki kolesterol monohidrat kristalleri, kalsiyum bilirubinat veya diğer kalsiyum tuzlar kalınlaşıp safra kesesi çamuru meydana getirir ve kişide bazı semptomlar oluşturur. Safra kesesi çamuru arasında yaygın görülen bulgular sağ üst karın ağrısı, omuz ağrısı, göğüs ağrısıdır.Safra kesesi çamuru belirtileri genel olarak aşağıdaki gibidir: Sağ üst karında hissedilen ağrı Omuza kadar yayılan ağrı Karın ve omuzla birlikte göğüs ağrısı Karında şişkinlik Yağlı, katran veya kile benzer bir dışkı Mide bulantısı ve kusmaSafra Kesesi Taşı Teşhisi Nasıl Yapılır?Safra kesesi teşhisi için doktor öncelikle fizik muayenesinde göz ve ciltteki renk değişimlerini kontrol edecektir. Safra kesesi belirtileri arasında yer alan sarılık, vücuttaki aşırı bilirubin miktarının işaretidir. Kişinin yüzündeki sarımsı renk tonu da safra keşesi teşhisi göstergesi olabilir.Fiziki muayeneyle birlikte doktorun safra kesesi teşhisi için isteyeceği testler şunlardır: Kan tahlili Ultrason CT Taraması Manyetik Rezonans kolanjiyopankreatografi (MRCP) Kolesintigrafi (HIDA taraması) Endoskopik ultrasonSafra Kesesi Ameliyatı (Kolesistektomi) ve Tedavisi Nasıl Yapılır?Daha çok laparoskopik kolesistektomi yöntemi ile yapılan safra kesesi ameliyatı, üst karın bölgesinde karaciğerin altında yer alan, karaciğerde üretilen safrayı sindirim için gerekli olana kadar depolayan ve armuda benzeyen kesenin 1-2 saat süren operasyonla çıkarılması işlemidir.Safra kesesi ameliyatı ile birlikte safra kesesi vücuttan çıkarıldıktan sonra kişi sağlıklı bir şekilde hayatına devam edebilir.Genellikle iki çeşidi bulunan safra kesesi ameliyatı türleri şöyledir:Laparoskopik kolesistektomiSafra kesesi ameliyatı için en yaygın uygulanan yöntem laparoskopik kolesistektomi’dir. Operasyon, küçük kesikler (insizyonlar) atılarak yapılır. Laparoskop adı verilen dar bir tüp küçük bir kesikten karnna geçirilir. Tüpün içinde küçük bir ışık ve kamera bulunur. Doktor, özel cihazlar kullanarak başka bir küçük kesikten safra kesesini çıkarır. Operasyon sonrası genellikle hasta aynı gün taburcu edilir.Açık kolesistektomiDoktor tarafından safra kesesini çıkarmak için karna daha büyük kesikler atılır. Sonrasında hasta birkaç gün hastanede gözlem altında tutulur. Kanama bozukluğu, şiddetli safra kesesi hastalığı olanlar, aşırı kilolu kişiler ve hamileliğin son üç ayında olanlar açık safra kesesi ameliyatı yapılarak tedavi edilir.Safra Kesesi Taşı Nasıl Önlenir?Safra kesesinde meydana gelebilecek safra kesesi taşlarını önlemek için uygulanabilecek bazı yöntemler söz konusudur. Bu yöntemler şu şekildedir:Öğün atlamamaya çalışınHer gün normal yemek saatlerinde beslenmeye çalışın. Öğün atlamak veya safra taşı riskini artırabilir.Kilo vermeniz gerekiyorsa yavaş hareket edinKilo vermeniz gerekiyorsa, yavaş gidin. Hızlı kilo kaybı da safra kesesinde safra taşı oluşumunu tetikleyebilir.Yüksek lifli besinler tüketinDiyet listesine meyve, sebze ve kepekli tahıllar gibi lif açısından zengin besinler ekleyin.Sağlıklı kilonuzu korumaya çalışın Obezite ve fazla kilolu olmak safra taşı riskini artırır. Yediğiniz kalori miktarını azaltarak ve aldığınız fiziksel aktivite miktarını artırarak sağlıklı bir kiloya ulaşmak için çalışın. Sağlıklı bir kiloya ulaştığınızda, sağlıklı beslenmenize devam ederek ve egzersiz yaparak bu ağırlığı korumaya özen gösterin.Safra Kesesi Taşı Belirtileri Hakkında Sık Sorulan SorularSafra kesesi rahatsızlıklarında görülen belirtiler nelerdir?Safra kesesinde ortaya çıkan herhangi bir rahatsızlık durumunda kişide sarılık, koyu idrar rengi, açık renk dışkı yapma, kan basıncı düşüşü, bulantı ve kusma, hazımsızlık gibi sindirim sorunları, ateş, titreme ve karnın sağ üst kısmında şiddetli ağrı gibi belirtiler görülür.Safra kesesi ağrısı neden olur?Safra kesesi ağrısı sıklıkla biliyer kolik olarak bilinen, safra kanalında taş bulunmasının bir sonucudur. Genellikle yağlı bir yemek yedikten sonra aniden gelip giden ağrı şeklinde hissedilir. Safra kesesi ağrısı sağ üst karın bölgesinde sürekli bir ağrı halinde yaşanır, sırt ve omuzlara kadar yayılabilir.Safra kesesi ağrısına ne iyi gelir?Safra kesesi ağrısını gidermek için ağrı olan bölgeye sıcak kompres uygulayabilirsiniz. Ayrıca ağrıyı yatıştırmak için nane çayı içebilir veya safra kesesini boşaltmaya yardımcı olması için magnezyum takviyesi alabilirsiniz.Safra kesesi nerede ağrı yapar?Safra kesesi genelde kesenin bulunduğu karnın sağ üst kısmı ve karaciğerin hemen altında ağrı meydana getirir.Safra kesesi ameliyatı ne kadar sürer?Açık safra kesesi ameliyatı ortalama 1-2 saat sürerken laparoskopik kolesistektomi olarak adlandırılan kapalı safra kesesi ameliyatı ise ortalama 45 dakikada tamamlanır.Safra kesesi alınırsa ne olur?Safra kesesini aldırmak vücudun işleyişini ve performansını bozmamaktadır. Sindirim sıvısı olan safra, karaciğerden bağırsağa akışını sürüdür.Safra kesesi taşı nasıl düşürülür?Safra kesesi taşı düşürmenin doğal bir yolu söz konusu değildir. Bu taşları yok etmek için safra kesesi ameliyatı ile cerrahi müdahale yapılmalıdır.Safra kesesinin görevi nedir?Safra kesesinin temel görevi, sindirime yardımcı safra adlı sıvıyı depolamaktadır.Safra kesesi yemek yedikten sonra tüketilen yiyeceklerin sindirilebilmesi için safrayı ince bağırsağa yönlendirir.
