Unnamed: 0
int64 0
916
| category
stringclasses 3
values | topic
stringlengths 3
74
| text
stringlengths 2.18k
77.7k
| num_tokens
int64 792
28.2k
|
---|---|---|---|---|
300 | Hastalıklar | Diyabetik Nefropati | Diyabet (şeker hastalığı) ve diyabete eşlik eden yüksek tansiyon rahatsızlığı (hipertansiyon), vücutta böbrek hasarına yol açarak diyabetik nefropati hastalığının gelişmesine neden olabiliyor. Diyabetin kişinin yaşam kalitesini bozan ciddi bir komplikasyonu olan diyabetik nefropati, takip ve tedavi edilmediği takdirde böbrek yetmezliği ve en sonunda da yaşam kaybına yol açabiliyor. Düzenli takibin hayati önem taşıdığı diyabetik nefropatide kan şekeri yüksekliği, genetik yatkınlık, obezite ve hipertansiyon risk faktörlerini oluşturuyor. Risk faktörlerini ortadan kaldırmak ya da kontrol altında tutmak ise tedavinin en önemli aşamasını oluşturuyor. Diyabet (şeker hastalığı) ve diyabete eşlik eden yüksek tansiyon rahatsızlığı (hipertansiyon), vücutta böbrek hasarına yol açarak diyabetik nefropati hastalığının gelişmesine neden olabiliyor. Diyabetin kişinin yaşam kalitesini bozan ciddi bir komplikasyonu olan diyabetik nefropati, takip ve tedavi edilmediği takdirde böbrek yetmezliği ve en sonunda da yaşam kaybına yol açabiliyor. Düzenli takibin hayati önem taşıdığı diyabetik nefropatide kan şekeri yüksekliği, genetik yatkınlık, obezite ve hipertansiyon risk faktörlerini oluşturuyor. Risk faktörlerini ortadan kaldırmak ya da kontrol altında tutmak ise tedavinin en önemli aşamasını oluşturuyor.
Diyabetik nefropati nedir?Diyabetik nefropati, diyabetin en önemli ve en sık görülen aynı zamanda yaşam kalitesini bozan komplikasyonlarından biridir. Diyabetik böbrek hastalığı da denilen bu rahatsızlıkta, düzenli takip ve uygun tedavi hayati öneme sahiptir.Diyabetik nefropatinin belirtileri nelerdir?Diyabetik nefropati hastalığının erken döneminde herhangi bir belirti fark edilmeyebilir. Ancak ilerleyen dönemlerde hipertansiyon, idrarda protein, albuminürinin düzeyine bağlı olarak özellikle ayak-ayak bilekleri veya ellerde ödem ve vücutta kilo artışı, sık idrara çıkma, kafa karışıklığı ve dikkat dağınıklığı, nefes darlığı, iştah kaybı, mide bulantısı ve kusma belirtileri ortaya çıkar. Diyabetlilerde hipertansiyon (HT), diyabeti olmayanlara göre iki kat daha sık görülmektedir.Diyabetik nefropati nedenleri nelerdir? Toplumda sık görülen diyabet hastalığının bir komplikasyonu olan diyabetik nefropati; tedavi edilmeyen veya yeterli derecede kontrol altına alınmayan diyabetin böbreklerdeki kan atıklarını filtreleyen kan damarı kümelerine zarar vermesi ile ortaya çıkar. Bu durum böbrek hasarına yol açarken, aynı zamanda yüksek tansiyona da neden olabilir. Ortaya çıkan yüksek tansiyon ise böbreklerin filtreleme sistemindeki basıncı yükselterek böbreklerin daha fazla hasar almasına yol açar. Hipertansiyonun hem diyabetik nefropati nedeni olduğu hem de hastalığın oluşturduğu hasarın bir sonucu olduğu düşünülmektedir. Kontrol altına alınmayan yüksek tansiyon, diyabetik nefropatinin ilerlemesini daha hızlı bir hale getirebilmektedir. Diyabetik nefropati tanısı nasıl konulur?Diyabetik nefropati (diyabetik böbrek) diyabet ile ilgili yapılan testler sırasında tespit edilir. Tip 1 diyabete sahip olan kişilere tanıdan beş yıl sonra diyabetik nefropati taraması önerilirken, tip 2 diyabet teşhisi alanlarda bu taramalara hemen başlanmaktadır. Teşhis için yapılan rutin tarama testleri şu şekildedir.İdrar albümin testi: Böbrekler, albümini filtrelemez. İdrardaki kan proteini olan albümini tespit etmek için yapılan bu test sonucunda idrarda fazla miktarda protein bulunması ( 24 saatlik idrarda > 300 mg ), böbrek fonksiyonunun yetersiz olduğunu gösterir. Albümin/kreatinin oranı testi: Kreatinin, sağlıklı böbreklerin kandan süzdüğü bir atıktır. Albümin/kreatinin oranı (idrarda albumin/kreatinin ≥30 mg/gr) böbrek fonksiyonu ile ilgili bilgi verir.Glomerüler filtrasyon hızı (GFR): Bir kan örneğindeki kreatinin ölçüsü, böbreklerin kanı ne kadar hızlı süzdüğünü tahmin etmek için kullanılabilir. Filtrasyon hızının düşük olması, böbrek fonksiyonunun zayıf olduğunu gösterir.Üç aylık periyod içinde yapılan bu 3 tetkikin iki veya daha fazlasında sürekli albuminüri (24 saatlik idrarda > 300 mg ya da spot idrarda albumin/kreatinin ≥30 mg/gr ) saptanması durumunda tanı konulur.Laboratuvar testlerinin yanı sıra uzman hekim böbreklerin durumunu değerlendirmek amacıyla röntgen, ultrason, bilgisayarlı tomografi ve MR gibi görüntüleme cihazlarından da faydalanabilmektedir.Diyabetik nefropatinin tedavisi nasıl uygulanır?Diyabetik nefropati tedavisinde en önemli yaklaşım etkili kan şekeri kontrolünün sağlanmasıdır. Benzer şekilde kan basıncının (tansiyonun) istenilen düzeylerde tutulabilmesi, diyabetik nefropati riskini azaltır ve ilerlemesini yavaşlatır. Diyette tuz alınımın kısıtlanması hem kan basıncı kontrolünü kolaylaştırmakta hem de kardiyovasküler hastalık riskini azaltmaktadır. Albumin/kreatinin oranı devamlı olarak yüksek ise, hipertansiyon olmasa bile, kronik böbrek hastalığını geciktirmek için ACEI/ARB grubundan anti-hipertansif ilaçlar kullanılmaktadır.İleri seviyeye gelmiş diyabetik nefropati yani böbrek yetmezliğinin tedavisinde ise diyaliz, böbrek nakli veya semptom yönetimi gibi yöntemler uygulanmaktadır.Diyabetik nefropati ile ilgili sık sorulan sorular Diyabetik hastada nefropati taraması ne sıklıkta yapılmalıdır?Tip 1 diyabetli erişkinlerde diyabetin başlangıcından 5 yıl sonra başlamak üzere yılda bir kez, Tip 2 diyabetlilerde ise tanıdan başlayarak yılda bir kez eGFR (tahmini glomeruler filtrasyon hızı) ve idrar albumin/kreatinin oranı ya da 24 saatlik idrarda albuminüri düzeyi (protein kaçağı varlığı) bakılarak diyabetik nefropati taraması yapılmalıdır.Diyabetik nefropatinin risk faktörleri nelerdir?Hipergliseminin yani kan şekeri yüksekliğinin süresi ve derecesi, genetik yatkınlık, etnik köken, obezite, hipertansiyon, dislipidemi (kolesterol düzeylerinde bozukluklar), sigara kullanımı, ailede diyabet ve böbrek hastalığı öyküsü bulunması diyabetik nefropatinin risk faktörlerini oluşturmaktadır.Diyabetik nefropati en çok kimlerde görülür?Diyabetik nefropati genellikle Tip 1 diyabete sahip kişilerde tanıdan 5 yıl sonrasında ortaya çıkabilirken, Tip 2 diyabetli olanlarda tanı anından itibaren görülebilmektedir. Ayrıca kan şekeri ve kan basıncı kontrol altında olmayan diyabetik hastalarda görülme sıklığı artmaktadır.Diyabetik nefropati önlenebilir bir hastalık mıdır?Tip 1 ve tip 2 diyabetli hastalarda nefropatiyi önlemek veya ilerlemesini geciktirmek için sigaranın bırakılması, uygun boy kilo endeksine sahip olma yani ideal kiloda olunması, kan şekeri kontrolünün en iyi şekilde sağlanması hatta gerekirse yoğun diyabet tedavisi yapılması gereklidir. Son yıllarda kullanıma giren bazı antidiyabetik ilaçların diyabetli hastalarda kan şekeri kontrolü ötesinde böbrek fonksiyonları üzerinde olumlu etkileri de olduğu gösterilmiştir. Ayrıca sıkı kan basıncı ve kolesterol kontrolü sağlanması, diyabetik nefropati riskini azaltır ve ilerlemesini yavaşlatır.Diyabetik nefropati evreleri nelerdir?Diyabetik nefropatinin temelde 4 evresi vardır:1) Hiperfiltrasyon evresi (Glomeruler filtrasyon hızı artar)2) Mikroalbuminüri3) Makroalbuminüri: Aşikar proteinüri4) Kronik böbrek hastalığı gelişimiDiyabetik nefropati diyeti nasıl uygulanır?Diyabetik böbrek hastalığı olan bireylerde günlük protein alımı (0.8 g/kg/gün) azaltılmalıdır. Ayrıca diyette tuz alımının kısıtlanması kan basıncı kontrolü ve kardiyovasküler (kalp ve damar sistemi) riski azaltmak için etkili olmaktadır.Diyabetik nefropati tedavi edilmezse ne olur?Diyabetik nefropati takip ve tedavi edilmediği sürece böbrek hasarının ilerlemesine ve zaman içerisinde kronik böbrek yetmezliği ile birlikte diyaliz ihtiyacına neden olabilmektedir.Diyabetik nefropati ölüme sebep olur mu?Diyabetik nefropati genellikle eşlik eden kalp ve damar sorunları nedeni ile ölüm riski taşımaktadır. Ayrıca diyabetik nefropatiye bağlı gelişen kronik böbrek yetmezliğinde, diyaliz tedavisiyle birlikte, diyaliz ilişkili komplikasyonlar nedeni ile de ölüm riski artmaktadır.Diyabetik nefropati nasıl takip edilir?Tip 1 diyabetli erişkinlerde diyabetin başlangıcından 5 yıl sonra başlamak üzere yılda bir kez, Tip 2 diyabetlilerde ise tanıdan başlayarak yılda bir kez proteinüri ve glomeruler filtrasyon hızına bakılmalıdır. Bu süreçte böbrek fonksiyonlarının ilerleyici olarak azalması, >300 mg/gün proteinüri saptanması ya da kontrolsüz hipertansiyon varlığında mutlaka hastalar nefroloji uzmanına yönlendirilmelidir.Diyabetik nefropati hastaları nelere dikkat etmelidir?Diyabetik nefropati hastalarının önerilen takip zamanlarında planlanan tetkiklerini yaptırmaları, önerilen diyete uymaları, kan şekeri ve kan basıncı kontrolünde önerilen hedeflere uymaları, verilen tedavileri zamanında ve aksatmadan kullanmaları gerekmektedir.Ne zaman doktora gidilmelidir?Herhangi bir böbrek hastalığı belirtisi veya semptomu olduğu durumlarda mutlaka uzman hekime başvurulmalıdır. Diyabet hastaları, böbrek fonksiyonunu ölçen testler için yılda bir kez veya önerildiği şekilde doktorlarını ziyaret etmelidir.Diyabetik nefropati nasıl erken teşhis edilebilir?Diyabetik nefropatinin erken teşhis edilebilmesi için “Albümin” adı verilen proteinin idrardaki varlığını kontrol ettirmek gerekmektedir. Normal şartlarda idrar içinde albümin bulunmamalıdır. Bunun için idrar testi düzenli ve önerilen aralıklar ile yaptırılmalıdır.Diyabetik nefropati hastaları nelere dikkat etmelidir?Diyabetik nefropati hastalarının rahatsızlıklarını kontrol altında tutabilmek için ev ve sosyal hayatlarına dikkat etmesi gerekir. Çünkü diyet, egzersiz ve kendi kendine yönetim, kan şekeri düzeylerini ve yüksek tansiyonu kontrol etmek için gereklidir.Diyabetik nefropati riski altında bulunan ya da diyabetik nefropati hastalığı olanların dikkatli olması gereken noktalar şunlardır:- Kan şekeri seviyesi düzenli olarak takip edilmelidir. Böbrek hasarını önlemenin veya yavaşlatmanın en iyi yolu, kan şekerini iyi şekilde kontrol altında tutmaktan geçmektedir. Bu genellikle diyet, egzersiz ve gerekirse insülin veya hipoglisemik haplarla yapılır.-Yüksek tansiyon kontrol altında tutulmalıdır. Yüksek tansiyon, böbrek yetmezliği riskini artırmaktadır. Uzman doktor ile görüşülerek kan basıncının normal seviyesinin korunması konusunda destek alınmalıdır.- Günlük rutin egzersiz programı hazırlanıp, hareketli halde kalınmaya çalışılmalıdır.-Sağlıklı bir beslenme programı oluşturulmalıdır. Bol miktarda meyve, nişasta içeriğine sahip olmayan sebzeler, kepekli tahıllar ve baklagiller içeren yüksek lifli bir diyet listesi hazırlanmalıdır. Ayrıca doymuş yağların, işlenmiş etlerin, tatlıların ve sodyumun sınırlanmasına dikkat edilmelidir.-Protein, kontrollü şekilde tüketilmelidir. Şeker hastalığı ve böbrek hastalığı olan kişiler, sağlıkları için yeterince protein tüketmeli, ancak aşırı yemekten kaçınmalıdır.- İdrar yapmada karşılaşılan zorluklar mutlaka ilgili uzman hekime bildirilmelidir. Çünkü idrar yolu enfeksiyonlarında erken tedavi önemlidir.- Sigara kullanımı tamamen bırakılmalıdır.- Sağlıklı kiloda kalmaya çalışılmalıdır. Kilo verilmesi gerekiyorsa mutlaka uzman bir diyetisyen ile görüşülmelidir.- İbuprofen ve naproksen gibi NSAİİ'ler (steroid olmayan anti-inflamatuvar ilaçlar) başta olmak üzere böbreklere zarar verebilecek ilaçlar kullanılmamalıdır. Herhangi bir bitkisel takviye almadan önce mutlaka doktora danışılmalıdır. Çünkü bazı bitkisel ürün ve takviyeler böbreklere zarar verebilir.- Diyabetik nefropati hastaları, gittikleri sağlık kurumlarına mutlaka tıbbi geçmişleri ile ilgili bilgi vermelidir.
Diyabetik nefropati nedir?Diyabetik nefropati, diyabetin en önemli ve en sık görülen aynı zamanda yaşam kalitesini bozan komplikasyonlarından biridir. Diyabetik böbrek hastalığı da denilen bu rahatsızlıkta, düzenli takip ve uygun tedavi hayati öneme sahiptir.Diyabetik nefropatinin belirtileri nelerdir?Diyabetik nefropati hastalığının erken döneminde herhangi bir belirti fark edilmeyebilir. Ancak ilerleyen dönemlerde hipertansiyon, idrarda protein, albuminürinin düzeyine bağlı olarak özellikle ayak-ayak bilekleri veya ellerde ödem ve vücutta kilo artışı, sık idrara çıkma, kafa karışıklığı ve dikkat dağınıklığı, nefes darlığı, iştah kaybı, mide bulantısı ve kusma belirtileri ortaya çıkar. Diyabetlilerde hipertansiyon (HT), diyabeti olmayanlara göre iki kat daha sık görülmektedir.Diyabetik nefropati nedenleri nelerdir? Toplumda sık görülen diyabet hastalığının bir komplikasyonu olan diyabetik nefropati; tedavi edilmeyen veya yeterli derecede kontrol altına alınmayan diyabetin böbreklerdeki kan atıklarını filtreleyen kan damarı kümelerine zarar vermesi ile ortaya çıkar. Bu durum böbrek hasarına yol açarken, aynı zamanda yüksek tansiyona da neden olabilir. Ortaya çıkan yüksek tansiyon ise böbreklerin filtreleme sistemindeki basıncı yükselterek böbreklerin daha fazla hasar almasına yol açar. Hipertansiyonun hem diyabetik nefropati nedeni olduğu hem de hastalığın oluşturduğu hasarın bir sonucu olduğu düşünülmektedir. Kontrol altına alınmayan yüksek tansiyon, diyabetik nefropatinin ilerlemesini daha hızlı bir hale getirebilmektedir. Diyabetik nefropati tanısı nasıl konulur?Diyabetik nefropati (diyabetik böbrek) diyabet ile ilgili yapılan testler sırasında tespit edilir. Tip 1 diyabete sahip olan kişilere tanıdan beş yıl sonra diyabetik nefropati taraması önerilirken, tip 2 diyabet teşhisi alanlarda bu taramalara hemen başlanmaktadır. Teşhis için yapılan rutin tarama testleri şu şekildedir.İdrar albümin testi: Böbrekler, albümini filtrelemez. İdrardaki kan proteini olan albümini tespit etmek için yapılan bu test sonucunda idrarda fazla miktarda protein bulunması ( 24 saatlik idrarda > 300 mg ), böbrek fonksiyonunun yetersiz olduğunu gösterir. Albümin/kreatinin oranı testi: Kreatinin, sağlıklı böbreklerin kandan süzdüğü bir atıktır. Albümin/kreatinin oranı (idrarda albumin/kreatinin ≥30 mg/gr) böbrek fonksiyonu ile ilgili bilgi verir.Glomerüler filtrasyon hızı (GFR): Bir kan örneğindeki kreatinin ölçüsü, böbreklerin kanı ne kadar hızlı süzdüğünü tahmin etmek için kullanılabilir. Filtrasyon hızının düşük olması, böbrek fonksiyonunun zayıf olduğunu gösterir.Üç aylık periyod içinde yapılan bu 3 tetkikin iki veya daha fazlasında sürekli albuminüri (24 saatlik idrarda > 300 mg ya da spot idrarda albumin/kreatinin ≥30 mg/gr ) saptanması durumunda tanı konulur.Laboratuvar testlerinin yanı sıra uzman hekim böbreklerin durumunu değerlendirmek amacıyla röntgen, ultrason, bilgisayarlı tomografi ve MR gibi görüntüleme cihazlarından da faydalanabilmektedir.Diyabetik nefropatinin tedavisi nasıl uygulanır?Diyabetik nefropati tedavisinde en önemli yaklaşım etkili kan şekeri kontrolünün sağlanmasıdır. Benzer şekilde kan basıncının (tansiyonun) istenilen düzeylerde tutulabilmesi, diyabetik nefropati riskini azaltır ve ilerlemesini yavaşlatır. Diyette tuz alınımın kısıtlanması hem kan basıncı kontrolünü kolaylaştırmakta hem de kardiyovasküler hastalık riskini azaltmaktadır. Albumin/kreatinin oranı devamlı olarak yüksek ise, hipertansiyon olmasa bile, kronik böbrek hastalığını geciktirmek için ACEI/ARB grubundan anti-hipertansif ilaçlar kullanılmaktadır.İleri seviyeye gelmiş diyabetik nefropati yani böbrek yetmezliğinin tedavisinde ise diyaliz, böbrek nakli veya semptom yönetimi gibi yöntemler uygulanmaktadır.Diyabetik nefropati ile ilgili sık sorulan sorular Diyabetik hastada nefropati taraması ne sıklıkta yapılmalıdır?Tip 1 diyabetli erişkinlerde diyabetin başlangıcından 5 yıl sonra başlamak üzere yılda bir kez, Tip 2 diyabetlilerde ise tanıdan başlayarak yılda bir kez eGFR (tahmini glomeruler filtrasyon hızı) ve idrar albumin/kreatinin oranı ya da 24 saatlik idrarda albuminüri düzeyi (protein kaçağı varlığı) bakılarak diyabetik nefropati taraması yapılmalıdır.Diyabetik nefropatinin risk faktörleri nelerdir?Hipergliseminin yani kan şekeri yüksekliğinin süresi ve derecesi, genetik yatkınlık, etnik köken, obezite, hipertansiyon, dislipidemi (kolesterol düzeylerinde bozukluklar), sigara kullanımı, ailede diyabet ve böbrek hastalığı öyküsü bulunması diyabetik nefropatinin risk faktörlerini oluşturmaktadır.Diyabetik nefropati en çok kimlerde görülür?Diyabetik nefropati genellikle Tip 1 diyabete sahip kişilerde tanıdan 5 yıl sonrasında ortaya çıkabilirken, Tip 2 diyabetli olanlarda tanı anından itibaren görülebilmektedir. Ayrıca kan şekeri ve kan basıncı kontrol altında olmayan diyabetik hastalarda görülme sıklığı artmaktadır.Diyabetik nefropati önlenebilir bir hastalık mıdır?Tip 1 ve tip 2 diyabetli hastalarda nefropatiyi önlemek veya ilerlemesini geciktirmek için sigaranın bırakılması, uygun boy kilo endeksine sahip olma yani ideal kiloda olunması, kan şekeri kontrolünün en iyi şekilde sağlanması hatta gerekirse yoğun diyabet tedavisi yapılması gereklidir. Son yıllarda kullanıma giren bazı antidiyabetik ilaçların diyabetli hastalarda kan şekeri kontrolü ötesinde böbrek fonksiyonları üzerinde olumlu etkileri de olduğu gösterilmiştir. Ayrıca sıkı kan basıncı ve kolesterol kontrolü sağlanması, diyabetik nefropati riskini azaltır ve ilerlemesini yavaşlatır.Diyabetik nefropati evreleri nelerdir?Diyabetik nefropatinin temelde 4 evresi vardır:1) Hiperfiltrasyon evresi (Glomeruler filtrasyon hızı artar)2) Mikroalbuminüri3) Makroalbuminüri: Aşikar proteinüri4) Kronik böbrek hastalığı gelişimiDiyabetik nefropati diyeti nasıl uygulanır?Diyabetik böbrek hastalığı olan bireylerde günlük protein alımı (0.8 g/kg/gün) azaltılmalıdır. Ayrıca diyette tuz alımının kısıtlanması kan basıncı kontrolü ve kardiyovasküler (kalp ve damar sistemi) riski azaltmak için etkili olmaktadır.Diyabetik nefropati tedavi edilmezse ne olur?Diyabetik nefropati takip ve tedavi edilmediği sürece böbrek hasarının ilerlemesine ve zaman içerisinde kronik böbrek yetmezliği ile birlikte diyaliz ihtiyacına neden olabilmektedir.Diyabetik nefropati ölüme sebep olur mu?Diyabetik nefropati genellikle eşlik eden kalp ve damar sorunları nedeni ile ölüm riski taşımaktadır. Ayrıca diyabetik nefropatiye bağlı gelişen kronik böbrek yetmezliğinde, diyaliz tedavisiyle birlikte, diyaliz ilişkili komplikasyonlar nedeni ile de ölüm riski artmaktadır.Diyabetik nefropati nasıl takip edilir?Tip 1 diyabetli erişkinlerde diyabetin başlangıcından 5 yıl sonra başlamak üzere yılda bir kez, Tip 2 diyabetlilerde ise tanıdan başlayarak yılda bir kez proteinüri ve glomeruler filtrasyon hızına bakılmalıdır. Bu süreçte böbrek fonksiyonlarının ilerleyici olarak azalması, >300 mg/gün proteinüri saptanması ya da kontrolsüz hipertansiyon varlığında mutlaka hastalar nefroloji uzmanına yönlendirilmelidir.Diyabetik nefropati hastaları nelere dikkat etmelidir?Diyabetik nefropati hastalarının önerilen takip zamanlarında planlanan tetkiklerini yaptırmaları, önerilen diyete uymaları, kan şekeri ve kan basıncı kontrolünde önerilen hedeflere uymaları, verilen tedavileri zamanında ve aksatmadan kullanmaları gerekmektedir.Ne zaman doktora gidilmelidir?Herhangi bir böbrek hastalığı belirtisi veya semptomu olduğu durumlarda mutlaka uzman hekime başvurulmalıdır. Diyabet hastaları, böbrek fonksiyonunu ölçen testler için yılda bir kez veya önerildiği şekilde doktorlarını ziyaret etmelidir.Diyabetik nefropati nasıl erken teşhis edilebilir?Diyabetik nefropatinin erken teşhis edilebilmesi için “Albümin” adı verilen proteinin idrardaki varlığını kontrol ettirmek gerekmektedir. Normal şartlarda idrar içinde albümin bulunmamalıdır. Bunun için idrar testi düzenli ve önerilen aralıklar ile yaptırılmalıdır.Diyabetik nefropati hastaları nelere dikkat etmelidir?Diyabetik nefropati hastalarının rahatsızlıklarını kontrol altında tutabilmek için ev ve sosyal hayatlarına dikkat etmesi gerekir. Çünkü diyet, egzersiz ve kendi kendine yönetim, kan şekeri düzeylerini ve yüksek tansiyonu kontrol etmek için gereklidir.Diyabetik nefropati riski altında bulunan ya da diyabetik nefropati hastalığı olanların dikkatli olması gereken noktalar şunlardır:- Kan şekeri seviyesi düzenli olarak takip edilmelidir. Böbrek hasarını önlemenin veya yavaşlatmanın en iyi yolu, kan şekerini iyi şekilde kontrol altında tutmaktan geçmektedir. Bu genellikle diyet, egzersiz ve gerekirse insülin veya hipoglisemik haplarla yapılır.-Yüksek tansiyon kontrol altında tutulmalıdır. Yüksek tansiyon, böbrek yetmezliği riskini artırmaktadır. Uzman doktor ile görüşülerek kan basıncının normal seviyesinin korunması konusunda destek alınmalıdır.- Günlük rutin egzersiz programı hazırlanıp, hareketli halde kalınmaya çalışılmalıdır.-Sağlıklı bir beslenme programı oluşturulmalıdır. Bol miktarda meyve, nişasta içeriğine sahip olmayan sebzeler, kepekli tahıllar ve baklagiller içeren yüksek lifli bir diyet listesi hazırlanmalıdır. Ayrıca doymuş yağların, işlenmiş etlerin, tatlıların ve sodyumun sınırlanmasına dikkat edilmelidir.-Protein, kontrollü şekilde tüketilmelidir. Şeker hastalığı ve böbrek hastalığı olan kişiler, sağlıkları için yeterince protein tüketmeli, ancak aşırı yemekten kaçınmalıdır.- İdrar yapmada karşılaşılan zorluklar mutlaka ilgili uzman hekime bildirilmelidir. Çünkü idrar yolu enfeksiyonlarında erken tedavi önemlidir.- Sigara kullanımı tamamen bırakılmalıdır.- Sağlıklı kiloda kalmaya çalışılmalıdır. Kilo verilmesi gerekiyorsa mutlaka uzman bir diyetisyen ile görüşülmelidir.- İbuprofen ve naproksen gibi NSAİİ'ler (steroid olmayan anti-inflamatuvar ilaçlar) başta olmak üzere böbreklere zarar verebilecek ilaçlar kullanılmamalıdır. Herhangi bir bitkisel takviye almadan önce mutlaka doktora danışılmalıdır. Çünkü bazı bitkisel ürün ve takviyeler böbreklere zarar verebilir.- Diyabetik nefropati hastaları, gittikleri sağlık kurumlarına mutlaka tıbbi geçmişleri ile ilgili bilgi vermelidir. | 7,965 |
301 | Hastalıklar | Dudak kanseri (dudak tümörü) | Dudak derisinde oluşan, alt veya üst dudakta görülebilen dudak kanseri ileri cerrahinin yanında ileri onkolojik yöntemlerle tedavi edilebiliyor. En çok erkekleri etkilediği bilinen dudak kanserinde erken teşhis her kanserde olduğu gibi önem taşıyor. Memorial Şişli Hastanesi Kulak Burun ve Boğaz Hastalıkları Bölümü’nden Prof. Dr. Ela Araz Server, dudak kanseri ve dudak tümörü hakkında bilgi verdi.Dudak derisinde oluşan, alt veya üst dudakta görülebilen dudak kanseri ileri cerrahinin yanında ileri onkolojik yöntemlerle tedavi edilebiliyor. En çok erkekleri etkilediği bilinen dudak kanserinde erken teşhis her kanserde olduğu gibi önem taşıyor. Memorial Şişli Hastanesi Kulak Burun ve Boğaz Hastalıkları Bölümü’nden Prof. Dr. Ela Araz Server, dudak kanseri ve dudak tümörü hakkında bilgi verdi.
Dudak kanseri nedir?Dudak kanseri dudak mukozası ve derisinde ortaya çıkan kötü huylu tümörlerdir. Dudak kanseri, üst veya alt dudağın herhangi bir yerinde ortaya çıkabilir ancak en yaygın olarak alt dudakta görülür. Dudak kanserlerinin çoğu skuamöz hücreli karsinomlardır, yani cildin orta ve dış katmanlarında skuamöz hücreler olarak adlandırılan ince, düz hücrelerde başlarlar. Dudak kanseri risk faktörleri aşırı güneşe maruz kalma ve tütün kullanımını içerir. Yüzünüzü güneşten şapka veya güneş kremi ile koruyarak ve sigarayı bırakarak dudak kanseri riskinizi azaltabilirsiniz. Dudak kanseri tedavisinde genellikle kanserli dokuların çıkarılması için cerrahi yönteme başvurulur. Küçük dudak kanserleri için ameliyat, görünümünüz üzerinde minimum etkisi olan küçük bir prosedür olabilir. Daha büyük dudak kanserleri için daha kapsamlı cerrahi gerekebilir. Dikkatli planlama ve yeniden yapılandırma, normal yemek yeme ve konuşma yeteneğinizi koruyabilir ve ayrıca ameliyattan sonra tatmin edici bir görünüm elde edilebilir. İleri kanser tedavileri ve cerrahideki yöntemler sağlığı ve görünümü eski haline getirebilir. Tedavi seçenekleri hakkında mutlaka uzman bir hekimle konuşulmalı, tedavi yöntemleri erken dönemde belirlenmelidir.Dudak kanseri neden olur?Dudak kanserinin nedenleri sıklıkla merak edilir. Dudak kanserine neyin neden olduğu net olmamakla birlikte, bazı risk faktörleri vardır. Genel olarak kanser, hücrelerin DNA'larında değişiklikler (mutasyonlar) geliştirdiğinde başlar. Hücrelerin bu değişikliklerle birlikte bölünme hızı artar. Böylece belli doku hücreleri de hızla çoğalır. Hızlı çoğalan bu hücreler bir araya gelerek tümörü oluşturur. Yaşam tarzı dudak kanseri riskini etkiler. Sigara içmek, diğer tütün ürünlerini kullanmak, aşırı alkol almak, doğrudan güneş ışığına maruz kalmak, açık renk cilde sahip olmak, erkek olmak, HPV enfeksiyonu ve 40 yaş üstü olmak da dudak kanseri sebepleri arasında yer almakla birlikte bunlar risk faktörleri arasında da sayılabilmektedir.Dudak kanseri belirtileri nelerdir?Dudak kanserinin belirti ve semptomları şunları içerir: Dudakta düz veya hafif kabarık beyazımsı renk değişikliği, Dudakta iyileşmeyen bir yara, kabuklanma, Dudaklarda veya ağız çevresindeki ciltte karıncalanma, ağrı veya uyuşma.Dudak kanseri başlarda bir belirti göstermeyebilir. Rutin bir muayene esnasında hekimler dudak kanserini fark edebilir.Dudak kanseri nasıl teşhis edilir?Dudak kanseri belirtileriniz veya semptomlarınız varsa, doktorunuza görünün. Hekimler, sorunlu bölgeyi kontrol etmek isteyecektir. Muayenede kişisel sağlık tarihiniz, sigara ve alkol geçmişi, geçirilen diş tedavileri, ailesel hastalık öyküsü, kullanılan ilaçlar da sorgulanır. Eğer dudak kanseri şüphesi varsa biyopsi yapılabilir. Bölgeden küçük bir örnek alınır ve bu örnek patoloji laboratuvarına gönderilir. Biyopsi sonuçları dudak kanseri olunduğunu doğrularsa hekimler genelde kanserin vücudun diğer bölgelerine yayılıp yayılmadığını belirlemek için bir dizi başka test yapabilir. Bu testler arasında MR, CT tarama, tam kan sayımı, PET/ CT, göğüs röntgeni yer alabilir. Teşhis sonrasında tedavi kısmına geçilir.Dudak kanseri tedavisi nasıldır?Dudak kanseri tedavi yöntemleri çok çeşitlidir. Dudak kanserinin tedavisi için şunlar uygulanır:Ameliyat: Dudak kanserini ve onu çevreleyen sağlıklı doku marjını çıkarmak için cerrahi kullanılır. Cerrah daha sonra normal yeme, içme ve konuşma için dudağı onarır. Yara izini azaltmak için teknikler de kullanılır. Küçük dudak kanserleri için ameliyat sonrası dudağın onarılması basit bir işlem olabilir. Ancak daha büyük dudak kanserleri için dudağı onarmak için yetenekli plastik ve rekonstrüktif cerrahlara ihtiyaç duyulabilir. Rekonstrüktif cerrahi, doku ve cildin vücudun başka bir yerinden bir dokuyu dudağa taşıyabilir. Ortay çıkan defektif alan en az skar ve fonksiyon kaybı ile düzeltilir. Ayrıca, boyundaki kanserli lenf bezlerinin de çıkarılması gerekebilir. Bu durumda cerrahiye boyun diseksiyonu da eklenir. Radyasyon tedavisi: Radyasyon tedavisi, kanser hücrelerini öldürmek için X-ışınları ve protonlar gibi güçlü enerji ışınları kullanır. Radyasyon sadece dudağınıza yönelik olabilir veya boynunuzdaki lenf düğümlerine de yönelik olabilir. Hastalığın durumuna göre bu uygulama değişkenlik gösterir.Kemoterapi: Kemoterapi, kanser hücrelerini öldürmek için güçlü ilaçlar kullanır. Dudak kanseri için kemoterapi bazen tedavinin etkinliğini artırmak için radyasyon tedavisi ile birlikte kullanılır. Vücudun diğer bölgelerine yayılmış ilerlemiş dudak kanseri vakalarında, belirti ve semptomları azaltmak için kemoterapi kullanılabilir.Hedefe yönelik ilaç tedavisi: Hedefe yönelik ilaç tedavileri, kanser hücrelerinde bulunan belirli zayıflıklara odaklanır. Hedefe yönelik ilaç tedavileri bu zayıflıkları engelleyerek kanser hücrelerinin bitirilmesini sağlayabilir. Hedefe yönelik ilaç tedavisi genellikle kemoterapi ile birleştirilir. Bu tedavi şekli de hastalığın durumuna göre değişir.İmmünoterapi: İmmünoterapi, bağışıklık sisteminizin kanserle savaşmasına yardımcı olan bir ilaç tedavisidir. Vücudunuzun hastalıklarla savaşan bağışıklık sistemi kansere karşı yetersiz kalabilir çünkü kanser hücreleri, bağışıklık sistemi hücrelerinden saklanmalarına yardımcı olan proteinler üretir. İmmünoterapi bu sürece müdahale ederek çalışır. Dudak kanseri için, kanser ilerlediğinde ve diğer tedaviler bir seçenek olmadığında immünoterapi de düşünülebilir.Dudak kanseri hakkında sık sorulan sorular Dudak kanseri ameliyatı sonrası ağız eski haline döner mi?Dudak kanseri ameliyatlarında (dudak tümörü ameliyatı) tümör çıkarıldıktan sonra onarma işlemi estetik cerrahi prosedürüyle yapılır. Ameliyatlar en az iz kalacak şekilde planlanır. Cilt tipine göre bir miktar iz kalması mümkündür. Dudak dokusundan çıkarım olduğu için ağızda biraz küçülme olabilir. Ama bu küçülme hastanın yemek yemesini ya da konuşmasını etkileyecek şekilde olmaz. Erken dönemlerde telaffuzda ufak aksamalar olsa da iyileşme tamamlanınca bu sorunlar ortadan kalkar.Dudak yemek kanser yapar mı?Mevsim ve cilt tipine göre bazen dudaklar çatlayabilir, kabuklanabilir. Pek çok kişide bu durumdan rahatsız olup, dudak derisiyle oynayabilir onları koparabilir. Bu durum dudakta yaraya sebep olabilir. Eğer yara uzun yıllar açık kalır ve travma devam ederse kanser gelişimine neden olabilir.Dudak kanseri için hangi doktora gidilir?Dudak kanseri ya da dudak tümörü için Kulak, Burun ve Boğaz Hastalıkları doktoruna gitmek uygun olacaktır.Dudak kanseri kaç yaşında görülür?Genelde 40 yaş üstü, güneş altında çalışan, tütün ürünleri kullanan, açık tenli erkekler arasında görüldüğü bilinmektedir. Genelde erkek hastalığı olarak görülse de kadınlarda da rastlanabilmektedir.Dudak kanseri geçer mi?Dudak kanseri eğer doğru ve tüm prosedürlere, eksik olmayan uygun bir ameliyatla tedavi edildiyse nüksetmeyen bir türdür. Ancak hastalık tekrarlarsa yine her şey bitmiş demek değildir. Kapsamlı ve doğru tedaviyle hasta iyileşir.Dudak kanseri nasıl önlenebilir?Her tür tütün kullanımından ve aşırı alkol kullanımından kaçınarak ve özellikle güneş ışığına aşırı maruz kalmayarak önlenebilir. Bunun yanında solaryuma da aşırı maruziyet olmamalıdır. Birçok dudak kanseri vakası ilk olarak diş hekimleri ya da kulak burun boğaz uzamnları tarafından keşfedilir. Bu nedenle düzenli ağız ve diş kontrolleri önem taşımaktadır. Sağlıklı beslenmek, düzenli yaşamak, uyku düzenine dikkat etmek de bir diğer dikkat edilmesi gereken konulardır.Dudak kanseri bulaşıcı mıdır?Dudak kanseri veya herhangi bir kanser türü bulaşıcı değildir. Tokalaşmaktan, yanak yanağa öpüşmekten veya cinsel temastan bulaşmaz.Dudak kanseri dudağın hangi kısmında görülür?Dudak kanseri en sık alt dudakta ve üst dudakta görülür. Bu nedenle çoğu kişi alt dudak tümörü, alt dudak kanseri veya üst dudak kanseri diye internette araştırma yapabilir.Dudak kanseri olanlar tedavi sonrası neye dikkat etmeli?Tedavi bittikten sonra doktor kontrolleri asla ihmal edilmemelidir. Düzenli, sağlıklı yaşamaya dikkat edilmelidir. Doktor takiplerinde düzenli tetkikler yapılmaktadır. Bu tetkikler de atlanmamalıdır.Dudak kanseri başlangıcı nasıldır?Dudak kanseri lezyonları ilk dönemlerde uçuk gibi görünebilir. Ama uçuk hemen hemen 10 gün içinde geçmektedir. Kanser lezyonları kalmaya devam eder.Dudak kanseri ölümcül müdür?Dudak kanseri genellikle ölümcül değildir. Dudak kanseri lezyonları kolayca görülebilen yerlerde geliştiği için, çoğu vakada bu kanser türü erken teşhis ve tedavi edilir.Dudak kanseri bitkisel tedavi ile çözümlenebilir mi?Hiçbir bitkisel takviyenin faydalı olacağı söylenemez. Bitkisel ürünler faydadan çok zarar getirebilir. Bu nedenle doktor önermedikçe bu tür ürünlere, takviyelere güvenilmemelidir. Akla göre kullanılan takviyeler tedavinin ya da hastalığın seyrini de olumsuz etkileyebilir.
Dudak kanseri nedir?Dudak kanseri dudak mukozası ve derisinde ortaya çıkan kötü huylu tümörlerdir. Dudak kanseri, üst veya alt dudağın herhangi bir yerinde ortaya çıkabilir ancak en yaygın olarak alt dudakta görülür. Dudak kanserlerinin çoğu skuamöz hücreli karsinomlardır, yani cildin orta ve dış katmanlarında skuamöz hücreler olarak adlandırılan ince, düz hücrelerde başlarlar. Dudak kanseri risk faktörleri aşırı güneşe maruz kalma ve tütün kullanımını içerir. Yüzünüzü güneşten şapka veya güneş kremi ile koruyarak ve sigarayı bırakarak dudak kanseri riskinizi azaltabilirsiniz. Dudak kanseri tedavisinde genellikle kanserli dokuların çıkarılması için cerrahi yönteme başvurulur. Küçük dudak kanserleri için ameliyat, görünümünüz üzerinde minimum etkisi olan küçük bir prosedür olabilir. Daha büyük dudak kanserleri için daha kapsamlı cerrahi gerekebilir. Dikkatli planlama ve yeniden yapılandırma, normal yemek yeme ve konuşma yeteneğinizi koruyabilir ve ayrıca ameliyattan sonra tatmin edici bir görünüm elde edilebilir. İleri kanser tedavileri ve cerrahideki yöntemler sağlığı ve görünümü eski haline getirebilir. Tedavi seçenekleri hakkında mutlaka uzman bir hekimle konuşulmalı, tedavi yöntemleri erken dönemde belirlenmelidir.Dudak kanseri neden olur?Dudak kanserinin nedenleri sıklıkla merak edilir. Dudak kanserine neyin neden olduğu net olmamakla birlikte, bazı risk faktörleri vardır. Genel olarak kanser, hücrelerin DNA'larında değişiklikler (mutasyonlar) geliştirdiğinde başlar. Hücrelerin bu değişikliklerle birlikte bölünme hızı artar. Böylece belli doku hücreleri de hızla çoğalır. Hızlı çoğalan bu hücreler bir araya gelerek tümörü oluşturur. Yaşam tarzı dudak kanseri riskini etkiler. Sigara içmek, diğer tütün ürünlerini kullanmak, aşırı alkol almak, doğrudan güneş ışığına maruz kalmak, açık renk cilde sahip olmak, erkek olmak, HPV enfeksiyonu ve 40 yaş üstü olmak da dudak kanseri sebepleri arasında yer almakla birlikte bunlar risk faktörleri arasında da sayılabilmektedir.Dudak kanseri belirtileri nelerdir?Dudak kanserinin belirti ve semptomları şunları içerir:Dudak kanseri başlarda bir belirti göstermeyebilir. Rutin bir muayene esnasında hekimler dudak kanserini fark edebilir.Dudak kanseri nasıl teşhis edilir?Dudak kanseri belirtileriniz veya semptomlarınız varsa, doktorunuza görünün. Hekimler, sorunlu bölgeyi kontrol etmek isteyecektir. Muayenede kişisel sağlık tarihiniz, sigara ve alkol geçmişi, geçirilen diş tedavileri, ailesel hastalık öyküsü, kullanılan ilaçlar da sorgulanır. Eğer dudak kanseri şüphesi varsa biyopsi yapılabilir. Bölgeden küçük bir örnek alınır ve bu örnek patoloji laboratuvarına gönderilir. Biyopsi sonuçları dudak kanseri olunduğunu doğrularsa hekimler genelde kanserin vücudun diğer bölgelerine yayılıp yayılmadığını belirlemek için bir dizi başka test yapabilir. Bu testler arasında MR, CT tarama, tam kan sayımı, PET/ CT, göğüs röntgeni yer alabilir. Teşhis sonrasında tedavi kısmına geçilir.Dudak kanseri tedavisi nasıldır?Dudak kanseri tedavi yöntemleri çok çeşitlidir. Dudak kanserinin tedavisi için şunlar uygulanır:Ameliyat: Dudak kanserini ve onu çevreleyen sağlıklı doku marjını çıkarmak için cerrahi kullanılır. Cerrah daha sonra normal yeme, içme ve konuşma için dudağı onarır. Yara izini azaltmak için teknikler de kullanılır. Küçük dudak kanserleri için ameliyat sonrası dudağın onarılması basit bir işlem olabilir. Ancak daha büyük dudak kanserleri için dudağı onarmak için yetenekli plastik ve rekonstrüktif cerrahlara ihtiyaç duyulabilir. Rekonstrüktif cerrahi, doku ve cildin vücudun başka bir yerinden bir dokuyu dudağa taşıyabilir. Ortay çıkan defektif alan en az skar ve fonksiyon kaybı ile düzeltilir. Ayrıca, boyundaki kanserli lenf bezlerinin de çıkarılması gerekebilir. Bu durumda cerrahiye boyun diseksiyonu da eklenir. Radyasyon tedavisi: Radyasyon tedavisi, kanser hücrelerini öldürmek için X-ışınları ve protonlar gibi güçlü enerji ışınları kullanır. Radyasyon sadece dudağınıza yönelik olabilir veya boynunuzdaki lenf düğümlerine de yönelik olabilir. Hastalığın durumuna göre bu uygulama değişkenlik gösterir.Kemoterapi: Kemoterapi, kanser hücrelerini öldürmek için güçlü ilaçlar kullanır. Dudak kanseri için kemoterapi bazen tedavinin etkinliğini artırmak için radyasyon tedavisi ile birlikte kullanılır. Vücudun diğer bölgelerine yayılmış ilerlemiş dudak kanseri vakalarında, belirti ve semptomları azaltmak için kemoterapi kullanılabilir.Hedefe yönelik ilaç tedavisi: Hedefe yönelik ilaç tedavileri, kanser hücrelerinde bulunan belirli zayıflıklara odaklanır. Hedefe yönelik ilaç tedavileri bu zayıflıkları engelleyerek kanser hücrelerinin bitirilmesini sağlayabilir. Hedefe yönelik ilaç tedavisi genellikle kemoterapi ile birleştirilir. Bu tedavi şekli de hastalığın durumuna göre değişir.İmmünoterapi: İmmünoterapi, bağışıklık sisteminizin kanserle savaşmasına yardımcı olan bir ilaç tedavisidir. Vücudunuzun hastalıklarla savaşan bağışıklık sistemi kansere karşı yetersiz kalabilir çünkü kanser hücreleri, bağışıklık sistemi hücrelerinden saklanmalarına yardımcı olan proteinler üretir. İmmünoterapi bu sürece müdahale ederek çalışır. Dudak kanseri için, kanser ilerlediğinde ve diğer tedaviler bir seçenek olmadığında immünoterapi de düşünülebilir.Dudak kanseri hakkında sık sorulan sorular Dudak kanseri ameliyatı sonrası ağız eski haline döner mi?Dudak kanseri ameliyatlarında (dudak tümörü ameliyatı) tümör çıkarıldıktan sonra onarma işlemi estetik cerrahi prosedürüyle yapılır. Ameliyatlar en az iz kalacak şekilde planlanır. Cilt tipine göre bir miktar iz kalması mümkündür. Dudak dokusundan çıkarım olduğu için ağızda biraz küçülme olabilir. Ama bu küçülme hastanın yemek yemesini ya da konuşmasını etkileyecek şekilde olmaz. Erken dönemlerde telaffuzda ufak aksamalar olsa da iyileşme tamamlanınca bu sorunlar ortadan kalkar.Dudak yemek kanser yapar mı?Mevsim ve cilt tipine göre bazen dudaklar çatlayabilir, kabuklanabilir. Pek çok kişide bu durumdan rahatsız olup, dudak derisiyle oynayabilir onları koparabilir. Bu durum dudakta yaraya sebep olabilir. Eğer yara uzun yıllar açık kalır ve travma devam ederse kanser gelişimine neden olabilir.Dudak kanseri için hangi doktora gidilir?Dudak kanseri ya da dudak tümörü için Kulak, Burun ve Boğaz Hastalıkları doktoruna gitmek uygun olacaktır.Dudak kanseri kaç yaşında görülür?Genelde 40 yaş üstü, güneş altında çalışan, tütün ürünleri kullanan, açık tenli erkekler arasında görüldüğü bilinmektedir. Genelde erkek hastalığı olarak görülse de kadınlarda da rastlanabilmektedir.Dudak kanseri geçer mi?Dudak kanseri eğer doğru ve tüm prosedürlere, eksik olmayan uygun bir ameliyatla tedavi edildiyse nüksetmeyen bir türdür. Ancak hastalık tekrarlarsa yine her şey bitmiş demek değildir. Kapsamlı ve doğru tedaviyle hasta iyileşir.Dudak kanseri nasıl önlenebilir?Her tür tütün kullanımından ve aşırı alkol kullanımından kaçınarak ve özellikle güneş ışığına aşırı maruz kalmayarak önlenebilir. Bunun yanında solaryuma da aşırı maruziyet olmamalıdır. Birçok dudak kanseri vakası ilk olarak diş hekimleri ya da kulak burun boğaz uzamnları tarafından keşfedilir. Bu nedenle düzenli ağız ve diş kontrolleri önem taşımaktadır. Sağlıklı beslenmek, düzenli yaşamak, uyku düzenine dikkat etmek de bir diğer dikkat edilmesi gereken konulardır.Dudak kanseri bulaşıcı mıdır?Dudak kanseri veya herhangi bir kanser türü bulaşıcı değildir. Tokalaşmaktan, yanak yanağa öpüşmekten veya cinsel temastan bulaşmaz.Dudak kanseri dudağın hangi kısmında görülür?Dudak kanseri en sık alt dudakta ve üst dudakta görülür. Bu nedenle çoğu kişi alt dudak tümörü, alt dudak kanseri veya üst dudak kanseri diye internette araştırma yapabilir.Dudak kanseri olanlar tedavi sonrası neye dikkat etmeli?Tedavi bittikten sonra doktor kontrolleri asla ihmal edilmemelidir. Düzenli, sağlıklı yaşamaya dikkat edilmelidir. Doktor takiplerinde düzenli tetkikler yapılmaktadır. Bu tetkikler de atlanmamalıdır.Dudak kanseri başlangıcı nasıldır?Dudak kanseri lezyonları ilk dönemlerde uçuk gibi görünebilir. Ama uçuk hemen hemen 10 gün içinde geçmektedir. Kanser lezyonları kalmaya devam eder.Dudak kanseri ölümcül müdür?Dudak kanseri genellikle ölümcül değildir. Dudak kanseri lezyonları kolayca görülebilen yerlerde geliştiği için, çoğu vakada bu kanser türü erken teşhis ve tedavi edilir.Dudak kanseri bitkisel tedavi ile çözümlenebilir mi? | 6,824 |
302 | Hastalıklar | Dizanteri | Dizanteri, bakteri ya da paraziter enfeksiyonlar nedeniyle görülen mide-bağırsak hastalığıdır. İshal, bulantı, kusma ve ateş dizanterinin en belirgin belirtileridir. Bunların yanında kilo kaybı ve mide krampları da görülür. Dizanteri, kirli su tüketimi, kirlenmiş gıdalar ya da ellerin yıkanmaması nedeniyle ortaya çıkar. Antibiyotikle tedavi edilebilen dizanteri, kişiden kişiye bulaşabilir.Dizanteri, bakteri ya da paraziter enfeksiyonlar nedeniyle görülen mide-bağırsak hastalığıdır. İshal, bulantı, kusma ve ateş dizanterinin en belirgin belirtileridir. Bunların yanında kilo kaybı ve mide krampları da görülür. Dizanteri, kirli su tüketimi, kirlenmiş gıdalar ya da ellerin yıkanmaması nedeniyle ortaya çıkar. Antibiyotikle tedavi edilebilen dizanteri, kişiden kişiye bulaşabilir.
Dizanteri Nedir? Kanlı ishal olarak da bilinen dizanteri, bakteriyel veya paraziter enfeksiyonların neden olduğu mide-bağırsak hastalığıdır. İshal, ateş, bulantı, kusma, kilo kaybı ve mide ağrısı gibi belirtilere neden olur. Hijyen eksikliği ve kontamine olmuş yiyecek ve içecekler bulaşmasının yaygın nedenidir.Dizanteri Çeşitleri Nelerdir?Dizanteri iki tipte görülmektedir. Basilli ve amipli dizanteri. Dizanteri zamanında ve doğru şekilde tedavi edilmediği takdirde hastada hayati tehlike yaratmaktadır.Basilli dizanteri nedir?Basilli dizanteri, Shigella bakterilerine bağlı olarak ortaya çıkar. Shigella bakterilerinin tüm dünyada yılda 80-160 milyon hastalık ve 600 bin ölüme neden olduğu tahmin edilmektedir. Bu hastalıkların neredeyse tamamı gelişmekte olan ülkelerde görülmektedir. Shigella enfeksiyonunda belirtiler, bulaşmadan sonra 1-3 gün içinde ortaya çıkar. İlk olarak hafif bir karın ağrısı ve ishal ile kendisini gösterir. Dışkıda kan veya mukus nadir olarak görülür. Basilli dizanteride belirtiler bazen çok hafif olabilir. Hastalık doktora gitmeden birkaç gün içinde kendiliğinden geçebilir. Basilli dizanterinin belirtileri şunlardır: Dışkıda kan veya mukus Karın ağrısı Ateş Mide bulantısı KusmaAmipli dizanteri nedir?Amipli dizanteri, Entamoeba histolytica adlı parazite bağlı olarak ortaya çıkan kanlı ve mukuslu ishaldir. Amipli dizanteri zamanında ve doğru tedavi edilmediği takdirde hayati tehlikeye neden olabilir. Bir yılda dünyada 50 milyon amipli dizanteri vakası görüldüğü ve 50 bin kişinin bu nedenle yaşamını yitirdiği tahmin edilmektedir. Amipler bağırsak duvarından kendisine yol açarak kan dolaşımına yayılabilir ve diğer organları enfekte edebilir. Amipli dizanterinin belirtileri birkaç hafta devam edebilir. Amipli dizanterinin belirtileri şunlardır: Karın ağrısı Ateş ve titreme Mide bulantısı Kusma Kanlı dışkı Mukuslu dışkı İrin içerebilen sulu ishal Ağrılı dışkı geçişi Aralıklı kabızlık YorgunlukDizanterinin Belirtileri Nedir?Aniden oluşan mide krampları, mide bulantısı, yüksek ateş, kilo kaybı, şiddetli ve kanlı ishal dizanterinin en yaygın görülen belirtileridir. Bunların yanında baş ağrısı, halsizlik, titreme gibi semptomlar da görülür. Dizanteri belirtileri enfeksiyonun türüne ve ciddiyetine farklılık gösterebilir. Bağırsak enfeksiyonu olan dizanteri belirtileri bulaştıktan 1-3 gün içinde ortaya çıkar.Dizanteri belirtileri şunlardır: Karın ağrısı Mide krampları Mide bulantısı Ateş Kusma Kanlı ishal Mukuslu ishal Gaz hissiDizanteri Neden Olur?Dizanteri, bakteri, amip ve virüslerin neden olduğu bir hastalıktır. Hijyene dikkat edilmemesinden kaynaklı olarak görülen dizanteri, kişiden kişiye kolaylıkla bulaşabilir. Suların kirli olması ve gıdaların yıkanmaması nedeniyle ortaya çıkabilir. Dizanterinin en yaygın olarak görülen nedenleri şöyle sıralanır: Kirli su tüketmek Hijyene dikkat etmeyen ve ellerini yıkamayan birinin yemek yapması Özellikle anüsü içeren cinsel temasBasiller dizanteri, yabancı bakteriler vücuda girdiği durumda enfeksiyonun ciddileşmesiyle ortaya çıkar. Basilli dizanteriye neden olan en yaygın bakterilerden bazıları şöyle sıralanır: Shigella bakterisi Salmonella bakterisi Campylobacter E. coli enfeksiyonu AmebiasisDizanteri Nasıl Bulaşır?Dizanteri, enfekte olmuş bir kişinin tuvaletten sonra ellerin yıkamaması, ortak kullanım alanlarında temas edilen düğmeler, kapı kollara dokunması ya da yiyecek ve içecekleri ellemesi neticesinde başka birinin bu alanlara dokunması veya o besinleri tüketmesi dizanterinin bulaşmasına neden olur. Genellikle yiyeceklere yıkanmamış ellerle dokunan enfekte kişiler dizanterinin bulaşmasında ki yaygın nedendir.Bağırsak enfeksiyonu olan dizanteri çok bulaşıcı bir hastalıktır. Genellikle ağız yoluyla bulaşan dizanteri şu şekillerde bulaşır: İyi temizlenmemiş kirli eller Kirli su tüketmek Uygun şekilde temizlenmemiş yiyecekler tüketmek Kirli göl ya da havuzlarda yüzmek Kişiden kişiyeBazı kimyasal maddeler de mikrobik nedenli olmayan bir dizanteriye neden olabilir.Dizanteri Nasıl Teşhis Edilir? Dizanteride ishal şikayeti ile gelen hastanın yakınmaları ve muayene bulgularına ek olarak yapılan tetkiklerle hastalık ve etkenin tanısı konur. Dizanteri etkeninin tanısı dışkının mikroskobik incelemesi, dışkı kültürü, dışkıda yapılacak ELISA veya PCR gibi testlerle konabilir. Dizanteri Nasıl Tedavi Edilir? Dizanteri, 3-7 günde kendiliğinden de iyileşebilir. Tedavide sıvı kaybının yerine konması çok önemlidir. Ağızdan alınan sıvılarla sıvı kaybının yerine konması tercih edilir. Ciddi sıvı kayıplarında özellikle hasta bulantı ve kusma nedeniyle yeterli sıvı ve gıda alamıyorsa başlangıçta damar yoluyla sıvı verilmesi gerekebilir.Ciddi dizanteri tedavisinde sıvı tedavisi yanında hastalığa neden olan mikrobiyal etkene yönelik tedavi yapılır. Amipli dizanteride metronidazol gibi ilaçlar kullanılarak amipler öldürülür. Basilli dizanteride Shigella bakterilerine etkili antibiyotikler kullanılır. Dizanteri tedavisinde ishali durduran ilaçlar kullanılmaz. Hastalığını antibiyotiksiz iyileşmesi de mümkündür ve antibiyotik gerekliliğine doktorunuz karar verecektir.Dizanteri Hakkında Sık Sorulan SorularKimler dizanteri riski altında?Çocuklar yetişkinlere göre daha fazla risk altındadır. Çocuklar hijyen kurallarına dikkat edecek yaşta olmadıkları için dizanteri riski ile karşı karşıya kalabilirler. Dizanteri riskinin yüksek olduğu yerler şunlardır: Okullar HuzurevleriDizanteri kaç günde iyileşir? Dizanteri genellikle 3-7 günde içinde iyileşir.Dizanteriden korunmak için neler yapmak gerekir? Dizanteriden korunmak için öncelikle el hijyenine dikkat etmek, sağlıklı su ve gıda kullanmak gereklidir. Dizanteri etkenleri kirli sularla çok kısa sürede, çok sayıda insana bulaşabilir. Dizanteriden korunmak için şunlara dikkat etmek gerekmektedir: Tuvalet sonrasında ve gün içinde gerektikçe eller su ve sabunla yıkanmalıdır. Gıdayla temas, yemek yeme ve yemek hazırlama öncesinde eller mutlaka yıkanmalıdır. İş yeri ve aile içinde ortak havlu kullanılmamalıdır Dizanteri olan hastaların tüm giyecekleri ve tektsilleri mümkün olan en yüksek sıcaklıkta yıkanmalıdır.Dizanterinin yaygın olduğu yerlerde nelere dikkat edilmeli?Dizanterinin yaygın görüldüğü bir ülke veya bölgelere seyahat edildiğinde şu önlemler alınmalıdır: Temiz olduğundan emin olunmayan sular içilmemeli. Şişelenmiş su ve içecekler tercih edilmeli. Temiz olduğundan emin olunmayan sular kaynatılarak, filtre edilerek veya içme suyuna özel dezenfektanları önerilen ölçülerde uygulayarak kullanılmalı. Diş fırçalamada musluk suyu kullanılmamalı. Buzlar temiz sudan hazırlanmamış olabileceği için dışarıda içeceklere buz konulmamalı. Yemeden önce soyulamayan, uygun şekilde temizlenemeyen taze meyve ve sebzelerden kaçınılmalı. İçecekler uygun şekilde şişelenmiş değilse sokak satıcılarından içecek ve yiyecek alınmamalı.Dizanteri hastası nasıl beslenmeli? Dizanteri hastalarının iyi beslenmesi ve bol sıvı alması hastalığın olumsuz sonuçlara yol açmasını engeller. Daha hızlı bir iyileşmeye yardımcı olur. Yaşa uygun, sindirimi kolay, besleyici gıdalar tercih edilmelidir. Fazla yağlı, acılı gıdalar tüketmemek gerekir. Yalnızca patates, pilav, makarna gibi gıdalardan oluşan çok katı diyetlere genellikle gerek yoktur. Dizanteri kişiden kişiye bulaşır mı? Basilli ve amipli dizanteri çok bulaşıcı hastalıklardır. İnfekte bir kişinin dışkısındaki mikropların bir başkasının sindirim sistemine ağız yoluyla ulaşmasıyla bulaşır. İnfekte olan kişinin tuvalet sonrası ellerini yıkamaması ve bunun sonrasında gıdalar, çevre ve başka bir insana temasıyla bulaşma olabilir. Hijyen koşullarının uygun olmadığı gelişmekte olan ülkelerde sular ve gıdalar özellikle de pişmemiş gıdalara dışkıyla yayılan mikroplar bulaşabilir.Dizanteri küçük çocuk ve bebeklerde görüldüğünde ne yapılmalı? Dizanteri küçük çocuk ve bebeklerde ishal ve kusma nedeniyle hızla sıvı kaybı ve genel durum bozukluğuna neden olabilir. İshal devam ediyor ve çocuk yeterli sıvı ve gıda alamıyorsa zaman yitirmeden doktorunuza başvurmak gerekir. Dizanteri ölümcül bir hastalık mıdır? Dizanteri genellikle kendiliğinden iyileşmekle birlikte, ciddi seyreden dizanteri uygun şekilde tedavi edilmezse, özellikle küçük çocuklar ve bebeklerde ölümle sonuçlanabilir. Dizanteri tekrar bulaşır mı? Dizanteri çeşitli etkenlere bağlı olarak ortaya çıkar. Dizanteri geçirmek etkili ve kalıcı bir bağışıklık bırakmaz. Eğer gerekli önlemler alınmazsa tekrar dizanteri gelişebilir.
Dizanteri Nedir? Kanlı ishal olarak da bilinen dizanteri, bakteriyel veya paraziter enfeksiyonların neden olduğu mide-bağırsak hastalığıdır. İshal, ateş, bulantı, kusma, kilo kaybı ve mide ağrısı gibi belirtilere neden olur. Hijyen eksikliği ve kontamine olmuş yiyecek ve içecekler bulaşmasının yaygın nedenidir.Dizanteri Çeşitleri Nelerdir?Dizanteri iki tipte görülmektedir. Basilli ve amipli dizanteri. Dizanteri zamanında ve doğru şekilde tedavi edilmediği takdirde hastada hayati tehlike yaratmaktadır.Basilli dizanteri nedir?Basilli dizanteri, Shigella bakterilerine bağlı olarak ortaya çıkar. Shigella bakterilerinin tüm dünyada yılda 80-160 milyon hastalık ve 600 bin ölüme neden olduğu tahmin edilmektedir. Bu hastalıkların neredeyse tamamı gelişmekte olan ülkelerde görülmektedir. Shigella enfeksiyonunda belirtiler, bulaşmadan sonra 1-3 gün içinde ortaya çıkar. İlk olarak hafif bir karın ağrısı ve ishal ile kendisini gösterir. Dışkıda kan veya mukus nadir olarak görülür. Basilli dizanteride belirtiler bazen çok hafif olabilir. Hastalık doktora gitmeden birkaç gün içinde kendiliğinden geçebilir. Basilli dizanterinin belirtileri şunlardır:Amipli dizanteri nedir?Amipli dizanteri, Entamoeba histolytica adlı parazite bağlı olarak ortaya çıkan kanlı ve mukuslu ishaldir. Amipli dizanteri zamanında ve doğru tedavi edilmediği takdirde hayati tehlikeye neden olabilir. Bir yılda dünyada 50 milyon amipli dizanteri vakası görüldüğü ve 50 bin kişinin bu nedenle yaşamını yitirdiği tahmin edilmektedir. Amipler bağırsak duvarından kendisine yol açarak kan dolaşımına yayılabilir ve diğer organları enfekte edebilir. Amipli dizanterinin belirtileri birkaç hafta devam edebilir. Amipli dizanterinin belirtileri şunlardır:Dizanterinin Belirtileri Nedir?Aniden oluşan mide krampları, mide bulantısı, yüksek ateş, kilo kaybı, şiddetli ve kanlı ishal dizanterinin en yaygın görülen belirtileridir. Bunların yanında baş ağrısı, halsizlik, titreme gibi semptomlar da görülür. Dizanteri belirtileri enfeksiyonun türüne ve ciddiyetine farklılık gösterebilir. Bağırsak enfeksiyonu olan dizanteri belirtileri bulaştıktan 1-3 gün içinde ortaya çıkar.Dizanteri belirtileri şunlardır:Dizanteri Neden Olur?Dizanteri, bakteri, amip ve virüslerin neden olduğu bir hastalıktır. Hijyene dikkat edilmemesinden kaynaklı olarak görülen dizanteri, kişiden kişiye kolaylıkla bulaşabilir. Suların kirli olması ve gıdaların yıkanmaması nedeniyle ortaya çıkabilir. Dizanterinin en yaygın olarak görülen nedenleri şöyle sıralanır:Basiller dizanteri, yabancı bakteriler vücuda girdiği durumda enfeksiyonun ciddileşmesiyle ortaya çıkar. Basilli dizanteriye neden olan en yaygın bakterilerden bazıları şöyle sıralanır:Dizanteri Nasıl Bulaşır?Dizanteri, enfekte olmuş bir kişinin tuvaletten sonra ellerin yıkamaması, ortak kullanım alanlarında temas edilen düğmeler, kapı kollara dokunması ya da yiyecek ve içecekleri ellemesi neticesinde başka birinin bu alanlara dokunması veya o besinleri tüketmesi dizanterinin bulaşmasına neden olur. Genellikle yiyeceklere yıkanmamış ellerle dokunan enfekte kişiler dizanterinin bulaşmasında ki yaygın nedendir.Bağırsak enfeksiyonu olan dizanteri çok bulaşıcı bir hastalıktır. Genellikle ağız yoluyla bulaşan dizanteri şu şekillerde bulaşır:Bazı kimyasal maddeler de mikrobik nedenli olmayan bir dizanteriye neden olabilir.Dizanteri Nasıl Teşhis Edilir? Dizanteride ishal şikayeti ile gelen hastanın yakınmaları ve muayene bulgularına ek olarak yapılan tetkiklerle hastalık ve etkenin tanısı konur. Dizanteri etkeninin tanısı dışkının mikroskobik incelemesi, dışkı kültürü, dışkıda yapılacak ELISA veya PCR gibi testlerle konabilir. Dizanteri Nasıl Tedavi Edilir? Dizanteri, 3-7 günde kendiliğinden de iyileşebilir. Tedavide sıvı kaybının yerine konması çok önemlidir. Ağızdan alınan sıvılarla sıvı kaybının yerine konması tercih edilir. Ciddi sıvı kayıplarında özellikle hasta bulantı ve kusma nedeniyle yeterli sıvı ve gıda alamıyorsa başlangıçta damar yoluyla sıvı verilmesi gerekebilir.Ciddi dizanteri tedavisinde sıvı tedavisi yanında hastalığa neden olan mikrobiyal etkene yönelik tedavi yapılır. Amipli dizanteride metronidazol gibi ilaçlar kullanılarak amipler öldürülür. Basilli dizanteride Shigella bakterilerine etkili antibiyotikler kullanılır. Dizanteri tedavisinde ishali durduran ilaçlar kullanılmaz. Hastalığını antibiyotiksiz iyileşmesi de mümkündür ve antibiyotik gerekliliğine doktorunuz karar verecektir.Dizanteri Hakkında Sık Sorulan SorularKimler dizanteri riski altında?Çocuklar yetişkinlere göre daha fazla risk altındadır. Çocuklar hijyen kurallarına dikkat edecek yaşta olmadıkları için dizanteri riski ile karşı karşıya kalabilirler. Dizanteri riskinin yüksek olduğu yerler şunlardır:Dizanteri kaç günde iyileşir? Dizanteri genellikle 3-7 günde içinde iyileşir.Dizanteriden korunmak için neler yapmak gerekir? Dizanteriden korunmak için öncelikle el hijyenine dikkat etmek, sağlıklı su ve gıda kullanmak gereklidir. Dizanteri etkenleri kirli sularla çok kısa sürede, çok sayıda insana bulaşabilir. Dizanteriden korunmak için şunlara dikkat etmek gerekmektedir:Dizanterinin yaygın olduğu yerlerde nelere dikkat edilmeli?Dizanterinin yaygın görüldüğü bir ülke veya bölgelere seyahat edildiğinde şu önlemler alınmalıdır:Dizanteri hastası nasıl beslenmeli? Dizanteri hastalarının iyi beslenmesi ve bol sıvı alması hastalığın olumsuz sonuçlara yol açmasını engeller. Daha hızlı bir iyileşmeye yardımcı olur. Yaşa uygun, sindirimi kolay, besleyici gıdalar tercih edilmelidir. Fazla yağlı, acılı gıdalar tüketmemek gerekir. Yalnızca patates, pilav, makarna gibi gıdalardan oluşan çok katı diyetlere genellikle gerek yoktur. Dizanteri kişiden kişiye bulaşır mı? Basilli ve amipli dizanteri çok bulaşıcı hastalıklardır. İnfekte bir kişinin dışkısındaki mikropların bir başkasının sindirim sistemine ağız yoluyla ulaşmasıyla bulaşır. İnfekte olan kişinin tuvalet sonrası ellerini yıkamaması ve bunun sonrasında gıdalar, çevre ve başka bir insana temasıyla bulaşma olabilir. Hijyen koşullarının uygun olmadığı gelişmekte olan ülkelerde sular ve gıdalar özellikle de pişmemiş gıdalara dışkıyla yayılan mikroplar bulaşabilir.Dizanteri küçük çocuk ve bebeklerde görüldüğünde ne yapılmalı? Dizanteri küçük çocuk ve bebeklerde ishal ve kusma nedeniyle hızla sıvı kaybı ve genel durum bozukluğuna neden olabilir. İshal devam ediyor ve çocuk yeterli sıvı ve gıda alamıyorsa zaman yitirmeden doktorunuza başvurmak gerekir. Dizanteri ölümcül bir hastalık mıdır? Dizanteri genellikle kendiliğinden iyileşmekle birlikte, ciddi seyreden dizanteri uygun şekilde tedavi edilmezse, özellikle küçük çocuklar ve bebeklerde ölümle sonuçlanabilir. Dizanteri tekrar bulaşır mı? Dizanteri çeşitli etkenlere bağlı olarak ortaya çıkar. Dizanteri geçirmek etkili ve kalıcı bir bağışıklık bırakmaz. Eğer gerekli önlemler alınmazsa tekrar dizanteri gelişebilir. | 6,130 |
303 | Hastalıklar | Domuz Gribi | Domuz gribi, ilk olarak 1919 salgınında ortaya çıkan, A tipi (H1N1) grip virüsünün neden olduğu ve yüksek ateş, öksürük, boğaz ağrısı gibi belirtilerle karakterize olan bulaşıcı bir solunum yolu hastalığıdır. Ateş, öksürük, boğaz ağrısı, kas-eklem ağrıları, baş ağrısı ve yorgunluk domuz gribinin sık karşılaşılan belirtileridir.. H1N1 virüsünün vücuda girmesiyle kişiyi enfekte eden domuz gribi için uzmanlar bir yaşından büyük hemen her birey için yıllık grip aşısı yapılmasını önerir. Zira grip aşıları, domuz gribine neden olan virüslere ve aynı zamanda içinde bulunulan senenin grip mevsiminde en yaygın olması beklenen bir veya iki virüse karşı koruma sağlar. Domuz gribi hastalığının tedavisinde ise genellikle istirahat ile birlikte antiviral ilaçların kullanımı önerilir.Domuz gribi, ilk olarak 1919 salgınında ortaya çıkan, A tipi (H1N1) grip virüsünün neden olduğu ve yüksek ateş, öksürük, boğaz ağrısı gibi belirtilerle karakterize olan bulaşıcı bir solunum yolu hastalığıdır. Ateş, öksürük, boğaz ağrısı, kas-eklem ağrıları, baş ağrısı ve yorgunluk domuz gribinin sık karşılaşılan belirtileridir.. H1N1 virüsünün vücuda girmesiyle kişiyi enfekte eden domuz gribi için uzmanlar bir yaşından büyük hemen her birey için yıllık grip aşısı yapılmasını önerir. Zira grip aşıları, domuz gribine neden olan virüslere ve aynı zamanda içinde bulunulan senenin grip mevsiminde en yaygın olması beklenen bir veya iki virüse karşı koruma sağlar. Domuz gribi hastalığının tedavisinde ise genellikle istirahat ile birlikte antiviral ilaçların kullanımı önerilir.
Domuz Gribi (H1N1 Virüsü) Nedir?Domuz gribi, domuzlarda görülen influenza A adlı virüsün H1N1 alt tipinin mutasyona uğraması sonucu insanlara bulaşmasıyla meydana gelen, kişide ateş, öksürük, boğaz ağrısı ve yorgunluk belirtileriyle ortaya çıkan, bulaşıcılığı yüksek, ölüm oranı düşük viral bir solunum yolu hastalığıdır. Geçmişte bu hastalığa domuz gribi isminin verilmesinin nedeni domuzlarda doğrudan kurulan temastan kaynaklanmıştır. Domuzlar ile yakından çalışan domuz yetiştiricileri, kesiciler veya veterinerler domuz gribine maruz kalma riski en yüksek kişiler arasında yer alır. Ayrıca domuz gribinden etkilenen kişilerin sayıca fazla olduğu bir bölgede yaşayanların ve söz konusu bölgeye seyahat edenlerin de bu virüse yakalanma ihtimali yüksektir.Yüksek ateş, öksürük, boğaz ağrısı, baş ağrısı, vücut ağrıları, yorgunluk, üşüme-titreme, burun akıntısı ve gözlerde kızarıklık gibi semptomlar domuz gribinde görülen yaygın belirtiler arasındadır. Yüksek bulaşıcılığa sahip bir hastalık olan domuz gribi, öksürük ve hapşırıkla birlikte havadaki ve yüzeylerdeki damlacıklar yoluyla kişiden kişiye geçer. Ayrıca damlaların düştüğü bir yüzeye (kapı kolu veya lavabo gibi) dokunur veya enfekte bir kişinin yakın zamanda dokunduğu bir yere temas etmeniz durumunda da domuz gribi hastalığına yakalanma ihtimaliniz söz konusudur.Domuz gribinden korunmanın en etkili yolu, öncelikle grip aşısı yaptırmak ve sonra da kişisel temizlik kurallarına dikkat etmektir. Domuz gribi virüsü, mevsimsel gribe göre çok daha dirençlidir. Grip ve domuz gribi solunum yolu ile bulaşan hastalıklar olduğundan mikroplar hava yolu ile alındığında direkt olarak akciğerleri tutar. Burun ve geniz akıntısı da olduğu zaman akciğerler çok çabuk etkilenir ve bronşlar iltihaplanır. Akciğer hastalıklarının hepsi genelde bağışıklık sistemi düşük olan kişileri yakalar. Böbrek hastaları, karaciğer hastaları, iki yaşın altındaki çocuklar, 65 yaş üstü kişiler, şeker ve kalp hastaları ile astım, bronşit, KOAH gibi kronik akciğer hastaları ile daha önce tüberküloz olup akciğerleri zarar görmüş kişiler de domuz gribine yakalanma riski açısından yüksek risk grubundadır.Domuz gribi tedavisi genellikle istirahat, antiviral ilaçlar ve ağrı kesicileri içerir. Domuz Gribi (H1N1) Neden Olur?Yüksek bulaşıcılık içeren domuz gribi, domuzlarda düzenli olarak grip salgınlarına neden olan A tipi grip virüsünün mutasyona uğramış H1N1 virüsünün insanlara geçmesi sonucu meydana gelir. Domuz gribinin insanlara geçmesinin sebebi domuzlarla kurulan yakın temastan kaynaklanır. Bu yakın temaslar sonucu virüsü alan kişiler diğer insanlara bulaştırarak hastalığın yayılmasına neden olur.H1N1 adlı grip virüsleri burnu, boğazı ve akciğerleri kaplayan hücreleri enfekte eder ve enfekti ettiği bölgelerde birtakım belirti ve komplikasyonlar ortaya çıkarır. Viral bir solunum yolu hastalığı olan domuz gribi, H1N1 virüsü kişinin öksürmesi ve hapşırması sonucu havadaki damlacıklar yoluyla insanlara bulaşır. Özellikle çocuklar, yaşlılar, bağışıklık sistemi düşük olanlar ve kronik hastalığı olan kişiler domuz gribine yakalanma riski daha yüksek olan kişilerdir ve virüsten daha fazla etkilenir. Ayrıca bu kişiler virüsü daha uzun süre yayma potansiyeline sahiptir. Domuz Gribi (H1N1) Belirtileri Nelerdir?Domuz gribinin klinik belirtileri 39-40 dereceyi bulabilen yüksek ateş, öksürük, boğaz ağrısı, burun akıntısı ya da burun tıkanıklığı, vücut genelinde hissedilen kas ve eklem ağrıları yanı sıra halsizlik ve yorgunluktur. Baş ağrısı, ishal, bulantı, kusma ve nefes darlığıda domuz gribinde görülen belirtilerdir.Domuz gribi belirtileri şunlardır: Yüksek ateş Kuru öksürük Boğaz ağrısı Vücudun genelinde hissedilen kas ve eklem ağrıları Burun akıntısı veya burun tıkanıklığı Halsizlik ve yorgunluk Baş ağrısı Üşüme, titreme İshal Mide bulantısı ve kusmaÖzellikle altta yatan sağlık sorunları ve farklı hastalıkları bulunan kişiler domuz gribi konusunda daha yüksek risk altındadır. Akciğer enfeksiyonu (pnömoni) ve solunum yetmezliği, domuz gribiyle birleşince yaşamı tehdit edebilir. Uzun süreli ve dirençli ateş, genel durum bozukluğu, solunum sıkıntısı, bilinç bulanıklığı gibi bulguların varlığında mutlaka doktora başvurulmalıdır.Domuz gribi hastalığında izlenen belirtiler şu şekilde açıklanabilir:Yüksek ateş: Ani başlayan 39-40 derece arasında seyreden ateş domuz gribinin yaygın belirtilerdendir. Aslında ateş, domuz gribinin ilk görülen ve yaygın belirtilerinden biridir.Kuru öksürük: Özellikle kuru olabilen öksürük domuz gribinin bir diğer yaygın belirtisidir. Solunum yolu ile bulaşan bir hastalık olduğu için mikroplar hava yolu ile alındığında direkt olarak akciğerleri tutar ve enfekte eder. Buna bağlı olarak bronşlar iltihaplanır ve öksürük yaşanır.Boğaz ağrısı: Kuru öksürük ve virus nedeniyle boğazlar tahriş olur ve bu da yutkunurken, bir şeyler yiyip içerken boğaz ağrısına sebebiyet verir. Kas-eklem ağrıları başta olmak üzere genel vücut ağrısı: Domuz gribindr vücut ağrıları söz konusudur. Ağrılar öncelikle kas ve eklemlerde başlar ve sonrasında tüm vücutta hissedilir düzeyde yayılır.Yorgunluk ve halsizlik: Domuz gribine neden olan H1N1 virüsüyle enfekte olan kişiler kendilerini yorgun, halsiz, bitkin ve tükenmiş hissederler.Burun akıntısı veya burun tıkanıklığı: Domuz gribinin karakteristik belirtilerinden biri de burun akıntısı veya burun tıkanıklığı yaşanmasıdır.Baş ağrısı: H1N1 virüsünün enfekte ettiği kişilerde nörolojik semptomlar ortaya çıkabilir ve bu semptomların başında baş ağrısı gelir.Üşüme ve titreme: Vücut virüsle savaşırken yaşanan ateş, kişide üşüme ve titreme gibi semptomlarada neden olur.Gözlerde kızarıklık ve akıntı: Domuz gribinin etkilediği organlardan biri de gözlerdir. Domuz gribi virüsüyle savaşan kişilerin gözlerinde kızarıklık ve akıntı görülebilir.Nefes darlığı: Özellikle bebeklerde ve çocuklarda görülen domuz gribi belirtilerin biri nefes darlığıdır. Çocuğunuzda nefes darlığı belirtisiyle birlikte diğer domuz gribi belirtileri söz konusuysa vakit kaybetmeden doktora başvurun.İshal, bulantı ve kusma: Domuz gribinde ishal, mide bulantısı ve kusma gibi gastrointestinal semptomlar da görülür. Ancak bu semptomlar daha çok çocuklarda ortaya çıkmaktadır. İshal ve kusma aslında vücudun savunma mekanizmasıdır ve bu yöntemle virüsü dışarı atmaya çalışır.Domuz Gribi Bulaşıcı mı?Domuz gribi, domuzlarla temas sonrası insanlara geçen ve yüksek bulaşıcılığa sahip bir hastalıktır. Hapşırık, öksürme gibi damlacıkların hava yoluyla insanlara geçmesi sonucu yayılan domuz gribi, hafif, orta ve şiddetli semptomlara yol açabilir. Domuz gribi hapşırık ve öksürüğün dışında enfekte kişilerin temas ettiği yerlere dokunarak da bulaşabilir.Domuz gribinde önemli olan enfeksiyona karşı korunmak ve enfeksiyonu önlemektir. Bunun başlıca yolu da grip aşısı olmak ve enfekte olduğunu düşündüğünüz kişiyle yakın temastan kaçınmaktır.Domuz Gribi Nasıl Teşhis Edilir?Doktor, bir kişinin H1N1 veya başka bir grip türü olabileceğinden şüphelenirse teşhisi doğrulamak için bir test önerebilir. Grip tanısı için en yaygın olarak kullanılan test, burundan veya boğazın içinden bir pamuklu çubuk ile örnek alıp, bu örnekte antijen madde arayan grip tanı testidir.Bu tür testler yaklaşık 15 dakika içinde sonuç verebilir. Bununla birlikte, elde edilen sonuçların her zaman kesin bir doğruluğu yoktur. Daha doğru olan ve aynı zamanda hızlı sonuç verebilen hızlı moleküler analizler de vardır. Birden fazla influenza A virüs suşu olduğundan, pozitif influenza A testi mutlaka H1N1 virüsüne sahip olunduğu anlamına gelmez.Domuz gribi teşhisinde faydalanılan testler şunlardır: Nükleik asit amplifikasyon testleri (RT-PCR) Hızlı antijen testleri Kültür – virüs izolasyonu Serolojik tanı (antikor testleri) ELISAHızlı antijen testleri ile İnfluenza A ve İnfluenza B varlığı tespit edilebilir iken, PCR testi ile alt grup (H1N1-domuz gribi) analizleri yapılabilmektedir.Domuz Gribi Tedavisi Nasıl Yapılır?Domuz gribinin tedavisinde istirahat ve destek tedavilerinin anı sıra influenza virüsünde etkili antiviral ilaçlar kullanılabilir. İnfluenza ile ilişkili ateş, baş ağrısı ve miyalji (kas ağrısı) gibi semptomları tedavi etmek için parasetamol veya nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar kullanılabilir. Domuz gribi ilacı olarak tabir edilen net bir ilaç yokken, hastalığın etki ve semptomlarının azaltılmasına yönelik ilaçlar reçete edilir.Domuz gribine yakalanan birçok kişi herhangi bir özel tedavi olmaksızın iyileşebilir; ancak H1N1 gribi de dahil olmak üzere grip olan çoğu hasta yalnızca semptomların giderilmesine ihtiyaç duyar. Örneğin kronik bir solunum hastalığı olanlara, doktor semptomları hafifletmeye yönelik ek ilaçlar reçete edebilir.Dört Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) onaylı antiviral ilaç bazen semptomların şiddetini ve muhtemel komplikasyon riskini azaltmak için reçete edilir. Ancak grip virüsleri bu ilaçlara karşı direnç geliştirebilir. Bu ilaçların en iyi etkiyi, virüse yakalandıktan sonraki 48 saat içerisinde alınmaları halinde gösterdikleri ifade edilir.‘Reye sendromu’ adlı seyrek görülen fakat ağır bir hastalık nedeniyle grip sırasında çocuklar ve ergenlere asetil salisilik asit (aspirin vb.) içeren ağrı kesici, ateş düşürücüler verilmez.Domuz Gribine Ne İyi Gelir?Domuz gribinin iyileşmesi için öncelikle kişinin dinlenmesi gerekir. İstirahat ile birlikte dehidrasyonu önlemek amaçlı bol sıvı tüketilmesi önemli bir detaydır. C vitamini içeren meyve-sebzelerin tüketimi, bağışıklığın güçlendirilmesi ve eksiklik mevcutsa vitamin-mineral takviyelerinin alınması, öksürüğün ve boğaz ağrısının yumuşaması için tavuk suyu ve paça çorbası içilmesi ve bitkisel olarak ballı zencefil, kuşburnu, ıhlamur, nane-limon ve tarçın çayları içerek domuz gribinin önüne geçebilirsiniz.Domuz Gribi AşısıHer yıl yenilenen mevsimsel grip aşıları, H1N1 (domuz gribi aşısı) ve H3N2 gibi o yılki grip mevsiminde en yaygın olması beklenen üç veya dört grip virüsüne karşı koruma sağlar. Bu nedenle grip aşısının her yıl Ekim ayında yaptırılması gerekmektedir. Ancak risk grubundaki kişiler, daha önce yaptırmadılarsa, Şubat ayına kadar aşıyı yaptırabilirler.Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) 6 aydan büyük herkes için yıllık grip aşısı yapılmasını önermektedir. Domuz gribinin tedavisinde istirahat ve destek tedavilerinin anı sıra influenza virüsünde etkili antiviral ilaçlar kullanılabilir. İnfluenza ile ilişkili ateş, baş ağrısı ve miyalji (kas ağrısı) gibi semptomları tedavi etmek için parasetamol veya nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar kullanılabilir.Domuz Gribinden Korunmak İçin Neler Yapılmalıdır?Grip ve domuz gribi hastalığından korunmanın en etkin ve güvenli yolu aşılanmaktır.Ancak aşı yapılmış olsa da aşağıda belirtilen genel korunma tedbirlerine mutlaka uyulmalıdır. Ellerinizi sık sık yıkayın Kalabalık ve kapalı ortamlarda maske takın Bulunduğunuz ortamı havalandırın Öksürürken veya hapşırırken ağzınızı kağıt mendil ile kapatın Evde kullanılan yatak örtüleri, yastık kılıfları, çarşaf, havlu vb. kişisel eşyaları sık sık değiştirin Yeterli sıvı almaya (günde 2-2,5 litre) özen gösterin, bol vitamin ve mineral içeren sebze ve meyveler tüketin. Yanınızda eldiven, alkol bazlı el dezenfektanı ve kâğıt mendil bulundurun. Hastalığın yaygın olarak görüldüğü bir ülkeye seyahat edecekseniz bu seyahatinizi aşı yaptırana kadar erteleyin. Hasta kişilere yakın temastan sakının. Sizde grip hastalığının belirtileri olursa hemen doktora veya hastaneye başvurun. Eğer hastaysanız evde kalın ve diğer kişilerle temasınızı sınırlandırın. İş ortamlarında kullanılan klimaların virüs yaymaması açısından filtre sistemlerinin kontrolünün en iyi şekilde yapılmasına özen gösterilmelidir.Domuz Gribi Hakkında Sık Sorulan SorularDomuz gribi olduğumu nasıl anlarım?Domuz gribinde burun akıntısı, burun tıkanıklığı ve baş ağrıları görülür. Mide bulantısı veya ishal gibi mide-bağırsak sorunları da belirtilere eşlik eder. Mevsimsel olarak gelişen gripten farklı olarak semptomlar daha ağır ve yorucu geçirilir.Domuz gribi risk grupları nelerdir?Domuz gribi, herhangi bir tedavi uygulanmaksızın kendiliğinden iyileşebilir. Ancak risk grubundaki kişilerde, mutlaka domuz gribi tedavi edilmelidir. Domuz gribi riskinin yüksek olduğu gruplar hamileler, çocuklar, yaşlılar, kronik hastalığı olan kişiler, obezite hastası bireyler ve sağlık çalışanlarıdır.Domuz gribi nasıl bulaşır?Domuz gribinin bulaşması mevsimsel griple aynıdır. Öksüren veya hapşıran insanlar, virüsün küçük damlalarını havaya püskürtür. Bu damlalarla temas eden kişiler, damlaların düştüğü bir yüzeye (kapı kolu veya lavabo gibi) dokunanlar veya enfekte bir kişinin yakın zamanda dokunduğu bir şeye dokunanlar, H1N1 domuz gribine yakalanabilir; ancak H1N1 yani domuz gribi domuz eti yenildiği için bulaşmaz.Öte yandan virüse yakalanan kişiler hastalık belirtileri başlamadan bir gün öncesine kadar ve ardından geçen yaklaşık yedi gün boyunca virüsü yayabilir.Domuz gribi kaç günde geçer?Domuz gribi ortalama olarak yaklaşık üç ila yedi gün sürer. Daha ciddi domuz gribi enfeksiyonları ise yaklaşık 9 ila 10 gün sürer ve kişiyi olumsuz etkiler.Domuz gribi tehlikeli mi?Özellikle altta yatan sağlık sorunları ve farklı hastalıkları bulunan kişiler domuz gribi konusunda daha yüksek risk altındadır. Zatürre (pnömoni) ve solunum yetmezliği, domuz gribiyle birleşince yaşamı tehdit edebilir.Domuz gribi ilaçsız geçer mi?Domuz gribi, herhangi bir tedavi uygulanmadan ve ilaçsız bir şekilde kendiliğinden iyileşebilir. Ancak risk grubundaki kişilerde, mutlaka domuz gribi tedavi edilmelidir.Domuz gribinin komplikasyonları nelerdir?Domuz gribi hastalığı kişide başlıca olarak kalp hastalığı ve astım gibi kronik hastalıkların kötüleşmesi, akciğer iltihaplanması, nörolojik semptomlar ve solunum yetmezliği gibi komplikasyonlar meydana getirebilir.Çocuklardaki acil müdahale gerektiren domuz gribi belirtileri nelerdir?Çocuğunuzda hızlı veya zor nefes alma, vücutta solgunluk-morarma, beslenme problemi, uykuya meyil, huzursuzluk, ateşle beraber döküntü görülmesi durumunda acil müdahale gerekebilir.
Domuz Gribi (H1N1 Virüsü) Nedir?Domuz gribi, domuzlarda görülen influenza A adlı virüsün H1N1 alt tipinin mutasyona uğraması sonucu insanlara bulaşmasıyla meydana gelen, kişide ateş, öksürük, boğaz ağrısı ve yorgunluk belirtileriyle ortaya çıkan, bulaşıcılığı yüksek, ölüm oranı düşük viral bir solunum yolu hastalığıdır. Geçmişte bu hastalığa domuz gribi isminin verilmesinin nedeni domuzlarda doğrudan kurulan temastan kaynaklanmıştır. Domuzlar ile yakından çalışan domuz yetiştiricileri, kesiciler veya veterinerler domuz gribine maruz kalma riski en yüksek kişiler arasında yer alır. Ayrıca domuz gribinden etkilenen kişilerin sayıca fazla olduğu bir bölgede yaşayanların ve söz konusu bölgeye seyahat edenlerin de bu virüse yakalanma ihtimali yüksektir.Yüksek ateş, öksürük, boğaz ağrısı, baş ağrısı, vücut ağrıları, yorgunluk, üşüme-titreme, burun akıntısı ve gözlerde kızarıklık gibi semptomlar domuz gribinde görülen yaygın belirtiler arasındadır. Yüksek bulaşıcılığa sahip bir hastalık olan domuz gribi, öksürük ve hapşırıkla birlikte havadaki ve yüzeylerdeki damlacıklar yoluyla kişiden kişiye geçer. Ayrıca damlaların düştüğü bir yüzeye (kapı kolu veya lavabo gibi) dokunur veya enfekte bir kişinin yakın zamanda dokunduğu bir yere temas etmeniz durumunda da domuz gribi hastalığına yakalanma ihtimaliniz söz konusudur.Domuz gribinden korunmanın en etkili yolu, öncelikle grip aşısı yaptırmak ve sonra da kişisel temizlik kurallarına dikkat etmektir. Domuz gribi virüsü, mevsimsel gribe göre çok daha dirençlidir. Grip ve domuz gribi solunum yolu ile bulaşan hastalıklar olduğundan mikroplar hava yolu ile alındığında direkt olarak akciğerleri tutar. Burun ve geniz akıntısı da olduğu zaman akciğerler çok çabuk etkilenir ve bronşlar iltihaplanır. Akciğer hastalıklarının hepsi genelde bağışıklık sistemi düşük olan kişileri yakalar. Böbrek hastaları, karaciğer hastaları, iki yaşın altındaki çocuklar, 65 yaş üstü kişiler, şeker ve kalp hastaları ile astım, bronşit, KOAH gibi kronik akciğer hastaları ile daha önce tüberküloz olup akciğerleri zarar görmüş kişiler de domuz gribine yakalanma riski açısından yüksek risk grubundadır.Domuz gribi tedavisi genellikle istirahat, antiviral ilaçlar ve ağrı kesicileri içerir. Domuz Gribi (H1N1) Neden Olur?Yüksek bulaşıcılık içeren domuz gribi, domuzlarda düzenli olarak grip salgınlarına neden olan A tipi grip virüsünün mutasyona uğramış H1N1 virüsünün insanlara geçmesi sonucu meydana gelir. Domuz gribinin insanlara geçmesinin sebebi domuzlarla kurulan yakın temastan kaynaklanır. Bu yakın temaslar sonucu virüsü alan kişiler diğer insanlara bulaştırarak hastalığın yayılmasına neden olur.H1N1 adlı grip virüsleri burnu, boğazı ve akciğerleri kaplayan hücreleri enfekte eder ve enfekti ettiği bölgelerde birtakım belirti ve komplikasyonlar ortaya çıkarır. Viral bir solunum yolu hastalığı olan domuz gribi, H1N1 virüsü kişinin öksürmesi ve hapşırması sonucu havadaki damlacıklar yoluyla insanlara bulaşır. Özellikle çocuklar, yaşlılar, bağışıklık sistemi düşük olanlar ve kronik hastalığı olan kişiler domuz gribine yakalanma riski daha yüksek olan kişilerdir ve virüsten daha fazla etkilenir. Ayrıca bu kişiler virüsü daha uzun süre yayma potansiyeline sahiptir. Domuz Gribi (H1N1) Belirtileri Nelerdir?Domuz gribinin klinik belirtileri 39-40 dereceyi bulabilen yüksek ateş, öksürük, boğaz ağrısı, burun akıntısı ya da burun tıkanıklığı, vücut genelinde hissedilen kas ve eklem ağrıları yanı sıra halsizlik ve yorgunluktur. Baş ağrısı, ishal, bulantı, kusma ve nefes darlığıda domuz gribinde görülen belirtilerdir.Domuz gribi belirtileri şunlardır:Özellikle altta yatan sağlık sorunları ve farklı hastalıkları bulunan kişiler domuz gribi konusunda daha yüksek risk altındadır. Akciğer enfeksiyonu (pnömoni) ve solunum yetmezliği, domuz gribiyle birleşince yaşamı tehdit edebilir. Uzun süreli ve dirençli ateş, genel durum bozukluğu, solunum sıkıntısı, bilinç bulanıklığı gibi bulguların varlığında mutlaka doktora başvurulmalıdır.Domuz gribi hastalığında izlenen belirtiler şu şekilde açıklanabilir:Yüksek ateş: Ani başlayan 39-40 derece arasında seyreden ateş domuz gribinin yaygın belirtilerdendir. Aslında ateş, domuz gribinin ilk görülen ve yaygın belirtilerinden biridir.Kuru öksürük: Özellikle kuru olabilen öksürük domuz gribinin bir diğer yaygın belirtisidir. Solunum yolu ile bulaşan bir hastalık olduğu için mikroplar hava yolu ile alındığında direkt olarak akciğerleri tutar ve enfekte eder. Buna bağlı olarak bronşlar iltihaplanır ve öksürük yaşanır.Boğaz ağrısı: Kuru öksürük ve virus nedeniyle boğazlar tahriş olur ve bu da yutkunurken, bir şeyler yiyip içerken boğaz ağrısına sebebiyet verir. Kas-eklem ağrıları başta olmak üzere genel vücut ağrısı: Domuz gribindr vücut ağrıları söz konusudur. Ağrılar öncelikle kas ve eklemlerde başlar ve sonrasında tüm vücutta hissedilir düzeyde yayılır.Yorgunluk ve halsizlik: Domuz gribine neden olan H1N1 virüsüyle enfekte olan kişiler kendilerini yorgun, halsiz, bitkin ve tükenmiş hissederler.Burun akıntısı veya burun tıkanıklığı: Domuz gribinin karakteristik belirtilerinden biri de burun akıntısı veya burun tıkanıklığı yaşanmasıdır.Baş ağrısı: H1N1 virüsünün enfekte ettiği kişilerde nörolojik semptomlar ortaya çıkabilir ve bu semptomların başında baş ağrısı gelir.Üşüme ve titreme: Vücut virüsle savaşırken yaşanan ateş, kişide üşüme ve titreme gibi semptomlarada neden olur.Gözlerde kızarıklık ve akıntı: Domuz gribinin etkilediği organlardan biri de gözlerdir. Domuz gribi virüsüyle savaşan kişilerin gözlerinde kızarıklık ve akıntı görülebilir.Nefes darlığı: Özellikle bebeklerde ve çocuklarda görülen domuz gribi belirtilerin biri nefes darlığıdır. Çocuğunuzda nefes darlığı belirtisiyle birlikte diğer domuz gribi belirtileri söz konusuysa vakit kaybetmeden doktora başvurun.İshal, bulantı ve kusma: Domuz gribinde ishal, mide bulantısı ve kusma gibi gastrointestinal semptomlar da görülür. Ancak bu semptomlar daha çok çocuklarda ortaya çıkmaktadır. İshal ve kusma aslında vücudun savunma mekanizmasıdır ve bu yöntemle virüsü dışarı atmaya çalışır.Domuz Gribi Bulaşıcı mı?Domuz gribi, domuzlarla temas sonrası insanlara geçen ve yüksek bulaşıcılığa sahip bir hastalıktır. Hapşırık, öksürme gibi damlacıkların hava yoluyla insanlara geçmesi sonucu yayılan domuz gribi, hafif, orta ve şiddetli semptomlara yol açabilir. Domuz gribi hapşırık ve öksürüğün dışında enfekte kişilerin temas ettiği yerlere dokunarak da bulaşabilir.Domuz gribinde önemli olan enfeksiyona karşı korunmak ve enfeksiyonu önlemektir. Bunun başlıca yolu da grip aşısı olmak ve enfekte olduğunu düşündüğünüz kişiyle yakın temastan kaçınmaktır.Domuz Gribi Nasıl Teşhis Edilir?Doktor, bir kişinin H1N1 veya başka bir grip türü olabileceğinden şüphelenirse teşhisi doğrulamak için bir test önerebilir. Grip tanısı için en yaygın olarak kullanılan test, burundan veya boğazın içinden bir pamuklu çubuk ile örnek alıp, bu örnekte antijen madde arayan grip tanı testidir.Bu tür testler yaklaşık 15 dakika içinde sonuç verebilir. Bununla birlikte, elde edilen sonuçların her zaman kesin bir doğruluğu yoktur. Daha doğru olan ve aynı zamanda hızlı sonuç verebilen hızlı moleküler analizler de vardır. Birden fazla influenza A virüs suşu olduğundan, pozitif influenza A testi mutlaka H1N1 virüsüne sahip olunduğu anlamına gelmez.Domuz gribi teşhisinde faydalanılan testler şunlardır:Hızlı antijen testleri ile İnfluenza A ve İnfluenza B varlığı tespit edilebilir iken, PCR testi ile alt grup (H1N1-domuz gribi) analizleri yapılabilmektedir.Domuz Gribi Tedavisi Nasıl Yapılır?Domuz gribinin tedavisinde istirahat ve destek tedavilerinin anı sıra influenza virüsünde etkili antiviral ilaçlar kullanılabilir. İnfluenza ile ilişkili ateş, baş ağrısı ve miyalji (kas ağrısı) gibi semptomları tedavi etmek için parasetamol veya nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar kullanılabilir. Domuz gribi ilacı olarak tabir edilen net bir ilaç yokken, hastalığın etki ve semptomlarının azaltılmasına yönelik ilaçlar reçete edilir.Domuz gribine yakalanan birçok kişi herhangi bir özel tedavi olmaksızın iyileşebilir; ancak H1N1 gribi de dahil olmak üzere grip olan çoğu hasta yalnızca semptomların giderilmesine ihtiyaç duyar. Örneğin kronik bir solunum hastalığı olanlara, doktor semptomları hafifletmeye yönelik ek ilaçlar reçete edebilir.Dört Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) onaylı antiviral ilaç bazen semptomların şiddetini ve muhtemel komplikasyon riskini azaltmak için reçete edilir. Ancak grip virüsleri bu ilaçlara karşı direnç geliştirebilir. Bu ilaçların en iyi etkiyi, virüse yakalandıktan sonraki 48 saat içerisinde alınmaları halinde gösterdikleri ifade edilir.‘Reye sendromu’ adlı seyrek görülen fakat ağır bir hastalık nedeniyle grip sırasında çocuklar ve ergenlere asetil salisilik asit (aspirin vb.) içeren ağrı kesici, ateş düşürücüler verilmez.Domuz Gribine Ne İyi Gelir?Domuz gribinin iyileşmesi için öncelikle kişinin dinlenmesi gerekir. İstirahat ile birlikte dehidrasyonu önlemek amaçlı bol sıvı tüketilmesi önemli bir detaydır. C vitamini içeren meyve-sebzelerin tüketimi, bağışıklığın güçlendirilmesi ve eksiklik mevcutsa vitamin-mineral takviyelerinin alınması, öksürüğün ve boğaz ağrısının yumuşaması için tavuk suyu ve paça çorbası içilmesi ve bitkisel olarak ballı zencefil, kuşburnu, ıhlamur, nane-limon ve tarçın çayları içerek domuz gribinin önüne geçebilirsiniz.Domuz Gribi AşısıHer yıl yenilenen mevsimsel grip aşıları, H1N1 (domuz gribi aşısı) ve H3N2 gibi o yılki grip mevsiminde en yaygın olması beklenen üç veya dört grip virüsüne karşı koruma sağlar. Bu nedenle grip aşısının her yıl Ekim ayında yaptırılması gerekmektedir. Ancak risk grubundaki kişiler, daha önce yaptırmadılarsa, Şubat ayına kadar aşıyı yaptırabilirler.Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) 6 aydan büyük herkes için yıllık grip aşısı yapılmasını önermektedir. Domuz gribinin tedavisinde istirahat ve destek tedavilerinin anı sıra influenza virüsünde etkili antiviral ilaçlar kullanılabilir. İnfluenza ile ilişkili ateş, baş ağrısı ve miyalji (kas ağrısı) gibi semptomları tedavi etmek için parasetamol veya nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar kullanılabilir.Domuz Gribinden Korunmak İçin Neler Yapılmalıdır?Grip ve domuz gribi hastalığından korunmanın en etkin ve güvenli yolu aşılanmaktır.Ancak aşı yapılmış olsa da aşağıda belirtilen genel korunma tedbirlerine mutlaka uyulmalıdır.Domuz Gribi Hakkında Sık Sorulan SorularDomuz gribi olduğumu nasıl anlarım?Domuz gribinde burun akıntısı, burun tıkanıklığı ve baş ağrıları görülür. Mide bulantısı veya ishal gibi mide-bağırsak sorunları da belirtilere eşlik eder. Mevsimsel olarak gelişen gripten farklı olarak semptomlar daha ağır ve yorucu geçirilir.Domuz gribi risk grupları nelerdir?Domuz gribi, herhangi bir tedavi uygulanmaksızın kendiliğinden iyileşebilir. Ancak risk grubundaki kişilerde, mutlaka domuz gribi tedavi edilmelidir. Domuz gribi riskinin yüksek olduğu gruplar hamileler, çocuklar, yaşlılar, kronik hastalığı olan kişiler, obezite hastası bireyler ve sağlık çalışanlarıdır.Domuz gribi nasıl bulaşır?Domuz gribinin bulaşması mevsimsel griple aynıdır. Öksüren veya hapşıran insanlar, virüsün küçük damlalarını havaya püskürtür. Bu damlalarla temas eden kişiler, damlaların düştüğü bir yüzeye (kapı kolu veya lavabo gibi) dokunanlar veya enfekte bir kişinin yakın zamanda dokunduğu bir şeye dokunanlar, H1N1 domuz gribine yakalanabilir; ancak H1N1 yani domuz gribi domuz eti yenildiği için bulaşmaz.Öte yandan virüse yakalanan kişiler hastalık belirtileri başlamadan bir gün öncesine kadar ve ardından geçen yaklaşık yedi gün boyunca virüsü yayabilir.Domuz gribi kaç günde geçer?Domuz gribi ortalama olarak yaklaşık üç ila yedi gün sürer. Daha ciddi domuz gribi enfeksiyonları ise yaklaşık 9 ila 10 gün sürer ve kişiyi olumsuz etkiler.Domuz gribi tehlikeli mi?Özellikle altta yatan sağlık sorunları ve farklı hastalıkları bulunan kişiler domuz gribi konusunda daha yüksek risk altındadır. Zatürre (pnömoni) ve solunum yetmezliği, domuz gribiyle birleşince yaşamı tehdit edebilir.Domuz gribi ilaçsız geçer mi?Domuz gribi, herhangi bir tedavi uygulanmadan ve ilaçsız bir şekilde kendiliğinden iyileşebilir. Ancak risk grubundaki kişilerde, mutlaka domuz gribi tedavi edilmelidir.Domuz gribinin komplikasyonları nelerdir?Domuz gribi hastalığı kişide başlıca olarak kalp hastalığı ve astım gibi kronik hastalıkların kötüleşmesi, akciğer iltihaplanması, nörolojik semptomlar ve solunum yetmezliği gibi komplikasyonlar meydana getirebilir.Çocuklardaki acil müdahale gerektiren domuz gribi belirtileri nelerdir?Çocuğunuzda hızlı veya zor nefes alma, vücutta solgunluk-morarma, beslenme problemi, uykuya meyil, huzursuzluk, ateşle beraber döküntü görülmesi durumunda acil müdahale gerekebilir. | 11,039 |
304 | Hastalıklar | Dumping Sendromu | Çok fazla basit karbonhidrat tüketen ya da mide bağırsak ve yemek borusu ameliyatı olan kişilerde görülebilen dumping sendromu, yemekten kısa süre sonra mide bulantısı, ishal ve yorgunlukla kendini belli edebiliyor. Gerek uygun beslenme gerekse cerrahi yollarla çözülebilen dumping sendromu doğru tedavi planlaması yapılmadığı takdirde yaşam kalitesini önemli ölçüde etkiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Gastroenteroloji Cerrahisi Bölümü Uzmanları, dumping sendromu hakkında bilgi verdi.Çok fazla basit karbonhidrat tüketen ya da mide bağırsak ve yemek borusu ameliyatı olan kişilerde görülebilen dumping sendromu, yemekten kısa süre sonra mide bulantısı, ishal ve yorgunlukla kendini belli edebiliyor. Gerek uygun beslenme gerekse cerrahi yollarla çözülebilen dumping sendromu doğru tedavi planlaması yapılmadığı takdirde yaşam kalitesini önemli ölçüde etkiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Gastroenteroloji Cerrahisi Bölümü Uzmanları, dumping sendromu hakkında bilgi verdi.
Dumping sendromu nedir?Dumping sendromu, midenin hızlı boşalmasının sebep olduğu, mide bulantısı, ishal, yemek yedikten sonra hissedilen yorgunlukla karakterize bir sorundur. Ağız yoluyla alınan yiyecekler ve içecekler mideden on iki parmak bağırsağına gitmektedir. Eğer bu geçiş hızlanır ve yüksek karbonhidratlı içerik ince bağırsağa hızla ulaşırsa dumping sendromu oluşur. Bu sorun, yüksek düzeyde basit karbonhidratlar alındığında, gastrik bypass cerrahisi geçiren hastalarda ortaya çıkabilir. Durum, özofagus ameliyatı geçirmiş kişilerde de gelişebilir. Piloroplasti veya distal gastrektomi sonrası hastaların yaklaşık yüzde 20'sinde klinik olarak anlamlı dumping semptomları ortaya çıkar. 35 yaşından küçük veya BMI <25 kg/m 2 olan hastaların semptomatik olma olasılığı, daha yaşlı veya daha fazla obezite sorunu olan hastalara göre daha fazladır.Dumping sendromu belirtileri nelerdir?Dumping sendromu belirtileri yemek yedikten sonra erken dönmede veya daha geç dönemde ortaya çıkan olarak ayrılabilir. Erken dönem belirtiler, yemek yedikten sonraki 10 ile 30 dakika içinde ortaya çıkan belirtilerdendir. Yemek yedikten sonra 10-30 dakika sonra kişilerde karın ağrıları, karna saplanan kramplar ve ishal görülür. Geç dönem dumping sendromu belirtileri yemekten 1 ile 3 saat içinde görülür.Dumping sendromu özellikle yemekte sofra şekeri yani sakaroz veya meyve şekeri yani fruktoz açısından zengin beslenilirse çıkmaktadır. Genellikle, erken dumping kendi kendini sınırlar ve 7 ila 12 hafta içinde çözülür. Semptomları şöyle sıralamak mümkündür: Yemekten sonra şişkinlik, çok doyduğunu hissetmek Mide bulantısı Kusma Karın krampları İshal Vücutta kızarıklıklar Baş dönmesi Halsizlik Hızlı kalp atışıBazı zamanlarda geç dumping sendromu oluşur. Yine çok yüksek şeker içerikli bir yemek yedikten 1 ile üç saat sonra belirtiler başlar. Belirtiler yemek yedikten çok sonra ortaya çıkar. Çünkü vücut ince bağırsağa giden şekeri emmek için yüksek miktarda insülin salgılar. Sonuç olarak düşük kan şekeri olur.Geç dumping sendromunun belirtileri ise şunlardır: Terleme Vücutta kızarıklıklar Yorgunluk Baş dönmesi Hızlı kalp çarpıntısı Zihin bulanıklığı veya karışıklığı Konsantrasyon kaybı Bayılma TitremeBazı hastalar hem erken hem de geç dumping sendromu belirtisi yaşayabilir. Bu nedenle belirti görüldüğü anda doktora danışılmalıdır. Ayrıca bu belirtiler diyet değişiklikleriyle kontrol edilemeyebilir. Dumping sendromu yüksek miktarda kilo kaybettirebilir. Bu nedenle doktor mutlaka yeni bir program oluşturmak için yönlendirmesini yapar. Araştırmalara göre dumping sendromlu kişilerin yaklaşık yüzde 75'i erken, yaklaşık yüzde 25'i ise geç dumping sendromu yaşamaktadır. Bazıları da her ikisini de yaşar. Genel olarak, dumping, kısmen hastanın yeme alışkanlıklarını değiştirmesine neden olarak kilo kaybına katkıda bulunabilir.Dumping sendromu nedeni nedir?Dumping sendromunda midedeki yiyecekler ve mide suları kontrolsüz ve aşırı hızlı derecede ince bağırsak bölümüne hareket eder. Bunun en yaygın sebebi mide ile ilgili operasyonlarla ilişkili olabilir. Genellikle sorumlusu obezite ameliyatları olarak bilinse de mideden geçirilen herhangi bir operasyon, yemek borusu ameliyatları sonrasında da görülebilmektedir. Bu nedenle dumping sendromunun sadece obezite ameliyatları nedeniyle olduğu söylenemez. Ayrıca ameliyat olunmasa bile dumping sendromunu getirecek sorunlar olabilir.Bu ameliyatlar şöyle sıralanabilir:Gastrektomi: Midenin bir kısmının veya tamamının çıkarılmasını içeren bir cerrahi operasyon türüdür. Mide kanserinde uygulanır.Gastrik bypass: Tipik olarak hayatı tehdit eden morbid obeziteyi tedavi etmek için uygulanan bir operasyondur. Midede küçük bir kese oluşturarak hastaların yiyecek alımını sınırlandırmaya yardım ederek kilo vermeyi sağlayan bir cerrahidir.Özofajektomi: Bu cerrahi prosedürde yemek borusunun bir kısmı veya tamamı çıkarılır ve yeniden yapılır. Özofagus yani yemek borusu kanserini tedavi etmek için özofajektomi ameliyatı yapılmaktadır.Dumping sendromu nasıl teşhis edilir?Uzman doktor dumping sendromu olup olmadığını belirlemek için bazı yöntemler kullanır. Öncelikle mide veya bağırsak, yemek borusu ile ilgili bir ameliyat geçirip geçirilmediği sorgulanır. Daha sonra belirti ve semptomlar dinlenir. Tıbbi öykü ile birlikte ne sıklıkta bu belirtilerin yaşandığı sorgulanır. Bunun yanında düşük kan şekeri de dumping sendromu ile ilişkili olabileceği düşünülür. Tıbbi öykü ve belirtilere destek olarak semptomların en yoğun olduğu anda bir glikoz yani kan şekeri testi istenir. Ayrıca yiyeceklerin mideden ne kadar hızlı geçtiğini ölçmek için yiyeceklere eklenen radyoaktif bir maddeyle bu yiyeceklerin tüketilmesi istenir. Bunun sonrasında bazı görüntüleme yöntemleriyle gıda hareketleri takip edilir. Doktor, endoskopi de isteyebilir. Bunun nedeni semptomlara neden olabilecek farklı tıbbi sorunların olup olmadığını belirlemektir. Bunların sonuçlarına göre de dumping sendromu teşhisi konulabilmektedir.Dumping sendromu nasıl tedavi edilir?Erken dumping sendromunun üç ay içinde kendiliğinden çözülmesi durumu olabilir. Bu süreçte diyet değişiklikleri semptomları hafifletebilir. Ancak bazen bu durum beslenme değişimiyle de düzelmez. Doktor bu durumda ilaç ve ameliyat önerisinde bulunabilir. İlaçlarda cilt altına enjeksiyon yoluyla uygulanan ishal önleyen ilaçlar, yiyeceklerin hızla bağırsaklara boşalmasını yavaşlatabilir. Bunun da olası yan etkileri micde bulantısı, kusma ve çeşitli mide sorunları olabilir. Yeterli kalorinin alındığından emin olmak için gerekli diyet değişiklikleri yapıldıktan sonra kilonun izlenmesi önemlidir. Eğer ciddi bir kilo kaybı yaşanıyorsa bu durum diyetisyene veya doktora bildirilmelidir. Diyet değişikliğinden sonra semptomlar düzelmezse, ilaç tedavisinin düşünülebilmesi için doktora danışılmalıdır. İlaç ya da beslenme değişikliklerine yanıt vermeyen hastalarda da cerrahi prosedürler uygulanabilir. Cerrahi prosedürde pilorun yani midenin hemen çıkışında bulunan, öğütülmüş besinlerin mideden on iki parmak bağırsağa geçişini kontrol eden kasın, yeniden yapılandırılması gibi rekonstrüktif tekniklerdir. Veya gastrik bypass ameliyatını tersine çeviren cerrahi prosedürler uygulanır. Diyet ve tıbbi tedavinin başarısız olduğu inatçı dumping sendromu semptomları olan hastalarda ameliyat gerekebilir. Distal gastrektomi geçirmiş hastalarda loop gastrojejunostomiden Roux-en-Y rekonstrüksiyonuna geçiş tercih edilen prosedürdür. Roux-en-Y gastrik bypass, midenin boyutunu küçülten ve bir kişinin yiyebileceği yiyecek miktarını kısıtlayan bir kilo verme ameliyatıdır. Midenin küçük bir bölümünden bir mide poşu oluşturmayı ve midenin ve on iki parmak bağırsağının büyük bir bölümünü atlayarak onu doğrudan ince bağırsağa bağlamayı içerir. Genellikle karında küçük kesiler ile laparoskopik cerrahi olarak yapılır. Bu operasyon Roux döngüsünün hareketliliğini bozarak mide boşalmasını yavaşlatır. Önerilen ameliyat türü, dumping sendromuna yol açan ameliyatın türüne bağlıdır. Dumping sendromunu düzeltmek için cerrahi her zaman işe yaramaz. Bu soruna multidisipliner şekilde bakılması gerekmektedir.Dumping sendromu bitkisel yöntemlerle tedavi edilir mi? Bazı kişiler sindirim sistemini düzenlemek, yiyeceklerin bağırsağa geçişini yavaşlatmak için bazı bitkisel takviyeler kullanabilir. Ancak bunu kullanmaya karar vermeden önce doktora danışmak önemlidir çünkü alınan diğer ilaçlarla bu bitkisel takviyeler etkileşime geçebilir ve geri dönüşü zor hasarlar ortaya çıkabilir.Dumping sendromunda kaçınılması gereken yiyecekler nelerdir?Sofra şekeri, şuruplu, gazlı içecekler, meyve suları, hazır gıdalar gibi yüksek şekerli yiyecek ve içeceklerden uzak durulmalıdır. Süt ürünlerindeki laktoz semptomları kötüleştirebilir. Lif alımı yemeklerin hızla bağırsağa boşalmasını yavaşlatır ve ince bağırsakta karbonhidratların emilimini geciktirebilir. Lif oranı yüksek besinler tüketilmelidir. Alkol ve sigara içilmemelidir.Dumping sendromu hakkında doğru bilinen yanlışlar nelerdir?Genelde dumping sendromunun sebebinin sadece obezite ameliyatları olduğu ifade edilir ancak bu doğru değildir. Mide kanserinde uygulanan gastrektomi ya da yemek borusu kanserinde uygulanan özofajektomi de dumping sendromuna neden olabilmektedir.Dumping sendromunda egzersiz yapılabilir mi?Ağır ve yorucu olmayan egzersizler dumping sendromunda yapılabilir. Rahatsızlık hissedilirse egzersize ara verilebilir.Dumping sendromunda bilim insanları ne söylüyor?Dumping sendromunda kişiler az ve sık besin tüketmelidir. Hazır gıdalardan, sofra şekerinden, gazlı içeceklerden, basit karbonhidratlardan kaçınmak gerekir. Dumping sendromu tedbir alındığında yaşamı tehdit etmez. Lif oranı yüksek besinler tercih edilmelidir.Dumping sendromuna iyi gelen besinler hangileridir?Yüksek lif içeren besinler, protein, yumurta, balık, beyaz et, yulaf, brokoli, ıspanak tüketilmelidir. Proteinler ve yağlar meyve-sebzeler ile kombin edilerek tüketilmelidir. Basit karbonhidrattan kaçınılmalıdır.Dumping sendromu hakkında sık sorulan sorular Dumping sendromu diyeti nedir?Dumping sendromunda günde üç büyük öğün yerine beş- altı küçük öğün yemek gerekir. Yemeklerden 30-60 dakika önce hiçbir şey içilmemelidir. Sıvıların çoğu öğün aralarında alınmalıdır. Daha fazla protein içeren kırmızı et, beyaz et, fıstık ezmesi, kompleks karbonhidratlar, balık ile lif oranı yüksek yulaf ezmesi ve taze sebzeler tüketilebilir.Dumping sendromu semptomları nasıl hafifler?Dumping sendromunun belirtilerini hafifletmek için bazı beslenme prosedürlerini uygulamak gerekir. Yiyecekler iyi çiğnenmeli Yemekten yarım saat sonra uzanılmalı Beyaz ekmek, pirinç, makarnadan uzak durulmalı Sütten uzak durulmalı Günde 8 bardak su içilmeli ama sular öğünlerde değil öğün aralarında tüketilmeliDumping sendromu için risk faktörleri nelerdir?Midenin yapısını değiştiren cerrahi operasyonlar dumping sendromunu riskini artırabilir. Çoğunlukla obezite ameliyatları sorumlu tutulur. Ancak mide kanseri, yemek borusu kanseri için yapılan ameliyatlarda da dumping sendromu riski vardır. Bu cerrahiler şöyle sıralanabilir:- Midenin bir kısmının ya da tamamının çıkarıldığı cerrahiler- Morbid obezite tedavisi için yapılan cerrahiler, özellikle gastrik bypass ameliyatı- Özefagus cerrahileriDumping sendromu hipoglisemi sebebi mi?Dumping sendromunda belirtiler arasında hipoglisemi vardır. Bu sendromu yaşayan kişilerde pilorik sfinkterin fonksiyonu bozulabilir ve bu nedenle bu besinler hızla ince bağırsağa geçer. Bağırsak damarlarında genişleme olur. Besinler bağırsakta emilince insülin salınımı artar ve hiperglisemi oluşur. İnsülin artışı yükselince hipoglisemi meydana gelir. Kan şekeri yemek sonrasında hızla artar ve hızla düşer. Bu nedenle bu hastalara diyabette verilene benzer beslenme programı önerilir.Dumping sendromu komplikasyonları nelerdir?Dumping sendromu mide ile ilgili ameliyatların komplikasyonlarındandır. Bu sendromla birlikte besin emilimiyle ilgili sorunlar, Vitamin B12, folik asit veya demir eksikliği nedeniyle anemi, kalsiyum emilimiyle ilgili problemlerin neden olduğu osteoporoz ortaya çıkabilir.Dumping sendromu tedavisi sonrası neler yaşanabilir?Birçok insanlarda beslenme değişiklikleri sonrası bu sorun çözülür. Ancak ilaç tedavisi görenlerde bazı yan etkiler oluşabilir. Bu yan etkiler şöyle sıralanabilir: Düşük kan şekeri Safra kesesi taşları Yağlı, kötü kokulu dışkı Enjeksiyon bölgesinde ağrıDoktorunuza dumping sendromu hakkında ne sorulmalı?Dumping sendromu, uzman doktor gözetiminde tedavi edilecek bir sorundur. Bu sorunu çözmek için doktora sormanız gereken sorular şu şekilde olabilir: Dumping sendromu tanısını doğrulamak için herhangi bir teste ihtiyacım var mı? Ne tür yiyecekler yemem/kaçınmam gerektiğini tartışmak için bir diyetisyenle görüşebilir miyim? Diyet değişikliği semptomlarıma yardımcı olmazsa, hangi ilacı önerirsiniz?Dumping sendromu hakkındaki son araştırmalar nelerdir?Dumping sendromu için yeni ilaçlar geliştirilmekte ve klinik deneylerde test edilmektedir. Bu, oktreotide benzer şekilde çalışan ancak aynı yan etkilere sahip olmayan yeni bir ilaç araştırmaları sürmektedir. İlk sonuçlar umut vericidir, ancak daha fazla denemeye ihtiyaç vardır.
Dumping sendromu nedir?Dumping sendromu, midenin hızlı boşalmasının sebep olduğu, mide bulantısı, ishal, yemek yedikten sonra hissedilen yorgunlukla karakterize bir sorundur. Ağız yoluyla alınan yiyecekler ve içecekler mideden on iki parmak bağırsağına gitmektedir. Eğer bu geçiş hızlanır ve yüksek karbonhidratlı içerik ince bağırsağa hızla ulaşırsa dumping sendromu oluşur. Bu sorun, yüksek düzeyde basit karbonhidratlar alındığında, gastrik bypass cerrahisi geçiren hastalarda ortaya çıkabilir. Durum, özofagus ameliyatı geçirmiş kişilerde de gelişebilir. Piloroplasti veya distal gastrektomi sonrası hastaların yaklaşık yüzde 20'sinde klinik olarak anlamlı dumping semptomları ortaya çıkar. 35 yaşından küçük veya BMI <25 kg/m 2 olan hastaların semptomatik olma olasılığı, daha yaşlı veya daha fazla obezite sorunu olan hastalara göre daha fazladır.Dumping sendromu belirtileri nelerdir?Dumping sendromu belirtileri yemek yedikten sonra erken dönmede veya daha geç dönemde ortaya çıkan olarak ayrılabilir. Erken dönem belirtiler, yemek yedikten sonraki 10 ile 30 dakika içinde ortaya çıkan belirtilerdendir. Yemek yedikten sonra 10-30 dakika sonra kişilerde karın ağrıları, karna saplanan kramplar ve ishal görülür. Geç dönem dumping sendromu belirtileri yemekten 1 ile 3 saat içinde görülür.Dumping sendromu özellikle yemekte sofra şekeri yani sakaroz veya meyve şekeri yani fruktoz açısından zengin beslenilirse çıkmaktadır. Genellikle, erken dumping kendi kendini sınırlar ve 7 ila 12 hafta içinde çözülür. Semptomları şöyle sıralamak mümkündür:Bazı zamanlarda geç dumping sendromu oluşur. Yine çok yüksek şeker içerikli bir yemek yedikten 1 ile üç saat sonra belirtiler başlar. Belirtiler yemek yedikten çok sonra ortaya çıkar. Çünkü vücut ince bağırsağa giden şekeri emmek için yüksek miktarda insülin salgılar. Sonuç olarak düşük kan şekeri olur.Geç dumping sendromunun belirtileri ise şunlardır:Bazı hastalar hem erken hem de geç dumping sendromu belirtisi yaşayabilir. Bu nedenle belirti görüldüğü anda doktora danışılmalıdır. Ayrıca bu belirtiler diyet değişiklikleriyle kontrol edilemeyebilir. Dumping sendromu yüksek miktarda kilo kaybettirebilir. Bu nedenle doktor mutlaka yeni bir program oluşturmak için yönlendirmesini yapar. Araştırmalara göre dumping sendromlu kişilerin yaklaşık yüzde 75'i erken, yaklaşık yüzde 25'i ise geç dumping sendromu yaşamaktadır. Bazıları da her ikisini de yaşar. Genel olarak, dumping, kısmen hastanın yeme alışkanlıklarını değiştirmesine neden olarak kilo kaybına katkıda bulunabilir.Dumping sendromu nedeni nedir?Dumping sendromunda midedeki yiyecekler ve mide suları kontrolsüz ve aşırı hızlı derecede ince bağırsak bölümüne hareket eder. Bunun en yaygın sebebi mide ile ilgili operasyonlarla ilişkili olabilir. Genellikle sorumlusu obezite ameliyatları olarak bilinse de mideden geçirilen herhangi bir operasyon, yemek borusu ameliyatları sonrasında da görülebilmektedir. Bu nedenle dumping sendromunun sadece obezite ameliyatları nedeniyle olduğu söylenemez. Ayrıca ameliyat olunmasa bile dumping sendromunu getirecek sorunlar olabilir.Bu ameliyatlar şöyle sıralanabilir:Gastrektomi: Midenin bir kısmının veya tamamının çıkarılmasını içeren bir cerrahi operasyon türüdür. Mide kanserinde uygulanır.Gastrik bypass: Tipik olarak hayatı tehdit eden morbid obeziteyi tedavi etmek için uygulanan bir operasyondur. Midede küçük bir kese oluşturarak hastaların yiyecek alımını sınırlandırmaya yardım ederek kilo vermeyi sağlayan bir cerrahidir.Özofajektomi: Bu cerrahi prosedürde yemek borusunun bir kısmı veya tamamı çıkarılır ve yeniden yapılır. Özofagus yani yemek borusu kanserini tedavi etmek için özofajektomi ameliyatı yapılmaktadır.Dumping sendromu nasıl teşhis edilir?Uzman doktor dumping sendromu olup olmadığını belirlemek için bazı yöntemler kullanır. Öncelikle mide veya bağırsak, yemek borusu ile ilgili bir ameliyat geçirip geçirilmediği sorgulanır. Daha sonra belirti ve semptomlar dinlenir. Tıbbi öykü ile birlikte ne sıklıkta bu belirtilerin yaşandığı sorgulanır. Bunun yanında düşük kan şekeri de dumping sendromu ile ilişkili olabileceği düşünülür. Tıbbi öykü ve belirtilere destek olarak semptomların en yoğun olduğu anda bir glikoz yani kan şekeri testi istenir. Ayrıca yiyeceklerin mideden ne kadar hızlı geçtiğini ölçmek için yiyeceklere eklenen radyoaktif bir maddeyle bu yiyeceklerin tüketilmesi istenir. Bunun sonrasında bazı görüntüleme yöntemleriyle gıda hareketleri takip edilir. Doktor, endoskopi de isteyebilir. Bunun nedeni semptomlara neden olabilecek farklı tıbbi sorunların olup olmadığını belirlemektir. Bunların sonuçlarına göre de dumping sendromu teşhisi konulabilmektedir.Dumping sendromu nasıl tedavi edilir?Erken dumping sendromunun üç ay içinde kendiliğinden çözülmesi durumu olabilir. Bu süreçte diyet değişiklikleri semptomları hafifletebilir. Ancak bazen bu durum beslenme değişimiyle de düzelmez. Doktor bu durumda ilaç ve ameliyat önerisinde bulunabilir. İlaçlarda cilt altına enjeksiyon yoluyla uygulanan ishal önleyen ilaçlar, yiyeceklerin hızla bağırsaklara boşalmasını yavaşlatabilir. Bunun da olası yan etkileri micde bulantısı, kusma ve çeşitli mide sorunları olabilir. Yeterli kalorinin alındığından emin olmak için gerekli diyet değişiklikleri yapıldıktan sonra kilonun izlenmesi önemlidir. Eğer ciddi bir kilo kaybı yaşanıyorsa bu durum diyetisyene veya doktora bildirilmelidir. Diyet değişikliğinden sonra semptomlar düzelmezse, ilaç tedavisinin düşünülebilmesi için doktora danışılmalıdır. İlaç ya da beslenme değişikliklerine yanıt vermeyen hastalarda da cerrahi prosedürler uygulanabilir. Cerrahi prosedürde pilorun yani midenin hemen çıkışında bulunan, öğütülmüş besinlerin mideden on iki parmak bağırsağa geçişini kontrol eden kasın, yeniden yapılandırılması gibi rekonstrüktif tekniklerdir. Veya gastrik bypass ameliyatını tersine çeviren cerrahi prosedürler uygulanır. Diyet ve tıbbi tedavinin başarısız olduğu inatçı dumping sendromu semptomları olan hastalarda ameliyat gerekebilir. Distal gastrektomi geçirmiş hastalarda loop gastrojejunostomiden Roux-en-Y rekonstrüksiyonuna geçiş tercih edilen prosedürdür. Roux-en-Y gastrik bypass, midenin boyutunu küçülten ve bir kişinin yiyebileceği yiyecek miktarını kısıtlayan bir kilo verme ameliyatıdır. Midenin küçük bir bölümünden bir mide poşu oluşturmayı ve midenin ve on iki parmak bağırsağının büyük bir bölümünü atlayarak onu doğrudan ince bağırsağa bağlamayı içerir. Genellikle karında küçük kesiler ile laparoskopik cerrahi olarak yapılır. Bu operasyon Roux döngüsünün hareketliliğini bozarak mide boşalmasını yavaşlatır. Önerilen ameliyat türü, dumping sendromuna yol açan ameliyatın türüne bağlıdır. Dumping sendromunu düzeltmek için cerrahi her zaman işe yaramaz. Bu soruna multidisipliner şekilde bakılması gerekmektedir.Dumping sendromu bitkisel yöntemlerle tedavi edilir mi? Bazı kişiler sindirim sistemini düzenlemek, yiyeceklerin bağırsağa geçişini yavaşlatmak için bazı bitkisel takviyeler kullanabilir. Ancak bunu kullanmaya karar vermeden önce doktora danışmak önemlidir çünkü alınan diğer ilaçlarla bu bitkisel takviyeler etkileşime geçebilir ve geri dönüşü zor hasarlar ortaya çıkabilir.Dumping sendromunda kaçınılması gereken yiyecekler nelerdir?Sofra şekeri, şuruplu, gazlı içecekler, meyve suları, hazır gıdalar gibi yüksek şekerli yiyecek ve içeceklerden uzak durulmalıdır. Süt ürünlerindeki laktoz semptomları kötüleştirebilir. Lif alımı yemeklerin hızla bağırsağa boşalmasını yavaşlatır ve ince bağırsakta karbonhidratların emilimini geciktirebilir. Lif oranı yüksek besinler tüketilmelidir. Alkol ve sigara içilmemelidir.Dumping sendromu hakkında doğru bilinen yanlışlar nelerdir?Genelde dumping sendromunun sebebinin sadece obezite ameliyatları olduğu ifade edilir ancak bu doğru değildir. Mide kanserinde uygulanan gastrektomi ya da yemek borusu kanserinde uygulanan özofajektomi de dumping sendromuna neden olabilmektedir.Dumping sendromunda egzersiz yapılabilir mi?Ağır ve yorucu olmayan egzersizler dumping sendromunda yapılabilir. Rahatsızlık hissedilirse egzersize ara verilebilir.Dumping sendromunda bilim insanları ne söylüyor?Dumping sendromunda kişiler az ve sık besin tüketmelidir. Hazır gıdalardan, sofra şekerinden, gazlı içeceklerden, basit karbonhidratlardan kaçınmak gerekir. Dumping sendromu tedbir alındığında yaşamı tehdit etmez. Lif oranı yüksek besinler tercih edilmelidir.Dumping sendromuna iyi gelen besinler hangileridir?Yüksek lif içeren besinler, protein, yumurta, balık, beyaz et, yulaf, brokoli, ıspanak tüketilmelidir. Proteinler ve yağlar meyve-sebzeler ile kombin edilerek tüketilmelidir. Basit karbonhidrattan kaçınılmalıdır.Dumping sendromu hakkında sık sorulan sorular Dumping sendromu diyeti nedir?Dumping sendromunda günde üç büyük öğün yerine beş- altı küçük öğün yemek gerekir. Yemeklerden 30-60 dakika önce hiçbir şey içilmemelidir. Sıvıların çoğu öğün aralarında alınmalıdır. Daha fazla protein içeren kırmızı et, beyaz et, fıstık ezmesi, kompleks karbonhidratlar, balık ile lif oranı yüksek yulaf ezmesi ve taze sebzeler tüketilebilir.Dumping sendromu semptomları nasıl hafifler?Dumping sendromunun belirtilerini hafifletmek için bazı beslenme prosedürlerini uygulamak gerekir.Dumping sendromu için risk faktörleri nelerdir?Midenin yapısını değiştiren cerrahi operasyonlar dumping sendromunu riskini artırabilir. Çoğunlukla obezite ameliyatları sorumlu tutulur. Ancak mide kanseri, yemek borusu kanseri için yapılan ameliyatlarda da dumping sendromu riski vardır. Bu cerrahiler şöyle sıralanabilir:- Midenin bir kısmının ya da tamamının çıkarıldığı cerrahiler- Morbid obezite tedavisi için yapılan cerrahiler, özellikle gastrik bypass ameliyatı- Özefagus cerrahileriDumping sendromu hipoglisemi sebebi mi?Dumping sendromunda belirtiler arasında hipoglisemi vardır. Bu sendromu yaşayan kişilerde pilorik sfinkterin fonksiyonu bozulabilir ve bu nedenle bu besinler hızla ince bağırsağa geçer. Bağırsak damarlarında genişleme olur. Besinler bağırsakta emilince insülin salınımı artar ve hiperglisemi oluşur. İnsülin artışı yükselince hipoglisemi meydana gelir. Kan şekeri yemek sonrasında hızla artar ve hızla düşer. Bu nedenle bu hastalara diyabette verilene benzer beslenme programı önerilir.Dumping sendromu komplikasyonları nelerdir?Dumping sendromu mide ile ilgili ameliyatların komplikasyonlarındandır. Bu sendromla birlikte besin emilimiyle ilgili sorunlar, Vitamin B12, folik asit veya demir eksikliği nedeniyle anemi, kalsiyum emilimiyle ilgili problemlerin neden olduğu osteoporoz ortaya çıkabilir.Dumping sendromu tedavisi sonrası neler yaşanabilir?Birçok insanlarda beslenme değişiklikleri sonrası bu sorun çözülür. Ancak ilaç tedavisi görenlerde bazı yan etkiler oluşabilir. Bu yan etkiler şöyle sıralanabilir:Doktorunuza dumping sendromu hakkında ne sorulmalı?Dumping sendromu, uzman doktor gözetiminde tedavi edilecek bir sorundur. Bu sorunu çözmek için doktora sormanız gereken sorular şu şekilde olabilir:Dumping sendromu hakkındaki son araştırmalar nelerdir?Dumping sendromu için yeni ilaçlar geliştirilmekte ve klinik deneylerde test edilmektedir. Bu, oktreotide benzer şekilde çalışan ancak aynı yan etkilere sahip olmayan yeni bir ilaç araştırmaları sürmektedir. İlk sonuçlar umut vericidir, ancak daha fazla denemeye ihtiyaç vardır. | 9,003 |
305 | Hastalıklar | Duchenne Musküler Distrofi (DMD) Hastalığı | Duchenne kas distrofisi (DMD) hastalığı, genlerdeki mutasyon nedeniyle ortaya çıkan ve zamanla kötüleşen, kaslarda zayıflık ve erimeye neden olan bir hastalıktır. Denge sorunları, kaslarda zayıflık ve yürüme güçlüğü gibi belirtilerle görülen DMD hastalığı, 3 yaşında başlayarak erkek çocuklarını etkiler. Tedavisi bulunmasa da bazı yöntemlerle semptomları yönetilerek yaşam kalitesi artırılması hedefleniyor.Duchenne kas distrofisi (DMD) hastalığı, genlerdeki mutasyon nedeniyle ortaya çıkan ve zamanla kötüleşen, kaslarda zayıflık ve erimeye neden olan bir hastalıktır. Denge sorunları, kaslarda zayıflık ve yürüme güçlüğü gibi belirtilerle görülen DMD hastalığı, 3 yaşında başlayarak erkek çocuklarını etkiler. Tedavisi bulunmasa da bazı yöntemlerle semptomları yönetilerek yaşam kalitesi artırılması hedefleniyor.
Duchenne Musküler Distrofi (DMD) Hastalığı Nedir?DMD hastalığı, 3 ila 5 yaş arasındaki erkek çocuklarda X kromozomunda yer alan distrofin adlı proteinin eksikliğinden kaynaklanan genetik bir kas kaybına sebep olan bir hastalıktır. DMD kas hastalığı, kas liflerinin parçalanmasına neden olan distrofin proteinin mutasyona uğraması sonucunda ortaya çıkar. Mutasyona uğrayan distrofin, protein sentezleyemez ve böylelikle kasların bütünlüğünde bozulmalara meydana gelir. Kasların dengesi bozulduğunda ise yıkım başlar ve kasların yerini yağ dokuları alır. Bu da kişilerde 30 yaşında önce kalp ya da solunum yetmezliğine neden olur.Duchenne Musküler Distrofi (DMD) Hastalığı Neden Olur?DMD hastalığı, X kromozomundaki distrofin geninin mutasyona uğramasına bağlı olarak oluşur. DMD, cinsiyete yani X kromozomuna bağlı bir tür kas distrofisi olduğundan gendeki mutasyon bu hastalığın çıkmasına neden olur. Kadınlarda X kromozomunun 2 kopyası olduğundan, X'e bağlı bir durum geliştirme olasılıkları daha düşük olmaktadır. DMD kas hastalığı olan insanlar yaşlandıkça kasları ölü hücreleri yenileriyle değiştiremediğinden ve yağ dokuları yavaş yavaş kas liflerinin yerini alır.DMD Kas Hastalığı Belirtileri Nelerdir?DMD belirtileri, kaslarda güçsüzlük, yürümede bozukluk ve kas kütlesinde kayıp şeklinde görülür, bebeklik döneminde başlayarak zamanla kötüleşebilir. 18 aylığa kadar olan bebeklerin dengede kalamaması ve yürüyememesi DMD hastalığının erken belirtisi olarak bilinir. DMD kas hastalığı belirtileri şöyle sıralanabilir: Çocukların bacaklarında ve pelvisinde başlayan kas zayıflığı ve atrofi (kas kütlesi kaybı) Baldır kası hipertrofisi (kas boyutunda artış) Merdiven çıkma zorluk Zamanla kötüleşen yürüme zorluğu Sık düşmeler Öğrenmede güçlük Paytak yürüyüş Ayak parmağı yürüyüşü Halsizlik ve tükenmişlik Oturma pozisyonundan ayağa kalkarken zorlanma Koşmama ve zıplayamama Kas ağrıları ve kaslarda sertlik Gecikmiş konuşma ve dil gelişimiDMD Hastalığı Nelere Sebep Olur?DMD hastalığı olan çocuklar zaman içerisinde yürümekte zorlanır ve sık sık düşer. Özellikle omuz ve çevresindeki kaslar etkilenince kollarda zayıflık görülmeye başlar. Çocuklarda 10 yaştan sonra kasların güçsüzlüğünden kaynaklı olarak yürümeme ve tekerlekli sandalye ihtiyacı ortaya çıkar. DMD hastalığı oluşan kişide görülen kas güçsüzlüğü nedeniyle şu durumlar görülür:Kalp kasları etkilenirKas distrofisi, kaslarda zayıflığa neden olacağından etkinliği azaltır.Yürüyüş sorunu ortaya çıkarKasların zayıflaması ve yerine yağ kütlesinin almasından kaynaklı olarak kişide yürüme problemleri görülür ve bunun sonucunda tekerlekli sandalye kullanması gerekebilir.Kol kaslarını kullanamaz hale gelirOmuz ve kollardaki kasların güçsüzleşmesi, günlük aktivitelerin yapılması zor hale getirir.Solunum problemleri görülürSolunum kaslarının zayıflamasına bağlı olarak hastalarda nefes alıp vermede güçlük oluşur. İlerleyen dönemlerde solunum cihazına ihtiyaç duyulabilir.Omurga eğriliği (skolyoz) oluşurZayıflayan kaslardan kaynaklı olarak omurga dengesini kaybetmeye başlar ve düz bir şekilde duramayabilir. Bu da skolyoz oluşumuna neden olur.Yutma problemleriYutmayı sağlayan kaslar etkilendiği durumda ise beslenme sorunları ortaya çıkabilir. İlerlediği zamanda ise beslenme tüplerine ihtiyaç duyar.DMD Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Çocuklarda ya da bebeklerde DMD semptomları görüldüğünde uzman doktor öncelikli olarak fiziki muayene ardından nörolojik muayene ve kas muayenesi yapacaktır. Çocuğun semptomları ve tıbbi geçmişi hakkında ayrıntılar öğrenildikten sonra aşağıdaki testleri istenebilir:Kreatin kinaz kan testi: Kaslar hasar gördüğünde kreatin kinaz salgılar, bu yüzden yüksek seviyeler DMD hastalığını işaret edebilir. Bu kreatin kinaz seviyesi genellikle 2 yaşına kadar artış gösterir ve normal aralığın 10 ila 20 katından fazla olarak ortaya çıkar.Genetik kan testi: Distrofin geninin yokluğunu araştıran genetik kan testi, DMD hastalığını ortaya çıkarabilir.Kas biyopsisi: Çocuklarda uyluk veya baldırdaki kas dokusundan küçük bir örnek alınabilir. İncelemelerin ardından DMD hastalığı tespit edilir.Elektrokardiyogram (EKG): DMD hastalığı kalp kaslarını etkilediğinden, uzman doktor muhtemelen DMD hastalığının belirtilerini aramak ve çocuğun kalp sağlığını kontrol etmek için bir EKG isteyecektir.DMD Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?DMD hastalığının bir tedavisi yoktur, bu sebeple tedavinin asıl amacı semptomları yönetmek ve yaşam kalitesini iyileştirmek olacaktır. DMD kas hastalığı için destekleyici tedaviler şunları içerir:Kortikosteroidler: Kas gücü kaybını geciktirmek, akciğer fonksiyonunu iyileştirmek, skolyozu geciktirmek, kardiyomiyopatinin (kalp zayıflığı) ilerlemesini yavaşlatmak ve hayatta kalma süresini uzatmak için uzman doktor bu ilaçları önerebilir.Kardiyomiyopati (kalp kası hastalıkları) tedavi etmek için kullanılan ilaçlar: ACE inhibitörleri ya da beta blokerlerle erken tedavi, kardiyomiyopatinin ilerlemesini yavaşlatarak ve kalp yetmezliğinin başlamasını önler.Fizik tedavi: DMD hastalığı için fizik tedavinin temel amacı kasların, tendonların ve cildin kalıcı olarak kasılması önlemek olacaktır. Bu durum genellikle belirli germe egzersizlerini içerir.Skolyoz tedavisi için cerrahi işlem: Şiddetli DMD hastalığı vakalarında kontraktürleri serbest bırakmak için cerrahi müdahale gerekli olabilir. Skolyozun düzeltilmesi için yapılan cerrahi akciğer ve solunum fonksiyonlarını iyileştirmede etkili olur.Egzersiz: Kasların kullanım eksikliği nedeniyle uzman doktor kas atrofisini önlemek için hafif egzersiz önerebilir. Bu genellikle yüzme havuzu ve rekreasyona dayalı egzersizler içerir.DMD hastalığı için diğer destekleyici tedaviler şunları içerir: Destekler, bastonlar ve tekerlekli sandalyeler gibi hareket yardımcıları Solunum yetmezliği için trakeostomi ve destekli ventilasyonDMD Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularDuchenne Musküler Distrofi (DMD) Hastalığı Önlenebilir mi?DMD kalıtsal ve genetik bir durum olduğundan önlemek için yapabilecek hiçbir şey yoktur. Vakaların yaklaşık üçte biri, ailede bu durumun öyküsü olmadan rastgele meydana gelmektedir.DMD Hastalığı Yaşam Beklentisi Nedir?DMD hastalığı olan kişilerde kasların zayıflamasına bağlı olarak nefes almada güçlük, kalp hastalıkları gibi nedenler ortaya çıkar. Buna bağlı olarak zatürre ya da hava yollarının tıkanmasından kaynaklı olarak ortalama 25 yıl yaşayabilirler.DMD Kimden Geçer?DMD hastalığı X kromozomuna bağlı olarak ortaya çıkan bir hastalıktır ve anneden geçebilir. Genellikle erkek çocuklar hasta, kız çocuklar taşıyıcı olarak bilinir.
Duchenne Musküler Distrofi (DMD) Hastalığı Nedir?DMD hastalığı, 3 ila 5 yaş arasındaki erkek çocuklarda X kromozomunda yer alan distrofin adlı proteinin eksikliğinden kaynaklanan genetik bir kas kaybına sebep olan bir hastalıktır. DMD kas hastalığı, kas liflerinin parçalanmasına neden olan distrofin proteinin mutasyona uğraması sonucunda ortaya çıkar. Mutasyona uğrayan distrofin, protein sentezleyemez ve böylelikle kasların bütünlüğünde bozulmalara meydana gelir. Kasların dengesi bozulduğunda ise yıkım başlar ve kasların yerini yağ dokuları alır. Bu da kişilerde 30 yaşında önce kalp ya da solunum yetmezliğine neden olur.Duchenne Musküler Distrofi (DMD) Hastalığı Neden Olur?DMD hastalığı, X kromozomundaki distrofin geninin mutasyona uğramasına bağlı olarak oluşur. DMD, cinsiyete yani X kromozomuna bağlı bir tür kas distrofisi olduğundan gendeki mutasyon bu hastalığın çıkmasına neden olur. Kadınlarda X kromozomunun 2 kopyası olduğundan, X'e bağlı bir durum geliştirme olasılıkları daha düşük olmaktadır. DMD kas hastalığı olan insanlar yaşlandıkça kasları ölü hücreleri yenileriyle değiştiremediğinden ve yağ dokuları yavaş yavaş kas liflerinin yerini alır.DMD Kas Hastalığı Belirtileri Nelerdir?DMD belirtileri, kaslarda güçsüzlük, yürümede bozukluk ve kas kütlesinde kayıp şeklinde görülür, bebeklik döneminde başlayarak zamanla kötüleşebilir. 18 aylığa kadar olan bebeklerin dengede kalamaması ve yürüyememesi DMD hastalığının erken belirtisi olarak bilinir. DMD kas hastalığı belirtileri şöyle sıralanabilir:DMD Hastalığı Nelere Sebep Olur?DMD hastalığı olan çocuklar zaman içerisinde yürümekte zorlanır ve sık sık düşer. Özellikle omuz ve çevresindeki kaslar etkilenince kollarda zayıflık görülmeye başlar. Çocuklarda 10 yaştan sonra kasların güçsüzlüğünden kaynaklı olarak yürümeme ve tekerlekli sandalye ihtiyacı ortaya çıkar. DMD hastalığı oluşan kişide görülen kas güçsüzlüğü nedeniyle şu durumlar görülür:Kalp kasları etkilenirKas distrofisi, kaslarda zayıflığa neden olacağından etkinliği azaltır.Yürüyüş sorunu ortaya çıkarKasların zayıflaması ve yerine yağ kütlesinin almasından kaynaklı olarak kişide yürüme problemleri görülür ve bunun sonucunda tekerlekli sandalye kullanması gerekebilir.Kol kaslarını kullanamaz hale gelirOmuz ve kollardaki kasların güçsüzleşmesi, günlük aktivitelerin yapılması zor hale getirir.Solunum problemleri görülürSolunum kaslarının zayıflamasına bağlı olarak hastalarda nefes alıp vermede güçlük oluşur. İlerleyen dönemlerde solunum cihazına ihtiyaç duyulabilir.Omurga eğriliği (skolyoz) oluşurZayıflayan kaslardan kaynaklı olarak omurga dengesini kaybetmeye başlar ve düz bir şekilde duramayabilir. Bu da skolyoz oluşumuna neden olur.Yutma problemleriYutmayı sağlayan kaslar etkilendiği durumda ise beslenme sorunları ortaya çıkabilir. İlerlediği zamanda ise beslenme tüplerine ihtiyaç duyar.DMD Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Çocuklarda ya da bebeklerde DMD semptomları görüldüğünde uzman doktor öncelikli olarak fiziki muayene ardından nörolojik muayene ve kas muayenesi yapacaktır. Çocuğun semptomları ve tıbbi geçmişi hakkında ayrıntılar öğrenildikten sonra aşağıdaki testleri istenebilir:Kreatin kinaz kan testi: Kaslar hasar gördüğünde kreatin kinaz salgılar, bu yüzden yüksek seviyeler DMD hastalığını işaret edebilir. Bu kreatin kinaz seviyesi genellikle 2 yaşına kadar artış gösterir ve normal aralığın 10 ila 20 katından fazla olarak ortaya çıkar.Genetik kan testi: Distrofin geninin yokluğunu araştıran genetik kan testi, DMD hastalığını ortaya çıkarabilir.Kas biyopsisi: Çocuklarda uyluk veya baldırdaki kas dokusundan küçük bir örnek alınabilir. İncelemelerin ardından DMD hastalığı tespit edilir.Elektrokardiyogram (EKG): DMD hastalığı kalp kaslarını etkilediğinden, uzman doktor muhtemelen DMD hastalığının belirtilerini aramak ve çocuğun kalp sağlığını kontrol etmek için bir EKG isteyecektir.DMD Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?DMD hastalığının bir tedavisi yoktur, bu sebeple tedavinin asıl amacı semptomları yönetmek ve yaşam kalitesini iyileştirmek olacaktır. DMD kas hastalığı için destekleyici tedaviler şunları içerir:Kortikosteroidler: Kas gücü kaybını geciktirmek, akciğer fonksiyonunu iyileştirmek, skolyozu geciktirmek, kardiyomiyopatinin (kalp zayıflığı) ilerlemesini yavaşlatmak ve hayatta kalma süresini uzatmak için uzman doktor bu ilaçları önerebilir.Kardiyomiyopati (kalp kası hastalıkları) tedavi etmek için kullanılan ilaçlar: ACE inhibitörleri ya da beta blokerlerle erken tedavi, kardiyomiyopatinin ilerlemesini yavaşlatarak ve kalp yetmezliğinin başlamasını önler.Fizik tedavi: DMD hastalığı için fizik tedavinin temel amacı kasların, tendonların ve cildin kalıcı olarak kasılması önlemek olacaktır. Bu durum genellikle belirli germe egzersizlerini içerir.Skolyoz tedavisi için cerrahi işlem: Şiddetli DMD hastalığı vakalarında kontraktürleri serbest bırakmak için cerrahi müdahale gerekli olabilir. Skolyozun düzeltilmesi için yapılan cerrahi akciğer ve solunum fonksiyonlarını iyileştirmede etkili olur.Egzersiz: Kasların kullanım eksikliği nedeniyle uzman doktor kas atrofisini önlemek için hafif egzersiz önerebilir. Bu genellikle yüzme havuzu ve rekreasyona dayalı egzersizler içerir.DMD hastalığı için diğer destekleyici tedaviler şunları içerir:DMD Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularDuchenne Musküler Distrofi (DMD) Hastalığı Önlenebilir mi?DMD kalıtsal ve genetik bir durum olduğundan önlemek için yapabilecek hiçbir şey yoktur. Vakaların yaklaşık üçte biri, ailede bu durumun öyküsü olmadan rastgele meydana gelmektedir.DMD Hastalığı Yaşam Beklentisi Nedir?DMD hastalığı olan kişilerde kasların zayıflamasına bağlı olarak nefes almada güçlük, kalp hastalıkları gibi nedenler ortaya çıkar. Buna bağlı olarak zatürre ya da hava yollarının tıkanmasından kaynaklı olarak ortalama 25 yıl yaşayabilirler.DMD Kimden Geçer?DMD hastalığı X kromozomuna bağlı olarak ortaya çıkan bir hastalıktır ve anneden geçebilir. Genellikle erkek çocuklar hasta, kız çocuklar taşıyıcı olarak bilinir. | 5,000 |
306 | Hastalıklar | Ebola Virüsü | Ebola virüsü, genellikle Afrika'nın belirli bölgelerinde ortaya çıkarak ciddi ve nadir bir şekilde görülen enfeksiyon olarak bilinir. Ebola virüsü hava yoluyla bulaşmaz fakat enfekte olan bir kişinin ya da vahşi bir hayvanın vücut sıvılarıyla temas halinde olunduğunda bulaşma riski vardır. Yarasalar, şempanzeler, goriller, maymunlar ve orman antilopları gibi türler arasında görülen Ebola virüsü, bu hayvanların doğal konağı olarak kabul ediliyor.Ebola virüsü, genellikle Afrika'nın belirli bölgelerinde ortaya çıkarak ciddi ve nadir bir şekilde görülen enfeksiyon olarak bilinir. Ebola virüsü hava yoluyla bulaşmaz fakat enfekte olan bir kişinin ya da vahşi bir hayvanın vücut sıvılarıyla temas halinde olunduğunda bulaşma riski vardır. Yarasalar, şempanzeler, goriller, maymunlar ve orman antilopları gibi türler arasında görülen Ebola virüsü, bu hayvanların doğal konağı olarak kabul ediliyor.
Ebola Virüsü Nedir?Dünya sağlık örgütü tarafından 4. Risk grubu patojen olarak kabul edilen ebola virüsü, ateş, şiddetli baş ağrısı, ishal, kusma ve kanın pıhtılaşmasına neden olan kanamalı ateş virüsüdür ve ölümcüldür. Vücudun pıhtılaşma sisteminde sorunlara neden olduğu ve küçük kan damarlarından kan sızdığı için iç kanamaya yol açmaktadır.Ebola virüs hastalığı (EVH) vücutta ciddi iltihaplanmalara ve doku hasarına neden olur. Virüsün beş farklı türü bulunur bunlardan yalnızca dördünün insanlarda hastalığa neden olduğu bilinmektedir. Bundibugyo, Sudan, Zaire, Reston ve Tai Forest ebola virüsü çeşitleri, salgına ve ölümlere neden olabilir.Ebola Virüsü Nerede Ortaya Çıktı?Ebola virüsü, ilk olarak 1976 yılında Demokratik Kongo Cumhuriyeti'ndeki Ebola Nehri yakınların ortaya çıktı. O zamandan bu yana Afrika'da küçük salgınlar meydana geldi. Bu salgınlar arasında en büyüğü 2014 yılındaki Ebola virüsü salgınıydı. Bu salgından en çok etkilenen ülkeler arasında şunlar yer alır: Gine Liberya Sierra LeoneEbola virüsü daha önce Nijerya, Senegal, İspanya, Amerika Birleşik Devletleri, Mali, Birleşik Krallık, İtalya’da görülmüştü.Ebola Virüsü Belirtileri Nelerdir?Ebola virüsü kapan kişilerde semptomlar ortaya çıkana kadar kimse bulaşıcı olduğunu anlamayabilir. Kişinin enfekte olmasından sonra 2 ila 21 içerisinde ortaya çıkan Ebola virüsünün en yaygın belirtileri şöyledir; Ateş Kas ve eklem ağrıları Zayıflık Baş ağrısı Titreme Tükenmişlik Mide ağrısıBunların yanında şu belirtiler de görülebilir: Kusma İshal Kabarık döküntü Karaciğer ve böbrekler sağlığı problemiBazı kişilerde iç ve dış kanama görülebilir ve çoklu organ yetmezliği yüzünden sağlığı tehdit edebilir.Ebola Virüsü Nasıl Yayılır?Ebola virüsü, soğuk algınlığı, grip ya da kızamık gibi yaygın hastalıklar kadar kolay yayılmasa da bu virüs hava ya da temas yoluyla yayılabilmektedir. Ebola virüsü hastalığı olan bir kişi, semptomlar ortaya çıkana kadar hastalığı yaymamaktadır. Bunun yanında ebola virüsü insanlar arasında yalnızca idrar, tükürük, ter, dışkı, kusmuk, anne sütü ve meni gibi enfekte vücut sıvılarıyla doğrudan temas edildiğinde yayılabilir. Virüs vücuda ciltte yer alan bir çatlaktan, gözler, burun ve ağız dahil olmak üzere mukoza zarlarından girebilmektedir.Ebola virüsü, ayrıca enfekte olan bir kişinin vücut sıvılarıyla temas eden bir yüzey, nesne ve malzemeye temas yoluyla da yayılabilmektedir. Bunlar şöyle sıralanabilir: Yatak örtüleri Kıyafet teması Bandajlar, yara bantları İğneler ve şırıngalar Tıbbi malzeme HavlularÖzellikle Afrika'da Ebola şu yollarla da yayılabilir: Avlanılan enfekte yabani hayvanlarla Enfekte hayvanların kan veya vücut sıvılarıyla Enfekte yarasalarla temas edilmesi durumunda bulaşabilir.Ebola Virüsü TedaviEbola virüsü hastalığının semptomlarını gösteren kişilerin hızlı bir şekilde tıbbi yardım alması önemlidir. Erken müdahale sayesinde kişinin Ebola virüsünde kurtulması şansı artmaktadır. Tedavi hastane ortamında oral veya damar yoluyla verilen ilaçlarla yapılmaktadır. Ebola virüsünün evde bakımı güvenli olmamakla birlikte diğer bireylere bulaşma riski bulunur.Genel olarak Gine ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde görülen Ebola virüsü Zaire tipine karşı etkili bir aşı bulunmaktadır. Antikorlarla tedavi edilen Ebola virüsü, damar yoluyla verilir ve hayatta kalma şansını arttırır.Ebola Virüsünün Bulaşmasını Önlemenin Yolları Nelerdir?Ebola virüsünün yer aldığı ülkeleri ziyaret etmek istediğiniz durumlarda, ebola hastası olduğunu şüphelendiğiniz birine temasta kaçınmalısınız. Bunların yanında ebola virüsüne karşı önlem almak gerekebilir. Ebola virüsü kaynaklı enfeksiyonları meydana geldiği bir bölgede bulunuyorsanız; Elleri sık sık sabun ve su kullanarak yıkayın Alkol bazlı el dezenfektan tercih edin Ellerinizle gözlerinize, burnunuza veya ağzınıza dokunmamaya özen gösterin Vücudunuzda bulunan kesikleri, sıyrıkları ya da diğer yaraları kapatın Ebola hastası olan bir kişinin vücut sıvılarına dokunmamaya çalışın Ebola virüsü hastalığı olan bir kişinin çarşaflarına, kıyafetlerine, havlularına, tıbbi malzemelerine veya kişisel eşyalarına dokunmayın.Ebola Virüsü Hakkında Sık Sorulan SorularEbola Virüsü Türkiye’ye Geldi mi?Kişiden kişiye bulaşma riski bulunan ebola virüsü hastalığı, uluslararası seyahat sonrasında ülkemizde de görülme riski vardır. Ebola virüsünün Türkiye'de şimdiye kadar görülmediği bilinmektedir.Ebola Virüsü Hala Var mı?Ebola virüsü, Afrika'daki birçok ülkede bulunduğundan, Afrika'da ara sıra Ebola vakaları ortaya çıkma ihtimali vardır fakat Afrika'ya seyahat eden insanlar için risk minimum düzeydedir.
Ebola Virüsü Nedir?Dünya sağlık örgütü tarafından 4. Risk grubu patojen olarak kabul edilen ebola virüsü, ateş, şiddetli baş ağrısı, ishal, kusma ve kanın pıhtılaşmasına neden olan kanamalı ateş virüsüdür ve ölümcüldür. Vücudun pıhtılaşma sisteminde sorunlara neden olduğu ve küçük kan damarlarından kan sızdığı için iç kanamaya yol açmaktadır.Ebola virüs hastalığı (EVH) vücutta ciddi iltihaplanmalara ve doku hasarına neden olur. Virüsün beş farklı türü bulunur bunlardan yalnızca dördünün insanlarda hastalığa neden olduğu bilinmektedir. Bundibugyo, Sudan, Zaire, Reston ve Tai Forest ebola virüsü çeşitleri, salgına ve ölümlere neden olabilir.Ebola Virüsü Nerede Ortaya Çıktı?Ebola virüsü, ilk olarak 1976 yılında Demokratik Kongo Cumhuriyeti'ndeki Ebola Nehri yakınların ortaya çıktı. O zamandan bu yana Afrika'da küçük salgınlar meydana geldi. Bu salgınlar arasında en büyüğü 2014 yılındaki Ebola virüsü salgınıydı. Bu salgından en çok etkilenen ülkeler arasında şunlar yer alır:Ebola virüsü daha önce Nijerya, Senegal, İspanya, Amerika Birleşik Devletleri, Mali, Birleşik Krallık, İtalya’da görülmüştü.Ebola Virüsü Belirtileri Nelerdir?Ebola virüsü kapan kişilerde semptomlar ortaya çıkana kadar kimse bulaşıcı olduğunu anlamayabilir. Kişinin enfekte olmasından sonra 2 ila 21 içerisinde ortaya çıkan Ebola virüsünün en yaygın belirtileri şöyledir;Bunların yanında şu belirtiler de görülebilir: Bazı kişilerde iç ve dış kanama görülebilir ve çoklu organ yetmezliği yüzünden sağlığı tehdit edebilir.Ebola Virüsü Nasıl Yayılır?Ebola virüsü, soğuk algınlığı, grip ya da kızamık gibi yaygın hastalıklar kadar kolay yayılmasa da bu virüs hava ya da temas yoluyla yayılabilmektedir. Ebola virüsü hastalığı olan bir kişi, semptomlar ortaya çıkana kadar hastalığı yaymamaktadır. Bunun yanında ebola virüsü insanlar arasında yalnızca idrar, tükürük, ter, dışkı, kusmuk, anne sütü ve meni gibi enfekte vücut sıvılarıyla doğrudan temas edildiğinde yayılabilir. Virüs vücuda ciltte yer alan bir çatlaktan, gözler, burun ve ağız dahil olmak üzere mukoza zarlarından girebilmektedir.Ebola virüsü, ayrıca enfekte olan bir kişinin vücut sıvılarıyla temas eden bir yüzey, nesne ve malzemeye temas yoluyla da yayılabilmektedir. Bunlar şöyle sıralanabilir:Özellikle Afrika'da Ebola şu yollarla da yayılabilir:Ebola Virüsü TedaviEbola virüsü hastalığının semptomlarını gösteren kişilerin hızlı bir şekilde tıbbi yardım alması önemlidir. Erken müdahale sayesinde kişinin Ebola virüsünde kurtulması şansı artmaktadır. Tedavi hastane ortamında oral veya damar yoluyla verilen ilaçlarla yapılmaktadır. Ebola virüsünün evde bakımı güvenli olmamakla birlikte diğer bireylere bulaşma riski bulunur.Genel olarak Gine ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde görülen Ebola virüsü Zaire tipine karşı etkili bir aşı bulunmaktadır. Antikorlarla tedavi edilen Ebola virüsü, damar yoluyla verilir ve hayatta kalma şansını arttırır.Ebola Virüsünün Bulaşmasını Önlemenin Yolları Nelerdir?Ebola virüsünün yer aldığı ülkeleri ziyaret etmek istediğiniz durumlarda, ebola hastası olduğunu şüphelendiğiniz birine temasta kaçınmalısınız. Bunların yanında ebola virüsüne karşı önlem almak gerekebilir. Ebola virüsü kaynaklı enfeksiyonları meydana geldiği bir bölgede bulunuyorsanız;Ebola Virüsü Hakkında Sık Sorulan SorularEbola Virüsü Türkiye’ye Geldi mi?Kişiden kişiye bulaşma riski bulunan ebola virüsü hastalığı, uluslararası seyahat sonrasında ülkemizde de görülme riski vardır. Ebola virüsünün Türkiye'de şimdiye kadar görülmediği bilinmektedir.Ebola Virüsü Hala Var mı?Ebola virüsü, Afrika'daki birçok ülkede bulunduğundan, Afrika'da ara sıra Ebola vakaları ortaya çıkma ihtimali vardır fakat Afrika'ya seyahat eden insanlar için risk minimum düzeydedir. | 3,573 |
307 | Hastalıklar | Elektrolit dengesizliği | Kalpte ritim bozuklukları, halsizlik, çabuk yorulma, kas krampları bazen çeşitli hastalıkların belirtisi olabilirken vücutta elektrolit dengesizliği adı verilen tablo da bu şikayetlere neden olabiliyor. Elektrolitler, vücut sıvılarında elektriği iletebilen maddeler olarak tanımlanıyor ve bunlar tuzlar, asitler veya bazlardan oluşur. Elektrolitler vücuttaki su dengesini ve kanın pH değerini düzenliyor ayrıca sinir ve kas hücrelerinin işlevleri için önem taşıyor. Elektrolit dengesizliği ise vücutta çeşitli bozukluklara neden olabilir. Memorial Şişli Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Mahmut Demirci, elektrolit dengesinin önemi ve elektrolit dengesizliği hakkında bilgi verdi.Kalpte ritim bozuklukları, halsizlik, çabuk yorulma, kas krampları bazen çeşitli hastalıkların belirtisi olabilirken vücutta elektrolit dengesizliği adı verilen tablo da bu şikayetlere neden olabiliyor. Elektrolitler, vücut sıvılarında elektriği iletebilen maddeler olarak tanımlanıyor ve bunlar tuzlar, asitler veya bazlardan oluşur. Elektrolitler vücuttaki su dengesini ve kanın pH değerini düzenliyor ayrıca sinir ve kas hücrelerinin işlevleri için önem taşıyor. Elektrolit dengesizliği ise vücutta çeşitli bozukluklara neden olabilir. Memorial Şişli Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Mahmut Demirci, elektrolit dengesinin önemi ve elektrolit dengesizliği hakkında bilgi verdi.
Elektrolit nedir?İnsan vücudunda kanda çözünen mineraller, tuzlar ve eser elementler her bir hücrenin işlevi için gereklidir. Elektrolitler, vücut sıvılarında pozitif veya negatif elektrik yükü (iyonları) taşıyan partiküller oluşturan kimyasal bileşiklerdir. Elektrolitler çeşitli işlevlerin yerine getirilmesi için gerekli olan elektrik enerjisini taşır. Elektrolitler; sodyum, potasyum, bikarbonat ve klorür gibi çözünmüş mineral tuzlardan oluşmaktadır. Sodyum, potasyum, magnezyum ve kalsiyum gibi pozitif yüklü katyonlar ile klorür, florür ve fosfat gibi negatif yüklü anyonlar organizmada belirli bir konsantrasyonda bulunmalıdır.Elektrolit dengesinin önemi nedir?Elektrolitler metabolizmanın düzgün bir şekilde çalışması için önemlidir. Potasyum; sinir sisteminin düzgün çalışmasına, özellikle sinir uyarılarının iletilmesine ve kas kasılmasına katkıda bulunur. Sodyum; böbrekler yoluyla vücuttaki su ve sıvı dengesini düzenler, kas fonksiyonunda önemli rol oynar. Fazla sodyum hipertansiyona neden olabilmektedir. Sodyum kan basıncını yükselttiğinde, potasyum düşürmektedir. Kalsiyum, kemiklerin ve dişlerin güçlü olmasına, kasların ve enerji metabolizmasının düzgün çalışmasına katkıda bulunur. Kalsiyum kalp de dahil olmak üzere kas kasılmaları ve sinir uyarılarının iletimi için önemlidir. Kalsiyum eksikliği çocuklarda raşitizm ve yetişkinlerde ise osteoporoza neden olabilmektedir. Magnezyum, elektrolit dengesinin korunmasına yardımcı olur. Hücre fonksiyonu, enzim aktivitesi, kas fonksiyonu, sinir uyarıları, uyku ve ruh hali düzenlemesi için gereklidir. Magnezyum eksikliği kas kramplarına, PMS ve menopoz semptomlarına, yorgunluğa ve depresyona neden olabilir. Yeterli bir magnezyum kaynağı olmadan kalsiyumun emilmesi de zor olmaktadır. Klorür, sodyum ile birlikte, hücreler arasındaki madde ve sıvı akışını düzenler, hücrelere giren ve çıkan suyu düzenlemeye yardımcı olduğu için önemlidir. Ayrıca vücutta pH düzenleyici olarak rol oynar. Fosfor ayrıca güçlü kemikler ve dişlerde önemli bir rol oynar ve vücudun hücreleri büyütmek ve onarmak için kullandığı proteinlerin üretimi için gereklidir. Çok fazla fosfat kalsiyumu dışarı atabilir ve kemikleri zayıflatabilir.Elektrolit dengesizliği nedir?Su-elektrolit veya asit-baz dengeleri değiştiğinde çeşitli bozukluklar ortaya çıkabilir. Elektrolit dengesizlikleri; kanda düşük veya yüksek sodyum ve potasyum seviyeleri, karbon dioksit gibi asitlerin fazlalığı ve kan pH'ında azalma, bikarbonat gibi bazların fazlalığı ve buna bağlı olarak pH artışı olarak ortaya çıkabilir. Vücutta meydana gelen metabolik süreçlerin pH ile yakından bağlantılı olduğunu bilmek önemlidir; vücut sıvıları genellikle 5 ile 8 arasında bir pH'a sahiptir. Özellikle kanın pH'ı, 7,35 ile 7,45 (arteriyel kan) arasındadır, değerler bu aralığın biraz dışında bile olsa ciddi komplikasyonlara neden olabilir.Elektrolit dengesizliğinin nedenleri nelerdir?Elektrolit dengesizliğine böbrekler, kalp, karaciğer ve akciğerlerin işlev bozuklukları, dehidrasyon veya aşırı hidrasyon, müshil ve diüretik gibi ilaçlar almak neden olabilmektedir.Yorucu egzersizler su ve sodyum kaybı ile sonuçlanır. Yüksek sıcaklıklar yine su ve sodyum kaybı anlamına gelen terlemenin artmasına neden olmaktadır. Besinlerin sindirim sistemi tarafından zayıf emilimi elektrolit dengesizliğine yol açabilmektedir. Kişi sağlıklı ve düzenli beslense de emilim zayıf olursa vücut için gerekli vitamin ve mineraller temin edilemez. İshal ve kusma su ve beraberinde elektrolit kaybını getirmektedir.Elektrolit dengesizliğinin belirtileri nelerdir?Elektrolit dengesinin bozulması sonucu çeşitli rahatsızlıklar meydana gelebilir. Sodyumun fazlalığı veya eksikliği; kas spazmları, kasılmalar, susuzluk, uyuşukluk veya kafa karışıklığına neden olabilir. Değişen potasyum seviyeleri; kramplar ve kas zayıflığı, sık idrara çıkma, aritmi ( kalpte ritim bozukluğu) ve ciddi vakalarda kalp durmasına yol açabilmektedir. Asit-baz dengesizliği ise; mide bulantısı, kusma, baş ağrısı, sinirlilik, uyuşukluk, ellerde, ayaklarda ve dudaklarda karıncalanmaya neden olabilmektedir.Elektrolit dengesizliği nasıl tedavi edilir?Tanı için elektrolitlerin dozajı ve idrar testleri için kan testleri gereklidir. Elektrokardiyogram (EKG), potasyum seviyelerindeki değişikliklere bağlı kardiyak aritmi durumunda faydalıdır. Tedavi, elektrolit dengesizliğine yol açan nedeni veya durumu çözmeyi amaçlar. Elektrolitler vücut tarafından üretilemediğinden günlük diyetle sağlanmalıdır. Bozukluğa bağlı olarak, takviyelerin uygulanması, bozukluğa neden olan ilaçların askıya alınması veya azaltılması, sıvıların yenilenmesi veya tam tersine sınırlı miktarda alımı yardımcı olabilir. Susuz kalınması veya sıcak çarpması elektrolit alımının artırılması gereken durumlardır.Elektrolit bozukluğu nasıl anlaşılır?Elektrolit dengesizliklerinin yaygın belirtileri şunlardır: Kalpte ritim bozuklukları Mide bulantısı İshal veya kabızlık Kas krampları Halsizlik ve yorgunluk Sinirlilik Bilinç bulanıklığı Baş ağrısıElektrolit dengesi nasıl sağlanır?Çeşitli nedenler sonucu oluşabilen elektrolit dengesizliklerinde vücut kaybettiği elektrolitleri beslenme yoluyla ve su içerek tekrar temin edebilir. Mineral yönünden zengin besinler ve mineralli sular tüketilerek kaybedilen elektrolitler geri kazanılabilir. Potasyum; ıspanak, maydanoz ve marul gibi yeşil yapraklı sebzelerde Magnezyum; muz, yulaf ve kabak çekirdeğinde, Kalsiyum; süt ve süt ürünlerinde, Sodyum; Peynir, zeytin ve salamura ürünlerde, Fosfor; balık, yumurta, patates, sarımsak, kepekli tahıllarda bulunur.
Elektrolit nedir?İnsan vücudunda kanda çözünen mineraller, tuzlar ve eser elementler her bir hücrenin işlevi için gereklidir. Elektrolitler, vücut sıvılarında pozitif veya negatif elektrik yükü (iyonları) taşıyan partiküller oluşturan kimyasal bileşiklerdir. Elektrolitler çeşitli işlevlerin yerine getirilmesi için gerekli olan elektrik enerjisini taşır. Elektrolitler; sodyum, potasyum, bikarbonat ve klorür gibi çözünmüş mineral tuzlardan oluşmaktadır. Sodyum, potasyum, magnezyum ve kalsiyum gibi pozitif yüklü katyonlar ile klorür, florür ve fosfat gibi negatif yüklü anyonlar organizmada belirli bir konsantrasyonda bulunmalıdır.Elektrolit dengesinin önemi nedir?Elektrolitler metabolizmanın düzgün bir şekilde çalışması için önemlidir. Potasyum; sinir sisteminin düzgün çalışmasına, özellikle sinir uyarılarının iletilmesine ve kas kasılmasına katkıda bulunur. Sodyum; böbrekler yoluyla vücuttaki su ve sıvı dengesini düzenler, kas fonksiyonunda önemli rol oynar. Fazla sodyum hipertansiyona neden olabilmektedir. Sodyum kan basıncını yükselttiğinde, potasyum düşürmektedir. Kalsiyum, kemiklerin ve dişlerin güçlü olmasına, kasların ve enerji metabolizmasının düzgün çalışmasına katkıda bulunur. Kalsiyum kalp de dahil olmak üzere kas kasılmaları ve sinir uyarılarının iletimi için önemlidir. Kalsiyum eksikliği çocuklarda raşitizm ve yetişkinlerde ise osteoporoza neden olabilmektedir. Magnezyum, elektrolit dengesinin korunmasına yardımcı olur. Hücre fonksiyonu, enzim aktivitesi, kas fonksiyonu, sinir uyarıları, uyku ve ruh hali düzenlemesi için gereklidir. Magnezyum eksikliği kas kramplarına, PMS ve menopoz semptomlarına, yorgunluğa ve depresyona neden olabilir. Yeterli bir magnezyum kaynağı olmadan kalsiyumun emilmesi de zor olmaktadır. Klorür, sodyum ile birlikte, hücreler arasındaki madde ve sıvı akışını düzenler, hücrelere giren ve çıkan suyu düzenlemeye yardımcı olduğu için önemlidir. Ayrıca vücutta pH düzenleyici olarak rol oynar. Fosfor ayrıca güçlü kemikler ve dişlerde önemli bir rol oynar ve vücudun hücreleri büyütmek ve onarmak için kullandığı proteinlerin üretimi için gereklidir. Çok fazla fosfat kalsiyumu dışarı atabilir ve kemikleri zayıflatabilir.Elektrolit dengesizliği nedir?Su-elektrolit veya asit-baz dengeleri değiştiğinde çeşitli bozukluklar ortaya çıkabilir. Elektrolit dengesizlikleri; kanda düşük veya yüksek sodyum ve potasyum seviyeleri, karbon dioksit gibi asitlerin fazlalığı ve kan pH'ında azalma, bikarbonat gibi bazların fazlalığı ve buna bağlı olarak pH artışı olarak ortaya çıkabilir. Vücutta meydana gelen metabolik süreçlerin pH ile yakından bağlantılı olduğunu bilmek önemlidir; vücut sıvıları genellikle 5 ile 8 arasında bir pH'a sahiptir. Özellikle kanın pH'ı, 7,35 ile 7,45 (arteriyel kan) arasındadır, değerler bu aralığın biraz dışında bile olsa ciddi komplikasyonlara neden olabilir.Elektrolit dengesizliğinin nedenleri nelerdir?Elektrolit dengesizliğine böbrekler, kalp, karaciğer ve akciğerlerin işlev bozuklukları, dehidrasyon veya aşırı hidrasyon, müshil ve diüretik gibi ilaçlar almak neden olabilmektedir.Yorucu egzersizler su ve sodyum kaybı ile sonuçlanır. Yüksek sıcaklıklar yine su ve sodyum kaybı anlamına gelen terlemenin artmasına neden olmaktadır. Besinlerin sindirim sistemi tarafından zayıf emilimi elektrolit dengesizliğine yol açabilmektedir. Kişi sağlıklı ve düzenli beslense de emilim zayıf olursa vücut için gerekli vitamin ve mineraller temin edilemez. İshal ve kusma su ve beraberinde elektrolit kaybını getirmektedir.Elektrolit dengesizliğinin belirtileri nelerdir?Elektrolit dengesinin bozulması sonucu çeşitli rahatsızlıklar meydana gelebilir. Sodyumun fazlalığı veya eksikliği; kas spazmları, kasılmalar, susuzluk, uyuşukluk veya kafa karışıklığına neden olabilir. Değişen potasyum seviyeleri; kramplar ve kas zayıflığı, sık idrara çıkma, aritmi ( kalpte ritim bozukluğu) ve ciddi vakalarda kalp durmasına yol açabilmektedir. Asit-baz dengesizliği ise; mide bulantısı, kusma, baş ağrısı, sinirlilik, uyuşukluk, ellerde, ayaklarda ve dudaklarda karıncalanmaya neden olabilmektedir.Elektrolit dengesizliği nasıl tedavi edilir?Tanı için elektrolitlerin dozajı ve idrar testleri için kan testleri gereklidir. Elektrokardiyogram (EKG), potasyum seviyelerindeki değişikliklere bağlı kardiyak aritmi durumunda faydalıdır. Tedavi, elektrolit dengesizliğine yol açan nedeni veya durumu çözmeyi amaçlar. Elektrolitler vücut tarafından üretilemediğinden günlük diyetle sağlanmalıdır. Bozukluğa bağlı olarak, takviyelerin uygulanması, bozukluğa neden olan ilaçların askıya alınması veya azaltılması, sıvıların yenilenmesi veya tam tersine sınırlı miktarda alımı yardımcı olabilir. Susuz kalınması veya sıcak çarpması elektrolit alımının artırılması gereken durumlardır.Elektrolit bozukluğu nasıl anlaşılır?Elektrolit dengesizliklerinin yaygın belirtileri şunlardır:Elektrolit dengesi nasıl sağlanır?Çeşitli nedenler sonucu oluşabilen elektrolit dengesizliklerinde vücut kaybettiği elektrolitleri beslenme yoluyla ve su içerek tekrar temin edebilir. Mineral yönünden zengin besinler ve mineralli sular tüketilerek kaybedilen elektrolitler geri kazanılabilir. | 4,751 |
308 | Hastalıklar | Düşük Tansiyon | Düşük tansiyon, dengesiz beslenme, stres, vücudun susuz kalması, kronik hastalıklar nedeniyle ortaya çıkabilir. Tansiyon düşmesi belirtileri arasında baş dönmesi, sersemlik hissi, bayılma, bulantı, yorgunluk, ve görüşte bulanıklaşma ya da göz kararması yer almaktadırr. Tansiyon susuzluk, ani ve hızlı bir şekilde ayağa kalkma gibi masum sebeplerle düşebileceği gibi, kalp sorunları, sıcak çarpması veya iç kanama gibi sorunlardan da kaynaklanabilmektedir. O yüzden tedavi edilebilmesi için düşük tansiyona neyin sebep olduğunu bulmak önemlidir.Düşük tansiyon, dengesiz beslenme, stres, vücudun susuz kalması, kronik hastalıklar nedeniyle ortaya çıkabilir. Tansiyon düşmesi belirtileri arasında baş dönmesi, sersemlik hissi, bayılma, bulantı, yorgunluk, ve görüşte bulanıklaşma ya da göz kararması yer almaktadırr. Tansiyon susuzluk, ani ve hızlı bir şekilde ayağa kalkma gibi masum sebeplerle düşebileceği gibi, kalp sorunları, sıcak çarpması veya iç kanama gibi sorunlardan da kaynaklanabilmektedir. O yüzden tedavi edilebilmesi için düşük tansiyona neyin sebep olduğunu bulmak önemlidir.