Safra Kesesi Nedir?Safra kesesi, karaciğer tarafından üretilen ve yağlı gıdaların parçalanmasına yardımcı bir sıvı olan safrayı depolayan ve salan, karnın sağ üst kısmında küçük, armut biçimli kese benzeri bir organdır. Safra kesesinin temel görevi safra depolamak ve tüketilen besinlerin sindirilmesidir.Bir tıkanıklık veya hasar durumunda ağrı ve rahatsızlık oluşabilen safra kesesinde görülen en yaygın problemlerden biri safra kesesi taşıdır. Kolelitiazis olarak adlandırılan safra kesesi taşları, karaciğerin hemen altında yer alan safra kesesinde rahatsız edici ağrıya sebep olur.Safra Kesesi Nerededir?Safra kesesi vücutta tam olarak karnın sağ üst kısmında, karaciğerin ise hemen altında yer alır. Küçük, armuta benzeyen bir organ olan safra kesesi yaklaşık 7 ila 10 santimetre uzunluğunda ve 5 santimetreye kadar genişliktedir.Safra Kesesi Ne İşe Yarar?Sağ üst karında ve karaciğerin hemen altında yer alan safra kesesi, karaciğerin yağları sindirmesine yardımcı olmak için ürettiği koyu bir sıvı olan safrayı depolar ve ince bağırsağın ilk bölümü olan duedenuma salgılar. Safra kesesi, safra kanalı adı verilen bir tüp yoluyla bu safrayı salgılar ve sindirim sisteminin önemli bir parçası haline gelir. Karaciğer tarafından üretilen ve tüketilen yiyeceklerdeki yağları parçalamaya yardımcı olan safra esas olarak kolesterol, bilirubin ve safra tuzlarından oluşur. Safra Kesesi Sorunları Nelerdir?Safra kesesinde meydana gelen en yaygın sorunlardan biri safra kesesi taşıdır. Safra kesesi taşlarının yol açtığı safra kesesi ağrısı, özellikle yemek yedikten sonra karnın sağ üst kısmında ve sırtta şiddetli bir şekilde hissedilir.. Mide bulantısı ve kusma şikayetlerine de neden olan safra kesesi taşlarının büyüklüğüne göre kesenin alınmasını gerektirebilir.Safra kesesi taşı dışında yaşanan safra kesesi problemleri şöyledir:Kolesistit Safra kesesinin iltihaplanması durumu kolesistit olarak adlandırılır. Bir safra taşı, genellikle safranın safra kesenizden çıkmasını engellediğinde ortaya çıkabilir. Safra kesesi iltihabı belirtileri arasında ateş ve ağrı gibi durumlar yer alırken kolesistit genellikle ameliyat gerektirir.Safra taşı pankreatitiSafra taşı pankreatiti, pankreasınızın iltihaplanması durumudur. Bir safra taşı, ortak safra kanalından aşağı doğru ilerlediğinde ve ince bağırsağa akmadan hemen önce ortak bir noktada pankreas kanalını bloke ettiğinde meydana gelir.Safra kesesi kanseriNadir olarak görülen safra kesesi sorunlarından biri de safra kesesi kanseridir. Safra kesesi kanserinde karnın sağ üst kadranında ağrı hissetme durumu mümkündür. Ancak, bu ağrının başka bir duruma bağlı olarak ortaya çıkma olasılığı çok daha yüksek bir ihtimaldir.Safra Kesesi Taşı Nedir?Tıbbi anlamı kolelitiazis olan safra kesesi taşı, safra kesesinde oluşan, genellikle kolesterol veya bilirubinden yapılan sert, çakıl taşı benzeri sertleşmiş safra birikintileridir. Ağrı, mide bulantısı ve kusma gibi semptomlar gösterebilen safra kesesi taşı, büyüklüğüne ve derecesine göre tıbbi müdahale gerektirebilir.Safra Kesesi Taşı Neden Olur?Safra kesesi taşı nedeni, safra kesesinde yüksek oranda kolesterol, aşırı bilirubin veya yeterli safra tuzunun bulunmaması yanı sıra safra kesesinin tam olarak boşalamamasıdır.Safra kesesinde yüksek kolesterol oranıKişinin safrasında yüksek kolesterol bulunursa karaciğer tarafından safranın çözmesi gerekenden daha fazla kolesterol üretimi durumundan dolayı safra taşları yaşanabilir.Safra kesesinde aşırı bilirubinKaraciğerde meydana gelen bazı hasarlar ve kan bozuklukları, karaciğerin olması gerekenden daha fazla bilirubin üretmesine sebebiyet verir. Pigment safra taşları, safra kesesi yüksek oranda bilirubini parçayalamadığı zaman meydana gelir. Bu safra kesesi taşları genellikle koyu kahverengi veya siyah renktedir.Safra kesesi doluluğuSafra kesesinin düzgün çalışmasının en önemli kriteri safra kesesinin boşalabilmesidir. Safra düzgün bir şekilde boşaltım yapamazsa safra aşırı konsantre bir hale gelir ve bu durum da taş oluşumuna yol açar.Safra Kesesi Taşı Belirtileri Nelerdir?Safrada ki taşlar safra yolunu tıkadığında, sağ üst karın bölgesinde ve göğüs kafesinin yakınında, şiddetli olabilen ve sırtın üst kısmına yayılan ağrı, yoğun gaz nedeniyle rahatlamak için geğirme isteği ve bulantı ile kusma belirtileri görülür.Safra kesesi hastalığında genellikle yağlı, kızartma yedikten sonra ve daha çok akşam ortaya çıkan belirtiler şunlardır:Safra taşları tekrar hareket ettiğinde ve artık safra kanalları tıkalı olmadığında ağrılar durur. Ancak safra kanallarınızdan herhangi biri birkaç saatten fazla tıkalı kalırsa pankreatit atağı yaşanabilir ve bu durumda hızlı bir şekilde hastaneye başvurulması gerekir.Safra Kesesi Çamuru Belirtileri Nelerdir?Safra kesesi tamamen boşalmadığı zaman safradaki kolesterol monohidrat kristalleri, kalsiyum bilirubinat veya diğer kalsiyum tuzlar kalınlaşıp safra kesesi çamuru meydana getirir ve kişide bazı semptomlar oluşturur. Safra kesesi çamuru arasında yaygın görülen bulgular sağ üst karın ağrısı, omuz ağrısı, göğüs ağrısıdır.Safra kesesi çamuru belirtileri genel olarak aşağıdaki gibidir:Safra Kesesi Taşı Teşhisi Nasıl Yapılır?Safra kesesi teşhisi için doktor öncelikle fizik muayenesinde göz ve ciltteki renk değişimlerini kontrol edecektir. Safra kesesi belirtileri arasında yer alan sarılık, vücuttaki aşırı bilirubin miktarının işaretidir. Kişinin yüzündeki sarımsı renk tonu da safra keşesi teşhisi göstergesi olabilir.Fiziki muayeneyle birlikte doktorun safra kesesi teşhisi için isteyeceği testler şunlardır:Safra Kesesi Ameliyatı (Kolesistektomi) ve Tedavisi Nasıl Yapılır?Daha çok laparoskopik kolesistektomi yöntemi ile yapılan safra kesesi ameliyatı, üst karın bölgesinde karaciğerin altında yer alan, karaciğerde üretilen safrayı sindirim için gerekli olana kadar depolayan ve armuda benzeyen kesenin 1-2 saat süren operasyonla çıkarılması işlemidir.Safra kesesi ameliyatı ile birlikte safra kesesi vücuttan çıkarıldıktan sonra kişi sağlıklı bir şekilde hayatına devam edebilir.Genellikle iki çeşidi bulunan safra kesesi ameliyatı türleri şöyledir:Laparoskopik kolesistektomiSafra kesesi ameliyatı için en yaygın uygulanan yöntem laparoskopik kolesistektomi’dir. Operasyon, küçük kesikler (insizyonlar) atılarak yapılır. Laparoskop adı verilen dar bir tüp küçük bir kesikten karnna geçirilir. Tüpün içinde küçük bir ışık ve kamera bulunur. Doktor, özel cihazlar kullanarak başka bir küçük kesikten safra kesesini çıkarır. Operasyon sonrası genellikle hasta aynı gün taburcu edilir.Açık kolesistektomiDoktor tarafından safra kesesini çıkarmak için karna daha büyük kesikler atılır. Sonrasında hasta birkaç gün hastanede gözlem altında tutulur. Kanama bozukluğu, şiddetli safra kesesi hastalığı olanlar, aşırı kilolu kişiler ve hamileliğin son üç ayında olanlar açık safra kesesi ameliyatı yapılarak tedavi edilir.Safra Kesesi Taşı Nasıl Önlenir?Safra kesesinde meydana gelebilecek safra kesesi taşlarını önlemek için uygulanabilecek bazı yöntemler söz konusudur. Bu yöntemler şu şekildedir:Öğün atlamamaya çalışınHer gün normal yemek saatlerinde beslenmeye çalışın. Öğün atlamak veya safra taşı riskini artırabilir.Kilo vermeniz gerekiyorsa yavaş hareket edinKilo vermeniz gerekiyorsa, yavaş gidin. Hızlı kilo kaybı da safra kesesinde safra taşı oluşumunu tetikleyebilir.Yüksek lifli besinler tüketinDiyet listesine meyve, sebze ve kepekli tahıllar gibi lif açısından zengin besinler ekleyin.Sağlıklı kilonuzu korumaya çalışın Obezite ve fazla kilolu olmak safra taşı riskini artırır. Yediğiniz kalori miktarını azaltarak ve aldığınız fiziksel aktivite miktarını artırarak sağlıklı bir kiloya ulaşmak için çalışın. Sağlıklı bir kiloya ulaştığınızda, sağlıklı beslenmenize devam ederek ve egzersiz yaparak bu ağırlığı korumaya özen gösterin.Safra Kesesi Taşı Belirtileri Hakkında Sık Sorulan SorularSafra kesesi rahatsızlıklarında görülen belirtiler nelerdir?Safra kesesinde ortaya çıkan herhangi bir rahatsızlık durumunda kişide sarılık, koyu idrar rengi, açık renk dışkı yapma, kan basıncı düşüşü, bulantı ve kusma, hazımsızlık gibi sindirim sorunları, ateş, titreme ve karnın sağ üst kısmında şiddetli ağrı gibi belirtiler görülür.Safra kesesi ağrısı neden olur?Safra kesesi ağrısı sıklıkla biliyer kolik olarak bilinen, safra kanalında taş bulunmasının bir sonucudur. Genellikle yağlı bir yemek yedikten sonra aniden gelip giden ağrı şeklinde hissedilir. Safra kesesi ağrısı sağ üst karın bölgesinde sürekli bir ağrı halinde yaşanır, sırt ve omuzlara kadar yayılabilir.Safra kesesi ağrısına ne iyi gelir?Safra kesesi ağrısını gidermek için ağrı olan bölgeye sıcak kompres uygulayabilirsiniz. Ayrıca ağrıyı yatıştırmak için nane çayı içebilir veya safra kesesini boşaltmaya yardımcı olması için magnezyum takviyesi alabilirsiniz.Safra kesesi nerede ağrı yapar?Safra kesesi genelde kesenin bulunduğu karnın sağ üst kısmı ve karaciğerin hemen altında ağrı meydana getirir.Safra kesesi ameliyatı ne kadar sürer?Açık safra kesesi ameliyatı ortalama 1-2 saat sürerken laparoskopik kolesistektomi olarak adlandırılan kapalı safra kesesi ameliyatı ise ortalama 45 dakikada tamamlanır.Safra kesesi alınırsa ne olur?Safra kesesini aldırmak vücudun işleyişini ve performansını bozmamaktadır. Sindirim sıvısı olan safra, karaciğerden bağırsağa akışını sürüdür.Safra kesesi taşı nasıl düşürülür?Safra kesesi taşı düşürmenin doğal bir yolu söz konusu değildir. Bu taşları yok etmek için safra kesesi ameliyatı ile cerrahi müdahale yapılmalıdır.Safra kesesinin görevi nedir?Safra kesesinin temel görevi, sindirime yardımcı safra adlı sıvıyı depolamaktadır.Safra kesesi yemek yedikten sonra tüketilen yiyeceklerin sindirilebilmesi için safrayı ince bağırsağa yönlendirir. | 8,207 |
598 | Hastalıklar | Safra Yolu Kanseri | Safra yolunun en sık görülen hastalıklarından biri safra kesesi taşları diğeri de tümörleridir. Safra yolu kanseri, sindirim sisteminde gelişebilen kanserler arasında 5’inci sıklıkta görülmektedir. Vücut safra kesesi işlevini yerine getirmediğinde de yaşamını sürdürebildiği için, genellikle safra kesesi kanseri çok ilerlediğinde belirtileri fark edilebilir. Daha çok 60 yaş ve üzeri kişilerde rastlanan safra kesesi kanseri, önlem alınmazsa çok hızlı ilerleyebilir. Bu nedenle safra kesesinde erken teşhis tüm diğer kanserlerde olduğu gibi çok önemlidir. Memorial Antalya Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü’nden Op. Dr. Türkay Belen, safra yolu kanseri ve tedavisi hakkında bilgi verdi.Safra yolunun en sık görülen hastalıklarından biri safra kesesi taşları diğeri de tümörleridir. Safra yolu kanseri, sindirim sisteminde gelişebilen kanserler arasında 5’inci sıklıkta görülmektedir. Vücut safra kesesi işlevini yerine getirmediğinde de yaşamını sürdürebildiği için, genellikle safra kesesi kanseri çok ilerlediğinde belirtileri fark edilebilir. Daha çok 60 yaş ve üzeri kişilerde rastlanan safra kesesi kanseri, önlem alınmazsa çok hızlı ilerleyebilir. Bu nedenle safra kesesinde erken teşhis tüm diğer kanserlerde olduğu gibi çok önemlidir. Memorial Antalya Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü’nden Op. Dr. Türkay Belen, safra yolu kanseri ve tedavisi hakkında bilgi verdi.