Düşük Tansiyon Nedir?Düşük tansiyon ya da hipotansiyon, kan basıncı değerinin 90/60 mmHg'nin altında olmasıdır. Atardamarların içerisindeki basınç tansiyon olarak değerlendirilir. Vücudun işlevini yerine getirebilmesi ise hayati açıdan önem arz eden tansiyon değerlerinin değişmesi durumda baş dönmesi, bayılma, halsizlik, gözde kararma ve baygınlık hissi görülür. Genellikle büyük tansiyonun 90 mmHg ile 120 mmHg; küçük tansiyonun 60- 90 mmHg arasında olması gerekir. Tansiyonda sınır 120-80 mmHg olarak bilinir. Tansiyonun 140 mmHg üzerine çıkması yüksek tansiyon olarak kabul edilir.Düşük Tansiyonun Belirtileri Nelerdir?Tansiyon düştüğünde, ani gelişen baş dönmesi, göz kararması ya da görüşün bulanıklaşması, baygınlık geçirme, sersemlik hissi, terleme, bulantı, nefes darlığı, çarpıntı ve yorgunluk gibi belirtiler yaşanabilir. Belirtiler tansiyonun neden düştüğüne ve ne kadar düştüğüne göre de farklılık gösterebilir.Düşük tansiyonun belirtileri şöyle sıralanır: Yorgun ve zayıf hissetme Mide bulantısı Baş dönmesi Bilinçte bulanıklık, kafa karışıklığı ve konsantre olmada güçlük Göz kararması veya bulanık görme Nefes darlığı Hızlı nefes alıp verme Terleme Boyun veya sırt ağrısı Uyku haliDüşük Tansiyona Ne İyi Gelir? Tansiyon düştüğünde bol su ve sıvı tüketmek, tuzlu gıdalar tüketmek, kompresyon çorapları giymek, otururken bacak bacak. üstüne atmaktan kaçınmak tansiyonu dengelemeye yardım eder. Tansiyon düşüklüğüne iyi gelen yöntemler şunlardır: Su ağırlıklı olmak üzere bol sıvı içmek Daha fazla tuzlu besin tüketmek Uzun süre oturmaktan ve ayağa hızlı kalkmaktan kaçınmak Bacak bacak üstüne atmamaya çalışmak Yastığı yükseltmek Kompresyon çorapları giymek Küçük öğünlerle beslenmek Karbonhidratı azaltmak B12 ve folat içeren gıda tüketimini arttırmak ya da takviye almak Kafein içeren yiyecek ve içecekler tüketerek kan basıncını yükseltmek Kan şekeri seviyelerini düşük tutmaya çalışmak Ağır egzersizler yapmaktan kaçınmakAni tansiyon düşmesinde tansiyonu birden düşen kişilerin yapması gereken şey beyne oksijen gitmesini sağlamaya çalışmaktır. Kişi hemen sırtüstü uzanmalı ve ayaklarını kalp seviyesinden yükseğe kaldırarak dinlenmeye geçmelidir. Bu sırada tansiyon ölçümü yapılmalıdır. Tansiyon ölçümünde nabız düşük değilse dinlenme sırasında tuzlu ayran, su mutlaka içilmelidir. Bu süreçte solunumun rahatlatılması önemlidir. Kravat gibi vücudu sıkan giysiler gevşetilmelidir.Düşük Tansiyon Neden Olur? Tansiyon Neden Düşer?Vücudun aşırı düzeyde susuz kalması, sağlıksız- dengesiz beslenme, alınan bazı tansiyon, kalp, idrar söktürücü ilaçları, uzun süre hareketsiz kalmak, uzun süre sıcakta kalmak, kalp yetmezliği, damar genişlemeleri de düşük tansiyon neden olur sorusunun yanıtlarından sayılabilir. Ayrıca hamilelikte düşük tansiyon görülebilir. Vücudun uzun süre susuz kalması Uzun süreli yatalak olma gibi hareketsiz kalınan durumlar Hamilelik Kan kaybı Antihipertansif ve idrar söktürücü ilaçlar Çok fazla sıcağa maruz kalmakHipotansiyon çok çeşitli nedenlerle ortaya çıkabilir. Düşük tansiyonun nedenleri şöyle sıralanır:Ortostatik hipotansiyonAniden ayağa kalkma durumunda, vücuttan beyine doğru fazla kan akışı meydana gelir ve tansiyonun düşmesine neden olur.Merkezi sinir sistemi hastalıklarıParkinson hastalığı gibi sinir sistemine etki eden durumlar kan basıncını doğrudan etkileyebilir. Özellikle bu hastalıklara sahip olan kişilerde yemek yedikten sonra tansiyon düşüklüğü görülür. Çünkü sinir sistemi besinlerin sindirimi sırasında çok fazla kan kullanır.Düşük kan hacmiYaralanma ya da bir travma sonucunda meydana gelen kan kaybı kişide düşük tansiyona sebep olabilir. Bunun yanında dehidrasyon da düşük kan hacmine zemin hazırlar.Kalp ve akciğer hastalıklarıKalp çok hızlı veya çok yavaş attığı durumda akciğerler olması gerektiği gibi çalışmaz ve hipotansiyona neden olur. İlerlemiş kalp yetmezliği de düşük tansiyonun bir diğer nedenleri arasında yer alır.Reçeteli ilaçlarYüksek tansiyon, depresyon, kalp yetmezliği, erektil disfonksiyonu ve nörolojik sorunları tedavi eden ilaçlarla hipotansiyon meydana gelebilir.HamilelikHamileliğin birinci ve ikinci trimesterinde hipotansiyon görülebilir. Bu durum kişiden kişiye farklılık gösterir. Kanama veya hamileliğin diğer komplikasyonları da düşük tansiyona neden olabilir.Aşırı sıcaklıklarAşırı sıcak havalar, düşük tansiyonu etkileyerek kişide meydana gelen semptomların artmasına neden olabilir.Düşük Tansiyonun Tanısı Nasıl Konulur?Düşük tansiyonun teşhisi için kişilerin belirli periyotlarla tansiyon ölçümü yapılması gerekir. 90/60 mmHg’nin altında olması, yanında fiziki gücün azalması, bitkinlik gibi belirtilerin gerçekleşmesi düşük tansiyonun göstergesidir. Ancak düşük tansiyonun teşhisinde bazı karışıklıklar yaşanabilir. Kişinin ani bayılması epilepsi tablosunda da görülebilir. Epilepsi ile bu tabloyu ayırmak için Tilt Table ismindeki tetkik yapılır. Tilt Table yani Eğik Masa testinde hasta baş kısmı kaldırılabilen bir masaya yatırılır. Emniyet kayışlarıyla hastanın güvenliği sağlandıktan sonra tansiyon ve nabzı ölçülür. Sonrasında masanın baş kısmı 60-70 dereceye kadar kaldırılır, bu aşamada da yine hastanın tansiyon ve nabzı ölçülür. Hasta yatırıldıktan sonra, ayağa kaldırılır, sonrasında yine yatırılır ve ölçümleri yapılır. Bu test öncesinde hastaya dama genişletici bir ilaç verilir. Bayılması olan kişilerde, bayılma hastane ortamında test sırasında yaratılır. Bu test sonucunda hastanın düşük tansiyonlu mu yoksa farklı bir hastalığı mı var ayırt edilir.Düşük Tansiyonun Tedavisi Nasıldır?Düşük tansiyon herhangi bir hastalığa bağlı değilse tansiyon yükseltici bir ilaç tedavisi uygulanmaz. Hastanın kanı eksikse takviye edilir, sıvı ya da tuz eksikliği varsa yine takviye edilir. Düşük tansiyona sebep olan başka bir hastalık varsa onun tedavisi yapılır.Düşük Tansiyon Hakkında Sık Sorulan SorularDüşük tansiyonu ne yükseltir?Düşük tansiyonu yükseltmek için en önemli etken su tüketimidir. Bunun yanında tuzlu ayran, zeytin ya da turşu tüketmek de düşük tansiyonun yükselmesine yardımcı olur.Ani tansiyon düşmesi belirtileri nelerdir?Ani tansiyon düşmesi belirtileri, bir anda gelişen baş dönmesi, görüşün bulanıklaşması veya göz kararması, yorgunluk, sersemleme, baygınlık hissi, mide bulantısı ve bilinç kaybıdır.Düşük tansiyon baş ağrısı yapar mı?Mide bulantısı, halsizlik, göz kararması, baş dönmesi, kafa karışıklığının yanında baş ağrısı da düşük tansiyon belirtileri arasında yer alır.Düşük tansiyon tehlikeli mi?Düşük tansiyon yüksek tansiyona göre daha avantajlı bir durumdur. Ancak bu konuda tedbirli olmakta fayda vardır çünkü bazı tehlikeli hastalıklar da tansiyon düşüklüğüne neden olabilmektedir. Bazı durumlarda düşük tansiyon kalple ilgili sorunlarda da görülebilmektedir.Düşük tansiyonla hangi doktor ilgilenir?Düşük tansiyon yaşayanların kardiyoloji uzmanı tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir.Düşük tansiyon neyin belirtisi olabilir?Düşük tansiyon mutlaka bir gerekçesi olan, tek başına bir hastalık olarak değerlendirilmeyen ancak bir başka hastalığın belirtisi sayılabilecek bir durumdur. Örneğin kalp yetersizliği, kalpten atılan kanın yetersiz kaldığı durumlarda, kalp kapağındaki darlıkta ciddi tansiyon düşüklüğü oluşturabilir. Damarlarda oluşan genişlemelerde de tansiyon düşüklükleri görülebilir. Bu nedenle düşük tansiyon yaşayan kişilerin mutlaka kardiyoloji uzmanına görünmeleri gerekir.Düşük tansiyon kaçtır?Düşük tansiyonda da sınır 90/60 mmHg’dir. Tansiyon değeri tansiyon aletiyle ölçüldüğünde 90/60 mmHg’nin altında çıkarsa düşük tansiyon var demektir.Düşük tansiyon kalbe zararlı mı?Ancak bazı kişiler yapısal olarak 90/60 mmHg tansiyonla yaşamına normal devam ederken; normal tansiyon değeri 120/80 mmHg olanlarda bu rakamların düşmesi yukarıda sayılan belirtilere sebep olabilir. Sürekli olarak tansiyon değeri 90/60 mmHg olan kişilerin kalbi daha düşük basınca karşı rahat çalışır, kalbi yorulmaz.Su içmezsem tansiyon düşer mi?Tansiyonu normal değerlerde olup bir anda düşenlerde akıllara ilk olarak sıvı ya da tuz eksikliği gelmelidir. Kişide genel bir hastalık yoksa, vücuttaki sıvı- tuz eksilmesi düşük tansiyona neden olabilir.Ani tansiyon düşüklüğü neden olur?Ani kan kayıpları, damar sistemindeki ani genişlemeler nedeniyle ani tansiyon düşüklüğü meydana gelebilir.Düşük tansiyon ne zaman tehlikeli?Geçici tansiyon düşüklüğünde damar sisteminde büzülmeler meydana gelir, bu sırada vücutta adrenalin benzeri hormonlar yükselir buna bağlı olarak da nabız hızlanır. Tansiyon düşüklüğünü karşılamak için vücudun verdiği reaksiyon nabzı hızlandırmaktır yani çarpıntıdır. O nedenle tansiyon düşmesi sırasında çarpıntı hissedilebilir. Ancak tansiyonla birlikte nabız da düşükse bu kalp krizi gibi ciddi bir probleme işaret edebilir.Düşük tansiyon avantajlı mı?Hasta olmayan sağlıklı kişiler için düşük tansiyon avantajlı bir durumdur ancak düşük tansiyon sürekli varsa altında bir gerekçe de aranmalıdır. Bazen hiç hastalık olmadan kişiler düşük tansiyonla normal şekilde yaşarken; bazı kişilerde böbrek üstü bezinin hormonal bozukluklarında düşük tansiyon durumuna yakalanabilir.Düşük tansiyonun zararları nelerdir?Tansiyonun belirli bir seviyede olması önemlidir. Vücuttaki en hayati organ olan beynin yeterince oksijenlenmesi için tansiyonun belirli bir seviyede olması gerekmektedir. Geçici tansiyon düşüklüklerinde beyin felci, böbrek yetersizliği, karaciğer nekrozları oluşabilir. Tansiyon düşüklüğü de bu nedenle önemsenmelidir.Kansızlık tansiyonu düşürür mü?Bazen de kansızlık durumlarında tansiyon düşüklüğü olabilir. Anemi tansiyonu düşürebilen bir sorundur. Yapılan tetkiklerden sonra sorun neyse tedavi edilmeli, tansiyonun normal seviyelerde seyretmesi sağlanmalıdır. Yani bu sayılanlar düşük tansiyon zararları arasında sayılabilmektedir.Kahve tansiyonu düşürür mü?Fazla kafein normalde nabzı hızlandırır, çarpıntıya neden olur. Ancak fazla kafein alan kişilerde kafeinin etkisi geçtiği sırada tansiyon düşüklüğü görülebilmektedir. Ayrıca fazla kafein tüketen kişilerde de kafeinin etkisi geçtikten sonra bitkinlik hissi görülebilmektedir. Bu nedenle düşük tansiyonu önlemek için fazla kafein alınmamalı; vücudun su ve tuz dengesine dikkat edilmelidir.Düşük tansiyonlular neden bayılır?Tansiyon düştüğü zaman hayati organlara yeterli miktarda oksijen taşınması mümkün olmamaktadır. Bu durumda baş dönmesi, göz kararması, bayılma gibi durumlar gerçekleşebilir.Düşük tansiyonun çeşitleri nelerdir?Uzun süre oturduktan sonra ayağa kalkarken kişiler geçici olarak bir sersemlik, mide bulantısı, baygınlık hissi yaşayabilir. Buna ortostatik hipotansiyon denilmektedir. Bir de uzun süre ayakta kalmak, üzüntü gibi durumlarda ortaya çıkan bir düşük tansiyon çeşidi vardır. Buna da nörojenik hipotansiyon denilebilir.Düşük tansiyona ne iyi gelir?Bol sıvı alımı düşük tansiyon için önemlidir. Günde en az 2 litre su içilmesi gerekmektedir. Doktora danışarak tuzlu ayran ya da sodyum almak iyi gelebilir. Ayrıca B12 ve folik asit eksikliğinde de görülebilen düşük tansiyonda doktora sormadan bu tür vitamin takviyeleri alınmamalıdır.
Düşük Tansiyon Nedir?Düşük tansiyon ya da hipotansiyon, kan basıncı değerinin 90/60 mmHg'nin altında olmasıdır. Atardamarların içerisindeki basınç tansiyon olarak değerlendirilir. Vücudun işlevini yerine getirebilmesi ise hayati açıdan önem arz eden tansiyon değerlerinin değişmesi durumda baş dönmesi, bayılma, halsizlik, gözde kararma ve baygınlık hissi görülür. Genellikle büyük tansiyonun 90 mmHg ile 120 mmHg; küçük tansiyonun 60- 90 mmHg arasında olması gerekir. Tansiyonda sınır 120-80 mmHg olarak bilinir. Tansiyonun 140 mmHg üzerine çıkması yüksek tansiyon olarak kabul edilir.Düşük Tansiyonun Belirtileri Nelerdir?Tansiyon düştüğünde, ani gelişen baş dönmesi, göz kararması ya da görüşün bulanıklaşması, baygınlık geçirme, sersemlik hissi, terleme, bulantı, nefes darlığı, çarpıntı ve yorgunluk gibi belirtiler yaşanabilir. Belirtiler tansiyonun neden düştüğüne ve ne kadar düştüğüne göre de farklılık gösterebilir.Düşük tansiyonun belirtileri şöyle sıralanır:Düşük Tansiyona Ne İyi Gelir? Tansiyon düştüğünde bol su ve sıvı tüketmek, tuzlu gıdalar tüketmek, kompresyon çorapları giymek, otururken bacak bacak. üstüne atmaktan kaçınmak tansiyonu dengelemeye yardım eder. Tansiyon düşüklüğüne iyi gelen yöntemler şunlardır:Ani tansiyon düşmesinde tansiyonu birden düşen kişilerin yapması gereken şey beyne oksijen gitmesini sağlamaya çalışmaktır. Kişi hemen sırtüstü uzanmalı ve ayaklarını kalp seviyesinden yükseğe kaldırarak dinlenmeye geçmelidir. Bu sırada tansiyon ölçümü yapılmalıdır. Tansiyon ölçümünde nabız düşük değilse dinlenme sırasında tuzlu ayran, su mutlaka içilmelidir. Bu süreçte solunumun rahatlatılması önemlidir. Kravat gibi vücudu sıkan giysiler gevşetilmelidir.Düşük Tansiyon Neden Olur? Tansiyon Neden Düşer?Vücudun aşırı düzeyde susuz kalması, sağlıksız- dengesiz beslenme, alınan bazı tansiyon, kalp, idrar söktürücü ilaçları, uzun süre hareketsiz kalmak, uzun süre sıcakta kalmak, kalp yetmezliği, damar genişlemeleri de düşük tansiyon neden olur sorusunun yanıtlarından sayılabilir. Ayrıca hamilelikte düşük tansiyon görülebilir.Hipotansiyon çok çeşitli nedenlerle ortaya çıkabilir. Düşük tansiyonun nedenleri şöyle sıralanır:Ortostatik hipotansiyonAniden ayağa kalkma durumunda, vücuttan beyine doğru fazla kan akışı meydana gelir ve tansiyonun düşmesine neden olur.Merkezi sinir sistemi hastalıklarıParkinson hastalığı gibi sinir sistemine etki eden durumlar kan basıncını doğrudan etkileyebilir. Özellikle bu hastalıklara sahip olan kişilerde yemek yedikten sonra tansiyon düşüklüğü görülür. Çünkü sinir sistemi besinlerin sindirimi sırasında çok fazla kan kullanır.Düşük kan hacmiYaralanma ya da bir travma sonucunda meydana gelen kan kaybı kişide düşük tansiyona sebep olabilir. Bunun yanında dehidrasyon da düşük kan hacmine zemin hazırlar.Kalp ve akciğer hastalıklarıKalp çok hızlı veya çok yavaş attığı durumda akciğerler olması gerektiği gibi çalışmaz ve hipotansiyona neden olur. İlerlemiş kalp yetmezliği de düşük tansiyonun bir diğer nedenleri arasında yer alır.Reçeteli ilaçlarYüksek tansiyon, depresyon, kalp yetmezliği, erektil disfonksiyonu ve nörolojik sorunları tedavi eden ilaçlarla hipotansiyon meydana gelebilir.HamilelikHamileliğin birinci ve ikinci trimesterinde hipotansiyon görülebilir. Bu durum kişiden kişiye farklılık gösterir. Kanama veya hamileliğin diğer komplikasyonları da düşük tansiyona neden olabilir.Aşırı sıcaklıklarAşırı sıcak havalar, düşük tansiyonu etkileyerek kişide meydana gelen semptomların artmasına neden olabilir.Düşük Tansiyonun Tanısı Nasıl Konulur?Düşük tansiyonun teşhisi için kişilerin belirli periyotlarla tansiyon ölçümü yapılması gerekir. 90/60 mmHg’nin altında olması, yanında fiziki gücün azalması, bitkinlik gibi belirtilerin gerçekleşmesi düşük tansiyonun göstergesidir. Ancak düşük tansiyonun teşhisinde bazı karışıklıklar yaşanabilir. Kişinin ani bayılması epilepsi tablosunda da görülebilir. Epilepsi ile bu tabloyu ayırmak için Tilt Table ismindeki tetkik yapılır. Tilt Table yani Eğik Masa testinde hasta baş kısmı kaldırılabilen bir masaya yatırılır. Emniyet kayışlarıyla hastanın güvenliği sağlandıktan sonra tansiyon ve nabzı ölçülür. Sonrasında masanın baş kısmı 60-70 dereceye kadar kaldırılır, bu aşamada da yine hastanın tansiyon ve nabzı ölçülür. Hasta yatırıldıktan sonra, ayağa kaldırılır, sonrasında yine yatırılır ve ölçümleri yapılır. Bu test öncesinde hastaya dama genişletici bir ilaç verilir. Bayılması olan kişilerde, bayılma hastane ortamında test sırasında yaratılır. Bu test sonucunda hastanın düşük tansiyonlu mu yoksa farklı bir hastalığı mı var ayırt edilir.Düşük Tansiyonun Tedavisi Nasıldır?Düşük tansiyon herhangi bir hastalığa bağlı değilse tansiyon yükseltici bir ilaç tedavisi uygulanmaz. Hastanın kanı eksikse takviye edilir, sıvı ya da tuz eksikliği varsa yine takviye edilir. Düşük tansiyona sebep olan başka bir hastalık varsa onun tedavisi yapılır.Düşük Tansiyon Hakkında Sık Sorulan SorularDüşük tansiyonu ne yükseltir?Düşük tansiyonu yükseltmek için en önemli etken su tüketimidir. Bunun yanında tuzlu ayran, zeytin ya da turşu tüketmek de düşük tansiyonun yükselmesine yardımcı olur.Ani tansiyon düşmesi belirtileri nelerdir?Ani tansiyon düşmesi belirtileri, bir anda gelişen baş dönmesi, görüşün bulanıklaşması veya göz kararması, yorgunluk, sersemleme, baygınlık hissi, mide bulantısı ve bilinç kaybıdır.Düşük tansiyon baş ağrısı yapar mı?Mide bulantısı, halsizlik, göz kararması, baş dönmesi, kafa karışıklığının yanında baş ağrısı da düşük tansiyon belirtileri arasında yer alır.Düşük tansiyon tehlikeli mi?Düşük tansiyon yüksek tansiyona göre daha avantajlı bir durumdur. Ancak bu konuda tedbirli olmakta fayda vardır çünkü bazı tehlikeli hastalıklar da tansiyon düşüklüğüne neden olabilmektedir. Bazı durumlarda düşük tansiyon kalple ilgili sorunlarda da görülebilmektedir.Düşük tansiyonla hangi doktor ilgilenir?Düşük tansiyon yaşayanların kardiyoloji uzmanı tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir.Düşük tansiyon neyin belirtisi olabilir?Düşük tansiyon mutlaka bir gerekçesi olan, tek başına bir hastalık olarak değerlendirilmeyen ancak bir başka hastalığın belirtisi sayılabilecek bir durumdur. Örneğin kalp yetersizliği, kalpten atılan kanın yetersiz kaldığı durumlarda, kalp kapağındaki darlıkta ciddi tansiyon düşüklüğü oluşturabilir. Damarlarda oluşan genişlemelerde de tansiyon düşüklükleri görülebilir. Bu nedenle düşük tansiyon yaşayan kişilerin mutlaka kardiyoloji uzmanına görünmeleri gerekir.Düşük tansiyon kaçtır?Düşük tansiyonda da sınır 90/60 mmHg’dir. Tansiyon değeri tansiyon aletiyle ölçüldüğünde 90/60 mmHg’nin altında çıkarsa düşük tansiyon var demektir.Düşük tansiyon kalbe zararlı mı?Ancak bazı kişiler yapısal olarak 90/60 mmHg tansiyonla yaşamına normal devam ederken; normal tansiyon değeri 120/80 mmHg olanlarda bu rakamların düşmesi yukarıda sayılan belirtilere sebep olabilir. Sürekli olarak tansiyon değeri 90/60 mmHg olan kişilerin kalbi daha düşük basınca karşı rahat çalışır, kalbi yorulmaz.Su içmezsem tansiyon düşer mi?Tansiyonu normal değerlerde olup bir anda düşenlerde akıllara ilk olarak sıvı ya da tuz eksikliği gelmelidir. Kişide genel bir hastalık yoksa, vücuttaki sıvı- tuz eksilmesi düşük tansiyona neden olabilir.Ani tansiyon düşüklüğü neden olur?Ani kan kayıpları, damar sistemindeki ani genişlemeler nedeniyle ani tansiyon düşüklüğü meydana gelebilir.Düşük tansiyon ne zaman tehlikeli?Geçici tansiyon düşüklüğünde damar sisteminde büzülmeler meydana gelir, bu sırada vücutta adrenalin benzeri hormonlar yükselir buna bağlı olarak da nabız hızlanır. Tansiyon düşüklüğünü karşılamak için vücudun verdiği reaksiyon nabzı hızlandırmaktır yani çarpıntıdır. O nedenle tansiyon düşmesi sırasında çarpıntı hissedilebilir. Ancak tansiyonla birlikte nabız da düşükse bu kalp krizi gibi ciddi bir probleme işaret edebilir.Düşük tansiyon avantajlı mı?Hasta olmayan sağlıklı kişiler için düşük tansiyon avantajlı bir durumdur ancak düşük tansiyon sürekli varsa altında bir gerekçe de aranmalıdır. Bazen hiç hastalık olmadan kişiler düşük tansiyonla normal şekilde yaşarken; bazı kişilerde böbrek üstü bezinin hormonal bozukluklarında düşük tansiyon durumuna yakalanabilir.Düşük tansiyonun zararları nelerdir?Tansiyonun belirli bir seviyede olması önemlidir. Vücuttaki en hayati organ olan beynin yeterince oksijenlenmesi için tansiyonun belirli bir seviyede olması gerekmektedir. Geçici tansiyon düşüklüklerinde beyin felci, böbrek yetersizliği, karaciğer nekrozları oluşabilir. Tansiyon düşüklüğü de bu nedenle önemsenmelidir.Kansızlık tansiyonu düşürür mü?Bazen de kansızlık durumlarında tansiyon düşüklüğü olabilir. Anemi tansiyonu düşürebilen bir sorundur. Yapılan tetkiklerden sonra sorun neyse tedavi edilmeli, tansiyonun normal seviyelerde seyretmesi sağlanmalıdır. Yani bu sayılanlar düşük tansiyon zararları arasında sayılabilmektedir.Kahve tansiyonu düşürür mü?Fazla kafein normalde nabzı hızlandırır, çarpıntıya neden olur. Ancak fazla kafein alan kişilerde kafeinin etkisi geçtiği sırada tansiyon düşüklüğü görülebilmektedir. Ayrıca fazla kafein tüketen kişilerde de kafeinin etkisi geçtikten sonra bitkinlik hissi görülebilmektedir. Bu nedenle düşük tansiyonu önlemek için fazla kafein alınmamalı; vücudun su ve tuz dengesine dikkat edilmelidir.Düşük tansiyonlular neden bayılır?Tansiyon düştüğü zaman hayati organlara yeterli miktarda oksijen taşınması mümkün olmamaktadır. Bu durumda baş dönmesi, göz kararması, bayılma gibi durumlar gerçekleşebilir.Düşük tansiyonun çeşitleri nelerdir?Uzun süre oturduktan sonra ayağa kalkarken kişiler geçici olarak bir sersemlik, mide bulantısı, baygınlık hissi yaşayabilir. Buna ortostatik hipotansiyon denilmektedir. Bir de uzun süre ayakta kalmak, üzüntü gibi durumlarda ortaya çıkan bir düşük tansiyon çeşidi vardır. Buna da nörojenik hipotansiyon denilebilir.Düşük tansiyona ne iyi gelir?Bol sıvı alımı düşük tansiyon için önemlidir. Günde en az 2 litre su içilmesi gerekmektedir. Doktora danışarak tuzlu ayran ya da sodyum almak iyi gelebilir. Ayrıca B12 ve folik asit eksikliğinde de görülebilen düşük tansiyonda doktora sormadan bu tür vitamin takviyeleri alınmamalıdır. | 9,061 |
309 | Hastalıklar | Dupuytren Kontraktürü | Dupuytren kontraktürü, avuç içlerinin ya da parmakların altında yer alan dokunun kalınlaşması ve sıkılaşmasına bağlı olarak bükülmesine sebep olan bir durumdur. Genetik bir rahatsızlık olarak görülen dupuytren kontraktürü, cilt altında doku düğümlerinin oluşmasına neden olur. Tedavisi olmayan bu durumun ilerlemesi aylar ya da yıllar sürebilir. Dupuytren kontraktürü günlük hayatta elleri cebe koymak, eldiven kullanmak ya da el sıkışmak gibi günlük aktiviteleri zorlaştıran bir durum olarak bilinir. Tedavisi semptomların hafifletilmesini içerir ve durumun daha da kötüleşmesini engeller.Dupuytren kontraktürü, avuç içlerinin ya da parmakların altında yer alan dokunun kalınlaşması ve sıkılaşmasına bağlı olarak bükülmesine sebep olan bir durumdur. Genetik bir rahatsızlık olarak görülen dupuytren kontraktürü, cilt altında doku düğümlerinin oluşmasına neden olur. Tedavisi olmayan bu durumun ilerlemesi aylar ya da yıllar sürebilir. Dupuytren kontraktürü günlük hayatta elleri cebe koymak, eldiven kullanmak ya da el sıkışmak gibi günlük aktiviteleri zorlaştıran bir durum olarak bilinir. Tedavisi semptomların hafifletilmesini içerir ve durumun daha da kötüleşmesini engeller.
Dupuytren Kontraktürü Nedir?Dupuytren kontraktürü, elde avuç içlerindeki dokunun kalınlaşması ve parmakların sertleşerek bükülmesine neden olan kronik olarak görülen bir doku hastalığıdır. Bu rahatsızlık sonucunda kişinin parmaklarını açması zorlaşır ve zaman içerisinde fonksiyon kaybına neden olabilir. Avuç içerisinde yumru şeklinde oluşan nodüller, özellikle serçe ve yüzük parmaklarında eğrilme, parmakları düz haline getirmede güçlük çekme dupuytren kontraktürü belirtileri arasında yer alır. En yaygın görülen risk faktörü ise genetik yatkınlıktır. Dupuytren kontraktürüne sebep olan büyümeler iyi huyludur, kanser olarak kabul edilmemektedir.Dupuytren Kontraktürü Belirtileri Nelerdir?Dupuytren kontraktürü, avuç içinin bağ dokusunda kalınlaşma, sertleşme, avuç içerisinde nodül görülmesi, parmaklarda eğilme gibi belirtilerle kendini gösterir. Belirtileri yavaş şekilde ortaya çıkarak zaman içerisinde ilerleyebilir. Dupuytren kontraktürünün belirtileri şöyle sıralanabilir: Avuç içerisinde görülen ağrısız, sert nodüller Zaman içerisinde bağ dokunun kalınlaşması ve sertleşmesi Etkilenen parmağın avuç içinde görülen kalın kordonlar Parmaklarda eğrilme ve bükülme Parmakların tam olarak açılmaması Ellerde hareket kısıtlılığı Ağrı ve rahatsızlık hissi Serçe ve yüzük parmaklarının daha çok etkilenmesi Gündelik yaşamda yazarken, el sıkışırken, bir şey tutarken zorlu çekmeDupuytren kontraktürü az görülen semptomları da şu şekilde sıralanabilir: İltihaplanma Parmaklarda şişme Ağrı veya yanma KaşıntıDupuytren kontraktürü belirtileri genellikle yavaş gelişerek ve başlangıçta hafif olarak kendini gösterebilir. Zamanla parmakların bükülmesi ve hareket kısıtlılığı gibi durumlar daha da belirginleşerek kişinin yaşam kalitesinin düşmesin neden olur. Dupuytren Kontraktürü Neden Olur?Dupuytren kontraktürü, kesin olarak nedeni bilinmese de tiroid problemleri, siroz, diyabet ve bazı hastalıklara bağlı olarak gelişebilir. Bunların yanında genetik olarak yatkınlık da dupuytren kontraktürü nedenleri arasında sıralanabilir. Dupuytren kontraktürünün olası nedenleri şöyle açıklanır:Genetik yatkınlıkDupuytren kontraktürü, aileden gelerek genetik yatkınlık sonucunda oluşabilir. Aile geçmişinde bu hastalık bulunuyorsa kişilerde de riskin artmasına neden olur.Yaş ve cinsiyetDupuytren kontraktürü genellikle 50 yaş ve üzerinde bulunan bireylerde daha sık görülür. Yaş ilerlediği durumda ise bağ dokusunun yapısındaki değişiklikler hastalığın gelişimine katkıda bulunabilir. Erkeklerde Dupuytren kontraktürü, kadınlara göre daha yaygın görülebilir.Etnik KökenDupuytren kontraktürü, özellikle İskandinav ve Kuzey Avrupa kökenli bireylerde daha sık görülen bir durumdur. Bu etnik gruplar nedeniyle kişinin genetik yapısının hastalığın gelişimine etkisi ortaya çıkabilir.Kronik hastalıklarDiyabet, alkol bağımlılığı, karaciğer hastalıkları ve bazı romatizmal hastalıklar gibi sağlık problemleri, dupuytren kontraktürü riskini artmasına neden olabilir. Özellikle diyabetli bireylerde hastalığın görülme sıklığı daha yüksek olarak bilinir.TravmalarDupuytren kontraktürü, avuç içerisinde bulunan bağ dokusuna yönelik travmalar veya sürekli mesleğe bağlı olarak tekrar eden yüklenmeler hastalığın gelişimine katkıda bulunabilir.Hormonal değişiklikler ve ilaç kullanımıHormonal değişiklikler, bazı ilaçların kullanımı ve yaşam tarzı gibi diğer faktörler de hastalığın oluşmasına neden olabilir.Dupuytren Kontraktürü Nasıl Teşhis Edilir?Dupuytren kontraktürünün teşhisi, doktorun fiziksel muayenesinin ardından testlerin yapılmasını içerir. Doktor kişinin parmakların kabiliyetini, avuç içerisinde yer alan değişiklikleri kontrol eder. Bazı durumlarda nedenini araştırmak için özel incelemeler istenebilir. Dupuytren kontraktürünün teşhisinde izlenen yöntemler şöyle sıralanabilir: Avuç içinde sertleşme veya yumru şeklinde nodüllerin kontrolü yapılır Hasta, avucunu düz bir yüzeye koyar ve tüm parmaklarını düzleştirmeye çalışarak masa testi uygulanır Kişinin bir nesneyi tutup tutamadığına veya el sıkışma sırasında zorlanıp zorlanmadığı kontrol edilir Avuç içindeki kalınlaşmış dokuları ve nodülleri ayrıntılı olarak ultrasonla incelenirDupuytren Kontraktürü Tedavisi Nasıl Olur?Dupuytren kontraktürü tedavisi, hastalığın şiddetine, parmaklardaki eğrilik derecesine ve hastanın günlük yaşamını nasıl etkilediğine bağlı olarak farklılık gösterebilir. Buradaki amaç kişinin günlük hayattaki aktivitelerin devam etmesini sağlamak ve parmak hareketliliğini kazandırarak kontraktürün ilerlemesini durdurmaktır. Dupuytren kontraktürü tedavi yöntemleri şöyle sıralanabilir: Erken teşhis durumunda dupuytren kontraktürü hafifse ve günlük aktiviteleri sınırlamıyorsa tedaviye hemen başlanmaz ama düzenli olarak kontrolü sağlanır. Sertleşmiş dokular iğne aponörotomi tekniği ile uygulanan iğne yardımıyla zayıflatmak yapılır ve parmakların açılması sağlanır. Kollajenaz enjeksiyonu ile kalınlaşmış dokulara enzim enjekte edilerek yumuşatılması hedeflenir. Tedavi öncesi veya sonrasında uygulanan fizik tedavi ile parmak hareketliliği artırılır. İlerlemiş vakalarda veya diğer yöntemlerin etkisiz kaldığı durumlarda cerrahi müdahale gerekebilir. Sertleşmiş bağ dokusu fasiyektomi uygulanabilir Bağ dokusuyla birlikte cilt de alınan dermofasiyektomi yapılabilir. Parmakların açık kalmasını sağlamak için atel veya splint kullanılabilir.Bunlarında yanında hastalığın ilerlememesi için kişinin tütün kullanımı ya da alkolden kaçınması gerekir.Dupuytren Kontraktürü Hakkında Sık Sorulan SorularDupuytren kendi kendine geçer mi?Dupuytren kontraktürü kendi kendine geçmeyebilir. Zamanla ilerleyerek ve parmaklarda hareket kısıtlılığına yol açabilir. Bu nedenle erken teşhis ve uygun tedaviyle hastalığın ilerlemesi yavaşlatılabilir veya kontrol altına alınabilir.Dupuytren hangi bölüm bakar?Dupuytren kontraktürü hastalığına ortopedi ve travmatoloji bölümü bakar. Özellikle el cerrahisi konusunda uzmanlaşmış ortopedistler, teşhis ve tedavi sürecini yönetir.
Dupuytren Kontraktürü Nedir?Dupuytren kontraktürü, elde avuç içlerindeki dokunun kalınlaşması ve parmakların sertleşerek bükülmesine neden olan kronik olarak görülen bir doku hastalığıdır. Bu rahatsızlık sonucunda kişinin parmaklarını açması zorlaşır ve zaman içerisinde fonksiyon kaybına neden olabilir. Avuç içerisinde yumru şeklinde oluşan nodüller, özellikle serçe ve yüzük parmaklarında eğrilme, parmakları düz haline getirmede güçlük çekme dupuytren kontraktürü belirtileri arasında yer alır. En yaygın görülen risk faktörü ise genetik yatkınlıktır. Dupuytren kontraktürüne sebep olan büyümeler iyi huyludur, kanser olarak kabul edilmemektedir.Dupuytren Kontraktürü Belirtileri Nelerdir?Dupuytren kontraktürü, avuç içinin bağ dokusunda kalınlaşma, sertleşme, avuç içerisinde nodül görülmesi, parmaklarda eğilme gibi belirtilerle kendini gösterir. Belirtileri yavaş şekilde ortaya çıkarak zaman içerisinde ilerleyebilir. Dupuytren kontraktürünün belirtileri şöyle sıralanabilir:Dupuytren kontraktürü az görülen semptomları da şu şekilde sıralanabilir:Dupuytren kontraktürü belirtileri genellikle yavaş gelişerek ve başlangıçta hafif olarak kendini gösterebilir. Zamanla parmakların bükülmesi ve hareket kısıtlılığı gibi durumlar daha da belirginleşerek kişinin yaşam kalitesinin düşmesin neden olur. Dupuytren Kontraktürü Neden Olur?Dupuytren kontraktürü, kesin olarak nedeni bilinmese de tiroid problemleri, siroz, diyabet ve bazı hastalıklara bağlı olarak gelişebilir. Bunların yanında genetik olarak yatkınlık da dupuytren kontraktürü nedenleri arasında sıralanabilir. Dupuytren kontraktürünün olası nedenleri şöyle açıklanır:Genetik yatkınlıkDupuytren kontraktürü, aileden gelerek genetik yatkınlık sonucunda oluşabilir. Aile geçmişinde bu hastalık bulunuyorsa kişilerde de riskin artmasına neden olur.Yaş ve cinsiyetDupuytren kontraktürü genellikle 50 yaş ve üzerinde bulunan bireylerde daha sık görülür. Yaş ilerlediği durumda ise bağ dokusunun yapısındaki değişiklikler hastalığın gelişimine katkıda bulunabilir. Erkeklerde Dupuytren kontraktürü, kadınlara göre daha yaygın görülebilir.Etnik KökenDupuytren kontraktürü, özellikle İskandinav ve Kuzey Avrupa kökenli bireylerde daha sık görülen bir durumdur. Bu etnik gruplar nedeniyle kişinin genetik yapısının hastalığın gelişimine etkisi ortaya çıkabilir.Kronik hastalıklarDiyabet, alkol bağımlılığı, karaciğer hastalıkları ve bazı romatizmal hastalıklar gibi sağlık problemleri, dupuytren kontraktürü riskini artmasına neden olabilir. Özellikle diyabetli bireylerde hastalığın görülme sıklığı daha yüksek olarak bilinir.TravmalarDupuytren kontraktürü, avuç içerisinde bulunan bağ dokusuna yönelik travmalar veya sürekli mesleğe bağlı olarak tekrar eden yüklenmeler hastalığın gelişimine katkıda bulunabilir.Hormonal değişiklikler ve ilaç kullanımıHormonal değişiklikler, bazı ilaçların kullanımı ve yaşam tarzı gibi diğer faktörler de hastalığın oluşmasına neden olabilir.Dupuytren Kontraktürü Nasıl Teşhis Edilir?Dupuytren kontraktürünün teşhisi, doktorun fiziksel muayenesinin ardından testlerin yapılmasını içerir. Doktor kişinin parmakların kabiliyetini, avuç içerisinde yer alan değişiklikleri kontrol eder. Bazı durumlarda nedenini araştırmak için özel incelemeler istenebilir. Dupuytren kontraktürünün teşhisinde izlenen yöntemler şöyle sıralanabilir:Dupuytren Kontraktürü Tedavisi Nasıl Olur?Dupuytren kontraktürü tedavisi, hastalığın şiddetine, parmaklardaki eğrilik derecesine ve hastanın günlük yaşamını nasıl etkilediğine bağlı olarak farklılık gösterebilir. Buradaki amaç kişinin günlük hayattaki aktivitelerin devam etmesini sağlamak ve parmak hareketliliğini kazandırarak kontraktürün ilerlemesini durdurmaktır. Dupuytren kontraktürü tedavi yöntemleri şöyle sıralanabilir:Bunlarında yanında hastalığın ilerlememesi için kişinin tütün kullanımı ya da alkolden kaçınması gerekir.Dupuytren Kontraktürü Hakkında Sık Sorulan SorularDupuytren kendi kendine geçer mi?Dupuytren kontraktürü kendi kendine geçmeyebilir. Zamanla ilerleyerek ve parmaklarda hareket kısıtlılığına yol açabilir. Bu nedenle erken teşhis ve uygun tedaviyle hastalığın ilerlemesi yavaşlatılabilir veya kontrol altına alınabilir.Dupuytren hangi bölüm bakar?Dupuytren kontraktürü hastalığına ortopedi ve travmatoloji bölümü bakar. Özellikle el cerrahisi konusunda uzmanlaşmış ortopedistler, teşhis ve tedavi sürecini yönetir. | 4,318 |
310 | Hastalıklar | Düztabanlık | Düz tabanlık çocuklarda ortopedi ve travmatoloji doktoruna gidilme nedenleri arasında birinci sırada gelmektedir. Ortez cihazları, fizik tedavi, ilaç gibi tedavi yöntemlerinin yanında nadir de olsa gerekli durumlarda cerrahi yöntemler kullanılabilmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Op. Dr. Feridun Yumrukçal Düztabanlık ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.Düz tabanlık çocuklarda ortopedi ve travmatoloji doktoruna gidilme nedenleri arasında birinci sırada gelmektedir. Ortez cihazları, fizik tedavi, ilaç gibi tedavi yöntemlerinin yanında nadir de olsa gerekli durumlarda cerrahi yöntemler kullanılabilmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Op. Dr. Feridun Yumrukçal Düztabanlık ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.
Düztabanlık nedir?Düztabanlık (pes planus) halk arasında taban düşüklüğü olarak da bilinmektedir. İnsan ayak ve ayak bileğinde 26 farklı kemik ve bu kemikleri bir arada tutan birçok eklem bulunmaktadır. Ayrıca onlarca kas, tendon ve bağ ayak yapısını desteklemektedir. Yetişkin bir insanın ayağına tabanından bakıldığında, ayak kemerleri denilen enlemesine ve boylamasına yerleşimli çukurluklar görülmektedir. Ayak kemerlerinin yapısı bir insanın ayağındaki yük dağılımının nasıl olduğunu ve yürümesine etkisini belirler. Kemerlerin strese ve çeşitli yüzeylere uyum sağlamak için sağlam ve esnek olması gerekir. Ayak kemerlerinin olmadığı veya az olduğu durumlar düztabanlık olarak tanımlanır. Düz tabanlık durumunda, vücut ağırlığını yere üç noktadan dağıtan ayağın bu özelliği bozulur ve oluşan biyomekanik değişikliklere bağlı bir takım sorunlar yaşanabilir.Düztabanlık belirtileri nelerdir?Düztaban (pes planus) çocuklarda ve yetişkinlerde, genellikle sorun yaratmamaktadır. Spor veya herhangi bir aktivite için genellikle engel teşkil etmeyen düztabanlık çocuklarda belli bir yaşa gelene kadar sürebilir.Düztabanlık belirtileri: AğrıDüztabanlık durumunda en sık karşılaşılan belirti gerilmiş kaslar ve bağlardan kaynaklanan ayak ağrısı ve baldırlarda ağrıdır. Diz ve kalçadaki anormal stres bu eklemlerde de ağrıya neden olabilir Ağrılar; Ayak bileği içlerinde Ayak kemerlerinde Baldırlarda Diz eklemlerinde Kalça eklemlerinde Belde hissedilebilir. Ayakkabıların çabuk deforme olmasıDüztabanlıkta olması geren basış şeklinin bozulmasına bağlı ayakkabıların özellikle iç tarafları daha hızlı bir şekilde aşınabilir. Bacakların çabuk yorulması Ayaklarda sertlik veya uyuşma hissi Ayaklarda şişlik Ayaklarda basış bozukluğuna ikincil gelişen nasırlaşmalar Yürüme veya denge ile ilgili sorunlarla da karşılaşılabilir.Düztabanlık nedenleri nelerdir?Doğumsal (konjenital)Genetik faktörlere de bağlı olarak doğuştan gelen anomaliler düztabanlığa yol açabilir. Ailesinde düztaban olanlarda görülme ihtimali daha yüksektir. Vertikal talus Tarsal koalisyon Beyin felci (serebral palsi), kas distrofisi veya spina bifida gibi hastalıklarEdinsel Geçirilmiş ayak travması İlerlemiş yaş Romatoid artrit Arka tibial tendonun hasar görmesi, disfonksiyonu veya yırtılması (tibialis posterior tendonunun yetmezliği) Obezite ve diyabet Düztabanlık teşhisi nasıl yapılır?Düztaban teşhisinde doktor muayenesi ilk basamaktır. Doktor muayenede; Hastanın düztabanlığa neden olabilecek hastalık veya travmaları inceler. Düztabanlık ayakkabılarda anormal aşınmaya neden olabileceği için hastanın ayakkabılarını kontrol eder. Ayak parmaklarını kaldırmak gibi basit hareketlerle ayak ve bacakları gözlemler. Aşil tendonu veya posterior tibial tendon gibi ayak ve bacaklardaki diğer tendonlar da dahil olmak üzere kasların ve tendonların kuvvetini test eder.Bir ortopedi ve travmatoloji uzmanı, hastanın ayaklarını ve yürüyüşünü inceleyerek teşhisi koyabilmektedir. Bununla birlikte muayeneyi desteklemek için görüntüleme yöntemlerinden de destek alınabilmektedir.Görüntüleme yöntemleri Röntgen: Röntgen ile ayaklardaki kemiklerin ve eklemlerin görüntüleri elde edilebilir. Özellikle artrit tespitinde faydalıdır. Bilgisayarlı Tomografi (BT): Kemik yapıları daha ayrıntılı değerlendirme için bilgisayarlı tomografiden faydalanılabilir. Ultrason: Tendon yaralanması şüphesinde vücuttaki yumuşak dokuların ayrıhtılı görüntülenmesi için kullanılır. Manyetik Rezonans (MR): Hem sert hem de yumuşak dokular için daha detaylı görüntüler elde edilir.Düztabanlık tedavisi Düztabanlıkta tedavi, sorunun ciddiyetine ve nedenine bağlıdır. Düztabanlık ağrı veya başka zorluklara neden olmazsa, genellikle tedaviye ihtiyaç duyulmamaktadır. Ayak kemer destekleri (ortez cihazları) düztabanlığa bağlı ağrıları hafifletmek için faydalı olabilir. Ayak kıvrımlarını destekleyen özem tasarlanmış destekler de tercih edilebilir. Ayak kemerini destekleyen cihazlar düztabanlığı tedavi etmez, sadece şikayetleri azaltır. Germe egzersizleri. Özellikle kısa aşil tendonuna bağlı gelişen düztabanlıkta bu tendonu rahatlatan egzersizler fayda sağlamaktadır. Fizik tedavi de zaman zaman düztabanlığa bağlı ağrılar için yararlı olabilir. Dinlenme ve buz tedavisi ağrılar için faydalıdır. Özellikle şikayetleri arttıran etkinliklerden kaçınılmalıdır. Ağır sporlar yerine yürüyüş, bisiklet veya yüzme tercih edilebilir. Yaşanan ağrılar için doktorun tavsiye edeceği ağrı kesiciler kullanılabilir. Diyabet, yüksek tansiyon ve obezite gibi düztabanlığı daha kötü hale getirebilecek risk faktörleri kontrol altına alınmalıdır.Düztabanlıkta cerrahi tedaviDüztabanlıkta; hekimin gerek görmesi halinde bir veya birkaç yöntem birarada kullanılarak rahatsızlık cerrahi olarak düzeltilebilir. Ayağın aşık kemiğinin doğuştan olması gerekenden farklı şekilde durması(vertikal talus)cerrahi olarak düzeltilebilir. Bazı kemikler çocuklukta düzgün şekilde gelişmez, bu da düztabanlığın doğumdan yetişkinliğe devam etmesine neden olabilir. Bu nadir durumlarda, kaynaşık kemikleri (tarsal koalisyon) ayırmak için cerrahi müdahale gereklidir. Düztabanlığa bağlı gelişen kemik çıkıntılar cerrahi yöntemle tedavi edilebilir. Kemikler kesilerek(osteotomi/kolon uzatma, kalkaneal kaydırma) ve/veya eklemler dondurularak (artrodez) ayağa uygun şekil verilebilir. Tendonların şişmiş ve hastalıklı kılıfları cerrahi yöntemle temizlenebilir. (sinoviyektomi) Vücuttaki bir tendon yapıştığı kemikten ayrılıp başka bir yere tespit edilerek ayağın olması gereken şekile getirilmesine katkı sağlanabilir. (tendon transferi)Düztabanlık hakkında sık sorulan sorular Çocuklarda DüztabanlıkÇocuklarda en sık görülen ortopedik sorunlardan biri olan düztabanlık; çoğu zaman ayak yük altındayken yani yere basarken ayak tabanının iç tarafında olması gereken arkın görülmemesi, arkadan bakıldığında topuğun dışa dönük durması ve tabanın tamamen yerle temas etmesi şeklinde kendini gösterir. Düztabanlık ayaklardaki ve alt bacaktaki dokular ve kemiklerle ilgilidir. Bu durum bebeklerde ve küçük çocuklarda normaldir.Bütün bebekler doğduğunda düztaban olarak görülmektedir. Bu yüzden çok küçük yaşlarda düztabanlıktan korkulmamalıdır. Ancak belli bir yaştan sonra özellikle aile öyküsü de varsa esnek düztabanlık görülme ihtimali artmaktadır. Toplumda görülme sıklığı erişkinlerde yüzde 20-25 civarındadır.Çocuklarda daha çok görülen esnek düztabanlık genellikle bir sağlık problemine yol açmamaktadır. Ebeveynlerin, ayak gelişiminin daha hızlı olduğu ilk 5 yaşta endişelenmemeli ancak sert ya da esnek düztaban teşhisi için mutlaka bir ortopedi ve travmatoloji uzmanına danışmalıdırlar.Bebek ve Çocuklarda Düztabanlık TedavisiBebek ve çocuklarda sert düztabanlık; doğumda kendini göstermekte ve kayık ayak denilen görüntünün oluşmasına yol açmaktadır. Çoğu zaman ayak bileği kemiklerinden birinin duruşunun bozukluğundan (vertikal talus) kaynaklanmaktadır ve beraberinde başka rahatsızlıklar da olabilmektedir. Kesin teşhis muayenede konulabilmektedir.Yenidoğan döneminde bazı germe egzersizleri ve alçılamalar uygulansa da; çoğunlukla 6-12 aylıkken cerrahi tedavi uygulanmaktadır. Sert düztabanlık tedavi edilmezse kalıcı sakatlığa yol açabilmektedir. Fark edildiğinde vakit kaybetmeden uygun tedavinin yapılması gerekmektedir. Sert düztabanlık ne kadar erken fark edilirse ve tedavisine ne kadar erken başlanırsa, uygulanan tedaviden yüz güldürücü sonuç alma şansı bir o kadar yükselmektedir. Başlangıç evresini geçmiş düztabanlık rahatsızlığında tedaviler daha karmaşık olabilir. Toplumda daha sık görülen esnek düztabanlık ise çoğu zaman müdahale edilmesi gereken bir sorun olmamakla birlikte yine de esnek ve sert düztabanlık ayrımını yapmak için bir ortopedi ve travmatoloji uzmanına danışmak gerekmektedir. Esnek düztabanlığı tedavi ile düzeltmek mümkün değildir. Esnek düztabanlık çok şiddetli değilse ayak gelişimi tamamlandıkça kendiliğinden düzelebilmektedir. Eskiden geleneksel olarak tedavi amaçlı tabanlıklar, ortopedik ayakkabılar, egzersizler önerilmekteydi. Ancak bilimsel araştırmalar; kullanılan tabanlıkların, botların ve egzersizlerin esnek düztabanlığı düzeltici etkisinin olmadığını göstermektedir. Tabanlıklar, ortopedik botlar, egzersizler ancak esnek düztabanlığın sebep olduğu ağrı ve kolay yorulma gibi ikincil problemleri önlemek amacıyla kullanılabilmektedir. Bunun yanında esnek düztabanlığın şiddeti değişebilmektedir. Şiddetli olanlarda ayağın iç tarafında bir çıkıntı görülebilir. Bu bölgeyi ayakkabı vurabilir, nasırlaşma olabilir. Bunları engellemek için de tabanlık ya da ortopedik ayakkabılar kullanılabilmektedir. Çocuğa esnek düztabanlık teşhisi konduğunda çoğu zaman 7-8 yaşlarına kadar herhangi bir müdahaleye gerek olmadan takip etmek yeterli olmaktadır.Esnek düztabanlığı olup ağrı ve kolay yorulma gibi şikayetleri olan çocuklarda esnek düztabanlığın şiddeti fazla olabilmektedir. Bu tarz şikayetlerde tabanlık kullanmak gerekmektedir. Esnek düztabanlık çoğu zaman cerrahi tedavi gerektirmese de ileri düzeyde olanlarda cerrahi gerekebilmektedir. Bu tedavide bazı yumuşak doku ameliyatlarının yanı sıra, kemik ameliyatları da yapılabilmektedir. Bunlar kemiklerin uzatılması ve yeniden şekillendirilmesi ile olabileceği gibi, bazı durumlarda ayaktaki eklemlerin dondurulması ile ayağa şekil verilmesi şeklinde de olabilir. Bu tedaviler sonucunda ağrısız olarak günlük hayata devam edilebilmektedir.Düztabanlık Çeşitleri Nelerdir? Esnek (Fleksibl) Düz Tabanlık: En yaygın görülen düztabanlık tipidir. Ayak yük altında ayak kemerleri görülür, yere bastığında ise taban düzleşmesi olur. Esnek düztabanlıkta kemik yapısında sorun olmazken kas ve bağlarda gevşeklik söz konusudur. Genetik yatkınlık yoksa 8-10 yaşından sonra bu durum kendiliğinden düzelebilir. Sert (Rigit) Düztabanlık: Ayak boştayken de, yere basarken de ayak kemerleri oluşmamaktadır. Ayak kemiklerinin aralarındaki uyumun bozulması sonucu ortaya çıkabilir ve tedavi edilmezse kalıcı problemlere yol açabilir. Nadir görülür ve ileri tetkik ve tedavi gerektirebilir. Ayak kemeri bulunmadığından yere basıldığında bilek ve topuk dışa, ayak ise içe doğru bükülür. Kısa Aşil Tendonunun neden olduğu düztabanlık: Topuk kemiğini baldır kasına bağlayan aşil tendonunun kısa olduğu durumlarda oluşur. Bu durum, yürürken veya koşarken topuğun erken kalkmasına ve ağrıya neden olur. Posterior Tibial Tendon disfonksiyonunun neden olduğu düztabanlık: Baldır kasını ayak bileğinin iç kısmına bağlayan tendon yaralandığında veya deforme olduğunda oluşur. Ayak kemeri ihtiyaç duyduğu desteği alamazsa düztabanlık ve ağrı oluşabilir.Düztabanlık Testi Nedir?Kendinizin ya da çocuğunuzun düztaban olduğundan şüpheleniyorsanız evde 3 aşamadan oluşan basit bir test yapabilirsiniz.1 - Ayaklarınızı ıslatın.2- Ayak izinizin oluşacağı kağıt veya beton bir zemine ayağınızı bastırın.3- Ayağınızı kaldırdığınızda ayak tabanınızın izi tamamen yere veya kağıda çıkıyorsa düztabanlıktan şüphelenebilirsiniz.Çocuklarda ayak kemeri gelişmesi zaman aldığından; çocuklar parmak uçlarında tutularak ayak kemerine bakılır.
Düztabanlık nedir?Düztabanlık (pes planus) halk arasında taban düşüklüğü olarak da bilinmektedir. İnsan ayak ve ayak bileğinde 26 farklı kemik ve bu kemikleri bir arada tutan birçok eklem bulunmaktadır. Ayrıca onlarca kas, tendon ve bağ ayak yapısını desteklemektedir. Yetişkin bir insanın ayağına tabanından bakıldığında, ayak kemerleri denilen enlemesine ve boylamasına yerleşimli çukurluklar görülmektedir. Ayak kemerlerinin yapısı bir insanın ayağındaki yük dağılımının nasıl olduğunu ve yürümesine etkisini belirler. Kemerlerin strese ve çeşitli yüzeylere uyum sağlamak için sağlam ve esnek olması gerekir. Ayak kemerlerinin olmadığı veya az olduğu durumlar düztabanlık olarak tanımlanır. Düz tabanlık durumunda, vücut ağırlığını yere üç noktadan dağıtan ayağın bu özelliği bozulur ve oluşan biyomekanik değişikliklere bağlı bir takım sorunlar yaşanabilir.Düztabanlık belirtileri nelerdir?Düztaban (pes planus) çocuklarda ve yetişkinlerde, genellikle sorun yaratmamaktadır. Spor veya herhangi bir aktivite için genellikle engel teşkil etmeyen düztabanlık çocuklarda belli bir yaşa gelene kadar sürebilir.Düztabanlık belirtileri:Düztabanlık durumunda en sık karşılaşılan belirti gerilmiş kaslar ve bağlardan kaynaklanan ayak ağrısı ve baldırlarda ağrıdır. Diz ve kalçadaki anormal stres bu eklemlerde de ağrıya neden olabilir Ağrılar;Düztabanlıkta olması geren basış şeklinin bozulmasına bağlı ayakkabıların özellikle iç tarafları daha hızlı bir şekilde aşınabilir.Düztabanlık nedenleri nelerdir?Doğumsal (konjenital)Genetik faktörlere de bağlı olarak doğuştan gelen anomaliler düztabanlığa yol açabilir. Ailesinde düztaban olanlarda görülme ihtimali daha yüksektir.EdinselDüztabanlık teşhisi nasıl yapılır?Düztaban teşhisinde doktor muayenesi ilk basamaktır. Doktor muayenede; Bir ortopedi ve travmatoloji uzmanı, hastanın ayaklarını ve yürüyüşünü inceleyerek teşhisi koyabilmektedir. Bununla birlikte muayeneyi desteklemek için görüntüleme yöntemlerinden de destek alınabilmektedir.Görüntüleme yöntemleriDüztabanlık tedavisiDüztabanlıkta cerrahi tedaviDüztabanlıkta; hekimin gerek görmesi halinde bir veya birkaç yöntem birarada kullanılarak rahatsızlık cerrahi olarak düzeltilebilir.Düztabanlık hakkında sık sorulan sorular Çocuklarda DüztabanlıkÇocuklarda en sık görülen ortopedik sorunlardan biri olan düztabanlık; çoğu zaman ayak yük altındayken yani yere basarken ayak tabanının iç tarafında olması gereken arkın görülmemesi, arkadan bakıldığında topuğun dışa dönük durması ve tabanın tamamen yerle temas etmesi şeklinde kendini gösterir. Düztabanlık ayaklardaki ve alt bacaktaki dokular ve kemiklerle ilgilidir. Bu durum bebeklerde ve küçük çocuklarda normaldir.Bütün bebekler doğduğunda düztaban olarak görülmektedir. Bu yüzden çok küçük yaşlarda düztabanlıktan korkulmamalıdır. Ancak belli bir yaştan sonra özellikle aile öyküsü de varsa esnek düztabanlık görülme ihtimali artmaktadır. Toplumda görülme sıklığı erişkinlerde yüzde 20-25 civarındadır.Çocuklarda daha çok görülen esnek düztabanlık genellikle bir sağlık problemine yol açmamaktadır. Ebeveynlerin, ayak gelişiminin daha hızlı olduğu ilk 5 yaşta endişelenmemeli ancak sert ya da esnek düztaban teşhisi için mutlaka bir ortopedi ve travmatoloji uzmanına danışmalıdırlar.Bebek ve Çocuklarda Düztabanlık TedavisiBebek ve çocuklarda sert düztabanlık; doğumda kendini göstermekte ve kayık ayak denilen görüntünün oluşmasına yol açmaktadır. Çoğu zaman ayak bileği kemiklerinden birinin duruşunun bozukluğundan (vertikal talus) kaynaklanmaktadır ve beraberinde başka rahatsızlıklar da olabilmektedir. Kesin teşhis muayenede konulabilmektedir.Yenidoğan döneminde bazı germe egzersizleri ve alçılamalar uygulansa da; çoğunlukla 6-12 aylıkken cerrahi tedavi uygulanmaktadır. Sert düztabanlık tedavi edilmezse kalıcı sakatlığa yol açabilmektedir. Fark edildiğinde vakit kaybetmeden uygun tedavinin yapılması gerekmektedir. Sert düztabanlık ne kadar erken fark edilirse ve tedavisine ne kadar erken başlanırsa, uygulanan tedaviden yüz güldürücü sonuç alma şansı bir o kadar yükselmektedir. Başlangıç evresini geçmiş düztabanlık rahatsızlığında tedaviler daha karmaşık olabilir. Toplumda daha sık görülen esnek düztabanlık ise çoğu zaman müdahale edilmesi gereken bir sorun olmamakla birlikte yine de esnek ve sert düztabanlık ayrımını yapmak için bir ortopedi ve travmatoloji uzmanına danışmak gerekmektedir. Esnek düztabanlığı tedavi ile düzeltmek mümkün değildir. Esnek düztabanlık çok şiddetli değilse ayak gelişimi tamamlandıkça kendiliğinden düzelebilmektedir. Eskiden geleneksel olarak tedavi amaçlı tabanlıklar, ortopedik ayakkabılar, egzersizler önerilmekteydi. Ancak bilimsel araştırmalar; kullanılan tabanlıkların, botların ve egzersizlerin esnek düztabanlığı düzeltici etkisinin olmadığını göstermektedir. Tabanlıklar, ortopedik botlar, egzersizler ancak esnek düztabanlığın sebep olduğu ağrı ve kolay yorulma gibi ikincil problemleri önlemek amacıyla kullanılabilmektedir. Bunun yanında esnek düztabanlığın şiddeti değişebilmektedir. Şiddetli olanlarda ayağın iç tarafında bir çıkıntı görülebilir. Bu bölgeyi ayakkabı vurabilir, nasırlaşma olabilir. Bunları engellemek için de tabanlık ya da ortopedik ayakkabılar kullanılabilmektedir. Çocuğa esnek düztabanlık teşhisi konduğunda çoğu zaman 7-8 yaşlarına kadar herhangi bir müdahaleye gerek olmadan takip etmek yeterli olmaktadır.Esnek düztabanlığı olup ağrı ve kolay yorulma gibi şikayetleri olan çocuklarda esnek düztabanlığın şiddeti fazla olabilmektedir. Bu tarz şikayetlerde tabanlık kullanmak gerekmektedir. Esnek düztabanlık çoğu zaman cerrahi tedavi gerektirmese de ileri düzeyde olanlarda cerrahi gerekebilmektedir. Bu tedavide bazı yumuşak doku ameliyatlarının yanı sıra, kemik ameliyatları da yapılabilmektedir. Bunlar kemiklerin uzatılması ve yeniden şekillendirilmesi ile olabileceği gibi, bazı durumlarda ayaktaki eklemlerin dondurulması ile ayağa şekil verilmesi şeklinde de olabilir. Bu tedaviler sonucunda ağrısız olarak günlük hayata devam edilebilmektedir.Düztabanlık Çeşitleri Nelerdir?Düztabanlık Testi Nedir?Kendinizin ya da çocuğunuzun düztaban olduğundan şüpheleniyorsanız evde 3 aşamadan oluşan basit bir test yapabilirsiniz.1 - Ayaklarınızı ıslatın.2- Ayak izinizin oluşacağı kağıt veya beton bir zemine ayağınızı bastırın.3- Ayağınızı kaldırdığınızda ayak tabanınızın izi tamamen yere veya kağıda çıkıyorsa düztabanlıktan şüphelenebilirsiniz.Çocuklarda ayak kemeri gelişmesi zaman aldığından; çocuklar parmak uçlarında tutularak ayak kemerine bakılır. | 7,055 |
311 | Hastalıklar | Egzama | Egzama, ciltte döküntü, cilt kuruluğu ve kaşıntıya neden olan kalıtsal ve kronik inflamatuar cilt rahatsızlığıdır. En sık görülen türü atopik dermatittir. Dirsek kıvrımları, dizlerin arkası ve bilekler belirtilerin en yaygın görüldüğü yerlerdir. Cilt kuruluğu, çatlama, kabarıklık ve şişlik, ciltte kaşıntı ve pullu deri döküntüsü egzamanın en tipik belirtileridir. Tahriş edici veya alerjenle temas edildiğinde egzama belirtileri daha da şiddetlenebilir. Semptomları iyileştirmeye yardımcı olacak tedaviler mevcuttur ancak egzamanın kesin bir tedavisi yoktur.Egzama, ciltte döküntü, cilt kuruluğu ve kaşıntıya neden olan kalıtsal ve kronik inflamatuar cilt rahatsızlığıdır. En sık görülen türü atopik dermatittir. Dirsek kıvrımları, dizlerin arkası ve bilekler belirtilerin en yaygın görüldüğü yerlerdir. Cilt kuruluğu, çatlama, kabarıklık ve şişlik, ciltte kaşıntı ve pullu deri döküntüsü egzamanın en tipik belirtileridir. Tahriş edici veya alerjenle temas edildiğinde egzama belirtileri daha da şiddetlenebilir. Semptomları iyileştirmeye yardımcı olacak tedaviler mevcuttur ancak egzamanın kesin bir tedavisi yoktur.
Egzama Nedir?Egzama, pullu, kızarık görünen, kabuklu ve sertleşen veziküler lezyonlar yan ısıra kaşıntıya neden olan inflamatuar cilt rahatsızlığıdır. Küçük çocuklarda daha sık görülen egzama hastalığı her yaştan kişiyi de etkileyebilir. Genellikle ellerde, bacaklarda ve ayaklarda görülse de vücudun herhangi bir yerinde de egzama hastalığı meydana gelebilir. Ciltte yaşanan bu değişim, cilt neminin korunmasına ve vücudun dış etkenlere karşı korunmasına yardımcı olmaktan sorumlu olan cildin bariyer fonksiyonunu zayıflatır.Egzama rahatsız edici bir görüntüye neden olsa da tehlikeli bir rahatsızlık değildir. Basit tedaviler ile kontrol altına alınabilir. Önemli olan, egzama belirtilerini iyi tanımak ve vakit kaybetmeden doktora başvurmaktır.Egzama Neden Olur?Egzamaya sabun, deterjan, şampuan ve banyo köpüğü gibi tahriş edici alerjenlerle temas, soğuk ve kuru hava, nem, toz, polen ve küf gibi çevresel faktörler ya da stres ve genetik geçiş gibi uyaranlar neden olmaktadır. Ayrıca staphylococcus aureus adlı bakteri de egzamaya neden olur. Bu bakteri vücuttaki yararlı bakterilerin yerini alır ve cildin bariyer fonksiyonunu bozar.Cildin reaksiyon vermesini sağlayarak egzamanın nedenleri şunlardır: Soğuk ve kuru hava Nem gibi çevresel faktörler Alerjenler Makyaj ve cilt bakım ürünleri Deterjan, sabun ve parfüm gibi kimyasallar Polen ve küfler Gıda alerjileri Birtakım metaller Bağışıklık sistemi düşüklüğü Genetik Ortamdaki hava kirliliği Stres ve kaygıEgzama Çeşitleri Nelerdir?Genellikle kronik bir cilt rahatsızlığı olan egzamanın kendi içinde ayrıldığı bazı türleri mevcuttur.Egzama türleri şöyle sıralanabilir:Atopik egzama: Bu egzama çeşidinin gelişiminde genetik, immünolojik, çevresel faktörlerin bileşiminin rolü olduğu düşünülmektedir.Seboreik dermatit: Nedeni tam olarak bilinmeyen ve kronik olan seboreik egzama cildin yağlı olduğu bölgelerde, yüzde yani kaşlar, yanaklar, burun kenarları, sakal içleri, göğüs ortası, saçlı deri, kulaklarda görülür. Kulak egzaması olarak da bilinen seboreik egzama kızarıklık, pullanma ve kabuklanmayla oluşur.Asteatotik egzama: Bu egzama çeşidi yaşlılarda daha sık görülmektedir. Sık banyo yapılması, derinin üst tabakasındaki yağ miktarının azalması veya atopi gibi nedenler sonrasında görülebilmektedir. Kış aylarında kuruluk arttığı zaman daha fazla görülebilmektedir. Genellikle bacakların ön yüzünde, kollarda ve gövdede çıkmaktadır. Deride porselen çatlağı gibi bir görüntüye, kaşıntıya, kuruluğa ve döküntüye neden olmaktadır.Kontakt egzama: Cildin duyarlı olduğu maddelere karşı oluşan akut veya kronik reaksiyondur. Cilt, koruyucu yağlarını engelleyen maddelere sürekli maruz kalırsa kontakt egzama oluşur. Kontakt dermatitte egzamayı tetikleyen bazı maddelere karşı dikkatli olunmalıdır. Kontakt egzama; temizlik maddeleri, makyaj malzemeleri, parfümler, oje, endüstriyel maddeyle temas, saç boyaları, diş macunu, sakız, ayakkabı ve ayak spreyleri, pantolan fermuarı, metal düğmeler, geçici dövmeler nedeniyle görülür.Numuler egzama: Daha çok kol ve bacaklarda, ellerde görülen numuler egzama, madeni para büyüklüğünde, çok sayıda olabilen yuvarlak kaşıntılı lezyonlardır. Kronik seyirli olup, daha çok genç erişkinler ve yaşlılarda rastlanır. Numuler egzamanın lezyonları papül ve vezikül denen ufak kabartıların birleşmesiyle oluşur ve akut dönemde kızarıklık, sızıntı ve kabuklanma gösterir.Gravitasyonel egzama: Ayakta çalışanlarda ve yaşlılarda çok sık görülen bir egzama çeşididir. Bacakların alt kısımlarında varislerin oluşması ve kan dolaşımın bozulmasıyla gelişmektedir. Burada kan birikmesinden dolayı damarlarda basınç artmakta ve bu da deride hasara neden olabilmektedir. Doğum yapmış kadınlarda gravitasyonel egzama görülebilir. Bacaklarda kuruluk, kaşıntı, su toplaması, kızarıklık gibi belirtilerle kendini gösterir. Egzama kronikleştikçe deride koyu lekeler, derinin sertleşmesi ve sonrasında ülser gibi yara oluşabilmektedir.Egzama Belirtileri Nelerdir?Ciltte kuruluk, çatlaklık, kaşıntı, deri döküntüleri, kuru lekeler, şişlik, kabuk oluşumu, pullanma ve kabarcıklar egzama belirtileri arasında gösterilir.Genel olarak egzama belirtileri şunları içerir: Ciltte kuruma ve çatlama Cilt rengine bağlı olarak rengi değişebilen şişmiş cilt döküntüleri Kaşıntı Ciltte kabuklaşma ve şişlik İltihap ya da cilt enfeksiyonu meydana gelmesi Göz çevresindeki cildin koyulaşması Avuç içlerindeki cilt kırışıklıkları Ciltte yoğun hassasiyet Ciltte çizik çizik izlerCiltte kuruluk Egzama hastalığından cildin nemi fazla tutamamasından dolayı cilt kuruluğu meydana gelir.Cilt kaşıntısı Egzamadan etkilenen cilt sinirleri uyaran bazı kimyasal aracılar salgılar ve neticesinde ciltte kaşıntı yaşanır.Deri döküntüsüEgzamanın ciltte meydana getirdiği iltihaplanma sonucunda ciltte döküntüler oluşur.Kuru leke oluşumu Cildin nemi tutmasına yardımcı olmaktan ve vücudunuzu dış etkenlerden korumaktan sorumlu olan cildinizin bariyer fonksiyonunu zayıflatan egzama hastalığı deride kuru leke oluşumuna sebebiyet verir.Ciltte çatlaklarEgzama hastalarının cilt bariyerinin bozulması sonucunda deriden su kaçarak cildin kurumasına, çatlamasına ve kaşınmasına neden olur.Ciltte şişlik meydana gelmesiEgzamayla birlikte ciltteki inflamasyonun sonucu olarak ödemle birlikte ciltte şişlikler meydana gelebilir.Egzama Teşhisi Nasıl Yapılır?Egzama teşhisi koymak için fiziki muayene ve yama testi yapılmalıdır. Yama testinde ortaya çıkan alerjen, dermatologlar tarafından araştırılmalı ve sonrasında teşhis konulmalıdır.Yama testi esnasında hastanın sırtına alerjen maddelerin düşük konsantrasyonları yapıştırılır ve 48 ile 72 saat sonra açılarak gözlemlenir. Bu süre içerisinde kişinin spor yapmaması, duş almaması ve testi etkileyecek benzer davranışlarda bulunmaması gerekir. Bölgede kabarma, sulanma ve kızarıklık varsa, hastanın o bölgeye sürülen maddeye karşı alerjik egzama olduğu tespit edilir.Egzama Tedavisi Nasıl Yapılır? Egzama Nasıl Geçer ve Egzamaya Ne İyi Gelir?Egzama tedavisinde kortizon dışı bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar, ıslak pansumanlar ve lokal kortikosteroidli pomadlar kullanılır. Atak sıklığını azaltmak, deriyi güçlendirmek amacıyla nötral sabunlar, bariyer kremler, nemlendiriciler, egzama eldivenleri ve egzama şampuanları önerilmektedir.Elde egzama neden olur? Değişik tipleri bulunan egzamanın en çok etkilediği organlardan biri ellerdir. Ellerde egzama, derinin savunma kapasitesinin azalması veya yok olması sebebiyle ortaya çıkmaktadır. Sık sık el yıkamak, deterjan, sabun ve çamaşır suyu ile iç içe olmak, tozlu ortam gibi faktörler derinin yıpranmasına ve egzama oluşumuna zemin hazırlamaktadır. Elde egzama en fazla el ön kolda ve sırtta görülür.El egzamasına ne iyi gelir?Egzama tedavisinde kortizon dışı bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar, ıslak pansumanlar ve lokal kortikosteroidli pomadlar kullanılır. Atak sıklığını azaltmak, deriyi güçlendirmek amacıyla nötral sabunlar, bariyer kremler, nemlendiriciler, egzama eldivenleri ve egzama şampuanları önerilmektedir.Saç egzamasına ne iyi gelir?Salisilik asitle birlikte topikal steroidler saç egzaması tedavisinde yararlı olabilir. Saçlı deri egzaması enfeksiyon kapmışsa doktor tarafından ağızdan antibiyotik reçete edilebilir.Egzamadan Korunmak İçin Neler Yapılmalıdır?Egzamadan korunmak ya da egzama sürecinin daha rahat geçirilmesi için alınacak önlemler şu şekildedir: Egzamalı bölgeyi kaşımamaya ve tahriş etmemeye özen gösterilmelidir. Bulunan ortam yeterli nem ve ısı oranına sahip olmalıdır. Ev sık sık havalandırılmalıdır. Banyo sıklığı mevsime göre ayarlanmalıdır. Gün aşırı banyo yapmaya özen gösterilmelidir. Sert lifler ve keseler kullanılmamalı, çok sıcak suyla banyo yapılmamalıdır. Nötr sabun tercih edilmelidir. Banyo sonrası tüm vücuda nemlendirici sürülmelidir. Egzamadan korunmak için bağışıklık sisteminin güçlü olmasına özen gösterilmelidir. Eller sık sık nemlendirilmelidir. Eller ılık suyla yıkanmalı ve kağıt havluyla kurulanmalıdır. Temizlik yaparken eldiven kullanılmalıdır. Kışın yünlü giysiler direkt cilde temas ettirilmeden penye ya da içlik üzerine giyilmelidir. Yünlü, polar halı ve battaniye gibi toz çeken eşyalar özellikle yatak odasından uzak tutulmalıdır. Stresten uzak durulmaya çalışılmalıdır. Çiğ sebze ve meyvelere, et ve balık ürünlerine çıplak elle temas edilmemelidir. Sağlıklı beslenmeye özen gösterilmelidir. Günlük yeterli miktarsa su içilmelidir. Doktorun verdiği egzama diyeti uygulanmalıdır.Egzama Hakkında Sık Sorulan SorularEgzama bulaşıcı mıdır? Hayır, egzama bulaşıcı değildir. Egzama hastalığı başkasından geçebilen bir hastalık değildir. Egzama daha çok genler, çevresel tetikleyiciler ve stres gibi faktörler nedeni ile ortaya çıkmaktadır.Egzama ne kadar sürede geçer? Çocuklukta ortaya çıkan egzama zamanla düzelse de egzama kronik olarak gelişirse hayat boyu devam edebilir.Egzama kışın artar mı? Kış aylarında soğuk hava ve nem oranının düşük olması egzama hastalığının artış göstermesine neden olur. Kapalı ısıtma sistemlerinin yaşam alanını kurutması, kalın kıyafetlerin giyilmesi ve daha sıcak banyo uygulaması da egzamayı tetikleyebilmektedir.Hangi vitamin eksikliği egzamaya neden olur? Egzama, vücutta B6 vitamini eksikliğini işaret edebilir. Eksikliğinde hücre yenilenmesi yavaşlar ve egzama, iltihaplanma gibi deri problemleri görülebilir.Tuzlu su egzamaya iyi gelir mi? Egzamanız varsa, cilt bakım rutininize tuzlu su kullanımını ekleyerek kaşıntıyı hafifleten ve egzamaya neden olan bakteri ve mantarların nemini azaltabilmek mümkün olmaktadır.Sıcak su egzamaya iyi gelir mi? Egzama hastaları ciltte oluşabilecek olan kurulukların giderilmesini ister. Bu neden ılık su ile banyo yaparak, egzama için kullanılan kremlerden kullanarak cildi düzenli olarak nemlendirmesi gerekmektedir.
Egzama Nedir?Egzama, pullu, kızarık görünen, kabuklu ve sertleşen veziküler lezyonlar yan ısıra kaşıntıya neden olan inflamatuar cilt rahatsızlığıdır. Küçük çocuklarda daha sık görülen egzama hastalığı her yaştan kişiyi de etkileyebilir. Genellikle ellerde, bacaklarda ve ayaklarda görülse de vücudun herhangi bir yerinde de egzama hastalığı meydana gelebilir. Ciltte yaşanan bu değişim, cilt neminin korunmasına ve vücudun dış etkenlere karşı korunmasına yardımcı olmaktan sorumlu olan cildin bariyer fonksiyonunu zayıflatır.Egzama rahatsız edici bir görüntüye neden olsa da tehlikeli bir rahatsızlık değildir. Basit tedaviler ile kontrol altına alınabilir. Önemli olan, egzama belirtilerini iyi tanımak ve vakit kaybetmeden doktora başvurmaktır.Egzama Neden Olur?Egzamaya sabun, deterjan, şampuan ve banyo köpüğü gibi tahriş edici alerjenlerle temas, soğuk ve kuru hava, nem, toz, polen ve küf gibi çevresel faktörler ya da stres ve genetik geçiş gibi uyaranlar neden olmaktadır. Ayrıca staphylococcus aureus adlı bakteri de egzamaya neden olur. Bu bakteri vücuttaki yararlı bakterilerin yerini alır ve cildin bariyer fonksiyonunu bozar.Cildin reaksiyon vermesini sağlayarak egzamanın nedenleri şunlardır:Egzama Çeşitleri Nelerdir?Genellikle kronik bir cilt rahatsızlığı olan egzamanın kendi içinde ayrıldığı bazı türleri mevcuttur.Egzama türleri şöyle sıralanabilir:Atopik egzama: Bu egzama çeşidinin gelişiminde genetik, immünolojik, çevresel faktörlerin bileşiminin rolü olduğu düşünülmektedir.Seboreik dermatit: Nedeni tam olarak bilinmeyen ve kronik olan seboreik egzama cildin yağlı olduğu bölgelerde, yüzde yani kaşlar, yanaklar, burun kenarları, sakal içleri, göğüs ortası, saçlı deri, kulaklarda görülür. Kulak egzaması olarak da bilinen seboreik egzama kızarıklık, pullanma ve kabuklanmayla oluşur.Asteatotik egzama: Bu egzama çeşidi yaşlılarda daha sık görülmektedir. Sık banyo yapılması, derinin üst tabakasındaki yağ miktarının azalması veya atopi gibi nedenler sonrasında görülebilmektedir. Kış aylarında kuruluk arttığı zaman daha fazla görülebilmektedir. Genellikle bacakların ön yüzünde, kollarda ve gövdede çıkmaktadır. Deride porselen çatlağı gibi bir görüntüye, kaşıntıya, kuruluğa ve döküntüye neden olmaktadır.Kontakt egzama: Cildin duyarlı olduğu maddelere karşı oluşan akut veya kronik reaksiyondur. Cilt, koruyucu yağlarını engelleyen maddelere sürekli maruz kalırsa kontakt egzama oluşur. Kontakt dermatitte egzamayı tetikleyen bazı maddelere karşı dikkatli olunmalıdır. Kontakt egzama; temizlik maddeleri, makyaj malzemeleri, parfümler, oje, endüstriyel maddeyle temas, saç boyaları, diş macunu, sakız, ayakkabı ve ayak spreyleri, pantolan fermuarı, metal düğmeler, geçici dövmeler nedeniyle görülür.Numuler egzama: Daha çok kol ve bacaklarda, ellerde görülen numuler egzama, madeni para büyüklüğünde, çok sayıda olabilen yuvarlak kaşıntılı lezyonlardır. Kronik seyirli olup, daha çok genç erişkinler ve yaşlılarda rastlanır. Numuler egzamanın lezyonları papül ve vezikül denen ufak kabartıların birleşmesiyle oluşur ve akut dönemde kızarıklık, sızıntı ve kabuklanma gösterir.Gravitasyonel egzama: Ayakta çalışanlarda ve yaşlılarda çok sık görülen bir egzama çeşididir. Bacakların alt kısımlarında varislerin oluşması ve kan dolaşımın bozulmasıyla gelişmektedir. Burada kan birikmesinden dolayı damarlarda basınç artmakta ve bu da deride hasara neden olabilmektedir. Doğum yapmış kadınlarda gravitasyonel egzama görülebilir. Bacaklarda kuruluk, kaşıntı, su toplaması, kızarıklık gibi belirtilerle kendini gösterir. Egzama kronikleştikçe deride koyu lekeler, derinin sertleşmesi ve sonrasında ülser gibi yara oluşabilmektedir.Egzama Belirtileri Nelerdir?Ciltte kuruluk, çatlaklık, kaşıntı, deri döküntüleri, kuru lekeler, şişlik, kabuk oluşumu, pullanma ve kabarcıklar egzama belirtileri arasında gösterilir.Genel olarak egzama belirtileri şunları içerir:Ciltte kuruluk Egzama hastalığından cildin nemi fazla tutamamasından dolayı cilt kuruluğu meydana gelir.Cilt kaşıntısı Egzamadan etkilenen cilt sinirleri uyaran bazı kimyasal aracılar salgılar ve neticesinde ciltte kaşıntı yaşanır.Deri döküntüsüEgzamanın ciltte meydana getirdiği iltihaplanma sonucunda ciltte döküntüler oluşur.Kuru leke oluşumu Cildin nemi tutmasına yardımcı olmaktan ve vücudunuzu dış etkenlerden korumaktan sorumlu olan cildinizin bariyer fonksiyonunu zayıflatan egzama hastalığı deride kuru leke oluşumuna sebebiyet verir.Ciltte çatlaklarEgzama hastalarının cilt bariyerinin bozulması sonucunda deriden su kaçarak cildin kurumasına, çatlamasına ve kaşınmasına neden olur.Ciltte şişlik meydana gelmesiEgzamayla birlikte ciltteki inflamasyonun sonucu olarak ödemle birlikte ciltte şişlikler meydana gelebilir.Egzama Teşhisi Nasıl Yapılır?Egzama teşhisi koymak için fiziki muayene ve yama testi yapılmalıdır. Yama testinde ortaya çıkan alerjen, dermatologlar tarafından araştırılmalı ve sonrasında teşhis konulmalıdır.Yama testi esnasında hastanın sırtına alerjen maddelerin düşük konsantrasyonları yapıştırılır ve 48 ile 72 saat sonra açılarak gözlemlenir. Bu süre içerisinde kişinin spor yapmaması, duş almaması ve testi etkileyecek benzer davranışlarda bulunmaması gerekir. Bölgede kabarma, sulanma ve kızarıklık varsa, hastanın o bölgeye sürülen maddeye karşı alerjik egzama olduğu tespit edilir.Egzama Tedavisi Nasıl Yapılır? Egzama Nasıl Geçer ve Egzamaya Ne İyi Gelir?Egzama tedavisinde kortizon dışı bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar, ıslak pansumanlar ve lokal kortikosteroidli pomadlar kullanılır. Atak sıklığını azaltmak, deriyi güçlendirmek amacıyla nötral sabunlar, bariyer kremler, nemlendiriciler, egzama eldivenleri ve egzama şampuanları önerilmektedir.Elde egzama neden olur? Değişik tipleri bulunan egzamanın en çok etkilediği organlardan biri ellerdir. Ellerde egzama, derinin savunma kapasitesinin azalması veya yok olması sebebiyle ortaya çıkmaktadır. Sık sık el yıkamak, deterjan, sabun ve çamaşır suyu ile iç içe olmak, tozlu ortam gibi faktörler derinin yıpranmasına ve egzama oluşumuna zemin hazırlamaktadır. Elde egzama en fazla el ön kolda ve sırtta görülür.El egzamasına ne iyi gelir?Egzama tedavisinde kortizon dışı bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar, ıslak pansumanlar ve lokal kortikosteroidli pomadlar kullanılır. Atak sıklığını azaltmak, deriyi güçlendirmek amacıyla nötral sabunlar, bariyer kremler, nemlendiriciler, egzama eldivenleri ve egzama şampuanları önerilmektedir.Saç egzamasına ne iyi gelir?Salisilik asitle birlikte topikal steroidler saç egzaması tedavisinde yararlı olabilir. Saçlı deri egzaması enfeksiyon kapmışsa doktor tarafından ağızdan antibiyotik reçete edilebilir.Egzamadan Korunmak İçin Neler Yapılmalıdır?Egzamadan korunmak ya da egzama sürecinin daha rahat geçirilmesi için alınacak önlemler şu şekildedir:Egzama Hakkında Sık Sorulan SorularEgzama bulaşıcı mıdır? Hayır, egzama bulaşıcı değildir. Egzama hastalığı başkasından geçebilen bir hastalık değildir. Egzama daha çok genler, çevresel tetikleyiciler ve stres gibi faktörler nedeni ile ortaya çıkmaktadır.Egzama ne kadar sürede geçer? Çocuklukta ortaya çıkan egzama zamanla düzelse de egzama kronik olarak gelişirse hayat boyu devam edebilir.Egzama kışın artar mı? Kış aylarında soğuk hava ve nem oranının düşük olması egzama hastalığının artış göstermesine neden olur. Kapalı ısıtma sistemlerinin yaşam alanını kurutması, kalın kıyafetlerin giyilmesi ve daha sıcak banyo uygulaması da egzamayı tetikleyebilmektedir.Hangi vitamin eksikliği egzamaya neden olur? Egzama, vücutta B6 vitamini eksikliğini işaret edebilir. Eksikliğinde hücre yenilenmesi yavaşlar ve egzama, iltihaplanma gibi deri problemleri görülebilir.Tuzlu su egzamaya iyi gelir mi? Egzamanız varsa, cilt bakım rutininize tuzlu su kullanımını ekleyerek kaşıntıyı hafifleten ve egzamaya neden olan bakteri ve mantarların nemini azaltabilmek mümkün olmaktadır.Sıcak su egzamaya iyi gelir mi? Egzama hastaları ciltte oluşabilecek olan kurulukların giderilmesini ister. Bu neden ılık su ile banyo yaparak, egzama için kullanılan kremlerden kullanarak cildi düzenli olarak nemlendirmesi gerekmektedir. | 7,383 |
312 | Hastalıklar | Emilim Bozukluğu (malabsorbsiyon) | Gıdaların içeriğindeki maddelerden birine karşı sindirim sisteminin verdiği reaksiyon veya bazı hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkan iltihap nedeniyle gelişen malabsorbsiyon, sindirim sisteminin düzenli çalışmasını engelliyor. Emilim bozukluğu olarak bilinen malabsorbsiyon sendromu, bağırsakların besin bileşenlerini yeterince sindirememesine ya da emilmemesine neden oluyor. Malabsorbsiyon nedeniyle sindirimin bozulması ise daha birçok sorunu da beraberinde getiriyor. Memorial Kayseri Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Doç. Dr. Mustafa Kaplan, emilim bozukluğu ile ilgili bilgi verdi. Gıdaların içeriğindeki maddelerden birine karşı sindirim sisteminin verdiği reaksiyon veya bazı hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkan iltihap nedeniyle gelişen malabsorbsiyon, sindirim sisteminin düzenli çalışmasını engelliyor. Emilim bozukluğu olarak bilinen malabsorbsiyon sendromu, bağırsakların besin bileşenlerini yeterince sindirememesine ya da emilmemesine neden oluyor. Malabsorbsiyon nedeniyle sindirimin bozulması ise daha birçok sorunu da beraberinde getiriyor. Memorial Kayseri Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Doç. Dr. Mustafa Kaplan, emilim bozukluğu ile ilgili bilgi verdi.
Emilim bozukluğu (malabsorbsiyon) nedir?Malabsorbsiyon sendromu, alınan besinlerin vücutta etkili bir şekilde emilmesini engelleyen bir sindirim bozukluğudur. Bu bozukluk nedeniyle besin maddelerinin sindirimi ve emilimi tam olarak gerçekleşmez. İnce bağırsakta besinlerin, vitaminlerin ve eser elementlerin emiliminin bozulması sonucu ortaya çıkmaktadır. Birçok nedeni olan malabsorbsiyon sendromunda emiliminin çoğunun gerçekleştiği ince bağırsağın zarı yani mukozası zarar görür. Malabsorbsiyon, hazımsızlığa ve hatta yetersiz beslenmeye yol açabilmektedir. Yemek yedikten sonraki süreçte vücudun vitamin ve minerallerden fayda sağlaması beklenir. Ancak malabsorpsiyon sendromu varsa, sindirim sürecinin sonunda yenilen besinlerden fayda elde edilmez.Emilim bozukluğu neden olur? Emilim bozukluğu kimlerde görülür?Birçok hastalık malabsorbsiyon sendromuna yani emilim bozukluğuna neden olabilmektedir. Çölyak hastalarında. Crohn hastalığı gibi iltihabi barsak hastalıklarında. Radyoterapi yani ışın tedavisine bağlı ortaya çıkan bağırsak hastalıklarında. Whipple hastalığı sonucunda. Kistik fibrozis durumunda. Pankreas travması veya alkole bağlı pankreas yetmezliğinde. Parazit ya da bağırsak kurdu enfeksiyonlarında.Emilim bozukluğunun belirtileri nedir? Malabsorpsiyon sendromu, hazımsızlığın yanı sıra birçok semptom ve şikayetle kendini belli etmektedir. Karın ağrısı. Karın bölgesinde şişkinlik ve aşırı gaz oluşumu. Mide bulantısı ve kusma. İshal ve yağlı dışkılama yani steatoreBelirtilerin ardından zamanla yetersiz beslenmenin bazı sonuçları ortaya çıkacaktır. Aşırı kilo kaybı. Kas erimesi. Sık tekrarlanan enfeksiyon varlığı Vücutta kolayca oluşabilecek morarmalar. Kuru cilt ve cilt lezyonları. Saç dökülmesi. Ödem yani şişlik. Baş dönmesi. Sinirlilik, ilgisizlik ve yorgunluk hali. Gece körlüğü (A vitamini eksikliği). Zayıf kemikler ve kemik ağrısı ve kemik kırığı (D vitamini eksikliği). Diş eti kanaması ve burun kanaması (K vitamini eksikliği). Unutkanlık, baş dönmesi, ağız çevresi yaralar (B12 vitamini eksikliği). Çocuklarda ise büyümenin gecikmesi.Emilim bozukluğu (malabsorbsiyon) testleri nelerdir?Tüm hastalarda tam kan sayımı ve biyokimya testlerinin ardından emilimi bozulan demir, vitamin B12, folik asit ve D vitamininin vücuttaki düzeyleri ölçülür. Yağ malabsorpsiyonu tanısı için dışkıda yağın varlığı aranır. Yine kanda çölyak için testlere bakılabilir. Dışkı incelesmesinde pankreas enzim yetersizliği için fekal elastaz ve iltihabi barsak hastalığı için fekal kalptrotektin bakılabilir. Gerekirse hastalara endoskopi ve kolonoskopi yapılarak biyopsi de alınabilir.Emilim bozukluğunun tedavisi var mı? Emilim bozukluğu nasıl düzelir? Tedaviye başlamadan emilim bozukluğuna neden olan asıl hastalığın bulunması gerekir. Örneğin bu duruma Crohn hastalığına sebep oluyorsa ve ilaçlarla Crohn hastalığı tedavisi edilirse emilim bozukluğu da düzelir. Benzer şekilde bu tabloya çölyak hastalığı sebep oluyorsa ve diyetten gluten çıkartılırsa sorun çözülür. Bu süreçte hastaya kalsiyum, D vitamini, demir, folik asit ve B12 gibi önemli vitamin ve mineral takviyeleri verilmektedir. Kilo kaybından dolayı hastaya yüksek kalorili diyetler uygulanabilir. Pankreas hasarı olan kişilerde ise pankreastan salgılanan enzimlerin yeterli düzeyde olmaması nedeniyle hastalara pankreas enzimi içeren ilaçlar verilmektedir. Tedavinin yetersiz olduğu durumlarda ise total parenteral nütrisyon (TPN) denilen damardan beslenme yöntemine başvurulmaktadır. Bu yöntem, hastaya damar yoluyla gerekli besinlerin verildiği bir uygulamayı içerir. Serumlar hastaya özel olarak hazırlanmaktadır. Gerekli olan kalori, vitamin ve mineraller hastanın ihtiyacına göre ayarlanmaktadır.Emilim bozukluğu (malabsorbsiyon) hakkında sık sorulan sorularEmilim bozukluğunun çeşitleri var mı?Çölyak hastalığı ve inflamatuar bağırsak hastalığı gibi bazı gastrointestinal hastalıklar, besin tipi fark etmeksizin tüm besinlerin emilim bozukluğuna neden olmaktadır. Ayrıca belirli besin türleri bazı insanların bağırsaklarında emilemeyerek soruna neden olabilmektedir.Karbonhidrat malabsorbsiyonu: Bazı insanların sindirim sistemi bazı karbonhidratlara (şeker gibi) duyarlı olabilmektedir. Bu durumun sonucunda hastalarda gazın neden olduğu ağrı ve şişkinlik ortaya çıkar. İnce bağırsakta tam olarak emilemeyen karbonhidratlar, kolonda bakteriler tarafından fermente edilir. Bakteriler onları gazlara ve kısa zincirli yağ asitlerine ayırır. Kısa zincirli yağ asitleri ise yağlı dışkıya neden olmaktadır.Yağ emilim bozukluğu: İnce bağırsakta emilmeyen yağlar kalın bağırsağa geçerek yağlı dışkıya (steatore) neden olur. Yağlı dışkı açık renkli, akıcı ve kötü kokuludur. Yağ malabsorpsiyonu ayrıca yağda çözünen vitaminlerin (A, D, E ve K) emilmemesine yol açmaktadır.Safra asidi malabsorpsiyonu: Bazen yağ emilim bozukluğu, safra kesesi, safra kanalları veya karaciğer hastalıklarından dolayı ortaya çıkan safra sıvısının azlığından kaynaklanabilmektedir. Bunun sonucu olarak safra tuzları, kalın bağırsağa fazla su geçmesine ve bu da kronik ishale neden olacaktır.Protein malabsorpsiyonu: Tüketilen bazı besinlerin içerisindeki bir maddeye karşı vücudun tepki vermesine gıda intoleransı denilmektedir. Belirli bir intolerans olmadıkça, protein emilim bozukluğu genellikle kendiliğinden oluşmaz. Bunun örnekleri arasında süt proteini intoleransları ve gluten intoleransı verilebilir.Emilim bozukluğu varsa ne olur?Sindirim sürecinde emilemeyen tüm besinler dışkı yoluyla atılacaktır. Malabsorpsiyon sendromu olanlarda genellikle yan etki olarak görülen ishal, tabloyu daha da kötüleştirmektedir. İshal nedeniyle besinler vücuttan çok kısa sürede dışkıyla atılmaktadır. Kısa vadede malabsorpsiyon nedeniyle belirli yiyeceklerin sindirilememesinden dolayı gastrointestinal rahatsızlıklara yani çoğunlukla ishal, gaz, şişkinliğe neden olacaktır. Zamanla, vücutta emilemeyen besinlerin eksikliği birçok soruna yol açacaktır. Makrobesinlerin (protein, yağlar veya karbonhidratlar) herhangi birinin eksikliği, kas kaybı ve bağışıklık sisteminin çökmesine sebep olur. Mikro besinleri (vitaminler ve mineraller) yeterli düzeyde alamamak ise göz, kemik, cilt ve saçları olumsuz etkilemektedir.Emilim bozukluğu hangi hastalıklara neden olur?Emilim bozukluğu sıklıkla kısa bağırsak sendromu, enflamatuar bağırsak hastalığı ve pankreas yetmezliği gibi birçok soruna neden olabilmektedir.Emilim bozukluğu çocuklarda görülür mü?Emilim bozukluğu her yaştan ve cinsiyetten insanda ortaya çıkabilen önemli bir sağlık sorunudur.Emilim bozukluğuna ne iyi gelir?Emilim bozukluğunun nedeni belirlendikten sonra bağırsak dostu besinler tüketmek iyi gelecektir.Emilim bozukluğu tehlikeli mi?Emilim bozukluğu sonucunda vücutta demir, folik asit, vitamin B12 ile diğer vitamin ve minerallerin eksilmesi zamanla birçok soruna ve hastalığa neden olacaktır. Emilim bozukluğu tedavi edilmezse genel sağlık durumu bozulacağı için bu sorun son derece tehlikelidir.
Emilim bozukluğu (malabsorbsiyon) nedir?Malabsorbsiyon sendromu, alınan besinlerin vücutta etkili bir şekilde emilmesini engelleyen bir sindirim bozukluğudur. Bu bozukluk nedeniyle besin maddelerinin sindirimi ve emilimi tam olarak gerçekleşmez. İnce bağırsakta besinlerin, vitaminlerin ve eser elementlerin emiliminin bozulması sonucu ortaya çıkmaktadır. Birçok nedeni olan malabsorbsiyon sendromunda emiliminin çoğunun gerçekleştiği ince bağırsağın zarı yani mukozası zarar görür. Malabsorbsiyon, hazımsızlığa ve hatta yetersiz beslenmeye yol açabilmektedir. Yemek yedikten sonraki süreçte vücudun vitamin ve minerallerden fayda sağlaması beklenir. Ancak malabsorpsiyon sendromu varsa, sindirim sürecinin sonunda yenilen besinlerden fayda elde edilmez.Emilim bozukluğu neden olur? Emilim bozukluğu kimlerde görülür?Birçok hastalık malabsorbsiyon sendromuna yani emilim bozukluğuna neden olabilmektedir.Emilim bozukluğunun belirtileri nedir? Malabsorpsiyon sendromu, hazımsızlığın yanı sıra birçok semptom ve şikayetle kendini belli etmektedir.Belirtilerin ardından zamanla yetersiz beslenmenin bazı sonuçları ortaya çıkacaktır.Emilim bozukluğu (malabsorbsiyon) testleri nelerdir?Tüm hastalarda tam kan sayımı ve biyokimya testlerinin ardından emilimi bozulan demir, vitamin B12, folik asit ve D vitamininin vücuttaki düzeyleri ölçülür. Yağ malabsorpsiyonu tanısı için dışkıda yağın varlığı aranır. Yine kanda çölyak için testlere bakılabilir. Dışkı incelesmesinde pankreas enzim yetersizliği için fekal elastaz ve iltihabi barsak hastalığı için fekal kalptrotektin bakılabilir. Gerekirse hastalara endoskopi ve kolonoskopi yapılarak biyopsi de alınabilir.Emilim bozukluğunun tedavisi var mı? Emilim bozukluğu nasıl düzelir? Tedaviye başlamadan emilim bozukluğuna neden olan asıl hastalığın bulunması gerekir. Örneğin bu duruma Crohn hastalığına sebep oluyorsa ve ilaçlarla Crohn hastalığı tedavisi edilirse emilim bozukluğu da düzelir. Benzer şekilde bu tabloya çölyak hastalığı sebep oluyorsa ve diyetten gluten çıkartılırsa sorun çözülür. Bu süreçte hastaya kalsiyum, D vitamini, demir, folik asit ve B12 gibi önemli vitamin ve mineral takviyeleri verilmektedir. Kilo kaybından dolayı hastaya yüksek kalorili diyetler uygulanabilir. Pankreas hasarı olan kişilerde ise pankreastan salgılanan enzimlerin yeterli düzeyde olmaması nedeniyle hastalara pankreas enzimi içeren ilaçlar verilmektedir. Tedavinin yetersiz olduğu durumlarda ise total parenteral nütrisyon (TPN) denilen damardan beslenme yöntemine başvurulmaktadır. Bu yöntem, hastaya damar yoluyla gerekli besinlerin verildiği bir uygulamayı içerir. Serumlar hastaya özel olarak hazırlanmaktadır. Gerekli olan kalori, vitamin ve mineraller hastanın ihtiyacına göre ayarlanmaktadır.Emilim bozukluğu (malabsorbsiyon) hakkında sık sorulan sorularEmilim bozukluğunun çeşitleri var mı?Çölyak hastalığı ve inflamatuar bağırsak hastalığı gibi bazı gastrointestinal hastalıklar, besin tipi fark etmeksizin tüm besinlerin emilim bozukluğuna neden olmaktadır. Ayrıca belirli besin türleri bazı insanların bağırsaklarında emilemeyerek soruna neden olabilmektedir.Karbonhidrat malabsorbsiyonu: Bazı insanların sindirim sistemi bazı karbonhidratlara (şeker gibi) duyarlı olabilmektedir. Bu durumun sonucunda hastalarda gazın neden olduğu ağrı ve şişkinlik ortaya çıkar. İnce bağırsakta tam olarak emilemeyen karbonhidratlar, kolonda bakteriler tarafından fermente edilir. Bakteriler onları gazlara ve kısa zincirli yağ asitlerine ayırır. Kısa zincirli yağ asitleri ise yağlı dışkıya neden olmaktadır.Yağ emilim bozukluğu: İnce bağırsakta emilmeyen yağlar kalın bağırsağa geçerek yağlı dışkıya (steatore) neden olur. Yağlı dışkı açık renkli, akıcı ve kötü kokuludur. Yağ malabsorpsiyonu ayrıca yağda çözünen vitaminlerin (A, D, E ve K) emilmemesine yol açmaktadır.Safra asidi malabsorpsiyonu: Bazen yağ emilim bozukluğu, safra kesesi, safra kanalları veya karaciğer hastalıklarından dolayı ortaya çıkan safra sıvısının azlığından kaynaklanabilmektedir. Bunun sonucu olarak safra tuzları, kalın bağırsağa fazla su geçmesine ve bu da kronik ishale neden olacaktır.Protein malabsorpsiyonu: Tüketilen bazı besinlerin içerisindeki bir maddeye karşı vücudun tepki vermesine gıda intoleransı denilmektedir. Belirli bir intolerans olmadıkça, protein emilim bozukluğu genellikle kendiliğinden oluşmaz. Bunun örnekleri arasında süt proteini intoleransları ve gluten intoleransı verilebilir.Emilim bozukluğu varsa ne olur?Sindirim sürecinde emilemeyen tüm besinler dışkı yoluyla atılacaktır. Malabsorpsiyon sendromu olanlarda genellikle yan etki olarak görülen ishal, tabloyu daha da kötüleştirmektedir. İshal nedeniyle besinler vücuttan çok kısa sürede dışkıyla atılmaktadır. Kısa vadede malabsorpsiyon nedeniyle belirli yiyeceklerin sindirilememesinden dolayı gastrointestinal rahatsızlıklara yani çoğunlukla ishal, gaz, şişkinliğe neden olacaktır. Zamanla, vücutta emilemeyen besinlerin eksikliği birçok soruna yol açacaktır. Makrobesinlerin (protein, yağlar veya karbonhidratlar) herhangi birinin eksikliği, kas kaybı ve bağışıklık sisteminin çökmesine sebep olur. Mikro besinleri (vitaminler ve mineraller) yeterli düzeyde alamamak ise göz, kemik, cilt ve saçları olumsuz etkilemektedir.Emilim bozukluğu hangi hastalıklara neden olur?Emilim bozukluğu sıklıkla kısa bağırsak sendromu, enflamatuar bağırsak hastalığı ve pankreas yetmezliği gibi birçok soruna neden olabilmektedir.Emilim bozukluğu çocuklarda görülür mü?Emilim bozukluğu her yaştan ve cinsiyetten insanda ortaya çıkabilen önemli bir sağlık sorunudur.Emilim bozukluğuna ne iyi gelir?Emilim bozukluğunun nedeni belirlendikten sonra bağırsak dostu besinler tüketmek iyi gelecektir.Emilim bozukluğu tehlikeli mi? | 5,344 |
313 | Hastalıklar | El Ayak Ağız Hastalığı | El ayak hastalığı, coxsackie virüsünün neden olduğu, özellikle çocuklarda görülen bulaşıcı viral enfeksiyondur. Hastalık el ve ayaklarda ortaya çıkan döküntüler ve ağızda ortaya çıkan yaralara neden olur, karakteristik belirtisi olan döküntüler bazen genital bölge ile kalçayı da etkileyebilmektedir. Öksürük, hapşırma, dışkı ve damlacık yoluyla bulaşabilen el ayak hastalığının belirtileri, ateş, boğaz ağrısı, iştah kaybı, halsizlik, ağızda yara, el ve ayaklarda döküntüdür. El ayak hastalığı özellikle 10 yaş altı çocuklarda daha sık görülmekle birlikte genç ve yetişkinlerde de görülebilmektedir.El ayak hastalığı, coxsackie virüsünün neden olduğu, özellikle çocuklarda görülen bulaşıcı viral enfeksiyondur. Hastalık el ve ayaklarda ortaya çıkan döküntüler ve ağızda ortaya çıkan yaralara neden olur, karakteristik belirtisi olan döküntüler bazen genital bölge ile kalçayı da etkileyebilmektedir. Öksürük, hapşırma, dışkı ve damlacık yoluyla bulaşabilen el ayak hastalığının belirtileri, ateş, boğaz ağrısı, iştah kaybı, halsizlik, ağızda yara, el ve ayaklarda döküntüdür. El ayak hastalığı özellikle 10 yaş altı çocuklarda daha sık görülmekle birlikte genç ve yetişkinlerde de görülebilmektedir.
El Ayak Ağız Hastalığı Nedir?El ayak ağız hastalığı, enterovirüs ailesinden coxsackie virüsünün neden olduğu, genellikle 10 yaş altı çocuklarda yaygın görülen bulaşıcı bir viral enfeksiyondur. Adından da anlaşılacağı gibi hastalık elleri, ayakları ve ağzı etkileyen kabarcık benzeri döküntüler ve yaralara neden olur. Enfekte olduktan 3-5 gün içerisinde ortaya çıkan belirtiler ateş, iştahsızlık, burun akıntısı ve boğaz ağrısı iken, ilk belirtileri takiben 1-2 gün içerisinde de döküntüler başlar. Yara ve döküntüler ağız veya boğazın ön tarafında ağrılı olabilen yaralar, ellerde, ayaklarda ve daha az yaygın olarak kalça bölgesinde döküntüler şeklinde gözlemlenir.Döküntüler genellikle avuç içlerinde kabarcık benzeri ağrılı döküntülere neden olur. Döküntüler cilt tonuna bağlı olarak farklı şekilde görünür. Ayaklarda görülen döküntüler ayak tabanlarında yoğunlaşan yine kabarcık benzeri ağrılı döküntüler şeklinde ortaya çıkar.El Ayak Ağız Hastalığı Neden Olur?El ayak hastalığı, koksaki virüs A16 ve enterovirüs 71 olarak adlandırılan iki virüsün bulaşmasıyla meydana gelmektedir. Bu virüsler temas yoluyla bulaşır. Mesela hastalığı alan bir kişinin hapşırması, öksürmesi yoluyla havaya saçılan salgılar herhangi bir nesnenin üzerine yapışır. Bu nesnelere dokunanlar da hastalığı alır. En sık çocuklarda görülür.Bunlarla birlikte el ayak ağız hastalığına neden olan durumlar şunlardır: Burun salgıları, Tükürük, Dışkı Solunum damlacıklarıEl Ayak Hastalığı Bulaşıcı mı?El, ayak ve ağız hastalığı bulaşıcıdır ve diğer insanlara kolayca bulaşır. Öksürük, hapşırma, dışkı ve damlacık yoluyla yayılan el ayak ağız hastalığı genellikle kızarıklık ortaya çıkmadan önce en bulaşıcı halindedir. Genellikle hasta olunan 7 ila 10 gün boyunca bulaşıcılığı en yüksek dönemdir ancak semptomlar ortadan kalktıktan sonra bile virüs başkalarına bulaşabilir.Bulaşıcı önlemek için hasta kişiler ellerini sık sık sabunla ve suyla yıkamalı, öksürük ya da hapşırık durumunda ağız ve burun mendille kapatılmalı, mendiller çöpe atılmalı, havlu-bardak-çatal-bıçak gibi ortak ev eşyaları paylaşılmamalı, okul-kreş ya da işe gidilmemelidir.El Ayak Hastalığı Belirtileri Nelerdir?El ayak hastalığı boğaz ağrısı, ateş(38-39 derecelere çıkan), iştah kaybı, kırgınlık, ve öksürük belirtileri ile ortaya çıkar, bu belirtileri takiben 1-2 gün içinde ağız veya boğazın ön kısmında ağrılı yaralar, el ve ayaklarda kızarıklık halinde döküntüler oluşur.El ayak hastalığı (el ayak ağız hastalığı) belirtilerini şöyle sıralamak mümkündür: Ateş Boğaz ağrısı Dil, diş etleri ve yanakların iç kısmında kabarcık şeklinde lezyonlar Avuç içi ve ayak tabanlarında döküntü Bebek ve küçük çocuklarda huzursuzluk İştah kaybı Yutma zorluğu Kırgınlık ve halsizlik Burun akıntısıİlk enfeksiyondan semptomların ortaya çıktığı zamana (kuluçka dönemi) kadar olan olağan süre 3 ila 6 gündür. Çocuklarda ateş olabilir ve boğaz ağrısı gelişebilir. Bu dönemde çocuklar bazen iştahlarını kaybederler ve kendilerini iyi hissetmezler. Ateş başladıktan bir veya iki gün sonra ağız veya boğazın ön kısmında ağrılı yaralar gelişebilir. Ellerde ve ayaklarda ve bazen de kalçalarda kızarıklık da görülebilir. Ağzın arkasında ve boğazda gelişen yaralar, herpangina adı verilen ilgili bir viral hastalığa işaret edebilir. Herpangina'nın diğer özellikleri arasında ani yüksek ateş ve bazı durumlarda nöbet bulunur. Nadir durumlarda eller, ayaklar veya vücudun diğer kısımlarında yaralar oluşur.El Ayak Hastalığı Tanısı Nasıl Konulur?El-ayak-ağız hastalığı, küçük RNA virüsleri olan enterovirüslerden coxsackievirusün etken olduğu döküntülü bir hastalıktır. El ayak hastalığı şüphesi olan çocuklarda pediatri hekimi çocuğun anamnezini alır. Sonrasında fiziki muayeneyi yapar. Fiziki muayenede çoğunlukla hekimler çocuğun el ayak hastalığına yakalandığını teşhis eder ama emin olmak için muayenede çocuktan boğaz sürüntüsü ve dışkı örneği ile kan örneği alınır. Laboratuvar testleri sonuçlarıyla teşhis konulur.El Ayak Hastalığı Tedavisi Nasıl Yapılır?El ayak ağız hastalığı tedavisi için özel bir uygulama yoktur. El ayak ağız hastalığının belirtileri genellikle 7 ila 10 gün içinde düzelir. Ağız yaralarının ağrısını hafifletmek için topikal bir oral anestezikler, çeşitli ağrı kesici ateş düşürücüler semptomlar azaltmak için kullanılmaktadır. Hastalık döneminde sıvı tüketiminin artırılması, liften zengin, probiyotik içerikli gıdalarla beslenilmesi iyileşme açısından önemlidir. Ayrıca çocuk hastalık süresince dinlendirilmelidir. Eğer 4 yaş ve üzerinde bir çocuksa ıhlamur, adaçayı gibi seçeneklerden de faydalanılabilir. Çocuğun süreci rahat geçirmesi için aşırı sıcak içecekler ve yiyecekler tüketmemesi, yumuşak besinlerle beslenmesi, ağzında çıkabilen ağrılı kabarcıklar için turunçgillerden, soda gibi asitli içeceklerden uzak durması faydalı olabilir. Bunun yanında tuzlu suyla ağzın çalkalanması da çocuğu rahatlatabilir. Çocuklarda el ayak hastalığı sıklıkla görülebilir.El Ayak Hastalığından Korunmak İçin Nelere Dikkat Etmek Gerekir?Ellerinizi sık sık yıkayın: Ellerinizi en az 20 saniye yıkayın. Tuvaleti kullandıktan veya bebek bezini değiştirdikten sonra ellerinizi yıkadığınızdan emin olun. Ayrıca yemek hazırlamadan veya yemeden önce ve burnunuzu sildikten, hapşırdıktan veya öksürdükten sonra ellerinizi yıkayın. Sabun ve su bulunmadığında ise el dezenfektanı kullanın.Hijyen kurallarını çocuklarınıza öğretin: Çocuklarınıza ellerini nasıl yıkayacaklarını gösterin ve sık sık yapmalarına yardımcı olun. Onlara genel olarak iyi hijyeni nasıl uygulayacaklarını gösterin. Parmaklarını, ellerini veya başka herhangi bir nesneyi ağızlarına sokmamanın neden en iyisi olduğunu açıklayın.Ortak alanları dezenfekte edin: Kalabalığın yoğun olduğu alanları ve yüzeyleri önce sabunlu suyla iyice temizlenmesini sağlayın. Eğer çocukların yoğun olduğu bir ortam varsa hijyen prosedürü neyse onlar iyice uygulanmalıdır. Kapı kolu, tuvalet, oyuncaklar gibi ortak kullanım alanlarında virüsler günlerce yaşayabildiğinden iyice hijyen sağlanmalıdır. Yakın temastan kaçının: El ayak ağız hastalığı oldukça bulaşıcı olduğundan, hastalığı olan kişiler semptomları varken başkalarına maruz kalmalarını sınırlamalıdır. El ayak ağız hastalığı olan çocukları, ateşi düşene ve ağız yaraları iyileşene kadar çocuk bakım ortamından veya okuldan uzak tutulmalıdır. Yetişkinseniz ve bu hastalık sizde varsa işe gitmeyin, evde kalın. El Ayak Ağız Hastalığı ile İlgili Sık Sorulan Sorular El ayak hastalığı nasıl bir hastalıktır?El ayak ağız hastalığı, yaygın bulaşıcı bir viral enfeksiyondur. Ağız ülserlerine ve ellerde ve ayaklarda lekelere neden olur. Ateş, halsizlik ve boğaz ağrısı gibi belirtilerede neden olan hastalığın nedeni coxsackie virüsü ile enfekte olunmasıdır.El ayak ağız hastalığı kuluçka süresi nedir?El ayak ağız hastalığının kuluçka süresi ortalama 3 gündür.El ayak hastalığı bulaşıcılık süresi nedir?El ayak hastalığı bulaşıcılık süresi, semptomlar ortaya çıktıktan sonra sonraki ilk 5-7 gün en bulaşıcı olduğu dönemdir. Ancak belirtiler ortadan kalksa bile hastalık vücutta yer almaya devam edebileceği için bulaş etkisi devam edebilir. El ayak ağız hastalığının komplikasyonları nelerdir?El ayak ağız hastalığının en sık görülen komplikasyonu dehidrasyondur. Hastalık ağızda ve boğazda yaralara neden olabilir, bu da yutmayı ağrılı hale getirir. El ayak ağız hastalığı yaşayanlar mutlaka kaybettiği sıvıyı geri almalıdır. Bu nedenle hastalanan çocuğunuzu hastalık sırasında sıvı içmeye teşvik edin. Çocuklar çok susuz kalırsa, hastanede intravenöz (IV) sıvılara ihtiyaçları olabilir. El ayak ağız hastalığı genellikle çok büyük bir hastalık değildir ancak önemsenmesi gereken bir durumdur. Tedavi ve gözlem altında olmak önemlidir. Bazen el-ayak-ağız hastalığına neden olan enterovirüs beyne girer ve ciddi komplikasyonlara neden olur. Bu komplikasyonlar şöyledir:Viral menenjit: Bu, beyin ve omuriliği çevreleyen zarların (meninksler), beyin omurilik sıvısının nadir görülen bir enfeksiyonu ve iltihabıdır.Ensefalit: Bu ciddi ve potansiyel olarak yaşamı tehdit eden hastalık, beyin iltihabını içerir.El ayak hastalığı en hızlı nasıl geçer?El ayak hastalığının özel bir tedavisi yoktur. Bu süreçte çocuğun kısa sürede iyileşmesi için doktorun verdiği ateş düşürücü veya diğer ilaçlar düzenli kullanılmalı, bol sıvı tüketilmeli, sağlıklı beslenilmeli ve bulaşma riskine karşı çocuk okula gönderilmemelidir.El ayak hastalığı tehlikeli mi?El ayak ağız hastalığı, genellikle 1 hafta 10 gün içinde ilaç kullanarak, dinlenerek ve sağlıklı bir şekilde beslenerek düzelir. Daha şiddetli vakalar bazen birtakım komplikasyonlara neden olabilir ancak bu durum sık görülmez.El ayak ağız hastalığı etkeni nedir?El ayak ağız hastalığının etkeni el ayak ağız hastalığı, coxsackievirus ve enterovirüstür.Hamilelikte el ayak ağız hastalığı görülür mü?Hamilelik veya bebek için genellikle bir risk olmamasına rağmen, el, ayak ve ağız hastalığı olan kişilerle yakın temastan kaçınmak en iyisidir. Bunun nedeni ise hamileliğin ilk 3 ayında yüksek vücut ısısı çok nadir de olsa düşüğe neden olabilmesidir. Doğumdan kısa bir süre önce bu hastalığa yakalan anne adaylarının bebekleri bu hastalıkla doğabilir. Bu nedenle hamilelikte böyle bir durum söz konusuysa kadın hastalıkları ve doğum uzmanına başvurulmalıdır.El ayak ağız hastalığı için kimler risk altındadır?Küçük çocuklar bu hastalığa yakalanmak için en yüksek riske sahiptir. Kapalı, kalabalık olan kreş ve okul ortamlarında eğitim gören çocuklar risk altındadır. Çocuklar genellikle hastalığa neden olan virüslere maruz kaldıktan sonra hastalığa karşı bağışıklık kazanırlar. Bu nedenle, durum 10 yaşın üzerindeki insanları nadiren etkiler. Bununla birlikte, özellikle bağışıklık sistemleri zayıflamışsa, daha büyük çocukların ve yetişkinlerin enfeksiyona yakalanması hala mümkündür.El ayak ağız hastalığı ne kadar süreyle bulaşıcıdır?Hastalığın ilk haftasında bulaşma olasılığı yüksektir. Semptomlar kaybolduktan sonra bazen birkaç hafta boyunca yine bulaşabilir ama bu nadirdir. Hastalığa yakalanan çocuklar iyice iyileşene kadar evde kalmalıdır.El ayak ağız hastalığı bulaşıcı mı?El ayak ağız hastalığı çok bulaşıcı bir hastalıktır.El ayak hastalığını yetişkinler taşır mı?Genellikle çocuklarda görülen el ayak ağız hastalığı genç ve yetişkin kişilerde de görülebilir. Ancak enfeksiyonlara karşı oluşan bağışıklık sebebiyle hastalık yetişkinlerde daha hafif bir şekilde seyreder.El ayak ağız hastalığı ilacı var mıdır?El ayak ağız hastalığı için özel bir ilaç yoktur. Ağrı kesici, ateş düşürücü, ağız içi gargaralar hastalığın semptomlarını hafifletmek için kullanılmaktadır. El ayak ağız hastalığı bitkisel tedavi ile çözümlenmez. Hekime sormadan bu tür takviyeler kullanılmamalıdır.El ayak ağız hastalığı ile 6. hastalık aynı mı?İki hastalık aynı değildir.El ayak ağız hastalığı ateş yapar mı?El ayak ağız hastalığı ateş yapabilen bir hastalıktır. Bu nedenle tedavi aşamasında ateş düşürücülerden faydalanılmaktadır.El ayak ağız hastalığı tekrar bulaşır mı?Hastalık bir süre sonra yeniden geçirilebilir. Bağışıklık yapmaz. Bu nedenle hijyene çok dikkat edilmelidir.El ayak ağız hastalığı kaşıntı yapar mı?El ayak hastalığı kaşıntı yapabilir. Bu nedenle el ayak hastalığı için krem, losyon önerilebilir.Yetişkinlerde el ayak ağız hastalığının belirtileri nelerdir?Yetişkinlerde el ayak ağız hastalığı belirtileri çocuklardakine benzemektedir. Yetişkinlerde de ağızda yaralar, el-ayak bölgesinde kaşıntılı döküntüler, grip benzeri belirtiler ve ateş olmaktadır.El ayak hastalığı iki kez olur mu?El ayak hastalığı geçiren çocuklar aynı hastalığa birkaç kez daha yakalanabilir.El ayak ağız hastalığı çocuklardan yetişkinlere geçer mi?El-ayak-ağız hastalığı genellikle küçük çocukları etkiler ancak herkese bu hastalık bulaşabilir.
El Ayak Ağız Hastalığı Nedir?El ayak ağız hastalığı, enterovirüs ailesinden coxsackie virüsünün neden olduğu, genellikle 10 yaş altı çocuklarda yaygın görülen bulaşıcı bir viral enfeksiyondur. Adından da anlaşılacağı gibi hastalık elleri, ayakları ve ağzı etkileyen kabarcık benzeri döküntüler ve yaralara neden olur. Enfekte olduktan 3-5 gün içerisinde ortaya çıkan belirtiler ateş, iştahsızlık, burun akıntısı ve boğaz ağrısı iken, ilk belirtileri takiben 1-2 gün içerisinde de döküntüler başlar. Yara ve döküntüler ağız veya boğazın ön tarafında ağrılı olabilen yaralar, ellerde, ayaklarda ve daha az yaygın olarak kalça bölgesinde döküntüler şeklinde gözlemlenir.Döküntüler genellikle avuç içlerinde kabarcık benzeri ağrılı döküntülere neden olur. Döküntüler cilt tonuna bağlı olarak farklı şekilde görünür. Ayaklarda görülen döküntüler ayak tabanlarında yoğunlaşan yine kabarcık benzeri ağrılı döküntüler şeklinde ortaya çıkar.El Ayak Ağız Hastalığı Neden Olur?El ayak hastalığı, koksaki virüs A16 ve enterovirüs 71 olarak adlandırılan iki virüsün bulaşmasıyla meydana gelmektedir. Bu virüsler temas yoluyla bulaşır. Mesela hastalığı alan bir kişinin hapşırması, öksürmesi yoluyla havaya saçılan salgılar herhangi bir nesnenin üzerine yapışır. Bu nesnelere dokunanlar da hastalığı alır. En sık çocuklarda görülür.Bunlarla birlikte el ayak ağız hastalığına neden olan durumlar şunlardır:El Ayak Hastalığı Bulaşıcı mı?El, ayak ve ağız hastalığı bulaşıcıdır ve diğer insanlara kolayca bulaşır. Öksürük, hapşırma, dışkı ve damlacık yoluyla yayılan el ayak ağız hastalığı genellikle kızarıklık ortaya çıkmadan önce en bulaşıcı halindedir. Genellikle hasta olunan 7 ila 10 gün boyunca bulaşıcılığı en yüksek dönemdir ancak semptomlar ortadan kalktıktan sonra bile virüs başkalarına bulaşabilir.Bulaşıcı önlemek için hasta kişiler ellerini sık sık sabunla ve suyla yıkamalı, öksürük ya da hapşırık durumunda ağız ve burun mendille kapatılmalı, mendiller çöpe atılmalı, havlu-bardak-çatal-bıçak gibi ortak ev eşyaları paylaşılmamalı, okul-kreş ya da işe gidilmemelidir.El Ayak Hastalığı Belirtileri Nelerdir?El ayak hastalığı boğaz ağrısı, ateş(38-39 derecelere çıkan), iştah kaybı, kırgınlık, ve öksürük belirtileri ile ortaya çıkar, bu belirtileri takiben 1-2 gün içinde ağız veya boğazın ön kısmında ağrılı yaralar, el ve ayaklarda kızarıklık halinde döküntüler oluşur.El ayak hastalığı (el ayak ağız hastalığı) belirtilerini şöyle sıralamak mümkündür:İlk enfeksiyondan semptomların ortaya çıktığı zamana (kuluçka dönemi) kadar olan olağan süre 3 ila 6 gündür. Çocuklarda ateş olabilir ve boğaz ağrısı gelişebilir. Bu dönemde çocuklar bazen iştahlarını kaybederler ve kendilerini iyi hissetmezler. Ateş başladıktan bir veya iki gün sonra ağız veya boğazın ön kısmında ağrılı yaralar gelişebilir. Ellerde ve ayaklarda ve bazen de kalçalarda kızarıklık da görülebilir. Ağzın arkasında ve boğazda gelişen yaralar, herpangina adı verilen ilgili bir viral hastalığa işaret edebilir. Herpangina'nın diğer özellikleri arasında ani yüksek ateş ve bazı durumlarda nöbet bulunur. Nadir durumlarda eller, ayaklar veya vücudun diğer kısımlarında yaralar oluşur.El Ayak Hastalığı Tanısı Nasıl Konulur?El-ayak-ağız hastalığı, küçük RNA virüsleri olan enterovirüslerden coxsackievirusün etken olduğu döküntülü bir hastalıktır. El ayak hastalığı şüphesi olan çocuklarda pediatri hekimi çocuğun anamnezini alır. Sonrasında fiziki muayeneyi yapar. Fiziki muayenede çoğunlukla hekimler çocuğun el ayak hastalığına yakalandığını teşhis eder ama emin olmak için muayenede çocuktan boğaz sürüntüsü ve dışkı örneği ile kan örneği alınır. Laboratuvar testleri sonuçlarıyla teşhis konulur.El Ayak Hastalığı Tedavisi Nasıl Yapılır?El ayak ağız hastalığı tedavisi için özel bir uygulama yoktur. El ayak ağız hastalığının belirtileri genellikle 7 ila 10 gün içinde düzelir. Ağız yaralarının ağrısını hafifletmek için topikal bir oral anestezikler, çeşitli ağrı kesici ateş düşürücüler semptomlar azaltmak için kullanılmaktadır. Hastalık döneminde sıvı tüketiminin artırılması, liften zengin, probiyotik içerikli gıdalarla beslenilmesi iyileşme açısından önemlidir. Ayrıca çocuk hastalık süresince dinlendirilmelidir. Eğer 4 yaş ve üzerinde bir çocuksa ıhlamur, adaçayı gibi seçeneklerden de faydalanılabilir. Çocuğun süreci rahat geçirmesi için aşırı sıcak içecekler ve yiyecekler tüketmemesi, yumuşak besinlerle beslenmesi, ağzında çıkabilen ağrılı kabarcıklar için turunçgillerden, soda gibi asitli içeceklerden uzak durması faydalı olabilir. Bunun yanında tuzlu suyla ağzın çalkalanması da çocuğu rahatlatabilir. Çocuklarda el ayak hastalığı sıklıkla görülebilir.El Ayak Hastalığından Korunmak İçin Nelere Dikkat Etmek Gerekir?Ellerinizi sık sık yıkayın: Ellerinizi en az 20 saniye yıkayın. Tuvaleti kullandıktan veya bebek bezini değiştirdikten sonra ellerinizi yıkadığınızdan emin olun. Ayrıca yemek hazırlamadan veya yemeden önce ve burnunuzu sildikten, hapşırdıktan veya öksürdükten sonra ellerinizi yıkayın. Sabun ve su bulunmadığında ise el dezenfektanı kullanın.Hijyen kurallarını çocuklarınıza öğretin: Çocuklarınıza ellerini nasıl yıkayacaklarını gösterin ve sık sık yapmalarına yardımcı olun. Onlara genel olarak iyi hijyeni nasıl uygulayacaklarını gösterin. Parmaklarını, ellerini veya başka herhangi bir nesneyi ağızlarına sokmamanın neden en iyisi olduğunu açıklayın.Ortak alanları dezenfekte edin: Kalabalığın yoğun olduğu alanları ve yüzeyleri önce sabunlu suyla iyice temizlenmesini sağlayın. Eğer çocukların yoğun olduğu bir ortam varsa hijyen prosedürü neyse onlar iyice uygulanmalıdır. Kapı kolu, tuvalet, oyuncaklar gibi ortak kullanım alanlarında virüsler günlerce yaşayabildiğinden iyice hijyen sağlanmalıdır. Yakın temastan kaçının: El ayak ağız hastalığı oldukça bulaşıcı olduğundan, hastalığı olan kişiler semptomları varken başkalarına maruz kalmalarını sınırlamalıdır. El ayak ağız hastalığı olan çocukları, ateşi düşene ve ağız yaraları iyileşene kadar çocuk bakım ortamından veya okuldan uzak tutulmalıdır. Yetişkinseniz ve bu hastalık sizde varsa işe gitmeyin, evde kalın. El Ayak Ağız Hastalığı ile İlgili Sık Sorulan Sorular El ayak hastalığı nasıl bir hastalıktır?El ayak ağız hastalığı, yaygın bulaşıcı bir viral enfeksiyondur. Ağız ülserlerine ve ellerde ve ayaklarda lekelere neden olur. Ateş, halsizlik ve boğaz ağrısı gibi belirtilerede neden olan hastalığın nedeni coxsackie virüsü ile enfekte olunmasıdır.El ayak ağız hastalığı kuluçka süresi nedir?El ayak ağız hastalığının kuluçka süresi ortalama 3 gündür.El ayak hastalığı bulaşıcılık süresi nedir?El ayak hastalığı bulaşıcılık süresi, semptomlar ortaya çıktıktan sonra sonraki ilk 5-7 gün en bulaşıcı olduğu dönemdir. Ancak belirtiler ortadan kalksa bile hastalık vücutta yer almaya devam edebileceği için bulaş etkisi devam edebilir. El ayak ağız hastalığının komplikasyonları nelerdir?El ayak ağız hastalığının en sık görülen komplikasyonu dehidrasyondur. Hastalık ağızda ve boğazda yaralara neden olabilir, bu da yutmayı ağrılı hale getirir. El ayak ağız hastalığı yaşayanlar mutlaka kaybettiği sıvıyı geri almalıdır. Bu nedenle hastalanan çocuğunuzu hastalık sırasında sıvı içmeye teşvik edin. Çocuklar çok susuz kalırsa, hastanede intravenöz (IV) sıvılara ihtiyaçları olabilir. El ayak ağız hastalığı genellikle çok büyük bir hastalık değildir ancak önemsenmesi gereken bir durumdur. Tedavi ve gözlem altında olmak önemlidir. Bazen el-ayak-ağız hastalığına neden olan enterovirüs beyne girer ve ciddi komplikasyonlara neden olur. Bu komplikasyonlar şöyledir:Viral menenjit: Bu, beyin ve omuriliği çevreleyen zarların (meninksler), beyin omurilik sıvısının nadir görülen bir enfeksiyonu ve iltihabıdır.Ensefalit: Bu ciddi ve potansiyel olarak yaşamı tehdit eden hastalık, beyin iltihabını içerir.El ayak hastalığı en hızlı nasıl geçer?El ayak hastalığının özel bir tedavisi yoktur. Bu süreçte çocuğun kısa sürede iyileşmesi için doktorun verdiği ateş düşürücü veya diğer ilaçlar düzenli kullanılmalı, bol sıvı tüketilmeli, sağlıklı beslenilmeli ve bulaşma riskine karşı çocuk okula gönderilmemelidir.El ayak hastalığı tehlikeli mi?El ayak ağız hastalığı, genellikle 1 hafta 10 gün içinde ilaç kullanarak, dinlenerek ve sağlıklı bir şekilde beslenerek düzelir. Daha şiddetli vakalar bazen birtakım komplikasyonlara neden olabilir ancak bu durum sık görülmez.El ayak ağız hastalığı etkeni nedir?El ayak ağız hastalığının etkeni el ayak ağız hastalığı, coxsackievirus ve enterovirüstür.Hamilelikte el ayak ağız hastalığı görülür mü?Hamilelik veya bebek için genellikle bir risk olmamasına rağmen, el, ayak ve ağız hastalığı olan kişilerle yakın temastan kaçınmak en iyisidir. Bunun nedeni ise hamileliğin ilk 3 ayında yüksek vücut ısısı çok nadir de olsa düşüğe neden olabilmesidir. Doğumdan kısa bir süre önce bu hastalığa yakalan anne adaylarının bebekleri bu hastalıkla doğabilir. Bu nedenle hamilelikte böyle bir durum söz konusuysa kadın hastalıkları ve doğum uzmanına başvurulmalıdır.El ayak ağız hastalığı için kimler risk altındadır?Küçük çocuklar bu hastalığa yakalanmak için en yüksek riske sahiptir. Kapalı, kalabalık olan kreş ve okul ortamlarında eğitim gören çocuklar risk altındadır. Çocuklar genellikle hastalığa neden olan virüslere maruz kaldıktan sonra hastalığa karşı bağışıklık kazanırlar. Bu nedenle, durum 10 yaşın üzerindeki insanları nadiren etkiler. Bununla birlikte, özellikle bağışıklık sistemleri zayıflamışsa, daha büyük çocukların ve yetişkinlerin enfeksiyona yakalanması hala mümkündür.El ayak ağız hastalığı ne kadar süreyle bulaşıcıdır?Hastalığın ilk haftasında bulaşma olasılığı yüksektir. Semptomlar kaybolduktan sonra bazen birkaç hafta boyunca yine bulaşabilir ama bu nadirdir. Hastalığa yakalanan çocuklar iyice iyileşene kadar evde kalmalıdır.El ayak ağız hastalığı bulaşıcı mı?El ayak ağız hastalığı çok bulaşıcı bir hastalıktır.El ayak hastalığını yetişkinler taşır mı?Genellikle çocuklarda görülen el ayak ağız hastalığı genç ve yetişkin kişilerde de görülebilir. Ancak enfeksiyonlara karşı oluşan bağışıklık sebebiyle hastalık yetişkinlerde daha hafif bir şekilde seyreder.El ayak ağız hastalığı ilacı var mıdır?El ayak ağız hastalığı için özel bir ilaç yoktur. Ağrı kesici, ateş düşürücü, ağız içi gargaralar hastalığın semptomlarını hafifletmek için kullanılmaktadır. El ayak ağız hastalığı bitkisel tedavi ile çözümlenmez. Hekime sormadan bu tür takviyeler kullanılmamalıdır.El ayak ağız hastalığı ile 6. hastalık aynı mı?İki hastalık aynı değildir.El ayak ağız hastalığı ateş yapar mı?El ayak ağız hastalığı ateş yapabilen bir hastalıktır. Bu nedenle tedavi aşamasında ateş düşürücülerden faydalanılmaktadır.El ayak ağız hastalığı tekrar bulaşır mı?Hastalık bir süre sonra yeniden geçirilebilir. Bağışıklık yapmaz. Bu nedenle hijyene çok dikkat edilmelidir.El ayak ağız hastalığı kaşıntı yapar mı?El ayak hastalığı kaşıntı yapabilir. Bu nedenle el ayak hastalığı için krem, losyon önerilebilir.Yetişkinlerde el ayak ağız hastalığının belirtileri nelerdir?Yetişkinlerde el ayak ağız hastalığı belirtileri çocuklardakine benzemektedir. Yetişkinlerde de ağızda yaralar, el-ayak bölgesinde kaşıntılı döküntüler, grip benzeri belirtiler ve ateş olmaktadır.El ayak hastalığı iki kez olur mu?El ayak hastalığı geçiren çocuklar aynı hastalığa birkaç kez daha yakalanabilir.El ayak ağız hastalığı çocuklardan yetişkinlere geçer mi?El-ayak-ağız hastalığı genellikle küçük çocukları etkiler ancak herkese bu hastalık bulaşabilir. | 9,698 |
314 | Hastalıklar | Ehlers-Danlos Sendromu | Ehlers-Danlos sendromu, vücutta yer alan bağ dokularının olması gereken daha zayıf hale gelmesine neden olan genetik bir durum olarak tanımlanır. Bu sendrom genellikle cilde ve eklemleri etkileyerek yumuşak bir cilde, kas ağrılarına çabuk morarmaya neden olur. Bunun yanında ehlers-Danlos sendromunun bir tedavisi bulunmasa da semptomlarını yönetecek yöntemler bulunur.Ehlers-Danlos sendromu, vücutta yer alan bağ dokularının olması gereken daha zayıf hale gelmesine neden olan genetik bir durum olarak tanımlanır. Bu sendrom genellikle cilde ve eklemleri etkileyerek yumuşak bir cilde, kas ağrılarına çabuk morarmaya neden olur. Bunun yanında ehlers-Danlos sendromunun bir tedavisi bulunmasa da semptomlarını yönetecek yöntemler bulunur.
Ehlers-Danlos Sendromu (EDS) Nedir?Ehlers-Danlos sendromu (EDS), cildi, kemikleri, kan damarlarını, dokuları ve organları destekleyen bağ dokularını etkileyen genetik bir hastalık türüdür. Bağ dokuları organların desteklenmesini sağlar ve vücudun bazı kısımlarını yerinde tutmaya yarar. Bağ dokuları kolajen ve elastin olmak üzere iki proteinden oluşur. Ehlers-Danlos sendromu, vücudun olması gerektiği gibi kolajen üretmesine engel olarak zayıflatır. Bu da bağ dokularının olması gerektiği kadar güçlü veya destekleyici olmadığı anlamını taşır. Ehlers-Danlos sendromu vücuttaki şu bağ dokularını etkiler: Kıkırdak Kemikler Kan YağBunun yanında cilt dokusunda, eklemler, kaslar ve kan damarlarında Ehlers-Danlos sendromu görülür.Ehlers-Danlos Sendromu Belirtileri Nelerdir?Ehlers-Danlos sendromu belirtileri, vücuttaki etkilediği bölüme göre farklılık gösterir. En yaygın görülen Ehlers-Danlos sendromu belirtileri şöyle sıralanır: Aşırı esnek eklemler Eklemlerde yoğun olarak görülen oynaklık (hipermobilite) Daha ince ve daha fazla esneyen yumuşak bir cilt yapısı Kolayca ya da normalden daha hızlı morarma Eklem ve kas ağrıları Konsantrasyon güçlüğü Bir yaradan sonra yara izi kalması veya iyileşmesinin uzun sürmesi Sürekli olarak halsiz ve yorgun hissetme Kalp-damar, ortopedik, sindirim sistemi ve gözde oluşan komplikasyonlarEhlers-Danlos sendromu kişileri farklı şekillerde etkileyebilir. Bazıları kişilerde hafif görülen semptomlar bazıları için sakatlayıcı olabilir.Ehlers-Danlos Sendromu Neden Olur?Ehlers-Danlos sendromu, genetik bir mutasyon sonucunda ortaya çıkarak kişiyi etkiler. Genetik mutasyonlar, hücre bölünmesi esnasında hücreler kendilerinin kopyalarını oluşturduğunda DNA dizininde meydana gelen değişiklikler olarak tanımlanır. DNA dizini bir kısmı yanlışsa, eksikse veya hasar görmüşse genetik bir rahatsızlığın belirtileri görülebilir.Ehlers-Danlos Sendromu Türleri Nelerdir?Ehlers-Danlos sendromunu etkilediği yere ve neden olduğu semptomlara göre 13 tipte sınıflandırılmaktadır. En yaygın türleri, gevşek veya dengesiz eklemler ve kolayca yırtılan hassas cilt gibi semptomlara neden olarak ortaya çıkar. Vasküler Ehlers-Danlos sendromu (kan damarlarınızı etkileyen EDS) ölümcül komplikasyonlara neden olarak olumsuz sonuçlara sebebiyet verir.Vasküler Ehlers-Danlos sendromuVasküler Ehlers-Danlos sendromuna olan kişiler ince yapıda burun, ince üst dudak, minik kulak memeleri, ince üst dudak yapısı görülür. Aynı zamanda ciltleri çok kolay morarabilir ve yarı saydam bir yapıya sahiptir. Açık tenli kişilerde kan damarları deriden belirgindir.Vasküler Ehlers-Danlos sendromu, kalbini en büyük damarı olan aortu ve vücudun diğer bölgelerine giden arterleri zayıflatabilir. Bu önemli kan damarlarından herhangi birinin yırtılması ölümcül sonuçlara neden olabilir. Bunun yanında vasküler tip rahim veya kalın bağırsak duvarlarını da zayıflatarak yırtılmasına zemin hazırlar.Ehlers-Danlos Sendromu Komplikasyonları Nelerdir?Ehlers-Danlos sendromunun en sık görülen komplikasyonlarından biri çıkıklardır. Çıkık, eklemlerden birinde yer alan kemiklerin normal yerlerinden dışarı itilmesi olarak bilinir. Ehlers-Danlos sendromu türleri yaşamı tehdit eden komplikasyonlara sebep olabilir:Nadir görülen türlerinden vasküler Ehlers-Danlos sendromu kan damarlarının yırtılmasına yol açabilir. Bu durum da tehlikeli iç kanamaya ve felce neden olur.Ehlers-Danlos sendromu olan kişilerde organ yırtılması riski de yüksek olmaktadır. En yaygın organ yırtılması türleri arasında bağırsaklar ve hamile bir kişinin rahmi yer alır.Ehlers-Danlos sendromunda görülebilecek diğer komplikasyonlar şunları içerebilir: Kanı kalbinize iten kapakçıklarla ilgili problemler Şiddetli omurga eğriliği (skolyoz) Gözde ince kornealar Eğik ve kavisli uzuvlar Diş ve diş eti sorunlarıEhlers-Danlos Sendromu Nasıl Teşhis Edilir?Uzman doktor, fizik muayenenin ardında tıbbi geçmişinizi öğrenerek Ehlers-Danlos sendromunu teşhisi koyabilir. Cilt yapısını ve eklemleri inceledikten sonra belirtiler dikkate alınır. Ehlers-Danlos sendromlu çoğu insanda bilinen bir genetik mutasyon olmayabilir. Bu sebeple doktorlar genellikle semptomlar ve tıbbi geçmişe göre teşhis koyar.Ehlers-Danlos Sendromu Nasıl Tedavi Edilir?Hastalığın teşhisinin ardından belirtileri yönetmek ve tehlikeli komplikasyonları önlemek amacıyla Ehlers-Danlos sendromuna yönelik tedaviler önerilebilir. Ehlers-Danlos sendromu çeşidine göre tedavi yöntemleri ya da verilen ilaçlar da farklılık gösterir. Ehlers-Danlos sendromunun yaygın görülen tedavi yöntemleri şöyle sıralanır: Cildi korumak için güneş kremi kullanın Yumuşak sabunlar tercih edin Eklemlerin etrafındaki kasları güçlendirmek için fizik tedaviden destek alın Ekstra eklem desteği için diş telleri takınBunun yanında Ehlers-Danlos sendromuna sahip olan kişilerin ağırlık kaldırmamaları, yüksek etkili egzersiz yapmamaları önerilir.Ehlers-Danlos Sendromu Hakkında Sık Sorulan SorularEhlers-Danlos sendromu önlenebilir mi?Ehlers-Danlos sendromunu genetik mutasyonlar nedeniyle ortaya çıktığından önlemek mümkün değildir.
Ehlers-Danlos Sendromu (EDS) Nedir?Ehlers-Danlos sendromu (EDS), cildi, kemikleri, kan damarlarını, dokuları ve organları destekleyen bağ dokularını etkileyen genetik bir hastalık türüdür. Bağ dokuları organların desteklenmesini sağlar ve vücudun bazı kısımlarını yerinde tutmaya yarar. Bağ dokuları kolajen ve elastin olmak üzere iki proteinden oluşur. Ehlers-Danlos sendromu, vücudun olması gerektiği gibi kolajen üretmesine engel olarak zayıflatır. Bu da bağ dokularının olması gerektiği kadar güçlü veya destekleyici olmadığı anlamını taşır. Ehlers-Danlos sendromu vücuttaki şu bağ dokularını etkiler:Bunun yanında cilt dokusunda, eklemler, kaslar ve kan damarlarında Ehlers-Danlos sendromu görülür.Ehlers-Danlos Sendromu Belirtileri Nelerdir?Ehlers-Danlos sendromu belirtileri, vücuttaki etkilediği bölüme göre farklılık gösterir. En yaygın görülen Ehlers-Danlos sendromu belirtileri şöyle sıralanır:Ehlers-Danlos sendromu kişileri farklı şekillerde etkileyebilir. Bazıları kişilerde hafif görülen semptomlar bazıları için sakatlayıcı olabilir.Ehlers-Danlos Sendromu Neden Olur?Ehlers-Danlos sendromu, genetik bir mutasyon sonucunda ortaya çıkarak kişiyi etkiler. Genetik mutasyonlar, hücre bölünmesi esnasında hücreler kendilerinin kopyalarını oluşturduğunda DNA dizininde meydana gelen değişiklikler olarak tanımlanır. DNA dizini bir kısmı yanlışsa, eksikse veya hasar görmüşse genetik bir rahatsızlığın belirtileri görülebilir.Ehlers-Danlos Sendromu Türleri Nelerdir?Ehlers-Danlos sendromunu etkilediği yere ve neden olduğu semptomlara göre 13 tipte sınıflandırılmaktadır. En yaygın türleri, gevşek veya dengesiz eklemler ve kolayca yırtılan hassas cilt gibi semptomlara neden olarak ortaya çıkar. Vasküler Ehlers-Danlos sendromu (kan damarlarınızı etkileyen EDS) ölümcül komplikasyonlara neden olarak olumsuz sonuçlara sebebiyet verir.Vasküler Ehlers-Danlos sendromuVasküler Ehlers-Danlos sendromuna olan kişiler ince yapıda burun, ince üst dudak, minik kulak memeleri, ince üst dudak yapısı görülür. Aynı zamanda ciltleri çok kolay morarabilir ve yarı saydam bir yapıya sahiptir. Açık tenli kişilerde kan damarları deriden belirgindir.Vasküler Ehlers-Danlos sendromu, kalbini en büyük damarı olan aortu ve vücudun diğer bölgelerine giden arterleri zayıflatabilir. Bu önemli kan damarlarından herhangi birinin yırtılması ölümcül sonuçlara neden olabilir. Bunun yanında vasküler tip rahim veya kalın bağırsak duvarlarını da zayıflatarak yırtılmasına zemin hazırlar.Ehlers-Danlos Sendromu Komplikasyonları Nelerdir?Ehlers-Danlos sendromunun en sık görülen komplikasyonlarından biri çıkıklardır. Çıkık, eklemlerden birinde yer alan kemiklerin normal yerlerinden dışarı itilmesi olarak bilinir. Ehlers-Danlos sendromu türleri yaşamı tehdit eden komplikasyonlara sebep olabilir:Nadir görülen türlerinden vasküler Ehlers-Danlos sendromu kan damarlarının yırtılmasına yol açabilir. Bu durum da tehlikeli iç kanamaya ve felce neden olur.Ehlers-Danlos sendromu olan kişilerde organ yırtılması riski de yüksek olmaktadır. En yaygın organ yırtılması türleri arasında bağırsaklar ve hamile bir kişinin rahmi yer alır.Ehlers-Danlos sendromunda görülebilecek diğer komplikasyonlar şunları içerebilir:Ehlers-Danlos Sendromu Nasıl Teşhis Edilir?Uzman doktor, fizik muayenenin ardında tıbbi geçmişinizi öğrenerek Ehlers-Danlos sendromunu teşhisi koyabilir. Cilt yapısını ve eklemleri inceledikten sonra belirtiler dikkate alınır. Ehlers-Danlos sendromlu çoğu insanda bilinen bir genetik mutasyon olmayabilir. Bu sebeple doktorlar genellikle semptomlar ve tıbbi geçmişe göre teşhis koyar.Ehlers-Danlos Sendromu Nasıl Tedavi Edilir?Hastalığın teşhisinin ardından belirtileri yönetmek ve tehlikeli komplikasyonları önlemek amacıyla Ehlers-Danlos sendromuna yönelik tedaviler önerilebilir. Ehlers-Danlos sendromu çeşidine göre tedavi yöntemleri ya da verilen ilaçlar da farklılık gösterir. Ehlers-Danlos sendromunun yaygın görülen tedavi yöntemleri şöyle sıralanır:Bunun yanında Ehlers-Danlos sendromuna sahip olan kişilerin ağırlık kaldırmamaları, yüksek etkili egzersiz yapmamaları önerilir.Ehlers-Danlos Sendromu Hakkında Sık Sorulan SorularEhlers-Danlos sendromu önlenebilir mi?Ehlers-Danlos sendromunu genetik mutasyonlar nedeniyle ortaya çıktığından önlemek mümkün değildir. | 3,767 |
315 | Hastalıklar | Erkeklerde Kısırlık | Erkek kısırlığı ve tedavisine dair pek çok merak edilen soruya Memorial Şişli Hastanesi Üroloji / Androloji Bölümü Uzmanları yanıt verdi.Erkek kısırlığı ve tedavisine dair pek çok merak edilen soruya Memorial Şişli Hastanesi Üroloji / Androloji Bölümü Uzmanları yanıt verdi.
Erkeklerde Kısırlık (İnfertilite) Nedir?Düzenli ve korunmasız en az bir yıl süreli cinsel ilişkiye rağmen çocuk sahibi olamama durumu İnfertilite yani kısırlık olarak tanımlanır. Bir yıl olarak belirlenen bu süre yaşam şartlarındaki değişiklikler, çalışma koşulları gibi farklı etkenler dikkate alınarak 2 yıl olarak da kabul edilebilir.Erkeklerde Kısırlık Belirtileri Nelerdir?Kısırlığın özel bir belirtisi bulunmamaktadır. Düzenli korunmasız cinsel ilişkiye rağmen 1 ya da 2 yıllık süre içerisinde çocuk sahibi olamama durumu kısırlık (infertilite) belirtisi olarak kabul edilir. Ancak erkekte kısırlığa neden olabilecek altta yatan hastalığa bağlı olarak bir takım ek belirtiler ortaya çıkabilir. Bu belirtiler direkt olarak testislerde değil ise hastanın bunları kısırlık ile ilişkilendirmesi çok olası değildir. Ancak, testislerde olan ağrı, şişme; peniste akıntı gibi bulgular da kısırlık belirtisi olabileceği için hasta için uyarıcı olabilir. Erkeklerde kısırlık belirtileri şu şekilde sıralanabilir: Çocuk sahibi olamama Testislerde ağrı Şişme Peniste akıntıErkeklerde Kısırlık Nedenleri Nelerdir?Kısırlık nedenlerinin üçte biri erkeğe, üçte biri kadına geri kalan üçte biri ise hem erkeğe hem de kadına ait nedenlerdir. Dolayısıyla nerdeyse %50’ - %60 oranında erkeğe ait faktörler rol oynamaktadır.Erkek üreme sistemi esasında beynin alt bölgesinde yer hipotalamus bölgesinden başlar; yine kafa içinde beynin alt tarafındaki hipofiz bezi ile devam eder ve testislerde sonlanır. Bu bölgelerin yani üreme sisteminin anatomik lokalizasyonuna göre bölümlere ayrılarak kısırlık nedenleri değerlendirilir: Anatomik olarak testis öncesi nedenler genelde hipotalamus ve hipofizi etkileyerek karşımıza çıkar ve genelde endokrin/hormonal bozukluklara bağlı olarak gelişirler. Bunun yanında özellikle hipofizin infiltratif hastalıkları, tümörleri, kanlanma bozuklukları, radyoterapi/cerrahi sonrası hipofiz fonksiyon bozuklukları, cerrahi girişimler, bazı genetik hastalıklar neticesinde de testis öncesi nedeler ortaya çıkar. Bu durumlar hemen daima hormonal bozukluk şeklindedir. Testis fonksiyonunu etkileyen ve testiste sperm yapımını bozan her türlü durum kısırlık nedenidir: Testis enfeksiyonları, testis travmaları, testise yönelik cerrahi girişimler, inmemiş testis, testise toksik maddeye maruz kalma (radyoterapi/kemoterapi/kurşun-akü-civa sanayii çalışanları vb.), yüksek ısı, böcek ilaçları, kimyasal maddeler; genetik bozukluklar, testosteron salınımında yetersizlik, Testiste oluşan spermin erkek genital sisteminden dışarı atılmasını engelleyen her türlü durum testis sonrası kısırlık nedeni olarak kabul edilir: Sperm hareket bozukluğu; sperm kanallarının yokluğu, ameliyat veya cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar sonucu sperm kanallarının bağlanması/zedelenmesi sonucu bütünlüğün bozulması; cinsel fonksiyon bozukluğu ve peniste şekil bozukluğuna bağlı ilişkiye girememe; prostat ameliyatı ve/veya ilaç kullanımına bağlı ya da başka nedenler meni yokluğu vb nedenler kısırlık nedenidir. Erkeklerde Kısırlık Tanısı Nasıl Konur?Çocuk sahibi olamayarak kliniklere başvuran kişilerin öncelikle detaylı bir öyküsünün alınmasa gerekir. Fiziki muayenenin yapılmasından sonra erkek açısından yapılacak ilk şey semen analizidir. Kısırlık konusunda kadının değerlendirilmesi zor ve zahmetli olduğu için çiftlerden önce erkeğin değerlendirilmesi daha hızlı ilerlenmesi konusunda yardımcı olmaktadır. 3-5 günlük cinsel perhizin ardından önce erkeğin semen analizinin yapılması uygun tedavi yönteminin seçimi ve sonuca daha hızlı ulaşmak bakımından önemlidir.Erkek Kısırlığı TedavisiTedavi süreci kişinin infertilite nedenine ve menide sperm olup olmamasına göre değişmektedir. Eğer altta yatan ve tedavi edilebilir bir durum varsa öncelikle bu düzeltilmelidir.Erkeklerde kısırlık yani infertilite sorununda şu tedaviler uygulanabilir; Kısırlık ilaç tedavisi Kısırlık iğne tedavisi Kısırlık aşılama yöntemi Yardımcı üreme teknikleri: Yardımcı üreme tekniklerinde halk arasında tüp bebek olarak bilinen In-Vitro Fertilizasyon ( IVF), Intrasitoplazmik Sperm İnjeksiyonu (ICSI), Yüksek Mikroskobik Büyütmeyle Seçilmiş Sperm Mikroenjeksiyon (IMSI), kısırlık (infertilite) Ameliyatı Olarak Bilinen Mikro TESE yöntemleri uygulanabilmektedir. Erkek Kısırlığının İlaç Tedavisiİlaç tedavisinin tek kullanılabileceği durum esas olarak hormonal bozukluklarıdır. Sperm yapımını kontrol eden hormonların azaldığı durumlarda, bu hormonlar yerine konulduğunda sperm yapımı rahatlıkla sağlanabilir. Hipogonadotropik hipogonadizm adı verilen bu tabloda iki yıla kadar uzayabilen bir ilaç tedavisi sorası menide sperm elde edilebilmekte ve normal yolla veya tüp bebek tedavisi ile çiftler çocuk sahibi olabilmektedirlerErkek Kısırlığının İğne TedavisiHormonal bozukluğu olan kişilerde eksik olan hormonların yerine koyma tedavisidir. İlaçla tedavi edilebilecek hasta gruplarına uygulanan bir yöntemdir. Bu hastalarda ilaç tedavisi ile rahatlıkla sorun ortadan kaldırılabilir. Tedavi süreci 1-2 yıl sürebildiğinden bu hastaların sabırlı olmaları gerekmektedir.Erkek Kısırlığının Aşılama TedavisiMenideki sperm sayısı 10 milyonun üzerindeyse ve morfolojik olarak şiddetli bir sperm defekti yoksa aşılma yöntemi uygulanabilir. Erkekten alınan sperm yıkanarak ölü hücreler ve toksik atıklar ortamdan uzaklaştırılır. Hareketli, kaliteli sperm oranı arttırılır ve bu sperm kadının rahim ağzından içeriye özel kateter vasıtasıyla verilir. Spermler kendileri hareket ederek yumurtaya ulaşırlar. Bu yöntemin uygulanabilmesi için; Morfolojik olarak normal, hareketli spermin olması Kadında herhangi bir tıkanıklık faktörünün olmaması Kadında yumurtalamanın ve yumurta kalitesinin normal olması gereklidir. Sadece sınırda sorunu olan olgular için önerilen bir yöntemdir. En kolay yöntemdir fakat başarı ihtimali düşüktür. Gebelik başarı şansı %10-15 arası değişmektedir.Erkek Kısırlığının Yardımcı Üreme Teknikleriyle TedavisiIn-Vitro Fertilizasyon ( IVF):Halk arasında klasik tüp bebek olarak adlandırılan yöntemdir. Aşılamadan farklı olarak; kadından alınan yumurta, erkekten alınan ve yıkanma sonrası ölü ve atık hücrelerden temizlenen sperm ile bir tüp içerisinde birleştirilmektedir. Bu sefer sperm yumurtaya daha yakın bir mesafeden ulaşmaktadır. Ancak, sperm yine kendi hareketi ile yumurtaya ulaşmakta ve kendi kapasitesi ile dölleme işlemi olmaktadır.Intrasitoplazmik Sperm İnjeksiyonu (ICSI): Mikroenjeksiyon olarak adlandırılan bu yöntemde erkekten alınan spermler mikroskop altında incelenerek, mümkün olan en normal şekildeki spermler seçilir. Sonrasında bu spermler, mikroskop altında kadından alınan yumurtaya tek tek yerleştirilmektedir. Son 25 yıldır erkek infertilitesinde genelde uygulanan yöntem budur.Yüksek Mikroskobik Büyütmeyle Seçilmiş Sperm Mikroenjeksiyon (IMSI):Klasik tüp bebek tedavisinde spermler mikroskopta yaklaşık 400 kat büyütülerek seçilirken, IMSI denilen yöntemde özel mikroskoplarda spermler 7200 kat büyütülerek daha ayrıntılı incelenerek seçilebilmektedir. Bu yolla özellikle spermin baş yapısında daha küçük büyütmelerde gözden kaçabilecek yapısal anormallikler tespit edilebilmekte ve yapısal ve genetik olarak daha sağlıklı spermlerin seçilmesi sağlanmaktadır. IMSI yöntemi; Ciddi sperm problemi olan ve beraberinde sınırlı sayıda yumurtası elde edilebilen hastalarda Daha önce tekrarlayan tüp bebek başarısızlığı yaşamış çiftlerde Özellikle sperme bağlı bir problem tespit edildiğinde tedavideki şansı ve başarıyı arttırabilmek için kullanılabilecek önemli bir araçtır. Kısırlık (infertilite) Ameliyatı Olarak Bilinen Mikro TESE TedavisiMikro TESE, ejakülatında yani menide hiç sperm hücresi bulunmayan (tıkayıcı olamayan azospermi) hastaların, mikroskobik operasyon ile testislerinden alınan dokudan sperm elde edilmesidir. Mikro TESE işlemi genel anestezi altında yapılan bir işlemdir. Testis açılarak, sperm kanalları gözlemlenir ve genişlemiş dolgun sperm kanalları görüntülenerek içerisinden sperm elde edilmeye çalışılır. Bu yöntem ile altta yatan neden bağlı olarak azospermik hastaların %40-60’ın sperm elde edilebilmektedir.Ameliyat sperm bulana kadar yaklaşık 2 saat kadar devam eder. Genital bölgeye dayalı bir ameliyat olduğu için ameliyat sonrası kişi de kanama riski, enfeksiyon riski gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Bu gibi durumlara yönelik doktor önerilerine uyulması.Erkeklerde kısırlık hakkında sık sorulan sorular Erkeklerde Kısırlığa Neden Olan Hastalıklar Nelerdir?Ergenlik öncesi geçirilmiş kabakulak infertilite yani kısırlık bakımından genellikle herhangi bir sıkıntı oluşturmaz. Ergenlik sonrasında geçirilmiş kabakulak eğer erken tanı konulup, önlem alınırsa yine sorun oluşturmayabilir. Ergenlik sonrası geçirilen ve testisleri tutan enfeksiyon ciddi sorunlara neden olabilir. Burada kabakulak aşısının yaptırılması son derece önemlidir. Suçiçeği ateşli hastalıklar grubunda değerlendirilir. Özellikle, yine ergenlik sonrasında geçirilen yüksek ateşli enfeksiyonlar kısırlık nedeni olabilirler. Suçiçeği, kızamık, kızamıkçık gibi yüksek ateşli enfeksiyonlar testiste değişik derecede sperm yapı bozukluğuna neden olabilir ve sperm kalitesini bozabilir.Çocukluk Çağı Kanserleri ve KısırlıkÇocukluk çağında sık görülen lenfoma ve lösemi gibi kanserlerin tedavisinde kullanılan kemoterapi ilaçları ileri yaşlarda sperm elde edilmesinde ciddi sorunlara neden olmaktadır. Yetişkinlerde kemoterapi tedavisi öncesi sperm dondurmak mümkünken çocukluk döneminde bu önlemin alınması mümkün değildir. Çünkü, ergenlik öncesi testis dokusunda sadece erken evre sperm hücreleri vardır. Olgun dölleyebilir sperm hücresi gelişimi ergenlik ile tamamlanmaktadır. Yine aynı nedenle, çocuklarda henüz olgun sperm hücresi oluşmadığı için testis dokusunun alınıp saklanması ve ileride sperm elde etmek üzere dondurulması da mümkün değildir.Radyoterapi tedavisinde de alınan doz ve süreyle orantılı olarak kısırlık görülebilmektedir. Diğer kanser türlerinde ise tedaviden 2-5 yıl sonra sperm üretimi tekrar başlayabilmektedir. Üreme çağındaki yetişkin kanser hastalarında kanser cerrahisi ve tedavisi öncesinde mutlaka sperm dondurmanın önerilmesi gereklidir.Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar ve KısırlıkTedavi edilmeyen cinsel yolla bulaşan hastalıklar zamanla kısırlık nedeni olabilmektedir. Özellikle bel soğukluğu tedavi edilmezse, sperm kanallarında tıkanıklığa neden olarak tıkayıcı tipte azospermiye yol açabilmektedir. Ayrıca cinsel yolla bulaşan hastalıklar sperm kanallarında devamlı iltihap hücrelerinin bulunmasına ve böylece spermler üzerinde toksik maddelerin oluşmasına neden olarak sperm kalitesinin bozulmasına ve sperm DNA hasarının artmasına neden olmaktadırlar.Cinsel Fonksiyon Bozuklukları Kısırlığa Neden Olur Mu?Cinsel fonksiyon bozuklukları da kısırlık sebebidir. Çünkü başarılı bir cinsel birliktelik yok ise bu durumda başarılı bir işlem gerçekleşmeyecektir. Dolayısı ile ilişkiye giremeyen bir erkeğin çocuk sahibi olması ve üremesi beklenemez. Bu amaçla kullanılan ilaçların sperm fonksiyonu üzerine olan etkileri hakkında farklı görüşler vardır. Bu nedenle sperm sayısı sınırda olan kişilerde ilaç kullanılmadan önce doktor önerisi alınmalıdır.Obezitenin Infertilite İle BağlantısıObezite ile kısırlık arasında direk bir ilişki olmasa da dolaylı yollardan etkileşim mümkündür. Hormonal dengeyi bozan obezite sperm yapımını etkileyebilir. Ayrıca, aşırı obez kişilerde testis ısısının ve testis kanlanmasının bozulması sperm parametrelerinde bozulmaya neden olabilir.Kısırlığın Beslenme İle İlişkisiSigara ve alkol sperm üzerine toksik etki yaratmaktadır. Alkol hormonal dengeyi bozarken sigara da sperm DNA hasarına neden olmaktadır.Bunların dışında bazı antioksidan içeren gıdaların sperm kalitesini arttırdığına yönelik çeşitli çalışmalar bulunmaktadır. Keçiboynuzu, fındık, fıstık, leblebi, arı sütü gibi gıdaların tüketimi önerilmektedir. Ancak, bunlar bilimsel dayanağı olan çalışmalar değildir. Sperm yapımında C ve E vitamini önemli bir rol oynar. C vitamini spermin fonksiyonel yapısı için de önemlidir.İlaç Kullanımı Kısırlığa Neden Olur Mu?Günlük hayatta kullanılan ilaçların kısırlık üzerinde çok fazla bir etkisi yoktur. Fakat; böbrek nakli sonrasında kullanılan ilaçlar, kemoterapi ilaçları, epilepsi ve romatizma tedavisinde kullanılan ilaçların bazıları kısırlığa sebep olabilir. Bunun dışında özellik gerektiren her türlü tedavi öncesinde (örneğin radyoaktif iyod, hepatit tedavisi vb) üreme çağındaki erkeğin durumunu doktoru ile değerlendirmesi uygundur.Erkeklerde Kısırlığa Neden Olabilecek Meslekler Nelerdir?Birçok kimyasal malzeme (böcek ilaçları, tarım sanayisinde kullanılan ilaçlar, matbaa sanayi, akü ve pil sanayisinde kullanılan malzemeler) sperm üretimi üzerinde etki göstermektedir. Bu alanlarda çalışan kişilerde kısırlık meydana gelebilir. Demir çelik üretim sektörü, fırın, hamam gibi sıcak ortamlarda çalışmak zorunda olan kişiler riskli gruptadır. Sık sıcak suyla duş alma, sauna veya hamama çok gitmek gibi kişisel alışkanlıklar da kısırlık nedeni olabilir. Öğretmen, kuaför gibi ayakta kalmayı gerektirecek meslekler varikosel gelişimine neden olabileceği için bu hastalık açısından risk oluşturabilir. Sürekli dar pantolon giymek ile kısırlık arasında direk bir ilişki kurmak zor olsa da testis kanlanması ve ısısının bozulması mümkündür.Kısırlık Muayenesinde Nelere Dikkat edilir?Muayenede tam bir sistemik muayene olarak yapılmalıdır. Hastanın genel görüntüsü dahi altta yatan hastalık hakkında önemli bilgiler verebilir. Alın saç çizgisinin olmaması, erkeklere ait alın girintisinin izlenmemesi, yüz kıllarının çok az veya hiç olmaması hormonal nedenleri düşündürmektedir.Muayene bu bulgulara ilave olarak;•Göğüslerde büyüme olup olmadığı (Jinekomasti)•Göğüsler, koltuk altı, cinsel organlar ve bacak kıllarının durumu•Penis ve testislerin görüntüsü•Testislerin torbada olup olmaması•Varikosel varlığı•Sperm kanallarının varlığı yokluğunu•Obezite varlığı da değerlendirilmelidir.Semen Analiz Sonuçları Olumsuzsa Hangi Yollar İzlenir?Semen analizi ve öyküdeki bulgulara göre hormon tetkikleri yapılabilir. Eğer azospermi denilen durum varsa yani menide hiç sperm yoksa bu durumda genetik incelemelerin de yapılması gerekir. Bunlar esas olarak periferik kromozom ve Y kromozomu incelenmesidir. Ancak, tıkayıcı tipte azoospermiden şüphe ediliyorsa sperm kanallarını değerlendirmek için transrektal ultrasonografi ve bazı özel genetik testler yapılmalıdır.Tanı aşamasında yapılan testlerdir. Erkek üreme sistemi işleyişi ile ilişkili olan ve sperm yapımında rol oynayan hormonların (FSH, LH ve total testosteron) temel olarak bakılması gereken hormonlardır. Bunların dışında kişideki fiziki muayene ve öyküdeki bulgulara göre prolaktin, östrojen, tiroid hormonlarına da bakılabilir. Tıkayıcı olmayan azoospermi durumlarında İnhibin B düzeyi de ölçülebilir.Sperm Şekil Bozukluğu Nedir?Sperm; baş, orta bölge ve kuyruk olmak üzere 3 ana bölümden oluşur. Sperm şekil bozukluğu; baş, boyun, kuyruk yapısında normalde olması gerekenin dışındaki farklıları ifade eder. Günümüzde meni örneği değerlendirmesinde boyalı preparat üzerinde değerlendirme yapılır. Dünya sağlık örgütüne göre normal morfolojideki spermin %4’ün üzerinde olması gerekir.Sperm Hareket Bozukluğu Nedir?Spermin şekil bozukluğunun sonucunda ortaya çıkan hareket bozukluğudur. Hareketi sağlayan spermin kuyruğu olduğu için kuyruktaki yapısal bozukluk hareketi etkilemektedir. Ayrıca spermin orta bölgesi enerji üreten mitokondriyi içerir. Yine orta bölge bozuklukları da hareket bozukluğuna neden olmaktadır. Normal bir semen analizinde hareketli sperm oranı %32 ve üzerinde olmalıdır.Şekil Bozukluğu Olan Bir Spermden Doğan Çocukta Sorun Olur Mu?Sperm şekil bozukluğu sperm DNA hasarı neticesinde meydana gelmekte veya sperm gelişimi sağlayan genlerdeki defekt sonucu oluşmaktadır. Hasarlı bir spermin sonuca ulaşarak bir dölleme yapması mümkün değildir.Kimlere DNA Hasarı Testi Yapılmalıdır?Şiddetli morfolojik bozukluğu olan ve daha önce tekrarlayan başarısız yardımcı üreme yöntemi uygulaması olan çiftlere DNA hasarı testi uygulanır.DNA Hasarı Testi Nasıl Yapılır?DNA hasarı testi için menideki sperm kullanılarak hasarlı sperm yüzdesi hesaplanmaktadır. . 4-5 günlük cinsel perhiz sonrası alınan sperm incelemesi sonucunda değerlendirip hasarlı DNA’ya sahip sperm oranı sayılmaktadır. Bu testin yapılması için belirli bir sayının üzerinde sperm hücresi bulunması gerekir %15’in altında hasar normal kabul edilir. %16-30 arası ara değerlerdir. %30’un üzeri ise şiddetli DNA hasarı olarak kabul edilmektedir.DNA Hasarı Olmasına Rağmen Gebe Kalınabilir Mi?DNA hasarı yüksek olan çiftlerde aşılama ve standart tüp bebek yöntemi (IVF) yerine mikroenjeksiyon yöntemi (ICSI/IMSI) ile normal morfolojide sperm seçimi yapılarak yardımcı üreme yöntemi uygulanması önerilmektedir. Ayrıca, bazı olgularda meni spermi yerine testisten sperm alınması da tercih edilen bir yöntemdir. Bu uygulama ile gebelik ve canlı doğum oranları daha yüksek izlenmektedir.DNA Hasarı Tedavi Edilebilir Mi?İlaçla tedavide yaygın olarak antioksidan ajanlar, E ve C vitamini kullanılmaktadır. Ancak, bilimsel kanıtlar henüz yeterli değildir. Varikosel, sperm DNA hasarını artıran bir diğer nedendir ve uygun vakalarda operasyon önerilir. Sigara, kimyasal toksik ajanlardan uzak durma gibi konservatif yaklaşımlar da öneriler arasında yer almaktadır.Erkek Kısırlığının DereceleriSemen analizi bulgularına göre bir takım tanılar konulabilir. Sperm sayısının azalması “oligozoospremi”, hareket bozukluğu “astenozoospermi” olarak adlandırılır. Sperm sayısının 5 milyon altında olması ‘’şiddetli oligozoospermi’’, meni de hiç sperm bulunmaması ‘’azospermi’’ olarak adlandırılır. Azosperminin iki formu vardır.•Testiste sperm yapım yokluğuna bağlı azospermi•Sperm kanallarındaki tıkanıklığa bağlı azospermiTıkayıcı Olan Azospermi Durumlarında Hangi Yöntemler Kullanılır?Tıkayıcı tipteki hastalarda sperm üretimi vardır. Ancak, sperm kanallarındaki sorun nedeniyle spermler dışarıya çıkamamaktadır. Bu durumlarda aspirasyon denilen yöntemler kullanılmaktadır. Kesi gerektirmeden özellikle PESA ve TESA denilen yöntemlerde sperm kanalları ve testisten aspirasyon yöntemi ile sperm elde edilmektedir. MESA olarak adlandırılan uygulama ise aynı işlemin ameliyat mikroskopu altında cerrahi olarak yapılmasıdır. Bu yöntemlerin hepsinde tıkayıcı tipteki azoospermi olgularında sperm elde etme olasılığı %100’dür.Günümüzde bu üç yöntemde sadece TESA kullanılmaktadırKök Hücre Tedavisiyle Kısırlık Tedavi Edilebilir Mi?Kök hücre tedavisi ile ilgili çalışmalar deneysel olarak devam etmektedir. Bu konuda laboratuvar düzeyinde olumlu sonuçlar olsa da klinik olarak bir ilerleme bulunmamaktadır.İnfertilite Cinsel Yaşamı Etkiler Mi?Erkeklerde ve kadınlarda kısırlık belirtileri gösteren çiftlerde cinsel fonksiyon bozuklukları görülebilmektedir. Cinsel hayatın çocuk sahibi olmaya endekslenmesi bir süre sonra psikolojik sorunlara yol açabilmektedir. Bu tarz hastalarda özellikle erken boşalma sorunu en sık yaşanan cinsel fonksiyon bozukluğu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Erkeklerde Kısırlık (İnfertilite) Nedir?Düzenli ve korunmasız en az bir yıl süreli cinsel ilişkiye rağmen çocuk sahibi olamama durumu İnfertilite yani kısırlık olarak tanımlanır. Bir yıl olarak belirlenen bu süre yaşam şartlarındaki değişiklikler, çalışma koşulları gibi farklı etkenler dikkate alınarak 2 yıl olarak da kabul edilebilir.Erkeklerde Kısırlık Belirtileri Nelerdir?Kısırlığın özel bir belirtisi bulunmamaktadır. Düzenli korunmasız cinsel ilişkiye rağmen 1 ya da 2 yıllık süre içerisinde çocuk sahibi olamama durumu kısırlık (infertilite) belirtisi olarak kabul edilir. Ancak erkekte kısırlığa neden olabilecek altta yatan hastalığa bağlı olarak bir takım ek belirtiler ortaya çıkabilir. Bu belirtiler direkt olarak testislerde değil ise hastanın bunları kısırlık ile ilişkilendirmesi çok olası değildir. Ancak, testislerde olan ağrı, şişme; peniste akıntı gibi bulgular da kısırlık belirtisi olabileceği için hasta için uyarıcı olabilir. Erkeklerde kısırlık belirtileri şu şekilde sıralanabilir: Erkeklerde Kısırlık Nedenleri Nelerdir?Kısırlık nedenlerinin üçte biri erkeğe, üçte biri kadına geri kalan üçte biri ise hem erkeğe hem de kadına ait nedenlerdir. Dolayısıyla nerdeyse %50’ - %60 oranında erkeğe ait faktörler rol oynamaktadır.Erkek üreme sistemi esasında beynin alt bölgesinde yer hipotalamus bölgesinden başlar; yine kafa içinde beynin alt tarafındaki hipofiz bezi ile devam eder ve testislerde sonlanır. Bu bölgelerin yani üreme sisteminin anatomik lokalizasyonuna göre bölümlere ayrılarak kısırlık nedenleri değerlendirilir:Anatomik olarak testis öncesi nedenler genelde hipotalamus ve hipofizi etkileyerek karşımıza çıkar ve genelde endokrin/hormonal bozukluklara bağlı olarak gelişirler. Bunun yanında özellikle hipofizin infiltratif hastalıkları, tümörleri, kanlanma bozuklukları, radyoterapi/cerrahi sonrası hipofiz fonksiyon bozuklukları, cerrahi girişimler, bazı genetik hastalıklar neticesinde de testis öncesi nedeler ortaya çıkar. Bu durumlar hemen daima hormonal bozukluk şeklindedir.Testis fonksiyonunu etkileyen ve testiste sperm yapımını bozan her türlü durum kısırlık nedenidir: Testis enfeksiyonları, testis travmaları, testise yönelik cerrahi girişimler, inmemiş testis, testise toksik maddeye maruz kalma (radyoterapi/kemoterapi/kurşun-akü-civa sanayii çalışanları vb.), yüksek ısı, böcek ilaçları, kimyasal maddeler; genetik bozukluklar, testosteron salınımında yetersizlik,Testiste oluşan spermin erkek genital sisteminden dışarı atılmasını engelleyen her türlü durum testis sonrası kısırlık nedeni olarak kabul edilir: Sperm hareket bozukluğu; sperm kanallarının yokluğu, ameliyat veya cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar sonucu sperm kanallarının bağlanması/zedelenmesi sonucu bütünlüğün bozulması; cinsel fonksiyon bozukluğu ve peniste şekil bozukluğuna bağlı ilişkiye girememe; prostat ameliyatı ve/veya ilaç kullanımına bağlı ya da başka nedenler meni yokluğu vb nedenler kısırlık nedenidir.Erkeklerde Kısırlık Tanısı Nasıl Konur?Çocuk sahibi olamayarak kliniklere başvuran kişilerin öncelikle detaylı bir öyküsünün alınmasa gerekir. Fiziki muayenenin yapılmasından sonra erkek açısından yapılacak ilk şey semen analizidir. Kısırlık konusunda kadının değerlendirilmesi zor ve zahmetli olduğu için çiftlerden önce erkeğin değerlendirilmesi daha hızlı ilerlenmesi konusunda yardımcı olmaktadır. 3-5 günlük cinsel perhizin ardından önce erkeğin semen analizinin yapılması uygun tedavi yönteminin seçimi ve sonuca daha hızlı ulaşmak bakımından önemlidir.Erkek Kısırlığı TedavisiTedavi süreci kişinin infertilite nedenine ve menide sperm olup olmamasına göre değişmektedir. Eğer altta yatan ve tedavi edilebilir bir durum varsa öncelikle bu düzeltilmelidir.Erkeklerde kısırlık yani infertilite sorununda şu tedaviler uygulanabilir;Kısırlık ilaç tedavisiKısırlık iğne tedavisiKısırlık aşılama yöntemiYardımcı üreme teknikleri: Yardımcı üreme tekniklerinde halk arasında tüp bebek olarak bilinen In-Vitro Fertilizasyon ( IVF), Intrasitoplazmik Sperm İnjeksiyonu (ICSI), Yüksek Mikroskobik Büyütmeyle Seçilmiş Sperm Mikroenjeksiyon (IMSI), kısırlık (infertilite) Ameliyatı Olarak Bilinen Mikro TESE yöntemleri uygulanabilmektedir.Erkek Kısırlığının İlaç Tedavisiİlaç tedavisinin tek kullanılabileceği durum esas olarak hormonal bozukluklarıdır. Sperm yapımını kontrol eden hormonların azaldığı durumlarda, bu hormonlar yerine konulduğunda sperm yapımı rahatlıkla sağlanabilir. Hipogonadotropik hipogonadizm adı verilen bu tabloda iki yıla kadar uzayabilen bir ilaç tedavisi sorası menide sperm elde edilebilmekte ve normal yolla veya tüp bebek tedavisi ile çiftler çocuk sahibi olabilmektedirlerErkek Kısırlığının İğne TedavisiHormonal bozukluğu olan kişilerde eksik olan hormonların yerine koyma tedavisidir. İlaçla tedavi edilebilecek hasta gruplarına uygulanan bir yöntemdir. Bu hastalarda ilaç tedavisi ile rahatlıkla sorun ortadan kaldırılabilir. Tedavi süreci 1-2 yıl sürebildiğinden bu hastaların sabırlı olmaları gerekmektedir.Erkek Kısırlığının Aşılama TedavisiMenideki sperm sayısı 10 milyonun üzerindeyse ve morfolojik olarak şiddetli bir sperm defekti yoksa aşılma yöntemi uygulanabilir. Erkekten alınan sperm yıkanarak ölü hücreler ve toksik atıklar ortamdan uzaklaştırılır. Hareketli, kaliteli sperm oranı arttırılır ve bu sperm kadının rahim ağzından içeriye özel kateter vasıtasıyla verilir. Spermler kendileri hareket ederek yumurtaya ulaşırlar. Bu yöntemin uygulanabilmesi için;Morfolojik olarak normal, hareketli spermin olmasıKadında herhangi bir tıkanıklık faktörünün olmamasıKadında yumurtalamanın ve yumurta kalitesinin normal olması gereklidir.Sadece sınırda sorunu olan olgular için önerilen bir yöntemdir. En kolay yöntemdir fakat başarı ihtimali düşüktür. Gebelik başarı şansı %10-15 arası değişmektedir.Erkek Kısırlığının Yardımcı Üreme Teknikleriyle TedavisiIn-Vitro Fertilizasyon ( IVF):Halk arasında klasik tüp bebek olarak adlandırılan yöntemdir. Aşılamadan farklı olarak; kadından alınan yumurta, erkekten alınan ve yıkanma sonrası ölü ve atık hücrelerden temizlenen sperm ile bir tüp içerisinde birleştirilmektedir. Bu sefer sperm yumurtaya daha yakın bir mesafeden ulaşmaktadır. Ancak, sperm yine kendi hareketi ile yumurtaya ulaşmakta ve kendi kapasitesi ile dölleme işlemi olmaktadır.Intrasitoplazmik Sperm İnjeksiyonu (ICSI): Mikroenjeksiyon olarak adlandırılan bu yöntemde erkekten alınan spermler mikroskop altında incelenerek, mümkün olan en normal şekildeki spermler seçilir. Sonrasında bu spermler, mikroskop altında kadından alınan yumurtaya tek tek yerleştirilmektedir. Son 25 yıldır erkek infertilitesinde genelde uygulanan yöntem budur.Yüksek Mikroskobik Büyütmeyle Seçilmiş Sperm Mikroenjeksiyon (IMSI):Klasik tüp bebek tedavisinde spermler mikroskopta yaklaşık 400 kat büyütülerek seçilirken, IMSI denilen yöntemde özel mikroskoplarda spermler 7200 kat büyütülerek daha ayrıntılı incelenerek seçilebilmektedir. Bu yolla özellikle spermin baş yapısında daha küçük büyütmelerde gözden kaçabilecek yapısal anormallikler tespit edilebilmekte ve yapısal ve genetik olarak daha sağlıklı spermlerin seçilmesi sağlanmaktadır. IMSI yöntemi;Ciddi sperm problemi olan ve beraberinde sınırlı sayıda yumurtası elde edilebilen hastalardaDaha önce tekrarlayan tüp bebek başarısızlığı yaşamış çiftlerdeÖzellikle sperme bağlı bir problem tespit edildiğinde tedavideki şansı ve başarıyı arttırabilmek için kullanılabilecek önemli bir araçtır.Kısırlık (infertilite) Ameliyatı Olarak Bilinen Mikro TESE TedavisiMikro TESE, ejakülatında yani menide hiç sperm hücresi bulunmayan (tıkayıcı olamayan azospermi) hastaların, mikroskobik operasyon ile testislerinden alınan dokudan sperm elde edilmesidir. Mikro TESE işlemi genel anestezi altında yapılan bir işlemdir. Testis açılarak, sperm kanalları gözlemlenir ve genişlemiş dolgun sperm kanalları görüntülenerek içerisinden sperm elde edilmeye çalışılır. Bu yöntem ile altta yatan neden bağlı olarak azospermik hastaların %40-60’ın sperm elde edilebilmektedir.Ameliyat sperm bulana kadar yaklaşık 2 saat kadar devam eder. Genital bölgeye dayalı bir ameliyat olduğu için ameliyat sonrası kişi de kanama riski, enfeksiyon riski gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Bu gibi durumlara yönelik doktor önerilerine uyulması.Erkeklerde kısırlık hakkında sık sorulan sorular Erkeklerde Kısırlığa Neden Olan Hastalıklar Nelerdir?Ergenlik öncesi geçirilmiş kabakulak infertilite yani kısırlık bakımından genellikle herhangi bir sıkıntı oluşturmaz. Ergenlik sonrasında geçirilmiş kabakulak eğer erken tanı konulup, önlem alınırsa yine sorun oluşturmayabilir. Ergenlik sonrası geçirilen ve testisleri tutan enfeksiyon ciddi sorunlara neden olabilir. Burada kabakulak aşısının yaptırılması son derece önemlidir. Suçiçeği ateşli hastalıklar grubunda değerlendirilir. Özellikle, yine ergenlik sonrasında geçirilen yüksek ateşli enfeksiyonlar kısırlık nedeni olabilirler. Suçiçeği, kızamık, kızamıkçık gibi yüksek ateşli enfeksiyonlar testiste değişik derecede sperm yapı bozukluğuna neden olabilir ve sperm kalitesini bozabilir.Çocukluk Çağı Kanserleri ve KısırlıkÇocukluk çağında sık görülen lenfoma ve lösemi gibi kanserlerin tedavisinde kullanılan kemoterapi ilaçları ileri yaşlarda sperm elde edilmesinde ciddi sorunlara neden olmaktadır. Yetişkinlerde kemoterapi tedavisi öncesi sperm dondurmak mümkünken çocukluk döneminde bu önlemin alınması mümkün değildir. Çünkü, ergenlik öncesi testis dokusunda sadece erken evre sperm hücreleri vardır. Olgun dölleyebilir sperm hücresi gelişimi ergenlik ile tamamlanmaktadır. Yine aynı nedenle, çocuklarda henüz olgun sperm hücresi oluşmadığı için testis dokusunun alınıp saklanması ve ileride sperm elde etmek üzere dondurulması da mümkün değildir.Radyoterapi tedavisinde de alınan doz ve süreyle orantılı olarak kısırlık görülebilmektedir. Diğer kanser türlerinde ise tedaviden 2-5 yıl sonra sperm üretimi tekrar başlayabilmektedir. Üreme çağındaki yetişkin kanser hastalarında kanser cerrahisi ve tedavisi öncesinde mutlaka sperm dondurmanın önerilmesi gereklidir.Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar ve KısırlıkTedavi edilmeyen cinsel yolla bulaşan hastalıklar zamanla kısırlık nedeni olabilmektedir. Özellikle bel soğukluğu tedavi edilmezse, sperm kanallarında tıkanıklığa neden olarak tıkayıcı tipte azospermiye yol açabilmektedir. Ayrıca cinsel yolla bulaşan hastalıklar sperm kanallarında devamlı iltihap hücrelerinin bulunmasına ve böylece spermler üzerinde toksik maddelerin oluşmasına neden olarak sperm kalitesinin bozulmasına ve sperm DNA hasarının artmasına neden olmaktadırlar.Cinsel Fonksiyon Bozuklukları Kısırlığa Neden Olur Mu?Cinsel fonksiyon bozuklukları da kısırlık sebebidir. Çünkü başarılı bir cinsel birliktelik yok ise bu durumda başarılı bir işlem gerçekleşmeyecektir. Dolayısı ile ilişkiye giremeyen bir erkeğin çocuk sahibi olması ve üremesi beklenemez. Bu amaçla kullanılan ilaçların sperm fonksiyonu üzerine olan etkileri hakkında farklı görüşler vardır. Bu nedenle sperm sayısı sınırda olan kişilerde ilaç kullanılmadan önce doktor önerisi alınmalıdır.Obezitenin Infertilite İle BağlantısıObezite ile kısırlık arasında direk bir ilişki olmasa da dolaylı yollardan etkileşim mümkündür. Hormonal dengeyi bozan obezite sperm yapımını etkileyebilir. Ayrıca, aşırı obez kişilerde testis ısısının ve testis kanlanmasının bozulması sperm parametrelerinde bozulmaya neden olabilir.Kısırlığın Beslenme İle İlişkisiSigara ve alkol sperm üzerine toksik etki yaratmaktadır. Alkol hormonal dengeyi bozarken sigara da sperm DNA hasarına neden olmaktadır.Bunların dışında bazı antioksidan içeren gıdaların sperm kalitesini arttırdığına yönelik çeşitli çalışmalar bulunmaktadır. Keçiboynuzu, fındık, fıstık, leblebi, arı sütü gibi gıdaların tüketimi önerilmektedir. Ancak, bunlar bilimsel dayanağı olan çalışmalar değildir. Sperm yapımında C ve E vitamini önemli bir rol oynar. C vitamini spermin fonksiyonel yapısı için de önemlidir.İlaç Kullanımı Kısırlığa Neden Olur Mu?Günlük hayatta kullanılan ilaçların kısırlık üzerinde çok fazla bir etkisi yoktur. Fakat; böbrek nakli sonrasında kullanılan ilaçlar, kemoterapi ilaçları, epilepsi ve romatizma tedavisinde kullanılan ilaçların bazıları kısırlığa sebep olabilir. Bunun dışında özellik gerektiren her türlü tedavi öncesinde (örneğin radyoaktif iyod, hepatit tedavisi vb) üreme çağındaki erkeğin durumunu doktoru ile değerlendirmesi uygundur.Erkeklerde Kısırlığa Neden Olabilecek Meslekler Nelerdir?Birçok kimyasal malzeme (böcek ilaçları, tarım sanayisinde kullanılan ilaçlar, matbaa sanayi, akü ve pil sanayisinde kullanılan malzemeler) sperm üretimi üzerinde etki göstermektedir. Bu alanlarda çalışan kişilerde kısırlık meydana gelebilir. Demir çelik üretim sektörü, fırın, hamam gibi sıcak ortamlarda çalışmak zorunda olan kişiler riskli gruptadır. Sık sıcak suyla duş alma, sauna veya hamama çok gitmek gibi kişisel alışkanlıklar da kısırlık nedeni olabilir. Öğretmen, kuaför gibi ayakta kalmayı gerektirecek meslekler varikosel gelişimine neden olabileceği için bu hastalık açısından risk oluşturabilir. Sürekli dar pantolon giymek ile kısırlık arasında direk bir ilişki kurmak zor olsa da testis kanlanması ve ısısının bozulması mümkündür.Kısırlık Muayenesinde Nelere Dikkat edilir?Muayenede tam bir sistemik muayene olarak yapılmalıdır. Hastanın genel görüntüsü dahi altta yatan hastalık hakkında önemli bilgiler verebilir. Alın saç çizgisinin olmaması, erkeklere ait alın girintisinin izlenmemesi, yüz kıllarının çok az veya hiç olmaması hormonal nedenleri düşündürmektedir.Muayene bu bulgulara ilave olarak;•Göğüslerde büyüme olup olmadığı (Jinekomasti)•Göğüsler, koltuk altı, cinsel organlar ve bacak kıllarının durumu•Penis ve testislerin görüntüsü•Testislerin torbada olup olmaması•Varikosel varlığı•Sperm kanallarının varlığı yokluğunu•Obezite varlığı da değerlendirilmelidir.Semen Analiz Sonuçları Olumsuzsa Hangi Yollar İzlenir?Semen analizi ve öyküdeki bulgulara göre hormon tetkikleri yapılabilir. Eğer azospermi denilen durum varsa yani menide hiç sperm yoksa bu durumda genetik incelemelerin de yapılması gerekir. Bunlar esas olarak periferik kromozom ve Y kromozomu incelenmesidir. Ancak, tıkayıcı tipte azoospermiden şüphe ediliyorsa sperm kanallarını değerlendirmek için transrektal ultrasonografi ve bazı özel genetik testler yapılmalıdır.Tanı aşamasında yapılan testlerdir. Erkek üreme sistemi işleyişi ile ilişkili olan ve sperm yapımında rol oynayan hormonların (FSH, LH ve total testosteron) temel olarak bakılması gereken hormonlardır. Bunların dışında kişideki fiziki muayene ve öyküdeki bulgulara göre prolaktin, östrojen, tiroid hormonlarına da bakılabilir. Tıkayıcı olmayan azoospermi durumlarında İnhibin B düzeyi de ölçülebilir.Sperm Şekil Bozukluğu Nedir?Sperm; baş, orta bölge ve kuyruk olmak üzere 3 ana bölümden oluşur. Sperm şekil bozukluğu; baş, boyun, kuyruk yapısında normalde olması gerekenin dışındaki farklıları ifade eder. Günümüzde meni örneği değerlendirmesinde boyalı preparat üzerinde değerlendirme yapılır. Dünya sağlık örgütüne göre normal morfolojideki spermin %4’ün üzerinde olması gerekir.Sperm Hareket Bozukluğu Nedir?Spermin şekil bozukluğunun sonucunda ortaya çıkan hareket bozukluğudur. Hareketi sağlayan spermin kuyruğu olduğu için kuyruktaki yapısal bozukluk hareketi etkilemektedir. Ayrıca spermin orta bölgesi enerji üreten mitokondriyi içerir. Yine orta bölge bozuklukları da hareket bozukluğuna neden olmaktadır. Normal bir semen analizinde hareketli sperm oranı %32 ve üzerinde olmalıdır.Şekil Bozukluğu Olan Bir Spermden Doğan Çocukta Sorun Olur Mu?Sperm şekil bozukluğu sperm DNA hasarı neticesinde meydana gelmekte veya sperm gelişimi sağlayan genlerdeki defekt sonucu oluşmaktadır. Hasarlı bir spermin sonuca ulaşarak bir dölleme yapması mümkün değildir.Kimlere DNA Hasarı Testi Yapılmalıdır?Şiddetli morfolojik bozukluğu olan ve daha önce tekrarlayan başarısız yardımcı üreme yöntemi uygulaması olan çiftlere DNA hasarı testi uygulanır.DNA Hasarı Testi Nasıl Yapılır?DNA hasarı testi için menideki sperm kullanılarak hasarlı sperm yüzdesi hesaplanmaktadır. . 4-5 günlük cinsel perhiz sonrası alınan sperm incelemesi sonucunda değerlendirip hasarlı DNA’ya sahip sperm oranı sayılmaktadır. Bu testin yapılması için belirli bir sayının üzerinde sperm hücresi bulunması gerekir %15’in altında hasar normal kabul edilir. %16-30 arası ara değerlerdir. %30’un üzeri ise şiddetli DNA hasarı olarak kabul edilmektedir.DNA Hasarı Olmasına Rağmen Gebe Kalınabilir Mi?DNA hasarı yüksek olan çiftlerde aşılama ve standart tüp bebek yöntemi (IVF) yerine mikroenjeksiyon yöntemi (ICSI/IMSI) ile normal morfolojide sperm seçimi yapılarak yardımcı üreme yöntemi uygulanması önerilmektedir. Ayrıca, bazı olgularda meni spermi yerine testisten sperm alınması da tercih edilen bir yöntemdir. Bu uygulama ile gebelik ve canlı doğum oranları daha yüksek izlenmektedir.DNA Hasarı Tedavi Edilebilir Mi?İlaçla tedavide yaygın olarak antioksidan ajanlar, E ve C vitamini kullanılmaktadır. Ancak, bilimsel kanıtlar henüz yeterli değildir. Varikosel, sperm DNA hasarını artıran bir diğer nedendir ve uygun vakalarda operasyon önerilir. Sigara, kimyasal toksik ajanlardan uzak durma gibi konservatif yaklaşımlar da öneriler arasında yer almaktadır.Erkek Kısırlığının DereceleriSemen analizi bulgularına göre bir takım tanılar konulabilir. Sperm sayısının azalması “oligozoospremi”, hareket bozukluğu “astenozoospermi” olarak adlandırılır. Sperm sayısının 5 milyon altında olması ‘’şiddetli oligozoospermi’’, meni de hiç sperm bulunmaması ‘’azospermi’’ olarak adlandırılır. Azosperminin iki formu vardır.•Testiste sperm yapım yokluğuna bağlı azospermi•Sperm kanallarındaki tıkanıklığa bağlı azospermiTıkayıcı Olan Azospermi Durumlarında Hangi Yöntemler Kullanılır?Tıkayıcı tipteki hastalarda sperm üretimi vardır. Ancak, sperm kanallarındaki sorun nedeniyle spermler dışarıya çıkamamaktadır. Bu durumlarda aspirasyon denilen yöntemler kullanılmaktadır. Kesi gerektirmeden özellikle PESA ve TESA denilen yöntemlerde sperm kanalları ve testisten aspirasyon yöntemi ile sperm elde edilmektedir. MESA olarak adlandırılan uygulama ise aynı işlemin ameliyat mikroskopu altında cerrahi olarak yapılmasıdır. Bu yöntemlerin hepsinde tıkayıcı tipteki azoospermi olgularında sperm elde etme olasılığı %100’dür.Günümüzde bu üç yöntemde sadece TESA kullanılmaktadırKök Hücre Tedavisiyle Kısırlık Tedavi Edilebilir Mi?Kök hücre tedavisi ile ilgili çalışmalar deneysel olarak devam etmektedir. Bu konuda laboratuvar düzeyinde olumlu sonuçlar olsa da klinik olarak bir ilerleme bulunmamaktadır.İnfertilite Cinsel Yaşamı Etkiler Mi?Erkeklerde ve kadınlarda kısırlık belirtileri gösteren çiftlerde cinsel fonksiyon bozuklukları görülebilmektedir. Cinsel hayatın çocuk sahibi olmaya endekslenmesi bir süre sonra psikolojik sorunlara yol açabilmektedir. Bu tarz hastalarda özellikle erken boşalma sorunu en sık yaşanan cinsel fonksiyon bozukluğu olarak karşımıza çıkmaktadır. | 14,299 |
316 | Hastalıklar | Epilepsi | Epilepsi, kasılma, istemsiz hareketler ve bilinç kaybı gibi nöbetlerle meydana gelen beyin hastalığıdır. Nöbet anlarında ani ve kısa süreli bilinç değişikliği veya kaybı, istemsiz hareketler veya kasılmalar meydana gelir, bu hareketler kollarda veya bacaklada sallanma şeklinde görülebilir. Epilepsi genellikle ömür boyu sürer fakat nöbet kontrolü doğru şekilde sağlanabildiğinde kişi normal bir hayat sürdürebilir. Epilepsi, kasılma, istemsiz hareketler ve bilinç kaybı gibi nöbetlerle meydana gelen beyin hastalığıdır. Nöbet anlarında ani ve kısa süreli bilinç değişikliği veya kaybı, istemsiz hareketler veya kasılmalar meydana gelir, bu hareketler kollarda veya bacaklada sallanma şeklinde görülebilir. Epilepsi genellikle ömür boyu sürer fakat nöbet kontrolü doğru şekilde sağlanabildiğinde kişi normal bir hayat sürdürebilir.
Epilepsi (Sara Hastalığı) Nedir?Halk arasında sara hastalığı olarak bilinen epilepsi, beyinde bulunan sinir hücrelerinde anormal elektriksel aktivite dalgalanmaları sonucu bilinç kaybı gibi tekrarlayan nöbetlere neden olan beyin rahatsızlığıdır. İki veya daha fazla nöbet geçirilmesi epilepsinin tanısı olarak değerlendirilir. Genetik faktörün de etkili olduğu düşünülen epilepsi anne-babadan çocuklara geçmemektedir. Zira epilepsi (sara hastalığı) kalıtsal bir hastalık değildir. Epilepsi kalıtsal bir hastalık olmamasına rağmen gelişme eğilimi bazı ailelerde daha fazladır. Bununla birlikte epilepsinin oluşumu için bazı dış faktörlerin de bulunması gereklidir.Genellikle ömür boyu sürebilen bir hastalık olan epilepsi, ilaçlar, teknolojik cihaz tedavisi, gerektiğinde ameliyat ve diyet değişiklikleriyle kontrol altına alınabilir. Burada amaç epilepsi nöbetlerini kontrol etmektir.Epilepsi Çeşitleri Nelerdir? Epilepsi krizlerinin değişik çeşitleri vardır. Bunlar basit parsiyel nöbet, jeneralize nöbet ve kompleks parsiyel nöbet olarak sıralanabilir. Epilepsi hastasının ne tür nöbet geçirdiğinin bilinmesi önemlidir. Zira bu durum hastada hangi epilepsi ilacının daha etkili olacağı konusunda yol gösterir. Epilepsi türlerinin farklılığı tutulan beyin bölgeleriyle ilişkilidir. Bir hastada birden fazla nöbet türü görülebilir. Epilepsi nöbetleri şu şekilde sınıflandırılır:Basit Parsiyel NöbetOlağandışı elektriksel aktivite beynin küçük bir alanını etkilediğinde kısmi (fokal) bir nöbet meydana gelir. Nöbet farkındalığı etkilemediğinde, basit kısmi nöbet olarak bilinir. Basit kısmi nöbetler şunlar olabilir:Motor: Vücudun kaslarını etkileyenDuyusal: Duyuları etkileyenOtonom: Otomatik olarak kontrol edilen işlevleri etkilerPsişik: Duyguları veya düşünceleri etkileyenJeneralize (yaygın) NöbetJeneralize nöbetler aynı anda, beynin tüm alanlarında meydana gelen nöbetlerdir. Jeneralize tonik -klonik nöbetler, en sık rastlanan tipini oluşturur. Bu tipte hasta kaskatı kesilir ve olduğu yere düşer. Bununla birlikte kişinin vücudunda kasılıp gevşemeler ve çırpınma hali gelişir. Bu tip nöbetler halk arasında “Sara nöbeti” olarak bilinmektedir.Kompleks Parsiyel NöbetBu tip nöbetlerde bilinç etkilenir ve bilinç bozukluğu oluşur. Bu nöbet beynin bir lobunda ortaya çıkmaktadır. Kafa travması, beyin tümörü veya inme gibi hikayesi olanlarda daha fazla risk altında olsa bile herkeste görülebilir. Epilepsi hastalarında görülen en yaygın nöbet türü olan kompleks parsiyel nöbet geçirenler başkalarına veya çevrelerine tepki vermez ve olay sırasında neler olduğunu hatırlamaz. Bu süreçte hastalar boşluğa boş boş bakabilir veya başka bir şey düşünüyor gibi görünebilir. Bununla birlikte birçok insan otomazitma adı verilen ağlamak, gülmek, inilti, bağırma veya tekrarlayan konuşma gibi hareketleri de gerçekleştirebilmektedir.Epilepsi Neden Olur? Epilepsi vakalarının büyük bir bölümünde kesin neden belirlenemezken, nedeni saptanabilen epileptiklerde ise sinirleri uyaran durumlar, doğumsal anomaliler, doğum travmaları, kafa travması, beyin damar hastalıkları, tümörler, beyin iltihapları ve aşırı alkol tüketme gibi nedenler söz konusudur. Beyin hücreleri aşırı elektriksel aktivitelere bağlı deşarj olur ve beynin elektriksel fonksiyonlarında yaşanan bu durum nedeniyle tekrar eden nöbetlerin yaşandığı epilepsi hastalığı meydana gelir.Epilepsiye sebep olabilen diğer nedenler şunlardır: Demans Yaş Kafaya alınan darbeler ve travmalar Nörolojik sebepler İnme ve diğer damar hastalıkları Beyin tümörü Aşırı alkol ve uyuşturucu kullanımı Down sendromu gibi genetik faktörlerBu tip epilepsiler kriptojenik veya idiyopatik olarak adlandırılır. Epilepsi nöbetleri yaşam boyunca herhangi bir dönemde başlayabilir. Epilepsinin en sık görüldüğü dilim ise; 20 yaşından önce özellikle de ilk üç yaş içinde ve ergenlik çağına yakın zamanlardır.Epilepsi Belirtileri Nelerdir?Epilepside sık karşılaşılan belirtiler nöbet adı verilen kol ve bacakta kontrol edilemeyen sallanma, hareketsiz biçimde boş boş bakınma, ses, görüntü, tat veya koku gibi halüsinasyonlar görme ve bilinç kaybıdır. Epilepsi ataklarında dil ısırma, idrar kaybı, çığlık atma ve aşırı salya üretimi gibi belirtilerde eşlik eder.Nöbet atakları geliştiğini gösteren epilepsi belirtileri şunlardır: Kontrol edilemeyen sarsılma ve titremeler Kol ve bacaklarda karıncalanma Başın ritmik olarak sallanması Vücudun kaskatı kesilmesi Çevrede olanlara tepki verememe Dejavuya kapılmak (daha önce o anı yaşamış gibi hissetmek) Olağandışı koku ve tat halüsinasyonları Ani ve hızlı göz kırpmaları Epilepsi krizlerinde bilinç kaybı, ağızdan köpük gelmesi, diş kenetlemesi, dilin ısırılması da görülür.Epilepsi Nasıl Teşhis Edilir?Epilepsi beynin elektriksel aktivitelerinin dengesiz hale gelmesi ile tekrarlayan nöbetlere neden olan,ani ve senkronize elektrik enerjisi patlamaları nedeniyle kişide bilinç, hareket veya duyuyu kısa süreliğine etkileyen bir hastalıktır. Teknik olarak, bilinen tıbbi bir durumdan kaynaklanmadığı senaryoda (alkolün bırakılması veya kan şekerinin düşmesi gibi) iki veya daha fazla nöbet geçirilmesi epilepsi hastası olunduğunun göstergesi olarak kabul edilir.Teşhis koymadan önce doktor tarafından fizik muayene yapılır ve kesin sebebin belirlenmesi için kan tahlili istenebilir. Ayrıca nöbet sırasında kişinin belirtilerinin öğrenilmesiyle birlikte başka testlerin yapılması da önerilir.Epilepsi teşhisi için başvurulan yöntemler şunlardır:EEG: Beyindeki elektriksel aktiviteyle ilgili sorunları kontrol etmeye yarar.Kan tahlili: Nöbetlere neden olabilecek enfeksiyon belirtileri ve diğer tıbbi problemler kan tahlili aracılığıyla belirlenmeye çalışılır.BT taraması: BT taraması, beynin detaylı resimlerini çıkaran güçlü bir röntgendir.CT taraması: CT taraması; tümör veya enfeksiyon gibi diğer nöbet nedenlerini bulma konusunda fayda sağlar.MR: Beyninizin fotoğraflarını çekmek için güçlü mıknatıslar ve radyo dalgaları kullanır. MR ayrıca beyindeki tümör veya enfeksiyonların varlığını da tespit etmeye çalışır.Epilepsi Tedavisi Nasıl Yapılır?Epilepsi hastalığının tedavisi ilaç ve cerrahi olarak uygulanır. Epilepsi tedavisinde en önemli husus epilepsi nöbetleri durdurmak için seçilen ilaçların düzenli ve dikkatli kullanımıdır. Hekimin verdiği ilaçları düzenli ve dikkatli kullanan her beş hastanın dördünde nöbetler durur.Her anti epileptik ilacın etki mekanizması farklı olduğundan hastanın nöbet tipine uygun olarak ilaç seçilir. Yeterli dozda kullanılan ilaçlar hastalığı yok etmez; ancak epilepsi nöbetlerinin önlenmesine veya sıklığının azaltılmasına yönelik bir etki sağlar.Tedavi bazı hastalar için ömür boyu sürerken çocukluk çağında başlayan bazı nöbetlerde ise tedavinin 15-20 yaşlarına kadar sürdürülmesi yeterli olabilir.Tedaviye genellikle tek bir epilepsi ilacı ile başlanır. Doz yavaş yavaş artırılır. Verilen ilacın yetersiz kaldığı durumlarda ise ikinci bir ilaç tedaviye ekledir veya ilaç değiştirilebilir. Bununla birlikte ilacın yan etkilerini izlemek için belirli aralıklarla hastanın kan tahlilleri incelenir. Epilepsi ilacının en sık görünen yan etkileri şu şekilde sıralanabilir; Uyku etkisi Baş dönmesi DengesizlikEpilepsi bazı tipleri dışında süreklilik arz eden bir hastalıktır. Nitekim bazı hastalar için ilaç tedavisi yaşam boyu gerekli olabilir. Hastanın bir nöroloji uzmanı tarafından düzenli olarak takibi elzemdir.Epilepsi Risk Faktörleri Nelerdir? Aşağıda sıralanan faktörlere sahipseniz epilepsi hastalığı yaşama riskiniz yüksektir:Yaş: Epilepsi başlangıcı en çok çocuklarda ve yaşlı erişkinlerde görülür.Genetik faktör: Ailede epilepsi hastalığı yaşayan varsa, epilepsi görülme riski daha yüksek olabilir.Kafa yaralanmaları: Bazı epilepsi vakalarından kafa yaralanmaları sorumludur.İnme ve diğer damar hastalıkları: İnme ve diğer kan damarı (vasküler) hastalıkları, epilepsiyi tetikleyebilecek beyin hasarına yol açabilir. Alkol alımını sınırlamak, sigaradan kaçınmak, sağlıklı beslenmek, düzenli egzersiz yapmak epilepsiye yakalanma riskinizi azaltabilir.Demans: Demans, yaşlı erişkinlerde epilepsi riskini artıracak faktörlerdendir.Beyin enfeksiyonları: Beyinde veya omurilikte iltihaplanmaya neden olan menenjit gibi enfeksiyonlar epilepsi riskini artırabilir.Çocukluktaki nöbetler: Yüksek ateş nedeniyle nöbet geçiren çocuklarda genellikle epilepsi gelişmez. Bir çocuğun uzun bir nöbet geçirmesi, başka bir sinir sistemi rahatsızlığı veya ailede epilepsi öyküsü varsa epilepsi riskini artırır.Epilepsi Hakkında Sık Sorulan SorularSara hastalığı nedir?Epilepsi halk arasında sara olarak bilinen hastalık, beyindeki nöronların paroksismal arızasından kaynaklanan, nöbetlere neden olan bir rahatsızlıktır.Epilepsi öldürür mü?Özellikle uzun nöbetler, kalıcı beyin hasarına veya ölüme yol açabilen acil tıbbi durumlardır. Nöbetlere sebep olan epilepsi vakalarında doktor kontrolünde epilepsi ilaçları kullanmak büyük önem taşır.Epilepsi nasıl anlaşılır?Epilepside beyinde gerçekleşebilecek olağandışı elektriksel aktiviteyi yakalamak için elektroensefalogram (EEG) testi yapılır. Bu test ile kafa derisine küçük sensörler bağlanarak beyin hücrelerinin birbirlerine mesaj gönderdiğinde üretilen elektrik sinyalleri yakalanıp, anormallik olup olmadığı takip edilir.Epilepsi geçer mi?Epilepsi, anti epileptik ilaçlarla yaşanan nöbetlerin durdurulmasını amaçlayan ve tedavisi olan bir hastalıktır.Stres epilepsiyi etkiler mi? Stres faktörü epilepsi tetikleyicileri ve nedenleri arasında yer almaktadır. Bu sebeple stres epilepsi hastalığını olumsuz yönde etkilemektedir. Epilepsi hastalarının hayatlarındaki stresi kontrol altına almaları çok önemlidir.Epilepsi nöbeti uyurken olur mu? Epilepsi nöbetleri bazı kişilerde uyurken, uykuya dalarken veya uyanırken meydana gelebilir. Gece nöbetleri olarak da adlandırılan uyku nöbetleri genellikle kısa sürer. Gece nöbetleri ani sarsıntı hareketleri, garip duruşlar veya kol ya da bacak hareketleri, yüksek sesle ağlama veya çığlıklar ve uyku sırasında dolaşmayı içerebilir.Epilepsi nöbeti geçirdikten sonra kişi neler hisseder?Epilepsi nöbetleri ağrılı olmayan, birkaç saniye ile birkaç dakika arasında süren nöbetlerdir. Nöbet geçirdikten sonra birkaç saat süre ile yorgun ve kafa karışıklığı içinde olunabilir. Kimi durumlarda kişi nöbet geçirdiğini ya da nöbetten hemen önce olanları anımsayamayabilir.Anksiyete epilepsiye neden olur mu?Stres ve anksiyete aynı zamanda epilepsi tanısı almış kişiler için de tetikleyici bir faktördür .
Epilepsi (Sara Hastalığı) Nedir?Halk arasında sara hastalığı olarak bilinen epilepsi, beyinde bulunan sinir hücrelerinde anormal elektriksel aktivite dalgalanmaları sonucu bilinç kaybı gibi tekrarlayan nöbetlere neden olan beyin rahatsızlığıdır. İki veya daha fazla nöbet geçirilmesi epilepsinin tanısı olarak değerlendirilir. Genetik faktörün de etkili olduğu düşünülen epilepsi anne-babadan çocuklara geçmemektedir. Zira epilepsi (sara hastalığı) kalıtsal bir hastalık değildir. Epilepsi kalıtsal bir hastalık olmamasına rağmen gelişme eğilimi bazı ailelerde daha fazladır. Bununla birlikte epilepsinin oluşumu için bazı dış faktörlerin de bulunması gereklidir.Genellikle ömür boyu sürebilen bir hastalık olan epilepsi, ilaçlar, teknolojik cihaz tedavisi, gerektiğinde ameliyat ve diyet değişiklikleriyle kontrol altına alınabilir. Burada amaç epilepsi nöbetlerini kontrol etmektir.Epilepsi Çeşitleri Nelerdir? Epilepsi krizlerinin değişik çeşitleri vardır. Bunlar basit parsiyel nöbet, jeneralize nöbet ve kompleks parsiyel nöbet olarak sıralanabilir. Epilepsi hastasının ne tür nöbet geçirdiğinin bilinmesi önemlidir. Zira bu durum hastada hangi epilepsi ilacının daha etkili olacağı konusunda yol gösterir. Epilepsi türlerinin farklılığı tutulan beyin bölgeleriyle ilişkilidir. Bir hastada birden fazla nöbet türü görülebilir. Epilepsi nöbetleri şu şekilde sınıflandırılır:Basit Parsiyel NöbetOlağandışı elektriksel aktivite beynin küçük bir alanını etkilediğinde kısmi (fokal) bir nöbet meydana gelir. Nöbet farkındalığı etkilemediğinde, basit kısmi nöbet olarak bilinir. Basit kısmi nöbetler şunlar olabilir:Motor: Vücudun kaslarını etkileyenDuyusal: Duyuları etkileyenOtonom: Otomatik olarak kontrol edilen işlevleri etkilerPsişik: Duyguları veya düşünceleri etkileyenJeneralize (yaygın) NöbetJeneralize nöbetler aynı anda, beynin tüm alanlarında meydana gelen nöbetlerdir. Jeneralize tonik -klonik nöbetler, en sık rastlanan tipini oluşturur. Bu tipte hasta kaskatı kesilir ve olduğu yere düşer. Bununla birlikte kişinin vücudunda kasılıp gevşemeler ve çırpınma hali gelişir. Bu tip nöbetler halk arasında “Sara nöbeti” olarak bilinmektedir.Kompleks Parsiyel NöbetBu tip nöbetlerde bilinç etkilenir ve bilinç bozukluğu oluşur. Bu nöbet beynin bir lobunda ortaya çıkmaktadır. Kafa travması, beyin tümörü veya inme gibi hikayesi olanlarda daha fazla risk altında olsa bile herkeste görülebilir. Epilepsi hastalarında görülen en yaygın nöbet türü olan kompleks parsiyel nöbet geçirenler başkalarına veya çevrelerine tepki vermez ve olay sırasında neler olduğunu hatırlamaz. Bu süreçte hastalar boşluğa boş boş bakabilir veya başka bir şey düşünüyor gibi görünebilir. Bununla birlikte birçok insan otomazitma adı verilen ağlamak, gülmek, inilti, bağırma veya tekrarlayan konuşma gibi hareketleri de gerçekleştirebilmektedir.Epilepsi Neden Olur? Epilepsi vakalarının büyük bir bölümünde kesin neden belirlenemezken, nedeni saptanabilen epileptiklerde ise sinirleri uyaran durumlar, doğumsal anomaliler, doğum travmaları, kafa travması, beyin damar hastalıkları, tümörler, beyin iltihapları ve aşırı alkol tüketme gibi nedenler söz konusudur. Beyin hücreleri aşırı elektriksel aktivitelere bağlı deşarj olur ve beynin elektriksel fonksiyonlarında yaşanan bu durum nedeniyle tekrar eden nöbetlerin yaşandığı epilepsi hastalığı meydana gelir.Epilepsiye sebep olabilen diğer nedenler şunlardır:Bu tip epilepsiler kriptojenik veya idiyopatik olarak adlandırılır. Epilepsi nöbetleri yaşam boyunca herhangi bir dönemde başlayabilir. Epilepsinin en sık görüldüğü dilim ise; 20 yaşından önce özellikle de ilk üç yaş içinde ve ergenlik çağına yakın zamanlardır.Epilepsi Belirtileri Nelerdir?Epilepside sık karşılaşılan belirtiler nöbet adı verilen kol ve bacakta kontrol edilemeyen sallanma, hareketsiz biçimde boş boş bakınma, ses, görüntü, tat veya koku gibi halüsinasyonlar görme ve bilinç kaybıdır. Epilepsi ataklarında dil ısırma, idrar kaybı, çığlık atma ve aşırı salya üretimi gibi belirtilerde eşlik eder.Nöbet atakları geliştiğini gösteren epilepsi belirtileri şunlardır:Epilepsi Nasıl Teşhis Edilir?Epilepsi beynin elektriksel aktivitelerinin dengesiz hale gelmesi ile tekrarlayan nöbetlere neden olan,ani ve senkronize elektrik enerjisi patlamaları nedeniyle kişide bilinç, hareket veya duyuyu kısa süreliğine etkileyen bir hastalıktır. Teknik olarak, bilinen tıbbi bir durumdan kaynaklanmadığı senaryoda (alkolün bırakılması veya kan şekerinin düşmesi gibi) iki veya daha fazla nöbet geçirilmesi epilepsi hastası olunduğunun göstergesi olarak kabul edilir.Teşhis koymadan önce doktor tarafından fizik muayene yapılır ve kesin sebebin belirlenmesi için kan tahlili istenebilir. Ayrıca nöbet sırasında kişinin belirtilerinin öğrenilmesiyle birlikte başka testlerin yapılması da önerilir.Epilepsi teşhisi için başvurulan yöntemler şunlardır:EEG: Beyindeki elektriksel aktiviteyle ilgili sorunları kontrol etmeye yarar.Kan tahlili: Nöbetlere neden olabilecek enfeksiyon belirtileri ve diğer tıbbi problemler kan tahlili aracılığıyla belirlenmeye çalışılır.BT taraması: BT taraması, beynin detaylı resimlerini çıkaran güçlü bir röntgendir.CT taraması: CT taraması; tümör veya enfeksiyon gibi diğer nöbet nedenlerini bulma konusunda fayda sağlar.MR: Beyninizin fotoğraflarını çekmek için güçlü mıknatıslar ve radyo dalgaları kullanır. MR ayrıca beyindeki tümör veya enfeksiyonların varlığını da tespit etmeye çalışır.Epilepsi Tedavisi Nasıl Yapılır?Epilepsi hastalığının tedavisi ilaç ve cerrahi olarak uygulanır. Epilepsi tedavisinde en önemli husus epilepsi nöbetleri durdurmak için seçilen ilaçların düzenli ve dikkatli kullanımıdır. Hekimin verdiği ilaçları düzenli ve dikkatli kullanan her beş hastanın dördünde nöbetler durur.Her anti epileptik ilacın etki mekanizması farklı olduğundan hastanın nöbet tipine uygun olarak ilaç seçilir. Yeterli dozda kullanılan ilaçlar hastalığı yok etmez; ancak epilepsi nöbetlerinin önlenmesine veya sıklığının azaltılmasına yönelik bir etki sağlar.Tedavi bazı hastalar için ömür boyu sürerken çocukluk çağında başlayan bazı nöbetlerde ise tedavinin 15-20 yaşlarına kadar sürdürülmesi yeterli olabilir.Tedaviye genellikle tek bir epilepsi ilacı ile başlanır. Doz yavaş yavaş artırılır. Verilen ilacın yetersiz kaldığı durumlarda ise ikinci bir ilaç tedaviye ekledir veya ilaç değiştirilebilir. Bununla birlikte ilacın yan etkilerini izlemek için belirli aralıklarla hastanın kan tahlilleri incelenir. Epilepsi ilacının en sık görünen yan etkileri şu şekilde sıralanabilir;Epilepsi bazı tipleri dışında süreklilik arz eden bir hastalıktır. Nitekim bazı hastalar için ilaç tedavisi yaşam boyu gerekli olabilir. Hastanın bir nöroloji uzmanı tarafından düzenli olarak takibi elzemdir.Epilepsi Risk Faktörleri Nelerdir? Aşağıda sıralanan faktörlere sahipseniz epilepsi hastalığı yaşama riskiniz yüksektir:Yaş: Epilepsi başlangıcı en çok çocuklarda ve yaşlı erişkinlerde görülür.Genetik faktör: Ailede epilepsi hastalığı yaşayan varsa, epilepsi görülme riski daha yüksek olabilir.Kafa yaralanmaları: Bazı epilepsi vakalarından kafa yaralanmaları sorumludur.İnme ve diğer damar hastalıkları: İnme ve diğer kan damarı (vasküler) hastalıkları, epilepsiyi tetikleyebilecek beyin hasarına yol açabilir. Alkol alımını sınırlamak, sigaradan kaçınmak, sağlıklı beslenmek, düzenli egzersiz yapmak epilepsiye yakalanma riskinizi azaltabilir.Demans: Demans, yaşlı erişkinlerde epilepsi riskini artıracak faktörlerdendir.Beyin enfeksiyonları: Beyinde veya omurilikte iltihaplanmaya neden olan menenjit gibi enfeksiyonlar epilepsi riskini artırabilir.Çocukluktaki nöbetler: Yüksek ateş nedeniyle nöbet geçiren çocuklarda genellikle epilepsi gelişmez. Bir çocuğun uzun bir nöbet geçirmesi, başka bir sinir sistemi rahatsızlığı veya ailede epilepsi öyküsü varsa epilepsi riskini artırır.Epilepsi Hakkında Sık Sorulan SorularSara hastalığı nedir?Epilepsi halk arasında sara olarak bilinen hastalık, beyindeki nöronların paroksismal arızasından kaynaklanan, nöbetlere neden olan bir rahatsızlıktır.Epilepsi öldürür mü?Özellikle uzun nöbetler, kalıcı beyin hasarına veya ölüme yol açabilen acil tıbbi durumlardır. Nöbetlere sebep olan epilepsi vakalarında doktor kontrolünde epilepsi ilaçları kullanmak büyük önem taşır.Epilepsi nasıl anlaşılır?Epilepside beyinde gerçekleşebilecek olağandışı elektriksel aktiviteyi yakalamak için elektroensefalogram (EEG) testi yapılır. Bu test ile kafa derisine küçük sensörler bağlanarak beyin hücrelerinin birbirlerine mesaj gönderdiğinde üretilen elektrik sinyalleri yakalanıp, anormallik olup olmadığı takip edilir.Epilepsi geçer mi?Epilepsi, anti epileptik ilaçlarla yaşanan nöbetlerin durdurulmasını amaçlayan ve tedavisi olan bir hastalıktır.Stres epilepsiyi etkiler mi? Stres faktörü epilepsi tetikleyicileri ve nedenleri arasında yer almaktadır. Bu sebeple stres epilepsi hastalığını olumsuz yönde etkilemektedir. Epilepsi hastalarının hayatlarındaki stresi kontrol altına almaları çok önemlidir.Epilepsi nöbeti uyurken olur mu? Epilepsi nöbetleri bazı kişilerde uyurken, uykuya dalarken veya uyanırken meydana gelebilir. Gece nöbetleri olarak da adlandırılan uyku nöbetleri genellikle kısa sürer. Gece nöbetleri ani sarsıntı hareketleri, garip duruşlar veya kol ya da bacak hareketleri, yüksek sesle ağlama veya çığlıklar ve uyku sırasında dolaşmayı içerebilir.Epilepsi nöbeti geçirdikten sonra kişi neler hisseder?Epilepsi nöbetleri ağrılı olmayan, birkaç saniye ile birkaç dakika arasında süren nöbetlerdir. Nöbet geçirdikten sonra birkaç saat süre ile yorgun ve kafa karışıklığı içinde olunabilir. Kimi durumlarda kişi nöbet geçirdiğini ya da nöbetten hemen önce olanları anımsayamayabilir.Anksiyete epilepsiye neden olur mu?Stres ve anksiyete aynı zamanda epilepsi tanısı almış kişiler için de tetikleyici bir faktördür . | 7,882 |
317 | Hastalıklar | Erişkin Still Hastalığı | Erişkin still hastalığı, yüksek ateş, geçici deri döküntüsü, boğaz ağrısı, eklem ağrıları ve ciltte kiremit rengi döküntü ile karakterize olan ve nadir görülen sistemik inflamatuar romatizma türüdür. Yetişkinlerde başlayan erişkin still hastalığı, çocuklarda sistemik jüvenil idiyopatik artrit olarak adlandırılan artritin bir alt tipinin yetişkin formu olarak bilinir. Erişkin still hastalığının öne çıkan belirtileri yüksek ateş, boğaz ağrısı, eklem ağrıları ve ciltte meydana gelen kiremit rengi döküntülerdir. Erişkin still hastalığı tedavi edilmediği takdirde uzun süreli (kronik) artrite yol açabilir.Erişkin still hastalığı, yüksek ateş, geçici deri döküntüsü, boğaz ağrısı, eklem ağrıları ve ciltte kiremit rengi döküntü ile karakterize olan ve nadir görülen sistemik inflamatuar romatizma türüdür. Yetişkinlerde başlayan erişkin still hastalığı, çocuklarda sistemik jüvenil idiyopatik artrit olarak adlandırılan artritin bir alt tipinin yetişkin formu olarak bilinir. Erişkin still hastalığının öne çıkan belirtileri yüksek ateş, boğaz ağrısı, eklem ağrıları ve ciltte meydana gelen kiremit rengi döküntülerdir. Erişkin still hastalığı tedavi edilmediği takdirde uzun süreli (kronik) artrite yol açabilir.
Erişkin Still Hastalığı Nedir?Erişkin still hastalığı, yaygın olarak ateş, döküntü ve eklem ağrısıyla ortaya çıkan ve nadir görülen inflamatuar artrit türüdür. Çocuklardaki sistemik jüvenil idiyopatik artrit olarak adlandırılan artritin bir alt tipinin yetişkin formu olan erişkin still hastalığı, genellikle 35 yaşın altındaki yetişkinleri etkiler ve hem erkekleri hem de kadınlarda eşit derecede risk barındırır.Erişkin still hastalığının adı, 1897'de sistemik başlangıçlı juvenil idiopatik artritli (JIA) 22 çocuğu tanımlayan ve hastalığın keşfedilmesini sağlayan Sir George Frederic Still'den gelir.Erişkin still hastalığının yaygın görülen klinik belirtileri yüksek ateş, cilt döküntüsü, eklem ağrısı ve boğaz ağrısıdır. Bu belirtiler hastalığın şiddetine bağlı olarak kişiden kişiye değişiklik gösterebilir.Kritik olarak eklemlere, özellikle de bileklere zarar verebilen erişkin still hastalığı, ağrıyı azaltan ve hastalığın kontrolüne yardımcı olan ibuprofen gibi ilaçlarla tedavi edilmeye çalışılır. Bu gibi ağrı kesicilerin yeterli olmaması durumunda prednizona başvurulabilir.Erişkin Still Hastalığı Neden Olur?Erişkin still hastalığının altında yatan neden kesin olarak bilinmemekle birlikte viral veya bakteriyel enfeksiyonlarla birlikte vücuttaki toksik maddelerin hastalığı tetiklediği düşünülür. Bu sürecin sonucu olarak bağışıklık sisteminiz bu tetikleyicilere aşırı tepki verir ve hastalığı meydana getirir. Genetik faktörlerin de erişkin still hastalığında rol oynadığı öne sürülür ancak bu konuda kesin bir çalışma yoktur.Erişkin Still Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Yüksek ateş, kiremit rengi cilt döküntüler, eklem ağrıları ve boğaz ağrısı erişkin still hastalığında görülen belirtilerdir. Erişkin still hastalığında lenf bezlerinde şişme ve hafif kaşıntı da görülebilir.Erişkin still hastalığında görülen belirtiler şu şekildedir: Yüksek ateş Kiremit rengi cilt döküntüleri Eklem ağrıları Boğaz ağrısı Lenf bezlerinde şişme Hafif kaşıntı İştah azalması ve kilo kaybıYüksek ateşGünde veya birkaç kez yükselen ve 39 dereceye kadar yükselebilen ateş, erişkin still hastalığının başlıca belirtisi kabul edilir.Kiremit rengi cilt döküntüleriAteşle birlikte kiremit rengi cilt döküntüsü de erişkin still hastalığının yaygın belirtilerindendir. Bu döküntüler genellikle gövde, kollarda veya bacaklarda görülür.Eklem ağrılarıErişkin still hastalığında özellikle diz ve bilek eklemlerinde sertlik, ağrı ve iltihaplanma meydana gelebilir ve eklemlerdeki bu rahatsızlık birkaç hafta sürebilir.Boğaz ağrısıBoyundaki lenf düğümlerinin şişmesine bağlı olarak erişkin still hastalığında boğaz ağrısı da görülebilir.Lenf bezlerinde şişmeErişkin still hastalığında kişinin lenf bezlerinde şişme yaşanabilir.Hafif kaşıntı Her erişkin still hastasında olmasa da bazı vakalarda vücutta hafif kaşıntı ortaya çıkabilir.Yüksek ateş, ciddi döküntü ve eklem ağrıları söz konusuysa doktora başvurmayı ihmal etmeyin. Ayrıca erişkin still hastalığında öksürük, nefes almada zorluk, göğüs ağrısı veya olağandışı başka belirtiler yaşadığınız an vakit kaybetmeden doktora başvurup tanı ve tedavi sürecini başlatın.Erişkin Still Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Erişkin still hastalığını net bir şekilde ortaya çıkan herhangi bir tanı yöntemi yoktur. Hastalığın tanısı için öncelikle hastanın belirtileri ve şikayetleri incelenir, daha sonrasında ise genellikle görüntüleme ve kan testlerine başvurulur.Erişkin Still Hastalığı Tedavisi Nasıl Yapılır?Doktor tarafından hastalığın şiddetine bağlı olarak bazı tedavi seçenekleri uygulanır. Bu tedavilerin başında steroid ilaçlar, steroid olmayan antiinflamatuar ilaçlar ve iltihaplanmaya neden olan proteinleri bloke eden biyolojik tepki değiştirici ilaçlar gelir.Tıbbi tedavilerin dışında istirahat etmek, sağlıklı beslenmek, kişinin kendini iyi hissettiği sürece egzersiz yapmak, ilaçları düzenli kullanmak, takviyeler almak ve stresten uzak durmak erişkin still hastalığının tedavisinde etkilidir.Erişkin Still Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularErişkin still hastalığı ne demek?Erişkin still hastalığı, ateş, döküntü ve eklem ağrılarıyla ortaya çıkan iltihaplı bir romatizma türüdür.Erişkin still hastalığına ne iyi gelir?Erişkin still hastalığının iyileşmesi için antiinflamatuar ilaçlar başta olmak üzere bazı ilaç tedavileri uygulanır. Kortizon ile birlikte metotreksat tedavisi de erişkin still hastalığı tedavisinde uygulanan yöntemlerden biridir. Bu ilaçlar işe yaramazsa farklı hastalık baskılayıcı ilaçlara başvurulur.Erişkin still hastalığı genetik mi?Erişkin still hastalığına neden olan faktörlerden birinin genetik olduğu düşünülse de bu konuda kesin bir çalışma söz konusu değildir.
Erişkin Still Hastalığı Nedir?Erişkin still hastalığı, yaygın olarak ateş, döküntü ve eklem ağrısıyla ortaya çıkan ve nadir görülen inflamatuar artrit türüdür. Çocuklardaki sistemik jüvenil idiyopatik artrit olarak adlandırılan artritin bir alt tipinin yetişkin formu olan erişkin still hastalığı, genellikle 35 yaşın altındaki yetişkinleri etkiler ve hem erkekleri hem de kadınlarda eşit derecede risk barındırır.Erişkin still hastalığının adı, 1897'de sistemik başlangıçlı juvenil idiopatik artritli (JIA) 22 çocuğu tanımlayan ve hastalığın keşfedilmesini sağlayan Sir George Frederic Still'den gelir.Erişkin still hastalığının yaygın görülen klinik belirtileri yüksek ateş, cilt döküntüsü, eklem ağrısı ve boğaz ağrısıdır. Bu belirtiler hastalığın şiddetine bağlı olarak kişiden kişiye değişiklik gösterebilir.Kritik olarak eklemlere, özellikle de bileklere zarar verebilen erişkin still hastalığı, ağrıyı azaltan ve hastalığın kontrolüne yardımcı olan ibuprofen gibi ilaçlarla tedavi edilmeye çalışılır. Bu gibi ağrı kesicilerin yeterli olmaması durumunda prednizona başvurulabilir.Erişkin Still Hastalığı Neden Olur?Erişkin still hastalığının altında yatan neden kesin olarak bilinmemekle birlikte viral veya bakteriyel enfeksiyonlarla birlikte vücuttaki toksik maddelerin hastalığı tetiklediği düşünülür. Bu sürecin sonucu olarak bağışıklık sisteminiz bu tetikleyicilere aşırı tepki verir ve hastalığı meydana getirir. Genetik faktörlerin de erişkin still hastalığında rol oynadığı öne sürülür ancak bu konuda kesin bir çalışma yoktur.Erişkin Still Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Yüksek ateş, kiremit rengi cilt döküntüler, eklem ağrıları ve boğaz ağrısı erişkin still hastalığında görülen belirtilerdir. Erişkin still hastalığında lenf bezlerinde şişme ve hafif kaşıntı da görülebilir.Erişkin still hastalığında görülen belirtiler şu şekildedir:Yüksek ateşGünde veya birkaç kez yükselen ve 39 dereceye kadar yükselebilen ateş, erişkin still hastalığının başlıca belirtisi kabul edilir.Kiremit rengi cilt döküntüleriAteşle birlikte kiremit rengi cilt döküntüsü de erişkin still hastalığının yaygın belirtilerindendir. Bu döküntüler genellikle gövde, kollarda veya bacaklarda görülür.Eklem ağrılarıErişkin still hastalığında özellikle diz ve bilek eklemlerinde sertlik, ağrı ve iltihaplanma meydana gelebilir ve eklemlerdeki bu rahatsızlık birkaç hafta sürebilir.Boğaz ağrısıBoyundaki lenf düğümlerinin şişmesine bağlı olarak erişkin still hastalığında boğaz ağrısı da görülebilir.Lenf bezlerinde şişmeErişkin still hastalığında kişinin lenf bezlerinde şişme yaşanabilir.Hafif kaşıntı Her erişkin still hastasında olmasa da bazı vakalarda vücutta hafif kaşıntı ortaya çıkabilir.Yüksek ateş, ciddi döküntü ve eklem ağrıları söz konusuysa doktora başvurmayı ihmal etmeyin. Ayrıca erişkin still hastalığında öksürük, nefes almada zorluk, göğüs ağrısı veya olağandışı başka belirtiler yaşadığınız an vakit kaybetmeden doktora başvurup tanı ve tedavi sürecini başlatın.Erişkin Still Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Erişkin still hastalığını net bir şekilde ortaya çıkan herhangi bir tanı yöntemi yoktur. Hastalığın tanısı için öncelikle hastanın belirtileri ve şikayetleri incelenir, daha sonrasında ise genellikle görüntüleme ve kan testlerine başvurulur.Erişkin Still Hastalığı Tedavisi Nasıl Yapılır?Doktor tarafından hastalığın şiddetine bağlı olarak bazı tedavi seçenekleri uygulanır. Bu tedavilerin başında steroid ilaçlar, steroid olmayan antiinflamatuar ilaçlar ve iltihaplanmaya neden olan proteinleri bloke eden biyolojik tepki değiştirici ilaçlar gelir.Tıbbi tedavilerin dışında istirahat etmek, sağlıklı beslenmek, kişinin kendini iyi hissettiği sürece egzersiz yapmak, ilaçları düzenli kullanmak, takviyeler almak ve stresten uzak durmak erişkin still hastalığının tedavisinde etkilidir.Erişkin Still Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularErişkin still hastalığı ne demek?Erişkin still hastalığı, ateş, döküntü ve eklem ağrılarıyla ortaya çıkan iltihaplı bir romatizma türüdür.Erişkin still hastalığına ne iyi gelir?Erişkin still hastalığının iyileşmesi için antiinflamatuar ilaçlar başta olmak üzere bazı ilaç tedavileri uygulanır. Kortizon ile birlikte metotreksat tedavisi de erişkin still hastalığı tedavisinde uygulanan yöntemlerden biridir. Bu ilaçlar işe yaramazsa farklı hastalık baskılayıcı ilaçlara başvurulur.Erişkin still hastalığı genetik mi?Erişkin still hastalığına neden olan faktörlerden birinin genetik olduğu düşünülse de bu konuda kesin bir çalışma söz konusu değildir. | 3,903 |
318 | Hastalıklar | Epididimit (Meni Kanalı İltihabı) | Erkeklerde görülen rahatsızlıklardan biri olan epididimit, testislerin arkasındaki tüpün şişmesi ve ağrılı hale gelmesi olarak ifade ediliyor. Genellikle bir enfeksiyondan kaynaklanıyor ve antibiyotik tedavisi ile iyileşme sağlanabiliyor. Memorial Antalya Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Op. Dr. Egemen İşgören, epididimit hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.Erkeklerde görülen rahatsızlıklardan biri olan epididimit, testislerin arkasındaki tüpün şişmesi ve ağrılı hale gelmesi olarak ifade ediliyor. Genellikle bir enfeksiyondan kaynaklanıyor ve antibiyotik tedavisi ile iyileşme sağlanabiliyor. Memorial Antalya Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Op. Dr. Egemen İşgören, epididimit hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.
Epididimit (Meni Kanalı İltihabı) nedir?Epididimit, testisin arkasında sperm depolayan ve taşıyan sarmal yapıdaki kanalların iltihaplanmasıdır. Her yaşta ortaya çıkabilir, ancak en sık 14 ila 35 yaş arasındaki kişilerde görülür.Epididimit neden olur?Çoğunlukla gonore veya klamidya gibi bakterilerin, korunmasız cinsel ilişki ile bulaşması sonucu ortaya çıkar. Farklı bakteriler ile de enfeksiyon gelişebilir. Bazı durumlarda aynı taraftaki testiste de enfeksiyon görülebilir.Brusella, tüberküloz gibi bakterilerle bağlı olabileceği gibi çocukluk çağında viral enfeksiyonların devamı şeklinde de görülebilir.Epididimit (Meni Kanalı İltihabı) nasıl anlaşılır? En sık görülen belirti ve şikayet kasık bölgesinde ağrıdır. Ağrıya şişlik ve ısı artışı da eşlik edebilir. Genellikle bir tarafta, kademeli olarak ortaya çıkan testis ağrısı ve hassasiyeti gözlemlenir. Epididimit idrar yolu enfeksiyonuna bağlı olarak ortaya çıkmışsa, ağrılı idrar yapma veya acil ve sık idrara çıkma ihtiyacı vardır. Cinsel yolla bulaşan bir hastalık nedeniyle oluşmuş ise penisten renkli akıntı, menide kan, alt karın bölgesinde ağrı ve rahatsızlık görülür. Ateş yüksekliği nadiren ortaya çıkar. Altı haftadan uzun süren veya tekrarlayan epididimit, kronik olarak kabul edilir. Kronik epididimit belirtileri yavaş yavaş ortaya çıkabilir. Bazen kronik epididimitin nedeni belirlenemez.Epididimitte tanı nasıl konur? Epididimitte tanı sıklıkla fizik muayene ile konmaktadır. Prostat büyümesini veya hassasiyetini kontrol etmek için makattan muayene de yapılabilir. Penis ucundan bir akıntı var ise bu akıntıdan örnek alınarak, belsoğukluğu ve klamidya gibi hastalıklar için laboratuvarda kontrol edilir. İdrar ve kan numuneleri anormallikler açısından analiz edilir. Renkli utrason ile testislere giden kan akışının normalden düşük ya da yüksek olup olmadığını belirleyebilir, bu da epididimit tanısını doğrulamaya yardımcı olur.Epididimit (Meni Kanalı İltihabı) tedavisi nasıl yapılır?Bakteriyel epididimiti tedavi etmek için antibiyotikler kullanılır. Bakteriyel enfeksiyonun nedeni cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyon ise, cinsel partnerinizin de tedaviye ihtiyacı vardır. Enfeksiyonun ortadan kalktığından emin olmak için şikayetler daha erken düzelse bile doktor tarafından reçete edilen tüm antibiyotiklerin kullanılması gerekmektedir.Antibiyotik tedavisinin ilk 48 ila 72 saatinde şikayetler büyük oranda düzelmeye başlar. Dinlenmek, testisleri alttan destekleyerek yüksekte tutmak, soğuk uygulamak ve ağrı kesici ilaç almak rahatsızlığı gidermeye yardımcı olabilir.Bir apse oluşmuşsa, onu boşaltmak için ameliyat gerekebilir. Bazen epididimitin tamamının veya bir kısmının cerrahi olarak çıkarılması gerekir. Epididimit altta yatan fiziksel anormalliklerden kaynaklanıyorsa cerrahi tedavi seçenekleri de düşünülebilir.Epididimit hakkında sık sorulan sorular Epididimitte nelere dikkat edilmelidir?Epididimit genellikle ciddi ağrıya neden olur. Rahatsızlığınızı gidermek için yatakta dinlenmek, testisler yüksekte kalacak şekilde desteklemek, soğuk uygulama, enfeksiyon geçene kadar ağır nesneleri kaldırmaktan ve cinsel ilişkiden kaçının faydalı olacaktır.Gonore ve klamidyanın neden olduğu doğrulanan veya şüphelenilen cinsel yolla bulaşan akut epididimiti olan erkeklere, semptom başlangıcından önceki 60 gün içinde tüm cinsel partnerlerini değerlendirme, test ve olası tedavi için bilgilendirmeleri istenir.Son cinsel ilişki semptomların veya tanının başlamasından 60 gün önceyse, en son cinsel partner değerlendirilmeli ve tedavi edilmelidir. Partnerlere, kendileri ve cinsel partnerleri tedavi edilene ve semptomlar düzelene kadar cinsel ilişkiden kaçınmaları talimatı verilmelidir.Epididimit cinsel yolla bulaşır mı?Evet. Epididimit cinsel temas yoluyla yayılabilir. Epididimit bir cinsel yolla bulaşan hastalık olarak sınıflandırılmasa da, hala klamidya ve gonore de dahil olmak üzere birçok cinsel yolla bulaşan hastalığın ortak bir belirtisidir.Epididimit tedavi edilmezse ne olur?Epididimit tedavi edilmezse apse gibi komplikasyonlar gelişebilir. Deri, şişlik ve enfeksiyon nedeniyle açılabilir. Nadir durumlarda, epididimit doğurganlık sorunlarına neden olabilir. Erken tanı ve tedavi bu komplikasyonları önlemeye yardımcı olabilir.Risk faktörlerini azaltmak için ne yapılmalıdır? Seks sırasında prezervatif kullanın. Ağır kaldırma ve yorucu fiziksel aktiviteden kaçının. Uzun oturma sürelerini en aza indirin.
Epididimit (Meni Kanalı İltihabı) nedir?Epididimit, testisin arkasında sperm depolayan ve taşıyan sarmal yapıdaki kanalların iltihaplanmasıdır. Her yaşta ortaya çıkabilir, ancak en sık 14 ila 35 yaş arasındaki kişilerde görülür.Epididimit neden olur?Çoğunlukla gonore veya klamidya gibi bakterilerin, korunmasız cinsel ilişki ile bulaşması sonucu ortaya çıkar. Farklı bakteriler ile de enfeksiyon gelişebilir. Bazı durumlarda aynı taraftaki testiste de enfeksiyon görülebilir.Brusella, tüberküloz gibi bakterilerle bağlı olabileceği gibi çocukluk çağında viral enfeksiyonların devamı şeklinde de görülebilir.Epididimit (Meni Kanalı İltihabı) nasıl anlaşılır?Epididimitte tanı nasıl konur?Epididimit (Meni Kanalı İltihabı) tedavisi nasıl yapılır?Bakteriyel epididimiti tedavi etmek için antibiyotikler kullanılır. Bakteriyel enfeksiyonun nedeni cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyon ise, cinsel partnerinizin de tedaviye ihtiyacı vardır. Enfeksiyonun ortadan kalktığından emin olmak için şikayetler daha erken düzelse bile doktor tarafından reçete edilen tüm antibiyotiklerin kullanılması gerekmektedir.Antibiyotik tedavisinin ilk 48 ila 72 saatinde şikayetler büyük oranda düzelmeye başlar. Dinlenmek, testisleri alttan destekleyerek yüksekte tutmak, soğuk uygulamak ve ağrı kesici ilaç almak rahatsızlığı gidermeye yardımcı olabilir.Bir apse oluşmuşsa, onu boşaltmak için ameliyat gerekebilir. Bazen epididimitin tamamının veya bir kısmının cerrahi olarak çıkarılması gerekir. Epididimit altta yatan fiziksel anormalliklerden kaynaklanıyorsa cerrahi tedavi seçenekleri de düşünülebilir.Epididimit hakkında sık sorulan sorular Epididimitte nelere dikkat edilmelidir?Epididimit genellikle ciddi ağrıya neden olur. Rahatsızlığınızı gidermek için yatakta dinlenmek, testisler yüksekte kalacak şekilde desteklemek, soğuk uygulama, enfeksiyon geçene kadar ağır nesneleri kaldırmaktan ve cinsel ilişkiden kaçının faydalı olacaktır.Gonore ve klamidyanın neden olduğu doğrulanan veya şüphelenilen cinsel yolla bulaşan akut epididimiti olan erkeklere, semptom başlangıcından önceki 60 gün içinde tüm cinsel partnerlerini değerlendirme, test ve olası tedavi için bilgilendirmeleri istenir.Son cinsel ilişki semptomların veya tanının başlamasından 60 gün önceyse, en son cinsel partner değerlendirilmeli ve tedavi edilmelidir. Partnerlere, kendileri ve cinsel partnerleri tedavi edilene ve semptomlar düzelene kadar cinsel ilişkiden kaçınmaları talimatı verilmelidir.Epididimit cinsel yolla bulaşır mı?Evet. Epididimit cinsel temas yoluyla yayılabilir. Epididimit bir cinsel yolla bulaşan hastalık olarak sınıflandırılmasa da, hala klamidya ve gonore de dahil olmak üzere birçok cinsel yolla bulaşan hastalığın ortak bir belirtisidir.Epididimit tedavi edilmezse ne olur?Epididimit tedavi edilmezse apse gibi komplikasyonlar gelişebilir. Deri, şişlik ve enfeksiyon nedeniyle açılabilir. Nadir durumlarda, epididimit doğurganlık sorunlarına neden olabilir. Erken tanı ve tedavi bu komplikasyonları önlemeye yardımcı olabilir. | 3,043 |
319 | Hastalıklar | Endometriozis (Çikolata Kisti) | Çikolata kisti (endometriozis), rahim içini kaplayan doku tabakası olan endometrium dokusunun rahim dışında, özellikle yumurtalıklar ve diğer pelvik organlarda büyümesi sonucu gelişen, kist oluşumu ile karakterize bir hastalıktır. Türkiye'de üreme çağındaki kadınların yüzde 5-10’unda, hamile kalamayan kadınların ise yüzde 25-30’unda görülen endometriozis, tedavi edilmemesi durumunda olumsuz tablolara neden olabilir. En belirgin semptomu adet döneminde ortaya çıkan ağrılar olan çikolata kisti, erken teşhis edildiği takdirde tedavi edilebilir.Çikolata kisti (endometriozis), rahim içini kaplayan doku tabakası olan endometrium dokusunun rahim dışında, özellikle yumurtalıklar ve diğer pelvik organlarda büyümesi sonucu gelişen, kist oluşumu ile karakterize bir hastalıktır. Türkiye'de üreme çağındaki kadınların yüzde 5-10’unda, hamile kalamayan kadınların ise yüzde 25-30’unda görülen endometriozis, tedavi edilmemesi durumunda olumsuz tablolara neden olabilir. En belirgin semptomu adet döneminde ortaya çıkan ağrılar olan çikolata kisti, erken teşhis edildiği takdirde tedavi edilebilir.
Endometriozis (Çikolata Kisti) Nedir?Tıpta endometriozis olarak bilinen çikolata kisti, rahmin iç yüzeyini kaplayan endometrium dokusu gibi davranan dokunun rahmin dışında büyüdüğü bir hastalıktır. Endometriozis genellikle pelvik doku, yumurtalıkları ve fallop tüpleri üzerinde gelişir ancak bağırsak ve mesane dahil olmak üzere yakındaki organları da etkileyebilir. Üreme çağındaki kadınların yaklaşık yüzde 5-10’unda görüldüğü tahmin edilen endometriozis, kısırlığın en önemli sebepleri arasında yer almaktadır.Ağrı kesici ilaçlar ve hormon tedavisi endometriozis belirtilerini hafifletebilirken, doğurganlık sorunlarının giderilmesine yardımcı olmak için ise küçük bir cerrahi operasyon da gerekebilir.Endometriozis (Çikolata Kisti) Neden Olur?Nedeni tam olarak bilinemeyen, çikolata kisti olarak da ifade edilen endometriozis hastalığının en olası nedeni retrograd adet akışıdır. Regl döneminde dökülen dokunun bir kısmı fallop tüpü yoluyla pelvis gibi vücudun diğer bölgelerine akar. Bu dokular rahim dışındaki bölgelerde büyümeye bağladığında endometriozis meydana gelir.Bu büyüme aynı zamanda şiddetli vajinal kanamayla birlikte adet döneminde ağrı alt karın bölgesinde şiddetli ağrı gösterebilir.Endometriozis (Çikolata kisti) hastalığına yol açabilecek faktörler şöyle sıralanabilir: Retrograd adet akışı Genetik faktörler Bağışıklık sisteminde meydana gelen problemler Östrojen hormonu Sezaryen veya histerektomi gibi cerrahi işlemlerEndometriozis (Çikolata Kisti) Belirtileri Nelerdir?Çikolata kistinde görülen yaygın belirtiler pelvik ağrı, regl döneminin çok ağrılı olması, cinsel ilişki sırasında ağrı, sırt ağrısı, idrar yaparken ağrı ya da kanama ve kısırlıktır.Çikolata kisti (Endometriozis) belirtileri şunlardır: Adet döneminde kötüleşen ağrı Adet dönemleri arasında hafif lekelenme Karnın alt bölgesinde, pelviste şiddetli ağrı Cinsel ilişki sırasında görülen ağrı İdrar yaparken ağrı ya da idrarda kanama Dışkıda kan görülmesi Bazı durumlarda ishal veya kabızlık Kısırlık Sırt ağrısı Yorgunluk veya enerji düşüklüğüAdet döneminde kötüleşen ağrıAdet akışının değişmesi ve endometriyal dokunun rahim dışında büyümesiyle birlikte özellikle adet döneminde ilgili bölgede kötüleşen ağrı meydana gelebilir.Adet dönemleri arasında hafif lekelenmeEndometriozis hastalığında iki adet dönemi arasında hafif lekelenme veya kanama belirtisi görülebilir.Karnın alt bölgesinde şiddetli pelvik ağrıEğer karnınızın alt bölgesinde şiddetli bir ağrı hissediyorsanız bu durum çikolata kistinin işareti olabilir.Cinsel ilişki sırasında görülen ağrıEndometriozis hastalığına yakalanan kişilerde görülen belirtilerden bir diğeri de cinsel ilişki sırasında meydana gelen ağrı şikayetidir. İdrar veya dışkıda zorlanma, ağrıEndometriozis hastası olan kişiler idrar veya dışkılarını yaptığı esnada zorlanma ve ağrı şikayetinden yakınırlar.Endometriozis (Çikolata Kisti) Teşhisi Nasıl Konur?Endometriozisin kesin tanısı laparoskopi ile çıkarılan lezyonların mikroskobik incelemesi ile konulur. Endometriozis olarak bilinen çikolata kistinin kesin tanısı, normalde sadece rahim iç tabakasında bulunması gereken endometrial dokunun; bez ve fonksiyon gören kısmının vücudun diğer kısımlarında görülmesi, bu dokuların cerrahi olarak çıkarılması ve patoloji uzmanları tarafından mikroskobik olarak görülmesi ile konulmaktadır.Ön tanı için hastanın detaylı öyküsü, belirtileri oldukça önemlidir. Hasta öyküsünden elde edilen, sonradan başlayan adet ağrıları, karın alt bölgelerinde ağrı, cinsel ilişki sırasında ağrı, kendiliğinden çocuk sahibi olamama, büyük tuvaletin yapılması sırasında ağrı, kanlı idrar ya da kanlı dışkılama gibi bulgular hastalığın belirlenebilmesi için önem taşımaktadır.Muayenede varsa vajende yerleşimli endometriotik nodüller görülebilir. Çikolata kistleri palpe edilebilir. Muayene ile birlikte yapılan jinekolojik ultrasonda çikolata kistleri tanısı daha net konulabilir. Kalın bağırsağın son kısmı olan rektum üzerindeki endometriotik nodüller görülebilir. Jinekolojik muayene ile şiddetli endometriozis vakalarının yüzde 70’ine ön tanı konulabilmektedir.Bazen ek tetkikler de gerekebilmektedir. Kanlı idrar şikayeti olan hastalarda idrar torbası ya da idrar yollarındaki endometriotik lezyonlar sistoüreteroskopi adını verdiğimiz işlemle ince bir kamera yardımıyla görülebilir. Kanlı dışkılaması olan hastalarda kolonoskopi ile yine endometriotik nodüller görülebilir. Ayrıca derin infiltratif endometriozisin tanısında ve cerrahi planlamasında manyetik rezonans görüntüleme yani MR değerli bir yöntemidir.Endometriozis (Çikolata Kisti) Tedavisi Nasıl Yapılır?Tedavi edilebilir bir hastalık olan endometriozis (çikolata kisti), ağrısı ön planda olan kadınlar için medikal tedavi ön plana çıkarken, ilerlemiş vakalarda, üremeye yardımcı tekniklerin başarısız olduğu çocuk istemi olan kadınlarda cerrahi tedavi gündeme gelebilmektedir.Eğer kişi belirli bir süredir gebe kalamama şikayeti ile başvuruyorsa ilk aşamada aşılama ve tüp bebek gibi yardımcı üreme tekniklerinden yararlanılmaktadır. Tüp bebek tedavisi gibi üremeye yardımcı yöntemler uygulanan hastaların bir kısmı gebe kalabilmektedir. Bu tedavilerden yanıt alınamaması halinde ise cerrahi olarak hastalığın temizlenmesi yoluna gidilebilmektedir. Cerrahi yöntemde; laparoskopik cerrahiyle çikolata kistlerinin çıkartılması, yapışıklıkların açılması, tüplerin normal anatomisine getirilmesi ya da tedaviye rağmen şiddetli ağrıları olan derin infiltratif endometriozis vakalarında nodüllerin çıkarılması gündeme gelmektedir.Özellikle 40 yaş üzerindeki hastalarda çikolata kistleri daha dikkatli izlenmelidir. Çünkü çikolata kisti zemininde yumurtalık kanseri gelişme riski bulunmaktadır. Ultrason ya da MR’da şüpheli görünüm saptanması durumunda o yumurtalık ve tüpün alınması gündeme gelebilmektedir.Endometriozis (Çikolata Kisti) Hakkında Sık Sorulan SorularEndometriozis nasıl bir hastalıktır?Endometrioziste, rahmi kaplayan endometriyal doku gibi davranan doku birikintileri uterus yani rahmin dışında gelişip büyür. Bahsi geçen bu doku her adet döneminde kalınlaşır, parçalanır ve kanar. Ancak kanın vücudu terk etme imkanı yoktur ve sıkışıp kalır. Özellikle adet döneminde, cinsel ilişki sırasında, bağırsak hareketlerinde ve/veya idrara çıkma sırasında şiddetli ve rahatsız edici bir ağrıyla karakterize kronik bir hastalık olan endometriozis, gebe kalamama problemine de yol açabilir.Endometriozis nasıl anlaşılır?Çikolata kistinde genellikle regl döneminde kötüleşen alt karında pelvik ağrı, idrar veya dışkılama esnasında ağrı, cinsel ilişki sırasında yaşanan ağrı, idrar veya dışkıda kan görülmesi ve bazı durumlarda ishal veya kabızlık çikolata kisti nedeniyle görülen belirtilerdir. Endometriozisin bir sonucu olarak kısırlık da görülebilir.Endometriozis (çikolata kisti) risk faktörleri nelerdir?Erken yaşta adet başlaması, 21 günden sık adet olmak, hiç doğum yapmamış olmak, adet kanama miktarının çok olması, uzun boy- kızıl saç- mavi-yeşil göz rengi- çilli olmak gibi olguların yanı sıra kısırlık, kadın üreme organlarındaki yapısal bozuluk, kafein, alkol, düşük vücut kitle indeksi, genetik endometriozis hastalığı için belirlenen risk faktörleri arasındadır.Endometriozis gebe kalmayı engeller mi?Endometriozis farklı nedenlerle gebe kalmayı engelleyebilmektedir. Endometriozis; üreme organlarında yapışıklıklar oluşturarak, yumurtanın tüplerin içine ulaşmasını engelleyebilmektedir. Bazen de tüplerin ucunu tıkayarak yani ‘tubal tıkanıklığa’ yol açarak gebeliği önleyebilmektedir. Endometriozisin, endometrioma denilen çikolata kisti oluşturma ihtimali de bulunmaktadır. Bu kistler yumurtalıklara yerleşerek, sağlıklı bir yumurtlama olmasını engelleyebildiği gibi yumurta rezervini azaltarak gebelik şansını da düşürebilmektedir. Endometriozis odaklarından salgılanan sitokinler ile humoral faktörler ise embriyo gelişimini ve tutunmasını olumsuz etkileyebilmektedir. Tedavi sonrası, iki yıllık beklemenin ardından gebelik yüzde 40 oranında artmaktadır. Ancak kişi yine normal yollarla gebe kalamazsa, tüp bebek denenebilmektedir.Derin endometriozis nedir?Üreme çağındaki kadınlarda sık görülen endometriozis hastalığının özel bir tipi olan “derin infiltratif endometriozis”, bazen şiddetli ağrıyla kendini gösterirken bazense hiç belirti vermeden sessizce ilerleyebilir. Belirti göstermeyen hastalar genellikle gebe kalamama şikayetiyle doktora başvurmaktadır. Endometriozisin, vajen ile rektum arasındaki rahmin bağları, bağırsak, idrar torbası, idrar kanalları ve karın zarının derinlerine yayılması olarak tanımlanan “derin infiltratif endometriozis” sorunu sadece kadın hastalıkları alanını değil, genel cerrahi, üroloji, gastroenteroloji gibi alanları da ilgilendiren, multidisipliner yaklaşım gerektiren bir hastalıktırİleri evrelere kadar hiçbir bulgu vermeyebilen bu dokular, çok büyük boyutlara ulaştığında bağırsak bölgesinde kanalları tıkayabilmektedir. “Derin infiltratif endometriozis” adı verilen bu durumda cerrahinin tecrübeli ellerde, deneyim sahibi kişiler tarafından yapılması önem taşımaktadır. Çünkü ameliyat esnasında rahim ve bağırsak arasındaki bölgeyi ve idrar borucukları olan üreterleri çok iyi serbestleştirmek gerekir. Cerrahide çoğu kez tutulmuş olan bağırsak kısmının çıkartılması ve geriye kalan kısımların bir araya getirilmesi oldukça önemlidir. Hastaların sosyal yaşantısını ciddi anlamda etkileyen derin endometriozis tanısının doğru konulabilmesi, endometriozisin dokular arasında ciddi yapışıklıklara yol açmasının önlenebilmesi için tanı ve tedavinin, deneyimli ellerde ve gerekli donanıma sahip merkezlerde yapılması önem taşımaktadır.Endometriozis bitkisel tedavisi olan bir hastalık mıdır?Endometriozis bitkisel tedavi ile çözülemez. İnternette yer alan “Endometriozis için şifalı bitkiler” adı altında satılan ürünler yarardan çok zarar getirebilir. Endometriozis için uzman bir kadın hastalıkları ve doğum doktoru ile tedavi planlanmalıdır.Endometriozis tanısı en çok ne zaman konulur?Endometriozis tanısı ortalama 25-35 yaş arasında konulmaktadır. Hastalığın başlangıcı ile tanısı arasında yaklaşık 7 senelik bir gecikme periyodu görülmektedir.Menopoz sonrasında endometriozis görülür mü?Endometriozis hormon bağımlı bir hastalıktır. Menopozda yumurtalıklardan üretilen östrojen ve progesteron hormonları kesildiğinden endometriozis hastalığının da gerilemesi beklenmektedir. Menopoz sonrası dönemde endometriozis görülme oranı yüzde 5’in altındadır ve genelde bu kadınların hikayesinde menopoz semptomlarını geriletmek için kullanılan hormon yerine koyma tedavisi yer almaktadır.Endometriozisin kilolu olmakla ilgisi var mı?Endometriozisin oluşmasına neden olan risk faktörlerinin yanı sıra bu hastalıktan korunmayı sağlayan faktörler de bulunmaktadır. Gebelik, birden fazla doğum yapmak ve emzirmek başlıca koruyucu etkenler arasında yer alırken; yüksek vücut kitle indeksi ve özellikle bel-kalça oranı yüksek olan obez kadınlarda endometriozis hastalığı daha az görülmektedir.Adet ağrısı endometriozis belirtisi mi?Evet, şiddetli adet ağrıları endometriozis belirtisi olabilir. Ancak adet sancıları ilk adetten itibaren değil daha sonraki herhangi bir dönemde başlamaktadır. İlk adetten itibaren olan adet sancıları primer dismenore olarak adlandırılır ve nedenleri genellikle daha farklıdır. Ne yazık ki pek çok kadın adet ağrılarını doğal karşılayıp, bu ağrılarla yaşamak zorunda gibi hissedebilmektedir. Çoğu kadın bir doktora gitmek yerine bu ağrıların normal olduğunu düşünebilmektedir. Oysa bu sorun kadınların hayat kalitesini düşürmekte, ilerleyen safhalarda üremeyi de olumsuz etkileyebilmektedir.Endometriozis ve kısırlık arasında bağlantı var mı?Hamile kalamayan kadınlarda nedenlerden biri de endometriozis hastalığı olabilir. Bu kadınların bir kısmında endometriozisin neden olduğu yara dokusu kadının tüplerinde tıkanıklığa yol açmaktadır. Ancak, çoğu kadında endometriozisin doğurganlığı etkileme nedenleri henüz net olarak bilinmemektedir.Endometriozis kısaca şunlara neden olabilmektedir: Over rezervi dediğimiz yumurtalıklarda bulunan yumurta sayısını azaltabilir Yumurtlama fonksiyonunu bozabilir Tüplerde tıkanıklığa yol açarak sperm ve yumurtanın birleşmesini engelleyebilir Spermleri öldüren doğal toksinler üretebilir Embriyonun rahim içerisine tutunmasını engelleyebilir Embriyo gelişimi üzerine zararlı etkisi olabilirTüp bebek yöntemiyle endometriozis hastaları hamile kalabilir mi?Tüp bebek tedavisiyle endometriozis hastalığı olan kadınlarda yaşlarıyla orantılı olarak tek bir denemede % 60’a varan oranlarda gebelik sağlanabilmektedir. İlk denemede gebe kalamayan kadınlarda elbette tüp bebek tedavisini tekrarlamak gerekmektedir. Tekrarlayan denemeler ile gebelik şansı büyük oranda yakalanabilmektedir.Bağışıklık sistemi endometriozis üzerinde etkili mi?Endometriozisin kesin nedeni halen bilinmemektedir. Bu konuda en yaygın kabul gören teori, adet kanamaları sırasında rahim içindeki dokuların kadının tüplerinden geçerek karın boşluğuna yerleşmesi ve burada gelişimini sürdürmesidir. Bağışıklık sisteminin de buna izin verecek şekilde normalden farklılık gösterdiği düşünülmektedir.Rektumda endometriozis bulunur mu?Endometriozis hastalığı oldukça yaygın bir sağlık sorunudur. Bu doku karın içindeki organlarda (yumurtalık, rahim kanalı, karın iç zarı, bağırsaklar, rektum, idrar kesesi) bulunabildiği gibi karın dışında (vajina, göbek, göz, plevra) da bulunabilir. Belirtilerin şiddetine ve endometriotik nodüllerin rektum iç kanalına ulaşma oranına göre bazı hastalarda nodülün bulunduğu kalın barsağın son kısmı olan rektumun çıkarılması ve kalan kısımlarının tekrar birleştirilmesi, bazı hastalarda ise nodülün rektum üzerinden makas yardımıyla sıyrılması gerekebilmektedir. Çikolata kisti ve endometriozis ameliyatında neler önemlidir?Bu ameliyatlarda Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanları şu noktalara dikkat etmektedir: Yumurtalık rezervine zarar vermemek: Bu ameliyatlarda kist duvarı dışında bulunan yumurtalık dokusuna zarar verilmemesi gerekir. Çünkü yumurtalık dokusu zarar görürse burada bulunan yumurtalar zarar görebilir ve hasta ileride erken menopoz ve kısırlık sorunuyla karşı karşıya kalabilir. Yumurtalıklara, tüplere ve rahim dokusuna zarar vermemek, çikolata kisti cerrahisinde en önemli noktalardır. Yapışıklıkların açılması: Çikolata kisti diğer yumurtalık kistlerine göre yoğun yapışıklıklara neden olabilir. Ameliyat esnasında bu yapışıklıkların açılması ve düzeltilmesi ağrı şikayetini azaltırken gebelik tedavisi için başarı oranını da artırabilmektedir. Derin yerleşimli endometriozis nodüllerinin çıkartılması: Endometriozis ve çikolata kisti şiddetli kasık ve karın ağrısı ile de ilişkili olabilmektedir. Özellikle derin infiltratif endometriozis denilen ve şiddetli ağrıya yol açan endometriozis nodüllerinin ameliyat öncesi saptanması büyük önem taşımaktadır. Bu nodüllerin varlığında, ameliyatta sadece çikolata kistinin çıkartılması ağrıları tamamen geçirmez. Mutlaka yumurtalık kisti ile birlikte derin infiltatif endometriozis nodullerinin de çıkartılması gerekmektedir. Bu bölge cerrahi açıdan oldukça önemlidir. Çünkü, kalın bağırsağın rahim ve yumurtalıkların arkasındaki kısmı olan rektum ve her iki böbrekten idrar torbasına idrarın geçişini sağlayan üreter dediğimiz boru şeklindeki yapılara yakın komşuluğu vardır. Ameliyat sırasında bu dokuların korunması büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle bu cerrahiler konusunda tecrübeli hekimler tarafından yapılmaktadır.Çikolata kisti kaç cm olursa ameliyat gerekir?Çikolata kisti ameliyatı için belirli bir büyüklük sınırı yoktur. Ameliyat için hastanın yaşı, infertilitesi, rüptür ve torsiyon riskleri hasta ile konuşularak birlikte karar verilmelidir. Rüptür, yumurtalığın endometrioma olan kısımlarının yırtılması ve endometrioma içeriğinin karın boşluğuna dökülmesidir. Torsiyon ise endometriomayı da içeren yumurtalık ve tüpün kendi etrafında dönmesi ile kan akımının bozulması ve kangren olmasıdır. Bu durumda yumurtalık ve tüp tekrar döndürülerek eski haline getirilir. Ancak maalesef bazı hastalarda yumurtalık kurtarılamamaktadır.Çikolata kisti kendiliğinden geçer mi?Çikolata kisti kendiliğinden geçmez. En etkili tedavi yöntemi cerrahidir. Bazı ilaçlar kistlerin büyümesini önlese de yok etmez. Kist patlarsa içeriği karın boşluğuna dökülebilir ancak kistin duvarı çıkarılmadığı için kistin tekrarlama riski oldukça yüksektir.Çikolata kisti ağrısı nasıl olur?Çikolata kisti olanlar adet sancısı çektiklerini söylerler. Ağrılarının da adetten hemen önce başlayıp, adet dönemi boyunca devam ettiğini dile getirirler. Hastalar, özellikle kasıklarında, bacaklarına ve bellerine vuran ağrı olduğunu ifade edebilirler. Bunun yanında çikolata kisti cinsel ilişki sırasında da ağrıya sebep olabilir. Bazen bağırsaklarda ve idrar torbasında da bir ağrıya rastlanabilir.Çikolata kisti rüptürü (patlaması) nasıl anlaşılır?Endometriomaları rüptüre olan hastalar kasıklarına bıçak saplanır tarzda bir ağrı hissettiklerini, bu ağrının sonrasında tüm karınlarına yayıldığını ifade eder. Çikolata kistinin rüptüre olduğu ultrasonla anlaşılabilmektedir. Bazen hastalarda ağrıyla birlikte bulantı, kusma, halsizlik de görülebilir.Çikolata kistinde CA 125 değeri nedir?CA 125 değeri aslında yumurtalıklarında kitle saptanan hastalarda kitlenin kötü huylu yani kanser olup olmadığı ayrımı için kullandığımız bir kan tetkikidir. Kanser dışında birçok durumda da Ca125 düzeyleri yükselebilmektedir. Bu durumlardan biri de çikolata kistleridir. Özellikle rüptüre yani patlamış çikolata kistlerinde Ca125 değerleri oldukça yüksek değerlere ulaşabilmekte, karın içine dökülen çikolata kisti içeriği ile birlikte ileri evre yumurtalık kanserlerini taklit edebilmektedir.Çikolata kisti akıntı yapar mı?Çikolata kistleri karın içerisinde yerleşmiş bulunan yumurtalıklarda görüldüğünden ve vajen ile doğrudan bağlantılı olmadığından akıntıya neden olmamaktadır.Bekarlarda çikolata kisti olur mu?Bekarlarda çikolata kisti olabilmektedir.
Endometriozis (Çikolata Kisti) Nedir?Tıpta endometriozis olarak bilinen çikolata kisti, rahmin iç yüzeyini kaplayan endometrium dokusu gibi davranan dokunun rahmin dışında büyüdüğü bir hastalıktır. Endometriozis genellikle pelvik doku, yumurtalıkları ve fallop tüpleri üzerinde gelişir ancak bağırsak ve mesane dahil olmak üzere yakındaki organları da etkileyebilir. Üreme çağındaki kadınların yaklaşık yüzde 5-10’unda görüldüğü tahmin edilen endometriozis, kısırlığın en önemli sebepleri arasında yer almaktadır.Ağrı kesici ilaçlar ve hormon tedavisi endometriozis belirtilerini hafifletebilirken, doğurganlık sorunlarının giderilmesine yardımcı olmak için ise küçük bir cerrahi operasyon da gerekebilir.Endometriozis (Çikolata Kisti) Neden Olur?Nedeni tam olarak bilinemeyen, çikolata kisti olarak da ifade edilen endometriozis hastalığının en olası nedeni retrograd adet akışıdır. Regl döneminde dökülen dokunun bir kısmı fallop tüpü yoluyla pelvis gibi vücudun diğer bölgelerine akar. Bu dokular rahim dışındaki bölgelerde büyümeye bağladığında endometriozis meydana gelir.Bu büyüme aynı zamanda şiddetli vajinal kanamayla birlikte adet döneminde ağrı alt karın bölgesinde şiddetli ağrı gösterebilir.Endometriozis (Çikolata kisti) hastalığına yol açabilecek faktörler şöyle sıralanabilir:Endometriozis (Çikolata Kisti) Belirtileri Nelerdir?Çikolata kistinde görülen yaygın belirtiler pelvik ağrı, regl döneminin çok ağrılı olması, cinsel ilişki sırasında ağrı, sırt ağrısı, idrar yaparken ağrı ya da kanama ve kısırlıktır.Çikolata kisti (Endometriozis) belirtileri şunlardır:Adet döneminde kötüleşen ağrıAdet akışının değişmesi ve endometriyal dokunun rahim dışında büyümesiyle birlikte özellikle adet döneminde ilgili bölgede kötüleşen ağrı meydana gelebilir.Adet dönemleri arasında hafif lekelenmeEndometriozis hastalığında iki adet dönemi arasında hafif lekelenme veya kanama belirtisi görülebilir.Karnın alt bölgesinde şiddetli pelvik ağrıEğer karnınızın alt bölgesinde şiddetli bir ağrı hissediyorsanız bu durum çikolata kistinin işareti olabilir.Cinsel ilişki sırasında görülen ağrıEndometriozis hastalığına yakalanan kişilerde görülen belirtilerden bir diğeri de cinsel ilişki sırasında meydana gelen ağrı şikayetidir. İdrar veya dışkıda zorlanma, ağrıEndometriozis hastası olan kişiler idrar veya dışkılarını yaptığı esnada zorlanma ve ağrı şikayetinden yakınırlar.Endometriozis (Çikolata Kisti) Teşhisi Nasıl Konur?Endometriozisin kesin tanısı laparoskopi ile çıkarılan lezyonların mikroskobik incelemesi ile konulur. Endometriozis olarak bilinen çikolata kistinin kesin tanısı, normalde sadece rahim iç tabakasında bulunması gereken endometrial dokunun; bez ve fonksiyon gören kısmının vücudun diğer kısımlarında görülmesi, bu dokuların cerrahi olarak çıkarılması ve patoloji uzmanları tarafından mikroskobik olarak görülmesi ile konulmaktadır.Ön tanı için hastanın detaylı öyküsü, belirtileri oldukça önemlidir. Hasta öyküsünden elde edilen, sonradan başlayan adet ağrıları, karın alt bölgelerinde ağrı, cinsel ilişki sırasında ağrı, kendiliğinden çocuk sahibi olamama, büyük tuvaletin yapılması sırasında ağrı, kanlı idrar ya da kanlı dışkılama gibi bulgular hastalığın belirlenebilmesi için önem taşımaktadır.Muayenede varsa vajende yerleşimli endometriotik nodüller görülebilir. Çikolata kistleri palpe edilebilir. Muayene ile birlikte yapılan jinekolojik ultrasonda çikolata kistleri tanısı daha net konulabilir. Kalın bağırsağın son kısmı olan rektum üzerindeki endometriotik nodüller görülebilir. Jinekolojik muayene ile şiddetli endometriozis vakalarının yüzde 70’ine ön tanı konulabilmektedir.Bazen ek tetkikler de gerekebilmektedir. Kanlı idrar şikayeti olan hastalarda idrar torbası ya da idrar yollarındaki endometriotik lezyonlar sistoüreteroskopi adını verdiğimiz işlemle ince bir kamera yardımıyla görülebilir. Kanlı dışkılaması olan hastalarda kolonoskopi ile yine endometriotik nodüller görülebilir. Ayrıca derin infiltratif endometriozisin tanısında ve cerrahi planlamasında manyetik rezonans görüntüleme yani MR değerli bir yöntemidir.Endometriozis (Çikolata Kisti) Tedavisi Nasıl Yapılır?Tedavi edilebilir bir hastalık olan endometriozis (çikolata kisti), ağrısı ön planda olan kadınlar için medikal tedavi ön plana çıkarken, ilerlemiş vakalarda, üremeye yardımcı tekniklerin başarısız olduğu çocuk istemi olan kadınlarda cerrahi tedavi gündeme gelebilmektedir.Eğer kişi belirli bir süredir gebe kalamama şikayeti ile başvuruyorsa ilk aşamada aşılama ve tüp bebek gibi yardımcı üreme tekniklerinden yararlanılmaktadır. Tüp bebek tedavisi gibi üremeye yardımcı yöntemler uygulanan hastaların bir kısmı gebe kalabilmektedir. Bu tedavilerden yanıt alınamaması halinde ise cerrahi olarak hastalığın temizlenmesi yoluna gidilebilmektedir. Cerrahi yöntemde; laparoskopik cerrahiyle çikolata kistlerinin çıkartılması, yapışıklıkların açılması, tüplerin normal anatomisine getirilmesi ya da tedaviye rağmen şiddetli ağrıları olan derin infiltratif endometriozis vakalarında nodüllerin çıkarılması gündeme gelmektedir.Özellikle 40 yaş üzerindeki hastalarda çikolata kistleri daha dikkatli izlenmelidir. Çünkü çikolata kisti zemininde yumurtalık kanseri gelişme riski bulunmaktadır. Ultrason ya da MR’da şüpheli görünüm saptanması durumunda o yumurtalık ve tüpün alınması gündeme gelebilmektedir.Endometriozis (Çikolata Kisti) Hakkında Sık Sorulan SorularEndometriozis nasıl bir hastalıktır?Endometrioziste, rahmi kaplayan endometriyal doku gibi davranan doku birikintileri uterus yani rahmin dışında gelişip büyür. Bahsi geçen bu doku her adet döneminde kalınlaşır, parçalanır ve kanar. Ancak kanın vücudu terk etme imkanı yoktur ve sıkışıp kalır. Özellikle adet döneminde, cinsel ilişki sırasında, bağırsak hareketlerinde ve/veya idrara çıkma sırasında şiddetli ve rahatsız edici bir ağrıyla karakterize kronik bir hastalık olan endometriozis, gebe kalamama problemine de yol açabilir.Endometriozis nasıl anlaşılır?Çikolata kistinde genellikle regl döneminde kötüleşen alt karında pelvik ağrı, idrar veya dışkılama esnasında ağrı, cinsel ilişki sırasında yaşanan ağrı, idrar veya dışkıda kan görülmesi ve bazı durumlarda ishal veya kabızlık çikolata kisti nedeniyle görülen belirtilerdir. Endometriozisin bir sonucu olarak kısırlık da görülebilir.Endometriozis (çikolata kisti) risk faktörleri nelerdir?Erken yaşta adet başlaması, 21 günden sık adet olmak, hiç doğum yapmamış olmak, adet kanama miktarının çok olması, uzun boy- kızıl saç- mavi-yeşil göz rengi- çilli olmak gibi olguların yanı sıra kısırlık, kadın üreme organlarındaki yapısal bozuluk, kafein, alkol, düşük vücut kitle indeksi, genetik endometriozis hastalığı için belirlenen risk faktörleri arasındadır.Endometriozis gebe kalmayı engeller mi?Endometriozis farklı nedenlerle gebe kalmayı engelleyebilmektedir. Endometriozis; üreme organlarında yapışıklıklar oluşturarak, yumurtanın tüplerin içine ulaşmasını engelleyebilmektedir. Bazen de tüplerin ucunu tıkayarak yani ‘tubal tıkanıklığa’ yol açarak gebeliği önleyebilmektedir. Endometriozisin, endometrioma denilen çikolata kisti oluşturma ihtimali de bulunmaktadır. Bu kistler yumurtalıklara yerleşerek, sağlıklı bir yumurtlama olmasını engelleyebildiği gibi yumurta rezervini azaltarak gebelik şansını da düşürebilmektedir. Endometriozis odaklarından salgılanan sitokinler ile humoral faktörler ise embriyo gelişimini ve tutunmasını olumsuz etkileyebilmektedir. Tedavi sonrası, iki yıllık beklemenin ardından gebelik yüzde 40 oranında artmaktadır. Ancak kişi yine normal yollarla gebe kalamazsa, tüp bebek denenebilmektedir.Derin endometriozis nedir?Üreme çağındaki kadınlarda sık görülen endometriozis hastalığının özel bir tipi olan “derin infiltratif endometriozis”, bazen şiddetli ağrıyla kendini gösterirken bazense hiç belirti vermeden sessizce ilerleyebilir. Belirti göstermeyen hastalar genellikle gebe kalamama şikayetiyle doktora başvurmaktadır. Endometriozisin, vajen ile rektum arasındaki rahmin bağları, bağırsak, idrar torbası, idrar kanalları ve karın zarının derinlerine yayılması olarak tanımlanan “derin infiltratif endometriozis” sorunu sadece kadın hastalıkları alanını değil, genel cerrahi, üroloji, gastroenteroloji gibi alanları da ilgilendiren, multidisipliner yaklaşım gerektiren bir hastalıktırİleri evrelere kadar hiçbir bulgu vermeyebilen bu dokular, çok büyük boyutlara ulaştığında bağırsak bölgesinde kanalları tıkayabilmektedir. “Derin infiltratif endometriozis” adı verilen bu durumda cerrahinin tecrübeli ellerde, deneyim sahibi kişiler tarafından yapılması önem taşımaktadır. Çünkü ameliyat esnasında rahim ve bağırsak arasındaki bölgeyi ve idrar borucukları olan üreterleri çok iyi serbestleştirmek gerekir. Cerrahide çoğu kez tutulmuş olan bağırsak kısmının çıkartılması ve geriye kalan kısımların bir araya getirilmesi oldukça önemlidir. Hastaların sosyal yaşantısını ciddi anlamda etkileyen derin endometriozis tanısının doğru konulabilmesi, endometriozisin dokular arasında ciddi yapışıklıklara yol açmasının önlenebilmesi için tanı ve tedavinin, deneyimli ellerde ve gerekli donanıma sahip merkezlerde yapılması önem taşımaktadır.Endometriozis bitkisel tedavisi olan bir hastalık mıdır?Endometriozis bitkisel tedavi ile çözülemez. İnternette yer alan “Endometriozis için şifalı bitkiler” adı altında satılan ürünler yarardan çok zarar getirebilir. Endometriozis için uzman bir kadın hastalıkları ve doğum doktoru ile tedavi planlanmalıdır.Endometriozis tanısı en çok ne zaman konulur?Endometriozis tanısı ortalama 25-35 yaş arasında konulmaktadır. Hastalığın başlangıcı ile tanısı arasında yaklaşık 7 senelik bir gecikme periyodu görülmektedir.Menopoz sonrasında endometriozis görülür mü?Endometriozis hormon bağımlı bir hastalıktır. Menopozda yumurtalıklardan üretilen östrojen ve progesteron hormonları kesildiğinden endometriozis hastalığının da gerilemesi beklenmektedir. Menopoz sonrası dönemde endometriozis görülme oranı yüzde 5’in altındadır ve genelde bu kadınların hikayesinde menopoz semptomlarını geriletmek için kullanılan hormon yerine koyma tedavisi yer almaktadır.Endometriozisin kilolu olmakla ilgisi var mı?Endometriozisin oluşmasına neden olan risk faktörlerinin yanı sıra bu hastalıktan korunmayı sağlayan faktörler de bulunmaktadır. Gebelik, birden fazla doğum yapmak ve emzirmek başlıca koruyucu etkenler arasında yer alırken; yüksek vücut kitle indeksi ve özellikle bel-kalça oranı yüksek olan obez kadınlarda endometriozis hastalığı daha az görülmektedir.Adet ağrısı endometriozis belirtisi mi?Evet, şiddetli adet ağrıları endometriozis belirtisi olabilir. Ancak adet sancıları ilk adetten itibaren değil daha sonraki herhangi bir dönemde başlamaktadır. İlk adetten itibaren olan adet sancıları primer dismenore olarak adlandırılır ve nedenleri genellikle daha farklıdır. Ne yazık ki pek çok kadın adet ağrılarını doğal karşılayıp, bu ağrılarla yaşamak zorunda gibi hissedebilmektedir. Çoğu kadın bir doktora gitmek yerine bu ağrıların normal olduğunu düşünebilmektedir. Oysa bu sorun kadınların hayat kalitesini düşürmekte, ilerleyen safhalarda üremeyi de olumsuz etkileyebilmektedir.Endometriozis ve kısırlık arasında bağlantı var mı?Hamile kalamayan kadınlarda nedenlerden biri de endometriozis hastalığı olabilir. Bu kadınların bir kısmında endometriozisin neden olduğu yara dokusu kadının tüplerinde tıkanıklığa yol açmaktadır. Ancak, çoğu kadında endometriozisin doğurganlığı etkileme nedenleri henüz net olarak bilinmemektedir.Endometriozis kısaca şunlara neden olabilmektedir:Tüp bebek yöntemiyle endometriozis hastaları hamile kalabilir mi?Tüp bebek tedavisiyle endometriozis hastalığı olan kadınlarda yaşlarıyla orantılı olarak tek bir denemede % 60’a varan oranlarda gebelik sağlanabilmektedir. İlk denemede gebe kalamayan kadınlarda elbette tüp bebek tedavisini tekrarlamak gerekmektedir. Tekrarlayan denemeler ile gebelik şansı büyük oranda yakalanabilmektedir.Bağışıklık sistemi endometriozis üzerinde etkili mi?Endometriozisin kesin nedeni halen bilinmemektedir. Bu konuda en yaygın kabul gören teori, adet kanamaları sırasında rahim içindeki dokuların kadının tüplerinden geçerek karın boşluğuna yerleşmesi ve burada gelişimini sürdürmesidir. Bağışıklık sisteminin de buna izin verecek şekilde normalden farklılık gösterdiği düşünülmektedir.Rektumda endometriozis bulunur mu?Endometriozis hastalığı oldukça yaygın bir sağlık sorunudur. Bu doku karın içindeki organlarda (yumurtalık, rahim kanalı, karın iç zarı, bağırsaklar, rektum, idrar kesesi) bulunabildiği gibi karın dışında (vajina, göbek, göz, plevra) da bulunabilir. Belirtilerin şiddetine ve endometriotik nodüllerin rektum iç kanalına ulaşma oranına göre bazı hastalarda nodülün bulunduğu kalın barsağın son kısmı olan rektumun çıkarılması ve kalan kısımlarının tekrar birleştirilmesi, bazı hastalarda ise nodülün rektum üzerinden makas yardımıyla sıyrılması gerekebilmektedir. Çikolata kisti ve endometriozis ameliyatında neler önemlidir?Bu ameliyatlarda Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanları şu noktalara dikkat etmektedir:Çikolata kisti kaç cm olursa ameliyat gerekir?Çikolata kisti ameliyatı için belirli bir büyüklük sınırı yoktur. Ameliyat için hastanın yaşı, infertilitesi, rüptür ve torsiyon riskleri hasta ile konuşularak birlikte karar verilmelidir. Rüptür, yumurtalığın endometrioma olan kısımlarının yırtılması ve endometrioma içeriğinin karın boşluğuna dökülmesidir. Torsiyon ise endometriomayı da içeren yumurtalık ve tüpün kendi etrafında dönmesi ile kan akımının bozulması ve kangren olmasıdır. Bu durumda yumurtalık ve tüp tekrar döndürülerek eski haline getirilir. Ancak maalesef bazı hastalarda yumurtalık kurtarılamamaktadır.Çikolata kisti kendiliğinden geçer mi?Çikolata kisti kendiliğinden geçmez. En etkili tedavi yöntemi cerrahidir. Bazı ilaçlar kistlerin büyümesini önlese de yok etmez. Kist patlarsa içeriği karın boşluğuna dökülebilir ancak kistin duvarı çıkarılmadığı için kistin tekrarlama riski oldukça yüksektir.Çikolata kisti ağrısı nasıl olur?Çikolata kisti olanlar adet sancısı çektiklerini söylerler. Ağrılarının da adetten hemen önce başlayıp, adet dönemi boyunca devam ettiğini dile getirirler. Hastalar, özellikle kasıklarında, bacaklarına ve bellerine vuran ağrı olduğunu ifade edebilirler. Bunun yanında çikolata kisti cinsel ilişki sırasında da ağrıya sebep olabilir. Bazen bağırsaklarda ve idrar torbasında da bir ağrıya rastlanabilir.Çikolata kisti rüptürü (patlaması) nasıl anlaşılır?Endometriomaları rüptüre olan hastalar kasıklarına bıçak saplanır tarzda bir ağrı hissettiklerini, bu ağrının sonrasında tüm karınlarına yayıldığını ifade eder. Çikolata kistinin rüptüre olduğu ultrasonla anlaşılabilmektedir. Bazen hastalarda ağrıyla birlikte bulantı, kusma, halsizlik de görülebilir.Çikolata kistinde CA 125 değeri nedir?CA 125 değeri aslında yumurtalıklarında kitle saptanan hastalarda kitlenin kötü huylu yani kanser olup olmadığı ayrımı için kullandığımız bir kan tetkikidir. Kanser dışında birçok durumda da Ca125 düzeyleri yükselebilmektedir. Bu durumlardan biri de çikolata kistleridir. Özellikle rüptüre yani patlamış çikolata kistlerinde Ca125 değerleri oldukça yüksek değerlere ulaşabilmekte, karın içine dökülen çikolata kisti içeriği ile birlikte ileri evre yumurtalık kanserlerini taklit edebilmektedir.Çikolata kisti akıntı yapar mı?Çikolata kistleri karın içerisinde yerleşmiş bulunan yumurtalıklarda görüldüğünden ve vajen ile doğrudan bağlantılı olmadığından akıntıya neden olmamaktadır.Bekarlarda çikolata kisti olur mu?Bekarlarda çikolata kisti olabilmektedir. | 13,170 |
320 | Hastalıklar | Fallot Tetralojisi (Mavi Bebek Hastalığı) | Halk arasında mavi bebek hastalığı olarak bilinen Fallot Tetralojisi, siyanotik yani morarmayla kendini gösteren kalp hastalıkları arasında en sık görülenidir. Fallot’lu bebeklerde ilk belirti çocuk doktoru tarafından kalpte duyulan üfürüm olabilir. Bebek büyürken akciğer kan akımı azalmaya başlar ve genellikle 6. aydan sonra morarma başlar. Başlangıçta ağlarken moraran bebek, bir yaşından sonra hep mor renktedir. Fallot Tetralojisi’nin tedavisi açık kalp cerrahisi ile kalpteki anormalliklerin düzeltilmesidir.Halk arasında mavi bebek hastalığı olarak bilinen Fallot Tetralojisi, siyanotik yani morarmayla kendini gösteren kalp hastalıkları arasında en sık görülenidir. Fallot’lu bebeklerde ilk belirti çocuk doktoru tarafından kalpte duyulan üfürüm olabilir. Bebek büyürken akciğer kan akımı azalmaya başlar ve genellikle 6. aydan sonra morarma başlar. Başlangıçta ağlarken moraran bebek, bir yaşından sonra hep mor renktedir. Fallot Tetralojisi’nin tedavisi açık kalp cerrahisi ile kalpteki anormalliklerin düzeltilmesidir.
Memorial Ataşehir / Şişli Hastaneleri Çocuk Kardiyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. C. Naci Öner, Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) hakkında bilgi verdi.Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) nedir?Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) en sık görülen siyanotik doğumsal kalp hastalığıdır. Bu hastalıkta kalpte 4 bulgu bir arada bulunmaktadır. Bunlar Ventriküler septal defekt (VSD) denilen kalp karıncıkları arasında bir delik, ata binen aorta, sağ karıncık çıkış yolu darlığı ve sağ karıncık kas kalınlaşması olarak ifade edilmektedir. Yani Fallot tetralojisi kompleks bir doğumsal kalp hastalığıdır.Fallot Tetralojisi nedenleri nelerdir?Kalbin gelişimi, anne karnında ilk 6 -10 hafta arasında olur. Yani bir kadın hamile olduğunu öğrendiğinde, bebeğinin kalbi hemen hemen oluşmuştur. İşte gebeliğin ilk 10 haftasında maruz kalınan herhangi bir olumsuz etken doğumsal kalp hastalıklarının gelişmesine zemin hazırlayabilmektedir. Genetik olarak yatkın bir bebekte, bu dönemde enfeksiyon, radyasyon, elektromanyetik alan, ilaç ya da başka bir zararlı maddeye (alkol, uyuşturucu, kirli hava vb) maruz kalmak, annenin yeterince beslenememesi, Fallot tetralojisi gibi doğumsal kalp hastalıklarını oluşturabilecek risk faktörleridir. Ancak bu konuda kanıta dayalı olarak tam bir bilgi bulunmamaktadır. Hastalığın geçişi multifaktöriyel yani birçok faktörün bir araya gelmesiyle olmaktadır.Fallot Tetralojisi belirtileri nelerdir?Fallot Tetralojisi belirtileri genel olarak şu şekilde sıralanabilir; Fallot Tetralojisi’nde genellikle doğumdan sonra çok önemli bir sorun gözükmemektedir. Ancak çocuk doktoru tarafından yapılan muayenede duyulan üfürüm Fallot Tetralojisi’nin ilk belirtisi olabilmektedir. Bebek büyürken yavaş yavaş morarma başlar. Süt çocukluğu olarak tabir edilen dönemde artan morarma, çocuk 1 yaşına geldiğinde daha da belirginleşir. Bazen ağlama, dışkılama sonrasında bebek mosmor ve kaskatı kesilir. Bu duruma ‘hipoksik hecme’ denir. Bu durum acil olarak değerlendirilmeli, kansızlık varsa demir başlanmalı ve bazı ilaçlarla hipoksik hecmenin tekrarı önlenmelidir. El ve ayak parmaklarının çomak parmak olarak isimlendirilen tırnak yatağının saat camı gibi mor ve kabarık olması bebek büyürken ortaya çıkabilmektedir. Özellikle yaşı biraz daha büyük çocuklarda çabuk yorulma, dinlenme isteğinin yaşanması ve çömelme isteği Fallot tetralojisi belirtisi olabilir. %10 Fallot tetraloji’li yenidoğan bebekte, akciğer atardamarının çıktığı kalp kapağı kapalı (pulmoner atrezi) olabilir. Bu bebeklerde doğum sonrası artan morarma, metabolik asidoz mutlaka kalp kateterizasyonu veya açık kalp cerrahisiyle müdahale gerektirir.Fallot Tetralojisi olan çocuklarda bu belirtiler bazen ilk bir yaşta hiç görülmeyebilir. Hatta Pembe Fallot olarak adlandırılan çocuklarda morarma da olmayabilir. Pembe Fallot Tetralojisi’nde kalpte delik (VSD) bulunmaktadır. Ancak sağ karıncık çıkım yolunda, yani kalp içinde kanın akciğere giden yolunda darlık yoktur. Hem pembe, hem de mavi Fallot Tetralojisi’nin açık kalp ameliyatı ile tedavi edilmesi gerekmektedir.Fallot Tetralojisi’nin teşhisi nasıl yapılır?Fallot Tetralojisi’nin teşhisinde çocuk kardiyoloğunun muayenesi önemlidir. Üfürüm, morarma, çomak parmak, nefes problemleri olan çocuklarda yapılacak ekokardiyografi ile Fallot tetralojisi tanısı kolaylıkla konulabilmektedir.Fallot tetralojisi 4 bulgusu nedir?Fallot tetralojisi kalp içerisinde 4 sorunun bir araya gelmesiyle meydana gelen bir rahatsızlıktır. Ventiküler septal defekt. Karıncıklar arasında genişçe bir delik vardır. Sağ karıncık çıkış yolu darlığı. Pulmoner kapaktaki daralma akciğerlere giden kan akımını azaltır. Sağ karıncık hipertrofisi. Sağ karıncık önündeki darlığı yenmek için fazla kasıldığından aşırı kaslanır. Ata binen aorta. Normal şartlarda aort damarı sol karıncıktan çıkar. Fallot Tetralojisi’nde ise aort hafif şekilde sağa kaymış ve direkt olarak karıncıklar arasındaki deliğin üzerine doğru uzanmıştır. Bu görünümden dolayı ata binen aorta olarak isimlendirilir.Rahatsızlığın Fallot Tetralojisi olarak isimlendirilmesi için bu 4 bulgusunun bir araya gelmesi gerekir.Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) tedavisiFallot Tetralojisi tedavisinde anatomik bozukluğunun cerrahi yöntemlerle düzeltilmesi gerekmektedir. Fallot tetralojisi tedavisi ilaç ya da girişimsel kalp kateterizasyonu yöntemleriyle yapılamaz. Mutlaka açık kalp ameliyatıyla tedavi edilmelidir. Göğüs kemiği kesilerek, kalp durdurulur ve delik kapatılırken, sağ karıncık çıkış yolu darlığı giderilir. Bazen yapay damar kullanmak gerekebilir.Ancak çok dar bir akciğer atardamarıyla doğan çocuklarda girişimsel olarak kapak ve duktus stenti kısa süreli bir rahatlama sağlar. Yani geçici tedavi yöntemleridir. Sonrasında açık kalp ameliyatı ile tam düzeltme gereklidir.Fallot Tetralojisi (Mavi Bebek Hastalığı) Hakkında Sık Sorulan SorularFallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) ameliyatı nasıl yapılır?Fallot tetralojisi ameliyatı genellikle 1 yaş civarında yapılmaktadır. Ameliyatta karıncıklar arasındaki delik (VSD) kapatılır. Sağ taraftaki karıncığın çıkış yolu yani akciğer atardamarının hemen altındaki fazla miktardaki kas tabakası kesilerek akciğerlere yeterince kan gitmesi sağlanır. Yeni cerrahi teknikleriyle akciğer atardamarı kapağı (pulmoner kapak) yapısı korunmaya çalışılır.Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) ölüm riski nedir?Fallot Tetralojisi doğumsal bir kalp hastalığıdır. Hastalar tedavi edilmezse zamanla yorgunluk, kalp yetersizliği veya ölüm riski artar. Konusunda tecrübeli çocuk kalp cerrahlarının gerçekleştirdiği ameliyatlarda ölüm riski %1’den daha azdır.Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) görülme sıklığı nedir?Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) en sık görülen siyanotik doğumsal kalp hastalığıdır. Doğumsal kalp hastalıkların yaygınlığı yüzde 1 civarındadır. Fallot tetralojisi görülme sıklığı 10.000’de 3.4’dür.Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) yaşam süresi ne kadardır?Fallot tetralojisi ameliyatı olan çocukların akciğer atardamarı yani pulmoner kapağı koruyucu ameliyat yapılırsa, hayatı boyunca başka bir ameliyata gerek kalmayabilir. Ama pulmoner kapağın fonksiyonunun bozulduğu bazı ameliyatlar sonrasında, kapak kaçağı nedeniyle sağ karıncık giderek bozulur. Bu çocuklarda 10 -12 yaşlarında ikinci bir ameliyat ya da girişimsel yollarda tedavi gerekebilmektedir. Başarılı Fallot tetralojisi ameliyatı olan çocukların yaşam süreleri, sağlıklı çocuklarla neredeyse aynıdır.Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) ameliyatından sonra nelere dikkat etmek gerekir? Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) ameliyatı olan çocukların çocuk kardiyoloji doktorları tarafında yıllık takiplerinin yapılması önemlidir. Fallot tetralojisi ameliyatlarından sonra çocuklarda kalp ritim bozuklukları görülebilmektedir. Bu ve benzeri sorunların rutin kontrollerle takip edilerek kontrol altında tutulması gerekmektedir. Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) ameliyatından sonra özellikle pulmoner kapak yani akciğer atardamarın kapağındaki kaçak yaşanabilmektedir. Burada yaşanan kaçağa bağlı olarak kalbin sağ tarafına fazladan kan gidebilmektedir. Bu hastalarda belli bir zaman sonra sağ kalp yetersizliği ve ritim bozukluğu başlayabilmektedir. Bu hastalarda 10-12 yaş aralığında bir girişim gerebilir.Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) ameliyatı kaç saat sürer?Fallot tetralojisi ameliyatı genel olarak 3-4 saat sürmektedir.Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) ameliyatı riskleri nelerdir?Fallot tetrolojisi ameliyatın riskleri açık kalp ameliyatı riskleri ile aynıdır. Fallot tetralojisi ameliyatına özel olarak yaşanabilecek ameliyat sonrası komplikasyonlar şu şekilde sıralanabilir; Fallot tetralojisi ameliyatı sonrası bazı çocuklarda ritim bozuklukları yaşanabilmektedir. Bazı çocuklarda karıncıklar arası delik tam olarak kapatılamamaktadır. Bazı çocuklarda sağ karıncık çıkış yolu darlığı tam olarak giderilemez. Akciğer kapakçığından sağ ventriküle doğru geri yönde kaçak yaşanabilmektedir. Kaçağın miktarına göre sağ karıncık genişlemekte ve bu durumda girişim gerekmektedir. Aort kökünde genişleme görülebilmektedir.Fallot Tetralojisi Morarma Nöbeti (Tet Spell-Hipoksik hecme) Nedir?Sağ karıncık çıkım yolu darlığı çok fazla olan çocuklarda akciğere yeterince kan gidememesi Fallot tetralojisi’nin en önemli bulgusudur. Kandaki oksijenin düşüşüne bağlı olarak çocukların dil, dudak ve tırnaklarında morarmalar yaşanmaktadır. Bazen hiçbir neden yokken bu morarma nöbetleri artabilir. Ancak özellikle ağlama ya da dışkılama sırasında akciğere yeterince kan gidememesi morarma nöbetlerini arttırır. Sabah saatlerinde daha fazla olan bu nöbetlere Tet Spell- Hipoksik hecme adı verilir. Bu durumun yaşanmaması için çocuklarda birtakım önlemler alınmaktadır. Kansızlık varsa düzeltilir, bu çocukların ağlatılmaması da önemlidir. Tet spell atakları sıklaşıyorsa sağ ventrikül çıkım yolunu genişleten ilaçlarda kullanılabilmektedir.Bununla birlikte morarma nöbetleri düzelmiyorsa ameliyat zamanının geldiğinin de bir göstergesidir.Fallot Tetralojisi tedavi edilmezse ne olur?Fallot Tetralojisi tedavi edilmediği durumlarda sağ taraftaki karıncığın fonksiyon bozukluğuna bağlı kalp yetersizliği bulguları yaşanabilmektedir. Ayrıca çocukta morarma giderek artabilir. Morarmaya bağlı komplikasyonlar yaşanırken aritmi denilen ritim bozuklukları da ortaya çıkabilmektedir.Tedavisi geciktirilen çocuklarda ameliyat ve ameliyat sonrası sağ kalım oranları düşer. Klasik Fallot Tetralojisi’nde en uygun ameliyat yaşı bir yaş civarıdır.Fallot Tetralojisi ameliyatı sonrası çocuk normale döner mi?Fallot Tetralojisi tedavisi olan çocuklar normale yakın bir hayat yaşamaktadır. Bu çocuklar ağır olmamak kaydıyla spor yapabilirler. Ağır profesyonel sporların yapılması çocuğun durumuna göre belirlenir. Bunun kararı çocuk kardiyoloğu uzmanları tarafından verilmelidir.Fallot Tetralojisi (Mavi bebek hastalığı) ataklar haricinde cilt rengi normal midir?Normalde kalp ve akciğerin sağladığı bir oksijen satürasyonu vardır. Bu oran yüzde 95 ‘in üzerinde olmalıdır. Fallot tetralojisi hastalarında bu oran yüzde 85 civarına düşmektedir. Çocuk ağladığı zaman bu oran yüzde 60’lara kadar gerileyebilmektedir. Fallot Tetralojisi’nde başlangıçta morarma efor ya da ağlama sonrasında olurken, giderek artar ve istirahat halinde de morarma görülür.Fallot Tetralojisi hastalarının ömür boyu ilaç kullanmasına gerek var mıdır?Başarılı bir Fallot tetralojisi ameliyatından sonra hastaların ömür boyu ilaç kullanmasına gerek yoktur.
Memorial Ataşehir / Şişli Hastaneleri Çocuk Kardiyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. C. Naci Öner, Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) hakkında bilgi verdi.Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) nedir?Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) en sık görülen siyanotik doğumsal kalp hastalığıdır. Bu hastalıkta kalpte 4 bulgu bir arada bulunmaktadır. Bunlar Ventriküler septal defekt (VSD) denilen kalp karıncıkları arasında bir delik, ata binen aorta, sağ karıncık çıkış yolu darlığı ve sağ karıncık kas kalınlaşması olarak ifade edilmektedir. Yani Fallot tetralojisi kompleks bir doğumsal kalp hastalığıdır.Fallot Tetralojisi nedenleri nelerdir?Kalbin gelişimi, anne karnında ilk 6 -10 hafta arasında olur. Yani bir kadın hamile olduğunu öğrendiğinde, bebeğinin kalbi hemen hemen oluşmuştur. İşte gebeliğin ilk 10 haftasında maruz kalınan herhangi bir olumsuz etken doğumsal kalp hastalıklarının gelişmesine zemin hazırlayabilmektedir. Genetik olarak yatkın bir bebekte, bu dönemde enfeksiyon, radyasyon, elektromanyetik alan, ilaç ya da başka bir zararlı maddeye (alkol, uyuşturucu, kirli hava vb) maruz kalmak, annenin yeterince beslenememesi, Fallot tetralojisi gibi doğumsal kalp hastalıklarını oluşturabilecek risk faktörleridir. Ancak bu konuda kanıta dayalı olarak tam bir bilgi bulunmamaktadır. Hastalığın geçişi multifaktöriyel yani birçok faktörün bir araya gelmesiyle olmaktadır.Fallot Tetralojisi belirtileri nelerdir?Fallot Tetralojisi belirtileri genel olarak şu şekilde sıralanabilir;Fallot Tetralojisi olan çocuklarda bu belirtiler bazen ilk bir yaşta hiç görülmeyebilir. Hatta Pembe Fallot olarak adlandırılan çocuklarda morarma da olmayabilir. Pembe Fallot Tetralojisi’nde kalpte delik (VSD) bulunmaktadır. Ancak sağ karıncık çıkım yolunda, yani kalp içinde kanın akciğere giden yolunda darlık yoktur. Hem pembe, hem de mavi Fallot Tetralojisi’nin açık kalp ameliyatı ile tedavi edilmesi gerekmektedir.Fallot Tetralojisi’nin teşhisi nasıl yapılır?Fallot Tetralojisi’nin teşhisinde çocuk kardiyoloğunun muayenesi önemlidir. Üfürüm, morarma, çomak parmak, nefes problemleri olan çocuklarda yapılacak ekokardiyografi ile Fallot tetralojisi tanısı kolaylıkla konulabilmektedir.Fallot tetralojisi 4 bulgusu nedir?Fallot tetralojisi kalp içerisinde 4 sorunun bir araya gelmesiyle meydana gelen bir rahatsızlıktır.Rahatsızlığın Fallot Tetralojisi olarak isimlendirilmesi için bu 4 bulgusunun bir araya gelmesi gerekir.Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) tedavisiFallot Tetralojisi tedavisinde anatomik bozukluğunun cerrahi yöntemlerle düzeltilmesi gerekmektedir. Fallot tetralojisi tedavisi ilaç ya da girişimsel kalp kateterizasyonu yöntemleriyle yapılamaz. Mutlaka açık kalp ameliyatıyla tedavi edilmelidir. Göğüs kemiği kesilerek, kalp durdurulur ve delik kapatılırken, sağ karıncık çıkış yolu darlığı giderilir. Bazen yapay damar kullanmak gerekebilir.Ancak çok dar bir akciğer atardamarıyla doğan çocuklarda girişimsel olarak kapak ve duktus stenti kısa süreli bir rahatlama sağlar. Yani geçici tedavi yöntemleridir. Sonrasında açık kalp ameliyatı ile tam düzeltme gereklidir.Fallot Tetralojisi (Mavi Bebek Hastalığı) Hakkında Sık Sorulan SorularFallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) ameliyatı nasıl yapılır?Fallot tetralojisi ameliyatı genellikle 1 yaş civarında yapılmaktadır. Ameliyatta karıncıklar arasındaki delik (VSD) kapatılır. Sağ taraftaki karıncığın çıkış yolu yani akciğer atardamarının hemen altındaki fazla miktardaki kas tabakası kesilerek akciğerlere yeterince kan gitmesi sağlanır. Yeni cerrahi teknikleriyle akciğer atardamarı kapağı (pulmoner kapak) yapısı korunmaya çalışılır.Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) ölüm riski nedir?Fallot Tetralojisi doğumsal bir kalp hastalığıdır. Hastalar tedavi edilmezse zamanla yorgunluk, kalp yetersizliği veya ölüm riski artar. Konusunda tecrübeli çocuk kalp cerrahlarının gerçekleştirdiği ameliyatlarda ölüm riski %1’den daha azdır.Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) görülme sıklığı nedir?Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) en sık görülen siyanotik doğumsal kalp hastalığıdır. Doğumsal kalp hastalıkların yaygınlığı yüzde 1 civarındadır. Fallot tetralojisi görülme sıklığı 10.000’de 3.4’dür.Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) yaşam süresi ne kadardır?Fallot tetralojisi ameliyatı olan çocukların akciğer atardamarı yani pulmoner kapağı koruyucu ameliyat yapılırsa, hayatı boyunca başka bir ameliyata gerek kalmayabilir. Ama pulmoner kapağın fonksiyonunun bozulduğu bazı ameliyatlar sonrasında, kapak kaçağı nedeniyle sağ karıncık giderek bozulur. Bu çocuklarda 10 -12 yaşlarında ikinci bir ameliyat ya da girişimsel yollarda tedavi gerekebilmektedir. Başarılı Fallot tetralojisi ameliyatı olan çocukların yaşam süreleri, sağlıklı çocuklarla neredeyse aynıdır.Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) ameliyatından sonra nelere dikkat etmek gerekir?Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) ameliyatı kaç saat sürer?Fallot tetralojisi ameliyatı genel olarak 3-4 saat sürmektedir.Fallot Tetralojisi (mavi bebek hastalığı) ameliyatı riskleri nelerdir?Fallot tetrolojisi ameliyatın riskleri açık kalp ameliyatı riskleri ile aynıdır. Fallot tetralojisi ameliyatına özel olarak yaşanabilecek ameliyat sonrası komplikasyonlar şu şekilde sıralanabilir;Fallot Tetralojisi Morarma Nöbeti (Tet Spell-Hipoksik hecme) Nedir?Sağ karıncık çıkım yolu darlığı çok fazla olan çocuklarda akciğere yeterince kan gidememesi Fallot tetralojisi’nin en önemli bulgusudur. Kandaki oksijenin düşüşüne bağlı olarak çocukların dil, dudak ve tırnaklarında morarmalar yaşanmaktadır. Bazen hiçbir neden yokken bu morarma nöbetleri artabilir. Ancak özellikle ağlama ya da dışkılama sırasında akciğere yeterince kan gidememesi morarma nöbetlerini arttırır. Sabah saatlerinde daha fazla olan bu nöbetlere Tet Spell- Hipoksik hecme adı verilir. Bu durumun yaşanmaması için çocuklarda birtakım önlemler alınmaktadır. Kansızlık varsa düzeltilir, bu çocukların ağlatılmaması da önemlidir. Tet spell atakları sıklaşıyorsa sağ ventrikül çıkım yolunu genişleten ilaçlarda kullanılabilmektedir.Bununla birlikte morarma nöbetleri düzelmiyorsa ameliyat zamanının geldiğinin de bir göstergesidir.Fallot Tetralojisi tedavi edilmezse ne olur?Fallot Tetralojisi tedavi edilmediği durumlarda sağ taraftaki karıncığın fonksiyon bozukluğuna bağlı kalp yetersizliği bulguları yaşanabilmektedir. Ayrıca çocukta morarma giderek artabilir. Morarmaya bağlı komplikasyonlar yaşanırken aritmi denilen ritim bozuklukları da ortaya çıkabilmektedir.Tedavisi geciktirilen çocuklarda ameliyat ve ameliyat sonrası sağ kalım oranları düşer. Klasik Fallot Tetralojisi’nde en uygun ameliyat yaşı bir yaş civarıdır.Fallot Tetralojisi ameliyatı sonrası çocuk normale döner mi?Fallot Tetralojisi tedavisi olan çocuklar normale yakın bir hayat yaşamaktadır. Bu çocuklar ağır olmamak kaydıyla spor yapabilirler. Ağır profesyonel sporların yapılması çocuğun durumuna göre belirlenir. Bunun kararı çocuk kardiyoloğu uzmanları tarafından verilmelidir.Fallot Tetralojisi (Mavi bebek hastalığı) ataklar haricinde cilt rengi normal midir?Normalde kalp ve akciğerin sağladığı bir oksijen satürasyonu vardır. Bu oran yüzde 95 ‘in üzerinde olmalıdır. Fallot tetralojisi hastalarında bu oran yüzde 85 civarına düşmektedir. Çocuk ağladığı zaman bu oran yüzde 60’lara kadar gerileyebilmektedir. Fallot Tetralojisi’nde başlangıçta morarma efor ya da ağlama sonrasında olurken, giderek artar ve istirahat halinde de morarma görülür.Fallot Tetralojisi hastalarının ömür boyu ilaç kullanmasına gerek var mıdır? | 7,140 |
321 | Hastalıklar | Erken Boşalma | Erken boşalma, cinsel aktivite sırasında boşalmanın genetik, psikolojik, kronik prostatik, hormonsal sorunlar nedeniyle istenilenden daha erken gerçekleştiği cinsel işlev bozukluğudur. Erken boşalma sorunu, pelvik taban egzersizleri, davranışsal teknikler, duyarsızlık sağlayan ürünler veya ilaç ile tedavi edilmeye çalışılmaktadır.Erken boşalma, cinsel aktivite sırasında boşalmanın genetik, psikolojik, kronik prostatik, hormonsal sorunlar nedeniyle istenilenden daha erken gerçekleştiği cinsel işlev bozukluğudur. Erken boşalma sorunu, pelvik taban egzersizleri, davranışsal teknikler, duyarsızlık sağlayan ürünler veya ilaç ile tedavi edilmeye çalışılmaktadır.
Erken Boşalma Nedir?Erken boşalma, cinsel ilişki sırasında boşalmanın genellikle 2 ila 3 dakikadan daha kısa sürede gerçekleştiği cinsel fonksiyon bozukluğudur.1970’lerde Masters ve Johnson erken boşalmayı “erkeğin orgazmını partneri orgazm olana kadar geciktirememesi ve bu durumun cinsel ilişkilerin %50’sinde izlenmesi” olarak tanımlamıştır. Erken boşalma şu ifadelerle de tanımlanmaktadır:Erken boşalma, Her zaman veya ilişkilerin çoğunda vajinal penetrasyondan yaklaşık 1 dakika sonra meydana gelen boşalmadır.Erken boşalma, vajinal peterasyondan sonrası veya vajinal penetrasyona kadar olan süre için geciktirilememesidir.Erken boşalma, Her iki partnerin cinsel etkileşimden zevk alması için boşalmayı yeterince kontrol edememesidir.Erken Boşalmanın Çeşitleri Nelerdir? Yaşam boyu devam eden erken boşalma: İlk cinsel aktivite ile başlayan ve yaşam boyu süren erken boşalma sorunudur. Primer erken boşalma olarak da isimlendirilir. Genel sıklığı %2,3-3,2’dir.Türkiye de %2,5 olarak görülmektedir. Kazanılmış erken boşalma: Cinsel ilişkinin ilk başladığı zamanlarda normal bir ejakülasyon yani boşalma yaşanmaktadır. Daha sonra yaşanan herhangi bir sorun neticesinde yaşanan erken boşalma problemidir. Genelde %3,9-4,8Türkiye’de ortalama %4 oranında görülmektedir. Değişken erken boşalma: Kişi zaman zaman erken boşalma sorunu yaşarken zaman zaman da normal boşalma yaşamaktadır. En sık izlenen erken boşalma formudur ve %8,5-11,4 oranında görülür. Türkiye’de ortalama %8 -8,5 oranında izlenmektedir. Duyusal değişken erken boşalma: Kültürel veya anormal psikolojik durumlar vardır. Kişi aslında erken boşalma sorunu yaşamazken erken boşalma endişesi yaşamamaktadır. Genelde %5,1,-6,4, Türkiye’de %5 oranında görülmektedir. Erken Boşalma Neden Olur?Teknik olarak boşalma, cinsel olarak uyarılma sonucu omurilikten beyne sinyaller gider, zevk doruk noktasına ulaştığında, beyin üreme organına tabiri caizse "hazır" komutu verir ve meni penis yolu ile dışarı atılır. Erken boşalmanın nedeni olarak, prostat iltihaplanması olan prostatit, anksiyete, stres ve depresyon gibi psikolojik sorunlar, erken boşalma endişesi, anormal hormon seviyeleri, şeker hastalığı ve ilaç kullanımı görülmektedir.Değişken ve duyusal değişken erken boşalma sorunu tamamen psikolojik nedenlere dayanmaktadır. Günlük yaşam koşulları ve stres etkilidir.Kazanılmış erken boşalma sorunu ise şu gibi nedenlerle ortaya çıkabilir. Psikolojik nedenler: Stres, çevresel faktörler, partner ile olan ilişki, yaşam tarzı gibi sorunlar erken boşalma sorununa zemin hazırlayabilir. Endokrin faktörler: Halk arasında guatr olarak bilinen tiroit sorunları yüksek tiroit yani hipertiroidi erken boşalma sorununa yol açabilir. Ürolojik sorunlar: Prostat hastalıkları, prostat enfeksiyonları, idrar yolu enfeksiyonları veya cinsel yolla bulaşan hastalıklar erken boşalmaya neden olabilir. Cinsel sağlık problemleri: Cinsel sağlıkta karşımıza çıkan fonksiyon bozuklukları veya kadınların cinsel uyum problemleri erken boşalmaya neden olabilmektedir.Erken boşalmaya neden olan hastalıklar nelerdir?Cinsel sorun, tiroit hormon bozukluğu, prostat rahatsızlıkları, stres ve yanı sıra;Diyabet: Diyabet hastalarında penise kan taşıyan damarlar da etkilendiği için özellikle sertleşme sorunu görülmektedir. Bununla birlikte diyabetin penis sinirleri üzerine olan etkisi erken boşalmada rol oynayacağının düşündürmektedir.Testosteron hormon bozuklukları: Testosteron hormonu eksikliği erken boşalmaya neden olmaktadır. Diğer taraftan yapılan bazı çalışmalarda testosteron düşüklüğünün esas olarak geç boşalma veya orgazm yokluğuna neden olduğuna dair görüşler de vardır.Hipofiz bezi hastalıkları: Hipofiz bezindeki sorunların erken boşalmaya neden olabileceği ile çeşitli çalışmalar vardır; ancak elde edilen sonuçlar net değildir. Ancak hipertroidi olan kişilerde erken boşalma olduğu net olarak bilinmektedir.Varikosel: Varikoselin erken boşalmaya yol açabildiği yönünde çeşitli görüşler vardır.Erken Boşalma Sorunu Nasıl Teşhis Edilir?Erken boşalmanın tanısında altın standart doktor hasta görüşmesidir. Erken boşalmaya neden olan altta yatan hormonal sorunlar, idrar yolu enfeksiyonu gibi farklı rahatsızlıklar varsa bunlara yönelik tetkikler tamamlanır.Erken boşalmanın teşhisi hastanın hikayesinin detaylı alınmasıyla ortaya konulabilir. Uygun hastalarda boşalma süresi hastadan öğrenilebilir. Türkçe validasyonu yapılmış sorgulama formları ile hastanın yakınması değerlendirilebilir. En sık karşılaşılan sorun olan iktidarsızlık ve erken boşalma arasındaki fark hastanın detaylı hikayesinin alınmasıyla ortaya konulabilir.Erken Boşalma Sorunu Nasıl Tedavi Edilir?Erken boşalmanın tedavisinde çeşitli yöntemler kullanılmaktadır. Hastanın durumuna göre bu tedavilerden biri ya da birden fazlası aynı anda kombine olarak kullanılabilir. İlaç tedavi: Günümüzde cinsel fonksiyon bozukluğunda kullanılan ereksiyon sağlayıcı yani sertleşme sorununun gideren ilaçlara benzer erken boşalmaya yönelik ilaçlar da geliştirilmiştir. Dapoksetin cinsel birleşmeden 1-3 saat önce alınmalıdır. Egzersiz ve spor: Erken boşalmanın tedavisinde pelvik kaslarının çalıştıran egzersizler kullanılır. Kegel egzersizi en sık kullanılan egzersiz yöntemidir. Makat kaslarıyla birlikte idrar tutma egzersizi olarak tanımlanabilir. İdrar kaçıran, çocuk kadın ve erkeklerde de kullanılan Kegel egzersizleri günün her saati uygulanabilir. İdrar tutmayı sağlayan kaslar boşalmayı önleyen kaslarla beraber çalışan kaslardır. Egzersizlerle bu kas yapılarının güçlendirilmesi amaçlanır. Cinsel ilişki sırasında kişi boşalacağını hissettiği sırada bu bölgedeki kaslarını kasarak mesane boynundaki kas yapısının da kasılmasını sağlayacak ve boşalmayı kontrol edecektir. Kegel egzersizi erken boşalmaya karşı etkili tedavi yöntemlerindendir. Kegel egzersizlerinin haricinde pelvik taban kaslarını çalıştıran fitness ve benzeri sporlar da erken boşalmayı engellemek bakımından faydalıdır. Krem ve jeller: Topikal ajanlar olarak tanımlanan lokal anestezik krem ve jeller erken boşalmanı önüne geçilebilmektedir. Penis baş kısmına ve sünnet derisine sürülen jel ve kremlerin en önemli avantajı lokal uygulamalar olması ve sistemik yan etkilerinin olmamasıdır. Bununla birlikte krem ve jeller kullanım miktarına göre kadın ve erkekte orgazm hissini engelleyebilmektedir. Özellikle kullanılan jellerin kötü kokusu ilişki sırasında hoşnutsuz bir ortam yaratabilmektedir. Prezervatif: Prezervatifler ilişki esnasında duyu hissini azalttığı için erken boşalmayı önlemek için kullanılan tedavi yöntemlerinden biridir. Bunun için birden fazla prezervatif kullanılabileceği gibi lokal anestezik prezervatifler de bulunmaktadır. Seks terapileri: Erken boşalmanın tedavisinde etkili yöntemlerden birisi de seks terapileridir. Psikiyatristlerle ortak çalışma yapılması faydalı sonuçlar verebilen tedavi yöntemleri arasındadır. Ön sevişme periyodunun mümkün olduğunca uzun tutulması; boşalma hissinin hissedildiği anda partnerlerin pozisyon değiştirmesi gibi yöntemler uygulanabilir.Erken boşalma ile İlgili Sık Sorulan Sorularİdeal boşalma süresi nedir?Boşalma süresi birçok faktöre bağlı olarak değişir ancak bir erkeğin boşalma süresi ortalama 5 ila 7 dakikadır. Genel aralık ise bir dakikadan az ve yarım saate kadar olacak şekilde değişiklik gösterebilmektedir.Kadınlar erken boşalma problemi yaşanır mı?Erken boşalma, kadınlarda da izlenilen bir durumdur. Ancak, kadınlar fizyolojisi itibariyle tekrarlı orgazma ulaşabildikleri için erken boşalma kadınlarda erkeklerde olduğu kadar önemli bir sıkıntı yaratmamaktadır. Erkekte ise ejakülasyon yani boşalma sonrası tekrar ereksiyon ve boşalma için belirli bir süre gerektiği için daha sıkıntılı bir durumdur.Erkeklerde erken boşalma sorunu ne kadar yaygındır?Erkeklerde erken boşalma problemi cinsel sorunlar arasında en sık görülenidir. Türk erkeklerinin yaklaşık %20 sinde erken boşalma sorunu yaşanmaktadır.Sünnet erken boşalmaya neden olur mu? Toplumda sünnetin erken boşalmaya neden olduğu yönünde yanlış bir inanış bulunmaktadır. Ancak yapılan çalışmalar sünnetin erken boşalmaya neden olmadığı tam tersi yönde etki gösterdiğini ortaya koymaktadır. Erken boşalmada sünnet derisinin çıkarılmasının veya kesilmesinin tedavi yöntemi olarak kullanılabileceği yönünde çalışmalar da bulunmaktadır. Diğer taraftan, sünnetli ve sünnetsiz erkeklerde yapılan çalışmalarda sünnetli erkeklerde duyarlılığın azaldığı dair yayınlar vardır.Kısacası sünnet ve erken boşalma arası ilişki halen daha tartışmalı bir konu olmakla birlikte; yine de sünneti erken boşalmaya neden olmadığı genel olarak kabul görmektedir.İktidarsızlık erken boşalmaya neden olabilir mi?Erken boşalma ve iktidarsızlık sorunları birbirleriyle sıklıkla karışabilmektedir. İktidarsız şikayetiyle başvuran pek çok hastanın detaylı incelemenin ardından aslında erken boşalma sorunu yaşadığı anlaşılmaktadır. Erkek fizyolojisine bağlı olarak orgazm sonrası tekrar ereksiyon ve ejakülasyon/orgazm için belirli bir süre geçmesi gereklidir. Tekrarlı orgazm genç yaş erkeklerde %30 civarında izlenirken, 30 yaş üzerinde sadece %3 oranında izlenmektedir. Bunun sonucu olarak erken boşalma ile erkek fizyolojisine bağlı olarak tekrar ereksiyonu sağlamaktaki zorluk nedeniyle kişi kendisini iktidarsız olarak tanımlayabilmektedir. Aradaki farkı ortaya koyabilmek için doktorun iyi bir sorgulama yapması gerekir. Bazen iktidarsızlık ve erken boşalma aynı anda yaşanabilir. Bu gibi durumlarda öncelikle iktidarsızlık sorunun tedavi edilmesi gerekir. İktidarsızlık tedavisinin ardından erken boşalma sorunu hala devam ediyorsa buna yönelik tedaviler gündeme gelmelidir.Sık mastürbasyon yapmak erken boşalma sebebi midir?Bu konu oldukça tartışmalı ve yanlış değerlendirmeye dayanan bir konudur. Özellikle genç erkeklerde veya cinsel ilişkiye yeni başlayan erkeklerde ilk ilişkideki heyecanı da ortadan kaldırmaya yönelik olarak ilişki öncesi mastürbasyon tavsiye edilebilmektedir. Bu durumda mastürbasyon sanılanın aksine erken boşalmayı engelleyen faktörlerden biridir. Ancak sık mastürbasyon yapmak ileri dönemde, özellikle psikolojik ve genetik bir yatkınlık varsa ejakülasyon yani boşalma sorununa neden olabilir. Burada genetik yatkınlık olarak ifade edilen durum biraz önce bahsettiğimiz primer erken boşalmanın temelinde oynayan reseptör ve penis cildi duyarlılığındaki değişimlerdir.Alkol kullanımı erken boşalma sebebi midir?Uyarıcı etkisinden dolayı, erken boşalmayı önleyebilmek için düşük doz alkol kullanımı tavsiye edilebilir. Ancak alkol tüketiminde yüksek doza çıkıldığında bu durumda ereksiyonu engelleyici sorunlar görülebilmektedir.Ereksiyon ilaçları erken boşalmayı engeller mi?Ereksiyon yani sertleşme sorunu ilaçları erken boşalmayı engellemezler. Ancak alınan ilaçlar ereksiyonu devam ettireceği için erken boşalma olsa dahi ereksiyon devam ettiği için partner tatmini sağlanmaktadır. Ereksiyon ilaçlarının boşalma süresi üzerine etkisi yokturErken boşalmanın bitkisel bir tedavisi var mıdır?Erkekte ereksiyon sağlamak, sperm sayısını artırmak veya sperm kalitesini yükseltmek için tüketilen besinlerden faydalanılabilir. Ancak erken boşalmada bitkisel çözüm veya tüketilen besinlerin faydası söz konusu değildir.Erken boşalma sorunu çözülmezse ne gibi sorunlara yol açar?Erken boşalma sorunun büyük bir çoğunluğunda kökeninde psikolojik sebepler yatmaktadır. Kişide ve partnerinde stres ilişkide sorunlara yol açabilir. Bu nedenle erken boşalma sorunu yaşayan olguların Üroloji/androloji uzmanı-Psikiyatrist ile ortak olarak değerlendirilmesi önemlidir. Cinsel yaşamdaki başarısızlık, çiftlerin ruhsal durumda dengesizlik ve uyumsuzluk yaratarak ciddi sorunlara yol açabilir.Tedavi edilen erken boşalma sorunu tekrarlayabilir mi?Altta yatan rahatsızlık tedavi edildiği zaman erken boşalma sorunu genellikle düzelmektedir. Organik soruna dayalı hasta grubu çok az olduğu için erken boşalmanın tedavisi genellikle durumsaldır. İlaç kullanıldığı anda erken boşalma ortadan kalkar ilaç bırakılınca erken boşalma geriye gelebilir.
Erken Boşalma Nedir?Erken boşalma, cinsel ilişki sırasında boşalmanın genellikle 2 ila 3 dakikadan daha kısa sürede gerçekleştiği cinsel fonksiyon bozukluğudur.1970’lerde Masters ve Johnson erken boşalmayı “erkeğin orgazmını partneri orgazm olana kadar geciktirememesi ve bu durumun cinsel ilişkilerin %50’sinde izlenmesi” olarak tanımlamıştır. Erken boşalma şu ifadelerle de tanımlanmaktadır:Erken boşalma, Her zaman veya ilişkilerin çoğunda vajinal penetrasyondan yaklaşık 1 dakika sonra meydana gelen boşalmadır.Erken boşalma, vajinal peterasyondan sonrası veya vajinal penetrasyona kadar olan süre için geciktirilememesidir.Erken boşalma, Her iki partnerin cinsel etkileşimden zevk alması için boşalmayı yeterince kontrol edememesidir.Erken Boşalmanın Çeşitleri Nelerdir?Yaşam boyu devam eden erken boşalma: İlk cinsel aktivite ile başlayan ve yaşam boyu süren erken boşalma sorunudur. Primer erken boşalma olarak da isimlendirilir. Genel sıklığı %2,3-3,2’dir.Türkiye de %2,5 olarak görülmektedir.Kazanılmış erken boşalma: Cinsel ilişkinin ilk başladığı zamanlarda normal bir ejakülasyon yani boşalma yaşanmaktadır. Daha sonra yaşanan herhangi bir sorun neticesinde yaşanan erken boşalma problemidir. Genelde %3,9-4,8Türkiye’de ortalama %4 oranında görülmektedir.Değişken erken boşalma: Kişi zaman zaman erken boşalma sorunu yaşarken zaman zaman da normal boşalma yaşamaktadır. En sık izlenen erken boşalma formudur ve %8,5-11,4 oranında görülür. Türkiye’de ortalama %8 -8,5 oranında izlenmektedir.Duyusal değişken erken boşalma: Kültürel veya anormal psikolojik durumlar vardır. Kişi aslında erken boşalma sorunu yaşamazken erken boşalma endişesi yaşamamaktadır. Genelde %5,1,-6,4, Türkiye’de %5 oranında görülmektedir.Erken Boşalma Neden Olur?Teknik olarak boşalma, cinsel olarak uyarılma sonucu omurilikten beyne sinyaller gider, zevk doruk noktasına ulaştığında, beyin üreme organına tabiri caizse "hazır" komutu verir ve meni penis yolu ile dışarı atılır. Erken boşalmanın nedeni olarak, prostat iltihaplanması olan prostatit, anksiyete, stres ve depresyon gibi psikolojik sorunlar, erken boşalma endişesi, anormal hormon seviyeleri, şeker hastalığı ve ilaç kullanımı görülmektedir.Değişken ve duyusal değişken erken boşalma sorunu tamamen psikolojik nedenlere dayanmaktadır. Günlük yaşam koşulları ve stres etkilidir.Kazanılmış erken boşalma sorunu ise şu gibi nedenlerle ortaya çıkabilir.Erken boşalmaya neden olan hastalıklar nelerdir?Cinsel sorun, tiroit hormon bozukluğu, prostat rahatsızlıkları, stres ve yanı sıra;Diyabet: Diyabet hastalarında penise kan taşıyan damarlar da etkilendiği için özellikle sertleşme sorunu görülmektedir. Bununla birlikte diyabetin penis sinirleri üzerine olan etkisi erken boşalmada rol oynayacağının düşündürmektedir.Testosteron hormon bozuklukları: Testosteron hormonu eksikliği erken boşalmaya neden olmaktadır. Diğer taraftan yapılan bazı çalışmalarda testosteron düşüklüğünün esas olarak geç boşalma veya orgazm yokluğuna neden olduğuna dair görüşler de vardır.Hipofiz bezi hastalıkları: Hipofiz bezindeki sorunların erken boşalmaya neden olabileceği ile çeşitli çalışmalar vardır; ancak elde edilen sonuçlar net değildir. Ancak hipertroidi olan kişilerde erken boşalma olduğu net olarak bilinmektedir.Varikosel: Varikoselin erken boşalmaya yol açabildiği yönünde çeşitli görüşler vardır.Erken Boşalma Sorunu Nasıl Teşhis Edilir?Erken boşalmanın tanısında altın standart doktor hasta görüşmesidir. Erken boşalmaya neden olan altta yatan hormonal sorunlar, idrar yolu enfeksiyonu gibi farklı rahatsızlıklar varsa bunlara yönelik tetkikler tamamlanır.Erken boşalmanın teşhisi hastanın hikayesinin detaylı alınmasıyla ortaya konulabilir. Uygun hastalarda boşalma süresi hastadan öğrenilebilir. Türkçe validasyonu yapılmış sorgulama formları ile hastanın yakınması değerlendirilebilir. En sık karşılaşılan sorun olan iktidarsızlık ve erken boşalma arasındaki fark hastanın detaylı hikayesinin alınmasıyla ortaya konulabilir.Erken Boşalma Sorunu Nasıl Tedavi Edilir?Erken boşalmanın tedavisinde çeşitli yöntemler kullanılmaktadır. Hastanın durumuna göre bu tedavilerden biri ya da birden fazlası aynı anda kombine olarak kullanılabilir.Erken boşalma ile İlgili Sık Sorulan Sorularİdeal boşalma süresi nedir?Boşalma süresi birçok faktöre bağlı olarak değişir ancak bir erkeğin boşalma süresi ortalama 5 ila 7 dakikadır. Genel aralık ise bir dakikadan az ve yarım saate kadar olacak şekilde değişiklik gösterebilmektedir.Kadınlar erken boşalma problemi yaşanır mı?Erken boşalma, kadınlarda da izlenilen bir durumdur. Ancak, kadınlar fizyolojisi itibariyle tekrarlı orgazma ulaşabildikleri için erken boşalma kadınlarda erkeklerde olduğu kadar önemli bir sıkıntı yaratmamaktadır. Erkekte ise ejakülasyon yani boşalma sonrası tekrar ereksiyon ve boşalma için belirli bir süre gerektiği için daha sıkıntılı bir durumdur.Erkeklerde erken boşalma sorunu ne kadar yaygındır?Erkeklerde erken boşalma problemi cinsel sorunlar arasında en sık görülenidir. Türk erkeklerinin yaklaşık %20 sinde erken boşalma sorunu yaşanmaktadır.Sünnet erken boşalmaya neden olur mu? Toplumda sünnetin erken boşalmaya neden olduğu yönünde yanlış bir inanış bulunmaktadır. Ancak yapılan çalışmalar sünnetin erken boşalmaya neden olmadığı tam tersi yönde etki gösterdiğini ortaya koymaktadır. Erken boşalmada sünnet derisinin çıkarılmasının veya kesilmesinin tedavi yöntemi olarak kullanılabileceği yönünde çalışmalar da bulunmaktadır. Diğer taraftan, sünnetli ve sünnetsiz erkeklerde yapılan çalışmalarda sünnetli erkeklerde duyarlılığın azaldığı dair yayınlar vardır.Kısacası sünnet ve erken boşalma arası ilişki halen daha tartışmalı bir konu olmakla birlikte; yine de sünneti erken boşalmaya neden olmadığı genel olarak kabul görmektedir.İktidarsızlık erken boşalmaya neden olabilir mi?Erken boşalma ve iktidarsızlık sorunları birbirleriyle sıklıkla karışabilmektedir. İktidarsız şikayetiyle başvuran pek çok hastanın detaylı incelemenin ardından aslında erken boşalma sorunu yaşadığı anlaşılmaktadır. Erkek fizyolojisine bağlı olarak orgazm sonrası tekrar ereksiyon ve ejakülasyon/orgazm için belirli bir süre geçmesi gereklidir. Tekrarlı orgazm genç yaş erkeklerde %30 civarında izlenirken, 30 yaş üzerinde sadece %3 oranında izlenmektedir. Bunun sonucu olarak erken boşalma ile erkek fizyolojisine bağlı olarak tekrar ereksiyonu sağlamaktaki zorluk nedeniyle kişi kendisini iktidarsız olarak tanımlayabilmektedir. Aradaki farkı ortaya koyabilmek için doktorun iyi bir sorgulama yapması gerekir. Bazen iktidarsızlık ve erken boşalma aynı anda yaşanabilir. Bu gibi durumlarda öncelikle iktidarsızlık sorunun tedavi edilmesi gerekir. İktidarsızlık tedavisinin ardından erken boşalma sorunu hala devam ediyorsa buna yönelik tedaviler gündeme gelmelidir.Sık mastürbasyon yapmak erken boşalma sebebi midir?Bu konu oldukça tartışmalı ve yanlış değerlendirmeye dayanan bir konudur. Özellikle genç erkeklerde veya cinsel ilişkiye yeni başlayan erkeklerde ilk ilişkideki heyecanı da ortadan kaldırmaya yönelik olarak ilişki öncesi mastürbasyon tavsiye edilebilmektedir. Bu durumda mastürbasyon sanılanın aksine erken boşalmayı engelleyen faktörlerden biridir. Ancak sık mastürbasyon yapmak ileri dönemde, özellikle psikolojik ve genetik bir yatkınlık varsa ejakülasyon yani boşalma sorununa neden olabilir. Burada genetik yatkınlık olarak ifade edilen durum biraz önce bahsettiğimiz primer erken boşalmanın temelinde oynayan reseptör ve penis cildi duyarlılığındaki değişimlerdir.Alkol kullanımı erken boşalma sebebi midir?Uyarıcı etkisinden dolayı, erken boşalmayı önleyebilmek için düşük doz alkol kullanımı tavsiye edilebilir. Ancak alkol tüketiminde yüksek doza çıkıldığında bu durumda ereksiyonu engelleyici sorunlar görülebilmektedir.Ereksiyon ilaçları erken boşalmayı engeller mi?Ereksiyon yani sertleşme sorunu ilaçları erken boşalmayı engellemezler. Ancak alınan ilaçlar ereksiyonu devam ettireceği için erken boşalma olsa dahi ereksiyon devam ettiği için partner tatmini sağlanmaktadır. Ereksiyon ilaçlarının boşalma süresi üzerine etkisi yokturErken boşalmanın bitkisel bir tedavisi var mıdır?Erkekte ereksiyon sağlamak, sperm sayısını artırmak veya sperm kalitesini yükseltmek için tüketilen besinlerden faydalanılabilir. Ancak erken boşalmada bitkisel çözüm veya tüketilen besinlerin faydası söz konusu değildir.Erken boşalma sorunu çözülmezse ne gibi sorunlara yol açar?Erken boşalma sorunun büyük bir çoğunluğunda kökeninde psikolojik sebepler yatmaktadır. Kişide ve partnerinde stres ilişkide sorunlara yol açabilir. Bu nedenle erken boşalma sorunu yaşayan olguların Üroloji/androloji uzmanı-Psikiyatrist ile ortak olarak değerlendirilmesi önemlidir. Cinsel yaşamdaki başarısızlık, çiftlerin ruhsal durumda dengesizlik ve uyumsuzluk yaratarak ciddi sorunlara yol açabilir.Tedavi edilen erken boşalma sorunu tekrarlayabilir mi?Altta yatan rahatsızlık tedavi edildiği zaman erken boşalma sorunu genellikle düzelmektedir. Organik soruna dayalı hasta grubu çok az olduğu için erken boşalmanın tedavisi genellikle durumsaldır. İlaç kullanıldığı anda erken boşalma ortadan kalkar ilaç bırakılınca erken boşalma geriye gelebilir. | 8,272 |
322 | Hastalıklar | Fabry Hastalığı | Fabry hastalığı, dokularda aşırı lipit birikmesi kaynaklı meydana gelen ve X kromozomuna bağlı nadir görülen lizozomal bir hastalıktır. Fabry hastalığı özellikle genç hastalarda genellikle felç, cilt lezyonları, kalp krizi veya böbrek yetmezliği şikayetleriyle kendini gösterir. Sıklıkla çocukluk çağında başlayan fabry hastalığı erkeklerde kadınlara oranla daha yaygın görülür.Fabry hastalığı, dokularda aşırı lipit birikmesi kaynaklı meydana gelen ve X kromozomuna bağlı nadir görülen lizozomal bir hastalıktır. Fabry hastalığı özellikle genç hastalarda genellikle felç, cilt lezyonları, kalp krizi veya böbrek yetmezliği şikayetleriyle kendini gösterir. Sıklıkla çocukluk çağında başlayan fabry hastalığı erkeklerde kadınlara oranla daha yaygın görülür.
Fabry Hastalığı Nedir?Fabry hastalığı, vücuttaki alfa-galaktosidaz-A enzimi bozulduğunda ortaya çıkan kalıtsal bir nörolojik hastalıktır. İlerleyici, yıkıcı ve potansiyel olarak yaşamı tehdit eden bir hastalık olan fabry hastalığı genellikle erkekleri daha çok etkiler.Aynı zamanda depo bozukluğu olarak da adlandırılan fabry hastalığı, yağları parçalayan alfa-galaktosidaz-A enziminin vücutta yeterli miktarda bulunmadığı zaman ortaya çıkar ve bu yağlar kan damarlarında ve dokularda toplanarak kalp krizi, felç ve böbrek yetmezliği riskini artırır.Erkeklerde kadınlara oranla çok daha sık görülen fabry hastalığı, el-ayaklarda uyuşma, ısı veya soğuk intoleransı, anormal göz yapısı, baş dönmesi, grip benzeri semptomlar ve gastrointestinal problemlere bağlı belirtiler gösterir.Enzim replasmanı ve oral şaperon tedavisi fabry hastalığının yol açabileceği ciddi komplikasyonları önleme konusunda yardımcı tedavi yöntemleri arasında yer alır.Fabry Hastalığı Neden Olur?Fabry hastalığına yol açan temel faktör GLA genindeki varyantlardır (mutasyonlar). Bu gen, alfa-galaktosidaz A adı verilen bir enzimin yapımı için talimat verir. Aynı zamanda bu enzim, hücreler içinde geri dönüşüm merkezleri olarak görev yapan yapılar olan lizozomlarda da aktiftir. Bu süreçlerin sonucu olarak kan damarlarında yağlı maddeler birikir ve fabry hastalığı meydana gelir.Fabry Hastalığı Çeşitleri Nelerdir?Fabry hastalığı çeşitlerinin ortaya çıkma kriteri genellikle hastalığın meydana geldiği yaşla bağlantılıdır. Bu bağlamda fabry hastalığı klasik tip ve geç başlangıçlı tip şeklinde ikiye ayrılır.Klasik tip Klasik Fabry hastalığının belirtileri çocukluk veya ergenlik yıllarında ortaya çıkar. Bu dönemde ortaya çıkan fabry hastalığının tipik belirtileri ellerde ve ayaklarınızda ağrılı yanma hissidir. Bu his 2 yaşında bile fark edilebilir. Tedavi edilmezse belirti ve şikayetler zamanla kötüleşebilir.Geç başlangıçlı tip Fabry hastalığının geç başlangıçlı türüne sahip kişilerde 30'lu yaşlara kadar genellikle semptomlar görülmez. Bir sorun olduğunun ilk göstergesi genelde böbrek yetmezliği veya kalp hastalığıdır.Fabry Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Fabry hastalığının karakteristik belirtileri el-ayaklarda uyuşma, ağrılı yanma hissi, fiziksel aktivite sırasında kaslarda yoğun ağrı, ısı veya soğuk intoleransı, anormal göz yapısı, baş dönmesi, yorgunluk, ateş gibi grip benzeri semptomlar ve işitme kaybı veya kulak çınlamasıdır.Fabry hastalığı genellikle şu belirtileri içerir: El-ayaklarda ağrılı bir yanma hissi, uyuşma, karıncalanma Fiziksel aktivite sırasında kaslarda yoğun ağrı Isı veya soğuk intoleransı Anormal göz yapısı Baş dönmesi Yorgunluk ve ateş gibi grip benzeri semptomlar Kabızlık, ishal, mide ağrısı gibi şikayetler İdrarda yüksek seviyede protein (proteinüri) İşitme kaybı veya kulak çınlaması Ciltte meydana gelen kırmızı lezyonlar Vücutta ödemYukarıda yer alan fabry hastalığı belirtileri yaygın olarak erkekleri etkiler ancak kadınlarda da gözlemlenebilir. Tedavi edilmeyen fabry hastalığı, belirtileri dışında ciddi sağlık sorunlarına da sebebiyet verebilir.Bu sağlık sorunlarının başında şunlar gelir: Böbrek yetmezliği Kalp hastalıkları Yüksek tansiyon OsteoporozFabry Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Fabry hastalığı teşhisi için hastanın belirtileri ve şikayetlerinin öğrenilmesinin ardından doktor tarafından birtakım testlerin istenmesi olasıdır.Fabry hastalığı tanısı için uygulanabilecek testler şöyledir:Enzim tahlili: Enzim tahlili adı verilen bu test kandaki alfa-GAL enzim aktivitesini ölçer. %1 veya daha düşük çıkan değerler fabry hastalığını gösterir.Genetik test: Doktor tarafından GLA gen mutasyonunu tanımlamak için genetik test de istenebilir. (DNA dizilimi)Fabry Hastalığı Tedavisi Nasıl Yapılır?Fabry hastalığını tamamen iyileştirecek kesin bir tedavi söz konusu değildir. Ancak hastalığın semptomlarının hafifletilmesi için enzim replasman tedavisi ve oral şaperon tedavisi uygulanır.Enzim replasman tedavisi: Enzim replasman tedavisinde yer alan bu ikame enzimler vücuttaki eksik alfa-GAL enziminin işini yaparak böylece yağlı maddeler birikmesine engel olabilir. Bu tedavi yöntemiyle fabry hastalığının etkisinin azaltılması amaçlanır.Oral şaperon tedavisi: Bu tedavideki şaperonlar, hatalı alfa-GAL enzimlerini onaran küçük moleküllerdir. Onarılan enzimler daha sonra yağlı maddeyi parçalayarak hastalığın etkisini azaltabilir.Fabry Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularFabry hastalığı ne demek?Depolama bozukluğu olarak da ifade edilen fabry hastalığı, vücut hücrelerinde globotriaosilseramid adı verilen bir tür yağ birikmesinden kaynaklanan ve nadir görülen genetik bir hastalıktır.Fabry hastalığı hangi enzim eksikliği?Fabry hastalığına neden olan faktör, alfa-galaktosidaz-A enziminin eksikliğidir.Fabry hastalığı için hangi doktora gidilir?Fabry hastalığı genellikle Endokrinoloji, Nefroloji, Dermatoloji ve Kardiyoloji bölümü doktorlarının alanına girer.
Fabry Hastalığı Nedir?Fabry hastalığı, vücuttaki alfa-galaktosidaz-A enzimi bozulduğunda ortaya çıkan kalıtsal bir nörolojik hastalıktır. İlerleyici, yıkıcı ve potansiyel olarak yaşamı tehdit eden bir hastalık olan fabry hastalığı genellikle erkekleri daha çok etkiler.Aynı zamanda depo bozukluğu olarak da adlandırılan fabry hastalığı, yağları parçalayan alfa-galaktosidaz-A enziminin vücutta yeterli miktarda bulunmadığı zaman ortaya çıkar ve bu yağlar kan damarlarında ve dokularda toplanarak kalp krizi, felç ve böbrek yetmezliği riskini artırır.Erkeklerde kadınlara oranla çok daha sık görülen fabry hastalığı, el-ayaklarda uyuşma, ısı veya soğuk intoleransı, anormal göz yapısı, baş dönmesi, grip benzeri semptomlar ve gastrointestinal problemlere bağlı belirtiler gösterir.Enzim replasmanı ve oral şaperon tedavisi fabry hastalığının yol açabileceği ciddi komplikasyonları önleme konusunda yardımcı tedavi yöntemleri arasında yer alır.Fabry Hastalığı Neden Olur?Fabry hastalığına yol açan temel faktör GLA genindeki varyantlardır (mutasyonlar). Bu gen, alfa-galaktosidaz A adı verilen bir enzimin yapımı için talimat verir. Aynı zamanda bu enzim, hücreler içinde geri dönüşüm merkezleri olarak görev yapan yapılar olan lizozomlarda da aktiftir. Bu süreçlerin sonucu olarak kan damarlarında yağlı maddeler birikir ve fabry hastalığı meydana gelir.Fabry Hastalığı Çeşitleri Nelerdir?Fabry hastalığı çeşitlerinin ortaya çıkma kriteri genellikle hastalığın meydana geldiği yaşla bağlantılıdır. Bu bağlamda fabry hastalığı klasik tip ve geç başlangıçlı tip şeklinde ikiye ayrılır.Klasik tip Klasik Fabry hastalığının belirtileri çocukluk veya ergenlik yıllarında ortaya çıkar. Bu dönemde ortaya çıkan fabry hastalığının tipik belirtileri ellerde ve ayaklarınızda ağrılı yanma hissidir. Bu his 2 yaşında bile fark edilebilir. Tedavi edilmezse belirti ve şikayetler zamanla kötüleşebilir.Geç başlangıçlı tip Fabry hastalığının geç başlangıçlı türüne sahip kişilerde 30'lu yaşlara kadar genellikle semptomlar görülmez. Bir sorun olduğunun ilk göstergesi genelde böbrek yetmezliği veya kalp hastalığıdır.Fabry Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Fabry hastalığının karakteristik belirtileri el-ayaklarda uyuşma, ağrılı yanma hissi, fiziksel aktivite sırasında kaslarda yoğun ağrı, ısı veya soğuk intoleransı, anormal göz yapısı, baş dönmesi, yorgunluk, ateş gibi grip benzeri semptomlar ve işitme kaybı veya kulak çınlamasıdır.Fabry hastalığı genellikle şu belirtileri içerir:Yukarıda yer alan fabry hastalığı belirtileri yaygın olarak erkekleri etkiler ancak kadınlarda da gözlemlenebilir. Tedavi edilmeyen fabry hastalığı, belirtileri dışında ciddi sağlık sorunlarına da sebebiyet verebilir.Bu sağlık sorunlarının başında şunlar gelir:Fabry Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Fabry hastalığı teşhisi için hastanın belirtileri ve şikayetlerinin öğrenilmesinin ardından doktor tarafından birtakım testlerin istenmesi olasıdır.Fabry hastalığı tanısı için uygulanabilecek testler şöyledir:Enzim tahlili: Enzim tahlili adı verilen bu test kandaki alfa-GAL enzim aktivitesini ölçer. %1 veya daha düşük çıkan değerler fabry hastalığını gösterir.Genetik test: Doktor tarafından GLA gen mutasyonunu tanımlamak için genetik test de istenebilir. (DNA dizilimi)Fabry Hastalığı Tedavisi Nasıl Yapılır?Fabry hastalığını tamamen iyileştirecek kesin bir tedavi söz konusu değildir. Ancak hastalığın semptomlarının hafifletilmesi için enzim replasman tedavisi ve oral şaperon tedavisi uygulanır.Enzim replasman tedavisi: Enzim replasman tedavisinde yer alan bu ikame enzimler vücuttaki eksik alfa-GAL enziminin işini yaparak böylece yağlı maddeler birikmesine engel olabilir. Bu tedavi yöntemiyle fabry hastalığının etkisinin azaltılması amaçlanır.Oral şaperon tedavisi: Bu tedavideki şaperonlar, hatalı alfa-GAL enzimlerini onaran küçük moleküllerdir. Onarılan enzimler daha sonra yağlı maddeyi parçalayarak hastalığın etkisini azaltabilir.Fabry Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularFabry hastalığı ne demek?Depolama bozukluğu olarak da ifade edilen fabry hastalığı, vücut hücrelerinde globotriaosilseramid adı verilen bir tür yağ birikmesinden kaynaklanan ve nadir görülen genetik bir hastalıktır.Fabry hastalığı hangi enzim eksikliği?Fabry hastalığına neden olan faktör, alfa-galaktosidaz-A enziminin eksikliğidir.Fabry hastalığı için hangi doktora gidilir?Fabry hastalığı genellikle Endokrinoloji, Nefroloji, Dermatoloji ve Kardiyoloji bölümü doktorlarının alanına girer. | 3,744 |
323 | Hastalıklar | Ewing Sarkomu | Genellikle 10 ila 20 yaş arasında sık rastlanan Ewing sarkomu, erkeklerde kız çocuklara göre daha sık görülen malign yani kötü huylu bir tümör hastalığı olarak tanımlanıyor. Kemiklerde ya da yumuşak dokularda görülebilen Ewing sarkomu, tümör bölgesinde şişme, ağrı, aralıklı ateş, iştah azalması, kilo kaybı ile belirti verebiliyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Ortopedi Bölümü’nden Prof. Dr. Ufuk Özkaya, Ewing sarkomu ile ilgili bilgi verdi.Genellikle 10 ila 20 yaş arasında sık rastlanan Ewing sarkomu, erkeklerde kız çocuklara göre daha sık görülen malign yani kötü huylu bir tümör hastalığı olarak tanımlanıyor. Kemiklerde ya da yumuşak dokularda görülebilen Ewing sarkomu, tümör bölgesinde şişme, ağrı, aralıklı ateş, iştah azalması, kilo kaybı ile belirti verebiliyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Ortopedi Bölümü’nden Prof. Dr. Ufuk Özkaya, Ewing sarkomu ile ilgili bilgi verdi.
Ewing sarkomu nedir?Ewing sarkomu hem kemiklerde hem de akciğer gibi yumuşak dokularda görülebilen, kötü huylu bir tümör tablosudur. Ağırlıklı olarak kemikte görülse de nadiren bağ dokusu, yağ dokusu, kas dokusu veya perifer sinir dokularında da oluşabilmektedir. Bunlara ekstraosseöz (kemik dışı) Ewing sarkomu denir.Ewing sarkomu belirtileri nelerdir?Hastalar genellikle ağrı şikayeti ile doktora başvurur. Semptomlar arasında; tümör bölgesinde şişme, ağrı, aralıklı ateş, iştah azalması, kilo kaybı olabilir. Eğer akciğeri tutarsa; akciğer zarlarında su toplanması, nefes darlığı, omuriliği tutarsa sinir basısına bağlı uyuşma, karıncalanma veya güçsüzlük gibi bulgular ortaya çıkabilir. Ewing sarkomunda, bazen hastanın düşmesi veya kaza geçirmesi sonrası tümör nedeniyle zayıflamış bir kemik kolaylıkla kırıldığında keşfedilir. Tanıda karışabileceği hastalıklar arasında kötü huylu başka kemik tümörleri vardır. Osteomyelit, yani kemik enfeksiyonu da kızarıklık, ateş ile kendini gösterdiği için tanıda karışabileceği hastalıklar arasındadır. Vakaların yaklaşık % 25'inde kanser tanısı esnasında vücudun diğer bölgelerine artık yayılmıştır. Çoğu zaman, tümör yayılımı akciğerlere, kemik ve/veya kemik iliğinedir. Daha az yaygın alanlar arasında merkezi sinir sistemi ve lenf düğümleri bulunur.Ewing sarkomu tanısı nasıl konulur?Radyolojik olarak direkt grafide soğan zarı diye tarif edilen tipik radyolojik görünüm vardır. Tümörün olduğu bölge ile sağlam kemik arasında kesin, net bir sınır olmaması, kötü huylu tümörlerde sık görülen bir radyolojik bulgudur. Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRI) de tanıda çok faydalıdır. Hem direkt grafi, hem de MRI ile kesin tanı konulamazsa bilgisayarlı tomografi çekilmesi düşünülebilir. Kemik sintigrafisi de kısmen faydalı olabilir. Laboratuvar tetkiklerinde anemi (kansızlık) ve lökositoz (kanda lökosit hücrelerinde artış) da bulunabilir. Kesin tanı biyopsi ile konur. Tümörün bulunduğu yere göre tercihen kapalı, yani iğne biyopsisi, bazen de açık biyopsi yapmak gerekebilir.Ewing sarkomu tedavisi nasıldır?Tedavi klasik olarak kemoterapi, radyoterapi ve cerrahidir. Bağışıklık sisteminin kuvvetlendirilip tümör hücrelerini yok etme prensibine dayalı immünoterapi ve kök hücre nakli tedavileri de umut vericidir. Cerrahi tedavide hedef, mümkün olan her hastada hastanın bacağını ya da kolunu kurtarmaktır (uzuv koruyucu cerrahi). Bunu sağlayabilmek için tümör çıkartıldıktan sonra kemiğin bir protezle (özel olarak tasarlanmış yapay bir parça) değiştirilmesi veya kemiğin vücudun başka bir yerinden alınan kemikle değiştirilmesi (kemik grefti) ameliyatları yapılabilir. Eğer tümör çevredeki damar ve sinirleri de içine almışsa ve tümörün tamamen çıkartılması mümkün değilse, hastanın hayatını kurtarmak için son çare olarak kol veya bacağın ampütasyonu ( kesilmesi) seçenekler arasındadır. Ewing sarkomu hakkında sıkça sorulan sorular Ewing sarkom nerede bulunur?Ewing sarkom vücudun herhangi bir yerinde ortaya çıkabilir. Klinik olarak ağrının başladığı en yaygın alanlar bacaklar, leğen kemiği ve göğüs duvarıdır. Uyluk kemiğinde özellikle büyüme plakalarının çevresi en sık görüldüğü bölgelerdendir, ardından tibia (kaval) ve humerus (kol) gelir. Bu bölgelerde gece veya gündüz hiç geçmeyen, inatçı, şiddetli ağrı varsa Ewing sarkomundan şüphelenmek gerekir.Ewing sarkom ölümcül mü?Ewing sarkomu, malign yani kötü huylu ve tedavi edilmediği takdirde ölümcül olan bir tümördür. Yaşam süresi ve kalitesini azaltır.Ewing sarkomu neden olur?Ewing sarkomunda neden, çoğu kötü huylu tümörlerde olduğu gibi genellikle bilinmemektedir. Ancak genetik kodlarda bir hata gelişmesi durumunda ortaya çıkabildiği yönünde bulgular vardır.Ewing sarkom hangi yaşta görülür?Ewing sarkomu erkeklerde daha yaygındır ve genellikle çocuklukta veya ergenlikte görülür ve en sık görüldüğü yaş grubu 10 ila 20 yaş arasındadır. Çocukluk çağı kanserlerinin % 2'sini temsil eder.Ewing sarkomu malign mi? Ewing sarkomu, malign yani kötü huylu ve tedavi edilmediği takdirde ölümcül olan bir tümördür.
Ewing sarkomu nedir?Ewing sarkomu hem kemiklerde hem de akciğer gibi yumuşak dokularda görülebilen, kötü huylu bir tümör tablosudur. Ağırlıklı olarak kemikte görülse de nadiren bağ dokusu, yağ dokusu, kas dokusu veya perifer sinir dokularında da oluşabilmektedir. Bunlara ekstraosseöz (kemik dışı) Ewing sarkomu denir.Ewing sarkomu belirtileri nelerdir?Hastalar genellikle ağrı şikayeti ile doktora başvurur. Semptomlar arasında; tümör bölgesinde şişme, ağrı, aralıklı ateş, iştah azalması, kilo kaybı olabilir. Eğer akciğeri tutarsa; akciğer zarlarında su toplanması, nefes darlığı, omuriliği tutarsa sinir basısına bağlı uyuşma, karıncalanma veya güçsüzlük gibi bulgular ortaya çıkabilir. Ewing sarkomunda, bazen hastanın düşmesi veya kaza geçirmesi sonrası tümör nedeniyle zayıflamış bir kemik kolaylıkla kırıldığında keşfedilir. Tanıda karışabileceği hastalıklar arasında kötü huylu başka kemik tümörleri vardır. Osteomyelit, yani kemik enfeksiyonu da kızarıklık, ateş ile kendini gösterdiği için tanıda karışabileceği hastalıklar arasındadır. Vakaların yaklaşık % 25'inde kanser tanısı esnasında vücudun diğer bölgelerine artık yayılmıştır. Çoğu zaman, tümör yayılımı akciğerlere, kemik ve/veya kemik iliğinedir. Daha az yaygın alanlar arasında merkezi sinir sistemi ve lenf düğümleri bulunur.Ewing sarkomu tanısı nasıl konulur?Radyolojik olarak direkt grafide soğan zarı diye tarif edilen tipik radyolojik görünüm vardır. Tümörün olduğu bölge ile sağlam kemik arasında kesin, net bir sınır olmaması, kötü huylu tümörlerde sık görülen bir radyolojik bulgudur. Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRI) de tanıda çok faydalıdır. Hem direkt grafi, hem de MRI ile kesin tanı konulamazsa bilgisayarlı tomografi çekilmesi düşünülebilir. Kemik sintigrafisi de kısmen faydalı olabilir. Laboratuvar tetkiklerinde anemi (kansızlık) ve lökositoz (kanda lökosit hücrelerinde artış) da bulunabilir. Kesin tanı biyopsi ile konur. Tümörün bulunduğu yere göre tercihen kapalı, yani iğne biyopsisi, bazen de açık biyopsi yapmak gerekebilir.Ewing sarkomu tedavisi nasıldır?Tedavi klasik olarak kemoterapi, radyoterapi ve cerrahidir. Bağışıklık sisteminin kuvvetlendirilip tümör hücrelerini yok etme prensibine dayalı immünoterapi ve kök hücre nakli tedavileri de umut vericidir. Cerrahi tedavide hedef, mümkün olan her hastada hastanın bacağını ya da kolunu kurtarmaktır (uzuv koruyucu cerrahi). Bunu sağlayabilmek için tümör çıkartıldıktan sonra kemiğin bir protezle (özel olarak tasarlanmış yapay bir parça) değiştirilmesi veya kemiğin vücudun başka bir yerinden alınan kemikle değiştirilmesi (kemik grefti) ameliyatları yapılabilir. Eğer tümör çevredeki damar ve sinirleri de içine almışsa ve tümörün tamamen çıkartılması mümkün değilse, hastanın hayatını kurtarmak için son çare olarak kol veya bacağın ampütasyonu ( kesilmesi) seçenekler arasındadır. Ewing sarkomu hakkında sıkça sorulan sorular Ewing sarkom nerede bulunur?Ewing sarkom vücudun herhangi bir yerinde ortaya çıkabilir. Klinik olarak ağrının başladığı en yaygın alanlar bacaklar, leğen kemiği ve göğüs duvarıdır. Uyluk kemiğinde özellikle büyüme plakalarının çevresi en sık görüldüğü bölgelerdendir, ardından tibia (kaval) ve humerus (kol) gelir. Bu bölgelerde gece veya gündüz hiç geçmeyen, inatçı, şiddetli ağrı varsa Ewing sarkomundan şüphelenmek gerekir.Ewing sarkom ölümcül mü?Ewing sarkomu, malign yani kötü huylu ve tedavi edilmediği takdirde ölümcül olan bir tümördür. Yaşam süresi ve kalitesini azaltır.Ewing sarkomu neden olur?Ewing sarkomunda neden, çoğu kötü huylu tümörlerde olduğu gibi genellikle bilinmemektedir. Ancak genetik kodlarda bir hata gelişmesi durumunda ortaya çıkabildiği yönünde bulgular vardır.Ewing sarkom hangi yaşta görülür?Ewing sarkomu erkeklerde daha yaygındır ve genellikle çocuklukta veya ergenlikte görülür ve en sık görüldüğü yaş grubu 10 ila 20 yaş arasındadır. Çocukluk çağı kanserlerinin % 2'sini temsil eder.Ewing sarkomu malign mi? | 3,514 |
324 | Hastalıklar | Faset Eklem Sendromu | Faset eklem iki omur kemiği arasında yer alır. Faset eklemler omurgayı birbirine bağlar ve omurganın farklı yönlere hareket etmesine imkan sağlarlar. Faset eklem sendromu olarak bilinen faset eklem artriti ise ağrı ile hareket kısıtlılığına yol açabilmektedir ve halk arasında yaygın bir sorundur. Memorial Şişli Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölüm Başkanı Prof. Dr. Engin Çakar, faset eklem nedir, faset eklem sendromu nedir sorularına yanıt verdi.Faset eklem iki omur kemiği arasında yer alır. Faset eklemler omurgayı birbirine bağlar ve omurganın farklı yönlere hareket etmesine imkan sağlarlar. Faset eklem sendromu olarak bilinen faset eklem artriti ise ağrı ile hareket kısıtlılığına yol açabilmektedir ve halk arasında yaygın bir sorundur. Memorial Şişli Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölüm Başkanı Prof. Dr. Engin Çakar, faset eklem nedir, faset eklem sendromu nedir sorularına yanıt verdi.
Faset eklem nedir? Omurga toplamda 33 tane omur kemiğinden meydana gelir. Bu omurların 24 tanesi hareketlidir. İki komşu omur kemiği arasında yer alan ekleme faset eklem denir. Her omurun arkasında bir çift faset eklem bulunur. Faset eklemler omur kemiklerini birbirine bağlar, omurgaya destek ve farklı yönlerde hareket imkanı sağlarlar. Faset eklemlerin şekli, omurganın nasıl hareket edeceğini de belirler. Örneğin bel omurlarındaki faset eklemler omurganın öne aşırı eğilmesini, dönmesini ve omurların birbiri üstünde kaymasını engellerler.Faset eklem dejenerasyonu nedir?Faset eklem yüzleri kıkırdak tabakası ile kaplıdır. Bu sayede, omurlar arası hareket kolay ve akıcı şekilde gerçekleşir. Bu kıkırdak tabaka çeşitli nedenlerle hasar görebilir veya aşınabilir. Yaşlılık, aşırı kullanıma bağlı yıpranmalar, fiziksel travmalar, romatizma ve ameliyat gibi nedenler kıkırdak tabakada yani faset eklemlerde dejenerasyona yol açabilir.Faset eklem dejenerasyona uğradıkça - yani yıprandıkça - fonksiyonları bozulur. Eklem yüzeyi aşındığında kemikler birbirine sürtünmeye başlar ve sonuç olarak ağrı meydana gelebilir.Faset eklem sendromu nedir? Faset eklem yüzünde oluşan dejenerasyon, halk arasında kireçlenme olarak bilinen faset eklem artritine yol açabilir. Faset eklem sendromu olarak da adlandırılan bu durum bel ağrılarının nedenlerinden biridir. Yaşlılık, obezite, hareketsiz yaşam, sigara kullanmak, trafik kazası - düşme ve spor yaralanması benzeri bir travma geçirmiş olmak ve omurgayı zorlayan hareketlerin tekrarlayıcı olarak yapılması faset eklem sendromu gelişmesi için risk faktörleridir.Faset eklem sendromunun belirtileri nelerdir? Faset eklem sendromunda görülen belirtiler, hangi faset eklemin ne kadar şiddetli etkilendiğine bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Faset eklemde oluşan dejenerasyon, her zaman ağrıya neden olmaz. Bazı kişiler ciddi dejenerasyona rağmen ağrı yaşamaz. Genellikle semptomları tetikleyen bir olay ağrıyı başlatır.Faset eklem sendromunun yaygın olarak görülen belirtileri şunlardır: Genellikle bel bölgesinde, doğrudan omurganın üzerinde ağrı Etkilenen eklemde dokunma ile hassasiyet ve ağrı Etkilenen eklemde geriye doğru bükülme veya yana doğru bükülme hareketlerinde zorlanma ve ağrı Ayakta durmakla veya uzun süre hareketsiz kalmakla şiddetlenebilen; oturmak, öne eğilmek veya pozisyon değiştirmekle hafifleyebilen ağrıBoyun omurlarındaki faset eklemler etkilenirse ağrı enseye, başa ve omuzlara; bel omurlarındaki faset eklemler etkilenirse ağrı kalçaya ve bacaklara yayılabilir.Faset eklem sendromunun tedavisi nasıldır? Faset eklem sendromunun yol açtığı ağrı ve kısıtlılık gibi semptomları yönetmek mümkündür. Egzersiz, yaşam tarzı değişiklikleri, ilaç tedavileri, enjeksiyonlar ve ameliyat gibi çeşitli yöntemlerle faset eklem sendromu yaşayan kişilerin hayat kalitesi artırılabilir.Faset eklem sendromu için bazı öneriler: Kilo verin. Kilo vermek faset eklemlere binen yükü azaltır ve ağrıyı hafifletebilir. Doğru duruş pozisyonunu öğrenin. Yaşam tarzınızı gözden geçirin. Uzun süre ayakta ve hareketsiz durmayı önlemeye yönelik düzenlemeler yapın.Faset eklem sendromu fizik tedavisi nasıldır?Fizik tedavi ve rehabilitasyon uzman hekimi, kişiyi detaylıca muayene ettikten sonra kişiye özel bir fizik tedavi programı oluşturabilir. Tedavi programında: Uygun kasların güçlendirilmesi ve esnetilmesi için fizyoterapist eşliğinde egzersiz, Manuel terapi uygulamaları, Sıcak ve soğuk uygulamalar, Ultrason, Tens, Elektrik stimülasyonu ile kas güçlendirme gibi tekniklerden birkaçı bir arada kullanılabilir.Bazı hastalarda fizik tedaviye başlamadan önce veya fizik tedavi esnasında ağrı kesici ilaçlar ve kas gevşetici kremler kullanılması gerekebilir. Ağrı kesici ilaçlara veya fizik tedaviye rağmen şikayetlerinde azalma olmayan hastalarda faset eklem kortikosteroid enjeksiyonu veya faset eklem sinir radyofrekans ablasyonu prosedürü uygulanabilir.
Faset eklem nedir? Omurga toplamda 33 tane omur kemiğinden meydana gelir. Bu omurların 24 tanesi hareketlidir. İki komşu omur kemiği arasında yer alan ekleme faset eklem denir. Her omurun arkasında bir çift faset eklem bulunur. Faset eklemler omur kemiklerini birbirine bağlar, omurgaya destek ve farklı yönlerde hareket imkanı sağlarlar. Faset eklemlerin şekli, omurganın nasıl hareket edeceğini de belirler. Örneğin bel omurlarındaki faset eklemler omurganın öne aşırı eğilmesini, dönmesini ve omurların birbiri üstünde kaymasını engellerler.Faset eklem dejenerasyonu nedir?Faset eklem yüzleri kıkırdak tabakası ile kaplıdır. Bu sayede, omurlar arası hareket kolay ve akıcı şekilde gerçekleşir. Bu kıkırdak tabaka çeşitli nedenlerle hasar görebilir veya aşınabilir. Yaşlılık, aşırı kullanıma bağlı yıpranmalar, fiziksel travmalar, romatizma ve ameliyat gibi nedenler kıkırdak tabakada yani faset eklemlerde dejenerasyona yol açabilir.Faset eklem dejenerasyona uğradıkça - yani yıprandıkça - fonksiyonları bozulur. Eklem yüzeyi aşındığında kemikler birbirine sürtünmeye başlar ve sonuç olarak ağrı meydana gelebilir.Faset eklem sendromu nedir? Faset eklem yüzünde oluşan dejenerasyon, halk arasında kireçlenme olarak bilinen faset eklem artritine yol açabilir. Faset eklem sendromu olarak da adlandırılan bu durum bel ağrılarının nedenlerinden biridir. Yaşlılık, obezite, hareketsiz yaşam, sigara kullanmak, trafik kazası - düşme ve spor yaralanması benzeri bir travma geçirmiş olmak ve omurgayı zorlayan hareketlerin tekrarlayıcı olarak yapılması faset eklem sendromu gelişmesi için risk faktörleridir.Faset eklem sendromunun belirtileri nelerdir? Faset eklem sendromunda görülen belirtiler, hangi faset eklemin ne kadar şiddetli etkilendiğine bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Faset eklemde oluşan dejenerasyon, her zaman ağrıya neden olmaz. Bazı kişiler ciddi dejenerasyona rağmen ağrı yaşamaz. Genellikle semptomları tetikleyen bir olay ağrıyı başlatır.Faset eklem sendromunun yaygın olarak görülen belirtileri şunlardır:Boyun omurlarındaki faset eklemler etkilenirse ağrı enseye, başa ve omuzlara; bel omurlarındaki faset eklemler etkilenirse ağrı kalçaya ve bacaklara yayılabilir.Faset eklem sendromunun tedavisi nasıldır? Faset eklem sendromunun yol açtığı ağrı ve kısıtlılık gibi semptomları yönetmek mümkündür. Egzersiz, yaşam tarzı değişiklikleri, ilaç tedavileri, enjeksiyonlar ve ameliyat gibi çeşitli yöntemlerle faset eklem sendromu yaşayan kişilerin hayat kalitesi artırılabilir.Faset eklem sendromu için bazı öneriler:Faset eklem sendromu fizik tedavisi nasıldır?Fizik tedavi ve rehabilitasyon uzman hekimi, kişiyi detaylıca muayene ettikten sonra kişiye özel bir fizik tedavi programı oluşturabilir. Tedavi programında: | 2,829 |
325 | Hastalıklar | Fibroadenom | Memede ele gelen ya da radyolojik yöntemlerle görüntülenen kitleler bütün kadınları endişelendirmektedir. Ancak memede belirlenen her kitle kötü huylu yani kanser anlamına gelmemektedir. Fibroadenom genellikle ergenlik döneminden sonra sık görülen memenin iyi huylu kitlelerindin birisidir. Genellikle ağrısız ve cildin altında rahat hareket edebilen Fibroadenomlar takip edilebilir ya da cerrahi yöntemlerle çıkartılabilir. Memorial Ataşehir Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü’nden Doç. Dr. Ömer Uslukaya, memenin iyi huylu kitlesi fibroadenomlar hakkında bilgi verdi.Memede ele gelen ya da radyolojik yöntemlerle görüntülenen kitleler bütün kadınları endişelendirmektedir. Ancak memede belirlenen her kitle kötü huylu yani kanser anlamına gelmemektedir. Fibroadenom genellikle ergenlik döneminden sonra sık görülen memenin iyi huylu kitlelerindin birisidir. Genellikle ağrısız ve cildin altında rahat hareket edebilen Fibroadenomlar takip edilebilir ya da cerrahi yöntemlerle çıkartılabilir. Memorial Ataşehir Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü’nden Doç. Dr. Ömer Uslukaya, memenin iyi huylu kitlesi fibroadenomlar hakkında bilgi verdi.
Fibroadenom nedir?Genellikle 20-40 arası yaşlarda kadınlarda görülen memenin kötü huylu olmayan yani kanser olmayan iyi huylu tümörüdür. Hem glandüler yani süt dokudan hem de bağ dokusundan oluşabilen fibroadenomlar, pürüzsüz, iyi tanımlanmış bir şekle sahip olup cildin altında lastiksi veya sert hissedebilirler.Fibroadenom belirtileri nelerdir?Fibroadenomlar genellikle ağrıya neden olmadığı için kendi kendine meme muayenesi ya da ultrason gibi görüntüleme yöntemleri sırasında tesadüfen belirlenebilir.Fibroadenom belirtileri genel olarak şu şekilde sıralanabilir; Fibroadenom kitleleri belirgin, pürüzsüz, kenarlıklı yuvarlak şekildedir. Fibroadenom genellikle dokunulduğu zaman cilt altında kolayca hareket eden bir yumru olarak hissedilir. Sert veya lastiksi bir yapıya sahiptir. Fibroadenom kitleler genellikle ağrısızdır. Ancak bazen özellikle adet dönemlerinden hemen önce hassas ve hatta ağrılı hissedebilirler. Bir veya iki memede bir veya daha fazla fibroadenom olabilir. Fibroadenomlar meme kanserinden farklı olarak genellikle meme başında akıntı, şişme, kızarık veya meme çevresinde cilt tahrişine neden olmamaktadır.Fibroadenom nedenleri nelerdir?Fibroadenom nedenleri tam olarak bilinmemektedir. Fibroadenom kitleleri genellikle ergenlik ve hamilelik döneminde ortaya çıkmakta menopozdan sonra ise küçülebilmektedir. Hormon tedavisi gören kadınlarda fibroadenomların büyüdüğü gözlemlenmiştir. Bu nedenle fibroadenom nedeninin değişen hormon seviyeleriyle ilgili olduğu düşünülmektedir.Fibroadenom teşhisi nasıl yapılır?Bazı fibroadenom tümörleri hissedilemeyecek kadar küçük olabilmektedir. Aynı anda birden fazla fibroadenom tümör olsa dahi ağrı yapmayabilmektedir. Fibroadenomlar genellikle kendi kendine meme muayenesi sırasında ya da ultrason gibi radyolojik görüntülemelerle tespit edilmektedir. Fibroadenomlar genellikle memenin içinde bir bilye gibi hissedilebilir. Yuvarlak veya oval olma eğilimindedirler ve net sınırları vardır.Memede belirlenen, kitlenin fibroadenom olup olmadığının netleştirilmesi için ek tetkikler yapılması gerekmektedir. Mamografi: Meme dokusundaki şüpheli alanların görüntülenmesi için X-ışınlarının kullanıldığı mamografi görüntüleme yönteminden faydalanılabilir. Meme ultrasonu: Ses dalgalarının kullanıldığı ultrason görüntülemesiyle fibroadenom teşhis edilebilmektedir. İnce iğne aspirasyonu: İnce bir iğnenin yardımıyla memedeki kitleden parça alınıp incelenerek teşhis konulabilmektedir. Çekirdek biyopsisi: Çekirdek biyopsisinde kullanılan iğneler, biraz daha büyüktür. Küçük bir doku çıkartılarak teşhis konulabilir.Fibroadenom tedavisi nasıl yapılır? Fibroadenom tümörlerinin birçoğunun tedavi edilmesine gerek yoktur. Ancak düzenli aralıklarla takip amaçlı kontrol edilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte özellikle fibroadenom tümörünün memenin büyümesine neden olması veya şeklini değiştirmesi gibi durumlarda cerrahi olarak çıkartılması gerekebilir. Fibroadenomlar bazen herhangi bir tedavi uygulamadan kendi kendine büyümeyi durdurabilir hatta küçülebilir. Bu gibi durumlarda memedeki kitlenin fibroadenom olduğu yapılan tetkiklerle kesinleştirilmişse kitle yerinde bırakılabilir ve büyümediğinden emin olmak için izlenebilir. Gerekli olmadığı durumlarda fibroadenom tümörlerini çıkarmak kitlenin yanındaki normal meme dokusunun da çıkarılması anlamına gelmektedir. Bu nedenle cerrahi işlem için konunun uzmanı bir doktorla süreci yürütmek önemlidir. Fibroadenomların büyümediğinden emin olmak için düzenli meme muayeneleri veya görüntüleme testleri yapılması önemlidir. Yapılan muayene ve tetkiklerde fibroadenom görünümünün anormal olduğu, aşırı büyüdüğü ya da şikayetlere neden olduğu durumlarda kitlenin çıkartılması tercih edilebilir.Fibroadenom hakkında sık sorulan sorularFibroadenom çeşitleri nelerdir?Fibroadenom çeşitleri 4 ana başlık altında değerlendirilebilir. Basit fibroadenom: Çoğu fibroadenom yaklaşık 1-3 cm boyutundadır. Bu tür fibroadenomlar basit fibroadenomlar olarak adlandırılır. Basit fibroadenomlar ilerleyen aşamalarda meme kanseri geliştirme riskini artırmamaktadır. Karmaşık (Kompleks) fibroadenom: Bazı fibroadenomlar hızlı büyüyebilen hücreler bulunabilmektedir. Biyopsiden alınan doku incelenerek karmaşık fibroadenom tanısını konulabilmektedir. Karmaşık yani kompleks fibroadenomlar ileri yaşlardaki kadınlarda daha sık görülmektedir. Kompleks fibroadenomların nadir de olsa ileride kanser geliştirme riski olduğu için yakından takip edilmesi önemlidir. Juvenil fibroadenom: Daha çok ergenlik dönemindeki genç kadınlarda görülen juvenil fibroadenomlar genellikle büyüme eğiliminde değillerdir. Dev fibroadenom: Bazı fibroadenomlar 5cm’den daha fazla büyüyebilir. Dev fibroadenom olarak adlandırılan bu kitlelerin cerrahi yöntemle alınması tavsiye edilmektedir.Fibroadenom ameliyatına nasıl karar verilir?Memede belirlenen kitlenin muayene, ek tetkikler ve biyopsi sonunda fibroadenom olduğu belirlendiği durumlarda ameliyat ya da farklı yöntemlerle fibroadenom kitlesi çıkartılabilir. Birçok fibroadenomun cerrahi yöntemle çıkartılmasına gerek olmayabilir. Fibroadenom ameliyatı için bazı kriterlerin göz önünde bulundurularak değerlendirme yapılması gerekir; Fizik muayene ve görüntüleme sonuçlarına göre yumrunun büyüyüp büyümediği veya değişip değişmediği kontrol edilmelidir. Fibroadenom kitlesinin hastada ağrı ya da farklı rahatsızlıklara neden olup almadığı değerlendirilmelidir. Fibroadenom tümörü bazen meme şeklini değiştirebilir. Bu gibi durumlarda fibroadenomun çıkartılması ön plana çıkabilir. Ailedeki meme kanseri öyküsü değerlendirilmelidir.Fibroadenom ameliyatı nasıl yapılır?Memede belirlenen fibroadenom tümörünün tedavisinde birkaç yöntem uygulanabilmektedir. Lumpektomi veya eksizyonel biyopsi: Genel anestezi altında gerçekleştirilen bir işlemdir. Lumpektomi veya eksizyonel biyopsi olarak isimlendirilen işlemde genel cerrah tümörü ve çevresindeki meme dokusunu cerrahi işlemle çıkarmaktadır. Çıkarılan doku daha sonra patoloji için laboratuvara gönderilmektedir. Lumpektomi veya eksizyonel biyopsi işlemi yaklaşık 1 saat sürmektedir. Hastanın durumuna göre 1 gece hastanede kalması gerekebilir. Vakum yardımlı eksizyon biyopsisi: Küçük ebattaki fibroadenomlar için uygulanan tedavi yöntemidir. Vakum etkisi ile yeterli büyüklükte doku parçaları iğne içine çekilmekte ve kesilerek dışarı alınmaktadır. İşlem lokal anestezi altında gerçekleştirilmektedir. Hastaların genellikle hastanede yatmasına gerek kalmamaktadır. Kriyoablasyon: Daha küçük fibroadenomlar için başka bir seçenek de kriyoablasyon adı verilen dondurma tekniğidir. Fibroadenom tümörünü çıkarmak yerine bir kesi yapılır ve fibroadenom dokularını yok etmek ya da dondurmak için bir gaz kullanılır. Radyofrekans ablasyon: Lokal anestezi altında gerçekleştirilen işlem ultrason eşliğinde gerçekleştirilir.Fibroadenom ameliyatından sonra riskler nelerdir?Cerrahi yöntemle ya da diğer yöntemlerle çıkartılan fibroadenom tümörlerinin tekrarlama riski bulunmaktadır. Yeni bir tümör oluşması durumunda muayene, radyolojik görüntüleme ve biyopsi ile tümörün fibroadenom olup olmadığı belirlenmelidir.Fibroadenom ameliyatından sonra yaşanabilecek riskler şu şekilde sıralanabilir; Ağrı Kanama Şişme ve akıntı gibi enfeksiyon belirtileri Çıkartılan fibroadenom tümörünün boyutuna göre memede şekil bozukluğu yaşanabilir. Ancak son yıllarda uygulanan estetik cerrahiler sayesinde fibroadenom ameliyatlarından sonra memede şekil bozuklukları nadir yaşanmaktadır.Fibroadenomlar meme kanserine neden olur mu?Fibroadenom tümörleri memenin iyi huylu kitleleri olarak değerlendirilir. Fibroadenomlar genel olarak meme kanserine yol açmamaktadır. Ancak, karmaşık yani kompleks fibroadenom tümörlerinin yakından takip edilmesi önemlidir. Fibroadenomlar ağrı yapar mı?Fibroadenom genel olarak ağrıya neden olmamaktadır. Ancak bazen özellikle adet dönemlerinden önce ağrıya yol açabilmektedir.Fibroadenom kendiliğinden geçer mi?Birçok fibroadenom tümörü tedavi gerektirmemektedir. Hormonal değişimlere tepki verdiği düşünülen fibroadenomların özellikle menopoz döneminde küçülebilmesi mümkündür.Fibroadenom gebelikte büyür mü?Fibroadenomlar hormonal etkilerle büyüyebilir ya da küçülebilir. Bu nedenle hamilelik döneminde fibroadenomların büyümü ihtimali bulunmaktadır.