Safra yolu kanseri nedir?Safra yolları kanseri (Kolanjiyokarsinom), safra yolu duvar hücrelerinden oluşan sıklığı az olan bir tümördür. Safra yollarının her yerinden gelişmekle beraber %60 sağ ve sol ana safra yollarının birleşme noktası olan bifurkasyondan kaynaklanır.Safra yolu kanseri neden olur?Safra yolu kanserinin en sık nedeni primer sklerozan kolanjit, koledok (ortak kanal) kisti, Hepatit B-C, ülseratif kolit, hepatolityazis (karaciğer taşı), ileri yaş, obezite, bilienterik anastomozlar ve eski kaynaklarda kronik tifo taşıyıcılığı nedenler arasında sayılmaktadır.Safra yolu kanseri nasıl belirti verir?Safra yolu kanserinde ağrısız sarılık ilk tespit edilen belirtilerdendir. Bunu deri altında bilirubin birikmesine bağlı olarak kaşıntı takip eder. Geç dönem hastalarda kaşeksiye kadar giden kilo kaybı olur. Belirtilere ateş eşlik edebilir.Safra yolu kanserine nasıl tanı konur?Safra kesesi kanserini erken evrede teşhis etmek çok önemlidir. Safra yolu kanseri incelemesinde ilk olarak karaciğer safra yolu ultrasonu yaptırılır. Safra yolarında genişleme gözlenirse, bilgisayarlı tomografi veya manyetik rezonans ile kesitsel görüntülemeler tanıda yardımcı olur. Safra yollarında kitle gözlenmeden safra yollarının ani sonlandığı saptanabilir. ERCP (endoskopik retrogrand kolonjio pankreatografi ) ile biyopsi veya sürüntü alınabilir. Özellikle distal yerleşimli kanserlerde EUS ile değerlendime de faydalıdır. Klinik olarak sarılık, kaşıntı ve kilo kaybı olan hastanın tümör markerlarından CA19-9 un 100 U/ml olması da tanıyı destekler. Tanı yöntemleri; hastanın sağlık durumu, yaşı, hastalık belirtileri ve önceki test sonuçlarına göre belirlenir.Safra yolu kanserinin tedavisi nasıl yapılır?Safra yolları kanseri tanısı konulduğunda hastaların yarısından fazlasının ameliyat şansı kalmamış olmaktadır. Sinsi hastalık olduğu için geç belirti verir. Ameliyat olabilecek olan hastaların kanserlerinin bulunduğu seviye ameliyat tipini belirlemektedir. Proksimaldekiler için hepatektomi yapmak gerekirken distal kanserler için genellikle whipple ameliyatı yapılır.Safra yolu kanseri tedavisi, tümörün cerrahi yöntemlerle çıkartılmasına dayanmaktadır. Büyük çaplı bir ameliyattan oluşan tedavi esnasında karaciğerin bir kısmını almak da gerekebilir. Safra kesesi kanserlerinin tanısı genellikle ileri evrede konulduğu için çoğunlukla hastaların ameliyat şansı bulunmamaktadır. Ancak erken teşhis edilen kanser, safra kesesi kanseri tedavisinin başarıyla gerçekleşmesini sağlar. Ameliyat edilemeyecek derecede ileri evre hastalığı olanlarda sarılık ve ağrıyı dindirecek bazı endoskopik işlemler, ağrı tedavisi, perkütan drenaj (radyolojik girişim) yapılabilir.Safra yolu kanseri hakkında sık sorulan sorular Safra yolu tıkanırsa ne olur?Safra yolu tıkanmasına bağlı olarak öncelikle sarılık gelişir. Karaciğer içindeki safra yollarında genişleme olur. Safra yollarındaki basınç ve bakteri yoğunluğunun artması ile safra yolu iltihabı (kolanjit) gelişir. Billier sepsis olarak değerlendirilen bu durum ölümcül olabilir.Safra yolu kanser evreleri nelerdir?Safra yolu kanseri 3 evreye ayrılır. Safra yolu kanserinin birinci evresinde kanser safra yolları içindedir. Cerrahiye en iyi yanıt veren gruptur. İkinci evrede kanser safra kesesini, karaciğeri, pankreası veya portal ven & hepatik arterin bir kısmını invaze etmiştir. Üçüncü evrede yakın organları, dördüncü evrede uzak organlara kanser metastazı vardır.Safra yolu kanser çeşitleri nelerdir?Safra yolu kanserleri bulundukları yerlere göre çeşitlendirilir. İntrahepatik, Hiler ve distal olarak çeşitleri vardır. En sık %60 hiler görülür. Hiler bölge safra yolu kanserleri özel olarak Bizmuth sınıflaması yapılır.Tip I: Kanser ortak hepatik kanalda ve bifurkasyona uzak.Tip II: Kanser ortak hepatik kanalda ve bifurkasyonu invaze etmiş.Tip III: Kanser ortak hepatik kanalda ve bifurkasyonla birlikte sağ veya sol hepatik kanalı da tutmuş.Tip IV: Bifurkasyonuda içine alan kanser hem sağ hem de sol kanalla beraber bu kanallara açılan segmentleri de tutmuş.Safra yoluna stent takılır mı? Sarılık değerlerini düşürmek için safra yoluna stent takılır. Stentleme sebebi benign bir darlık veya kanser olabilir. Safra yolu kanseri nedeniyle ameliyat edilecek olan hastalarda, hastada kalacak karaciğer segmentinin olduğu tarafa stent takılır.Safra yolu kanseri ameliyatından sonra hasta nelere dikkat etmelidir?Ameliyat sonrasındaki kemoterapilerini (kimyasal tedavi) düzenli almalı ve doktorları ile yakın takipte olmalıdırlar. Kontrol görüntüleme ve tetkiklerini aksatmamalıdırlar.Safra kesesi taşı kanser yapar mı?Safra kesesi kanseri olan hastaların %90’ın üzerindeki oranda safra kesesi taşı varlığı, yapılan çalışmalarla ispatlanmıştır. Ancak bu durum, kanserin safra kesesi taşından etkilenerek ortaya çıkabileceği görüşünü ortaya çıkarmış olsa da “Safra kesesi taşı kanser yapar” gibi bir görüş kesinlik kazanmış değildir. Sadece safra kesesi taşı ile kanserin sıkı birlikteliği, yıllardır kuşku yaratmaktadır. Safra kesesi taşının neden olduğu hastalıklar arasında kanser en son sırada gelmektedir. Safra kesesi taşı kanserden önce enfeksiyon, safra yollarında tıkanma, sarılık ve pankreas iltihabına yol açar.Safra yollarında daralma neden olur?Safra yollarındaki daralma genellikle safra yollarında taş olmasından kaynaklanır. Bunun yanında geçirilmiş işlemlerden de ( ameliyatlar – stentleme) kaynaklanabilir.Safra kesesinde polip tehlikeli midir?Safra kesesinde boyutu 10 mm’den büyük ve sayısı birden fazla olan poliplerden kanser gelişme riski vardır. Kolesistektomi (Laparoskopik veya açık) yöntemi ile safra kesesinin alınması uygundur. Boyutu 10 mm’den küçük tek polipler 6 aylık ultrason kontrolü ile takip edilir.Safra kesesinin alınması vücutta ne gibi eksikliklere neden olur?Safra kesesinin alınmasının vücutta negatif bir etkisi yoktur. Safra, karaciğerden üretilir. Safra kesesi ameliyatı sonrasında hastada safra eksikliği olmaz.Safra taşları kansere neden olur mu?Kronik inflamasyon nedeniyle kansere sebep olabilmektedir. Safra kesesi kanseri nedeniyle ameliyat edilen hastaların %90’nında safra kesesinde taşta gözlenmiştir.