Fibroadenom nedir?Genellikle 20-40 arası yaşlarda kadınlarda görülen memenin kötü huylu olmayan yani kanser olmayan iyi huylu tümörüdür. Hem glandüler yani süt dokudan hem de bağ dokusundan oluşabilen fibroadenomlar, pürüzsüz, iyi tanımlanmış bir şekle sahip olup cildin altında lastiksi veya sert hissedebilirler.Fibroadenom belirtileri nelerdir?Fibroadenomlar genellikle ağrıya neden olmadığı için kendi kendine meme muayenesi ya da ultrason gibi görüntüleme yöntemleri sırasında tesadüfen belirlenebilir.Fibroadenom belirtileri genel olarak şu şekilde sıralanabilir; Fibroadenom nedenleri nelerdir?Fibroadenom nedenleri tam olarak bilinmemektedir. Fibroadenom kitleleri genellikle ergenlik ve hamilelik döneminde ortaya çıkmakta menopozdan sonra ise küçülebilmektedir. Hormon tedavisi gören kadınlarda fibroadenomların büyüdüğü gözlemlenmiştir. Bu nedenle fibroadenom nedeninin değişen hormon seviyeleriyle ilgili olduğu düşünülmektedir.Fibroadenom teşhisi nasıl yapılır?Bazı fibroadenom tümörleri hissedilemeyecek kadar küçük olabilmektedir. Aynı anda birden fazla fibroadenom tümör olsa dahi ağrı yapmayabilmektedir. Fibroadenomlar genellikle kendi kendine meme muayenesi sırasında ya da ultrason gibi radyolojik görüntülemelerle tespit edilmektedir. Fibroadenomlar genellikle memenin içinde bir bilye gibi hissedilebilir. Yuvarlak veya oval olma eğilimindedirler ve net sınırları vardır.Memede belirlenen, kitlenin fibroadenom olup olmadığının netleştirilmesi için ek tetkikler yapılması gerekmektedir.Fibroadenom tedavisi nasıl yapılır?Fibroadenom hakkında sık sorulan sorularFibroadenom çeşitleri nelerdir?Fibroadenom çeşitleri 4 ana başlık altında değerlendirilebilir.Fibroadenom ameliyatına nasıl karar verilir?Memede belirlenen kitlenin muayene, ek tetkikler ve biyopsi sonunda fibroadenom olduğu belirlendiği durumlarda ameliyat ya da farklı yöntemlerle fibroadenom kitlesi çıkartılabilir. Birçok fibroadenomun cerrahi yöntemle çıkartılmasına gerek olmayabilir. Fibroadenom ameliyatı için bazı kriterlerin göz önünde bulundurularak değerlendirme yapılması gerekir;Fibroadenom ameliyatı nasıl yapılır?Memede belirlenen fibroadenom tümörünün tedavisinde birkaç yöntem uygulanabilmektedir.Fibroadenom ameliyatından sonra riskler nelerdir?Cerrahi yöntemle ya da diğer yöntemlerle çıkartılan fibroadenom tümörlerinin tekrarlama riski bulunmaktadır. Yeni bir tümör oluşması durumunda muayene, radyolojik görüntüleme ve biyopsi ile tümörün fibroadenom olup olmadığı belirlenmelidir.Fibroadenom ameliyatından sonra yaşanabilecek riskler şu şekilde sıralanabilir;Fibroadenomlar meme kanserine neden olur mu?Fibroadenom tümörleri memenin iyi huylu kitleleri olarak değerlendirilir. Fibroadenomlar genel olarak meme kanserine yol açmamaktadır. Ancak, karmaşık yani kompleks fibroadenom tümörlerinin yakından takip edilmesi önemlidir. Fibroadenomlar ağrı yapar mı?Fibroadenom genel olarak ağrıya neden olmamaktadır. Ancak bazen özellikle adet dönemlerinden önce ağrıya yol açabilmektedir.Fibroadenom kendiliğinden geçer mi?Birçok fibroadenom tümörü tedavi gerektirmemektedir. Hormonal değişimlere tepki verdiği düşünülen fibroadenomların özellikle menopoz döneminde küçülebilmesi mümkündür.Fibroadenom gebelikte büyür mü?Fibroadenomlar hormonal etkilerle büyüyebilir ya da küçülebilir. Bu nedenle hamilelik döneminde fibroadenomların büyümü ihtimali bulunmaktadır. | 4,787 |
326 | Hastalıklar | Ferç kaşıntısı | Ferç, kadınlarda üreme organının dış bölgesi olarak tanımlanıyor. Bu bölgede meydana gelen kaşıntılar da jinekolojik problemleri düşündürdüğü için kadınlar tarafından endişeyle karşılanan sorunlar arasında yer alıyor. Ferç kaşıntısı günlük yaşamı olumsuz etkiliyor, tedavisinde ise kişisel önlemler ve uzman yardımı alınması önem taşıyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Op. Dr. Aylin Tatlıadım, ferç kaşıntısı hakkında bilgi verdi.Ferç, kadınlarda üreme organının dış bölgesi olarak tanımlanıyor. Bu bölgede meydana gelen kaşıntılar da jinekolojik problemleri düşündürdüğü için kadınlar tarafından endişeyle karşılanan sorunlar arasında yer alıyor. Ferç kaşıntısı günlük yaşamı olumsuz etkiliyor, tedavisinde ise kişisel önlemler ve uzman yardımı alınması önem taşıyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Op. Dr. Aylin Tatlıadım, ferç kaşıntısı hakkında bilgi verdi.
Ferç kaşıntısı nedir?Ferç kaşıntısı özellikle kadınları etkileyen dış genital bölgenin tekrarlayan kaşıntıları olarak tanımlanmaktadır. Bu kaşıntılar kişinin elinin sürekli genital bölgeye gitmesine, kendini kötü hissetmesine ve günlük aktivitelerini dahi yapamayacak hale gelmesine yol açabilir.Ferç kaşıntısı belirtileri nelerdir?Dış genital organda gün içinde veya sadece geceleri görülebilen sürekli kaşıntı, kızarıklık, hassasiyet temel belirtileri arasında yer almaktadır. Ferç kaşıntısının belirtileri pek çok kadında aynıdır ve bu kaşıntıların kaynağının belirlenmesi çok önemlidir.Ferç kaşıntısı neden olur?Ferç kaşıntısının sebepleri olarak sıklıkla vajinal enfeksiyonlar düşünülmektedir. Vajinal enfeksiyonlar; mantar, bakteri gibi enfeksiyonlara bağlı gelişebilir. Bunların yol açtığı akıntılar, dış genital bölgede kaşıntı ve hassasiyete neden olabilmektedir. Diğer bir sık görülen neden ise sabun, vücut şampuanları ve iç çamaşırlarının kimyasal yapısındaki bir takım unsurlardır. Kişinin kişisel hijyenine dikkat etmesi çok önemlidir. Bu tr ürünlerin seçiminde de dikkatli olunmalıdır. Ferç kaşıntısı konusunda farklı bir neden olarak da stres yine bu bölgede tekrarlayan kaşıntılara neden olabilmektedir. Stres pek çok sağlık sorunun kaynağı olabildiği gibi ferç kaşıntısında da etkin rol oynamaktadır. Kişi stres yaşadıkça ferç kaşıntısı görülebilir, kaşıntı arttıkça stres daha da artabilir. Bu durum bir kısırdöngü halinde ilerleyebilir. Ferç kaşıntısı durumunda uzman yardımı alınması önemlidir. Bu nedenle bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanına başvurulmalıdır.Ferç kaşıntısı tanısı nasıl konulur?Ferç kaşıntısına bir enfeksiyonun neden olup olmadığının belirlenmesi için kültür testleri yapılmaktadır. Enfeksiyon pozitif çıkarsa antibiyotik tedavisi uygulanmaktadır. Ancak enfeksiyon ekarte edilirse sabun, deterjan gibi alerjik reaksiyonlar düşünülür. Kişinin günlük yaşamında ve kişisel hijyen düzeninde bazı düzenlemeler yapması gerekebilir.Ferç kaşıntısı tedavisi nasıldır?Ferç kaşıntısında çoğunlukla dış genital bölge hijyeni sabun, deterjan ve şampuanlardan uzak kalmak, çamaşırların iyi durulanmasını sağlamak, ıslak çamaşır ya da kıyafetle kalmamak, cildi besleyici ve onarıcı bazı basit kremler çoğunlukla tedaviyi sağlar. Ancak beraberinde yoğun bir akıntı eşlik ediyorsa kaşıntıya o zaman mutlaka uzman hekim kontrolüne gidilmeli, doktorun başlayacağı tedavi adımlarına önem verilmelidir.Ferç kaşıntısı hakkında sık sorulan sorularFerç kaşıntısı erkeklerde olur mu?Erkeklerde de kaşıntı olabilir. Onlarda da yine ter veya deterjan ya da şampuanlara bağlı olabilir. Bazen enfeksiyonlar ya da cilt mantarına bağlı olarak gelişebilmektedir. Erkeklerin ilgili uzman hekimler tarafından tedavi edilmesi gerekir.Ferç kaşıntısına ne iyi gelir?Öncelikle tekrarlayan kaşıntı yaşayan kişilerin tedavi sürecinde iç çamaşırı hijyenine dikkat etmesi, pamuklu iç çamaşırı kullanması, havuz ya da denize girilmesi sonrasında bikini altlarının mutlaka kuru bikini ile değiştirilmesi, iç çamaşırların veya diğer mayo tarzı kıyafetlerin kaliteli deterjanlarla yıkanıp mutlaka iyi durulanması, vücut temizliği açısından ise genital bölgenin sabun ve benzeri vücut şampuanlarıyla değil sadece suyla temizlenmesi diğer dikkat edilmesi gereken öneriler arasında yer almaktadır. Cinsel ilişki sonrasında da temizliğe dikkat edilmelidir. Kaşıntı geçene kadar, tedavi süreci bitene kadar cinsellikten uzak durulmalıdır. Bu unsurlara dikkat edildiği halde ferç kaşıntısından kurtulamayanlar mutlaka bir uzman hekime danışmalıdır. Bakteriyel ya da mantar enfeksiyonlarının ve strese bağlı kaşıntıların tedavisi ancak bir uzman hekim aracılığıyla gerçekleşmelidir.
Ferç kaşıntısı nedir?Ferç kaşıntısı özellikle kadınları etkileyen dış genital bölgenin tekrarlayan kaşıntıları olarak tanımlanmaktadır. Bu kaşıntılar kişinin elinin sürekli genital bölgeye gitmesine, kendini kötü hissetmesine ve günlük aktivitelerini dahi yapamayacak hale gelmesine yol açabilir.Ferç kaşıntısı belirtileri nelerdir?Dış genital organda gün içinde veya sadece geceleri görülebilen sürekli kaşıntı, kızarıklık, hassasiyet temel belirtileri arasında yer almaktadır. Ferç kaşıntısının belirtileri pek çok kadında aynıdır ve bu kaşıntıların kaynağının belirlenmesi çok önemlidir.Ferç kaşıntısı neden olur?Ferç kaşıntısının sebepleri olarak sıklıkla vajinal enfeksiyonlar düşünülmektedir. Vajinal enfeksiyonlar; mantar, bakteri gibi enfeksiyonlara bağlı gelişebilir. Bunların yol açtığı akıntılar, dış genital bölgede kaşıntı ve hassasiyete neden olabilmektedir. Diğer bir sık görülen neden ise sabun, vücut şampuanları ve iç çamaşırlarının kimyasal yapısındaki bir takım unsurlardır. Kişinin kişisel hijyenine dikkat etmesi çok önemlidir. Bu tr ürünlerin seçiminde de dikkatli olunmalıdır. Ferç kaşıntısı konusunda farklı bir neden olarak da stres yine bu bölgede tekrarlayan kaşıntılara neden olabilmektedir. Stres pek çok sağlık sorunun kaynağı olabildiği gibi ferç kaşıntısında da etkin rol oynamaktadır. Kişi stres yaşadıkça ferç kaşıntısı görülebilir, kaşıntı arttıkça stres daha da artabilir. Bu durum bir kısırdöngü halinde ilerleyebilir. Ferç kaşıntısı durumunda uzman yardımı alınması önemlidir. Bu nedenle bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanına başvurulmalıdır.Ferç kaşıntısı tanısı nasıl konulur?Ferç kaşıntısına bir enfeksiyonun neden olup olmadığının belirlenmesi için kültür testleri yapılmaktadır. Enfeksiyon pozitif çıkarsa antibiyotik tedavisi uygulanmaktadır. Ancak enfeksiyon ekarte edilirse sabun, deterjan gibi alerjik reaksiyonlar düşünülür. Kişinin günlük yaşamında ve kişisel hijyen düzeninde bazı düzenlemeler yapması gerekebilir.Ferç kaşıntısı tedavisi nasıldır?Ferç kaşıntısında çoğunlukla dış genital bölge hijyeni sabun, deterjan ve şampuanlardan uzak kalmak, çamaşırların iyi durulanmasını sağlamak, ıslak çamaşır ya da kıyafetle kalmamak, cildi besleyici ve onarıcı bazı basit kremler çoğunlukla tedaviyi sağlar. Ancak beraberinde yoğun bir akıntı eşlik ediyorsa kaşıntıya o zaman mutlaka uzman hekim kontrolüne gidilmeli, doktorun başlayacağı tedavi adımlarına önem verilmelidir.Ferç kaşıntısı hakkında sık sorulan sorularFerç kaşıntısı erkeklerde olur mu?Erkeklerde de kaşıntı olabilir. Onlarda da yine ter veya deterjan ya da şampuanlara bağlı olabilir. Bazen enfeksiyonlar ya da cilt mantarına bağlı olarak gelişebilmektedir. Erkeklerin ilgili uzman hekimler tarafından tedavi edilmesi gerekir.Ferç kaşıntısına ne iyi gelir? | 2,822 |
327 | Hastalıklar | Fenilketonüri Hastalığı | Fenilketonüri, PKU ve otozomal resesif olarak anılan kalıtsal bir hastalık olarak tanımlanıyor. Fenilketonüri kanda fenilalanin adı verilen madde seviyesinin yükselmesi ile ortaya çıkıyor. Fenilketonüri hastalığının tedavi edilmemesi, fenilalanin vücutta zararlı seviyelere çıkmasına, bu durum da hastalarda zihinsel engelliliğe ve diğer ciddi sağlık sorunlarına neden olabiliyor. 1934’te keşfedilen fenilketonüri, tüm dünyadaki etnik gruplar ve coğrafi bölgeler arasında farklılık gösteriyor. Fenilketonüri, ülkemizde de akraba evlilikleri nedeniyle sık görülüyor. Fenilketonüri, doğumdan kısa bir süre sonra yenidoğan taramasıyla tespit edilerek tedavi edilebiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi’nden Prof. Dr. Mustafa Özen fenilketonüri hastalığı hakkında bilgi verdi. Fenilketonüri, PKU ve otozomal resesif olarak anılan kalıtsal bir hastalık olarak tanımlanıyor. Fenilketonüri kanda fenilalanin adı verilen madde seviyesinin yükselmesi ile ortaya çıkıyor. Fenilketonüri hastalığının tedavi edilmemesi, fenilalanin vücutta zararlı seviyelere çıkmasına, bu durum da hastalarda zihinsel engelliliğe ve diğer ciddi sağlık sorunlarına neden olabiliyor. 1934’te keşfedilen fenilketonüri, tüm dünyadaki etnik gruplar ve coğrafi bölgeler arasında farklılık gösteriyor. Fenilketonüri, ülkemizde de akraba evlilikleri nedeniyle sık görülüyor. Fenilketonüri, doğumdan kısa bir süre sonra yenidoğan taramasıyla tespit edilerek tedavi edilebiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi’nden Prof. Dr. Mustafa Özen fenilketonüri hastalığı hakkında bilgi verdi.
Fenilketonüri hastalığı nedir?Fenilketonüri kandaki fenilalanin olarak adlandırılan bir madde düzeylerini artıran kalıtsal bir hastalıktır. Fenilalanin, beslenme yoluyla elde edilen proteinlerin yapı taşıdır. Fenilalanin, tüm proteinlerde ve bazı yapay tatlandırıcılarda bulunur. Fenilketonüri tedavi edilmediği takdirde fenilalanin vücutta zararlı seviyelere çıkması ile zihinsel engelliliğe ve birçok ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir.Fenilketonüri hastalığı kimlerde görülür?Fenilalanin enzimini kodlayan gende homozigot mutasyon taşıyan kişilerde görülür. Kusurlu gene sahip anne ve baba doğacak çocuklarına fenilketonüri hastalığını aktarırlar. Bu kalıtım modeline otozomal resesif adı verilir. Ebeveynlerden sadece birisinin kusurlu gene sahip olması durumunda fenilketonüri hastalığını çocuğa geçirme riski olmaz, ancak doğacak çocuğun taşıyıcı olma riski olabilir. Fenilketonüri, çoğu zaman, mutasyon taşıyıcısı olan ancak bunu bilmeyen ebeveynler tarafından çocuklara aktarılır.Fenilketonüri hastalığının belirtileri nelerdir?Fenilketonüri hastalığı olan bebekler doğumda tamamen normaldir. Tanıları konup önlem alınmadığı takdirde ilerleyen aylarda beslenme güçlüğü, kusma, deride kızarıklıklar görülebilir. Hastalığın tedavi edilmemesi durumunda fenilalaninin beyinde aşırı birikmesi nörolojik bulgulara ve zihinsel engelliliğe yol açabilir. Fenilketonüri hastalarının IQ seviyeleri genellikle 50’nin altındadır. Bu bebeklerin fenilalaninin melanin pigmenti ile etkileşimi sonucu ten, göz ve saç renkleri açık olur. Fenilketonüri hastalığının hafif veya şiddetli olan belirtileri şunlardır: Nefeste, deride veya idrarda küf kokusu Nöbetler halinde nörolojik problemler Deri döküntüleri (egzama) Açık ten ve mavi gözler Anormal derecede küçük kafa (mikrosefali) Hiperaktivite Zihinsel engelli Gecikmeli geliştirme Davranışsal, duygusal ve sosyal sorunlar Psikolojik bozukluklarFenilketonüri tanısı nasıl konulur?Kalıtımsal bir hastalık olan fenilketonüri hastalığının bebeklik döneminde teşhis edilmesi çok önemlidir. Bu nedenle yenidoğan bebek taramalarında bu hastalığa bakılır. Fenilketonüri hastalığı için yenidoğan tarama testleri yapılır. Hastalık genetik testlerle de kesin olarak belirlenebilir.Fenilketonüri hastalığı tedavisi nasıldır?Fenilketonüri hastalığının tedavisi doğumdan itibaren fenilalaninden kısıtlı diyet uygulanmasıdır. Başka enzimatik tedaviler ve gen tedavileri ile ilgili araştırma kapsamında çalışmalar devam etmektedir.Fenilketonüri tedavisini kimler almalı ? Bebekler: Yenidoğan bebeklere tarama testleri yapılmaktadır. Tarama test sonucunda yeni doğan bebekte fenilketonüri tespit edilmişse mutlaka doktor kontrolünde uzun vadeli sorunları diyet tedavisine başlanmalıdır. Anne adayı kadınlar. Ailesinde fenilketonüri öyküsü olan doğurganlık çağındaki kadınların, yüksek fenilalanin düzeylerini doğmamış bebeklerine zarar verme riskini en aza indirmek için hamile kalmadan önce ve hamilelik döneminde doktoruyla birlikte fenilketonüri diyetini planlamalı ve düzenli bir şekilde sürdürmesi gerekir. Yetişkinler. Fenilketonüri hastaları yaşamları boyunca tedavi almalıdır. Hayatlarının herhangi bir bölümünde fenilketonüri diyetini durduran yetişkinler, en kısa zamanda doktoruyla birlikte diyetini planlayarak yeniden başlamalıdır.Fenilketonüri hastalığı hakkında sık sorulan sorularFenilketonüri hangi hastalıklara yol açar?Fenilketonüri hastalığı basit bir kan testi ile teşhis edilebilir. Hastalık ömür boyu süren tedavi ile kontrol altında tutulabilir. Tedavi edilmeyen fenilketonüri, şu hastalıklara neden olabilir. Nörolojik hastalıklar Davranış problemleri Depresyon Dermatolojik problemler Cilt hastalıklarına yol açabilir.Fenilketonüri hastalığı ülkemizde görülür mü?Fenilketonüri hastalığının görülme sıklığı etnik gruplar ve coğrafi bölgeler arasında farklılık göster. Fenilketonüri, ülkemizdeki akraba evlilikleri nedeniyle sık görülür.Fenilketonüri hastası bir kadın hamile kalabilir mi? Fenilketonüri hastası olan kadınlar hamilelik döneminde risk altındadır. Hamilelikten önce ve hamilelik sırasında diyetin mutlaka takip edilmesi gerekir. Diyetin takip edilmemesi durumda kan fenilalanin seviyeleri yükselebilir ve gelişmekte olan fetüse zarar verebilir hatta bu durum düşüklere de neden olabilir. Hamilelik döneminde anne kanında fenilalanin seviyesinin yükselmesi ciddi sonuçlara yol açabilirler. Kontrolsüz hamilelik sonrası dünyaya gelen bebeklerin risk altında olduğu sağlık sorunları şunlardır: Düşük doğum ağırlığı Yavaş büyüme Yüz anormallikleri Anormal derecede küçük kafa Kalp kusurları ve diğer kalp sorunları Zihinsel engelli Davranış sorunları Fenilketonüri hastalığı için başka hangi isimler kullanılır? Eksiklik Hastalığı Fenilalanin hidroksilaz eksikliği hastalığı Folling hastalığı PAH eksikliği PKUFenilketonüri hastalığı baskın mı çekinik mi?Fenilketonüri hastalığı, otozomal resesif yani çekinik bir hastalıktır.Fenilketonüri hastalığında eksik olan enzim hangisidir?Fenilketonüri hastalığının en önemli sebebi kandaki fanilalanin adı verilen bir maddedir. Fenilketonüri hastalığında fenilalanin hidroksilaz enzimi eksik ya da yoktur.Fenilketonüri yenidoğan bebeklerde hangi belirtilerle kendisini belli eder?Fenilketonüri hastalığı ile dünyaya gelen belekler ilk başlarda tamamen normaldir. Hastalık şu belirtilerle ilerleyen aylarda kendisini belli eder: Emme güçlüğü Beslenme problemleri Ciltde kızarıklıklar Açık renkli ten, göz ve saç rengiFenilketonüri hastalığı genetik midir?Fenilketonüri hastalığı tüm dünyadaki etnik gruplar ve coğrafi bölgelere göre değişen genetik bir hastalıktır.Fenilketonüri hastalığı hayati riske neden olur mu?Fenilketonüri, bebek ilk doğduğu zaman belirlenerek tedavi edilebilen bir hastalıktır. Fenilketonüri tedavi edilmezse ölümle sonuçlanmaz. Ancak kişide ciddi hastalıklara yol açabilir.Fenilketonüri hastalığına hangi bölüm doktorları bakar?Fenilketonüri hastalığınının tedavi sürecini çocuk metabolizma ve genetik uzmanı doktorlar yapmaktadır.Fenilketonüri tedavisi ne kadar sürüyor?Fenilketonüri hastalığının tedavisi bebeklik çağından hayatın sonuna kadar devam eden bir süreçtir.Fenilketonüri hastalığından korunmak için neler yapılmalı?Fenilketonüri hastalığı ebeveynlerden çocuklarına aktarılan kalıtımsal bir hastalıktır. Bu nedenle hastalıktan korunmak için anne ve babanın bilinçli olması gerekir. Doğacak çocuğu hastalıktan korumanın tek yolu evli çiftler genetik açıdan taşıyıcı olup olmadıklarını öğrenmektir. Ebeveynlerin taşıyıcı olup olmadığı kan örneğinden yapılacak genetik bir testle belirlenebilir. Anne baba adayının her ikisinde de taşıyıcılık varsa tüp bebek yöntemi ile genetik ayrıştırma yapılarak çocuk sahibi olması gerekir. Bu yöntemle doğacak çocuğa genetik fenilketonüri hastalığı aktarılmamış olur.
Fenilketonüri hastalığı nedir?Fenilketonüri kandaki fenilalanin olarak adlandırılan bir madde düzeylerini artıran kalıtsal bir hastalıktır. Fenilalanin, beslenme yoluyla elde edilen proteinlerin yapı taşıdır. Fenilalanin, tüm proteinlerde ve bazı yapay tatlandırıcılarda bulunur. Fenilketonüri tedavi edilmediği takdirde fenilalanin vücutta zararlı seviyelere çıkması ile zihinsel engelliliğe ve birçok ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir.Fenilketonüri hastalığı kimlerde görülür?Fenilalanin enzimini kodlayan gende homozigot mutasyon taşıyan kişilerde görülür. Kusurlu gene sahip anne ve baba doğacak çocuklarına fenilketonüri hastalığını aktarırlar. Bu kalıtım modeline otozomal resesif adı verilir. Ebeveynlerden sadece birisinin kusurlu gene sahip olması durumunda fenilketonüri hastalığını çocuğa geçirme riski olmaz, ancak doğacak çocuğun taşıyıcı olma riski olabilir. Fenilketonüri, çoğu zaman, mutasyon taşıyıcısı olan ancak bunu bilmeyen ebeveynler tarafından çocuklara aktarılır.Fenilketonüri hastalığının belirtileri nelerdir?Fenilketonüri hastalığı olan bebekler doğumda tamamen normaldir. Tanıları konup önlem alınmadığı takdirde ilerleyen aylarda beslenme güçlüğü, kusma, deride kızarıklıklar görülebilir. Hastalığın tedavi edilmemesi durumunda fenilalaninin beyinde aşırı birikmesi nörolojik bulgulara ve zihinsel engelliliğe yol açabilir. Fenilketonüri hastalarının IQ seviyeleri genellikle 50’nin altındadır. Bu bebeklerin fenilalaninin melanin pigmenti ile etkileşimi sonucu ten, göz ve saç renkleri açık olur. Fenilketonüri hastalığının hafif veya şiddetli olan belirtileri şunlardır:Fenilketonüri tanısı nasıl konulur?Kalıtımsal bir hastalık olan fenilketonüri hastalığının bebeklik döneminde teşhis edilmesi çok önemlidir. Bu nedenle yenidoğan bebek taramalarında bu hastalığa bakılır. Fenilketonüri hastalığı için yenidoğan tarama testleri yapılır. Hastalık genetik testlerle de kesin olarak belirlenebilir.Fenilketonüri hastalığı tedavisi nasıldır?Fenilketonüri hastalığının tedavisi doğumdan itibaren fenilalaninden kısıtlı diyet uygulanmasıdır. Başka enzimatik tedaviler ve gen tedavileri ile ilgili araştırma kapsamında çalışmalar devam etmektedir.Fenilketonüri tedavisini kimler almalı ?Fenilketonüri hastalığı hakkında sık sorulan sorularFenilketonüri hangi hastalıklara yol açar?Fenilketonüri hastalığı basit bir kan testi ile teşhis edilebilir. Hastalık ömür boyu süren tedavi ile kontrol altında tutulabilir. Tedavi edilmeyen fenilketonüri, şu hastalıklara neden olabilir.Fenilketonüri hastalığı ülkemizde görülür mü?Fenilketonüri hastalığının görülme sıklığı etnik gruplar ve coğrafi bölgeler arasında farklılık göster. Fenilketonüri, ülkemizdeki akraba evlilikleri nedeniyle sık görülür.Fenilketonüri hastası bir kadın hamile kalabilir mi? Fenilketonüri hastası olan kadınlar hamilelik döneminde risk altındadır. Hamilelikten önce ve hamilelik sırasında diyetin mutlaka takip edilmesi gerekir. Diyetin takip edilmemesi durumda kan fenilalanin seviyeleri yükselebilir ve gelişmekte olan fetüse zarar verebilir hatta bu durum düşüklere de neden olabilir. Hamilelik döneminde anne kanında fenilalanin seviyesinin yükselmesi ciddi sonuçlara yol açabilirler. Kontrolsüz hamilelik sonrası dünyaya gelen bebeklerin risk altında olduğu sağlık sorunları şunlardır: Fenilketonüri hastalığı için başka hangi isimler kullanılır?Fenilketonüri hastalığı baskın mı çekinik mi?Fenilketonüri hastalığı, otozomal resesif yani çekinik bir hastalıktır.Fenilketonüri hastalığında eksik olan enzim hangisidir?Fenilketonüri hastalığının en önemli sebebi kandaki fanilalanin adı verilen bir maddedir. Fenilketonüri hastalığında fenilalanin hidroksilaz enzimi eksik ya da yoktur.Fenilketonüri yenidoğan bebeklerde hangi belirtilerle kendisini belli eder?Fenilketonüri hastalığı ile dünyaya gelen belekler ilk başlarda tamamen normaldir. Hastalık şu belirtilerle ilerleyen aylarda kendisini belli eder: Fenilketonüri hastalığı genetik midir?Fenilketonüri hastalığı tüm dünyadaki etnik gruplar ve coğrafi bölgelere göre değişen genetik bir hastalıktır.Fenilketonüri hastalığı hayati riske neden olur mu?Fenilketonüri, bebek ilk doğduğu zaman belirlenerek tedavi edilebilen bir hastalıktır. Fenilketonüri tedavi edilmezse ölümle sonuçlanmaz. Ancak kişide ciddi hastalıklara yol açabilir.Fenilketonüri hastalığına hangi bölüm doktorları bakar?Fenilketonüri hastalığınının tedavi sürecini çocuk metabolizma ve genetik uzmanı doktorlar yapmaktadır.Fenilketonüri tedavisi ne kadar sürüyor?Fenilketonüri hastalığının tedavisi bebeklik çağından hayatın sonuna kadar devam eden bir süreçtir.Fenilketonüri hastalığından korunmak için neler yapılmalı?Fenilketonüri hastalığı ebeveynlerden çocuklarına aktarılan kalıtımsal bir hastalıktır. Bu nedenle hastalıktan korunmak için anne ve babanın bilinçli olması gerekir. Doğacak çocuğu hastalıktan korumanın tek yolu evli çiftler genetik açıdan taşıyıcı olup olmadıklarını öğrenmektir. Ebeveynlerin taşıyıcı olup olmadığı kan örneğinden yapılacak genetik bir testle belirlenebilir. Anne baba adayının her ikisinde de taşıyıcılık varsa tüp bebek yöntemi ile genetik ayrıştırma yapılarak çocuk sahibi olması gerekir. Bu yöntemle doğacak çocuğa genetik fenilketonüri hastalığı aktarılmamış olur. | 5,233 |
328 | Hastalıklar | Fibromiyalji | Fibromiyalji, kas-iskelet sisteminde hassasiyete neden olan, kronik kas ve eklem ağrılarına neden olan bir rahatsızlıktır. Merkezi sinir sistemini etkileyen fibromiyalji kaynaklı ağrılar genellikle kollar, bacaklar, baş, göğüs, karın, sırt ve kalçada hissedilir. Diğer tipik belirtileri yorgunluk, uyku, hafıza ve ruh hali sorunlarıdır.Fibromiyalji, kas-iskelet sisteminde hassasiyete neden olan, kronik kas ve eklem ağrılarına neden olan bir rahatsızlıktır. Merkezi sinir sistemini etkileyen fibromiyalji kaynaklı ağrılar genellikle kollar, bacaklar, baş, göğüs, karın, sırt ve kalçada hissedilir. Diğer tipik belirtileri yorgunluk, uyku, hafıza ve ruh hali sorunlarıdır.
Fibromiyalji Nedir?Fibromiyalji, beynin ve omuriliğin ağrılı ve ağrısız sinyalleri işleme biçiminin etkilenmesine bağlı ağrı hassasiyetinin arttığı merkezi sinir sistemini etkileyen bir rahatsızlıktır. Kaslarda ve ilişkili bağ dokusu yapılarında yaygın ağrı, hassasiyet ve sertlikle karakterizedir. Romatizmal hastalıklar içerisinde en sık karşılaşılan ikinci hastalık olan fibromiyalji kadınlarda erkeklere göre üç kat daha sık görülmektedir.Fibromiyalji olan kişilerde semptomlar gelip giderek artıp azalabilir. Bu durum kişi için zorlayıcı olabilir. Belirli sağlık koşulları, stres ve hayattaki diğer değişikliklerin bu hastalığı tetikleyerek ortaya çıkmasına neden olabilir. Özellikle ebeveynlerin birinde fibromiyalji bulunuyorsa vücutta gelişme olasılığı yüksek olabilir.Fibromiyalji Belirtileri Nelerdir?Vücudun herhangi bir yerinde oluşan ağrı, hassasiyet, yorgunluk, uykusuzluk ve depresyon fibromiyaljinin belirtileridir. Fibromiyalji özellikle ağrı ve sabahları zor uyanma ile kendini belli eder. Nefes almada zorlanma ve kulak çınlaması da yine fibromiyalji belirtilerindendir. Herhangi bir ağrıyı normalden daha fazla algılamak Ağrı yapmayan uyarıcıları da ağrı gibi hissetme El ve ayaklarda karıncalanma hissi ve uyuşma Çarpıntı Egzersize karşı dirençsizlik Kabızlık, ishal ve gaz şikayetleri Depresyon hali Hafıza problemleri Gün boyunca yorgunluk hissi Dinlenemeden uyanmış olma hissi Uyku kalitesinde azalma Noniseptif uyarılar nedeniyle, ağrının azaltılması ile hissedilen genel hassasiyet Konsantrasyon bozukluğu, yeni şeyler öğrenme zorluğu Kişiye göre değişen ödem hassasiyeti Hastaların % 30-50’si eklem hipermobilitesine sahiptir. Vücudun üst kısmı ile sınırlı olan kızarma eğilimi Vücudun belli noktalarından aşırı hassasiyet de bu hastalığın en belirgin özelliği sayılır.Fibromiyalji sendromu olan kişilerin özel bir karakteri vardır. Kendilerinden beklentileri çok yüksektir, mükemmeliyetçidir, çok titizdir ve duygu durumları çok çabuk değişir. Bu kişilerin stresli zamanlarında ağrılarının artma ihtimali çok yüksektir.Fibromiyalji Neden Olur?Fibromiyalji, yorgunluk ve uyku sorunlarıyla birlikte yaygın kas-iskelet sisteminde ağrıya neden olan bir hastalıktır. Ağrıya daha duyarlı hale gelmeye neden olan fibromiyaljinin sebebi beyindeki bazı kimyasalların anormal seviyelere gelmesi ve merkezi sinir sisteminin (beyin, omurilik ve sinirler) vücutta taşınan ağrı mesajlarını işleme biçimindeki değişikliktir. Fiziksel ve duygusal stres ile tetiklenmektedir.Genetik faktörlerFibromiyaljinin nedeni çok iyi bilinmese de yapılan araştırmalar genetik faktörlerin çok önemli olduğunu gösteriyor. Buna bağlı olarak 1. derece yakınlarında fibromiyalji görülen kişilerin bu hastalığa yakalanma riski 8 kat artmaktadır.Çevresel faktörlerÇevresel faktörler de fibromiyalji sendromuna neden olan önemli nedenlerden biridir. Özellikle çocukluk çağlarında geçirilen fiziksel ve duygusal travmalar fibromiyalji için büyük risk faktörleri arasında kabul edilir.Psikolojik faktörlerFibromiyalji aynı zamanda psikolojik boyuta sahip bir hastalıktır. Depresyon hastalarında, uyku bozukluğu alanlarda ve anksiyetesi yüksek olan kişilerde fibromiyalji çok daha fazla görülüyor.Kişilik yapısından kaynaklı faktörlerMükemmeliyetçi ve işkolik kişilik yapısı da fibromiyalji hastalığına yakalanma nedenleri arasında gösterilebilir. Gazetecilik, Mimarlık, Finans Sektörü gibi meslekler ile uğraşanlarda fibromiyalji sıklıkla görülür. Ayrıca işini sevmeyen kişilerde de fibromiyalji görülür. Mutsuzluk ağrıları artıran bir faktör olduğu için yaptığı işten memnun olmayanlar da en az stresli mesleklerde çalışanlar kadar fibromiyalji olma riskine sahiptir.Yaş faktörüGenellikle 25-55 yaş aralığındaki kadınlarda daha sık görülen fibromiyalji sendromu (yumuşak doku romatizması) erkeklerde ve çocukluk döneminde de görülebilmektedir. Hastalık özellikle eğitim ve ekonomik düzeyi ortalamanın üzerinde olan kişilerde daha sık görülmektedir.Fibromiyalji Kimlerde Görülür?Kadınlarda erkeklerden daha fazla görülen fibromiyalji herkeste ortaya çıkabilir. Her yaştan insanı, hatta çocukları etkileyebilir. Genellikle orta yaşta başlar ve yaşlandıkça görülme olasılığı da artar. Romatizmal hastalık, duygu durum bozuklukları veya ağrıya neden olan durumlar olmak üzere başka hastalıklar varsa fibromiyaljiye yakalanma olasılığı daha yüksek olabilir. Bu hastalıklar şunlardır: Romatoid artrit Kelebek hastalığı (lupus) Ankilozan spondilit (AS) Osteoartrit (kireçlenme) Depresyon veya anksiyete Sırt ağrısı Huzursuz bağırsak sendromuFibromiyalji Tanısı Nasıl Konulur?Fibromiyalji belirtileri fark edilir edilmez teşhis için tam donanımlı bir hastanenin romatoloji uzmanına, tedavi içinse fizik tedavi ünitelerine başvurmak gerekir. Oldukça karmaşık bir hastalık olan fibromiyalji için multidisipliner bir tedavi uygulanır. Psikolog ve fizyoterapist dışında pek çok branştan da destek alınabilir.Fibromiyalji teşhisi hastanın öyküsü, hastalık belirtileri ve fiziki muayene ile konur. Fibromiyalji teşhisi için üç ay şikayetlerin ve belirtilerin devam etmesi gerekir. Fibromiyalji muayenesinde tender point denilen vücudun 18 hassas noktasından yaklaşık 11’inde bu ağrılı noktaların bulunup bulunmadığı tespit edilir. Bu referans noktalarında hastanın aşırı hassas olması temek şart kabul edilir. Fibromiyaljinin sadece kan tetkiklerinde ortaya çıkmasını beklememek gerekir. Ancak kan tetkikleri ayırıcı tanı için istenebilir. Sık sık başka hastalıklarla karıştırılan fibromiyaljide, bu karışıklığı önlemek için yapılacak tetkikler büyük önem taşır.Fibromiyalji Tedavisi Nasıl Yapılır?Fibromiyaljinin tedavisinde istikrar çok önemlidir. Doğru teşhis konulmaz ise farklı bir hastalığın tedavisine başlanmış olur ve hasta gereksiz bir ilaç yükü altında ek sorunlarla karşılaşabilir. Bu durum fibromiyaljinin kronikleşmesine de neden olur. Sürekli doktor değiştirmek, tedavisi yarıda kesmek ve farklı tedaviler arayışında olmak da fibromiyalji tedavisini olumsuz etkiler. İlaçla tedavi edilebilen fibromiyalji hastalığında özellikle tedaviyi sürdürülebilir kılmak çok önemlidir.Fibromiyalji hastalarının ilaç tedavisine ek olarak günlük hayatlarında da birtakım değişiklikler yapması gerekmektedir. Stresten arındırılmış, düzenli bir yaşam, dengeli beslenme ve düzenli uyku tedavinin en önemli anahtarlarıdır. Vücut dinlenemediği sürece kişi, günlük yaşamda karşılaştığı en ufak bir olaya bile aşırı tepki verecektir.Fibromiyalji tedavisinde en önemli prensip hasta-hekim işbirliğidir. Kişiye özel uygulanan tedavi seçenekleri arasında PRP uygulamaları, fizik tedavi ve rehabilitasyon yöntemleri, egzersiz programmlarından biri ya da hepsi birlikte uygulanabilir. Özellikle son dönemlerde PRP yöntemi ile fibromiyalji hastalığında asıl sebep olan fibrozitleri (ağrılı kas düğümleri) yok etmek çok daha kolay. Fibromiyalji tedavisinde kişiye bağlı olarak değişebilecek bazı fizik tedavi seçenekleri şöyledir; Bölgesel Enjeksiyonlar, Ozon Tedavisi, Elektroterapi Uygulamaları (Tens, Ultrason Tedavisi, Enterfrensiyel Akımlar, Biofeedback, Hvgs), Sıcaklık Ajanları, Doku Masajı, Klasik Masaj, Germe Gevşeme Eğitimleri Prp (Trombositten Zengin Plazma), Nöralterapi, Proloterapi, Manipülasyon. Fibromiyalji Egzersizleri Fibromiyalji egzersizleri tedavi sürecinin en önemli kısımlarından biridir. Yorucu ve stresli bir iş günü sonrasında haftada en az 3 kez spor yapmaya vakit ayırmak gerekir. Özellikle uzun saatler masa başında çalışmak ve hareketsizlik, kasların gelişimini olumsuz yönde etkiler. Spor sayesinde kişinin hem kasları çalışmakta hem de kendini iyi hissetmektedir. Sadece ilaçla bu hastalığın tedavisinin mümkün olmadığı unutulmamalıdır.Fibromiyalji tedavisinde amaç, ağrı ve yorgunluktan şikayet eden, fiziksel ve sosyal yaşamı etkilenmiş kişinin sıkıntılarına yönelik tedavi seçeneklerini hazırlamaktır. İlaç tedavisinde ağrı kesiciler ve kas gevşeticiler tercih edilir. Ancak ilaç tedavisine ek olarak hasta eğitimi de önemlidir. Uzun süreli oturma, ayakta durma, stres, uzun süre yazı yazma, ağırlık kaldırma, kolların gergin pozisyonda çalışmasının şikayetleri artıracağı unutulmamalıdır.Fibromiyalji için yapılan egzersizler ile kondisyon artışı sağlanır, travmalar ve dışardan gelen zararlı uyaranlar azaltılır ve ağrı döngüsü kırılmış olur. Fibromiyalji hastalarının özellikle aerobik, duruş, germe, pilates, yoga ve yüzme egzersizleri yapmaları çok önemlidir. Bunun yanı sıra, sıcak tedaviler, elektrik simülasyonları, kaplıca ve masaj gibi fizik tedavi uygulamaları oldukça etkilidir. Fibromiyalji hastaları her ne kadar egzersiz yapmakta zorlansa da hafif şiddette başlayıp, hafif şekilde devam edildiğinde haya kalitesinde büyük artış gözlenir.Fibromiyalji İlaçlarının KullanımıFibromiyaljide her hasta ayrı ayrı ele alınıp tedavisi yapılmalıdır. İlaç ile tedavi edilen fibromiyalide uzun süre ilaç kullanımı da zararlı olabilir. Fibromiyalji sendromunda antidepresan grubu ilaçlar da kullanılabilmektedir. Bu ilaçlar hem uykuyu düzenlemekte hem de kronik ağrılı durumlara iyi gelmektedir. Ancak bu ilaçları uzu süre kullanmak kişilerde bağımlılık yaratabilir. Bu da fibromiyaljinin tedavi edilmemesine neden olmaktadır. Psikiyatrik ilaçların ancak eşlik eden psikolojik bir rahatsızlık durumunda kullanılması tavsiye edilir. Fibromiyalji ağrıları için kullanılan ağrı kesicilerin kullanımında ise böbrek, mide ve tansiyon problemlerine dikkat edilmelidir.Fibromiyalji Hastalarının Yapmaması GerekenlerFibromiyalji tedavisindeki amaç yaşam kalitesini artırarak ağrı ve semptomların azaltmasını sağlamaktır. Fibromiyalji, genellikle ilaç ve fizik tedavi ile yönetilebilir. Bunun yanında fibromiyaljide kaçınılması gereken ve hastaların yapmaması gerekenler vardır: Aşırı fiziksel aktivite: Fibromiyalji hastalığı için düzenli egzersiz faydalıdır fakat aşırı fiziksel aktivitelerden kaçınmak gerekir. Çok sık “evet” demek: Fibromiyaljisi olan kişiler her şeyi kabul etme eğilimindedir. Ağrının artmasını önlemek için hayır diyebilmek önemlidir. Fibromiyaljiyi alevlendirmeyecek ya da stres düzeylerini artırmayacak bir yanıtlar vermek gerekir. Ağrıyı ve acıyı görmezden gelmek: Vücutta bir şeyler ters gidiyorsa bu ağrı şeklinde ortaya çıkabilir. Aktivitelere devam ederek, ağrıyı görmezden gelmemek gerekir. Bu durum fibromiyaljinin ağırlaşmasına neden olur. Aşırı şeker tüketmek: Şeker tüketmek kan pH seviyesini düşürerek fibromiyaljinin kötüleşmesine neden olur. Candida çoğalması nedeniyle asitli meşrubatlardan ve şekerle tatlandırılmış meyveli içeceklerden kaçınılmalıdır. Vücuda yüksek oranda şeker alımı, fibromiyaljiyle ilişkili ağrıya neden olan iltihabı artırır. Yeterince uyku alamamak: Fibromiyaljiye sahip kişiler için uyku kalitesi önemlidir. Fibromiyalji yetersiz uyku sonucunda ağrı duyarlılığının artmasına neden olabilir.Fibromiyalji İle İlgili Sık Sorulan SorularFibromiyalji fiziksel olarak nasıl etkiler?Fibromiyalji , kaslarda ve yumuşak dokularda ağrıya neden olan ömür boyu süren kronik bir rahatsızlıktır. Kadınlarda görülme sıklığı daha fazladır. Boyun, omuz, sırt, göğüs, kollar ve bacaklarda ağrı gibi fiziksel belirtileri sabah ve akşam saatlerinde daha yaygın hissedilir.Fibromiyaljiyi tetikleyen faktörler nelerdir?Çok fazla efor sarf edilmesi, strese neden olan durumlar, kas ve kemik yaralanmaları ve bunları etkileyen hastalıklar ile hormonal değişiklikler fibromiyaljiyi tetikleyen faktörlerdir. Ayrıca mısır yağı, ayçiçek yağı ve diğer bitkisel yağlar vücutta sıklıkla iltihaplı etkilere sahip olduğu için yağlı, kızarmış yiyecekler de fibromiyaljiyi tetikleyebilmektedir.Egzersiz fibromiyaljiye iyi gelir mi?Düzenli olarak egzersiz yapmak çok önemlidir. Özellikle gevşeme egzersizleri, germe egzersizleri, kardiyovasküler kondüsyon egzersizleri, düşük yoğunlukta yürüyüş, yüzme ve bisiklete binme, su aerobiği gibi aktiviteler faydalıdır.Her zaman kullandığım ağrı kesicimi kullanabilir miyim?Fibromiyalji tedavisi için kullanılan ilaçlar, ağrıyı azaltmak, uykuyu düzenlemek ve depresyonu tedavi etmeye yöneliktir. Antidepresanlar, ağrı kesiciler, uyku düzenleyiciler ve kas gevşetici ilaçlar mutlaka doktor kontrolünde kullanılmadır.Sıcak hava ve ısı bu hastalığa iyi geliyor mu?Sıcak ve kuru hava fibromiyaljiye iyi gelebilir. Fizik tedavi uygulamalarından sıcak uygulama, derin ısıtıcılar ve elektriksel stimülasyon, masaj ve kaplıca kürleri tavsiye edilir.Fibromiyalji ile karıştırılan hastalıklar nelerdir?Romatoid artrit, miyofasyal ağrı sendromu, ankilozan spondilit, Lyme hastalığı, polimiyalji ve lupus gibi hastalıkların neden olduğu ağrı ve eklem tutulumu gibi belirtiler fibromiyalji ile karıştırılabilir. Çoğu romatizmal hastalık ilaç ve fizik tedavi ile tedavi edilebilirken, fibromiyaljide semptomları kontrol altına alınmaya çalışılır.Fibromiyalji ve miyofasyal ağrı sendromu arasındaki farklar nelerdir?Fibromiyalji kronik bir hastalıktır ve tedavi edilemez. Miyofasyal ağrı sendromu ise tedavi edilebilir bir hastalıktır. İki hastalığın arasındaki belirleyici farklar şunlardır: Fibromiyalji hastalığında ağrı vücut genelinde görülebilir, miyofasyal ağrı sendromunda ise ağrı bölgeseldir. Fibromiyalji hastalığı daha çok kadınları etkilerken, diğeri hem erkek hem de kadında görüldüğü bilinir. Fibromiyaljide sabah yorgun kalkma, uyku bozukluğu, bütün vücudun ağrır. Miyofasyalda ise uyku problemi yaşanabilir ama ancak ağrı tüm vücuda yayılmaz. Fibromiyaljide dinlenmek ağrı şiddetini etkilemez, miyofasyalda ise dinlendikçe ağrı hafifler.
Fibromiyalji Nedir?Fibromiyalji, beynin ve omuriliğin ağrılı ve ağrısız sinyalleri işleme biçiminin etkilenmesine bağlı ağrı hassasiyetinin arttığı merkezi sinir sistemini etkileyen bir rahatsızlıktır. Kaslarda ve ilişkili bağ dokusu yapılarında yaygın ağrı, hassasiyet ve sertlikle karakterizedir. Romatizmal hastalıklar içerisinde en sık karşılaşılan ikinci hastalık olan fibromiyalji kadınlarda erkeklere göre üç kat daha sık görülmektedir.Fibromiyalji olan kişilerde semptomlar gelip giderek artıp azalabilir. Bu durum kişi için zorlayıcı olabilir. Belirli sağlık koşulları, stres ve hayattaki diğer değişikliklerin bu hastalığı tetikleyerek ortaya çıkmasına neden olabilir. Özellikle ebeveynlerin birinde fibromiyalji bulunuyorsa vücutta gelişme olasılığı yüksek olabilir.Fibromiyalji Belirtileri Nelerdir?Vücudun herhangi bir yerinde oluşan ağrı, hassasiyet, yorgunluk, uykusuzluk ve depresyon fibromiyaljinin belirtileridir. Fibromiyalji özellikle ağrı ve sabahları zor uyanma ile kendini belli eder. Nefes almada zorlanma ve kulak çınlaması da yine fibromiyalji belirtilerindendir.Fibromiyalji sendromu olan kişilerin özel bir karakteri vardır. Kendilerinden beklentileri çok yüksektir, mükemmeliyetçidir, çok titizdir ve duygu durumları çok çabuk değişir. Bu kişilerin stresli zamanlarında ağrılarının artma ihtimali çok yüksektir.Fibromiyalji Neden Olur?Fibromiyalji, yorgunluk ve uyku sorunlarıyla birlikte yaygın kas-iskelet sisteminde ağrıya neden olan bir hastalıktır. Ağrıya daha duyarlı hale gelmeye neden olan fibromiyaljinin sebebi beyindeki bazı kimyasalların anormal seviyelere gelmesi ve merkezi sinir sisteminin (beyin, omurilik ve sinirler) vücutta taşınan ağrı mesajlarını işleme biçimindeki değişikliktir. Fiziksel ve duygusal stres ile tetiklenmektedir.Genetik faktörlerFibromiyaljinin nedeni çok iyi bilinmese de yapılan araştırmalar genetik faktörlerin çok önemli olduğunu gösteriyor. Buna bağlı olarak 1. derece yakınlarında fibromiyalji görülen kişilerin bu hastalığa yakalanma riski 8 kat artmaktadır.Çevresel faktörlerÇevresel faktörler de fibromiyalji sendromuna neden olan önemli nedenlerden biridir. Özellikle çocukluk çağlarında geçirilen fiziksel ve duygusal travmalar fibromiyalji için büyük risk faktörleri arasında kabul edilir.Psikolojik faktörlerFibromiyalji aynı zamanda psikolojik boyuta sahip bir hastalıktır. Depresyon hastalarında, uyku bozukluğu alanlarda ve anksiyetesi yüksek olan kişilerde fibromiyalji çok daha fazla görülüyor.Kişilik yapısından kaynaklı faktörlerMükemmeliyetçi ve işkolik kişilik yapısı da fibromiyalji hastalığına yakalanma nedenleri arasında gösterilebilir. Gazetecilik, Mimarlık, Finans Sektörü gibi meslekler ile uğraşanlarda fibromiyalji sıklıkla görülür. Ayrıca işini sevmeyen kişilerde de fibromiyalji görülür. Mutsuzluk ağrıları artıran bir faktör olduğu için yaptığı işten memnun olmayanlar da en az stresli mesleklerde çalışanlar kadar fibromiyalji olma riskine sahiptir.Yaş faktörüGenellikle 25-55 yaş aralığındaki kadınlarda daha sık görülen fibromiyalji sendromu (yumuşak doku romatizması) erkeklerde ve çocukluk döneminde de görülebilmektedir. Hastalık özellikle eğitim ve ekonomik düzeyi ortalamanın üzerinde olan kişilerde daha sık görülmektedir.Fibromiyalji Kimlerde Görülür?Kadınlarda erkeklerden daha fazla görülen fibromiyalji herkeste ortaya çıkabilir. Her yaştan insanı, hatta çocukları etkileyebilir. Genellikle orta yaşta başlar ve yaşlandıkça görülme olasılığı da artar. Romatizmal hastalık, duygu durum bozuklukları veya ağrıya neden olan durumlar olmak üzere başka hastalıklar varsa fibromiyaljiye yakalanma olasılığı daha yüksek olabilir. Bu hastalıklar şunlardır:Fibromiyalji Tanısı Nasıl Konulur?Fibromiyalji belirtileri fark edilir edilmez teşhis için tam donanımlı bir hastanenin romatoloji uzmanına, tedavi içinse fizik tedavi ünitelerine başvurmak gerekir. Oldukça karmaşık bir hastalık olan fibromiyalji için multidisipliner bir tedavi uygulanır. Psikolog ve fizyoterapist dışında pek çok branştan da destek alınabilir.Fibromiyalji teşhisi hastanın öyküsü, hastalık belirtileri ve fiziki muayene ile konur. Fibromiyalji teşhisi için üç ay şikayetlerin ve belirtilerin devam etmesi gerekir. Fibromiyalji muayenesinde tender point denilen vücudun 18 hassas noktasından yaklaşık 11’inde bu ağrılı noktaların bulunup bulunmadığı tespit edilir. Bu referans noktalarında hastanın aşırı hassas olması temek şart kabul edilir. Fibromiyaljinin sadece kan tetkiklerinde ortaya çıkmasını beklememek gerekir. Ancak kan tetkikleri ayırıcı tanı için istenebilir. Sık sık başka hastalıklarla karıştırılan fibromiyaljide, bu karışıklığı önlemek için yapılacak tetkikler büyük önem taşır.Fibromiyalji Tedavisi Nasıl Yapılır?Fibromiyaljinin tedavisinde istikrar çok önemlidir. Doğru teşhis konulmaz ise farklı bir hastalığın tedavisine başlanmış olur ve hasta gereksiz bir ilaç yükü altında ek sorunlarla karşılaşabilir. Bu durum fibromiyaljinin kronikleşmesine de neden olur. Sürekli doktor değiştirmek, tedavisi yarıda kesmek ve farklı tedaviler arayışında olmak da fibromiyalji tedavisini olumsuz etkiler. İlaçla tedavi edilebilen fibromiyalji hastalığında özellikle tedaviyi sürdürülebilir kılmak çok önemlidir.Fibromiyalji hastalarının ilaç tedavisine ek olarak günlük hayatlarında da birtakım değişiklikler yapması gerekmektedir. Stresten arındırılmış, düzenli bir yaşam, dengeli beslenme ve düzenli uyku tedavinin en önemli anahtarlarıdır. Vücut dinlenemediği sürece kişi, günlük yaşamda karşılaştığı en ufak bir olaya bile aşırı tepki verecektir.Fibromiyalji tedavisinde en önemli prensip hasta-hekim işbirliğidir. Kişiye özel uygulanan tedavi seçenekleri arasında PRP uygulamaları, fizik tedavi ve rehabilitasyon yöntemleri, egzersiz programmlarından biri ya da hepsi birlikte uygulanabilir. Özellikle son dönemlerde PRP yöntemi ile fibromiyalji hastalığında asıl sebep olan fibrozitleri (ağrılı kas düğümleri) yok etmek çok daha kolay. Fibromiyalji tedavisinde kişiye bağlı olarak değişebilecek bazı fizik tedavi seçenekleri şöyledir;Fibromiyalji Egzersizleri Fibromiyalji egzersizleri tedavi sürecinin en önemli kısımlarından biridir. Yorucu ve stresli bir iş günü sonrasında haftada en az 3 kez spor yapmaya vakit ayırmak gerekir. Özellikle uzun saatler masa başında çalışmak ve hareketsizlik, kasların gelişimini olumsuz yönde etkiler. Spor sayesinde kişinin hem kasları çalışmakta hem de kendini iyi hissetmektedir. Sadece ilaçla bu hastalığın tedavisinin mümkün olmadığı unutulmamalıdır.Fibromiyalji tedavisinde amaç, ağrı ve yorgunluktan şikayet eden, fiziksel ve sosyal yaşamı etkilenmiş kişinin sıkıntılarına yönelik tedavi seçeneklerini hazırlamaktır. İlaç tedavisinde ağrı kesiciler ve kas gevşeticiler tercih edilir. Ancak ilaç tedavisine ek olarak hasta eğitimi de önemlidir. Uzun süreli oturma, ayakta durma, stres, uzun süre yazı yazma, ağırlık kaldırma, kolların gergin pozisyonda çalışmasının şikayetleri artıracağı unutulmamalıdır.Fibromiyalji için yapılan egzersizler ile kondisyon artışı sağlanır, travmalar ve dışardan gelen zararlı uyaranlar azaltılır ve ağrı döngüsü kırılmış olur. Fibromiyalji hastalarının özellikle aerobik, duruş, germe, pilates, yoga ve yüzme egzersizleri yapmaları çok önemlidir. Bunun yanı sıra, sıcak tedaviler, elektrik simülasyonları, kaplıca ve masaj gibi fizik tedavi uygulamaları oldukça etkilidir. Fibromiyalji hastaları her ne kadar egzersiz yapmakta zorlansa da hafif şiddette başlayıp, hafif şekilde devam edildiğinde haya kalitesinde büyük artış gözlenir.Fibromiyalji İlaçlarının KullanımıFibromiyaljide her hasta ayrı ayrı ele alınıp tedavisi yapılmalıdır. İlaç ile tedavi edilen fibromiyalide uzun süre ilaç kullanımı da zararlı olabilir. Fibromiyalji sendromunda antidepresan grubu ilaçlar da kullanılabilmektedir. Bu ilaçlar hem uykuyu düzenlemekte hem de kronik ağrılı durumlara iyi gelmektedir. Ancak bu ilaçları uzu süre kullanmak kişilerde bağımlılık yaratabilir. Bu da fibromiyaljinin tedavi edilmemesine neden olmaktadır. Psikiyatrik ilaçların ancak eşlik eden psikolojik bir rahatsızlık durumunda kullanılması tavsiye edilir. Fibromiyalji ağrıları için kullanılan ağrı kesicilerin kullanımında ise böbrek, mide ve tansiyon problemlerine dikkat edilmelidir.Fibromiyalji Hastalarının Yapmaması GerekenlerFibromiyalji tedavisindeki amaç yaşam kalitesini artırarak ağrı ve semptomların azaltmasını sağlamaktır. Fibromiyalji, genellikle ilaç ve fizik tedavi ile yönetilebilir. Bunun yanında fibromiyaljide kaçınılması gereken ve hastaların yapmaması gerekenler vardır:Fibromiyalji İle İlgili Sık Sorulan SorularFibromiyalji fiziksel olarak nasıl etkiler?Fibromiyalji , kaslarda ve yumuşak dokularda ağrıya neden olan ömür boyu süren kronik bir rahatsızlıktır. Kadınlarda görülme sıklığı daha fazladır. Boyun, omuz, sırt, göğüs, kollar ve bacaklarda ağrı gibi fiziksel belirtileri sabah ve akşam saatlerinde daha yaygın hissedilir.Fibromiyaljiyi tetikleyen faktörler nelerdir?Çok fazla efor sarf edilmesi, strese neden olan durumlar, kas ve kemik yaralanmaları ve bunları etkileyen hastalıklar ile hormonal değişiklikler fibromiyaljiyi tetikleyen faktörlerdir. Ayrıca mısır yağı, ayçiçek yağı ve diğer bitkisel yağlar vücutta sıklıkla iltihaplı etkilere sahip olduğu için yağlı, kızarmış yiyecekler de fibromiyaljiyi tetikleyebilmektedir.Egzersiz fibromiyaljiye iyi gelir mi?Düzenli olarak egzersiz yapmak çok önemlidir. Özellikle gevşeme egzersizleri, germe egzersizleri, kardiyovasküler kondüsyon egzersizleri, düşük yoğunlukta yürüyüş, yüzme ve bisiklete binme, su aerobiği gibi aktiviteler faydalıdır.Her zaman kullandığım ağrı kesicimi kullanabilir miyim?Fibromiyalji tedavisi için kullanılan ilaçlar, ağrıyı azaltmak, uykuyu düzenlemek ve depresyonu tedavi etmeye yöneliktir. Antidepresanlar, ağrı kesiciler, uyku düzenleyiciler ve kas gevşetici ilaçlar mutlaka doktor kontrolünde kullanılmadır.Sıcak hava ve ısı bu hastalığa iyi geliyor mu?Sıcak ve kuru hava fibromiyaljiye iyi gelebilir. Fizik tedavi uygulamalarından sıcak uygulama, derin ısıtıcılar ve elektriksel stimülasyon, masaj ve kaplıca kürleri tavsiye edilir.Fibromiyalji ile karıştırılan hastalıklar nelerdir?Romatoid artrit, miyofasyal ağrı sendromu, ankilozan spondilit, Lyme hastalığı, polimiyalji ve lupus gibi hastalıkların neden olduğu ağrı ve eklem tutulumu gibi belirtiler fibromiyalji ile karıştırılabilir. Çoğu romatizmal hastalık ilaç ve fizik tedavi ile tedavi edilebilirken, fibromiyaljide semptomları kontrol altına alınmaya çalışılır.Fibromiyalji ve miyofasyal ağrı sendromu arasındaki farklar nelerdir?Fibromiyalji kronik bir hastalıktır ve tedavi edilemez. Miyofasyal ağrı sendromu ise tedavi edilebilir bir hastalıktır. İki hastalığın arasındaki belirleyici farklar şunlardır: | 9,605 |
329 | Hastalıklar | Fil Hastalığı (Lenfödem) | Lenfödem ya da fil hastalığı, vücutta enfeksiyonla savaşmaya ve fazla sıvıyı dokulardan boşaltmaya yardımcı olan kanallar ve lenf bezlerini içeren lenfatik sistemde sıvı birikmesidir. Biriken sıvılar özellikle kol ve bacaklarda şişliğe neden olur. Lenfödem ya da fil hastalığı, vücutta enfeksiyonla savaşmaya ve fazla sıvıyı dokulardan boşaltmaya yardımcı olan kanallar ve lenf bezlerini içeren lenfatik sistemde sıvı birikmesidir. Biriken sıvılar özellikle kol ve bacaklarda şişliğe neden olur.
Fil Hastalığı (Lenfödem) NedirFil hastalığı yani lenfödem, lenfatik sistemi oluşturan lenf bezleri veya damarların tıkanması ya da hasar görmesi sonucu lenf sıvılarını boşaltamaması veya biriken sıvıların drene edilememesi sonucu yaşanan doku şişmesidir.En sık olarak kolları veya bacakları etkiler, ancak göğüs duvarı, karın, boyun ve cinsel organlarda da ortaya çıkabilir. Lenf düğümleri, lenfatik sistemin önemli bir parçasıdır. Lenfödem, lenf düğümlerinizi çıkaran veya zarar veren kanser tedavilerinden kaynaklanabilir. Lenf sıvısının drenajını engelleyen her türlü problem lenfödeme neden olabilir. Şiddetli lenfödem vakaları, bundan etkilenen uzvun hareket etme yeteneğini etkileyebilir, cilt enfeksiyonları ve sepsis risklerini artırabilir, ciltte değişikliklere ve bozulmaya neden olabilir.Lenfödem geçirenlerde tedavi, kompresyon bandajları, masaj, kompresyon çorapları, sıralı pnömatik pompalama, dikkatli cilt bakımı ve nadiren şişmiş dokuyu çıkarmak veya yeni drenaj yolları oluşturmak için ameliyatları da içerebilir. Kol ve bacakların şişmesiyle kendini gösteren, lenf bezlerinde çeşitli nedenlerle oluşan tıkanmalarla ortaya çıkan bir hastalıktır. Lenf bezinde oluşan bu tıkanıklıklar nedeniyle lenf sıvısı boşalamaz böylece kol ve bacaklarda şişme oluşur. Kronik bir sorundur. Bir an önce teşhis edilip, tedaviye başlanması gereken bir hastalıktır. Eğer tedavi edilmezse hastalığın seyri kötüleşebilmektedir.Lenf bezleri, bağışıklık sisteminin parçasıdır. Lenf düğümleri bakteri, virüs gibi maddeleri vücuttan atar. Lenfler kaybedilen proteini yeniden dolaşıma kazandırır, doku ve kan arasındaki dengeyi sağlar. Lenf sistemi lenf sıvısı, lenf damarları ve düğümlerinden oluşmaktadır. Bu hastalık elefantiyazis veya elephantiasis hastalığı olarak da bilinir. Halk arasında bazen fil hastası ya da fil hastalığı, fil ayak hastalığı, fil ayak sendromu ya da fil bacak hastalığı, fil bacak sendromu olarak da adlandırılır.Fil Hastalığı (Lenfödem) Çeşitleri Nelerdir?İki ana tip lenfödem vardır. Biri birincil lenfödem diğeri de sekonder lenf ödemdir. Birincil lenfödem her yaşta gelişebilmekle birlikte bebeklikte, ergenlikte, gençlikte daha sık görülür. Sekonder lenfödem de kanser tedavilerinden sonra, travmalardan ve çeşitli enfeksiyonlardan sonra görülür.F il Hastalığı (Lenfödem) Belirtileri Nelerdir?Fil hastalığının en tipik belirtisi göğüs, baş ve cinsel organ da dahil olmak üzere vücudun herhangi bir yerinde olabilmekle birlikte, genellikle sadece bir kol veya bacakta oluşan şişliktir. Şişlik o kadar küçük olabilir ki neredeyse hiç fark edilmeyebilir veya o kadar şiddetli olabilir ki vücudun o kısmını iyi hareket ettirmeyi zorlaştırabilir. Etkilenen bölgede ağrı olabilir.Lenfödem belirtileri şu şekildedir: El veya ayak parmakları dahil, kolun veya bacağın bir kısmının veya tamamının şişmesi Şişlik oluşan bölgede ağırlık veya gerginlik hissi Hareket kabiliyetinin kısıtlanması Tekrarlayan enfeksiyonlar Derinin sertleşmesi Ciltte siğil benzeri büyümeler Deriden sıvı sızmasıFi l Hastalığı (Lenfödem) Neden Olur?Tropikal bölgelerde daha yaygın olan fil ayağı hastalığı, yuvarlak kurt larvaları ile enfekte olmuş sivrisineklerin ısırması sonucu oluşur. Minik larvaların kan dolaşımında hayatta kalıp, büyümesi lenf sistemine zarar verip, lenfatik sistemde ki işleyişi bozar, bu da şişmeye ve genişlemeye neden olur. Bazen kanser tedavisine bağlı da ortaya çıkabilmektedir. Kanser tedavisi için görülen radyasyon tedavileri fil hastalığı sebebi arasında sayılabilir. Bazı ameliyatlardan ötürü lenf yollarında hasarlar, mantar, çeşitli travmalar, enfeksiyonlar, sivrisinek ısırmasıyla bulaşan parazitler, lenf sistemiyle ilgili hastalıklar da fil hastalığı nedenleri arasında sayılabilmektedir.Lenfatik sistem, vücutta protein açısından zengin lenf sıvısı taşıyan bir damar ağıdır. Bağışıklık sisteminizin de önemli bir parçasıdır. Lenf düğümleri filtre görevi görür. Bu sistem enfeksiyon ve kanserle savaşan hücreler içerir. Lenf sıvısı, siz günlük işlerinizi yaparken kas kasılmaları ve lenf damarlarının duvarındaki küçük pompalar tarafından lenf damarlarından itilir. Lenfödem de, lenf damarları, genellikle bir kol veya bacaktan lenf sıvısını yeterince boşaltamadığında ortaya çıkar.Lenfödem Oluşan Kişilerin Dikkat Etmesi Gerekenler Nelerdir?Meme kanseri sonrasında koltuk altı lenf bezlerinin çıkarılmasını ve radyoterapiyi takiben lenfödem görülebilmektedir. Kilolu olmak, romatoid veya psoriatik artrit gibi hastalıklar da lenfödem riskini artırabilir. Bazı tropik ülkelerden alınan enfeksiyonlar, aileden geçen kalıtsal sorunlar da bu hastalığı getirebilir.Lenfödem riski olan kişiler, dar olmayan rahat giysiler giymelidir. Hareketsiz veya çok hareketli olmamalıdır. Ağır yükler taşımamalıdır. Kilolu olmaları önerilmez. Cilt ve tırnak yaralanmalarına karşı kendini korumalıdır. Soğuk havadan, sıcak havadan, sauna ve sıcak banyodan kaçınmalıdır. Masaj önerilmemektedir. Lenfödem riski altında olanlar enfeksiyonlar da korunmalıdır.F il Hastalığı (Lenfödem) Nasıl Teşhis Edilir?Hekim, bu şişliklerin ne zaman başladığını, şişlikten önceki ameliyat, travma, radyasyon ya da yeni bir ilaç geçmişinin olup olmadığını, farklı belirtilerin olup olmadığını, şişliklerin sürekli mi yoksa geçici mi olduğunu, şişliği iyileştiren bir durumun olup olmadığını mutlaka sorgular. Ve mutlaka fiziki bir muayene yapar. Lenfödem riski altındaysanız, örneğin, yakın zamanda lenf düğümlerinizi içeren kanser ameliyatı geçirdiyseniz, doktorunuz belirtilerinize ve semptomlarınıza dayanarak lenfödem teşhisi koyabilir. Lenfödemin nedeni o kadar açık değilse, doktorunuz lenf sisteminize bakmak için görüntüleme testleri isteyebilir. Testler şunları içerebilir:Manyetik Rezonans Görüntüleme: Bir manyetik alan ve radyo dalgaları kullanan bir MRI, ilgili dokunun 3 boyutlu, yüksek çözünürlüklü görüntülerini hekime verecektir.Bilgisayarlı Tomografi: Bu röntgen tekniği, vücut yapılarının ayrıntılı, kesitsel görüntülerini üretir. BT taramaları lenfatik sistemdeki tıkanıklıkları ortaya çıkarabilir.Ultrason: Bu test, içyapıların görüntülerini üretmek için ses dalgalarını kullanır. Lenfatik sistem ve vasküler sistem içindeki tıkanıklıkları bulmaya yardımcı olabilir.Lenfosintigrafi: Bu test sırasında kişiye radyoaktif bir boya enjekte edilir ve ardından bir makine tarafından taranır. Ortaya çıkan görüntüler, boyanın lenf damarlarında hareket ettiğini ve tıkanıklıkları gösterir.F il Hastalığı (Lenfödem) Nasıl Tedavi Edilir?Fil ayağı hastalığı olarak da bilinen lenfödemin kesin tedavisi yoktur. Tedavi şişmeyi azaltmaya ve komplikasyonları önlemeye odaklanır. Lenfödem, cilt enfeksiyonları (selülit) riskini büyük ölçüde artırır. Doktorunuz, semptomlar göründüğünde hemen almaya başlayabilmeniz için elinizde bulundurmanız için antibiyotik reçete edebilir.Bunun yanında fizik tedavi uzmanlarından terapi almak gerekebilir. Çeşitli egzersizler, manuel lenf drenajları, sıkıştırma bandajları, lenfödem için özel giysiler tedavi için kullanılabilir. Meme kanseri sonrası lenfödemden korunmanın yolları hakkında bilgi almak için tıklayın.Bazı durumlarda da cerrahi gerekebilir. Cerrahi lenfödeme bağlı kol veya bacakta ciddi hareket kısıtlılığı, tekrarlayan iltihaplar, selülit, ağrının süreklilik arz etmesi ile yapılır. Ödemli kısım ameliyatla çıkarılır.Fil Hastalığı (Lenfödem) Tedavi Edilmezse Ne Olur?Cilt enfeksiyonları (selülit): Sıkışan sıvı, mikroplar için verimli bir zemin sağlar ve kol veya bacaktaki en küçük yaralanma, enfeksiyon için bir giriş noktası olabilir. Bu sorundan etkilenen cilt şişmiş ve kırmızı görünür, tipik olarak ağrılıdır ve dokunulduğunda sıcaktır. Doktorunuz, hemen almaya başlayabilmeniz için elinizin altında bulundurmanız için antibiyotik reçete edebilir.Sepsis: Tedavi edilmeyen selülit kan dolaşımına yayılabilir ve sepsisi tetikleyebilir - vücudun bir enfeksiyona tepkisi kendi dokularına zarar verdiğinde ortaya çıkan potansiyel olarak yaşamı tehdit eden bir durumdur. Sepsis acil tıbbi tedavi gerektirir.Deri yoluyla sızıntı: Şiddetli şişme ile, lenf sıvısı derideki küçük çatlaklardan akabilir veya kabarmaya neden olabilir. Fil ayak tedavisi için erken davranmak bu komplikasyonlar için de önemlidir.Cilt değişiklikleri: Çok şiddetli lenfödemli bazı kişilerde, etkilenen uzvun derisi kalınlaşıp sertleşebilir ve böylece bir filin derisine benzer.Kanser: Nadir bir yumuşak doku kanseri türü, tedavi edilmemiş en şiddetli lenfödem vakalarından kaynaklanabilir.Fil Hastalığı (Lenfödem) ile İlgili Sık Sorulan Sorular Fil ayağı hastalığı nedir?Fil ayağı hastalığı, sivrisinekler tarafından yayılan paraziter solucanların neden olduğu, lenfatik sistemin tıkanması ile etkilenen bölgelerde lenf adı verilen sıvının birikmesi sonucu meydana gelen şişmelerdir. Bu damarların tıkanması önce lenfödemle sonuçlanır ve sonra yavaş yavaş ilerleyerek fil hastalığının karakteristik özelliği olan şişlik ve genişlemeye dönüşür. Bağışıklık sisteminin düzgün çalışmasını engelleyerek, ateş ve titremeye, tekrarlanan cilt enfeksiyonlarına ve ülserlere yol açar. Bunlar cildi sert ve kalın hale getirir. Fil adını alma nedeni ise etkilenen bölgenin bir fil'in derisine benzeyecek şekilde kalınlaşıp, sertleşmesinden kaynaklıdır.Fil hastalığı geçer mi?Net bir tedavisi olmayan fil hastalığında sıvı birikimi en aza indirilmeye çalışılır. “Fil hastalığının tedavisi var mı?” gibi soruların yanıtına “Destek tedavilerle hasta rahatlatılır, semptomlar azaltılır” da denilebilir.Fil hastalığı bitkisel tedavi ile geçer mi?Pek çok kişi, “Fil hastalığına hangi bitki iyi gelir?”, “Fil bacak tedavisi bitkiyle olur mu?”, “Fil hastalığına bitkisel çözüm ne?” sorularının yanıtını araştırmaktadır. Lenfödem yani fil hastalığı diğer bütün hastalıklar gibi bitkisel ürünlerle tedavi edilmez. Bitkisel ürünlerin faydadan çok zararı olabilir. Bu nedenle bitkisel ürünlere başvurulmamalıdır.Kimler lenfödem riski altındadır?Meme kanserinin yayılmasını kontrol etmek için lenf düğümleri çıkarılır. Bu hastalar ışın tedavisi görür. Bu grup lenfödeme yatkındır. Kilolu olmak, romatoid veya psoriatik artrite sahip olmak da lenfödem riskini artırabilir. Bazı tropik ülkelerden alınan enfeksiyonlar, aileden geçen kalıtsal sorunlar da bu hastalığı getirebilir.Fil hastalığı bulaşıcı mı?Hayır, fil hastalığı bulaşıcı bir hastalık değildir.Fil hastalığı ölümcül müdür?Fil hastalığı yani lenfödem sepsise neden olabilir. Sepsis ise yaşamı tehdit eden bir durumdur. Fil hastalığında bu nedenle hızlıca tedavi aşamasına geçilmesi gerekmektedir.Fil hastalığı önlenebilir mi?Eğer kanser tedavisi gördüyseniz, lenf düğümlerinizi içeren bir ameliyat geçirdiyseniz, kol ve bacaklarınızı kalp seviyesinin yukarısında tutmanız önerilir. Dar kıyafetler, takılar takılmamalı; otururken uzun süre bacak bacak üstüne atılmamalıdır. Eğer şişlikle birlikte ağrı belirtileri fark ederseniz mutlaka hekime başvurulmalıdır. Lenfödemin erken tedavisi fark yaratır.Fil hastalığında beslenme önemli mi?Her hastalıkta olduğu gibi elbette fil hastalığında da beslenme önemlidir. Lenfödemde öğün atlanmamalı, kişiler az ve sık beslenmeli, porsiyonlarını küçültmelidir. Yeterli miktarda protein alınmalı, aşırı tuzdan kaçınılmalıdır. Ayrıca yeterli su tüketilmelidir. Çay, kahve, alkol tüketimi konusunda dikkatli olunmalıdır.
Fil Hastalığı (Lenfödem) NedirFil hastalığı yani lenfödem, lenfatik sistemi oluşturan lenf bezleri veya damarların tıkanması ya da hasar görmesi sonucu lenf sıvılarını boşaltamaması veya biriken sıvıların drene edilememesi sonucu yaşanan doku şişmesidir.En sık olarak kolları veya bacakları etkiler, ancak göğüs duvarı, karın, boyun ve cinsel organlarda da ortaya çıkabilir. Lenf düğümleri, lenfatik sistemin önemli bir parçasıdır. Lenfödem, lenf düğümlerinizi çıkaran veya zarar veren kanser tedavilerinden kaynaklanabilir. Lenf sıvısının drenajını engelleyen her türlü problem lenfödeme neden olabilir. Şiddetli lenfödem vakaları, bundan etkilenen uzvun hareket etme yeteneğini etkileyebilir, cilt enfeksiyonları ve sepsis risklerini artırabilir, ciltte değişikliklere ve bozulmaya neden olabilir.Lenfödem geçirenlerde tedavi, kompresyon bandajları, masaj, kompresyon çorapları, sıralı pnömatik pompalama, dikkatli cilt bakımı ve nadiren şişmiş dokuyu çıkarmak veya yeni drenaj yolları oluşturmak için ameliyatları da içerebilir. Kol ve bacakların şişmesiyle kendini gösteren, lenf bezlerinde çeşitli nedenlerle oluşan tıkanmalarla ortaya çıkan bir hastalıktır. Lenf bezinde oluşan bu tıkanıklıklar nedeniyle lenf sıvısı boşalamaz böylece kol ve bacaklarda şişme oluşur. Kronik bir sorundur. Bir an önce teşhis edilip, tedaviye başlanması gereken bir hastalıktır. Eğer tedavi edilmezse hastalığın seyri kötüleşebilmektedir.Lenf bezleri, bağışıklık sisteminin parçasıdır. Lenf düğümleri bakteri, virüs gibi maddeleri vücuttan atar. Lenfler kaybedilen proteini yeniden dolaşıma kazandırır, doku ve kan arasındaki dengeyi sağlar. Lenf sistemi lenf sıvısı, lenf damarları ve düğümlerinden oluşmaktadır. Bu hastalık elefantiyazis veya elephantiasis hastalığı olarak da bilinir. Halk arasında bazen fil hastası ya da fil hastalığı, fil ayak hastalığı, fil ayak sendromu ya da fil bacak hastalığı, fil bacak sendromu olarak da adlandırılır.Fil Hastalığı (Lenfödem) Çeşitleri Nelerdir?İki ana tip lenfödem vardır. Biri birincil lenfödem diğeri de sekonder lenf ödemdir. Birincil lenfödem her yaşta gelişebilmekle birlikte bebeklikte, ergenlikte, gençlikte daha sık görülür. Sekonder lenfödem de kanser tedavilerinden sonra, travmalardan ve çeşitli enfeksiyonlardan sonra görülür.F il Hastalığı (Lenfödem) Belirtileri Nelerdir?Fil hastalığının en tipik belirtisi göğüs, baş ve cinsel organ da dahil olmak üzere vücudun herhangi bir yerinde olabilmekle birlikte, genellikle sadece bir kol veya bacakta oluşan şişliktir. Şişlik o kadar küçük olabilir ki neredeyse hiç fark edilmeyebilir veya o kadar şiddetli olabilir ki vücudun o kısmını iyi hareket ettirmeyi zorlaştırabilir. Etkilenen bölgede ağrı olabilir.Lenfödem belirtileri şu şekildedir:Fi l Hastalığı (Lenfödem) Neden Olur?Tropikal bölgelerde daha yaygın olan fil ayağı hastalığı, yuvarlak kurt larvaları ile enfekte olmuş sivrisineklerin ısırması sonucu oluşur. Minik larvaların kan dolaşımında hayatta kalıp, büyümesi lenf sistemine zarar verip, lenfatik sistemde ki işleyişi bozar, bu da şişmeye ve genişlemeye neden olur. Bazen kanser tedavisine bağlı da ortaya çıkabilmektedir. Kanser tedavisi için görülen radyasyon tedavileri fil hastalığı sebebi arasında sayılabilir. Bazı ameliyatlardan ötürü lenf yollarında hasarlar, mantar, çeşitli travmalar, enfeksiyonlar, sivrisinek ısırmasıyla bulaşan parazitler, lenf sistemiyle ilgili hastalıklar da fil hastalığı nedenleri arasında sayılabilmektedir.Lenfatik sistem, vücutta protein açısından zengin lenf sıvısı taşıyan bir damar ağıdır. Bağışıklık sisteminizin de önemli bir parçasıdır. Lenf düğümleri filtre görevi görür. Bu sistem enfeksiyon ve kanserle savaşan hücreler içerir. Lenf sıvısı, siz günlük işlerinizi yaparken kas kasılmaları ve lenf damarlarının duvarındaki küçük pompalar tarafından lenf damarlarından itilir. Lenfödem de, lenf damarları, genellikle bir kol veya bacaktan lenf sıvısını yeterince boşaltamadığında ortaya çıkar.Lenfödem Oluşan Kişilerin Dikkat Etmesi Gerekenler Nelerdir?Meme kanseri sonrasında koltuk altı lenf bezlerinin çıkarılmasını ve radyoterapiyi takiben lenfödem görülebilmektedir. Kilolu olmak, romatoid veya psoriatik artrit gibi hastalıklar da lenfödem riskini artırabilir. Bazı tropik ülkelerden alınan enfeksiyonlar, aileden geçen kalıtsal sorunlar da bu hastalığı getirebilir.Lenfödem riski olan kişiler, dar olmayan rahat giysiler giymelidir. Hareketsiz veya çok hareketli olmamalıdır. Ağır yükler taşımamalıdır. Kilolu olmaları önerilmez. Cilt ve tırnak yaralanmalarına karşı kendini korumalıdır. Soğuk havadan, sıcak havadan, sauna ve sıcak banyodan kaçınmalıdır. Masaj önerilmemektedir. Lenfödem riski altında olanlar enfeksiyonlar da korunmalıdır.F il Hastalığı (Lenfödem) Nasıl Teşhis Edilir?Hekim, bu şişliklerin ne zaman başladığını, şişlikten önceki ameliyat, travma, radyasyon ya da yeni bir ilaç geçmişinin olup olmadığını, farklı belirtilerin olup olmadığını, şişliklerin sürekli mi yoksa geçici mi olduğunu, şişliği iyileştiren bir durumun olup olmadığını mutlaka sorgular. Ve mutlaka fiziki bir muayene yapar. Lenfödem riski altındaysanız, örneğin, yakın zamanda lenf düğümlerinizi içeren kanser ameliyatı geçirdiyseniz, doktorunuz belirtilerinize ve semptomlarınıza dayanarak lenfödem teşhisi koyabilir. Lenfödemin nedeni o kadar açık değilse, doktorunuz lenf sisteminize bakmak için görüntüleme testleri isteyebilir. Testler şunları içerebilir:Manyetik Rezonans Görüntüleme: Bir manyetik alan ve radyo dalgaları kullanan bir MRI, ilgili dokunun 3 boyutlu, yüksek çözünürlüklü görüntülerini hekime verecektir.Bilgisayarlı Tomografi: Bu röntgen tekniği, vücut yapılarının ayrıntılı, kesitsel görüntülerini üretir. BT taramaları lenfatik sistemdeki tıkanıklıkları ortaya çıkarabilir.Ultrason: Bu test, içyapıların görüntülerini üretmek için ses dalgalarını kullanır. Lenfatik sistem ve vasküler sistem içindeki tıkanıklıkları bulmaya yardımcı olabilir.Lenfosintigrafi: Bu test sırasında kişiye radyoaktif bir boya enjekte edilir ve ardından bir makine tarafından taranır. Ortaya çıkan görüntüler, boyanın lenf damarlarında hareket ettiğini ve tıkanıklıkları gösterir.F il Hastalığı (Lenfödem) Nasıl Tedavi Edilir?Fil ayağı hastalığı olarak da bilinen lenfödemin kesin tedavisi yoktur. Tedavi şişmeyi azaltmaya ve komplikasyonları önlemeye odaklanır. Lenfödem, cilt enfeksiyonları (selülit) riskini büyük ölçüde artırır. Doktorunuz, semptomlar göründüğünde hemen almaya başlayabilmeniz için elinizde bulundurmanız için antibiyotik reçete edebilir.Bunun yanında fizik tedavi uzmanlarından terapi almak gerekebilir. Çeşitli egzersizler, manuel lenf drenajları, sıkıştırma bandajları, lenfödem için özel giysiler tedavi için kullanılabilir. Meme kanseri sonrası lenfödemden korunmanın yolları hakkında bilgi almak için tıklayın.Bazı durumlarda da cerrahi gerekebilir. Cerrahi lenfödeme bağlı kol veya bacakta ciddi hareket kısıtlılığı, tekrarlayan iltihaplar, selülit, ağrının süreklilik arz etmesi ile yapılır. Ödemli kısım ameliyatla çıkarılır.Fil Hastalığı (Lenfödem) Tedavi Edilmezse Ne Olur?Cilt enfeksiyonları (selülit): Sıkışan sıvı, mikroplar için verimli bir zemin sağlar ve kol veya bacaktaki en küçük yaralanma, enfeksiyon için bir giriş noktası olabilir. Bu sorundan etkilenen cilt şişmiş ve kırmızı görünür, tipik olarak ağrılıdır ve dokunulduğunda sıcaktır. Doktorunuz, hemen almaya başlayabilmeniz için elinizin altında bulundurmanız için antibiyotik reçete edebilir.Sepsis: Tedavi edilmeyen selülit kan dolaşımına yayılabilir ve sepsisi tetikleyebilir - vücudun bir enfeksiyona tepkisi kendi dokularına zarar verdiğinde ortaya çıkan potansiyel olarak yaşamı tehdit eden bir durumdur. Sepsis acil tıbbi tedavi gerektirir.Deri yoluyla sızıntı: Şiddetli şişme ile, lenf sıvısı derideki küçük çatlaklardan akabilir veya kabarmaya neden olabilir. Fil ayak tedavisi için erken davranmak bu komplikasyonlar için de önemlidir.Cilt değişiklikleri: Çok şiddetli lenfödemli bazı kişilerde, etkilenen uzvun derisi kalınlaşıp sertleşebilir ve böylece bir filin derisine benzer.Kanser: Nadir bir yumuşak doku kanseri türü, tedavi edilmemiş en şiddetli lenfödem vakalarından kaynaklanabilir.Fil Hastalığı (Lenfödem) ile İlgili Sık Sorulan Sorular Fil ayağı hastalığı nedir?Fil ayağı hastalığı, sivrisinekler tarafından yayılan paraziter solucanların neden olduğu, lenfatik sistemin tıkanması ile etkilenen bölgelerde lenf adı verilen sıvının birikmesi sonucu meydana gelen şişmelerdir. Bu damarların tıkanması önce lenfödemle sonuçlanır ve sonra yavaş yavaş ilerleyerek fil hastalığının karakteristik özelliği olan şişlik ve genişlemeye dönüşür. Bağışıklık sisteminin düzgün çalışmasını engelleyerek, ateş ve titremeye, tekrarlanan cilt enfeksiyonlarına ve ülserlere yol açar. Bunlar cildi sert ve kalın hale getirir. Fil adını alma nedeni ise etkilenen bölgenin bir fil'in derisine benzeyecek şekilde kalınlaşıp, sertleşmesinden kaynaklıdır.Fil hastalığı geçer mi?Net bir tedavisi olmayan fil hastalığında sıvı birikimi en aza indirilmeye çalışılır. “Fil hastalığının tedavisi var mı?” gibi soruların yanıtına “Destek tedavilerle hasta rahatlatılır, semptomlar azaltılır” da denilebilir.Fil hastalığı bitkisel tedavi ile geçer mi?Pek çok kişi, “Fil hastalığına hangi bitki iyi gelir?”, “Fil bacak tedavisi bitkiyle olur mu?”, “Fil hastalığına bitkisel çözüm ne?” sorularının yanıtını araştırmaktadır. Lenfödem yani fil hastalığı diğer bütün hastalıklar gibi bitkisel ürünlerle tedavi edilmez. Bitkisel ürünlerin faydadan çok zararı olabilir. Bu nedenle bitkisel ürünlere başvurulmamalıdır.Kimler lenfödem riski altındadır?Meme kanserinin yayılmasını kontrol etmek için lenf düğümleri çıkarılır. Bu hastalar ışın tedavisi görür. Bu grup lenfödeme yatkındır. Kilolu olmak, romatoid veya psoriatik artrite sahip olmak da lenfödem riskini artırabilir. Bazı tropik ülkelerden alınan enfeksiyonlar, aileden geçen kalıtsal sorunlar da bu hastalığı getirebilir.Fil hastalığı bulaşıcı mı?Hayır, fil hastalığı bulaşıcı bir hastalık değildir.Fil hastalığı ölümcül müdür?Fil hastalığı yani lenfödem sepsise neden olabilir. Sepsis ise yaşamı tehdit eden bir durumdur. Fil hastalığında bu nedenle hızlıca tedavi aşamasına geçilmesi gerekmektedir.Fil hastalığı önlenebilir mi?Eğer kanser tedavisi gördüyseniz, lenf düğümlerinizi içeren bir ameliyat geçirdiyseniz, kol ve bacaklarınızı kalp seviyesinin yukarısında tutmanız önerilir. Dar kıyafetler, takılar takılmamalı; otururken uzun süre bacak bacak üstüne atılmamalıdır. Eğer şişlikle birlikte ağrı belirtileri fark ederseniz mutlaka hekime başvurulmalıdır. Lenfödemin erken tedavisi fark yaratır.Fil hastalığında beslenme önemli mi?Her hastalıkta olduğu gibi elbette fil hastalığında da beslenme önemlidir. Lenfödemde öğün atlanmamalı, kişiler az ve sık beslenmeli, porsiyonlarını küçültmelidir. Yeterli miktarda protein alınmalı, aşırı tuzdan kaçınılmalıdır. Ayrıca yeterli su tüketilmelidir. Çay, kahve, alkol tüketimi konusunda dikkatli olunmalıdır. | 8,720 |
330 | Hastalıklar | Freiber Hastalığı |
Öncelikle ikinci veya üçüncü metatarsları (ayağın kısa kemikleri) etkileyen Freiberg hastalığı nadir görülüyor. İkinci parmaktaki kemikte oluşan bir travma sonrasında kemikte deformasyon veya kıkırdak kaybı olması freiberg hastalığına yol açabiliyor. Her yaştan kişide Freiberg hastalığı görülebilse de, genellikle ergenlik döneminde yaşamın ikinci on yılına kadar teşhis ediliyor. Sürekli stiletto giymek ve yanlış ayakkabı seçimi bu rahatsızlığa zemin hazırlayabilirken, profesyonel sporcularda da Freiberg hastalığına rastlanıyor. Memorial Antalya Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Op. Dr. Murat Baloğlu, freiberg hastalığı hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.Freiberg hastalığı nedir?Frieberg hastalığı çoğunlukla ayaktaki ikinci metatarsal kemiğin ucunu etkileyen çok özel bir duruma verilen bir terimdir. Şiddetli yaygın bir hastalık değildir, ancak metatars başının şeklinin bozulduğu ve güzel yuvarlak pürüzsüz konturunu kaybettiği bir durumdur.Freiberh hastalığı kadınlarda daha sık görülmektedir. Etkilenen ayak parmağı çevresinde ağrı, sertlik ve şişlik semptomları, genellikle 2.si, gençlerde veya erken yetişkinlik döneminde ortaya çıkabilir. Hastalar bazen sadece yaşlandıkça semptomları fark edebilirler.Freiberg hastalığının belirtileri nelerdir?Freiberg hastalığında genellikle topallamaya yol açan ayağın ön kısmında ağrı ve sertlik görülür. Etkilenen kişiler; ayağın şişmesi, sınırlı hareket açıklığı ve hassasiyeti de yaşayabilir. Semptomlar genellikle yürüme de dahil olmak üzere ağırlık taşıyan aktivitelerle tetiklenir. Freiberg hastalığının altında yatan kesin neden şu anda bilinmemektedir. Tedavi, durumun ciddiyeti dahil olmak üzere birçok faktöre bağlıdır.Freiberg hastalığı neden olur?Freiberg hastalığının kesin nedeni tam olarak anlaşılamamıştır. Bazı bilim adamları, bunun, yaşam tarzı ve çevresel faktörlerle birlikte çoklu genlerin etkileri ile ilişkili olması muhtemel çok faktörlü bir durum olduğuna inanmaktadır. Bununla birlikte, mevcut teorilerin çoğu, tetikleyici olayın ağırlıklı olarak travmatik (yaralanma ile ilgili) veya vasküler (avasküler nekroz ile uyumlu - ayağın etkilenen kısmının kan beslemesinde bir yaralanma) olup olmadığına odaklanmaktadır.Freiberg hastalığının, ergenlik döneminde ortaya çıkabilen kemiğin ucuna kan beslemesinin kaybından kaynaklandığı düşünülmektedir. Kemiğin tekrarlayan zorlanmasından kaynaklanabilir ve büyüme alanının yakınındaki kemiğin ucunda hafif hasara neden olabilir. Bu, normal bir şekil geliştirmesini engeller.Uzun süreli önü dar, arkası yüksek stiletto tarzı ayakkabı kullanımının dışında diyabet yani şeker hastalığı ve dolaşım yetmezliği gibi rahatsızlıklar dolayısı ile kemiğin o bölgesi beslenememektedir. Kemik beslenemediği için özellikle kıkırdak bölge zayıf olduğu için, kıkırdak yüzeyden başlamak üzere parmakta şekil bozukluğu gelişir. Buna bağlı ikinci parmak yük almamaya ve ağrı yapmaya başlar. Hasta özellikle her bastığında o bölgede oyuluyormuş veya bıçak saplanıyormuş gibi bir his yaşadığını tarif eder. İkinci parmak yük almadığı, birinci ve diğer parmaklar daha fazla yüz almaya başladığı için buralarda da dejenerasyon başlar. Bu durum da ağrının artmasına sebep olur.Freiberg hastalığının tanısı nasıl konur?Freiberg hastalığında ağrı en çok ağırlık taşıma ile belirgindir. Tanı için röntgene başvurulur, şüphelenilen bir durum varsa MR ile hastalığın var olup olmadığı doğrulanır. Tedavi kortikosteroid enjeksiyonları, immobilizasyon ve ortez uygulamalarını içerir.Freiberg hastalığının tedavisi nasıl planlanır?Tedavi hastalığın akut evresinde immobilizasyon ve ağırlık boşaltma, ardından hastalığa uygun ayakkabı kullanımı ile yapılır. Kortikosteroid enjeksiyonları ve immobilizasyon, Freiberg hastalığının akut ağrılı alevlenmelerini hafifletmeye yardımcı olabilir. Ayrıca PRP tedavisine de başvurulmaktadır. Freiberg hastalığının uzun süreli tedavisi, 2. metatars başı ve eklem üzerindeki stresi azaltmaya yardımcı olmak için, metatarsal çubuklu ortezler ve alçak topuklu ayakkabılar tercih edilir. Ancak orta ve ileri düzeydeki freiberg hastalığında cerrahiye başvurulmaktadır.SIK SORULAN SORULARFreiberg hastalığı kendiliğinden geçer mi?Freiberg hastalığının ilerlemesi, zaman seyri ve ciddiyetine göre değişkendir. Bazı evre I, evre II ve evre III lezyonlar kendiliğinden düzelebilirken, konservatif önlemlere yanıt vermeyen hastalarda ve evre IV ve evre V lezyonları olan hastalarda ameliyat gerekebilir.Freiberg hastalığında cerrahi nasıl yapılır?Freiberg hastalığı cerrahinde amaç metatarsal kemiğin deforme olan kısmını kesip yeniden hizalayarak ve minik bir vida ile tutarak konumunu değiştirmektir. Bunu yaparak cerrah, eklemi daha düzgün hareket ettirmek için kemiği hareket ettirebilir ve onu yuvarlak bir yuvaya oturan kare bir çivi gibi tutmak yerine bir yuvada yuvarlak bir top haline getirebilir.Ameliyatsız önlemler semptomları iyileştirmede başarısız olursa ameliyat gerekir, ancak ameliyatın zamanlaması ihtiyaçlara göre ayarlanabilir. Ne yazık ki, ameliyatın sonucu her zaman tahmin edilebilir değildir. Ağrı genellikle iyileşir ancak ayak parmağı bazen oldukça sert kalabilir.
Öncelikle ikinci veya üçüncü metatarsları (ayağın kısa kemikleri) etkileyen Freiberg hastalığı nadir görülüyor. İkinci parmaktaki kemikte oluşan bir travma sonrasında kemikte deformasyon veya kıkırdak kaybı olması freiberg hastalığına yol açabiliyor. Her yaştan kişide Freiberg hastalığı görülebilse de, genellikle ergenlik döneminde yaşamın ikinci on yılına kadar teşhis ediliyor. Sürekli stiletto giymek ve yanlış ayakkabı seçimi bu rahatsızlığa zemin hazırlayabilirken, profesyonel sporcularda da Freiberg hastalığına rastlanıyor. Memorial Antalya Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Op. Dr. Murat Baloğlu, freiberg hastalığı hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.Freiberg hastalığı nedir?Frieberg hastalığı çoğunlukla ayaktaki ikinci metatarsal kemiğin ucunu etkileyen çok özel bir duruma verilen bir terimdir. Şiddetli yaygın bir hastalık değildir, ancak metatars başının şeklinin bozulduğu ve güzel yuvarlak pürüzsüz konturunu kaybettiği bir durumdur.Freiberh hastalığı kadınlarda daha sık görülmektedir. Etkilenen ayak parmağı çevresinde ağrı, sertlik ve şişlik semptomları, genellikle 2.si, gençlerde veya erken yetişkinlik döneminde ortaya çıkabilir. Hastalar bazen sadece yaşlandıkça semptomları fark edebilirler.Freiberg hastalığının belirtileri nelerdir?Freiberg hastalığında genellikle topallamaya yol açan ayağın ön kısmında ağrı ve sertlik görülür. Etkilenen kişiler; ayağın şişmesi, sınırlı hareket açıklığı ve hassasiyeti de yaşayabilir. Semptomlar genellikle yürüme de dahil olmak üzere ağırlık taşıyan aktivitelerle tetiklenir. Freiberg hastalığının altında yatan kesin neden şu anda bilinmemektedir. Tedavi, durumun ciddiyeti dahil olmak üzere birçok faktöre bağlıdır.Freiberg hastalığı neden olur?Freiberg hastalığının kesin nedeni tam olarak anlaşılamamıştır. Bazı bilim adamları, bunun, yaşam tarzı ve çevresel faktörlerle birlikte çoklu genlerin etkileri ile ilişkili olması muhtemel çok faktörlü bir durum olduğuna inanmaktadır. Bununla birlikte, mevcut teorilerin çoğu, tetikleyici olayın ağırlıklı olarak travmatik (yaralanma ile ilgili) veya vasküler (avasküler nekroz ile uyumlu - ayağın etkilenen kısmının kan beslemesinde bir yaralanma) olup olmadığına odaklanmaktadır.Freiberg hastalığının, ergenlik döneminde ortaya çıkabilen kemiğin ucuna kan beslemesinin kaybından kaynaklandığı düşünülmektedir. Kemiğin tekrarlayan zorlanmasından kaynaklanabilir ve büyüme alanının yakınındaki kemiğin ucunda hafif hasara neden olabilir. Bu, normal bir şekil geliştirmesini engeller.Uzun süreli önü dar, arkası yüksek stiletto tarzı ayakkabı kullanımının dışında diyabet yani şeker hastalığı ve dolaşım yetmezliği gibi rahatsızlıklar dolayısı ile kemiğin o bölgesi beslenememektedir. Kemik beslenemediği için özellikle kıkırdak bölge zayıf olduğu için, kıkırdak yüzeyden başlamak üzere parmakta şekil bozukluğu gelişir. Buna bağlı ikinci parmak yük almamaya ve ağrı yapmaya başlar. Hasta özellikle her bastığında o bölgede oyuluyormuş veya bıçak saplanıyormuş gibi bir his yaşadığını tarif eder. İkinci parmak yük almadığı, birinci ve diğer parmaklar daha fazla yüz almaya başladığı için buralarda da dejenerasyon başlar. Bu durum da ağrının artmasına sebep olur.Freiberg hastalığının tanısı nasıl konur?Freiberg hastalığında ağrı en çok ağırlık taşıma ile belirgindir. Tanı için röntgene başvurulur, şüphelenilen bir durum varsa MR ile hastalığın var olup olmadığı doğrulanır. Tedavi kortikosteroid enjeksiyonları, immobilizasyon ve ortez uygulamalarını içerir.Freiberg hastalığının tedavisi nasıl planlanır?Tedavi hastalığın akut evresinde immobilizasyon ve ağırlık boşaltma, ardından hastalığa uygun ayakkabı kullanımı ile yapılır. Kortikosteroid enjeksiyonları ve immobilizasyon, Freiberg hastalığının akut ağrılı alevlenmelerini hafifletmeye yardımcı olabilir. Ayrıca PRP tedavisine de başvurulmaktadır. Freiberg hastalığının uzun süreli tedavisi, 2. metatars başı ve eklem üzerindeki stresi azaltmaya yardımcı olmak için, metatarsal çubuklu ortezler ve alçak topuklu ayakkabılar tercih edilir. Ancak orta ve ileri düzeydeki freiberg hastalığında cerrahiye başvurulmaktadır.SIK SORULAN SORULARFreiberg hastalığı kendiliğinden geçer mi?Freiberg hastalığının ilerlemesi, zaman seyri ve ciddiyetine göre değişkendir. Bazı evre I, evre II ve evre III lezyonlar kendiliğinden düzelebilirken, konservatif önlemlere yanıt vermeyen hastalarda ve evre IV ve evre V lezyonları olan hastalarda ameliyat gerekebilir.Freiberg hastalığında cerrahi nasıl yapılır?Freiberg hastalığı cerrahinde amaç metatarsal kemiğin deforme olan kısmını kesip yeniden hizalayarak ve minik bir vida ile tutarak konumunu değiştirmektir. Bunu yaparak cerrah, eklemi daha düzgün hareket ettirmek için kemiği hareket ettirebilir ve onu yuvarlak bir yuvaya oturan kare bir çivi gibi tutmak yerine bir yuvada yuvarlak bir top haline getirebilir. | 3,713 |
331 | Hastalıklar | Gastrit | Gastrit, mide mukozasının veya mide astarının iltihaplanmasıdır. Helicobacter pylori başta olmak üzere alkol, sigara, kötü beslenme ve bazı ağrı kesiciler gastritin nedenleridir. Mide ağrısı, geğirme, hıçkırık, iştah kaybı ile bulantı ve kusma gastritin belirtileridir. Gastrit tedavisi için mide asidini azaltmaya yönelik doktor tarafından reçete edilen antasitler ve enfeksiyon söz konusu ise enfeksiyonu durdurmaya yönelik ilaç tedavisi uygulanmaktadır.Gastrit, mide mukozasının veya mide astarının iltihaplanmasıdır. Helicobacter pylori başta olmak üzere alkol, sigara, kötü beslenme ve bazı ağrı kesiciler gastritin nedenleridir. Mide ağrısı, geğirme, hıçkırık, iştah kaybı ile bulantı ve kusma gastritin belirtileridir. Gastrit tedavisi için mide asidini azaltmaya yönelik doktor tarafından reçete edilen antasitler ve enfeksiyon söz konusu ise enfeksiyonu durdurmaya yönelik ilaç tedavisi uygulanmaktadır.
Gastrit Nedir?Gastrit, mide zarının iltihaplanması sonucu mide duvarını koruyan mukusla kaplı bariyerin zayıflaması ve sindirim sıvılarının mide zarına zarar vermesidir. Mide zarı midede koruyucu görevi üstlenir ve çeşitli tehlikelere karşı bariyer oluşturur. Enfeksiyon, bazı ilaçların kullanımı, yoğun sigara-alkol tüketimi ve sağlıksız beslenme gibi nedenlerle bu zar saldırıya uğrar ve iltihaplanır. Gastrit’in akut ve kronik türleri olup, mide ve sırt ağrısı, mide yanması ve gazla birlikte şişkinlik hissi gastrit türlerinin en yaygın belirtileridir.Ani ve şiddetli ortaya çıkan türü akut gastrit, daha uzun sürelere yayılan türüne ise kronik gastrit verilir. Erken tedavi edilmediği takdirde ortaya çıkan kronik gastrit, bazı tehlikeli hastalıkları beraberinde getirebilir. Diyet ve yaşam tarzı değişiklikleri gibi adımlarla tedavi edilebilen gastrit, vakanın şiddetine göre doktor kontrolünde tıbbi müdahale de gerektirebilir.Gastrit Çeşitleri Nelerdir? Gastrit; kısa süreli, ani ve şiddetli şekilde ortaya çıkıyorsa akut gastrit, uzun süre devam ediyorsa kronik gastrit olarak adlandırılır.Akut gastrit Mide zarındaki iltihaplanmaların aniden ortaya çıktığı gastrit türü akut gastrittir. Şiddetli mide ağrısı, sırt ve karın ağrısı, mide bulantısı, hazımsızlık, sık sık geğirme, midede şişkinlik ve mide yanması akut gastrit belirtileridir.Kronik gastrit Erken doyma, bulantı, kilo kaybı, ağızda kötü tat, tükürük salgısının artmasıyla karakterize edilen ve daha uzun süreli devam eden gastrit türü kronik gastrit olarak ifade edilir. Kronik gastriti akut gastritten ayıran fark mide ağrısının meydana gelmemesidir. Otoimmün, bakteriyel ve C tipi gastrit olarak üçe ayrılmaktadır. Otoimmün gastritte bağışıklık sistemi mide mukoza hücrelerine saldırmaktadır. Bakteriyel gastritte ise sorumlu helicobacter pyloridir. C tipi gastrit ise uzun süreli ilaç kullanımıyla ortaya çıkmaktadır.Antral gastritAntral gastrit genellikle mide çıkışının hemen önceki bölümü olan antrumda meydana gelen gastrit çeşididir. Akut veya kronik formda ortaya çıkabilen antral gastrit, aynı zamanda antrum bölgesinin iltihaplanması veya tahrişi olarak da kabul edilir. Antral gastrit belirtileri arasında ise yemek sonrası tokluk veya şişkinlik hissi, iştah kaybı, mide bulantısı ve mide ülseri yer alır.Gastrit Neden Olur?Gastritin bilinen en yaygın nedeni, el yıkama alışkanlığının yetersiz olması sonucu ortaya çıkan helicobacter pylori isimli bakteri kaynaklı enfeksiyondur. Ayrıca gastritin nedenleri arasında aşırı mide asidi üretimi, birtakım enfeksiyonlar, sigara-alkol tüketimi, kötü beslenme ve stres de sayılır. Hafif gastrit durumları bireysel adımlarla iyileşebilirken kronik gastrit vakaları yüksek risk içerebilir. Bu doğrultuda doktora danışmak önemlidir.Helicobacter pylori bakterisinin neden olduğu gastrit nedenleri ayrıca şunları içerir: Helicobacter pylori bakterisinin neden olduğu enfeksiyon Ağrı kesicilerin uzun süreli kullanımı Yoğun alkol ve sigara tüketimi Düzensiz ve kötü beslenme Kronik safra reflüsü Gıda zehirlenmesi Stres Yaşlılık Travmatik yaralanmalar Geçirilen bazı ameliyatlar HIV, crohn veya çölyak gibi hastalıklar B12 vitamini eksikliği Kemoterapi ilaçları veya radyasyon tedavisiGastrit Belirtileri Nelerdir?Mide astarının iltihaplandığı gastrit sorununda, karnın üst bölgesinde midede yanma hissi ve ağrı,sırt ağrısı, hazımsızlık ve şişkinlik, bulantı, kusma, geğirerek gaz çıkarma ihtiyacı ve iştah kaybı belirtileri hakimdir. Midedeki ağrı ve yanma hissi özellikle yemek sonrasında ortaya çıkar.Gastrit belirtileri şunları içerir: Mide ağrısı Mide yanması Hazımsızlık ve midede şişkinlik Sırt ağrısı Bulantı ve kusma İştahsızlık Geğirme isteği Mide astarında kanama oluştuysa kusmuk veya dışkıda kanGastrite Ne İyi Gelir?Mide asidini nötralize eden karbonat, su ile ya da salata içinde seyreltilmiş sirke ve muz gibi doğal antasitler, yoğurt ve kefir gibi probiyotikler, fasulye ve yeşil yapraklı sebzeler gastrite iyi gelir. Ayrıca yüksek antioksidan içeren besinler, yaban mersini, böğürtlen, çilek gibi meyveler ve zerdeçal gibi iltihap önleyici etkili bitki ve meyvelerde gastrit için yatıştırıcıdır.Gastrite iyi gelen yiyecek ve içecekler genel olarak şunlardır: Zencefil, papatya çayı, meyan kökü veya rezene gibi iltihap önleyici bitki çayları Yoğurt, kefir ve lahana turşusu gibi probiyotikler Yapraklı yeşil sebzeler, havuç, ıspanak ve kabak gibi sebzeler Elma, kavun, yaban mersini, çilek ve muz gibi meyveler Yulaf ezmesi ve tam tahıllar gibi lif içeren besinler Somon, sardalya, tavuk ve hindi göğsü gibi az yağlı etler Kafeinsiz ve gazsız içeceklerYoğurt, kefir ve lahana turşusu gibi probiyotik gıdalarÖzellikle yoğurt, kefir ve lahana turşusu gibi probiyotik gıdalar sindirimi artırıp bağırsak sağlığına iyi gelerek gastrit tedavisinden önerilen gıdalardandır.Taze meyve ve sebzelerDiyet listenize eklemeniz gereken gastrite iyi gelen meyve ve sebzeler arasında en başta özellikle brokoli, elma püresi, havuç, yaban mersini, çilek ve fasulye gelir. Ayıca yeşil yapraklı sebzeler, enginer, kereviz ve kuşkonmaz da gastrite iyi gelen yiyecekler listesinde kendisine yer bulur.Lif içeren besinlerLif içeren tam tahıllı gıdalar, fasulye gibi sebzeler, baklagiller, fındık ve omega-3 açısından zengin olan balık tüketimi gastrite iyi gelir.Omega-3 açısından zengin balıklarOmega-3 yağ asitleri açısından zengin somon, sardalya gibi balıklar tüketerek gastrit semptomlarının önüne geçebilirsiniz. Ayrıca tavuk ve hindi göğsü de gastrite karşı tüketilebilir.Zencefil ve zerdeçalGastritin sebep olduğu mide zarındaki tahriş ya da iltihaplanmayı azaltmak için zencefil ve zerdeçal aynı zamanda antibakteriyel özelliği sayesinde ekstra bir koruma da sağlar. Eğer gastrite bağlı olarak hazımsızlık problemleri yaşıyorsanız zencefil ve zerdeçalı doktorunuza danışarak tüketebilirsiniz.Meyan kökü veya rezeneMeyan kökü, mide üzerindeki rahatlatıcı etkileri ve gastrointestinal sistemi güçlendirmesiyle bilinen glisirizik adı verilen özel bir bileşik içerir ve bu sayede gastrite iyi gelmesiyle bilinen doğal bir yöntemdir. Ayrıca rezenenin çay formunun da gastrite karşı rahatlama sağladığı görülmüştür ancak bu konuda kesin bir sonuç yoktur.Düşük posalı sebze sularıHavuç, kabak, salatalık, patates, brokoli, kuşkonmaz vb. gibi asit içeriği düşük posalı sebze suları içerek de gastrite karşı çözüm üretebilirsiniz.Kafeinsiz, gazsız içecekler ve çaylarNormal su içmenin yanı sıra kızılcık suyu, elma sirkesi, pancar suyu, papatya çayı ve yeşil çay gastrite şikayetlerini azaltma konusunda etkili içeceklerdendir. Ancak başka bir hastalığınız varsa veya şiddetli gastrit yaşıyorsanız doktora danışmanızda fayda vardır.Esansiyel yağlarNane, zencefil, karanfil gibi esansiyel yağların kullanımı konusunda doktora danışarak gastrit tedavisi listesine ekleyebilirsiniz.Bunlarla birlikte gastritin daha da kötüleşmemesi için kaçınmanız gerekenler şöyle sıralanabilir: Kızartılmış yiyecekler Domates gibi asitli yiyecekler Baharatlar Kahve gibi kafeinli içecekler Sigara ve alkol Süt ve süt ürünleri İşlenmiş ve paketli gıdalarGastrit Nasıl Teşhis Edilir?Gastroenteroloji uzmanları tarafından hastanın öyküsü dikkatli bir şekilde dinlenir. Hastanın yeme-içme alışkanlıkları, sigara ya da alkol kullanıp kullanmaması, tıbbi geçmişi, kullanmış olduğu ilaçlar ve şikayetleri iyice dinlenir. Daha sonra ise fiziki muayeneye geçilir. Fiziki muayenede hastanın karın-mide bölgesinde dokunmayla artan bir ağrının var olup olmadığı gastroenteroloji doktoru tarafından incelenir ve kesin tanı için endoskopi yöntemi uygulanmaktadır. Endoskopide ucunda ışıklı kamera bulunan tüp şeklinde bir cihazla hastanın ağzından girilerek midesine ulaşılmaktadır. Endoskopi sırasında da mideden doku örneği alınabilmektedir.Ayrıca ek olarak vücuttaki iltihap ve patojenleri belirlemek için bazı kan testleri istenebilmektedir. Diğer yandan dışkı tetkikleri de yapılarak gastrit teşhisi konulabilmektedir.Gastrit Tedavisi Nasıl Yapılır?Gastrit tedavisi için yaşam tarzı ve beslenme alışkanlığında değişiklik, mide asidini nötralize eden antasitler yanı sıra antibiyotikler, H2 blokerlerı ve proton pompası inhibitörlerinin kullanılmasını içermektedir.Gastrit tedavisinde uygulanacak yöntemler şunlardır: Beslenme ve diyet programında yapılacak değişiklikler Öğünlerin küçültülmesi, daha yavaş ve düzenli yenmesi Mide asidini nötralize eden antasitler Bakteriyi önlemek için antibiyotik ilaçlar H2 blokerlerı Proton pompası inhibitörleri Gastrite neden olan ağrı kesicilerin kesilmesi Kızarmış gıdalar, baharatlar ve yüksek asit içeren gıdalardan uzak durmak Sigara ve alkolün bırakılması Strese bağlı gastrite karşı ruh sağlığının iyileştirilmesiGastrit Hakkında Sık Sorulan SorularGastrit mide rahatsızlığı mıdır?Gastrit, kontamine yiyeceklerin, aşırı alkol tüketiminin veya gastrointestinal sistemde bakteriyel veya viral kaynaklı rahatsızlıkların bir sonucu olarak ortaya çıkan, mide zarının iltihaplanması ile sonuçlanan akut bir hastalıktır.Sinirsel gastrit belirtileri nelerdir?Sinirsel gastrit üzüntü ve stres gibi nedenlerle ortaya çıkan bir durumdur. Stres sonucunda yaşanan sinirsel gastrit belirtileri midede ağrı, mide yanması, şişkinlik hissi ve bulantıdır.En yaygın sinirsel gastrit belirtileri şöyledir: Üst karın bölgesinde, kaburgaların altında ağrı Mide yanması Mide bulantısı ve kusma İştah kaybı İştah kesilmesine bağlı kilo kaybı Dışkıda kanAkut gastrit ve kronik gastrit arasındaki fark nedir?Akut gastrit, mideyi tahriş edebilen durumlar ya da enfeksiyon nedeniyle ortaya çıkar. Anlık gelişebilen mide bulantısına neden olur ancak sebebi ortadan basit tedavi ile hızlıca ortadan kalkar. Kronik gastrit ise genellikle H. pylori enfeksiyonu nedeniyle midenin koruyucu astarının uzun vadede hasar görmesidir.Atrofik gastrit nedir?Atrofik gastrit, mide astarının incelmesine, asit ve enzim üreten hücrelerin çoğunun veya tamamının kaybolmasına neden olan gastrit türüdür. Mide mukozasında soluklaşma, damarsal yapıda belirginleşmeyle birlikte fark edilebilir bir mukozal incelme söz konusudur.Gastrit için ne içebilirim?Ballı yeşil çay içmek gastrite iyi gelebilir. Sıcak yeşil çay sindirim sistemini rahatlatarak, midede sindirimi kolaylaştıracaktır. Diğer yandan haftada yalnızca bir kez ballı çay içen gastritli kişiler ile içmeyenler arasında fark olduğunu gösteren çalışmalarda bulunmaktadır.Gastrit tehlikeli mi? Gastrit bir anda ortaya çıkabilir ya da zamanla yavaş bir şekilde kendini gösterebilir. Bu gibi durumlarda gastrit, mide kanseri riskindeki artışa sebep olabilir. Fakat birçok kişi için gastrit ciddi değildir ve doğru tedavi ile hızla düzelebilir.Gastrit kendi kendine geçer mi? Gastrit genellikle kendi kendine geçebilir. Bir haftadan uzun süren semptomlar, katranlı kusma ya da ateş görülüyorsa mutlaka doktora başvurulması önerilmektedir.Gastrit ömür boyu sürer mi?Kronik gastrit sıklıkla karşılaşılan kronik durumlardan biri olup zamanında tedavi edilmediğinde uzun yıllar hatta ömür boyu sürebilir.Maden suyu gastrite iyi gelir mi? Maden suyunun mideyi rahatlattığı bilinmektedir. Ana öğünlerden sonra içilen maden suyu gastrit oluşumunu ve gastrit kaynaklı rahatsızlıkları yarıya indirmeye yardımcı olabilir.Gastriti olanlar ne yemeli?Gastriti olan kişiler taze meyve-sebzeler, lifli gıdalar, tam tahıllı besinler, yoğurt ve kefir gibi probiyotik gıdalar, balık-tavuk ve kafensiz, gazsız içecekler tüketebilir.Gastrit kilo kaybı yapar mı?Gastriti olan kişiler mide bulantısı, kusma ve iştah kaybı gibi belirtiler yaşadığı için vücutta kilo kaybı yaşanması olasıdır.Gastrit psikolojik mi?Yoğun stres altında yaşayan kişilerde gastrit görülme riski yüksektir. Ancak semptomlar ve gastritin şiddetine bağlı olarak altta yatan tek neden stres olmayabilir.Gastrit nasıl geçer?Gastrit tedavisinde midede iltihaba neden olan Helicobakter pilori adlı bakteriye öldürmek için antibiyotik kombinasyonu, asit üretimini engelleye, iyileşmeyi hızlandıran ve mide asidini nötralize eden ilaçlar tedavi planını oluşturmaktadır.
Gastrit Nedir?Gastrit, mide zarının iltihaplanması sonucu mide duvarını koruyan mukusla kaplı bariyerin zayıflaması ve sindirim sıvılarının mide zarına zarar vermesidir. Mide zarı midede koruyucu görevi üstlenir ve çeşitli tehlikelere karşı bariyer oluşturur. Enfeksiyon, bazı ilaçların kullanımı, yoğun sigara-alkol tüketimi ve sağlıksız beslenme gibi nedenlerle bu zar saldırıya uğrar ve iltihaplanır. Gastrit’in akut ve kronik türleri olup, mide ve sırt ağrısı, mide yanması ve gazla birlikte şişkinlik hissi gastrit türlerinin en yaygın belirtileridir.Ani ve şiddetli ortaya çıkan türü akut gastrit, daha uzun sürelere yayılan türüne ise kronik gastrit verilir. Erken tedavi edilmediği takdirde ortaya çıkan kronik gastrit, bazı tehlikeli hastalıkları beraberinde getirebilir. Diyet ve yaşam tarzı değişiklikleri gibi adımlarla tedavi edilebilen gastrit, vakanın şiddetine göre doktor kontrolünde tıbbi müdahale de gerektirebilir.Gastrit Çeşitleri Nelerdir? Gastrit; kısa süreli, ani ve şiddetli şekilde ortaya çıkıyorsa akut gastrit, uzun süre devam ediyorsa kronik gastrit olarak adlandırılır.Akut gastrit Mide zarındaki iltihaplanmaların aniden ortaya çıktığı gastrit türü akut gastrittir. Şiddetli mide ağrısı, sırt ve karın ağrısı, mide bulantısı, hazımsızlık, sık sık geğirme, midede şişkinlik ve mide yanması akut gastrit belirtileridir.Kronik gastrit Erken doyma, bulantı, kilo kaybı, ağızda kötü tat, tükürük salgısının artmasıyla karakterize edilen ve daha uzun süreli devam eden gastrit türü kronik gastrit olarak ifade edilir. Kronik gastriti akut gastritten ayıran fark mide ağrısının meydana gelmemesidir. Otoimmün, bakteriyel ve C tipi gastrit olarak üçe ayrılmaktadır. Otoimmün gastritte bağışıklık sistemi mide mukoza hücrelerine saldırmaktadır. Bakteriyel gastritte ise sorumlu helicobacter pyloridir. C tipi gastrit ise uzun süreli ilaç kullanımıyla ortaya çıkmaktadır.Antral gastritAntral gastrit genellikle mide çıkışının hemen önceki bölümü olan antrumda meydana gelen gastrit çeşididir. Akut veya kronik formda ortaya çıkabilen antral gastrit, aynı zamanda antrum bölgesinin iltihaplanması veya tahrişi olarak da kabul edilir. Antral gastrit belirtileri arasında ise yemek sonrası tokluk veya şişkinlik hissi, iştah kaybı, mide bulantısı ve mide ülseri yer alır.Gastrit Neden Olur?Gastritin bilinen en yaygın nedeni, el yıkama alışkanlığının yetersiz olması sonucu ortaya çıkan helicobacter pylori isimli bakteri kaynaklı enfeksiyondur. Ayrıca gastritin nedenleri arasında aşırı mide asidi üretimi, birtakım enfeksiyonlar, sigara-alkol tüketimi, kötü beslenme ve stres de sayılır. Hafif gastrit durumları bireysel adımlarla iyileşebilirken kronik gastrit vakaları yüksek risk içerebilir. Bu doğrultuda doktora danışmak önemlidir.Helicobacter pylori bakterisinin neden olduğu gastrit nedenleri ayrıca şunları içerir:Gastrit Belirtileri Nelerdir?Mide astarının iltihaplandığı gastrit sorununda, karnın üst bölgesinde midede yanma hissi ve ağrı,sırt ağrısı, hazımsızlık ve şişkinlik, bulantı, kusma, geğirerek gaz çıkarma ihtiyacı ve iştah kaybı belirtileri hakimdir. Midedeki ağrı ve yanma hissi özellikle yemek sonrasında ortaya çıkar.Gastrit belirtileri şunları içerir: Gastrite Ne İyi Gelir?Mide asidini nötralize eden karbonat, su ile ya da salata içinde seyreltilmiş sirke ve muz gibi doğal antasitler, yoğurt ve kefir gibi probiyotikler, fasulye ve yeşil yapraklı sebzeler gastrite iyi gelir. Ayrıca yüksek antioksidan içeren besinler, yaban mersini, böğürtlen, çilek gibi meyveler ve zerdeçal gibi iltihap önleyici etkili bitki ve meyvelerde gastrit için yatıştırıcıdır.Gastrite iyi gelen yiyecek ve içecekler genel olarak şunlardır:Yoğurt, kefir ve lahana turşusu gibi probiyotik gıdalarÖzellikle yoğurt, kefir ve lahana turşusu gibi probiyotik gıdalar sindirimi artırıp bağırsak sağlığına iyi gelerek gastrit tedavisinden önerilen gıdalardandır.Taze meyve ve sebzelerDiyet listenize eklemeniz gereken gastrite iyi gelen meyve ve sebzeler arasında en başta özellikle brokoli, elma püresi, havuç, yaban mersini, çilek ve fasulye gelir. Ayıca yeşil yapraklı sebzeler, enginer, kereviz ve kuşkonmaz da gastrite iyi gelen yiyecekler listesinde kendisine yer bulur.Lif içeren besinlerLif içeren tam tahıllı gıdalar, fasulye gibi sebzeler, baklagiller, fındık ve omega-3 açısından zengin olan balık tüketimi gastrite iyi gelir.Omega-3 açısından zengin balıklarOmega-3 yağ asitleri açısından zengin somon, sardalya gibi balıklar tüketerek gastrit semptomlarının önüne geçebilirsiniz. Ayrıca tavuk ve hindi göğsü de gastrite karşı tüketilebilir.Zencefil ve zerdeçalGastritin sebep olduğu mide zarındaki tahriş ya da iltihaplanmayı azaltmak için zencefil ve zerdeçal aynı zamanda antibakteriyel özelliği sayesinde ekstra bir koruma da sağlar. Eğer gastrite bağlı olarak hazımsızlık problemleri yaşıyorsanız zencefil ve zerdeçalı doktorunuza danışarak tüketebilirsiniz.Meyan kökü veya rezeneMeyan kökü, mide üzerindeki rahatlatıcı etkileri ve gastrointestinal sistemi güçlendirmesiyle bilinen glisirizik adı verilen özel bir bileşik içerir ve bu sayede gastrite iyi gelmesiyle bilinen doğal bir yöntemdir. Ayrıca rezenenin çay formunun da gastrite karşı rahatlama sağladığı görülmüştür ancak bu konuda kesin bir sonuç yoktur.Düşük posalı sebze sularıHavuç, kabak, salatalık, patates, brokoli, kuşkonmaz vb. gibi asit içeriği düşük posalı sebze suları içerek de gastrite karşı çözüm üretebilirsiniz.Kafeinsiz, gazsız içecekler ve çaylarNormal su içmenin yanı sıra kızılcık suyu, elma sirkesi, pancar suyu, papatya çayı ve yeşil çay gastrite şikayetlerini azaltma konusunda etkili içeceklerdendir. Ancak başka bir hastalığınız varsa veya şiddetli gastrit yaşıyorsanız doktora danışmanızda fayda vardır.Esansiyel yağlarNane, zencefil, karanfil gibi esansiyel yağların kullanımı konusunda doktora danışarak gastrit tedavisi listesine ekleyebilirsiniz.Bunlarla birlikte gastritin daha da kötüleşmemesi için kaçınmanız gerekenler şöyle sıralanabilir:Gastrit Nasıl Teşhis Edilir?Gastroenteroloji uzmanları tarafından hastanın öyküsü dikkatli bir şekilde dinlenir. Hastanın yeme-içme alışkanlıkları, sigara ya da alkol kullanıp kullanmaması, tıbbi geçmişi, kullanmış olduğu ilaçlar ve şikayetleri iyice dinlenir. Daha sonra ise fiziki muayeneye geçilir. Fiziki muayenede hastanın karın-mide bölgesinde dokunmayla artan bir ağrının var olup olmadığı gastroenteroloji doktoru tarafından incelenir ve kesin tanı için endoskopi yöntemi uygulanmaktadır. Endoskopide ucunda ışıklı kamera bulunan tüp şeklinde bir cihazla hastanın ağzından girilerek midesine ulaşılmaktadır. Endoskopi sırasında da mideden doku örneği alınabilmektedir.Ayrıca ek olarak vücuttaki iltihap ve patojenleri belirlemek için bazı kan testleri istenebilmektedir. Diğer yandan dışkı tetkikleri de yapılarak gastrit teşhisi konulabilmektedir.Gastrit Tedavisi Nasıl Yapılır?Gastrit tedavisi için yaşam tarzı ve beslenme alışkanlığında değişiklik, mide asidini nötralize eden antasitler yanı sıra antibiyotikler, H2 blokerlerı ve proton pompası inhibitörlerinin kullanılmasını içermektedir.Gastrit tedavisinde uygulanacak yöntemler şunlardır:Gastrit Hakkında Sık Sorulan SorularGastrit mide rahatsızlığı mıdır?Gastrit, kontamine yiyeceklerin, aşırı alkol tüketiminin veya gastrointestinal sistemde bakteriyel veya viral kaynaklı rahatsızlıkların bir sonucu olarak ortaya çıkan, mide zarının iltihaplanması ile sonuçlanan akut bir hastalıktır.Sinirsel gastrit belirtileri nelerdir?Sinirsel gastrit üzüntü ve stres gibi nedenlerle ortaya çıkan bir durumdur. Stres sonucunda yaşanan sinirsel gastrit belirtileri midede ağrı, mide yanması, şişkinlik hissi ve bulantıdır.En yaygın sinirsel gastrit belirtileri şöyledir:Akut gastrit ve kronik gastrit arasındaki fark nedir?Akut gastrit, mideyi tahriş edebilen durumlar ya da enfeksiyon nedeniyle ortaya çıkar. Anlık gelişebilen mide bulantısına neden olur ancak sebebi ortadan basit tedavi ile hızlıca ortadan kalkar. Kronik gastrit ise genellikle H. pylori enfeksiyonu nedeniyle midenin koruyucu astarının uzun vadede hasar görmesidir.Atrofik gastrit nedir?Atrofik gastrit, mide astarının incelmesine, asit ve enzim üreten hücrelerin çoğunun veya tamamının kaybolmasına neden olan gastrit türüdür. Mide mukozasında soluklaşma, damarsal yapıda belirginleşmeyle birlikte fark edilebilir bir mukozal incelme söz konusudur.Gastrit için ne içebilirim?Ballı yeşil çay içmek gastrite iyi gelebilir. Sıcak yeşil çay sindirim sistemini rahatlatarak, midede sindirimi kolaylaştıracaktır. Diğer yandan haftada yalnızca bir kez ballı çay içen gastritli kişiler ile içmeyenler arasında fark olduğunu gösteren çalışmalarda bulunmaktadır.Gastrit tehlikeli mi? Gastrit bir anda ortaya çıkabilir ya da zamanla yavaş bir şekilde kendini gösterebilir. Bu gibi durumlarda gastrit, mide kanseri riskindeki artışa sebep olabilir. Fakat birçok kişi için gastrit ciddi değildir ve doğru tedavi ile hızla düzelebilir.Gastrit kendi kendine geçer mi? Gastrit genellikle kendi kendine geçebilir. Bir haftadan uzun süren semptomlar, katranlı kusma ya da ateş görülüyorsa mutlaka doktora başvurulması önerilmektedir.Gastrit ömür boyu sürer mi?Kronik gastrit sıklıkla karşılaşılan kronik durumlardan biri olup zamanında tedavi edilmediğinde uzun yıllar hatta ömür boyu sürebilir.Maden suyu gastrite iyi gelir mi? Maden suyunun mideyi rahatlattığı bilinmektedir. Ana öğünlerden sonra içilen maden suyu gastrit oluşumunu ve gastrit kaynaklı rahatsızlıkları yarıya indirmeye yardımcı olabilir.Gastriti olanlar ne yemeli?Gastriti olan kişiler taze meyve-sebzeler, lifli gıdalar, tam tahıllı besinler, yoğurt ve kefir gibi probiyotik gıdalar, balık-tavuk ve kafensiz, gazsız içecekler tüketebilir.Gastrit kilo kaybı yapar mı?Gastriti olan kişiler mide bulantısı, kusma ve iştah kaybı gibi belirtiler yaşadığı için vücutta kilo kaybı yaşanması olasıdır.Gastrit psikolojik mi?Yoğun stres altında yaşayan kişilerde gastrit görülme riski yüksektir. Ancak semptomlar ve gastritin şiddetine bağlı olarak altta yatan tek neden stres olmayabilir.Gastrit nasıl geçer?Gastrit tedavisinde midede iltihaba neden olan Helicobakter pilori adlı bakteriye öldürmek için antibiyotik kombinasyonu, asit üretimini engelleye, iyileşmeyi hızlandıran ve mide asidini nötralize eden ilaçlar tedavi planını oluşturmaktadır. | 8,813 |
332 | Hastalıklar | Gastroenterit | Gastroenterit, ishal ve kusmaya neden olan çok yaygın bir sağlık sorunu olarak bilinir. Genellikle bakteriyel veya viral sebeplerden kaynaklanan bu sorun, her yaştan insanı etkileyebilir. Özellikle küçük çocuklarda sık görülen ve halk arasında genel olarak mide ve bağırsak üşütmesi ya da bağırsak bozulması gibi durumlar için kullanılan gastroenterit, sulu ishal ve kramp tarzında gelişen karın ağrısıyla kendini belli ederek bulantı, kusma ve ateşe neden olur. Bebekler, yaşlılar ve bağışıklık sistemi düşük kişiler için viral gastroenterit ölümcül sonuçlar doğurabilir. Memorial Kayseri Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Doç. Dr. Mustafa Kaplan, gastroenterit ile ilgili bilgi verdi.Gastroenterit, ishal ve kusmaya neden olan çok yaygın bir sağlık sorunu olarak bilinir. Genellikle bakteriyel veya viral sebeplerden kaynaklanan bu sorun, her yaştan insanı etkileyebilir. Özellikle küçük çocuklarda sık görülen ve halk arasında genel olarak mide ve bağırsak üşütmesi ya da bağırsak bozulması gibi durumlar için kullanılan gastroenterit, sulu ishal ve kramp tarzında gelişen karın ağrısıyla kendini belli ederek bulantı, kusma ve ateşe neden olur. Bebekler, yaşlılar ve bağışıklık sistemi düşük kişiler için viral gastroenterit ölümcül sonuçlar doğurabilir. Memorial Kayseri Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Doç. Dr. Mustafa Kaplan, gastroenterit ile ilgili bilgi verdi.
Gastroenterit nedir?Mide gribi olarak da adlandırılan gastroenterit, genellikle bakteriyel veya viral bir mide mikrobundan kaynaklanan, mide ve bağırsak iltihaplanması ile ishal, kramplar, mide bulantısı, kusma yanında ateşe de neden olan bağırsak enfeksiyonudur. Gastroenteritin en yaygın sebebi daha önceden enfekte olmuş bir kişiyle temas veya kontamine yani virüs bulaşmış besin ya da suyu yemek-içmektir. Eğer kişinin başka bir hastalığı yoksa çoğu zaman bu durum bir iki günde kendiliğinden iyileşir. Ancak bebekler, yaşlılar ve bağışıklık sistemi zayıflamış kişiler için viral gastroenterit(mide üşütmesi) ölümlere neden olabilmektedir. Gastroenteritin belirtileri nelerdir?Gastroenteritin en sık görülen belirtileri şunlardır: Sulu, genellikle kanlı olmayan ishal (kanlı ishal genellikle farklı, daha şiddetli bir enfeksiyon olduğu anlamına gelir.) Karın krampları ve ağrıları Mide bulantısı, kusma veya her ikisi Ara sıra kas ağrıları veya baş ağrısı Düşük dereceli ateş Bazen iştah kaybı, mide rahatsızlığı, eklem ve baş ağrısı olabilmektedir.Gastroenterit neden olur?Kontamine yani kirli yiyecek veya su yenilip içildiğinde ya da mikrop bulaşmış biriyle mutfak eşyaları, havlular veya yiyecekler paylaşıldığında viral gastroenteriti kapma olasılığı yüksektir. En sık görülen sebebi ise rota ve norovirüslerdir. Norovirüsler: Hem çocuklar hem de yetişkinlerde dünya genelinde gıda kaynaklı hastalıkların en sık sebeplerindendir. Özellikle kapalı alanlarda insanlar arasında yayılma olasılığı yüksektir. Çoğu durumda virüsü kontamine yiyecek veya sudan alırsınız, ancak kişiden kişiye bulaşma da mümkündür. Rotavirüs: Parmaklarını veya virüsle kontamine olmuş diğer nesneleri ağızlarına soktuklarında enfekte olan çocuklar da viral gastroenteritin en yaygın nedenidir. Enfeksiyon bebeklerde ve küçük çocuklarda daha şiddetlidir. Rotavirüs ile enfekte olmuş yetişkinlerin semptomları olmayabilir, ancak hastalığı yine de yayabilirler. Neyse ki bu enfeksiyonun aşısı mevcuttur. Bazı kabuklu deniz ürünleri, özellikle çiğ veya az pişmiş istiridyeler de sizi hasta edebilir. Kontamine içme suyu viral ishalin bir nedeni olmasına rağmen, çoğu durumda virüs fekal-oral yoldan geçer.(Yani virüslü biri, tuvaleti kullandıktan sonra yediğiniz yiyecekleri ellerini yıkamadan tutar.)Gastroenterit kimlerde olur?Gastroenterit her yaştan ve ırktan insanı etkiler. Gastroenterite daha duyarlı olabilecek kişiler ise şunlardır; Çocuk bakım merkezlerindeki veya ilkokullardaki çocuklar özellikle savunmasız olabilir çünkü bir çocuğun bağışıklık sisteminin olgunlaşması zaman alır. Yetişkin bağışıklık sistemleri, yaşamın ilerleyen dönemlerinde zayıflar. Özellikle huzurevlerindeki yaşlı yetişkinler, bağışıklık sistemleri zayıfladığından ve başkalarıyla yakın temas halinde yaşadıklarından savunmasızdırlar. Toplu yerlere gidenler veya yurtlarda yaşayanlar. Enfeksiyona karşı direnciniz düşükse, örneğin bağışıklık sisteminiz HIV / AIDS, kemoterapi veya başka bir tıbbi durum tarafından baskılanmışsa. Her gastrointestinal virüsün en aktif olduğu bir mevsim vardır.Gastroenteritin teşhisi nasıl konur?Gastroenteritte hastalardan ayrıntılı öyküleri alınmalı, özellikle yediği içtiği şeyler mutlaka sorulmalıdır. Şüphenilen durumlarda kanda enfeksiyonu gösteren CRP, kan sayımı gibi değerlere bakılmalı ve eğer imkan varsa dışkı incelemesi yapılmalıdır. Hastaya bu şekilde tanı konulup destek tedavisi ve gerekirse ilaç verilmelidir.Gastroenterit nasıl tedavi edilir? Gastroenterit için etkili bir tedavi yoktur, bu nedenle esas tedavi hastalığı engellemeye yöneliktir. Kontamine yani kirli olabilecek yiyecek ve sudan kaçınmanın yanı sıra, sık sık el yıkamak bu sorundan korunmak için çok iyi bir yöntemdir.Gerçek grip (influenza virüsü) yalnızca solunum sistemini (burun, boğaz ve akciğerleri) etkiler. Mide üşütmesi genelde mide gribi olarak adlandırılmasına rağmen bizim bildiğimiz klasik grip ile aynı şey değildir.Mide üşütmesi şikayetleri hasta mikrobu kaptıktan sonra genelde 1-2 gün içinde ortaya çıkar. Şikayetler genellikle 1 ya da 2 gün sürer, ancak bazen 10 güne kadar devam edebilir. Şikayetler benzer olduğu için Clostridium difficile, Salmonella ve E. coli gibi bakterilerin veya Giardia gibi parazitlerin neden olduğu ishal ile karışabilir. Hasta terleme, kusma ve ishal yoluyla çok sayıda sıvı kaybettiği için sıvılar kritik derecede önemlidir. Sıvıları içerde tutmakta zorlanıyorsanız düzenli aralıklarla küçük yudumlar almak veya buz parçaları çiğnemek yararlı olacaktır. İçilecek en iyi sıvılar ise; Temiz ve kaynağı bilinen şişe sular. Eczaneden alınan hazır karışımlar. Elektrolit değişimine yardımcı olabilecek gerçek spor içecekleri. Zencefil ve nane gibi mideyi sakinleştirmeye ve mide bulantısını hafifletmeye yardımcı olabilecek bitki çayları (yüksek oranda kafeinli çaylardan kaçınılmalı).Gastroenterit ne kadar sürer? Doktora ne zaman gidilmeli?Gastroenteritte hasta mikrobu kaptıktan sonra genelde 1-3 gün içinde belirtiler ortaya çıkar. Şikayetler genellikle bir veya iki gün sürer, ancak bazen 10 güne kadar devam edebilir. Bu nedenle vakit kaybedilmeden doktora gidilmelidir. 24 saat boyunca vücutta su-sıvı tutma sorunu ortaya çıktıysa İki günden fazla süredir kusma oluyorsa Kanlı kusma söz konusuysa Susuz kalındıysa (aşırı susama, ağız kuruluğu, koyu sarı idrar veya çok az idrar varsa veya hiç idrar yoksa ve şiddetli halsizlik veya baş dönmesi varsa) Dışkılamada ishal ile beraber kan varsa 38.8 C’nin üzerinde ateş varsaGastroenterit durumu varsa kesinlikle şunlar yapılmamalıdır; Yeterince dinlenmenin çok önemli olduğu bir zamanda uykunuzu etkileyebilecek kahve, güçlü siyah çay ve çikolata gibi kafeinli içecekler tüketilmemelidir. İdrar söktürücü görevi gören alkol kesinlikle kullanılmamalıdır.Gastroenteritin sonucunda ne olur?Viral gastroenteritin ana komplikasyonu olan dehidratasyon; ciddi bir su, tuz ve mineral kaybıdır. Sağlıklıysanız ve kusma ve ishalden kaybettiğiniz sıvıların yerini alacak kadar içiyorsanız, dehidrasyon bir sorun yaratmaz. Ancak bebekler, yaşlılar ve bağışıklık sistemi baskılanmış kişiler çok fazla sıvı kaybettiklerinde ciddi şekilde susuz kalabilir. Kaybedilen sıvıların damardan verilmesi için hastaneye yatış gerekebilir. Dehidrasyona dikkat edilmezse ölümcül sonuçlar ortaya çıkabilir.Gastroenterit İle İlgili Merak Edilen Diğer SorularGastroenterit için ne yapılmalı?Bağırsak enfeksiyonlarının yayılmasını önlemek ilk olarak yapılması gerekendir. Çocuğunuza aşı yaptırın. Ülkemiz dahil bazı ülkelerde rotavirüsün neden olduğu gastroenterite karşı aşı mevcuttur. Çocuklara yaşamın ilk yılında verilen aşının, bu hastalığın ciddi semptomlarını önlemede etkili olduğu görülmektedir. Ellerinizi iyice yıkayın ve çocuklarınızın da yıkadığından emin olun. Çocuklarınız daha büyükse, özellikle tuvaleti kullandıktan sonra ellerini yıkamayı öğretin. En iyisi, tırnak etlerinin etrafını, tırnakların altını ve ellerin kıvrımlarını yıkamayı hatırlayarak ılık su ve sabun kullanmak ve elleri en az 20 saniye kuvvetli bir şekilde ovmaktır. Ardından iyice durulayın. Sabun ve suyun bulunmadığı zamanlar için dezenfektan mendil ve el dezenfektanı taşıyın. Evinizin dışında da kendinize ait kişisel eşyalar kullanın. Yemek kapları, bardaklar ve tabakları paylaşmaktan kaçının. Banyoda ayrı havlu kullanın. Mesafenizi koruyun. Mümkünse virüsü taşıyan kişilerle yakın temastan kaçının. Sert yüzeyleri dezenfekte edin. Evinizdeki birinin viral gastroenteriti varsa çamaşır suyu ve su karışımı ile tezgah, musluk ve kapı kolu gibi sert yüzeyleri dezenfekte edin.Başka ülkelere seyahat ederken, kontamine yiyecek veya sudan hasta olabilirsiniz. Yalnızca iyice kapatılıp şişelenmiş veya karbonatlı suları için. Buz küplerinden kaçının çünkü bunlar kirli sudan yapılmış olabilir. Dişlerinizi fırçalamak için şişelenmiş su kullanın. İnsan elinin dokunduğu çiğ yiyecekler, soyulmuş meyveler, çiğ sebzeler ve salatalar tüketmeyin. Az pişmiş et ve balıktan kaçının.Gastroenterite ne iyi gelir?Bulantı ve kusmadan dolayı yiyecekleri vücutta tutmak zor olabilmektedir. Sadece yemek düşüncesi bile bulantıya neden olmaktadır. Sonunda içiniz almaya başlayınca en iyisi yavaş yavaş ve basit yiyeceklerden başlamaktır. Muz, pirinç, elma-patates püresi ve kızarmış ekmek ve tost yenebilir. Bu dört yiyeceğin sindirimi kolaydır, size enerji verecek karbonhidratlar içerir ve besinleri yeniler:Muz: Muzun sindirimi kolaydır, kusma ve ishalden kaybettiğiniz potasyumu yerine koyar ve mide zarını güçlendirir.Pirinç: Beyaz pirincin vücudunuz tarafından işlenmesi kolaydır ve karbonhidratlardan enerji sağlar. Esmer pirinç çok fazla lif içerir ve fazla gaz yapabilir.Elma püresi: Elma püresi karbonhidrat ve şekerler sayesinde enerji artışı sağlar ve ishali geçirebilecek pektin içerir. Ayrıca sindirimi de kolaydır.Genel olarak süt ürünleri, lifli yiyecekler ve yağlı veya baharatlı yiyecekler tüketilmemelidir. Süt ürünleri: Sindirimi zordur ve gazı ve ishali kötüleştirebilir. Lif: Bağırsaklar zaten gevşek olduğundan fazladan life ihtiyacınız yoktur. İç yağı içeren yiyecekler: Pastırma-jambon gibi yağlı ve tuzlu yiyeceklerden kaçının. Baharatlar: Domates esaslı yemeklerden, körilerden ve acı soslardan uzak durun. Böğürtlen, üzüm, hurma, armut ve kuru meyvelerden uzak durulmalı Kuruyemişten uzak durulmalıMide üşütmesine genel olarak karın bölgesine sıcak su uygulanması iyi gelir. Bu uygulama sıcak su torbaları ile yapılır.Gastroenterit için hangi ilaçlar kullanılır?Mide üşütmesi ilaçlarla tedavi edilemez ve suçlu virüs olduğunda antibiyotikler işe yaramaz. Semptomları tedavi etmek için reçetesiz satılan ilaçları kullanabilirsiniz. Ateş veya ağrılar için ibuprofen midenizin daha fazla bozulmasına neden olmadığı sürece yardımcı olabilir. Susuz kalırsanız böbrekleriniz için zararlı olabilir. Az miktarda ve yiyecekle birlikte alın. Parasetamol içeren ilaçlar karaciğer hastalığınız olmadıkça mide gribi için sıklıkla önerilir. Ateşi ve ağrıları hafifletir, ibuprofenden daha az yan etkiye sahiptir ve mideyi tahriş etme olasılığı daha düşüktür.Mide bulantısı veya ishali durdurmak için prometazin, proklorperazin, metoklopramid veya ondansetron gibi bulantı kesici ilaçları kullanabilir. Ayrıca loperamid veya bizmut subsalisilat gibi reçetesiz satılan ishal önleyici ilaçları deneyebilirsiniz. Reflor gibi probiyotikler de ishalin hızlı geçmesi için faydalı olabilir.Gebeler gastroenterit olursa ne yapılmalı?Gebe olup mide üşütmesi yaşayanlar probiyotikler ve parasetamol içeren ilaçları kullanabilirler. Genelde bu hastalara da antibiyotik verilmez ancak şikayetler 3-4 günden fazla sürerse kan testi yaptırıp antibiyotik başlamak gerekebilir. Bazı uzun süren bulantı-kusma ve ishal durumlarında endoskopi ve kolonoskopi gerekebilir.Gastroenterit ile kolit arasında nasıl bir ilişki var?Gastroenteritte çoğunlukla sıkıntı mide bozulmasına bağlı ishal durumudur. Kolit ise bağırsak enfeksiyonu ve buna bağlı ishal durumu demektir. İki hastalıkta da birbirine benzer bulgular söz konusudur. İki hastalığın ayrımını ve hastalığın şiddetini ise uzmanı çözecektir.Gastroenterit viral olur mu?Gastroenterit vakaların çoğu zaten viraldir. Az bir kısmı bakteriyal enfeksiyonlara bağlı olarak gelişir. Bunlar için antibiyotik gerekebilir ama viral sebeplere bağlı olanlar çoğunlukla kendiliğinden destek tedavisiyle iyileşir.Çocuklarda gastroenterit olur mu?Gastroenterit çocuklarda daha sık görülür. Yetişkin hastalar su içerek veya en azından kendilerini zorlayarak ishale bağlı susuz kalmak ve böbrek yetmezliğinden kendilerini koruyabilirlerken çocuklar bu sorun karşısında daha zayıftır. Özellikle böbrek yetmezliği konusunda dikkatli olunmalıdır.
Gastroenterit nedir?Mide gribi olarak da adlandırılan gastroenterit, genellikle bakteriyel veya viral bir mide mikrobundan kaynaklanan, mide ve bağırsak iltihaplanması ile ishal, kramplar, mide bulantısı, kusma yanında ateşe de neden olan bağırsak enfeksiyonudur. Gastroenteritin en yaygın sebebi daha önceden enfekte olmuş bir kişiyle temas veya kontamine yani virüs bulaşmış besin ya da suyu yemek-içmektir. Eğer kişinin başka bir hastalığı yoksa çoğu zaman bu durum bir iki günde kendiliğinden iyileşir. Ancak bebekler, yaşlılar ve bağışıklık sistemi zayıflamış kişiler için viral gastroenterit(mide üşütmesi) ölümlere neden olabilmektedir. Gastroenteritin belirtileri nelerdir?Gastroenteritin en sık görülen belirtileri şunlardır:Gastroenterit neden olur?Kontamine yani kirli yiyecek veya su yenilip içildiğinde ya da mikrop bulaşmış biriyle mutfak eşyaları, havlular veya yiyecekler paylaşıldığında viral gastroenteriti kapma olasılığı yüksektir. En sık görülen sebebi ise rota ve norovirüslerdir.Gastroenterit kimlerde olur?Gastroenterit her yaştan ve ırktan insanı etkiler. Gastroenterite daha duyarlı olabilecek kişiler ise şunlardır;Çocuk bakım merkezlerindeki veya ilkokullardaki çocuklar özellikle savunmasız olabilir çünkü bir çocuğun bağışıklık sisteminin olgunlaşması zaman alır.Gastroenteritin teşhisi nasıl konur?Gastroenteritte hastalardan ayrıntılı öyküleri alınmalı, özellikle yediği içtiği şeyler mutlaka sorulmalıdır. Şüphenilen durumlarda kanda enfeksiyonu gösteren CRP, kan sayımı gibi değerlere bakılmalı ve eğer imkan varsa dışkı incelemesi yapılmalıdır. Hastaya bu şekilde tanı konulup destek tedavisi ve gerekirse ilaç verilmelidir.Gastroenterit nasıl tedavi edilir? Gastroenterit için etkili bir tedavi yoktur, bu nedenle esas tedavi hastalığı engellemeye yöneliktir. Kontamine yani kirli olabilecek yiyecek ve sudan kaçınmanın yanı sıra, sık sık el yıkamak bu sorundan korunmak için çok iyi bir yöntemdir.Gerçek grip (influenza virüsü) yalnızca solunum sistemini (burun, boğaz ve akciğerleri) etkiler. Mide üşütmesi genelde mide gribi olarak adlandırılmasına rağmen bizim bildiğimiz klasik grip ile aynı şey değildir.Mide üşütmesi şikayetleri hasta mikrobu kaptıktan sonra genelde 1-2 gün içinde ortaya çıkar. Şikayetler genellikle 1 ya da 2 gün sürer, ancak bazen 10 güne kadar devam edebilir. Şikayetler benzer olduğu için Clostridium difficile, Salmonella ve E. coli gibi bakterilerin veya Giardia gibi parazitlerin neden olduğu ishal ile karışabilir. Hasta terleme, kusma ve ishal yoluyla çok sayıda sıvı kaybettiği için sıvılar kritik derecede önemlidir. Sıvıları içerde tutmakta zorlanıyorsanız düzenli aralıklarla küçük yudumlar almak veya buz parçaları çiğnemek yararlı olacaktır. İçilecek en iyi sıvılar ise;Gastroenterit ne kadar sürer? Doktora ne zaman gidilmeli?Gastroenteritte hasta mikrobu kaptıktan sonra genelde 1-3 gün içinde belirtiler ortaya çıkar. Şikayetler genellikle bir veya iki gün sürer, ancak bazen 10 güne kadar devam edebilir. Bu nedenle vakit kaybedilmeden doktora gidilmelidir.Gastroenterit durumu varsa kesinlikle şunlar yapılmamalıdır;Gastroenteritin sonucunda ne olur?Viral gastroenteritin ana komplikasyonu olan dehidratasyon; ciddi bir su, tuz ve mineral kaybıdır. Sağlıklıysanız ve kusma ve ishalden kaybettiğiniz sıvıların yerini alacak kadar içiyorsanız, dehidrasyon bir sorun yaratmaz. Ancak bebekler, yaşlılar ve bağışıklık sistemi baskılanmış kişiler çok fazla sıvı kaybettiklerinde ciddi şekilde susuz kalabilir. Kaybedilen sıvıların damardan verilmesi için hastaneye yatış gerekebilir. Dehidrasyona dikkat edilmezse ölümcül sonuçlar ortaya çıkabilir.Gastroenterit İle İlgili Merak Edilen Diğer SorularGastroenterit için ne yapılmalı?Bağırsak enfeksiyonlarının yayılmasını önlemek ilk olarak yapılması gerekendir.Başka ülkelere seyahat ederken, kontamine yiyecek veya sudan hasta olabilirsiniz.Gastroenterite ne iyi gelir?Bulantı ve kusmadan dolayı yiyecekleri vücutta tutmak zor olabilmektedir. Sadece yemek düşüncesi bile bulantıya neden olmaktadır. Sonunda içiniz almaya başlayınca en iyisi yavaş yavaş ve basit yiyeceklerden başlamaktır. Muz, pirinç, elma-patates püresi ve kızarmış ekmek ve tost yenebilir. Bu dört yiyeceğin sindirimi kolaydır, size enerji verecek karbonhidratlar içerir ve besinleri yeniler:Muz: Muzun sindirimi kolaydır, kusma ve ishalden kaybettiğiniz potasyumu yerine koyar ve mide zarını güçlendirir.Pirinç: Beyaz pirincin vücudunuz tarafından işlenmesi kolaydır ve karbonhidratlardan enerji sağlar. Esmer pirinç çok fazla lif içerir ve fazla gaz yapabilir.Elma püresi: Elma püresi karbonhidrat ve şekerler sayesinde enerji artışı sağlar ve ishali geçirebilecek pektin içerir. Ayrıca sindirimi de kolaydır.Genel olarak süt ürünleri, lifli yiyecekler ve yağlı veya baharatlı yiyecekler tüketilmemelidir.Mide üşütmesine genel olarak karın bölgesine sıcak su uygulanması iyi gelir. Bu uygulama sıcak su torbaları ile yapılır.Gastroenterit için hangi ilaçlar kullanılır?Mide üşütmesi ilaçlarla tedavi edilemez ve suçlu virüs olduğunda antibiyotikler işe yaramaz. Semptomları tedavi etmek için reçetesiz satılan ilaçları kullanabilirsiniz. Ateş veya ağrılar için ibuprofen midenizin daha fazla bozulmasına neden olmadığı sürece yardımcı olabilir. Susuz kalırsanız böbrekleriniz için zararlı olabilir. Az miktarda ve yiyecekle birlikte alın. Parasetamol içeren ilaçlar karaciğer hastalığınız olmadıkça mide gribi için sıklıkla önerilir. Ateşi ve ağrıları hafifletir, ibuprofenden daha az yan etkiye sahiptir ve mideyi tahriş etme olasılığı daha düşüktür.Mide bulantısı veya ishali durdurmak için prometazin, proklorperazin, metoklopramid veya ondansetron gibi bulantı kesici ilaçları kullanabilir. Ayrıca loperamid veya bizmut subsalisilat gibi reçetesiz satılan ishal önleyici ilaçları deneyebilirsiniz. Reflor gibi probiyotikler de ishalin hızlı geçmesi için faydalı olabilir.Gebeler gastroenterit olursa ne yapılmalı?Gebe olup mide üşütmesi yaşayanlar probiyotikler ve parasetamol içeren ilaçları kullanabilirler. Genelde bu hastalara da antibiyotik verilmez ancak şikayetler 3-4 günden fazla sürerse kan testi yaptırıp antibiyotik başlamak gerekebilir. Bazı uzun süren bulantı-kusma ve ishal durumlarında endoskopi ve kolonoskopi gerekebilir.Gastroenterit ile kolit arasında nasıl bir ilişki var?Gastroenteritte çoğunlukla sıkıntı mide bozulmasına bağlı ishal durumudur. Kolit ise bağırsak enfeksiyonu ve buna bağlı ishal durumu demektir. İki hastalıkta da birbirine benzer bulgular söz konusudur. İki hastalığın ayrımını ve hastalığın şiddetini ise uzmanı çözecektir.Gastroenterit viral olur mu?Gastroenterit vakaların çoğu zaten viraldir. Az bir kısmı bakteriyal enfeksiyonlara bağlı olarak gelişir. Bunlar için antibiyotik gerekebilir ama viral sebeplere bağlı olanlar çoğunlukla kendiliğinden destek tedavisiyle iyileşir.Çocuklarda gastroenterit olur mu? | 7,486 |
333 | Hastalıklar | Frengi (Sifiliz) | Sifiliz olarak da bilinen frengi, genellikle cinsel yolla bulaşan bakteriyel bir enfeksiyon hastalığıdır. Temel nedeni cinsel ilişki olan frengi hastalığı, anneden bebeğe kalıtsal yolla geçerek de meydana gelebilir. İsilik tarzında ciltte küçük deri döküntüsü belirtileriyle ortaya çıkan frengi, erken teşhis edilirse iyileşme oranı yüksek bir hastalıktır. Ancak tedavi edilmediği takdirde kalp, beyin ve diğer organlara ciddi zararlar verebilir.Sifiliz olarak da bilinen frengi, genellikle cinsel yolla bulaşan bakteriyel bir enfeksiyon hastalığıdır. Temel nedeni cinsel ilişki olan frengi hastalığı, anneden bebeğe kalıtsal yolla geçerek de meydana gelebilir. İsilik tarzında ciltte küçük deri döküntüsü belirtileriyle ortaya çıkan frengi, erken teşhis edilirse iyileşme oranı yüksek bir hastalıktır. Ancak tedavi edilmediği takdirde kalp, beyin ve diğer organlara ciddi zararlar verebilir.
Frengi (Sifiliz) Nedir?Frengi diğer adıyla sifiliz, treponema pallidum bakterilerine bağlı olarak ortaya çıkan ve genellikle cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyon hastalığıdır.Aşamalar halinde gelişen bir hastalık olan sifliz semptomları her aşamaya göre farklılık gösterir. Frengi hastalığının ilk aşamasında cinsel organlarda, rektumda veya ağızda ağrısız bir yara oluşur.İlk yara iyileştikten sonra ikinci aşama döküntü ile karakterizedir. Yıllar sonra oluşabilecek son aşamaya kadar ise hiçbir belirti görülmez. Bu son aşama beyne, sinirlere, gözlere veya kalbe ciddi zararlar verebilir. Erken tanı, frengi tedavisinde büyük kolaylıklar sağlarken, frengi hastalığının tedavisinin ihmal edilmesi hastada çok ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir.Frengi (Sifiliz) Neden Olur?Frengi (sifiliz) hastalığı, treponema pallidum bakterisinin vücuda girmesi sonucu meydana gelir. İlgili bakterinin vücuda girip hastalığa dönüşmesinin nedeni korunmasın cinsel ilişkidir. Enfekte bir kişi bakterileri vajinal, anal veya oral seks yoluyla yayar. Bakteriler vücuda anüs, vajina, penis, ağız veya kırık deri yoluyla girer. Bakteriler zamanla vücuda yayılmaya devam eder ve sonunda belirli organlara zarar verebilme potansiyeli içerir.Frengi Nasıl Bulaşır?Frengi (sifiliz) vajinal, oral veya anal seks sırasında frengi yarası ile direkt temas sonucu bulaşır. Frengi yaraları penis, vajina, anüs, rektum, dudaklar veya ağız içinde bulunur. Cinsel temasın dışında frengi, anne karnında anneden de bebeğe bulaşabilir. Frenginin Çeşitleri Nelerdir?Frengi primer, sekonder, latent ve tersiyer frengi olarak dört evrede sınıflandırılır. Frenginin her evresinde farklı belirti ve bulgular görülebilir.Frengi çeşitleri detaylı olarak şöyledir:Birincil frengi Frenginin bulaşma sonrası ilk evresi birincil frengi(sifiliz) olarak adlandırılmaktadır. Bu evrede bulaşma yerinde genellikle enfeksiyonun ilk bulaştığı yerde bir yara (şankr) ortaya çıkmaktadır. Bu yara genellikle genital bölgede, anüs çevresinde veya rektumda ya da ağız içi veya çevresinde oluşmaktadır.İkincil frengi İkincil frengi hastalığın başlangıcından, ilk yaranın ortaya çıkmasından 2-8 hafta sonra döküntüyle kendisini göstermektedir. Döküntü el ayası ve ayak tabanlarında görülebilen kırmızı-kahve lekeler şeklindedir. Döküntüler ağrısızdır, kaşıntılı değildir. İkincil frengi (sifiliz) evresinde hastaların bulaştırıcılığı yüksektir.Gizli (latent) frengi (sifiliz) Gizli frengi (sifiliz) evresinde herhangi bir belirti veya bulgu yoktur. Tedavi edilmezse bir belirti veya bulgu olmasa da hastalık varlığını sürdürmektedir. Latent dönem bir yıl sürebileceği gibi 5 ila 20 yıl arasında da sürebilmektedir. Üçüncül frengi (sifiliz) Tedavi edilmeyen frengi (sifiliz) hastalarının %15-30’unda geç ya da üçüncül evre frengi komplikasyonları gelişmektedir. Üçüncül frenginin ortaya çıkma süresi 10 ila 30 yıl olabilir. Bu evrede hastalık beyin, sinirler, gözler, kalp, damarlar, kemikler ve eklemlerde hasara neden olabilir.Gom olarak adlandırılan lezyonlar ortaya çıkabilir. Kalp ve damarları etkileyen frengide aort damarında genişleme, kaçak veya koroner arter hastalığı görülebilir. Üçüncül frengi ölüme neden olabilen çok ciddi ve tehlikeli bir hastalıktır.Nörosifiliz frengi Nörosifiliz sifilize bağlı beyin, beyin zarları veya omurilik iltihabıdır. Nörosifilizde yürüme güçlüğü, eller, ayaklar, bacaklarda hissizlik, bilinç bulanıklığı, konsantrasyon güçlüğü gibi düşünsel sorunlar, depresyon ve gerginlik gibi mental sorunlar, baş ağrısı, epilepsi nöbetleri, ense sertliği, idrar kaçırma, titremeler ve güçsüzlük gibi belirti ve bulgular görülebilmektedir.Konjenital (Doğumsal) Frengi Nedir?Gebelik sırasında anneden anne karnındaki bebeğe frengi bulaşması doğumsal frengi olarak adlandırılır. Doğumsal frengi hastalığı ile doğan bebeklerde kemik hasarları, ciddi anemi, karaciğer ve dalak büyümesi, sarılık, körlük, sağırlık, menenjit ve deri döküntüleri görülebilmektedir.Frengi (Sifiliz) Belirtileri Nelerdir?Özellikle avuç içi ve ayak tabanlarında ortaya çıkan ve 2 ila 6 hafta sürebilen vücut döküntüleri frengi hastalığının başlıca belirtileri arasında sayılır. Bu döküntüler genelde isilik tarzındadır. Ek olarak frengi belirtileri arasında cinsel organlarda, ağızda, deride veya rektumda ağrısız açık yara veya şankr adı verilen ülserler yer alır. Lenf düğümlerinde genişleme, hafif ateş, yorgunluk, boğaz ağrısı ve kas ağrısı da frengi belirtilerinden kabul edilir.Genelde enfekte olduktan sonraki 20 gün içinde ortaya çıkan frengi belirtileri şunlardır: Vajina, anüs ve penis çevresinde beyaz veya gri siğilimsi döküntüler Ağızda ağrısız açık yara ve beyaz lekeler Avuç içi ve ayak tabanlarında kaşıntısız döküntüler Lenf düğümlerinde genişleme ve şişme Yüksek ateş Baş ağrısı Yorgunluk Boğaz ağrısı Kas ağrısı Kilo kaybıFrengi belirtileri aşama aşama da değişkenlik gösterir. Primer frengi evresinde genellikle enfeksiyonun bulaştığı yerde bir yara görülmektedir. Şankr olarak adlandırılan bu yaralar genellikle sert, yuvarlak ve ağrısızdır. Sekonder frengide deri döküntüsü, lenf bezlerinde şişlik ve ateş görülebilmektedir. Primer ve sekonder frenginin belirtileri hafif olabilir ve gözden kaçabilir. Latent dönemde belirti veya bulgu görülmemektedir. Tersiyer frengi de ise daha ciddi sağlık sorunları görülmektedir. Bu evrede kalp, beyin ve diğer organlar ciddi şekilde hastalıktan etkilenebilmektedir.Frengi Hastalığı İçin Risk Grupları Nelerdir?Sık ve korunmasız, çok sayıda partnerle cinsel teması olan kişiler frengi hastalığı gibi cinsel yolla bulaşan hastalıklar için diğer insanlara göre daha fazla risk altındadır.Frengi (Sifiliz) Hastalığından Korunma Yolları Nelerdir?En basit ifadesiyle hiç cinsel teması olmayan bir kişi frengi bulaşmasından da korunmuş olur. Frengi testi yaptırmış, frengi hastalığı olmayan tek bir cinsel partnerle uzun süreli ilişki de frengi bakteriyel enfeksiyonundan korunmanın en önemli yoludur. Prezervatif kullanılması frengi ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunmaya önemli bir katkı sağlar. Frengi enfeksiyonu olan kişilerin tanısı ve tedavisi hastalığın kontrolü açısından büyük önem taşımaktadır.Frengi Hastalığı İçin Ne Zaman Doktora Görünülmelidir?Özellikle korunmasız cinsel temas sonrasında genital bölgede veya ağızda bir yara veya yaralar çıkması durumunda bir hekime başvurulması gerekmektedir. Fakat frenginin farklı dönemlerinde farklı bulgular olabilir. Latent dönemde ise hiçbir belirti yoktur. Bu nedenle bir cinsel temas sonrasında risk altında olduğunu düşünenlerin bir belirti olmadan da hekime başvurarak gerekli testleri yaptırmaları gerekmektedir.Frengi Teşhisi Nasıl Konulur?Frenginin tanısı için kandan ve eğer varsa yaradan test yapılmaktadır. Frengi tanısı için yapılan bazı testler aktif frengi hastalığı varlığını işaret etmektedir. Treponema pallidum bakterisine özgü testler ise hastanın hayatının bir bölümünde frengi hastalığı ile karşılaştığını göstermektedir. .Frengi Tedavisi Nasıl Yapılır?Frengi kendiliğinden iyileşen bir hastalık olmadığı için mutlaka hastanın tedavi edilmesi için doktora gitmesi gerekmektedir. Genellikle frengi hastalığı için uygulanan başlıca tedavi yöntemi enjeksiyon yoluyla penisilindir. Bununla birlikte frengi tedavisinde antibiyotik de tercih edilir. Antibiyotiklerin reçetesiz kullanılması ise mümkün değildir. Antibiyotik tedavisi hem hastanın iyileşmesini sağlar hem de bu sayede toplumda hastalığın yayılmasına engel olur.Tedavi edilmeyen frengi yaşamı tehdit eden çok ciddi hastalıklara ve organların zarar görmesine yol açabilir. Sifilizde kalçadan enjeksiyon veya ağız yoluyla antibiyotik tedavisi uygulanır. Hastalığın evresine, ne kadar uzun bir zamandır hasta olduğuna göre farklı tedaviler ve tedavi süreleri de uygulanabilir. Frengi (Sifiliz) Hakkında Sık Sorulan Sorular Frengi ne demek?Spiroket bakterilerinin neden olduğu ve tedavi edilmediği takdirde uzun yıllara yayılabilen zührevi (cinsel yolla bulaşan) bir hastalıktır.Frengi ölümcül bir hastalık mıdır?Frengi tedavi edilmemesi durumunda ciddi seyredebilen ve uzun vadede ölümle sonuçlanabilen bir hastalıktır. Riskli bir cinsel temasınız olmuşsa mutlaka bir hekime başvurmak ve frengi ve HIV testlerini yaptırmak gerekir.Frengi olan hasta nörolojik problemler yaşar mı?Frengi sinir sistemini tutabilen hastalıklardandır. Frengi eğer tedavi edilmezse ileri evrelerde sinir sistemini de tutarak nörolojik bulgulara neden olabilir.Frengi tümör benzeri yapılara neden olabilir mi?Sifiliz hastalarında üçüncü evrede gom olarak adlandırılan tümör benzeri yapılar görülebilir. Gomlar cilt, kemikler, karaciğer veya diğer organlarda ortaya çıkabilir. Antibiyotik tedavisi ile genelllikle kaybolurlar. Gom kanser benzeri bir oluşum değildir.Frengi mi daha tehlikeli HIV mi?Tedavi edilmemesi durumunda hem frengi hem de HIV tehlikeli ve yaşamı tehdit eden hastalıklardır. Frengi tedavi ile tamamen iyileşir. HIV tedavisi ise ömür boyu sürdürülmelidir. HIV ilaçları ile tedavi hastaların daha sağlıklı bir yaşam sürmesini sağlar.Frengi hastasına HIV daha kolay mı bulaşır?Frengi hastasının genital bölgesinde ortaya çıkan yaralar, genital bölgede hastalığa neden olan diğer infeksiyonlar HIV infeksiyonunun bulaşmasını kolaylaştırabilir.Hamilelik ve doğum komplikasyonları nelerdir? Bir kadın gebelikte enfekte olur veya enfekteyken gebe kalırsa ve tedavi edilmezse bu anne karnındaki bebek için ciddi bir tehlike oluşturur. Gebelik düşük, ölü doğum veya bebekte doğumsal sifiliz olarak adlandırılan ciddi infeksiyonla sonuçlanabilir. Tüm gebe kadınlara sifiliz taraması yapılarak sifiliz tanısı konabilir ve ciddi hastalık ve komplikasyonlar engellenebilir.Frenginin aşısı var mı?Sifiliz olarak bilinen frengi hastalığının aşısı yoktur. Sifilizden korunmanın en etkili yolu güvenli cinsel temastır. Hastalık ortaya çıkmışsa, özellikle erken dönemde tanı konursa antibiyotiklerle sorunsuz bir şekilde tedavi edilebilir.Frengi dünyada en çok hangi bölgelerde yaygın?Dünyada sifiliz vakalarının %90’ından fazlası gelişmekte olan ülkelerde görülmektedir. Sahra altı Afrika’da sifiliz perinatal (gebeliğin son dönemi ve doğum zamanı) ölümlerin %20’sinden sorumludur.Frengi ülkemizde de cinsel yolla bulaşma için risk oluşturmakta mıdır?Sifiliz ülkemizde de görülür ve bu durumun başlıca nedeni yine korunmasız cinsel temastır.Frengi hastası olan anne adayının çocuğu sağlıklı doğar mı, hastalık bebeğe bulaşır mı?Frengi anneden anne karnındaki bebeğe bulaşabilir. Konjenital sifiliz olarak adlandırılan bu hastalık bebekte çok ciddi sağlık sorunlarına, düşük veya ölü doğuma neden olabilir. Bu nedenle gebelere sifiliz testi yapılması ve eğer hastalık saptanırsa tedavisi büyük önem taşımaktadır.
Frengi (Sifiliz) Nedir?Frengi diğer adıyla sifiliz, treponema pallidum bakterilerine bağlı olarak ortaya çıkan ve genellikle cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyon hastalığıdır.Aşamalar halinde gelişen bir hastalık olan sifliz semptomları her aşamaya göre farklılık gösterir. Frengi hastalığının ilk aşamasında cinsel organlarda, rektumda veya ağızda ağrısız bir yara oluşur.İlk yara iyileştikten sonra ikinci aşama döküntü ile karakterizedir. Yıllar sonra oluşabilecek son aşamaya kadar ise hiçbir belirti görülmez. Bu son aşama beyne, sinirlere, gözlere veya kalbe ciddi zararlar verebilir. Erken tanı, frengi tedavisinde büyük kolaylıklar sağlarken, frengi hastalığının tedavisinin ihmal edilmesi hastada çok ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir.Frengi (Sifiliz) Neden Olur?Frengi (sifiliz) hastalığı, treponema pallidum bakterisinin vücuda girmesi sonucu meydana gelir. İlgili bakterinin vücuda girip hastalığa dönüşmesinin nedeni korunmasın cinsel ilişkidir. Enfekte bir kişi bakterileri vajinal, anal veya oral seks yoluyla yayar. Bakteriler vücuda anüs, vajina, penis, ağız veya kırık deri yoluyla girer. Bakteriler zamanla vücuda yayılmaya devam eder ve sonunda belirli organlara zarar verebilme potansiyeli içerir.Frengi Nasıl Bulaşır?Frengi (sifiliz) vajinal, oral veya anal seks sırasında frengi yarası ile direkt temas sonucu bulaşır. Frengi yaraları penis, vajina, anüs, rektum, dudaklar veya ağız içinde bulunur. Cinsel temasın dışında frengi, anne karnında anneden de bebeğe bulaşabilir. Frenginin Çeşitleri Nelerdir?Frengi primer, sekonder, latent ve tersiyer frengi olarak dört evrede sınıflandırılır. Frenginin her evresinde farklı belirti ve bulgular görülebilir.Frengi çeşitleri detaylı olarak şöyledir:Birincil frengi Frenginin bulaşma sonrası ilk evresi birincil frengi(sifiliz) olarak adlandırılmaktadır. Bu evrede bulaşma yerinde genellikle enfeksiyonun ilk bulaştığı yerde bir yara (şankr) ortaya çıkmaktadır. Bu yara genellikle genital bölgede, anüs çevresinde veya rektumda ya da ağız içi veya çevresinde oluşmaktadır.İkincil frengi İkincil frengi hastalığın başlangıcından, ilk yaranın ortaya çıkmasından 2-8 hafta sonra döküntüyle kendisini göstermektedir. Döküntü el ayası ve ayak tabanlarında görülebilen kırmızı-kahve lekeler şeklindedir. Döküntüler ağrısızdır, kaşıntılı değildir. İkincil frengi (sifiliz) evresinde hastaların bulaştırıcılığı yüksektir.Gizli (latent) frengi (sifiliz) Gizli frengi (sifiliz) evresinde herhangi bir belirti veya bulgu yoktur. Tedavi edilmezse bir belirti veya bulgu olmasa da hastalık varlığını sürdürmektedir. Latent dönem bir yıl sürebileceği gibi 5 ila 20 yıl arasında da sürebilmektedir. Üçüncül frengi (sifiliz) Tedavi edilmeyen frengi (sifiliz) hastalarının %15-30’unda geç ya da üçüncül evre frengi komplikasyonları gelişmektedir. Üçüncül frenginin ortaya çıkma süresi 10 ila 30 yıl olabilir. Bu evrede hastalık beyin, sinirler, gözler, kalp, damarlar, kemikler ve eklemlerde hasara neden olabilir.Gom olarak adlandırılan lezyonlar ortaya çıkabilir. Kalp ve damarları etkileyen frengide aort damarında genişleme, kaçak veya koroner arter hastalığı görülebilir. Üçüncül frengi ölüme neden olabilen çok ciddi ve tehlikeli bir hastalıktır.Nörosifiliz frengi Nörosifiliz sifilize bağlı beyin, beyin zarları veya omurilik iltihabıdır. Nörosifilizde yürüme güçlüğü, eller, ayaklar, bacaklarda hissizlik, bilinç bulanıklığı, konsantrasyon güçlüğü gibi düşünsel sorunlar, depresyon ve gerginlik gibi mental sorunlar, baş ağrısı, epilepsi nöbetleri, ense sertliği, idrar kaçırma, titremeler ve güçsüzlük gibi belirti ve bulgular görülebilmektedir.Konjenital (Doğumsal) Frengi Nedir?Gebelik sırasında anneden anne karnındaki bebeğe frengi bulaşması doğumsal frengi olarak adlandırılır. Doğumsal frengi hastalığı ile doğan bebeklerde kemik hasarları, ciddi anemi, karaciğer ve dalak büyümesi, sarılık, körlük, sağırlık, menenjit ve deri döküntüleri görülebilmektedir.Frengi (Sifiliz) Belirtileri Nelerdir?Özellikle avuç içi ve ayak tabanlarında ortaya çıkan ve 2 ila 6 hafta sürebilen vücut döküntüleri frengi hastalığının başlıca belirtileri arasında sayılır. Bu döküntüler genelde isilik tarzındadır. Ek olarak frengi belirtileri arasında cinsel organlarda, ağızda, deride veya rektumda ağrısız açık yara veya şankr adı verilen ülserler yer alır. Lenf düğümlerinde genişleme, hafif ateş, yorgunluk, boğaz ağrısı ve kas ağrısı da frengi belirtilerinden kabul edilir.Genelde enfekte olduktan sonraki 20 gün içinde ortaya çıkan frengi belirtileri şunlardır:Frengi belirtileri aşama aşama da değişkenlik gösterir. Primer frengi evresinde genellikle enfeksiyonun bulaştığı yerde bir yara görülmektedir. Şankr olarak adlandırılan bu yaralar genellikle sert, yuvarlak ve ağrısızdır. Sekonder frengide deri döküntüsü, lenf bezlerinde şişlik ve ateş görülebilmektedir. Primer ve sekonder frenginin belirtileri hafif olabilir ve gözden kaçabilir. Latent dönemde belirti veya bulgu görülmemektedir. Tersiyer frengi de ise daha ciddi sağlık sorunları görülmektedir. Bu evrede kalp, beyin ve diğer organlar ciddi şekilde hastalıktan etkilenebilmektedir.Frengi Hastalığı İçin Risk Grupları Nelerdir?Sık ve korunmasız, çok sayıda partnerle cinsel teması olan kişiler frengi hastalığı gibi cinsel yolla bulaşan hastalıklar için diğer insanlara göre daha fazla risk altındadır.Frengi (Sifiliz) Hastalığından Korunma Yolları Nelerdir?En basit ifadesiyle hiç cinsel teması olmayan bir kişi frengi bulaşmasından da korunmuş olur. Frengi testi yaptırmış, frengi hastalığı olmayan tek bir cinsel partnerle uzun süreli ilişki de frengi bakteriyel enfeksiyonundan korunmanın en önemli yoludur. Prezervatif kullanılması frengi ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunmaya önemli bir katkı sağlar. Frengi enfeksiyonu olan kişilerin tanısı ve tedavisi hastalığın kontrolü açısından büyük önem taşımaktadır.Frengi Hastalığı İçin Ne Zaman Doktora Görünülmelidir?Özellikle korunmasız cinsel temas sonrasında genital bölgede veya ağızda bir yara veya yaralar çıkması durumunda bir hekime başvurulması gerekmektedir. Fakat frenginin farklı dönemlerinde farklı bulgular olabilir. Latent dönemde ise hiçbir belirti yoktur. Bu nedenle bir cinsel temas sonrasında risk altında olduğunu düşünenlerin bir belirti olmadan da hekime başvurarak gerekli testleri yaptırmaları gerekmektedir.Frengi Teşhisi Nasıl Konulur?Frenginin tanısı için kandan ve eğer varsa yaradan test yapılmaktadır. Frengi tanısı için yapılan bazı testler aktif frengi hastalığı varlığını işaret etmektedir. Treponema pallidum bakterisine özgü testler ise hastanın hayatının bir bölümünde frengi hastalığı ile karşılaştığını göstermektedir. .Frengi Tedavisi Nasıl Yapılır?Frengi kendiliğinden iyileşen bir hastalık olmadığı için mutlaka hastanın tedavi edilmesi için doktora gitmesi gerekmektedir. Genellikle frengi hastalığı için uygulanan başlıca tedavi yöntemi enjeksiyon yoluyla penisilindir. Bununla birlikte frengi tedavisinde antibiyotik de tercih edilir. Antibiyotiklerin reçetesiz kullanılması ise mümkün değildir. Antibiyotik tedavisi hem hastanın iyileşmesini sağlar hem de bu sayede toplumda hastalığın yayılmasına engel olur.Tedavi edilmeyen frengi yaşamı tehdit eden çok ciddi hastalıklara ve organların zarar görmesine yol açabilir. Sifilizde kalçadan enjeksiyon veya ağız yoluyla antibiyotik tedavisi uygulanır. Hastalığın evresine, ne kadar uzun bir zamandır hasta olduğuna göre farklı tedaviler ve tedavi süreleri de uygulanabilir. Frengi (Sifiliz) Hakkında Sık Sorulan Sorular Frengi ne demek?Spiroket bakterilerinin neden olduğu ve tedavi edilmediği takdirde uzun yıllara yayılabilen zührevi (cinsel yolla bulaşan) bir hastalıktır.Frengi ölümcül bir hastalık mıdır?Frengi tedavi edilmemesi durumunda ciddi seyredebilen ve uzun vadede ölümle sonuçlanabilen bir hastalıktır. Riskli bir cinsel temasınız olmuşsa mutlaka bir hekime başvurmak ve frengi ve HIV testlerini yaptırmak gerekir.Frengi olan hasta nörolojik problemler yaşar mı?Frengi sinir sistemini tutabilen hastalıklardandır. Frengi eğer tedavi edilmezse ileri evrelerde sinir sistemini de tutarak nörolojik bulgulara neden olabilir.Frengi tümör benzeri yapılara neden olabilir mi?Sifiliz hastalarında üçüncü evrede gom olarak adlandırılan tümör benzeri yapılar görülebilir. Gomlar cilt, kemikler, karaciğer veya diğer organlarda ortaya çıkabilir. Antibiyotik tedavisi ile genelllikle kaybolurlar. Gom kanser benzeri bir oluşum değildir.Frengi mi daha tehlikeli HIV mi?Tedavi edilmemesi durumunda hem frengi hem de HIV tehlikeli ve yaşamı tehdit eden hastalıklardır. Frengi tedavi ile tamamen iyileşir. HIV tedavisi ise ömür boyu sürdürülmelidir. HIV ilaçları ile tedavi hastaların daha sağlıklı bir yaşam sürmesini sağlar.Frengi hastasına HIV daha kolay mı bulaşır?Frengi hastasının genital bölgesinde ortaya çıkan yaralar, genital bölgede hastalığa neden olan diğer infeksiyonlar HIV infeksiyonunun bulaşmasını kolaylaştırabilir.Hamilelik ve doğum komplikasyonları nelerdir? Bir kadın gebelikte enfekte olur veya enfekteyken gebe kalırsa ve tedavi edilmezse bu anne karnındaki bebek için ciddi bir tehlike oluşturur. Gebelik düşük, ölü doğum veya bebekte doğumsal sifiliz olarak adlandırılan ciddi infeksiyonla sonuçlanabilir. Tüm gebe kadınlara sifiliz taraması yapılarak sifiliz tanısı konabilir ve ciddi hastalık ve komplikasyonlar engellenebilir.Frenginin aşısı var mı?Sifiliz olarak bilinen frengi hastalığının aşısı yoktur. Sifilizden korunmanın en etkili yolu güvenli cinsel temastır. Hastalık ortaya çıkmışsa, özellikle erken dönemde tanı konursa antibiyotiklerle sorunsuz bir şekilde tedavi edilebilir.Frengi dünyada en çok hangi bölgelerde yaygın?Dünyada sifiliz vakalarının %90’ından fazlası gelişmekte olan ülkelerde görülmektedir. Sahra altı Afrika’da sifiliz perinatal (gebeliğin son dönemi ve doğum zamanı) ölümlerin %20’sinden sorumludur.Frengi ülkemizde de cinsel yolla bulaşma için risk oluşturmakta mıdır?Sifiliz ülkemizde de görülür ve bu durumun başlıca nedeni yine korunmasız cinsel temastır.Frengi hastası olan anne adayının çocuğu sağlıklı doğar mı, hastalık bebeğe bulaşır mı?Frengi anneden anne karnındaki bebeğe bulaşabilir. Konjenital sifiliz olarak adlandırılan bu hastalık bebekte çok ciddi sağlık sorunlarına, düşük veya ölü doğuma neden olabilir. Bu nedenle gebelere sifiliz testi yapılması ve eğer hastalık saptanırsa tedavisi büyük önem taşımaktadır. | 8,457 |
334 | Hastalıklar | Gastroşizis | Gastroşizis, doğumsal bir anomalidir. Bebeklerin, bağırsaklarının veya mide gibi organlarının karınlarının içinde olmaması durumuna denilir. Anne karnında tespit edilen gastroşizis için multidisipliner bir tedavi süreci gerekir. Memorial Şişli Hastanesi Çocuk Genel Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Nüvit Sarımurat, gastroşizis hakkında bilgi verdi.Gastroşizis, doğumsal bir anomalidir. Bebeklerin, bağırsaklarının veya mide gibi organlarının karınlarının içinde olmaması durumuna denilir. Anne karnında tespit edilen gastroşizis için multidisipliner bir tedavi süreci gerekir. Memorial Şişli Hastanesi Çocuk Genel Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Nüvit Sarımurat, gastroşizis hakkında bilgi verdi.
Gastroşizis nedir?Gastroşizis, bir doğum kusurudur. Bebeğin bağırsaklarının veya bazen diğer bazı organlarının bebeğin karnında bulunan delikten dışarı çıkması durumudur. Bebek anne karnında bir kordon ile anneye bağlıdır. Bebeğin kordonunun bulunduğu kısmın hemen yan tarafında bir delikten karnın içinde bulunması gereken bağırsakların veya nadiren midenin karın dışına çıkmasına gastroşizis denilmektedir. Bu delik büyük ya da küçük olabilir. Gastroşizis gebelik sırasında erken dönemde belli olur. Bu delik genelde göbek deliğinin sağ kısmında olur. Bu durumda bağırsaklar koruyucu bir kese ile kaplanmadığı ve amniyotik sıvıya maruz kaldığı için tahriş olabilir. Bu da bağırsakların şişmesine neden olabilir. Bağırsaklar, nadiren de olsa mide veya ürogenital yapılar amniyon sıvısı içinde serbest biçimde kalır.Gastroşizis belirtileri nelerdir?Gastroşizis, anne adaylarına yapılan rutin ultrason tetkiklerinde belli olmaktadır. Gebelik sırasında gastroşizisin belirtisi anne adayı tarafından hissedilmez. Ultrasonda, bebeğin mide, bağırsakları görülebilir. Bağırsakların şiş olduğu da görüntülenebilmektedir. Bunun yanında amniyon sıvısı normalden fazla görülebilir.Gastroşizis nedenleri nelerdir? Gastroşizis neden olur?Gastroşizisin kesin nedenleri genellikle bilinmemektedir. Gastroşizisin muhtemelen, annenin çevresiyle temas ettiği şeylerden, annenin beslenmesinden veya hamilelik sırasında kullandığı bazı ilaçlardan veya genlerden kaynaklanan sebeplerden olduğu tahmin edilmektedir. Araştırmalara göre çok erken yaşta gebe kalmanın, alkol ve sigara kullanımının, genitoüriner enfeksiyonların gastroziş sebepleri arasında olabileceği bilinmektedir. Bunun yanında bebeğin sağ göbek damarlarının gelişmemesi, damar yetersizliği de nedenler arasında sayılabilir.Gastroşizis teşhisi nasıl konulmaktadır? Gastroşizis nasıl teşhis edilir?Gastroşizis, hamilelik sırasında veya bebek doğduktan sonra teşhis edilebilir. Hamilelik sırasında, doğum kusurlarını ve diğer durumları kontrol etmek için tarama testleri vardır. Gastroşizis, kan veya serum tarama testinde anormal bir sonuca neden olabilir veya ultrason sırasında görülebilir. Alfa-fetoprotein de dahil olmak üzere kandaki maddeleri ölçen bir kan testi, 18 ila 22 hafta arasında normalden daha yüksek seviyelerde görülürse bu durum gastroşizis belirtisi olabilir. Bunun yanında kadın hastalıkları ve doğum uzmanı MR da isteyebilir. Gebeliğin üçüncü ayında saptanabilir. Yani gebeliğin 18 ve 22. haftası arasında ultrasonda teşhis edilebilir. Erken teşhis önemlidir. Doğum planı bu duruma göre yapılmalıdır. Ayrıca kadın hastalıkları ve doğum uzmanı, perinatoloji uzmanı, çocuk cerrahisi uzmanı, çocuk üroloji uzmanı, çocuk gastroenteroloji uzmanı, pediatri uzmanı ve yenidoğan uzmanı tarafından multidisipliner çalışılmalıdır.Gastroşizis tedavisi nasıl yapılır? Gastroşizis nasıl tedavi edilir?Bebek doğduktan kısa bir süre sonra, karın organlarını bebeğin vücuduna yerleştirmek ve kusuru onarmak için mutlaka ameliyat gerekecektir. Ameliyattan sonra bile, gastroşizisli bebekler, emzirme ve yeme, yiyeceklerin sindirimi ve besinlerin emilimi ile ilgili sorunlar yaşayabilir. Gastroşizis kusuru küçükse (bağırsağın sadece bir kısmı göbeğin dışındaysa), genellikle doğumdan hemen sonra organları tekrar göbeğe yerleştirmek ve bu açıklığı kapatmak için ameliyat uygulanır. Gastroşizis defekti büyükse (birçok organ göbeğin dışındaysa), onarım aşamalı olarak yavaş yavaş yapılabilir. Açıkta kalan organlar özel bir malzeme ile kaplanabilir ve yavaşça göbeğe geri döndürülebilir. Tüm organlar göbeğe yerleştirildikten sonra açıklık kapatılır. Gastroşizisli bebekler genellikle rahatlıkla beslenmek için, enfeksiyon önlenmesi için antibiyotik almak ve vücut sıcaklıklarını kontrol etmek için başka tedavilere de ihtiyaç duyarlar. Organların yerleştirilmesinden sonra karın kasları için de ek ameliyat gerekebilmektedir. Ameliyatlar Çocuk Cerrahisi uzmanı tarafından yapılmaktadır.Tüm bağırsaklar tekrar karın içine yerleştirildiği zaman, çocuk cerrahisi uzmanı karın duvarının kapatılması seçeneklerini değerlendirecektir. Küçük bir kusuru olan ve kısa süreliğine siloya ihtiyaç duyan bebeklerde defekt üzerine özel pansuman konularak “dikişsiz kapama” yapılabilmektedir. Bu karın duvarının kendiliğinden kapanmasını sağlar. Daha büyük defektli ve uzun silo yerleşimi olan bebeklerde cerrahınız karın duvarının ameliyathanede kapatılmasını önerebilir. Bu durumda karındaki açıklığın dikişlerle kapatılması gerekmektedir. Bebeklerin gastroşizis ameliyatından sonra bir süre solunum/ventilatör yardımına ihtiyaç duyması olasıdır. Gastroşizis ameliyatından sonra yerleştirilen organların iyileşmesi ve normal şekilde çalışması zaman alır. Bu nedenle ilk beslemeler damardan (IV) bir hat ile sağlanır. Bağırsak fonksiyonu geri döndüğünde, IV beslemeleri devam ederken oral beslemeler veya bir NG tüpü yoluyla beslemeler yavaş yavaş başlatılır.Anne sütünün pompalanması ve dondurularak saklanması önemlidir. Anne sütü bu tür durumlarda faydalıdır. Oral beslenme yavaş yavaş arttırılır. Bu aşamalı ve sabır gerektiren bir süreçti. Gastroşizis onarımı geçirmiş bebekler, yerleştirilen organları dinlendirmek için ağızdan beslenmeyi geciktirmek veya ek cerrahi dahil olmak üzere bazı aksilikler yaşayabilir. Bebeğiniz, ister oral ister NG veya bir kombinasyon olsun, yeterli kilo alımı ile tam beslemeleri tolere edebildiğinde, evine gitmeye hazırdır. Taburcu olmadan önce, bakım personeli, bebeğe evde bakmak için özel bir beslenme tekniği ya da bakım teknikleri konusunda eğitim verecektir.GASTROŞİZİS HAKKINDA SIK SORULAN SORULARGastroşizis ameliyatı sonrası nelere dikkat edilmeli?Ameliyat sonrasında organların sağlıklı bir biçimde çalışmasını sağlamak gerekir. Ağız yoluyla beslenme yerine, destek beslenme yöntemleri uygulanabilir. Bunun yanında enfeksiyon önlemleri gerekebilir. Bebekler bu süreçte yoğun bakımda bakım görmelidir. Mutlaka doktor gözetiminde olmalıdır.Gastroşizis ameliyatları sonrasında oluşabilecek komplikasyonlar nelerdir?Solunum yetmezliği, sepsis, uzamış ileus, volvulus, dolaşım yetmezliği, enterik fistüller, böbrek veya karaciğer malpozisyonları, organ zedelenmeleri, fıtıklar görülebilmektedir. Cerrahi operasyon sonrası bebeklerin tedavi başarısı yüzde 100’e yakındır. Çok nadir olarak bu rahatsızlığa eşlik eden bazı genetik hastalıklar yaşam şansını düşürür. Gastroşizis ameliyatlarının kapsamlı bir bebek yoğun bakım ünitesinin olduğu, uzman çocuk genel cerrahi uzmanlarının ve uzman ekiplerin bulunduğu hastanelerde yapılması hayati önem taşımaktadır.Gastroşizis ve omfalosel arasındaki fark nedir?Omfalosel gastroşizis beraber anılsa da farklı olgulardır. Omfaloselde organlar bir kese içinde olur. Bu hastalıkla doğan bebeklerde ek başka sorunlar da görülebilmektedir. Ayrıca omfaloselde bütün karın içindeki organlar dışarıda bulunabilmektedir. Gastroşiziste dışarıda olan organ çoğunlukla ince bağırsaktır, zedelenme gastroşiziste daha sık gözlemlenir. İkisinde de tanı anne karnında görülür. İki hastalık da tedavi edilmezse hayati risk taşır. İki hastalık da cerrahi yöntemlerle tedavi edilir. Tedavi süreci de iki sorunda benzer şekilde sürer.Gastroşizis tedavi edilmezse ne olur?Gastroşizis, tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Özenli bir süreç gerektirir. En küçük bir olumsuzluk ya da tedavi edilmeme durumu bebeğin hayatını tehlikeye atmaktadır.Gastroşizisin yan etkileri nelerdir?Gastroşizis ile doğan bebekler, yaşamları boyunca bazı sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalabilirler. Erken doğum, bağırsak tıkanıklığı, kısa bağırsak sendromu gastroşizisin yan etkilerindendir.Gastroşizis ameliyatı sonrası bebek ne zaman eve çıkar?Bebeğin durumuna göre bebek iki haftadan birkaç aya kadar hekim gözetiminde yenidoğan yoğun bakım ünitesinde kalır. Hastanede kalış süresi, iyileşmeye, beslenebilmeye göre değişebilmektedir. Gastroşizis hemşire bakımı da önemlidir.Gastroşizisin önlenmesi için ne yapılabilir?Hamilelikte sigara ya da alkol alınmaması, hekime sormadan ilaç kullanılmaması, dengeli beslenilmesi önem taşımaktadır.Gastroşizis için hangi doktora gidilir?Anneler hamilelik sürecinde her ay rutin jinekolojik muayenelerini yaptırmalıdır. Bu kontroller için donanımın iyi ve hekim kadrosunun uzman olduğu hastaneler seçilmelidir. Doğum sırasında çocuk cerrahisi uzmanının da orada olması gerekmektedir.Gastroşizis ile normal doğum yapılabilir mi?Gastroşizis sorunu olan bebek için sezaryen doğum planlanmalıdır. Doğumda mutlaka çocuk cerrahisi uzmanı ve yenidoğan uzmanı da bulunmaktadır.Gastroşizis ile doğan bebeklerde gelişim nasıl olur?Bu bebekler, normal bebeklere göre daha küçük olabilir. Gelişimleri biraz zaman alabilir. Beslenme ve enfeksiyon ile ilgili sorunlar yaşayabilirler. Kapsamlı bir hastanede yapılan tedavilerle bu bebekler de normal ve sağlıklı bir yaşam sürebilirler.Gastroşizis için alternatif bir tedavi var mı?Gastroşizis için tek tedavi yöntemi doğum sonrası yapılacak cerrahi operasyondur. Çocuğun durumuna göre çocuk genel cerrahi uzmanı ameliyat ve tedavi planlamasını yapacaktır.Gastroşizisli çocukların genel durumu tedavilerden sonra iyi olmaktadır. Araştırmalar, bağırsaklarında herhangi bir hasar oluşmayan basit gastroşizisli çocukların ortalama bir, iki ay hastanede kaldıklarını ve tedaviden sonraki birkaç hafta içinde normal beslenmeye başladıklarını göstermektedir. Bazı çocukların yaşlarına göre doğru boy ve kiloya ulaşabilmeleri için daha uzun süre TPN tedavisine devam etmeleri gerekir. İlk birkaç yıl aynı yaştaki diğer çocuklardan daha küçük görünebilirler, ancak çoğu zaman içinde onların büyümesine de yetişir. Gastroşizis onarımı olan çocuklarda operasyondan sonraki yıllarda bazen fıtık gelişebilir. Bunun nedeni, karnın normalden daha az kaslı olmasıdır. Çocuğun karnında bir şişkinlik fark edilirse, doktorla konuşmak gerekebilir.Gastroşizis komplikasyonları nasıl tedavi edilir?Bebeğinizin bazı organları vücudunun dışında olduğu için çok sıvı kaybedebilir ve ateşi düşük olabilir. Gastroşizisli bebeklerin enfeksiyonunun önlenmesi için antibiyotiklere, midelerini boş tutmak için NG tüpüne, vücut sıcaklıklarının dengede olması için bakıma, dehidrasyonun önlenmesi için damar yoluyla verilen besin ve sıvılara, nefes alabilmesi için oksijene, ağrı kesicilere ihtiyacı vardır.
Gastroşizis nedir?Gastroşizis, bir doğum kusurudur. Bebeğin bağırsaklarının veya bazen diğer bazı organlarının bebeğin karnında bulunan delikten dışarı çıkması durumudur. Bebek anne karnında bir kordon ile anneye bağlıdır. Bebeğin kordonunun bulunduğu kısmın hemen yan tarafında bir delikten karnın içinde bulunması gereken bağırsakların veya nadiren midenin karın dışına çıkmasına gastroşizis denilmektedir. Bu delik büyük ya da küçük olabilir. Gastroşizis gebelik sırasında erken dönemde belli olur. Bu delik genelde göbek deliğinin sağ kısmında olur. Bu durumda bağırsaklar koruyucu bir kese ile kaplanmadığı ve amniyotik sıvıya maruz kaldığı için tahriş olabilir. Bu da bağırsakların şişmesine neden olabilir. Bağırsaklar, nadiren de olsa mide veya ürogenital yapılar amniyon sıvısı içinde serbest biçimde kalır.Gastroşizis belirtileri nelerdir?Gastroşizis, anne adaylarına yapılan rutin ultrason tetkiklerinde belli olmaktadır. Gebelik sırasında gastroşizisin belirtisi anne adayı tarafından hissedilmez. Ultrasonda, bebeğin mide, bağırsakları görülebilir. Bağırsakların şiş olduğu da görüntülenebilmektedir. Bunun yanında amniyon sıvısı normalden fazla görülebilir.Gastroşizis nedenleri nelerdir? Gastroşizis neden olur?Gastroşizisin kesin nedenleri genellikle bilinmemektedir. Gastroşizisin muhtemelen, annenin çevresiyle temas ettiği şeylerden, annenin beslenmesinden veya hamilelik sırasında kullandığı bazı ilaçlardan veya genlerden kaynaklanan sebeplerden olduğu tahmin edilmektedir. Araştırmalara göre çok erken yaşta gebe kalmanın, alkol ve sigara kullanımının, genitoüriner enfeksiyonların gastroziş sebepleri arasında olabileceği bilinmektedir. Bunun yanında bebeğin sağ göbek damarlarının gelişmemesi, damar yetersizliği de nedenler arasında sayılabilir.Gastroşizis teşhisi nasıl konulmaktadır? Gastroşizis nasıl teşhis edilir?Gastroşizis, hamilelik sırasında veya bebek doğduktan sonra teşhis edilebilir. Hamilelik sırasında, doğum kusurlarını ve diğer durumları kontrol etmek için tarama testleri vardır. Gastroşizis, kan veya serum tarama testinde anormal bir sonuca neden olabilir veya ultrason sırasında görülebilir. Alfa-fetoprotein de dahil olmak üzere kandaki maddeleri ölçen bir kan testi, 18 ila 22 hafta arasında normalden daha yüksek seviyelerde görülürse bu durum gastroşizis belirtisi olabilir. Bunun yanında kadın hastalıkları ve doğum uzmanı MR da isteyebilir. Gebeliğin üçüncü ayında saptanabilir. Yani gebeliğin 18 ve 22. haftası arasında ultrasonda teşhis edilebilir. Erken teşhis önemlidir. Doğum planı bu duruma göre yapılmalıdır. Ayrıca kadın hastalıkları ve doğum uzmanı, perinatoloji uzmanı, çocuk cerrahisi uzmanı, çocuk üroloji uzmanı, çocuk gastroenteroloji uzmanı, pediatri uzmanı ve yenidoğan uzmanı tarafından multidisipliner çalışılmalıdır.Gastroşizis tedavisi nasıl yapılır? Gastroşizis nasıl tedavi edilir?Bebek doğduktan kısa bir süre sonra, karın organlarını bebeğin vücuduna yerleştirmek ve kusuru onarmak için mutlaka ameliyat gerekecektir. Ameliyattan sonra bile, gastroşizisli bebekler, emzirme ve yeme, yiyeceklerin sindirimi ve besinlerin emilimi ile ilgili sorunlar yaşayabilir. Gastroşizis kusuru küçükse (bağırsağın sadece bir kısmı göbeğin dışındaysa), genellikle doğumdan hemen sonra organları tekrar göbeğe yerleştirmek ve bu açıklığı kapatmak için ameliyat uygulanır. Gastroşizis defekti büyükse (birçok organ göbeğin dışındaysa), onarım aşamalı olarak yavaş yavaş yapılabilir. Açıkta kalan organlar özel bir malzeme ile kaplanabilir ve yavaşça göbeğe geri döndürülebilir. Tüm organlar göbeğe yerleştirildikten sonra açıklık kapatılır. Gastroşizisli bebekler genellikle rahatlıkla beslenmek için, enfeksiyon önlenmesi için antibiyotik almak ve vücut sıcaklıklarını kontrol etmek için başka tedavilere de ihtiyaç duyarlar. Organların yerleştirilmesinden sonra karın kasları için de ek ameliyat gerekebilmektedir. Ameliyatlar Çocuk Cerrahisi uzmanı tarafından yapılmaktadır.Tüm bağırsaklar tekrar karın içine yerleştirildiği zaman, çocuk cerrahisi uzmanı karın duvarının kapatılması seçeneklerini değerlendirecektir. Küçük bir kusuru olan ve kısa süreliğine siloya ihtiyaç duyan bebeklerde defekt üzerine özel pansuman konularak “dikişsiz kapama” yapılabilmektedir. Bu karın duvarının kendiliğinden kapanmasını sağlar. Daha büyük defektli ve uzun silo yerleşimi olan bebeklerde cerrahınız karın duvarının ameliyathanede kapatılmasını önerebilir. Bu durumda karındaki açıklığın dikişlerle kapatılması gerekmektedir. Bebeklerin gastroşizis ameliyatından sonra bir süre solunum/ventilatör yardımına ihtiyaç duyması olasıdır. Gastroşizis ameliyatından sonra yerleştirilen organların iyileşmesi ve normal şekilde çalışması zaman alır. Bu nedenle ilk beslemeler damardan (IV) bir hat ile sağlanır. Bağırsak fonksiyonu geri döndüğünde, IV beslemeleri devam ederken oral beslemeler veya bir NG tüpü yoluyla beslemeler yavaş yavaş başlatılır.Anne sütünün pompalanması ve dondurularak saklanması önemlidir. Anne sütü bu tür durumlarda faydalıdır. Oral beslenme yavaş yavaş arttırılır. Bu aşamalı ve sabır gerektiren bir süreçti. Gastroşizis onarımı geçirmiş bebekler, yerleştirilen organları dinlendirmek için ağızdan beslenmeyi geciktirmek veya ek cerrahi dahil olmak üzere bazı aksilikler yaşayabilir. Bebeğiniz, ister oral ister NG veya bir kombinasyon olsun, yeterli kilo alımı ile tam beslemeleri tolere edebildiğinde, evine gitmeye hazırdır. Taburcu olmadan önce, bakım personeli, bebeğe evde bakmak için özel bir beslenme tekniği ya da bakım teknikleri konusunda eğitim verecektir.GASTROŞİZİS HAKKINDA SIK SORULAN SORULARGastroşizis ameliyatı sonrası nelere dikkat edilmeli?Ameliyat sonrasında organların sağlıklı bir biçimde çalışmasını sağlamak gerekir. Ağız yoluyla beslenme yerine, destek beslenme yöntemleri uygulanabilir. Bunun yanında enfeksiyon önlemleri gerekebilir. Bebekler bu süreçte yoğun bakımda bakım görmelidir. Mutlaka doktor gözetiminde olmalıdır.Gastroşizis ameliyatları sonrasında oluşabilecek komplikasyonlar nelerdir?Solunum yetmezliği, sepsis, uzamış ileus, volvulus, dolaşım yetmezliği, enterik fistüller, böbrek veya karaciğer malpozisyonları, organ zedelenmeleri, fıtıklar görülebilmektedir. Cerrahi operasyon sonrası bebeklerin tedavi başarısı yüzde 100’e yakındır. Çok nadir olarak bu rahatsızlığa eşlik eden bazı genetik hastalıklar yaşam şansını düşürür. Gastroşizis ameliyatlarının kapsamlı bir bebek yoğun bakım ünitesinin olduğu, uzman çocuk genel cerrahi uzmanlarının ve uzman ekiplerin bulunduğu hastanelerde yapılması hayati önem taşımaktadır.Gastroşizis ve omfalosel arasındaki fark nedir?Omfalosel gastroşizis beraber anılsa da farklı olgulardır. Omfaloselde organlar bir kese içinde olur. Bu hastalıkla doğan bebeklerde ek başka sorunlar da görülebilmektedir. Ayrıca omfaloselde bütün karın içindeki organlar dışarıda bulunabilmektedir. Gastroşiziste dışarıda olan organ çoğunlukla ince bağırsaktır, zedelenme gastroşiziste daha sık gözlemlenir. İkisinde de tanı anne karnında görülür. İki hastalık da tedavi edilmezse hayati risk taşır. İki hastalık da cerrahi yöntemlerle tedavi edilir. Tedavi süreci de iki sorunda benzer şekilde sürer.Gastroşizis tedavi edilmezse ne olur?Gastroşizis, tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Özenli bir süreç gerektirir. En küçük bir olumsuzluk ya da tedavi edilmeme durumu bebeğin hayatını tehlikeye atmaktadır.Gastroşizisin yan etkileri nelerdir?Gastroşizis ile doğan bebekler, yaşamları boyunca bazı sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalabilirler. Erken doğum, bağırsak tıkanıklığı, kısa bağırsak sendromu gastroşizisin yan etkilerindendir.Gastroşizis ameliyatı sonrası bebek ne zaman eve çıkar?Bebeğin durumuna göre bebek iki haftadan birkaç aya kadar hekim gözetiminde yenidoğan yoğun bakım ünitesinde kalır. Hastanede kalış süresi, iyileşmeye, beslenebilmeye göre değişebilmektedir. Gastroşizis hemşire bakımı da önemlidir.Gastroşizisin önlenmesi için ne yapılabilir?Hamilelikte sigara ya da alkol alınmaması, hekime sormadan ilaç kullanılmaması, dengeli beslenilmesi önem taşımaktadır.Gastroşizis için hangi doktora gidilir?Anneler hamilelik sürecinde her ay rutin jinekolojik muayenelerini yaptırmalıdır. Bu kontroller için donanımın iyi ve hekim kadrosunun uzman olduğu hastaneler seçilmelidir. Doğum sırasında çocuk cerrahisi uzmanının da orada olması gerekmektedir.Gastroşizis ile normal doğum yapılabilir mi?Gastroşizis sorunu olan bebek için sezaryen doğum planlanmalıdır. Doğumda mutlaka çocuk cerrahisi uzmanı ve yenidoğan uzmanı da bulunmaktadır.Gastroşizis ile doğan bebeklerde gelişim nasıl olur?Bu bebekler, normal bebeklere göre daha küçük olabilir. Gelişimleri biraz zaman alabilir. Beslenme ve enfeksiyon ile ilgili sorunlar yaşayabilirler. Kapsamlı bir hastanede yapılan tedavilerle bu bebekler de normal ve sağlıklı bir yaşam sürebilirler.Gastroşizis için alternatif bir tedavi var mı?Gastroşizis için tek tedavi yöntemi doğum sonrası yapılacak cerrahi operasyondur. Çocuğun durumuna göre çocuk genel cerrahi uzmanı ameliyat ve tedavi planlamasını yapacaktır.Gastroşizisli çocukların genel durumu tedavilerden sonra iyi olmaktadır. Araştırmalar, bağırsaklarında herhangi bir hasar oluşmayan basit gastroşizisli çocukların ortalama bir, iki ay hastanede kaldıklarını ve tedaviden sonraki birkaç hafta içinde normal beslenmeye başladıklarını göstermektedir. Bazı çocukların yaşlarına göre doğru boy ve kiloya ulaşabilmeleri için daha uzun süre TPN tedavisine devam etmeleri gerekir. İlk birkaç yıl aynı yaştaki diğer çocuklardan daha küçük görünebilirler, ancak çoğu zaman içinde onların büyümesine de yetişir. Gastroşizis onarımı olan çocuklarda operasyondan sonraki yıllarda bazen fıtık gelişebilir. Bunun nedeni, karnın normalden daha az kaslı olmasıdır. Çocuğun karnında bir şişkinlik fark edilirse, doktorla konuşmak gerekebilir.Gastroşizis komplikasyonları nasıl tedavi edilir? | 7,744 |
335 | Hastalıklar | Geçirgen Bağırsak Sendromu | Sindirim sistemine ait sorunlar arasında geçirgen bağırsak sendromu halk arasında sızdıran bağırsak sendromu ya da diğer bir adı ile Leaky Gut önemli bir yer tutuyor. Yaşam kalitesini ciddi anlamda etkileyen geçirgen bağırsak sendromu, bağırsak dışı belirtilerle de kendisini belli edebiliyor. Hastalığın tedavisinde, doğru bir planlama, takiplerin aksatılmaması ve bağırsak florasına zarar veren besinlerden uzak durulması büyük önem taşıyor. Memorial Wellness Beslenme ve Diyet Bölümü'nden Uzm. Dyt. Yeşim TEMEL ÖZCAN, geçirgen bağırsak sendromu hakkında bilgi verdi.Sindirim sistemine ait sorunlar arasında geçirgen bağırsak sendromu halk arasında sızdıran bağırsak sendromu ya da diğer bir adı ile Leaky Gut önemli bir yer tutuyor. Yaşam kalitesini ciddi anlamda etkileyen geçirgen bağırsak sendromu, bağırsak dışı belirtilerle de kendisini belli edebiliyor. Hastalığın tedavisinde, doğru bir planlama, takiplerin aksatılmaması ve bağırsak florasına zarar veren besinlerden uzak durulması büyük önem taşıyor. Memorial Wellness Beslenme ve Diyet Bölümü'nden Uzm. Dyt. Yeşim TEMEL ÖZCAN, geçirgen bağırsak sendromu hakkında bilgi verdi.
Uzm. Dyt. Yeşim TEMEL ÖZCAN Beslenme ve Diyet
Kolay Randevu Talebi
Geçirgen bağırsak sendromu nedir?Sindirim sisteminin merkezi olan ve ikinci beyin olarak tanımlanan bağırsakların sağlığı, tüm metabolizmayı etkilemektedir. Bağışıklık sistemi hücrelerinin yüzde 70’i bağırsaklarda bulunmaktadır. Sızdıran bağırsak sendromu, sıkı bağların açılması ile ilgili bir durumdur. Bu “sıkı bağlar” bağırsaklardan kan dolaşımına sadece sindirilmiş besinlerin, mineral ve vitaminlerin girmesine izin veren geçiş noktalarıdır. Eğer bağırsaklardaki hücreler arası sıkı bağlar bozulursa, kan dolaşımına zararlı maddeler ve toksinler geçebilmektedir. Yine sıkı bağlar, toksinler, mikroplar ve sindirilmemiş yiyecek parçacıklarını tutmakta ve bağırsağa hasar vermektedir. Sızan patojenler ya da iyi sindirilmemiş besinler kan dolaşımına karışır, bağışıklık sistemi ise tanımadığı bu maddelere karşı saldırıya geçmektedir. Yani bağışıklık sistemi kendi dokusuna saldırmaktadır.Geçirgen bağırsak sendromu belirtileri nelerdir?Geçirgen bağırsak sendromu otoimmün hastalıkların oluşum mekanizmasında etkili olup olmadığı son zamanlarda bir tartışma konusudur. Geçirgen bağırsak sendromu pek çok farklı belirtiyi beraberinde getirebilir. Besin alerjileri, bağışıklık sistemi hastalıkları, cilt problemleri, nörolojik sorunlar, vitamin eksiklikleri, tedavi edilemeyen depresyon, sürekli olan baş ağrısı, fibromiyalji, kabızlık, ishal, irritabl bağırsak sendromu, kronik yorgunluk gibi pek çok belirtiyle kendisini gösterebilir.Geçirgen bağırsak sendromu neden olur?Bozulmuş bağırsak geçirgenliğinin kanıtı “sızıntılı ya da geçirgen bağırsak sendromu”dur. Bağırsak kolonizasyonu anormal ise, bağırsak florası sadece fizyolojik görevlerini sınırlı bir ölçüde yerine getirebilir. Ortaya çıkan mikrobiyal bariyer bozukluğu, sonuçta mukozada gizli inflamatuar değişikliklere ve daha sonra geçirgenlik bozukluklarına yol açar ve patomekanizmalar devreye girer. Bu, patojenik bakteriler, virüsler, mantarlar veya parazitlerin mikroekolojik bozukluklar bağlamında mukozal reseptörlere erişmesini ve daha hızlı çoğalmasını ve böylece enfeksiyonları daha kolay tetiklemesini kolaylaştırmaktadır. Mikrop türlerine bağlı olarak, mikrobiyal metabolizma nihayetinde bağırsak ortamı için yararlı olan veya sisteme birçok şekilde zarar veren substratlar üretir. Bağırsak epitelinin “sıkı bağlantılarının” gevşemesi, sızıntı bağırsak olarak da bilinen mukoza geçirgenliğinin artmasına neden olur. Bu nedenle birçok molekül gastrointestinal alandan kan dolaşımına girebilir ve çeşitli reaksiyonları tetikleyebilir.Geçirgen bağırsak sendromunun tanısı nasıl konulur? Geçirgen bağırsak sendromu nasıl anlaşılır?Kişilerde kabızlık, şişkinlik, ishal gibi sorunlar varsa bu durum bir bağırsak hastalığının habercisi olabilir. Bunlar saptanması kolay kısımlardır. Hiçbir bağırsak sorunu olmadığı halde alerji, egzama, depresyon, anksiyete, hiperaktivite, yorgunluk, hashimoto, eklem ağrısı, romatoid artrit, fibromiyalji ve ürtiker de bağırsak hastalıklarının belirtileri arasında yer almaktadır. Hiçbir bağırsak sorunu yaşanmasa bile bu hastalıklar için bağırsak kontrolü şart. Bunun için bir gaita testi istenmektedir. Geçirgen bağırsak sendromu olunup olunmadığı için bir zonulin testi istenebilmektedir. Gaita testi ile bakteriyel probiyotik durumu nasıl yani yararlı- zararlı bakterilerin durumu, mantar olup olmadığı saptanabilir. Kişilerde gluten hassasiyeti çıkmasa bile gaita testiyle gluten hassasiyeti olup olmadığı belirlenebilir. Sindirim enzimlerini ölçen, bağırsakta bir enflamsyon var olup olmadığı gaita ile belirlenir. Ayrıca gıda intöleransı testi ile de bu durum tespit edilebilir Vücudun savunma sistemi, kan dolaşımına giren tüm yabancı cisimlere karşı bağışıklık reaksiyonu göstermektedir. Kandaki yabancı maddeleri etkisiz hale getiren proteinleri (immunoglobülinler, antikorlar) üretir. Yüksek geçirgenliğe sahip olan sorunlu bir bağırsak (geçirgen bağırsak sendromu) veya zayıf bir bağışıklık (immün) sistemi tüketilen besinlerin yabancı cisim gibi algılanmasına neden olabilmektedir. Genetik yatkınlıklar, işlenmiş gıdalar, olumsuz beslenme alışkanlıkları ve anne sütünden yeteri kadar faydalanamama gıda intoleransı sebepleri arasında yer almaktadır.Geçirgen bağırsak sendromu tedavisi nasıldır? Geçirgen bağırsak sendromu tedavi edilebilir. Sindirim sisteminin merkezi olan ve ikinci beyin olarak tanımlanan bağırsakların sağlığı, tüm metabolizmayı etkilemektedir. Sızdıran bağırsak sendromu, sıkı bağların açılması ile ilgili bir durumdur. Bu ‘’sıkı bağlar ‘’ bağırsaklardan kan dolaşımına sadece sindirilmiş besinlerin, mineral ve vitaminlerin girmesine izin veren geçiş noktalarıdır. Eğer bağırsaklardaki hücreler arası sıkı bağlar bozulursa, kan dolaşımına zararlı maddeler ve toksinler geçebilmektedir. Yine sıkı bağlar, toksinler, mikroplar ve sindirilmemiş yiyecek parçacıkları gibi şeyler tutmakta ve bağırsağa hasar vermektedir. Sızan patojenler ya da iyi sindirilmemiş besinler kan dolaşımına karışır, bağışıklık sistemi ise tanımadığı bu maddelere karşı saldırıya geçmektedir. Yani bağışıklık sistemi kendi dokusuna saldırmaktadır. Bağışıklık sistemi hastalıkları ise bu döngünün uzun zaman sürmesi ile oluşmaktadır. Sağlıklı bağırsak florası, bağırsak duvarının sağlığını korumak dışında sindirim ve emilim işlemlerinde de aktif rol oynamaktadır. Dolayısıyla, dengeli bir bağırsak florası olmadığı takdirde, yiyeceklerin normal sindirimi ve emilimi imkansızlaşmaktadır. Bağırsak florası; proteinleri sindirir, karbonhidratları fermente eder, yağları ve lifleri parçalar, mineral, vitamin, su, gaz ve pek çok diğer besini de bağırsak duvarından kan dolaşımına taşır. Bağırsak iç yüzeyinde yer alan milyonlarca tüycük, sindirimi tamamlanmış gıda maddelerini tanıyarak, bunların kana geçişini sağlamaktadır. Bağırsak iç yüzeyinde yer alan tüycüklerin yapısının bozulması ve tahribatın artışı ise bağırsak hücreleri arasındaki sıkı bağlantıları hasara uğratmakta, geçirgenliği artırmakta ve asıl sorun da bundan sonra başlamaktadır. Özellikle inflamasyonu tetikleyen beslenme modeli, glüten (tahıl), aşırı unlu ve şekerli işlenmiş gıdalarla beslenme, sütle birlikte gelen laktoz ve kazein ile alkol bu grupta yer almaktadır. Bozulan bakteri dengesini düzeltmek, hasarlı, yaralı, ülserli, ateşli, sızıntılı bağırsak (leaky gut syndrome) duvarını ve bağırsak epitel dokusunu iyileştirmek için özel bir beslenme programı uygulanması gerekmektedir. Bu beslenme programına GAPS diyeti denmektedir. Geçirgen bağırsak bulgularının görüldüğü kişiler; ev yapımı kemik suyu, fermente lahana turşusu ile toksinleri uzaklaştırmaya, kısacası iyileşmeye ilk adımı atabilmektedir.Geçirgen bağırsak sendromu ile ilgili sık sorulan sorular Geçirgen bağırsak sendromu nelere sebep olur?1. Gıda duyarlılıkları: Kan dolaşımına giren toksinlerin saldırıları nedeniyle, bağırsak aşırı geçirgenliği olan bir kişinin bağışıklık sistemi, vücudu belirli gıdalardaki (özellikle glüten ve süt) antijenlere daha duyarlı hale getirmekte ve çeşitli antikorlar üretmektedir.2. Bağırsak hastalıkları: Bağırsak geçirgenliğinin artmasının çoğunlukla huzursuz bağırsak sendromu, ülseratif kolit ve Crohn hastalığı olanbireylerde daha çok görüldüğü tespit edilmiştir. Çinko takviyesinin, bu vakalarda bağırsak bağlantılarının sıkılaştırılmasında oldukça etkili olduğu görülmektedir. Alfa 1 Antitripsin ve kalprotektin seviyelerinin artışı da iltihabı bağırsak hastalıklarının habercisidir.3. Otoimmün hastalık: Sızdıran bağırsağın otoimmün (bağışıklık sisteminin aşırı duyarlılığıyla oluşan tepki ) bir hastalığa neden olabileceğini anlamanın anahtarı, ‘'zonulin'' olarak bilinen bir protein üzerinde yapılan araştırmalardır. Zonulin bağırsak bariyer bütünlüğünü göstermektedir. Sıkı bağları yapıştıran ya da onaran bir proteindir. Bu araştırmalara göre zonulin seviyesinin artması bağırsak geçirgenliğini göstermektedir. Gaitadan rahatlıkla ölçülebilmektedir.4. Tiroit sorunları: Sızdıran bağırsak sendromunun doğrudan etkileyebileceği otoimmün hastalıklardan biri Hashimoto hastalığıdır. ‘'Kronik tiroidit“ olarak da bilinen bu bozukluk, hipotiroidizm, metabolizma bozuklukları, yorgunluk, depresyon, kilo alımı ve bir dizi başka sorunlara yol açabilmektedir.5. Emilim bozuklukları: Sızan bağırsaklardan kaynaklanan çeşitli beslenme yetersizlikleri, mide asit düzeyinin yetersizliği, yaşamsal döngünün en önemli vitamini B12, folat, magnezyum ve diğer enzimlerin emilimini imkansız kılmaktadır.6. Cilt hastalıkları: Bağırsak – cilt bağlantı teorisi, 70 yıl önce ilk kez tanımlanan bağırsak hiper geçirgenliğinin cilt sorunlarına neden olabileceğini göstermektedir. Özellikle zamansız akne, sivilce, sedef hastalığı ve egzamalarda önce bağırsak geçirgenliği kontrol edilmelidir.7. Duygu durum bozuklukları: Bilimsel araştırmalar sızdıran bağırsak sendromunun çeşitli nörobilişsel bozukluklara neden olduğunu göstermektedir. Örneğin, bağırsakta aşırı geçirgenliğin psikobiyotik etkisi de var olan probiyotiklerin kaybını artırmaktadır. Ayrıca seratoninin %95'i bağırsaklardan sentez edilmektedir.GAPS diyeti yararlı mı?GAPS diyeti, bağırsak florasını koruyarak, sindirim sisteminin daha sağlıklı bir şekilde çalışmasına yardımcı olmaktadır. Düzenli çalışan bir bağırsakta probiyotik adı verilen faydalı bakterilerin oranın yüksek, hastalık yapıcı patojen bakterilerin ve mantarların oranının ise düşük olması gerekmektedir. Geçirgen bağırsak sendromunda ise patojenik baterilerin bağırsak florasındaki oranı yüksektir ve bağırsak florası anormalliği bulunmaktadır. Bağırsağın hasarlı olma durumunu ifade eden bu tablo nedeniyle, GAPS beslenmesinde probiyotik sağlayan fermente gıdalarla, hazır probiyotikler büyük önem taşımaktadır. Bu diyetle bağırsak florasının korunarak, sindirim sisteminin sağlıklı çalışması amaçlanmaktadır.GAPS diyeti nasıl yapılır?Bu programa başlamak için mutlaka bu konuda uzman bir beslenme uzmanına danışılmalı ve sorunun kaynağına göre uygun bir tedavi planlaması yapılmalıdır.Geçirgen bağırsak sendromu için gıda intoleransı testi yapılmalı mı?Gıda intoleransının ortaya çıkması çeşitli sebeplere bağlı olup, bunların bir kısmı henüz tamamen araştırılmamıştır ya da hala tartışmaları devam etmektedir. En önemli nedenler; sağlıklı bir bağırsağa göre sindirilen gıdalar için daha yüksek geçirgenliğe sahip olan hastalıklı bir bağırsak (geçirgen bağırsak sendromu) veya zayıf bağışıklık (immün) sistemdir. Bağışıklık sistemi, bu yabancı maddelere, belirli bir IgG antikoru oluşumu ile yanıt verir. Ancak, IgG ve bağlı gıda bileşenlerinin oluşturduğu immün kompleksin büyük miktarlarda oluşması, mevcut durumdaki hastalık bulgularını ağırlaştırabilir.Geçirgen bağırsak sendromu teşhisi için gaita testi nasıl yapılır?Sızdıran bağırsağın otoimmün (bağışıklık sisteminin aşırı duyarlılığıyla oluşan tepki ) bir hastalığa neden olabileceğini anlamanın anahtarı, ‘'zonulin'' olarak bilinen bir protein üzerinde yapılan araştırmalardır. Zonulin bağırsak bariyer bütünlüğünü göstermektedir. Sıkı bağları yapıştıran ya da onaran bir proteindir. Bu araştırmalara göre zonulin seviyesinin artması bağırsak geçirgenliğini göstermektedir. Gaitadan rahatlıkla ölçülebilmektedir. Gaita yani dışkı hasta tarafından rahatlıkla alınabilmektedir. Laboratuvardan verilecek bir gaita kabına dışkı verilir ve bu dışkının en geç yarım saat içinde laboratuvara verilmesi önemlidir.Geçirgen bağırsak sendromuna antibiyotik sebep olur mu?Bağırsak epitelinin geçirgenliğini etkileyen faktörler arasında; antibiyotikler, ilaçlar, kötü beslenme, alkol, parazitler, bakteriler, virüsler ve stres bulunmaktadır. Diğer bazı etken faktörler şöyledir: Gıda intoleranslarında genetik yatkınlık mevcuttur. Çocuklarda gıda intoleransları, anne sütü verilmemesi ya da sütten erken kesilmeden kaynaklanabilir. Sağlıksız beslenme alışkanlıkları kritik rol oynar. Hatta belirli beslenme alışkanlıkları gıda intoleranslarının gelişimini artırır. Gıda intoleranslarına neden olan pek çok faktör değiştirilebilir. Beslenme alışkanlıklarındaki değişiklikler, sağlık durumunu iyileştirmek için önemli bir fırsat sağlar. Besinlerin endüstriyel olarak işlenmesi, içeriklerindeki çeşitli yasal katkı maddeler (gıda boyası, koruyucular, tatlandırıcılar) ve zararlı maddeler gıda intoleranslarını ilerletir ve belirli reaksiyonlara sebep olabilir. Bu tip gıdalar histaminik uyarı yapacak nitelikte besin intoleransı ortaya çıkarabilirler. Çevresel stres de gıda intoleransına neden olabilmektedir.Geçirgen bağırsak sendromu bitkisel tedavi ile geçer mi?Her hastalıkta olduğu gibi bitkisel ürünlerin zararı olabilir. Uzmana sormadan uygulamamak gerekir. Öncelikle bağırsağa zarar veren gıdalardan uzak durulmalıdır. Sızıntılı bağırsakların bu dört yiyecek ve takviyeyle iyileşmesi mümkündür. Kemik suyu: Kolajen ve hasarlı hücre duvarlarını iyileştirmeye yardımcı olabilecek amino asit, proline, glisin ve glutamine içerir. Sızdıran bağırsakların iyileşmesine ve otoimmün hastalığı iyileştirmeye yardımcı olması için danışanlarıma üç günlük hızlı bir kemik suyu kürü yapmasını öneririm. Fermente süt ürünleri: Bağırsakların iyileşmesine yardımcı olabilecek hem probiyotikleri hem de kısa zincirli yağ asitlerini içerir. Kefir, ev yoğurdu, ekşi krema, ghee (tereyağından saf yağ yapılması işlemi) en iyileridir. Fermente sebzeler- Bağırsak PH'ını ve bağırsağı destekleyen probiyotikleri dengeleyen organik asitler içerir. Sauerkraut ( alman lahana turşusu) , kimchi (mayalanmış kırmızıbiber ve sebzelerden özellikle Çin lahanasından yapılan, geleneksel bir Kore yemeği ) ve kvass (sebzelerle yapılan bir içecek) mükemmel kaynaklardır. Floranın “Lactobacillus acidofillus” kısmını üretir. Tüm Hindistan cevizi ürünleri: Hindistan cevizinde bulunan MCFA'lar (orta zincirli yağ asitleri) diğer yağ asitlerinden daha kolay sindirilebilmekte, böylelikle sızdıran bağırsağı en iyi şekilde onarmaktadır. Ayrıca, Hindistan cevizi kefiri, sindirim sisteminizi destekleyen probiyotikleri içermektedir.Tüm bunların dışında omega-3 yağlı gıdaları tüketmek faydalıdır. Çim beslemeli sığır eti, kuzu ve somon gibi vahşi yakalanmış balıklar gibi anti-inflamatuar (iltihapla savaşan) gıdalar da sızıntılı bağırsağı tamir etmek için en yararlı gıdalardır.
Uzm. Dyt. Yeşim TEMEL ÖZCAN Beslenme ve Diyet
Kolay Randevu Talebi
Geçirgen bağırsak sendromu nedir?Sindirim sisteminin merkezi olan ve ikinci beyin olarak tanımlanan bağırsakların sağlığı, tüm metabolizmayı etkilemektedir. Bağışıklık sistemi hücrelerinin yüzde 70’i bağırsaklarda bulunmaktadır. Sızdıran bağırsak sendromu, sıkı bağların açılması ile ilgili bir durumdur. Bu “sıkı bağlar” bağırsaklardan kan dolaşımına sadece sindirilmiş besinlerin, mineral ve vitaminlerin girmesine izin veren geçiş noktalarıdır. Eğer bağırsaklardaki hücreler arası sıkı bağlar bozulursa, kan dolaşımına zararlı maddeler ve toksinler geçebilmektedir. Yine sıkı bağlar, toksinler, mikroplar ve sindirilmemiş yiyecek parçacıklarını tutmakta ve bağırsağa hasar vermektedir. Sızan patojenler ya da iyi sindirilmemiş besinler kan dolaşımına karışır, bağışıklık sistemi ise tanımadığı bu maddelere karşı saldırıya geçmektedir. Yani bağışıklık sistemi kendi dokusuna saldırmaktadır.Geçirgen bağırsak sendromu belirtileri nelerdir?Geçirgen bağırsak sendromu otoimmün hastalıkların oluşum mekanizmasında etkili olup olmadığı son zamanlarda bir tartışma konusudur. Geçirgen bağırsak sendromu pek çok farklı belirtiyi beraberinde getirebilir. Besin alerjileri, bağışıklık sistemi hastalıkları, cilt problemleri, nörolojik sorunlar, vitamin eksiklikleri, tedavi edilemeyen depresyon, sürekli olan baş ağrısı, fibromiyalji, kabızlık, ishal, irritabl bağırsak sendromu, kronik yorgunluk gibi pek çok belirtiyle kendisini gösterebilir.Geçirgen bağırsak sendromu neden olur?Bozulmuş bağırsak geçirgenliğinin kanıtı “sızıntılı ya da geçirgen bağırsak sendromu”dur. Bağırsak kolonizasyonu anormal ise, bağırsak florası sadece fizyolojik görevlerini sınırlı bir ölçüde yerine getirebilir. Ortaya çıkan mikrobiyal bariyer bozukluğu, sonuçta mukozada gizli inflamatuar değişikliklere ve daha sonra geçirgenlik bozukluklarına yol açar ve patomekanizmalar devreye girer. Bu, patojenik bakteriler, virüsler, mantarlar veya parazitlerin mikroekolojik bozukluklar bağlamında mukozal reseptörlere erişmesini ve daha hızlı çoğalmasını ve böylece enfeksiyonları daha kolay tetiklemesini kolaylaştırmaktadır. Mikrop türlerine bağlı olarak, mikrobiyal metabolizma nihayetinde bağırsak ortamı için yararlı olan veya sisteme birçok şekilde zarar veren substratlar üretir. Bağırsak epitelinin “sıkı bağlantılarının” gevşemesi, sızıntı bağırsak olarak da bilinen mukoza geçirgenliğinin artmasına neden olur. Bu nedenle birçok molekül gastrointestinal alandan kan dolaşımına girebilir ve çeşitli reaksiyonları tetikleyebilir.Geçirgen bağırsak sendromunun tanısı nasıl konulur? Geçirgen bağırsak sendromu nasıl anlaşılır?Kişilerde kabızlık, şişkinlik, ishal gibi sorunlar varsa bu durum bir bağırsak hastalığının habercisi olabilir. Bunlar saptanması kolay kısımlardır. Hiçbir bağırsak sorunu olmadığı halde alerji, egzama, depresyon, anksiyete, hiperaktivite, yorgunluk, hashimoto, eklem ağrısı, romatoid artrit, fibromiyalji ve ürtiker de bağırsak hastalıklarının belirtileri arasında yer almaktadır. Hiçbir bağırsak sorunu yaşanmasa bile bu hastalıklar için bağırsak kontrolü şart. Bunun için bir gaita testi istenmektedir. Geçirgen bağırsak sendromu olunup olunmadığı için bir zonulin testi istenebilmektedir. Gaita testi ile bakteriyel probiyotik durumu nasıl yani yararlı- zararlı bakterilerin durumu, mantar olup olmadığı saptanabilir. Kişilerde gluten hassasiyeti çıkmasa bile gaita testiyle gluten hassasiyeti olup olmadığı belirlenebilir. Sindirim enzimlerini ölçen, bağırsakta bir enflamsyon var olup olmadığı gaita ile belirlenir. Ayrıca gıda intöleransı testi ile de bu durum tespit edilebilir Vücudun savunma sistemi, kan dolaşımına giren tüm yabancı cisimlere karşı bağışıklık reaksiyonu göstermektedir. Kandaki yabancı maddeleri etkisiz hale getiren proteinleri (immunoglobülinler, antikorlar) üretir. Yüksek geçirgenliğe sahip olan sorunlu bir bağırsak (geçirgen bağırsak sendromu) veya zayıf bir bağışıklık (immün) sistemi tüketilen besinlerin yabancı cisim gibi algılanmasına neden olabilmektedir. Genetik yatkınlıklar, işlenmiş gıdalar, olumsuz beslenme alışkanlıkları ve anne sütünden yeteri kadar faydalanamama gıda intoleransı sebepleri arasında yer almaktadır.Geçirgen bağırsak sendromu tedavisi nasıldır? Geçirgen bağırsak sendromu tedavi edilebilir. Sindirim sisteminin merkezi olan ve ikinci beyin olarak tanımlanan bağırsakların sağlığı, tüm metabolizmayı etkilemektedir. Sızdıran bağırsak sendromu, sıkı bağların açılması ile ilgili bir durumdur. Bu ‘’sıkı bağlar ‘’ bağırsaklardan kan dolaşımına sadece sindirilmiş besinlerin, mineral ve vitaminlerin girmesine izin veren geçiş noktalarıdır. Eğer bağırsaklardaki hücreler arası sıkı bağlar bozulursa, kan dolaşımına zararlı maddeler ve toksinler geçebilmektedir. Yine sıkı bağlar, toksinler, mikroplar ve sindirilmemiş yiyecek parçacıkları gibi şeyler tutmakta ve bağırsağa hasar vermektedir. Sızan patojenler ya da iyi sindirilmemiş besinler kan dolaşımına karışır, bağışıklık sistemi ise tanımadığı bu maddelere karşı saldırıya geçmektedir. Yani bağışıklık sistemi kendi dokusuna saldırmaktadır. Bağışıklık sistemi hastalıkları ise bu döngünün uzun zaman sürmesi ile oluşmaktadır. Sağlıklı bağırsak florası, bağırsak duvarının sağlığını korumak dışında sindirim ve emilim işlemlerinde de aktif rol oynamaktadır. Dolayısıyla, dengeli bir bağırsak florası olmadığı takdirde, yiyeceklerin normal sindirimi ve emilimi imkansızlaşmaktadır. Bağırsak florası; proteinleri sindirir, karbonhidratları fermente eder, yağları ve lifleri parçalar, mineral, vitamin, su, gaz ve pek çok diğer besini de bağırsak duvarından kan dolaşımına taşır. Bağırsak iç yüzeyinde yer alan milyonlarca tüycük, sindirimi tamamlanmış gıda maddelerini tanıyarak, bunların kana geçişini sağlamaktadır. Bağırsak iç yüzeyinde yer alan tüycüklerin yapısının bozulması ve tahribatın artışı ise bağırsak hücreleri arasındaki sıkı bağlantıları hasara uğratmakta, geçirgenliği artırmakta ve asıl sorun da bundan sonra başlamaktadır. Özellikle inflamasyonu tetikleyen beslenme modeli, glüten (tahıl), aşırı unlu ve şekerli işlenmiş gıdalarla beslenme, sütle birlikte gelen laktoz ve kazein ile alkol bu grupta yer almaktadır. Bozulan bakteri dengesini düzeltmek, hasarlı, yaralı, ülserli, ateşli, sızıntılı bağırsak (leaky gut syndrome) duvarını ve bağırsak epitel dokusunu iyileştirmek için özel bir beslenme programı uygulanması gerekmektedir. Bu beslenme programına GAPS diyeti denmektedir. Geçirgen bağırsak bulgularının görüldüğü kişiler; ev yapımı kemik suyu, fermente lahana turşusu ile toksinleri uzaklaştırmaya, kısacası iyileşmeye ilk adımı atabilmektedir.Geçirgen bağırsak sendromu ile ilgili sık sorulan sorular Geçirgen bağırsak sendromu nelere sebep olur?1. Gıda duyarlılıkları: Kan dolaşımına giren toksinlerin saldırıları nedeniyle, bağırsak aşırı geçirgenliği olan bir kişinin bağışıklık sistemi, vücudu belirli gıdalardaki (özellikle glüten ve süt) antijenlere daha duyarlı hale getirmekte ve çeşitli antikorlar üretmektedir.2. Bağırsak hastalıkları: Bağırsak geçirgenliğinin artmasının çoğunlukla huzursuz bağırsak sendromu, ülseratif kolit ve Crohn hastalığı olanbireylerde daha çok görüldüğü tespit edilmiştir. Çinko takviyesinin, bu vakalarda bağırsak bağlantılarının sıkılaştırılmasında oldukça etkili olduğu görülmektedir. Alfa 1 Antitripsin ve kalprotektin seviyelerinin artışı da iltihabı bağırsak hastalıklarının habercisidir.3. Otoimmün hastalık: Sızdıran bağırsağın otoimmün (bağışıklık sisteminin aşırı duyarlılığıyla oluşan tepki ) bir hastalığa neden olabileceğini anlamanın anahtarı, ‘'zonulin'' olarak bilinen bir protein üzerinde yapılan araştırmalardır. Zonulin bağırsak bariyer bütünlüğünü göstermektedir. Sıkı bağları yapıştıran ya da onaran bir proteindir. Bu araştırmalara göre zonulin seviyesinin artması bağırsak geçirgenliğini göstermektedir. Gaitadan rahatlıkla ölçülebilmektedir.4. Tiroit sorunları: Sızdıran bağırsak sendromunun doğrudan etkileyebileceği otoimmün hastalıklardan biri Hashimoto hastalığıdır. ‘'Kronik tiroidit“ olarak da bilinen bu bozukluk, hipotiroidizm, metabolizma bozuklukları, yorgunluk, depresyon, kilo alımı ve bir dizi başka sorunlara yol açabilmektedir.5. Emilim bozuklukları: Sızan bağırsaklardan kaynaklanan çeşitli beslenme yetersizlikleri, mide asit düzeyinin yetersizliği, yaşamsal döngünün en önemli vitamini B12, folat, magnezyum ve diğer enzimlerin emilimini imkansız kılmaktadır.6. Cilt hastalıkları: Bağırsak – cilt bağlantı teorisi, 70 yıl önce ilk kez tanımlanan bağırsak hiper geçirgenliğinin cilt sorunlarına neden olabileceğini göstermektedir. Özellikle zamansız akne, sivilce, sedef hastalığı ve egzamalarda önce bağırsak geçirgenliği kontrol edilmelidir.7. Duygu durum bozuklukları: Bilimsel araştırmalar sızdıran bağırsak sendromunun çeşitli nörobilişsel bozukluklara neden olduğunu göstermektedir. Örneğin, bağırsakta aşırı geçirgenliğin psikobiyotik etkisi de var olan probiyotiklerin kaybını artırmaktadır. Ayrıca seratoninin %95'i bağırsaklardan sentez edilmektedir.GAPS diyeti yararlı mı?GAPS diyeti, bağırsak florasını koruyarak, sindirim sisteminin daha sağlıklı bir şekilde çalışmasına yardımcı olmaktadır. Düzenli çalışan bir bağırsakta probiyotik adı verilen faydalı bakterilerin oranın yüksek, hastalık yapıcı patojen bakterilerin ve mantarların oranının ise düşük olması gerekmektedir. Geçirgen bağırsak sendromunda ise patojenik baterilerin bağırsak florasındaki oranı yüksektir ve bağırsak florası anormalliği bulunmaktadır. Bağırsağın hasarlı olma durumunu ifade eden bu tablo nedeniyle, GAPS beslenmesinde probiyotik sağlayan fermente gıdalarla, hazır probiyotikler büyük önem taşımaktadır. Bu diyetle bağırsak florasının korunarak, sindirim sisteminin sağlıklı çalışması amaçlanmaktadır.GAPS diyeti nasıl yapılır?Bu programa başlamak için mutlaka bu konuda uzman bir beslenme uzmanına danışılmalı ve sorunun kaynağına göre uygun bir tedavi planlaması yapılmalıdır.Geçirgen bağırsak sendromu için gıda intoleransı testi yapılmalı mı?Gıda intoleransının ortaya çıkması çeşitli sebeplere bağlı olup, bunların bir kısmı henüz tamamen araştırılmamıştır ya da hala tartışmaları devam etmektedir. En önemli nedenler; sağlıklı bir bağırsağa göre sindirilen gıdalar için daha yüksek geçirgenliğe sahip olan hastalıklı bir bağırsak (geçirgen bağırsak sendromu) veya zayıf bağışıklık (immün) sistemdir. Bağışıklık sistemi, bu yabancı maddelere, belirli bir IgG antikoru oluşumu ile yanıt verir. Ancak, IgG ve bağlı gıda bileşenlerinin oluşturduğu immün kompleksin büyük miktarlarda oluşması, mevcut durumdaki hastalık bulgularını ağırlaştırabilir.Geçirgen bağırsak sendromu teşhisi için gaita testi nasıl yapılır?Sızdıran bağırsağın otoimmün (bağışıklık sisteminin aşırı duyarlılığıyla oluşan tepki ) bir hastalığa neden olabileceğini anlamanın anahtarı, ‘'zonulin'' olarak bilinen bir protein üzerinde yapılan araştırmalardır. Zonulin bağırsak bariyer bütünlüğünü göstermektedir. Sıkı bağları yapıştıran ya da onaran bir proteindir. Bu araştırmalara göre zonulin seviyesinin artması bağırsak geçirgenliğini göstermektedir. Gaitadan rahatlıkla ölçülebilmektedir. Gaita yani dışkı hasta tarafından rahatlıkla alınabilmektedir. Laboratuvardan verilecek bir gaita kabına dışkı verilir ve bu dışkının en geç yarım saat içinde laboratuvara verilmesi önemlidir.Geçirgen bağırsak sendromuna antibiyotik sebep olur mu?Bağırsak epitelinin geçirgenliğini etkileyen faktörler arasında; antibiyotikler, ilaçlar, kötü beslenme, alkol, parazitler, bakteriler, virüsler ve stres bulunmaktadır. Diğer bazı etken faktörler şöyledir:Geçirgen bağırsak sendromu bitkisel tedavi ile geçer mi?Her hastalıkta olduğu gibi bitkisel ürünlerin zararı olabilir. Uzmana sormadan uygulamamak gerekir. Öncelikle bağırsağa zarar veren gıdalardan uzak durulmalıdır. Sızıntılı bağırsakların bu dört yiyecek ve takviyeyle iyileşmesi mümkündür.Tüm bunların dışında omega-3 yağlı gıdaları tüketmek faydalıdır. Çim beslemeli sığır eti, kuzu ve somon gibi vahşi yakalanmış balıklar gibi anti-inflamatuar (iltihapla savaşan) gıdalar da sızıntılı bağırsağı tamir etmek için en yararlı gıdalardır. | 10,727 |
336 | Hastalıklar | Gaucher Hastalığı | Gaucher hastalığı metabolik ve genetik bir hastalıktır. Anne ve babanın genetik taşıyıcı olması durumunda çocuklarında ortaya çıkar. Dalak ve karaciğer gibi bazı organlarda lipit adı verilen yağlı maddelerin birikmesine neden olan Gaucher hastalığının kesin bir tedavisi bulunmuyor ancak uygulanan bazı yöntemlerle semptomlar kontrol altına alınabiliyor. Organların çok büyümesi ve iyi çalışmaması gibi çeşitli durumlara neden olabilen hastalık hayati tehlikeye yol açabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi’nden Doç. Dr. Mehmet Buğrahan Düz, Gaucher hastalığının nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.Gaucher hastalığı metabolik ve genetik bir hastalıktır. Anne ve babanın genetik taşıyıcı olması durumunda çocuklarında ortaya çıkar. Dalak ve karaciğer gibi bazı organlarda lipit adı verilen yağlı maddelerin birikmesine neden olan Gaucher hastalığının kesin bir tedavisi bulunmuyor ancak uygulanan bazı yöntemlerle semptomlar kontrol altına alınabiliyor. Organların çok büyümesi ve iyi çalışmaması gibi çeşitli durumlara neden olabilen hastalık hayati tehlikeye yol açabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi’nden Doç. Dr. Mehmet Buğrahan Düz, Gaucher hastalığının nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.
Gaucher hastalığı nedir?Gaucher hastalığı, en yaygın görülen lizozomal depo hastalığı olup oldukça nadir olarak görülür. Lipitleri parçalayan enzimlerin üretilmesinden sorumlu olan GBA genindeki mutasyonlar bu durumun ortaya çıkmasına neden olur. Bunun sonucunda beta glukoserobrozidaz enzimi az üretilir veya hiç üretilemez. Vücutta bulunan lipitler parçalanamadığı zaman biriken yağ dolu Gaucher hücreleri, dalak ve karaciğer gibi hayati öneme sahip organlarda birikerek çeşitli sistemik rahatsızlıklara neden olabilir. Dalak ve karaciğer fazla büyüyerek normal çalışmasını aksatabilir ya da durdurabilir. Gaucher hastalığı akciğer, beyin, gözler ve kemik iliğini de etkileyebilir.Gaucher hastalığının çeşitleri nelerdir?Gaucher hastalığının 3 tipi bulunmaktadır;Tip 1: Gaucher hastalığının en yaygın türüdür ve belirtileri her yaşta ortaya çıkabilir. Gaucher Tip 1 hastalarının kanında yeterli miktarda trombosit bulunmaz. Bu durum hastalarda kolay morarma ve yorgunluğa neden olabilir. Hastalık büyümüş bir karaciğer veya dalağa neden olabilir. Ayrıca hastalarda böbrek, akciğer veya iskelet problemleri de görülebilir.Tip 2: Gaucher hastalığın ölümcül olan bu formu genellikle bebeklik döneminde ortaya çıkar. Bebekleri 3- 6 aylıkken klinik bulgular ortaya çıkmaya başlayıp hastaların çoğu 2 yaşına kadar yaşayabilir.Tip 3: Gaucher hastalığının Tip 3 formu iskelet sorunlarına, göz hareket bozukluklarına, kan bozuklukları, solunum sorunları ve karaciğer ve dalak büyümesine neden olur.Gaucher hastalığının sebepleri nedir?GBA geninde sadece bir mutasyon olan ebeveynler herhangi bir hastalık belirtisi göstermezler ve hastalığın taşıyıcısı olarak kabul edilir. Her iki ebeveynden de mutasyonlu GBA geni çocuğa aktarıldığında çocukta fonksiyonel olarak çalışabilen GBA geni bulunmaz ve belirtiler ortaya çıkar.Gaucher hastalığının belirtileri nelerdir?Gaucher hastalarının belirtileri, alt tipleri ve tutulum derecesi değişkenlik gösterebilir. Hastalığın belirtileri hastalarda genellikle çocukluk döneminde başlar. Gaucher hastalığının belirtileri şunlardır; Büyümüş dalak Büyümüş karaciğer Göz hareket bozuklukları Gözlerdeki sarı noktalar Yeterince sağlıklı kırmızı kan hücresine sahip olmamak (anemi) Aşırı yorgunluk Morarma Akciğer sorunları NöbetlerGaucher hastalığı nasıl teşhis edilir?Gaucher hastalığı şüphesiyle doktora başvuran hasta detaylı bir şekilde muayene edildikten sonra aile hikayesi alınır. Gaucher hastalığı belirtileri gösteren kişilere çeşitli kan testleri (enzim seviyesinin ölçümü, genetik testler) yapılır. Hastalığın farklı semptomları olduğu için doğru teşhis açısından kapsamlı bir değerlendirme yapılmalıdır.Gaucher hastalığı nasıl tedavi edilir?Gaucher hastalığının bilinen kesin bir tedavisi bulunmamaktadır. Ancak Gaucher hastalığı teşhisi konulan hastaya uygulanan bazı tedaviler ile hastalığın semptomları kontrol altına alınabilmektedir. Hastalara Gaucher hastalığının formuna göre şu tedaviler uygulanabilmektedir; Gaucher hastalığının Tip 1 ve Tip 3 için etkili olan enzim replasman tedavisi yapılır. Hastalığı kontrol altında tutmak için düzenli takip ve kemik yoğunluğu taraması yapılması gerekir. Hastalığın ileri aşamalarında kemik iliği nakli, büyüyen dalağın tamamı veya bir kısmının çıkarılması ameliyat ile çıkarılması veya kan nakilleri yapılabilir.Gaucher Hastalığını Hakkında Sık Sorulan SorularGaucher hastalığı genetik bir hastalık mıdır?Gaucher hastalığı, ebeveynlerden çocuklarına aktarılan kalıtsal bir hastalıktır.Gaucher hastalığında hangi enzim eksiktir?Gaucher hastalığında, beta glukoserobrozidaz enzim eksikliği söz konusudur.Gaucher hastalığı ölümcül bir hastalık mıdır?Gaucher hastalığının Tip 2 formu ölümcüldür. Bebeklik döneminde ortaya çıkar ve teşhis konulan çocukların çoğu iki yaşına kadar yaşayabilir. Gaucher hastalığının tedavisi var mı?Gaucher hastalığının bilinen bir tedavisi bulunmamaktadır. Ancak hastaya uygulanan bazı tedavilerle semptomlar kontrol altına alınabilir.Gaucher hastalığını önlemek için ne yapabilirim?Ailesinde Gaucher hastalığı hikayesi olan kişilerin mutlaka bir genetik danışmanla iletişim kurması gerekir. Genetik danışmanınız hastalığa yakalanma riskiniz hakkında size bilgi verebilir. Böylece hastalık hakkında bilgi sahibi olarak hastalığı çocuklarınıza geçirmemek için gerekli önlemleri alabilirsiniz.Gaucher hastalığı erken teşhis edilebilir mi?Gaucher hastalığı genetik bir hastalıktır. Bu nedenle kişiye Gaucher hastalığı tanısı konulduğunda kardeş ve çocukların test yaptırması önerilir. Bu testler ile birlikte hastalığın erken teşhis edilmesi tedavide önemli avantajlar sağlar.Gaucher hastası doktora ne zaman gitmeli?Gaucher hastalığı teşhisi konulan hastaları şu belirtileri yaşıyorsa mutlaka hekimine başvurması gerekir; Baş dönmesi Bayılma Nöbetler Nefes almada zorluk Hareketlilik kaybı Anormal kemik kırıkları veya kemik ağrısıGaucher hastalığına hangi bölüm bakar?Gaucher hastalığı ile ilgili belirtiler varsa kişi çocuk metabolizma uzmanına başvurabilir. Genetik bölümünden genetik danışmanlık alınmalıdır. Hastalığın teşhis edilmesi durumunda ilgili bölümlerle multidisipliner bir tedavi yürütülebilir.
Gaucher hastalığı nedir?Gaucher hastalığı, en yaygın görülen lizozomal depo hastalığı olup oldukça nadir olarak görülür. Lipitleri parçalayan enzimlerin üretilmesinden sorumlu olan GBA genindeki mutasyonlar bu durumun ortaya çıkmasına neden olur. Bunun sonucunda beta glukoserobrozidaz enzimi az üretilir veya hiç üretilemez. Vücutta bulunan lipitler parçalanamadığı zaman biriken yağ dolu Gaucher hücreleri, dalak ve karaciğer gibi hayati öneme sahip organlarda birikerek çeşitli sistemik rahatsızlıklara neden olabilir. Dalak ve karaciğer fazla büyüyerek normal çalışmasını aksatabilir ya da durdurabilir. Gaucher hastalığı akciğer, beyin, gözler ve kemik iliğini de etkileyebilir.Gaucher hastalığının çeşitleri nelerdir?Gaucher hastalığının 3 tipi bulunmaktadır;Tip 1: Gaucher hastalığının en yaygın türüdür ve belirtileri her yaşta ortaya çıkabilir. Gaucher Tip 1 hastalarının kanında yeterli miktarda trombosit bulunmaz. Bu durum hastalarda kolay morarma ve yorgunluğa neden olabilir. Hastalık büyümüş bir karaciğer veya dalağa neden olabilir. Ayrıca hastalarda böbrek, akciğer veya iskelet problemleri de görülebilir.Tip 2: Gaucher hastalığın ölümcül olan bu formu genellikle bebeklik döneminde ortaya çıkar. Bebekleri 3- 6 aylıkken klinik bulgular ortaya çıkmaya başlayıp hastaların çoğu 2 yaşına kadar yaşayabilir.Tip 3: Gaucher hastalığının Tip 3 formu iskelet sorunlarına, göz hareket bozukluklarına, kan bozuklukları, solunum sorunları ve karaciğer ve dalak büyümesine neden olur.Gaucher hastalığının sebepleri nedir?GBA geninde sadece bir mutasyon olan ebeveynler herhangi bir hastalık belirtisi göstermezler ve hastalığın taşıyıcısı olarak kabul edilir. Her iki ebeveynden de mutasyonlu GBA geni çocuğa aktarıldığında çocukta fonksiyonel olarak çalışabilen GBA geni bulunmaz ve belirtiler ortaya çıkar.Gaucher hastalığının belirtileri nelerdir?Gaucher hastalarının belirtileri, alt tipleri ve tutulum derecesi değişkenlik gösterebilir. Hastalığın belirtileri hastalarda genellikle çocukluk döneminde başlar. Gaucher hastalığının belirtileri şunlardır;Gaucher hastalığı nasıl teşhis edilir?Gaucher hastalığı şüphesiyle doktora başvuran hasta detaylı bir şekilde muayene edildikten sonra aile hikayesi alınır. Gaucher hastalığı belirtileri gösteren kişilere çeşitli kan testleri (enzim seviyesinin ölçümü, genetik testler) yapılır. Hastalığın farklı semptomları olduğu için doğru teşhis açısından kapsamlı bir değerlendirme yapılmalıdır.Gaucher hastalığı nasıl tedavi edilir?Gaucher hastalığının bilinen kesin bir tedavisi bulunmamaktadır. Ancak Gaucher hastalığı teşhisi konulan hastaya uygulanan bazı tedaviler ile hastalığın semptomları kontrol altına alınabilmektedir. Hastalara Gaucher hastalığının formuna göre şu tedaviler uygulanabilmektedir; Gaucher hastalığının Tip 1 ve Tip 3 için etkili olan enzim replasman tedavisi yapılır. Hastalığı kontrol altında tutmak için düzenli takip ve kemik yoğunluğu taraması yapılması gerekir. Hastalığın ileri aşamalarında kemik iliği nakli, büyüyen dalağın tamamı veya bir kısmının çıkarılması ameliyat ile çıkarılması veya kan nakilleri yapılabilir.Gaucher Hastalığını Hakkında Sık Sorulan SorularGaucher hastalığı genetik bir hastalık mıdır?Gaucher hastalığı, ebeveynlerden çocuklarına aktarılan kalıtsal bir hastalıktır.Gaucher hastalığında hangi enzim eksiktir?Gaucher hastalığında, beta glukoserobrozidaz enzim eksikliği söz konusudur.Gaucher hastalığı ölümcül bir hastalık mıdır?Gaucher hastalığının Tip 2 formu ölümcüldür. Bebeklik döneminde ortaya çıkar ve teşhis konulan çocukların çoğu iki yaşına kadar yaşayabilir. Gaucher hastalığının tedavisi var mı?Gaucher hastalığının bilinen bir tedavisi bulunmamaktadır. Ancak hastaya uygulanan bazı tedavilerle semptomlar kontrol altına alınabilir.Gaucher hastalığını önlemek için ne yapabilirim?Ailesinde Gaucher hastalığı hikayesi olan kişilerin mutlaka bir genetik danışmanla iletişim kurması gerekir. Genetik danışmanınız hastalığa yakalanma riskiniz hakkında size bilgi verebilir. Böylece hastalık hakkında bilgi sahibi olarak hastalığı çocuklarınıza geçirmemek için gerekli önlemleri alabilirsiniz.Gaucher hastalığı erken teşhis edilebilir mi?Gaucher hastalığı genetik bir hastalıktır. Bu nedenle kişiye Gaucher hastalığı tanısı konulduğunda kardeş ve çocukların test yaptırması önerilir. Bu testler ile birlikte hastalığın erken teşhis edilmesi tedavide önemli avantajlar sağlar.Gaucher hastası doktora ne zaman gitmeli?Gaucher hastalığı teşhisi konulan hastaları şu belirtileri yaşıyorsa mutlaka hekimine başvurması gerekir;Gaucher hastalığına hangi bölüm bakar? | 3,981 |
337 | Hastalıklar | Gelişimsel Kalça Çıkığı | Bebeklerin kalça ekleminin oluşması ile ilgili bir sorun olan gelişimsel kalça displazisi yani gelişimsel kalça çıkığının her bebekte görülme ihtimali buluyor. Ancak kız cinsiyete sahip olmak, aile öyküsü bulunması veya makat geliş gibi nedenler bebeklerde kalça çıkığı riskini artırıyor. Ağrıya neden olmayan, bu sebeple tespiti gecikebilen kalça çıkığının tanısı uzman hekim muayenesi ile birlikte ultrason ve röntgen görüntüleme yöntemleri ile konulabiliyor. Kalça çıkığında tedavi bebek veya çocuğun yaşına göre belirleniyor. Tedaviye geç kalınması ise kişilerin hayatlarının ileri dönemlerinde ciddi sorun ve ağrı yaşamalarına neden oluyor. Memorial Ankara Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü Uzmanları, gelişimsel kalça çıkığı ile ilgili bilgi verdi.Bebeklerin kalça ekleminin oluşması ile ilgili bir sorun olan gelişimsel kalça displazisi yani gelişimsel kalça çıkığının her bebekte görülme ihtimali buluyor. Ancak kız cinsiyete sahip olmak, aile öyküsü bulunması veya makat geliş gibi nedenler bebeklerde kalça çıkığı riskini artırıyor. Ağrıya neden olmayan, bu sebeple tespiti gecikebilen kalça çıkığının tanısı uzman hekim muayenesi ile birlikte ultrason ve röntgen görüntüleme yöntemleri ile konulabiliyor. Kalça çıkığında tedavi bebek veya çocuğun yaşına göre belirleniyor. Tedaviye geç kalınması ise kişilerin hayatlarının ileri dönemlerinde ciddi sorun ve ağrı yaşamalarına neden oluyor. Memorial Ankara Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü Uzmanları, gelişimsel kalça çıkığı ile ilgili bilgi verdi.
Bebeklerde kalça çıkığı nedir?Gelişimsel kalça displazisi de denilen bebeklerde doğuştan kalça çıkığı, bir bebeğin kalça soketinin (asetabulum) uyluk kemiğinin (femur başı) başını düzgün şekilde kapatamayacak kadar sığ olması durumunda ortaya çıkar. Bebeğin uyluk kemiğinin başındaki top, pelviste yuvarlak şeklindeki bir yuvada bağlar ve kaslar tarafından tutulur. Doğuştan kalça çıkığında femur başı doğru yerde bulunmaz ve bu durum bebeğin kalçasının doğru gelişmemesine neden olur. Bebekler büyüdükçe gelişimsel sorunlar daha da kötüleşir. Kalça displazisi, bebek ve çocuklarda eğer önceden gerekli tetkikler yaptırılmamışsa yürümeyi öğrendikleri sırada fark edilir. Kalça çıkığının sebepleri nelerdir?Doğuştan kalça çıkığının nedeni net olarak bilinmemektedir. Kalça displazisinin doğum sırasında geliştiği yaygın olarak kabul gören bir düşünce olmaktadır. Ancak bu duruma neden olabilecek etkenler arasında bebeğin anne karnındayken amniyotik sıvısının az olması, doğumda makat geliş, aile öyküsü, cinsiyet ve bacakların sıkı şekilde kundaklanması sayılabilir. Aile öyküsü olması, bebekte kalça çıkığı riskini 12, kız cinsiyet olması ise 2-4 kat artırmaktadır.Kalça çıkığının belirtileri nelerdir?Doğuştan kalça çıkığı bebeklerde ağrıya neden olmamakta ve erken dönemde fark edilmesi zor olabilmektedir. Bu sebeple uzman hekimler, sağlıklı çocuk muayeneleri sırasında tüm yeni doğanların ve bebeklerin kalçalarını gelişimsel kalça çıkığı belirtileri aramak için kontrol eder. Doğuştan kalça çıkığının belirtileri arasında bacakların dışa doğru dönmesi uzunluklarının farklı olması, bebeğin kalçasında işitilen veya hissedilen tıklama veya patlama sesi çıkması, sınırlı hareket etmesi, uylukta düzensiz cilt kıvrımları oluşması, yürürken aksama yaşaması, parmak ucunda veya paytak yürümesi yer alır. Gelişimsel kalça çıkığının erken dönemde fark edilmesi ve buna yönelik tedavinin erken dönemde gerçekleştirilmesi bebeğin kalçalarının normal şekilde gelişmesi için bir şanstır.Kalça çıkığı kimlerde görülür? Doğuştan kalça çıkığı herhangi bir bebekte görülebilir. Ancak risk faktörleri kalça doğuştan kalça çıkığının kimlerde görülebileceği sonuçlarını etkiler. Kalça çıkığı en çok kız çocuklarında, ilk doğan çocuklarda, makat gelen bebeklerde ve aile öyküsü olanlarda daha sık izlenir. Doğuştan olmayan ama sonradan gelişen bebeklerde de yanlış kundaklanma sonucu kalça çıkığı gelişebilir.Kalça çıkığının tanısı nasıl konulur?Gelişimsel kalça çıkığı muayenesi uzman hekim tarafından doğumdan sonraki ilk bir boyunca gerçekleştirilmektedir. Uzman hekimin yaptığı fiziksel muayenede bebeğin kalça ve bacaklarına hafif manevra yaptırarak, özellikle 3 aydan küçük bebeklerde Ortolani testi ve Barlow testi uygulayarak durumu inceler. Fiziksel muayenenin yanı sıra görüntüleme yöntemleri de konulan bir gelişimsel kalça çıkığı teşhisini -doğrulayabilmektedir. Bu görüntüleme yöntemleri ise şöyle sıralanabilir.Ultrason: Ultrason görüntüleme yöntemi özellikle 6 aylıktan küçük bebeklerde kullanılır. Çünkü bebeklerin kalça ekleminin çoğu yumuşak kıkırdak şeklindedir ve bu kıkırdak dokular ultrasonda en iyi şekilde görülmektedir.Röntgen: Röntgen görüntüleme yöntemi 4-6 aylıktan büyük olan bebeklerde kullanılır ve en iyi sonucu sağlar. Özellikle 6 aylıktan büyük bebeklerde kıkırdak olan dokular kemikleşerek röntgende görülebilecek kadar gelişme gösterir.Kalça çıkığının tedavisi nasıl uygulanır?Gelişimsel kalça çıkığı tedavisinin amacı; eklemin normal bir şekilde büyüyebilmesini sağlamak için femur başının, pelviste yuvarlak şeklindeki yuvaya sokulması ve orada tutulmasıdır. Kalça çıkığında tedavi bebek veya çocuğun yaşına göre belirlenir. Tedavi seçenekleri şu şekildedir:Destek: Özellikle 6 aylıktan küçük bebekler için uygulanan bir tedavi yöntemidir. Bu bebeklere çoğunlukla Pavlik emniyet kemeri takılır. Pavlik emniyet kemerinin ayak koşumlarına bağlanan bir omuz askısı bulunmaktadır. Koşum bebeğin bacaklarını kurbağa benzeri bir pozisyona getirip o pozisyonda sabitler. Böylece kalçayı kaçırarak bebeğin bacaklarının kalça ekleminin topunu yuvaya yönlendirecek bir konuma getirmesi sağlanır. Bu tedavi hastalık durumuna ve derecesine göre 6-12 hafta boyunca devam edebilir. Bu süreçte her 1-3 hafta aralıklarla bebeğe kalça ultrasonu çekilerek gelişmeler takip edilir. Kapalı redüksiyon (Kapalı ameliyat): Nadiren, Palvik emniyet kemeri başarısız olabilir ve femur başının yuvada tutulmasını sağlayamayabilir. Bu durumda özellikle 6 aylıktan büyük bebeklerde ve çocuklarda kapalı redüksiyon denilen tedavi yöntemi uygulanır. Bu yöntemde hasta bebek, işlem boyunca ağrı hissetmemesi için genel anestezi ile uyutulur. Sonrasında ilgili cerrah, eklem içine kontrast boya enjekte ederek kıkırdağın görülmesini sağlar ve uyluk kemiğini hareket ettirerek femur başının yuvasına dönmesini sağlar. İşlem sonrasında yapılan işlemin sabit tutulabilmesi için bebeğe 2-4 ay süresince kalça alçısı takılır.Açık redüksiyon (Açık ameliyat): Önceki her iki yöntemin başarısız olduğu durumlarda ve çocuğun 18 aydan büyük olması durumunda açık ameliyat uygulanabilir. Genel anestezi ile uyutulan hastaya cerrahi kesi açılarak kalçası yeniden konumlandırılır ve femur başı tekrar yuvasına yerleştirilir. Kesinin kapatılmasının ardından kalça ve bacaklar en az 12 hafta süresince alçıda kalır. 18 aylıktan daha büyük olan ve bu tedavilere iyi yanıt vermeyen hastalar için bazen Cerrahlar femoral veya pelvik osteotomiler de gerçekleştirebilir. Bu operasyonda çok sığ olan bir kalça çukurunun derinleştirilmesi için pelvik kemik üzerinde işlemler yapılır.Kalça Çıkığı İle İlgili Sık Sorulan Sorular Doğuştan kalça çıkığının risk faktörleri nelerdir?Gelişimsel kalça çıkığı kızlarda erkeklerden 2-4 kat daha fazla olmaktadır. Bununla birlikte kalça displazisi ailesel geçiş eğilimi gösterir. Bununla birlikte, ilk doğan çocuklar, doğumda bebeğin makat pozisyonunda gelmesi ve bebeğin kalça ile dizlerinin düz ve sıkı olacak şekilde kundaklanması risk faktörleri arasında yer almaktadır. Kalça displazisi olan bazı insanlar sadece bir kalçada etkilenirken, diğerlerinde her iki kalçada bulunabilir.Kalça çıkığı kendiliğinden geçer mi?Gelişimsel kalça çıkığı kendiliğinden ve hiçbir tedavi uygulanmadan iyileşmez. Kalça çıkığının erken dönemde tespit edilip tedavisinin uygulanması önem taşır.Kalça çıkığı tedavi edilmezse ne olur?Tedavi edilmeyen kalça displazisi, hastaların ileri hayatlarında kalça ekleminin yuva kısmını çevreleyen yumuşak kıkırdağa zarar verebilir. Bununla birlikte kişilerde osteoartrit geliştirme olasılığını yükseltir. Erken çocukluk döneminde başarılı bir şekilde tedavi edilmeyen doğumsal kalça çıkığı, erken artrit ve daha sonraki yaşamda total kalça protezi ameliyatı gerektirebilecek şiddetli ağrılara neden olabilir.Kalça çıkığı röntgende belli olur mu?Gelişimsel kalça çıkığının röntgen ile tespit edilmesi özellikle 6 aylık üzerindeki bebeklerde sağlıklı sonuçlar vermektedir.Kalça çıkığı olan bebek ağlar mı?Kalça çıkığı genellikle ağrıya neden olmaz. Bu nedenle kalça çıkığı olan bebekler bu sebeple genellikle ağlamaz.Kalça çıkığı kaçıncı aya kadar tespit edilir?Kanguru kalça çıkığı yapar mı?Kalça çıkığı oluşmaması için neler yapılmalıdır?Gelişimsel kalça çıkığı önlenemez bir durumdur. Ebeveynlerin çocuklarını düzenli doktor kontrolüne götürmeleri, böyle bir durum söz konusu olduğunda da erken tanı alınıp, erken tedaviye başlanması çocuğun gelişimi için gereklidir.Kalça gevşekliği nedir?Bebeklerin çoğu hareket ettirildiğinde gevşek hissedilen kalçalara sahiptir. Bu duruma neonatal kalça gevşekliği denilmektedir. Bunun sebebi bağ dokularının esnek olmasıdır. Bu gevşeklik bebekler 4-6 haftalık olduğunda kendiliğinden düzelir. Bu durum gelişimsel kalça çıkığı olarak tanımlanmaz. Bu durumun devam edip etmediğinin belirlenmesi için düzenli doktor takibi önem taşır.
Bebeklerde kalça çıkığı nedir?Gelişimsel kalça displazisi de denilen bebeklerde doğuştan kalça çıkığı, bir bebeğin kalça soketinin (asetabulum) uyluk kemiğinin (femur başı) başını düzgün şekilde kapatamayacak kadar sığ olması durumunda ortaya çıkar. Bebeğin uyluk kemiğinin başındaki top, pelviste yuvarlak şeklindeki bir yuvada bağlar ve kaslar tarafından tutulur. Doğuştan kalça çıkığında femur başı doğru yerde bulunmaz ve bu durum bebeğin kalçasının doğru gelişmemesine neden olur. Bebekler büyüdükçe gelişimsel sorunlar daha da kötüleşir. Kalça displazisi, bebek ve çocuklarda eğer önceden gerekli tetkikler yaptırılmamışsa yürümeyi öğrendikleri sırada fark edilir. Kalça çıkığının sebepleri nelerdir?Doğuştan kalça çıkığının nedeni net olarak bilinmemektedir. Kalça displazisinin doğum sırasında geliştiği yaygın olarak kabul gören bir düşünce olmaktadır. Ancak bu duruma neden olabilecek etkenler arasında bebeğin anne karnındayken amniyotik sıvısının az olması, doğumda makat geliş, aile öyküsü, cinsiyet ve bacakların sıkı şekilde kundaklanması sayılabilir. Aile öyküsü olması, bebekte kalça çıkığı riskini 12, kız cinsiyet olması ise 2-4 kat artırmaktadır.Kalça çıkığının belirtileri nelerdir?Doğuştan kalça çıkığı bebeklerde ağrıya neden olmamakta ve erken dönemde fark edilmesi zor olabilmektedir. Bu sebeple uzman hekimler, sağlıklı çocuk muayeneleri sırasında tüm yeni doğanların ve bebeklerin kalçalarını gelişimsel kalça çıkığı belirtileri aramak için kontrol eder. Doğuştan kalça çıkığının belirtileri arasında bacakların dışa doğru dönmesi uzunluklarının farklı olması, bebeğin kalçasında işitilen veya hissedilen tıklama veya patlama sesi çıkması, sınırlı hareket etmesi, uylukta düzensiz cilt kıvrımları oluşması, yürürken aksama yaşaması, parmak ucunda veya paytak yürümesi yer alır. Gelişimsel kalça çıkığının erken dönemde fark edilmesi ve buna yönelik tedavinin erken dönemde gerçekleştirilmesi bebeğin kalçalarının normal şekilde gelişmesi için bir şanstır.Kalça çıkığı kimlerde görülür? Doğuştan kalça çıkığı herhangi bir bebekte görülebilir. Ancak risk faktörleri kalça doğuştan kalça çıkığının kimlerde görülebileceği sonuçlarını etkiler. Kalça çıkığı en çok kız çocuklarında, ilk doğan çocuklarda, makat gelen bebeklerde ve aile öyküsü olanlarda daha sık izlenir. Doğuştan olmayan ama sonradan gelişen bebeklerde de yanlış kundaklanma sonucu kalça çıkığı gelişebilir.Kalça çıkığının tanısı nasıl konulur?Gelişimsel kalça çıkığı muayenesi uzman hekim tarafından doğumdan sonraki ilk bir boyunca gerçekleştirilmektedir. Uzman hekimin yaptığı fiziksel muayenede bebeğin kalça ve bacaklarına hafif manevra yaptırarak, özellikle 3 aydan küçük bebeklerde Ortolani testi ve Barlow testi uygulayarak durumu inceler. Fiziksel muayenenin yanı sıra görüntüleme yöntemleri de konulan bir gelişimsel kalça çıkığı teşhisini -doğrulayabilmektedir. Bu görüntüleme yöntemleri ise şöyle sıralanabilir.Ultrason: Ultrason görüntüleme yöntemi özellikle 6 aylıktan küçük bebeklerde kullanılır. Çünkü bebeklerin kalça ekleminin çoğu yumuşak kıkırdak şeklindedir ve bu kıkırdak dokular ultrasonda en iyi şekilde görülmektedir.Röntgen: Röntgen görüntüleme yöntemi 4-6 aylıktan büyük olan bebeklerde kullanılır ve en iyi sonucu sağlar. Özellikle 6 aylıktan büyük bebeklerde kıkırdak olan dokular kemikleşerek röntgende görülebilecek kadar gelişme gösterir.Kalça çıkığının tedavisi nasıl uygulanır?Gelişimsel kalça çıkığı tedavisinin amacı; eklemin normal bir şekilde büyüyebilmesini sağlamak için femur başının, pelviste yuvarlak şeklindeki yuvaya sokulması ve orada tutulmasıdır. Kalça çıkığında tedavi bebek veya çocuğun yaşına göre belirlenir. Tedavi seçenekleri şu şekildedir:Destek: Özellikle 6 aylıktan küçük bebekler için uygulanan bir tedavi yöntemidir. Bu bebeklere çoğunlukla Pavlik emniyet kemeri takılır. Pavlik emniyet kemerinin ayak koşumlarına bağlanan bir omuz askısı bulunmaktadır. Koşum bebeğin bacaklarını kurbağa benzeri bir pozisyona getirip o pozisyonda sabitler. Böylece kalçayı kaçırarak bebeğin bacaklarının kalça ekleminin topunu yuvaya yönlendirecek bir konuma getirmesi sağlanır. Bu tedavi hastalık durumuna ve derecesine göre 6-12 hafta boyunca devam edebilir. Bu süreçte her 1-3 hafta aralıklarla bebeğe kalça ultrasonu çekilerek gelişmeler takip edilir. Kapalı redüksiyon (Kapalı ameliyat): Nadiren, Palvik emniyet kemeri başarısız olabilir ve femur başının yuvada tutulmasını sağlayamayabilir. Bu durumda özellikle 6 aylıktan büyük bebeklerde ve çocuklarda kapalı redüksiyon denilen tedavi yöntemi uygulanır. Bu yöntemde hasta bebek, işlem boyunca ağrı hissetmemesi için genel anestezi ile uyutulur. Sonrasında ilgili cerrah, eklem içine kontrast boya enjekte ederek kıkırdağın görülmesini sağlar ve uyluk kemiğini hareket ettirerek femur başının yuvasına dönmesini sağlar. İşlem sonrasında yapılan işlemin sabit tutulabilmesi için bebeğe 2-4 ay süresince kalça alçısı takılır.Açık redüksiyon (Açık ameliyat): Önceki her iki yöntemin başarısız olduğu durumlarda ve çocuğun 18 aydan büyük olması durumunda açık ameliyat uygulanabilir. Genel anestezi ile uyutulan hastaya cerrahi kesi açılarak kalçası yeniden konumlandırılır ve femur başı tekrar yuvasına yerleştirilir. Kesinin kapatılmasının ardından kalça ve bacaklar en az 12 hafta süresince alçıda kalır. 18 aylıktan daha büyük olan ve bu tedavilere iyi yanıt vermeyen hastalar için bazen Cerrahlar femoral veya pelvik osteotomiler de gerçekleştirebilir. Bu operasyonda çok sığ olan bir kalça çukurunun derinleştirilmesi için pelvik kemik üzerinde işlemler yapılır.Kalça Çıkığı İle İlgili Sık Sorulan Sorular Doğuştan kalça çıkığının risk faktörleri nelerdir?Gelişimsel kalça çıkığı kızlarda erkeklerden 2-4 kat daha fazla olmaktadır. Bununla birlikte kalça displazisi ailesel geçiş eğilimi gösterir. Bununla birlikte, ilk doğan çocuklar, doğumda bebeğin makat pozisyonunda gelmesi ve bebeğin kalça ile dizlerinin düz ve sıkı olacak şekilde kundaklanması risk faktörleri arasında yer almaktadır. Kalça displazisi olan bazı insanlar sadece bir kalçada etkilenirken, diğerlerinde her iki kalçada bulunabilir.Kalça çıkığı kendiliğinden geçer mi?Gelişimsel kalça çıkığı kendiliğinden ve hiçbir tedavi uygulanmadan iyileşmez. Kalça çıkığının erken dönemde tespit edilip tedavisinin uygulanması önem taşır.Kalça çıkığı tedavi edilmezse ne olur?Tedavi edilmeyen kalça displazisi, hastaların ileri hayatlarında kalça ekleminin yuva kısmını çevreleyen yumuşak kıkırdağa zarar verebilir. Bununla birlikte kişilerde osteoartrit geliştirme olasılığını yükseltir. Erken çocukluk döneminde başarılı bir şekilde tedavi edilmeyen doğumsal kalça çıkığı, erken artrit ve daha sonraki yaşamda total kalça protezi ameliyatı gerektirebilecek şiddetli ağrılara neden olabilir.Kalça çıkığı röntgende belli olur mu?Gelişimsel kalça çıkığının röntgen ile tespit edilmesi özellikle 6 aylık üzerindeki bebeklerde sağlıklı sonuçlar vermektedir.Kalça çıkığı olan bebek ağlar mı?Kalça çıkığı genellikle ağrıya neden olmaz. Bu nedenle kalça çıkığı olan bebekler bu sebeple genellikle ağlamaz.Kalça çıkığı kaçıncı aya kadar tespit edilir?Kanguru kalça çıkığı yapar mı?Kalça çıkığı oluşmaması için neler yapılmalıdır?Gelişimsel kalça çıkığı önlenemez bir durumdur. Ebeveynlerin çocuklarını düzenli doktor kontrolüne götürmeleri, böyle bir durum söz konusu olduğunda da erken tanı alınıp, erken tedaviye başlanması çocuğun gelişimi için gereklidir.Kalça gevşekliği nedir?Bebeklerin çoğu hareket ettirildiğinde gevşek hissedilen kalçalara sahiptir. Bu duruma neonatal kalça gevşekliği denilmektedir. Bunun sebebi bağ dokularının esnek olmasıdır. Bu gevşeklik bebekler 4-6 haftalık olduğunda kendiliğinden düzelir. Bu durum gelişimsel kalça çıkığı olarak tanımlanmaz. Bu durumun devam edip etmediğinin belirlenmesi için düzenli doktor takibi önem taşır. | 6,646 |
338 | Hastalıklar | Gergin Omurilik Sendromu | Gergin omurilik sendromu, omuriliğin omurga içindeki hareketini sınırlayan ve anormal gerilmeler sonucu kan akışının bozulmasıyla ortaya çıkan nörolojik bir rahatsızlıktır. En yaygın belirtisi kişinin her hareketinde rahatsızlık hissetmesidir. Doğumda meydana gelen deforme, omuriliğin bölünmesi ve omurga travması geçmişi gibi faktörlerin neden olduğu gergin omurilik sendromu, kişide hareket kısıtlılığı ve bel ağrıları meydana getirir.Gergin omurilik sendromu, omuriliğin omurga içindeki hareketini sınırlayan ve anormal gerilmeler sonucu kan akışının bozulmasıyla ortaya çıkan nörolojik bir rahatsızlıktır. En yaygın belirtisi kişinin her hareketinde rahatsızlık hissetmesidir. Doğumda meydana gelen deforme, omuriliğin bölünmesi ve omurga travması geçmişi gibi faktörlerin neden olduğu gergin omurilik sendromu, kişide hareket kısıtlılığı ve bel ağrıları meydana getirir.
Gergin Omurilik Sendromu (Tethered Kord Sendromu) Nedir?Tethered Kord Sendromu olarak da adlandırılan gergin omurilik sendromu, omuriliğin olması gerekenden daha fazla uzayarak anormal şekilde gerilmesi sonucu bele, sinirlere ve çeşitli organlara baskı yapan sinir sistemi bozukluğudur.Oluşan gerginlik ve normalden fazla büyüyen omurilik çeşitli rahatsızlıklara yol açabilir. Gergin omurilik sendromu, kişide hareket kısıtlılığı ve özellikle bel ağrısı gibi semptomlar meydana getirir. Tedavi edilmediği takdirde zamanla daha da kötüleşme ihtimali olan gergin omurilik sendromu belirtileri meydana geldiğinde doktora başvurmak gerekir.Gergin Omurilik Sendromu Neden Olur?Gergin omurilik sendromu oluşmasının nedeni, omuriliğin anne karnındayken omurgaya ya da filum terminale isimli bağ dokuya yapışık olmasıdır. Hayat boyunca yaşanan hastalıklar, geçirilen operasyonlar, sakatlanmalar ve yaralanmalar zamanla vücutta fonksiyon bozukluklarına yol açar. Gerilen omurilik içindeki sinir hücrelerine kan akışı sağlıklı şekilde ilerlemez ve gergin omurilik sendromu meydana gelir.Bu sendrom, doğum dışında farklı nedenlerle de meydana gelebilir. Meningosel, lipomeningomiyelosel, meningomiyelosel ameliyatları da gergin omurilik sendromuna yol açabilir. Operasyon sonrası omurilik gerginliği, oluşan yapışıklık nedeniyle omuriliğin, omurilik kanalında rahatlıkla hareket edememesinden kaynaklanır. Omurgada meydana gelen büyümenin omuriliğin uzamasına ve gerilmesine yol açması, sinir hasarına ve ağrıya sebep olur. Diğer yandan gergin omurilik sendromu, iki farklı şekilde ortaya çıkar. Primer ve sekonder olmak üzere iki türü bulunan gergin omurilik sendromu, yaşlılarda genellikle sekonder olarak kendini gösteren gergin omurilik sendromu, gençlerde ise primer sendrom olarak bilinir.Gerginleşen omurilikle birlikte kan akışının bozulması olarak da ifade edilen gergin omurilik sendromunde yeterli kan akışı sağlanmayan hücrelerde oksijen eksikliği meydana gelir.Gergin Omurilik Sendromu (Tethered Kord Sendromu) Belirtileri Nelerdir?Gergin omurilik sendromu genellikle bel ağrısı, kalça ağrısı, kasık ağrısı ve öne doğru eğilme hareketlerinde meydana gelen rahatsız edici ağrı gibi semptomlar gösterir.Gergin omurilik sendromu, özellikle bebeklerde şu belirtileri gösterir: Belde kıllanma Belde gamze oluşması Bel bölgesindeki deride renk değişimiGergin omurilik sendromu’nun genel olarak semptomları şu şekildedir: Bel ağrısı Kalça, kasık ve bacaklarda ağrı Bacaklarda kas zayıflığı, uyuşma ve his kaybı Öne doğru eğilme hareketleri sırasında ağrı Yürüme problemleri Skolyoz (omurga eğriliği) İdrar kaçırma Bağırsak problemleri Ayak ve bacaklarda şekil bozuklukları Renksiz cilt lekeleri ve hemanjiomlarSendrom fark edildiği anda en uygun tedavi şekli seçilerek en kısa sürede uygulanmalıdır. Özellikle bebeklerde görülen gergin omurilik sendromu, hemen tedavi edilmelidir. Çünkü yanlış büyüyen omurilik, organlarda geri dönüşü olmayan hasarlara yol açabilir.Gergin Omurilik Sendromu Nasıl Teşhis Edilir?Gergin omurilik sendromu, genellikle manyetik rezonans görüntüleme (MRG) yöntemiyle teşhis edilir. EMG de hastalığın teşhisinde kullanılan bir diğer yöntemdir. Bunların yanında hem bağırsakların hem de idrar kesesinin durumunu analiz etmek adına kullanılan ultrosonografik yöntemler de bulunur. Hissettiğiniz ağrının boyutuna ve vücutta etkilenen bölgelere göre farklı görüntüleme teknikleri kullanılabilir.Gergin Omurilik Sendromu Nasıl Tedavi Edilir?Gergin omurilik sendromunun tedavisi, ameliyattır. Çünkü oluşan anomali, vücutta bir uzvun dengesiz şekilde uzamasına neden olur. Bu uzama ve ilerleme durumu, vücutta kendini ağrı olarak gösterir. Oluşan gerginlik, idrar kesesinin işlevini bozabileceği gibi bağırsak sorunlarına ve böbrek yetmezliğine varan sonuçlara yol açabilir. Bu nedenle gergin omurilik sendromundan muzdaripseniz tedavinizi ihmal etmemelisiniz.Gergin omurilik sendromu ameliyatı, mikroskop yardımıyla bel bölgesine ufak bir kesi açılarak gerçekleştirilir. Bu ameliyatla birlikte amaçlanan, spinal korda baskı yapan omurganın dikkatli bir şekilde bu bölgeden ayrılmasıdır. Böylece ağrıya sebep olan baskının ortadan kalkması hedeflenir.Gergin Omurilik Sendromu (Tethered Kord Sendromu) Nasıl Önlenir?Gergin omurilik sendromu’ndan korunmak için uygulanması gereken bazı adımlar mevcuttur. Hamilelik döneminde annenin, bebeğin ve kendi sağlığını koruması için doğru oturma ve yatma pozisyonlarına dikkat etmesi gerekir. Genellikle ilaç kullanmaktan uzak durulmalıdır. Alkolden ve ani hareketler yapmaktan kaçınılmalıdır. Doğru oturuş ve yatış pozisyonları uygulanmalıdır. Masa başında otururken omurga dik olmalıdır. Kafa yere doğru çok fazla eğilmemelidir. Ortopedik yatakta uyunmalıdır. Ağırlık kaldıracaksanız kendinizi aşırı zorlamadan ve yerden dizlerinizden güç alarak kalkmalısınız. Vücudun kol, bacak ve bel gibi kısımlarını aşırı zorlamadan spor yapılmalıdır.Gergin omurilik sendromu oluşumuna sebep olabilecek yanlış yatış pozisyonlarına dikkat etmelisiniz. Farkında bile olmadan omurga ve omuriliğe zarar veriyor olma ihtimaliniz yüksektir. Gün içinde kendinizi stresten uzak tutarak gerilmekten uzaklaşmalı, çok dar ve özellikle bel kısmını sıkan kıyafetlerden uzak durmalısınız. Yaşam Kalitesini Artırmak İçin Öneriler Ameliyat sonrasında doktorunuzun önerdiği egzersizler varsa bunları ihmal etmeden uygulamalısınız. Ağrılarınızı azaltmanın en doğru yollarından biri kilo vermektir. Eğer fazla kilolarınız varsa bele binen ağırlığı azaltmak için doğru beslenme yöntemiyle kilo vermelisiniz. Ameliyat sonrasında tekrarlama riski bulunan gergin omurilik sendromu için düzenli doktor kontrolüne gitmelisiniz.Gergin Omurilik Sendromu Hakkında Sık Sorulan SorularGergin Omurilik Sendromu her yaşta görülür mü?Bebeklik döneminden itibaren gergin omurilik sendromu farklı yaş gruplarında ortaya çıkabilir. Yaşlılarda ortaya çıkan omurilik problemleri daha ağır seyredebilir. Bunun için teşhis edildiği itibaren hastalığın tedavisini aksatmamalısınız.Hastalığın ilerlemesi durdurulabilir mi?Hastalık ilerlemeden önce en kısa sürede müdahale edilmesi gerekir. Omurilik ve omurga rahatsızlıkları için vakit kaybetmeden tedaviye başlanması önemlidir. Hastalık, ameliyatla %90 ihtimalle durdurulabilir. Ancak tekrar gelişme durumu söz konusudur. Bu nedenle gergin omurilik sendromu yaşayan kişilerin sıkı bir doktor kontrolünden geçmesi gerekir.Cerrahi dışında alternatif tedavi yöntemleri nelerdir?Cerrahi, bu hastalık için en etkili ve kesine yakın yöntem olarak görülür. Bunun dışında spinal enjeksiyonun ağrıyı azaltmada etkisi olduğu ifade edilebilir. Ancak baskı hissini azaltmak hatta gidermek için sadece ameliyat yöntemi tercih edilir.Gergin omurilik sendromu ameliyatı riskli midir?Herhangi bir kronik rahatsızlığınızın bulunup bulunmaması ve yaşınız gergin omurilik ameliyatı için uygun olup olmadığınızı anlamaya yardımcıdır. Genel anestezi almaya engel bir hastalığınız bulunuyorsa bu durumda ameliyat yapılmayabilir. Ancak gergin omurilik sendromu ameliyatı, gelişen teknolojiyle birlikte ufak bir kesi yardımıyla gerçekleştiği için risk faktörü diğer ameliyatlar kadardır.
Gergin Omurilik Sendromu (Tethered Kord Sendromu) Nedir?Tethered Kord Sendromu olarak da adlandırılan gergin omurilik sendromu, omuriliğin olması gerekenden daha fazla uzayarak anormal şekilde gerilmesi sonucu bele, sinirlere ve çeşitli organlara baskı yapan sinir sistemi bozukluğudur.Oluşan gerginlik ve normalden fazla büyüyen omurilik çeşitli rahatsızlıklara yol açabilir. Gergin omurilik sendromu, kişide hareket kısıtlılığı ve özellikle bel ağrısı gibi semptomlar meydana getirir. Tedavi edilmediği takdirde zamanla daha da kötüleşme ihtimali olan gergin omurilik sendromu belirtileri meydana geldiğinde doktora başvurmak gerekir.Gergin Omurilik Sendromu Neden Olur?Gergin omurilik sendromu oluşmasının nedeni, omuriliğin anne karnındayken omurgaya ya da filum terminale isimli bağ dokuya yapışık olmasıdır. Hayat boyunca yaşanan hastalıklar, geçirilen operasyonlar, sakatlanmalar ve yaralanmalar zamanla vücutta fonksiyon bozukluklarına yol açar. Gerilen omurilik içindeki sinir hücrelerine kan akışı sağlıklı şekilde ilerlemez ve gergin omurilik sendromu meydana gelir.Bu sendrom, doğum dışında farklı nedenlerle de meydana gelebilir. Meningosel, lipomeningomiyelosel, meningomiyelosel ameliyatları da gergin omurilik sendromuna yol açabilir. Operasyon sonrası omurilik gerginliği, oluşan yapışıklık nedeniyle omuriliğin, omurilik kanalında rahatlıkla hareket edememesinden kaynaklanır. Omurgada meydana gelen büyümenin omuriliğin uzamasına ve gerilmesine yol açması, sinir hasarına ve ağrıya sebep olur. Diğer yandan gergin omurilik sendromu, iki farklı şekilde ortaya çıkar. Primer ve sekonder olmak üzere iki türü bulunan gergin omurilik sendromu, yaşlılarda genellikle sekonder olarak kendini gösteren gergin omurilik sendromu, gençlerde ise primer sendrom olarak bilinir.Gerginleşen omurilikle birlikte kan akışının bozulması olarak da ifade edilen gergin omurilik sendromunde yeterli kan akışı sağlanmayan hücrelerde oksijen eksikliği meydana gelir.Gergin Omurilik Sendromu (Tethered Kord Sendromu) Belirtileri Nelerdir?Gergin omurilik sendromu genellikle bel ağrısı, kalça ağrısı, kasık ağrısı ve öne doğru eğilme hareketlerinde meydana gelen rahatsız edici ağrı gibi semptomlar gösterir.Gergin omurilik sendromu, özellikle bebeklerde şu belirtileri gösterir:Gergin omurilik sendromu’nun genel olarak semptomları şu şekildedir:Sendrom fark edildiği anda en uygun tedavi şekli seçilerek en kısa sürede uygulanmalıdır. Özellikle bebeklerde görülen gergin omurilik sendromu, hemen tedavi edilmelidir. Çünkü yanlış büyüyen omurilik, organlarda geri dönüşü olmayan hasarlara yol açabilir.Gergin Omurilik Sendromu Nasıl Teşhis Edilir?Gergin omurilik sendromu, genellikle manyetik rezonans görüntüleme (MRG) yöntemiyle teşhis edilir. EMG de hastalığın teşhisinde kullanılan bir diğer yöntemdir. Bunların yanında hem bağırsakların hem de idrar kesesinin durumunu analiz etmek adına kullanılan ultrosonografik yöntemler de bulunur. Hissettiğiniz ağrının boyutuna ve vücutta etkilenen bölgelere göre farklı görüntüleme teknikleri kullanılabilir.Gergin Omurilik Sendromu Nasıl Tedavi Edilir?Gergin omurilik sendromunun tedavisi, ameliyattır. Çünkü oluşan anomali, vücutta bir uzvun dengesiz şekilde uzamasına neden olur. Bu uzama ve ilerleme durumu, vücutta kendini ağrı olarak gösterir. Oluşan gerginlik, idrar kesesinin işlevini bozabileceği gibi bağırsak sorunlarına ve böbrek yetmezliğine varan sonuçlara yol açabilir. Bu nedenle gergin omurilik sendromundan muzdaripseniz tedavinizi ihmal etmemelisiniz.Gergin omurilik sendromu ameliyatı, mikroskop yardımıyla bel bölgesine ufak bir kesi açılarak gerçekleştirilir. Bu ameliyatla birlikte amaçlanan, spinal korda baskı yapan omurganın dikkatli bir şekilde bu bölgeden ayrılmasıdır. Böylece ağrıya sebep olan baskının ortadan kalkması hedeflenir.Gergin Omurilik Sendromu (Tethered Kord Sendromu) Nasıl Önlenir?Gergin omurilik sendromu’ndan korunmak için uygulanması gereken bazı adımlar mevcuttur.Gergin omurilik sendromu oluşumuna sebep olabilecek yanlış yatış pozisyonlarına dikkat etmelisiniz. Farkında bile olmadan omurga ve omuriliğe zarar veriyor olma ihtimaliniz yüksektir. Gün içinde kendinizi stresten uzak tutarak gerilmekten uzaklaşmalı, çok dar ve özellikle bel kısmını sıkan kıyafetlerden uzak durmalısınız. Yaşam Kalitesini Artırmak İçin ÖnerilerGergin Omurilik Sendromu Hakkında Sık Sorulan SorularGergin Omurilik Sendromu her yaşta görülür mü?Bebeklik döneminden itibaren gergin omurilik sendromu farklı yaş gruplarında ortaya çıkabilir. Yaşlılarda ortaya çıkan omurilik problemleri daha ağır seyredebilir. Bunun için teşhis edildiği itibaren hastalığın tedavisini aksatmamalısınız.Hastalığın ilerlemesi durdurulabilir mi?Hastalık ilerlemeden önce en kısa sürede müdahale edilmesi gerekir. Omurilik ve omurga rahatsızlıkları için vakit kaybetmeden tedaviye başlanması önemlidir. Hastalık, ameliyatla %90 ihtimalle durdurulabilir. Ancak tekrar gelişme durumu söz konusudur. Bu nedenle gergin omurilik sendromu yaşayan kişilerin sıkı bir doktor kontrolünden geçmesi gerekir.Cerrahi dışında alternatif tedavi yöntemleri nelerdir?Cerrahi, bu hastalık için en etkili ve kesine yakın yöntem olarak görülür. Bunun dışında spinal enjeksiyonun ağrıyı azaltmada etkisi olduğu ifade edilebilir. Ancak baskı hissini azaltmak hatta gidermek için sadece ameliyat yöntemi tercih edilir.Gergin omurilik sendromu ameliyatı riskli midir?Herhangi bir kronik rahatsızlığınızın bulunup bulunmaması ve yaşınız gergin omurilik ameliyatı için uygun olup olmadığınızı anlamaya yardımcıdır. Genel anestezi almaya engel bir hastalığınız bulunuyorsa bu durumda ameliyat yapılmayabilir. Ancak gergin omurilik sendromu ameliyatı, gelişen teknolojiyle birlikte ufak bir kesi yardımıyla gerçekleştiği için risk faktörü diğer ameliyatlar kadardır. | 5,164 |
339 | Hastalıklar | Genital Siğil (hpv) | Genital siğil, yaygın olarak Human Papilloma virüsünün (HPV) neden olduğu, hem erkeklerde hem de kadınlarda görülebilen şişlik ve büyümelerdir. Genital bölgenin özellikle nemli dokularını etkileyen genital siğiller, ten rengindeki şişlikler olarak görülebilir. Genital siğilden korunmanın en önemli tedbirinde ise HPV aşıları ön plana çıkar. Aşılar ise genital HPV'nin belirli türlerine karşı koruma sağlayabilir.Genital siğil, yaygın olarak Human Papilloma virüsünün (HPV) neden olduğu, hem erkeklerde hem de kadınlarda görülebilen şişlik ve büyümelerdir. Genital bölgenin özellikle nemli dokularını etkileyen genital siğiller, ten rengindeki şişlikler olarak görülebilir. Genital siğilden korunmanın en önemli tedbirinde ise HPV aşıları ön plana çıkar. Aşılar ise genital HPV'nin belirli türlerine karşı koruma sağlayabilir.
Genital Siğil Nedir?Genital siğil, HPV yani Human Papilloma virüsünün cinsel ilişki esnasında ya da temas yoluyla bulaşmasıyla yayılan viral bir hastalıktır. Genital siğil hem erkek hem kadınlarda ortaya çıkabilir. Kadınlarda vajina ve serviks bölgesinde, erkeklerde penis ve skrotumda görülür. Genital siğiller, genital bölgesinde ve rektumda küçük şişlikler ve büyümeler şeklindeki belirtilerle ortaya çıkar. Cinsel yolla bulaşan genital siğiller için çeşitli tedavi yöntemleri bulunur.Genital Siğil Belirtileri Nelerdir?Genital siğil belirtileri, genital bölgede ortaya çıkan genellikle ten rengi, beyaz ya da kahverengimsi yapıda bulunan kaşıntı ve ağrı olarak görülür. Bazı durumlarda belirti vermeyecek kadar küçük ve kabarık olmayabilir.Genital siğil belirtileri şöyle sıralanabilir: Genital bölgede deriden kabarık genelde deri renginde lezyonlar Bağışıklık sistemi düşük olan kişilerde karnabahar görünümlü kabartılar Genital bölgede yaşanan kaşıntı ve rahatsızlık hissi Yaşanan lezyonlarla birlikte ağrı İlişki ile birlikte yaşanan kanama Erkeklerde idrar yaparken normal idrarın çatallanarak çıkması Genital Siğil Nedenleri Nelerdir?Genital siğillere Human Papilloma virüs yani HPV neden olmaktadır. 200’den fazla HPV tipi vardır. Bunlardan sadece 40 HPV tipi Genital siğile neden olmaktadır. En sık Genital siğil nedeni HPV 6 ve HPV 11 tipleridir. Neredeyse hemen her zaman cinsel yolla bulaşan genital siğillerde risk faktörleri de bulunmaktadır.Genital siğil risk faktörleri şu şekilde sıralanabilir; Birden fazla partnerle korunmasız cinsel ilişki Cinsel yolla bulaşan başka bir enfeksiyonun olması. Genç yaşta cinsel hayata başlamak Bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaç kullanımı genital siğil riskini artırabilirler.Genital Siğil Nasıl Teşhis Edilir? Genital siğil teşhisi Kadın Hastalıkları ve Doğum doktorlarının yaptığı muayene sırasında konulabilmektedir. Konusunun uzmanı bir Kadın Hastalıkları ve Doğum doktoru siğilin görünüşüne göre teşhis koyabilir. Genital siğil gözle görülmeyen bölgelerde olabileceği için doktor pelvik muayene yapması gerekebilir. Muayene sırasında genital siğillerin daha belirgin gözükebilmesi için hafif bir asidik çözelti kullanılabilir. Ancak yine de teşhisi netleştirmek için ek tetkikler gerekebilir. Şüpheli durumlarda bölgeden pamuklu çubukla alınan örnekle test yapılabilir. HPV ve smear testi yapılmalı. HPV tipinin belirlenmesi tedaviyi şekillendirilebilir. Erkekler için HPV testi henüz mevcut değildir. Kolposkopi: Kolposkop adı verilen bir alet, vajinadaki ve rahim ağzındaki olası siğilleri büyütmek ve incelemek için kullanılır. Bu testler genellikle 30 yaş ve üstü kadınlar için yapılmaktadır.Genital Siğil Nasıl Tedavi Edilir?Genital siğil tedavisinde koter ve lazer ile siğilin yakılması, siğilin sıvı nitrojen ile dondurulduğu kriyoterapi yöntemi uygulanır, bu seçeneklerin işe yaramadığı durumlarda genital siğil cerrahi yöntemle çıkarılır. Genital siğil tedavisinde lezyonun büyüklüğüne göre tercih edilecek yöntem değişebilir. Genital siğil tedavisinde uygulanabilecek yöntemler şöyle sıralanır: Genital siğilin cerrahi olarak çıkartılması Koter ve lazer ile lezyonun yakılması Kriyoterapi yöntemi ile genital siğilin dondurulması gibi tedavi seçenekleri bulunmaktadır. Lezyon anal bölgede ise genel cerrahi uzmanı tarafından anal bölgenin içinde kontrol edilmesi gerekir. Lezyonun ağız içinde bulunduğu durumlarda ise Kulak Burun Boğaz doktoru tarafından muayene edilmesi gerekir.Genital siğil krem tedavisi siğilin neden olduğu şikayetleri azaltmak için doktor tavsiyesiyle kullanılabilir. Genital siğil kremleri cildin diğer yerlerinde ortaya çıkan siğiller için kullanılan kremlerden daha farklıdır. Bu yüzden elde veya vücudun farklı bölgelerinde çıkan siğiller için kullanılan kremleri genital siğil tedavisinde kullanılmamalıdır.Genital Siğil Nasıl Geçer?Genital siğilleri geçirmenin en önemli yolu neden oluştuğuna dair bilgi sahibi olmaktır. Siğilin oluştuğu bölgedeki boyutu, sayısı ve yapısı kişinin bağışıklık sistemine göre farklılık gösterebilir. Genital siğillerin ortadan kaldırılmasıyla beraber kişinin semptomları da hafiflemeye başlar. Uygulanan tedavi şekilleri genital siğile neden olan HPV virüsünü ortadan kaldırmaz bu sebeple siğiller zamanla tekrarlayabilir. Genital siğilleri geçirmek, ağrıyı azaltmak ve kaşıntıyı dindirmek için uygulanabilecek yöntemler şöyle sıralanabilir: Doktor tavsiyesi olmadan ilaç kullanmayın Hijyen kurallarına özen gösterin Tahriş ve yanma riskine karşı kullandığınız ürünlere dikkat edin Tekrarları önlemek için düzenli tarama yaptırın Bağışıklık sisteminiz zayıfsa güçlendirmeye yönelik takviyeler alınGenital siğile yönelik olarak evde tedavi yöntemleri bazı durumlarda etkili olabilir fakat genital siğillerin doğru ve güvenli bir şekilde tedavi edilebilmesi uzman doktorun görüşü önemlidir.Genital Siğil İle İlgili Sık Sorulan SorularGenital siğil çeşitleri nelerdir?Genital siğillere HPV enfeksiyonu (Human Papilloma Virüs) neden olmaktadır. Genital siğil çeşidinden ziyade genital siğile neden olan HPV tipinden bahsetmek daha doğrudur. 200’den fazla HPV tipi olmakla birlikte bunlardan sadece 40 HPV tipi genital siğile neden olmaktadır. Bu 40 HPV tipinden de en çok HPV 6 ve HPV 11 tiplerinin neden olduğu genital siğillere rastlanmakladır.Genital siğil kimlerde görülür?Genital siğil kadınlarda da erkeklerde de görülebilir. Bağışıklık sistemi zayıflamış HPV’nin bulaştığı kişilerde genital siğil görülebilir.Genital siğilin doğal tedavisi var mı?Yapılan çalışmalarda genital siğilin bitkisel tedavisi, genital siğilin sirke ile tedavisi, genital siğilin çay ağacı yağı ile tedavisi veya genital siğilin doğal tedavisinin olduğu yönünde yeterli bilimsel veri bulunmamaktadır.Genital siğil erkeklerde ortaya çıkar mı?Genital siğil sadece kadınlarda görülen bir rahatsızlık değildir. Genital siğil erkeklerde de görülebilir.Genital siğil için hangi bölüme gidilmelidir?Genital siğil vücudun farklı bölgelerinde ortaya çıkabilmektedir. Genital siğilin tedavisinde öncelikle konusunda uzman bir kadın hastalıkları ve doğum doktoruna başvurmak gerekir. Ancak tedavi genital siğilin bulunduğu bölgeye göre farklı doktorlar tarafından da sürdürülebilir. Genital siğil anal bölgede ise genel cerrahi uzmanı tarafından anal bölgenin içinde kontrol edilmesi gerekir. Genital siğilin ağız içinde bulunduğu durumlarda ise Kulak Burun Boğaz doktoru tarafından muayene edilmesi gerekir.Genital siğil nasıl bulaşır?Genital siğiller, Human Papilloma Virus (HPV) adı verilen bir virüsün neden olduğu, cinsel yolla bulaşan yaygın bir enfeksiyondur. Genellikle korunmasız cinsel ilişki yoluyla bulaşır. Ancak cildinde HPV bulunan biriyle doğrudan cilt teması yoluyla da genital siğiller bulaşabilir.Yani genital siğilin bulaşabilmesi için yakın genital temas olması bazen yeterli olabilmektedir.Siğiller bazen cilt üzerinde görülmeyebilir. Gözle görülmeyen ancak HPV taşıyan kişilerden cinsel ilişki ile genital siğil bulaşabilir. Genital siğil; Öpüşmek Sarılmak Yüzme havuzları, Havlu paylaşımı Çatal bıçak ortak kullanımından bulaşmamaktadır.Doğum sıralında genital siğil bulaşır mı?Hamile kadınlarda doğum öncesi genital siğil varsa nadir de olsa bunun bebeğe geçme ihtimali bulunmaktadır. Yine de doğum sırasında bebeğe HPV bulaşma riski çok düşüktür. Bebeklere doğum sırasında HPV bulaşsa bile vücutları genellikle virüsü kendiliğinden temizlemektedir.Hamilelik sırasında genital siğiller; Hamilelik sürecinde genital siğiller büyüyebilir veya çoğalabilir Hamilelikte genital siğiller ilk kez ortaya çıkabilir veya tekrarlayabilir Hamilelik sırasında genital siğiller güvenli bir şekilde tedavi edilebilir. Ancak bazı tedavilerden kaçınılmalıdır. Bu konuda kadın hastalıkları ve doğum doktorunun önerileri takip edilmelidir. Genital siğiller doğum sırasındaki sorun yaratacak kadar büyürlerse çıkarılabilir.Genital siğil kendiliğinden geçer mi?Genital siğiller kendiliğinden veya tedavi ile geçebilir. Ancak tedaviye rağmen yıllar sürebilen genital siğiller de bulunmaktadır. Genital siğiller tedavi tamamen tedavi edildikten sonra bile tekrarlayabilir. Bazı hastalarda genital siğil kendiliğinden belli bir zaman içinde gelebilir. Ancak uygulanacak tedavi yöntemleri bu süreci hızlandırır.. Genital siğiller kendiliğinden geçse de, HPV hala vücutta olabilir.Erkeklerde genital siğil tedavisi nasıldır?Erkeklerde genital siğil tedavisi kadınlardan farklı değildir. Genital siğilin bulunduğu bölgeye ve genital siğilin büyüklüğüne göre ilaç tedavisinin yanı sıra; Genital siğil ameliyatı Genital siğilin lazerle yakılması Genital siğilin dondurulması gibi tedavi seçenekleri bulunmaktadır.Genital siğil nerede çıkar?Genital siğil kadınlarda şu bölgelerde çıkabilir; Vajinanın dış kısmı Vajinanın duvarlarında Dış üreme organları ile anüs arasındaki bölgede Anal kanalda gelişebilir.Erkeklerde genital siğil şu bölgelerde çıkabilir; Penisin ucunda veya gövdesinde, Skrotum Anüste Kasık bölgesindeGenital siğil bu bölgelerin haricinde; Ağızda Dudaklarda Dilde Boğazda ortaya çıkabilmektedir.Genital siğil tedavisi fiyatları?Genital siğilin bulunduğu bölge ve büyüklüğüne göre uygulanacak tedavi de değişmektedir. Genital siğilin tedavisinde tercih edilecek yönteme göre fiyat da değişmektedir. Ayrıca genital siğil tedavisinin uygulandığı hastane ve tedaviyi yürüten doktorun fiyat politikasına göre değişkenlik gösterebilir.Genital siğil geçtikten sonra veya tedavi edildikten sonra tekrarlar mı?Genital siğil tam tedavi edilmesine rağmen tedavinin ardından tekrarlayabilir. Bunun için kişinin kendisini kontrol etmesi ve belirli aralıklarla sağlık kontrollerini yaptırması önemlidir.Genital siğil lazer ile yakma fiyatı nedir?Genital siğilin lazerle yakılarak tedavi edilmesine genital siğilin bulunduğu bölge, yaygınlığına ve büyüklüğüne göre karar vermektedir. Genital siğilin lazerle yakılması fiyatları tedavinin uygulandığı hastane ve doktorun fiyat politikasına göre farklılık göstermektedir. Lazerle genital siğil yakılması tedavisinde uygun hastalarda etkili sonuçlar alınmaktadırGenital siğil yakıldıktan sonra ne zaman iyileşir?Koterizasyon yani genital siğilin yakılarak tedavi edilmesi işleminde iyileşme hastaya, genital siğil sayısına, büyüklüğüne ve genital siğilin bulunduğu bölgeye göre farklılık gösterebilir. Genelde genital siğiller yakma işlemden birkaç gün sonra iyileşir.Genital siğil tedavisi sonra cinsellik nasıl olmalıdır?Genital siğil tedavisi olmadan yani HPV’den kurtulmadan cinsel ilişkiye girilmemelidir. Genital siğil varlığında prezervatif tam bir korunma sağlamaz. Genital siğil tedavisinin ardından cinsel ilişki yaşamadan bu durumun partrene bildirilmesi gerekir.Cinsel ilişki sonrası; Cinsel bölgeyi yıkamak İdrar çıkarmak Antiseptikle temizlemek cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunma sağlamaz.Genital siğilden korunmak için neler yapılmalıdır?HPV aşısı siğile neden olan Tip 6 ve 11’i içermektedir. En etkin korunma yöntemi 12-26 yaş arasında HPV aşısı yaptırmaktır. Bunun yanında;Çok eşlilikten uzak durmak genital siğilden korunmak için uygun yollardan biridir.Cinsel ilişki sırasında prezervatif kullanmak koruyucu olabilir. Ancak cinsel ilişki sırasında prezervatif kullanmak %100 bir koruyuculuk sağlamamaktadır.HPV aşısı genital siğilden korur mu?Genital siğilden korunmanın en etkili yolu HPV aşısıdır. HPV 6 ve HPV 11 en çok görülen siğil sebebidir. HPV aşısı içerdiği HPV tipine karşı %100 koruma sağlar.Genital siğil takip gerektirir mi?Genital siğil tedavi sonrası iyileşme tamamlandıktan sonra hasta genital bölgesinin takibi konusunda bilgilendirilmelidir.Genital siğil geçirmiş kişi nelere dikkat etmelidir?Genital siğile HPV enfeksiyonu neden olduğundan rahim ağzı belirli aralıklarla kontrol edilmelidir. Doktorun uygun gördüğü durumlarda Smear ve HPV tiplendirmesi gerekmektedir.Genital siğil kansere neden olur mu?En çok genital siğillere yol açan tip HPV 6 ve HPV 11'dir. Ancak bu HPV tipleri kansere yol açmazlar.Genital siğiller tedavi edilmezse ne olur?Genital siğillere neden olan çoğu HPV enfeksiyonu, birkaç aydan iki yıla kadar herhangi bir yerde kendi kendine kaybolabilir. Ancak genital siğiller tedavi edilmeden kaybolsa bile, yine de HPV virüsü vücutta kalabilir. Tedavi edilmediğinde genital siğiller çok büyük ve büyük kümeler halinde büyüyebilir. Ayrıca geri dönme olasılıkları daha yüksektir.
Genital Siğil Nedir?Genital siğil, HPV yani Human Papilloma virüsünün cinsel ilişki esnasında ya da temas yoluyla bulaşmasıyla yayılan viral bir hastalıktır. Genital siğil hem erkek hem kadınlarda ortaya çıkabilir. Kadınlarda vajina ve serviks bölgesinde, erkeklerde penis ve skrotumda görülür. Genital siğiller, genital bölgesinde ve rektumda küçük şişlikler ve büyümeler şeklindeki belirtilerle ortaya çıkar. Cinsel yolla bulaşan genital siğiller için çeşitli tedavi yöntemleri bulunur.Genital Siğil Belirtileri Nelerdir?Genital siğil belirtileri, genital bölgede ortaya çıkan genellikle ten rengi, beyaz ya da kahverengimsi yapıda bulunan kaşıntı ve ağrı olarak görülür. Bazı durumlarda belirti vermeyecek kadar küçük ve kabarık olmayabilir.Genital siğil belirtileri şöyle sıralanabilir: Genital Siğil Nedenleri Nelerdir?Genital siğillere Human Papilloma virüs yani HPV neden olmaktadır. 200’den fazla HPV tipi vardır. Bunlardan sadece 40 HPV tipi Genital siğile neden olmaktadır. En sık Genital siğil nedeni HPV 6 ve HPV 11 tipleridir. Neredeyse hemen her zaman cinsel yolla bulaşan genital siğillerde risk faktörleri de bulunmaktadır.Genital siğil risk faktörleri şu şekilde sıralanabilir;Genital Siğil Nasıl Teşhis Edilir? Ancak yine de teşhisi netleştirmek için ek tetkikler gerekebilir. Bu testler genellikle 30 yaş ve üstü kadınlar için yapılmaktadır.Genital Siğil Nasıl Tedavi Edilir?Genital siğil tedavisinde koter ve lazer ile siğilin yakılması, siğilin sıvı nitrojen ile dondurulduğu kriyoterapi yöntemi uygulanır, bu seçeneklerin işe yaramadığı durumlarda genital siğil cerrahi yöntemle çıkarılır. Genital siğil tedavisinde lezyonun büyüklüğüne göre tercih edilecek yöntem değişebilir. Genital siğil tedavisinde uygulanabilecek yöntemler şöyle sıralanır:Lezyon anal bölgede ise genel cerrahi uzmanı tarafından anal bölgenin içinde kontrol edilmesi gerekir. Lezyonun ağız içinde bulunduğu durumlarda ise Kulak Burun Boğaz doktoru tarafından muayene edilmesi gerekir.Genital siğil krem tedavisi siğilin neden olduğu şikayetleri azaltmak için doktor tavsiyesiyle kullanılabilir. Genital siğil kremleri cildin diğer yerlerinde ortaya çıkan siğiller için kullanılan kremlerden daha farklıdır. Bu yüzden elde veya vücudun farklı bölgelerinde çıkan siğiller için kullanılan kremleri genital siğil tedavisinde kullanılmamalıdır.Genital Siğil Nasıl Geçer?Genital siğilleri geçirmenin en önemli yolu neden oluştuğuna dair bilgi sahibi olmaktır. Siğilin oluştuğu bölgedeki boyutu, sayısı ve yapısı kişinin bağışıklık sistemine göre farklılık gösterebilir. Genital siğillerin ortadan kaldırılmasıyla beraber kişinin semptomları da hafiflemeye başlar. Uygulanan tedavi şekilleri genital siğile neden olan HPV virüsünü ortadan kaldırmaz bu sebeple siğiller zamanla tekrarlayabilir. Genital siğilleri geçirmek, ağrıyı azaltmak ve kaşıntıyı dindirmek için uygulanabilecek yöntemler şöyle sıralanabilir:Genital siğile yönelik olarak evde tedavi yöntemleri bazı durumlarda etkili olabilir fakat genital siğillerin doğru ve güvenli bir şekilde tedavi edilebilmesi uzman doktorun görüşü önemlidir.Genital Siğil İle İlgili Sık Sorulan SorularGenital siğil çeşitleri nelerdir?Genital siğillere HPV enfeksiyonu (Human Papilloma Virüs) neden olmaktadır. Genital siğil çeşidinden ziyade genital siğile neden olan HPV tipinden bahsetmek daha doğrudur. 200’den fazla HPV tipi olmakla birlikte bunlardan sadece 40 HPV tipi genital siğile neden olmaktadır. Bu 40 HPV tipinden de en çok HPV 6 ve HPV 11 tiplerinin neden olduğu genital siğillere rastlanmakladır.Genital siğil kimlerde görülür?Genital siğil kadınlarda da erkeklerde de görülebilir. Bağışıklık sistemi zayıflamış HPV’nin bulaştığı kişilerde genital siğil görülebilir.Genital siğilin doğal tedavisi var mı?Yapılan çalışmalarda genital siğilin bitkisel tedavisi, genital siğilin sirke ile tedavisi, genital siğilin çay ağacı yağı ile tedavisi veya genital siğilin doğal tedavisinin olduğu yönünde yeterli bilimsel veri bulunmamaktadır.Genital siğil erkeklerde ortaya çıkar mı?Genital siğil sadece kadınlarda görülen bir rahatsızlık değildir. Genital siğil erkeklerde de görülebilir.Genital siğil için hangi bölüme gidilmelidir?Genital siğil vücudun farklı bölgelerinde ortaya çıkabilmektedir. Genital siğilin tedavisinde öncelikle konusunda uzman bir kadın hastalıkları ve doğum doktoruna başvurmak gerekir. Ancak tedavi genital siğilin bulunduğu bölgeye göre farklı doktorlar tarafından da sürdürülebilir. Genital siğil anal bölgede ise genel cerrahi uzmanı tarafından anal bölgenin içinde kontrol edilmesi gerekir. Genital siğilin ağız içinde bulunduğu durumlarda ise Kulak Burun Boğaz doktoru tarafından muayene edilmesi gerekir.Genital siğil nasıl bulaşır?Genital siğiller, Human Papilloma Virus (HPV) adı verilen bir virüsün neden olduğu, cinsel yolla bulaşan yaygın bir enfeksiyondur. Genellikle korunmasız cinsel ilişki yoluyla bulaşır. Ancak cildinde HPV bulunan biriyle doğrudan cilt teması yoluyla da genital siğiller bulaşabilir.Yani genital siğilin bulaşabilmesi için yakın genital temas olması bazen yeterli olabilmektedir.Siğiller bazen cilt üzerinde görülmeyebilir. Gözle görülmeyen ancak HPV taşıyan kişilerden cinsel ilişki ile genital siğil bulaşabilir. Genital siğil;Doğum sıralında genital siğil bulaşır mı?Hamile kadınlarda doğum öncesi genital siğil varsa nadir de olsa bunun bebeğe geçme ihtimali bulunmaktadır. Yine de doğum sırasında bebeğe HPV bulaşma riski çok düşüktür. Bebeklere doğum sırasında HPV bulaşsa bile vücutları genellikle virüsü kendiliğinden temizlemektedir.Hamilelik sırasında genital siğiller; Genital siğil kendiliğinden geçer mi?Genital siğiller kendiliğinden veya tedavi ile geçebilir. Ancak tedaviye rağmen yıllar sürebilen genital siğiller de bulunmaktadır. Genital siğiller tedavi tamamen tedavi edildikten sonra bile tekrarlayabilir. Bazı hastalarda genital siğil kendiliğinden belli bir zaman içinde gelebilir. Ancak uygulanacak tedavi yöntemleri bu süreci hızlandırır.. Genital siğiller kendiliğinden geçse de, HPV hala vücutta olabilir.Erkeklerde genital siğil tedavisi nasıldır?Erkeklerde genital siğil tedavisi kadınlardan farklı değildir. Genital siğilin bulunduğu bölgeye ve genital siğilin büyüklüğüne göre ilaç tedavisinin yanı sıra; Genital siğil nerede çıkar?Genital siğil kadınlarda şu bölgelerde çıkabilir; Erkeklerde genital siğil şu bölgelerde çıkabilir; Genital siğil bu bölgelerin haricinde;Genital siğil tedavisi fiyatları?Genital siğilin bulunduğu bölge ve büyüklüğüne göre uygulanacak tedavi de değişmektedir. Genital siğilin tedavisinde tercih edilecek yönteme göre fiyat da değişmektedir. Ayrıca genital siğil tedavisinin uygulandığı hastane ve tedaviyi yürüten doktorun fiyat politikasına göre değişkenlik gösterebilir.Genital siğil geçtikten sonra veya tedavi edildikten sonra tekrarlar mı?Genital siğil tam tedavi edilmesine rağmen tedavinin ardından tekrarlayabilir. Bunun için kişinin kendisini kontrol etmesi ve belirli aralıklarla sağlık kontrollerini yaptırması önemlidir.Genital siğil lazer ile yakma fiyatı nedir?Genital siğilin lazerle yakılarak tedavi edilmesine genital siğilin bulunduğu bölge, yaygınlığına ve büyüklüğüne göre karar vermektedir. Genital siğilin lazerle yakılması fiyatları tedavinin uygulandığı hastane ve doktorun fiyat politikasına göre farklılık göstermektedir. Lazerle genital siğil yakılması tedavisinde uygun hastalarda etkili sonuçlar alınmaktadırGenital siğil yakıldıktan sonra ne zaman iyileşir?Koterizasyon yani genital siğilin yakılarak tedavi edilmesi işleminde iyileşme hastaya, genital siğil sayısına, büyüklüğüne ve genital siğilin bulunduğu bölgeye göre farklılık gösterebilir. Genelde genital siğiller yakma işlemden birkaç gün sonra iyileşir.Genital siğil tedavisi sonra cinsellik nasıl olmalıdır?Genital siğil tedavisi olmadan yani HPV’den kurtulmadan cinsel ilişkiye girilmemelidir. Genital siğil varlığında prezervatif tam bir korunma sağlamaz. Genital siğil tedavisinin ardından cinsel ilişki yaşamadan bu durumun partrene bildirilmesi gerekir.Cinsel ilişki sonrası;Genital siğilden korunmak için neler yapılmalıdır?HPV aşısı siğile neden olan Tip 6 ve 11’i içermektedir. En etkin korunma yöntemi 12-26 yaş arasında HPV aşısı yaptırmaktır. Bunun yanında;Çok eşlilikten uzak durmak genital siğilden korunmak için uygun yollardan biridir.Cinsel ilişki sırasında prezervatif kullanmak koruyucu olabilir. Ancak cinsel ilişki sırasında prezervatif kullanmak %100 bir koruyuculuk sağlamamaktadır.HPV aşısı genital siğilden korur mu?Genital siğilden korunmanın en etkili yolu HPV aşısıdır. HPV 6 ve HPV 11 en çok görülen siğil sebebidir. HPV aşısı içerdiği HPV tipine karşı %100 koruma sağlar.Genital siğil takip gerektirir mi?Genital siğil tedavi sonrası iyileşme tamamlandıktan sonra hasta genital bölgesinin takibi konusunda bilgilendirilmelidir.Genital siğil geçirmiş kişi nelere dikkat etmelidir?Genital siğile HPV enfeksiyonu neden olduğundan rahim ağzı belirli aralıklarla kontrol edilmelidir. Doktorun uygun gördüğü durumlarda Smear ve HPV tiplendirmesi gerekmektedir.Genital siğil kansere neden olur mu?En çok genital siğillere yol açan tip HPV 6 ve HPV 11'dir. Ancak bu HPV tipleri kansere yol açmazlar.Genital siğiller tedavi edilmezse ne olur?Genital siğillere neden olan çoğu HPV enfeksiyonu, birkaç aydan iki yıla kadar herhangi bir yerde kendi kendine kaybolabilir. Ancak genital siğiller tedavi edilmeden kaybolsa bile, yine de HPV virüsü vücutta kalabilir. Tedavi edilmediğinde genital siğiller çok büyük ve büyük kümeler halinde büyüyebilir. Ayrıca geri dönme olasılıkları daha yüksektir. | 8,338 |
340 | Hastalıklar | Genital Uçuk (Herpes) | Genital herpes, yaygın enfeksiyonlar arasında yer alan cinsel yolla bulaşan bir hastalık türüdür. Genital uçuğun oluşmasına herpes simpleks adı verilen virüs neden olur. Bu hastalık cinsel ilişki esnasında cilt teması ile yayılabilir. Cinsel organlarda ağrı, yara ve kaşıntı şeklindeki belirtilerle ortaya çıkar. Genital herpes semptomları ilaçlarla hafifletilebilir. Ayrıca başkalarına bulaşma riskini de azaltır.Genital herpes, yaygın enfeksiyonlar arasında yer alan cinsel yolla bulaşan bir hastalık türüdür. Genital uçuğun oluşmasına herpes simpleks adı verilen virüs neden olur. Bu hastalık cinsel ilişki esnasında cilt teması ile yayılabilir. Cinsel organlarda ağrı, yara ve kaşıntı şeklindeki belirtilerle ortaya çıkar. Genital herpes semptomları ilaçlarla hafifletilebilir. Ayrıca başkalarına bulaşma riskini de azaltır.
Genital Uçuk (Herpes) Nedir?Genital herpes (genital uçuk), HSV virüsü olarak bilinen Herpes simpleks virüsünün neden olduğu cinsel yolla bulaşan enfeksiyon hastalığıdır. Genital herpes yaygın olarak genital bölgede veya ağız çevresinde uçuk oluşumuna neden olur. Genital uçuğun tedavisi olmasa da virüsün ciddiyeti, enfekte kişinin yaşamı boyunca değişiklik gösterebilir. Bu hastalığa sahip bazı olan kişiler uzun süre boyunca herhangi bir semptom yaşamazlar. Ancak hiçbir belirti olmasa bile virüsü yayabilirler.Genital Uçuk (Herpes) Belirtileri Nelerdir?Genital uçuğa neden olan herpes virüsüne sahip kişiler, ilk enfekte olduklarında herhangi bir belirti göstermeyebilir. Yara, kaşıntı ve ağrı gibi belirtiler genellikle enfekte olan kişiye temastan sonraki 2 ila 12 gün içerisinde ortaya çıkar. Bazı durumlarda belirtilere sahip olmak, virüse yeni yakalanıldığı anlamına gelir. Genital uçuğun ilk belirtileri arasında genital bölgesinde lekeler veya kırmızı şişlikler olarak tanımlanır. Diğer genital herpes belirtileri şöyle sıralanır: Erkek ve kadınlarda vajina ve penis gibi genital ve anal bölgede ağrı, kaşıntı Anüs, ağız çevresi ve genital bölgede içi sıvı dolu şişlik ve kabarcıklar oluşması İyileşen ülserlerin kabuklanması Vajinal akıntı Alt karın bölgesinde rahatsızlık hissi Kasık, koltuk altı ve boyundaki lenf bezlerinin hafif şişmesi İdrar yaparken yanma ya da idrar yapamama Ateş Grip benzeri sırt ağrısı, baş ağrısı semptomları Vajinanın içinde, penisin başında veya sırt geçişinde ağrıHerpes virüsü kişiye geçtikten sonra belirtisiz şekilde vücutta kalabilir. Zamanla virüs tekrar etkinleşerek yaralar ve kabarcıklar ortaya çıkabilir.Genital Uçuk (Herpes) Neden Olur?Genital herpes, herpes simpleks isimli virüsün neden olduğu cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyon hastalığı olarak bilinir. Herpes simpleks virüsü bir defa vücuda alındığında genellikle belirti vermeden vücutta ömür boyu kalır ve arada kendini gösterebilir. Herpes virüsü cilde temas yoluyla kişiden kişiye geçebilir.Genital Uçuk (Herpes) Nasıl Bulaşır?Herpes simpleks virüsü ağız, genital mukoza ya da deriden kişiden kişiye yayılabilir. Enfekte olan bir kişinin vücudunda kabarcık ya da açık yaralar şeklinde görülen herpes virüsü, herhangi semptom olmaksızın bulaşabilir. Virüse karşı antiviral ilaç kullanmak, genital herpesin cinsel partnerine yayılma riskini azaltmaya yardımcı olur. Genital herpesin diğer bulaşma yolları da şöyle sıralanabilir: Korunmadan, prezervatif kullanmadan vajinal ya da anal olarak cinsel ilişkiye girmek Anneden bebeğe normal doğum esnasında virüsün geçmesi Herpes virüsü olan kişilerle oral ya da cinsel olarak temasta bulunmak Herpes virüsü taşıyan bir kişinin tükürüğünden bulaşması Genital herpesli bir partnerin genital bölgesindeki cilde temas etmeHerpes simpleks virüsün en bulaşıcı olduğu dönem kişiden belirtilerin görüldüğü evredir.Genital Uçuk (Herpes) Tanısı Nasıl Konulur?Genital herpes virüsünden kaynaklı olarak ortaya çıkan belirtileri gördüğünüz durumda uzman doktora görünmek önemlidir. Doktor bu noktada kişide kabarcık, yara ya da ülser gibi belirtilerin olup olmadığını gözlemler. Tanıyı koymak için ise cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar (CYBE) testi isteyebilir. Bu test genellikle genital bölgeden pamuklu çubukla alınan akıntıyla yapılır. Bu testte herpes virüsünün yanında gonore (bel soğukluğu), klamidya, trikomoniyaz hastalıkları teşhis edilir.Genital Uçuk (Herpes) Tedavisi Nasıl Olur?Genital herpesin tedavisi bulunmasa da virüsü önleyen ya da etkisini kısaltan ilaçlar bulunur. Herpes önleyici ilaçlar sayesinden başka bir kişiye bulaşma olasılığı azalabilir. Kremler ve ilaçlar sayesinde ağrı ve yanmanın hafifletilmesi amaçlanır. Genital herpes tedavisinde asiklovir, valasiklovir ve famsiklovir içeriklerine sahip antiviral ilaçlar kullanılır.Genital Uçuk (Herpes) Tedavi Edilmediğinde Ne Olur?Genital herpes, semptom olarak ağrılı genital yaralar şeklinde görülebilir ve bu durum bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde şiddetli olabilir. Yaralara dokunulduğu durumda ise o bölgeden çıkan sıvının başka bir bölgeye teması halinde bulaşma gerçekleşebilir. Bu nedenle yayılmasını önlemek için yaralara ve sıvılara dokunulmaması önerilir.Genital Herpese Ne İyi Gelir?Genital herpese karşı en etkili yöntem antiviral ilaçlardan yararlanmak olacaktır. Bunların yanında genital herpesin oluşturduğu ağrı, yanma gibi durumlarda karşı şu yöntemlerden yararlanılabilir: Genital bölgenizi her zaman temiz ve kuru tutun Dar ve sıkı kıyafetlerden kaçının Küvete ılık su doldurduktan sonra 20 dakika boyunca oturun Kimyasal maddeler içerin köpük banyolarından kaçınmaya çalışın Ağrıyı hafifletmek için beze sarılı buz torbası uygulayınGenital Uçuk (Herpes) Hakkında Sık Sorulan SorularGenital herpes olduğumu nasıl anlarım?Genital herpes, erkeklerde anüs, penis ve testis bölgesinde içi sıvı dolu kabarcık ve ağrı şeklinde görülür. Kadınlarda ise anüs, vajina bölgesinde sıvı dolu kabarcıklar vardır. Aynı zamanda idrar yaparken ağrı da genital herpes belirtileri arasında yer alır.Genital herpes ile HIV arasındaki bağlantı nedir?Herpes enfeksiyonu cilt yüzeyinde, ağız, vajina ve rektumun iç kısmında yaralara neden olur. Bu durum HIV'in vücuda girmesi için bir yol oluşturur. Yaralar olmasa bile uçuk, cinsel organların astarındaki bağışıklık hücrelerinin sayısının artmasına neden olur. HIV de vücuda girmek için bağışıklık hücrelerini hedef alır.
Genital Uçuk (Herpes) Nedir?Genital herpes (genital uçuk), HSV virüsü olarak bilinen Herpes simpleks virüsünün neden olduğu cinsel yolla bulaşan enfeksiyon hastalığıdır. Genital herpes yaygın olarak genital bölgede veya ağız çevresinde uçuk oluşumuna neden olur. Genital uçuğun tedavisi olmasa da virüsün ciddiyeti, enfekte kişinin yaşamı boyunca değişiklik gösterebilir. Bu hastalığa sahip bazı olan kişiler uzun süre boyunca herhangi bir semptom yaşamazlar. Ancak hiçbir belirti olmasa bile virüsü yayabilirler.Genital Uçuk (Herpes) Belirtileri Nelerdir?Genital uçuğa neden olan herpes virüsüne sahip kişiler, ilk enfekte olduklarında herhangi bir belirti göstermeyebilir. Yara, kaşıntı ve ağrı gibi belirtiler genellikle enfekte olan kişiye temastan sonraki 2 ila 12 gün içerisinde ortaya çıkar. Bazı durumlarda belirtilere sahip olmak, virüse yeni yakalanıldığı anlamına gelir. Genital uçuğun ilk belirtileri arasında genital bölgesinde lekeler veya kırmızı şişlikler olarak tanımlanır. Diğer genital herpes belirtileri şöyle sıralanır:Herpes virüsü kişiye geçtikten sonra belirtisiz şekilde vücutta kalabilir. Zamanla virüs tekrar etkinleşerek yaralar ve kabarcıklar ortaya çıkabilir.Genital Uçuk (Herpes) Neden Olur?Genital herpes, herpes simpleks isimli virüsün neden olduğu cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyon hastalığı olarak bilinir. Herpes simpleks virüsü bir defa vücuda alındığında genellikle belirti vermeden vücutta ömür boyu kalır ve arada kendini gösterebilir. Herpes virüsü cilde temas yoluyla kişiden kişiye geçebilir.Genital Uçuk (Herpes) Nasıl Bulaşır?Herpes simpleks virüsü ağız, genital mukoza ya da deriden kişiden kişiye yayılabilir. Enfekte olan bir kişinin vücudunda kabarcık ya da açık yaralar şeklinde görülen herpes virüsü, herhangi semptom olmaksızın bulaşabilir. Virüse karşı antiviral ilaç kullanmak, genital herpesin cinsel partnerine yayılma riskini azaltmaya yardımcı olur. Genital herpesin diğer bulaşma yolları da şöyle sıralanabilir:Herpes simpleks virüsün en bulaşıcı olduğu dönem kişiden belirtilerin görüldüğü evredir.Genital Uçuk (Herpes) Tanısı Nasıl Konulur?Genital herpes virüsünden kaynaklı olarak ortaya çıkan belirtileri gördüğünüz durumda uzman doktora görünmek önemlidir. Doktor bu noktada kişide kabarcık, yara ya da ülser gibi belirtilerin olup olmadığını gözlemler. Tanıyı koymak için ise cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar (CYBE) testi isteyebilir. Bu test genellikle genital bölgeden pamuklu çubukla alınan akıntıyla yapılır. Bu testte herpes virüsünün yanında gonore (bel soğukluğu), klamidya, trikomoniyaz hastalıkları teşhis edilir.Genital Uçuk (Herpes) Tedavisi Nasıl Olur?Genital herpesin tedavisi bulunmasa da virüsü önleyen ya da etkisini kısaltan ilaçlar bulunur. Herpes önleyici ilaçlar sayesinden başka bir kişiye bulaşma olasılığı azalabilir. Kremler ve ilaçlar sayesinde ağrı ve yanmanın hafifletilmesi amaçlanır. Genital herpes tedavisinde asiklovir, valasiklovir ve famsiklovir içeriklerine sahip antiviral ilaçlar kullanılır.Genital Uçuk (Herpes) Tedavi Edilmediğinde Ne Olur?Genital herpes, semptom olarak ağrılı genital yaralar şeklinde görülebilir ve bu durum bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde şiddetli olabilir. Yaralara dokunulduğu durumda ise o bölgeden çıkan sıvının başka bir bölgeye teması halinde bulaşma gerçekleşebilir. Bu nedenle yayılmasını önlemek için yaralara ve sıvılara dokunulmaması önerilir.Genital Herpese Ne İyi Gelir?Genital herpese karşı en etkili yöntem antiviral ilaçlardan yararlanmak olacaktır. Bunların yanında genital herpesin oluşturduğu ağrı, yanma gibi durumlarda karşı şu yöntemlerden yararlanılabilir:Genital Uçuk (Herpes) Hakkında Sık Sorulan SorularGenital herpes olduğumu nasıl anlarım?Genital herpes, erkeklerde anüs, penis ve testis bölgesinde içi sıvı dolu kabarcık ve ağrı şeklinde görülür. Kadınlarda ise anüs, vajina bölgesinde sıvı dolu kabarcıklar vardır. Aynı zamanda idrar yaparken ağrı da genital herpes belirtileri arasında yer alır.Genital herpes ile HIV arasındaki bağlantı nedir?Herpes enfeksiyonu cilt yüzeyinde, ağız, vajina ve rektumun iç kısmında yaralara neden olur. Bu durum HIV'in vücuda girmesi için bir yol oluşturur. Yaralar olmasa bile uçuk, cinsel organların astarındaki bağışıklık hücrelerinin sayısının artmasına neden olur. HIV de vücuda girmek için bağışıklık hücrelerini hedef alır. | 3,945 |
341 | Hastalıklar | Gilbert Sendromu | Gilbert sendromu, karaciğerin safradaki sarımsı-kahverengi pigment olan bilirubini işleyememesi sonucu kanda yüksek bilirubin seviyelerine neden olan genetik bir karaciğer hastalığıdır. Genellikle tıbbi tedavi gerektirmez ve bu sendromu olan kişiler normal bir hayat yaşayabilirler.Gilbert sendromu, karaciğerin safradaki sarımsı-kahverengi pigment olan bilirubini işleyememesi sonucu kanda yüksek bilirubin seviyelerine neden olan genetik bir karaciğer hastalığıdır. Genellikle tıbbi tedavi gerektirmez ve bu sendromu olan kişiler normal bir hayat yaşayabilirler.
Gilbert Sendromu Nedir?Gilbert sendromu, karaciğerin bilirubini uygun şekilde işleyemediği için ortaya çıkan yaygın görülen zararsız bir karaciğer rahatsızlığıdır. Ailesel geçiş gösteren genetik bir durumdur. Gilbert sendromuna karaciğerin bilirubini kandan uzaklaştırmakta sorun yaşamasıyla ortaya çıkan hatalı bir gen neden olmaktadır.Normalde, kırmızı kan hücreleri yaşamlarının sonuna geldiğinde (yaklaşık 120 gün sonra) kanda oksijen taşıyan kırmızı pigment olan hemoglobin, bilirubine dönüşür. Karaciğer bilirubini suda çözünür bir forma dönüştürür, bu da safraya geçer ve sonunda vücuttan idrar veya dışkıyla atılır. Gilbert sendromunda ise hatalı genden dolayı bilirubinin normal hızda safraya geçemez.Bunun yerine, kan dolaşımında birikerek gözlerin beyazına ve deriye sarımsı bir renk bırakır. Hatalı geni kalıtım yoluyla almak dışında, Gilbert sendromunu geliştirmek için bilinen hiçbir risk faktörü yoktur. Yaşam tarzı alışkanlıkları, çevresel faktörler, siroz veya hepatit C gibi altta yatan ciddi karaciğer sorunları ile ilgili değildir. Tip 1 diyabetli kişilerde daha sık görülmektedir.Gilbert Sendromu Belirtileri Nelerdir?Gilbert sendromunun en sık görülen belirtisi, kandaki yükselen bilirubin seviyelerinin bir sonucu olarak cildin ve gözlerin beyazlarının ara sıra sarımsı bir renk almasıdır. Bu baskın belirtinin yanı sıra karın ağrısı, koyu idrar rengi de görülebilmektedir. Gilbert Sendromuna Bağlı Ataklar Neden Olur?Gilbert sendromlu kişilerde, bilirubin seviyeleri ataklar sırasında artabilmektedir. Sarılık atakları genellikle aşağıdakiler de dahil olmak üzere fiziksel veya zihinsel strese neden olabilecek faktörlerle bağlantılıdır: Soğuk algınlığı veya grip gibi hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkan enfeksiyon ya da vücutta başka bir enfeksiyona sahip olmak Oruç tutmak veya çok düşük kalorili bir diyet yemek veya uzun süre aç kalmak Dehidrasyon yani susuz kalmak Adet görmek Yorucu egzersiz ya da ağır spor yapmak Aşırı stres Yeterince uyumamak Çok fazla alkol almak Ameliyat olmak.Mümkün olduğunca, hastalığı tetikleyen nedenlerden kaçınmak, sarılık atakları geçirme ihtimalini azaltmaktadır.Gilbert Sendromu Kimlerde Görülür?Gilbert sendromuna, ebeveynlerden miras alınan değiştirilmiş bir genin neden olduğu bilinmektedir. Bu gen genellikle karaciğerdeki bilirubini parçalamaya yardımcı olan bir enzimi kontrol etmektedir. Etkisiz bir gen olduğunda, vücutta yeterince enzim üretilmez ve kanda aşırı miktarda bilirubin olmasına neden olur. Gilbert sendromuna neden olan modifiye gen yaygın olarak görülmektedir. Birçok insan bu genin bir kopyasını taşır. Ancak Gilbert sendromuna sahip olmak için iki değiştirilmiş gen gerekir.Doğumdan itibaren mevcut olmasına rağmen, Gilbert sendromu genellikle ergenliğe kadar fark edilmez, çünkü ergenlik döneminde bilirubin üretimi artar. Aşağıdaki durumlarda Gilbert sendromunun ortaya çıkma riski artmaktadır. Her iki ebeveyninde de bozukluğa neden olan değiştirilmiş gen taşıyanlar Erkek cinsiyetiGilbert Sendromunda Hangi Komplikasyonlar Olur?Gilbert sendromuna neden olan ve bilirubini işleyen enzimin seviyesinin düşük olması bazı ilaçların yan etkilerini artırabilir, çünkü bu enzim bu ilaçların vücudunuzdan atılmasına yardımcı olmaktadır. Bu ilaçlar şunları içermektedir: Irinotekan (Camptosar), bir kanser kemoterapi ilacı HIV tedavisinde kullanılan bazı proteaz inhibitörleriGilbert sendromu varsa, yeni ilaçlar alınmandan önce mutlaka uzman hekimden görüş alınmalıdır. Ayrıca, Gilbert hastalığı olan kişilerde kırmızı kan hücrelerinin yok edilmesini bozan başka bir duruma sahip olmak safra taşı gelişmesi riski artırabilir.Gilbert Sendromu Nasıl Teşhis Edilir?Gilbert sendromu, kandaki bilirubin düzeylerini ölçmek için yapılan kan testleri kullanılarak teşhis edilebilir. Karaciğer hasar gördüğünde kana enzimler salgılar. Aynı zamanda karaciğerin vücudu sağlıklı tutmak için ürettiği proteinlerin seviyeleri de düşmeye başlar. Bu enzimlerin ve proteinlerin seviyelerini ölçerek, karaciğerin ne kadar iyi çalıştığına dair fikir verir. Uzman doktor, açıklanamayan sarılık varsa veya kanda bilirubin düzeyi yüksekse Gilbert sendromundan şüphelenir. Test sonuçları kanda yüksek düzeyde bilirubin bulunduğunu gösteriyorsa ancak karaciğer normal çalışıyorsa, genellikle Gilbert sendromu teşhisi yapılabilir.Daha yaygın karaciğer rahatsızlıklarını dışlamak için hastalara ayrıntılı kan tahlilleri, kan sayımı ve karaciğer fonksiyon testleri yapılması önerilir. Ayrıca hastalara mutlaka sarılık ve eliza tahlilleri yapılmasının gerekli olduğu anlatılır. Safra kesesi ve safra yolları ile karaciğerde bir sorun olup olmadığının görülmesi için hastalara karın ultrasonu yapılması gerekir. Standart kan sayımları ve karaciğer enzimlerinin normalken sadece bilirubin seviyesinin hafif yükselmesi Gilbert sendromunun bir göstergesidir. Genetik testler tanıyı doğrulasa da, genellikle başka bir teste gerek yoktur.Gilbert Sendromunun Tedavisi Var mı?Biluribin değerlerinin normal aralıktan fazla olduğunun belirlenmesi sonrasında hastalar genellikle telaşlı bir şekilde doktora başvururlar. Gilbert sendromu için bir tedaviye gerek yoktur. Kandaki bilirubin seviyeleri zamanla dalgalanabilir. Ara sıra sarılık olabilir ve bu genellikle hiçbir yan etkisi olmadan düzelir. Bazı durumlarda (polis ya da asker olabilmek için rapor alınması) sağlık açısından değil ama yasal açıdan engeller çıkabilmektedir. Gilbert Sendromu Durumunda Ne Yapılmalı?Stres gibi faktörler, Gilbert sendromunda daha yüksek bilirubin düzeylerini tetikleyerek sarılığa yol açabilmektedir. Bu durumu yönetmek için uygun adımlar atmak bilirubin seviyelerini kontrol altında tutmaya yardımcı olabilir. Doktorunuzun Gilbert sendromunuz olduğunu bildiğinden emin olun. Gilbert sendromu vücudunuzun belirli ilaçları işleme biçimini etkilediğinden, ziyaret ettiğiniz her doktor, hastalığa sahip olduğunuzu bilmelidir. Sağlıklı diyetle beslenin. Düşük kalorili diyetlerden kaçının. Rutin bir yemek programına bağlı kalın ve öğün atlamaktan kaçının. Uzun süreli açlık, yorgunluk hastalığı tetikleyip sarılık değerlerinizi arttırabilir. Hayatınızdaki streslerle başa çıkmanın yollarını bulun. Egzersiz, meditasyon ve müzik dinlemek yardımcı olabilir.Gilbert sendromu ömür boyu süren bir durumdur. Sağlık açısından tehdit oluşturmadığı, komplikasyonlara ya da karaciğer hastalığı riskinde artışa neden olmadığı sürece korkulacak bir durum yoktur. Sarılık atakları ve ilişkili semptomlar genellikle kısa ömürlüdür ve sonunda geçer. Sağlıklı, dengeli bir diyet ve bol bol egzersiz yapmak gerekir. Susuz kalma ve stres gibi sarılık ataklarını tetiklediğini bildiğiniz şeylerden kaçınmayı faydalı bulabilirsiniz. Gilbert sendromunuz varsa kolesterol ilaçları gibi belirli ilaçları aldıktan sonra sarılık veya başka yan etkiler geliştirme riskiniz diğer hastalara göre biraz daha fazladır. Herhangi bir yeni ilaç almadan önce uzman hekimle konuşmalı ve sizi ilk kez tedavi eden doktorların Gilbert sendromunuzu bildiğinden emin olmalısınız.
Gilbert Sendromu Nedir?Gilbert sendromu, karaciğerin bilirubini uygun şekilde işleyemediği için ortaya çıkan yaygın görülen zararsız bir karaciğer rahatsızlığıdır. Ailesel geçiş gösteren genetik bir durumdur. Gilbert sendromuna karaciğerin bilirubini kandan uzaklaştırmakta sorun yaşamasıyla ortaya çıkan hatalı bir gen neden olmaktadır.Normalde, kırmızı kan hücreleri yaşamlarının sonuna geldiğinde (yaklaşık 120 gün sonra) kanda oksijen taşıyan kırmızı pigment olan hemoglobin, bilirubine dönüşür. Karaciğer bilirubini suda çözünür bir forma dönüştürür, bu da safraya geçer ve sonunda vücuttan idrar veya dışkıyla atılır. Gilbert sendromunda ise hatalı genden dolayı bilirubinin normal hızda safraya geçemez.Bunun yerine, kan dolaşımında birikerek gözlerin beyazına ve deriye sarımsı bir renk bırakır. Hatalı geni kalıtım yoluyla almak dışında, Gilbert sendromunu geliştirmek için bilinen hiçbir risk faktörü yoktur. Yaşam tarzı alışkanlıkları, çevresel faktörler, siroz veya hepatit C gibi altta yatan ciddi karaciğer sorunları ile ilgili değildir. Tip 1 diyabetli kişilerde daha sık görülmektedir.Gilbert Sendromu Belirtileri Nelerdir?Gilbert sendromunun en sık görülen belirtisi, kandaki yükselen bilirubin seviyelerinin bir sonucu olarak cildin ve gözlerin beyazlarının ara sıra sarımsı bir renk almasıdır. Bu baskın belirtinin yanı sıra karın ağrısı, koyu idrar rengi de görülebilmektedir. Gilbert Sendromuna Bağlı Ataklar Neden Olur?Gilbert sendromlu kişilerde, bilirubin seviyeleri ataklar sırasında artabilmektedir. Sarılık atakları genellikle aşağıdakiler de dahil olmak üzere fiziksel veya zihinsel strese neden olabilecek faktörlerle bağlantılıdır:Mümkün olduğunca, hastalığı tetikleyen nedenlerden kaçınmak, sarılık atakları geçirme ihtimalini azaltmaktadır.Gilbert Sendromu Kimlerde Görülür?Gilbert sendromuna, ebeveynlerden miras alınan değiştirilmiş bir genin neden olduğu bilinmektedir. Bu gen genellikle karaciğerdeki bilirubini parçalamaya yardımcı olan bir enzimi kontrol etmektedir. Etkisiz bir gen olduğunda, vücutta yeterince enzim üretilmez ve kanda aşırı miktarda bilirubin olmasına neden olur. Gilbert sendromuna neden olan modifiye gen yaygın olarak görülmektedir. Birçok insan bu genin bir kopyasını taşır. Ancak Gilbert sendromuna sahip olmak için iki değiştirilmiş gen gerekir.Doğumdan itibaren mevcut olmasına rağmen, Gilbert sendromu genellikle ergenliğe kadar fark edilmez, çünkü ergenlik döneminde bilirubin üretimi artar. Aşağıdaki durumlarda Gilbert sendromunun ortaya çıkma riski artmaktadır.Gilbert Sendromunda Hangi Komplikasyonlar Olur?Gilbert sendromuna neden olan ve bilirubini işleyen enzimin seviyesinin düşük olması bazı ilaçların yan etkilerini artırabilir, çünkü bu enzim bu ilaçların vücudunuzdan atılmasına yardımcı olmaktadır. Bu ilaçlar şunları içermektedir:Gilbert sendromu varsa, yeni ilaçlar alınmandan önce mutlaka uzman hekimden görüş alınmalıdır. Ayrıca, Gilbert hastalığı olan kişilerde kırmızı kan hücrelerinin yok edilmesini bozan başka bir duruma sahip olmak safra taşı gelişmesi riski artırabilir.Gilbert Sendromu Nasıl Teşhis Edilir?Gilbert sendromu, kandaki bilirubin düzeylerini ölçmek için yapılan kan testleri kullanılarak teşhis edilebilir. Karaciğer hasar gördüğünde kana enzimler salgılar. Aynı zamanda karaciğerin vücudu sağlıklı tutmak için ürettiği proteinlerin seviyeleri de düşmeye başlar. Bu enzimlerin ve proteinlerin seviyelerini ölçerek, karaciğerin ne kadar iyi çalıştığına dair fikir verir. Uzman doktor, açıklanamayan sarılık varsa veya kanda bilirubin düzeyi yüksekse Gilbert sendromundan şüphelenir. Test sonuçları kanda yüksek düzeyde bilirubin bulunduğunu gösteriyorsa ancak karaciğer normal çalışıyorsa, genellikle Gilbert sendromu teşhisi yapılabilir.Daha yaygın karaciğer rahatsızlıklarını dışlamak için hastalara ayrıntılı kan tahlilleri, kan sayımı ve karaciğer fonksiyon testleri yapılması önerilir. Ayrıca hastalara mutlaka sarılık ve eliza tahlilleri yapılmasının gerekli olduğu anlatılır. Safra kesesi ve safra yolları ile karaciğerde bir sorun olup olmadığının görülmesi için hastalara karın ultrasonu yapılması gerekir. Standart kan sayımları ve karaciğer enzimlerinin normalken sadece bilirubin seviyesinin hafif yükselmesi Gilbert sendromunun bir göstergesidir. Genetik testler tanıyı doğrulasa da, genellikle başka bir teste gerek yoktur.Gilbert Sendromunun Tedavisi Var mı?Biluribin değerlerinin normal aralıktan fazla olduğunun belirlenmesi sonrasında hastalar genellikle telaşlı bir şekilde doktora başvururlar. Gilbert sendromu için bir tedaviye gerek yoktur. Kandaki bilirubin seviyeleri zamanla dalgalanabilir. Ara sıra sarılık olabilir ve bu genellikle hiçbir yan etkisi olmadan düzelir. Bazı durumlarda (polis ya da asker olabilmek için rapor alınması) sağlık açısından değil ama yasal açıdan engeller çıkabilmektedir. Gilbert Sendromu Durumunda Ne Yapılmalı?Stres gibi faktörler, Gilbert sendromunda daha yüksek bilirubin düzeylerini tetikleyerek sarılığa yol açabilmektedir. Bu durumu yönetmek için uygun adımlar atmak bilirubin seviyelerini kontrol altında tutmaya yardımcı olabilir. | 4,635 |
342 | Hastalıklar | Genetik Hastalıklar | Genetik kodlar anne ve babadan çocuklarına aktarılıyor. Kuşaktan kuşağa geçen genetik yapıları ise DNA zincirleri oluşturuyor. DNA yapısında kişinin yaşamı sürdürme, gelişme, büyüme, sağlık ve hatta zeka, duygu, düşünce gibi tüm bilgiler doğduğu günden itibaren hazır olarak bulunuyor. Anne babasının herhangi bir genetik hastalığı olmayan bebekler sağlıklı bir şekilde dünyaya gelerek hayatlarını sağlıklı bir şekilde sürdürebiliyor. Anne ve/veya babalarının genlerinde ya da kromozomlarında herhangi bir bozukluk, hastalık ya da farklılık olan bebeklerin ise DNA yapılarında “mutasyon” denilen değişiklikler meydana geliyor. DNA yapısındaki mutasyonlar ile dünyaya gelen bebekler, anne-babalarının kendilerine aktardığı genetik hastalıklarla yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Genetik hastalıklar kimilerinde doğuştan itibaren kimilerinde ise hayatının başka bir evresinde ortaya çıkabiliyor. Yapılan araştırmalara göre her 30 kişiden biri genetik bir rahatsızlık ile dünyaya geliyor. Oldukça farklı çeşidi olan genetik hastalıkların bir bölümü günümüzün ilerleyen tıbbi olanakları ile tedavi edilebiliyor ya da hasta gözetim altında tutuluyor. Genetik hastalıkları bir sonraki kuşağa aktarmamak için bu hastalıkların zamanında belirlenmesi ve önlem alınması çok önem taşıyor. Genetik hastalıklar belirlendikten sonra doktor kontrolünde tüp bebek yöntemi ile çocuk sahibi olunması gerekiyor. Genetik kodlar anne ve babadan çocuklarına aktarılıyor. Kuşaktan kuşağa geçen genetik yapıları ise DNA zincirleri oluşturuyor. DNA yapısında kişinin yaşamı sürdürme, gelişme, büyüme, sağlık ve hatta zeka, duygu, düşünce gibi tüm bilgiler doğduğu günden itibaren hazır olarak bulunuyor. Anne babasının herhangi bir genetik hastalığı olmayan bebekler sağlıklı bir şekilde dünyaya gelerek hayatlarını sağlıklı bir şekilde sürdürebiliyor. Anne ve/veya babalarının genlerinde ya da kromozomlarında herhangi bir bozukluk, hastalık ya da farklılık olan bebeklerin ise DNA yapılarında “mutasyon” denilen değişiklikler meydana geliyor. DNA yapısındaki mutasyonlar ile dünyaya gelen bebekler, anne-babalarının kendilerine aktardığı genetik hastalıklarla yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Genetik hastalıklar kimilerinde doğuştan itibaren kimilerinde ise hayatının başka bir evresinde ortaya çıkabiliyor. Yapılan araştırmalara göre her 30 kişiden biri genetik bir rahatsızlık ile dünyaya geliyor. Oldukça farklı çeşidi olan genetik hastalıkların bir bölümü günümüzün ilerleyen tıbbi olanakları ile tedavi edilebiliyor ya da hasta gözetim altında tutuluyor. Genetik hastalıkları bir sonraki kuşağa aktarmamak için bu hastalıkların zamanında belirlenmesi ve önlem alınması çok önem taşıyor. Genetik hastalıklar belirlendikten sonra doktor kontrolünde tüp bebek yöntemi ile çocuk sahibi olunması gerekiyor.
Genetik hastalıklar nelerdir?Genetik hastalıklar, anne veya babadan kaynaklı kromozom veya genlerdeki farklılıkları, bozuklukları nedeniyle doğacak bebeğin DNA’sında meydana gelen mutasyonlara bağlı olarak ortaya çıkan hastalıklardır. Genetik hastalıkların çok fazla türü bulunmaktadır. Genetik rahatsızlıkların bazıları doğuştan itibaren, bazıları ise hayatın başka bir evresinde ortaya çıkmaktadır. Örneğin; ailesinde kansere yatkınlık taşıyan bireyler kanser gibi hayati risk yaratan bu hastalıklara genellikle toplumda görülenden daha yüksek sıklıkla ve hayatın ileri evresinde karşılaşmaktadırlar.Genetik hastalıkların nedenleri nelerdir?Genetik hastalıklar anne ve/veya babadan bireylere geçen hastalıklardır. Anne veya babanın DNA ya da kromozomlarındaki herhangi bir anormallik doğacak bebeğin bu hastalıkla doğmasına neden olmaktadır. Genetik hastalıklar genellikle, genlerimizin çalışmasını bozan mutasyon dediğimiz değişiklikler nedeniyle ortaya çıkmaktadır.Genetik hastalıkların belirtileri nelerdir?Genetik hastalıklar birçok çeşidi bulunmaktadır. Bu nedenle genetik hastalıkların belirtileri de çok çeşitlidir. Örneğin; kaslarımızı etkileyen bir genetik hastalıkta kaslarda zayıflık, çabuk yorulma gibi belirtiler görülürken, karaciğeri etkileyen bir genetik hastalıkta karaciğer yetmezliği, bilirübin ya da başka enzimlerin yükselmesi gibi belirtiler ya da kanser genlerinde olan bir mutasyonda ise mutasyonu taşıyan dokuda kanser görülebilmektedir. Çocukluk çağı genetik hastalıklarının bazılarında zeka geriliği, vücut ve yüz görüntüsünde anormal bulgular ile kendisini belli etmektedir.Genetik hastalıkların çeşitleri nelerdir?Genetik hastalıklar DNA’da etkilenen alana göre iki gruba ayrılmaktadır.Kromozomal hastalıklarHer insanda 46 tane kromozom bulunmaktadır. Bu kromozomlar erkeklerde 46 XY, kadınlarda ise 46 XX şeklindedir. Bu kromozomların bir ya da bir kaçında bulunan sayı azlığı (Turner Sendromu 45 X gibi), sayı fazlalığı (Down Sendromu, Trizomi 18, Klinefelter Sendromu (47,XXY) gibi olmaktadır. Bunun dışında kromozomlarda bir parçanın kaybı ya da fazlalığı(5p Delesyon Sendromu, 4p Delesyon Sendromu) veya kromozom parçaları arasındaki yer değişikliği de (Kronik Myeloid Lösemi) genetik hastalıkların oluşumuna neden olabilmektedir.Tek gen hastalıklarıBu hastalıklarda sadece bir gen ve o genin bir ya da birden fazla bölgesinde mutasyon söz konusudur. Genin işlevine göre, kas hastalığı, zeka geriliği, organ yetmezlikleri, otizm gibi hastalık ve belirtiler ortaya çıkabilmektedir.Genetik hastalıklara nasıl tanı konulur?Genetik Hastalık şüphesi olan bir kişinin öncelikle bir tıbbi genetik uzmanı tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Kişinin doğumdan itibaren gelişimi sorgulanarak aile soyağacı çıkarılmaktadır. Daha sonra, gerekli genetik testler istenmektedir. Buna göre kromozom analizi, tek gen analizi, panel testler ya da tüm ekzom analizi gibi testler yapılmaktadır. Tıbbi genetik uzmanı tarafından kişinin aile hikayesi ve yapılan tetkikler değerlendirilerek genetik hastalık teşhisi konulmaktadır.Genetik hastalıkların tedavi yöntemleri nelerdir?Günümüzde genetik hastalıkların çok azına gen terapi uygulanabilmekte ve hedefe yönelik ilaçlar ile tedavi edilebilmektedir. Genellikle semptoma yönelik tedavi ve yönlendirmeler ve gerekli ise operasyonlar önerilmektedir. İlerleyen teknolojik gelişmeler ve nadir görülen hastalıklara yönelik tedavi seçenekleri günümüzde giderek gelişmektedir.Kanserlerde hedefe yönelik akıllı ilaç seçenekleri, kistik fibrozis ve DMD hastalıklarında olduğu gibi gen terapiler ve enzim eksikliği olan genetik hastalıklarda enzim takviyeleri genetik hastalıkların tedavisini kolaylaştırmaktadır.Genetik hastalıklar hakkında sık sorulan sorular Genetik hastalık taşıyıcısı kimler olur?Özellikle çekinik yani resesif genlerle oluşan genetik hastalıklarda DNA zincirinin biri mutasyonlu biri sağlam ise, bu kişiler taşıyıcı olmaktadır. Buna HETEROZİGOT mutasyon denilmektedir. Genellikle bu taşıyıcılar hastalık belirtilerini göstermez ya da çok hafif gösterir. Ancak bir başka taşıyıcı ile evlenmeleri durumunda çocukları hasta olabilir. Otozomal resesif yani çekinik hastalıklarda taşıyıcılık bu nedenle önemlidir.Genetik bir hastalığı olan bir çiftin çocukları da aynı hastalığı taşır mı?Çekinik genlerle (Otozomal Resesif) taşınan hastalıklar için anne ve baba aynı hastalığın taşıyıcı ise her gebelikte çocukların bu hastalığı taşıma ihtimali % 25’tir, % 50 ihtimalle de çocuk taşıyıcı olur. Baskın genlerle yani Otozomal Dominant kalıtılan hastalıklarda ise hasta anne veya baba her gebelikte %50 olasılıkla bu hastalığı çocuklarına aktarır.Anneden bebeğe geçen genetik hastalıklar nelerdir?Özellikle X kromozomunda bulunan genlerle meydana gelen hastalıklar ( Duchenne Muskular Distrofi, Frajil X, Hemofili gibi) taşıyıcı ve hastalık belirtisi taşımayan anneden erkek çocuklarına aktarılır ve erkek çocuklarda sadece bir tane X kromozomu olduğu için bu çocuklar hastalık belirtilerini gösterirler.Babadan bebeğe geçen genetik hastalıklar nelerdir?Erkeklerde görülen ve X kromozomundaki genlerden kaynaklanan hasta genleri, erkekler(babalar) kız çocuklarına aktarırlar. Ancak anne taşıyıcı değilse kızlar hasta değil taşıyıcı olur.Genetik hastalıkların en önemli nedeni akraba evlilikleri midir?Genetik hastalıkların en önemli nedeni akraba evliliği değil. Genetik hastalıkların en önemli nedeni DNA zincirlerinde taşınan hasta genlerdir. Bu nedenle akraba olan çiftlerde aynı hasta genleri taşıma olasılığı arttığı için akrabalık evliliklerinde özellikle otozomal resesif yani çekinik genlerle taşınan hastalıkların ortaya çıkma olasılığı topluma göre daha yüksektir.Genetik hastalıklar daha çok anneden mi yoksa babadan mı geçer?Genetik hastalıkların önemli bir kısmı hasta anne ve/veya babadan çocuğuna geçse de, döllenme ve gebelik sırasında embriyoda oluşacak mutasyonlar anne baba sağlam bile olsa çocukların hasta olmasına neden olabilir. Kanser gibi hastalıklarda da dokuya özgü mutasyonlar, hayatın ilerleyen dönemlerinde bu hastalıkların ortaya çıkmasına neden olabilir.Genetik hastalıklar tüp bebek yöntemiyle önlenebilir mi?Anne veya baba bir genetik hastalık taşıyıcısı ise tüp bebek yöntemi ile elde edilen embriyolarda genetik testler yapılarak sağlıklı embriyo seçimi yapılır. Bu işleme Pre-implantasyon Genetik Tanı(PGT) denir. Bu yöntem sayesinde ailenin taşıdığı hastalığı taşımayan sağlıklı çocukların doğması sağlanmış olur.Genetik hastalıklar hangi kromozomlarla taşınır?Genetik hastalıklar bütün kromozomlarla taşınabilir. Çünkü her hücrede 21 bin civarında gen bulunmaktadır. Bu genler 46 kromozoma eşit olmayan sayılarla dağılmıştır. Hastalık oluşturan gen herhangi numaralı(1-22) bir kromozomda ya da cinsiyet kromozomları olan X ve Y kromozomlarında bulunabilir.En sık görülen genetik hastalıklar hangileridir?Kromozomal hastalıklardan en sık görüleni Trizomi 21 yani Down sendromudur. Tek gen hastalıklarından ise ülkemizde SMA (Spinal Müsküler Atrofi), FMF (Ailevi Akdeniz Ateşi), Talasemi (Akdeniz Anemisi), kistik fibrozis sık görülen ve taşıyıcılığı toplumumuzda yüksek olan genetik hastalıklardır.Genetik hastalıklar önlenebilir mi?Doğuştan itibaren var olan genetik hastalıklar kişilere anne veya babadan aktarıldığı için önlenemez. Ancak Pre-implantasyon Genetik Tanı (Sağlıklı Embriyo Seçimi) yöntemi ile hasta olmayan embriyolar seçilerek, çiftlerin sağlıklı, hastalık taşımayan çocuklara sahip olması sağlanabilir.SMA genetik bir hastalık mıdır?SMA genetik bir hastalıktır. SMA yani Spinal Müsküler Atrofi Otozomal Resesif yani çekinik genlerle kalıtılır. Kız ya da erkek cinsiyet fark etmeden hayatın ilk aylarında başlayan ilerleyici kas güçsüzlüğü ve kas kaybı ile giden bir hastalıktır. Akraba evliliklerinde hastalığın görülme riski artar. Ülkemizde taşıyıcılık oranlarının yüksek olmasından dolayı, çiftlere çocuk sahibi olmadan önce taşıyıcılık testi yapılması önerilir.MS hastalığı genetik bir hastalık mıdır?MS yani Multipl Skleroz genetik komponenti olan immünolojik bir hastalıktır. Genetik olarak MS ile ilişkili olduğu tespit edilmiş birçok gen bulunmaktadır. Bazı ailelerde daha sık görülmesi de bu durumu desteklemektedir.Çölyak hastalığı genetik bir hastalık mıdır?Çölyak hastalığı HLA genlerinde bulunan mutasyonlara bağlı olarak kişide tekrarlayan ishal atakları ve eklem ağrılarına neden olan bir hastalıktır. Kişi özellikle Gluten içeren besinlerle beslendiğinde bağırsakların iç yüzeyinde bulunan hücrelerde meydana gelen harabiyet nedeniyle ortaya çıkar. Diyetten gluten çıkarıldığında kişinin atakları ve bağırsak epiteli ve ishal atakları iyileşir.Vitiligo hastalığı genetik bir hastalık mıdır?Vitiligo cildin belirli yerlerinde renk açıklığı yani melanin pigmentinin azalması ya da kaybolması ile giden bir cilt hastalığıdır. Vitiligo ile ilişkili pek çok gen bulunmuştur. Ancak genetik bir etkenin bulunamadığı hastalar da mevcuttur.Behçet hastalığı genetik bir hastalık mıdır?Behçet hastalığı ağız ve genital bölgede tekrarlayan aft ve yaralar, eklem ağrıları ve artrit ve böbrek rahatsızlıkları ile seyreden bir hastalıktır. Behçet Hastalığı ile ilişkili pek çok gen bulunmuştur. Ancak genetik bir etkenin bulunamadığı hastalar da mevcuttur.Sedef hastalığı genetik bir hastalık mıdır?Sedef hastalığı ciltte genellikle eklemlerde kaşıntı, döküntü, sedef rengi lezyonlar, eklem ağrısı ve artrit ve bazen böbrek problemleri ile seyreden bir immünolojik hastalıktır. Sedef Hastalığı ile ilişkili pek çok gen bulunmuştur. Ancak genetik bir etkenin bulunamadığı hastalar da mevcuttur.Demans hastalığı genetik bir hastalık mıdır?Demans hastalığı yaşa bağlı olarak kognitif fonksiyonların azaldığı, unutkanlık, ilerleyici hafıza kaybı ile karakterize durumdur. Genellikle yaş ilerledikçe ortaya çıksa da bazı ailelerde daha sık görülmesi nedeniyle yapılan araştırmalarda bazı genlerin bu durumu hızlandırdığı tespit edilmiştir. Özellikle erken yaşta başlayan Alzheimer genetik olarak kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır.ALS hastalığı genetik bir hastalık mıdır?ALS hastalığı ile ilişkili pek çok gen bulunmuştur. Ancak çoğunlukla neden olan genin tespit edilemediği hastalar da mevcuttur.Parkinson hastalığı genetik bir hastalık mıdır?Ailesinde Parkinson olmasa bile bazı kişiler genetik olarak bu hastalığa yatkın olabilir. Parkinson'da genetik bir yatkınlık söz konusudur. Ancak Parkinson genleri taşıyor olmak her zaman bu hastalığa yakalanılabileceği anlamına gelmez. Çevresel faktörler de oldukça önemlidir.Alzheimer hastalığı genetik bir hastalık mıdır?Erken başlangıçlı Alzheimer genetik bir hastalıktır. Anne ya da babada var ise bu durumu çocuklarına %50 olasılıkla aktarırlar. Ancak bazı durumlarda genetik bir etken bulunamaz, bazı ailelerde daha fazla görülmesi Alzheimer yatkınlığını düşündürmektedir.Genetik kas hastalıkları nelerdir?Ülkemizde taşıyıcılığı en yüksek olan kas hastalığı SMA yani Spinal Müsküler Atrofi’dir. Bunun dışında Duchenne Müsküler Distrofi, Myotik Distrofi, Mitokondriyal kas hastalıkları, Fascioscapulohumeral Distrofiler, Charcot Marie Tooth gibi adını sayamayacağımız yüzlerce genetik kas hastalığı bulunmaktadır.Genetik psikolojik hastalıklar nelerdir?Şizofreni, Otizm, Obsesif Kompulsif Bozukluk, Mani, Panik atak gibi sık rastlanan psikiyatrik bozukluklar yapılan araştırmalar sonucu genetik komponenti olduğu bilinen hastalıklardır.Genetik göz hastalıkları nelerdir?Şaşılık, Görme Tembelliği, Renk Körlüğü gibi genlerden kaynaklı göz hastalıkları da bulunmaktadır. Ayrıca, Albinizm hastalarında da vücutlarında melanin normal miktarda üretilmediği için göz renkleri soluk olmaktadır.Genetik akciğer hastalıkları nelerdir?Kistik fibrozis, astım ve KOAH hastalıkları genetik olabilmektedir. Kistik fibrozis hastalığı sonradan kazanılmaz. Astım ve KOAH çevresel faktörlerden ortaya çıkabileceği gibi kalıtsal da olabilmektedir. KOAH, akciğerleri korumaya yardımcı olan alfa-1 antitripsin isimli bir enzimin vücutta genetik olarak yetersiz düzeyde olması sonucu gelişebilmektedir.Şeker hastalığı genetik bir hastalık mıdır?Şeker hastalığı, düzensiz yaşam ve beslenme tarzından kaynaklanabildiği gibi kalıtsal nedenler dolayısıyla da ortaya çıkabilir.Obezite genetik bir hastalık mıdır?Çocukluk çağında görülen obezite hem çevresel faktörlere (beslenme ve yaşam şekli, aktivite miktarı gibi) bağlı olabileceği gibi, annenin gebelik sırasındaki beslenme alışkanlıkları ve babanın ergenlik dönemindeki beslenme alışkanlıkları ile ilişkilidir. Gebelik sırasında düşük protein, yüksek karbonhidratla beslenen annelerin çocuklarında obezite olasılığı daha yüksektir. Araştırmalar ebeveynlerden yalnızca biri obezite hastası olduğunda /30-40, iki ebeveyn de obezite hastası ise çocuklarının %80 olasılıkla obezite hastası olma riski olduğunu göstermiştir.Bu çevresel faktörler dışında çocuklarda dismorfik bulgular ve zeka gerilikleri ile giden Sendromik Obezite etkenleri olan tek gen mutasyonları da bulunmaktadır. Kalp hastalıkları genetik bir hastalık mıdır?Sık görülen kalp hastalıkları genetik geçişli olabilmektedir. Aile öyküsünde kalp rahatsızlığı bulunan bireylerin yaşam ve beslenme tarzlarına özellikle dikkat etmesi gerekmektedir. Damar sertliği, hipertansiyon gibi hastalıklar bunlara örnek olabilir.Sinir hastalıkları genetik bir hastalık mıdır?Sinir hastalıklarının %70’i kalıtsal olabilmektedir. Epilepsi, Otizm Spektrum Bozuklukları, Musküler Distrofiler, Spinal Musküler Atrofiler ve Ataksi genetik sinir hastalıklarından bazılarıdır. Bu hastalıkların genetik analizleri, gelişmiş teknolojiler sayesinde çıkan yeni nesil dizileme (NGS) ile yapılabilmektedir.Genetik cilt hastalıkları nelerdir?Behçet hastalığı, Albinizm, Kelebek hastalığı, Balık Pulluluğu, Tuberosklerozis (TS) bazı genetik cilt hastalıklarına örnektir.Genetik nörolojik hastalıklar nelerdir?Epilepsi, Otizm Spektrum Bozuklukları, Musküler Distrofiler, Spinal Musküler Atrofiler ve Ataksi genetik sinir hastalıklarından bazılarıdır.Genetik hastalıklar tedavi edilebilir mi?Genetik hastalıklar nadir de olsa bazı tedavi edilebilmektedir. Genetik mutasyonlar sonucu ortaya çıkan bazı kanser türleri akıllı ilaç teknolojisi, immünoterapi ve kemoterapi ile tedavi edilebilmektedir. Yeni çıkan teknolojiler sayesinde CRISPR, gen terapisi uygulanabilecektir.Genetik hastalık taşıyıcısı olan kişiler hayati risk yaşar mı?Çekinik genlerle taşınan hastalıklarda taşıyıcılar hastalık belirtilerini göstermez. Ancak bunu sonraki kuşaklara aktarırlar.Türkiye’de en sık hangi genetik hastalıklar görülür?Kromozomal Hastalıklardan en sık görüleni Trizomi 21, Down Sendromudur. Tek Gen Hastalıklarından ise ülkemiz için; SMA (Spinal Müsküler Atrofi), FMF (Ailevi Akdeniz Ateşi) Talasemi (Akdeniz Anemisi) ve Kistik Fibrozis sık görülen ve taşıyıcılığı toplumumuzda yüksek olan genetik hastalıklardır.Genetik hastalıkların oluşmasında çevre, beslenme ya da hareketsiz bir yaşam neden olur mu?Kalıtsal genetik hastalıklar çevre ya da beslenme koşullarından dolayı değişmez ya da ortadan kalkmaz. Ancak obezite, tip 2 Diyabet, yüksek kolesterol, kardiyovasküler hastalıklar gibi poligenik yani birden fazla gen değişikliğinin neden olduğu multifaktoriyel hastalıklar çevre koşulları, beslenme şekli ve hareketsiz yaşam ile ilişkilidir. Risk faktörleri ne kadar fazla ise belirtiler o kadar fazladır ya da erken yaşta ortaya çıkar.Genetik hastalıkları modern tıbbi gelişmeler ortadan kaldırır mı?Son yıllarda bazı hastalıklar için gen terapiler ve hedefe yönelik akıllı ilaçlar kullanılmaktadır. Talasemi gibi bazı kan hastalıklarının tedavisinde ve bazı kanserlerde de kök hücre nakli ile tedavi sağlanmaktadır.Genetik hastalıklar ölümcül bir hastalık mıdır?Aslında en ölümcül genetik hastalıklar ile doğan bebekler, genelde bebek anne karnında iken ya da hayatın ilk günlerinde kaybedilir. Genetik hastalıklarda belirtiler etkilenen genin işlevine, mutasyonun yerine ve büyüklüğüne göre değişiklik gösterir. Bu hafif bir kas ağrısından ağır zeka gerilikleri ve organ yetmezliklerine kadar değişebilir.Genetik hastalığı olan bir kişi ne kadar yaşar?Genetik hastalığın adı, o hastalığa neden olan genin işlevi, etkilenen organların yaygınlığına göre kişinin ömrü değişir. Aynı genetik hastalığı taşıyan iki kişi için bile yaşam süresi değişebilir. Genetik hastalıklar tanı merkezinin görevleri nelerdir?Genetik Hastalıklar Tanı Merkezleri hem genetik hastalığı ya da hastalık şüphesi olan kişilere genetik danışmanlık vermek hem de tanı merkezine gelen numunelerin belirli testler ile genetik bozuklukların analizi ve tanılarının konulmasını sağlamakla görevlidir. Genetik Tanı Merkezlerinde Tıbbi Genetik Uzmanı olan bir hekim önderliğinde laboratuvar bölümlerinde alanlarında uzmanlaşmış moleküler biyologlar çalışmaktadır.Genetik hastalıklarda kök hücre tedavisi yapılır mı?Genetik hastalıklara kök hücre tedavisi yapılabilir. Kalıtsal olan metabolizma kaynaklı anormalliklerin düzeltilmesi, kemik iliğindeki hasarların iyileştirilmesi, lösemi gibi hastalıkların tedavisi, bağışıklık sistemi kaynaklı sıkıntıların giderilmesi, hasarlı organ ve dokuların iyileştirilmesi gibi kök hücre tedavilerinin uygulandığı alanlar bulunmaktadır.Genetik hastalıklara hangi bölümler ve doktorlar bakar?Genetik Hastalıklar Tıp Fakültesinden sonra Tıpta Uzmanlık Sınavı sonucu Tıbbi Genetik Uzmanlığı eğitimi almış hekimler tarafından değerlendirilir. Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezleri’nde hem laboratuvar hizmeti hem de poliklinik ve genetik danışmanlık hizmetleri verilir.Genetik hastalıklar bulaşıcı bir hastalık mıdır?Genetik hastalıklar bulaşıcı bir hastalık değildir. Kişiden kişiye bulaşmaz. Ancak kuşaktan kuşağa aktarılır.King Charles cinsi köpeklerde görülen genetik hastalıklar nelerdir?Cavalier King Charles cinsi köpeklerde Syringomyeli denilen bir sinir sistemi hastalığı, eklem ve kemik dokudaki genetik bozukluktan dolayı, doğuştan kalça çıkığı, eğri ve biçimsiz arka bacaklar ve diz eklemi, yine genetik problemleri nedeniyle görme ve işitme kayıpları görülmektedirBritish Shorthaircinsi kedilerde görülen genetik hastalıklar nelerdir?British Shorthair cinsi kediler hipertrofik kardiyomyopati denilen kalp kasının normalden çok fazla büyük olduğu ve damarsal problemlerin olduğu bir genetik hastalığa sahiplerdir. Aynı zamanda bu kedi cinsinin taşıdığı genetik bozukluk nedeniyle böbrek problemleri, yürürken şiddetli ağrı çekebilecek kadar şiddetli kemik problemleri, katarakt ve çeşitli görme bozuklukları ve böbrek yetmezliğine kadar yol açabilecek polikistik böbrek hastalığı olabilir.