Safra yolu kanseri nedir?Safra yolları kanseri (Kolanjiyokarsinom), safra yolu duvar hücrelerinden oluşan sıklığı az olan bir tümördür. Safra yollarının her yerinden gelişmekle beraber %60 sağ ve sol ana safra yollarının birleşme noktası olan bifurkasyondan kaynaklanır.Safra yolu kanseri neden olur?Safra yolu kanserinin en sık nedeni primer sklerozan kolanjit, koledok (ortak kanal) kisti, Hepatit B-C, ülseratif kolit, hepatolityazis (karaciğer taşı), ileri yaş, obezite, bilienterik anastomozlar ve eski kaynaklarda kronik tifo taşıyıcılığı nedenler arasında sayılmaktadır.Safra yolu kanseri nasıl belirti verir?Safra yolu kanserinde ağrısız sarılık ilk tespit edilen belirtilerdendir. Bunu deri altında bilirubin birikmesine bağlı olarak kaşıntı takip eder. Geç dönem hastalarda kaşeksiye kadar giden kilo kaybı olur. Belirtilere ateş eşlik edebilir.Safra yolu kanserine nasıl tanı konur?Safra kesesi kanserini erken evrede teşhis etmek çok önemlidir. Safra yolu kanseri incelemesinde ilk olarak karaciğer safra yolu ultrasonu yaptırılır. Safra yolarında genişleme gözlenirse, bilgisayarlı tomografi veya manyetik rezonans ile kesitsel görüntülemeler tanıda yardımcı olur. Safra yollarında kitle gözlenmeden safra yollarının ani sonlandığı saptanabilir. ERCP (endoskopik retrogrand kolonjio pankreatografi ) ile biyopsi veya sürüntü alınabilir. Özellikle distal yerleşimli kanserlerde EUS ile değerlendime de faydalıdır. Klinik olarak sarılık, kaşıntı ve kilo kaybı olan hastanın tümör markerlarından CA19-9 un 100 U/ml olması da tanıyı destekler. Tanı yöntemleri; hastanın sağlık durumu, yaşı, hastalık belirtileri ve önceki test sonuçlarına göre belirlenir.Safra yolu kanserinin tedavisi nasıl yapılır?Safra yolları kanseri tanısı konulduğunda hastaların yarısından fazlasının ameliyat şansı kalmamış olmaktadır. Sinsi hastalık olduğu için geç belirti verir. Ameliyat olabilecek olan hastaların kanserlerinin bulunduğu seviye ameliyat tipini belirlemektedir. Proksimaldekiler için hepatektomi yapmak gerekirken distal kanserler için genellikle whipple ameliyatı yapılır.Safra yolu kanseri tedavisi, tümörün cerrahi yöntemlerle çıkartılmasına dayanmaktadır. Büyük çaplı bir ameliyattan oluşan tedavi esnasında karaciğerin bir kısmını almak da gerekebilir. Safra kesesi kanserlerinin tanısı genellikle ileri evrede konulduğu için çoğunlukla hastaların ameliyat şansı bulunmamaktadır. Ancak erken teşhis edilen kanser, safra kesesi kanseri tedavisinin başarıyla gerçekleşmesini sağlar. Ameliyat edilemeyecek derecede ileri evre hastalığı olanlarda sarılık ve ağrıyı dindirecek bazı endoskopik işlemler, ağrı tedavisi, perkütan drenaj (radyolojik girişim) yapılabilir.Safra yolu kanseri hakkında sık sorulan sorular Safra yolu tıkanırsa ne olur?Safra yolu tıkanmasına bağlı olarak öncelikle sarılık gelişir. Karaciğer içindeki safra yollarında genişleme olur. Safra yollarındaki basınç ve bakteri yoğunluğunun artması ile safra yolu iltihabı (kolanjit) gelişir. Billier sepsis olarak değerlendirilen bu durum ölümcül olabilir.Safra yolu kanser evreleri nelerdir?Safra yolu kanseri 3 evreye ayrılır.Safra yolu kanser çeşitleri nelerdir?Safra yolu kanserleri bulundukları yerlere göre çeşitlendirilir. İntrahepatik, Hiler ve distal olarak çeşitleri vardır. En sık %60 hiler görülür. Hiler bölge safra yolu kanserleri özel olarak Bizmuth sınıflaması yapılır.Tip I: Kanser ortak hepatik kanalda ve bifurkasyona uzak.Tip II: Kanser ortak hepatik kanalda ve bifurkasyonu invaze etmiş.Tip III: Kanser ortak hepatik kanalda ve bifurkasyonla birlikte sağ veya sol hepatik kanalı da tutmuş.Tip IV: Bifurkasyonuda içine alan kanser hem sağ hem de sol kanalla beraber bu kanallara açılan segmentleri de tutmuş.Safra yoluna stent takılır mı? Sarılık değerlerini düşürmek için safra yoluna stent takılır. Stentleme sebebi benign bir darlık veya kanser olabilir. Safra yolu kanseri nedeniyle ameliyat edilecek olan hastalarda, hastada kalacak karaciğer segmentinin olduğu tarafa stent takılır.Safra yolu kanseri ameliyatından sonra hasta nelere dikkat etmelidir?Ameliyat sonrasındaki kemoterapilerini (kimyasal tedavi) düzenli almalı ve doktorları ile yakın takipte olmalıdırlar. Kontrol görüntüleme ve tetkiklerini aksatmamalıdırlar.Safra kesesi taşı kanser yapar mı?Safra kesesi kanseri olan hastaların %90’ın üzerindeki oranda safra kesesi taşı varlığı, yapılan çalışmalarla ispatlanmıştır. Ancak bu durum, kanserin safra kesesi taşından etkilenerek ortaya çıkabileceği görüşünü ortaya çıkarmış olsa da “Safra kesesi taşı kanser yapar” gibi bir görüş kesinlik kazanmış değildir. Sadece safra kesesi taşı ile kanserin sıkı birlikteliği, yıllardır kuşku yaratmaktadır. Safra kesesi taşının neden olduğu hastalıklar arasında kanser en son sırada gelmektedir. Safra kesesi taşı kanserden önce enfeksiyon, safra yollarında tıkanma, sarılık ve pankreas iltihabına yol açar.Safra yollarında daralma neden olur?Safra yollarındaki daralma genellikle safra yollarında taş olmasından kaynaklanır. Bunun yanında geçirilmiş işlemlerden de ( ameliyatlar – stentleme) kaynaklanabilir.Safra kesesinde polip tehlikeli midir?Safra kesesinde boyutu 10 mm’den büyük ve sayısı birden fazla olan poliplerden kanser gelişme riski vardır. Kolesistektomi (Laparoskopik veya açık) yöntemi ile safra kesesinin alınması uygundur. Boyutu 10 mm’den küçük tek polipler 6 aylık ultrason kontrolü ile takip edilir.Safra kesesinin alınması vücutta ne gibi eksikliklere neden olur?Safra kesesinin alınmasının vücutta negatif bir etkisi yoktur. Safra, karaciğerden üretilir. Safra kesesi ameliyatı sonrasında hastada safra eksikliği olmaz.Safra taşları kansere neden olur mu?Kronik inflamasyon nedeniyle kansere sebep olabilmektedir. Safra kesesi kanseri nedeniyle ameliyat edilen hastaların %90’nında safra kesesinde taşta gözlenmiştir. | 4,900 |
599 | Hastalıklar | Salmonella | Salmonella veya salmonellozis, ishal, ateş ve mide ağrılarına neden olan, salmonella bakterilerinin neden olduğu bakteriyel bir enfeksiyondur. Hayvan ve insan bağırsaklarında yaşayan salmonella bakterisi, dışkı yoluyla dışarı atılarak yiyecek ve içeceklere bulaşır. Özellikle yaz aylarında daha çok görülen salmonella enfeksiyonunun en yaygın görülen belirtileri ishal, ateş ve mide kramplarıdır. Genellikle 7 gün içinde kendiliğinden geçen bu belirtiler, bazı kişilerde daha ciddi seyir göstererek hayati tehlike yaratabilir. Salmonella enfeksiyonu en çok et, sebze ve meyvelerin çiğ yenmesi, çiğ süt içilmesi, kontamine olmuş suyun tüketilmesi gibi yollarla bulaşıyor. Bebekler, 65 yaş üstü kişiler, bağışıklık sorunu yaşayan kişiler salmonella enfeksiyonu için risk grubunu oluştururken, bu bakteriden korunmanın en önemli yolu temizliğe dikkat etmek ve bulaş yaratabilecek durumlardan kaçınmaktan geçiyor. Salmonella veya salmonellozis, ishal, ateş ve mide ağrılarına neden olan, salmonella bakterilerinin neden olduğu bakteriyel bir enfeksiyondur. Hayvan ve insan bağırsaklarında yaşayan salmonella bakterisi, dışkı yoluyla dışarı atılarak yiyecek ve içeceklere bulaşır. Özellikle yaz aylarında daha çok görülen salmonella enfeksiyonunun en yaygın görülen belirtileri ishal, ateş ve mide kramplarıdır. Genellikle 7 gün içinde kendiliğinden geçen bu belirtiler, bazı kişilerde daha ciddi seyir göstererek hayati tehlike yaratabilir. Salmonella enfeksiyonu en çok et, sebze ve meyvelerin çiğ yenmesi, çiğ süt içilmesi, kontamine olmuş suyun tüketilmesi gibi yollarla bulaşıyor. Bebekler, 65 yaş üstü kişiler, bağışıklık sorunu yaşayan kişiler salmonella enfeksiyonu için risk grubunu oluştururken, bu bakteriden korunmanın en önemli yolu temizliğe dikkat etmek ve bulaş yaratabilecek durumlardan kaçınmaktan geçiyor.