Genetik hastalıklar nelerdir?Genetik hastalıklar, anne veya babadan kaynaklı kromozom veya genlerdeki farklılıkları, bozuklukları nedeniyle doğacak bebeğin DNA’sında meydana gelen mutasyonlara bağlı olarak ortaya çıkan hastalıklardır. Genetik hastalıkların çok fazla türü bulunmaktadır. Genetik rahatsızlıkların bazıları doğuştan itibaren, bazıları ise hayatın başka bir evresinde ortaya çıkmaktadır. Örneğin; ailesinde kansere yatkınlık taşıyan bireyler kanser gibi hayati risk yaratan bu hastalıklara genellikle toplumda görülenden daha yüksek sıklıkla ve hayatın ileri evresinde karşılaşmaktadırlar.Genetik hastalıkların nedenleri nelerdir?Genetik hastalıklar anne ve/veya babadan bireylere geçen hastalıklardır. Anne veya babanın DNA ya da kromozomlarındaki herhangi bir anormallik doğacak bebeğin bu hastalıkla doğmasına neden olmaktadır. Genetik hastalıklar genellikle, genlerimizin çalışmasını bozan mutasyon dediğimiz değişiklikler nedeniyle ortaya çıkmaktadır.Genetik hastalıkların belirtileri nelerdir?Genetik hastalıklar birçok çeşidi bulunmaktadır. Bu nedenle genetik hastalıkların belirtileri de çok çeşitlidir. Örneğin; kaslarımızı etkileyen bir genetik hastalıkta kaslarda zayıflık, çabuk yorulma gibi belirtiler görülürken, karaciğeri etkileyen bir genetik hastalıkta karaciğer yetmezliği, bilirübin ya da başka enzimlerin yükselmesi gibi belirtiler ya da kanser genlerinde olan bir mutasyonda ise mutasyonu taşıyan dokuda kanser görülebilmektedir. Çocukluk çağı genetik hastalıklarının bazılarında zeka geriliği, vücut ve yüz görüntüsünde anormal bulgular ile kendisini belli etmektedir.Genetik hastalıkların çeşitleri nelerdir?Genetik hastalıklar DNA’da etkilenen alana göre iki gruba ayrılmaktadır.Kromozomal hastalıklarHer insanda 46 tane kromozom bulunmaktadır. Bu kromozomlar erkeklerde 46 XY, kadınlarda ise 46 XX şeklindedir. Bu kromozomların bir ya da bir kaçında bulunan sayı azlığı (Turner Sendromu 45 X gibi), sayı fazlalığı (Down Sendromu, Trizomi 18, Klinefelter Sendromu (47,XXY) gibi olmaktadır. Bunun dışında kromozomlarda bir parçanın kaybı ya da fazlalığı(5p Delesyon Sendromu, 4p Delesyon Sendromu) veya kromozom parçaları arasındaki yer değişikliği de (Kronik Myeloid Lösemi) genetik hastalıkların oluşumuna neden olabilmektedir.Tek gen hastalıklarıBu hastalıklarda sadece bir gen ve o genin bir ya da birden fazla bölgesinde mutasyon söz konusudur. Genin işlevine göre, kas hastalığı, zeka geriliği, organ yetmezlikleri, otizm gibi hastalık ve belirtiler ortaya çıkabilmektedir.Genetik hastalıklara nasıl tanı konulur?Genetik Hastalık şüphesi olan bir kişinin öncelikle bir tıbbi genetik uzmanı tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Kişinin doğumdan itibaren gelişimi sorgulanarak aile soyağacı çıkarılmaktadır. Daha sonra, gerekli genetik testler istenmektedir. Buna göre kromozom analizi, tek gen analizi, panel testler ya da tüm ekzom analizi gibi testler yapılmaktadır. Tıbbi genetik uzmanı tarafından kişinin aile hikayesi ve yapılan tetkikler değerlendirilerek genetik hastalık teşhisi konulmaktadır.Genetik hastalıkların tedavi yöntemleri nelerdir?Günümüzde genetik hastalıkların çok azına gen terapi uygulanabilmekte ve hedefe yönelik ilaçlar ile tedavi edilebilmektedir. Genellikle semptoma yönelik tedavi ve yönlendirmeler ve gerekli ise operasyonlar önerilmektedir. İlerleyen teknolojik gelişmeler ve nadir görülen hastalıklara yönelik tedavi seçenekleri günümüzde giderek gelişmektedir.Kanserlerde hedefe yönelik akıllı ilaç seçenekleri, kistik fibrozis ve DMD hastalıklarında olduğu gibi gen terapiler ve enzim eksikliği olan genetik hastalıklarda enzim takviyeleri genetik hastalıkların tedavisini kolaylaştırmaktadır.Genetik hastalıklar hakkında sık sorulan sorular Genetik hastalık taşıyıcısı kimler olur?Özellikle çekinik yani resesif genlerle oluşan genetik hastalıklarda DNA zincirinin biri mutasyonlu biri sağlam ise, bu kişiler taşıyıcı olmaktadır. Buna HETEROZİGOT mutasyon denilmektedir. Genellikle bu taşıyıcılar hastalık belirtilerini göstermez ya da çok hafif gösterir. Ancak bir başka taşıyıcı ile evlenmeleri durumunda çocukları hasta olabilir. Otozomal resesif yani çekinik hastalıklarda taşıyıcılık bu nedenle önemlidir.Genetik bir hastalığı olan bir çiftin çocukları da aynı hastalığı taşır mı?Çekinik genlerle (Otozomal Resesif) taşınan hastalıklar için anne ve baba aynı hastalığın taşıyıcı ise her gebelikte çocukların bu hastalığı taşıma ihtimali % 25’tir, % 50 ihtimalle de çocuk taşıyıcı olur. Baskın genlerle yani Otozomal Dominant kalıtılan hastalıklarda ise hasta anne veya baba her gebelikte %50 olasılıkla bu hastalığı çocuklarına aktarır.Anneden bebeğe geçen genetik hastalıklar nelerdir?Özellikle X kromozomunda bulunan genlerle meydana gelen hastalıklar ( Duchenne Muskular Distrofi, Frajil X, Hemofili gibi) taşıyıcı ve hastalık belirtisi taşımayan anneden erkek çocuklarına aktarılır ve erkek çocuklarda sadece bir tane X kromozomu olduğu için bu çocuklar hastalık belirtilerini gösterirler.Babadan bebeğe geçen genetik hastalıklar nelerdir?Erkeklerde görülen ve X kromozomundaki genlerden kaynaklanan hasta genleri, erkekler(babalar) kız çocuklarına aktarırlar. Ancak anne taşıyıcı değilse kızlar hasta değil taşıyıcı olur.Genetik hastalıkların en önemli nedeni akraba evlilikleri midir?Genetik hastalıkların en önemli nedeni akraba evliliği değil. Genetik hastalıkların en önemli nedeni DNA zincirlerinde taşınan hasta genlerdir. Bu nedenle akraba olan çiftlerde aynı hasta genleri taşıma olasılığı arttığı için akrabalık evliliklerinde özellikle otozomal resesif yani çekinik genlerle taşınan hastalıkların ortaya çıkma olasılığı topluma göre daha yüksektir.Genetik hastalıklar daha çok anneden mi yoksa babadan mı geçer?Genetik hastalıkların önemli bir kısmı hasta anne ve/veya babadan çocuğuna geçse de, döllenme ve gebelik sırasında embriyoda oluşacak mutasyonlar anne baba sağlam bile olsa çocukların hasta olmasına neden olabilir. Kanser gibi hastalıklarda da dokuya özgü mutasyonlar, hayatın ilerleyen dönemlerinde bu hastalıkların ortaya çıkmasına neden olabilir.Genetik hastalıklar tüp bebek yöntemiyle önlenebilir mi?Anne veya baba bir genetik hastalık taşıyıcısı ise tüp bebek yöntemi ile elde edilen embriyolarda genetik testler yapılarak sağlıklı embriyo seçimi yapılır. Bu işleme Pre-implantasyon Genetik Tanı(PGT) denir. Bu yöntem sayesinde ailenin taşıdığı hastalığı taşımayan sağlıklı çocukların doğması sağlanmış olur.Genetik hastalıklar hangi kromozomlarla taşınır?Genetik hastalıklar bütün kromozomlarla taşınabilir. Çünkü her hücrede 21 bin civarında gen bulunmaktadır. Bu genler 46 kromozoma eşit olmayan sayılarla dağılmıştır. Hastalık oluşturan gen herhangi numaralı(1-22) bir kromozomda ya da cinsiyet kromozomları olan X ve Y kromozomlarında bulunabilir.En sık görülen genetik hastalıklar hangileridir?Kromozomal hastalıklardan en sık görüleni Trizomi 21 yani Down sendromudur. Tek gen hastalıklarından ise ülkemizde SMA (Spinal Müsküler Atrofi), FMF (Ailevi Akdeniz Ateşi), Talasemi (Akdeniz Anemisi), kistik fibrozis sık görülen ve taşıyıcılığı toplumumuzda yüksek olan genetik hastalıklardır.Genetik hastalıklar önlenebilir mi?Doğuştan itibaren var olan genetik hastalıklar kişilere anne veya babadan aktarıldığı için önlenemez. Ancak Pre-implantasyon Genetik Tanı (Sağlıklı Embriyo Seçimi) yöntemi ile hasta olmayan embriyolar seçilerek, çiftlerin sağlıklı, hastalık taşımayan çocuklara sahip olması sağlanabilir.SMA genetik bir hastalık mıdır?SMA genetik bir hastalıktır. SMA yani Spinal Müsküler Atrofi Otozomal Resesif yani çekinik genlerle kalıtılır. Kız ya da erkek cinsiyet fark etmeden hayatın ilk aylarında başlayan ilerleyici kas güçsüzlüğü ve kas kaybı ile giden bir hastalıktır. Akraba evliliklerinde hastalığın görülme riski artar. Ülkemizde taşıyıcılık oranlarının yüksek olmasından dolayı, çiftlere çocuk sahibi olmadan önce taşıyıcılık testi yapılması önerilir.MS hastalığı genetik bir hastalık mıdır?MS yani Multipl Skleroz genetik komponenti olan immünolojik bir hastalıktır. Genetik olarak MS ile ilişkili olduğu tespit edilmiş birçok gen bulunmaktadır. Bazı ailelerde daha sık görülmesi de bu durumu desteklemektedir.Çölyak hastalığı genetik bir hastalık mıdır?Çölyak hastalığı HLA genlerinde bulunan mutasyonlara bağlı olarak kişide tekrarlayan ishal atakları ve eklem ağrılarına neden olan bir hastalıktır. Kişi özellikle Gluten içeren besinlerle beslendiğinde bağırsakların iç yüzeyinde bulunan hücrelerde meydana gelen harabiyet nedeniyle ortaya çıkar. Diyetten gluten çıkarıldığında kişinin atakları ve bağırsak epiteli ve ishal atakları iyileşir.Vitiligo hastalığı genetik bir hastalık mıdır?Vitiligo cildin belirli yerlerinde renk açıklığı yani melanin pigmentinin azalması ya da kaybolması ile giden bir cilt hastalığıdır. Vitiligo ile ilişkili pek çok gen bulunmuştur. Ancak genetik bir etkenin bulunamadığı hastalar da mevcuttur.Behçet hastalığı genetik bir hastalık mıdır?Behçet hastalığı ağız ve genital bölgede tekrarlayan aft ve yaralar, eklem ağrıları ve artrit ve böbrek rahatsızlıkları ile seyreden bir hastalıktır. Behçet Hastalığı ile ilişkili pek çok gen bulunmuştur. Ancak genetik bir etkenin bulunamadığı hastalar da mevcuttur.Sedef hastalığı genetik bir hastalık mıdır?Sedef hastalığı ciltte genellikle eklemlerde kaşıntı, döküntü, sedef rengi lezyonlar, eklem ağrısı ve artrit ve bazen böbrek problemleri ile seyreden bir immünolojik hastalıktır. Sedef Hastalığı ile ilişkili pek çok gen bulunmuştur. Ancak genetik bir etkenin bulunamadığı hastalar da mevcuttur.Demans hastalığı genetik bir hastalık mıdır?Demans hastalığı yaşa bağlı olarak kognitif fonksiyonların azaldığı, unutkanlık, ilerleyici hafıza kaybı ile karakterize durumdur. Genellikle yaş ilerledikçe ortaya çıksa da bazı ailelerde daha sık görülmesi nedeniyle yapılan araştırmalarda bazı genlerin bu durumu hızlandırdığı tespit edilmiştir. Özellikle erken yaşta başlayan Alzheimer genetik olarak kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır.ALS hastalığı genetik bir hastalık mıdır?ALS hastalığı ile ilişkili pek çok gen bulunmuştur. Ancak çoğunlukla neden olan genin tespit edilemediği hastalar da mevcuttur.Parkinson hastalığı genetik bir hastalık mıdır?Ailesinde Parkinson olmasa bile bazı kişiler genetik olarak bu hastalığa yatkın olabilir. Parkinson'da genetik bir yatkınlık söz konusudur. Ancak Parkinson genleri taşıyor olmak her zaman bu hastalığa yakalanılabileceği anlamına gelmez. Çevresel faktörler de oldukça önemlidir.Alzheimer hastalığı genetik bir hastalık mıdır?Erken başlangıçlı Alzheimer genetik bir hastalıktır. Anne ya da babada var ise bu durumu çocuklarına %50 olasılıkla aktarırlar. Ancak bazı durumlarda genetik bir etken bulunamaz, bazı ailelerde daha fazla görülmesi Alzheimer yatkınlığını düşündürmektedir.Genetik kas hastalıkları nelerdir?Ülkemizde taşıyıcılığı en yüksek olan kas hastalığı SMA yani Spinal Müsküler Atrofi’dir. Bunun dışında Duchenne Müsküler Distrofi, Myotik Distrofi, Mitokondriyal kas hastalıkları, Fascioscapulohumeral Distrofiler, Charcot Marie Tooth gibi adını sayamayacağımız yüzlerce genetik kas hastalığı bulunmaktadır.Genetik psikolojik hastalıklar nelerdir?Şizofreni, Otizm, Obsesif Kompulsif Bozukluk, Mani, Panik atak gibi sık rastlanan psikiyatrik bozukluklar yapılan araştırmalar sonucu genetik komponenti olduğu bilinen hastalıklardır.Genetik göz hastalıkları nelerdir?Şaşılık, Görme Tembelliği, Renk Körlüğü gibi genlerden kaynaklı göz hastalıkları da bulunmaktadır. Ayrıca, Albinizm hastalarında da vücutlarında melanin normal miktarda üretilmediği için göz renkleri soluk olmaktadır.Genetik akciğer hastalıkları nelerdir?Kistik fibrozis, astım ve KOAH hastalıkları genetik olabilmektedir. Kistik fibrozis hastalığı sonradan kazanılmaz. Astım ve KOAH çevresel faktörlerden ortaya çıkabileceği gibi kalıtsal da olabilmektedir. KOAH, akciğerleri korumaya yardımcı olan alfa-1 antitripsin isimli bir enzimin vücutta genetik olarak yetersiz düzeyde olması sonucu gelişebilmektedir.Şeker hastalığı genetik bir hastalık mıdır?Şeker hastalığı, düzensiz yaşam ve beslenme tarzından kaynaklanabildiği gibi kalıtsal nedenler dolayısıyla da ortaya çıkabilir.Obezite genetik bir hastalık mıdır?Çocukluk çağında görülen obezite hem çevresel faktörlere (beslenme ve yaşam şekli, aktivite miktarı gibi) bağlı olabileceği gibi, annenin gebelik sırasındaki beslenme alışkanlıkları ve babanın ergenlik dönemindeki beslenme alışkanlıkları ile ilişkilidir. Gebelik sırasında düşük protein, yüksek karbonhidratla beslenen annelerin çocuklarında obezite olasılığı daha yüksektir. Araştırmalar ebeveynlerden yalnızca biri obezite hastası olduğunda /30-40, iki ebeveyn de obezite hastası ise çocuklarının %80 olasılıkla obezite hastası olma riski olduğunu göstermiştir.Bu çevresel faktörler dışında çocuklarda dismorfik bulgular ve zeka gerilikleri ile giden Sendromik Obezite etkenleri olan tek gen mutasyonları da bulunmaktadır. Kalp hastalıkları genetik bir hastalık mıdır?Sık görülen kalp hastalıkları genetik geçişli olabilmektedir. Aile öyküsünde kalp rahatsızlığı bulunan bireylerin yaşam ve beslenme tarzlarına özellikle dikkat etmesi gerekmektedir. Damar sertliği, hipertansiyon gibi hastalıklar bunlara örnek olabilir.Sinir hastalıkları genetik bir hastalık mıdır?Sinir hastalıklarının %70’i kalıtsal olabilmektedir. Epilepsi, Otizm Spektrum Bozuklukları, Musküler Distrofiler, Spinal Musküler Atrofiler ve Ataksi genetik sinir hastalıklarından bazılarıdır. Bu hastalıkların genetik analizleri, gelişmiş teknolojiler sayesinde çıkan yeni nesil dizileme (NGS) ile yapılabilmektedir.Genetik cilt hastalıkları nelerdir?Behçet hastalığı, Albinizm, Kelebek hastalığı, Balık Pulluluğu, Tuberosklerozis (TS) bazı genetik cilt hastalıklarına örnektir.Genetik nörolojik hastalıklar nelerdir?Epilepsi, Otizm Spektrum Bozuklukları, Musküler Distrofiler, Spinal Musküler Atrofiler ve Ataksi genetik sinir hastalıklarından bazılarıdır.Genetik hastalıklar tedavi edilebilir mi?Genetik hastalıklar nadir de olsa bazı tedavi edilebilmektedir. Genetik mutasyonlar sonucu ortaya çıkan bazı kanser türleri akıllı ilaç teknolojisi, immünoterapi ve kemoterapi ile tedavi edilebilmektedir. Yeni çıkan teknolojiler sayesinde CRISPR, gen terapisi uygulanabilecektir.Genetik hastalık taşıyıcısı olan kişiler hayati risk yaşar mı?Çekinik genlerle taşınan hastalıklarda taşıyıcılar hastalık belirtilerini göstermez. Ancak bunu sonraki kuşaklara aktarırlar.Türkiye’de en sık hangi genetik hastalıklar görülür?Kromozomal Hastalıklardan en sık görüleni Trizomi 21, Down Sendromudur. Tek Gen Hastalıklarından ise ülkemiz için; SMA (Spinal Müsküler Atrofi), FMF (Ailevi Akdeniz Ateşi) Talasemi (Akdeniz Anemisi) ve Kistik Fibrozis sık görülen ve taşıyıcılığı toplumumuzda yüksek olan genetik hastalıklardır.Genetik hastalıkların oluşmasında çevre, beslenme ya da hareketsiz bir yaşam neden olur mu?Kalıtsal genetik hastalıklar çevre ya da beslenme koşullarından dolayı değişmez ya da ortadan kalkmaz. Ancak obezite, tip 2 Diyabet, yüksek kolesterol, kardiyovasküler hastalıklar gibi poligenik yani birden fazla gen değişikliğinin neden olduğu multifaktoriyel hastalıklar çevre koşulları, beslenme şekli ve hareketsiz yaşam ile ilişkilidir. Risk faktörleri ne kadar fazla ise belirtiler o kadar fazladır ya da erken yaşta ortaya çıkar.Genetik hastalıkları modern tıbbi gelişmeler ortadan kaldırır mı?Son yıllarda bazı hastalıklar için gen terapiler ve hedefe yönelik akıllı ilaçlar kullanılmaktadır. Talasemi gibi bazı kan hastalıklarının tedavisinde ve bazı kanserlerde de kök hücre nakli ile tedavi sağlanmaktadır.Genetik hastalıklar ölümcül bir hastalık mıdır?Aslında en ölümcül genetik hastalıklar ile doğan bebekler, genelde bebek anne karnında iken ya da hayatın ilk günlerinde kaybedilir. Genetik hastalıklarda belirtiler etkilenen genin işlevine, mutasyonun yerine ve büyüklüğüne göre değişiklik gösterir. Bu hafif bir kas ağrısından ağır zeka gerilikleri ve organ yetmezliklerine kadar değişebilir.Genetik hastalığı olan bir kişi ne kadar yaşar?Genetik hastalığın adı, o hastalığa neden olan genin işlevi, etkilenen organların yaygınlığına göre kişinin ömrü değişir. Aynı genetik hastalığı taşıyan iki kişi için bile yaşam süresi değişebilir. Genetik hastalıklar tanı merkezinin görevleri nelerdir?Genetik Hastalıklar Tanı Merkezleri hem genetik hastalığı ya da hastalık şüphesi olan kişilere genetik danışmanlık vermek hem de tanı merkezine gelen numunelerin belirli testler ile genetik bozuklukların analizi ve tanılarının konulmasını sağlamakla görevlidir. Genetik Tanı Merkezlerinde Tıbbi Genetik Uzmanı olan bir hekim önderliğinde laboratuvar bölümlerinde alanlarında uzmanlaşmış moleküler biyologlar çalışmaktadır.Genetik hastalıklarda kök hücre tedavisi yapılır mı?Genetik hastalıklara kök hücre tedavisi yapılabilir. Kalıtsal olan metabolizma kaynaklı anormalliklerin düzeltilmesi, kemik iliğindeki hasarların iyileştirilmesi, lösemi gibi hastalıkların tedavisi, bağışıklık sistemi kaynaklı sıkıntıların giderilmesi, hasarlı organ ve dokuların iyileştirilmesi gibi kök hücre tedavilerinin uygulandığı alanlar bulunmaktadır.Genetik hastalıklara hangi bölümler ve doktorlar bakar?Genetik Hastalıklar Tıp Fakültesinden sonra Tıpta Uzmanlık Sınavı sonucu Tıbbi Genetik Uzmanlığı eğitimi almış hekimler tarafından değerlendirilir. Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezleri’nde hem laboratuvar hizmeti hem de poliklinik ve genetik danışmanlık hizmetleri verilir.Genetik hastalıklar bulaşıcı bir hastalık mıdır?Genetik hastalıklar bulaşıcı bir hastalık değildir. Kişiden kişiye bulaşmaz. Ancak kuşaktan kuşağa aktarılır.King Charles cinsi köpeklerde görülen genetik hastalıklar nelerdir?Cavalier King Charles cinsi köpeklerde Syringomyeli denilen bir sinir sistemi hastalığı, eklem ve kemik dokudaki genetik bozukluktan dolayı, doğuştan kalça çıkığı, eğri ve biçimsiz arka bacaklar ve diz eklemi, yine genetik problemleri nedeniyle görme ve işitme kayıpları görülmektedirBritish Shorthaircinsi kedilerde görülen genetik hastalıklar nelerdir?British Shorthair cinsi kediler hipertrofik kardiyomyopati denilen kalp kasının normalden çok fazla büyük olduğu ve damarsal problemlerin olduğu bir genetik hastalığa sahiplerdir. Aynı zamanda bu kedi cinsinin taşıdığı genetik bozukluk nedeniyle böbrek problemleri, yürürken şiddetli ağrı çekebilecek kadar şiddetli kemik problemleri, katarakt ve çeşitli görme bozuklukları ve böbrek yetmezliğine kadar yol açabilecek polikistik böbrek hastalığı olabilir. | 14,860 |
343 | Hastalıklar | Gizli Şeker (Prediyabet) | Tıbbi adı prediyabet olan gizli şeker, tip 2 diyabet tanısı koyabilecek düzeyde yüksek olmasa da kan şekeri düzeylerinin normalden yüksek olmasıdır. Hemoglobine bağlı kan şekeri miktarının ölçüldüğü Hba1c testinde sonucun %5,7-6,4 aralığında olması prediyabet olarak kabul edilir. Temel sebebi insülin direnci olan gizli şeker hastalığı, vücudun insülin ürettiği ancak bunu doğru şekilde kullanmadığı zamanda meydana gelir. Bu durum da kan şekeri seviyesinin olması gerekenden yüksek çıkmasına neden olur ancak yine de prediyabet tanısı için yeterli görülmez. Prediyabet tedavi edilmediği takdirde ise tip 2 diyabete dönüşebilir. Tedavi genellikle diyabet ilaçları ve yaşam tarzında yapılacak değişimleri içerir.Tıbbi adı prediyabet olan gizli şeker, tip 2 diyabet tanısı koyabilecek düzeyde yüksek olmasa da kan şekeri düzeylerinin normalden yüksek olmasıdır. Hemoglobine bağlı kan şekeri miktarının ölçüldüğü Hba1c testinde sonucun %5,7-6,4 aralığında olması prediyabet olarak kabul edilir. Temel sebebi insülin direnci olan gizli şeker hastalığı, vücudun insülin ürettiği ancak bunu doğru şekilde kullanmadığı zamanda meydana gelir. Bu durum da kan şekeri seviyesinin olması gerekenden yüksek çıkmasına neden olur ancak yine de prediyabet tanısı için yeterli görülmez. Prediyabet tedavi edilmediği takdirde ise tip 2 diyabete dönüşebilir. Tedavi genellikle diyabet ilaçları ve yaşam tarzında yapılacak değişimleri içerir.
Gizli Şeker (Prediyabet) Nedir?Gizli şeker (prediyabet), kan şekeri düzeyinin 100 ila 125 miligram/desilitre (mg/dl) arasında yüksek bir değerde olduğu ancak tip 2 diyabet tanısı konulacak düzeyde olmadığı bir hastalıktır. Tip 2 diyabetin işareti sayılan gizli şeker hastalığı, vücudun insülini doğru bir şekilde kullanamadığı zaman ortaya çıkar.İnsülin direncinin meydana getirdiği gizli şeker, genellikle genetik, obezite, hareketsiz bir yaşam, sağlıksız beslenme ve buna bağlı olarak karın çevresinde yağlanma gibi faktörlere bağlı şekilde meydana gelir.Şeker hastalığında olduğu gibi aşırı yemek yeme isteği, fazla susamak, gün içinde idrara çıkma sayısının artması ve el-ayaklarda meydana gelen karıncalanma ve uyuşmalar gizli şeker hastalığının belirgin semptomları arasında yer alır. Bu semptomlara ek olarak vücuttaki yaraların geç iyileşmesi ve görüş açısında bulanıklık da prediyabette ortaya çıkabilecek belirtilerdendir.Gizli şeker, kişinin sağlıklı beslenerek, hayatına hareket ekleyerek, gerekirse ilaçlar kullanarak kontrol altına alınabilir. Ancak yaşam tarzı değişiklikleri olmadan, prediyabetli kişilerin tip 2 diyabet geliştirme riski daha yüksektir.Gizli Şeker (Prediyabet) Neden Olur?Gizli şekerin (prediyabet) ortaya çıkmasında aile öyküsü ve genetiğin önemli bir rol oynadığı görülmektedir. Bununla birlikte obezite, düzenli fiziksel aktivite eksikliği, karın çevresindeki aşırı yağlanma ve sağlıksız yaşam tarzı da sebepler arasında bulunmaktadır.Genel olarak gizli şekere yol açan faktörler şöyle sıralanabilir: Genetik faktör Sağlıksız beslenme Hareketsiz bir yaşam Obezite Karın çevresinde aşırı yağlanma Uykusuzluk Uzun vadede stres Hipotiroidizm Uzun süre kullanılan bazı ilaçlarGizli Şeker (Prediyabet) Belirtileri Nelerdir?Gizli şekeri olan kişiler halsizlik, tükenmişlik, açlık-susuzluk hissinin artması, ağız kuruluğu, gün içinde sık idrara çıkma, el-ayaklarda uyuşma ve karıncalanma, vücuttaki yaraların geç iyileşmesi ve görüş açısında bulanıklık gibi belirtiler yaşarlar. Ek olarak prediyabet hastalarının belirli bölgelerinde deri koyulaşması görülür. Bu duruma da akantozis nigrikans adı verilir. Gizli şeker hastası olan kişilerde şu belirtilerin ortaya çıkma ihtimali yüksektir: Glikoz eksikliği kaynaklı yorgunluk ve halsizlik Açlık hissinde artış Ağız kuruluğu İdrar sıklığı ve miktarında artış El-ayaklarda uyuşma ve karıncalanma Vücuttaki yaraların daha geç iyileşmesi Enfeksiyon kapma sıklığında artma Kilo kaybı Görüşün bulanıklaşması Akantozis nigrikans adı verilen deri koyulaşması Vücutta yeni yeni minik et benleri Kadınlarda idrar yolu enfeksiyonları Regl dönemlerinde dalgalanma Halsizlik, tükenmişlikTip 2 diyabetin habercisi olan ancak şeker hastalığı teşhisi koymak için yeterli düzeyde olmayan prediyabet hastalığında kişiler kendilerini halsiz ve tükenmiş hissederler. Bu durum şeker hastalığı belirtisiyle benzerlik gösterir. Açlık-susuzluk hissinin artması Gizli şekerde de şeker hastalığında olduğu gibi açlık-susuzluk hissi artar. Bu durumun nedeni kan şekerinin yükselmesidir. Ağız kuruluğuGizli şeker hastası olan kişilerin ağızlarında kuruluk şikayeti olur. Bu kuruluk aynı zamanda sık sık su içme ihtiyacı doğurur. Gün içinde sık idrara çıkma Aynı şeker hastalığında olduğu gizli şekerde de gün içinde sık idrara çıkma belirtisi görülür. Gizli şeker hastası olan kişiler hem çok su içmeye bağlı olarak hem de normal zaman diliminde de gün içinde sık sık idrara çıkarlar.El-ayaklarda uyuşma ve karıncalanmaEl ve ayaklarda yaşanan uyuşma ve karıncalanma gibi belirtiler prediyabetin yaygın belirtileri arasında gösterilir.Vücuttaki yaraların geç iyileşmesi Kişilerin vücutlarında herhangi bir sebebe bağlı olarak meydana gelen yaralar geç iyileşiyorsa bu durum prediyabetin habercisi olabilir.Görüş açısında bulanıklık Kandaki şeker seviyesi yüksek olduğunda bu durum birçok organa zarar verdiği gibi gözleri de olumsuz etkiler. Gizli şeker hastası olan kişiler görüş açılarının bulanık olduğundan yakınırlar.Gizli Şeker Hastalığının Tanısı Nasıl Konulur?Açlık kan şekeri 100-125 mg/dsl arasında olan kişilere şeker yükleme testi (OGTT- Oral glukoz tolerans testi) yapılarak prediyabet araştırması yapılır. Bu testte en az sekiz saat veya gece boyunca aç kaldıktan sonra bir kan örneği alınır. Ardından 75 gr glukoz içeren şekerli bir solüsyon içildikten ve üzerinden iki saat geçtikten sonra kan şekeri seviyesi tekrar ölçülür. Prediyabet varlığı durumunda yılda en az bir kez kan şekeri seviyesinin kontrol edilmesi gerekir.Gizli Şeker Tedavisi Nasıl Yapılır?Gizli şeker tedavisi de şeker hastalığı tedavisi gibi öncelikle yaşam tarzı değişikliği (sağlıklı beslenme ve hareketli bir yaşam) ve gerekli durumlarda ilaç tedavisini içerir. Şekeri azaltarak, sağlıklı beslenerek, düzenli egzersiz yaparak, uyku düzeni oluşturarak, stresten uzak durarak gizli şekerin kontrol altına alınmasını sağlar ve tip 2 diyabete dönüşmesini engelleyebilirsiniz. Tüm bu yöntemler, uzman bir doktor kontrolünde yapılırsa daha sağlıklı sonuçlar elde edilir.Gizli Şeker (Prediyabet) Hakkında Sık Sorulan SorularGizli şekerin görülme sıklığı nedir?Dünya Diyabet Federasyonu'nun 2015 diyabet atlasında dünya genelinde bozulmuş glokoz toleransı sıklığı yüzde 6,7 olarak belirtilmiştir. Ülkemizde yapılan TURDEP-2 araştırmasına göre ise Türkiye’de prediyabet görülme sıklığı yüzde 30,4 olarak saptanmıştır.Gizli şeker testi nasıl yapılır?Kişinin 10-12 saat açlıktan sonra kan şekeri ölçülür. Özel hazırlanmış 75 gram glukoz içeren sıvı içildikten iki saat sonra tekrar kan şekeri ölçülür. İkinci saatteki kan şekeri düzeyi 140 mg/dl üzerinde fakat 200 mg/dl’nin altında ise bozulmuş glukoz toleransı olarak adlandırılır.Normal şeker değeri kaç olmalıdır?Normal şeker değeri açlıkta 100 mg/dl, toklukta ise 140 mg/dl’nin altında olmalıdır.Gizli şeker nasıl anlaşılır?Ağız kuruluğu, halsizlik, çok yemek yemek ve açlık hissi, sık ve bol miktarda idrar, cinsel sorunlar, el ve ayaklarda karıncalanma ile uyuşukluk, yaraların geç iyileşmesi, görme bulanıklığı gibi şikayetler gizli şekerin belirtileri arasında yer almaktadır. Akantozis nigrikans vücudun belirli bölgelerinde derinin koyulaşmasıdır. İnsülin direnci ve prediyabeti olan hastalarda görülür. Etkilenen alanlar arasında boyun, koltuk altları gibi katlantı bölgeleri olabilir. Yine bu bölgelerde olan skin tag denilen minik et benleri de insülin direncinin eşlik ettiği prediyabetli hastalarda görülebilir.Gizli şekeri anlamak için uygulanan testler nelerdir?Gizli şekerin anlaşılması için A1C testi, açlık plazma glukozu (FPG) testi veya oral glukoz tolerans testi (OGTT) dahil olmak üzere birkaç farklı yöntem kullanılabilir. Bu tıbbi yöntemlerin dışında kişi kendini sürekli yorgun hissediyorsa, uyuklama hali oluyorsa, açlık-susuzluk hissi artıyorsa, gün içinde sık sık idrara çıkıyorsa ve el-ayaklarda karıncalanma varsa bu durum gizli şekere işaret olabilir.Gizli şeker geçer mi?Gizli şeker uygun yaşam tarzı değişikliği, sağlıklı beslenme, düzenli egzersiz ve kaliteli bir uyku ile geri döndürülebilir bir durumdur.Gizli şeker diyetinde nelere dikkat edilmelidir?Sağlıklı beslenmeye ve hareketli bir yaşam sürmeye dikkat edilmelidir. Bunun için sebze, meyve, yağsız kırmızı etler, tavuk eti ve balık, bakliyat ve tahıllar gibi pek çok çeşitli yiyecek doğru biçimde yeterli miktarda tüketilmelidir. Sağlıklı beslenme hem kilo kontrolünde hem de gizli şekerin şeker hastalığına dönüşümünün engellenmesinde rol oynar. Hareketli bir yaşam için pratik bir gösterge olarak günlük adım sayısının 7500’ün üzerinde olması (mümkünse 10 bin adım) düşünülebilir.Gizli şeker göze zarar verir mi?Yapılan son çalışmalar gizli şekerin de daha düşük oranda olsa da şeker hastalığının göze verdiği zararlara benzer zararlar verdiğini göstermektedir.Gizli şeker gebeliğe engel midir?Gizli şeker sorunu olan kadınların, gebeliklerinde daha ileri düzeylerde şeker yükseklikleri ve buna bağlı olarak hem anne hem de bebek üzerinde olumsuz etkileri olabilir. Bu nedenle her ne kadar gizli şeker gebeliğe engel olmasa da; sağlıklı bir gebeliğin sağlanabilmesi için kan şekeri düzeylerinin normale getirildikten sonra gebelik planlanmasının yapılması önerilmektedir.Gizli şeker de aynı gebelik şekeri gibi bebekte ve annede ciddi sorunlara yol açar. İri bebek olarak adlandırılan durum, bebek için doğum sırasında oluşabilecek omuz çıkıkları, sinir yaralanmaları, solunum sıkıntısı, şeker düşüklüğü ve sarılık gibi pek çok risk içerir. Bunun ötesinde gebeliğin erken dönemlerinde bebeğin organ gelişimi sırasında da annenin kan şekerinin yüksek olması bebeğin dolaşım, sindirim ve sinir sistemi gibi hayati organlarının gelişiminde anormalliklere yol açabilir.Gizli şekerden korunma yolları nelerdir?Sağlıklı beslenme, hareketli bir yaşam tarzı ve risk faktörleri olanların düzenli sağlık kontrollerini aksatmaması korunma yolları arasında yer almaktadır.Gizli şeker ve insülin direnci aynı anlama mı gelir?İnsülin direnci ile gizli şeker farklı durumları ifade etmektedir. İnsülin direncinde henüz açlık ve/veya toklukta kan şekerleri yükselmemiştir. Ancak yüksek olan ve müdahale edilmeyen insülin direnci bir süre sonra önce gizli şeker sonra da şeker hastalığına doğru ilerler.Gizli şekerin zararları nelerdir?Gizli şeker vücut üzerinde şeker hastalığının zararlarına benzer zararlar oluşturmaktadır. Bu durum göz, böbrek, sinir hasarı, damar sertliği ve bununla ilişkili kalp damar hastalıklarının oluşumuna zemin hazırlar.Gizli şekeri olanlar oruç tutabilir mi?Gizli şekeri olan hastalar oruç tutabilirler.Gizli şeker tedavisi ne kadar sürer?Gizli şeker tedavisi hayat boyu sürdürülmesi gereken yaşam tarzı değişikliğini içermelidir. Bu durum da sağlıklı beslenme ve hareketli bir yaşam anlamına gelmektedir. İlaç tedavileri ise belli bir süre kullanıldıktan sonra gerekli görüldüğünde kesilebilir.Gizli şeker tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkileri var mıdır?Gizli şekerin tedavisinde kullanılan ilaçlar sıklıkla mide bağırsak sistemi üzerinde şişkinlik, gaz, hazımsızlık, bazen bulantı ve ishal gibi yan etkilere yol açabilir. Ancak bu yan etkiler herkeste görülmez ve genellikle görüldüğünde de bir süre sonra tolerans gelişip kaybolur.Çocuklarda gizli şeker görülür mü?Çocuklarda da erişkinlerde olduğu gibi özellikle obezitenin artması nedeniyle hem gizli şeker hem de şeker görülme riski yükselmiştir.Gizli şeker baş ağrısı yapar mı?Kan şekerindeki her türlü dalgalanma baş ağrısı gibi nörolojik problemlere yol açabilir.Gizli şeker kilo aldırır mı?İnsülin direncinin zemininde gelişen gizli şeker, kilo vermede zorluğa yol açabilir. Kilo alımı da gizli şekere zemin hazırlayan faktörler arasında yer almaktadır. Kilo alımında gizli şeker ile insülin direnci arasında tavuk yumurta ilişkisi vardır.Gizli şeker bitkisel tedavi ile düşürülebilir mi? Gizli şeker bitkisel yöntemler ile tedavi edilemez.Gizli şeker hastaları nelere dikkat etmelidir?Gizli şeker hastaları düzgün bir yaşam tarzı oluşturmalı, sağlıklı besinler tüketmeli, haftada en az 150 dakika veya haftanın birçok günü yaklaşık 30 dakika orta düzeyde fiziksel aktivite yapmalı, ideal vücut ağırlığına ulaşmalı, kan basıncı ve kolesterolü kontrol altında tutmalı ve sigarayı bırakmalıdır.Gizli şeker risk faktörleri nelerdir?Tip 2 diyabete yakalanma olasılığını artıran aynı faktörler, prediyabet riskini de artırır. Bu faktörler şunları içerir:Vücut yağ oranı fazlalığı: Fazla kilolu olmak, prediyabet için birincil risk faktörüdür. Vücutta var olan fazla yağ dokusu (özellikle iç ve karın çevresindeki yağlanma) hücrelerin insüline daha dirençli hale gelmesine neden olur.Bel çevresi: Büyük bir bel çevresi, insülin direncini gösterebilir. Bel çevresi, kadınlarda 80 cm ve erkeklerde 94 cm’nin üzerine çıktığında insülin direnci riski artmaktadır.Diyet: Basit şekerli yiyecek ve içecekler prediyabet riskini artırır. Akdeniz tipi beslenme prediyabet riskini düşürür.Hareketsizlik: Fiziksel aktivite ne kadar azalırsa, prediyabet riski o derece yükselir. Hareketlilik hem kilo kontrolüne yardımcı olur, hem enerji için şeker kullanımına yardımcı olur hem de insülin direncini azaltır.Yaş: Diyabet her yaşta gelişebilse de, 45 yaşından sonra gizli şeker riski artar.Aile öyküsü: Tip 2 diyabetli bir ebeveyn ya da kardeş olması gizli şeker riskini artırır.Irk veya etnik köken: Nedeni tam olarak belirlenememekle beraber siyahi, hispanik, kızılderili ve Asyalı Amerikalılar dahil bazı etnik gruplarda prediyabet geliştirme olasılığı daha yüksektir.Gestasyonel diyabet: Hamileyken şeker hastalığının varlığı (gebelik diyabeti), anne ve bebeğin prediyabet geliştirme riskini daha fazla yükseltir. Gestasyonel diyabeti olan kişinin en az 3 yılda bir kan şekeri seviyesinin ölçülmesini gerektirir.Polikistik Over Sendromu: Düzensiz adet dönemleri, aşırı tüylenme ve genellikle kilo fazlalığı ile karakterize bu yaygın duruma sahip kadınlar, daha yüksek prediyabet riskine sahiptir.Uyku apnesi: Uyku kalitesini bozan bir durum olan obstrüktif uyku apnesi olan kişilerde insülin direnci riski artar.Tütün dumanı: Tütün ürünleri kullanmak insülin direncini artırabilir.
Gizli Şeker (Prediyabet) Nedir?Gizli şeker (prediyabet), kan şekeri düzeyinin 100 ila 125 miligram/desilitre (mg/dl) arasında yüksek bir değerde olduğu ancak tip 2 diyabet tanısı konulacak düzeyde olmadığı bir hastalıktır. Tip 2 diyabetin işareti sayılan gizli şeker hastalığı, vücudun insülini doğru bir şekilde kullanamadığı zaman ortaya çıkar.İnsülin direncinin meydana getirdiği gizli şeker, genellikle genetik, obezite, hareketsiz bir yaşam, sağlıksız beslenme ve buna bağlı olarak karın çevresinde yağlanma gibi faktörlere bağlı şekilde meydana gelir.Şeker hastalığında olduğu gibi aşırı yemek yeme isteği, fazla susamak, gün içinde idrara çıkma sayısının artması ve el-ayaklarda meydana gelen karıncalanma ve uyuşmalar gizli şeker hastalığının belirgin semptomları arasında yer alır. Bu semptomlara ek olarak vücuttaki yaraların geç iyileşmesi ve görüş açısında bulanıklık da prediyabette ortaya çıkabilecek belirtilerdendir.Gizli şeker, kişinin sağlıklı beslenerek, hayatına hareket ekleyerek, gerekirse ilaçlar kullanarak kontrol altına alınabilir. Ancak yaşam tarzı değişiklikleri olmadan, prediyabetli kişilerin tip 2 diyabet geliştirme riski daha yüksektir.Gizli Şeker (Prediyabet) Neden Olur?Gizli şekerin (prediyabet) ortaya çıkmasında aile öyküsü ve genetiğin önemli bir rol oynadığı görülmektedir. Bununla birlikte obezite, düzenli fiziksel aktivite eksikliği, karın çevresindeki aşırı yağlanma ve sağlıksız yaşam tarzı da sebepler arasında bulunmaktadır.Genel olarak gizli şekere yol açan faktörler şöyle sıralanabilir:Gizli Şeker (Prediyabet) Belirtileri Nelerdir?Gizli şekeri olan kişiler halsizlik, tükenmişlik, açlık-susuzluk hissinin artması, ağız kuruluğu, gün içinde sık idrara çıkma, el-ayaklarda uyuşma ve karıncalanma, vücuttaki yaraların geç iyileşmesi ve görüş açısında bulanıklık gibi belirtiler yaşarlar. Ek olarak prediyabet hastalarının belirli bölgelerinde deri koyulaşması görülür. Bu duruma da akantozis nigrikans adı verilir. Gizli şeker hastası olan kişilerde şu belirtilerin ortaya çıkma ihtimali yüksektir:Halsizlik, tükenmişlikTip 2 diyabetin habercisi olan ancak şeker hastalığı teşhisi koymak için yeterli düzeyde olmayan prediyabet hastalığında kişiler kendilerini halsiz ve tükenmiş hissederler. Bu durum şeker hastalığı belirtisiyle benzerlik gösterir. Açlık-susuzluk hissinin artması Gizli şekerde de şeker hastalığında olduğu gibi açlık-susuzluk hissi artar. Bu durumun nedeni kan şekerinin yükselmesidir. Ağız kuruluğuGizli şeker hastası olan kişilerin ağızlarında kuruluk şikayeti olur. Bu kuruluk aynı zamanda sık sık su içme ihtiyacı doğurur. Gün içinde sık idrara çıkma Aynı şeker hastalığında olduğu gizli şekerde de gün içinde sık idrara çıkma belirtisi görülür. Gizli şeker hastası olan kişiler hem çok su içmeye bağlı olarak hem de normal zaman diliminde de gün içinde sık sık idrara çıkarlar.El-ayaklarda uyuşma ve karıncalanmaEl ve ayaklarda yaşanan uyuşma ve karıncalanma gibi belirtiler prediyabetin yaygın belirtileri arasında gösterilir.Vücuttaki yaraların geç iyileşmesi Kişilerin vücutlarında herhangi bir sebebe bağlı olarak meydana gelen yaralar geç iyileşiyorsa bu durum prediyabetin habercisi olabilir.Görüş açısında bulanıklık Kandaki şeker seviyesi yüksek olduğunda bu durum birçok organa zarar verdiği gibi gözleri de olumsuz etkiler. Gizli şeker hastası olan kişiler görüş açılarının bulanık olduğundan yakınırlar.Gizli Şeker Hastalığının Tanısı Nasıl Konulur?Açlık kan şekeri 100-125 mg/dsl arasında olan kişilere şeker yükleme testi (OGTT- Oral glukoz tolerans testi) yapılarak prediyabet araştırması yapılır. Bu testte en az sekiz saat veya gece boyunca aç kaldıktan sonra bir kan örneği alınır. Ardından 75 gr glukoz içeren şekerli bir solüsyon içildikten ve üzerinden iki saat geçtikten sonra kan şekeri seviyesi tekrar ölçülür. Prediyabet varlığı durumunda yılda en az bir kez kan şekeri seviyesinin kontrol edilmesi gerekir.Gizli Şeker Tedavisi Nasıl Yapılır?Gizli şeker tedavisi de şeker hastalığı tedavisi gibi öncelikle yaşam tarzı değişikliği (sağlıklı beslenme ve hareketli bir yaşam) ve gerekli durumlarda ilaç tedavisini içerir. Şekeri azaltarak, sağlıklı beslenerek, düzenli egzersiz yaparak, uyku düzeni oluşturarak, stresten uzak durarak gizli şekerin kontrol altına alınmasını sağlar ve tip 2 diyabete dönüşmesini engelleyebilirsiniz. Tüm bu yöntemler, uzman bir doktor kontrolünde yapılırsa daha sağlıklı sonuçlar elde edilir.Gizli Şeker (Prediyabet) Hakkında Sık Sorulan SorularGizli şekerin görülme sıklığı nedir?Dünya Diyabet Federasyonu'nun 2015 diyabet atlasında dünya genelinde bozulmuş glokoz toleransı sıklığı yüzde 6,7 olarak belirtilmiştir. Ülkemizde yapılan TURDEP-2 araştırmasına göre ise Türkiye’de prediyabet görülme sıklığı yüzde 30,4 olarak saptanmıştır.Gizli şeker testi nasıl yapılır?Kişinin 10-12 saat açlıktan sonra kan şekeri ölçülür. Özel hazırlanmış 75 gram glukoz içeren sıvı içildikten iki saat sonra tekrar kan şekeri ölçülür. İkinci saatteki kan şekeri düzeyi 140 mg/dl üzerinde fakat 200 mg/dl’nin altında ise bozulmuş glukoz toleransı olarak adlandırılır.Normal şeker değeri kaç olmalıdır?Normal şeker değeri açlıkta 100 mg/dl, toklukta ise 140 mg/dl’nin altında olmalıdır.Gizli şeker nasıl anlaşılır?Ağız kuruluğu, halsizlik, çok yemek yemek ve açlık hissi, sık ve bol miktarda idrar, cinsel sorunlar, el ve ayaklarda karıncalanma ile uyuşukluk, yaraların geç iyileşmesi, görme bulanıklığı gibi şikayetler gizli şekerin belirtileri arasında yer almaktadır. Akantozis nigrikans vücudun belirli bölgelerinde derinin koyulaşmasıdır. İnsülin direnci ve prediyabeti olan hastalarda görülür. Etkilenen alanlar arasında boyun, koltuk altları gibi katlantı bölgeleri olabilir. Yine bu bölgelerde olan skin tag denilen minik et benleri de insülin direncinin eşlik ettiği prediyabetli hastalarda görülebilir.Gizli şekeri anlamak için uygulanan testler nelerdir?Gizli şekerin anlaşılması için A1C testi, açlık plazma glukozu (FPG) testi veya oral glukoz tolerans testi (OGTT) dahil olmak üzere birkaç farklı yöntem kullanılabilir. Bu tıbbi yöntemlerin dışında kişi kendini sürekli yorgun hissediyorsa, uyuklama hali oluyorsa, açlık-susuzluk hissi artıyorsa, gün içinde sık sık idrara çıkıyorsa ve el-ayaklarda karıncalanma varsa bu durum gizli şekere işaret olabilir.Gizli şeker geçer mi?Gizli şeker uygun yaşam tarzı değişikliği, sağlıklı beslenme, düzenli egzersiz ve kaliteli bir uyku ile geri döndürülebilir bir durumdur.Gizli şeker diyetinde nelere dikkat edilmelidir?Sağlıklı beslenmeye ve hareketli bir yaşam sürmeye dikkat edilmelidir. Bunun için sebze, meyve, yağsız kırmızı etler, tavuk eti ve balık, bakliyat ve tahıllar gibi pek çok çeşitli yiyecek doğru biçimde yeterli miktarda tüketilmelidir. Sağlıklı beslenme hem kilo kontrolünde hem de gizli şekerin şeker hastalığına dönüşümünün engellenmesinde rol oynar. Hareketli bir yaşam için pratik bir gösterge olarak günlük adım sayısının 7500’ün üzerinde olması (mümkünse 10 bin adım) düşünülebilir.Gizli şeker göze zarar verir mi?Yapılan son çalışmalar gizli şekerin de daha düşük oranda olsa da şeker hastalığının göze verdiği zararlara benzer zararlar verdiğini göstermektedir.Gizli şeker gebeliğe engel midir?Gizli şeker sorunu olan kadınların, gebeliklerinde daha ileri düzeylerde şeker yükseklikleri ve buna bağlı olarak hem anne hem de bebek üzerinde olumsuz etkileri olabilir. Bu nedenle her ne kadar gizli şeker gebeliğe engel olmasa da; sağlıklı bir gebeliğin sağlanabilmesi için kan şekeri düzeylerinin normale getirildikten sonra gebelik planlanmasının yapılması önerilmektedir.Gizli şeker de aynı gebelik şekeri gibi bebekte ve annede ciddi sorunlara yol açar. İri bebek olarak adlandırılan durum, bebek için doğum sırasında oluşabilecek omuz çıkıkları, sinir yaralanmaları, solunum sıkıntısı, şeker düşüklüğü ve sarılık gibi pek çok risk içerir. Bunun ötesinde gebeliğin erken dönemlerinde bebeğin organ gelişimi sırasında da annenin kan şekerinin yüksek olması bebeğin dolaşım, sindirim ve sinir sistemi gibi hayati organlarının gelişiminde anormalliklere yol açabilir.Gizli şekerden korunma yolları nelerdir?Sağlıklı beslenme, hareketli bir yaşam tarzı ve risk faktörleri olanların düzenli sağlık kontrollerini aksatmaması korunma yolları arasında yer almaktadır.Gizli şeker ve insülin direnci aynı anlama mı gelir?İnsülin direnci ile gizli şeker farklı durumları ifade etmektedir. İnsülin direncinde henüz açlık ve/veya toklukta kan şekerleri yükselmemiştir. Ancak yüksek olan ve müdahale edilmeyen insülin direnci bir süre sonra önce gizli şeker sonra da şeker hastalığına doğru ilerler.Gizli şekerin zararları nelerdir?Gizli şeker vücut üzerinde şeker hastalığının zararlarına benzer zararlar oluşturmaktadır. Bu durum göz, böbrek, sinir hasarı, damar sertliği ve bununla ilişkili kalp damar hastalıklarının oluşumuna zemin hazırlar.Gizli şekeri olanlar oruç tutabilir mi?Gizli şekeri olan hastalar oruç tutabilirler.Gizli şeker tedavisi ne kadar sürer?Gizli şeker tedavisi hayat boyu sürdürülmesi gereken yaşam tarzı değişikliğini içermelidir. Bu durum da sağlıklı beslenme ve hareketli bir yaşam anlamına gelmektedir. İlaç tedavileri ise belli bir süre kullanıldıktan sonra gerekli görüldüğünde kesilebilir.Gizli şeker tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkileri var mıdır?Gizli şekerin tedavisinde kullanılan ilaçlar sıklıkla mide bağırsak sistemi üzerinde şişkinlik, gaz, hazımsızlık, bazen bulantı ve ishal gibi yan etkilere yol açabilir. Ancak bu yan etkiler herkeste görülmez ve genellikle görüldüğünde de bir süre sonra tolerans gelişip kaybolur.Çocuklarda gizli şeker görülür mü?Çocuklarda da erişkinlerde olduğu gibi özellikle obezitenin artması nedeniyle hem gizli şeker hem de şeker görülme riski yükselmiştir.Gizli şeker baş ağrısı yapar mı?Kan şekerindeki her türlü dalgalanma baş ağrısı gibi nörolojik problemlere yol açabilir.Gizli şeker kilo aldırır mı?İnsülin direncinin zemininde gelişen gizli şeker, kilo vermede zorluğa yol açabilir. Kilo alımı da gizli şekere zemin hazırlayan faktörler arasında yer almaktadır. Kilo alımında gizli şeker ile insülin direnci arasında tavuk yumurta ilişkisi vardır.Gizli şeker bitkisel tedavi ile düşürülebilir mi? Gizli şeker bitkisel yöntemler ile tedavi edilemez.Gizli şeker hastaları nelere dikkat etmelidir?Gizli şeker hastaları düzgün bir yaşam tarzı oluşturmalı, sağlıklı besinler tüketmeli, haftada en az 150 dakika veya haftanın birçok günü yaklaşık 30 dakika orta düzeyde fiziksel aktivite yapmalı, ideal vücut ağırlığına ulaşmalı, kan basıncı ve kolesterolü kontrol altında tutmalı ve sigarayı bırakmalıdır.Gizli şeker risk faktörleri nelerdir?Tip 2 diyabete yakalanma olasılığını artıran aynı faktörler, prediyabet riskini de artırır. Bu faktörler şunları içerir:Vücut yağ oranı fazlalığı: Fazla kilolu olmak, prediyabet için birincil risk faktörüdür. Vücutta var olan fazla yağ dokusu (özellikle iç ve karın çevresindeki yağlanma) hücrelerin insüline daha dirençli hale gelmesine neden olur.Bel çevresi: Büyük bir bel çevresi, insülin direncini gösterebilir. Bel çevresi, kadınlarda 80 cm ve erkeklerde 94 cm’nin üzerine çıktığında insülin direnci riski artmaktadır.Diyet: Basit şekerli yiyecek ve içecekler prediyabet riskini artırır. Akdeniz tipi beslenme prediyabet riskini düşürür.Hareketsizlik: Fiziksel aktivite ne kadar azalırsa, prediyabet riski o derece yükselir. Hareketlilik hem kilo kontrolüne yardımcı olur, hem enerji için şeker kullanımına yardımcı olur hem de insülin direncini azaltır.Yaş: Diyabet her yaşta gelişebilse de, 45 yaşından sonra gizli şeker riski artar.Aile öyküsü: Tip 2 diyabetli bir ebeveyn ya da kardeş olması gizli şeker riskini artırır.Irk veya etnik köken: Nedeni tam olarak belirlenememekle beraber siyahi, hispanik, kızılderili ve Asyalı Amerikalılar dahil bazı etnik gruplarda prediyabet geliştirme olasılığı daha yüksektir.Gestasyonel diyabet: Hamileyken şeker hastalığının varlığı (gebelik diyabeti), anne ve bebeğin prediyabet geliştirme riskini daha fazla yükseltir. Gestasyonel diyabeti olan kişinin en az 3 yılda bir kan şekeri seviyesinin ölçülmesini gerektirir.Polikistik Over Sendromu: Düzensiz adet dönemleri, aşırı tüylenme ve genellikle kilo fazlalığı ile karakterize bu yaygın duruma sahip kadınlar, daha yüksek prediyabet riskine sahiptir.Uyku apnesi: Uyku kalitesini bozan bir durum olan obstrüktif uyku apnesi olan kişilerde insülin direnci riski artar.Tütün dumanı: Tütün ürünleri kullanmak insülin direncini artırabilir. | 10,187 |
344 | Hastalıklar | Gırtlak Kanseri | Gırtlak kanseri, boğazda veya gırtlakta gelişen kanseri ifade eder. Boğaz, burnun arkasında başlayarak ve boyunda biten kaslı bir tüp şeklindedir. Boğaz kanseri olarak da tanımlanan gırtlak kanseri, çoğunlukla boğazın iç kısmında yer alan hücrelerde başlayabilir. Tütün ve alkol kullanımının en büyük risk faktörü olduğu gırtlak kanserinin ilk ve en önemli belirtisi belirgin bir şekilde ortaya çıkan ses kısıklığıdır. Ses kısıklığına ayrıca yutma güçlüğü, öksürük, kilo kaybı, nefes darlığı, kulak ağrısı ve ağız kokusu eşlik eder.Gırtlak kanseri, boğazda veya gırtlakta gelişen kanseri ifade eder. Boğaz, burnun arkasında başlayarak ve boyunda biten kaslı bir tüp şeklindedir. Boğaz kanseri olarak da tanımlanan gırtlak kanseri, çoğunlukla boğazın iç kısmında yer alan hücrelerde başlayabilir. Tütün ve alkol kullanımının en büyük risk faktörü olduğu gırtlak kanserinin ilk ve en önemli belirtisi belirgin bir şekilde ortaya çıkan ses kısıklığıdır. Ses kısıklığına ayrıca yutma güçlüğü, öksürük, kilo kaybı, nefes darlığı, kulak ağrısı ve ağız kokusu eşlik eder.
Gırtlak Kanseri Nedir? Boyun kanseri olarak da bilinen gırtlak kanseri, boğazda ses tellerinin olduğu bölgede oluşarak kötü huylu kitleler olarak ortaya çıkan kanser türüdür. Boğaz kanseri genellikle gırtlakta yer alan glottis bölgesinde meydana gelir. Aynı zamanda tıbbi alanda gırtlak, larenks olarak isimlendirilir. Larenks kanseri olarak da isimlendirilen gırtlak kanseri, sık görülen kanser türleri arasında yer alır.Gırtlak kanserinde kişi ilk olarak ses kısıklığıyla karşılaşır. Ses kısıklığı, gırtlak kanserinin en belirgin semptomudur. Ses kısıklığının yanında yutma güçlüğü, öksürük, boğaz ağrısı, kilo kaybı, nefes darlığı, kulak ağrısı ve ağız kokusu da gırtlak kanserinin bilinen belirtileri olarak kabul edilir. Sigara tüketimi, cinsiyet, yaş, genetik, beslenme tarzı ve zararlı kimyasallara maruz kalmak gırtlak kanserine yol açabilecek risk faktörleridir. Gırtlak Kanseri Neden Olur?Gırtlak kanserine neden olan başlıca faktör sigara ve alkol tüketimidir. Sigara ve alkol, gırtlak olarak bilinen larenks hücrelerine zarar vererek kanserli tümörler ortaya çıkarır. Sigara ve alkolün dışında HPV virüsü, yaş, cinsiyet, genetik, baş-boyun kanseri geçmişi ve zararlı kimyasallara maruz kalmak da gırtlak kanserini tetikler. Gırtlak kanserine yol açan temel faktörler şöyledir: Sigara-alkol tüketimi HPV virüsü Yaş Cinsiyet Genetik Baş-boyun kanseri geçmişi Zararlı kimyasallara maruz kalmak Beslenme tarzıSigara ve alkol kullanımıSigara ve alkol kullanımı gırtlak kanseri riskini artıran en önemli risk faktörlerinin başında gelir. Tütün ürünü ve alkolün kullanım miktarı ve kullanılan yıl ne kadar fazlaysa risk faktörü de aynı oranda yükselir. Günde 25 taneden fazla sigara kullanan veya 30 yıldan fazla süredir sigara içenlerin, sigara içmeyenlere göre gırtlak kanseri gelişme olasılığı yaklaşık 40 kat daha fazladır. Aynı şekilde uzun süredir ve düzenli alkol kullananlar alkol kullanmayanlara göre 3 kat daha fazla risk altındadır.Gırtlak kanserinin de içinde bulunduğu baş boyun kanserlerinin büyük bir çoğunluğunu nedeni sigara kullanımıdır. Sigara veya tütün ürünü kullanmayın sürekli olarak dumanına maruz kalan kişilerin de gırtlak kanseri olma riski artmaktadır.CinsiyetErkeklerin gırtlak kanseri olma riski kadınlara oranla 4-5 kat daha fazladır. Ancak son yıllarda kadınlar arasında sigara kullanımının yaygınlaşması gırtlak kanserinin kadınlarda da sık görülmesine yol açmıştır.Genetik faktörlerAilesinde baş boyun kanseri veya gırtlak kanseri geçmişi olan kişilerde gırtlak kanseri gelişme riski olmayanlara oranla daha fazladır.YaşBirçok kanser türünde olduğu gibi gırtlak kanserinde de ilerleyen yaş en önemli risk faktörleri arasındadır. Gırtlak kanseri 40 yaş altında nadir görülmektedir.Beslenme tarzıKırmızı et, işlenmiş gıda veya kızarmış yiyecekleri fazla tüketenlerde gırtlak kanseri gelişme riski daha fazladır. Aynı zamanda A ve E vitamininden eksik beslenmenin de gırtlak kanseri nedeni olduğunu gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Akdeniz diyeti olarak bilinen taze meyve ve sebze ağırlıklı beslenmek yeteri miktarda A ve E vitamini almak gırtlak kanseri riskini azaltabilir.HPV virüsüDaha çok cinsel yolla bulaşan ve kadınlarda genital siğil, rahim ağzı ve vajina kanserine neden olan HPV (Human papilomavirus enfeksiyonu) virüsünün gırtlak kanserine neden olabileceğini gösteren bilimsel çalışmalar bulunmaktadır. HPV yaygın bir enfeksiyondur ve çoğu insanda herhangi bir soruna neden olmadan kendi kendine geçebilmektedir.Zararlı maddelere maruz kalmakMeslekten kaynaklanan bazı zararlı veya kimyasal maddelere uzun süre maruz kalmak gırtlak kanseri nedeni olabilmektedir. Bu zararlı kimyasalla şöyle sıralanabilir: Talaş Kurum veya kömür tozu Boya dumanı Boya üretimi ve kozmetik ürünler gibi birçok endüstride kullanılan formaldehit Nikel Temizlik çözücü olarak kullanılan iziopropil alkol Sülfürik asit sisi Asbest Kötü ağız hijyeni ve reflü hastalığı da gırtlak kanseri nedeni olabilmektedir.Gırtlak Kanseri Belirtileri Nelerdir?Ses kısıklığı başta olmak üzere birlilkte görülen yutkunma sırasında ağrı, boyunda şişlik, öksürük, nefes darlığı ve nefes alırken hırıltı ile birlikte kulak ağrısı gırtlak kanserinin belirtileridir.Gırtlak kanserinden görülen belirtiler şu şekildedir: Aniden ortaya çıkan ses kısıklığı Yutkunma sırasında güçlük ve ağrı İnatçı boğaz ağrısı ve öksürük Nefes darlığı ve nefes alırken hırıltı Boyunda şişlik veya kitle oluşması Kulak ağrısı Kan tükürme Kilo kaybı Ağız kokusu3 haftadan uzun süren ses kısıklığıSes kısıklığı gırtlak kanserinin en sık rastlanan ilk belirtisidir. Kanserin ses telleri olarak bilinen glottise ulaşması sonucu teller zarar görür ve seste belirgin bir değişim yaşanır. Ancak ses kısıklığının tek nedeni gırtlak kanseri değildir. Larinks iltihabı da denilen akut larenjit, çok fazla bağırmak, sigara kullanımı, reflü, burun akıntısı, alerji, tiroid problemleri, yaşlılık gibi birçok neden ses kısıklığına yol açabilir. Ses kısıklığının yanında se tonundaki ani değişimlere de dikkat edilmelidir.Yutma güçlüğüYutma güçlüğü farklı şekillerde tarif edilebilir. Boğaza yapışmış bir kırıntı hissi, yemekleri tamamen yutamamak, yutma sırasında ağrı veya yanma hissi, yemeğin boğaza yapışıyor gibi hissedilmesi yutma sorunları olarak tarif edilebilir.Yaşanan her yutma güçlüğü gırtlak kanserinin belirtisi değildir. Striktür olarak bilinen yemek borusunun zararsız daralması da yutma güçlüğüne neden olabilmektedir. Ancak ilerlemiş gırtlak tümörlerinin de yutma güçlüğüne neden olabileceği unutulmamalıdır.Kilo kaybıKontrolsüz kilo kaybı sadece gırtlak kanserinin değil birçok kanserin belirtisi olarak ortaya çıkabilmektedir. Gırtlak kanserinin ilerlemiş evrelerinde daha fazla görülmektedir. Kontrolsüz şekilde kısa sürede 4-5 kilo verildiği durumlarda rutin kontrollerin yaptırılması hayat kurtarıcı olabilmektedir.Nefes DarlığıNefes darlığı veya hırıltılı nefes alma da gırtlak kanserinin belirtileri arasındandır. Özellikle giderek ilerleyen tarzda hırıltılı solunum ve nefes darlığı olması durumunda gırtlak kanseri akla gelir.Bu belirtilerin birçoğu kanser dışı sağlık sorunlarından da kaynaklanabilir. Özellikle uzun yıllar sigara ve alkol kullanan kişilerde benzer belirtiler ortaya çıkabilir.Kanlı öksürük Boğaz ve ses tellerinin zarar görmesi aynı zamanda öksürük belirtisine de neden olabilir. Bu öksürük kanlı bir şekilde meydana gelebilir.Boyunda şişlik veya kitleGırtlak kanseri, boyun bölgesini de olumsuz etkileyebilir. Boynun yan tarafında kitle veya şişlik görülmesi normal bir durum sayılabilirken aynı zamanda gırtlak kanserinin işareti de sayılabilir.Gırtlak Kanseri Teşhisi Nasıl Yapılır?Gırtlak kanserinin erken teşhisi tedavide önemli avantajlar sağlar. Belirtilerden bir veya daha fazlası olan kişilerin zaman geçirmeden uzman bir kulak burun boğaz doktoruna gitmeleri hayati önem taşımaktadır.Gırtlak kanserinin teşhis süreci şöyle işler:Doktor muayenesi: Gırtlak kanserini teşhisinde doktor muayenesi hastalık hakkında fikir verebilmektedir. Doktor muayenede; sigara, alkol kullanımı gibi yaşam tarzı ve mesleki risk faktörlerini değerlendirir. Gırtlak kanserinde boğazda yumru şeklinde bir şişlik olabileceği için doktor fiziki muayene yapacaktır. Fiziki muayenede doktor; yanaklar ve dudaklar dahil olmak üzere ağzın iç kısmında topaklar veya şişlik hissi, ağız tabanı, boğazın arkası ile burun ve kulakları inceler. Gırtlak kanseri teşhisini netleştirmek için bir takım testler ve görüntüleme yöntemlerine başvurulabilir.Nazendoskopi: Doktorun gırtlak ve boğazı daha iyi görebilmesi için kullandığı bir tür endoskopidir. Ucunda ışık ve küçük bir kamera bulunan esnek bir tüp ile hastanın burun deliklerinden girilerek gırtlakta anormal bir yapı varlığı incelenir. Nazendoskopi işlemi öncesi ön hazırlık yapmaya gerek yoktur.Laringoskopi: Nazendoskopi işlemiyle gırtlağın yeterince incelenemediği durumlarda veya şüpheli bir oluşum belirlendiğinde uygulanmaktadır. Laringoskop işleminde kullanılan endoskop daha uzundur ve işlem ağız yoluyla gerçekleştirilmektedir. Laringoskop öncesi kan sulandırıcı ilaçların kullanılması kesilebilir. İşlem genellikle genel anestezi altında gerçekleştirilmektedir. Video Laringostroboskopi: Genel anesteziye uygun olmayan hastalarda veya ses tellerinde ortaya çıkan tümörlerin teşhisinde uygulanabilmektedir. Kullanılan endoskopun ucunda kamera ve fiber optik flaş ışığı bulunur. Tedaviden önce, tedavi sırasında ve sonrasında ses tellerini değerlendirmek için de yapılabilir. Yaklaşık 30 dakika süren işlem lokal anestezi altında gerçekleştirilebilir.Biyopsi: Nazendoskopi veya Laringoskopi sırasında incelenen bölgelerde şüpheli bir yapı görüldüğünde doku örneği alınarak laboratuvara gönderilebilir. Biyopsi için kanserden şüphelenilen dokunun bir kısmı veya tamamını cerrahi olarak çıkarılabilir. Boyunda hissedilen bir yumrunun olduğu durumlarda ince iğne aspirasyon biyopsisi de yapılabilmektedir.Gırtlak kanseri teşhisinde görüntüleme yöntemlerinde de faydalanılabilir. Röntgen, ultrason, Bilgisayarlı Tomografi (CT), Manyetik Rezonans (MR) ve PET gibi görüntüleme yöntemleri kanserin tam bölgesi ve büyüklüğü hakkında fikir vermektedir.Gırtlak Kanseri Tedavisi Nasıldır?Gırtlak kanseri tedavisi; tümörün bulunduğu tam bölge, evresi, derecesi ve hastanın genel sağlık durumuna göre farklılık gösterebilir. Genel olarak gırtlak kanseri tedavisinde cerrahi, radyasyon tedavisi(radyoterapi) ve kemoterapi uygulanmaktadır. Tedavide bazen bu seçeneklerden sadece biri kullanılırken bazen kombin tedaviler uygulanabilmektedir.Gırtlak Kanserinin Cerrahi Tedavisi Endoskopik (yöntem ile kısmi gırtlak alınması) Rezeksiyon (Endoskopik Lazer Cerrahisi) Daha çok erken evre gırtlak kanserleri ve lokal ileri evre gırtlak kanseri hastaları için uygun bir cerrahi yöntemdir. Halk arasında ağız içi lazer ameliyatı olarak bilinen endoskopik rezeksiyon ameliyatı ağız yoluyla gerçekleştirildiği için her hangi bir kesi uygulanmamaktadır. İşlem sırasında lazer kullanıldığı için kanama daha azdır. İşlem genel anestezi altında ameliyathanede gerçekleştirilir. Ağızdan ses tellerine kadar yerleştirilen tüpten gerekli cerrahi aletler ve lazer geçirilir. Mikroskop altında gerçekleştirilen operasyonda cerrah kanserli tümörü net bir şekilde görmektedir. Tümörün durumuna göre cerrah bir kısmını lazerle kesebilir veya yüksek enerji kullanılan lazerle tamamen yok edebilir. Endoskopik lazer cerrahi işleminden önce hastanın bu ameliyata uygun olup olmadığı belirlenmelidir. Lazer ameliyatı ağız yoluyla yapıldığı için hastanın dişlerinin ve boğaz yapısının bu işleme uygun olması gerekmektedir. Ağız için lazer ameliyatından sonra hastanede yatış süresi tümörün bulunduğu bölge ve büyüklüğüne göre değişebilmektedir. Genellikle büyük tümörlerde yapılan endoskopik lazer ameliyatlarından sonra oluşan şişlik nefes alma veya beslenmede sorunlara yol açabilir. Ağız içi lazer ameliyatı genellikle konuşma ve yutma konusunda kalıcı sorunlara yol açmamaktadır. Ameliyattan sonraki birkaç gün konuşma kısıtlaması getirilebilir. Uzun süren konuşma sorunlarında konuşma terapisti ile çalışmak olumlu sonuçlar verebilir.Gırtlak Kanseri Larenjektomi Ameliyatı Tümörün büyüklüğüne ve yerine bağlı olarak gırtlağın kanserden etkilenen kısmı veya tamamı cerrahi olarak çıkartılır. Kısmı larenjektomi denilen gırtlağın sadece bir kısmının alındığı ameliyatlar boyunda küçük bir kesi açılarak yapılabildiği gibi ağız yoluyla kesi yapılmadan da gerçekleştirilebilir. Kısmi larenjektomi ameliyatlarında hastanın nefes alabilmesi için boyunda küçük bir delik açılır. Bu delik genellikle ameliyattan sonra kapanır. Kısmi larenjektomi ameliyatlarından sonra geçici bir süre konuşma sorunu yaşanabilir. Ancak genellikle iyileşme sürecinden sonra konuşma ve nefes alma sorunu görülmemektedir. Gırtlağın tamamımın çıkartıldığı yani total larenjektomi ameliyatlarında soluk alıp verebilmek için nefes borusu boğaza açılan deliğe bağlanır. Total larenjektomi yani gırtlağın tamamının alındığı ameliyatlarda boğaza açılan delik kalıcıdır. Total larenjektomi ameliyatlarından sonra hasta sesini kaybetmektedir. Konuşma cihazı veya ses cihazı olarak üretilen ses protezleri ile hasta iletişimini sağlayabilmektedir. Total larenjektomi ameliyatlarından sonra ses sorununun yanında yutkunma, tat ve koku alma gibi sıkıntılar da görülebilmektedir.Boyun Diseksiyon Ameliyatı Gırtlak kanseri bazen boyundaki lenf bezlerine yayılabilir. Genellikle kanserli hücreler ilk olarak lenf bezlerine. Gırtlak kanserinin cerrahi tedavisinde bazen lenf bezlerinin bir kısmı veya tamamını çıkarmak gerekebilir. Lenf bezlerinin çıkarıldığı boyun diseksiyonu ameliyatlarında kas, sinir ve yakın dokularda çıkartılabilir. Yan etkileri olduğundan her hastaya boyun diseksiyon ameliyatı uygulanmayabilir. Lenf bezlerinin çıkartılması kanserin yayılmaması için en önemli tedbirlerden biri olmasına rağmen çıkartılan lenf bezlerine göre; kulakta uyuşma, alt dudakta hareket kaybı, dilde hareket ve his kaybı, omuzda hareket kaybı, boyun ve kolda hareket kaybı gibi yan etkilere yol açabilir. Boyun diseksiyonu ameliyatından sonra radyoterapi uygulanabilir. Herhangi bir şişlik, dolgunluk veya baskı hissinde, yutmada zorluk yaşandığında veya seste yaşanan değişikliklerde doktora başvurmak gereklidir.Gırtlak Kanseri Radyoterapi Tedavisi Erken evre gırtlak kanserinde ilk tercih radyoterapi tedavisidir. Kanser hücrelerini yok etmek için yüksek enerjinin kullanıldığı radyoterapi tek başına kullanılabileceği gibi tümörün yeri ve büyüklüğüne göre cerrahi ve kemoterapi ile birleştirilerek de uygulanabilir. Raryoterapi tedavisi bazen gırtlak kanseri ameliyatlarından sonra da uygulanabilir. Gırtlak kanserinin nüks etmesini yani tekrarlamasını engellemek için, tümörün tamamının çıkartılamadığı durumlarda veya gırtlak duvarı boyunca büyüyen tümörlerde ameliyat sonrası radyoterapi uygulanabilir. İleri evre gırtlak kanseri olan hastalarda daha iyi sonuç alabilmek için kemoterapi ile birlikte radyoterapi uygulanabilir. Gırtlak kanserinin ileri evrelerinde uygulanan radyoterapi yutkunma veya nefes almak gibi yaşanan sıkıntıları azaltabilir. Radyoterapi tedavisi sırasında; yorgunluk, ciltte kızarma veya koyulaşma, boğaz ağrısı, yutma zorluğu veya şişme gibi yan etkiler görülebilmektedir.Gırtlak Kanserinde Kemoterapi Tedavisi Gırtlak kanserinde kemoterapi tedavisi ameliyat öncesi ve sonrası yapılabilir. Genellikle radyoterapi ile birlikte uygulanır. Ameliyat öncesi kemoterapi uygulanarak tümörün boyutu küçültülerek ameliyat edilebilecek seviyelere getirilebilir. Gırtlak kanserinin tekrarlamaması için kemoterapi uygulanabilir. Kemoterapi tedavisinde son yıllarda hedefe yönelik akıllı ilaçlar ön plana çıkmaktadır. Hedefe yönelik akıllı ilaçlar kemoterapinin yaşanabilecek yan etkilerini azaltırken tedavinin etkinliğini artırmaktadır.Gırtlak Kanseri Hakkında Sık Sorulan Sorular Gırtlak kanseri ilk belirtileri nelerdir?Gırtlak kanserinin ilk belirtileri arasında ses kısıklığı ve yutma güçlüğü yer alır. Ancak bu iki belirtiden en yaygın görüleni ses kısıklığıdır. Ses kısıklığı, ses tellerinin zarar görmesine bağlı meydana gelir. Seste belirgin bir değişim gözlemlenir. Ayrıca yutma güçlüğü, boğaz ağrısı ve öksürük de gırtlak kanserinin ilk belirtilerindendir.Gırtlak kanserinde hangi doktora gidilmelidir?Gırtlak üst solunum yolunun bir parçası olduğu gibi aynı zamanda bir ses organıdır. Boğaz kanseri veya Larinks kanseri olarak da bilinen gırtlak kanserinin ilk teşhis ve tedavisini Kulak Burun Boğaz doktorları yapmaktadır. Gırtlak kanserinin tedavisinde kulak burun boğaz doktoru seçilirken baş boyun cerrahisi konusunda uzmanlaşmış bir doktorun ve bu konuda alt yapısı yeterli bir hastanenin tercih edilmesi önemlidir.Gırtlak kanseri çeşitleri nelerdir?Gırtlak kanseri başladığı hücre tipine göre çeşitlerine ayrılmaktadır. Skuamöz hücre tipi gırtlak kanseri: Gırtlak kanserinin neredeyse %95 kanseri bu tiptir. Epiglot denilen gırtlağın üst kısmında ince, yaprak şeklindeki kapakta bulunan düz yassı hücrelerde veya gırtlağın diğer kısımlarında aynı yapıdaki hücrelerde başlar.Skuamöz hücre tipi gırtlak kanseri yayıldığı bölgeye göre de çeşitlerine ayrılır. Glottik kanser - ses tellerinde başlar Supraglottik kanser - ses tellerinin üst kısmında başlar Subglottik kanser - ses tellerinin altında başlar Orofarengeal kanser - ağzın hemen arka kısmında başlar Nazofarengeal kanser - boğazın arka kısmında başlar Adenokarsinom gırtlak kanseri: Son yıllarda görülme sayısı artmasına rağmen skuamöz hücre tipi gırtlak kanserine göre çok daha nadir görülür. Gırtlak yüzeyine dağılmış mukus üreten adenomatöz hücrelerde başlar.Gırtlak kanserinin çok nadir görülen çeşitleri de bulunmaktadır. Küçük tükürük bezi tümörleri, sarkomlar, melanom, Hodgkin olmayan lenfoma veya Ekstramedüller plazmasitom gibi nadir görülen gırtlak kanseri çeşitleri bulunur.Gırtlak kanseri dereceleri nelerdir?Gırtlak kanserinin derecesi kanserli hücrelerin görünümüyle ilgidir. Genel olarak düşük dereceli ve yüksek dereceli gırtlak kanseri olarak ikiye ayrılmaktadır. Düşük dereceli gırtlak kanseri; kanser hücreleri kaynaklandığı hücrelere benzer görünüm sergilemektedir. Düşük dereceli gırtlak kanseri hücreleri genellikle yavaş büyür ve yayılma olasılığı daha düşüktür. Yüksek dereceli gırtlak kanseri; kanser hücrelerindeki farklılaşım fazladır. Yüksek dereceli gırtlak kanseri hücreleri daha hızlı çoğalma eğilimindedir ve düşük dereceli kanser hücrelerine göre yayılma olasılıkları daha yüksektir.Gırtlak kanseri evreleri nelerdir?Gırtlak kanseri teşhisinden sonra evresinin belirlenmesi tedaviyi şekillendirmek için önemlidir. Gırtlak kanseri evresi kanserin ne kadar yayılım yaptığının belirlenmesiyle ortaya konulur. Tümörünün tam yeri, yakın lenflere yayılımı ve uzak organlara metastaza göre gırtlak kanseri evrelere ayrılır. Gırtlak kanserinde 5 evre bulunur: 0. Evre; Anormal kanser hücrelerin çevreleyen dokulara yayılmadığı çok erken bir evredir. Kanser hücreleri sadece gırtlağın iç astar kısmındadır. 1. Evre ve 2. Evre; Erken evre gırtlak kanseridir. Tümör küçüktür ve gırtlağın dışına taşmamıştır. 3. Evre; Tümör daha büyüktür ve ses tellerinden birini etkiyebilmektedir. 3. Evre gırtlak kanserinde tümör ayrıcı gırtlağın üst kısmında ince, yaprak şeklindeki epiglot denilen kapağın veya tiroid bezinin iç kısmına doğru da büyümüş olabilir. 4. Evre; Gırtlak kanserinin son evresidir. Tümör gırtlak dışında tiroit bezine, trakea denilen soluk borusuna veya yemek borusuna yayılmış olabilir.Gırtlak kanseri ölümcül müdür?Gırtlak kanseri ölümcül bir hastalıktır. Yaşam süresi; gırtlak kanseri tümörünün cinsine, yerine, büyüklüğüne, yayılımı ve hastanın tedaviye verdiği cevaba göre farklılık göstermektedir. Genel anlamda yapılan çalışmalarda uygun tedaviden sonra 5 yıl hayatta kalma süreleri şu şekildedir.1. evre gırtlak kanseri %902. evre gırtlak kanseri %703. evre gırtlak kanseri %604. evre gırtlak kanseri %40Yapılan istatistiklerde çıkan sonuçlara göre hastanın yaşam süresini söylemek mümkün değildir.Hastaların tedaviden sonraki ilk iki yıl boyunca üç ila altı ayda bir doktorlarını görmeleri gerekmektedir. Kanserlerin %80 -90’ı ilk 3 yıl içinde nüks etmektedir.Gırtlak kanseri nereye metastaz yapar?Kanserli hücreler bulunduğu bölgeden vücudun diğer bölgelerine yayılabilir. Gırtlak kanseri metastazı önce komsu dokulara yapar. İleri evrelerde metastaz uzak organlara da olabilir. Gırtlak boyunca Boyundaki yumuşak dokular Tiroid bezi Ses telleri Dil tabanı Yutak Soluk borusu (trakea) Dil kasları ve boyun kasları Yemek borusu Lenf bezleri Akciğer, karaciğer ve kemiklere metastaz yapabilir.Gırtlak kanseri ameliyatından sonra konuşabilecek miyim?Kısmi gerçekleştirilen gırtlak kanseri ameliyatlarında ses telleri korunabilir. Ses tellerinin korunduğu bu ameliyatların hemen ardından konuşma zorluğu yaşansa da bir süre sonra ses eski haline gelebilmektedir. Ancak gırtlağın tamamın çıkartıldığı ameliyatların ardından hasta sesini kaybetmektedir. Bu ameliyatlardan sonra hastanın durumuna göre farklı konuşma teknikleri veya cihazlar kullanılabilir.Özofagus konuşması denilen havayı yemek borusundan aşağı doğru hareket ettirerek ve ardından ağza geri getirerek konuşma gerçekleştirilebilir. Bunun için ses terapistleriyle çalışma yapılabilir. Elektronik gırtlak denilen küçük bir cihazı boyna doğru tutarak hastanın ses çıkarması mümkündür. Halk arasında ses mikrofonu olarak da bilinen ses protezleri ile hastanın konuşması sağlanabilir.Gırtlak kanseri sonrası beslenme nasıl olmalıdır?Gırtlak kanseri tedavisi boyunca radyoterapi veya ameliyattan sonra yutma zorluğu, ağrı, tat alma, kilo kaybı gibi sorunlar yaşanabilmektedir.Gırtlak kanseri ameliyatından sonra katı gıda beslenmeye hemen geçilemeyeceği için beslenme için burundan, boğaza açılan delikten veya karın duvarından mideye bir tüp bağlanabilir. Bu süreçte hasta bu tüp vasıtasıyla sıvı besinler almaktadır.Normal beslenmeye geçildiği dönemde asitli, baharatlı yiyeceklerden uzak durulması gerekir.Bazı ameliyatlardan sonra hastalarda tat alma kaybı yaşanabilmektedir. Tat kaybını gidermek için besinlere güçlü soslar veya tadını tat katacak ot, sarımsak, limon suyu takviyesi yapılabilir. Çiğnemesi ve yutması daha kolay besinler tercih edilmelidir. Buna rağmen kilo kaybı yaşanıyorsa doktorunuza başvurarak ek vitamin takviyesi istenebilir.Sigara içmek gırtlak kanserine neden olabilir mi?Sİgara içmek gırtlak kanserinin en temel nedenidir. Şöyle ki toplumda yaklaşık her 100.000 kişiden birinde gelişen gırtlak (larinks) kanseri çoğunlukla sigara içen erkeklerde görülebilirken, sigara kullanımının artmasıyla kadınlarda da son zamanlarda gırtlak kanserinin görünme sıklığında artış olmuştur. Gırtlak kanserinin en önemli belirtisi ses kısıklığı olup, özellikle 2 haftayı geçen ses kısıklığında mutlaka bir kulak burun boğaz hastalıkları uzmanına muayene olunmalıdır. Gırtlak kanseri olmamak için neler yapılmalıdır?Gırtlak kanseri oluşmaması için kanıtlanmış kesin bir yol bulunmamaktadır. Ancak risk faktörlerinden uzak durularak gırtlak kanserine karşı önlem alınabilir. Sigara ve alkolden uzak durmak, sağlıklı beslenmek ve HPV aşısı olmak gırtlak kanserine karşı alınması gereken önlemlerin başında gelir
Gırtlak Kanseri Nedir? Boyun kanseri olarak da bilinen gırtlak kanseri, boğazda ses tellerinin olduğu bölgede oluşarak kötü huylu kitleler olarak ortaya çıkan kanser türüdür. Boğaz kanseri genellikle gırtlakta yer alan glottis bölgesinde meydana gelir. Aynı zamanda tıbbi alanda gırtlak, larenks olarak isimlendirilir. Larenks kanseri olarak da isimlendirilen gırtlak kanseri, sık görülen kanser türleri arasında yer alır.Gırtlak kanserinde kişi ilk olarak ses kısıklığıyla karşılaşır. Ses kısıklığı, gırtlak kanserinin en belirgin semptomudur. Ses kısıklığının yanında yutma güçlüğü, öksürük, boğaz ağrısı, kilo kaybı, nefes darlığı, kulak ağrısı ve ağız kokusu da gırtlak kanserinin bilinen belirtileri olarak kabul edilir. Sigara tüketimi, cinsiyet, yaş, genetik, beslenme tarzı ve zararlı kimyasallara maruz kalmak gırtlak kanserine yol açabilecek risk faktörleridir. Gırtlak Kanseri Neden Olur?Gırtlak kanserine neden olan başlıca faktör sigara ve alkol tüketimidir. Sigara ve alkol, gırtlak olarak bilinen larenks hücrelerine zarar vererek kanserli tümörler ortaya çıkarır. Sigara ve alkolün dışında HPV virüsü, yaş, cinsiyet, genetik, baş-boyun kanseri geçmişi ve zararlı kimyasallara maruz kalmak da gırtlak kanserini tetikler. Gırtlak kanserine yol açan temel faktörler şöyledir:Sigara ve alkol kullanımıSigara ve alkol kullanımı gırtlak kanseri riskini artıran en önemli risk faktörlerinin başında gelir. Tütün ürünü ve alkolün kullanım miktarı ve kullanılan yıl ne kadar fazlaysa risk faktörü de aynı oranda yükselir. Günde 25 taneden fazla sigara kullanan veya 30 yıldan fazla süredir sigara içenlerin, sigara içmeyenlere göre gırtlak kanseri gelişme olasılığı yaklaşık 40 kat daha fazladır. Aynı şekilde uzun süredir ve düzenli alkol kullananlar alkol kullanmayanlara göre 3 kat daha fazla risk altındadır.Gırtlak kanserinin de içinde bulunduğu baş boyun kanserlerinin büyük bir çoğunluğunu nedeni sigara kullanımıdır. Sigara veya tütün ürünü kullanmayın sürekli olarak dumanına maruz kalan kişilerin de gırtlak kanseri olma riski artmaktadır.CinsiyetErkeklerin gırtlak kanseri olma riski kadınlara oranla 4-5 kat daha fazladır. Ancak son yıllarda kadınlar arasında sigara kullanımının yaygınlaşması gırtlak kanserinin kadınlarda da sık görülmesine yol açmıştır.Genetik faktörlerAilesinde baş boyun kanseri veya gırtlak kanseri geçmişi olan kişilerde gırtlak kanseri gelişme riski olmayanlara oranla daha fazladır.YaşBirçok kanser türünde olduğu gibi gırtlak kanserinde de ilerleyen yaş en önemli risk faktörleri arasındadır. Gırtlak kanseri 40 yaş altında nadir görülmektedir.Beslenme tarzıKırmızı et, işlenmiş gıda veya kızarmış yiyecekleri fazla tüketenlerde gırtlak kanseri gelişme riski daha fazladır. Aynı zamanda A ve E vitamininden eksik beslenmenin de gırtlak kanseri nedeni olduğunu gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Akdeniz diyeti olarak bilinen taze meyve ve sebze ağırlıklı beslenmek yeteri miktarda A ve E vitamini almak gırtlak kanseri riskini azaltabilir.HPV virüsüDaha çok cinsel yolla bulaşan ve kadınlarda genital siğil, rahim ağzı ve vajina kanserine neden olan HPV (Human papilomavirus enfeksiyonu) virüsünün gırtlak kanserine neden olabileceğini gösteren bilimsel çalışmalar bulunmaktadır. HPV yaygın bir enfeksiyondur ve çoğu insanda herhangi bir soruna neden olmadan kendi kendine geçebilmektedir.Zararlı maddelere maruz kalmakMeslekten kaynaklanan bazı zararlı veya kimyasal maddelere uzun süre maruz kalmak gırtlak kanseri nedeni olabilmektedir. Bu zararlı kimyasalla şöyle sıralanabilir:Gırtlak Kanseri Belirtileri Nelerdir?Ses kısıklığı başta olmak üzere birlilkte görülen yutkunma sırasında ağrı, boyunda şişlik, öksürük, nefes darlığı ve nefes alırken hırıltı ile birlikte kulak ağrısı gırtlak kanserinin belirtileridir.Gırtlak kanserinden görülen belirtiler şu şekildedir:3 haftadan uzun süren ses kısıklığıSes kısıklığı gırtlak kanserinin en sık rastlanan ilk belirtisidir. Kanserin ses telleri olarak bilinen glottise ulaşması sonucu teller zarar görür ve seste belirgin bir değişim yaşanır. Ancak ses kısıklığının tek nedeni gırtlak kanseri değildir. Larinks iltihabı da denilen akut larenjit, çok fazla bağırmak, sigara kullanımı, reflü, burun akıntısı, alerji, tiroid problemleri, yaşlılık gibi birçok neden ses kısıklığına yol açabilir. Ses kısıklığının yanında se tonundaki ani değişimlere de dikkat edilmelidir.Yutma güçlüğüYutma güçlüğü farklı şekillerde tarif edilebilir. Boğaza yapışmış bir kırıntı hissi, yemekleri tamamen yutamamak, yutma sırasında ağrı veya yanma hissi, yemeğin boğaza yapışıyor gibi hissedilmesi yutma sorunları olarak tarif edilebilir.Yaşanan her yutma güçlüğü gırtlak kanserinin belirtisi değildir. Striktür olarak bilinen yemek borusunun zararsız daralması da yutma güçlüğüne neden olabilmektedir. Ancak ilerlemiş gırtlak tümörlerinin de yutma güçlüğüne neden olabileceği unutulmamalıdır.Kilo kaybıKontrolsüz kilo kaybı sadece gırtlak kanserinin değil birçok kanserin belirtisi olarak ortaya çıkabilmektedir. Gırtlak kanserinin ilerlemiş evrelerinde daha fazla görülmektedir. Kontrolsüz şekilde kısa sürede 4-5 kilo verildiği durumlarda rutin kontrollerin yaptırılması hayat kurtarıcı olabilmektedir.Nefes DarlığıNefes darlığı veya hırıltılı nefes alma da gırtlak kanserinin belirtileri arasındandır. Özellikle giderek ilerleyen tarzda hırıltılı solunum ve nefes darlığı olması durumunda gırtlak kanseri akla gelir.Bu belirtilerin birçoğu kanser dışı sağlık sorunlarından da kaynaklanabilir. Özellikle uzun yıllar sigara ve alkol kullanan kişilerde benzer belirtiler ortaya çıkabilir.Kanlı öksürük Boğaz ve ses tellerinin zarar görmesi aynı zamanda öksürük belirtisine de neden olabilir. Bu öksürük kanlı bir şekilde meydana gelebilir.Boyunda şişlik veya kitleGırtlak kanseri, boyun bölgesini de olumsuz etkileyebilir. Boynun yan tarafında kitle veya şişlik görülmesi normal bir durum sayılabilirken aynı zamanda gırtlak kanserinin işareti de sayılabilir.Gırtlak Kanseri Teşhisi Nasıl Yapılır?Gırtlak kanserinin erken teşhisi tedavide önemli avantajlar sağlar. Belirtilerden bir veya daha fazlası olan kişilerin zaman geçirmeden uzman bir kulak burun boğaz doktoruna gitmeleri hayati önem taşımaktadır.Gırtlak kanserinin teşhis süreci şöyle işler:Doktor muayenesi: Gırtlak kanserini teşhisinde doktor muayenesi hastalık hakkında fikir verebilmektedir. Doktor muayenede; sigara, alkol kullanımı gibi yaşam tarzı ve mesleki risk faktörlerini değerlendirir. Gırtlak kanserinde boğazda yumru şeklinde bir şişlik olabileceği için doktor fiziki muayene yapacaktır. Fiziki muayenede doktor; yanaklar ve dudaklar dahil olmak üzere ağzın iç kısmında topaklar veya şişlik hissi, ağız tabanı, boğazın arkası ile burun ve kulakları inceler. Gırtlak kanseri teşhisini netleştirmek için bir takım testler ve görüntüleme yöntemlerine başvurulabilir.Nazendoskopi: Doktorun gırtlak ve boğazı daha iyi görebilmesi için kullandığı bir tür endoskopidir. Ucunda ışık ve küçük bir kamera bulunan esnek bir tüp ile hastanın burun deliklerinden girilerek gırtlakta anormal bir yapı varlığı incelenir. Nazendoskopi işlemi öncesi ön hazırlık yapmaya gerek yoktur.Laringoskopi: Nazendoskopi işlemiyle gırtlağın yeterince incelenemediği durumlarda veya şüpheli bir oluşum belirlendiğinde uygulanmaktadır. Laringoskop işleminde kullanılan endoskop daha uzundur ve işlem ağız yoluyla gerçekleştirilmektedir. Laringoskop öncesi kan sulandırıcı ilaçların kullanılması kesilebilir. İşlem genellikle genel anestezi altında gerçekleştirilmektedir. Video Laringostroboskopi: Genel anesteziye uygun olmayan hastalarda veya ses tellerinde ortaya çıkan tümörlerin teşhisinde uygulanabilmektedir. Kullanılan endoskopun ucunda kamera ve fiber optik flaş ışığı bulunur. Tedaviden önce, tedavi sırasında ve sonrasında ses tellerini değerlendirmek için de yapılabilir. Yaklaşık 30 dakika süren işlem lokal anestezi altında gerçekleştirilebilir.Biyopsi: Nazendoskopi veya Laringoskopi sırasında incelenen bölgelerde şüpheli bir yapı görüldüğünde doku örneği alınarak laboratuvara gönderilebilir. Biyopsi için kanserden şüphelenilen dokunun bir kısmı veya tamamını cerrahi olarak çıkarılabilir. Boyunda hissedilen bir yumrunun olduğu durumlarda ince iğne aspirasyon biyopsisi de yapılabilmektedir.Gırtlak kanseri teşhisinde görüntüleme yöntemlerinde de faydalanılabilir. Röntgen, ultrason, Bilgisayarlı Tomografi (CT), Manyetik Rezonans (MR) ve PET gibi görüntüleme yöntemleri kanserin tam bölgesi ve büyüklüğü hakkında fikir vermektedir.Gırtlak Kanseri Tedavisi Nasıldır?Gırtlak kanseri tedavisi; tümörün bulunduğu tam bölge, evresi, derecesi ve hastanın genel sağlık durumuna göre farklılık gösterebilir. Genel olarak gırtlak kanseri tedavisinde cerrahi, radyasyon tedavisi(radyoterapi) ve kemoterapi uygulanmaktadır. Tedavide bazen bu seçeneklerden sadece biri kullanılırken bazen kombin tedaviler uygulanabilmektedir.Gırtlak Kanserinin Cerrahi Tedavisi Endoskopik (yöntem ile kısmi gırtlak alınması) Rezeksiyon (Endoskopik Lazer Cerrahisi)Gırtlak Kanseri Larenjektomi Ameliyatı Boyun Diseksiyon AmeliyatıGırtlak Kanseri Radyoterapi TedavisiGırtlak Kanserinde Kemoterapi TedavisiGırtlak Kanseri Hakkında Sık Sorulan Sorular Gırtlak kanseri ilk belirtileri nelerdir?Gırtlak kanserinin ilk belirtileri arasında ses kısıklığı ve yutma güçlüğü yer alır. Ancak bu iki belirtiden en yaygın görüleni ses kısıklığıdır. Ses kısıklığı, ses tellerinin zarar görmesine bağlı meydana gelir. Seste belirgin bir değişim gözlemlenir. Ayrıca yutma güçlüğü, boğaz ağrısı ve öksürük de gırtlak kanserinin ilk belirtilerindendir.Gırtlak kanserinde hangi doktora gidilmelidir?Gırtlak üst solunum yolunun bir parçası olduğu gibi aynı zamanda bir ses organıdır. Boğaz kanseri veya Larinks kanseri olarak da bilinen gırtlak kanserinin ilk teşhis ve tedavisini Kulak Burun Boğaz doktorları yapmaktadır. Gırtlak kanserinin tedavisinde kulak burun boğaz doktoru seçilirken baş boyun cerrahisi konusunda uzmanlaşmış bir doktorun ve bu konuda alt yapısı yeterli bir hastanenin tercih edilmesi önemlidir.Gırtlak kanseri çeşitleri nelerdir?Gırtlak kanseri başladığı hücre tipine göre çeşitlerine ayrılmaktadır.Skuamöz hücre tipi gırtlak kanseri yayıldığı bölgeye göre de çeşitlerine ayrılır.Gırtlak kanserinin çok nadir görülen çeşitleri de bulunmaktadır. Küçük tükürük bezi tümörleri, sarkomlar, melanom, Hodgkin olmayan lenfoma veya Ekstramedüller plazmasitom gibi nadir görülen gırtlak kanseri çeşitleri bulunur.Gırtlak kanseri dereceleri nelerdir?Gırtlak kanserinin derecesi kanserli hücrelerin görünümüyle ilgidir. Genel olarak düşük dereceli ve yüksek dereceli gırtlak kanseri olarak ikiye ayrılmaktadır.Gırtlak kanseri evreleri nelerdir?Gırtlak kanseri teşhisinden sonra evresinin belirlenmesi tedaviyi şekillendirmek için önemlidir. Gırtlak kanseri evresi kanserin ne kadar yayılım yaptığının belirlenmesiyle ortaya konulur. Tümörünün tam yeri, yakın lenflere yayılımı ve uzak organlara metastaza göre gırtlak kanseri evrelere ayrılır. Gırtlak kanserinde 5 evre bulunur:Gırtlak kanseri ölümcül müdür?Gırtlak kanseri ölümcül bir hastalıktır. Yaşam süresi; gırtlak kanseri tümörünün cinsine, yerine, büyüklüğüne, yayılımı ve hastanın tedaviye verdiği cevaba göre farklılık göstermektedir. Genel anlamda yapılan çalışmalarda uygun tedaviden sonra 5 yıl hayatta kalma süreleri şu şekildedir.1. evre gırtlak kanseri %902. evre gırtlak kanseri %703. evre gırtlak kanseri %604. evre gırtlak kanseri %40Yapılan istatistiklerde çıkan sonuçlara göre hastanın yaşam süresini söylemek mümkün değildir.Hastaların tedaviden sonraki ilk iki yıl boyunca üç ila altı ayda bir doktorlarını görmeleri gerekmektedir. Kanserlerin %80 -90’ı ilk 3 yıl içinde nüks etmektedir.Gırtlak kanseri nereye metastaz yapar?Kanserli hücreler bulunduğu bölgeden vücudun diğer bölgelerine yayılabilir. Gırtlak kanseri metastazı önce komsu dokulara yapar. İleri evrelerde metastaz uzak organlara da olabilir.Gırtlak kanseri ameliyatından sonra konuşabilecek miyim?Kısmi gerçekleştirilen gırtlak kanseri ameliyatlarında ses telleri korunabilir. Ses tellerinin korunduğu bu ameliyatların hemen ardından konuşma zorluğu yaşansa da bir süre sonra ses eski haline gelebilmektedir. Ancak gırtlağın tamamın çıkartıldığı ameliyatların ardından hasta sesini kaybetmektedir. Bu ameliyatlardan sonra hastanın durumuna göre farklı konuşma teknikleri veya cihazlar kullanılabilir.Özofagus konuşması denilen havayı yemek borusundan aşağı doğru hareket ettirerek ve ardından ağza geri getirerek konuşma gerçekleştirilebilir. Bunun için ses terapistleriyle çalışma yapılabilir. Elektronik gırtlak denilen küçük bir cihazı boyna doğru tutarak hastanın ses çıkarması mümkündür. Halk arasında ses mikrofonu olarak da bilinen ses protezleri ile hastanın konuşması sağlanabilir.Gırtlak kanseri sonrası beslenme nasıl olmalıdır?Gırtlak kanseri tedavisi boyunca radyoterapi veya ameliyattan sonra yutma zorluğu, ağrı, tat alma, kilo kaybı gibi sorunlar yaşanabilmektedir.Gırtlak kanseri ameliyatından sonra katı gıda beslenmeye hemen geçilemeyeceği için beslenme için burundan, boğaza açılan delikten veya karın duvarından mideye bir tüp bağlanabilir. Bu süreçte hasta bu tüp vasıtasıyla sıvı besinler almaktadır.Normal beslenmeye geçildiği dönemde asitli, baharatlı yiyeceklerden uzak durulması gerekir.Bazı ameliyatlardan sonra hastalarda tat alma kaybı yaşanabilmektedir. Tat kaybını gidermek için besinlere güçlü soslar veya tadını tat katacak ot, sarımsak, limon suyu takviyesi yapılabilir. Çiğnemesi ve yutması daha kolay besinler tercih edilmelidir. Buna rağmen kilo kaybı yaşanıyorsa doktorunuza başvurarak ek vitamin takviyesi istenebilir.Sigara içmek gırtlak kanserine neden olabilir mi?Sİgara içmek gırtlak kanserinin en temel nedenidir. Şöyle ki toplumda yaklaşık her 100.000 kişiden birinde gelişen gırtlak (larinks) kanseri çoğunlukla sigara içen erkeklerde görülebilirken, sigara kullanımının artmasıyla kadınlarda da son zamanlarda gırtlak kanserinin görünme sıklığında artış olmuştur. Gırtlak kanserinin en önemli belirtisi ses kısıklığı olup, özellikle 2 haftayı geçen ses kısıklığında mutlaka bir kulak burun boğaz hastalıkları uzmanına muayene olunmalıdır. Gırtlak kanseri olmamak için neler yapılmalıdır?Gırtlak kanseri oluşmaması için kanıtlanmış kesin bir yol bulunmamaktadır. Ancak risk faktörlerinden uzak durularak gırtlak kanserine karşı önlem alınabilir. Sigara ve alkolden uzak durmak, sağlıklı beslenmek ve HPV aşısı olmak gırtlak kanserine karşı alınması gereken önlemlerin başında gelir | 14,248 |
345 | Hastalıklar | Glial Tümör | Beyin tümörleri, beynin kendi hücrelerinden oluşabileceği gibi metastaz yani farklı organların kanserlerinin beyin dokusuna sıçramasından da kaynaklanabilir. Beynin kendi hücrelerinden oluşan yani primer beyin tümörleri arasında en sık görüleni ise Glial tümörlerdir. Halk arasında beyin kanseri (kötü huylu) olarak bilinen tümörlerin büyük bir çoğunluğu Glial tümör kaynaklıdır. Glial tümörler genellikle biyolojik davranışlarına, büyüme hızları ve yayılma eğilimlerine göre 4 derecede (grade) ele alınır. Grade 1 (1. Derece) ve grade 2 (2. Derece) Glial tümörler düşük dereceli Glial tümör olarak kabul edilirken grade 3 (3. Derece) ve grade 4 (4. Derece) tümörler yüksek dereceli Glial tümörler olarak tanımlanmaktadır. Bu gruptaki bazı diğer tümörler; ependimom, oligoastrositom, oligodendrogliomdur. Ailesel geçiş nadir olsa da birçok genetik değişim sonucunda oluşurlar. Kesin kanıtlanmış çevresel faktörler yoktur. Yüksek dereceli tümörler bazen var olan düşük dereceli tümörden zaman içinde oluşurken, bazen de yüksek dereceli tümör olarak çıkarlar. Patolojiye ek olarak moleküler biyolojik testler bu tümörlerin davranışını açıklamaya yardımcıdır. MGMT ve IDH gibi parametreler bu tümör prognuzunda önemlidir. Glial tümörlerin tedavisinde cerrahi yöntemler ön plana çıkar. Tümörün bulunduğu bölge, büyüklüğü ve derecesi cerrahinin planlanmasında önemlidir, gereklilik halinde uyanık beyin tümörü ameliyatı (Uyanık Kraniotomi) gibi farklı cerrahi teknikler kullanılabilir. Memorial Şişli Hastanesi Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahi Bölümü’nden Doç. Dr. Serdar Çevik, Glial tümörler hakkında bilgi verdi.Beyin tümörleri, beynin kendi hücrelerinden oluşabileceği gibi metastaz yani farklı organların kanserlerinin beyin dokusuna sıçramasından da kaynaklanabilir. Beynin kendi hücrelerinden oluşan yani primer beyin tümörleri arasında en sık görüleni ise Glial tümörlerdir. Halk arasında beyin kanseri (kötü huylu) olarak bilinen tümörlerin büyük bir çoğunluğu Glial tümör kaynaklıdır. Glial tümörler genellikle biyolojik davranışlarına, büyüme hızları ve yayılma eğilimlerine göre 4 derecede (grade) ele alınır. Grade 1 (1. Derece) ve grade 2 (2. Derece) Glial tümörler düşük dereceli Glial tümör olarak kabul edilirken grade 3 (3. Derece) ve grade 4 (4. Derece) tümörler yüksek dereceli Glial tümörler olarak tanımlanmaktadır. Bu gruptaki bazı diğer tümörler; ependimom, oligoastrositom, oligodendrogliomdur. Ailesel geçiş nadir olsa da birçok genetik değişim sonucunda oluşurlar. Kesin kanıtlanmış çevresel faktörler yoktur. Yüksek dereceli tümörler bazen var olan düşük dereceli tümörden zaman içinde oluşurken, bazen de yüksek dereceli tümör olarak çıkarlar. Patolojiye ek olarak moleküler biyolojik testler bu tümörlerin davranışını açıklamaya yardımcıdır. MGMT ve IDH gibi parametreler bu tümör prognuzunda önemlidir. Glial tümörlerin tedavisinde cerrahi yöntemler ön plana çıkar. Tümörün bulunduğu bölge, büyüklüğü ve derecesi cerrahinin planlanmasında önemlidir, gereklilik halinde uyanık beyin tümörü ameliyatı (Uyanık Kraniotomi) gibi farklı cerrahi teknikler kullanılabilir. Memorial Şişli Hastanesi Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahi Bölümü’nden Doç. Dr. Serdar Çevik, Glial tümörler hakkında bilgi verdi.
Glial tümör nedir?Beyin tümörleri primer (birincil) ve sekonder (ikincil) tümörler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Sekonder tümörler beyin dışında oluşan kanserlerin metastaz yoluyla beyine yayılması ile oluşur. Beynin kendi hücrelerinden oluşan tümörler de kendi arasında oluştuğu hücreye göre farklılık gösterebilir. Beyin hücreleri; nöronlar yani normal sinir hücreleri ve bunlara destek olan hücreler Glial hücreler olmak üzere genel olarak ikiye ayrılmaktadır. Glial hücreler beynin destek hücreleri olarak tanımlanır. Bu hücrelerden kaynaklanan tümörler Glial tümörler olarak isimlendirilir. Genel anlamda beynin kendi hücrelerinden oluşan (primer beyin tümörü) tümörlerinin büyük çoğunluğu Glial tümörlerdir. Glial tümörler iyi huylu olabildiği gibi kötü huylu da ilerleyebilmektedir.Glial tümörlerin nedenleri nelerdir?Birçok kanserde olduğu gibi Glial tümörlerin de neden geliştiği kesin olarak bilinmemektedir. Son yıllarda Glial tümörlerin genetik yatkınlığı üzerine bilimsel çalışmalar yapılmış olsa da ortaya kesin veriler konulamamıştır. Ailesel geçiş nadir olsa da birçok genetik değişim sonucunda oluşurlar. Yüksek dereceli tümörler bazen var olan düşük dereceli tümörden zaman içinde oluşurken, bazen de yüksek dereceli tümör olarak çıkarlar. Ancak bütün tümörlerin oluşmasında olduğu gibi Glial tümör ortaya çıkmasında da risk faktörleri bulunmaktadır.Radyasyona maruz kalmak hücrelerin genetik yapısında değişikliklere neden olabilir. Bu da hücrelerin agresif davranmasına ve aşırı çoğalmasını tetikleyebilir. Halk arasında yüksek gerilim hatları ya da elektronik cihazlardan yayılan manyetik alana uzun süre maruz kalmanın beyin tümörü riskini artırdığına inanılmaktadır. Ancak yapılan bilimsel çalışmalarda kesin kanı oluşturacak veriler elde edilememiştir. Aynı şekilde cep telefonu kullanmanın da beyin tümörü riskini artırıp artırmadığı yönünde birçok çalışma yapılmıştır. Cep telefonları nispeten yeni bir risk faktörü olduğundan, tümör oluşumu üzerindeki potansiyel etkinin anlaşılması için daha uzun vadeli araştırmalara ihtiyaç vardırGlial tümör belirtileri nelerdir?Sadece Glial tümörler için değil bütün beyin tümörleri için belirtiler hemen hemen aynıdır. Tümörün beyinde bulunduğu bölgeye göre Glial tümör belirtileri farklı semptomlarla ortaya çıkabilir.Glial tümör belirtileri şu şekilde sıralanabilir; Baş ağrısı. Baş ağrısı Glial tümör belirtilerinde birincil sırada olmasa bile daha önce var olmayan ve sürekli yaşanan baş ağrılarında tümör seçeneğini elemek için uzman bir doktora başvurulması faydalı olabilir. Nöbet. Glial tümörün beyinde etkilediği bölgeye göre kişide epilepsi nöbetleri ortaya çıkabilir. Görme bozukluğu. Tümör beyinde görme bölgesini etkiliyorsa hastada görme bozukluğu, çift görme, bulanık görme gibi belirtiler yaşanabilir. El, kol ve bacaklarda güçsüzlük. Tümörün beyinde motor hareketleri kontrol eden bölgeyi etkilemesi hastalarda el, kol ve bacaklarda güçsüzlük, uyuşukluk ve dengede bozukluk belirtileri görülebilir. Konuşma bozuklukları. Glial tümör beynin her bölgesinde çıkabilmektedir. Konuşma merkezine yakın bölgelerde Glial tümörün ortaya çıkması hastada konuşma bozuklukları gibi belirtiler yaşanmasına neden olabilir. Hafıza kaybı, kişilik değişiklikleri, bazı kabiliyetlerin kaybı (yazı yazamama, okuduğunu anlamam vs.) gibi şikayetler Glial tümör belirtileri arasında sayılabilmektedir.Glial tümörlerin bazı tipleri 3-10 yaş grubu arasındaki çocuklarda sık görülebilmektedir. Çocuklarda genellikle yüksek dereceli (grade) olmayan Pilositik Astrositom (Grade 1) Glial tümörler görülmektedir. Bu tümörler daha çok beyincikte ortaya çıkmaktadır..Çocuklarda genellikle beyincik bölgesinde ortaya çıkan Pilositik Astrositom büyüyerek beyin omurilik sıvısının dolaşımında sorunlara yol açabilir. Büyümenin ilerlediği durumlarda kafa içi basınçta artış yaşanmaktadır.Çocuklarda Glial tümör belirtileri genel olarak şu şekildedir; Baş dönmesi, kusma Bilinç bozuklukları Denge bozuklukları Çift görme Yürümede güçlükGlial tümör teşhisi nasıl yapılır?Koku almada bozulma, görme bozukluğu, nöbet, uzuvlarda güçsüzlük gibi Glial tümör belirtisi olabilecek semptomlarla Beyin ve Sinir Hastalıkları uzmanına başvuran hastalarda ilk önce detaylı bir nörolojik muayene yapılır. Nörolojik muayene sırasında hastanın görme, işitme, denge, koordinasyon, güç ve refleksleri kontrol edilir.Glial tümör teşhisinde altın standart Manyetik Rezonans (MR) görüntülemesidir. Manyetik Rezonans görüntülemesiyle tümör dokusu rahatlıkla belirlenebilmektedir. Bilgisayarlı Tomografi (BT) tümörün etrafında ödem varlığında ve doku değişikliği olduğu için özellikle yüksek grade tümörlerde doktora fikir verebilir ama tam teşhis için MR gereklidir.Manyetik Rezonans sonrası teşhisi netleştirmek için kan veya idrar tahliline gerek bulunmamaktadır.Manyetik Rezonans ile belirlenen tümörün tipi ve derecesinin tam olarak belirlenmesi cerrahi işlem sonrası patoloji incelemesinden sonra netlik kazanmaktadır.Glial tümör tedavisi nasıl yapılır?Glial tümörlerin tedavisi tümörün büyüklüğüne, hangi evrede olduğuna ve beyindeki yerine göre belirlenir. Ayrıca yaş ve hastanın genel sağlık durumu tedavinin planlanmasında önemli rol oynar. Glial tümörlerin tedavisinde cerrahi işlemler ön plandadır. Tümörün karakteri ister iyi huylu ister kötü huylu olsun hastanın tedavi planlamasında ilk değerlendirilmesi gereken seçenek cerrahidir. Düşük gradeli glial kitlelerde (pilositik astrositom) tümörün tamamının çıkarılmasının tam bir tedavi sağladığı bilinmektedir. Düşük dereceli Glial tümörler sınıfında olan grade 2 tümörlerde de uzun dönem MR takibi gerekir. Ancak yüksek gradeli Glial tümörlerde (grad 3 ve grade 4 ) tümörün çıkarılmasından sonra hastaların kemoterapi ve radyoterapi alması gerekmektedir. Bazı özellikli durumlarda; tümörün beynin özellikli bölgelerinde bulunması, hastanın genel durumunun ameliyat için elverişli olmaması gibi hallerde hastadan sadece biyopsi alınarak patolojik tanı konulur ve hasta Radyoterapi için Radyasyon Onkolojisi bölümüne yönlendirilir.Son yıllarda diğer organların tümörlerinde olduğu gibi beyin tümörü tedavisinde de akıllı ilaç çalışmaları da ön plana çıkmaktadır. Grade 4 Glial tümörlerde ameliyat olmuş ancak tekrarlayan tümörlerde ve ışın tedavisinden fayda görmemiş tümörlerde yapılan genetik testlerin uygunluğu olması halinde akıllı ilaç tedavileri kullanılmaktadır.Glial tümörler hakkında sıkça sorulan sorular Glial tümörler beynin hangi bölgesinde çıkarlar?Glial hücreler beyinde destek hücreleri olarak tanımlanmakta ve beynin her bölgesinde bulunmaktadır. Bu nedenle Glial tümörler beynin her bölgesinde oluşabilmektedir.Glial tümörlerin çeşitleri nelerdir?Glial hücreler yani destek dokudan kaynaklanan tümörler de köken aldığı hücrelere göre isimlendirilebilir.Glial tümörlerin en sık görelin çeşitleri şu şekilde sıralanabilir; Astrositom. Astrosit denilen küçük, yıldız şekilli hücrelerden kaynaklanırlar. Oligodendrogliom. Sinir hücrelerinin liflerinin korunmasından sorumlu miyelin denilen yağ katmanını üreten hücrelerden kaynaklanır. Oligoastrositom. Hem astrosit hem oligodentrosit hücrelerinden kaynaklanır. Beynin sinir liflerini kaplayan oligodendrositlerden kaynaklanır. Ependimom. Beyin omurilik sıvısının içinde bulunduğu ventrikül denilen yapıların iç yüzeyini döşeyen hücrelerden kaynaklanır.Destekleyici Glial hücreler tek tip değildir. Hücrenin ismine göre tümörün ismi değişebilmektedir.Glial tümörlerin dereceleri nelerdir?Vücudun farklı bölgelerinde ortaya çıkan tümörlerde evreleme sistemi uygulanırken beyin tümörlerinde derecelendirme yani grade ön plana çıkmaktadır. Glial tümörlerde genel olarak 4 derece yani grade bulunmaktadır. Tümörün histopatolojik değerlendirmesine göre derecelendirme yapılmaktadır. Tümörü oluşturan hücrelerin normal dokudan farklılaşması bu konuda belirleyicidir. Grade-1 Glial tümörler (1.derece Glial tümör)Düşük dereceli Glial tümörlerdir. Tümörü oluşturan hücrelerin farklılaşması çok fazla değildir. Derece I olarak sınıflandırılan tümöre pilositik astrositom denir ve en sık çocukluk çağında görülür. Cerrahi işlemle tamamen tedavi olma ihtimalleri bulunmaktadır.Grade-2 Glial tümörler(2.derece Glial tümör)Tümörü oluşturan hücrelerde farklılaşma vardır ancak yine de beyin dokusuna yakın tümörlerdir. Düşük dereceli Glial tümörlerdir. Bu tür tümörlerin cerrahisinde yüksek tecrübe gerekmektedir. Tümörü oluşturan hücreler beyin hücrelerinden fazla farklılaşmadığı için ameliyat sırasında beyin dokusu ile tümörün ayırt edilmesi zor olabilmektedir. Beyinde tutulum gösterdiği bölgeye göre farklı belirtiler gösterebilmektedir.Grade-3 Glial tümörler(3.derece Glial tümör)Grade-3 Glial tümörler geçiş dönemi tümörleridir. Tümörü oluşturan hücrelerin yapısı Grade-2 tümörlerden daha agresif ancak grade-4 tümörlerden daha ılımlıdır. Yüksek dereceli Glial tümörlerdir. Tedavisinde cerrahinin yanında radyoterapi yani ışın tedavisi de uygulanmaktadır.Grade-4 Glial tümörler(4.derece Glial tümör)Yüksek dereceli tümörlerdir, erişkinlerde en sık görülen primer malign (kötü huylu) beyin tümörüdür. Grade-4 tümörler Glioblastoma ya da GBM tümörler olarak da isimlendirilir. Halk arasında genellikle beyin kanseri olarak isimlendirilen tümörler grade-4 Glial tümörlerdir. Grade-4 tümörlerde tümörün tamamı çıkartılmış olsa bile etraf dokularda görünmeyen hücreler temizlemek mümkün olmayabilmektedir. Bu nedenle Grade-4 Glial tümörlerinin tedavisinde cerrahi sonrası radyoterapi ve kemoterapi tedavi protokolüne eklenmektedir.Glial tümörler ölümcül müdür?Glial tümörlerde iyi huylu ya da kötü huylu sınıflandırması yapmak yerine iyi seyirli ya da kötü seyirli ayrımını yapmak gerekir. Düşük dereceli Glial tümörler de tedavi edilmezse veya geç tedavi edilirse zamanla kötü seyirli olabilir. Glial tümörlerin tümünün ölümcül olma ihtimali bulunmaktadır. Ancak genellikle Grade 1 ve Grade 2 Glial tümörler tedaviye olumlu sonuçlar vermektedir. Grade-4 Glial tümörler de ise yaşam süresi 12 -18 ay arasındadır. Ancak tedavi şekli, hastanın tedaviye verdiği yanıt gibi etkenler yaşam süresi üzerinde etkilidir.Yüksek dereceli Glial tümör nedir?Grade-3 ve grade-4 yani 3. Ve 4. Derece Glial tümörler yüksek dereceli tümörler olarak sınıflandırılır.Glial tümör ameliyatı nasıl yapılır?Beyindeki her hangi bir tümörün, lezyonun ya da kanamanın ameliyatı bulunduğu bölgeye göre farklılık gösterebilir. Glial tümör ameliyatlarında genellikle mikroskop kullanılır. Glial tümörün beyinde bulunduğu bölgeye göre hasta ameliyat masasında konumlandırılır. Amaç kafatasında bir pencere açarak tümörün bulunduğu bölgeye hastaya zarar vermeden ulaşmak ve tümörün tamamını çıkarmaktır. Ancak her zaman tümörün tamamımın çıkartılması mümkün olmayabilir. Hastanın tümör ameliyatı sırasında zarar görmemesi için Nöronavigasyon ve nöromonitörizasyon teknolojileri kullanılabilir. Beyin cerrahisi ameliyatlarında kullanılan yüksek teknolojiler tümörün çıkartılması sırasında hastanın zarar görmesini minimum seviyeye indirmektedir. Tümör konuşma bölgesi ya da kol, bacak hareketleri yönlendiren motor bölgedeyse uyanık beyin tümörü ameliyatı (Uyanık Kraniotomi) uygulanabilir.Glial tümörlerin bitkisel tedavisi var mıdır?Yapılan çalışmalarda Glial tümörlerin tedavisinde bitkisel ya da doğal tedavilerle ilgili yeterli bilimsel veri bulunmamaktadır. Glial tümör eksizyonu nedir?Eksizyon bir şeyin olduğu yerden çıkartılması demektir. Glial tümör eksizyonu tümörün çıkartılması anlamına gelir. Glial tümör ameliyatının tam ismi “mikroşirürjikal teknikle Glial tümör eksizyonu” olarak geçmektedir.
Glial tümör nedir?Beyin tümörleri primer (birincil) ve sekonder (ikincil) tümörler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Sekonder tümörler beyin dışında oluşan kanserlerin metastaz yoluyla beyine yayılması ile oluşur. Beynin kendi hücrelerinden oluşan tümörler de kendi arasında oluştuğu hücreye göre farklılık gösterebilir. Beyin hücreleri; nöronlar yani normal sinir hücreleri ve bunlara destek olan hücreler Glial hücreler olmak üzere genel olarak ikiye ayrılmaktadır. Glial hücreler beynin destek hücreleri olarak tanımlanır. Bu hücrelerden kaynaklanan tümörler Glial tümörler olarak isimlendirilir. Genel anlamda beynin kendi hücrelerinden oluşan (primer beyin tümörü) tümörlerinin büyük çoğunluğu Glial tümörlerdir. Glial tümörler iyi huylu olabildiği gibi kötü huylu da ilerleyebilmektedir.Glial tümörlerin nedenleri nelerdir?Birçok kanserde olduğu gibi Glial tümörlerin de neden geliştiği kesin olarak bilinmemektedir. Son yıllarda Glial tümörlerin genetik yatkınlığı üzerine bilimsel çalışmalar yapılmış olsa da ortaya kesin veriler konulamamıştır. Ailesel geçiş nadir olsa da birçok genetik değişim sonucunda oluşurlar. Yüksek dereceli tümörler bazen var olan düşük dereceli tümörden zaman içinde oluşurken, bazen de yüksek dereceli tümör olarak çıkarlar. Ancak bütün tümörlerin oluşmasında olduğu gibi Glial tümör ortaya çıkmasında da risk faktörleri bulunmaktadır.Radyasyona maruz kalmak hücrelerin genetik yapısında değişikliklere neden olabilir. Bu da hücrelerin agresif davranmasına ve aşırı çoğalmasını tetikleyebilir. Halk arasında yüksek gerilim hatları ya da elektronik cihazlardan yayılan manyetik alana uzun süre maruz kalmanın beyin tümörü riskini artırdığına inanılmaktadır. Ancak yapılan bilimsel çalışmalarda kesin kanı oluşturacak veriler elde edilememiştir. Aynı şekilde cep telefonu kullanmanın da beyin tümörü riskini artırıp artırmadığı yönünde birçok çalışma yapılmıştır. Cep telefonları nispeten yeni bir risk faktörü olduğundan, tümör oluşumu üzerindeki potansiyel etkinin anlaşılması için daha uzun vadeli araştırmalara ihtiyaç vardırGlial tümör belirtileri nelerdir?Sadece Glial tümörler için değil bütün beyin tümörleri için belirtiler hemen hemen aynıdır. Tümörün beyinde bulunduğu bölgeye göre Glial tümör belirtileri farklı semptomlarla ortaya çıkabilir.Glial tümör belirtileri şu şekilde sıralanabilir;Glial tümörlerin bazı tipleri 3-10 yaş grubu arasındaki çocuklarda sık görülebilmektedir. Çocuklarda genellikle yüksek dereceli (grade) olmayan Pilositik Astrositom (Grade 1) Glial tümörler görülmektedir. Bu tümörler daha çok beyincikte ortaya çıkmaktadır..Çocuklarda genellikle beyincik bölgesinde ortaya çıkan Pilositik Astrositom büyüyerek beyin omurilik sıvısının dolaşımında sorunlara yol açabilir. Büyümenin ilerlediği durumlarda kafa içi basınçta artış yaşanmaktadır.Çocuklarda Glial tümör belirtileri genel olarak şu şekildedir;Glial tümör teşhisi nasıl yapılır?Koku almada bozulma, görme bozukluğu, nöbet, uzuvlarda güçsüzlük gibi Glial tümör belirtisi olabilecek semptomlarla Beyin ve Sinir Hastalıkları uzmanına başvuran hastalarda ilk önce detaylı bir nörolojik muayene yapılır. Nörolojik muayene sırasında hastanın görme, işitme, denge, koordinasyon, güç ve refleksleri kontrol edilir.Glial tümör teşhisinde altın standart Manyetik Rezonans (MR) görüntülemesidir. Manyetik Rezonans görüntülemesiyle tümör dokusu rahatlıkla belirlenebilmektedir. Bilgisayarlı Tomografi (BT) tümörün etrafında ödem varlığında ve doku değişikliği olduğu için özellikle yüksek grade tümörlerde doktora fikir verebilir ama tam teşhis için MR gereklidir.Manyetik Rezonans sonrası teşhisi netleştirmek için kan veya idrar tahliline gerek bulunmamaktadır.Manyetik Rezonans ile belirlenen tümörün tipi ve derecesinin tam olarak belirlenmesi cerrahi işlem sonrası patoloji incelemesinden sonra netlik kazanmaktadır.Glial tümör tedavisi nasıl yapılır?Glial tümörlerin tedavisi tümörün büyüklüğüne, hangi evrede olduğuna ve beyindeki yerine göre belirlenir. Ayrıca yaş ve hastanın genel sağlık durumu tedavinin planlanmasında önemli rol oynar. Glial tümörlerin tedavisinde cerrahi işlemler ön plandadır. Tümörün karakteri ister iyi huylu ister kötü huylu olsun hastanın tedavi planlamasında ilk değerlendirilmesi gereken seçenek cerrahidir. Düşük gradeli glial kitlelerde (pilositik astrositom) tümörün tamamının çıkarılmasının tam bir tedavi sağladığı bilinmektedir. Düşük dereceli Glial tümörler sınıfında olan grade 2 tümörlerde de uzun dönem MR takibi gerekir. Ancak yüksek gradeli Glial tümörlerde (grad 3 ve grade 4 ) tümörün çıkarılmasından sonra hastaların kemoterapi ve radyoterapi alması gerekmektedir. Bazı özellikli durumlarda; tümörün beynin özellikli bölgelerinde bulunması, hastanın genel durumunun ameliyat için elverişli olmaması gibi hallerde hastadan sadece biyopsi alınarak patolojik tanı konulur ve hasta Radyoterapi için Radyasyon Onkolojisi bölümüne yönlendirilir.Son yıllarda diğer organların tümörlerinde olduğu gibi beyin tümörü tedavisinde de akıllı ilaç çalışmaları da ön plana çıkmaktadır. Grade 4 Glial tümörlerde ameliyat olmuş ancak tekrarlayan tümörlerde ve ışın tedavisinden fayda görmemiş tümörlerde yapılan genetik testlerin uygunluğu olması halinde akıllı ilaç tedavileri kullanılmaktadır.Glial tümörler hakkında sıkça sorulan sorular Glial tümörler beynin hangi bölgesinde çıkarlar?Glial hücreler beyinde destek hücreleri olarak tanımlanmakta ve beynin her bölgesinde bulunmaktadır. Bu nedenle Glial tümörler beynin her bölgesinde oluşabilmektedir.Glial tümörlerin çeşitleri nelerdir?Glial hücreler yani destek dokudan kaynaklanan tümörler de köken aldığı hücrelere göre isimlendirilebilir.Glial tümörlerin en sık görelin çeşitleri şu şekilde sıralanabilir;Destekleyici Glial hücreler tek tip değildir. Hücrenin ismine göre tümörün ismi değişebilmektedir.Glial tümörlerin dereceleri nelerdir?Vücudun farklı bölgelerinde ortaya çıkan tümörlerde evreleme sistemi uygulanırken beyin tümörlerinde derecelendirme yani grade ön plana çıkmaktadır. Glial tümörlerde genel olarak 4 derece yani grade bulunmaktadır. Tümörün histopatolojik değerlendirmesine göre derecelendirme yapılmaktadır. Tümörü oluşturan hücrelerin normal dokudan farklılaşması bu konuda belirleyicidir. Grade-1 Glial tümörler (1.derece Glial tümör)Düşük dereceli Glial tümörlerdir. Tümörü oluşturan hücrelerin farklılaşması çok fazla değildir. Derece I olarak sınıflandırılan tümöre pilositik astrositom denir ve en sık çocukluk çağında görülür. Cerrahi işlemle tamamen tedavi olma ihtimalleri bulunmaktadır.Grade-2 Glial tümörler(2.derece Glial tümör)Tümörü oluşturan hücrelerde farklılaşma vardır ancak yine de beyin dokusuna yakın tümörlerdir. Düşük dereceli Glial tümörlerdir. Bu tür tümörlerin cerrahisinde yüksek tecrübe gerekmektedir. Tümörü oluşturan hücreler beyin hücrelerinden fazla farklılaşmadığı için ameliyat sırasında beyin dokusu ile tümörün ayırt edilmesi zor olabilmektedir. Beyinde tutulum gösterdiği bölgeye göre farklı belirtiler gösterebilmektedir.Grade-3 Glial tümörler(3.derece Glial tümör)Grade-3 Glial tümörler geçiş dönemi tümörleridir. Tümörü oluşturan hücrelerin yapısı Grade-2 tümörlerden daha agresif ancak grade-4 tümörlerden daha ılımlıdır. Yüksek dereceli Glial tümörlerdir. Tedavisinde cerrahinin yanında radyoterapi yani ışın tedavisi de uygulanmaktadır.Grade-4 Glial tümörler(4.derece Glial tümör)Yüksek dereceli tümörlerdir, erişkinlerde en sık görülen primer malign (kötü huylu) beyin tümörüdür. Grade-4 tümörler Glioblastoma ya da GBM tümörler olarak da isimlendirilir. Halk arasında genellikle beyin kanseri olarak isimlendirilen tümörler grade-4 Glial tümörlerdir. Grade-4 tümörlerde tümörün tamamı çıkartılmış olsa bile etraf dokularda görünmeyen hücreler temizlemek mümkün olmayabilmektedir. Bu nedenle Grade-4 Glial tümörlerinin tedavisinde cerrahi sonrası radyoterapi ve kemoterapi tedavi protokolüne eklenmektedir.Glial tümörler ölümcül müdür?Glial tümörlerde iyi huylu ya da kötü huylu sınıflandırması yapmak yerine iyi seyirli ya da kötü seyirli ayrımını yapmak gerekir. Düşük dereceli Glial tümörler de tedavi edilmezse veya geç tedavi edilirse zamanla kötü seyirli olabilir. Glial tümörlerin tümünün ölümcül olma ihtimali bulunmaktadır. Ancak genellikle Grade 1 ve Grade 2 Glial tümörler tedaviye olumlu sonuçlar vermektedir. Grade-4 Glial tümörler de ise yaşam süresi 12 -18 ay arasındadır. Ancak tedavi şekli, hastanın tedaviye verdiği yanıt gibi etkenler yaşam süresi üzerinde etkilidir.Yüksek dereceli Glial tümör nedir?Grade-3 ve grade-4 yani 3. Ve 4. Derece Glial tümörler yüksek dereceli tümörler olarak sınıflandırılır.Glial tümör ameliyatı nasıl yapılır?Beyindeki her hangi bir tümörün, lezyonun ya da kanamanın ameliyatı bulunduğu bölgeye göre farklılık gösterebilir.Glial tümörlerin bitkisel tedavisi var mıdır?Yapılan çalışmalarda Glial tümörlerin tedavisinde bitkisel ya da doğal tedavilerle ilgili yeterli bilimsel veri bulunmamaktadır. Glial tümör eksizyonu nedir?Eksizyon bir şeyin olduğu yerden çıkartılması demektir. Glial tümör eksizyonu tümörün çıkartılması anlamına gelir. Glial tümör ameliyatının tam ismi “mikroşirürjikal teknikle Glial tümör eksizyonu” olarak geçmektedir. | 9,272 |
346 | Hastalıklar | Göbek Deliği İltihabı | Bakterilerin büyümesine elverişli bir ortam sağlayan göbek deliğinde, zaman zaman enfeksiyonlar ortaya çıkabiliyor. Özellikle yenidoğanlarda görülebilen göbek deliği iltihabının en yaygın nedenini yanlış ve eksik yapılan göbek deliği bakımı oluşturuyor. Zamanında tespit ve tedavi edilmeyen göbek bağı iltihaplanması, sepsis gibi hayati riske yol açan durumlara neden olabiliyor. Belirtileri gözle görülebilin hastalıklar arasında yer alan göbek deliği iltihabının tedavisi ise genellikle antibiyotik kullanımı ile gerçekleştiriliyor. Memorial Ankara Hastanesi Çocuk Cerrahisi Bölümü’nden Op. Dr. Dilan Altıntaş Ural, göbek deliği iltihabı ile ilgili bilgi verdi. Bakterilerin büyümesine elverişli bir ortam sağlayan göbek deliğinde, zaman zaman enfeksiyonlar ortaya çıkabiliyor. Özellikle yenidoğanlarda görülebilen göbek deliği iltihabının en yaygın nedenini yanlış ve eksik yapılan göbek deliği bakımı oluşturuyor. Zamanında tespit ve tedavi edilmeyen göbek bağı iltihaplanması, sepsis gibi hayati riske yol açan durumlara neden olabiliyor. Belirtileri gözle görülebilin hastalıklar arasında yer alan göbek deliği iltihabının tedavisi ise genellikle antibiyotik kullanımı ile gerçekleştiriliyor. Memorial Ankara Hastanesi Çocuk Cerrahisi Bölümü’nden Op. Dr. Dilan Altıntaş Ural, göbek deliği iltihabı ile ilgili bilgi verdi.
Göbek deliği iltihabı nedir?Göbek bağı, anne karnındayken bebek ile anne arasındaki ilişkiyi sağlayan tek yoldur. Rahim duvarından başlayıp bebeğin göbeğinden içeri giren göbek kordonunun içinde bulunan damarlar aracılığı ile bebek kendisine gerekli tüm besinleri alır. Doğumdan hemen sonra ise bu bağlantı kesilir. Kalan göbek kordonu kalıntısı yaklaşık 1-2 hafta sonra düşer, göbek olağan görünümünü alır ve göbek deliği oluşur. Göbek deliğinin kızarıklığı, etrafının ödemlenmesi, lokalize ısı artışı göbek deliğinin iltihaplandığının göstergesidir. Göbek deliği iltihabı neden olur?Göbek deliği iltihabına kötü hijyen alışkanlıkları, yapısal olarak göbek çukurunun dar olması, aşırı kilo, aşırı terleme, göbek deliği ile oynanması sebep olmaktadır. Bebeğin göbeği düştükten sonra bu bölgenin dikkatlice izlenmesi ve hijyen açısından temiz tutulması gerekir. Günümüzde doğumların çoğunluğunun hastanelerde yapılması ve göbek bakım solüsyonlarının olması sebebi ile göbek deliği iltihabı oldukça az görülmektedir. Göbek deliği iltihabının belirtileri nelerdir?Bebeklerde göbek deliği enfeksiyonu hafif ya da ağır olabilir. Hafif enfeksiyonlarda, göbekten sarı-yeşil renkli bir akıntı ve göbek çevresinde hafif bir kızarıklık görülür. Ağır enfeksiyonlarda ise, göbek çevresindeki kızarıklık belirgindir. Enfeksiyon buradan karın içine ve göbekte henüz tam olarak kapanmamış damarlar yoluyla da kana taşınabilir (sepsis). Göbek çevresinde yaygın olan kızarıklık zamanla daha da ilerleyebilir ve bebek karnına dokunulduğunda ağlayarak tepki verir. Özellikle nadir de olsa yenidoğanlarda ve küçük çocuklarda göbek akıntısı yapan nedenlerden biri de yabancı cisimdir. Göbeğin kağıt mendil ya da pamukla temizlenmesi sırasında kopan küçük parçaların göbekte birikmesi ile olur.Göbek deliği iltihabının tanısı nasıl konulur?Göbek deliği iltihabının tanısı iyi bir hikaye ve fizik muayene ile konulur. Başka hastalıklardan ayırıcı tanısı için ise bazen ultrasonografi yapmak gerekebilir. Ayrıca eğer yara bölgesinde akıntı varsa kültür testi de yapılması istenebilir.Göbek deliği iltihabının tedavisi nasıl uygulanır? Göbek deliği iltihabı nasıl geçer?Göbek deliği iltihabının tedavisinde göbeğin antiseptik sıvılar ile temizlenmesi, yerel olarak antibiyotikli pomad uygulanması ve (her hastada gerekmemekle birlikte) ağızdan antibiyotik kullanılması ile tedavi edilebilir. Ağır enfeksiyonlarda ise, bebekler mutlaka hastane koşullarında ve damardan uygulanacak antibiyotikler ile tedavi edilmelidir.Göbek deliği iltihabı hakkında sık sorulan sorularGöbek deliği iltihabı en çok hangi aylarda ve hangi yaşlarda görülür?Göbek deliği iltihabı en sık yenidoğan veya hijyeni yeteri kadar sağlayamayan ergenlik dönemindeki çocuklarda kış aylarında görülmektedir.Göbek deliği iltihabının karıştırıldığı başka hastalıklar var mıdır?Bu bölgede enfeksiyona sebep olan ve göbek deliği ile karıştırılabilecek diğer patolojiler umblikal granülom ve poliptir. Umblikal granülom veya polip fark edildiğinde bebekte iç atleti kirleten lekelenme ile bulgu verir. Ancak geç fark edilen hastalarda bölgesel veya tüm vücudu kaplayan enfeksiyonlar oluşabilir. Bu yüzden belirtiler fark edildiğinde mutlaka tedavi edilmelidir.Umbilikal granülom göbekte en sık görülen kitle nedenidir. Karşılaşma sıklığı her 500 bebekte 1’dir. Kord düştükten yaklaşık bir hafta sonra ortaya çıkar. Nemli ve pembedir, 1-10 mm arasında değişir, Kanlı veya sarı-yeşil akıntıya neden olabilir. Muayene sırasında ailenin verdiği öykü ve görüntüsü ile tanı konur, herhangi bir ek tetkik yapılması gerekmez. Göbek düştükten sonraki ilk birkaç gün akıntının olması doğaldır. Kendiliğinden geçmezse, göbek kordonu kalıntısına gümüş nitrat uygulanması yeterlidir. Gümüş nitrat çubukları bu tedavi için hazırlanmıştır. İki gün aralıklı olarak üç uygulamaya kadar gümüş nitrat kullanılabilir. Uygulama esnasında bebekler herhangi bir ağrı hissetmez ve canları yanmaz.Bu uygulama ile granülom küçülerek hücresel iyileşme ve cildin oluşması hızlanır. Kimyasal etkisi nedeniyle göbek çevresindeki cilt koyu renk alabilir. Normal ciltteki etkisi sınırlı ve geçicidir. 2-3 uygulamadan sonra göbek granülomu küçülür ve düşer. Eğer bu tedaviye yanıt alınamıyorsa umblikal kalıntılar, polipler ya da umblikal sinüs akla gelmelidir.Umblikal polip, göbekten dışarı doğru uzanan dış yüzeyleri mukozal bir örtüyle kaplı parlak ve açık kırmızı renkli bir doku şeklindedir. Akıntı ya da kanama yoktur. Kendiliğinden kaybolmaz, tedavisi de poliklinik koşullarında yapılır. Polibin dip kısmından bağlanarak çıkarılması gerekir. Bu tedavinin uygulanması da bebeklerde ağrı ve acıya yol açmaz. Yakılmaya rağmen göbek akıntısı devam eden olgularda doğuştan gelen açık kalmış kanal artıklarından şüphe duyulmalıdır. Tedavi sonrasında göbek deliğinin temiz ve kuru tutulması gerekir. Göbek deliğinin hava ile teması kesilmemeli, üzeri havasız kalacak şekilde kapatılmamalıdır.Göbek deliği iltihabı evde tedavi edilebilir mi?Hafif enfeksiyonlarda aileye verilen medikal tedavi ile göbek deliği iltihabı evde tedavi edilebilir, kontrol poliklinikte değerlendirilir.Göbek deliği iltihabı oluşmaması için ne gibi önlemler alınabilir?Yenidoğan döneminde göbek bağı düştükten sonra hijyenik bakım solüsyonları ile göbek bölgesi ve çevresi temiz tutulmalıdır. Hafif kızarıklık ve enfeksiyon belirtilerinde krem ile antiseptik losyonlarla enfeksiyonun ilerlemesi engellenmelidir. Göbek deliği temiz ve kuru tutulmalıdır. Göbek deliğinin hava ile teması kesilmemeli, üzeri havasız kalacak şekilde kapatılmamalıdır.
Göbek deliği iltihabı nedir?Göbek bağı, anne karnındayken bebek ile anne arasındaki ilişkiyi sağlayan tek yoldur. Rahim duvarından başlayıp bebeğin göbeğinden içeri giren göbek kordonunun içinde bulunan damarlar aracılığı ile bebek kendisine gerekli tüm besinleri alır. Doğumdan hemen sonra ise bu bağlantı kesilir. Kalan göbek kordonu kalıntısı yaklaşık 1-2 hafta sonra düşer, göbek olağan görünümünü alır ve göbek deliği oluşur. Göbek deliğinin kızarıklığı, etrafının ödemlenmesi, lokalize ısı artışı göbek deliğinin iltihaplandığının göstergesidir. Göbek deliği iltihabı neden olur?Göbek deliği iltihabına kötü hijyen alışkanlıkları, yapısal olarak göbek çukurunun dar olması, aşırı kilo, aşırı terleme, göbek deliği ile oynanması sebep olmaktadır. Bebeğin göbeği düştükten sonra bu bölgenin dikkatlice izlenmesi ve hijyen açısından temiz tutulması gerekir. Günümüzde doğumların çoğunluğunun hastanelerde yapılması ve göbek bakım solüsyonlarının olması sebebi ile göbek deliği iltihabı oldukça az görülmektedir. Göbek deliği iltihabının belirtileri nelerdir?Bebeklerde göbek deliği enfeksiyonu hafif ya da ağır olabilir. Hafif enfeksiyonlarda, göbekten sarı-yeşil renkli bir akıntı ve göbek çevresinde hafif bir kızarıklık görülür. Ağır enfeksiyonlarda ise, göbek çevresindeki kızarıklık belirgindir. Enfeksiyon buradan karın içine ve göbekte henüz tam olarak kapanmamış damarlar yoluyla da kana taşınabilir (sepsis). Göbek çevresinde yaygın olan kızarıklık zamanla daha da ilerleyebilir ve bebek karnına dokunulduğunda ağlayarak tepki verir. Özellikle nadir de olsa yenidoğanlarda ve küçük çocuklarda göbek akıntısı yapan nedenlerden biri de yabancı cisimdir. Göbeğin kağıt mendil ya da pamukla temizlenmesi sırasında kopan küçük parçaların göbekte birikmesi ile olur.Göbek deliği iltihabının tanısı nasıl konulur?Göbek deliği iltihabının tanısı iyi bir hikaye ve fizik muayene ile konulur. Başka hastalıklardan ayırıcı tanısı için ise bazen ultrasonografi yapmak gerekebilir. Ayrıca eğer yara bölgesinde akıntı varsa kültür testi de yapılması istenebilir.Göbek deliği iltihabının tedavisi nasıl uygulanır? Göbek deliği iltihabı nasıl geçer?Göbek deliği iltihabının tedavisinde göbeğin antiseptik sıvılar ile temizlenmesi, yerel olarak antibiyotikli pomad uygulanması ve (her hastada gerekmemekle birlikte) ağızdan antibiyotik kullanılması ile tedavi edilebilir. Ağır enfeksiyonlarda ise, bebekler mutlaka hastane koşullarında ve damardan uygulanacak antibiyotikler ile tedavi edilmelidir.Göbek deliği iltihabı hakkında sık sorulan sorularGöbek deliği iltihabı en çok hangi aylarda ve hangi yaşlarda görülür?Göbek deliği iltihabı en sık yenidoğan veya hijyeni yeteri kadar sağlayamayan ergenlik dönemindeki çocuklarda kış aylarında görülmektedir.Göbek deliği iltihabının karıştırıldığı başka hastalıklar var mıdır?Bu bölgede enfeksiyona sebep olan ve göbek deliği ile karıştırılabilecek diğer patolojiler umblikal granülom ve poliptir. Umblikal granülom veya polip fark edildiğinde bebekte iç atleti kirleten lekelenme ile bulgu verir. Ancak geç fark edilen hastalarda bölgesel veya tüm vücudu kaplayan enfeksiyonlar oluşabilir. Bu yüzden belirtiler fark edildiğinde mutlaka tedavi edilmelidir.Umbilikal granülom göbekte en sık görülen kitle nedenidir. Karşılaşma sıklığı her 500 bebekte 1’dir. Kord düştükten yaklaşık bir hafta sonra ortaya çıkar. Nemli ve pembedir, 1-10 mm arasında değişir, Kanlı veya sarı-yeşil akıntıya neden olabilir. Muayene sırasında ailenin verdiği öykü ve görüntüsü ile tanı konur, herhangi bir ek tetkik yapılması gerekmez. Göbek düştükten sonraki ilk birkaç gün akıntının olması doğaldır. Kendiliğinden geçmezse, göbek kordonu kalıntısına gümüş nitrat uygulanması yeterlidir. Gümüş nitrat çubukları bu tedavi için hazırlanmıştır. İki gün aralıklı olarak üç uygulamaya kadar gümüş nitrat kullanılabilir. Uygulama esnasında bebekler herhangi bir ağrı hissetmez ve canları yanmaz.Bu uygulama ile granülom küçülerek hücresel iyileşme ve cildin oluşması hızlanır. Kimyasal etkisi nedeniyle göbek çevresindeki cilt koyu renk alabilir. Normal ciltteki etkisi sınırlı ve geçicidir. 2-3 uygulamadan sonra göbek granülomu küçülür ve düşer. Eğer bu tedaviye yanıt alınamıyorsa umblikal kalıntılar, polipler ya da umblikal sinüs akla gelmelidir.Umblikal polip, göbekten dışarı doğru uzanan dış yüzeyleri mukozal bir örtüyle kaplı parlak ve açık kırmızı renkli bir doku şeklindedir. Akıntı ya da kanama yoktur. Kendiliğinden kaybolmaz, tedavisi de poliklinik koşullarında yapılır. Polibin dip kısmından bağlanarak çıkarılması gerekir. Bu tedavinin uygulanması da bebeklerde ağrı ve acıya yol açmaz. Yakılmaya rağmen göbek akıntısı devam eden olgularda doğuştan gelen açık kalmış kanal artıklarından şüphe duyulmalıdır. Tedavi sonrasında göbek deliğinin temiz ve kuru tutulması gerekir. Göbek deliğinin hava ile teması kesilmemeli, üzeri havasız kalacak şekilde kapatılmamalıdır.Göbek deliği iltihabı evde tedavi edilebilir mi?Hafif enfeksiyonlarda aileye verilen medikal tedavi ile göbek deliği iltihabı evde tedavi edilebilir, kontrol poliklinikte değerlendirilir.Göbek deliği iltihabı oluşmaması için ne gibi önlemler alınabilir? | 4,668 |
347 | Hastalıklar | Göbek Fıtığı | Göbek fıtığı genellikle cerrahi yöntemlerle tedavi edilebilen, varlığında kişinin yaşam kalitesini düşürebilen bir sorundur. Genel cerrahi bölümünü ilgilendiren göbek fıtığı en çok kadınlarda görülür. Memorial Şişli Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü Uzmanları göbek fıtığı hakkında bilgi verdi.Göbek fıtığı genellikle cerrahi yöntemlerle tedavi edilebilen, varlığında kişinin yaşam kalitesini düşürebilen bir sorundur. Genel cerrahi bölümünü ilgilendiren göbek fıtığı en çok kadınlarda görülür. Memorial Şişli Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü Uzmanları göbek fıtığı hakkında bilgi verdi.
Göbek fıtığı nedir?Göbek fıtığı, karın içeriğinin göbek deliğinin yakınındaki bölgelerde karın kaslarının arasından dışarı doğru çıkması ile ortaya çıkar. Göbek fıtıkları yaygındır ve tipik olarak zararsızdır. Göbek fıtıkları en çok bebeklerde görülür, ancak yetişkinleri de etkileyebilir. Bebekte, göbek deliğinin dışarı çıkmasına neden olan göbek fıtığı özellikle bebek ağladığında belirgin olabilir. Bu, göbek fıtığının klasik bir işaretidir. Çocukların göbek fıtıkları genellikle yaşamın ilk iki yılında kendiliğinden kapanır, ancak bazıları beşinci yıl veya daha uzun süre kalabilir. Yetişkinlik döneminde ortaya çıkan göbek fıtıklarının cerrahi olasılığı daha yüksektir.Göbek fıtığı belirtileri nelerdir?Göbek fıtığı, göbek yakınında yumuşak bir şişlik veya çıkıntı oluşturur. Göbek fıtığı bebeklerde sık görülür. Göbek fıtığı olan bebeklerde şişkinlik ancak ağladıklarında, öksürdüklerinde veya zorlandıklarında görülebilir. Çocuklarda göbek fıtıkları genellikle ağrısızdır. Erişkinlik döneminde ortaya çıkan göbek fıtıkları karın ağrısına neden olabilir. Karın ağrısına neden olan göbek fıtığı günlük yaşamı zorlaştırabilir. Bazı durumlarda da fıtık boğulması olursa bu büyük bir risk oluşturabilir. Bu nedenle fıtık küçük bile olsa tedavi edilmelidir.Göbek fıtığı belirtilerini şu şekilde sıralamak mümkündür:• Göbek deliğine yakın bölgelerde çıkıntı, şişlik• Şişlik ve çıkıntı olan bölgede ağrı• Mide bulantısı• Fıtık nedeniyle hareket edememe durumu• Dışkılayamama• Dışkılama sırasında ağrı hissi• Bazen mide bulantısıyla birlikte gelen kusma• Şişlik olan kesimde baskı hissiGöbek fıtığı neden olur? Göbek fıtığı nedenleri nedir? Göbek fıtığı nasıl olur?Anne ile bebek arasında kan alışverişini sağlayan kanala göbek kordonu denmektedir. Göbek kordonu, bebeğin karın iç duvarında yer alan bir açıklıkla dışarı doğru çıkar. Doğum gerçekleştiğinde göbek kordonu kesilir. Sonrasında kuruyup düşer. Göbek kordonunun dışarı çıkmasını sağlayan boşluk doğumdan bir süre sonra kapanır. Ancak bu boşluğun kapanması gecikince karın boşluğundaki yağ dokusu ya da bağırsaklar çıkıntı yapabilir. Genelde bu açıklık iki yaşa kadar kapanmış olur. Bu nedenlerde bebeklerde göbek fıtığı sık görülür. Ancak bazılarında bu durum gecikir. 5 yaşa kadar kapanmayan, yetişkinlikte çıkan göbek fıtıkları olabilir. Göbek fıtığının pek çok nedeni de olabilir. Bu nedenler şöyle sıralanabilir:- Fazla kilo- Hızlı kilo alıp vermek- Ağır spor- Şiddetli öksürük- Ani eğilip kalkmak- Kronik kabızlık- Çoğul gebelik- Geçirilen karın cerrahileri- Sık hamilelik- Karın boşluğunda sıvı birikimi- Uzun süreli periton diyaliziGöbek fıtıkları en çok bebeklerde, prematüre doğumlarda, düşük doğum ağırlığıyla doğan bebeklerde görülebilir. Kadınlarda hamilelik faktörü nedeniyle daha fazla görülür.Göbek fıtığı nasıl teşhis edilir?Fiziki muayeneyle teşhis konulabilmektedir. Ancak tanıyı netleştirmek için ek tetkikler gerekebilmektedir. Bazen, özellikle aşırı kilolu hastalarda ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi gibi görüntüleme yöntemleri kullanılabilmektedir. Eğer fıtıkta boğulma varsa hasta mide bulantısı, ateş, kusma, şiddetli ağrı ile hastaneye başvurur. Bunun yanında enfeksiyon şüphesi de oluşabileceğinden bazı kan testleri de istenebilmektedir.Göbek fıtığı tedavisi nasıl yapılır?Bebeklerdeki göbek fıtıklarının çoğu 2 yaşa kadar kapanabilir. Çocuk doktoru rutin muayenelerde bu fıtığı karın içine geri itebilir. Ancak bu ebeveynlerin kendisi tarafından yapılmaması gereken bir şeydir. Bazı kişiler fıtığın üzerine bir şeyler konulduğunda fıtığın kaybolabileceğine inanır ancak bu yanlıştır. Çünkü alttaki fıtık iltihaplanabilir. Yetişkinler için de göbek fıtığı büyürse ve çok ağrılı bir duruma gelirse komplikasyonları önlemek için ameliyat önerilmektedir. Ameliyatta göbek deliğinin yakınından küçük bir kesi yapılır, fıtıklaşmış doku karın boşluğuna itilir, karın duvarındaki açıklık kapatılır, fıtık genişliğine bağlı yamalar ile takviye yapılır . Göbek fıtığı ameliyatı genel anestezi altında yapılır. Kısa süreli bir operasyondur. Hem açık hem de laparoskopik olarak operasyon yapılabilmektedir. Bu operasyonlarda sentetik yamalardan faydalanılır.Göbek fıtığı hakkında sıkça sorulan sorular Göbek fıtığı ameliyatı uzun sürer mi?Ameliyatın süresi hastadan hastaya, uygulanan yönteme göre değişmektedir. Ancak genellikle sıra süren ameliyatlardandır.Göbek fıtığının komplikasyonları nelerdir? Göbek fıtığının zararları nelerdir?Genellikle bebeklerde ve çocuklarda fıtığa bağlı komplikasyonlar nadir görülür. İleri zamanlarda göbek fıtığına bağlı olarak kabızlık, ağrı, şişlik, kusma, gaz, bulantı, kusma görülebilir. Bunun dışında fıtıkta boğulma olursa acil cerrahi müdahale gerekir. Bunlara fıtık boğulması belirtileri de denebilir. Sıkışan bağırsağın kan akışı tamamen kesilirse, doku ölümüne yol açabilir. Enfeksiyon karın boşluğuna yayılarak yaşamı tehdit eden bir duruma neden olabilir. Göbek fıtığı olan yetişkinlerin bağırsak tıkanıklığı yaşama olasılığı biraz daha yüksektir. Bu komplikasyonları tedavi etmek için genellikle acil cerrahi gerekir.Açık göbek fıtığı ameliyatı ne kadar sürer?Bu süre de hastadan hastaya değişmektedir.Göbek fıtığına hangi bölüm bakar? Göbek fıtığı için hangi bölüme gidilir?Göbek fıtığı konusuna çocuklarda çocuk cerrahisi ve yetişkinlerde genel cerrahi bölümü bakmaktadır.Göbek fıtığına hangi doktor bakar?Göbek fıtığına çocuklarda çocuk cerrahisi ve yetişkinlerde genel cerrahi uzmanları bakmaktadır.Göbek fıtığı ameliyatı olmazsam ne olur?Göbek fıtığı ameliyatı olunmazsa yukarıda sayılan bulgular yaşanabilir ve fıtık boğulmasına bağlı komplikasyonlar meydana gelebilir.Göbek fıtığı ameliyatı sonrası süreç nasıl ilerler?Göbek fıtığı ameliyatı sonrasında duruma göre en az genellikle bir gece hastanede kalınmaktadır. Bu nedenle hastanede yanınızda bir refakatçı bulunmalıdır. Ameliyat sonrasında karın bölgesinde bir miktar ağrı olabilmektedir. Genel Cerrahi uzmanınızın belirlediği saatlerde ve aralıklarda yürüyüş yapılmalıdır. Ameliyat sonrasında bol su içilmelidir. Erken dönemde ağır kaldırılmaması gerekir. Kabızlıktan kaçınmak önemlidir, ağrı kesicileri doktorunuzun önerdiği şekilde kullanmak gerekmektedir. Ameliyattan sonra ilk 72 saat araba kullanılmaması gerekir. Ameliyatın ardından rahat kıyafetler giyilmesi uygundur. Kişiler kendisini hazır hissettiği zaman işine ve gündelik hayatına dönebilir.Göbek fıtığı ameliyatı ölüm riski taşır mı?Göbek fıtığı ameliyatı uzman ellerde uygulanması gereken bir operasyondur. Uzman ellerde yapılan ameliyatların risk oranı düşüktür. Göbek fıtığı tedavi edilmezse pek çok komplikasyonla karşılaşılabilir.Göbek fıtığı ameliyatı sonrası korse kullanımı gerekli mi?Göbek fıtığı için korse sıkça merak edilen bir konudur. Hekim önerirse mutlaka korse kullanılmalıdır. Bu konuda en doğru bilgiyi cerrahiyi yapan hekim verecektir. Göbek fıtığı korsesi hekim kontrolünde kullanılması gereken bir aparattır.Göbek fıtığı patlarsa ne olur?Göbek fıtığının patlaması, göbek fıtığının boğulması anlamına gelmektedir. Fıtık boğulduğunda şiddetli ağrı, iltihaplanma durumu olur.Göbek fıtığına ne iyi gelir?Bol sıvı alınması gereklidir. Kabızlığı önlemek açısından lifli gıdalar tüketilmelidir. Fıtık olan kişilerin ağır kaldırmaktan kaçınması gerekir.Göbek fıtığı kilo yapar mı?Hayır yapmaz ama fazla kilo göbek fıtığına neden olabilir.Bebeklerde göbek fıtığının belirtileri nelerdir?Bebek ağladığında, öksürdüğünde göbek deliği çevresinde şişlik görülebilir. Eğer bebek birden kusuyorsa, göbek çevresinde kızarıklık, şişlik olduysa en yakın hastaneye başvurulmalıdır.Bebeklerde göbek fıtığına para bağlamak faydalı mı?Bu tür uygulamalardan kaçınmak gerekebilir. Bu farklı komplikasyonlara sebep verebilir.Göbek fıtığı ağrı yapar mı?Göbek fıtığı ağrı yapabilir. Göbek fıtığı ameliyatı sonrası ağrı da görülebilir.Bebeklerde göbek fıtığı neden olur?Yeni doğan bebeklerde göbek fıtığı görülebilir. Bebeklerde göbek fıtığı, doğumun gerçekleşmesinden sonra bebeğin karın duvarında bulunan dokuların birbiriyle kaynaşmaması nedeniyle olabilmektedir.Bebeklerde göbek fıtığı nasıl geçer?Göbek fıtığı bebeklerde en geç 2 yaş civarında bir şeye gerek kalmadan kendiliğinden kapanabilir. Bazı durumlarda doktorlar, fıtığı karın içine iterek düzeltebilir.Göbek fıtığı bitkisel tedavisi olan bir sorun mudur?Hiçbir bitkisel yöntemin göbek fıtığının üzerinde bir etkisi bulunmamaktadır.Göbek fıtığı ameliyatı sonrası karında şişlik olur mu?Sadece göbek fıtığı ameliyatı sonrası değil hemen hemen her operasyondan sonra operasyon bölgesinde şişlik olması normaldir. Bu şişlikler 4-6 gün içinde geçer ancak geçmezse doktora başvurmak gerekebilir.Göbek fıtığı ağrısı nasıl geçer? Göbek fıtığı ağrısına ne iyi gelir?Göbek fıtığı ağrısı doktora başvurduktan sonra doktorun önereceği yöntemlerle geçer. Bunun dışında bir uygulama yapılmaması gerekir.Gebelikte göbek fıtığı olur mu?Kadınlarda göbek fıtığı daha sık görülürken hamilelikte de göbek fıtığı çıkabilir. Hamilelik süreci ilerlediğinde karın içi basınç artar bu nedenle de fıtık daha da büyüyebilir.Çocuklarda göbek fıtığı geçer mi?Çocuklarda geçmeyen göbek fıtığı için ameliyat 4 yaşından büyüklere yapılır. Göbek fıtığı kendiliğinden geçmez.Bebek göbek fıtığı bandı işe yarar mı?Bu tür uygulamalar iyileşmeye katkı sağlamaz. Hatta bu tür bantlar enfeksiyona bile sebep olabilmektedir.Göbek fıtığı ameliyatından kaynaklanan bir risk var mıdır?Göbek fıtığı ameliyatında anestezi olarak genel anestezi tercih edilir. Ameliyattan sonra nadir olarak komplikasyon görülebilir. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:- Yaranın enfeksiyonu – kırmızı görünebilir, sarı bir akıntıya sahip olabilir ve ağrılı veya şişmiş olabilir- Kanama- Yaranın yırtılması- Göbek deliği farklı görünebilirBu komplikasyonlar 20 kişiden 1'inden azında (%5'dan az) görülür.Göbek fıtığı nerede olur?Göbek fıtığı göbek çukurunun yakınındaki bir bölgede ve göbek çukurunun içinde meydana gelmektedir.Göbek fıtığı ameliyatı sonrası yapılması gerekenler nelerdir? Ameliyat sonrasında 2 saat boyunca bir şey yenilip içilmemelidir. Cerrahi işlem yapılan bölgeden sızıntı olması normaldir. Operasyon sonrasında ağrı, şişlik yaşamak mümkündür. Ameliyat sonrasında ağır kaldırmamak, yorucu işlerden kaçınmak gerekir. Doktorun verdiği ilaçlar düzenli kullanılmalıdır.Göbek fıtığı mide bulantısı yapar mı?Göbek fıtığı mide bulantısı ve buna bağlı olarak kusma da yapabilir. Bunlar göbek fıtığı belirtileri arasında yer alır.Göbek fıtığı ameliyatı sonrası banyo yapılır mı?Ameliyat olduktan sonra açmadan doktorunuzun önereceği zaman duş alınabilir. Daha sonrasında yara açık bırakılır ve pansuman ihtiyacı kalmaz. Ameliyat sonrası erken dönemde ameliyat bölgesine kese yapmadan, hafif bir suyla duş alınabilir.Göbek fıtık ameliyatı sonrası iyileşme süreci nasıl ilerler?Göbek fıtığı ameliyatı açık (klasik) ya da kapalı (laparoskopi) yöntemle yapılır. Robot ameliyatlarının uygulamasıyla artık fıtık ameliyatları da robot ile yapılabilmektedir. Laparoskopik yani kapalı ameliyat yapılırsa 3 gün sonra, açık ameliyat ile yapılmışsa 10 gün içinde işe dönülebilir. Ancak fiziksel güçle çalışanların işe dönüşü biraz daha uzun sürebilir.Safra kesesi ameliyatından sonra göbek fıtığı olur mu?Herhangi bir karın ameliyatı sonrasında göbek fıtığından ziyade kesi yeri fıtığı olabilir.Göbek fıtığı ameliyatı ne zaman olunmalı?Göbek fıtığı ameliyatı fıtık ilerlemeden olunmalıdır.
Göbek fıtığı nedir?Göbek fıtığı, karın içeriğinin göbek deliğinin yakınındaki bölgelerde karın kaslarının arasından dışarı doğru çıkması ile ortaya çıkar. Göbek fıtıkları yaygındır ve tipik olarak zararsızdır. Göbek fıtıkları en çok bebeklerde görülür, ancak yetişkinleri de etkileyebilir. Bebekte, göbek deliğinin dışarı çıkmasına neden olan göbek fıtığı özellikle bebek ağladığında belirgin olabilir. Bu, göbek fıtığının klasik bir işaretidir. Çocukların göbek fıtıkları genellikle yaşamın ilk iki yılında kendiliğinden kapanır, ancak bazıları beşinci yıl veya daha uzun süre kalabilir. Yetişkinlik döneminde ortaya çıkan göbek fıtıklarının cerrahi olasılığı daha yüksektir.Göbek fıtığı belirtileri nelerdir?Göbek fıtığı, göbek yakınında yumuşak bir şişlik veya çıkıntı oluşturur. Göbek fıtığı bebeklerde sık görülür. Göbek fıtığı olan bebeklerde şişkinlik ancak ağladıklarında, öksürdüklerinde veya zorlandıklarında görülebilir. Çocuklarda göbek fıtıkları genellikle ağrısızdır. Erişkinlik döneminde ortaya çıkan göbek fıtıkları karın ağrısına neden olabilir. Karın ağrısına neden olan göbek fıtığı günlük yaşamı zorlaştırabilir. Bazı durumlarda da fıtık boğulması olursa bu büyük bir risk oluşturabilir. Bu nedenle fıtık küçük bile olsa tedavi edilmelidir.Göbek fıtığı belirtilerini şu şekilde sıralamak mümkündür:• Göbek deliğine yakın bölgelerde çıkıntı, şişlik• Şişlik ve çıkıntı olan bölgede ağrı• Mide bulantısı• Fıtık nedeniyle hareket edememe durumu• Dışkılayamama• Dışkılama sırasında ağrı hissi• Bazen mide bulantısıyla birlikte gelen kusma• Şişlik olan kesimde baskı hissiGöbek fıtığı neden olur? Göbek fıtığı nedenleri nedir? Göbek fıtığı nasıl olur?Anne ile bebek arasında kan alışverişini sağlayan kanala göbek kordonu denmektedir. Göbek kordonu, bebeğin karın iç duvarında yer alan bir açıklıkla dışarı doğru çıkar. Doğum gerçekleştiğinde göbek kordonu kesilir. Sonrasında kuruyup düşer. Göbek kordonunun dışarı çıkmasını sağlayan boşluk doğumdan bir süre sonra kapanır. Ancak bu boşluğun kapanması gecikince karın boşluğundaki yağ dokusu ya da bağırsaklar çıkıntı yapabilir. Genelde bu açıklık iki yaşa kadar kapanmış olur. Bu nedenlerde bebeklerde göbek fıtığı sık görülür. Ancak bazılarında bu durum gecikir. 5 yaşa kadar kapanmayan, yetişkinlikte çıkan göbek fıtıkları olabilir. Göbek fıtığının pek çok nedeni de olabilir. Bu nedenler şöyle sıralanabilir:- Fazla kilo- Hızlı kilo alıp vermek- Ağır spor- Şiddetli öksürük- Ani eğilip kalkmak- Kronik kabızlık- Çoğul gebelik- Geçirilen karın cerrahileri- Sık hamilelik- Karın boşluğunda sıvı birikimi- Uzun süreli periton diyaliziGöbek fıtıkları en çok bebeklerde, prematüre doğumlarda, düşük doğum ağırlığıyla doğan bebeklerde görülebilir. Kadınlarda hamilelik faktörü nedeniyle daha fazla görülür.Göbek fıtığı nasıl teşhis edilir?Fiziki muayeneyle teşhis konulabilmektedir. Ancak tanıyı netleştirmek için ek tetkikler gerekebilmektedir. Bazen, özellikle aşırı kilolu hastalarda ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi gibi görüntüleme yöntemleri kullanılabilmektedir. Eğer fıtıkta boğulma varsa hasta mide bulantısı, ateş, kusma, şiddetli ağrı ile hastaneye başvurur. Bunun yanında enfeksiyon şüphesi de oluşabileceğinden bazı kan testleri de istenebilmektedir.Göbek fıtığı tedavisi nasıl yapılır?Bebeklerdeki göbek fıtıklarının çoğu 2 yaşa kadar kapanabilir. Çocuk doktoru rutin muayenelerde bu fıtığı karın içine geri itebilir. Ancak bu ebeveynlerin kendisi tarafından yapılmaması gereken bir şeydir. Bazı kişiler fıtığın üzerine bir şeyler konulduğunda fıtığın kaybolabileceğine inanır ancak bu yanlıştır. Çünkü alttaki fıtık iltihaplanabilir. Yetişkinler için de göbek fıtığı büyürse ve çok ağrılı bir duruma gelirse komplikasyonları önlemek için ameliyat önerilmektedir. Ameliyatta göbek deliğinin yakınından küçük bir kesi yapılır, fıtıklaşmış doku karın boşluğuna itilir, karın duvarındaki açıklık kapatılır, fıtık genişliğine bağlı yamalar ile takviye yapılır . Göbek fıtığı ameliyatı genel anestezi altında yapılır. Kısa süreli bir operasyondur. Hem açık hem de laparoskopik olarak operasyon yapılabilmektedir. Bu operasyonlarda sentetik yamalardan faydalanılır.Göbek fıtığı hakkında sıkça sorulan sorular Göbek fıtığı ameliyatı uzun sürer mi?Ameliyatın süresi hastadan hastaya, uygulanan yönteme göre değişmektedir. Ancak genellikle sıra süren ameliyatlardandır.Göbek fıtığının komplikasyonları nelerdir? Göbek fıtığının zararları nelerdir?Genellikle bebeklerde ve çocuklarda fıtığa bağlı komplikasyonlar nadir görülür. İleri zamanlarda göbek fıtığına bağlı olarak kabızlık, ağrı, şişlik, kusma, gaz, bulantı, kusma görülebilir. Bunun dışında fıtıkta boğulma olursa acil cerrahi müdahale gerekir. Bunlara fıtık boğulması belirtileri de denebilir. Sıkışan bağırsağın kan akışı tamamen kesilirse, doku ölümüne yol açabilir. Enfeksiyon karın boşluğuna yayılarak yaşamı tehdit eden bir duruma neden olabilir. Göbek fıtığı olan yetişkinlerin bağırsak tıkanıklığı yaşama olasılığı biraz daha yüksektir. Bu komplikasyonları tedavi etmek için genellikle acil cerrahi gerekir.Açık göbek fıtığı ameliyatı ne kadar sürer?Bu süre de hastadan hastaya değişmektedir.Göbek fıtığına hangi bölüm bakar? Göbek fıtığı için hangi bölüme gidilir?Göbek fıtığı konusuna çocuklarda çocuk cerrahisi ve yetişkinlerde genel cerrahi bölümü bakmaktadır.Göbek fıtığına hangi doktor bakar?Göbek fıtığına çocuklarda çocuk cerrahisi ve yetişkinlerde genel cerrahi uzmanları bakmaktadır.Göbek fıtığı ameliyatı olmazsam ne olur?Göbek fıtığı ameliyatı olunmazsa yukarıda sayılan bulgular yaşanabilir ve fıtık boğulmasına bağlı komplikasyonlar meydana gelebilir.Göbek fıtığı ameliyatı sonrası süreç nasıl ilerler?Göbek fıtığı ameliyatı sonrasında duruma göre en az genellikle bir gece hastanede kalınmaktadır. Bu nedenle hastanede yanınızda bir refakatçı bulunmalıdır. Ameliyat sonrasında karın bölgesinde bir miktar ağrı olabilmektedir. Genel Cerrahi uzmanınızın belirlediği saatlerde ve aralıklarda yürüyüş yapılmalıdır. Ameliyat sonrasında bol su içilmelidir. Erken dönemde ağır kaldırılmaması gerekir. Kabızlıktan kaçınmak önemlidir, ağrı kesicileri doktorunuzun önerdiği şekilde kullanmak gerekmektedir. Ameliyattan sonra ilk 72 saat araba kullanılmaması gerekir. Ameliyatın ardından rahat kıyafetler giyilmesi uygundur. Kişiler kendisini hazır hissettiği zaman işine ve gündelik hayatına dönebilir.Göbek fıtığı ameliyatı ölüm riski taşır mı?Göbek fıtığı ameliyatı uzman ellerde uygulanması gereken bir operasyondur. Uzman ellerde yapılan ameliyatların risk oranı düşüktür. Göbek fıtığı tedavi edilmezse pek çok komplikasyonla karşılaşılabilir.Göbek fıtığı ameliyatı sonrası korse kullanımı gerekli mi?Göbek fıtığı için korse sıkça merak edilen bir konudur. Hekim önerirse mutlaka korse kullanılmalıdır. Bu konuda en doğru bilgiyi cerrahiyi yapan hekim verecektir. Göbek fıtığı korsesi hekim kontrolünde kullanılması gereken bir aparattır.Göbek fıtığı patlarsa ne olur?Göbek fıtığının patlaması, göbek fıtığının boğulması anlamına gelmektedir. Fıtık boğulduğunda şiddetli ağrı, iltihaplanma durumu olur.Göbek fıtığına ne iyi gelir?Bol sıvı alınması gereklidir. Kabızlığı önlemek açısından lifli gıdalar tüketilmelidir. Fıtık olan kişilerin ağır kaldırmaktan kaçınması gerekir.Göbek fıtığı kilo yapar mı?Hayır yapmaz ama fazla kilo göbek fıtığına neden olabilir.Bebeklerde göbek fıtığının belirtileri nelerdir?Bebek ağladığında, öksürdüğünde göbek deliği çevresinde şişlik görülebilir. Eğer bebek birden kusuyorsa, göbek çevresinde kızarıklık, şişlik olduysa en yakın hastaneye başvurulmalıdır.Bebeklerde göbek fıtığına para bağlamak faydalı mı?Bu tür uygulamalardan kaçınmak gerekebilir. Bu farklı komplikasyonlara sebep verebilir.Göbek fıtığı ağrı yapar mı?Göbek fıtığı ağrı yapabilir. Göbek fıtığı ameliyatı sonrası ağrı da görülebilir.Bebeklerde göbek fıtığı neden olur?Yeni doğan bebeklerde göbek fıtığı görülebilir. Bebeklerde göbek fıtığı, doğumun gerçekleşmesinden sonra bebeğin karın duvarında bulunan dokuların birbiriyle kaynaşmaması nedeniyle olabilmektedir.Bebeklerde göbek fıtığı nasıl geçer?Göbek fıtığı bebeklerde en geç 2 yaş civarında bir şeye gerek kalmadan kendiliğinden kapanabilir. Bazı durumlarda doktorlar, fıtığı karın içine iterek düzeltebilir.Göbek fıtığı bitkisel tedavisi olan bir sorun mudur?Hiçbir bitkisel yöntemin göbek fıtığının üzerinde bir etkisi bulunmamaktadır.Göbek fıtığı ameliyatı sonrası karında şişlik olur mu?Sadece göbek fıtığı ameliyatı sonrası değil hemen hemen her operasyondan sonra operasyon bölgesinde şişlik olması normaldir. Bu şişlikler 4-6 gün içinde geçer ancak geçmezse doktora başvurmak gerekebilir.Göbek fıtığı ağrısı nasıl geçer? Göbek fıtığı ağrısına ne iyi gelir?Göbek fıtığı ağrısı doktora başvurduktan sonra doktorun önereceği yöntemlerle geçer. Bunun dışında bir uygulama yapılmaması gerekir.Gebelikte göbek fıtığı olur mu?Kadınlarda göbek fıtığı daha sık görülürken hamilelikte de göbek fıtığı çıkabilir. Hamilelik süreci ilerlediğinde karın içi basınç artar bu nedenle de fıtık daha da büyüyebilir.Çocuklarda göbek fıtığı geçer mi?Çocuklarda geçmeyen göbek fıtığı için ameliyat 4 yaşından büyüklere yapılır. Göbek fıtığı kendiliğinden geçmez.Bebek göbek fıtığı bandı işe yarar mı?Bu tür uygulamalar iyileşmeye katkı sağlamaz. Hatta bu tür bantlar enfeksiyona bile sebep olabilmektedir.Göbek fıtığı ameliyatından kaynaklanan bir risk var mıdır?Göbek fıtığı ameliyatında anestezi olarak genel anestezi tercih edilir. Ameliyattan sonra nadir olarak komplikasyon görülebilir. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:- Yaranın enfeksiyonu – kırmızı görünebilir, sarı bir akıntıya sahip olabilir ve ağrılı veya şişmiş olabilir- Kanama- Yaranın yırtılması- Göbek deliği farklı görünebilirBu komplikasyonlar 20 kişiden 1'inden azında (%5'dan az) görülür.Göbek fıtığı nerede olur?Göbek fıtığı göbek çukurunun yakınındaki bir bölgede ve göbek çukurunun içinde meydana gelmektedir.Göbek fıtığı ameliyatı sonrası yapılması gerekenler nelerdir? Ameliyat sonrasında 2 saat boyunca bir şey yenilip içilmemelidir. Cerrahi işlem yapılan bölgeden sızıntı olması normaldir. Operasyon sonrasında ağrı, şişlik yaşamak mümkündür. Ameliyat sonrasında ağır kaldırmamak, yorucu işlerden kaçınmak gerekir. Doktorun verdiği ilaçlar düzenli kullanılmalıdır.Göbek fıtığı mide bulantısı yapar mı?Göbek fıtığı mide bulantısı ve buna bağlı olarak kusma da yapabilir. Bunlar göbek fıtığı belirtileri arasında yer alır.Göbek fıtığı ameliyatı sonrası banyo yapılır mı?Ameliyat olduktan sonra açmadan doktorunuzun önereceği zaman duş alınabilir. Daha sonrasında yara açık bırakılır ve pansuman ihtiyacı kalmaz. Ameliyat sonrası erken dönemde ameliyat bölgesine kese yapmadan, hafif bir suyla duş alınabilir.Göbek fıtık ameliyatı sonrası iyileşme süreci nasıl ilerler?Göbek fıtığı ameliyatı açık (klasik) ya da kapalı (laparoskopi) yöntemle yapılır. Robot ameliyatlarının uygulamasıyla artık fıtık ameliyatları da robot ile yapılabilmektedir. Laparoskopik yani kapalı ameliyat yapılırsa 3 gün sonra, açık ameliyat ile yapılmışsa 10 gün içinde işe dönülebilir. Ancak fiziksel güçle çalışanların işe dönüşü biraz daha uzun sürebilir.Safra kesesi ameliyatından sonra göbek fıtığı olur mu?Herhangi bir karın ameliyatı sonrasında göbek fıtığından ziyade kesi yeri fıtığı olabilir.Göbek fıtığı ameliyatı ne zaman olunmalı?Göbek fıtığı ameliyatı fıtık ilerlemeden olunmalıdır. | 9,418 |
348 | Hastalıklar | Glokom (Göz Tansiyonu) | Halk arasında karasu hastalığı olarak da bilinen göz tansiyonu, göz içi basıncın artması sonucu gözün arkasında bulunan optik sinirin zarar görmesi ile ortaya çıkan göz hastalığıdır. Nedeni gözün içinde sıvı birikmesidir. Gözün içindeki sıvı drenajını sağlayan sistemde tıkanma olursa göz içindeki basınç artar ve bu durum göz içindeki optik sinirlere zarar verir, bu durum göz tansiyonu olarak bilinen rahatsızlığa yol açar. Çoğu zaman belirti vermeyen ve rutin göz muayenelerinde teşhisi konulabilen glokom, zamanında tedavi edilmezse kalıcı görme kaybına yol açabilir. Glokomun en yaygın belirtileri arasında ise şiddetli göz ağrısı, baş ağrısı, görüşte bulanıklık ve mide bulantısı veya kusma yer alır.Halk arasında karasu hastalığı olarak da bilinen göz tansiyonu, göz içi basıncın artması sonucu gözün arkasında bulunan optik sinirin zarar görmesi ile ortaya çıkan göz hastalığıdır. Nedeni gözün içinde sıvı birikmesidir. Gözün içindeki sıvı drenajını sağlayan sistemde tıkanma olursa göz içindeki basınç artar ve bu durum göz içindeki optik sinirlere zarar verir, bu durum göz tansiyonu olarak bilinen rahatsızlığa yol açar. Çoğu zaman belirti vermeyen ve rutin göz muayenelerinde teşhisi konulabilen glokom, zamanında tedavi edilmezse kalıcı görme kaybına yol açabilir. Glokomun en yaygın belirtileri arasında ise şiddetli göz ağrısı, baş ağrısı, görüşte bulanıklık ve mide bulantısı veya kusma yer alır.
Göz Tansiyonu (Glokom) Nedir?Glokom yani göz tansiyonu, gözün arkasındaki gözü beyne bağlayan optik sinirin zarar gördüğü göz hastalığıdır. Gözün içinde sıvı birikmesi ile göz içindeki basıncın artması optik sinirin zarar görmesine ve göz tansiyonu hastalığının oluşmasına neden olur. Göz tansiyonu hastalığı bulunanların yarısı bu hastalıklarının farkında değildir ancak görme yeteneğinde azalmaya neden olabilen ve tedavi edilmediğinde körlüğe kadar gidebilen bir hastalıktır. Açık ve kapalı açılı olmak üzere iki türü bulunan göz tansiyonuna neden olan temel faktör göz içindeki sıvı ve basıncın artmasıdır. Bunun sonucunda gözün arkasısnda yer alan optik sinir zarar görür. Optik sinirin zarar görmesiyle birlikte kişi bazı belirtilerle karşılaşır. Bu belirtilerin başında şiddetli baş ve göz ağrısı, görüş açısında bulanıklık, ışık çevresinde renkli halkalar görülmesiyle birlikte mide bulantısı ve kusmadır. Göz Tansiyonu (Glokom) Türleri Nelerdir?İki ana glokom yani göz tansiyonu bulunur. Bunlar açık açılı glokom ve kapalı (dar) açılı glokom'dur.Açık açılı glokomAçık açılı glokom ya da açık açılı göz tansiyonu glokom türlerinin en yaygın olanıdır. Gözün sıvıyı olması gerektiği gibi boşaltamadığı, yani drenaj kanallarında direnç oluştuğunda yavaş yavaş gerçekleşir. Aylar veya yıllar içinde gözünüzdeki sıvı birikebilir ve optik sinirinize baskı uygulayabilir. Bu glokom türü genelde belirtisiz, dolayısı ile ağrısızdır ve başlangıçta görüşte herhangi bir soruna neden olmaz. Düzenli göz muayeneleri, optik sinirlerindeki hasarın erken belirtilerini bulmada kritik rol oynar.Kapalı (dar) açılı glokomKapalı açılı veya dar açılı glokom olarak da adlandırılan bu bu glokom türü akut olarak gelişir, yani aniden ortaya çıkar. İris ve kornea arasındaki açı çok dar olduğunda gelişir. Gözbebeğinin değişmesi ya da irileşimesi durumunda olabilir. Göz ağrısı ve baş ağrıları şeklinde ortaya çıkan belirtiler bu türde acil tıbbi müdahale gerektirebilir. Birinin irisi gözündeki drenaj açısına çok yakın olduğunda meydana gelir. İris, drenaj açısını engeller, bu açı tamamen tıkandığında göz tansiyonu da şiddetli bir şekilde yükselir. Buna akut atak denir ve bu durum geliştiğinde acil şekilde bir göz doktoruna görünülmesi ve müdahele edilmesi gerekliliği var demektir.Bu iki ana tür dışında, normal tansiyonlu glokom, konjenital ve ikincil glokom olarak görülen, yaygın olmayan glokom türleri de bulunmaktadır.Göz Tansiyonu (Glokom) Belirtileri Nelerdir?Yenidoğan bir bebekte bile görülebilmekle birlikte temel olarak 40 yaş ve üzeri grupta ortaya çıkan göz tansiyonu genellikle şiddelti baş ağrısı, göz ağrısı, görüş açısında bulanıklık, göz kızarıklığı ve ışık çevresinde renkli halkalar görülmesi gibi belirtilerle kendini gösterir. Diğer adı glokom olan göz tansiyonu belirtileri şunlardır: Şiddetli baş ağrısı Şiddetli göz ağrısı Mide bulantısı ya da kusma Görüşte bulanıklık Işık çevresinde renkli halkalar görülmesi Göz kızarıklığı Göz bebeklerinin irileşmesiÖzellikle açık açılı glokomu olan kişiler herhangi bir semptom ile karşılaşmayabilir. Dolayısı ile bunu erken evrede tespit edebilmem yolu rutin olarak göz muayenesi olmaktır. Asimetrik şekilde gelişen hastalık öncelikle tek bir gözün görme alanını etkiler. Diğer göz görevini yapmaya devam edeceği için hastanın glokomu erken aşamada yakalaması oldukça güçtür. Çocuk yaş grubunda da görülen glokomun çok tipik bulguları olur. Bunlar; göz yaşarması, göz acısı, kızarıklık ve gözün biraz büyümesidir. Erken dönemde görülen bulgular çok belirgin olduğu için göz tansiyonunu çocuklarda erken saptamak daha kolaydır. Muayenede göz büyümesi dikkat çekebilir. Glokomda görme alanında daralma olur. Gözde basınç hissi ve gözde sertlik hissi olabilir. Hastalar bir anda yanlarındaki nesneleri göremediklerini fark edebilirler. Bazı hastalar da görüşlerinin daha sisli olduğunu ifade edebilir. Çok nadir olarak da gözde ağrı, şiddetli baş ağrısı, ışıkların çevresinde renkli hareler, gözde halkalar görme gibi semptomlar da glokom belirtisi olabilir.Göz Tansiyonu (Glokom) Neden Olur?Tıbbi adı glokom olan göz tansiyonunun en temel nedeni göz içi basıncın ve sıvının artmasıdır. Gözler, kendisini destekleyen sıvı bir salgı üretir ve bu sıvı gözbebeklerinden gözün önüne doğru akar. Sağlıklı bir gözde sıvı, iris ve kornea arasında bulunan kanallardan çıkar. Göz tansiyonunda bu kanallarda ki direnç artar, hareket edemeyen sıvı gözde birikir ve göze baskı uygular. Bu baskının yarattığı basınçta optik sinire zarar vediğinde göz tansiyonu oluşur. Normal popülasyona göre ailesinde göz tansiyonu öyküsü bulunanlarınn 10 kat daha fazla riske sahip olduğu göz tansiyonu nedenleri ve risk fakörleri şöyle sıralanabilir: Genetik öykünün bulunması Kapalı açılı glokom riski için yakını görememe (hipermetrop) Yüksek ya da düşük kan basıncı (hipertansiyon ve hipotansiyon) Açık açılı glokom riski için uzağı görememe (miyop) Korneaların normalden daha ince olması Göz yaralanması veya ameliyatı geçirmiş olmak 40 yaş üzeri olmak Uzun süredir stereoid ilaçlar kullanıyor olmak Diyabet, migren gibi vücudu etkileyebilen hastalıklara sahip olmak Afrika, Hispanik ırklara mensup olmakGözde kornea arka yüzü ile lens ön yüzü arasındaki boşluğu dolduran hümör aköz sıvısı bulunmaktadır. Bu sıvı sürekli salgılanır. Hümör aközün çeşitli nedenlere bağlı olarak gözü terkedememesi basınç artışı ve glokoma sebep olur.Göz Tansiyonu Kaç Olmalı?Sağlıklı bir birey için ideal göz tansiyonu değeri 12-18 mmHg aralığında olmalıdır. Maksimum değerin üstünde çıkan sonuçlar kişide göz tansiyonu varlığını gösterir ancak bu değerler gün boyu değişkenlik gösterebileceği için düzenli takip edilip kesin teşhis koyulmalıdır.Glokom Nasıl Teşhis Edilir?Rutin bir göz muayenesinde göz tansiyonu ile görme keskinliğine bakılmaktadır. Glokomun teşhisi için ayrıca göz arkasındaki göz sinirlerinin yapısı da incelenir. Göz sinirlerinin ortasından çıkan damarların oluşturduğu bir alan vardır. Bu alana “çukurluk” denilebilir. Bu bölgenin diske oranına bakıldığında bir genişleme varsa glokomdan şüphe edilebilir. Göz tansiyonu ölçümünde korneanın kalınlığına bakılmalıdır. Bu kalınlık, göz tansiyonunun yüksek çıkmasına neden olabilir. Görme alanı testi de glokom teşhisinde kullanılmaktadır.Glokom Tedavisi Nasıl YapılırGlokomda, göz tansiyonun değerinin çok üst sınırlarda olmadığı durumlarda öncelikle ilaç tedavisine başvurulmaktadır. Burada topikal yani göze damlatılan ilaçlar kullanılmaktadır. Bu ilaçlarla göz tansiyonu normal sınırlara çekilmeye çalışılır. İlaç tedavisi sırasında hasta belli aralıklarla takip edilmektedir. İlaç tedavisiyle göz tansiyonu normal sınırlara çekilirse hasta ömür boyu ilaç kullanmaya devam eder.Göz tansiyonun ilaç tedavisine rağmen düşmediği durumlarda ise cerrahi yöntemlere başvurulabilmektedir. Buradaki seçenekler lazerle glokom tedavisi ya da trabekülektomi denilen göz ameliyatıdır. Glokomun ilaçlı ya da cerrahi tüm tedavilerinde amacın, gözün mevcut durumunu korumak olduğu unutulmamalıdır. Hastalığın neden olduğu görme kayıplarının geri dönüşü olmadığı aklıda tutularak rutin göz muayeneleri ihmal edilmemelidir.Glokom (Göz Tansiyonu) Hakkında Sık Sorulan Sorular Glokom ne demek?Diğer bir adı göz tansiyonu olan glokom, gözdeki basıncın yükselmesidir. Bu yüksek basınç normal seviyelere indirilmediği zaman ileri evrelerde göz kaybına yol açabilir. Göz tansiyonu nasıl ölçülür?Göze anestezik bir damla damlatılır. Tonometre cihazı korneaya temas ettirilerek göz tansiyonu ölçülür. Tonometre "göze hava üfleyen" cihazdır.Göz tansiyonu nasıl düşer?Glokom da amaç göz içi basıncın düşürülmesidir. Göz tansiyonunu düşürmek için reçeteli göz damlaları, oral ilaçlar, lazer tedavisi ve cerrahi yaklaşımlar kullanılır.Göz tansiyonu nasıl geçer?Glokomda, göz tansiyonun değerinin çok üst sınırlarda olmadığı durumlarda öncelikle ilaç tedavisi uygulanır. Eğer göz tansiyonu normal seviyeye inerse ömür boyu ilaç kullanımı devam eder. Fakat hiçbir şekilde düşme olmazsa lazerle tedavi uygulanır. Tüm tedavilerde amaç gözün görmesinin korunmasıdır.Göz tansiyonu zararları nelerdir?Göz tansiyonu başlangıçta pek bir sorun doğurmaz ama ilerledikçe göz sinirini yıpratır, harap eder. Böylece görme alanında kalıcı hasara neden olur ve kişi görme yetisini kaybedebilir.Glokom krizi nedir?Glokom krizi ürküten bir sorundur. Glokom krizinde göz içi basıncı 50 mmHg üzerine çıkar. Kornea ödemlenir, görme bozulur, göz ağrısı şiddetlenir. Hatta göz ağrısı bu durumda istifraya bile neden olur. Bu duruma glokom krizi denmektedir. Acil tıbbi müdahale gereken bir sorundur.Göz tansiyonu (glokom) testi nedir?Göz dibi muayenesi ile göz sinirlerinin incelenmesi, göz tansiyonunun ölçülmesi, gözün drenaj açısının incelenmesini içeren tetkikler bütünü glokom testi olarak bilinir.Akut glokom nedir?Göz içi basıncının ani yükselmesi durumuna akut glokom denmektedir. Bu durumda akut glokom krizi yaşanabilir.Göz tansiyonu nasıl anlaşılır?Başlangıçta göz tansiyonu belirti vermez ancak rutin muayenede göz tansiyonu olup olmadığı anlaşılır. İlerleyen durumlarda göz ağrısı, göz kızarıklığı, ani görme sorunları, renkli halkalar görmek, bazı durumlarda mide bulantısı ve istifra ile de belirti verebilir.Göz tansiyonu ameliyatı var mı?Göz tansiyonunda glokom ilaçları yeterli olmadıysa cerrahi uygulanabilir. Bu ameliyatlar trabekülektomi olarak da bilinir. Bu anlamda yapılan cerrahilere glokom ameliyatı da denilebilir.Göz tansiyonu baş ağrısı yapar mı?Glokom şikayetleri en çok göz içi basıncı 21 mmHg ve üzerine çıktığında belirginleşir. 40-50 mmHg seviyelerine ulaşmadan ağrıya neden olmaz. Göz içi basıncı 45-50 mmHg’nin üstüne çıkarsa gözde kızarıklık, sulanma ve hangi tarafta yüksekse o tarafta yarım baş ağrısı şeklinde şiddetli baş ağrısı yapabilir.Konjenital glokom nedir?Konjenital glokom, doğuştan gelen glokom anlamına gelir.Bebeklerde göz tansiyonu olur mu?Evet, bazı bebeklerde doğuştan göz tansiyonu olabilir.Trabekülum nedir?Göz tansiyonu gözün beslenmesini sağlayan göz içi sıvısının fazla yapılması veya gözden kan dolaşımına geçişinin azalmasıyla yükselmektedir. Bu sıvının kan dolaşımına geçişi trabeküler ağdan olmaktadır. Eğer trabeküler ağdan geçiş olmazsa göz tansiyonu olur. Trabekülektomi nedir?Göz içi basıncını düşürmek amacıyla glokom tedavisi adına yapılan cerrahi işleme trabekülektomi denmektedir.Kortizonlu göz damlaları glokom yapar mı?Kontrolsüz kullanılan göz ilaçları katarakt ve glokoma zemin hazırlayabilir. Bu nedenle göz doktoru önermeden göze ilaç kullanılmamalıdır.Göz tansiyonu geçer mi?Göz tansiyonu sürekli tedavi gerektiren bir hastalıktır. Göz tansiyonu rutin muayeneler ve hastanın tedaviye uyumuyla kontrol altına alınabilir.Hümor nedir?İnternette “Humor nedir?” olarak da aratılan Hümor, vücutta normal olarak bulunan herhangi bir sıvı anlamına gelmektedir. Hümör kelimesinin göz ile ilişkisi hümor aköz sıvısından gelmektedir.Göz tansiyonu baş döndürür mü?Göz tansiyonu baş dönmesine neden olmaz.Trahom nedir?Trahom genellikle glokom ile birlikte anılsa da çok uzun zaman önce eradike edilmiş olan, günümüzde sadece Sahra altı Afrika ülkelerinde görülmekte olan klamidya isimli mikrop türünün oluşturduğu bir göz hastalığıdır. Glokomla alakası olmayan bir sorundur.Glokomu olanlar araba kullanabilir mi?Görme alanı kusuru olan glokom hastaları, motorlu araç kazaları açısından yüksek risk altındadır. Glokomu olanlar genelde göz kamaşması, zayıf gece görüşü, düşük kontrast duyarlılığından şikayet edebilir. Aydınlıktan karanlığa geçerken görüş bazen çok zayıflayabilir. Orta-ileri derecede görme alanı kaybı olan hastaların özellikle gece, sisli hava koşulları gibi durumlarda araba kullanmaktan kaçınmaları gerekir.Hamileler glokom ilacı kullanabilir mi?Glokom için kullanılan göz içi damlalarının hamilelikte kullanımı merak edilmektedir. Araştırmalara göre bazı damlaların dolaşımla birlikte fetüsü etkileyebileceği bilinmektedir. Gebeliğin ilk üç ayında glokom ilaçlarının fetüs için risk oluşturabileceği ifade edilir. Glokomu bulunan ve çocuk planı yapan kadınların göz doktoruna danışması çok önemlidir.Glokom hastaları nelere dikkat etmeli?Glokom teşhisi konulan hastaların göz sağlığını korumak için bazı noktalara dikkat etmesi gerekmektedir. Glokom hastaları sağlıklı beslenmeli, egzersizine özen göstermeli. Ancak egzersizler göz doktoruna sorularak yapılmalı. Kafeinli içecekler sınırlanmalı. Bol sıvı alınmalı. Uyku kalitesine mutlaka dikkat edilmeli. Ayrıca ilaçlar asla aksatılmamalı.Glokom hastaları nasıl beslenmeli? Glokom diyeti var mı?Glokom hastalarının özellikle çinko, bakır, selenyum gibi minerallerden, C, E ve A vitaminlerinden zengin besinler tüketmesi faydalıdır.Glokom tedavisinin amacı nedir?Glokom eğer erken teşhis edilirse görme yeteneği ömür boyu korunabilir. Glokom tedavisinde amaç görme yetisini korumak, görme kaybını engellemektir. Glokom hastaları ömür boyu uzman bir göz hekiminin kontrolü altında olmalıdır.Glokom hastaları refraktif cerrahiye uygun mudur?Glokom hastaları refraktif cerrahi için uygun olup olmadıklarını merak edebilir. Henüz bu konuda araştırmalar devam ederken, birçok görüş glokomlu hastaların bazı prosedürlerden kaçınması gerektiğini ifade eder.Glokom ameliyatı sonrası görme kaybı yaşanır mı?Glokom için yapılan tüm tedavilerde amaç görme kaybını engellemektir.Glokomda görme kaybı testi yapılır mı?Başta glokom olmak üzere pek çok optik sinir hastalıklarında görme kaybı için test yapılır.
Göz Tansiyonu (Glokom) Nedir?Glokom yani göz tansiyonu, gözün arkasındaki gözü beyne bağlayan optik sinirin zarar gördüğü göz hastalığıdır. Gözün içinde sıvı birikmesi ile göz içindeki basıncın artması optik sinirin zarar görmesine ve göz tansiyonu hastalığının oluşmasına neden olur. Göz tansiyonu hastalığı bulunanların yarısı bu hastalıklarının farkında değildir ancak görme yeteneğinde azalmaya neden olabilen ve tedavi edilmediğinde körlüğe kadar gidebilen bir hastalıktır. Açık ve kapalı açılı olmak üzere iki türü bulunan göz tansiyonuna neden olan temel faktör göz içindeki sıvı ve basıncın artmasıdır. Bunun sonucunda gözün arkasısnda yer alan optik sinir zarar görür. Optik sinirin zarar görmesiyle birlikte kişi bazı belirtilerle karşılaşır. Bu belirtilerin başında şiddetli baş ve göz ağrısı, görüş açısında bulanıklık, ışık çevresinde renkli halkalar görülmesiyle birlikte mide bulantısı ve kusmadır. Göz Tansiyonu (Glokom) Türleri Nelerdir?İki ana glokom yani göz tansiyonu bulunur. Bunlar açık açılı glokom ve kapalı (dar) açılı glokom'dur.Açık açılı glokomAçık açılı glokom ya da açık açılı göz tansiyonu glokom türlerinin en yaygın olanıdır. Gözün sıvıyı olması gerektiği gibi boşaltamadığı, yani drenaj kanallarında direnç oluştuğunda yavaş yavaş gerçekleşir. Aylar veya yıllar içinde gözünüzdeki sıvı birikebilir ve optik sinirinize baskı uygulayabilir. Bu glokom türü genelde belirtisiz, dolayısı ile ağrısızdır ve başlangıçta görüşte herhangi bir soruna neden olmaz. Düzenli göz muayeneleri, optik sinirlerindeki hasarın erken belirtilerini bulmada kritik rol oynar.Kapalı (dar) açılı glokomKapalı açılı veya dar açılı glokom olarak da adlandırılan bu bu glokom türü akut olarak gelişir, yani aniden ortaya çıkar. İris ve kornea arasındaki açı çok dar olduğunda gelişir. Gözbebeğinin değişmesi ya da irileşimesi durumunda olabilir. Göz ağrısı ve baş ağrıları şeklinde ortaya çıkan belirtiler bu türde acil tıbbi müdahale gerektirebilir. Birinin irisi gözündeki drenaj açısına çok yakın olduğunda meydana gelir. İris, drenaj açısını engeller, bu açı tamamen tıkandığında göz tansiyonu da şiddetli bir şekilde yükselir. Buna akut atak denir ve bu durum geliştiğinde acil şekilde bir göz doktoruna görünülmesi ve müdahele edilmesi gerekliliği var demektir.Bu iki ana tür dışında, normal tansiyonlu glokom, konjenital ve ikincil glokom olarak görülen, yaygın olmayan glokom türleri de bulunmaktadır.Göz Tansiyonu (Glokom) Belirtileri Nelerdir?Yenidoğan bir bebekte bile görülebilmekle birlikte temel olarak 40 yaş ve üzeri grupta ortaya çıkan göz tansiyonu genellikle şiddelti baş ağrısı, göz ağrısı, görüş açısında bulanıklık, göz kızarıklığı ve ışık çevresinde renkli halkalar görülmesi gibi belirtilerle kendini gösterir. Diğer adı glokom olan göz tansiyonu belirtileri şunlardır:Özellikle açık açılı glokomu olan kişiler herhangi bir semptom ile karşılaşmayabilir. Dolayısı ile bunu erken evrede tespit edebilmem yolu rutin olarak göz muayenesi olmaktır. Asimetrik şekilde gelişen hastalık öncelikle tek bir gözün görme alanını etkiler. Diğer göz görevini yapmaya devam edeceği için hastanın glokomu erken aşamada yakalaması oldukça güçtür. Çocuk yaş grubunda da görülen glokomun çok tipik bulguları olur. Bunlar; göz yaşarması, göz acısı, kızarıklık ve gözün biraz büyümesidir. Erken dönemde görülen bulgular çok belirgin olduğu için göz tansiyonunu çocuklarda erken saptamak daha kolaydır. Muayenede göz büyümesi dikkat çekebilir. Glokomda görme alanında daralma olur. Gözde basınç hissi ve gözde sertlik hissi olabilir. Hastalar bir anda yanlarındaki nesneleri göremediklerini fark edebilirler. Bazı hastalar da görüşlerinin daha sisli olduğunu ifade edebilir. Çok nadir olarak da gözde ağrı, şiddetli baş ağrısı, ışıkların çevresinde renkli hareler, gözde halkalar görme gibi semptomlar da glokom belirtisi olabilir.Göz Tansiyonu (Glokom) Neden Olur?Tıbbi adı glokom olan göz tansiyonunun en temel nedeni göz içi basıncın ve sıvının artmasıdır. Gözler, kendisini destekleyen sıvı bir salgı üretir ve bu sıvı gözbebeklerinden gözün önüne doğru akar. Sağlıklı bir gözde sıvı, iris ve kornea arasında bulunan kanallardan çıkar. Göz tansiyonunda bu kanallarda ki direnç artar, hareket edemeyen sıvı gözde birikir ve göze baskı uygular. Bu baskının yarattığı basınçta optik sinire zarar vediğinde göz tansiyonu oluşur. Normal popülasyona göre ailesinde göz tansiyonu öyküsü bulunanlarınn 10 kat daha fazla riske sahip olduğu göz tansiyonu nedenleri ve risk fakörleri şöyle sıralanabilir:Gözde kornea arka yüzü ile lens ön yüzü arasındaki boşluğu dolduran hümör aköz sıvısı bulunmaktadır. Bu sıvı sürekli salgılanır. Hümör aközün çeşitli nedenlere bağlı olarak gözü terkedememesi basınç artışı ve glokoma sebep olur.Göz Tansiyonu Kaç Olmalı?Sağlıklı bir birey için ideal göz tansiyonu değeri 12-18 mmHg aralığında olmalıdır. Maksimum değerin üstünde çıkan sonuçlar kişide göz tansiyonu varlığını gösterir ancak bu değerler gün boyu değişkenlik gösterebileceği için düzenli takip edilip kesin teşhis koyulmalıdır.Glokom Nasıl Teşhis Edilir?Rutin bir göz muayenesinde göz tansiyonu ile görme keskinliğine bakılmaktadır. Glokomun teşhisi için ayrıca göz arkasındaki göz sinirlerinin yapısı da incelenir. Göz sinirlerinin ortasından çıkan damarların oluşturduğu bir alan vardır. Bu alana “çukurluk” denilebilir. Bu bölgenin diske oranına bakıldığında bir genişleme varsa glokomdan şüphe edilebilir. Göz tansiyonu ölçümünde korneanın kalınlığına bakılmalıdır. Bu kalınlık, göz tansiyonunun yüksek çıkmasına neden olabilir. Görme alanı testi de glokom teşhisinde kullanılmaktadır.Glokom Tedavisi Nasıl YapılırGlokomda, göz tansiyonun değerinin çok üst sınırlarda olmadığı durumlarda öncelikle ilaç tedavisine başvurulmaktadır. Burada topikal yani göze damlatılan ilaçlar kullanılmaktadır. Bu ilaçlarla göz tansiyonu normal sınırlara çekilmeye çalışılır. İlaç tedavisi sırasında hasta belli aralıklarla takip edilmektedir. İlaç tedavisiyle göz tansiyonu normal sınırlara çekilirse hasta ömür boyu ilaç kullanmaya devam eder.Göz tansiyonun ilaç tedavisine rağmen düşmediği durumlarda ise cerrahi yöntemlere başvurulabilmektedir. Buradaki seçenekler lazerle glokom tedavisi ya da trabekülektomi denilen göz ameliyatıdır. Glokomun ilaçlı ya da cerrahi tüm tedavilerinde amacın, gözün mevcut durumunu korumak olduğu unutulmamalıdır. Hastalığın neden olduğu görme kayıplarının geri dönüşü olmadığı aklıda tutularak rutin göz muayeneleri ihmal edilmemelidir.Glokom (Göz Tansiyonu) Hakkında Sık Sorulan Sorular Glokom ne demek?Diğer bir adı göz tansiyonu olan glokom, gözdeki basıncın yükselmesidir. Bu yüksek basınç normal seviyelere indirilmediği zaman ileri evrelerde göz kaybına yol açabilir. Göz tansiyonu nasıl ölçülür?Göze anestezik bir damla damlatılır. Tonometre cihazı korneaya temas ettirilerek göz tansiyonu ölçülür. Tonometre "göze hava üfleyen" cihazdır.Göz tansiyonu nasıl düşer?Glokom da amaç göz içi basıncın düşürülmesidir. Göz tansiyonunu düşürmek için reçeteli göz damlaları, oral ilaçlar, lazer tedavisi ve cerrahi yaklaşımlar kullanılır.Göz tansiyonu nasıl geçer?Glokomda, göz tansiyonun değerinin çok üst sınırlarda olmadığı durumlarda öncelikle ilaç tedavisi uygulanır. Eğer göz tansiyonu normal seviyeye inerse ömür boyu ilaç kullanımı devam eder. Fakat hiçbir şekilde düşme olmazsa lazerle tedavi uygulanır. Tüm tedavilerde amaç gözün görmesinin korunmasıdır.Göz tansiyonu zararları nelerdir?Göz tansiyonu başlangıçta pek bir sorun doğurmaz ama ilerledikçe göz sinirini yıpratır, harap eder. Böylece görme alanında kalıcı hasara neden olur ve kişi görme yetisini kaybedebilir.Glokom krizi nedir?Glokom krizi ürküten bir sorundur. Glokom krizinde göz içi basıncı 50 mmHg üzerine çıkar. Kornea ödemlenir, görme bozulur, göz ağrısı şiddetlenir. Hatta göz ağrısı bu durumda istifraya bile neden olur. Bu duruma glokom krizi denmektedir. Acil tıbbi müdahale gereken bir sorundur.Göz tansiyonu (glokom) testi nedir?Göz dibi muayenesi ile göz sinirlerinin incelenmesi, göz tansiyonunun ölçülmesi, gözün drenaj açısının incelenmesini içeren tetkikler bütünü glokom testi olarak bilinir.Akut glokom nedir?Göz içi basıncının ani yükselmesi durumuna akut glokom denmektedir. Bu durumda akut glokom krizi yaşanabilir.Göz tansiyonu nasıl anlaşılır?Başlangıçta göz tansiyonu belirti vermez ancak rutin muayenede göz tansiyonu olup olmadığı anlaşılır. İlerleyen durumlarda göz ağrısı, göz kızarıklığı, ani görme sorunları, renkli halkalar görmek, bazı durumlarda mide bulantısı ve istifra ile de belirti verebilir.Göz tansiyonu ameliyatı var mı?Göz tansiyonunda glokom ilaçları yeterli olmadıysa cerrahi uygulanabilir. Bu ameliyatlar trabekülektomi olarak da bilinir. Bu anlamda yapılan cerrahilere glokom ameliyatı da denilebilir.Göz tansiyonu baş ağrısı yapar mı?Glokom şikayetleri en çok göz içi basıncı 21 mmHg ve üzerine çıktığında belirginleşir. 40-50 mmHg seviyelerine ulaşmadan ağrıya neden olmaz. Göz içi basıncı 45-50 mmHg’nin üstüne çıkarsa gözde kızarıklık, sulanma ve hangi tarafta yüksekse o tarafta yarım baş ağrısı şeklinde şiddetli baş ağrısı yapabilir.Konjenital glokom nedir?Konjenital glokom, doğuştan gelen glokom anlamına gelir.Bebeklerde göz tansiyonu olur mu?Evet, bazı bebeklerde doğuştan göz tansiyonu olabilir.Trabekülum nedir?Göz tansiyonu gözün beslenmesini sağlayan göz içi sıvısının fazla yapılması veya gözden kan dolaşımına geçişinin azalmasıyla yükselmektedir. Bu sıvının kan dolaşımına geçişi trabeküler ağdan olmaktadır. Eğer trabeküler ağdan geçiş olmazsa göz tansiyonu olur. Trabekülektomi nedir?Göz içi basıncını düşürmek amacıyla glokom tedavisi adına yapılan cerrahi işleme trabekülektomi denmektedir.Kortizonlu göz damlaları glokom yapar mı?Kontrolsüz kullanılan göz ilaçları katarakt ve glokoma zemin hazırlayabilir. Bu nedenle göz doktoru önermeden göze ilaç kullanılmamalıdır.Göz tansiyonu geçer mi?Göz tansiyonu sürekli tedavi gerektiren bir hastalıktır. Göz tansiyonu rutin muayeneler ve hastanın tedaviye uyumuyla kontrol altına alınabilir.Hümor nedir?İnternette “Humor nedir?” olarak da aratılan Hümor, vücutta normal olarak bulunan herhangi bir sıvı anlamına gelmektedir. Hümör kelimesinin göz ile ilişkisi hümor aköz sıvısından gelmektedir.Göz tansiyonu baş döndürür mü?Göz tansiyonu baş dönmesine neden olmaz.Trahom nedir?Trahom genellikle glokom ile birlikte anılsa da çok uzun zaman önce eradike edilmiş olan, günümüzde sadece Sahra altı Afrika ülkelerinde görülmekte olan klamidya isimli mikrop türünün oluşturduğu bir göz hastalığıdır. Glokomla alakası olmayan bir sorundur.Glokomu olanlar araba kullanabilir mi?Görme alanı kusuru olan glokom hastaları, motorlu araç kazaları açısından yüksek risk altındadır. Glokomu olanlar genelde göz kamaşması, zayıf gece görüşü, düşük kontrast duyarlılığından şikayet edebilir. Aydınlıktan karanlığa geçerken görüş bazen çok zayıflayabilir. Orta-ileri derecede görme alanı kaybı olan hastaların özellikle gece, sisli hava koşulları gibi durumlarda araba kullanmaktan kaçınmaları gerekir.Hamileler glokom ilacı kullanabilir mi?Glokom için kullanılan göz içi damlalarının hamilelikte kullanımı merak edilmektedir. Araştırmalara göre bazı damlaların dolaşımla birlikte fetüsü etkileyebileceği bilinmektedir. Gebeliğin ilk üç ayında glokom ilaçlarının fetüs için risk oluşturabileceği ifade edilir. Glokomu bulunan ve çocuk planı yapan kadınların göz doktoruna danışması çok önemlidir.Glokom hastaları nelere dikkat etmeli?Glokom teşhisi konulan hastaların göz sağlığını korumak için bazı noktalara dikkat etmesi gerekmektedir. Glokom hastaları sağlıklı beslenmeli, egzersizine özen göstermeli. Ancak egzersizler göz doktoruna sorularak yapılmalı. Kafeinli içecekler sınırlanmalı. Bol sıvı alınmalı. Uyku kalitesine mutlaka dikkat edilmeli. Ayrıca ilaçlar asla aksatılmamalı.Glokom hastaları nasıl beslenmeli? Glokom diyeti var mı?Glokom hastalarının özellikle çinko, bakır, selenyum gibi minerallerden, C, E ve A vitaminlerinden zengin besinler tüketmesi faydalıdır.Glokom tedavisinin amacı nedir?Glokom eğer erken teşhis edilirse görme yeteneği ömür boyu korunabilir. Glokom tedavisinde amaç görme yetisini korumak, görme kaybını engellemektir. Glokom hastaları ömür boyu uzman bir göz hekiminin kontrolü altında olmalıdır.Glokom hastaları refraktif cerrahiye uygun mudur?Glokom hastaları refraktif cerrahi için uygun olup olmadıklarını merak edebilir. Henüz bu konuda araştırmalar devam ederken, birçok görüş glokomlu hastaların bazı prosedürlerden kaçınması gerektiğini ifade eder.Glokom ameliyatı sonrası görme kaybı yaşanır mı?Glokom için yapılan tüm tedavilerde amaç görme kaybını engellemektir.Glokomda görme kaybı testi yapılır mı?Başta glokom olmak üzere pek çok optik sinir hastalıklarında görme kaybı için test yapılır. | 11,040 |
349 | Hastalıklar | Göğüs Duvarı Tümörü | Erkeklerde kadınlara oranlar 2 kat daha fazla görülen göğüs duvarı tümörleri genellikle kötü huylu tümörlerdir. Göğüs duvarı tümörleri hiçbir belirti vermeden gelişebildiği gibi ağrı, enfeksiyon veya cilt altı şişlikleri gibi semptomlar da görülebilir. Genellikle başka organlarda gelişen kanserin sıçramasıyla ortaya çıkan göğüs duvarı tümörlerinin en etkili tedavisi cerrahi yöntemdir. Memorial Ataşehir Hastanesi Göğüs Cerrahi Bölümü’nden Op. Dr. Çağatay Çetinkaya, göğüs duvarı tümörleri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.Erkeklerde kadınlara oranlar 2 kat daha fazla görülen göğüs duvarı tümörleri genellikle kötü huylu tümörlerdir. Göğüs duvarı tümörleri hiçbir belirti vermeden gelişebildiği gibi ağrı, enfeksiyon veya cilt altı şişlikleri gibi semptomlar da görülebilir. Genellikle başka organlarda gelişen kanserin sıçramasıyla ortaya çıkan göğüs duvarı tümörlerinin en etkili tedavisi cerrahi yöntemdir. Memorial Ataşehir Hastanesi Göğüs Cerrahi Bölümü’nden Op. Dr. Çağatay Çetinkaya, göğüs duvarı tümörleri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.
Göğüs duvarı tümörü nedir?Göğüs duvarı; arkada omurlar, yan taraflarda kaburgalar ve kaburgaların arasını kapatan kas tabakası, önde halk arasında iman tahtası kemiği olarak bilinen sternum kemiği, aşağıda diyafram kası ve yukarıda klavikula (köprücük kemiği) ile komşuluğu olan yapıdır. Göğüs duvarı, göğüs kafesinin şekil ve dayanıklılığını sağlayan yapıdır. Göğüs kafesinde kas ve kemik yapısı, karın kaslarının da desteğiyle solunuma katkı sağlamaktadır. Göğüs duvarı; kas, iskelet sistemi ve bağ dokuyu ilgilendiren çok çeşitli tümörler içerir ve bu tümörlerin çoğu malign (kötü huylu) karakterdedir.Göğüs duvarı tümörü sınıflaması şu şekilde yapılır Göğüs duvarı tümörleri primer ve sekonder tümörler olarak ikiye ayrılır. Sıklıkla sekonder olarak uzak organ metastazları (başka organlardan sıçrama) ve akciğer, plevra, mediasten, meme gibi komşu organ tümörlerinin bölgesel yayılımları ile oluşur. Primer dediğimiz göğüs duvarının kendisinden kaynaklanan kötü huylu (malign) tümörlerde en sık sarkomlar görülmektedir. Bu tümörler kemik, kıkırdak ve yumuşak dokuya yerleşebilir. Kemik ve kıkırdaklarda yerleşen göğüs duvarı tümörlerinin %50 si kostalarda (kaburga), %30 u skapulada (kürek kemiği), %20’si sternum (göğüs kafesi kemiği) ve klavikulada (köprücük kemiği) yerleşir.Göğüs duvarı tümörlerinin belirti ve semptomları nelerdir?Göğüs duvarı tümörleri asemptomatik yani belirtisiz olabildikleri gibi, farklı şekillerde belirti vererek kendini gösterebilir. Ağrı Cilt altı şişlikleri Enfeksiyon gibi belirtiler göğüs duvarı tümörlerinde görülebilmektedir.Yumuşak doku kökenli göğüs duvarı tümörleri genelde ağrısız olarak büyürken, kemik kaynaklı göğüs duvarı tümörlerinde ağrı ön planda olabilmektedir. Bu sebeple ağrılı şişlikler göğüs duvarı tümörünün ilk belirtisi olabilir. Vücutta normalin dışında bir şişlik, daha önceden olmayan ağrı belirtileri olması durumunda çok vakit kaybetmeden göğüs cerrahisi bölümüne başvurmakta fayda vardır.Göğüs duvarı tümörlerinin teşhisi nasıl yapılır? Göğüs duvarı tümörü olduğundan şüphelenilen hasta grubunun teşhisinde hastadan detaylı öykü alınması ve fizik muayene ilk önemli yöntemdir. Görüntüleme olarak öncelikle akciğer grafisi değerlendirilmesi önemlidir. İhtiyaç halinde Bilgisayarlı Tomografi (BT) ve Manyetik Rezonans (MR) gibi ileri görüntüleme yöntemlerine başvurulabilir. Bilgisayarlı Tomografi (BT) kaburga yapılarını ve kemik içi hasarı daha iyi gösterirken, Manyetik Rezonans (MR) yumuşak doku tümörlerini, mediasten organlarla ve büyük damarlarla ilişkisini daha iyi ortaya koyar. Bilgisayarlı Tomografi veya Manyetik Rezonans ile tümör olduğu şüphelendikten sonra tüm vücudu tarama amaçlı PET-CT de kullanılan ileri görüntüleme yöntemlerinden birisidir.Hangi görüntüleme yönteminin tercih edileceğine hastanın klinik durumuna göre karar verilir.Göğüs duvarı tümörü tedavisi nasıldır? Göğüs duvarı tümörlerinin çoğunda ameliyat ile tümörün negatif cerrahi sınırlarda (çıkartılan doku sınırlarında tümör olmaması durumu) geniş olarak çıkartılması en etkin tedavi şeklidir. Çıkartılan tümörün hücre tipine, tümörün tip olarak kötü huylu tümöre benzeme durumuna göre ameliyat ile çıkartılacak alanlar belirlenir. Hızlı farklılaşan (yüksek grade) tümörlerde kemoterapi ve radyoterapi uygulanır. Bazı durumlarda çıkartılan göğüs duvarında tümör kaldığından şüphe duyuluyorsa kemoterapi de bu bölgenin kontrolünü sağlamak için kullanılır. Geniş olarak çıkartılan göğüs duvarı tümörü ameliyatlarından sonra oluşan boşluğu kapatmak ve hastanın rahat nefes alabilmesi için bazı özel yöntemler uygulanır. Bunun için özel materyaller veya vücudun kas, omentum veya deri gibi diğer bölgelerinden yama (greft) kullanılabilir. Kullanılan özel materyaller genellikle vücudun esnekliğine uygun olarak ameliyatta şekil verilebilen malzemelerden oluşur. Hangi materyalin kullanılacağına hastanın, hastalığın durumuna göre ameliyat öncesinde karar verilir. Bazı ameliyatlardan sonra vücudun kas, deri vs. gibi organları kullanılabilir. Bu planlama da göğüs cerrahisinin yanı sıra plastik cerrahi, ortopedi gibi diğer branşlar ile birlikte yapılır.Göğüs duvarı tümörü hakkında sık sorulan sorularGöğüs duvarı tümörü ameliyat süresi ne kadardır?Göğüs duvarı ameliyatlarının süresi; tümörün tipine, çıkartılan parçanın büyüklüğüne ve oluşan boşluğun kapatılmasında oluşabilecek ek işlem durumlarına göre değişkenlik göstermektedir. Basit bir yumuşak doku eksizyonu ameliyatı 30 dakikada tamamlanabilirken, geniş göğüs duvarı tümörü çıkartılmasının gerektiren ameliyatlar 5-6 saat sürebilmektedir.Göğüs duvarı tümörü ameliyatından sonraki süreç nasıldır?Göğüs duvarı tümörü ameliyatlarından sonra sıklıkla akciğer boşluğuna, kas altı ve cilt altı ameliyat bölgelerine vücudun ürettiği ameliyat sonrası sıvıları boşaltacak drenaj tüpleri yerleştirilir ve bunların takipleri yapılır.Hastalar direkt olarak yataklı servise alınabildiği gibi hastanın yaşına, genel durumuna, uzun dönem rahatsızlıklarına, aldığı anestezi süresine bağlı olarak ameliyattan sonra belli bir süre yoğun bakımda da takip edilebilir.Yoğun bakım süreci sonrasında serviste akciğer filmleri ve laboratuar tetkikleri ile takip edilen hastalar ortalama 5-6 gün kadar yatarak tedavi edilir.Göğüs duvarı tümörü ameliyatından sonra nelere dikkat edilmelidir?Göğüs duvarı tümörü ameliyatından sonra, yapılan ameliyatın büyüklüğüne göre hastanın 1-2 hafta kadar istirahat etmesi gerekmektedir. Hastanın genel iyilik hali değerlendirilerek, 1-2 hafta sonrasında sosyal yaşantısına ve çalışma hayatına geri dönebilmesi beklenir.Göğüs duvarı kanseri sık görülen bir kanser türü müdür?Göğüs duvarı kanserleri bütün primer kanserler arasında %1-2, torasik (göğüs boşluğunu ilgilendiren) kanserler arasında %5’ lik bir grubu oluşturmaktadır. Göğüs duvarı kanseri genetik bir hastalık mıdır?Göğüs duvarı kanserinde genetik yatkınlık söz konusudur. Özellikle sarkom tipinde genetik faktörler çalışmalarda net şekilde ortaya koyulmuştur.Kimler daha çok göğüs duvarı kanseri riski taşıyor?Göğüs duvarı tümörlerinin çoğunu başka organlardan sıçramalar (metastaz) ve komşu organların bölgesel yayılımı oluşturduğu için, kanser öyküsü olan kişiler bu konuda daha dikkatli olmalıdır. Bununla birlikte göğüs duvarı kanserleri erkeklerde kadınlardan 2 kat daha fazla görülür.
Göğüs duvarı tümörü nedir?Göğüs duvarı; arkada omurlar, yan taraflarda kaburgalar ve kaburgaların arasını kapatan kas tabakası, önde halk arasında iman tahtası kemiği olarak bilinen sternum kemiği, aşağıda diyafram kası ve yukarıda klavikula (köprücük kemiği) ile komşuluğu olan yapıdır. Göğüs duvarı, göğüs kafesinin şekil ve dayanıklılığını sağlayan yapıdır. Göğüs kafesinde kas ve kemik yapısı, karın kaslarının da desteğiyle solunuma katkı sağlamaktadır. Göğüs duvarı; kas, iskelet sistemi ve bağ dokuyu ilgilendiren çok çeşitli tümörler içerir ve bu tümörlerin çoğu malign (kötü huylu) karakterdedir.Göğüs duvarı tümörü sınıflaması şu şekilde yapılırGöğüs duvarı tümörlerinin belirti ve semptomları nelerdir?Göğüs duvarı tümörleri asemptomatik yani belirtisiz olabildikleri gibi, farklı şekillerde belirti vererek kendini gösterebilir.Yumuşak doku kökenli göğüs duvarı tümörleri genelde ağrısız olarak büyürken, kemik kaynaklı göğüs duvarı tümörlerinde ağrı ön planda olabilmektedir. Bu sebeple ağrılı şişlikler göğüs duvarı tümörünün ilk belirtisi olabilir. Vücutta normalin dışında bir şişlik, daha önceden olmayan ağrı belirtileri olması durumunda çok vakit kaybetmeden göğüs cerrahisi bölümüne başvurmakta fayda vardır.Göğüs duvarı tümörlerinin teşhisi nasıl yapılır?Hangi görüntüleme yönteminin tercih edileceğine hastanın klinik durumuna göre karar verilir.Göğüs duvarı tümörü tedavisi nasıldır?Göğüs duvarı tümörü hakkında sık sorulan sorularGöğüs duvarı tümörü ameliyat süresi ne kadardır?Göğüs duvarı ameliyatlarının süresi; tümörün tipine, çıkartılan parçanın büyüklüğüne ve oluşan boşluğun kapatılmasında oluşabilecek ek işlem durumlarına göre değişkenlik göstermektedir. Basit bir yumuşak doku eksizyonu ameliyatı 30 dakikada tamamlanabilirken, geniş göğüs duvarı tümörü çıkartılmasının gerektiren ameliyatlar 5-6 saat sürebilmektedir.Göğüs duvarı tümörü ameliyatından sonraki süreç nasıldır?Göğüs duvarı tümörü ameliyatlarından sonra sıklıkla akciğer boşluğuna, kas altı ve cilt altı ameliyat bölgelerine vücudun ürettiği ameliyat sonrası sıvıları boşaltacak drenaj tüpleri yerleştirilir ve bunların takipleri yapılır.Hastalar direkt olarak yataklı servise alınabildiği gibi hastanın yaşına, genel durumuna, uzun dönem rahatsızlıklarına, aldığı anestezi süresine bağlı olarak ameliyattan sonra belli bir süre yoğun bakımda da takip edilebilir.Yoğun bakım süreci sonrasında serviste akciğer filmleri ve laboratuar tetkikleri ile takip edilen hastalar ortalama 5-6 gün kadar yatarak tedavi edilir.Göğüs duvarı tümörü ameliyatından sonra nelere dikkat edilmelidir?Göğüs duvarı tümörü ameliyatından sonra, yapılan ameliyatın büyüklüğüne göre hastanın 1-2 hafta kadar istirahat etmesi gerekmektedir. Hastanın genel iyilik hali değerlendirilerek, 1-2 hafta sonrasında sosyal yaşantısına ve çalışma hayatına geri dönebilmesi beklenir.Göğüs duvarı kanseri sık görülen bir kanser türü müdür?Göğüs duvarı kanserleri bütün primer kanserler arasında %1-2, torasik (göğüs boşluğunu ilgilendiren) kanserler arasında %5’ lik bir grubu oluşturmaktadır. Göğüs duvarı kanseri genetik bir hastalık mıdır?Göğüs duvarı kanserinde genetik yatkınlık söz konusudur. Özellikle sarkom tipinde genetik faktörler çalışmalarda net şekilde ortaya koyulmuştur.Kimler daha çok göğüs duvarı kanseri riski taşıyor?Göğüs duvarı tümörlerinin çoğunu başka organlardan sıçramalar (metastaz) ve komşu organların bölgesel yayılımı oluşturduğu için, kanser öyküsü olan kişiler bu konuda daha dikkatli olmalıdır. Bununla birlikte göğüs duvarı kanserleri erkeklerde kadınlardan 2 kat daha fazla görülür. | 4,389 |
350 | Hastalıklar | Göz Migreni | Göze vuran migren, auralı migren, oküler migren ya da oftalmolojik migren olarak bilinen ve şiddetli göz ağrısı ile ortaya çıkan göz migreni hastada çok sayıda şikayete yol açabiliyor. Migren ve göz ağrısı her ne kadar birbirinden bağımsız olsa da, bazen migren ataklarında gözle ilgili sorunlar ortaya çıkabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Göz Merkezi’nden Prof. Dr. Abdullah Özkaya, “Göz migreni nedir belirtileri, göz migreni sebepleri, migrenin gözlere etkisi” hakkında bilgi verdi.Göze vuran migren, auralı migren, oküler migren ya da oftalmolojik migren olarak bilinen ve şiddetli göz ağrısı ile ortaya çıkan göz migreni hastada çok sayıda şikayete yol açabiliyor. Migren ve göz ağrısı her ne kadar birbirinden bağımsız olsa da, bazen migren ataklarında gözle ilgili sorunlar ortaya çıkabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Göz Merkezi’nden Prof. Dr. Abdullah Özkaya, “Göz migreni nedir belirtileri, göz migreni sebepleri, migrenin gözlere etkisi” hakkında bilgi verdi.
Göz Migreni nedir?Göz migreni gözün şiddetli bir biçimde ağrımasına denmektedir. Esasında migren çeşitleri arasında göz migreni gibi bir alt tür yoktur ama genelde hastalar göz ağrısını göz migreni olarak tanımlamaktadır. Tek taraflı migren, gözü ve şakak kısmını da etkilemektedir. Göz migreninde gözde kızarma, sulanma, şişme de olur. Tek göz etkilenir, görme de buna bağlı etkilenir. Ama genellikle bir saat içinde görme de eski haline döner. En yaygın olarak "oküler migren", “retina migreni” terimi de kullanılır. Aslında bu durum auralı migreni tanımlamak için de kullanılmaktadır. Migren ağrısının göze vurması göz migrenidir.Göz migreni nedenleri nelerdir? Göz migreni neden olur?Göz migreninin nedeni normal migrendir. Migren ataklarıyla meydana gelmektedir. Auralı migren, auralı göz migreni olarak da bilinir. Auralı hastalarda ağrı öncesi ya da sonrasında görme bozuklukları, konuşma sorunları, duyusal güçsüzlük hissedebilirler. Göz migreni yani oftalmik migren de normal migren gibi kadınlarda daha sık görülür. Migrenin göze vurması olarak da tabir edilebilir. Ayrıca stres, sigara kullanmak, yüksek tansiyon, bazı ilaçlar, yüksek irtifa, dehidrasyon, düşük kan şekeri, aşırı sıcakların da göz migrenini tetiklediği bilinmektedir. Bu durumda göz migreninin sebepleri azaltılırsa hayat kalitesi yükseltilebilir. 40 yaş altı kişilerde, kendisinde ya da aile öyküsünde migreni olanlar, lupus, oral hücre hastalığı, epilepsi gibi hastalığı olan kişilerde de görülebilmektedir.Göz migreni belirtileri nelerdir?Pek çok internet aramasında “oftalmoplejik migren belirtileri” şeklinde de aranan göz migreninin teşhisi zordur. Göz migreni belirtileri nedenleri genellikle merak edilir. Göze vuran migren olarak da bilinir. Migrenin göze etkisi şeklinde de tabir edilebilir. Auralı migrenden kaynaklı auralı göz migreni belirtileri; görme bozuklukları ve görme kaybı, gözde ışıklanmaların görülmesi, mide bulantısı ve kusma, ışığa ve sese duyarlılık, tek taraflı görme kaybı ve gözde şiddetli ağrı ile kendisini belli eder. Migren göz kapağı düşüklüğü de yapabilir. Ayrıca hastada görme bulanıklığı, ışık çakması gibi belirtiler de olabilir.Göz migreni teşhisi nasıl konulur?Oftalmolojik göz migreni yaşandığı anda eğer bir göz doktoruna başvurulursa oftalmoskop isimli bir aletle göze giden kan akışının azaldığı görülebilir. Bu durumda bir göz hekimi de retinal migren teşhisini koyabilir. Bununla birlikte ataklar kısa sürdüğünden belirtilere, şikayetlere göre teşhis konulabilir.Göz migreni nasıl tedavi edilir?Auralı göz migreni tedavisi genellikle baş ağrısı için ağrı kesici almayı ya da migreni tetikleyecek etkenlerden uzak kalmayı, azaltmayı içermektedir. Migren göz ağrısı da yaptığı için ağrı kesici kullanmak ideal olabilir. Göz migreni ilaçları migren tedavisinde de kullanılan ilaçlardan oluşur. Ağrı kesicinin yanında belki kan damarlarını gevşeten bir beta bloker, kan damarlarının daralmasını önlemeye yardım eden bir kalsiyum kanal blokeri, migrenin önlenmesine yardım eden ilaçlar, anti epileptikler reçete edebilir. Ancak göz migreni tedavisinde halen araştırmalar devam etmektedir.Göz migreni hakkında sık sorulan sorular Göz migreni olan hasta nasıl görür?Migren, göz kararması yapabilir. Bununla birlikte gözde zikzak görme, görme bulanıklığı, görme bozuklukları oluşması, gözde şimşek çakması, ışık çizgisi görülmesi mümkündür. Göz migreni sırasında görme kaybı da yaşanabilir. Bu etkiler genellikle kısa sürelidir.Göz migreni için hangi doktora gidilir?Göz migreni için göz doktorlarına ve nöroloji uzmanlarına gitmek gerekmektedir.Göz migrenine kadar sürer?Göz migreni atakları en fazla yarım saat kadar sürmektedir.Göz migreni tehlikeli mi?Göz migreni tehlikeli bir durum değildir. “ Göz migreni ile ilgili acaba ne yapabilirim?” diyene kadar geçecek bir sorundur. Önemli olan migren açısından önlem almak ve migren atakları başlamadan önce neler yapılması gerektiğinin bilincinde olmak gerekmektedir.Migren göz bulanıklığı yapar mı?Migren, bulanık görme gibi sorunlara neden olabilir. Ayrıca migren görme kaybı da yapabilmektedir. Yani migren atakları, göz bulanıklığına sebep olabilmektedir. Ama tüm bunlar geçicidir. Gözde migren belirtileri yakalanabilir. Daha doğrusu görme sorunları migren kaynaklı da olabilir.Migren görme bozukluğu yapar mı?Evet, migrenin göze etkisi vardır yani migren görme sorunlarına, sebep olabilir. Ancak bunlar geçicidir.Göz migrenini ne tetikler?Göz migreni değil de migreni tetikleyen faktörler hastalara göre değişmektedir. Bazı hastalarda açlık ve susuzluk, kiminde aşırı kafein tüketimi, aşırı uykusuzluk, yorgunluk tetikleyici olabilir.Migrenin gözdeki belirtileri nelerdir?Migren ve görme bozukluğu sıklıkla görülebilmektedir. Migrenin gözlere etkisi vardır. Geçici görme kaybı, görme bozuklukları, tek taraflı görme kaybı, gözde şiddetli ağrı, ışık görülmesi, gözde zikzak görme migren belirtileri olabilir.Hamilelikte göz migreni görülür mü?Migreni olan hamilelerde de göz migreni görülebilmektedir. Ataklar için hamilelikte kullanılabilecek yöntemler kadın hastalıkları ve doğum uzmanları ile konuşulmalıdır.Göz migrenine iyi gelen bitkiler var mıdır?Bitkisel yöntemler hekime danışılmadan kullanılmamalıdır. “Kaplan gözü taşı migren için kullanılır mı?” türünden araştırmalar da sıklıkla yapılmaktadır. Bunların öncesinde migreni tetikleyecek etkenlerden uzak durmak gerekir.Auralı göz migreni nedir?Auralı migrende ataklar bazen gözde etkiler yapabilmektedir. Buna da auralı göz migreni denilmektedir. Auralı migren görme kaybı yapabilir, görmede sorunlara da neden olabilir. Etkisi geçicidir. Göz ağrısı migren belirtisi de olabilmektedir.Migrende göz ağrısı olur mu?Evet, migrende göz ağrısı olabilir. Göz ağrısıyla birlikte görme sorunları da olabilir.
Göz Migreni nedir?Göz migreni gözün şiddetli bir biçimde ağrımasına denmektedir. Esasında migren çeşitleri arasında göz migreni gibi bir alt tür yoktur ama genelde hastalar göz ağrısını göz migreni olarak tanımlamaktadır. Tek taraflı migren, gözü ve şakak kısmını da etkilemektedir. Göz migreninde gözde kızarma, sulanma, şişme de olur. Tek göz etkilenir, görme de buna bağlı etkilenir. Ama genellikle bir saat içinde görme de eski haline döner. En yaygın olarak "oküler migren", “retina migreni” terimi de kullanılır. Aslında bu durum auralı migreni tanımlamak için de kullanılmaktadır. Migren ağrısının göze vurması göz migrenidir.Göz migreni nedenleri nelerdir? Göz migreni neden olur?Göz migreninin nedeni normal migrendir. Migren ataklarıyla meydana gelmektedir. Auralı migren, auralı göz migreni olarak da bilinir. Auralı hastalarda ağrı öncesi ya da sonrasında görme bozuklukları, konuşma sorunları, duyusal güçsüzlük hissedebilirler. Göz migreni yani oftalmik migren de normal migren gibi kadınlarda daha sık görülür. Migrenin göze vurması olarak da tabir edilebilir. Ayrıca stres, sigara kullanmak, yüksek tansiyon, bazı ilaçlar, yüksek irtifa, dehidrasyon, düşük kan şekeri, aşırı sıcakların da göz migrenini tetiklediği bilinmektedir. Bu durumda göz migreninin sebepleri azaltılırsa hayat kalitesi yükseltilebilir. 40 yaş altı kişilerde, kendisinde ya da aile öyküsünde migreni olanlar, lupus, oral hücre hastalığı, epilepsi gibi hastalığı olan kişilerde de görülebilmektedir.Göz migreni belirtileri nelerdir?Pek çok internet aramasında “oftalmoplejik migren belirtileri” şeklinde de aranan göz migreninin teşhisi zordur. Göz migreni belirtileri nedenleri genellikle merak edilir. Göze vuran migren olarak da bilinir. Migrenin göze etkisi şeklinde de tabir edilebilir. Auralı migrenden kaynaklı auralı göz migreni belirtileri; görme bozuklukları ve görme kaybı, gözde ışıklanmaların görülmesi, mide bulantısı ve kusma, ışığa ve sese duyarlılık, tek taraflı görme kaybı ve gözde şiddetli ağrı ile kendisini belli eder. Migren göz kapağı düşüklüğü de yapabilir. Ayrıca hastada görme bulanıklığı, ışık çakması gibi belirtiler de olabilir.Göz migreni teşhisi nasıl konulur?Oftalmolojik göz migreni yaşandığı anda eğer bir göz doktoruna başvurulursa oftalmoskop isimli bir aletle göze giden kan akışının azaldığı görülebilir. Bu durumda bir göz hekimi de retinal migren teşhisini koyabilir. Bununla birlikte ataklar kısa sürdüğünden belirtilere, şikayetlere göre teşhis konulabilir.Göz migreni nasıl tedavi edilir?Auralı göz migreni tedavisi genellikle baş ağrısı için ağrı kesici almayı ya da migreni tetikleyecek etkenlerden uzak kalmayı, azaltmayı içermektedir. Migren göz ağrısı da yaptığı için ağrı kesici kullanmak ideal olabilir. Göz migreni ilaçları migren tedavisinde de kullanılan ilaçlardan oluşur. Ağrı kesicinin yanında belki kan damarlarını gevşeten bir beta bloker, kan damarlarının daralmasını önlemeye yardım eden bir kalsiyum kanal blokeri, migrenin önlenmesine yardım eden ilaçlar, anti epileptikler reçete edebilir. Ancak göz migreni tedavisinde halen araştırmalar devam etmektedir.Göz migreni hakkında sık sorulan sorular Göz migreni olan hasta nasıl görür?Migren, göz kararması yapabilir. Bununla birlikte gözde zikzak görme, görme bulanıklığı, görme bozuklukları oluşması, gözde şimşek çakması, ışık çizgisi görülmesi mümkündür. Göz migreni sırasında görme kaybı da yaşanabilir. Bu etkiler genellikle kısa sürelidir.Göz migreni için hangi doktora gidilir?Göz migreni için göz doktorlarına ve nöroloji uzmanlarına gitmek gerekmektedir.Göz migrenine kadar sürer?Göz migreni atakları en fazla yarım saat kadar sürmektedir.Göz migreni tehlikeli mi?Göz migreni tehlikeli bir durum değildir. “ Göz migreni ile ilgili acaba ne yapabilirim?” diyene kadar geçecek bir sorundur. Önemli olan migren açısından önlem almak ve migren atakları başlamadan önce neler yapılması gerektiğinin bilincinde olmak gerekmektedir.Migren göz bulanıklığı yapar mı?Migren, bulanık görme gibi sorunlara neden olabilir. Ayrıca migren görme kaybı da yapabilmektedir. Yani migren atakları, göz bulanıklığına sebep olabilmektedir. Ama tüm bunlar geçicidir. Gözde migren belirtileri yakalanabilir. Daha doğrusu görme sorunları migren kaynaklı da olabilir.Migren görme bozukluğu yapar mı?Evet, migrenin göze etkisi vardır yani migren görme sorunlarına, sebep olabilir. Ancak bunlar geçicidir.Göz migrenini ne tetikler?Göz migreni değil de migreni tetikleyen faktörler hastalara göre değişmektedir. Bazı hastalarda açlık ve susuzluk, kiminde aşırı kafein tüketimi, aşırı uykusuzluk, yorgunluk tetikleyici olabilir.Migrenin gözdeki belirtileri nelerdir?Migren ve görme bozukluğu sıklıkla görülebilmektedir. Migrenin gözlere etkisi vardır. Geçici görme kaybı, görme bozuklukları, tek taraflı görme kaybı, gözde şiddetli ağrı, ışık görülmesi, gözde zikzak görme migren belirtileri olabilir.Hamilelikte göz migreni görülür mü?Migreni olan hamilelerde de göz migreni görülebilmektedir. Ataklar için hamilelikte kullanılabilecek yöntemler kadın hastalıkları ve doğum uzmanları ile konuşulmalıdır.Göz migrenine iyi gelen bitkiler var mıdır?Bitkisel yöntemler hekime danışılmadan kullanılmamalıdır. “Kaplan gözü taşı migren için kullanılır mı?” türünden araştırmalar da sıklıkla yapılmaktadır. Bunların öncesinde migreni tetikleyecek etkenlerden uzak durmak gerekir.Auralı göz migreni nedir?Auralı migrende ataklar bazen gözde etkiler yapabilmektedir. Buna da auralı göz migreni denilmektedir. Auralı migren görme kaybı yapabilir, görmede sorunlara da neden olabilir. Etkisi geçicidir. Göz ağrısı migren belirtisi de olabilmektedir.Migrende göz ağrısı olur mu? | 4,793 |
351 | Hastalıklar | Göz Kanseri | Göz kanseri, gözün içinde veya çevresinde bir kitle (tümör) haline gelen anormal hücrelerin kontrolsüz büyümesidir. İkincil göz kanseri (kanserin vücudun başka bir yerinde başladığı ve göze metastaz yaptığı tür), birincil göz kanserinden (kanserin gözün dokularında başladığı hali) daha yaygındır. Meme kanseri ve akciğer kanseri, ikincil göz kanserine neden olabilen en yaygın kanser türleridir.Göz kanseri, gözün içinde veya çevresinde bir kitle (tümör) haline gelen anormal hücrelerin kontrolsüz büyümesidir. İkincil göz kanseri (kanserin vücudun başka bir yerinde başladığı ve göze metastaz yaptığı tür), birincil göz kanserinden (kanserin gözün dokularında başladığı hali) daha yaygındır. Meme kanseri ve akciğer kanseri, ikincil göz kanserine neden olabilen en yaygın kanser türleridir.
Göz; göz küresi, yörünge (göz yuvasını çevreleyen göz çukuru, kaslar ve sinirler) ve adneksiyal yapılar (göz kapağı ve gözyaşı kanalları gibi aksesuar yapılar) olmak üzere üç ana bölümden oluşur. Primer göz kanserleri bu üç kısımdan herhangi birinde gelişebilir. Kanser göz küresinde başladığında buna birincil göz içi kanseri denir. Erişkinlerde birincil göz içi kanserinin en yaygın şekli melanomdur ve bunu lenfoma izler.Primer göz içi kanseri türleri ve tipik yerleri aşağıda açıklanmıştır: Melanomlar, gözün irisindekiler gibi pigment üreten veya renk üreten hücrelerde gelişir. Retinoblastomlar retinada (gözün arkasındaki ışığa duyarlı doku) başlar. Retinoblastomlar, çocuklarda primer göz içi kanserinin en yaygın şeklidir.Birincil orbital veya adneksiyal kanserler, göz yuvası veya göz kapağı gibi belirli alanlarda meydana geldiğinde, kemik, kas, sinir veya cilt kanseri şeklini alır.Primer göz kanseri her yaşta hem erkekte hem de kadınlarda ortaya çıkabilirken, belirli yaş gruplarında görülmesi daha fazladır. Şöyle ki birincil göz kanserleri en sık 50 yaşından büyük kişilerde görülür. Retinoblastom ise en sık beş yaşından küçük çocuklarda görülür. Retinoblastom vakalarının üçte ikisi iki yaşından küçük çocuklarda görülür. Çoğu birincil göz kanserinin kesin nedeni bilinmemektedir; ancak retinoblastom istisnadır. Zira retinoblastom kalıtsal bir form (ebeveynden çocuğa bir gen yoluyla geçirilmesi) olarak da gelişebilir. Nitekim kalıtsal retinoblastoma formu vakaların yaklaşık yüzde 25 ila yüzde 30'unu oluşturur.Göz kanseri nedir?Göz kanseri, gözün dış kısımlarını (göz kapağı gibi) veya göz küresinin içini (göz içi kanseri) etkileyebilen nadir görülen bir tümördür. Erişkinlerde en sık görülen göz içi kanserleri melanom ve lenfoma iken çocuklarda en sık görüleni retina hücrelerinde başlayan retinoblastomdur. Göz kanseri, gözdeki anormal hücreler kontrolsüz bir şekilde büyüdüğünde ve bölündüğünde gelişir. Düzenli göz muayeneleri, göz kanserini en erken, en iyileştirilebilir aşamasında saptama şansını sunar.Göz kanserine ne sebep olur? Göz kanseri için risk faktörleri nelerdir?Göz kanserinin tam olarak neden geliştiği bilinmemekte birlikte göz kanseri riskini artırabilen aşağıdaki gibi bazı faktörler mevcuttur. Daha açık renkli gözlere sahip olmak Yaşın ilerlemesi (50 yaş üstü kişiler) Ciltte çok fazla ben bulunması 1. Derece akrabaları arasında göz kanseri olan kişiler Zayıflamış bağışıklık sistemi Displastik nevus sendromu ve okülodermal melanositoz (ayrıca Ota nevusu olarak da adlandırılır) gibi pigment üreten hücrelerin kalıtsal koşulları Kafkas ırkı: Diğer ırklardan insanlara göre daha fazla göz melanomu riskine sahiptir.Çocuklarda retinoblastom, retinoblastoma genindeki (RB1) bir mutasyona bağlı olarak vakaların yaklaşık yüzde 25 ila yüzde 30'unda kalıtsal veya genetik olarak bağlantılı bir durumdur. Kalıtsal retinoblastoma formu daha genç yaşta ortaya çıkma eğilimindedir ve kalıtsal olmayan forma kıyasla her iki gözü de etkileme olasılığı daha yüksektir.Öte yandan güneş ışığından gelen ultraviyole (UV) ışını da göz melanomu için olası bir risk faktörü olarak öne sürülmüştür; ancak bu durum kanıtlanamamıştır. Güneşe maruz kalma ile melanom gelişimi arasında bilinen bir bağlantı vardır. Henüz kanıtlanmamış olsa da, buna göz içi melanomları da dahil olabilir. Bu nedenle Amerikan Kanser Derneği, dışarıdayken koruyucu güneş kremi ve giysilere ek olarak UV koruyucu güneş gözlüğü kullanmayı önerir.Göz kanseri belirtileri nelerdir?Göz kanseri olan kişilerde genellikle hiçbir semptom görülmez. Göz kanseri çoğunlukla rutin bir göz muayenesi sırasında bulunur. Semptomlar ortaya çıktığında, en yaygın olarak ağrısız görme kaybı meydana gelir.Aşağıda listelenen semptomlardan herhangi biri diğer tıbbi durumlarla da ilişkilendirilebilir, bu nedenle görmedeki herhangi bir değişiklik veya diğer göz problemleri için sağlık uzmanına başvurmak gerekmektedir.Göz kanserinin bazı belirtileri şunlardır: Glokom (Yüksek göz içi basıncı) Görüş alanının kaybı Görme kaybı Gözde şişkinlik: Bir gözün veya her ikisinin şişmesi (proptoz) Işık çakmalarını görmek İris renginde değişiklik Noktalar, dalgalı çizgiler veya yüzen nesneler görmek Gözün ön kısmında görünen kitleRetinoblastomlu çocuklarda aşağıdaki belirtiler olabilir: Gözler farklı yönlere bakıyor gibi görünüyor Gözde ağrı veya kızarıklık Flaşlı fotoğraflarda göz bebeği kırmızı yerine beyaz görünürGöz kanseri nadir görülmekle birlikte, özellikle teşhis ve tedavi edilmezse hayatı tehdit eden komplikasyonlara ve ölüme neden olabilir. Görme güçlüğü, görüş alanının bir kısmını kaybetme veya ışık parlamaları, irisin üzerinde koyu lekeler, noktalar, dalgalı çizgiler veya yüzen nesneler gibi görsel semptomları olanlar vakit kaybetmeden bir sağlık kuruluşuna başvurmalıdır.Göz kanseri nasıl teşhis edilir?Göz kanseri için yaygın olarak önerilen bir tarama yoktur, ancak yıllık göz muayeneleri (özellikle tanımlanmış risk faktörleri olanlar için) erken teşhiste önemli bir rol oynayabilir. Göz kanserleri çoğu zaman, rutin muayeneler sırasında tespit edilir. Kanserin gözde başladığı ve yayılmadığı birincil göz kanseri teşhisi konanların hayatta kalma oranı yüksektir.Doktor göz kanserinden şüpheleniyorsa tanıya yardımcı olması için görüntüleme testleri veya göz ultrasonu isteyebilir.Göz tomografisi olarak da adlandırılan optik koherens tomografi, tümör aktivitesinin bir işareti olan sıvının ince varlığını değerlendirmek için retina katmanlarını aydınlatan bir görüntüleme aracıdır. Manyetik rezonans görüntüleme (MRI) de teşhis için yardımcı olabilir. Bazı durumlarda, doktor tümör hücrelerinin küçük bir örneğini almak için ince bir iğne biyopsisi yapabilir. Sitopatolog, birkaç gün içinde tanıyı doğrulamak için numuneyi analiz edecektir.Doktor ayrıca kanserin vücudun diğer bölgelerine yayılıp yayılmadığını görmek için başka testler de isteyebilir. İlgili testler şunları içerebilir: Karaciğer fonksiyonunu ölçmek için kan testleri Göğüs röntgeni Bilgisayarlı tomografi (CT) taraması Manyetik rezonans görüntüleme (MRI) taraması Karın ultrasonu Pozitron emisyon tomografisi (PET) taramasıGöz kanseri için tedavi seçenekleri nelerdir?Göz kanseri teşhisi konulduktan sonra doktor tedavi için en iyi seçenekleri tartışacaktır. Göz kanserinde en uygun tedavi seçenekleri şu faktörlere bağlıdır: Kanser türü Kanserin yeri ve boyutu Kanserin başka bölgelere yayılıp yayılmadığı (Metastaz) Hastanın yaşı ve genel sağlık durumuKüçük bir göz melanomu acil tedavi gerektirmeyebilir. Radyoterapide kanser hücrelerini öldürmek için protonlar veya gama ışınları gibi yüksek güçlü enerji kullanır. Radyoterapi tipik olarak bazı küçük göz melonomlarında ve orta büyüklükteki göz melanomları için kullanılır. Melanom hücrelerini öldürmek için lazer kullanılan tedavi yöntemi bazı durumlarda bir seçenek olabilir. Termoterapi adı verilen bir tür lazer tedavisinde, kızılötesi lazer kullanır. (Bazı durumlarda radyasyon tedavisi ile birlikte kullanılır)Bazı küçük göz melanomlarında melanom hücrelerini yok etmek için kriyoterapi kullanılabilir. Kemoterapi , göz melanomu için nadiren kullanılır; ancak retinoblastom ve belirli orbital lenfoma türleri için kemoterapi verilebilir.Göz kanseri tedavisinde cerrahi prosedürler ise şöyledir:Göz koruyucu cerrahi: Genellikle göz kapağı kanserleri, konjonktival kanserler ve orbital kanserler için uygulanabilir.İridektomi: İris (gözün renkli kısmı) çıkarılır.İridotrabekülektomi: İris ve göz küresinin dış bölümünün küçük bir kısmı çıkarılır.Göz rekonstrüktif cerrahisi: Göz kapağı, konjonktiva veya yörünge kanserinin cerrahi olarak çıkarılmasından sonra genellikle işlevi eski haline getirebilir,Enükleasyon: Bazı göz kanseri türlerini tedavi etmek için gözün tamamının alınması gerekir. Bu durum yalnızca ileri vakalarda, uveal melanom veya retinoblastom gibi intraoküler tümörler için yapılır.Orbital ekzenterasyon: Bu cerrahi prosedür; gözün, göz kapaklarının, çevredeki cildin, yörünge kaslarının, yağların ve sinirlerin çıkarılmasını içerir. Yörünge veya sinüslerin agresif kanserleri, ileri veya tekrarlayan göz kapağı veya konjonktiva kanserleri için bazen gereklidir.
Göz; göz küresi, yörünge (göz yuvasını çevreleyen göz çukuru, kaslar ve sinirler) ve adneksiyal yapılar (göz kapağı ve gözyaşı kanalları gibi aksesuar yapılar) olmak üzere üç ana bölümden oluşur. Primer göz kanserleri bu üç kısımdan herhangi birinde gelişebilir. Kanser göz küresinde başladığında buna birincil göz içi kanseri denir. Erişkinlerde birincil göz içi kanserinin en yaygın şekli melanomdur ve bunu lenfoma izler.Primer göz içi kanseri türleri ve tipik yerleri aşağıda açıklanmıştır:Birincil orbital veya adneksiyal kanserler, göz yuvası veya göz kapağı gibi belirli alanlarda meydana geldiğinde, kemik, kas, sinir veya cilt kanseri şeklini alır.Primer göz kanseri her yaşta hem erkekte hem de kadınlarda ortaya çıkabilirken, belirli yaş gruplarında görülmesi daha fazladır. Şöyle ki birincil göz kanserleri en sık 50 yaşından büyük kişilerde görülür. Retinoblastom ise en sık beş yaşından küçük çocuklarda görülür. Retinoblastom vakalarının üçte ikisi iki yaşından küçük çocuklarda görülür. Çoğu birincil göz kanserinin kesin nedeni bilinmemektedir; ancak retinoblastom istisnadır. Zira retinoblastom kalıtsal bir form (ebeveynden çocuğa bir gen yoluyla geçirilmesi) olarak da gelişebilir. Nitekim kalıtsal retinoblastoma formu vakaların yaklaşık yüzde 25 ila yüzde 30'unu oluşturur.Göz kanseri nedir?Göz kanseri, gözün dış kısımlarını (göz kapağı gibi) veya göz küresinin içini (göz içi kanseri) etkileyebilen nadir görülen bir tümördür. Erişkinlerde en sık görülen göz içi kanserleri melanom ve lenfoma iken çocuklarda en sık görüleni retina hücrelerinde başlayan retinoblastomdur. Göz kanseri, gözdeki anormal hücreler kontrolsüz bir şekilde büyüdüğünde ve bölündüğünde gelişir. Düzenli göz muayeneleri, göz kanserini en erken, en iyileştirilebilir aşamasında saptama şansını sunar.Göz kanserine ne sebep olur? Göz kanseri için risk faktörleri nelerdir?Göz kanserinin tam olarak neden geliştiği bilinmemekte birlikte göz kanseri riskini artırabilen aşağıdaki gibi bazı faktörler mevcuttur.Çocuklarda retinoblastom, retinoblastoma genindeki (RB1) bir mutasyona bağlı olarak vakaların yaklaşık yüzde 25 ila yüzde 30'unda kalıtsal veya genetik olarak bağlantılı bir durumdur. Kalıtsal retinoblastoma formu daha genç yaşta ortaya çıkma eğilimindedir ve kalıtsal olmayan forma kıyasla her iki gözü de etkileme olasılığı daha yüksektir.Öte yandan güneş ışığından gelen ultraviyole (UV) ışını da göz melanomu için olası bir risk faktörü olarak öne sürülmüştür; ancak bu durum kanıtlanamamıştır. Güneşe maruz kalma ile melanom gelişimi arasında bilinen bir bağlantı vardır. Henüz kanıtlanmamış olsa da, buna göz içi melanomları da dahil olabilir. Bu nedenle Amerikan Kanser Derneği, dışarıdayken koruyucu güneş kremi ve giysilere ek olarak UV koruyucu güneş gözlüğü kullanmayı önerir.Göz kanseri belirtileri nelerdir?Göz kanseri olan kişilerde genellikle hiçbir semptom görülmez. Göz kanseri çoğunlukla rutin bir göz muayenesi sırasında bulunur. Semptomlar ortaya çıktığında, en yaygın olarak ağrısız görme kaybı meydana gelir.Aşağıda listelenen semptomlardan herhangi biri diğer tıbbi durumlarla da ilişkilendirilebilir, bu nedenle görmedeki herhangi bir değişiklik veya diğer göz problemleri için sağlık uzmanına başvurmak gerekmektedir.Göz kanserinin bazı belirtileri şunlardır:Retinoblastomlu çocuklarda aşağıdaki belirtiler olabilir:Göz kanseri nadir görülmekle birlikte, özellikle teşhis ve tedavi edilmezse hayatı tehdit eden komplikasyonlara ve ölüme neden olabilir. Görme güçlüğü, görüş alanının bir kısmını kaybetme veya ışık parlamaları, irisin üzerinde koyu lekeler, noktalar, dalgalı çizgiler veya yüzen nesneler gibi görsel semptomları olanlar vakit kaybetmeden bir sağlık kuruluşuna başvurmalıdır.Göz kanseri nasıl teşhis edilir?Göz kanseri için yaygın olarak önerilen bir tarama yoktur, ancak yıllık göz muayeneleri (özellikle tanımlanmış risk faktörleri olanlar için) erken teşhiste önemli bir rol oynayabilir. Göz kanserleri çoğu zaman, rutin muayeneler sırasında tespit edilir. Kanserin gözde başladığı ve yayılmadığı birincil göz kanseri teşhisi konanların hayatta kalma oranı yüksektir.Doktor göz kanserinden şüpheleniyorsa tanıya yardımcı olması için görüntüleme testleri veya göz ultrasonu isteyebilir.Göz tomografisi olarak da adlandırılan optik koherens tomografi, tümör aktivitesinin bir işareti olan sıvının ince varlığını değerlendirmek için retina katmanlarını aydınlatan bir görüntüleme aracıdır. Manyetik rezonans görüntüleme (MRI) de teşhis için yardımcı olabilir. Bazı durumlarda, doktor tümör hücrelerinin küçük bir örneğini almak için ince bir iğne biyopsisi yapabilir. Sitopatolog, birkaç gün içinde tanıyı doğrulamak için numuneyi analiz edecektir.Doktor ayrıca kanserin vücudun diğer bölgelerine yayılıp yayılmadığını görmek için başka testler de isteyebilir. İlgili testler şunları içerebilir:Göz kanseri için tedavi seçenekleri nelerdir?Göz kanseri teşhisi konulduktan sonra doktor tedavi için en iyi seçenekleri tartışacaktır. Göz kanserinde en uygun tedavi seçenekleri şu faktörlere bağlıdır:Küçük bir göz melanomu acil tedavi gerektirmeyebilir. Radyoterapide kanser hücrelerini öldürmek için protonlar veya gama ışınları gibi yüksek güçlü enerji kullanır. Radyoterapi tipik olarak bazı küçük göz melonomlarında ve orta büyüklükteki göz melanomları için kullanılır. Melanom hücrelerini öldürmek için lazer kullanılan tedavi yöntemi bazı durumlarda bir seçenek olabilir. Termoterapi adı verilen bir tür lazer tedavisinde, kızılötesi lazer kullanır. (Bazı durumlarda radyasyon tedavisi ile birlikte kullanılır)Bazı küçük göz melanomlarında melanom hücrelerini yok etmek için kriyoterapi kullanılabilir. Kemoterapi , göz melanomu için nadiren kullanılır; ancak retinoblastom ve belirli orbital lenfoma türleri için kemoterapi verilebilir.Göz kanseri tedavisinde cerrahi prosedürler ise şöyledir:Göz koruyucu cerrahi: Genellikle göz kapağı kanserleri, konjonktival kanserler ve orbital kanserler için uygulanabilir.İridektomi: İris (gözün renkli kısmı) çıkarılır.İridotrabekülektomi: İris ve göz küresinin dış bölümünün küçük bir kısmı çıkarılır.Göz rekonstrüktif cerrahisi: Göz kapağı, konjonktiva veya yörünge kanserinin cerrahi olarak çıkarılmasından sonra genellikle işlevi eski haline getirebilir,Enükleasyon: Bazı göz kanseri türlerini tedavi etmek için gözün tamamının alınması gerekir. Bu durum yalnızca ileri vakalarda, uveal melanom veya retinoblastom gibi intraoküler tümörler için yapılır.Orbital ekzenterasyon: Bu cerrahi prosedür; gözün, göz kapaklarının, çevredeki cildin, yörünge kaslarının, yağların ve sinirlerin çıkarılmasını içerir. Yörünge veya sinüslerin agresif kanserleri, ileri veya tekrarlayan göz kapağı veya konjonktiva kanserleri için bazen gereklidir. | 5,973 |
352 | Hastalıklar | Guatr | Guatr, boyunda hormon üreten küçük bir bez olan tiroid bezinde şişme veya büyüme meydana gelmesidir. Ağrısız olarak meydana gelen bu şişlik nefes alıp verirken hırıltılı bir ses, geçmeyen öksürük ve nefes almada güçlüğe neden olabilir. Guatrlar genellikle ciddi olmasa da uzman doktor tarafından kontrol edilmesi gerekir.Guatr, boyunda hormon üreten küçük bir bez olan tiroid bezinde şişme veya büyüme meydana gelmesidir. Ağrısız olarak meydana gelen bu şişlik nefes alıp verirken hırıltılı bir ses, geçmeyen öksürük ve nefes almada güçlüğe neden olabilir. Guatrlar genellikle ciddi olmasa da uzman doktor tarafından kontrol edilmesi gerekir.
Guatr Nedir?Guatr, kelebek şeklindeki tiroid bezinin düzensiz ve anormal bir şekilde büyümesiyle oluşan yumru veya şişkinliktir. Tiroidin tamamı büyüyebilir ya da tiroid nodülü adı verilen küçük topaklar gelişebilir.Tiroid bezi, boyun bölgesinde adem elmasının altında bulunan küçük, bir endokrin bezidir. Tiroid bezi, tiroksin (T4) ve triiyodotironin (T3) hormonlarını üretir. Bu hormonlar vücudun metabolizması, vücut ısısı, ruh hali, sindirim sistemi ve kalp atış hızı üzerinde önemli rol oynar.Guatr, vücutta düzensiz miktardaki tiroid hormonuyla (hipertiroidizm veya hipotiroidizm) ya da normal tiroid hormonu seviyeleriyle (ötiroidizm) ile ilişkilendirilir. Guatr nedene bağlı olarak ortaya çıkar ve sebebine bağlı şekilde tedavi edilir.Genel olarak guatr, tiroid bezinin büyümesi şeklinde tanımlanabilir ya da tiroidde nodül adı verilen bir veya daha fazla yumru oluşturan düzensiz hücre büyümesinin sonucu olarak değerlendirilir. Bazı durumlarda, guatr tiroidin performansını etkilemez anca çoğu vakada tiroid hormonlarında artışa veya azalmaya yol açabilir. Guatrı olan çoğu kişide boyun tabanında şişlik dışında hiçbir belirti görülmez. Meydana gelen birçok guatr o kadar küçük bir şekilde meydana gelir ki yalnızca tıbbi muayene veya başka bir rahatsızlık için görüntüleme testi sırasında ortaya çıkar. Diğer belirtiler tiroid fonksiyonunun değişip değişmediğine, guatrın ne kadar hızlı büyüdüğüne ve nefes almayı engelleyip engellemediğine bağlı olarak görülür. Guatr tedavisi ise guatrın büyüklüğüne, semptomlarına ve nedenine göre şekillenir. Guatr küçükse ve tiroid fonksiyonu sağlıklı bir şekilde sürüyorsa düzenli kontrollerle tiroidin durumu takip edilir ve bekle-gör yaklaşımı önerilebilir. Guatr eğer tiroid sorunlarına neden oluyorsa, ilaç, ameliyat veya radyoaktif iyot tedavisi alternatif seçenekler arasındadır.Guatr Türleri Nelerdir?Guatr, büyüme şekli ve tiroid hormon düzensizliğine bağlı olarak farklı türleri görülür. Guatrın nasıl büyüdüğüne bağlı olarak şu türler ortaya çıkar: Basit guatr (yaygın olan) Nodüler guatr Multinodüler guatr Zehirli guatr Toksik olmayan guatrBasit (yaygın) guatrBasit guatr olarak bilinen bu türde, tiroid bezi tamamı şiştiğinde ve dokunulduğunda pürüzsüz bir his vermesiyle ortaya çıkar.Nodüler guatrNodüler guatr, tiroid bezinde nodül adı verilen katı veya sıvı dolu bir yumru meydana geldiğinde ya da topak hissedildiğinde meydana gelir.Multinodüler guatr Tiroid bezinden birden fazla sayıda nodül olduğunda görülür. Bu durum yalnızca muayene veya taramalarla keşfedilebilir.Bunun yanında tiroid anormal şekilde büyüdüğünde ve çok fazla tiroid hormonu üretildiğinde zehirli guart oluşabilir. Eğer tiroid büyür, seviyeler normalse toksik olmayan guatr olarak tanımlanır.Zehirli guatrZehirli guatr, tiroid bezinin büyüyüp çok fazla tiroid hormonu üretmesi sonucunda ortaya çıkar. Daha sık tuvalete çıkma, sıcağa tahammülsüzlük, iştah artışı, sık terleme, titreme, kadınlarda adet dönemlerinde düzensizlik, sinirli ve huzursuz olma, kilo kaybı ve kas krampları zehirli guatrın belirtileridir.Toksik olmayan guatrEğer genişlemiş bir tiroid söz konusuysa ancak tiroid seviyeleri normal değerlerde çıkıyorsa (ötiroid), bu durum toksik olmayan bir guatrdır. Başka bir deyişle, hipertiroidizm (aşırı aktif tiroid) veya hipotiroidizm (az aktif tiroid) hastalığının olmadığı anlamına gelir.Guatr Neden Olur?Guatr, tiroid bezinde yer alan hücrelerin, tiroid hormonu üretimini engelleyen herhangi bir sürece karşı adaptif bir reaksiyonu oluşturması ve en yaygın görülen iyot eksikliğinden dolayı meydana gelir. Guatrın nedenleri şöyle sıralanır:İyot eksikliğiTiroid, tiroid hormonu üretmek için iyota ihtiyaç duyar. Beslenme şeklinizde yeteri kadar iyot yoksa tiroid hormonu üretmek için daha fazla çalışır. Bu da tiroid bezinin anormal şekilde büyümesine neden olarak guatr oluşturur. Beslenme düzenine deniz ürünleri, süt ürünleri ve iyotlu tuz ekleyerek önerilen miktarda iyotu almak mümkündür.Graves hastalığıGraves hastalığı, bağışıklık sisteminin tiroide saldırması ve ardından büyümesine neden olması sonucunda ortaya çıkan otoimmün hastalıktır. Graves hastalığı bunun yanında tedavi gerektiren hipertiroidizme de neden olmaktadır.Hashimoto hastalığıHashimoto, tiroid bezinin iltihaplanmasına sebep olarak oluşan otoimmün bir hastalıktır. Hashimoto hastalığı olanlarda tiroid bezi boyutunda büyüme meydana gelir. Hashimoto nedeniyle oluşan guatr genellikle kendiliğinden iyileşir. Bazı Hashimoto hastalığı olanlarda tiroid hormonu ile tedavisi gerekebilir.Tiroid kanseri Tiroid bezi kanseri sıklıkla tiroidin büyümesine neden olarak guatr gelişmesine zemin hazırlar.HamilelikHamilelik döneminde plasenta tarafından üretilen bir hormon olan hCG (insan koryonik gonadotropin), tiroidinin büyümesine neden olabilmektedir.TiroiditTiroid bezinin iltihaplanması sonucunda ortaya çıkan ve tiroid bezinin büyümesine neden olan durumdur.Guatr Belirtileri Nelerdir?Guatr genellikle boynun alt ön tarafında görülür. Guatr hastalığını gösteren en yaygın belirtiler adem elması olarak bilinen boğazın altındaki bölgede şişlik, kolları başın üzerine kaldırınca baş dönmesi, yutma güçlüğü, öksürük, nefes darlığı, boğaz ağrısı ve ses değişikliğidir. Guatrla ilişkili olabilen tiroid hormonlarının üretimindeki değişikliklerde bir çok belirtiye neden olabilmektedir. Hormonların az çalışması durumunda uyku hali, ciltte kuruluk, kabızlık, soğuğa karşı hassasiyet ve yorgunluk görülürken, fazla salgılandığında ise iştah artışına rağmen kilo kaybı, ısı hassasiyeti, asabiyet, terleme ve titreme ile bağırsak hareketlerinde sıklaşma görülür.Guatr belirtileri şunlardır: Boyunda şişlik Ses kısıklığı Yutma güçlüğü Öksürük Nefes almada güçlük Yorgunluk ve uyku hali Kollar başın üzerine kaldırıldığında baş dönmesi Cilt kuruluğu KabızlıkAşırı aktif tiroid söz konusu ise, taşikardi, ishal, kilo kaybı, terleme ve gerginlikte guatr belirtileri arasında yer alır.Guatr Teşhisi Nasıl Olur?Uzman doktor fizik muayenenin ardından tiroid bezinin büyüdüğünü hissederse guatr teşhisini koyabilir. Guatr teşhisinin konması da tiroid bezinde sorun olduğunu göstergesi olduğu için sorunun ne olduğu araştırılmalıdır. Guatrın teşhisi ve tanısı için şu testlerden yararlanılır: Fizik muayene: Uzman doktor boyun bölgesinde nodül ve hassasiyet olup olmadığını kontrol eder ve tiroid bezinin büyüyüp büyümediğini anlar. Tiroid kan testi: Kan testi olarak yapılan bu testte tiroid hormon düzeyleri ortaya çıkar ve tirodinin düzgün çalışıp çalışılmadığı tespit edilir. Antikor testi: Guatrın bazı türlerinin oluşturduğu antikorların tespiti için bu test uygulanabilir. Tiroid ultrasonu: Ultrason, vücut dokusuna yüksek frekanslı ses dalgaları göndererek bunları video ya da fotoğrafa dönüştürür. Uzman doktor oluşan guatrın boyutunu ve nodülleri nolup olmadığını kontrol etmek için ultrasondan yararlanır. Biyopsi: Biyopsi, oluşan nodülün laboratuvarda incelenmesi için doku veya hücre örneğinin alınması sürecidir. Tiroid bezinde büyük nodüller varsa tiroid biyopsisi yapılabilir. BT taraması veya MR (manyetik rezonans görüntüleme): Guatr çok büyükse ya da yayılma gösterdiyse, guatrın büyüklüğünü ve yayılımını ölçmek için bu taramalardan yararlanılır.Guatr Tedavisi Nasıl Olur?Guatr hastalığının tedavisi, tiroid bezinin ne kadar büyüdüğüne, hastada görülen belirtilerin şiddetine ve guatrın altında yatan sebebe göre değişiklik gösterir. Uygulanacak tedavi yöntemleri ilaç kullanımından cerrahi müdahaleye kadar farklılık gösterebilir. Guatr iyot eksikliğine bağlı olarak görüldüğü surumda hastaya iyot takviyesi yapılara tedavi edilebilir. Eğer tiroid bezi çok büyüme göstererek nefes alma veya yutma güçlüğüne neden oluyorsa, tiroidektomi adı verilen cerrahi müdahale ile tiroid bezinin bir kısmı veya tamamı alınabilir.Guatr tedavisi şunları içerir:İlaç tedavisiGuatrın nedeni az aktif tiroid yani hipotiroidizm olduğunda uzman doktor buna yönelik ilaç verebilir. Guatrın nedeni aşırı aktif tiroid yani hipertiroidizm ise başka ilaçlar reçete edilir.Radyoaktif iyot tedavisiHipotiroidizm durumlarında kullanılan bu tedavi, radyoaktif iyotun ağızdan alınmasını barındırır. İyot tiroid bezinize giderek hücreleri öldürür ve bezi küçülmesini sağlar.Guatr ameliyatıUzman doktor büyüyen tiroid bezinin tamamını veya bir kısmını çıkarmak için ameliyat önerebilir. Guatrın büyük olması ve nefes alma, yutkunma sorunlarının neden olması durumunda ameliyata ihtiyaç duyulabilir. Bunun yanında nodülleri çıkarmak için de cerrahi müdahaleden yararlanılabilir.Guatr küçük ve rahatsız edici olmadığı durumlarda tedavi edilmesine gerek duyulmayabilir. Fakat tiroid bezinin takip edilmesi önemlidir.Guatr Nasıl Önlenir?İyot eksikliği kaynaklı olarak ortaya çıkan guatr hastalığını önlemek için ilk olarak yaşam tarzında ve beslenmede değişikliğe gitmek gerekebilir. Bunun için orantılı olarak balık, süt ürünler, iyotlu sofra tuzu tüketimi önemlidir. İyot açısından zengin bir beslenme şeklini benimseyen kişileri guatra karşı önlem alabilir. Vücuttaki tiroide bezinin sağlıklı çalışması için iyota ihtiyaç duyulur. Bunun sağlanması durumunda tiroid fonksiyonlarını yerine getirerek guatr riskinin azalmasını sağlar.Guatr hastalığının önlemenin yolları şöyle sıralanabilir: Tiroidin fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için beslenme şeklinde dengeli davranmak Günlük yeterli oranda vücuda iyot alımını sağlamak İyot eksikliğine sebebiyet verecek olan besinlerden kaçınmak Kişinin ailesinde tiroid hastalıkları öyküsü bulunuyorsa düzenli olarak kontrolleri yaptırmak Aşırı soya tüketiminden kaçınarak tiroid hormonlarının üretimini baskısı azaltmak Kronik stres, tiroid hormon dengesini bozabileceğinden stresten uzak durmak Radyasyona, hava kirliliğine maruz kalmaktan kaçınmak Sigara dumanında bulunan tiyosiyanat maddesi iyot alımını engelleyebileceğinden tütün ürünü kullanmamak İlaç kullanımından önce doktora yan etkileri konusunda danışmakGuatr kimleri etkiler?Herkes guatr sorunuyla karşı karşı kalabilir ancak kadınlarda erkeklere oranla guatr görülme riski daha fazladır. Bunun yanı sıra guatr geliştirme riski yaş ilerledikçe de artar. Özellikle 40 yaşından sonra daha yaygın olarak görülen bir hastalık olarak değerlendirilir. Aşağıdaki rahatsızlıklardan herhangi birine sahip olan kişilerde guatr riski daha yüksektir. Obezite İnsülin direnci Metabolik sendromAyrıca, baş ve boyun bölgesi tıbbi tedaviler nedeniyle radyasyona maruz kaldıysa ve/veya tiroid hastalığı olan bir aile öyküsü varsa guatr geliştirme riskiniz daha yüksek olur.Guatr Hakkında Sık Sorulan SorularGuatr nasıl bir hastalıktır?Tiroid bezinin düzensiz olarak büyümesi guatr hastalığı olarak tanımlanır. Guatr, eğer tiroidin aşırı büyümesiyle ortaya çıkan hipertiroidizm kaynaklıysa zehirli şeklinde tanımlanır. Bilinenin aksine bir tümör veya kanser değildir.Zehirli guatr belirtileri nelerdir?Zehirli guatr, bağırsak hareketlerinde artış nedeniyle daha sık tuvalete çıkma, yorgunluk,sinirli olma, iştahta artışa rağmen kilo verme, ısıya karşı hassasiyetin artması, terleme, kas ağrıları ve kalp çarpıntısı gibi belirtilere neden olur. Tiroid bezi büyümesi Terleme ve titreme İştah arttığı halde kilo verme Daha sık tuvalete çıkma Sinirli olma Isıya karşı hassasiyet Yorgunluk Kas ağrıları Adet düzensizliği Saç yapısında incelme, kırılma ve dökülme Kalp çarpıntısı Uyuma güçlüğüGuatr tehlikeli midir? Guatr, yaygın olarak görülen, tehlikeli olmayan bir hastalık türüdür. Tiroid bezinin büyümesinin sebebi tiroid kanseri olmadığı sürece tedavi edilebilir bir sağlık durumudur.Zehirli guatr belirtileri nelerdir?Zehirli guatr belirtileri, kişide anksiyete, kilo kaybı, sık terleme ve adet düzensizliği gibi belirtilere neden olabilir.Guatr için hangi bölüme gidilir?Guatr için dahiliye yani iç hastalıkları bölümüne başvurabilirsiniz.Guatr hastalığı kadın ve erkeklerde görülme sıklığı nedir?Guatr hastalığı kadınlarda erkeklerden daha sık görülür. Özellikle hamilelik dönemlerinde hormonlardan dolayı kadınlarda daha sık görülür.Guatr hastalığı hangi durumlarda ameliyat edilir?Medikal tedaviye rağmen büyüyen guatr, nefes darlığı ve yutma güçlüğü olan, kozmetik olarak boynundaki görüntüden rahatsız olanlar ve kanser şüphesi olan guatr hastaları ameliyat edilmelidir.Guatr hastalığından korunmak için beslenme nasıl olmalıdır?Guatr hastalığının en sık nedeni iyot eksikliği olduğu için iyotlu gıdalar tüketmek önemlidir. Guatrojen besinler arasında lahana yer aldığı için guatrı olan hastaların lahana tüketmemesi önemlidir.Guatr nerede olur?Guatr, tiroid bezinin büyümesine bağlı olarak görülür. Tiroid bezi boyun bölgesinde ön tarafta adem elması yani gırtlak çıkıntısının hemen altında bulunur. Bu sebeple guatrın en belirgin belirtisi boynun ön kısmında görülen ve fark edilen kitledir.Guatr hastalığı kaç yaşında olur?Guatr her yaş grubundan insanı etkileme potansiyeline sahip bir hastalıktır ancak 40 yaş üstü kişilerde daha yaygın olarak görülür.Guatr doğuştan mı olur?Guatr, doğuştan ortaya çıkarak kişinin yaşamını ilerleyen dönemlerde etkileyebilir. Doğuştan görülen guatr genellikle bebeklik döneminde fark edilir ve farklı faktörlerden kaynaklanabilir.Guatr kilo aldırır mı?Guatr, kişinin genel sağlığına, yaşam biçimine bağlı olarak kilo alımına neden olabilir. Bu noktada guatrın altında yatan neden önemlidir. Guatr hipotiroidizm (tiroid bezinin az çalışması) nedeniyle oluşmuşsa tek başına kilo aldırmayabilir. Tiroid bezinin hormon üretimindeki dengesizlikler bu soruna yol açarak kilo alımına zemin hazırlayabilir.Guatr ve tiroid aynı şey mi?Guatr ve tiroid aynı şey değildir fakat birbiriyle bağlantılıdır. Tiroid, vücutta boynun ön tarafında bulunan ve vücudun metabolizmasını düzenleyen T3 (triiodotironin) ve T4 (tiroksin) hormonlarını üreten bir bez olarak bilinir. Bu bez sayesinde kişinin enerji üretimi, kalp atış hızı, sindirim ve vücut sıcaklığı gibi hayati fonksiyonları dengelenir. Guatr ise, tiroid bezinin anormal şekilde büyümesi durumudur. Guatr, kendi başına bir hastalık değil olarak ortaya çıkmak tiroid bezinde oluşan bir sorunun belirtisi olarak kendini gösterir. İyot eksikliği, hormon dengesizlikleri veya otoimmün hastalıklar nedeniyle gelişebilir.Guatr sırt ağrısı yapar mı?Guatr, ilk aşamada boyun bölgesinde şişlik ve büyüme şeklinde kendini gösterebilir. Bu durum ilerlediğinde ise çevre yapılara baskı yaparak, gırtlak, soluk borusu ve sinirlere etki eder. Bu baskı özellikle boyun ve üst sırt bölgesinde ağrılara neden olabilir. Aynı zamanda kişinin duruşu nedeniyle de sırt ağrısı şiddetlenebilir. Doğrudan guatr sırt ağrısına neden olmasa da, büyümesiyle ve çevresindeki yapılar üzerindeki etkisi nedeniyle bu tür rahatsızlıkların ortaya çıkmasına zemin hazırlar.Guatr tedavi edilmezse ne olur?Guatr tedavi edilmediği durumda zaman içerisinde büyüyerek çeşitli sağlık problemlerine sebebiyet verebilir. Tiroid bezinde şişkinlik artarak kişinin nefes darlığı çekmesine ve yutma güçlüğü yaşamasına neden olur. Bunun yanında metabolizma üzerinde olumsuz etkilere yol açarak kilo alımı, yorgunluk, depresyon ve soğuk intoleransı gibi semptomları oluşturur. Uzun vadede guatr tedavi edilmezse tiroid kanseri gibi daha ciddi durumların gelişme riskini de artırabilir.Guatrda ne zaman ameliyat olmak gerekiyor?Guatr ameliyatlarının çoğunda amaç kanser riskine karşı tedbir almaktır. Kişide guatr hastalığının bir türü olabilir, bir veya birden fazla nodül de bulunabilir. Ancak ilaç tedavisi dışında, tiroit bezinin bir bölümünün veya tamamının alındığı bir cerrahi girişim, sadece kanser riski olabileceğini belirten bir takım patolojiler varsa tercih edilmektedir. Diğer yandan, ameliyat sonrasında geriye kalan tiroit dokusunda hastalığın tekrarlama riski de bulunmaktadır.Ameliyat gereken durumlarda, ameliyattan sonra hastalıktan kurtulmak mümkün mü?Guatr ameliyatı olan hastalar daha sık kontrol edilmelidir. Çünkü alınan dokunun neden olduğu hormonal eksikliğin karşılanması için uygulanan hormon tedavisinin yeterli olup olmadığına en az 6 ayda bir bakılmalıdır. Öte yandan, kanser riski taşımayan ve tiroidin alınmadığı guatr vakalarında, hasta hayatının sonuna kadar ya tedavi almalı ya da doktorunun yönlendirmesi doğrultusunda sadece takip edilmelidir.
Guatr Nedir?Guatr, kelebek şeklindeki tiroid bezinin düzensiz ve anormal bir şekilde büyümesiyle oluşan yumru veya şişkinliktir. Tiroidin tamamı büyüyebilir ya da tiroid nodülü adı verilen küçük topaklar gelişebilir.Tiroid bezi, boyun bölgesinde adem elmasının altında bulunan küçük, bir endokrin bezidir. Tiroid bezi, tiroksin (T4) ve triiyodotironin (T3) hormonlarını üretir. Bu hormonlar vücudun metabolizması, vücut ısısı, ruh hali, sindirim sistemi ve kalp atış hızı üzerinde önemli rol oynar.Guatr, vücutta düzensiz miktardaki tiroid hormonuyla (hipertiroidizm veya hipotiroidizm) ya da normal tiroid hormonu seviyeleriyle (ötiroidizm) ile ilişkilendirilir. Guatr nedene bağlı olarak ortaya çıkar ve sebebine bağlı şekilde tedavi edilir.Genel olarak guatr, tiroid bezinin büyümesi şeklinde tanımlanabilir ya da tiroidde nodül adı verilen bir veya daha fazla yumru oluşturan düzensiz hücre büyümesinin sonucu olarak değerlendirilir. Bazı durumlarda, guatr tiroidin performansını etkilemez anca çoğu vakada tiroid hormonlarında artışa veya azalmaya yol açabilir. Guatrı olan çoğu kişide boyun tabanında şişlik dışında hiçbir belirti görülmez. Meydana gelen birçok guatr o kadar küçük bir şekilde meydana gelir ki yalnızca tıbbi muayene veya başka bir rahatsızlık için görüntüleme testi sırasında ortaya çıkar. Diğer belirtiler tiroid fonksiyonunun değişip değişmediğine, guatrın ne kadar hızlı büyüdüğüne ve nefes almayı engelleyip engellemediğine bağlı olarak görülür. Guatr tedavisi ise guatrın büyüklüğüne, semptomlarına ve nedenine göre şekillenir. Guatr küçükse ve tiroid fonksiyonu sağlıklı bir şekilde sürüyorsa düzenli kontrollerle tiroidin durumu takip edilir ve bekle-gör yaklaşımı önerilebilir. Guatr eğer tiroid sorunlarına neden oluyorsa, ilaç, ameliyat veya radyoaktif iyot tedavisi alternatif seçenekler arasındadır.Guatr Türleri Nelerdir?Guatr, büyüme şekli ve tiroid hormon düzensizliğine bağlı olarak farklı türleri görülür. Guatrın nasıl büyüdüğüne bağlı olarak şu türler ortaya çıkar:Basit (yaygın) guatrBasit guatr olarak bilinen bu türde, tiroid bezi tamamı şiştiğinde ve dokunulduğunda pürüzsüz bir his vermesiyle ortaya çıkar.Nodüler guatrNodüler guatr, tiroid bezinde nodül adı verilen katı veya sıvı dolu bir yumru meydana geldiğinde ya da topak hissedildiğinde meydana gelir.Multinodüler guatr Tiroid bezinden birden fazla sayıda nodül olduğunda görülür. Bu durum yalnızca muayene veya taramalarla keşfedilebilir.Bunun yanında tiroid anormal şekilde büyüdüğünde ve çok fazla tiroid hormonu üretildiğinde zehirli guart oluşabilir. Eğer tiroid büyür, seviyeler normalse toksik olmayan guatr olarak tanımlanır.Zehirli guatrZehirli guatr, tiroid bezinin büyüyüp çok fazla tiroid hormonu üretmesi sonucunda ortaya çıkar. Daha sık tuvalete çıkma, sıcağa tahammülsüzlük, iştah artışı, sık terleme, titreme, kadınlarda adet dönemlerinde düzensizlik, sinirli ve huzursuz olma, kilo kaybı ve kas krampları zehirli guatrın belirtileridir.Toksik olmayan guatrEğer genişlemiş bir tiroid söz konusuysa ancak tiroid seviyeleri normal değerlerde çıkıyorsa (ötiroid), bu durum toksik olmayan bir guatrdır. Başka bir deyişle, hipertiroidizm (aşırı aktif tiroid) veya hipotiroidizm (az aktif tiroid) hastalığının olmadığı anlamına gelir.Guatr Neden Olur?Guatr, tiroid bezinde yer alan hücrelerin, tiroid hormonu üretimini engelleyen herhangi bir sürece karşı adaptif bir reaksiyonu oluşturması ve en yaygın görülen iyot eksikliğinden dolayı meydana gelir. Guatrın nedenleri şöyle sıralanır:İyot eksikliğiTiroid, tiroid hormonu üretmek için iyota ihtiyaç duyar. Beslenme şeklinizde yeteri kadar iyot yoksa tiroid hormonu üretmek için daha fazla çalışır. Bu da tiroid bezinin anormal şekilde büyümesine neden olarak guatr oluşturur. Beslenme düzenine deniz ürünleri, süt ürünleri ve iyotlu tuz ekleyerek önerilen miktarda iyotu almak mümkündür.Graves hastalığıGraves hastalığı, bağışıklık sisteminin tiroide saldırması ve ardından büyümesine neden olması sonucunda ortaya çıkan otoimmün hastalıktır. Graves hastalığı bunun yanında tedavi gerektiren hipertiroidizme de neden olmaktadır.Hashimoto hastalığıHashimoto, tiroid bezinin iltihaplanmasına sebep olarak oluşan otoimmün bir hastalıktır. Hashimoto hastalığı olanlarda tiroid bezi boyutunda büyüme meydana gelir. Hashimoto nedeniyle oluşan guatr genellikle kendiliğinden iyileşir. Bazı Hashimoto hastalığı olanlarda tiroid hormonu ile tedavisi gerekebilir.Tiroid kanseri Tiroid bezi kanseri sıklıkla tiroidin büyümesine neden olarak guatr gelişmesine zemin hazırlar.HamilelikHamilelik döneminde plasenta tarafından üretilen bir hormon olan hCG (insan koryonik gonadotropin), tiroidinin büyümesine neden olabilmektedir.TiroiditTiroid bezinin iltihaplanması sonucunda ortaya çıkan ve tiroid bezinin büyümesine neden olan durumdur.Guatr Belirtileri Nelerdir?Guatr genellikle boynun alt ön tarafında görülür. Guatr hastalığını gösteren en yaygın belirtiler adem elması olarak bilinen boğazın altındaki bölgede şişlik, kolları başın üzerine kaldırınca baş dönmesi, yutma güçlüğü, öksürük, nefes darlığı, boğaz ağrısı ve ses değişikliğidir. Guatrla ilişkili olabilen tiroid hormonlarının üretimindeki değişikliklerde bir çok belirtiye neden olabilmektedir. Hormonların az çalışması durumunda uyku hali, ciltte kuruluk, kabızlık, soğuğa karşı hassasiyet ve yorgunluk görülürken, fazla salgılandığında ise iştah artışına rağmen kilo kaybı, ısı hassasiyeti, asabiyet, terleme ve titreme ile bağırsak hareketlerinde sıklaşma görülür.Guatr belirtileri şunlardır:Aşırı aktif tiroid söz konusu ise, taşikardi, ishal, kilo kaybı, terleme ve gerginlikte guatr belirtileri arasında yer alır.Guatr Teşhisi Nasıl Olur?Uzman doktor fizik muayenenin ardından tiroid bezinin büyüdüğünü hissederse guatr teşhisini koyabilir. Guatr teşhisinin konması da tiroid bezinde sorun olduğunu göstergesi olduğu için sorunun ne olduğu araştırılmalıdır. Guatrın teşhisi ve tanısı için şu testlerden yararlanılır:Guatr Tedavisi Nasıl Olur?Guatr hastalığının tedavisi, tiroid bezinin ne kadar büyüdüğüne, hastada görülen belirtilerin şiddetine ve guatrın altında yatan sebebe göre değişiklik gösterir. Uygulanacak tedavi yöntemleri ilaç kullanımından cerrahi müdahaleye kadar farklılık gösterebilir. Guatr iyot eksikliğine bağlı olarak görüldüğü surumda hastaya iyot takviyesi yapılara tedavi edilebilir. Eğer tiroid bezi çok büyüme göstererek nefes alma veya yutma güçlüğüne neden oluyorsa, tiroidektomi adı verilen cerrahi müdahale ile tiroid bezinin bir kısmı veya tamamı alınabilir.Guatr tedavisi şunları içerir:İlaç tedavisiGuatrın nedeni az aktif tiroid yani hipotiroidizm olduğunda uzman doktor buna yönelik ilaç verebilir. Guatrın nedeni aşırı aktif tiroid yani hipertiroidizm ise başka ilaçlar reçete edilir.Radyoaktif iyot tedavisiHipotiroidizm durumlarında kullanılan bu tedavi, radyoaktif iyotun ağızdan alınmasını barındırır. İyot tiroid bezinize giderek hücreleri öldürür ve bezi küçülmesini sağlar.Guatr ameliyatıUzman doktor büyüyen tiroid bezinin tamamını veya bir kısmını çıkarmak için ameliyat önerebilir. Guatrın büyük olması ve nefes alma, yutkunma sorunlarının neden olması durumunda ameliyata ihtiyaç duyulabilir. Bunun yanında nodülleri çıkarmak için de cerrahi müdahaleden yararlanılabilir.Guatr küçük ve rahatsız edici olmadığı durumlarda tedavi edilmesine gerek duyulmayabilir. Fakat tiroid bezinin takip edilmesi önemlidir.Guatr Nasıl Önlenir?İyot eksikliği kaynaklı olarak ortaya çıkan guatr hastalığını önlemek için ilk olarak yaşam tarzında ve beslenmede değişikliğe gitmek gerekebilir. Bunun için orantılı olarak balık, süt ürünler, iyotlu sofra tuzu tüketimi önemlidir. İyot açısından zengin bir beslenme şeklini benimseyen kişileri guatra karşı önlem alabilir. Vücuttaki tiroide bezinin sağlıklı çalışması için iyota ihtiyaç duyulur. Bunun sağlanması durumunda tiroid fonksiyonlarını yerine getirerek guatr riskinin azalmasını sağlar.Guatr hastalığının önlemenin yolları şöyle sıralanabilir:Guatr kimleri etkiler?Herkes guatr sorunuyla karşı karşı kalabilir ancak kadınlarda erkeklere oranla guatr görülme riski daha fazladır. Bunun yanı sıra guatr geliştirme riski yaş ilerledikçe de artar. Özellikle 40 yaşından sonra daha yaygın olarak görülen bir hastalık olarak değerlendirilir. Aşağıdaki rahatsızlıklardan herhangi birine sahip olan kişilerde guatr riski daha yüksektir. Ayrıca, baş ve boyun bölgesi tıbbi tedaviler nedeniyle radyasyona maruz kaldıysa ve/veya tiroid hastalığı olan bir aile öyküsü varsa guatr geliştirme riskiniz daha yüksek olur.Guatr Hakkında Sık Sorulan SorularGuatr nasıl bir hastalıktır?Tiroid bezinin düzensiz olarak büyümesi guatr hastalığı olarak tanımlanır. Guatr, eğer tiroidin aşırı büyümesiyle ortaya çıkan hipertiroidizm kaynaklıysa zehirli şeklinde tanımlanır. Bilinenin aksine bir tümör veya kanser değildir.Zehirli guatr belirtileri nelerdir?Zehirli guatr, bağırsak hareketlerinde artış nedeniyle daha sık tuvalete çıkma, yorgunluk,sinirli olma, iştahta artışa rağmen kilo verme, ısıya karşı hassasiyetin artması, terleme, kas ağrıları ve kalp çarpıntısı gibi belirtilere neden olur.Guatr tehlikeli midir? Guatr, yaygın olarak görülen, tehlikeli olmayan bir hastalık türüdür. Tiroid bezinin büyümesinin sebebi tiroid kanseri olmadığı sürece tedavi edilebilir bir sağlık durumudur.Zehirli guatr belirtileri nelerdir?Zehirli guatr belirtileri, kişide anksiyete, kilo kaybı, sık terleme ve adet düzensizliği gibi belirtilere neden olabilir.Guatr için hangi bölüme gidilir?Guatr için dahiliye yani iç hastalıkları bölümüne başvurabilirsiniz.Guatr hastalığı kadın ve erkeklerde görülme sıklığı nedir?Guatr hastalığı kadınlarda erkeklerden daha sık görülür. Özellikle hamilelik dönemlerinde hormonlardan dolayı kadınlarda daha sık görülür.Guatr hastalığı hangi durumlarda ameliyat edilir?Medikal tedaviye rağmen büyüyen guatr, nefes darlığı ve yutma güçlüğü olan, kozmetik olarak boynundaki görüntüden rahatsız olanlar ve kanser şüphesi olan guatr hastaları ameliyat edilmelidir.Guatr hastalığından korunmak için beslenme nasıl olmalıdır?Guatr hastalığının en sık nedeni iyot eksikliği olduğu için iyotlu gıdalar tüketmek önemlidir. Guatrojen besinler arasında lahana yer aldığı için guatrı olan hastaların lahana tüketmemesi önemlidir.Guatr nerede olur?Guatr, tiroid bezinin büyümesine bağlı olarak görülür. Tiroid bezi boyun bölgesinde ön tarafta adem elması yani gırtlak çıkıntısının hemen altında bulunur. Bu sebeple guatrın en belirgin belirtisi boynun ön kısmında görülen ve fark edilen kitledir.Guatr hastalığı kaç yaşında olur?Guatr her yaş grubundan insanı etkileme potansiyeline sahip bir hastalıktır ancak 40 yaş üstü kişilerde daha yaygın olarak görülür.Guatr doğuştan mı olur?Guatr, doğuştan ortaya çıkarak kişinin yaşamını ilerleyen dönemlerde etkileyebilir. Doğuştan görülen guatr genellikle bebeklik döneminde fark edilir ve farklı faktörlerden kaynaklanabilir.Guatr kilo aldırır mı?Guatr, kişinin genel sağlığına, yaşam biçimine bağlı olarak kilo alımına neden olabilir. Bu noktada guatrın altında yatan neden önemlidir. Guatr hipotiroidizm (tiroid bezinin az çalışması) nedeniyle oluşmuşsa tek başına kilo aldırmayabilir. Tiroid bezinin hormon üretimindeki dengesizlikler bu soruna yol açarak kilo alımına zemin hazırlayabilir.Guatr ve tiroid aynı şey mi?Guatr ve tiroid aynı şey değildir fakat birbiriyle bağlantılıdır. Tiroid, vücutta boynun ön tarafında bulunan ve vücudun metabolizmasını düzenleyen T3 (triiodotironin) ve T4 (tiroksin) hormonlarını üreten bir bez olarak bilinir. Bu bez sayesinde kişinin enerji üretimi, kalp atış hızı, sindirim ve vücut sıcaklığı gibi hayati fonksiyonları dengelenir. Guatr ise, tiroid bezinin anormal şekilde büyümesi durumudur. Guatr, kendi başına bir hastalık değil olarak ortaya çıkmak tiroid bezinde oluşan bir sorunun belirtisi olarak kendini gösterir. İyot eksikliği, hormon dengesizlikleri veya otoimmün hastalıklar nedeniyle gelişebilir.Guatr sırt ağrısı yapar mı?Guatr, ilk aşamada boyun bölgesinde şişlik ve büyüme şeklinde kendini gösterebilir. Bu durum ilerlediğinde ise çevre yapılara baskı yaparak, gırtlak, soluk borusu ve sinirlere etki eder. Bu baskı özellikle boyun ve üst sırt bölgesinde ağrılara neden olabilir. Aynı zamanda kişinin duruşu nedeniyle de sırt ağrısı şiddetlenebilir. Doğrudan guatr sırt ağrısına neden olmasa da, büyümesiyle ve çevresindeki yapılar üzerindeki etkisi nedeniyle bu tür rahatsızlıkların ortaya çıkmasına zemin hazırlar.Guatr tedavi edilmezse ne olur?Guatr tedavi edilmediği durumda zaman içerisinde büyüyerek çeşitli sağlık problemlerine sebebiyet verebilir. Tiroid bezinde şişkinlik artarak kişinin nefes darlığı çekmesine ve yutma güçlüğü yaşamasına neden olur. Bunun yanında metabolizma üzerinde olumsuz etkilere yol açarak kilo alımı, yorgunluk, depresyon ve soğuk intoleransı gibi semptomları oluşturur. Uzun vadede guatr tedavi edilmezse tiroid kanseri gibi daha ciddi durumların gelişme riskini de artırabilir.Guatrda ne zaman ameliyat olmak gerekiyor?Guatr ameliyatlarının çoğunda amaç kanser riskine karşı tedbir almaktır. Kişide guatr hastalığının bir türü olabilir, bir veya birden fazla nodül de bulunabilir. Ancak ilaç tedavisi dışında, tiroit bezinin bir bölümünün veya tamamının alındığı bir cerrahi girişim, sadece kanser riski olabileceğini belirten bir takım patolojiler varsa tercih edilmektedir. Diğer yandan, ameliyat sonrasında geriye kalan tiroit dokusunda hastalığın tekrarlama riski de bulunmaktadır.Ameliyat gereken durumlarda, ameliyattan sonra hastalıktan kurtulmak mümkün mü?Guatr ameliyatı olan hastalar daha sık kontrol edilmelidir. Çünkü alınan dokunun neden olduğu hormonal eksikliğin karşılanması için uygulanan hormon tedavisinin yeterli olup olmadığına en az 6 ayda bir bakılmalıdır. Öte yandan, kanser riski taşımayan ve tiroidin alınmadığı guatr vakalarında, hasta hayatının sonuna kadar ya tedavi almalı ya da doktorunun yönlendirmesi doğrultusunda sadece takip edilmelidir. | 11,521 |
353 | Hastalıklar | Guillain-Barre Sendromu Nedir? Belirtileri, Nedenleri ve Tedavisi | Guillain-Barre sendromu, vücudun bağışıklık sisteminin sinirlere saldırdığı, kol ve bacaklarda güçsüzlük ile karıncalanmaya neden olan, vücudu felç edebilme riski taşıyan bir nörolojik hastalıktır. Guillain-Barre sendromunda immün sistemin hedefi periferik sinirlerin miyelin kılıfıdır. Hastaların büyük kısmında sendromun gelişmesinden önceki 1-4 haftalık süre içerisinde geçirilen bir üst solunum yolu ya da gastrointestinal sistem enfeksiyonu, cerrahi girişim ya da aşılanma gibi bir olay vardır. Öncesinde hastalığı tetikleyen enfeksiyonlardan en sık görüleni ise Campylobacter Jejuni enfeksiyonudur.Guillain-Barre sendromu, vücudun bağışıklık sisteminin sinirlere saldırdığı, kol ve bacaklarda güçsüzlük ile karıncalanmaya neden olan, vücudu felç edebilme riski taşıyan bir nörolojik hastalıktır. Guillain-Barre sendromunda immün sistemin hedefi periferik sinirlerin miyelin kılıfıdır. Hastaların büyük kısmında sendromun gelişmesinden önceki 1-4 haftalık süre içerisinde geçirilen bir üst solunum yolu ya da gastrointestinal sistem enfeksiyonu, cerrahi girişim ya da aşılanma gibi bir olay vardır. Öncesinde hastalığı tetikleyen enfeksiyonlardan en sık görüleni ise Campylobacter Jejuni enfeksiyonudur.
Guillain-Barre Sendromu Nedir?Guillain Barre Sendromu (GBS), kişinin bağışıklık sisteminin periferik sinir sistemine saldırması sonucu, vücutta kas güçsüzlüğüne, refleks kaybına, uyuşma ve karıncalanmaya sebep olan ve geçici felç hali yaratabilen nörolojik bir hastalıktır. Hastalığın en sık yerleşme şekli, simetrik olarak bacaklardan başlayıp kollara, daha sonra yüze, orofaringeal kaslara ve ağır olgularda solunum kaslarına doğru yükselen kas kuvvetsizliği ile olur. Hastalarda eşlik eden duyusal yakınmalar genel olarak daha geri plandadır ve ekstremite uçlarında uyuşma, karıncalanma ya da sırt, bel ve bacak ağrıları şeklindedir. Çocukluktan ileri yaşlara kadar her yaş grubunda meydana gelebilen otoimmün kökenli bir hastalıktır. Guillain-Barre Sendromunun Belirtileri Nelerdir?Guillain-Barre Sendromu ayaklardan başlayarak bacaklara ve vücudun üst kısımlarına yayılım gösteren kuvvetsizlik ve duysal bozukluklarla ortaya çıkar. Yorgunluk gibi hafif belirtiler de görülebileceği gibi yutma güçlüğü, nefes almada zorluk, ciddi kas kuvvetsizlikleri gibi ciddi sorunlarla da karşı karşıya kalınabilir. Hastalığın belirtileri günler içinde ve yaklaşık 4 haftaya kadar ilerleyici seyir gösterebilir.Guillain-Barre Sendromu belirtileri şunlardır: Bacaklardan başlayarak vücudun üst kısmına yayılan, simetrik kas güçsüzlüğü Ellerde ve bacaklarda karıncalanma, iğne batma ve uyuşukluk hissi Yürüme güçlüğü, merdiven çıkamama hali Konuşma bozukluğu Yutma güçlüğü İdrar yapmada ya da tutmada güçlük yaşama Hiptansiyon ya da hipertansiyon. Kalp ritim bozuklukları Solunum sıkıntısı Fasial paralizi (yüz felci)Guillain-Barre Sendromunun Risk Faktörleri Nelerdir?Guillain-Barre Sendromu hastalarının %90 kadarında hastalığın 1-3 hafta öncesinde geçirilmiş bir üst solunum yolu enfeksiyonu ya da gastrointestinal sistem enfeksiyonu söz konusudur. En sık olarak belirlenen enfeksiyon ajanı Campylobacter jejuni’dir.Guillain-Barre sendromunu tetikleyen nedenler şunlardır: Campylobacter (Kampilobakter) Jejuni bakterisi Sitomegalovirus (CMV) adı verilen bir virüs Epstein Barr Virüsü (EBV) Sitomegalovirüs (CMV) Haemophilus İnfluenza virüsü Mikoplazma pnömonisi ( bakteriyel bir pnömoni şekli) Hepatit A,B,C,E HIV ve Herpesvirüs enfeksiyonları Aşılanma (influenza, kuduz, tetanoz vs.) Cerrahi girişimler Bazı ilaçların kullanımı Koronavirus enfeksiyonu ve aşılarıAşılar ile Guillain-Barre sendromu arasında ilişki bulunuyor gibi görünse de, riskin çok düşük olduğu akılda bulundurulmalıdır. Örneğin influenza ya da Covid aşıları ile GBS gelişme riskinde küçük bir artış olabileceği düşünülse de, bunun hastalığın kendisi ile oluşabilecek tüm sağlık risklerine oranla daha düşük olduğu bilinmelidir. Ayrıca bu aşılardan ziyade mevcut hastalığın geçirilmesi GBS oluşması açısından daha yüksek risklidir. Ancak aşılama sonrası GBS gelişen durumlarda, aşılamanın tetikleyici olduğu düşünülüyor ise nüks riskini düşürmek için aynı aşının uygulanılmasından kaçınmak gerekir.Guillain-Barre Sendromu Nasıl Teşhis Edilir?Guillain-Barre Sendromu tanısında ayrıntılı tıbbi öykü sonrası yapılacak ayrıntılı nörolojik muayene esastır. Nörolojik muayenede kaslardaki güçsüzlük ve derin tendon reflekslerinin kaybı yol göstericidir. GBS tanısı konulmasına en çok yardımcı olacak laboratuar testleri ise EMG (elektromiyografi) ile lomber ponksiyonla yapılan beyin omurilik sıvısı (BOS) incelemesidir.EMG’de F yanıtlarında kayıp ve demiyelinizasyonla seyreden polinöropatiyi gösteren elektrofizyolojik belirtiler beklenir.BOS incelemesinde ise protein düzeyinde artış olurken hücre sayısında artış görülmez.Guillain-Barre Sendromu TedavisiGBS tanısından şüphe edildiği takdirde, klinik seyir ilerleyici olabileceği için hastane yatışı hemen yapılmalıdır. Kaslarda güçsüzlüğe ek olarak yutma ve solunum güçlüğü yakın takip edilmeli ve gerekli hallerde solunum desteği gerekliliği olabileceği akılda bulundurulmalıdır. Kalp hızındaki ve kalp basıncındaki değişiklikler hayatı tehdit edebileceği için yine yakın takip edilmelidir.GBS’nin tedavisinde intravenöz immunglobulin (IVIG) ya da plazmaferez kullanılabilir. Bu iki tedavinin birbirine üstünlüğü bulunmamakla beraber tedaviye daha erken başlanması daha yüksek etkinlik sağlamaktadır.Plazmaferez işleminde yapılan plazma değişimi ile kanda bulunan ve sinir dokularına zarar veren otoantikorlar temizlenirken, IVIG tedavisinde ise sağlıklı vericilerin plazmasından saflaştırılmış yüksek antikor konsantrasyonları hastaya damar yolundan verilerek otoantikorların sinir hücrelerine zarar vermesinin engellenmesi hedeflenmektedir.Hastalık belirtileri geri dönüşlü olmakla beraber bazı hastalarda kalıcı hasar da gözlenebilmektedir.Hastalık seyrini ağırlaştıran başlıca faktörler şunlardır; İleri yaş Ek ciddi tıbbi bir hastalık bulunması Guillain-Barre sendromu belirtilerinin ağır ve hızlı seyretmesi Tanı konulan ilk haftada solunum desteği gereksinimi olmasıdır.Tıbbi tedavi sonrası Guillain-Barre sendromu hastaların büyük çoğunluğu tama yakın iyileşir ve yaklaşık 3 ay içerisinde yardımsız mobilize olmaya başlayabilirler. Kalıcı kas güçsüzlüğü, yürüme güçlüğü olan hastalarda ise fizik tedavi ve rehabilitasyon ek fayda sağlamaktadır.Guillain-Barre Sendromu ile İlgili Sık Sorulan SorularGuillain-Barre sendromu kendiliğinden geçer mi?GBS kendiliğinden düzelecek bir hastalık değildir. Mutlaka doktor gözetiminde hastane yatışı ve takibi gerektirir. İlerleyici olması ve hayatı tehdit edebilecek bir seyir gösterebilmesi nedeniyle erken tanı ve tıbbi tedavi mutlaka gereklidir.Guillain-Barre sendromuna iyi gelebilecek alternatif bir yöntem var mı?Hastalığın tedavisi etkin immünolojik tedaviler (IVIG ve plazmaferez) ve destek (solunum desteği, fizik tedavi vb. ) tedavilerdir. Bunların dışında alternatif bir yöntem bulunmamaktadır.
Guillain-Barre Sendromu Nedir?Guillain Barre Sendromu (GBS), kişinin bağışıklık sisteminin periferik sinir sistemine saldırması sonucu, vücutta kas güçsüzlüğüne, refleks kaybına, uyuşma ve karıncalanmaya sebep olan ve geçici felç hali yaratabilen nörolojik bir hastalıktır. Hastalığın en sık yerleşme şekli, simetrik olarak bacaklardan başlayıp kollara, daha sonra yüze, orofaringeal kaslara ve ağır olgularda solunum kaslarına doğru yükselen kas kuvvetsizliği ile olur. Hastalarda eşlik eden duyusal yakınmalar genel olarak daha geri plandadır ve ekstremite uçlarında uyuşma, karıncalanma ya da sırt, bel ve bacak ağrıları şeklindedir. Çocukluktan ileri yaşlara kadar her yaş grubunda meydana gelebilen otoimmün kökenli bir hastalıktır. Guillain-Barre Sendromunun Belirtileri Nelerdir?Guillain-Barre Sendromu ayaklardan başlayarak bacaklara ve vücudun üst kısımlarına yayılım gösteren kuvvetsizlik ve duysal bozukluklarla ortaya çıkar. Yorgunluk gibi hafif belirtiler de görülebileceği gibi yutma güçlüğü, nefes almada zorluk, ciddi kas kuvvetsizlikleri gibi ciddi sorunlarla da karşı karşıya kalınabilir. Hastalığın belirtileri günler içinde ve yaklaşık 4 haftaya kadar ilerleyici seyir gösterebilir.Guillain-Barre Sendromu belirtileri şunlardır:Guillain-Barre Sendromunun Risk Faktörleri Nelerdir?Guillain-Barre Sendromu hastalarının %90 kadarında hastalığın 1-3 hafta öncesinde geçirilmiş bir üst solunum yolu enfeksiyonu ya da gastrointestinal sistem enfeksiyonu söz konusudur. En sık olarak belirlenen enfeksiyon ajanı Campylobacter jejuni’dir.Guillain-Barre sendromunu tetikleyen nedenler şunlardır:Aşılar ile Guillain-Barre sendromu arasında ilişki bulunuyor gibi görünse de, riskin çok düşük olduğu akılda bulundurulmalıdır. Örneğin influenza ya da Covid aşıları ile GBS gelişme riskinde küçük bir artış olabileceği düşünülse de, bunun hastalığın kendisi ile oluşabilecek tüm sağlık risklerine oranla daha düşük olduğu bilinmelidir. Ayrıca bu aşılardan ziyade mevcut hastalığın geçirilmesi GBS oluşması açısından daha yüksek risklidir. Ancak aşılama sonrası GBS gelişen durumlarda, aşılamanın tetikleyici olduğu düşünülüyor ise nüks riskini düşürmek için aynı aşının uygulanılmasından kaçınmak gerekir.Guillain-Barre Sendromu Nasıl Teşhis Edilir?Guillain-Barre Sendromu tanısında ayrıntılı tıbbi öykü sonrası yapılacak ayrıntılı nörolojik muayene esastır. Nörolojik muayenede kaslardaki güçsüzlük ve derin tendon reflekslerinin kaybı yol göstericidir. GBS tanısı konulmasına en çok yardımcı olacak laboratuar testleri ise EMG (elektromiyografi) ile lomber ponksiyonla yapılan beyin omurilik sıvısı (BOS) incelemesidir.EMG’de F yanıtlarında kayıp ve demiyelinizasyonla seyreden polinöropatiyi gösteren elektrofizyolojik belirtiler beklenir.BOS incelemesinde ise protein düzeyinde artış olurken hücre sayısında artış görülmez.Guillain-Barre Sendromu TedavisiGBS tanısından şüphe edildiği takdirde, klinik seyir ilerleyici olabileceği için hastane yatışı hemen yapılmalıdır. Kaslarda güçsüzlüğe ek olarak yutma ve solunum güçlüğü yakın takip edilmeli ve gerekli hallerde solunum desteği gerekliliği olabileceği akılda bulundurulmalıdır. Kalp hızındaki ve kalp basıncındaki değişiklikler hayatı tehdit edebileceği için yine yakın takip edilmelidir.GBS’nin tedavisinde intravenöz immunglobulin (IVIG) ya da plazmaferez kullanılabilir. Bu iki tedavinin birbirine üstünlüğü bulunmamakla beraber tedaviye daha erken başlanması daha yüksek etkinlik sağlamaktadır.Plazmaferez işleminde yapılan plazma değişimi ile kanda bulunan ve sinir dokularına zarar veren otoantikorlar temizlenirken, IVIG tedavisinde ise sağlıklı vericilerin plazmasından saflaştırılmış yüksek antikor konsantrasyonları hastaya damar yolundan verilerek otoantikorların sinir hücrelerine zarar vermesinin engellenmesi hedeflenmektedir.Hastalık belirtileri geri dönüşlü olmakla beraber bazı hastalarda kalıcı hasar da gözlenebilmektedir.Hastalık seyrini ağırlaştıran başlıca faktörler şunlardır;Tıbbi tedavi sonrası Guillain-Barre sendromu hastaların büyük çoğunluğu tama yakın iyileşir ve yaklaşık 3 ay içerisinde yardımsız mobilize olmaya başlayabilirler. Kalıcı kas güçsüzlüğü, yürüme güçlüğü olan hastalarda ise fizik tedavi ve rehabilitasyon ek fayda sağlamaktadır.Guillain-Barre Sendromu ile İlgili Sık Sorulan SorularGuillain-Barre sendromu kendiliğinden geçer mi?GBS kendiliğinden düzelecek bir hastalık değildir. Mutlaka doktor gözetiminde hastane yatışı ve takibi gerektirir. İlerleyici olması ve hayatı tehdit edebilecek bir seyir gösterebilmesi nedeniyle erken tanı ve tıbbi tedavi mutlaka gereklidir.Guillain-Barre sendromuna iyi gelebilecek alternatif bir yöntem var mı?Hastalığın tedavisi etkin immünolojik tedaviler (IVIG ve plazmaferez) ve destek (solunum desteği, fizik tedavi vb. ) tedavilerdir. Bunların dışında alternatif bir yöntem bulunmamaktadır. | 4,535 |
354 | Hastalıklar | Graves Hastalığı | Graves hastalığı, hipertiroidi olarak bilinen tiroid hormonunun fazla çalışmasına neden olan otoimmün bir hastalıktır. Vücudun en önemli bölgelerinden biri olan ve kişinin enerjisinden metabolizma hızının ayarlanmasına kadar birçok kritik işleve sahip olan tiroid hormonunun sağlıksız bir şekilde çalışması sağlık sorunlarına neden olduğu için graves hastalığı tedavi edilmediği takdirdi ciddi sonuçlara yol açma potansiyeline sahiptir.Graves hastalığı, hipertiroidi olarak bilinen tiroid hormonunun fazla çalışmasına neden olan otoimmün bir hastalıktır. Vücudun en önemli bölgelerinden biri olan ve kişinin enerjisinden metabolizma hızının ayarlanmasına kadar birçok kritik işleve sahip olan tiroid hormonunun sağlıksız bir şekilde çalışması sağlık sorunlarına neden olduğu için graves hastalığı tedavi edilmediği takdirdi ciddi sonuçlara yol açma potansiyeline sahiptir.
Graves Hastalığı Nedir?Graves hastalığı, tiroid bezlerinin aşırı üretimine yani hipertiroidizim olarak bilinen aşırı aktif tiroide neden olan otoimmün bir hastalıktır. Graves hastalığı en yaygın hipertiroidizm türüdür. Bağışıklık sisteminin tiroid hormonuna saldırması sonucu tiroid bezi tarafından aşırı hormon üretilmesine neden olan bir durumdur. Tiroid hormonları vücudun enerjiyi kullanma şeklini kontrol ettiği için, vücuttaki neredeyse her organı, hatta kalbin atış şeklini dahi etkiler. Graves hastalığı aşırı aktif bir tiroide neden olduğu için kalp de dahil olmak üzere kemik sağlığı ve kaslarda da problem çıkmasına neden olabilir.Kadınlara erkeklere oranla daha fazla görülen graves hastalığı, 40 yaşından küçük insanlarda daha yaygın olarak yaşanır.Graves Hastalığı Neden Olur?Graves hastalığında, bağışıklık sistemi tiroid hücrelerine bağlanan tiroid uyarıcı immünoglobulin (TSI) olarak bilinen bir antikor üretir. Tiroid stimule edici immünglobulin(TSI), hipofiz bezinde yapılan ve tiroide ne kadar tiroid hormonu yapacağını söyleyen bir hormon olan tiroid uyarıcı hormon (TSH) gibi davranır. Bu da TSI’nin tiroidinizin çok fazla tiroid hormonu yapmasına neden olur.Stres, virüs enfeksiyonları ve hamilelik yanı sıra çölyak, vitiligo ve tip 1 diyabet gibi bağışıklık sisteminizi etkileyen otoimmün hastalıklarının bulunması bağışıklık sisteminin tiroid hormonuna saldırmasına neden olan sebepler arasında yer alabilir. Zira graves hastalığında bağışıklık sistemi tiroid bezinize saldırır, bu da vücudun ihtiyaç duyduğundan daha fazla tiroid hormonu üretmesine neden olur ki bu da vücutta işlevlerin hızlanmasına neden olur.Tek bir nedene bağlı olmayan graves hastalığı, hem genetik hem de çevresel faktörlerden etkilenerek oluşabilmektedir Hipertiroidin bir çeşidi sayılan graves hastalığı tiroid hormonunu etkilemesinin yanı sıra diğer organlarda da hasar meydana getirebileceği için tedavisi oldukça önem arz etmektedir.Graves Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Kişinin vücut enerjisi, metabolizma hızı ve daha birçok konuda etkin bir rol üstlenen tiroid hormonunun aktif çalışması nedeniyle kalp sorunları başta olmak üzere graves hastalığında ortaya çıkan belirtiler şunlardır: Graves hastalığında kalp atışı hızlanır ya da düzensizleşir Titreme ve kas zayıflığı Bağırsak hareketlerinde artış Tiroid bezinin büyümesi (guatr) İştah kaybı olmaksızın kilo kaybı Terleme ve ısı hassasiyeti Adet döngüsünün bozulması Uykusuzluk Saç dökülmesi Kas zayıflığı Gözlerde şişlik Libido düşüklüğü Kaygı ve sinirlilikBunlarla birlikte olası göz problemleri de graves hastalığı belirtilerinden sayılabilir. Ayrıca nadiren de olsa graves hastalığı yaşayan kişilerde graves dermopatisi olarak adlandırılan kaval kemiğinin üzerinde deride yumrulu ve kırmızımsı bir kalınlaşma oluşabilir. Yukarıda belirtilerin belirtilere sahipseniz ve graves hastalığından şüpheleniyorsanız doktora başvurmayı ihmal etmeyin.Graves Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Graves hastalığı teşhisinde doktor genetik faktörü tespit edebilmek ailede hastalığa yakalanan olup olmadığını sorar. Ardından süreç fiziki muayene ile devam eder. Fiziki muayene sonrası graves hastalığını tespit edebilmek için bazı tıbbi test ve görüntülemeler yapılır.Graves hastalığı teşhisinde başvurulan yöntemler şunlardır:Tiroid kan testleriTiroid kan testleri, vücuttaki tiroid hormonu seviyesini ve tiroid uyarıcı hormonları olan TSH miktarlarını kontrol eder. Düşük TSH seviyesi, tiroid bezinin çok fazla hormon ürettiğinin göstergesidir.Tiroid antikor kan testleriTiroid antikor kan testleri, farkli tipte olan otoimmün tiroid koşullarının tamamlanmasına yardım eder. Graves hastalığı ile bağlantılı iki tip antikor olan TSI ve TBII’yı içerir.Tiroid taramasıAğızdan alınan radyoaktif iyot aracılığıyla tiroidin ne kadar radyoaktif iyot emdiği kontrol edilir. Yüksek seviyede çıkan iyot emilimi, graves hastalığının habercisi olabilir.Doppler ultrasonDoppler ultrason olarak bilinen test, graves hastalığına bağlı olarak artan kan akışını belirlemek için ses dalgalarını kullanır.Graves Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?Graves hastalığı tedavisinde uygulanan ilk basamak antitiroid ilaçlardır. İlaçlar dışında radyoaktif tedavi ve cerrahi müdahalenin de uygulandığı graves hastalığı, daha ileri vakalarda ameliyatla da tedavi edilebilir.Graves hastalığında uygulanan tedaviler şu şekildedir:Beta-bloker ilaçlarBeta-bloker ilaçlar graves tedavisinde tercih edilir ve kişinin kalp atış hızını düzenlemeye yarar.Antitiroid ilaçlarAntitiroid ilaçlar tiroid hormonunun üretimini durdurmaya yardımcı olur. Üretimin durması graves hastalığının durması anlamına da gelir. Bu ilaçlar nadiren de olsa deri döküntülerine ve karaciğer hastalığına sebebiyet verebilir.Radyoiyot tedavisiRadyoiyot tedavisi, hap veya sıvı form şeklinde uygulanır. 2-3 ay boyunca uygulanacak radyoaktif iyot tedavisi, tiroid bezi hücrelerini adım adım yok eder. Tiroid bezi küçüldükçe hormon seviyeleri de normale dönmüş olur.Cerrahi müdahaleTiroidektomi olarak adlandırılan cerrahi müdahale, tiroid bezinin tamamını veya bir kısmını cerrahi müdahaleyle alma işlemidir.Tüm bu tedavi seçenekleri özellikle 40 yaş altı kişilerde görülen graves hastalığını iyileştirme konusunda etkilidir.Graves Hastalığı Risk Faktörleri Nelerdir?Erkeklere oranla kadınlarda ve 40 yaş altı kişilerde daha çok görülen graves hastalığına hemen hemen herkes yakalanabilir. Ancak bazı risk faktörleri de graves hastalığına yakalanma ihtimalini artırır.Aşağıdaki risk faktörleri graves hastalığına yakalanma ihtimalini yükseltir: Genetik faktör Cinsel ilişki Yaş Otoimmün hastalıklar Stres ve kaygı Gebelik Sigara tüketimiGraves Hastalığı Hakkında Sıkça Sorulan SorularGraves iyileşir mi?Uygulanan tedavi yöntemleriyle birlikte graves hastalığı 1 yıl içinde iyileşme özelliğine sahiptir.Graves hastalığı tehlikeli mi?Graves hastalığı, tiroid hormonunun yanı sıra kalp, kemik sağlığı ve diğer organları da olumsuz etkileyebildiği için kalp atışında hızlanma ve ritim bozukluğu meydana getirebilir. Graves hastalığı tedavi edilmediği takdirde ciddi sonuçlar doğurabilir.Graves kanser midir?Otoimmün bir rahatsızlık olan graves hastalığı kanser değildir.
Graves Hastalığı Nedir?Graves hastalığı, tiroid bezlerinin aşırı üretimine yani hipertiroidizim olarak bilinen aşırı aktif tiroide neden olan otoimmün bir hastalıktır. Graves hastalığı en yaygın hipertiroidizm türüdür. Bağışıklık sisteminin tiroid hormonuna saldırması sonucu tiroid bezi tarafından aşırı hormon üretilmesine neden olan bir durumdur. Tiroid hormonları vücudun enerjiyi kullanma şeklini kontrol ettiği için, vücuttaki neredeyse her organı, hatta kalbin atış şeklini dahi etkiler. Graves hastalığı aşırı aktif bir tiroide neden olduğu için kalp de dahil olmak üzere kemik sağlığı ve kaslarda da problem çıkmasına neden olabilir.Kadınlara erkeklere oranla daha fazla görülen graves hastalığı, 40 yaşından küçük insanlarda daha yaygın olarak yaşanır.Graves Hastalığı Neden Olur?Graves hastalığında, bağışıklık sistemi tiroid hücrelerine bağlanan tiroid uyarıcı immünoglobulin (TSI) olarak bilinen bir antikor üretir. Tiroid stimule edici immünglobulin(TSI), hipofiz bezinde yapılan ve tiroide ne kadar tiroid hormonu yapacağını söyleyen bir hormon olan tiroid uyarıcı hormon (TSH) gibi davranır. Bu da TSI’nin tiroidinizin çok fazla tiroid hormonu yapmasına neden olur.Stres, virüs enfeksiyonları ve hamilelik yanı sıra çölyak, vitiligo ve tip 1 diyabet gibi bağışıklık sisteminizi etkileyen otoimmün hastalıklarının bulunması bağışıklık sisteminin tiroid hormonuna saldırmasına neden olan sebepler arasında yer alabilir. Zira graves hastalığında bağışıklık sistemi tiroid bezinize saldırır, bu da vücudun ihtiyaç duyduğundan daha fazla tiroid hormonu üretmesine neden olur ki bu da vücutta işlevlerin hızlanmasına neden olur.Tek bir nedene bağlı olmayan graves hastalığı, hem genetik hem de çevresel faktörlerden etkilenerek oluşabilmektedir Hipertiroidin bir çeşidi sayılan graves hastalığı tiroid hormonunu etkilemesinin yanı sıra diğer organlarda da hasar meydana getirebileceği için tedavisi oldukça önem arz etmektedir.Graves Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Kişinin vücut enerjisi, metabolizma hızı ve daha birçok konuda etkin bir rol üstlenen tiroid hormonunun aktif çalışması nedeniyle kalp sorunları başta olmak üzere graves hastalığında ortaya çıkan belirtiler şunlardır:Bunlarla birlikte olası göz problemleri de graves hastalığı belirtilerinden sayılabilir. Ayrıca nadiren de olsa graves hastalığı yaşayan kişilerde graves dermopatisi olarak adlandırılan kaval kemiğinin üzerinde deride yumrulu ve kırmızımsı bir kalınlaşma oluşabilir. Yukarıda belirtilerin belirtilere sahipseniz ve graves hastalığından şüpheleniyorsanız doktora başvurmayı ihmal etmeyin.Graves Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Graves hastalığı teşhisinde doktor genetik faktörü tespit edebilmek ailede hastalığa yakalanan olup olmadığını sorar. Ardından süreç fiziki muayene ile devam eder. Fiziki muayene sonrası graves hastalığını tespit edebilmek için bazı tıbbi test ve görüntülemeler yapılır.Graves hastalığı teşhisinde başvurulan yöntemler şunlardır:Tiroid kan testleriTiroid kan testleri, vücuttaki tiroid hormonu seviyesini ve tiroid uyarıcı hormonları olan TSH miktarlarını kontrol eder. Düşük TSH seviyesi, tiroid bezinin çok fazla hormon ürettiğinin göstergesidir.Tiroid antikor kan testleriTiroid antikor kan testleri, farkli tipte olan otoimmün tiroid koşullarının tamamlanmasına yardım eder. Graves hastalığı ile bağlantılı iki tip antikor olan TSI ve TBII’yı içerir.Tiroid taramasıAğızdan alınan radyoaktif iyot aracılığıyla tiroidin ne kadar radyoaktif iyot emdiği kontrol edilir. Yüksek seviyede çıkan iyot emilimi, graves hastalığının habercisi olabilir.Doppler ultrasonDoppler ultrason olarak bilinen test, graves hastalığına bağlı olarak artan kan akışını belirlemek için ses dalgalarını kullanır.Graves Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?Graves hastalığı tedavisinde uygulanan ilk basamak antitiroid ilaçlardır. İlaçlar dışında radyoaktif tedavi ve cerrahi müdahalenin de uygulandığı graves hastalığı, daha ileri vakalarda ameliyatla da tedavi edilebilir.Graves hastalığında uygulanan tedaviler şu şekildedir:Beta-bloker ilaçlarBeta-bloker ilaçlar graves tedavisinde tercih edilir ve kişinin kalp atış hızını düzenlemeye yarar.Antitiroid ilaçlarAntitiroid ilaçlar tiroid hormonunun üretimini durdurmaya yardımcı olur. Üretimin durması graves hastalığının durması anlamına da gelir. Bu ilaçlar nadiren de olsa deri döküntülerine ve karaciğer hastalığına sebebiyet verebilir.Radyoiyot tedavisiRadyoiyot tedavisi, hap veya sıvı form şeklinde uygulanır. 2-3 ay boyunca uygulanacak radyoaktif iyot tedavisi, tiroid bezi hücrelerini adım adım yok eder. Tiroid bezi küçüldükçe hormon seviyeleri de normale dönmüş olur.Cerrahi müdahaleTiroidektomi olarak adlandırılan cerrahi müdahale, tiroid bezinin tamamını veya bir kısmını cerrahi müdahaleyle alma işlemidir.Tüm bu tedavi seçenekleri özellikle 40 yaş altı kişilerde görülen graves hastalığını iyileştirme konusunda etkilidir.Graves Hastalığı Risk Faktörleri Nelerdir?Erkeklere oranla kadınlarda ve 40 yaş altı kişilerde daha çok görülen graves hastalığına hemen hemen herkes yakalanabilir. Ancak bazı risk faktörleri de graves hastalığına yakalanma ihtimalini artırır.Aşağıdaki risk faktörleri graves hastalığına yakalanma ihtimalini yükseltir:Graves Hastalığı Hakkında Sıkça Sorulan SorularGraves iyileşir mi?Uygulanan tedavi yöntemleriyle birlikte graves hastalığı 1 yıl içinde iyileşme özelliğine sahiptir.Graves hastalığı tehlikeli mi?Graves hastalığı, tiroid hormonunun yanı sıra kalp, kemik sağlığı ve diğer organları da olumsuz etkileyebildiği için kalp atışında hızlanma ve ritim bozukluğu meydana getirebilir. Graves hastalığı tedavi edilmediği takdirde ciddi sonuçlar doğurabilir.Graves kanser midir?Otoimmün bir rahatsızlık olan graves hastalığı kanser değildir. | 4,522 |
355 | Hastalıklar | Grip | Grip, ani gelişen ateş, öksürük, titreme, kas ağrıları ve burun akıntısı gibi belirtilerle ortaya çıkan, influenza A ve B virüslerinin neden olduğu bulaşıcı bir viral enfeksiyondur. Genellikle kendi kendine iyileşme eğilimi gösteren grip, özellikle bebekler, bağışıklık sistemi düşük kişiler ve yaşlılarda daha şiddetli bir şekilde seyredebilir. Bu sebeple belirtilerin yoğunlaştığı ve komplikasyonların arttığı durumlarda vakit kaybetmeden doktora başvurmak gerekir.Grip, ani gelişen ateş, öksürük, titreme, kas ağrıları ve burun akıntısı gibi belirtilerle ortaya çıkan, influenza A ve B virüslerinin neden olduğu bulaşıcı bir viral enfeksiyondur. Genellikle kendi kendine iyileşme eğilimi gösteren grip, özellikle bebekler, bağışıklık sistemi düşük kişiler ve yaşlılarda daha şiddetli bir şekilde seyredebilir. Bu sebeple belirtilerin yoğunlaştığı ve komplikasyonların arttığı durumlarda vakit kaybetmeden doktora başvurmak gerekir.
Grip Nedir?Grip, influenza A ve B virüslerinin neden olduğu, ani başlayan yüksek ateş, öksürük, yorgunluk ve kas ağrısı gibi semptomlar gösteren, burun, boğaz ve bazen akciğerleri etkileyen bulaşıcı bir viral enfeksiyondur. Mevsimsel bir hastalık olan gribe yakalananlarda görülen yaygın belirtiler ateş, titreme, kas ağrısı ve halsizlik, kuru öksürük, boğaz ağrısı ve burun tıkanıklığıdır. İlerleyen günlerinde ses kısıklığı da ortaya çıkabilir.Genellikle kendi kendine ve evde uygulanacak doğal yöntemlerle iyileşme eğilimi gösteren grip, semptomların şiddetlenip yoğunlaştığı durumda doktor kontrolü gerektirebilir. Hastanın durumuna bağlı olarak uygulanabilecek tedavi yöntemlerinin yanı sıra gripten korunmanın etkili yollarından biri de düzenli olarak yaptırılması gereken grip aşısıdır.Grip Neden Olur?Grip; temel olarak burun, boğaz, bronşları ve daha ender olarak akciğerleri etkileyen influenza virüsüne bağlı solunum yolu enfeksiyonudur. Öksürük, hapşırma, yakın temas, öpüşme, tokalaşma ile çok çabuk bulaşabilen influenza virüsü ellerin gün içinde sık sık yıkanmaması sonucu yayılmaktadır.Gribin bulaşması kapalı ortamlarda çok daha kolaydır. Hasta öksürdüğünde ve hapşırdığında milyonlarca virüs havaya yayılır. Sağlıklı insanlar solunum yoluyla virüsü alır. İnfluenza virüsüne karşı bağışıklığı olmayan kişiler 1-4 gün içinde gribe yakalanır.Grip Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Influenza virüsü sonucu aniden ortaya çıkan grip hastalığında yüksek ateş, üşüme, titreme, kas ve vücut ağrıları, baş ağrısı, halsizlik, boğaz ağrısı, kuru öksürük ve daha az yaygın olarak burun tıkanıklığı gibi belirtiler yaşanır. İlk 1-3 gün yaşanan bu belirtilerden sonra, hastalığın 4. gününden sonra ateş ve kas ağrılarında azalma gözlenir, ses kısıklığı, öksürük ve hafif göğüs ağrısı daha belirginleşir.Grip belirtileri şunları içerir: Yüksek ateş Üşüme ve titreme Öksürük Boğaz ağrısı Vücut, kas ve eklem ağrıları Yorgunluk ve bitkinlik Burun akıntısı ya da tıkanıklığı Hapşırma Göğüste rahatsızlık ve baskı Baş ağrısı Nefes darlığı İştahta azalma Mide bulantısı ve kusmaGrip Çeşitleri Nelerdir?Gribe sebep olan dört tip influenza virüsünden söz edilebilir. Bunlar İnfluenza A, B, C ve D virüsleridir. İnfluenza A ve B virüsleri, özellikle her kış ortaya çıkan kişilerde mevsimsel hastalık salgınlarına neden olur.İnfluenza A virüsleri, grip salgınlarına neden olduğu bilinen tek grip virüsleri olarak kabul edilir. İnfluenza C virüsü enfeksiyonları hafif şekilde hastalığa sebep olur ve insan salgınlarına neden olduğu düşünülmemektedir.İnfluenza D virüsleri ise diğer hayvanlara bulaşarak öncelikle sığırları etkiler, ancak insanları hastalığa neden olacak şekilde enfekte ettiği bilinmemektedir.Gribe Ne İyi Gelir?Dinlenmek, ılık duş almak, bol sıvı tüketmek, et suyu, tavuk veya paça çorbası içmek, sarımsak yemek, portakal, limon ve mandalina gibi C vitamini içeren besinler almak, ekinezya, nane-limon veya ballı zencefil çayı tüketmek grip hastalığını iyileştirmeye yardımcıdır.Uygulandığında gribe iyi gelen doğal yöntemler şunlardır: Bolca dinlenerek ter atmak Su başta olmak üzere bol sıvı tüketmek Ballı ve limonlu zencefil çayı ya da zerdeçal çayı içmek Et suyu, tavuk suyu veya paça çorbası tüketmek C vitamini yönünden zengin portakal, limon ve mandalina gibi meyve ve sebze tüketmek Sıcak duş almak veya sıcak su buharı solumak Ekinezya, kekik, ıhlamur ve nane-limon gibi bitki çayları içmek Tuzlu su gargarası yapmak Boğaz pastili emmek Sarımsak yemekEt suyu, tavuk suyu veya paça çorbasıEt suyu ve tavuk suyu, gripken bağışıklığı yeniden artırmaya, grip semptomlarını azaltmaya yardımcı olabilirler. Besin ve antioksidan değeri yüksek olan bu besinlera aynı zamanda, protein, demir, çinko ve içerdikleri vitaminler ile bağışıklığı artırmaya yardımcıdır.Su ağırlıklı olmak üzere bol sıvıGribin meydana getirdiği dehidrasyon sonucu vücut susuz kalır. Susuzluğun önüne geçmek için bol sıvı tüketimi gribe karşı yapılması gereken yöntemlerdendir.Ekinezya, kekik, ıhlamur ve nane-limon gibi bitki çaylarıGrip virüsünü ve semptomlarını ortadan kaldırmaya yardım eden doğal antiinflamatuar ve antimikrobiyal özelliğe sahip ekinezya, ıhlamur ve nane-limon gibi bitki çayları hastalık döneminde tercih edilebilir.C vitamini içeren yiyecek ve içeceklerGrip olunduğunda virüs kaynaklı olarak bağışıklık sistemi zayıflayacağı için bağışıklığı güçlendirmeye yardımcı doğal C vitamini ya da takviyeleri alınması önemlidir. C vitamini içeren besinlerden portakal, limon, domates, greyfurt, kivi, çilek, patates, domates, brokoli, ıspanak ve kavun tercih edilebilir.Sıcak duş veya buhar banyosuÖzellikle terlemek gribin yarattığı ateşi düşürmeye yardımcı olur. Ardından alınacak ılık bir duş ise bağışıklık sisteminin güçlenmesine fayda sağlayarak gribin iyileşmesini ve kişinin rahatlamasını sağlar. Ayrıca banyoda sıcak su içine nane ve okaliptus gibi uçucu yağlar atarak burun ve boğazlarınızı rahatlatmayı da deneyebilirsiniz.DinlenmeHastalığın yarattığı tahribata ve vücut yorgunluğuna bağlı olarak dinlenmek ve ter atmak gribi atlatmayı daha da kolaylaştıracaktır.Ilık tuzlu su gargarasıGribin meydana getirdiği boğaz ağrısı ve öksürük semptomlarını iyileştirmek ılık tuzlu suyla gargara yaparak boğazdaki tahrişi giderebilirsiniz.Boğaz pastiliPastiller tükürük üretimini artırarak gribin boğazda yarattığı tahrişi azaltabilir.Ballı ve limonlu zencefil ya da zerdeçal çayıAntiinflamatuar etkileri sayesinde zencefil çayı tüketmek de gribe iyi gelir. iltihaplanmayı azaltan bileşikleri ile mukusu parçalamaya da yardım eder.SarımsakAntiviral özelliklere sahip olan sarımsağı yemeklere ekleyerek veya çiğ bir şekilde tüketerek gribe karşı çözüm üretmiş olursunuz.Gripte Burun Tıkanıklığına Ne İyi Gelir?Gripte burun tıkanıklığına iyi gelen yöntemler arasında ılık suya tuz karıştırıp burna çekmek, burun spreyleri ve bol su içmek yer alır. Bol su içmenin en büyük faydası burun dokusunun nemli kalmasını sağlamasıdır.Grip Nasıl Geçer? Grip Tedavisi Nasıl Yapılır?Gribi geçirmek ve semptomlarını azaltmak için grip ilaçları, antiviral ilaçlar, ateş düşürücüler, öksürük şurupları ve burun spreyleriyle birlikte kas ağrılarını yatıştırmak için sıcak su kompresi uygulanır. Tıbbi müdahalenin yanı sıra grip sürecinde dinlenmek, bol sıvı tüketmek ve sağlıklı beslenmek de gribi geçiren yöntemler arasındadır.Grip tedavisinde hangi ilaçlar kullanılır?Doktorunuzun vereceği grip ilaçları genellikle parasetamol grubu ilaçlardır. Önemli olan bu ilaçların düzenli bir şekilde kullanılmasıdır. Grip ilaçlarıyla birlikte ateş düşürücüler, ağrı kesiciler, öksürük şurupları gibi antiviral ilaçlar grip tedavisinde tercih edilir ancak grip olan herkese antiviral ilaçlar önerilmez. Kişinin yaşadığı gribin şiddetine göre karar verilir.Grip Aşısı HakkındaGrip aşıları; influenza virüslerinin neden olduğu gribe yakalanmayı önlemek için her yıl yaptırılması gereken aşılardır. Her yıl, ortaya çıkan grip virüslerinin türüne göre üretiminde değişkenlik gösteren grip aşılarının düzenli olarak yaptırılması önerilir. Gribe karşı yüksek koruyuculuk içeren grip aşısı, özellikle bebeklere, kronik hastalara ve yaşlılara karşı uygulanması doktora bağlı olan aşılardır.Grip aşısının yaptırılması önerilen tarih aralığı ise grip mevsimi ortaya çıkmadan öncedir. Bu da Eylül-Ekim aylarını kapsar.Grip Hakkında Sık Sorulan SorularGrip nasıl anlaşılır?Gripte 38 °C ve üzeri ateş, titreme, kuru öksürük, boğaz ağrısı, eklem ve vücut ağrıları, iştahsızlık, burun akıntısı, hapşırma, baş dönmesi ve baş ağrısı gibi belirtiler görülür.Grip hastalığında ne içmek iyi gelir?Grip hastalığında tavuk çorbası, ballı sıcak zencefil çayı hastalığın belirtilerini ortadan kaldırmaya yardım edebilir. Terleme veya ateş gibi belirtiler bulunuyorsa bu durum vücuttaki su oranını azaltabileceği için bol sıvı tüketilmelidir. Özellikle su ve sıcak sıvılar grip için tercih edilebilir. Çayın kendisi boğazı, sıcak buharı ise burun tıkanıklığını hafifletmeye yardımcı olabileceğinden grip semptomlarını hafifletmeye yardım edebilir.Gribi en hızlı ne geçirir?Bol bol dinlenip ter atmak, bol sıvı tüketmek, et ve tavuk suyu gibi gribe iyi gelen çorbalar içmek, c vitamini almak, balla tatlandırılmış ekinezya, yeşil çay, zerdeçal, zencefil veya karanfil çayı içmek, burunu tuzlu su ile durulamak, nemlendirici kullanmak ve buhar solumak grip hastalığını atlamaya yardım eder.Bal gribe iyi gelir mi?Bal, gribi ve onun altında yatan semptomları tedavi edebilen antioksidan, antibakteriyel ve antimikrobiyal özellikler içerir. Ayrıca boğaz ağrısını veya kaşıntısını doğal olarak gidermeye yardımcı olur ve bağışıklık sistemini güçlendirmeye yardım edebilir.Grip olduğunu nasıl anlarsın?Grip; 3-6 saat içinde aniden üşüme, aşırı halsizlik, ateş yükselmesi, burun akıntısı veya tıkanıklık özellikle göğüste rahatsızlık (baskı) ile birlikte kuru öksürük şeklinde kendini gösterirGrip ile nezle arasındaki fark nedir?Nezle ile grip arasındaki en büyük fark gripte hapşırma olmamasıdır. Ayrıca gripte yüksek ateş olağan bir bulgu iken nezlede nadir olur. Baş ağrısı, eklem ve kas ağrıları gripte olabilirken nezlede beklenmez. Nezle gribe göre daha hafif atlatılan bir hastalıktır. Grip belirtileri daha çok, ateş, titreme, kas ağrısı ve halsizlik, kuru öksürük, boğaz ağrısı ve burun tıkanıklığına neden olur ve ses kısıklığı da görülebilir.Grip kaç günde geçer?Gribin meydana getirdiği semptomlar genellikle 4-7 gün içinde kaybolmaya başlar. Bazı kişilerde öksürük ve yorgunluk hissi daha uzun süre devam edebilirken iştah kaybı da bir süre etkisini yitirmeyebilir.Grip aşısı yan etkileri var mı?Grip aşısının yan etkileri arasında aşı yapılan bölgede kızarıklık, şişlik ve ağrıdır. Ancak bu etkiler çok yaygın bir şekilde görülmez. Nadiren de olsa ateş, halsizlik ve kas ağrısı gibi etkiler de ortaya çıkabilir.Grip olan kişi banyo yapabilir mi?Bilinenin aksine gripken banyo yapmanın faydalı bir eylem olduğu tavsiye edilir. Ilık suyla duş almak vücuda ve kaslara iyi gelir.Grip için evde uygulanabilecek yöntemler nelerdir?Evde gribi tedavi etmenin en etkili yolu dinlenme ve bol miktarda sıvı tüketimidir. Ancak grip enfeksiyonu şiddetli ise mutlaka bir doktora görünülmeli ve doktor tarafından yazılan antiviral ilaç alınmalıdır.
Grip Nedir?Grip, influenza A ve B virüslerinin neden olduğu, ani başlayan yüksek ateş, öksürük, yorgunluk ve kas ağrısı gibi semptomlar gösteren, burun, boğaz ve bazen akciğerleri etkileyen bulaşıcı bir viral enfeksiyondur. Mevsimsel bir hastalık olan gribe yakalananlarda görülen yaygın belirtiler ateş, titreme, kas ağrısı ve halsizlik, kuru öksürük, boğaz ağrısı ve burun tıkanıklığıdır. İlerleyen günlerinde ses kısıklığı da ortaya çıkabilir.Genellikle kendi kendine ve evde uygulanacak doğal yöntemlerle iyileşme eğilimi gösteren grip, semptomların şiddetlenip yoğunlaştığı durumda doktor kontrolü gerektirebilir. Hastanın durumuna bağlı olarak uygulanabilecek tedavi yöntemlerinin yanı sıra gripten korunmanın etkili yollarından biri de düzenli olarak yaptırılması gereken grip aşısıdır.Grip Neden Olur?Grip; temel olarak burun, boğaz, bronşları ve daha ender olarak akciğerleri etkileyen influenza virüsüne bağlı solunum yolu enfeksiyonudur. Öksürük, hapşırma, yakın temas, öpüşme, tokalaşma ile çok çabuk bulaşabilen influenza virüsü ellerin gün içinde sık sık yıkanmaması sonucu yayılmaktadır.Gribin bulaşması kapalı ortamlarda çok daha kolaydır. Hasta öksürdüğünde ve hapşırdığında milyonlarca virüs havaya yayılır. Sağlıklı insanlar solunum yoluyla virüsü alır. İnfluenza virüsüne karşı bağışıklığı olmayan kişiler 1-4 gün içinde gribe yakalanır.Grip Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Influenza virüsü sonucu aniden ortaya çıkan grip hastalığında yüksek ateş, üşüme, titreme, kas ve vücut ağrıları, baş ağrısı, halsizlik, boğaz ağrısı, kuru öksürük ve daha az yaygın olarak burun tıkanıklığı gibi belirtiler yaşanır. İlk 1-3 gün yaşanan bu belirtilerden sonra, hastalığın 4. gününden sonra ateş ve kas ağrılarında azalma gözlenir, ses kısıklığı, öksürük ve hafif göğüs ağrısı daha belirginleşir.Grip belirtileri şunları içerir:Grip Çeşitleri Nelerdir?Gribe sebep olan dört tip influenza virüsünden söz edilebilir. Bunlar İnfluenza A, B, C ve D virüsleridir. İnfluenza A ve B virüsleri, özellikle her kış ortaya çıkan kişilerde mevsimsel hastalık salgınlarına neden olur.İnfluenza A virüsleri, grip salgınlarına neden olduğu bilinen tek grip virüsleri olarak kabul edilir. İnfluenza C virüsü enfeksiyonları hafif şekilde hastalığa sebep olur ve insan salgınlarına neden olduğu düşünülmemektedir.İnfluenza D virüsleri ise diğer hayvanlara bulaşarak öncelikle sığırları etkiler, ancak insanları hastalığa neden olacak şekilde enfekte ettiği bilinmemektedir.Gribe Ne İyi Gelir?Dinlenmek, ılık duş almak, bol sıvı tüketmek, et suyu, tavuk veya paça çorbası içmek, sarımsak yemek, portakal, limon ve mandalina gibi C vitamini içeren besinler almak, ekinezya, nane-limon veya ballı zencefil çayı tüketmek grip hastalığını iyileştirmeye yardımcıdır.Uygulandığında gribe iyi gelen doğal yöntemler şunlardır:Et suyu, tavuk suyu veya paça çorbasıEt suyu ve tavuk suyu, gripken bağışıklığı yeniden artırmaya, grip semptomlarını azaltmaya yardımcı olabilirler. Besin ve antioksidan değeri yüksek olan bu besinlera aynı zamanda, protein, demir, çinko ve içerdikleri vitaminler ile bağışıklığı artırmaya yardımcıdır.Su ağırlıklı olmak üzere bol sıvıGribin meydana getirdiği dehidrasyon sonucu vücut susuz kalır. Susuzluğun önüne geçmek için bol sıvı tüketimi gribe karşı yapılması gereken yöntemlerdendir.Ekinezya, kekik, ıhlamur ve nane-limon gibi bitki çaylarıGrip virüsünü ve semptomlarını ortadan kaldırmaya yardım eden doğal antiinflamatuar ve antimikrobiyal özelliğe sahip ekinezya, ıhlamur ve nane-limon gibi bitki çayları hastalık döneminde tercih edilebilir.C vitamini içeren yiyecek ve içeceklerGrip olunduğunda virüs kaynaklı olarak bağışıklık sistemi zayıflayacağı için bağışıklığı güçlendirmeye yardımcı doğal C vitamini ya da takviyeleri alınması önemlidir. C vitamini içeren besinlerden portakal, limon, domates, greyfurt, kivi, çilek, patates, domates, brokoli, ıspanak ve kavun tercih edilebilir.Sıcak duş veya buhar banyosuÖzellikle terlemek gribin yarattığı ateşi düşürmeye yardımcı olur. Ardından alınacak ılık bir duş ise bağışıklık sisteminin güçlenmesine fayda sağlayarak gribin iyileşmesini ve kişinin rahatlamasını sağlar. Ayrıca banyoda sıcak su içine nane ve okaliptus gibi uçucu yağlar atarak burun ve boğazlarınızı rahatlatmayı da deneyebilirsiniz.DinlenmeHastalığın yarattığı tahribata ve vücut yorgunluğuna bağlı olarak dinlenmek ve ter atmak gribi atlatmayı daha da kolaylaştıracaktır.Ilık tuzlu su gargarasıGribin meydana getirdiği boğaz ağrısı ve öksürük semptomlarını iyileştirmek ılık tuzlu suyla gargara yaparak boğazdaki tahrişi giderebilirsiniz.Boğaz pastiliPastiller tükürük üretimini artırarak gribin boğazda yarattığı tahrişi azaltabilir.Ballı ve limonlu zencefil ya da zerdeçal çayıAntiinflamatuar etkileri sayesinde zencefil çayı tüketmek de gribe iyi gelir. iltihaplanmayı azaltan bileşikleri ile mukusu parçalamaya da yardım eder.SarımsakAntiviral özelliklere sahip olan sarımsağı yemeklere ekleyerek veya çiğ bir şekilde tüketerek gribe karşı çözüm üretmiş olursunuz.Gripte Burun Tıkanıklığına Ne İyi Gelir?Gripte burun tıkanıklığına iyi gelen yöntemler arasında ılık suya tuz karıştırıp burna çekmek, burun spreyleri ve bol su içmek yer alır. Bol su içmenin en büyük faydası burun dokusunun nemli kalmasını sağlamasıdır.Grip Nasıl Geçer? Grip Tedavisi Nasıl Yapılır?Gribi geçirmek ve semptomlarını azaltmak için grip ilaçları, antiviral ilaçlar, ateş düşürücüler, öksürük şurupları ve burun spreyleriyle birlikte kas ağrılarını yatıştırmak için sıcak su kompresi uygulanır. Tıbbi müdahalenin yanı sıra grip sürecinde dinlenmek, bol sıvı tüketmek ve sağlıklı beslenmek de gribi geçiren yöntemler arasındadır.Grip tedavisinde hangi ilaçlar kullanılır?Doktorunuzun vereceği grip ilaçları genellikle parasetamol grubu ilaçlardır. Önemli olan bu ilaçların düzenli bir şekilde kullanılmasıdır. Grip ilaçlarıyla birlikte ateş düşürücüler, ağrı kesiciler, öksürük şurupları gibi antiviral ilaçlar grip tedavisinde tercih edilir ancak grip olan herkese antiviral ilaçlar önerilmez. Kişinin yaşadığı gribin şiddetine göre karar verilir.Grip Aşısı HakkındaGrip aşıları; influenza virüslerinin neden olduğu gribe yakalanmayı önlemek için her yıl yaptırılması gereken aşılardır. Her yıl, ortaya çıkan grip virüslerinin türüne göre üretiminde değişkenlik gösteren grip aşılarının düzenli olarak yaptırılması önerilir. Gribe karşı yüksek koruyuculuk içeren grip aşısı, özellikle bebeklere, kronik hastalara ve yaşlılara karşı uygulanması doktora bağlı olan aşılardır.Grip aşısının yaptırılması önerilen tarih aralığı ise grip mevsimi ortaya çıkmadan öncedir. Bu da Eylül-Ekim aylarını kapsar.Grip Hakkında Sık Sorulan SorularGrip nasıl anlaşılır?Gripte 38 °C ve üzeri ateş, titreme, kuru öksürük, boğaz ağrısı, eklem ve vücut ağrıları, iştahsızlık, burun akıntısı, hapşırma, baş dönmesi ve baş ağrısı gibi belirtiler görülür.Grip hastalığında ne içmek iyi gelir?Grip hastalığında tavuk çorbası, ballı sıcak zencefil çayı hastalığın belirtilerini ortadan kaldırmaya yardım edebilir. Terleme veya ateş gibi belirtiler bulunuyorsa bu durum vücuttaki su oranını azaltabileceği için bol sıvı tüketilmelidir. Özellikle su ve sıcak sıvılar grip için tercih edilebilir. Çayın kendisi boğazı, sıcak buharı ise burun tıkanıklığını hafifletmeye yardımcı olabileceğinden grip semptomlarını hafifletmeye yardım edebilir.Gribi en hızlı ne geçirir?Bol bol dinlenip ter atmak, bol sıvı tüketmek, et ve tavuk suyu gibi gribe iyi gelen çorbalar içmek, c vitamini almak, balla tatlandırılmış ekinezya, yeşil çay, zerdeçal, zencefil veya karanfil çayı içmek, burunu tuzlu su ile durulamak, nemlendirici kullanmak ve buhar solumak grip hastalığını atlamaya yardım eder.Bal gribe iyi gelir mi?Bal, gribi ve onun altında yatan semptomları tedavi edebilen antioksidan, antibakteriyel ve antimikrobiyal özellikler içerir. Ayrıca boğaz ağrısını veya kaşıntısını doğal olarak gidermeye yardımcı olur ve bağışıklık sistemini güçlendirmeye yardım edebilir.Grip olduğunu nasıl anlarsın?Grip; 3-6 saat içinde aniden üşüme, aşırı halsizlik, ateş yükselmesi, burun akıntısı veya tıkanıklık özellikle göğüste rahatsızlık (baskı) ile birlikte kuru öksürük şeklinde kendini gösterirGrip ile nezle arasındaki fark nedir?Nezle ile grip arasındaki en büyük fark gripte hapşırma olmamasıdır. Ayrıca gripte yüksek ateş olağan bir bulgu iken nezlede nadir olur. Baş ağrısı, eklem ve kas ağrıları gripte olabilirken nezlede beklenmez. Nezle gribe göre daha hafif atlatılan bir hastalıktır. Grip belirtileri daha çok, ateş, titreme, kas ağrısı ve halsizlik, kuru öksürük, boğaz ağrısı ve burun tıkanıklığına neden olur ve ses kısıklığı da görülebilir.Grip kaç günde geçer?Gribin meydana getirdiği semptomlar genellikle 4-7 gün içinde kaybolmaya başlar. Bazı kişilerde öksürük ve yorgunluk hissi daha uzun süre devam edebilirken iştah kaybı da bir süre etkisini yitirmeyebilir.Grip aşısı yan etkileri var mı?Grip aşısının yan etkileri arasında aşı yapılan bölgede kızarıklık, şişlik ve ağrıdır. Ancak bu etkiler çok yaygın bir şekilde görülmez. Nadiren de olsa ateş, halsizlik ve kas ağrısı gibi etkiler de ortaya çıkabilir.Grip olan kişi banyo yapabilir mi?Bilinenin aksine gripken banyo yapmanın faydalı bir eylem olduğu tavsiye edilir. Ilık suyla duş almak vücuda ve kaslara iyi gelir.Grip için evde uygulanabilecek yöntemler nelerdir?Evde gribi tedavi etmenin en etkili yolu dinlenme ve bol miktarda sıvı tüketimidir. Ancak grip enfeksiyonu şiddetli ise mutlaka bir doktora görünülmeli ve doktor tarafından yazılan antiviral ilaç alınmalıdır. | 8,160 |
356 | Hastalıklar | Gül Hastalığı (Rosacea) | Gül hastalığı, burun, yanaklar, alın, çene, boyun ve göğüs bölgesinde kaybolup, tekrar çıkan, bazen uzun süren kızarıklıklarla karakterize bir cilt rahatsızlığıdır. Kan damarlarının genişlemesine, irin dolu küçük şişlikler oluşmasına ve yüzde sıcaklık hissedilmesine neden olabilir. Gül hastalığı zaman zaman alevlenerek kendisini gösterir. Genellikle 30 yaşından sonra görülen rozase hastalığında kızarıklık, döküntü ve yanma gibi belirtiler görülür. Gül hastalığı tedavisinde topikal ilaçlar, lazer tedavisi ya da cerrahi müdahaleler yer alır.Gül hastalığı, burun, yanaklar, alın, çene, boyun ve göğüs bölgesinde kaybolup, tekrar çıkan, bazen uzun süren kızarıklıklarla karakterize bir cilt rahatsızlığıdır. Kan damarlarının genişlemesine, irin dolu küçük şişlikler oluşmasına ve yüzde sıcaklık hissedilmesine neden olabilir. Gül hastalığı zaman zaman alevlenerek kendisini gösterir. Genellikle 30 yaşından sonra görülen rozase hastalığında kızarıklık, döküntü ve yanma gibi belirtiler görülür. Gül hastalığı tedavisinde topikal ilaçlar, lazer tedavisi ya da cerrahi müdahaleler yer alır.