Salmonella Nedir?Salmonella (salmonelloz), bağırsak yolunu etkileyen yaygın bir bakteriyel hastalıktır. Bakterilerin neden olduğu en yaygın gıda zehirlenmesi türlerinden biri olan salmonella, hayvan ve insan bağırsaklarında yaşar ve dışkı (dışkı) yoluyla dışarı atılır. İnsanlara en sık kontamine su veya yiyecekler yoluyla bulaşır. Salmonella enfeksiyonu yaz aylarında daha sık izlenirken genel olarak, çocukların salmonella kapma ihtimali diğer yaş gruplarından daha yüksek olmaktadır.Salmonella Belirtileri Nelerdir?Bazı kişilerde hiçbir semptom göstermeyen salmonella enfeksiyonu, genellikle bulaştan 12 ila 72 saat sonra ortaya çıkan ishal, ateş ve mide krampları ile belirti verir. Bununla birlikte salmonellanın belirtileri arasında baş ağrısı, mide bulantısı, kusma ve iştahsızlık da görülür. Bu belirtiler genellikle 4 ila 7 gün devam ederken, bazı kişilerde belirtiler daha ciddi şekilde seyredebilir.Salmonella belirtileri şöyledir: İshal Ateş Mide krampları Mide bulantısı ve kusma Baş ağrısı İştahsızlıkİshalSalmonella virüsünün en sık görülen belirtilerinin başında ishal gelir. Bozulmuş besinleri tüketmek, çiğ veya az pişmiş et-tavuk yedikten sonra yaygın olarak görülen salmonella virüsü ile birlikte ishalin görülme riski çok fazladır. AteşSalmonella virüsünde vücut bir nevi zehirlenme geçirir. Bunun etkisiyle de yüksek ateş semptomu görülebilir. Ateşin çok yüksek seyrettiği ve düşmediği durumlarda doktora başvurmak önemlidir.Mide krampları Salmonella virüsünün bağırsakları olumsuz etkilemesiyle kişi mide krampları da yaşayabilir. Krampların çok şiddetli seyrettiği vakalar olabilir. Mide bulantısı ve kusmaMide bulantısı ve kusma da salmonella virüsünün bulaşması sonucunda yaşanabilecek yaygın belirtiler arasındadır. Baş ağrısı Salmonellanın etkilerinden bir diğeri de baş ağrısıdır. Baş ağrısı ilk etapta ortaya çıkmasa da virüsün şiddetli seyrettiği vakalarda yoğun bağ ağrısı da yaşanabilir.İştahsızlık Salmonella virüsünün belirtilerinden biri de iştahsızlıktır. Salmonella Neden Olur?Salmonella bakterileri insanların, hayvanların ve kuşların bağırsaklarında yaşar. Çoğu insan, dışkı ile kontamine olmuş yiyecek veya su tüketerek salmonella ile enfekte olur. Yani enfeksiyonun başlıca sebebi bakteri ile temas etmiş yiyecek ve içeceklerin tüketilmesidir.Salmonella Enfeksiyonu Nasıl Bulaşır?Salmonella enfeksiyonu, salmonella bakterisinin insan vücuduna girmesi sonucunda meydana gelir. Hasta olan hayvan ve insan dışkısı ile temas etmek başta olmak üzere hayvan ve insan dışkısına bulaşmış az pişmiş yiyecekleri yemek, süt ve yıkanmamış çiğ sebze ve meyveleri tüketmek, çiğ etle temas eden yüzeylerde hazırlanan yiyecekleri yemek, yemek hazırlamadan önce ellerin yıkanmaması ile kaplumbağa, yılan, kertenkele, kuş ve civciv gibi salmonella bakterisi taşıma riski yüksek olan hayvanları tutmak ve öpmek salmonella bulaşma yolları arasında yer almaktadır.Salmonella Nasıl Teşhis Edilir?Salmonella enfeksiyonunun semptomları başka hastalıklarla benzerlik gösterir. Özellikle ishal, kusma, ateş ve mideye giren krampların salmonella sebepli olduğunu belirleyebilmek için hastaya gaita (dışkı) testi yapılması gerekmektedir. İnsanlarda bu semptomların ortaya çıkmasına sebep olan 2 binden fazla farklı tipte salmonella bakterisi bulunmaktadır. Yapılacak olan dışkı testi, hastanın hangi antibiyotiği kullanması gerektiğini belirleme açısından önem taşımaktadır.Salmonella TedavisiSalmonellaya maruz kalan çoğu insan ortalama 4-7 gün içinde iyileşir ve genellikle tedaviye ihtiyaç duymaz. Bu süreçte kişinin ishal nedeniyle kaybettiği sıvıyı yerine koymak için bol sıvı tüketmesi gerekmektedir. Ancak ishal, kusma gibi semptomları şiddetli şekilde yaşayan ve hastalığı bir haftadan uzun süren kişiler tedavilerini hastaneye yatarak gerçekleştirebilir. Bu hastalara hastanede intravenöz sıvılarla tedavi uygulanır. Bununla birlikte risk grubunda olan bebekler, 65 yas üstü kişiler, kanser hastaları gibi bağışıklık sistemi zayıf olan kişiler ile kan dolaşımında bakteri bulunan kişileri tedavi etmek amacyıla antibiyotik uygulanır.Salmonella'dan Korunma Yolları Nelerdir?Salmonella virüsünden korunmak için öncelikle hijyene dikkat etmek gerekir. Eller sık sık yıkanmalı, yiyecekler güvenli bir şekilde hazırlanmalı ve iyice yıkanmalı, çiğ et, süt veya yumurta tüketilmemelidir. Bunlara dikkat ederek salmonella virüsünün riski azaltılabilir.Salmonella virüsünde korunma yolları şöyle sıralanabilir: Eller yıkanmalıdır Yiyecekler güvenli bir şekilde hazırlanmalıdır Bulaştan kaçınılmalıdır Çiğ et, süt veya yumurta ürünleri yenilmemelidir Çapraz bulaşmayı önlemek için çiğ et, kümes hayvanları ve deniz ürünleri buzdolabında diğer yiyeceklerden uzakta saklanmalıdır. Mutfakta çiğ et ve meyve ile sebzeler için ayrı kesme tahtası kullanılmalıdır Pişmiş yiyecekler asla önceden çiğ et içeren yıkanmamış kaplara konulmamalıdır Yiyecek hazırlama yüzeyleri sabun ve suyla iyice yıkanmalıdır Çiğ yumurta yemekten kaçınılmalıdır. Ev yapımı kurabiye hamuru, dondurma, mayonez gibi ürünler çiğ yumurta içerir. Çiğ yumurta tüketmeniz gerekiyorsa, pastörize edildiğinden emin olun. Yiyecekler uygun şekilde pişirilmeli ve saklanmalıdır Kuş, kaplumbağa, kertenkele gibi hayvanlarla temasta dikkatli olunmalı, hayvanlar öpülmemedir. Kümes hayvanlarının etleri iyi pişirildikten sonra yenmelidir.Salmonella Hakkında Sık Sorulan SorularSalmonella nasıl bir hastalıktır?Salmonella hastalığı, hayvanların bağırsaklarında yaşayan salmonella bakterisinin insanlara bulaşması sonucunda kişide ishal, ateş, mide bulantısı, kusma ve mide kramplarına yol açabilen bakteriyel bir enfeksiyondur.Salmonella enfeksiyonu için kimler risk altındadır? 65 yaş ve üstü kişiler, bebekler, Kanser, HIV veya AIDS hastaları gibi zayıf bağışıklık sistemi olan kişiler, Crohn Hastalığı ve inflamatuar bağırsak hastalığı olanlar salmonella enfeksiyonu için risk altındadır.Salmonella tehlikeli midir? Salmonella enfeksiyonu geçiren çoğu kişi yaklaşık 7 gün içerisinde hastalığın belirtilerini atlatıp tamamen iyileşir. Ancak bağırsakların normal çalışmaya başlaması biraz zaman alabilir. Bazı kişilerde salmonella enfeksiyonu şiddetli bir şekilde seyredebilir. Bakteriler kan dolaşımına girerek karaciğere, böbreklere veya diğer organlara sirayet edebilmektedir. Bu gibi durumlarda hastalara antibiyotik tedavi uygulanması gerekir. Tedavinin zamanında uygulanmaması ölümlere neden olabilmektedir. Bununla birlikte Reiter Sendromu denilen salmonellanın az görülen komplikasyonu da ortaya çıkabilir. Reiter sendromunda kişi eklem ağrısı, gözlerde tahriş ve idrar yaparken ağrı oluşur. Uzun süre devam edebilen bu rahatsızlık tedavisi zor olan artritlere sebep olabilir. Salmonella enfeksiyonu için ne zaman doktora başvurulmalıdır?Özellikle risk grubunda yer alan kişilerde uzun süreli yüksek ateş, kanlı dışkı, normalden az idrara çıkma, ağız ve dil kuruluğu, koyu renkli idrar görülmesi gibi durumlarda uzman doktora başvurulması gerekmektedir.Salmonella enfeksiyonu maruziyetini artıran etkenler nelerdir?Uluslararası yolculuklar: Tifo ateşine neden olan çeşitler de dahil olmak üzere salmonella enfeksiyonu, sanitasyonun yetersiz olduğu gelişmekte olan ülkelerde daha yaygındır görülmektedir.Vücudun salmonella enfeksiyonu ile savaşmasını engelleyen durumlar nelerdir?Bağışıklık ile ilgili problemler: Bazı hastalıklar veya kullanılan ilaçlar, bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden olabilmektedir. Bu durum vücudun enfeksiyon ve hastalıklarla savaşma kabiliyetini sekteye uğratır. Bu durumda olan kişilerin salmonella bakterisi kapma riski daha yüksek olmaktadır. HIV/AIDS, orak hücre hastalığı, sıtma, organ nakli sonrası kullanılan ilaçlar, kortikosteroidler bu etkenler arasında yer almaktadır.Mide ve bağırsak sorunları: Mide ve bağırsakta görülen hastalıklar ile kullanılan bazı ilaçlar salmonella enfeksiyonu ile mücadeleyi zorlaştırabilir. Güçlü mide asidi salmonella bakterisini öldürebilir ancak hastalıklar ve kullanılan ilaçlar bu doğal savunmayı engelleyebilir. Antasitler, enflamatuar barsak hastalığı ve antibiyotik kullanımı vücudun salmonella bakterisi ile savaşma gücünü olumsuz yönde etkileyebilir.Salmonellanın vücutta su kaybına neden olduğu nasıl anlaşılır?Salmonella enfeksiyonu sebebiyle hastalarda ishal ve kusma görülür. ishal sebebiyle vücudun kaybettiği sıvı mutlaka yerine konulmalıdır. Vücudun su kaybettiği ise normalden daha az idrar yapma, idrar renginin daha koyu renkil olması, ağız ve dil kuruluğu, gözlerde çukurlaşma, gözyaşı yokluğu, yorgunluk ve sinirlilik gibi bulgularla anlaşılabilir.
Salmonella Nedir?Salmonella (salmonelloz), bağırsak yolunu etkileyen yaygın bir bakteriyel hastalıktır. Bakterilerin neden olduğu en yaygın gıda zehirlenmesi türlerinden biri olan salmonella, hayvan ve insan bağırsaklarında yaşar ve dışkı (dışkı) yoluyla dışarı atılır. İnsanlara en sık kontamine su veya yiyecekler yoluyla bulaşır. Salmonella enfeksiyonu yaz aylarında daha sık izlenirken genel olarak, çocukların salmonella kapma ihtimali diğer yaş gruplarından daha yüksek olmaktadır.Salmonella Belirtileri Nelerdir?Bazı kişilerde hiçbir semptom göstermeyen salmonella enfeksiyonu, genellikle bulaştan 12 ila 72 saat sonra ortaya çıkan ishal, ateş ve mide krampları ile belirti verir. Bununla birlikte salmonellanın belirtileri arasında baş ağrısı, mide bulantısı, kusma ve iştahsızlık da görülür. Bu belirtiler genellikle 4 ila 7 gün devam ederken, bazı kişilerde belirtiler daha ciddi şekilde seyredebilir.Salmonella belirtileri şöyledir:İshalSalmonella virüsünün en sık görülen belirtilerinin başında ishal gelir. Bozulmuş besinleri tüketmek, çiğ veya az pişmiş et-tavuk yedikten sonra yaygın olarak görülen salmonella virüsü ile birlikte ishalin görülme riski çok fazladır. AteşSalmonella virüsünde vücut bir nevi zehirlenme geçirir. Bunun etkisiyle de yüksek ateş semptomu görülebilir. Ateşin çok yüksek seyrettiği ve düşmediği durumlarda doktora başvurmak önemlidir.Mide krampları Salmonella virüsünün bağırsakları olumsuz etkilemesiyle kişi mide krampları da yaşayabilir. Krampların çok şiddetli seyrettiği vakalar olabilir. Mide bulantısı ve kusmaMide bulantısı ve kusma da salmonella virüsünün bulaşması sonucunda yaşanabilecek yaygın belirtiler arasındadır. Baş ağrısı Salmonellanın etkilerinden bir diğeri de baş ağrısıdır. Baş ağrısı ilk etapta ortaya çıkmasa da virüsün şiddetli seyrettiği vakalarda yoğun bağ ağrısı da yaşanabilir.İştahsızlık Salmonella virüsünün belirtilerinden biri de iştahsızlıktır. Salmonella Neden Olur?Salmonella bakterileri insanların, hayvanların ve kuşların bağırsaklarında yaşar. Çoğu insan, dışkı ile kontamine olmuş yiyecek veya su tüketerek salmonella ile enfekte olur. Yani enfeksiyonun başlıca sebebi bakteri ile temas etmiş yiyecek ve içeceklerin tüketilmesidir.Salmonella Enfeksiyonu Nasıl Bulaşır?Salmonella enfeksiyonu, salmonella bakterisinin insan vücuduna girmesi sonucunda meydana gelir. Hasta olan hayvan ve insan dışkısı ile temas etmek başta olmak üzere hayvan ve insan dışkısına bulaşmış az pişmiş yiyecekleri yemek, süt ve yıkanmamış çiğ sebze ve meyveleri tüketmek, çiğ etle temas eden yüzeylerde hazırlanan yiyecekleri yemek, yemek hazırlamadan önce ellerin yıkanmaması ile kaplumbağa, yılan, kertenkele, kuş ve civciv gibi salmonella bakterisi taşıma riski yüksek olan hayvanları tutmak ve öpmek salmonella bulaşma yolları arasında yer almaktadır.Salmonella Nasıl Teşhis Edilir?Salmonella enfeksiyonunun semptomları başka hastalıklarla benzerlik gösterir. Özellikle ishal, kusma, ateş ve mideye giren krampların salmonella sebepli olduğunu belirleyebilmek için hastaya gaita (dışkı) testi yapılması gerekmektedir. İnsanlarda bu semptomların ortaya çıkmasına sebep olan 2 binden fazla farklı tipte salmonella bakterisi bulunmaktadır. Yapılacak olan dışkı testi, hastanın hangi antibiyotiği kullanması gerektiğini belirleme açısından önem taşımaktadır.Salmonella TedavisiSalmonellaya maruz kalan çoğu insan ortalama 4-7 gün içinde iyileşir ve genellikle tedaviye ihtiyaç duymaz. Bu süreçte kişinin ishal nedeniyle kaybettiği sıvıyı yerine koymak için bol sıvı tüketmesi gerekmektedir. Ancak ishal, kusma gibi semptomları şiddetli şekilde yaşayan ve hastalığı bir haftadan uzun süren kişiler tedavilerini hastaneye yatarak gerçekleştirebilir. Bu hastalara hastanede intravenöz sıvılarla tedavi uygulanır. Bununla birlikte risk grubunda olan bebekler, 65 yas üstü kişiler, kanser hastaları gibi bağışıklık sistemi zayıf olan kişiler ile kan dolaşımında bakteri bulunan kişileri tedavi etmek amacyıla antibiyotik uygulanır.Salmonella'dan Korunma Yolları Nelerdir?Salmonella virüsünden korunmak için öncelikle hijyene dikkat etmek gerekir. Eller sık sık yıkanmalı, yiyecekler güvenli bir şekilde hazırlanmalı ve iyice yıkanmalı, çiğ et, süt veya yumurta tüketilmemelidir. Bunlara dikkat ederek salmonella virüsünün riski azaltılabilir.Salmonella virüsünde korunma yolları şöyle sıralanabilir:Salmonella Hakkında Sık Sorulan SorularSalmonella nasıl bir hastalıktır?Salmonella hastalığı, hayvanların bağırsaklarında yaşayan salmonella bakterisinin insanlara bulaşması sonucunda kişide ishal, ateş, mide bulantısı, kusma ve mide kramplarına yol açabilen bakteriyel bir enfeksiyondur.Salmonella enfeksiyonu için kimler risk altındadır? 65 yaş ve üstü kişiler, bebekler, Kanser, HIV veya AIDS hastaları gibi zayıf bağışıklık sistemi olan kişiler, Crohn Hastalığı ve inflamatuar bağırsak hastalığı olanlar salmonella enfeksiyonu için risk altındadır.Salmonella tehlikeli midir? Salmonella enfeksiyonu geçiren çoğu kişi yaklaşık 7 gün içerisinde hastalığın belirtilerini atlatıp tamamen iyileşir. Ancak bağırsakların normal çalışmaya başlaması biraz zaman alabilir. Bazı kişilerde salmonella enfeksiyonu şiddetli bir şekilde seyredebilir. Bakteriler kan dolaşımına girerek karaciğere, böbreklere veya diğer organlara sirayet edebilmektedir. Bu gibi durumlarda hastalara antibiyotik tedavi uygulanması gerekir. Tedavinin zamanında uygulanmaması ölümlere neden olabilmektedir. Bununla birlikte Reiter Sendromu denilen salmonellanın az görülen komplikasyonu da ortaya çıkabilir. Reiter sendromunda kişi eklem ağrısı, gözlerde tahriş ve idrar yaparken ağrı oluşur. Uzun süre devam edebilen bu rahatsızlık tedavisi zor olan artritlere sebep olabilir. Salmonella enfeksiyonu için ne zaman doktora başvurulmalıdır?Özellikle risk grubunda yer alan kişilerde uzun süreli yüksek ateş, kanlı dışkı, normalden az idrara çıkma, ağız ve dil kuruluğu, koyu renkli idrar görülmesi gibi durumlarda uzman doktora başvurulması gerekmektedir.Salmonella enfeksiyonu maruziyetini artıran etkenler nelerdir?Uluslararası yolculuklar: Tifo ateşine neden olan çeşitler de dahil olmak üzere salmonella enfeksiyonu, sanitasyonun yetersiz olduğu gelişmekte olan ülkelerde daha yaygındır görülmektedir.Vücudun salmonella enfeksiyonu ile savaşmasını engelleyen durumlar nelerdir?Bağışıklık ile ilgili problemler: Bazı hastalıklar veya kullanılan ilaçlar, bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden olabilmektedir. Bu durum vücudun enfeksiyon ve hastalıklarla savaşma kabiliyetini sekteye uğratır. Bu durumda olan kişilerin salmonella bakterisi kapma riski daha yüksek olmaktadır. HIV/AIDS, orak hücre hastalığı, sıtma, organ nakli sonrası kullanılan ilaçlar, kortikosteroidler bu etkenler arasında yer almaktadır.Mide ve bağırsak sorunları: Mide ve bağırsakta görülen hastalıklar ile kullanılan bazı ilaçlar salmonella enfeksiyonu ile mücadeleyi zorlaştırabilir. Güçlü mide asidi salmonella bakterisini öldürebilir ancak hastalıklar ve kullanılan ilaçlar bu doğal savunmayı engelleyebilir. Antasitler, enflamatuar barsak hastalığı ve antibiyotik kullanımı vücudun salmonella bakterisi ile savaşma gücünü olumsuz yönde etkileyebilir.Salmonellanın vücutta su kaybına neden olduğu nasıl anlaşılır? | 6,652 |