Gül Hastalığı Nedir? Gül hastalığı, özellikle yüz bölgesinde sivilce benzeri lekelenmeler, kızarıklık ve görünebilir genişlemiş kan damarları oluşmasına neden olan bir cilt hastalığıdır. Gül hastalığı özellikle kadınlarda ve açık tenli kişilerde sıklıkla görülür. Erkeklerde bu durum daha da kötüleşerek ortaya çıkabilir. Gül Hastalığı Neden Olur?Kesin nedeni bilinmemekle birlikte, cilt hassasiyeti, UV ışınları gibi çevresel faktörler ve stres etkenleri yanı sıra ciltte yaşayan mikroplar, yüzde bulunan kan damarlarındaki anormallikler ve mikroskobik akarlara karşı cildin verdiği kimyasal reaksiyonun sonucu gül hastalığının ortaya çıktığı görülmüştür.Rozase (Gül hastalığı) nedenleri şöyle sıralanabilir: Bağışıklık sisteminin bozulması Strese bağlı olarak sinir sistemi problemleri Mikroskobik cilt akarları Helikobakter pilori gibi enfeksiyona neden olan bakteriler Vücuttaki bir proteinin arızalanması Güneş ışınlarına maruz kalma Yoğun soğuk veya sıcak hava Alkol ve kafein tüketimi Hormonal değişiklikler Sıcak ve baharatlı yiyecekler Yoğun egzersiz Kullanılan cilt ve/veya saç ürünleri Sinnamaldehit içerikli gıda-ürün tüketimi (domates, narenciye, tarçın, çikolata vb.Ayrıca genetik yatkınlık, kan damarlarındaki sorunlar, bağışıklık ve sinir sistemi, demodeks gibi deri akarları ve bağırsak bakterileri de gül hastalığına neden olan etkenler arasında yer alır.Gül Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Gül hastalığında burun yanak, alın ve çene gibi yüz bölgesinde kızarıklık, kan damarlarının belirginleşmesi, kaşıntılı sivilce görünümü şeklinde döküntüler, ciltte yanma hissi yaygın belirtiler olarak ortaya çıkar.Akne rozasea yani gül hastalığı belirtileri genel olarak şunlardır: Yüzde kızarıklık. Burun yanak, alın ve çene gibi yüz bölgesinde kızarıklık gül hastalığının en yaygın belirtisidir. Döküntü. Kan damarlarında gelişen duruma bağlı olarak sivilce benzeri kaşıntılı döküntüler ortaya çıkar. Kan damarlarının belirginleşmesi. Özellikle yüzde, ince, kırmızı çizgiler şeklinde kan damarları daha belirgin hale gelir. Yanma, batma ve ağrı hissi. Yüz bölgesinde yanma ve batma hissi ortaya çıkar. Yüz bölgesi su ile yıkandığında ya da cilt bakım ürünleri kullanıldığında bu yanma daha keskin hale gelir. Gözlerde tahriş oluşması. Gül hastalığında gözlerde kızarma ve sulanma meydana gelir. Arpacık meydana gelebilir. Ciltte ve deride kalınlaşma. Gül hastalığı bulunan kişilerin cildinde bariz kalınlaşma ve sertleşme meydana gelir. Cildin kuru ve pürüzlü hale gelmesi. Cildin çok kuru ve pürüzlü görünmesi de gül hastalığında görülen belirtiler arasında yer alır. Kızarıklıkların daha uzun sürede geçmesi. Başlangıçta kısa sürede geçen kızarıklıklar ilerleyen süreçte kalıcı hale gelebilir.Gül Hastalığı Teşhisi Nasıl Olur?Gül hastalığı, yüz bölgesindeki belirli kan damarlarının genişlemesine, yanak ve burunda kızarıklıklar ortaya çıkmasına ve sivilce benzeri şişliklere neden olan kronik bir cilt hastalığıdır. Kızarıklık ve sivilce benzeri şişlikler daha çok burun, yanaklar, alın, çene, boyun ve göğüs bölgesinde görülür. Teşhisi için özel bir test bulunmamaktadır. Hastalığın teşhisi için konunun uzmanı bir doktorun muayenesi sırasında lezyonları incelemesi yeterli olur. Ancak rosacea ile karışabilecek benzer belirtilere sahip sivilce, egzama, sedef veya lupus gibi farklı hastalıkları eleyebilmek için bazı tetkikler yapılabilir.Rosacea (Gül Hastalığı) Nasıl Geçer?Rozase hastalığı olduğu durumda geçirmek için sürekli temiz kalmasını sağlamak, cildi besleyen kremlerden yararlanmak ve sağlıksız beslenmeden kaçınmak gerekir. Cilt yapısından kaynaklı bir hastalık olarak ortaya çıktığı için tamamen kurtulma imkanı bulunmayabilir. Bu yüzden hastalık uzun yıllar boyunca devam ederek belli dönemlerde ortaya çıkabilir.Gül hastalığında uygun medikal tedavi, deri bakımı, tetikleyiciler konusunda hasta eğitimi ve cildin yapısına uygun kozmetiklerin medikal tedaviye eklenmesi ile birçok hastada alevlenmeler önlenmekte, semptomlar ve yakınmalar kontrol altında tutulabilmektedir.Gül Hastalığına Ne İyi Gelir?Beslenmeye dikkat ederek prebiyotik ürünler(soğan, çiğ sarımsak, muz, hindiba, kuşkonmaz) tüketmek, posa ve lif açısından zengin besinlerden destek almak, kepek içeriğine sahip tahıllar, muz, soğan, sarımsak ve iltihap iyileştirme özelliği bulunan zerdeçal ve zencefil de gül hastalığına iyi gelir.Son yıllarda yapılan bazı çalışmalarda omega-3 yağ asitleri, probiyotikler ve çinko gibi bazı diyet takviyelerinin de antiinflamatuvar etkileriyle rozase semptomlarının azalmasına yardımcı olabileceği belirtilmektedir. Göz rozasesi olan hastalarda omega 3 yağ asitleri 6 boyunca kullanılmış ve kaşıntı, yanma ve göz kuruluğunda azalma olmuştur.Somon, ton balığı, sardalye, uskumru, ceviz, chia tohumu ve keten tohumu omega 3’den zengin besinlerdir.Oral alınan uzun etkili C vitamini, çinko ve selenyum içeren destek preparatlarının da vasküloprotektif (damar koruyucu) etkiye yol açarak eritematöz rozase ataklarını önleyici etki gösterebileceği öne sürülmüştür.Ayrıca aşağıdaki yöntemlerde hastalığı azaltmaya ve önlemeye yardımcı olur. Cilt bakımını ihmal etmeden güneş koruyucu kullanmak Gül hastalığını tetikleyen besinlerde uzak durmak Uzmanın önerdiği ilaçlardan yararlanmak Antioksidan içeren bitkisel tedavi yöntemlerinden yararlanmak. Kepekli tahıllar sayılabilir.Rosacea olanların (gül hastalığı) yememesi gerekenler nelerdir? Histamin, niasin, kapsaisin, sinnamaldehit ve alkol gül hastalığını şiddetlendirme özelliği taşıyan maddelerdir. Sıcak her türlü yiyecek ve içecek te rozaseyi alevlendirir. Bu maddeleri içeren gıdaları gruplandıracak olursak; Histaminden zengin gıdalar (fermente/tütsülenmiş/hazır gıdalar, olgun peynir vb.) Niasinden zengin gıdalar (ciğer, hindi, ton-somon balığı, yer fıstığı vb.), Kapsaisin içerikli gıdalar (biber türleri, acı soslar vb.) Sinnamaldehit içerikli gıda-ürünler (domates, narenciye, tarcın, çikolata vb.)Bunların yanı sıra hastanın kendisinde tetikleyici olduğunu fark ettiği her türlü gıdadan uzak durması da önerilmelidir. Alkol rozase hastalarında atakları artırmaktadır, özellikle şarap ve likörden kaçınmalıdır. Alkol içeren soslar ve bozadan da kaçınmalıdır. Kahvenin artık rozaseyi şiddetlendirmediği bilinmektedir, ancak aşırı sıcak kahve ve çay içilmemelidir.Gül Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?Rosacea (Gül hastalığı) tedavisi semptomları azaltmaya ve kötüleşmesini önlemeye yönelik olarak, belirtileri kontrol altında tutmaya yöneliktir. Tedavi amaçlı semptomları kontrol altında tutabilmek için uygulanabilecek tedavi yöntemleri şunlardır: Yağsız, su bazlı cilt temizleyicileri ile cildi temiz tutmak Alkol ve mentol içeren ürünleri kullanmamak Güneş ışığından kaçınmak ve güneş koruyucu kullanmak Deri kalınlaşmasını azaltmak için mikrodermabrazyon tedavisiAyrıca doktorun önereceği oral ve topikal olarak kullanılabilen ilaçlar, oluşan kızarıklık miktarını azaltmak için lazer tedavisi ve şiddetli ve burun şekil bozukluğuna neden olunan durumlarda cerrahi prosedürler gül hastalığının tedavi yöntemleri arasında yer alır. Gül hastalığı tedavisinde uygulanabilecek diğer tedavi yöntemleri şöyle sıralanır:Botoks ve lazerTopikal tedavide baskın olan cilt lezyonuna göre tedavi planlaması yapılmaktadır. Eritem varsa sulandırılmış botoks, lazer ve ışık sistemlerinden faydalanılır. Yine propronalol ve karvedilol gibi betabloker ilaçlar da kızarıklık ataklarını azaltmaktadır.Sivilce için antibiyotikPapül ve püstül gibi sivilcelerin varlığında metranidazol, ivermektin, azelaik asit, sodyum sulfasetamid, klindamisin, tetrasiklin, pimekrolimus, takrolimus, tretinoin gibi kremler, ağızdan doksisiklin, tetrasiklin, metranidazol gibi antibiyotikler kullanılmaktadır.A vitamini içeren ilaçlarA vitamini içeren izotretinoin tedavisi de bu tedavilerden fayda görmeyen hastalarda yararlı olabilmektedir. Ayrıca papül ve püstülerin oluştuğu iltihaplı rozase tipi, granulomatöz rozase ve gözü tutan rozasede de faydalıdır.Çay ağacı yağıDemodekslerin varlığında mutlaka bu parazite yönelik ivermektin, permetrin ve çay ağacı yağı gibi ilaçlar kullanılmalıdır.İvermektin son yıllarda kullanılmaya başlayan en etkili rozase tedavilerindendir. Hem inflamasyonu baskılaması hem de demodeksler üzerinde antiparaziter etkisiyle oldukça etkilidir. Kullanıldığı sürece etkili olup bıraktıktan 3-4 ay sonra tekrarlayabilmektedir.Çay ağacı yağı (tea tree oil-TTO), sulandırılmış konsantrasyonda (%1-5) hazırlanan losyon ve kremleri demodeks akarlarını öldürmekte ve rozase tedavisinde kullanılır. Çay ağacı yağı orjinalde tahriş özelliğe sahip bir yağ olup sulandırılmadan direk sürülmemelidir.C vitamini Topikal C vitamini (L-askorbik asit) kullanımı rozase karşı koruyucu etkinlik oluşturabilir.Flaşing denilen ateş basması atakları olan veya kızarıklığın kalıcı olduğu hastalarda hipertansiyon tedavisinde kullanılan beta bloker ajanlar kullanılabilir. Bu ilaçlar damarları kasarak (derideki kan damarlarındaki düz kaslarda beta adrenerjik reseptörleri bloke edip vazokonstrüksiyon yaparak) etki gösterir.Kozmetolojik UygulamalarRozase tedavisinde kullanılan kozmetolojik uygulamalar; intradermal botulinum toksin A, lazer ve ışık kaynakları ile özelikle rinofima tedavisinde uygulanan cerrahi işlemler, dermabrazyon ve koterizasyondur.Psikiyatri tedavisiRozasede hastaların psikolojik durumları oldukça etkilenebilmekte, hastalığın neden olduğu hastalık yükü stres, anksiyete ve depresyona yol açabilmektedir. Bu hastalarda antidepresan ve anksiyolitik tedaviler oldukça yararlı olmakta ve atakların azalmasına katkıda bulunmaktadır. O nedenle psikiyatri tedavisi çok önemlidir.Gül Hastalığı Olanlar Nelere Dikkat Etmeli?Gül hastalığı olan kişiler, çok sıcak ortamlar hamam ve saunada uzak durarak güneş ışığından kaçınmaları gerekir. Bunun yanında çay, kahve ve çikolata tüketimini sınırlayarak acı, baharatlı besinlerden uzak durmalıdır. Gül hastalığı olanları dikkat etmesi gereken maddeler şu şekilde sıralanabilir: Güneş koruyucu kullanarak cilt bakımı ihmal edilmemeli Lipit ve sindetler içeren temizleyiciler kullanılmalı Yüzlerini ılık suyla yıkamalı Nane yağı, kamfor, formaldehit, karanfil yağı, mentol, içeren ürünlerden kaçınılmalı Yüze uygulanacak ürünlerde parfümsüz içerikler tercih edilmelidir.Rosacea (Gül Hastalığı) Deri Bakımı Nasıl Yapılmalıdır?Rosacea (gül hastalığı) deri bakımı temizleme, nemlendirme ve güneşten koruma ile yapılır. Tetikleyiciler konusunda hasta eğitimi ve doğru kozmetik ürün kullanımı oldukça önemlidir. Yumuşak temizleyiciler kullanılmalı Rozaseli hastalar yüzlerini ılık suyla yıkamalı, sıcak suyla yıkama ve mekanik travmadan kaçınmalı Tonik kullanılmamalı Alkol, formaldehit, mentol, kamfor, sodyum lauril sülfat, nane, karanfil yağı içeren ürünlerden kaçınılmalı Yüz oldukça hassas olduğu için hassas ve kızarık ciltler için özel geliştirilmiş, deriyi nemlendirirken; bariyer fonksiyonunu da tamir eden, parfümsüz krem bazlı ürünler tercih edilmeli Nemlendirici olarak; üre, glikolik asit, laktik asit, mentol ve kamfor gibi güçlü iritan maddeler içeren ajanlardan kaçınılmalı Rozasede güneş ışınlarından korunmak için en az SPF 30, titanyum dioksit ve çinko oksit gibi inorganik ultraviyole ışık filtreleri içeren güneş koruyucular tercih edilmeli Silikon içeren ürünler de (dimethicone, orcyclomethicone ve cyclomethicone olarak etiketlendirilir) rozasede yaralıdır.Ürünler mutlaka parfümsüz (no fragrance/ fragrance free) olmalıdır. Hastalar tüm yıl boyunca güneşten koruyucu kullanmalıdır.Rosacea (Gül Hastalığı) Hakkında Sık Sorulan SorularGül hastalığı nasıl bir hastalıktır?Roza hastalığı ya da yaygın bilinen adı ile gül hastalığı, yüzde kızarıklığa, sivilce benzeri lezyonlara, genişlemiş ve çatlamış kan damarlarına neden olan yaygın bir cilt rahatsızlığıdır. Yaygın olarak yüzün merkezinde ortaya çıkan kaşıntılı sivilce ve kızarıklıklar özellikle burun, yanak ve alın bölgesinde görülür.Gül hastalığı tedavi edilmezse ne olur?Roza yani gül hastalığı tedavi edilmediğinde ilerleyerek kronikleşebilir. Bunun devamında ise yüzde iltihaplanma ve yaralar meydana gelir. İleri evrede ise tedavi uygulanmazsa kanser riski oluşturur.Gül hastalığının bitkisel tedavisi var mıdır?Çay ağacı yağı, Rosacea (gül hastalığı) tedavisinde başarıyla kullanılan özellikle demodekslere oldukça etkili olan bir bitkisel tedavidir. İyi bir nem sağlayan, anti-inflamatuvar ve antioksidan özellikleri kolloidal yulaf, niasinamid, krizantem, meyan kökü, çaylar, aloe vera, papatya, zerdeçal ve mantar ekstreleri kullanılabilir.Gül Hastalığı ne kadar sürer?Roza hastalığını oluşturan faktörlerden uzak durarak tekrarlamasını önleyebilirsiniz. Hastalığın boyutuna göre süresi de değişiklik gösterebilir. Gül hastalığının oluşmasına neden olan faktörler azaltıldığında ise iyileşme süresi hızlanır ve 3-6 hafta içerisinde tamamen yok olabilir.Gül hastalığı bulaşıcı mıdır?Gül hastalığı sadece kişiyi etkileyen, bulaşıcı olmayan bir hastalıktır.Gül hastalığı olduğu nasıl anlaşılır?Gül hastalığı cilt kızarıklığı ve döküntü gibi semptomlara neden olan kronik iltihaplı cilt rahatsızlığıdır. Gül hastalığında hastalığında genellikle ilk olarak yüzde kızarıklık atakları ortaya çıkar. Bu ataklar başlangıçta gelip geçicidir, ancak yıllar içinde kızarıklık kalıcı hale gelmektedir.Gül hastalığı kimlerde görülür? Hastalık genellikle 30’lu yaşlarda açık cilt rengi ve göz rengi olan kadınlarda görülse de esmer kişilerde, daha erken veya daha genç yaşlarda da görülebilmektedir. Erkeklerde daha şiddetli seyredebilmektedir.Gül hastalığına eşlik eden hastalıklar var mıdır?Rozasenin çeşitli sistemik hastalıklarla birlikteliği bildirilmektedir. Yapılan çalışmalarda Rosacea (gül hastalığı) en sık eşlik eden hastalıkların depresyon, hipertansiyon, kardiyovasküler hastalıklar, anksiyete bozukluğu, kan yağlarında yükseklik, diyabetes mellitus, migren, romatoid artrit, ülseratif kolit ve demans olduğu bildirilmiştir. Ancak bu hastalıklarla ilişki tüm hastalarda bulunmamaktadır.Rozase ve bazı gastrointestinal hastalıklar arasında ilişki bildirilmektedir. Midede Helicobacter pylori enfeksiyonu olanlarda bu enfeksiyonun tedavisinden sonra Rosacea (gül hastalığı)’nın hafiflediği görülmektedir. O nedenle mide yakınması olanlarda gastroenteroloji konsültasyonu istenmeli ve tedavi verilmelidir.Gastrointestinal sorunları olan olguların gastroenterolojiye konsülte edilmesi, bağırsak flora dengesinin korunabilmesi ve motilitenin optimal seviyede tutulabilmesi için posalı gıdalarla ve dengeli beslenmenin önerilmesi de faydalı olacaktır.Gül hastalığının karaciğer hastalıkları ile ilişkisi var mı?Rozasenin karaciğer ile hiç ilişkisi bulunmamaktadır. Deri hastalığıdır. Bazı hastalıklarla birlikte görülme sıklığı artmıştır (göz, mide, nörolojik gibi), ancak karaciğer hastalıklarının sıklığında bir artış bulunmamaktadır.Gül hastalığı kremi ve ilaçları nelerdir?Topikal tedavide baskın olan cilt lezyonuna göre tedavi planlaması yapılmaktadır. Eritem varsa medikal tedavi seçenekleri oldukça sınırlı olup ülkemizde bulunmayan damarları daraltarak etki gösteren brimonidin, oksimetazolin kremler kullanılır.Eritem için sulandırılmış botoks, lazer ve ışık sistemlerinden faydalanılır. Yine propronalol ve karvedilol gibi betabloker ilaçlar da kızarıklık ataklarını azaltmaktadır. Papül ve püstül gibi sivilcelerin varlığında metranidazol, ivermektin, azelaik asit, sodyum sulfasetamid, klindamisin, tetrasiklin, takrolimus, pimekrolimus, tretinoin gibi kremler, ağızdan doksisiklin, tetrasiklin, metranidazol gibi antibiyotikler kullanılır.A vitamini içeren izotretinoin tedavisi de bu tedavilerden fayda görmeyen hastalarda, özellikle sivilcelerin çok olduğu hastalarda, granulomatöz rozasede, fimatöz rozase denilen burun gibi sebase bezleri büyüyen hastalarda yararlı olur. Demodekslerin varlığında mutlaka bu parazite yönelik ivermektin, permetrin ve çay ağacı yağı gibi ilaçlar kullanılır.Gül hastalığı lazer ile tedavi edilebilir mi? Tüm rozase alt tiplerinde lazer ve ışık sistemleri kullanılabilir. Lazer hem eritemin azaltılmasında hem de zeminde bulunan damar çatlamalarının tedavisinde oldukça yararlıdır. En etkili lazer ve ışık sistemi tipleri IPL (intense pulsed light-yoğunlaştırılmış atışlı ışık), Nd:YAG lazer ve PDL (pulsed dye lazer) dir. BB Lazer de bir IPL ışık kaynağı sistemi olup hem eritem hem de kılcal damarların tedavisinde yararlıdır.Lazer tedavisinde yanıt hastadan hastaya, kullanılan lazer tipine göre değişkenlik göstermekle birlikte mevcut damar çatlaklarını kalıcı olarak iyileştirir, eritemli zemini büyük ölçüde düzeltir. Bu iyilik hali hasta tetikleyici faktörlere dikkat ederse uzun yıllar devam etmektedir. Ancak tetikleyicilere dikkat edilmezse yıllar için de hastalık tekrarlayacak ve yeniden lazer ihtiyacı doğabilecektir.Gül hastalığı nasıl önlenebilir? Gül hastalığı nüks ve remisyonlarla seyreden kronik bir hastalık olduğu için hastalarda uzun süreli medikal tedavilere rağmen aktivasyonlar kaçınılmazdır. Dolayısıyla aktivasyonları önlemek ve hastalığın şiddetinin artışını engelleyebilmek için birtakım önleyici ve koruyucu tedbirleri almaları ve yaşam şekillerini bunlara göre düzenlemeleri gerekmektedirGül hastalığı kesim çözümü var mı? Rosacea (gül hastalığı) nükslerle seyreden, kronik inflamatuvar bir hastalık olup ne yazık ki kesin çözümü yoktur. Ancak oldukça etkili tedaviler bulunmaktadır. Topikal ve sistemik tedavinin kombinasyonu tedavi etkinliğini artıracak ve nüks olasılığını düşürecektir. Ataklar sistemik tedavi ile kontrol edildikten sonra topikal tedaviyle devam tedavisinin yapılması gerekmektedir. Bu tedavilerle hastalık kontrol altına alındıktan sonra uygun deri bakımı, güneşten korunma ve tetikleyicilerden kaçınma ile ataklar azalacak ve hastalar rahat bir hayat sürebilecektir. Lazer tedavileri de tedavide oldukça yüksek başarı sağlamaktadır.Gül hastalığına deniz su iyi gelir mi? Hayır, Rosacea (gül hastalığı) ya deniz suyunun iyileştirici veya faydalı olduğunu gösteren bir kanıt yoktur. Rozaseli hastaların ciltleri hassas olup iyi korunmalıdır. Denize girip çıkmakta sakınca bulunmamaktadır, ancak sonrasında mutlaka güneşten iyi korunmalıdır.Gül hastalığına kantaron yağı iyi gelir mi?Sarı kantaron yağı (Hypericum perforatum L.) antioksidan ve antiinflamatuvar faydaları olan flavonoidler açısından da zengin bir bitki olup cildi iyileştiren ve onaran özellikleri bulunmaktadır. Küçük yaralar ve yanıklar, güneş yanıkları, kepek ve egzama tedavisinde kullanılır, bazen deride tahriş ve kızarıklıklara neden olabilmektedir. Rozasede yararlı olduğunu gösteren hiçbir çalışma bulunmamaktadır. Rozaseli ciltler oldukça hassas olup kullanılan ürünler dikkatli seçilmelidir.Burunda çıkan gül hastalığı?Rozasede fimatöz denilen daha nadir görülen bir tip bulunmaktadır. Bu tip genellikle erkekleri etkilemekte, yıllar içinde burundaki sebase bezlerde genişleme ve burun büyümesi ortaya çıkmaktadır. Bu durumu önlemek için izotretinoin içeren haplardan yararlanılmakta, ayrıca burnu büyüyen hastalarda elektrocerrahi, lazer veya cerrahi müdahaleler ile burun yapısı tekrar küçültülebilmektedir.Gül hastalığı kozmetik tedaviler nelerdir? Rosacea (gül hastalığı) kozmetik tedaviler oldukça önemlidir. Derinin nemlendirilmesi, temizlenmesi ve güneşten korunması için rozaseli ciltler için özel olarak geliştirilmiş, hassas ciltlere uygun dermokozmetik ürünler tedavinin önemli parçasıdır. Ayrıca yeşil rengi ile eritemi kapatan kozmetik ürünler de hastada rahatlık sağlayabilir. Tinted denilen fondötenli güneşten koruyucular da kapatıcı ve cilt tonunu eşitleyici özellikleri nedeniyle tercih edilebilir. Kalıcı kızarıklık ve damar çatlamalarında lazer tedavisi oldukça etkili olup tedaviye eklenmelidir. Seans sayısı lazer tipine göre değişmekle birlikte ortalama 1-4 seans arasındadır. Rinofima denilen burun derisinde kalıcı büyüme ve genişleme olan hastalarda karbon dioksit (CO2) ve erbium:yttrium-aluminum-garnet (Er:YAG) lazerler kullanılmaktadır. Son yıllarda eritematelenjiektazik tip rozaseli hastalarda deriye yapılan oldukça düşük konsantrasyonlu intradermal Botulinum toksin uygulamasının yüzdeki eritem ve kızarıklıkta iyileşme sağladığı gösterilmiştir. Bu etki kalıcı olmayıp 4-5 ay devam etmektedir.Gözde gül hastalığı nedir?Hastaların bir kısmında deri bulgusu göz bulgusuna eşlik eder. Sadece göz tutulumu çok nadirdir. Göz ve deri bulgusunun şiddeti birbirinden bağımsızdır. Yani deri çok şiddetliyken göz etkilenmeyebilir veya deri çok hafifken gözler çok şiddetli tutulabilir.Oküler rozasenin hafif formlarında lokal tedavi yeterli olup sıcak pamuklu bir kompresle ve tea tree oil içeren göz şampuanlarıyla günlük kapak temizliği yapılmalıdır. Rozaseye bağlı blefarite göz kuruluğu sıklıkla eklendiği için lipit bazlı suni gözyaşı kullanılmalıdır. Daha ileri göz bulguları için göz hekimine konsulte edilmelidir.Gül hastalığı tehlikeli midir?Gül hastalığı, tehlikeli değildir fakat tedavi edilmediği zaman kötüleşerek kronik bir hale gelebilir.Gül hastalığı psikolojik mi?Gül hastalığı bazı durumlarda strese bağlı olarak gelişir. Bunun altında da psikolojik nedenler bulunabilir.Gül hastalığı vücutta olur mu?Vücutta gül hastalığı görülebilir, yaşandığından kan damarları daha belirgin bir hale gelir.
Gül Hastalığı Nedir? Gül hastalığı, özellikle yüz bölgesinde sivilce benzeri lekelenmeler, kızarıklık ve görünebilir genişlemiş kan damarları oluşmasına neden olan bir cilt hastalığıdır. Gül hastalığı özellikle kadınlarda ve açık tenli kişilerde sıklıkla görülür. Erkeklerde bu durum daha da kötüleşerek ortaya çıkabilir. Gül Hastalığı Neden Olur?Kesin nedeni bilinmemekle birlikte, cilt hassasiyeti, UV ışınları gibi çevresel faktörler ve stres etkenleri yanı sıra ciltte yaşayan mikroplar, yüzde bulunan kan damarlarındaki anormallikler ve mikroskobik akarlara karşı cildin verdiği kimyasal reaksiyonun sonucu gül hastalığının ortaya çıktığı görülmüştür.Rozase (Gül hastalığı) nedenleri şöyle sıralanabilir:Ayrıca genetik yatkınlık, kan damarlarındaki sorunlar, bağışıklık ve sinir sistemi, demodeks gibi deri akarları ve bağırsak bakterileri de gül hastalığına neden olan etkenler arasında yer alır.Gül Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Gül hastalığında burun yanak, alın ve çene gibi yüz bölgesinde kızarıklık, kan damarlarının belirginleşmesi, kaşıntılı sivilce görünümü şeklinde döküntüler, ciltte yanma hissi yaygın belirtiler olarak ortaya çıkar.Akne rozasea yani gül hastalığı belirtileri genel olarak şunlardır:Gül Hastalığı Teşhisi Nasıl Olur?Gül hastalığı, yüz bölgesindeki belirli kan damarlarının genişlemesine, yanak ve burunda kızarıklıklar ortaya çıkmasına ve sivilce benzeri şişliklere neden olan kronik bir cilt hastalığıdır. Kızarıklık ve sivilce benzeri şişlikler daha çok burun, yanaklar, alın, çene, boyun ve göğüs bölgesinde görülür. Teşhisi için özel bir test bulunmamaktadır. Hastalığın teşhisi için konunun uzmanı bir doktorun muayenesi sırasında lezyonları incelemesi yeterli olur. Ancak rosacea ile karışabilecek benzer belirtilere sahip sivilce, egzama, sedef veya lupus gibi farklı hastalıkları eleyebilmek için bazı tetkikler yapılabilir.Rosacea (Gül Hastalığı) Nasıl Geçer?Rozase hastalığı olduğu durumda geçirmek için sürekli temiz kalmasını sağlamak, cildi besleyen kremlerden yararlanmak ve sağlıksız beslenmeden kaçınmak gerekir. Cilt yapısından kaynaklı bir hastalık olarak ortaya çıktığı için tamamen kurtulma imkanı bulunmayabilir. Bu yüzden hastalık uzun yıllar boyunca devam ederek belli dönemlerde ortaya çıkabilir.Gül hastalığında uygun medikal tedavi, deri bakımı, tetikleyiciler konusunda hasta eğitimi ve cildin yapısına uygun kozmetiklerin medikal tedaviye eklenmesi ile birçok hastada alevlenmeler önlenmekte, semptomlar ve yakınmalar kontrol altında tutulabilmektedir.Gül Hastalığına Ne İyi Gelir?Beslenmeye dikkat ederek prebiyotik ürünler(soğan, çiğ sarımsak, muz, hindiba, kuşkonmaz) tüketmek, posa ve lif açısından zengin besinlerden destek almak, kepek içeriğine sahip tahıllar, muz, soğan, sarımsak ve iltihap iyileştirme özelliği bulunan zerdeçal ve zencefil de gül hastalığına iyi gelir.Son yıllarda yapılan bazı çalışmalarda omega-3 yağ asitleri, probiyotikler ve çinko gibi bazı diyet takviyelerinin de antiinflamatuvar etkileriyle rozase semptomlarının azalmasına yardımcı olabileceği belirtilmektedir. Göz rozasesi olan hastalarda omega 3 yağ asitleri 6 boyunca kullanılmış ve kaşıntı, yanma ve göz kuruluğunda azalma olmuştur.Somon, ton balığı, sardalye, uskumru, ceviz, chia tohumu ve keten tohumu omega 3’den zengin besinlerdir.Oral alınan uzun etkili C vitamini, çinko ve selenyum içeren destek preparatlarının da vasküloprotektif (damar koruyucu) etkiye yol açarak eritematöz rozase ataklarını önleyici etki gösterebileceği öne sürülmüştür.Ayrıca aşağıdaki yöntemlerde hastalığı azaltmaya ve önlemeye yardımcı olur.Rosacea olanların (gül hastalığı) yememesi gerekenler nelerdir? Histamin, niasin, kapsaisin, sinnamaldehit ve alkol gül hastalığını şiddetlendirme özelliği taşıyan maddelerdir. Sıcak her türlü yiyecek ve içecek te rozaseyi alevlendirir. Bu maddeleri içeren gıdaları gruplandıracak olursak;Bunların yanı sıra hastanın kendisinde tetikleyici olduğunu fark ettiği her türlü gıdadan uzak durması da önerilmelidir.Gül Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?Rosacea (Gül hastalığı) tedavisi semptomları azaltmaya ve kötüleşmesini önlemeye yönelik olarak, belirtileri kontrol altında tutmaya yöneliktir. Tedavi amaçlı semptomları kontrol altında tutabilmek için uygulanabilecek tedavi yöntemleri şunlardır:Ayrıca doktorun önereceği oral ve topikal olarak kullanılabilen ilaçlar, oluşan kızarıklık miktarını azaltmak için lazer tedavisi ve şiddetli ve burun şekil bozukluğuna neden olunan durumlarda cerrahi prosedürler gül hastalığının tedavi yöntemleri arasında yer alır. Gül hastalığı tedavisinde uygulanabilecek diğer tedavi yöntemleri şöyle sıralanır:Botoks ve lazerTopikal tedavide baskın olan cilt lezyonuna göre tedavi planlaması yapılmaktadır. Eritem varsa sulandırılmış botoks, lazer ve ışık sistemlerinden faydalanılır. Yine propronalol ve karvedilol gibi betabloker ilaçlar da kızarıklık ataklarını azaltmaktadır.Sivilce için antibiyotikPapül ve püstül gibi sivilcelerin varlığında metranidazol, ivermektin, azelaik asit, sodyum sulfasetamid, klindamisin, tetrasiklin, pimekrolimus, takrolimus, tretinoin gibi kremler, ağızdan doksisiklin, tetrasiklin, metranidazol gibi antibiyotikler kullanılmaktadır.A vitamini içeren ilaçlarA vitamini içeren izotretinoin tedavisi de bu tedavilerden fayda görmeyen hastalarda yararlı olabilmektedir. Ayrıca papül ve püstülerin oluştuğu iltihaplı rozase tipi, granulomatöz rozase ve gözü tutan rozasede de faydalıdır.Çay ağacı yağıDemodekslerin varlığında mutlaka bu parazite yönelik ivermektin, permetrin ve çay ağacı yağı gibi ilaçlar kullanılmalıdır.İvermektin son yıllarda kullanılmaya başlayan en etkili rozase tedavilerindendir. Hem inflamasyonu baskılaması hem de demodeksler üzerinde antiparaziter etkisiyle oldukça etkilidir. Kullanıldığı sürece etkili olup bıraktıktan 3-4 ay sonra tekrarlayabilmektedir.Çay ağacı yağı (tea tree oil-TTO), sulandırılmış konsantrasyonda (%1-5) hazırlanan losyon ve kremleri demodeks akarlarını öldürmekte ve rozase tedavisinde kullanılır. Çay ağacı yağı orjinalde tahriş özelliğe sahip bir yağ olup sulandırılmadan direk sürülmemelidir.C vitamini Topikal C vitamini (L-askorbik asit) kullanımı rozase karşı koruyucu etkinlik oluşturabilir.Flaşing denilen ateş basması atakları olan veya kızarıklığın kalıcı olduğu hastalarda hipertansiyon tedavisinde kullanılan beta bloker ajanlar kullanılabilir. Bu ilaçlar damarları kasarak (derideki kan damarlarındaki düz kaslarda beta adrenerjik reseptörleri bloke edip vazokonstrüksiyon yaparak) etki gösterir.Kozmetolojik UygulamalarRozase tedavisinde kullanılan kozmetolojik uygulamalar; intradermal botulinum toksin A, lazer ve ışık kaynakları ile özelikle rinofima tedavisinde uygulanan cerrahi işlemler, dermabrazyon ve koterizasyondur.Psikiyatri tedavisiRozasede hastaların psikolojik durumları oldukça etkilenebilmekte, hastalığın neden olduğu hastalık yükü stres, anksiyete ve depresyona yol açabilmektedir. Bu hastalarda antidepresan ve anksiyolitik tedaviler oldukça yararlı olmakta ve atakların azalmasına katkıda bulunmaktadır. O nedenle psikiyatri tedavisi çok önemlidir.Gül Hastalığı Olanlar Nelere Dikkat Etmeli?Gül hastalığı olan kişiler, çok sıcak ortamlar hamam ve saunada uzak durarak güneş ışığından kaçınmaları gerekir. Bunun yanında çay, kahve ve çikolata tüketimini sınırlayarak acı, baharatlı besinlerden uzak durmalıdır. Gül hastalığı olanları dikkat etmesi gereken maddeler şu şekilde sıralanabilir:Rosacea (Gül Hastalığı) Deri Bakımı Nasıl Yapılmalıdır?Rosacea (gül hastalığı) deri bakımı temizleme, nemlendirme ve güneşten koruma ile yapılır. Tetikleyiciler konusunda hasta eğitimi ve doğru kozmetik ürün kullanımı oldukça önemlidir.Ürünler mutlaka parfümsüz (no fragrance/ fragrance free) olmalıdır. Hastalar tüm yıl boyunca güneşten koruyucu kullanmalıdır.Rosacea (Gül Hastalığı) Hakkında Sık Sorulan SorularGül hastalığı nasıl bir hastalıktır?Roza hastalığı ya da yaygın bilinen adı ile gül hastalığı, yüzde kızarıklığa, sivilce benzeri lezyonlara, genişlemiş ve çatlamış kan damarlarına neden olan yaygın bir cilt rahatsızlığıdır. Yaygın olarak yüzün merkezinde ortaya çıkan kaşıntılı sivilce ve kızarıklıklar özellikle burun, yanak ve alın bölgesinde görülür.Gül hastalığı tedavi edilmezse ne olur?Roza yani gül hastalığı tedavi edilmediğinde ilerleyerek kronikleşebilir. Bunun devamında ise yüzde iltihaplanma ve yaralar meydana gelir. İleri evrede ise tedavi uygulanmazsa kanser riski oluşturur.Gül hastalığının bitkisel tedavisi var mıdır?Çay ağacı yağı, Rosacea (gül hastalığı) tedavisinde başarıyla kullanılan özellikle demodekslere oldukça etkili olan bir bitkisel tedavidir. İyi bir nem sağlayan, anti-inflamatuvar ve antioksidan özellikleri kolloidal yulaf, niasinamid, krizantem, meyan kökü, çaylar, aloe vera, papatya, zerdeçal ve mantar ekstreleri kullanılabilir.Gül Hastalığı ne kadar sürer?Roza hastalığını oluşturan faktörlerden uzak durarak tekrarlamasını önleyebilirsiniz. Hastalığın boyutuna göre süresi de değişiklik gösterebilir. Gül hastalığının oluşmasına neden olan faktörler azaltıldığında ise iyileşme süresi hızlanır ve 3-6 hafta içerisinde tamamen yok olabilir.Gül hastalığı bulaşıcı mıdır?Gül hastalığı sadece kişiyi etkileyen, bulaşıcı olmayan bir hastalıktır.Gül hastalığı olduğu nasıl anlaşılır?Gül hastalığı cilt kızarıklığı ve döküntü gibi semptomlara neden olan kronik iltihaplı cilt rahatsızlığıdır. Gül hastalığında hastalığında genellikle ilk olarak yüzde kızarıklık atakları ortaya çıkar. Bu ataklar başlangıçta gelip geçicidir, ancak yıllar içinde kızarıklık kalıcı hale gelmektedir.Gül hastalığı kimlerde görülür? Hastalık genellikle 30’lu yaşlarda açık cilt rengi ve göz rengi olan kadınlarda görülse de esmer kişilerde, daha erken veya daha genç yaşlarda da görülebilmektedir. Erkeklerde daha şiddetli seyredebilmektedir.Gül hastalığına eşlik eden hastalıklar var mıdır?Rozasenin çeşitli sistemik hastalıklarla birlikteliği bildirilmektedir. Yapılan çalışmalarda Rosacea (gül hastalığı) en sık eşlik eden hastalıkların depresyon, hipertansiyon, kardiyovasküler hastalıklar, anksiyete bozukluğu, kan yağlarında yükseklik, diyabetes mellitus, migren, romatoid artrit, ülseratif kolit ve demans olduğu bildirilmiştir. Ancak bu hastalıklarla ilişki tüm hastalarda bulunmamaktadır.Rozase ve bazı gastrointestinal hastalıklar arasında ilişki bildirilmektedir. Midede Helicobacter pylori enfeksiyonu olanlarda bu enfeksiyonun tedavisinden sonra Rosacea (gül hastalığı)’nın hafiflediği görülmektedir. O nedenle mide yakınması olanlarda gastroenteroloji konsültasyonu istenmeli ve tedavi verilmelidir.Gastrointestinal sorunları olan olguların gastroenterolojiye konsülte edilmesi, bağırsak flora dengesinin korunabilmesi ve motilitenin optimal seviyede tutulabilmesi için posalı gıdalarla ve dengeli beslenmenin önerilmesi de faydalı olacaktır.Gül hastalığının karaciğer hastalıkları ile ilişkisi var mı?Rozasenin karaciğer ile hiç ilişkisi bulunmamaktadır. Deri hastalığıdır. Bazı hastalıklarla birlikte görülme sıklığı artmıştır (göz, mide, nörolojik gibi), ancak karaciğer hastalıklarının sıklığında bir artış bulunmamaktadır.Gül hastalığı kremi ve ilaçları nelerdir?Topikal tedavide baskın olan cilt lezyonuna göre tedavi planlaması yapılmaktadır. Eritem varsa medikal tedavi seçenekleri oldukça sınırlı olup ülkemizde bulunmayan damarları daraltarak etki gösteren brimonidin, oksimetazolin kremler kullanılır.Eritem için sulandırılmış botoks, lazer ve ışık sistemlerinden faydalanılır. Yine propronalol ve karvedilol gibi betabloker ilaçlar da kızarıklık ataklarını azaltmaktadır. Papül ve püstül gibi sivilcelerin varlığında metranidazol, ivermektin, azelaik asit, sodyum sulfasetamid, klindamisin, tetrasiklin, takrolimus, pimekrolimus, tretinoin gibi kremler, ağızdan doksisiklin, tetrasiklin, metranidazol gibi antibiyotikler kullanılır.A vitamini içeren izotretinoin tedavisi de bu tedavilerden fayda görmeyen hastalarda, özellikle sivilcelerin çok olduğu hastalarda, granulomatöz rozasede, fimatöz rozase denilen burun gibi sebase bezleri büyüyen hastalarda yararlı olur. Demodekslerin varlığında mutlaka bu parazite yönelik ivermektin, permetrin ve çay ağacı yağı gibi ilaçlar kullanılır.Gül hastalığı lazer ile tedavi edilebilir mi? Tüm rozase alt tiplerinde lazer ve ışık sistemleri kullanılabilir. Lazer hem eritemin azaltılmasında hem de zeminde bulunan damar çatlamalarının tedavisinde oldukça yararlıdır. En etkili lazer ve ışık sistemi tipleri IPL (intense pulsed light-yoğunlaştırılmış atışlı ışık), Nd:YAG lazer ve PDL (pulsed dye lazer) dir. BB Lazer de bir IPL ışık kaynağı sistemi olup hem eritem hem de kılcal damarların tedavisinde yararlıdır.Lazer tedavisinde yanıt hastadan hastaya, kullanılan lazer tipine göre değişkenlik göstermekle birlikte mevcut damar çatlaklarını kalıcı olarak iyileştirir, eritemli zemini büyük ölçüde düzeltir. Bu iyilik hali hasta tetikleyici faktörlere dikkat ederse uzun yıllar devam etmektedir. Ancak tetikleyicilere dikkat edilmezse yıllar için de hastalık tekrarlayacak ve yeniden lazer ihtiyacı doğabilecektir.Gül hastalığı nasıl önlenebilir? Gül hastalığı nüks ve remisyonlarla seyreden kronik bir hastalık olduğu için hastalarda uzun süreli medikal tedavilere rağmen aktivasyonlar kaçınılmazdır. Dolayısıyla aktivasyonları önlemek ve hastalığın şiddetinin artışını engelleyebilmek için birtakım önleyici ve koruyucu tedbirleri almaları ve yaşam şekillerini bunlara göre düzenlemeleri gerekmektedirGül hastalığı kesim çözümü var mı? Rosacea (gül hastalığı) nükslerle seyreden, kronik inflamatuvar bir hastalık olup ne yazık ki kesin çözümü yoktur. Ancak oldukça etkili tedaviler bulunmaktadır. Topikal ve sistemik tedavinin kombinasyonu tedavi etkinliğini artıracak ve nüks olasılığını düşürecektir. Ataklar sistemik tedavi ile kontrol edildikten sonra topikal tedaviyle devam tedavisinin yapılması gerekmektedir. Bu tedavilerle hastalık kontrol altına alındıktan sonra uygun deri bakımı, güneşten korunma ve tetikleyicilerden kaçınma ile ataklar azalacak ve hastalar rahat bir hayat sürebilecektir. Lazer tedavileri de tedavide oldukça yüksek başarı sağlamaktadır.Gül hastalığına deniz su iyi gelir mi? Hayır, Rosacea (gül hastalığı) ya deniz suyunun iyileştirici veya faydalı olduğunu gösteren bir kanıt yoktur. Rozaseli hastaların ciltleri hassas olup iyi korunmalıdır. Denize girip çıkmakta sakınca bulunmamaktadır, ancak sonrasında mutlaka güneşten iyi korunmalıdır.Gül hastalığına kantaron yağı iyi gelir mi?Sarı kantaron yağı (Hypericum perforatum L.) antioksidan ve antiinflamatuvar faydaları olan flavonoidler açısından da zengin bir bitki olup cildi iyileştiren ve onaran özellikleri bulunmaktadır. Küçük yaralar ve yanıklar, güneş yanıkları, kepek ve egzama tedavisinde kullanılır, bazen deride tahriş ve kızarıklıklara neden olabilmektedir. Rozasede yararlı olduğunu gösteren hiçbir çalışma bulunmamaktadır. Rozaseli ciltler oldukça hassas olup kullanılan ürünler dikkatli seçilmelidir.Burunda çıkan gül hastalığı?Rozasede fimatöz denilen daha nadir görülen bir tip bulunmaktadır. Bu tip genellikle erkekleri etkilemekte, yıllar içinde burundaki sebase bezlerde genişleme ve burun büyümesi ortaya çıkmaktadır. Bu durumu önlemek için izotretinoin içeren haplardan yararlanılmakta, ayrıca burnu büyüyen hastalarda elektrocerrahi, lazer veya cerrahi müdahaleler ile burun yapısı tekrar küçültülebilmektedir.Gül hastalığı kozmetik tedaviler nelerdir?Gözde gül hastalığı nedir?Hastaların bir kısmında deri bulgusu göz bulgusuna eşlik eder. Sadece göz tutulumu çok nadirdir. Göz ve deri bulgusunun şiddeti birbirinden bağımsızdır. Yani deri çok şiddetliyken göz etkilenmeyebilir veya deri çok hafifken gözler çok şiddetli tutulabilir.Oküler rozasenin hafif formlarında lokal tedavi yeterli olup sıcak pamuklu bir kompresle ve tea tree oil içeren göz şampuanlarıyla günlük kapak temizliği yapılmalıdır. Rozaseye bağlı blefarite göz kuruluğu sıklıkla eklendiği için lipit bazlı suni gözyaşı kullanılmalıdır. Daha ileri göz bulguları için göz hekimine konsulte edilmelidir.Gül hastalığı tehlikeli midir?Gül hastalığı, tehlikeli değildir fakat tedavi edilmediği zaman kötüleşerek kronik bir hale gelebilir.Gül hastalığı psikolojik mi?Gül hastalığı bazı durumlarda strese bağlı olarak gelişir. Bunun altında da psikolojik nedenler bulunabilir.Gül hastalığı vücutta olur mu?Vücutta gül hastalığı görülebilir, yaşandığından kan damarları daha belirgin bir hale gelir. | 14,606 |
357 | Hastalıklar | Halüsinasyon (Varsanı) | Halüsinasyon, gerçek anlamda hiçbir nesne görünmezken, ses, koku ya da dokunma yokken, kişinin bunları varmış gibi hissettiği, beynin bu olmayan duyuları gerçekmiş gibi algıladığı bir durumdur. Ancak bazı akıl sağlığı problemleri, ilaçların yan etkileri, epilepsi, uyuşturucu madde veya yoğun alkol kullanımı gibi fiziksel hastalıklar duyu organları ile beyin arasındaki dengeyi bozarak kişinin gerçek olmayan duyuları algılamasına neden olur. Görme, işitme, tat alma, dokunma, derin duyu-denge, iç organlarından gelen duyular ve tüm bunların birleşenleri beyni uyarır ve dış dünyanın doğru bir şekilde algılanmasını sağlar. Gerçekle hiçbir bağlantısı olmayan duyumları yaşayan yani halüsinasyon gören kişiler, “duymuyor musun alt komşu bana küfür ediyor, bak spiker eliyle beni işaret etti, koltukta oturup bana gülen kadını görmüyor musun, kolumun üzerinde örümcekler geziyor, her yer çürük kokuyor” gibi aslında olmayan iddialarda bulunabilir.Halüsinasyon, gerçek anlamda hiçbir nesne görünmezken, ses, koku ya da dokunma yokken, kişinin bunları varmış gibi hissettiği, beynin bu olmayan duyuları gerçekmiş gibi algıladığı bir durumdur. Ancak bazı akıl sağlığı problemleri, ilaçların yan etkileri, epilepsi, uyuşturucu madde veya yoğun alkol kullanımı gibi fiziksel hastalıklar duyu organları ile beyin arasındaki dengeyi bozarak kişinin gerçek olmayan duyuları algılamasına neden olur. Görme, işitme, tat alma, dokunma, derin duyu-denge, iç organlarından gelen duyular ve tüm bunların birleşenleri beyni uyarır ve dış dünyanın doğru bir şekilde algılanmasını sağlar. Gerçekle hiçbir bağlantısı olmayan duyumları yaşayan yani halüsinasyon gören kişiler, “duymuyor musun alt komşu bana küfür ediyor, bak spiker eliyle beni işaret etti, koltukta oturup bana gülen kadını görmüyor musun, kolumun üzerinde örümcekler geziyor, her yer çürük kokuyor” gibi aslında olmayan iddialarda bulunabilir.
Halüsinasyon (Varsanı) Nedir?Halüsinasyonlar, gerçek gibi görünen ancak kişinin kendi zihni tarafından oluşturulduğu için sadece kendisinin duyabileceği, görebileceği, koklayabileceği, dokunabileceği gerçek olmayan duyuların algılanmasıdır. Halüsinasyon beş duyuyu da etkileyebilirler. Bazı akıl hastalıkları, ilaçların yan etkileri, epilepsi, veya alkol kullanım bozukluğu gibi fiziksel ya da psikolojik hastalıklar neden olabilir.Halüsinasyon Türleri Nelerdir?Halüsinasyonlar çeşitli rahatsızlıklardan kaynaklanır. Hastanın halüsinasyon görmesine neden olan rahatsızlıklarda yani hangi duyu organı ön planda uyarıldıysa o tür isimle adlandırılır. Halüsinasyon türleri şunlardır;Görsel halüsinasyonlar: Beynin organik hastalıklarında daha sık görülen bir halüsinasyon türüdür. Hastanın var olmayan nesneleri görmesidir. Geometrik şekiller, parlak ışıklar; migren ve epilepsi, Parkinson, Alzheimer (bunama), beyin tümörlerinde sık görsel halüsinasyon görülür. Şizofreni ilerledikçe görsel halüsinasyonların şiddeti daha fazla artar. İnsanlar, hayvanlar, yaratıklar her şey halüsinasyonlar görülebilir.İşitsel halüsinasyonlar: Halüsinasyon tipleri arasına en sık görülen ve hastada önemli rahatsızlara neden olan, olmayan seslerin duyulmasıdır. Psikolojik hastalıklarda psikoz, şizofreni ve psikonevrozlarda daha sık görülür. Kişi genelde kendisine emir veren, hakaret eden, kızan, suçlayan sesler duyar. Bazen sesler ve görüntüler beraber olabilir. Sanki düşünceleri yayılıyor, başkaları zorla beynine düşünceler yerleştiriyor gibi algılar da hissedebilir.Dokunsal halüsinasyonları: Hasta vücudunda örümcek, karınca gibi böceklerin gezdiğini, organlarının hareket ettiğini veya gerçekte olmayan dokunuşları algıladığı halüsinasyon türüdür. Madde yoksunluğu veya uyuşturucu madde kullanımı olan kişilerde daha sık görülür. Beynin ruhsal ve organik tüm hastalıklarında da görülebilir.Koku halüsinasyonları: Hastanın kendi vücudunda ya da çevresinde var olmayan çürük, yanık, dışkı kokusunu alması türüdür. Beyin tümörlerinde, travmatik yaşantıların eşlik ettiği ruhsal hastalıklarda daha sık görülür. Soğuk algınlığı, zehirlenmeler, iltihaplı sinüslerde koku halüsinasyonlarına sebep olabilirTat halüsinasyonları: hastanın yediği ya da içtiği şeylerden var olmayan faklı tatları alması durumudur. Metalik tat veya alkollü tat alınabilir.İç organlar: Midenin şiştiği, içinin sıkıldığı, içinde bir yılan gezdiği gibi hislerle tarif edilen halüsinasyon türüdür.Halüsinasyon Neden Olur?Halüsinasyonlara psikolojik, nörolojik, biyokimyasal, metabolik rahatsızlıklar neden olur.Halüsinasyonun psikolojik nedenleri: Şizofreni, Bipolar Bozukluk, depresyon, kısa psikotik ataklar Demans Deliryum Madde kullanımı İlaç kullanımı Uyku eksikliği İntoksiyonlarHalüsinasyonun fiziksel nedenleri: Çocuklarda ve yaşlılarda yüksek ateş Migren İleri yaştaki sosyal izolasyon Nöbetler Sağırlık Körlük veya görme sorunları Epilepsi AIDS (evre 3) Beyin kanseri Böbrek veya karaciğer yetmezliği gibi ölümcül hastalıklarHalüsinasyon Nelerle Karıştırılabilir?İllüzyon(yanılsama): Gerçek nesnenin duyular üzerindeki izleniminin yanlış değerlendirilmesidir. Kapı sesini silah sesi sanma, ip parçasını yılan gibi görme, asılı paltoyu hayalet sanma gibi durumlardır. Yiyecekleri farklı tatlarda almadır.Hipnojenik halüsinasyonlar: Uykuya dalmak üzereyken ortaya çıkan görüntüler, düşme hissi, sıçrama ve dokunsal hislerdir. Bu duygular gelip geçicidir ve sağlıklı kişilerde de olabilir.Hipnopompik halüsinasyonlar: Uykudan uyanırken ortaya çıkan halüsinasyonlardır.Flashback-geçmişe dönüş sahneleri: Ciddi travmatik yaşantıları olan kişiler, hiç ummadıkları anda birden travma anını tekrar yaşıyormuş gibi görüntüler, sesler duymaya başlar. Silah sesi, üstüne atlayan biri, yerin sallandığı hissi, karşıdakinin yaralanıp kan akması gibi…Disosiyatif ataklar: Travma sonrası stres bozukluklarında, kendini bedeninin dışında görme, gerçeği olduğundan farklı algılama durumunda ortaya çıkabilir.Hayali oyun-hayali arkadaş: Çocuklar oyun oynarken bazen oyuna kaptırıp gerçekten tarif ettikleri, gördüklerinden emin oldukları arkadaşlar, yaratıklar, hayvanlar tanımlarlar. Karşılarındaki görüntüyle gerçekmiş gibi konuşup, hareket ederler.Opsesif kompulsif bozukluk: Çocuklar sıklıkla akıllarına gelen takıntılı düşünceleri “içimdeki ses söylüyor” diyerek anlatırlar. “içimdeki ses 3 kere elimi yıkamazsam kötü şeyler olacak diyor”. Aslında ses değil bir his ve düşünce olduğu konuşunca ifade edebilirler.Yalancı halüsinasyon: Kişi dikkat çekmek, eğlenmek ya da gerçeği çarpıtmak için halüsinasyonu varmış gibi davranır. Kendisiyle konuşan cinler, kendisini korkutan bir hayalet, melekler tarif edebilirler.Bir yakınını kaybeden kişilerin yas döneminde görülebilir. Ölümünü kabul etmede zorluk söz konusudur. Aslında kişi gördüğünün gerçek olmadığını bilir.Epileptik nöbetlerde: Koku, tat, renkli şekiller bazen sesler gibi olmayan uyaranları hissetmede görülebilir.Uyuşturucu, halüsinasyon yapan madde kullanımı: Sihirli mantarlar, alkol, madde ilaç kullanımı durumlarında görülür. Halüsinasyon Belirtileri Nelerdir?Halüsinasyonlar gören kişi olmayan şeyleri görüp, işittiği veya hissettiği için tuhaf davranışlar sergiler. Korku ve endişe içinde olabilir. Serumu çıkarmak, yataktan fırlamak, koşmak, kaçmak, saklanmak, saldırmak, bağırmak şeklinde tepkiler verebilir. Boşlukta önemli bir şey varmış gibi bakıp izlemeye, kendi kendine konuşuyor gibi cevap vermeye- tartışmaya başlayabilir. Çarşafı silkeleme, cildini tırmalama davranışları dokunsal halüsinasyonlarda görülür. Hasta tüm bu algılarının gerçek olduğunu düşünür, anlatılsa dinlemez, inandırılamaz. Gerçek olduğuna inandığı için yoğun endişe, korku, öfke ve şaşkınlık içinde olabilir.Halüsinasyon Teşhisi Kişi, algılarının gerçek olmadığından şüpheleniyorsa vakit kaybetmeden uzman bir psikologtan yardım almalıdır. Kişinin başvurmasıyla birlikte uzman psikolog veya doktor kişiye semptomları hakkında sorular soracak ve öncelikle fiziksel bir muayene yapabilir. Ayrıca başka bir hastalığının olup olmadığının belirlenmesi adına ek testler arasında kan tahliliyle birlikte nörolojik inceleme için beyin taraması da yer alabilir.Kişinin psikolojik durumuna göre terapi zamanla işe yarayabilir ancak ciddi vakalarda ilaç kullanımı da önerilebilir.Halüsinasyon Nasıl Tedavi Edilir?Halüsinasyonların görülmesinin altında yatan önemli fiziksel ve psikolojk nedenler vardır. Bu nedenle öncelikle halüsinasyona sebep olan alttaki hastalık araştırılmalıdır. Acil kan biokimyası, travma hikayesi varsa acil müdahale, ruhsal durum muayenesi, nörolojik değerlendirme yapılır. Beynin görüntülenmesi için MRI, elektro fizyolojisi için EEG yapılması gerekir. Ayrıca hastanın kanında toksik ve uyuşturucu maddelerin var olup olmadığının araştırılması gerekir. Tedavide hastanın kendine ve etrafa zarar vermesi öncelikle engellenerek hasta sakinleştirilip kendisini güvende hissetmesi sağlanır. Gerekirse hareket etmesini engelleyecek tedaviler uygulanır. Hastaya anti psikotik tedavi uygulanır. Ayrıca halüsinasyonlar görmesine neden olan alttaki hastalıklar da tedavi edilmesi gerekir.Halüsinasyon ile İlgili Sık Sorulan SorularHalüsinasyon ne demek?Halüsinasyon, bir kişinin gerçek olduğuna inandığı ancak gerçek olmayan bir görüntü, ses, koku, tat veya dokunma gibi duyular hissetmesidir. Genellikle bir akıl hastalığının, nörolojik problemlerin ya da ilaç yan etkisi olarak yaşanır.Halüsinasyonlar neden önemlidir?Vücudumuzun en değerli organı beyni etkileyen direk ve indirekt tüm ciddi hastalıklarda halüsinasyonlar görülebilir. Acillerde, yoğun bakım ünitelerinde, ameliyat ve travma sonrası dönemde hastalar yakından takip edilmelidir. Beyni direk etkileyen organik ve ruhsal hastalıkların tanılarında, hastalığın ciddiyetini takip etmede, tedaviye yanıtı değerlendirmede halüsinasyonlar önemli bir göstergedir.Halüsinasyon nasıl bir hastalıktır?Halüsinasyon, dış dünyada var olmayan ancak bireyin duyusal algı sistemleri tarafından gerçekmiş gibi deneyimlenen görsel, işitsel, dokunsal veya diğer duyusal algı yanılsamalarıdır. Psikolojik bir hastalık olan halüsinasyon, genellikle psikiyatrik, nörolojik veya ilaç kullanımına bağlı olarak ortaya çıkar ve bireyin gerçeklik algısında geçici bir bozulmaya neden olabilir.Halüsinasyon kimlerde görülür?Halüsinasyonlar konusunda en çok risk altında olan kişiler şunlardır; Ruh hastalıklarından şizofreni, psikozlar, depresyon, manik eksitasyon ve psikonevrozlarda görülür. Beynin her türlü yıkım ve hastalıklarında olabilir. En sık Parkinson, bunama, menenjit, ve beyin tümörlerinde görülür. Beyni etkileyen toksik durumlarda yani alkol, uyuşturucu madde ve ilaçları kullananlarda görülür. Ateşli hastalıklarda (özellikle çocuklarda ve yaşlılarda), Deliryum denilen büyük ameliyat, metabolizma bozukluklarında görülür. Hassas çocuklarda antihistaminik kullanımında ortaya çıkabilir. Enfeksiyon sonrası koku ve tatları farklı alma görülebilir (sinüzit, Covid-19 gibi)
Halüsinasyon (Varsanı) Nedir?Halüsinasyonlar, gerçek gibi görünen ancak kişinin kendi zihni tarafından oluşturulduğu için sadece kendisinin duyabileceği, görebileceği, koklayabileceği, dokunabileceği gerçek olmayan duyuların algılanmasıdır. Halüsinasyon beş duyuyu da etkileyebilirler. Bazı akıl hastalıkları, ilaçların yan etkileri, epilepsi, veya alkol kullanım bozukluğu gibi fiziksel ya da psikolojik hastalıklar neden olabilir.Halüsinasyon Türleri Nelerdir?Halüsinasyonlar çeşitli rahatsızlıklardan kaynaklanır. Hastanın halüsinasyon görmesine neden olan rahatsızlıklarda yani hangi duyu organı ön planda uyarıldıysa o tür isimle adlandırılır. Halüsinasyon türleri şunlardır;Görsel halüsinasyonlar: Beynin organik hastalıklarında daha sık görülen bir halüsinasyon türüdür. Hastanın var olmayan nesneleri görmesidir. Geometrik şekiller, parlak ışıklar; migren ve epilepsi, Parkinson, Alzheimer (bunama), beyin tümörlerinde sık görsel halüsinasyon görülür. Şizofreni ilerledikçe görsel halüsinasyonların şiddeti daha fazla artar. İnsanlar, hayvanlar, yaratıklar her şey halüsinasyonlar görülebilir.İşitsel halüsinasyonlar: Halüsinasyon tipleri arasına en sık görülen ve hastada önemli rahatsızlara neden olan, olmayan seslerin duyulmasıdır. Psikolojik hastalıklarda psikoz, şizofreni ve psikonevrozlarda daha sık görülür. Kişi genelde kendisine emir veren, hakaret eden, kızan, suçlayan sesler duyar. Bazen sesler ve görüntüler beraber olabilir. Sanki düşünceleri yayılıyor, başkaları zorla beynine düşünceler yerleştiriyor gibi algılar da hissedebilir.Dokunsal halüsinasyonları: Hasta vücudunda örümcek, karınca gibi böceklerin gezdiğini, organlarının hareket ettiğini veya gerçekte olmayan dokunuşları algıladığı halüsinasyon türüdür. Madde yoksunluğu veya uyuşturucu madde kullanımı olan kişilerde daha sık görülür. Beynin ruhsal ve organik tüm hastalıklarında da görülebilir.Koku halüsinasyonları: Hastanın kendi vücudunda ya da çevresinde var olmayan çürük, yanık, dışkı kokusunu alması türüdür. Beyin tümörlerinde, travmatik yaşantıların eşlik ettiği ruhsal hastalıklarda daha sık görülür. Soğuk algınlığı, zehirlenmeler, iltihaplı sinüslerde koku halüsinasyonlarına sebep olabilirTat halüsinasyonları: hastanın yediği ya da içtiği şeylerden var olmayan faklı tatları alması durumudur. Metalik tat veya alkollü tat alınabilir.İç organlar: Midenin şiştiği, içinin sıkıldığı, içinde bir yılan gezdiği gibi hislerle tarif edilen halüsinasyon türüdür.Halüsinasyon Neden Olur?Halüsinasyonlara psikolojik, nörolojik, biyokimyasal, metabolik rahatsızlıklar neden olur.Halüsinasyonun psikolojik nedenleri:Halüsinasyonun fiziksel nedenleri:Halüsinasyon Nelerle Karıştırılabilir?İllüzyon(yanılsama): Gerçek nesnenin duyular üzerindeki izleniminin yanlış değerlendirilmesidir. Kapı sesini silah sesi sanma, ip parçasını yılan gibi görme, asılı paltoyu hayalet sanma gibi durumlardır. Yiyecekleri farklı tatlarda almadır.Hipnojenik halüsinasyonlar: Uykuya dalmak üzereyken ortaya çıkan görüntüler, düşme hissi, sıçrama ve dokunsal hislerdir. Bu duygular gelip geçicidir ve sağlıklı kişilerde de olabilir.Hipnopompik halüsinasyonlar: Uykudan uyanırken ortaya çıkan halüsinasyonlardır.Flashback-geçmişe dönüş sahneleri: Ciddi travmatik yaşantıları olan kişiler, hiç ummadıkları anda birden travma anını tekrar yaşıyormuş gibi görüntüler, sesler duymaya başlar. Silah sesi, üstüne atlayan biri, yerin sallandığı hissi, karşıdakinin yaralanıp kan akması gibi…Disosiyatif ataklar: Travma sonrası stres bozukluklarında, kendini bedeninin dışında görme, gerçeği olduğundan farklı algılama durumunda ortaya çıkabilir.Hayali oyun-hayali arkadaş: Çocuklar oyun oynarken bazen oyuna kaptırıp gerçekten tarif ettikleri, gördüklerinden emin oldukları arkadaşlar, yaratıklar, hayvanlar tanımlarlar. Karşılarındaki görüntüyle gerçekmiş gibi konuşup, hareket ederler.Opsesif kompulsif bozukluk: Çocuklar sıklıkla akıllarına gelen takıntılı düşünceleri “içimdeki ses söylüyor” diyerek anlatırlar. “içimdeki ses 3 kere elimi yıkamazsam kötü şeyler olacak diyor”. Aslında ses değil bir his ve düşünce olduğu konuşunca ifade edebilirler.Yalancı halüsinasyon: Kişi dikkat çekmek, eğlenmek ya da gerçeği çarpıtmak için halüsinasyonu varmış gibi davranır. Kendisiyle konuşan cinler, kendisini korkutan bir hayalet, melekler tarif edebilirler.Bir yakınını kaybeden kişilerin yas döneminde görülebilir. Ölümünü kabul etmede zorluk söz konusudur. Aslında kişi gördüğünün gerçek olmadığını bilir.Epileptik nöbetlerde: Koku, tat, renkli şekiller bazen sesler gibi olmayan uyaranları hissetmede görülebilir.Uyuşturucu, halüsinasyon yapan madde kullanımı: Sihirli mantarlar, alkol, madde ilaç kullanımı durumlarında görülür. Halüsinasyon Belirtileri Nelerdir?Halüsinasyonlar gören kişi olmayan şeyleri görüp, işittiği veya hissettiği için tuhaf davranışlar sergiler. Korku ve endişe içinde olabilir. Serumu çıkarmak, yataktan fırlamak, koşmak, kaçmak, saklanmak, saldırmak, bağırmak şeklinde tepkiler verebilir. Boşlukta önemli bir şey varmış gibi bakıp izlemeye, kendi kendine konuşuyor gibi cevap vermeye- tartışmaya başlayabilir. Çarşafı silkeleme, cildini tırmalama davranışları dokunsal halüsinasyonlarda görülür. Hasta tüm bu algılarının gerçek olduğunu düşünür, anlatılsa dinlemez, inandırılamaz. Gerçek olduğuna inandığı için yoğun endişe, korku, öfke ve şaşkınlık içinde olabilir.Halüsinasyon Teşhisi Kişi, algılarının gerçek olmadığından şüpheleniyorsa vakit kaybetmeden uzman bir psikologtan yardım almalıdır. Kişinin başvurmasıyla birlikte uzman psikolog veya doktor kişiye semptomları hakkında sorular soracak ve öncelikle fiziksel bir muayene yapabilir. Ayrıca başka bir hastalığının olup olmadığının belirlenmesi adına ek testler arasında kan tahliliyle birlikte nörolojik inceleme için beyin taraması da yer alabilir.Kişinin psikolojik durumuna göre terapi zamanla işe yarayabilir ancak ciddi vakalarda ilaç kullanımı da önerilebilir.Halüsinasyon Nasıl Tedavi Edilir?Halüsinasyonların görülmesinin altında yatan önemli fiziksel ve psikolojk nedenler vardır. Bu nedenle öncelikle halüsinasyona sebep olan alttaki hastalık araştırılmalıdır. Acil kan biokimyası, travma hikayesi varsa acil müdahale, ruhsal durum muayenesi, nörolojik değerlendirme yapılır. Beynin görüntülenmesi için MRI, elektro fizyolojisi için EEG yapılması gerekir. Ayrıca hastanın kanında toksik ve uyuşturucu maddelerin var olup olmadığının araştırılması gerekir. Tedavide hastanın kendine ve etrafa zarar vermesi öncelikle engellenerek hasta sakinleştirilip kendisini güvende hissetmesi sağlanır. Gerekirse hareket etmesini engelleyecek tedaviler uygulanır. Hastaya anti psikotik tedavi uygulanır. Ayrıca halüsinasyonlar görmesine neden olan alttaki hastalıklar da tedavi edilmesi gerekir.Halüsinasyon ile İlgili Sık Sorulan SorularHalüsinasyon ne demek?Halüsinasyon, bir kişinin gerçek olduğuna inandığı ancak gerçek olmayan bir görüntü, ses, koku, tat veya dokunma gibi duyular hissetmesidir. Genellikle bir akıl hastalığının, nörolojik problemlerin ya da ilaç yan etkisi olarak yaşanır.Halüsinasyonlar neden önemlidir?Vücudumuzun en değerli organı beyni etkileyen direk ve indirekt tüm ciddi hastalıklarda halüsinasyonlar görülebilir. Acillerde, yoğun bakım ünitelerinde, ameliyat ve travma sonrası dönemde hastalar yakından takip edilmelidir. Beyni direk etkileyen organik ve ruhsal hastalıkların tanılarında, hastalığın ciddiyetini takip etmede, tedaviye yanıtı değerlendirmede halüsinasyonlar önemli bir göstergedir.Halüsinasyon nasıl bir hastalıktır?Halüsinasyon, dış dünyada var olmayan ancak bireyin duyusal algı sistemleri tarafından gerçekmiş gibi deneyimlenen görsel, işitsel, dokunsal veya diğer duyusal algı yanılsamalarıdır. Psikolojik bir hastalık olan halüsinasyon, genellikle psikiyatrik, nörolojik veya ilaç kullanımına bağlı olarak ortaya çıkar ve bireyin gerçeklik algısında geçici bir bozulmaya neden olabilir.Halüsinasyon kimlerde görülür?Halüsinasyonlar konusunda en çok risk altında olan kişiler şunlardır; | 7,289 |
358 | Hastalıklar | Güvercin Göğsü | Pektus karinatum hastalığı olarak da bilinen güvercin göğsü, iman kemiği, kıkırdak ve kaburga kemiklerinden oluşan göğsün ön tarafının öne doğru gelişmesinden meydana gelmektedir. Kunduracı göğsünden sonra en sık rastlanan göğüs kafesi deformitesidir. Güvercin göğsü özellikle ergenlik döneminde belirginleşmektedir. Göğüs de oluşan estetik bozukluk nedeniyle kişilerde sosyal ya da psikolojik problemlere yol açabilmektedir. Memorial Bahçelievler Hastanesi Göğüs Cerrahisi Bölümü’nden Doç. Dr. Murat Akkuş, güvercin göğüs ve tedavisi hakkında bilgi verdi.Pektus karinatum hastalığı olarak da bilinen güvercin göğsü, iman kemiği, kıkırdak ve kaburga kemiklerinden oluşan göğsün ön tarafının öne doğru gelişmesinden meydana gelmektedir. Kunduracı göğsünden sonra en sık rastlanan göğüs kafesi deformitesidir. Güvercin göğsü özellikle ergenlik döneminde belirginleşmektedir. Göğüs de oluşan estetik bozukluk nedeniyle kişilerde sosyal ya da psikolojik problemlere yol açabilmektedir. Memorial Bahçelievler Hastanesi Göğüs Cerrahisi Bölümü’nden Doç. Dr. Murat Akkuş, güvercin göğüs ve tedavisi hakkında bilgi verdi.
Güvercın Göğsü (Pektus Karınatum) Nedir?Güvercin göğsü, kaburgalar ile iman tahtası olarak da bilinen göğüs kafesi kemiği arasındaki kıkırdağın fazla büyümesi nedeniyle göğsün ortasının dışarı çıkıntı oluşturması ile sonuçlanan göğüs duvarı deformitesidir. Pektus karinatum yani güvercin göğsü görsel olarak kuşların göğsüne benzer bir görüntü oluşturduğundan bu şekilde isimlendirilmiştir. Erkeklerde kadınlara oranla daha sık görülen bir durum olan güvercin göğsü, 1000 çocuktan 6’sında görülmektedir. 11 yaş ve sonrasında, özellikle de ergenlik döneminde belirginleşen bu hastalığın temeldeki nedeni bilinmese de genetik yatkınlık bu durumun gelişmesinde önemli etken olabilmektedir.Güvercin Göğsü Neden Olur?Güvercin göğsü, sternumun (göğüs kemiği) gelişimi esnasında öne çıkıntı yapması ile oluşmaktadır. Bunun yanında güvercin göğüs genetik bozukluk ya da sendromlarla beraber de ortaya çıkabilmektedir. Skolyoz, Marfan Sendromu, Ehler-Danlos Sendromu gibi sendromlarla beraber görülebilmektedir.Güvercin Göğsü Belirtileri Nelerdir?Güvercin göğsü, en önemli ve bazen tek belirtisi göğüs kemiğinin dışarı doğru itilmesinden kaynaklanan belirtidir. Bazı durumlarda şu belirtiler de görülebilir:Güvercin Göğsü Teşhisi Nasıl Konulur?Güvercin göğsü, en önemli ve bazen tek belirtisi göğüs kemiğinin dışarı doğru itilmesinden dolayı oluşan şekil bozukluğudur. Göğüs röntgeni çekilmesi istenerek kişinin göğüs kemikleri incelenmektedir. Daha ciddi ve ileri vakalarda ise bilgisayarlı tomografi ya da manyetik rezonans görüntüleme (MR) istenerek ameliyat durumu olup olmadığına bakılmaktadır. Fiziki muayene ve görüntüleme tetkikleri sonucunda güvercin göğsü teşhisi konulabilmektedir.Güvercin Göğsü Tedavisi Nedir?Güvercin göğsü tedavisi hastalığın seviyesine bakılarak uzman doktorun karar vermesi gereken bir durumdur. Güvercin göğsü tedavisi her yaştan kişiye uygulanabilmektedir. Güvercin göğsü tedavisinde şu yöntemlerden yararlanılır:Ortez (Korse) tedavisiOrtez tedavisi olarak da bilinen korse; göğüs kemiğinin dışarı doğru olan kısmına önden baskı uygulanması ile düzeltilmesi işlemidir. Özellikle çocuk ve ergenlik döneminde iyi sonuç almak mümkündür. Günde en az 8 saat takılması önerilen korse güvercin göğsü hastalığında en çok tercih edilen yöntemlerden biridir.Abramson ameliyatıAbramson ameliyatı, özellikle güvercin göğsü hastalığından kaynaklı olarak ortaya çıkan deformitelerde tercih edilen minimal invaziv (kapalı) tekniktir. Genel anestezi altında uygulanan bu ameliyat türünde hedef göğüs duvarının normal pozisyonuna getirilmesidir.Bunların yanında göğüs kafesinin sertliği çok yüksek olan ileri yaş hastalarda ortez tedavisi ve Abramson ameliyatlarında sonuç alınamayacağı için Ravitch (açık cerrahi) ameliyatından da yararlanılabilmektedir.Güvercin Göğsü Hakkında Sık Sorulan SorularGüvercin göğsü sporla düzelir mi?Güvercin göğsünün doğal bir tedavisi bulunmamaktadır. Kemik çıkıntısından kaynaklı meydana gelen güvercin göğsü yüzme ya da egzersizle düzelmesi beklenmemektedir.Güvercin göğsü için hangi doktora gidilir?Güvercin göğsünden dolayı oluşan şekil bozukluklarına Göğüs Cerrahisi bölümü bakmaktadır.Güvercin göğsü zararlı mı?Güvercin göğsü sağlık açısından zararlı değildir fakat görüntü olarak kişiyi rahatsız edebilmektedir. Kişide görüntü bozukluğunun oluşturduğu psikolojik ve sosyal sorunlar ortaya çıkabilmektedir.
Güvercın Göğsü (Pektus Karınatum) Nedir?Güvercin göğsü, kaburgalar ile iman tahtası olarak da bilinen göğüs kafesi kemiği arasındaki kıkırdağın fazla büyümesi nedeniyle göğsün ortasının dışarı çıkıntı oluşturması ile sonuçlanan göğüs duvarı deformitesidir. Pektus karinatum yani güvercin göğsü görsel olarak kuşların göğsüne benzer bir görüntü oluşturduğundan bu şekilde isimlendirilmiştir. Erkeklerde kadınlara oranla daha sık görülen bir durum olan güvercin göğsü, 1000 çocuktan 6’sında görülmektedir. 11 yaş ve sonrasında, özellikle de ergenlik döneminde belirginleşen bu hastalığın temeldeki nedeni bilinmese de genetik yatkınlık bu durumun gelişmesinde önemli etken olabilmektedir.Güvercin Göğsü Neden Olur?Güvercin göğsü, sternumun (göğüs kemiği) gelişimi esnasında öne çıkıntı yapması ile oluşmaktadır. Bunun yanında güvercin göğüs genetik bozukluk ya da sendromlarla beraber de ortaya çıkabilmektedir. Skolyoz, Marfan Sendromu, Ehler-Danlos Sendromu gibi sendromlarla beraber görülebilmektedir.Güvercin Göğsü Belirtileri Nelerdir?Güvercin göğsü, en önemli ve bazen tek belirtisi göğüs kemiğinin dışarı doğru itilmesinden kaynaklanan belirtidir. Bazı durumlarda şu belirtiler de görülebilir:Güvercin Göğsü Teşhisi Nasıl Konulur?Güvercin göğsü, en önemli ve bazen tek belirtisi göğüs kemiğinin dışarı doğru itilmesinden dolayı oluşan şekil bozukluğudur. Göğüs röntgeni çekilmesi istenerek kişinin göğüs kemikleri incelenmektedir. Daha ciddi ve ileri vakalarda ise bilgisayarlı tomografi ya da manyetik rezonans görüntüleme (MR) istenerek ameliyat durumu olup olmadığına bakılmaktadır. Fiziki muayene ve görüntüleme tetkikleri sonucunda güvercin göğsü teşhisi konulabilmektedir.Güvercin Göğsü Tedavisi Nedir?Güvercin göğsü tedavisi hastalığın seviyesine bakılarak uzman doktorun karar vermesi gereken bir durumdur. Güvercin göğsü tedavisi her yaştan kişiye uygulanabilmektedir. Güvercin göğsü tedavisinde şu yöntemlerden yararlanılır:Ortez (Korse) tedavisiOrtez tedavisi olarak da bilinen korse; göğüs kemiğinin dışarı doğru olan kısmına önden baskı uygulanması ile düzeltilmesi işlemidir. Özellikle çocuk ve ergenlik döneminde iyi sonuç almak mümkündür. Günde en az 8 saat takılması önerilen korse güvercin göğsü hastalığında en çok tercih edilen yöntemlerden biridir.Abramson ameliyatıAbramson ameliyatı, özellikle güvercin göğsü hastalığından kaynaklı olarak ortaya çıkan deformitelerde tercih edilen minimal invaziv (kapalı) tekniktir. Genel anestezi altında uygulanan bu ameliyat türünde hedef göğüs duvarının normal pozisyonuna getirilmesidir.Bunların yanında göğüs kafesinin sertliği çok yüksek olan ileri yaş hastalarda ortez tedavisi ve Abramson ameliyatlarında sonuç alınamayacağı için Ravitch (açık cerrahi) ameliyatından da yararlanılabilmektedir.Güvercin Göğsü Hakkında Sık Sorulan SorularGüvercin göğsü sporla düzelir mi?Güvercin göğsünün doğal bir tedavisi bulunmamaktadır. Kemik çıkıntısından kaynaklı meydana gelen güvercin göğsü yüzme ya da egzersizle düzelmesi beklenmemektedir.Güvercin göğsü için hangi doktora gidilir?Güvercin göğsünden dolayı oluşan şekil bozukluklarına Göğüs Cerrahisi bölümü bakmaktadır.Güvercin göğsü zararlı mı?Güvercin göğsü sağlık açısından zararlı değildir fakat görüntü olarak kişiyi rahatsız edebilmektedir. Kişide görüntü bozukluğunun oluşturduğu psikolojik ve sosyal sorunlar ortaya çıkabilmektedir. | 3,153 |
359 | Hastalıklar | Gut Hastalığı | Gut hastalığı, eklemlerde çok fazla ürik asit birikmesi ile oluşan iltihaplı artrit türüdür. Bir veya daha fazla eklemi etkileyen, genellikle ayak baş parmağında, bilhassa geceleri aniden ortaya çıkan şiddetli yanma, ağrı ve şişlik gibi hassasiyetlere neden olan bir hastalıktır. Eklemlerde iltihaplanma nedeniyle eklemlerde kızarıklık, etkilenen eklemlerde ağrı ve hareket kabiliyetinde kısıtlılık gut hastalığının belirtileridir. Gut ağrıları genellikle geceleri aniden başlar, şiddeti uykudan uyandıracak kadar yoğun olabilir. Toplumun %5'ni etkilediği bilinen gut hastalığı gut hastalığı sanıldığının aksine yalnızca et fazla et tüketimi ile ortaya çıkan bir hastalık değildir. Bu hastalıkta kişinin metabolizmasında ki sorunlar, farklı hastalıkları beslenme alışkanlıklarında ki düzensizlikler de gut hastalığına neden olur. Gut hastalığı, eklemlerde çok fazla ürik asit birikmesi ile oluşan iltihaplı artrit türüdür. Bir veya daha fazla eklemi etkileyen, genellikle ayak baş parmağında, bilhassa geceleri aniden ortaya çıkan şiddetli yanma, ağrı ve şişlik gibi hassasiyetlere neden olan bir hastalıktır. Eklemlerde iltihaplanma nedeniyle eklemlerde kızarıklık, etkilenen eklemlerde ağrı ve hareket kabiliyetinde kısıtlılık gut hastalığının belirtileridir. Gut ağrıları genellikle geceleri aniden başlar, şiddeti uykudan uyandıracak kadar yoğun olabilir. Toplumun %5'ni etkilediği bilinen gut hastalığı gut hastalığı sanıldığının aksine yalnızca et fazla et tüketimi ile ortaya çıkan bir hastalık değildir. Bu hastalıkta kişinin metabolizmasında ki sorunlar, farklı hastalıkları beslenme alışkanlıklarında ki düzensizlikler de gut hastalığına neden olur.
Gut Hastalığı Nedir?Gut, eklemlerde ve çevresinde ürik asit kristallerinin birikmesine bağlı olarak yine eklemlerde kızarıklık ve hassasiyete neden olan ağrılı bir artrit türüdür. Sağlıklı bir vücutta, maddeler ürik aside dönüştürülerek vücuttan atılır. Özellikle protein yapısındaki maddelerin vücuttan atılım şekli olan ürik asitlerin atılması sağlanamıyorsa ya da ürik asit üretimi çok fazla ise vücutta birikir ve kandaki oranı da artar. Ürik asidin kanda ve eklemlerde birikmesi ile eklemlerde iltihaplanmaların oluşmasına "gut hastalığı" adı verilir.Gut hastalığı romatizmal bir sağlık sorunu olsa da aynı zamanda bir metabolizma hastalığıdır. çok fazla miktarda ürik asit, vücutta özellikle eklemlerde bazen de böbreklerde birikmektedir. Böbrekte birikmesi, taş hastalığına yol açabilir ya da taş oluşturmadan da böbrekleri harap edebilmektedir.Gut Hastalığının Evreleri Nelerdir?Gut hastalığı akut atak, interkritik dönem, kronik gut, tofüslü gut olarak 4 evrede ele alınır. Bu evreler ve semptomları şöyledir: Akut atak: Eklemde ani başlayan, sıklıkla da5-10 gün süren şişme ve ağrı ile karakterizedir. İnterkritik dönem: Bu evrede hastanın şikayetleri ortadan kalkmıştır ancak bir sonraki evrenin sonrasında şiddetli semptomlar ortaya çıkar. Kronik gut: Hastalık tüm semptomlara ve verdiği rahatsızlığa rağmen tedavi edilmediği takdirde kronik bir hal alır. Gut hastalığının kronikleşmesi eklemlerde kalıcı ağrı, şişlik ve hareket kısıtlılığı oluşmasına neden olur. Bu evre romatoid artrit denilen iltihaplı eklem romatizması ile karışabilir. Tofüslü gut: Tofüs denilen ürik asit kristallerinin bir araya toplanarak cilt altında ya da dokularda çökmesi ile oluşan birikintiye bağlı şişliklerin olduğu evredir. Gut hastalığı ilerledikçe ürik asit kristalleri eklem ve eklemlerin çevresindeki dokularda birikir. Bu ürik asit kristallerin aşırı olarak birikmesine "tofüs" denilmektedir. Özellikle ayak başparmağının birinci tarak kemiğinde sık görülür. Bunun dışında el, dirseklerin yanında, parmakların üstünde, büyük eklemlerde de ortaya çıkabilmektedir.Gut Hastalığı Neden Olur?Gut hastalığı, vücut düzgün atamadığı için eklemlerde ve yumuşak dokularda ürik asit kristallerinin birikmesinden kaynaklanan ağrılı ve iltihaplı bir artrit türüdür. Gut hastalığında, vücutta ürik asit üretiminin çok fazla olması ya da böbreklerin bunları olması gerektiği gibi süzememesi, ürik asidin birikmesine ve eklem içi veya çevresinde kristallerin birikmesi gut hastalığı olarak tanımlanır.Gut hastalığının bir diğer nedeni de metabolizma bozukluğudur. Gut hastalığında özellikle diyabet, metabolik sendrom ve obezite gibi hastalıklar ürik asidin vücutta çok üretilmesine ve dolayısıyla gut hastalığına sebep olabilir.Yaş ve cinsiyet de gut hastalığının gelişmesinde önemli bir faktördür. Nedeni çok bilinmemekle birlikte gut hastalığı daha çok erkeklerde görülen bir hastalık türüdür. Erkeklerde özellikle 30 yaşından sonra görülen gut hastalığı menopoz sonrası kadınlarda da sıkça görülebilir.Gut hastalığı gelişiminde genetik faktörler de önemlidir. Doğuştan gelen bazı hastalıklar gut hastalığına neden olabilmektedir.Dolayısı ile ürik asit birikimi, yaş ve cinsiyet, genetik, diyabet, obezite ve diğer bazı metabolizma hastalıkları gut hastalığına nedenleri arasında gösterilebilir.Gut Hastalığının Belirtileri Nelerdir?Gut hastalığında eklemlerde şişlik ve hassasiyet, vücutta asit iyonları birikmesine bağlı özellikle sabaha karşı dizler, ayak bilekleri ve başta ayak başparmağı olmak üzere parmak uçlarında ağrı ile birlikte böbrek kaynaklı bel ağrısı ve idrar yaparken yanma sık görülen belirtilerdir.Gut hastalığı belirtileri şunlardır: Etkilenen eklemlerde şişlik ve kızarıklık Ciltte soyulma ve pullanma Geceleri artan eklem ağrıları Temasa karşı hassasiyet Yanma hissi Böbrek kaynaklı belirtiler (bel ağrıları, idrarda kan, böbrek taşı gibi) Ağrıların kronikleşmesi ve eklemlerde deformasyonBu belirtiler bir anda ortaya çıkar, genelliklede 3 ila 10 gün arasında sürer, ardından ağrılar geçer.Gut ataklarını tetikleyen nedenleri şu şekilde sıralayabiliriz: Aşırı alkol tüketimi Hatalı ve aşırı beslenme (aşırı kırmızı et tüketimi) Ani, şiddetli hastalık halleri Yanlış diyet uygulanması Eklem travmaları İlaç tedavileri (aspirin, idrar söktürücü ilaçlar) Geçirilen cerrahi operasyonlaGut herkesi aynı şekilde etkilemez. Bazı insanlar hayatları boyunca bir tek atak geçirirler ve bundan başka hiçbir semptom yaşamayabilirler. Bazılarında ise zamanla eklemlerde hasara ve ağrıya yol açan şiddetli kronik ataklar görülür. Gut hastalığının kesin çözüm sağlayan bir tedavisi yoktur ancak iyi bir tedavi ile hastalık tamamen önlenebilir.Gut Hastalığının Tanı ve Teşhisi Nasıl Koyulur?Gut hastalığının yaygın belirtileri olan eklemlerde şiddetli ağrı, eklemere hafif dokunmada bile hassasiyet, eklemlerde sıcaklık ve yanma hissidir. Fiziksel muayenede gözlenen tanılayıcı semptomlar yanı sıra kan testine ihtiyaç duyulur. Ürik asidin normal kabul edilen en yüksek seviyesi 7 mg/dL'dir, gut hastalığında kandaki ürik asit düzeyi 7-9 mg/dL'e ulaşır. Tabi ürik asit yüksekliğide tek başına gut hastalığının teşhisi için yeterli değildir ve eklemler için film çekilmesi, eklemlerden sıvı alınması da gerekebilir. Dolayısı ile gut hastalığının anlaşılabilmesi için kandaki ürik asit düzeyini öğrenmek için ürik asit testi, eklemlerde ki şişliği görmek için film çekilmesi ve kristal olup olmadığının anlaşılabilmesi için de eklemlerden sıvı alınması gereklidir ve bu bilgiler ışığında gut tanısı konulabilir. Gut Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?Gut hastalığın tedavisinde, iltihaplanma döneminde ortaya çıkan semptomları bastırmaya yönelik olarak hastalığı tetikleyen yiyecek ve içeceklerin tüketimini azaltma, iltihaba bağlı ağrıyı ve şişliği dindirmek ve ürik asit seviyesini düşürmeye yönelik ilaç kullanımı ile uygulanır. Akut ataklar ve ataklar arası olarak uygulanan tedavi sürecinde, "antienflamatuar" ilaçlar ağrılı dönem için verilir. Hastalığın seyri ve evresine göre belirtildiği gibi ürik asit seviyesini düşürmeye yönelik ilaçlarda kullanılır.Diğer yandan risk faktörlerinden biri de aşırı yorgunluktur. Bu dönemde hastalığı tetikletmemek için kendinizi yoracak spor ve egzersizlerden de uzak durulur. Gut hastalığında iltihaplı eklemlere buz koymak, ağrı ve şişliğin azalmasında etkilidir ancak hastalığı iyileştirmeye yönelik değil, sadece ağrı ve şişliği geçirmeye yönelik uygulanabilecek bir işlemdir. Gut Hastalığı Diyeti Nasıl Yapılır?Gut hastalığında yiyecek ve içecek hastalığı tetikleyebildiği için, beslenme alışkanlığı ve dolayısı ile diyet oldukça önemli bir başlıktır. Kandaki ürik asit yükselmesine bağlı olarak ortaya çıkan gut hastalığı da etin kısıtlanmasını gerekir. Aşırı et tüketimine bağlı olarak hastalarda gut krizleri yaşanabilmektedir. Bu nedenle gut hastaları bayramda eti, mümkün olduğu kadar küçük porsiyonlarda tercih etmelidir. Bununla birlikte ürik asit dengesini sağlayan süt ve yoğurt gibi yiyeceklerle birlikte etin tüketilmesi gut hastaları için tavsiye edilmektedir.Gut hastalığında kesinlikle alkol tüketilmemelidir. Bunların dışında, gut hastalarının aspirin türü ilaçları kullanmaması gerekir. Bilinçsizce alınan ilaçlar yarardan çok zarara sebep olmaktadır. Akşam alkol ve ağır yemekler almış ise gece ağrılar artabilir.Hastalığın ilk seyirlerinden itibaren kişilerin besin tüketimine dikkat etmeleri, azar azar ve sık sık beslenmeleri, ara öğün kaçırmamaları ve hafif tempolu yürüyüş hareketleri ile yaşam kalitelerini arttırmaları gerekmektedir. Gut Hastalığına Ne İyi Gelir?Gut hastalarının yiyecek içecek tüketirken dikkat etmesi gereken durumlar şu şekilde sıralanabilir: Gut hastaları için önerilen günlük et miktarı 60 gramlık, 2 avuç içi kadar büyüklüktedir. Dalak, işkembe, yürek, sucuk, pastırma, salam, sosis, ördek ançüez (balık ezmesi), sardalye, kabuklu deniz ürünleri, ördek eti, kaz eti, küçük balıklar ve tam yağlı peynirlerin tüketilmemesi önerilmektedir. Yağı az olan kuzu eti, dana eti, hindi, tavuk ya da balıketi tüketimi günlük önerilen miktar düzeyinde olmalıdır. Gut hastalığında kuru baklagiller ve bazı sebzelerin tüketimi de büyük önem taşır. Özellikle mercimek, kuru fasulye, nohut gibi baklagillerin bir öğünde en fazla 6-7 yemek kaşığı kadar tüketilmesi gereklidir. Ispanak, karnabahar gibi sebzelerin 8 yemek kaşığı kadar, bezelye, mantar ve kuşkonmaz 2 yemek kaşığı kadar tüketilmelidir. Diğer sebzelerden istenildiği kadar tüketilebilir. Maya ve kuruyemişler yasaklılar arasındayken, tuz, nane, maydanoz, sirke tüketilebilir. Meyvelerde hiçbir sıkıntı bulunmadan kişiler istedikleri meyveleri tüketebilir. Tam yağlı süt ürünleri, tam yağlı yoğurt ve karbonatlı yiyeceklerden esmer ekmekler, çavdar yulaf, tam taneli ve kepekli ürünlerden kaçınılması gerekmektedir. Zayıflamanın gerektiği bazı gut durumlarında ise diyetisyenler ürik asit dengesi ve vücudun diğer kronik durumlarını göz önünde bulundurarak esmer ürünlere geçiş yapabilirler ancak gut diyetlerinde tam yağlı yiyecekler, et türevleri ve esmer gıdalar yer almamalıdır. Gut hastalığında kızarmış yumurta önerilmemektedir. Ancak iki günde bir rafadan veya haşlanmış bir adet tüketilebilir. Margarin tereyağı katı yağlar ve iç yağlar en büyük yasaklılar listesindedir. Gut takibinin sürdürülmesi gereken ileriki dönemlerde böbrekleri yorabilecek önemli bir hastalıktır. Bu hastalığın tedavisinde ilaç tedavisi kadar beslenme tedavisi oldukça büyük önem taşır. Sadece beslenme alışkanlıkları değişerek ürik asit düzeylerinde olumlu düşüşler yaşanmış hastaların sayısı oldukça fazladır.Gut Hastalığı ile İlgili Sık Sorulan SorularGut hastalığının nedeni nedir?Ürik asit üretimi vücudun yiyecek ve içeceklerde bulunan pürin adı verilen kimyasalı parçalaması ile gerçekleşir. Böbreklerde ürik asidi filtreler idrar yolu ile vücuttan atılmasını sağlar. Vücutta ürik asit üretiminin fazlalaşması veya böbrekler yolu ile bu ürik asitin vücuttan atılamaması, bu kristallerin eklemlerde birikmesine neden olur. Bu da gut hastalığının nedenidir.Gut hastalığı tedavi edilebilir mi?Hayır, gut hastalığını ortadan kaldıran bir tedavisi bulunmuyor. Gut hastalığında uygulanan tedavi yöntemi semptomları yönetmek, kandaki ürik asit miktarını dengelemek ve ağrıları dindirmek üzerine uygulanan önleyici tedbirleri içermektedir.Gut hastalığı önlenebilir mi?Eklemlerde oluşan stresi ortadan kaldırmak için yoğun olmayan egzersizler, bol bol su tüketimi, alkol kullanmama, obeziteden kaçınma, yiyecek ve içeceklerde pürin içeriği yüksek olanları tüketirken dikkat etmek hatta sınırlandırmak gut'u önlemeye yardımcı olabilir.Gut hastalığına hangi besinler neden olur?Fruktoz oranı yüksek mısır şurubu, yüksek şeker içeriğine sahip yiyecek ve içecekler, alkol, hindi eti, kırmızı et ve işkembe beyin gibi sakatatlar, midye ve ton balığı gibi bazı deniz ürünleri pürin içerikleri ile kanda yüksek oranda ürik asit seviyelerinin oluşmasına neden olabilirler.Gut olma olasılığını ne arttırır, kimler gut olur?Erkek olmak, aşırı kilo, hipertansiyon, böbrek sorunları, diyabet ve alkol kullanımı gut olma olasılığını arttırır. Gut hastalığı erkeklerde kadınlara göre daha çok görülür.Gut hastalığına iyi gelen besinler nelerdir?Ürik asit seviyesini düşürerek, dengelemeye yardımcı olacak olan günde 8-15 bardak arası sıvı tüketimi(en az yarısı su olmalı), kafeinli kahve, C vitamini takviyesi, kiraz, karpuz, salatalık ve kabak gibi sebzeler ve meyveler yanı sıra yoğurt ve yağsız ya da az yağlı süt ürünleri, fındık ile fıstık ezmesi ve alkolü azaltmak gut hastalığına ve gut atakları riskine karşı iyi gelecektir.Stres gut hastalığına neden olur mu?Gut bir artrit türüdür ve idrarla atılan ürik asit kristalleri eklemlerde biriktiğinde ortaya çıkar. Dolayısı ile stresin kendisi direk gut hastalığına neden olmaz fakat semptomları artırabilen ürik asit seviyesine dolaylı olarak etki edebilir.
Gut Hastalığı Nedir?Gut, eklemlerde ve çevresinde ürik asit kristallerinin birikmesine bağlı olarak yine eklemlerde kızarıklık ve hassasiyete neden olan ağrılı bir artrit türüdür. Sağlıklı bir vücutta, maddeler ürik aside dönüştürülerek vücuttan atılır. Özellikle protein yapısındaki maddelerin vücuttan atılım şekli olan ürik asitlerin atılması sağlanamıyorsa ya da ürik asit üretimi çok fazla ise vücutta birikir ve kandaki oranı da artar. Ürik asidin kanda ve eklemlerde birikmesi ile eklemlerde iltihaplanmaların oluşmasına "gut hastalığı" adı verilir.Gut hastalığı romatizmal bir sağlık sorunu olsa da aynı zamanda bir metabolizma hastalığıdır. çok fazla miktarda ürik asit, vücutta özellikle eklemlerde bazen de böbreklerde birikmektedir. Böbrekte birikmesi, taş hastalığına yol açabilir ya da taş oluşturmadan da böbrekleri harap edebilmektedir.Gut Hastalığının Evreleri Nelerdir?Gut hastalığı akut atak, interkritik dönem, kronik gut, tofüslü gut olarak 4 evrede ele alınır. Bu evreler ve semptomları şöyledir:Gut hastalığı ilerledikçe ürik asit kristalleri eklem ve eklemlerin çevresindeki dokularda birikir. Bu ürik asit kristallerin aşırı olarak birikmesine "tofüs" denilmektedir. Özellikle ayak başparmağının birinci tarak kemiğinde sık görülür. Bunun dışında el, dirseklerin yanında, parmakların üstünde, büyük eklemlerde de ortaya çıkabilmektedir.Gut Hastalığı Neden Olur?Gut hastalığı, vücut düzgün atamadığı için eklemlerde ve yumuşak dokularda ürik asit kristallerinin birikmesinden kaynaklanan ağrılı ve iltihaplı bir artrit türüdür. Gut hastalığında, vücutta ürik asit üretiminin çok fazla olması ya da böbreklerin bunları olması gerektiği gibi süzememesi, ürik asidin birikmesine ve eklem içi veya çevresinde kristallerin birikmesi gut hastalığı olarak tanımlanır.Gut hastalığının bir diğer nedeni de metabolizma bozukluğudur. Gut hastalığında özellikle diyabet, metabolik sendrom ve obezite gibi hastalıklar ürik asidin vücutta çok üretilmesine ve dolayısıyla gut hastalığına sebep olabilir.Yaş ve cinsiyet de gut hastalığının gelişmesinde önemli bir faktördür. Nedeni çok bilinmemekle birlikte gut hastalığı daha çok erkeklerde görülen bir hastalık türüdür. Erkeklerde özellikle 30 yaşından sonra görülen gut hastalığı menopoz sonrası kadınlarda da sıkça görülebilir.Gut hastalığı gelişiminde genetik faktörler de önemlidir. Doğuştan gelen bazı hastalıklar gut hastalığına neden olabilmektedir.Dolayısı ile ürik asit birikimi, yaş ve cinsiyet, genetik, diyabet, obezite ve diğer bazı metabolizma hastalıkları gut hastalığına nedenleri arasında gösterilebilir.Gut Hastalığının Belirtileri Nelerdir?Gut hastalığında eklemlerde şişlik ve hassasiyet, vücutta asit iyonları birikmesine bağlı özellikle sabaha karşı dizler, ayak bilekleri ve başta ayak başparmağı olmak üzere parmak uçlarında ağrı ile birlikte böbrek kaynaklı bel ağrısı ve idrar yaparken yanma sık görülen belirtilerdir.Gut hastalığı belirtileri şunlardır:Bu belirtiler bir anda ortaya çıkar, genelliklede 3 ila 10 gün arasında sürer, ardından ağrılar geçer.Gut ataklarını tetikleyen nedenleri şu şekilde sıralayabiliriz:Gut herkesi aynı şekilde etkilemez. Bazı insanlar hayatları boyunca bir tek atak geçirirler ve bundan başka hiçbir semptom yaşamayabilirler. Bazılarında ise zamanla eklemlerde hasara ve ağrıya yol açan şiddetli kronik ataklar görülür. Gut hastalığının kesin çözüm sağlayan bir tedavisi yoktur ancak iyi bir tedavi ile hastalık tamamen önlenebilir.Gut Hastalığının Tanı ve Teşhisi Nasıl Koyulur?Gut hastalığının yaygın belirtileri olan eklemlerde şiddetli ağrı, eklemere hafif dokunmada bile hassasiyet, eklemlerde sıcaklık ve yanma hissidir. Fiziksel muayenede gözlenen tanılayıcı semptomlar yanı sıra kan testine ihtiyaç duyulur. Ürik asidin normal kabul edilen en yüksek seviyesi 7 mg/dL'dir, gut hastalığında kandaki ürik asit düzeyi 7-9 mg/dL'e ulaşır. Tabi ürik asit yüksekliğide tek başına gut hastalığının teşhisi için yeterli değildir ve eklemler için film çekilmesi, eklemlerden sıvı alınması da gerekebilir. Dolayısı ile gut hastalığının anlaşılabilmesi için kandaki ürik asit düzeyini öğrenmek için ürik asit testi, eklemlerde ki şişliği görmek için film çekilmesi ve kristal olup olmadığının anlaşılabilmesi için de eklemlerden sıvı alınması gereklidir ve bu bilgiler ışığında gut tanısı konulabilir. Gut Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?Gut hastalığın tedavisinde, iltihaplanma döneminde ortaya çıkan semptomları bastırmaya yönelik olarak hastalığı tetikleyen yiyecek ve içeceklerin tüketimini azaltma, iltihaba bağlı ağrıyı ve şişliği dindirmek ve ürik asit seviyesini düşürmeye yönelik ilaç kullanımı ile uygulanır. Akut ataklar ve ataklar arası olarak uygulanan tedavi sürecinde, "antienflamatuar" ilaçlar ağrılı dönem için verilir. Hastalığın seyri ve evresine göre belirtildiği gibi ürik asit seviyesini düşürmeye yönelik ilaçlarda kullanılır.Diğer yandan risk faktörlerinden biri de aşırı yorgunluktur. Bu dönemde hastalığı tetikletmemek için kendinizi yoracak spor ve egzersizlerden de uzak durulur. Gut hastalığında iltihaplı eklemlere buz koymak, ağrı ve şişliğin azalmasında etkilidir ancak hastalığı iyileştirmeye yönelik değil, sadece ağrı ve şişliği geçirmeye yönelik uygulanabilecek bir işlemdir. Gut Hastalığı Diyeti Nasıl Yapılır?Gut hastalığında yiyecek ve içecek hastalığı tetikleyebildiği için, beslenme alışkanlığı ve dolayısı ile diyet oldukça önemli bir başlıktır. Kandaki ürik asit yükselmesine bağlı olarak ortaya çıkan gut hastalığı da etin kısıtlanmasını gerekir. Aşırı et tüketimine bağlı olarak hastalarda gut krizleri yaşanabilmektedir. Bu nedenle gut hastaları bayramda eti, mümkün olduğu kadar küçük porsiyonlarda tercih etmelidir. Bununla birlikte ürik asit dengesini sağlayan süt ve yoğurt gibi yiyeceklerle birlikte etin tüketilmesi gut hastaları için tavsiye edilmektedir.Gut hastalığında kesinlikle alkol tüketilmemelidir. Bunların dışında, gut hastalarının aspirin türü ilaçları kullanmaması gerekir. Bilinçsizce alınan ilaçlar yarardan çok zarara sebep olmaktadır. Akşam alkol ve ağır yemekler almış ise gece ağrılar artabilir.Hastalığın ilk seyirlerinden itibaren kişilerin besin tüketimine dikkat etmeleri, azar azar ve sık sık beslenmeleri, ara öğün kaçırmamaları ve hafif tempolu yürüyüş hareketleri ile yaşam kalitelerini arttırmaları gerekmektedir. Gut Hastalığına Ne İyi Gelir?Gut hastalarının yiyecek içecek tüketirken dikkat etmesi gereken durumlar şu şekilde sıralanabilir:Gut Hastalığı ile İlgili Sık Sorulan SorularGut hastalığının nedeni nedir?Ürik asit üretimi vücudun yiyecek ve içeceklerde bulunan pürin adı verilen kimyasalı parçalaması ile gerçekleşir. Böbreklerde ürik asidi filtreler idrar yolu ile vücuttan atılmasını sağlar. Vücutta ürik asit üretiminin fazlalaşması veya böbrekler yolu ile bu ürik asitin vücuttan atılamaması, bu kristallerin eklemlerde birikmesine neden olur. Bu da gut hastalığının nedenidir.Gut hastalığı tedavi edilebilir mi?Hayır, gut hastalığını ortadan kaldıran bir tedavisi bulunmuyor. Gut hastalığında uygulanan tedavi yöntemi semptomları yönetmek, kandaki ürik asit miktarını dengelemek ve ağrıları dindirmek üzerine uygulanan önleyici tedbirleri içermektedir.Gut hastalığı önlenebilir mi?Eklemlerde oluşan stresi ortadan kaldırmak için yoğun olmayan egzersizler, bol bol su tüketimi, alkol kullanmama, obeziteden kaçınma, yiyecek ve içeceklerde pürin içeriği yüksek olanları tüketirken dikkat etmek hatta sınırlandırmak gut'u önlemeye yardımcı olabilir.Gut hastalığına hangi besinler neden olur?Fruktoz oranı yüksek mısır şurubu, yüksek şeker içeriğine sahip yiyecek ve içecekler, alkol, hindi eti, kırmızı et ve işkembe beyin gibi sakatatlar, midye ve ton balığı gibi bazı deniz ürünleri pürin içerikleri ile kanda yüksek oranda ürik asit seviyelerinin oluşmasına neden olabilirler.Gut olma olasılığını ne arttırır, kimler gut olur?Erkek olmak, aşırı kilo, hipertansiyon, böbrek sorunları, diyabet ve alkol kullanımı gut olma olasılığını arttırır. Gut hastalığı erkeklerde kadınlara göre daha çok görülür.Gut hastalığına iyi gelen besinler nelerdir?Ürik asit seviyesini düşürerek, dengelemeye yardımcı olacak olan günde 8-15 bardak arası sıvı tüketimi(en az yarısı su olmalı), kafeinli kahve, C vitamini takviyesi, kiraz, karpuz, salatalık ve kabak gibi sebzeler ve meyveler yanı sıra yoğurt ve yağsız ya da az yağlı süt ürünleri, fındık ile fıstık ezmesi ve alkolü azaltmak gut hastalığına ve gut atakları riskine karşı iyi gelecektir.Stres gut hastalığına neden olur mu?Gut bir artrit türüdür ve idrarla atılan ürik asit kristalleri eklemlerde biriktiğinde ortaya çıkar. Dolayısı ile stresin kendisi direk gut hastalığına neden olmaz fakat semptomları artırabilen ürik asit seviyesine dolaylı olarak etki edebilir. | 8,598 |
360 | Hastalıklar | Hemanjiom | Hemanjiom, kan damarlarının anormal büyümesi sonucu oluşan kanserli olmayan yani iyi huylu bir tümördür. Hemanjiomlar, ciltte fazladan büyüyen kan damarlarından oluşan yaygın bir damarsal doğum lekesi olarak tanımlanır. İstatistik olarak tüm yenidoğanların yaklaşık %2 ila 3'ünde gelen hemanjiomlar prematüre bebeklerde daha sık görülür. Vücudun herhangi bir yerinde oluşabilen hemanjiomlar en yaygın olarak baş ve boyun bölgesinde ortaya çıkar. Hemanjiom, kan damarlarının anormal büyümesi sonucu oluşan kanserli olmayan yani iyi huylu bir tümördür. Hemanjiomlar, ciltte fazladan büyüyen kan damarlarından oluşan yaygın bir damarsal doğum lekesi olarak tanımlanır. İstatistik olarak tüm yenidoğanların yaklaşık %2 ila 3'ünde gelen hemanjiomlar prematüre bebeklerde daha sık görülür. Vücudun herhangi bir yerinde oluşabilen hemanjiomlar en yaygın olarak baş ve boyun bölgesinde ortaya çıkar.
Hemanjiom Nedir?Damar beni olarak da bilinen hemanjiom, kan damarlarının anormal çoğalması ile oluşan iyi huylu damar tümörüdür. Hemanjiom deri üstünde, organlarda ve deri altında herhangi bir yerde meydana gelebilir. Genellikle zararsız ve vücudun bir kısmıyla sınırlı olan hemanjiom genellikle doğumda ya da daha sonra ortaya çıkar kendiliğinden geçer. Derideki hemanjiomların çoğu küçüktür ve tedavi gerektirmez. Nadir durumlarda, lokalizasyonu elverişsiz olduğunda ve hemanjiom çok büyük olduğunda, organ fonksiyonlarını etkileyebilir. Bu gibi durumlarda tedavi gereklidir.Tüm bebeklerin %2-3'ünde hemanjiom vardır. Prematüre bebeklerde, hemanjiom oluşumu yaklaşık %10 oranında daha sık görülür. Hemanjiomlar vücudun herhangi bir yerinde oluşabilir, ancak en yaygın olarak baş ve boyun bölgesinde yerleşir. Hemanjiomlar tipik olarak doğumdan sonraki ilk birkaç gün veya hafta içinde ortaya çıkar ve karakteristik olarak üç aşamadan geçerler. Lokalizasyona, forma ve seyire bağlı olarak aktif tedavi veya bekle-gör yaklaşımı tercih edilir.Hemanjiom Çeşitleri Nelerdir?Vücudun çeşitli bölgelerinde farklı renklerle ortaya çıkabilen Hemanjiom’un türleri aşağıdaki gibi özetlenebilir: İnfantil hemanjiom Bebeklerde görülen en yaygın vasküler lezyondur. 1 yaşından küçük çocukların yaklaşık %4,5'ini etkilemektedir. Prematüre doğan bebeklerde daha da sık görülür.İnfantil hemanjiomlar genellikle mavimsi veya ağırlıklı olarak kırmızı renkte kabarık bir lezyon oluşturur. Doğumdan birkaç gün hatta birkaç hafta sonra bebeğin cildinde belirir. Yüzeysel hemanjiomlar Ciltte, parlak kırmızı renkte, pürüzsüz görünümde ve iyi tanımlanmışlardır. Derin hemanjiomlar Derinin altındadırlar ve genellikle mavimsi renkte bir "top" gibi görünürler. Genellikle yüzeysel hemanjiomdan daha sonra saptanır ve hematom ile karıştırılabilir.Özellikle bebeklerde ve küçük çocuklarda hemanjiomlar (infantil hemanjiomlar), vasküler tümörlerden ve vasküler malformasyonlardan ayırt edilmelidir. Çünkü aktif tedavi ya da bekle-gör yaklaşımı kararında erken ayrım önemlidir. Senil Hemanjiom 30 yaşından sonra görülen hemanjiomlara ise senil hemanjiom denmektedir. Deri yüzeyine yakın damarların genişlemesinden kaynaklanır. Açık kırmızı renklerinden dolayı kiraz anjiyomu olarak da adlandırılırlar. Karaciğer hemanjiomu Hemanjiomlar iç organlarda da görülebilir. İç organlarda görülen hemanjiomlardan en yaygını karaciğer hemanjiomudur. Karaciğer hemanjiomu karaciğerdeki kan damarlarında meydana gelen iyi huylu oluşumlardır. İçi kanla dolu küçük boşluklardan oluşur ve çoğunlukla çapı 3 cm'den küçük yuvarlak lezyonlar olarak görünür. Karaciğerde hemanjiom varlığını kontrol etmek amacıyla abdominal ultrasonografi yapılmalıdır. Karaciğer hemanjiyomu belirtileri sağ üst karın bölgesinde ağrı, çabuk doyma hissi ve iştah kaybı ile bulantı ve kusmadır.Hemanjiom Neden Olur?Bir hemanjiomun altında yatan neden ya da nedenler henüz bilinmemektedir. Varsayılan bir hormonal duruma ek olarak genetik faktörlerin de rol oynadığı görülmektedir. Plasenta dokusunun hamilelik sırasında doğmamış çocuğun kan damarına girdiği ve derideki bir kan damarına yerleştiği varsayılmaktadır. Diğer teoriler, kan damarı duvarını kaplayan hücrelerin (endotel hücreleri) genetik bir modifikasyonunu varsaymaktadır.Hemanjiom Belirtileri Nelerdir?Bir hemanjiom genellikle herhangi bir semptom göstermez ve genellikle birkaç yıl sonra vasküler yani damarsal anomalinin(bozukluğun) herhangi bir belirtisi kalmadan kendiliğinden kaybolur. Görülebilen bazı belirtiler ise şöyledir: Küçük kırmızı şişlikler Şişliklerin büyüdükçe bordomsu renge bürünmesi Görünür kan damarları Deri kıvrımında veya koltuk altında hassasiyet Etkilenen bölgede kaşınma Özellikle hızlı büyüyen hanjiomlarda bazen kanama, ağrı ve iltihaplanma meydana gelmesiHemanjiom Tanısı Nasıldır?Deri üstündeki hemanjiomların belirlenmesi "görsel tanı" ile mümkün olup, ancak derinliğin kesin olarak tespiti görüntüleme yöntemleri yoluyla sağlanabilir. Yayılımın derinliğini değerlendirmek, vasküler malformasyonlar veya habis tümörler gibi diğer hastalıkları ekarte etmek için kullanılan daha ileri hemanjiom tanı yöntemleri ise şunlardır; Ultrasonografi Röntgen MR Bilgisayarlı Tomografi BiyopsiYüzeyel ultrasonografi, non-invaziv olması ve çocuğa radyasyon vermemesi nedeniyle en fazla tercih edilen görüntüleme yöntemidir.Hemanjiom Tedavisi Nasıldır?Bir hemanjiomun yeri ve boyutuna bağlı olarak bazı tedavi çeşitleri mümkündür; Kriyoterapi Lazer tedavisi Cerrahi tedavi İlaç tedavisiİlaç tedavisinde propronalol tedavisi oral olarak kullanılır. Propronalol tedavisinin kalp atışını hafifçe yavaşlatma etkisi nedeniyle öncesinde ekokardiyografi yapılarak çocuk kardiyoloğunun onayı alınmalıdır. Propronalol tedavisinin uzun vadede kalıcı bir yan etkisi yoktur.Yine de hemanjiomun tedavi edilmesi gerekip gerekmediği çeşitli faktörlere bağlıdır. Hemanjiomların çoğu komplike değildir.Hızlı büyüyen hemanjiomlar veya zaten komplikasyonlarla ilişkili olan hemanjiomları önlemek için erken bir aşamada tedaviye başlanmalıdır. Özellikle göz, dudak ve burun gibi sorunlu bölgelerdeki hemanjiomlar için tedaviye ilk bir yılda başlanması durumunda yanıt çok iyi olmaktadır.Tedaviye başlandıktan sonra hasta düzenli olarak kontrol edilir. Özellikle gövde ve ekstremitelerdeki küçük hemanjiomlar başlangıçta tedavi gerektirmez ve sadece düzenli olarak kontrol edilmelidir.Hemanjiom Tedavi Edilmezse Ne Olur?Belirli bir süre sonra kendi kendine geçebilen hemanjiomlarda tedaviye gerek bulunmamaktadır. Ancak hemanjiomların büyümesi ve yaygınlaşması ihtimaline karşı mutlaka uzman yardımı alınarak gerekli tetkikler yapılmalı, takip ve tedavi programına bu şekilde başlanmalıdır. Hemanjiomun tedavi edilmemesi halinde hem estetik görünüm açısından istenmeyen sonuçlarla karşılaşılabilir hem de kanama gibi komplikasyonlar görülebilir.Hemanjiom ile İlgili Sık Sorulan SorularHemanjiom kanserli olabilir mi?Hayır, hemanjiyomlar iyi huylu damar büyümeleridir. Genelde büyüme evrelerinden geçer ve sonradan kendiliğinden kaybolurlar.Hemanjiom endişelenilmesi gereken bir şey midir?Damar benleri çoğu zaman zararsızdır, fakat bazı durumlarda damar benleri üserleşip yara oluşumuna neden olabileceği için bebeklerde ağrıya neden olabilir. Hemanjiom kendiliğinden geçer mi?Evet, hemanjiomlar genelde geçicidir. Çoğu vakada 5 yaşına kadar kayboldukları gözlenmekle birlikte, bazı vakalarda ilk 10 yaşta kendiliğinden kaybolduğu söylenebilir.Damar benleri yayılır mı?Damar benleri genellikle yayılmazlar ve nadiren büyürler. Kendiliğinden kaybolabilselerde ebeyvenler herhangi bir risk bırakmamak için Çocuk Hematoloji Onkoloji Uzmanı ile görüşebilirler.Hemanjiomlar genetik midir?Damar benleri gibi vasküler olarak ortaya çıkan anormallikler genelde şans eseri ortaya çıkar. Daha nadir olarak görülen senaryolarda ailede otozomal dominant bir özellik (genin ebeveynden çocuğa geçtiği) gösterilmesi de neden olabilir. Hemanjiom tedavisinde ne kullanılır?Nefes almayı veya beslenmeyi engelleyen bir hemanjiom durumu söz konusu ise ameliyat bir hemanjiomu almak için kullanılabilecek seçeneklerden biridir. Tıbbi tedaviye ihtiyaç duyuluyorsa hemangiomaların çoğu beta bloker adı verilen ilaçlarla tedavi edilir. Yine ilaç tedavisinde intralezyonel ve topikal kortikosteroidlerde kullanılabilir.
Hemanjiom Nedir?Damar beni olarak da bilinen hemanjiom, kan damarlarının anormal çoğalması ile oluşan iyi huylu damar tümörüdür. Hemanjiom deri üstünde, organlarda ve deri altında herhangi bir yerde meydana gelebilir. Genellikle zararsız ve vücudun bir kısmıyla sınırlı olan hemanjiom genellikle doğumda ya da daha sonra ortaya çıkar kendiliğinden geçer. Derideki hemanjiomların çoğu küçüktür ve tedavi gerektirmez. Nadir durumlarda, lokalizasyonu elverişsiz olduğunda ve hemanjiom çok büyük olduğunda, organ fonksiyonlarını etkileyebilir. Bu gibi durumlarda tedavi gereklidir.Tüm bebeklerin %2-3'ünde hemanjiom vardır. Prematüre bebeklerde, hemanjiom oluşumu yaklaşık %10 oranında daha sık görülür. Hemanjiomlar vücudun herhangi bir yerinde oluşabilir, ancak en yaygın olarak baş ve boyun bölgesinde yerleşir. Hemanjiomlar tipik olarak doğumdan sonraki ilk birkaç gün veya hafta içinde ortaya çıkar ve karakteristik olarak üç aşamadan geçerler. Lokalizasyona, forma ve seyire bağlı olarak aktif tedavi veya bekle-gör yaklaşımı tercih edilir.Hemanjiom Çeşitleri Nelerdir?Vücudun çeşitli bölgelerinde farklı renklerle ortaya çıkabilen Hemanjiom’un türleri aşağıdaki gibi özetlenebilir:İnfantil hemanjiomBebeklerde görülen en yaygın vasküler lezyondur. 1 yaşından küçük çocukların yaklaşık %4,5'ini etkilemektedir. Prematüre doğan bebeklerde daha da sık görülür.İnfantil hemanjiomlar genellikle mavimsi veya ağırlıklı olarak kırmızı renkte kabarık bir lezyon oluşturur. Doğumdan birkaç gün hatta birkaç hafta sonra bebeğin cildinde belirir.Yüzeysel hemanjiomlarCiltte, parlak kırmızı renkte, pürüzsüz görünümde ve iyi tanımlanmışlardır.Derin hemanjiomlarDerinin altındadırlar ve genellikle mavimsi renkte bir "top" gibi görünürler. Genellikle yüzeysel hemanjiomdan daha sonra saptanır ve hematom ile karıştırılabilir.Özellikle bebeklerde ve küçük çocuklarda hemanjiomlar (infantil hemanjiomlar), vasküler tümörlerden ve vasküler malformasyonlardan ayırt edilmelidir. Çünkü aktif tedavi ya da bekle-gör yaklaşımı kararında erken ayrım önemlidir.Senil Hemanjiom30 yaşından sonra görülen hemanjiomlara ise senil hemanjiom denmektedir. Deri yüzeyine yakın damarların genişlemesinden kaynaklanır. Açık kırmızı renklerinden dolayı kiraz anjiyomu olarak da adlandırılırlar.Karaciğer hemanjiomuHemanjiomlar iç organlarda da görülebilir. İç organlarda görülen hemanjiomlardan en yaygını karaciğer hemanjiomudur. Karaciğer hemanjiomu karaciğerdeki kan damarlarında meydana gelen iyi huylu oluşumlardır. İçi kanla dolu küçük boşluklardan oluşur ve çoğunlukla çapı 3 cm'den küçük yuvarlak lezyonlar olarak görünür. Karaciğerde hemanjiom varlığını kontrol etmek amacıyla abdominal ultrasonografi yapılmalıdır. Karaciğer hemanjiyomu belirtileri sağ üst karın bölgesinde ağrı, çabuk doyma hissi ve iştah kaybı ile bulantı ve kusmadır.Hemanjiom Neden Olur?Bir hemanjiomun altında yatan neden ya da nedenler henüz bilinmemektedir. Varsayılan bir hormonal duruma ek olarak genetik faktörlerin de rol oynadığı görülmektedir. Plasenta dokusunun hamilelik sırasında doğmamış çocuğun kan damarına girdiği ve derideki bir kan damarına yerleştiği varsayılmaktadır. Diğer teoriler, kan damarı duvarını kaplayan hücrelerin (endotel hücreleri) genetik bir modifikasyonunu varsaymaktadır.Hemanjiom Belirtileri Nelerdir?Bir hemanjiom genellikle herhangi bir semptom göstermez ve genellikle birkaç yıl sonra vasküler yani damarsal anomalinin(bozukluğun) herhangi bir belirtisi kalmadan kendiliğinden kaybolur. Görülebilen bazı belirtiler ise şöyledir:Hemanjiom Tanısı Nasıldır?Deri üstündeki hemanjiomların belirlenmesi "görsel tanı" ile mümkün olup, ancak derinliğin kesin olarak tespiti görüntüleme yöntemleri yoluyla sağlanabilir. Yayılımın derinliğini değerlendirmek, vasküler malformasyonlar veya habis tümörler gibi diğer hastalıkları ekarte etmek için kullanılan daha ileri hemanjiom tanı yöntemleri ise şunlardır;Yüzeyel ultrasonografi, non-invaziv olması ve çocuğa radyasyon vermemesi nedeniyle en fazla tercih edilen görüntüleme yöntemidir.Hemanjiom Tedavisi Nasıldır?Bir hemanjiomun yeri ve boyutuna bağlı olarak bazı tedavi çeşitleri mümkündür;İlaç tedavisinde propronalol tedavisi oral olarak kullanılır. Propronalol tedavisinin kalp atışını hafifçe yavaşlatma etkisi nedeniyle öncesinde ekokardiyografi yapılarak çocuk kardiyoloğunun onayı alınmalıdır. Propronalol tedavisinin uzun vadede kalıcı bir yan etkisi yoktur.Yine de hemanjiomun tedavi edilmesi gerekip gerekmediği çeşitli faktörlere bağlıdır. Hemanjiomların çoğu komplike değildir.Hızlı büyüyen hemanjiomlar veya zaten komplikasyonlarla ilişkili olan hemanjiomları önlemek için erken bir aşamada tedaviye başlanmalıdır. Özellikle göz, dudak ve burun gibi sorunlu bölgelerdeki hemanjiomlar için tedaviye ilk bir yılda başlanması durumunda yanıt çok iyi olmaktadır.Tedaviye başlandıktan sonra hasta düzenli olarak kontrol edilir. Özellikle gövde ve ekstremitelerdeki küçük hemanjiomlar başlangıçta tedavi gerektirmez ve sadece düzenli olarak kontrol edilmelidir.Hemanjiom Tedavi Edilmezse Ne Olur?Belirli bir süre sonra kendi kendine geçebilen hemanjiomlarda tedaviye gerek bulunmamaktadır. Ancak hemanjiomların büyümesi ve yaygınlaşması ihtimaline karşı mutlaka uzman yardımı alınarak gerekli tetkikler yapılmalı, takip ve tedavi programına bu şekilde başlanmalıdır. Hemanjiomun tedavi edilmemesi halinde hem estetik görünüm açısından istenmeyen sonuçlarla karşılaşılabilir hem de kanama gibi komplikasyonlar görülebilir.Hemanjiom ile İlgili Sık Sorulan SorularHemanjiom kanserli olabilir mi?Hayır, hemanjiyomlar iyi huylu damar büyümeleridir. Genelde büyüme evrelerinden geçer ve sonradan kendiliğinden kaybolurlar.Hemanjiom endişelenilmesi gereken bir şey midir?Damar benleri çoğu zaman zararsızdır, fakat bazı durumlarda damar benleri üserleşip yara oluşumuna neden olabileceği için bebeklerde ağrıya neden olabilir. Hemanjiom kendiliğinden geçer mi?Evet, hemanjiomlar genelde geçicidir. Çoğu vakada 5 yaşına kadar kayboldukları gözlenmekle birlikte, bazı vakalarda ilk 10 yaşta kendiliğinden kaybolduğu söylenebilir.Damar benleri yayılır mı?Damar benleri genellikle yayılmazlar ve nadiren büyürler. Kendiliğinden kaybolabilselerde ebeyvenler herhangi bir risk bırakmamak için Çocuk Hematoloji Onkoloji Uzmanı ile görüşebilirler.Hemanjiomlar genetik midir?Damar benleri gibi vasküler olarak ortaya çıkan anormallikler genelde şans eseri ortaya çıkar. Daha nadir olarak görülen senaryolarda ailede otozomal dominant bir özellik (genin ebeveynden çocuğa geçtiği) gösterilmesi de neden olabilir. Hemanjiom tedavisinde ne kullanılır? | 5,645 |
361 | Hastalıklar | Harlequin fetüs (palyaço bebek sendromu) | Konjenital yani doğumsal iktiyoz olarak da adlandırılan Harlequin bebek sendromu, cildi etkileyen ve nadir olarak görülen kalıtsal bir deri bozukluğudur. Halk arasında palyaço bebek olarak da adlandırılmaktadır. Harlequin sendromu ile dünyaya gelen bebeklerin cildi balık pullarına benzeyen kalın, elmas şeklindeki plakalarla kaplıdır. Yüzdeki anormal tabaklar bebeğin nefes alıp vermesinde yol açtığı zorluklar nedeniyle hayati riske neden olabilir.Konjenital yani doğumsal iktiyoz olarak da adlandırılan Harlequin bebek sendromu, cildi etkileyen ve nadir olarak görülen kalıtsal bir deri bozukluğudur. Halk arasında palyaço bebek olarak da adlandırılmaktadır. Harlequin sendromu ile dünyaya gelen bebeklerin cildi balık pullarına benzeyen kalın, elmas şeklindeki plakalarla kaplıdır. Yüzdeki anormal tabaklar bebeğin nefes alıp vermesinde yol açtığı zorluklar nedeniyle hayati riske neden olabilir.
Tüm dünyada harlequin sendromu ile doğan bebeklerin %20 ila 50’si yani yarısına yakını dünyaya geldikleri bir iki ay içerisinde solunum yetmezliği, yaygın enfeksiyon veya her ikisinin kombinasyonu sonucu hayatını kaybedebilmektedir. Bu nedenle harlequin iktiyozlu yenidoğan bebeklerin acil olarak tedavi altına alınması gerekir.Hayati riski yüksek olan kalıtsal bir hastalık olan harlequin iktiyoz, günümüzdeki tıbbi gelişmeler kapsamında doğumdan hemen sonra yapılan multidisipliner bir yaklaşım ile tedavi edilebilmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi’nden Doç. Dr. Mehmet Buğrahan Düz, harlequin bebek sendromunun nedenleri, belirtileri, tedavi yöntemleri ve sık sorulan sorular hakkında bilgi verdi.Harlequin fetüs nedir?Harlequin fetüs, cildi etkileyen ciddi bir genetik deri bozukluktur. Bu durumdaki bebekler, vücutlarının çoğunu kaplayan çok sert, kalın bir deri ile dünyaya erken gelirler. Deri, derin çatlaklar ile ayrılmış büyük, elmas şekilli plakalar oluşturur. Cilt anormallikleri bebeklerin göz kapaklarının, burnun, ağzın ve kulakların şeklini etkiler. Ayrıca bebeklerin kol ve bacakların hareketini sınırlar. Göğsün kısıtlı hareketi, alacalı iktiyozlu bebeklerde solunum güçlüğüne ve solunum yetmezliğine yol açabilir.Harlequin fetüs yani palyaço bebek sendromunun nedenleri nelerdir?Harlequin fetüs, ABCA12 genindeki mutasyonlardan kaynaklanır. ABCA12 geni, cilt hücrelerinin normal gelişimi için gerekli olan bir proteinin yapılmasını sağlar. Bu protein, cildin en dış tabakasındaki (epidermis) yağların (lipidler) ve enzimlerin taşınmasında önemli bir rol oynar. ABCA12 geninin mutasyona uğraması cilt bariyeri bozarak harlequin fetüse neden olur.Harlequin fetüsün belirtileri nedir?Harlequin iktiyozlu bebeklerin derileri kalın cilt pullarıyla kaplıdır. Derideki sıkılık gözlerin ve ağzın etrafını çekerek kırmızı iç astarlarını (mukoza) ortaya çıkarır. Göğüs ve karındaki ciltteki sıkılığın neden olduğu ciddi kısıtlanma bebeğin nefes alması ve yemek yemesini zorlaştırır. Eller ve ayaklar küçük, şiş ve kısmen bükülmüş olabilir. Kulaklar şekilsiz görünebilir. Bazı durumlarda kalın deri kafaya kaynamış olabilir. Harlequin iktiyozisi ile doğan bebeklerde ayrıca düz bir burun (burun köprüsünün çökmesi), anormal işitme, sık solunum yolu enfeksiyonları ve eklem hareketliliğinde de kısıtlanma görülebilir.Harlequin fetüs nasıl teşhis edilir?Harlequin iktiyozis, çocuğun fiziksel görünümüne göre doğumda teşhis edilir. ABCA12 genindeki mutasyonlar için fetal DNA test edilerek doğum öncesi testler mümkün olabilir. Bunun yanı sıra bu hastalığın bazı özellikleri ikinci trimester ve sonrasında ultrasonda görülebilir. Bu durum ABCA12 gen mutasyon analizinin prenatal dönemde analiz edilerek erken tanı konulmasına imkan verebilir.Harlequin fetüsün tedavisi nedir?Harlequin iktiyozisli bebeklerin yönetimi doğumdan hemen sonra multidisipliner bir yaklaşım gerektirir. Böylece solunum sıkıntısı, dehidratasyon, elektrolit dengesizlikleri, bozulmuş termoregülasyon, sistemik bakteriyel enfeksiyonlar ve beslenme güçlükleri gibi komplikasyonların önüne geçilecektir. Oral retinoidlerle erken tedavinin de sonuçları iyileştirdiği düşünülmektedir. Ancak bilinen yan etkileri nedeniyle sadece ciddi vakalarda kullanılırlar. Harlequin tipi iktiyozun kalın, plaka benzeri derisi birkaç hafta içinde yavaş yavaş bölünecek ve soyulacaktır. Bu dönemde enfeksiyonu önlemek için antibiyotik tedavisi gerekebilir. Oral asitretin uygulaması kalın pulların dökülmesini hızlandırabilir. Çoğu bebek yaşamın ilk birkaç haftasında birebir hemşirelik bakımına ihtiyaç duyacaktır.Kalın plakalar soyulduktan sonra cilt kuru ve kızarık kalır ve büyük ince pullarla kaplanabilir. Cilt semptomları, cilt yumuşatıcı yumuşatıcılar uygulanarak tedavi edilir. Şiddetli iktiyozlu birçok hasta, pürüzlü bir yüzeye sahip özel peeling eldivenleri ile ovalayarak manuel olarak pul pul döker. Seramidler veya kolesterol, petrolatum veya lanolin içeren nemlendiriciler ve hafif keratolitikler (alfa-hidroksi asitler veya üre içeren ürünler) içeren cilt bariyeri onarım formüllerinin tümü, cildi nemli ve esnek tutmak ve enfeksiyona yol açabilecek çatlama ve çatlakları önlemek için kullanılabilir. Dolaşım bozukluklarını önlemek için parmaklar cilt bantları tarafından daraltılırsa, hasarlı dokunun (debridman) çıkarılması gerekebilir.HARLEQUİN FETÜS İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULARHarlequin fetüs önlenebilir mi?Hastalığın taşıyıcı olduğu bilinen çiftlerde kadınlar gebe kalmadan önce preimplantasyon genetik tanı-moleküler (PGT-M) ile genetik seçimli tüp bebek yöntemi sayesinde bu hastalığın önüne geçilebilir.Harlequin fetüs doğuştan gelen bir hastalık mı?Harlequin fetüs genetik bir hastalıktır. ABCA12 geninin mutasyona uğraması sonucu anne karnındaki bebeğin cildinin düzgün gelişmemesi sonucunda ortaya çıkar.Harlequin fetüs hastası ne kadar yaşar?Harlequin iktiyoz oranı için ölüm oranı yüksektir ve dünya çapındaki rakamlar %20-50 arasındadır. Bunların yarısı doğumdan sonraki ilk iki ay içerisinde hayatını kaybeder. Solunum yetmezliği, yaygın enfeksiyon veya her ikisinin kombinasyonu, etkilenen yenidoğanlarda en yaygın ölüm nedenleridir.Harlequin fetüs hastalığı riski kimlerde daha yüksektir?Bir normal gen ve bir anormal gene sahip bir kişi Harlequin fetüs için taşıyıcı olur, ve semptom göstermez. Ancak her bir ebeveynden anormal geni miras aldığında bu hastalık ortaya çıkar. Taşıyıcı iki ebeveynin her ikisinin de anormal geni geçirme ve bu nedenle etkilenen bir çocuğa sahip olma riski her hamilelikte %25'tir. Ebeveynler gibi taşıyıcı bir çocuğa sahip olma riski her hamilelikte %50'dir. Bir çocuğun her iki ebeveynden de normal genleri alma şansı %25'tir.Harlequin fetüs kadınlarda mı erkeklerde mi sık görülür?Harlequin fetüs, otozomal resesif olarak adlandırılan bir hastalık olduğu için cinsiyet seçilimi yapmaz. Bu nedenle her iki cinsiyette de eşit oranda görülür.
Tüm dünyada harlequin sendromu ile doğan bebeklerin %20 ila 50’si yani yarısına yakını dünyaya geldikleri bir iki ay içerisinde solunum yetmezliği, yaygın enfeksiyon veya her ikisinin kombinasyonu sonucu hayatını kaybedebilmektedir. Bu nedenle harlequin iktiyozlu yenidoğan bebeklerin acil olarak tedavi altına alınması gerekir.Hayati riski yüksek olan kalıtsal bir hastalık olan harlequin iktiyoz, günümüzdeki tıbbi gelişmeler kapsamında doğumdan hemen sonra yapılan multidisipliner bir yaklaşım ile tedavi edilebilmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi’nden Doç. Dr. Mehmet Buğrahan Düz, harlequin bebek sendromunun nedenleri, belirtileri, tedavi yöntemleri ve sık sorulan sorular hakkında bilgi verdi.Harlequin fetüs nedir?Harlequin fetüs, cildi etkileyen ciddi bir genetik deri bozukluktur. Bu durumdaki bebekler, vücutlarının çoğunu kaplayan çok sert, kalın bir deri ile dünyaya erken gelirler. Deri, derin çatlaklar ile ayrılmış büyük, elmas şekilli plakalar oluşturur. Cilt anormallikleri bebeklerin göz kapaklarının, burnun, ağzın ve kulakların şeklini etkiler. Ayrıca bebeklerin kol ve bacakların hareketini sınırlar. Göğsün kısıtlı hareketi, alacalı iktiyozlu bebeklerde solunum güçlüğüne ve solunum yetmezliğine yol açabilir.Harlequin fetüs yani palyaço bebek sendromunun nedenleri nelerdir?Harlequin fetüs, ABCA12 genindeki mutasyonlardan kaynaklanır. ABCA12 geni, cilt hücrelerinin normal gelişimi için gerekli olan bir proteinin yapılmasını sağlar. Bu protein, cildin en dış tabakasındaki (epidermis) yağların (lipidler) ve enzimlerin taşınmasında önemli bir rol oynar. ABCA12 geninin mutasyona uğraması cilt bariyeri bozarak harlequin fetüse neden olur.Harlequin fetüsün belirtileri nedir?Harlequin iktiyozlu bebeklerin derileri kalın cilt pullarıyla kaplıdır. Derideki sıkılık gözlerin ve ağzın etrafını çekerek kırmızı iç astarlarını (mukoza) ortaya çıkarır. Göğüs ve karındaki ciltteki sıkılığın neden olduğu ciddi kısıtlanma bebeğin nefes alması ve yemek yemesini zorlaştırır. Eller ve ayaklar küçük, şiş ve kısmen bükülmüş olabilir. Kulaklar şekilsiz görünebilir. Bazı durumlarda kalın deri kafaya kaynamış olabilir. Harlequin iktiyozisi ile doğan bebeklerde ayrıca düz bir burun (burun köprüsünün çökmesi), anormal işitme, sık solunum yolu enfeksiyonları ve eklem hareketliliğinde de kısıtlanma görülebilir.Harlequin fetüs nasıl teşhis edilir?Harlequin iktiyozis, çocuğun fiziksel görünümüne göre doğumda teşhis edilir. ABCA12 genindeki mutasyonlar için fetal DNA test edilerek doğum öncesi testler mümkün olabilir. Bunun yanı sıra bu hastalığın bazı özellikleri ikinci trimester ve sonrasında ultrasonda görülebilir. Bu durum ABCA12 gen mutasyon analizinin prenatal dönemde analiz edilerek erken tanı konulmasına imkan verebilir.Harlequin fetüsün tedavisi nedir?Harlequin iktiyozisli bebeklerin yönetimi doğumdan hemen sonra multidisipliner bir yaklaşım gerektirir. Böylece solunum sıkıntısı, dehidratasyon, elektrolit dengesizlikleri, bozulmuş termoregülasyon, sistemik bakteriyel enfeksiyonlar ve beslenme güçlükleri gibi komplikasyonların önüne geçilecektir. Oral retinoidlerle erken tedavinin de sonuçları iyileştirdiği düşünülmektedir. Ancak bilinen yan etkileri nedeniyle sadece ciddi vakalarda kullanılırlar. Harlequin tipi iktiyozun kalın, plaka benzeri derisi birkaç hafta içinde yavaş yavaş bölünecek ve soyulacaktır. Bu dönemde enfeksiyonu önlemek için antibiyotik tedavisi gerekebilir. Oral asitretin uygulaması kalın pulların dökülmesini hızlandırabilir. Çoğu bebek yaşamın ilk birkaç haftasında birebir hemşirelik bakımına ihtiyaç duyacaktır.Kalın plakalar soyulduktan sonra cilt kuru ve kızarık kalır ve büyük ince pullarla kaplanabilir. Cilt semptomları, cilt yumuşatıcı yumuşatıcılar uygulanarak tedavi edilir. Şiddetli iktiyozlu birçok hasta, pürüzlü bir yüzeye sahip özel peeling eldivenleri ile ovalayarak manuel olarak pul pul döker. Seramidler veya kolesterol, petrolatum veya lanolin içeren nemlendiriciler ve hafif keratolitikler (alfa-hidroksi asitler veya üre içeren ürünler) içeren cilt bariyeri onarım formüllerinin tümü, cildi nemli ve esnek tutmak ve enfeksiyona yol açabilecek çatlama ve çatlakları önlemek için kullanılabilir. Dolaşım bozukluklarını önlemek için parmaklar cilt bantları tarafından daraltılırsa, hasarlı dokunun (debridman) çıkarılması gerekebilir.HARLEQUİN FETÜS İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULARHarlequin fetüs önlenebilir mi?Hastalığın taşıyıcı olduğu bilinen çiftlerde kadınlar gebe kalmadan önce preimplantasyon genetik tanı-moleküler (PGT-M) ile genetik seçimli tüp bebek yöntemi sayesinde bu hastalığın önüne geçilebilir.Harlequin fetüs doğuştan gelen bir hastalık mı?Harlequin fetüs genetik bir hastalıktır. ABCA12 geninin mutasyona uğraması sonucu anne karnındaki bebeğin cildinin düzgün gelişmemesi sonucunda ortaya çıkar.Harlequin fetüs hastası ne kadar yaşar?Harlequin iktiyoz oranı için ölüm oranı yüksektir ve dünya çapındaki rakamlar %20-50 arasındadır. Bunların yarısı doğumdan sonraki ilk iki ay içerisinde hayatını kaybeder. Solunum yetmezliği, yaygın enfeksiyon veya her ikisinin kombinasyonu, etkilenen yenidoğanlarda en yaygın ölüm nedenleridir.Harlequin fetüs hastalığı riski kimlerde daha yüksektir?Bir normal gen ve bir anormal gene sahip bir kişi Harlequin fetüs için taşıyıcı olur, ve semptom göstermez. Ancak her bir ebeveynden anormal geni miras aldığında bu hastalık ortaya çıkar. Taşıyıcı iki ebeveynin her ikisinin de anormal geni geçirme ve bu nedenle etkilenen bir çocuğa sahip olma riski her hamilelikte %25'tir. Ebeveynler gibi taşıyıcı bir çocuğa sahip olma riski her hamilelikte %50'dir. Bir çocuğun her iki ebeveynden de normal genleri alma şansı %25'tir.Harlequin fetüs kadınlarda mı erkeklerde mi sık görülür?Harlequin fetüs, otozomal resesif olarak adlandırılan bir hastalık olduğu için cinsiyet seçilimi yapmaz. Bu nedenle her iki cinsiyette de eşit oranda görülür. | 4,835 |
362 | Hastalıklar | Hematom | Hematom, bir organ, doku veya vücut boşluğunda daha çok pıhtılaşmış kandan oluşan kan birikimidir. Hematom, yaralanma sonucunda sızan kanın deri altında birikmesidir. Kan o bölgede pıhtılaştıkça bir hematom oluşarak şişlik ve ağrı görülebilir. Hematom genellikle ameliyat veya yaralanma sonucu hasar görmüş kırık bir kan damarından kaynaklanır. Beyin dahil vücudun herhangi bir yerinde kendini gösterebilir. Hematom, bir organ, doku veya vücut boşluğunda daha çok pıhtılaşmış kandan oluşan kan birikimidir. Hematom, yaralanma sonucunda sızan kanın deri altında birikmesidir. Kan o bölgede pıhtılaştıkça bir hematom oluşarak şişlik ve ağrı görülebilir. Hematom genellikle ameliyat veya yaralanma sonucu hasar görmüş kırık bir kan damarından kaynaklanır. Beyin dahil vücudun herhangi bir yerinde kendini gösterebilir.
Hematom Nedir?Hematom, damar duvarında hasar oluşumuna bağlı damar içerisindeki pıhtılaşmış kanın farklı dokularda toplanmasıdır. Hematom, beyin dahil olmak üzere vücutta damar olan her yerde görülebilir.Hematom diğer yandan kötü bir çürük olarak da ifade edilebilir. Bir yaralanma, kanın cilt altında toplanmasına ve birikmesi sonucunda meydana gelir. Biriken kan, cilde süngerimsi, lastiksi ve pütürlü bir his verir. Bir hematom genellikle endişe verici bir durum değildir. Damardaki kan pıhtısı ile aynı şey değildir ve kan pıhtılarına yol açmaz.Bıraktığı iz lacivert veya siyah olabilen hematom genellikle vücutta ciddi kızarıklığa da yol açabilir. Aynı zamanda ağrı ve şişlik, hematomun en sık görülen belirtileri arasında yer alır. Hematom Hangi Bölgelerde Meydana Gelir?Hematom travma sonrası damar duvarının zedelenmesi, oradan kanın sızması ve damar dışı dokuda kanın birikmesi ile bir kist gibi toparlanmasıdır. Dolayısıyla hematom damar olan her yerde gelişebilir. Beyinde, batın içinde, eklemlerde damar olan ve hasar oluşan her yerde hematoma rastlanabilir.Hematom Neden Olur?Hematom, cilt veya cilt altındaki dokularda travmatik bir yaralanmanın sonucu ortaya çıkar. Cilt altındaki kan damarları hasar gördüğünde ve sızdığında, kan birikiyor ve morarmaya neden oluyor. Kan o bölgede pıhtılaştıkça bir hematom oluşur. Bu da şişlik ve ağrıya neden olur.Hematom Belirtileri Nelerdir?Hematom genellikle meydana geldiği bölgede şişlik, kızarıklık ve ağrı ile ortaya çıkar. Ayrıca beyinde görülen hematomlarda şiddetli baş ağrısı, karın içinde olanlarda bel ağrısı, dış organlarda meydana gelen hematomlarda şişlik, kızarıklık ve iç organlarda olan hematom vakalarında ise daha çok bilinç bulanıklığı ve tansiyon düşüklüğü görülür.Beyinde görülen hematom belirtileri: Çok şiddetli baş ağrısı Mide bulantısı ve kusma Bilinç bulanıklığı Nöbet geçirme Ani baygınlıkKarın içinde görülen hematom belirtileri: Dayanılmaz çok şiddetli bel ağrısı Karın ağrısıDış organlarda görülen hematom belirtileri Ağrı Şişlik Kızarıklıkİç organlarda görülen hematom belirtileri ise: Daha çok bilinç bulanıklığı Kan kaybına bağlı tansiyon düşüklüğü Baygınlık Aşırı yoğun hissedilen ağrıHematom Nasıl Teşhis Edilir?Hematom teşhisi, hematomun olduğu bölgeye göre değişkenlik gösterir. Kol-bacak gibi ektremitede oluşan bir hematomda ise sadece muayene ile o bölgedeki şişliğin, kızarıklığın ve ağrının tespiti mümkün olabilir. Kafa ve beyin travması sonucunda beyin gibi zar altı bir yerde oluştuysa MR, tomografi gibi ileri görüntüleme yöntemlerine başvurmak gerekebilir. Kaza veya ameliyat sonrası batın içinde bir hematom oluştuysa ultrason, tomografi ve MR gibi olduğu organı daha iyi görüntüleyecek ileri tetkiklerden faydalanılır.Hematom Tedavisi Nasıl Yapılır?Hematomun tedavisinin belirlenmesi için hematomun nerede oluştuğu çok önemlidir. Oluşan küçük hematomlar genellikle yavaş yavaş oradaki kanın emilmesiyle beraber çözülür ve tekrar kana karışır. Böylelikle hematom kaybolur. Küçük hematomlarda takip yeterli olabilir.Beyin, batın içi gibi hayati organlarda oluşan büyük hematomları boşaltmak, oradaki kanı aspire etmek gerekir. Bu işlemleri yaparken hematomun bölge olarak nerede oluştuğu, boyutu, kişinin ek hastalıklarının olup olmadığı ve kan sulandırıcı kullanıp kullanmadığı gibi durumlar sorgulanır. Eğer kan sulandırıcı kullanıyorsa bu hematom oluşumunu daha da artırabilir. Dolayısıyla ilerlemesini durdurmak için müdahale etmek daha önemli hale gelebilir.Hematom Türleri Nelerdir?Hematom kendi içinde epidural, subdural, retroperitoneal ve septal hematom şeklinde türlere ayrılır.Epidural ve subdural hematom: Kafa travması ve kaza gibi tetikleyici faktörler veya anevrizma gibi kronik hastalıklar sonucunda beyin zarının altında oluşan hematom türleridir. Retroperitoneal hematom: Karın içinde görülen retroperitoneal hematomlar da vardır. Eğer batın içinde bir ameliyat yapıldıysa veya tıbbi bir işlem gerçekleştiyse, o organın yakın çevresinde karın boşluğu içinde hematomlar oluşabilir.Septal hematom: Yaralanma sonucu kulakta birikim gösteren hematomlar da ortaya çıkabilir. Burunda yer alan septal kemiğin kırılması sonucu septal hematomlar görülür.Bazen de tırnak yatağının altında, küçük kanama şeklinde genelde bazı damar hastalıklarının sonucu olarak ortaya çıkan hematomlar vardır. Bu durum kişide damarla ilgili bir problem olduğunu gösterebilir.Hematom Hakkında Sık Sorulan SorularHematom ne demek?Hematom, kan damarının kırılması veya yırtılması sonucu vücutta deri altında anormal kan toplanması veya birikmesidir.Hematom tedavi edilmezse ne olur?Hematom tedavi edilmezse birikim yapan kist tarzı bir oluşum olduğu için organlara bası yapabilir. Hematomda kanama, sızıntı, damar duvarı hasarı gibi bir durum mevcutsa vücutta kan kaybına sebep olabilir. Bu kan kaybına bağlı komplikasyonlar gelişebilir. Hematom büyükse organlara bası oluştururken o bölgedeki hareketi engelleyebilir ve o bölgede ki işleyişi zorlaştırabilir. Bir hematomdan gelen pıhtı kan dolaşımına yeniden girerse, bir arteri tıkayarak vücudun bir kısmına kan akışını kesebilir. Hızlı tedavi olmadan, bu kalıcı doku hasarına neden olabilir.Hematom tekrar eder mi?Hematomun tekrar edip etmemesi durumunda hematomun oluşma nedeni önemlidir. İlaç kullanımına bağlı veya anevrizma gibi durumlar sonucunda oluşmuş bir hematomsa yeniden oluşma riski vardır. Bazı kişilerde kanama bozuklukları olabilir. Kanama bozukluğu olan kişilerde hematom tekrar tekrar oluşabilir.Hematom ne zaman geçer? Hematom bir çürük değildir. Kan damarlarının dışında ciltte bir çürük oluşumundan daha derinde kan birikmesidir. Travma, hematomun en yaygın nedenidir. Sebebe bağlı olarak, hematomun kaybolması 1 ila 4 hafta arasında sürebilir.Büyük bir hematomun iyileşmesi ise haftalar veya aylar sürebilir. Hematom iyileştikçe renk değiştirir ve yavaş yavaş küçülür. Aspirin kanamayı artırabileceğinden kullanılmamalıdır.Hematomlar tümörle karıştırılabilir mi?Yumuşak doku hematomu, travma sonrası yaygın bir klinik durumdur. Tipik olarak zamanla gerilese de, bir hematom büyüyebilir ve bir tümörle karıştırılabilir. Tersine, yumuşak doku tümörleri, benzer klinik ve görüntüleme özellikleri nedeniyle hematom olarak yanlış teşhis edilebilir.Hematoma ne iyi gelir?Yaralandıktan hemen sonra çürüyen yere buz koyulabilir. Bu, çürüğün boyutunu azaltabilir ve daha hızlı iyileşmesini sağlayabilir. Bir buz paketinden gelen soğuk sıcaklık, o bölgedeki kanın daha yavaş akmasını sağlar. Damarlardan sızan kan miktarını azaltabilir. Buz paketi 10-20 dakika boyunca hematom oluşan bölgeye 48 saate kadar günde birkaç kez koyulabilir. Buz cilde doğrudan temas ettirilmemelidir.Bu yöntem kendiliğinden geçen küçük hematomlar için faydalı olmaktadır. Ağrı yapan hematom olduğu fark edildiğinde zaman kaybetmeden bir uzmana başvurulmalı, gerekli tetkikler sonrasında hematomun boşaltılması sağlanmalıdır.
Hematom Nedir?Hematom, damar duvarında hasar oluşumuna bağlı damar içerisindeki pıhtılaşmış kanın farklı dokularda toplanmasıdır. Hematom, beyin dahil olmak üzere vücutta damar olan her yerde görülebilir.Hematom diğer yandan kötü bir çürük olarak da ifade edilebilir. Bir yaralanma, kanın cilt altında toplanmasına ve birikmesi sonucunda meydana gelir. Biriken kan, cilde süngerimsi, lastiksi ve pütürlü bir his verir. Bir hematom genellikle endişe verici bir durum değildir. Damardaki kan pıhtısı ile aynı şey değildir ve kan pıhtılarına yol açmaz.Bıraktığı iz lacivert veya siyah olabilen hematom genellikle vücutta ciddi kızarıklığa da yol açabilir. Aynı zamanda ağrı ve şişlik, hematomun en sık görülen belirtileri arasında yer alır. Hematom Hangi Bölgelerde Meydana Gelir?Hematom travma sonrası damar duvarının zedelenmesi, oradan kanın sızması ve damar dışı dokuda kanın birikmesi ile bir kist gibi toparlanmasıdır. Dolayısıyla hematom damar olan her yerde gelişebilir. Beyinde, batın içinde, eklemlerde damar olan ve hasar oluşan her yerde hematoma rastlanabilir.Hematom Neden Olur?Hematom, cilt veya cilt altındaki dokularda travmatik bir yaralanmanın sonucu ortaya çıkar. Cilt altındaki kan damarları hasar gördüğünde ve sızdığında, kan birikiyor ve morarmaya neden oluyor. Kan o bölgede pıhtılaştıkça bir hematom oluşur. Bu da şişlik ve ağrıya neden olur.Hematom Belirtileri Nelerdir?Hematom genellikle meydana geldiği bölgede şişlik, kızarıklık ve ağrı ile ortaya çıkar. Ayrıca beyinde görülen hematomlarda şiddetli baş ağrısı, karın içinde olanlarda bel ağrısı, dış organlarda meydana gelen hematomlarda şişlik, kızarıklık ve iç organlarda olan hematom vakalarında ise daha çok bilinç bulanıklığı ve tansiyon düşüklüğü görülür.Beyinde görülen hematom belirtileri:Karın içinde görülen hematom belirtileri:Dış organlarda görülen hematom belirtileriİç organlarda görülen hematom belirtileri ise:Hematom Nasıl Teşhis Edilir?Hematom teşhisi, hematomun olduğu bölgeye göre değişkenlik gösterir. Kol-bacak gibi ektremitede oluşan bir hematomda ise sadece muayene ile o bölgedeki şişliğin, kızarıklığın ve ağrının tespiti mümkün olabilir. Kafa ve beyin travması sonucunda beyin gibi zar altı bir yerde oluştuysa MR, tomografi gibi ileri görüntüleme yöntemlerine başvurmak gerekebilir. Kaza veya ameliyat sonrası batın içinde bir hematom oluştuysa ultrason, tomografi ve MR gibi olduğu organı daha iyi görüntüleyecek ileri tetkiklerden faydalanılır.Hematom Tedavisi Nasıl Yapılır?Hematomun tedavisinin belirlenmesi için hematomun nerede oluştuğu çok önemlidir. Oluşan küçük hematomlar genellikle yavaş yavaş oradaki kanın emilmesiyle beraber çözülür ve tekrar kana karışır. Böylelikle hematom kaybolur. Küçük hematomlarda takip yeterli olabilir.Beyin, batın içi gibi hayati organlarda oluşan büyük hematomları boşaltmak, oradaki kanı aspire etmek gerekir. Bu işlemleri yaparken hematomun bölge olarak nerede oluştuğu, boyutu, kişinin ek hastalıklarının olup olmadığı ve kan sulandırıcı kullanıp kullanmadığı gibi durumlar sorgulanır. Eğer kan sulandırıcı kullanıyorsa bu hematom oluşumunu daha da artırabilir. Dolayısıyla ilerlemesini durdurmak için müdahale etmek daha önemli hale gelebilir.Hematom Türleri Nelerdir?Hematom kendi içinde epidural, subdural, retroperitoneal ve septal hematom şeklinde türlere ayrılır.Epidural ve subdural hematom: Kafa travması ve kaza gibi tetikleyici faktörler veya anevrizma gibi kronik hastalıklar sonucunda beyin zarının altında oluşan hematom türleridir. Retroperitoneal hematom: Karın içinde görülen retroperitoneal hematomlar da vardır. Eğer batın içinde bir ameliyat yapıldıysa veya tıbbi bir işlem gerçekleştiyse, o organın yakın çevresinde karın boşluğu içinde hematomlar oluşabilir.Septal hematom: Yaralanma sonucu kulakta birikim gösteren hematomlar da ortaya çıkabilir. Burunda yer alan septal kemiğin kırılması sonucu septal hematomlar görülür.Bazen de tırnak yatağının altında, küçük kanama şeklinde genelde bazı damar hastalıklarının sonucu olarak ortaya çıkan hematomlar vardır. Bu durum kişide damarla ilgili bir problem olduğunu gösterebilir.Hematom Hakkında Sık Sorulan SorularHematom ne demek?Hematom, kan damarının kırılması veya yırtılması sonucu vücutta deri altında anormal kan toplanması veya birikmesidir.Hematom tedavi edilmezse ne olur?Hematom tedavi edilmezse birikim yapan kist tarzı bir oluşum olduğu için organlara bası yapabilir. Hematomda kanama, sızıntı, damar duvarı hasarı gibi bir durum mevcutsa vücutta kan kaybına sebep olabilir. Bu kan kaybına bağlı komplikasyonlar gelişebilir. Hematom büyükse organlara bası oluştururken o bölgedeki hareketi engelleyebilir ve o bölgede ki işleyişi zorlaştırabilir. Bir hematomdan gelen pıhtı kan dolaşımına yeniden girerse, bir arteri tıkayarak vücudun bir kısmına kan akışını kesebilir. Hızlı tedavi olmadan, bu kalıcı doku hasarına neden olabilir.Hematom tekrar eder mi?Hematomun tekrar edip etmemesi durumunda hematomun oluşma nedeni önemlidir. İlaç kullanımına bağlı veya anevrizma gibi durumlar sonucunda oluşmuş bir hematomsa yeniden oluşma riski vardır. Bazı kişilerde kanama bozuklukları olabilir. Kanama bozukluğu olan kişilerde hematom tekrar tekrar oluşabilir.Hematom ne zaman geçer? Hematom bir çürük değildir. Kan damarlarının dışında ciltte bir çürük oluşumundan daha derinde kan birikmesidir. Travma, hematomun en yaygın nedenidir. Sebebe bağlı olarak, hematomun kaybolması 1 ila 4 hafta arasında sürebilir.Büyük bir hematomun iyileşmesi ise haftalar veya aylar sürebilir. Hematom iyileştikçe renk değiştirir ve yavaş yavaş küçülür. Aspirin kanamayı artırabileceğinden kullanılmamalıdır.Hematomlar tümörle karıştırılabilir mi?Yumuşak doku hematomu, travma sonrası yaygın bir klinik durumdur. Tipik olarak zamanla gerilese de, bir hematom büyüyebilir ve bir tümörle karıştırılabilir. Tersine, yumuşak doku tümörleri, benzer klinik ve görüntüleme özellikleri nedeniyle hematom olarak yanlış teşhis edilebilir.Hematoma ne iyi gelir?Yaralandıktan hemen sonra çürüyen yere buz koyulabilir. Bu, çürüğün boyutunu azaltabilir ve daha hızlı iyileşmesini sağlayabilir. Bir buz paketinden gelen soğuk sıcaklık, o bölgedeki kanın daha yavaş akmasını sağlar. Damarlardan sızan kan miktarını azaltabilir. Buz paketi 10-20 dakika boyunca hematom oluşan bölgeye 48 saate kadar günde birkaç kez koyulabilir. Buz cilde doğrudan temas ettirilmemelidir.Bu yöntem kendiliğinden geçen küçük hematomlar için faydalı olmaktadır. Ağrı yapan hematom olduğu fark edildiğinde zaman kaybetmeden bir uzmana başvurulmalı, gerekli tetkikler sonrasında hematomun boşaltılması sağlanmalıdır. | 5,331 |
363 | Hastalıklar | Helikobakter Pilori | Yemeklerden sonra mide üstünde ağrı, açken midede kazınma, şişkinlik, tokluk hissi, sık acıkma, bulantı veya kusma gibi şikayetler helikobakter pilorinin sebep olduğu hastalıklardan kaynaklı olabiliyor. İnsanlara genellikle çocukluk çağında bulaşıp mideyi enfekte eden bir bakteri türü olan helikobakter pilori gastrit ve mide ülseri oluşmasına yol açabiliyor. Helikobakter pilori nadir de olsa bazı tür mide kanserleri için de risk faktörüdür.Yemeklerden sonra mide üstünde ağrı, açken midede kazınma, şişkinlik, tokluk hissi, sık acıkma, bulantı veya kusma gibi şikayetler helikobakter pilorinin sebep olduğu hastalıklardan kaynaklı olabiliyor. İnsanlara genellikle çocukluk çağında bulaşıp mideyi enfekte eden bir bakteri türü olan helikobakter pilori gastrit ve mide ülseri oluşmasına yol açabiliyor. Helikobakter pilori nadir de olsa bazı tür mide kanserleri için de risk faktörüdür.
Memorial Ataşehir Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Züleyha Akkan Çetinkaya, helikobakter pilori ve tedavisi hakkında bilgi verdi.Helikobakter pilori nedir?Helikobakter pilori genellikle çocukluk çağında alınan ve mideyi enfekte eden bir tür bakteridir. Mide ülseri ve gastrit gibi hastalıkların yaygın nedeni olan helikobakter pilori dünyadaki insanların neredeyse yarısında bulunmaktadır. Tedavi edilmeyen, uzun süreli helikobakter pilori nadir de olsa mide kanserine yol açabilmektedir.Helikobakter pilori belirtileri nelerdir?Helikobakter pilori enfeksiyonu olan çoğu insanda hiçbir zaman herhangi bir belirti veya semptom görülmeyebilmektedir. Helikobakter pilorinin kendine özgü bir belirtisi olmadığı için çoğu insanda farkında olmadan bulunabilir.Helikobakter piloriye özgü spesifik bir belirti yoktur, Ancak helikobakter pilorinin sebep olabildiği gastrit, veya ülser gibi hastalıkların belirtileri olabilir.Helikobakter pilorinin belirtileri genel olarak şu şekilde sıralanabilir; Yemeklerden sonra mide üstünde ağrı Açken midede kazınma, şişkinlik, tokluk hissi Sık acıkma Bulantı, kusma gibi şikayetler helikobakter pilorinin neden olduğu gastrit ve ülser hastalığı belirtileri olabilir. Helikobakter pilori bulaşmasında risk faktörleri nelerdir? Helikobakter pilori bir bakteri olduğu için, bakteriyi taşıyan bir insandan bulaşma yoluyla geçer. Bulaşma yolu tam belli olmamakla beraber, insanlar arası yakın temas, öpüşme, aile içi bulaşlar, iyi yıkanmayan el, fekal-oral yol ve infekte içme suyu ile bulaşabilir.Ülkemizde yapılan bir çalışmaya göre helikobakter pilori sıklığı %82.5 saptanmıştır. Marmara bölgesinde helikobakter pilori %72 iken, Güneydoğu Anadolu’da %89’lara varmaktadır. İnsanlar helikobakter pilori bakterisini sıklıkla çocukken alırlar. Kalabalık bir ailede yaşamak Temiz, güvenilir içme suyu olmayan şartlarda yaşamak Gelişmekte olan ülkelerde yaşamak Helikobakter pilori pozitif biri ile beraber yaşamak risk faktörleri arasındadır.Helikobakter pilori teşhisi nasıl yapılır?Helikobakter pilori teşhisinde birden fazla tetkik uygulanabilmektedir. Endoskopi: Mide endoskopisi yapılırken alınan mide biyopsi örneğinin mikroskop incelenmesi ile helikobakter pilori teşhisi yapılabilmektedir. Üre nefes testi: Üfleyerek yapılan üre nefes testi ile helikobakter pilori teşhisi yapılabilir. Helikobakter pilori üreaz denen bir enzim salgılar. Test sırasında işaretli karbon içeren, üre tableti hastaya içirilir. Kişide helikobakter pilori var ise, helikobakter pilori üreyi parçalar ve açığa çıkan karbon nefeste ölçülerek, helikobakter pilori tanısı konabilir. Dışkı testi: Dışkıda helikobakter pilori antijeninin saptanması ile teşhis konulabilmektedir. Kanda Helikobakter piloriye özgü antikorların saptanması tanı koymada faydalı değildir. Çünkü yeni infeksiyonu olduğu kadar, geçirilip, iyileşmiş bir infeksiyonda da pozitif bulunabilir. Bu yüzden Helikobakter pilori teşhisinde antikor testleri kullanılmamalıdır.Helikobakter pilori tedavisi nasıl yapılır?Toplumda yaygın görülen ve dirençli bir bakteri olan helikobakteri pilori için belirlenmiş tedavi endikasyonları mevcuttur. Her helikobakteri pilori pozitif hastada tedavi endikasyonu olmayabilir. Tedavide çeşitli antibiyotik ve mide ilacı kombinasyonlarını yeterli sürede kullanmak gerekir. Ülkemiz koşullarında 10-14 günlük süre ile tedavi önerilmektedir.Uygulanan tedaviden, en az 4-6 hafta sonra helikobakteri pilori için tekrar bir test yapılması gerekebilmektedir. Tekrar gerçekleştirilen testler, tedavinin enfeksiyondan kurtulmadığını gösteriyorsa, klinik durum gerektiriyor ise farklı bir antibiyotik kombinasyonuyla tedavi uygulanabilir.HELİKOBAKTER PİLORİ HAKKINDA SIK SORULAN SORULARHelikobakter Pilori enfeksiyonun komplikasyonları nelerdir? Helikobakter pilori ile enfekte olmuş birçok insanda her hangi bir sorun gözükmeyebilir. Helikobakter pilori komplikasyonları şu şekilde sıralanabilir; Helikobakter pilori mide iç yüzeyinin koruyucu tabakasını hasara uğratır. Bu da mide asitinin, zayıflamış bu alanda, yaraya ( ülser) neden olmasını kolaylaştırır. Helikobakter pilori ile infekte insanların yaklaşık %10’unda ülser gelişir. Helikobakter pilori mide iç yüzeyinde inflamasyona neden olarak gastrit yapar. Helikobakter pilori bazı tür mide kanserleri için de risk faktörüdür.Kimleri tedavi etmek gerekir? Helikobakter pilori ile enfekte olmuş hastalarda tedavi genel olarak şu faktörlere göre belirlenir; Hastanın şikâyeti Hikâyesi Risk faktörleri Endoskopi ve biyopsi bulgularına göre tedavi planına karar verilmesi gerekir.Helikobakter pilori ilaçla geçer mi?Helikobakter pilori tedaviye dirençli bir bakteridir. Bu yüzden çeşitli ilaç konbinasyonları ile tedavi edilir. Tedavinin başarılı olması için, uygun ilaç kombinasyonunu hastanın, uygun sürede, uygun dozda ve düzgün kullanması gerekir.Helikobakter pilori tedavisinde kefir kullanılır mı?Helikobakter pilori tedavisinde antibiyotikler yanında çeşitli ek ilaçlar veya gıdaların kullanımı uzun süredir, bilimsel literatürde araştırılan bir konudur. Antibiyotiklere eklenen probiyotiklerin, antibiyotiklerin sebep olabileceği, ishal ve bunun gibi yan etkileri azaltarak, hasta uyumunu arttırdığı gösterilmiştir. Ancak helikobakter tedavisinde kefir kullanımının faydası ile ilgili direkt bir bilimsel öneri yoktur.Helikobakter pilori zayıflatır mı?Helikobakter pilorinin kendisi zayıflamaya neden olmamaktadır. Anca helikobakter pilorinin neden olduğu mide ülseri veya gastrit gibi rahatsızlıklar hasta da ülser semptomları veya komplikasyonlarından dolayı yeteri kadar gıda alımı yapamamasına yol açabilmektedir. Kişi helikobakteri pilori nedeniyle değil neden olduğu ülser ya da gastrit rahatsızlarının yarattığı şikayetlerden dolayı beslenemezse kilo vermektedir.Helikobakter pilori diyeti var mıdır? Nasıl beslenilmelidir? Helikobakter piloriye özel bir diyet yoktur. Hastada gastrit, ülser gibi rahatsızlar var ise, o anki şikayetlerine göre, uygun diyet önerilebilir. Genel olarak kafeinden uzak, kızartma gibi sindirim sistemini zorlayan besinlerden kaçınarak beslenmek önemlidir. Sigara da olumsuz etkilerin başında gelmektedir. Helikobakter pilori doğal ya da bitkisel tedavisi var mıdır? Yapılan bilimsel araştırmalara göre helikobakter pilorinin tedavisinde bitkisel ya da doğal yöntemlerin yeri bulunmamaktadır. Helikobakter pilori endoskopi yapılmalı mıdır?Hasta doktora mide ve sindirim sistemi şikayetleri için başvurduğunda, eğer endikasyonu var ise endoskopi yapılır. Böylece midedeki hastalıklar saptanır ve helikobakter pilori de mevcut ise , uygun tedavi verilir.Helikobakter pilori hangi doktora gidilir?Helikobakter pilori teşhisi ve tedavisi için mide ve sindirim sistemi hastalıkları uzmanı olan, gastroenteroloji bölümüne başvurulmalıdır. Doktor secimi yapılırken endoskopi konusunda uzman bir doktorun tercih edilmesi ve hastanenin gerekli tetkikler bakımından alt yapısının eksiksiz olması önemlidir.Helikobakter pilori ağız kokusu yapar mı?Eğer ağız kokusunu açıklayacak diş, kulak burun boğaz hastalıkları gibi sorunlar yoksa anatomik olarak mide ve yemek borusunu değerlendirmek için endoskopi yapılmalıdır. Yapılan endoskopi sonrası helikobakter pilori saptanırsa da tedavi edilmesi uygun olur.Helikobakter pilori tedavi sonrası nelere dikkat edilmelidir?Helikobakter pilori tedavisinden sonra sağlıkla ilgili her şeyde olduğu gibi, kişisel hijyene dikkat edilmelidir.
Memorial Ataşehir Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Züleyha Akkan Çetinkaya, helikobakter pilori ve tedavisi hakkında bilgi verdi.Helikobakter pilori nedir?Helikobakter pilori genellikle çocukluk çağında alınan ve mideyi enfekte eden bir tür bakteridir. Mide ülseri ve gastrit gibi hastalıkların yaygın nedeni olan helikobakter pilori dünyadaki insanların neredeyse yarısında bulunmaktadır. Tedavi edilmeyen, uzun süreli helikobakter pilori nadir de olsa mide kanserine yol açabilmektedir.Helikobakter pilori belirtileri nelerdir?Helikobakter pilori enfeksiyonu olan çoğu insanda hiçbir zaman herhangi bir belirti veya semptom görülmeyebilmektedir. Helikobakter pilorinin kendine özgü bir belirtisi olmadığı için çoğu insanda farkında olmadan bulunabilir.Helikobakter piloriye özgü spesifik bir belirti yoktur, Ancak helikobakter pilorinin sebep olabildiği gastrit, veya ülser gibi hastalıkların belirtileri olabilir.Helikobakter pilorinin belirtileri genel olarak şu şekilde sıralanabilir;Helikobakter pilori bulaşmasında risk faktörleri nelerdir? Helikobakter pilori bir bakteri olduğu için, bakteriyi taşıyan bir insandan bulaşma yoluyla geçer. Bulaşma yolu tam belli olmamakla beraber, insanlar arası yakın temas, öpüşme, aile içi bulaşlar, iyi yıkanmayan el, fekal-oral yol ve infekte içme suyu ile bulaşabilir.Ülkemizde yapılan bir çalışmaya göre helikobakter pilori sıklığı %82.5 saptanmıştır. Marmara bölgesinde helikobakter pilori %72 iken, Güneydoğu Anadolu’da %89’lara varmaktadır. İnsanlar helikobakter pilori bakterisini sıklıkla çocukken alırlar.Helikobakter pilori teşhisi nasıl yapılır?Helikobakter pilori teşhisinde birden fazla tetkik uygulanabilmektedir.Kanda Helikobakter piloriye özgü antikorların saptanması tanı koymada faydalı değildir. Çünkü yeni infeksiyonu olduğu kadar, geçirilip, iyileşmiş bir infeksiyonda da pozitif bulunabilir. Bu yüzden Helikobakter pilori teşhisinde antikor testleri kullanılmamalıdır.Helikobakter pilori tedavisi nasıl yapılır?Toplumda yaygın görülen ve dirençli bir bakteri olan helikobakteri pilori için belirlenmiş tedavi endikasyonları mevcuttur. Her helikobakteri pilori pozitif hastada tedavi endikasyonu olmayabilir. Tedavide çeşitli antibiyotik ve mide ilacı kombinasyonlarını yeterli sürede kullanmak gerekir. Ülkemiz koşullarında 10-14 günlük süre ile tedavi önerilmektedir.Uygulanan tedaviden, en az 4-6 hafta sonra helikobakteri pilori için tekrar bir test yapılması gerekebilmektedir. Tekrar gerçekleştirilen testler, tedavinin enfeksiyondan kurtulmadığını gösteriyorsa, klinik durum gerektiriyor ise farklı bir antibiyotik kombinasyonuyla tedavi uygulanabilir.HELİKOBAKTER PİLORİ HAKKINDA SIK SORULAN SORULARHelikobakter Pilori enfeksiyonun komplikasyonları nelerdir? Helikobakter pilori ile enfekte olmuş birçok insanda her hangi bir sorun gözükmeyebilir. Helikobakter pilori komplikasyonları şu şekilde sıralanabilir; Kimleri tedavi etmek gerekir? Helikobakter pilori ile enfekte olmuş hastalarda tedavi genel olarak şu faktörlere göre belirlenir;Helikobakter pilori ilaçla geçer mi?Helikobakter pilori tedaviye dirençli bir bakteridir. Bu yüzden çeşitli ilaç konbinasyonları ile tedavi edilir. Tedavinin başarılı olması için, uygun ilaç kombinasyonunu hastanın, uygun sürede, uygun dozda ve düzgün kullanması gerekir.Helikobakter pilori tedavisinde kefir kullanılır mı?Helikobakter pilori tedavisinde antibiyotikler yanında çeşitli ek ilaçlar veya gıdaların kullanımı uzun süredir, bilimsel literatürde araştırılan bir konudur. Antibiyotiklere eklenen probiyotiklerin, antibiyotiklerin sebep olabileceği, ishal ve bunun gibi yan etkileri azaltarak, hasta uyumunu arttırdığı gösterilmiştir. Ancak helikobakter tedavisinde kefir kullanımının faydası ile ilgili direkt bir bilimsel öneri yoktur.Helikobakter pilori zayıflatır mı?Helikobakter pilorinin kendisi zayıflamaya neden olmamaktadır. Anca helikobakter pilorinin neden olduğu mide ülseri veya gastrit gibi rahatsızlıklar hasta da ülser semptomları veya komplikasyonlarından dolayı yeteri kadar gıda alımı yapamamasına yol açabilmektedir. Kişi helikobakteri pilori nedeniyle değil neden olduğu ülser ya da gastrit rahatsızlarının yarattığı şikayetlerden dolayı beslenemezse kilo vermektedir.Helikobakter pilori diyeti var mıdır? Nasıl beslenilmelidir? Helikobakter piloriye özel bir diyet yoktur. Hastada gastrit, ülser gibi rahatsızlar var ise, o anki şikayetlerine göre, uygun diyet önerilebilir. Genel olarak kafeinden uzak, kızartma gibi sindirim sistemini zorlayan besinlerden kaçınarak beslenmek önemlidir. Sigara da olumsuz etkilerin başında gelmektedir. Helikobakter pilori doğal ya da bitkisel tedavisi var mıdır? Yapılan bilimsel araştırmalara göre helikobakter pilorinin tedavisinde bitkisel ya da doğal yöntemlerin yeri bulunmamaktadır. Helikobakter pilori endoskopi yapılmalı mıdır?Hasta doktora mide ve sindirim sistemi şikayetleri için başvurduğunda, eğer endikasyonu var ise endoskopi yapılır. Böylece midedeki hastalıklar saptanır ve helikobakter pilori de mevcut ise , uygun tedavi verilir.Helikobakter pilori hangi doktora gidilir?Helikobakter pilori teşhisi ve tedavisi için mide ve sindirim sistemi hastalıkları uzmanı olan, gastroenteroloji bölümüne başvurulmalıdır. Doktor secimi yapılırken endoskopi konusunda uzman bir doktorun tercih edilmesi ve hastanenin gerekli tetkikler bakımından alt yapısının eksiksiz olması önemlidir.Helikobakter pilori ağız kokusu yapar mı?Eğer ağız kokusunu açıklayacak diş, kulak burun boğaz hastalıkları gibi sorunlar yoksa anatomik olarak mide ve yemek borusunu değerlendirmek için endoskopi yapılmalıdır. Yapılan endoskopi sonrası helikobakter pilori saptanırsa da tedavi edilmesi uygun olur.Helikobakter pilori tedavi sonrası nelere dikkat edilmelidir? | 5,184 |
364 | Hastalıklar | Haşimato | Haşimato hastalığı, tiroid bezini etkileyen, hipotiroidizme veya tiroidin az çalışmasına neden olan otoimmün bir hastalıktır. Haşimato hastalığında bağışıklık sistemi hücreleri, tiroidin hormon üreten hücrelerinin ölümüne yol açabilir. Hastalık genellikle hormon üretiminde azalmaya (hipotiroidizm) neden olur. Vücudun çeşitli bölgelerini etkileyen haşimato, yorgunluk, kilo alma ve kabızlık gibi semptomlara neden olur. Hashimoto hastalığı ilaçla tedavi edilebilir.Haşimato hastalığı, tiroid bezini etkileyen, hipotiroidizme veya tiroidin az çalışmasına neden olan otoimmün bir hastalıktır. Haşimato hastalığında bağışıklık sistemi hücreleri, tiroidin hormon üreten hücrelerinin ölümüne yol açabilir. Hastalık genellikle hormon üretiminde azalmaya (hipotiroidizm) neden olur. Vücudun çeşitli bölgelerini etkileyen haşimato, yorgunluk, kilo alma ve kabızlık gibi semptomlara neden olur. Hashimoto hastalığı ilaçla tedavi edilebilir.
Haşimato Hastalığı Nedir?Haşimato, çeşitli nedenlerden dolayı tiroid hormonunun daha az salgı yapması durumunda ortaya çıkan otoimmün hastalıktır. Lenfositik tiroidit olarak da adlandırılan haşimato hastalığı 1912 yılında Japon bilim adamı Akira Haşimato tarafından tanımlandığı için bu ismi aldığı bilinir. Bu durum tirod hormon fazlalığına (hipertiroid) yol açabilmekle beraber yıllar içinde tiroid hormon yetmezliğine de neden olabilir. Haşimato hastalığı durumunda vücut tiroid bezini yok etmek için çok miktarda anti-TPO antikoru ve anti-tiroglobulin antikoru üretir. Bu antikorlar tiroid bezine bağlanarak tirod hücrelerini harap eder. Bu arada tiroid bezine birçok iltihap hücresi birikir. İltihap sonucu tirod hücreleri tahrip olur ve tirod hormonu azalmaya başlar.Tiroid bezinin küçülmesiyle ortaya hormon yetmezliği çıkar. İlk dönemde hastada ufak bir guatr ve kanda anti-TPO antikor yüksekliği varken TSH, T3 ve T4 hormonları normaldir. Daha sonra zaman içinde hastalık ilerledikçe önce başlangıç halinde tirod yetmezliği, sonra ise tam tirod yetmezliği gelişir.Haşimato Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Haşimato hastalığında tiroid hormonu üretimindeki düşüş nedeniyle yorgunluk, halsizlik, üşüme, uyku hali, cilt kuruluğu, kabızlık, saç dökülmesi, adet dönemlerinin sancılı olması ve adet düzensizliği ile soğuğa karşı hassasiyet ve kas güçsüzlüğü gibi belirtiler görülür.İlk belirtisi genellikle tiroid bezinin büyümesi yani guatr olan hashimoto hastalığının belirtileri şunlardır: Kilo alma Konsantre olmada zorlanma Guatr varlığı Cilt kuruluğu Depresyon ve sinirli olma gibi ruh hali değişiklikleri Saç dökülmesi Kolay üşüme Göz altlarında ve yüzde şişme Yorgunluk Kramplar Seste değişiklik Kabızlık Adet düzensizliği İştahsızlık Konuşmada yavaşlık ve unutkanlık Nabız sayısında düşmeİleri düzeyde hipotirodi olan hastalarda; akciğer ve kalp zarlarında sıvı toplanması, karpal tünel sendromu, uyku apnesi, göğüslerden süt gelmesi veya bu olmaksızın prolaktin hormonunda yükselme, cinsel istekte azalma ve kan sodyum düşüklükleri de haşimato belirtilerinden sayılır.Haşimato hastalığında kolesterol düzeyi genelde yüksek olur. Bu nedenle hasta da kalp damar hastalıkları da görülebilir. İlerlemiş haşimato vakalarında kalp zarında(perikardit), akciğerde(plörezi) ve karında su toplaması(asit) görülebilir.Haşimato Nedenleri ve Risk FaktörleriHaşimato hastalığı temel nedeni bağışıklık sisteminin yanlış bir algılama ile kendi dokularını yabancı olarak tanımlaması ve o dokulara karşı (tiroid) müdafaa yapmaya çalışmasıdır. Bunun yanında genetik faktörler ve çevresel etmenler de haşimatonun neden olmasına yol açan durumlardandır. Haşimato hastalığı, sigara içenlerde, hamilelerde ve ailede haşimato olanlarda görülebilir ve bu kişiler risk altındadır. Haşimato hastalığında riski gruplar şöyle sıralanır: Tip 1 diyabet Vitiligo Çölyak Hastalığı Addison Hastalığı Romatoid artrit Pernisiyöz Anemi Kelebek Hastalığı (Lupus) Anti-TPO pozifliği olanlar Kalp yetmezliği olan kişilerHaşimato, özellikle kadınlarda daha sık görülmektedir. Östrojen ve genetik yatkınlık risk faktörleri arasındadır. Erkeklerde daha seyrek olmakla beraber, erkeklerdeki tiroid hormon yetmezliği sebeplerinin ilk sıralarındadır.Haşimato Hangi Hastalıklara Neden Olur?Haşimato hastalığı ve hipotiroidizm tedavi edilmediğinde birçok komplikasyon ortaya çıkabilir. Bunlar şöyle sıralanır:GuatrHaşimato hastalığında dolayı tiroid hormonu üretimi azaldıkça, tiroid bezi hipofiz bezinden daha fazlasını yapması için sinyaller alarak guatra neden olur. Oluşan guatr görüntüde rahatsızlık yaratabilir ve nefes almayı engelleyebilir.Kalp sorunlarıHaşimato kaynaklı hipotiroidizm, zayıf kalp fonksiyonuna ya da düzensiz kalp atışlarına sebep olabilir. Ayrıca, kardiyovasküler hastalık ve kalp yetmezliği için bir risk faktörü olan yüksek düzeyde düşük yoğunluklu lipoprotein LDL kolesterole (kötü kolesterol) sebep olabilir.Zihinsel sağlık sorunlarıHaşimato hastalığı erken dönemde depresyon ya da zihinsel sağlık bozukluklarını ortaya çıkarabilir.Üreme sorunlarıHaşimato hastalığı, kadınlarda hipotiroidizm cinsel isteğin (libido) azalmasına, yumurtlamanın engellenmesine ve düzensiz ve aşırı adet kanamasına neden olabilir. Hipotiroidizmi olan erkeklerde libido azalması, erektil disfonksiyon ve sperm sayısında azalma yaşanabilir.Hamilelikte düşük ya da erken doğum riskiHamilelik döneminde hipotiroidizm, düşük veya erken doğum riskini artmasına neden olabilir. Tedavi edilmeyen hipotiroidizme sahip kadınlar doğum yaptıktan sonra bebekleri, entelektüel yeteneklerde azalma, otizm, konuşma gecikmeleri ve diğer gelişimsel bozukluklar açısından risk altında olabilmektedir.Bunların bir kısmı endokrin organlara bağlı (böbreküstü bezi; diyabet) bir kısmı kas iskelet sistemi hastalıkları (romatizmal hastalıklar) bir kısmı depresyona kadar gidebilecek psikiyatrik hastalıklar olabilir. Yine haşimoto hastalığında tirod bezinin yapısında bozukluklar neticesinde hem geçici hem de gerçek takibi gereken tiroid nodülleri olabilir. Tiroid nodülleri mutlaka takip edilmelidir.Haşimato Tanısında Hangi Testler Kullanılır?Haşimato hastalarının büyük bir kısmında tirod hormonları (FT3, FT4, TSH ) normal seviyededir. %10 civarı hastada ise hipotiroidi gözlenir.(FT3, FT4 düşük, TSH yüksek). Hastaların çoğunda yaşam boyu Anti TPO, Anti TG antikorları bulunur. Bu antikorlar ilk zamanlarda olmasa bile ileriki dönemlerde hipotiroidi gelişeceğini haber verir. Haşimato hastalığı kandaki tirod ve antikor değerleri ile ultrasonografi ile teşhis edilebilir. Tespit edilen nodüllerin iyi huylu olup olmadığını anlamak için ultrasonografi altında iğne biyopsisi yapılması gerekebilir.Haşimato TedavisiHaşimato hastasının tirod hormon eksikliği ve fazlalığı ile ilgili klinik yakınmalarını bilmesi önemlidir. Eğer tirod hormon yetmezliği (hipotiroidi) ve hekim tirod hormonu başlamış ise TSH hormonu normal sınırlar içine çekilinceye kadar 6-8 hafta aralar ile doz ayarlaması yapılır.Normal sınırlar içine girdikten sonra doz ayarlama yapılmaktadır. 4-6 ay ara ile kontrollere devam edilmelidir. Çünkü hastanın beslenmesi, kilo alımı ve hastalığın aktivitesi ile dozda devamlı değişiklik olması gerekebilir. Özellikle çocuk sahibi olma çağındaki hanımların bu kontrole titizlikle uyması ve bebek sahibi olmadan önce ve gebelikleri sırasında 4-6 haftada bir takiplerini yaptırmaları bebek sağlığı açısından önemlidir. Bazı haşimato hastalarında tirod nodülü gelişme eğilimi fazladır. Bu hastalarda da tirod nodül takibi 6 ayda bir yapılmalıdır. Bir değişim yoksa takip süresi bir yıla kadar çıkarılabilir.Hashimoto hastalığının zararları oluşturduğu klinik tabloya göre değişmektedir. Hafif olgularda saç dökülmesi, kilo kontrolünde güçlük, üşüme gibi yakınmalar olabileceği gibi hastalık ilerledikçe ve tedavi edilmedikçe kan yağlarında yükselme, kalp damar hastalıkları, kan basıncında yükselme gibi daha sistemik şikayetler görülebilir. Çocuk sahibi olmada güçlük, kansızlık gibi tablolar da eşlik edebilmektedir.Haşimato Hastalığında Beslenme Nasıl Olmalıdır?Haşimato hastalığı ile ilgili özgün bir diyet olmasa da sağlıklı beslenmek her hastalıkta olduğu gibi haşimato için de çok önemlidir. Selenyum, haşimato hastalığında yükselen antikorları azaltabilmekte ancak hastalığın klinik olarak tirod hormon yetmezliğine gidişini değiştirememektedir. Bunun yanında hastalığın kontrolü için glutensiz beslenme önerilir.Beslenme ile ilgili söylenmesi gereken en önemli husus; hipotiroidi nedeni ile tirod hormonu başlanmış olan hastaların ilaçlarını aç karnına almaları ve beraberinde tirod hormon ilacının emilimini bozabilecek kepekli, yoğurt ve süt gibi emilimi bozacak gıdaları aynı öğünde almamaları olmalıdır. Haşimato Hastalığı Hakkında Sık Sorulan Sorular Haşimato hastaları nasıl tuz kullanmalıdır?Haşimato hastalığı iyodun tetiklediği söylenmekle beraber bu tümüyle doğrulanamamış bir konudur. İyodun, ortaya çıkmış tanısı konulmuş bir haşimato tiroidinin klinik gidişinde olumlu ya da olumsuz bir etkisi yoktur.Guatr, tirod ve haşimato hastalığı arasındaki farklar ve ilişki nedir?Tirod boynumuzda solunum ve yemek borusunun önünde tirod hormonu üreten birbiriyle bağlı iki parçadan oluşan endokrin bir organdır. Vücudumuzdaki metabolik faaliyetlerden, beyin ve sinir sistemi ile ilişkili faaliyetlerden, büyüme ve gelişmeden, üreme fonksiyonlarının gelişiminden ve devamından sorumludur. Guatr sebep ne olur ise olsun tirod bezinin büyümesidir. Haşimato hastalığı ise bu tirod bezinin vücudumuzdaki müdafaa sistemi tarafından yabancı bir organ olarak tanımlanıp orta ve uzun dönemde tirod bezinin hormon üretme yeteneğinin kaybına dolayısı ile yüzde 85-90 tirod hormon yetmezliği ile sonuçlanan otoimmün bir hastalıktır. Haşimato hastalığında zaman zaman tirod hormon üretiminin arttığı dönemler de olur.Haşimato hastaları nasıl kilo verebilir?Haşimato hastalarında kilo almaya eğilim vardır. Bunun birinci sebebi bu hastalarda zaman zaman tirod hormon fazlalığı dönemlerinin yaşanabilmesi ve bu dönemlerde iştah artışı ile birlikte kilo alınmama dönemlerinin rahatlığı ile hastaların kontrolsüz fazla beslenme eğilimi göstermeleridir. İkincisi ise bu hastalarda kalıcı hipotiroidi riskinin yüksek olması (metabolizma yavaşlaması)ve geçici tirod hormonu fazlalığı döneminde artmış olan iştahlarının devamı sebebi ile aldıkları fazla kalorilerin kilo olarak kendilerine dönmesidir. Bir de hipotirod döneminde uykuya eğilim, hareketsizlik, konstipasyon, adet düzensizlikleri tabloya eklendiğinde kilo alımı kaçınılmaz bir hal alır.Zayıflamanın birinci basamağı haşimato hastalığına bağlı olarak ortaya çıkmış olan hipotiroidinin doğru bir şekilde ve dozda ilaç kullanılması ile düzeltilmesi ve hastanın bilinçli bir şekilde yeme davranışını düzelterek egzersiz kapasitesini arttırması ile mümkündür.
Haşimato Hastalığı Nedir?Haşimato, çeşitli nedenlerden dolayı tiroid hormonunun daha az salgı yapması durumunda ortaya çıkan otoimmün hastalıktır. Lenfositik tiroidit olarak da adlandırılan haşimato hastalığı 1912 yılında Japon bilim adamı Akira Haşimato tarafından tanımlandığı için bu ismi aldığı bilinir. Bu durum tirod hormon fazlalığına (hipertiroid) yol açabilmekle beraber yıllar içinde tiroid hormon yetmezliğine de neden olabilir. Haşimato hastalığı durumunda vücut tiroid bezini yok etmek için çok miktarda anti-TPO antikoru ve anti-tiroglobulin antikoru üretir. Bu antikorlar tiroid bezine bağlanarak tirod hücrelerini harap eder. Bu arada tiroid bezine birçok iltihap hücresi birikir. İltihap sonucu tirod hücreleri tahrip olur ve tirod hormonu azalmaya başlar.Tiroid bezinin küçülmesiyle ortaya hormon yetmezliği çıkar. İlk dönemde hastada ufak bir guatr ve kanda anti-TPO antikor yüksekliği varken TSH, T3 ve T4 hormonları normaldir. Daha sonra zaman içinde hastalık ilerledikçe önce başlangıç halinde tirod yetmezliği, sonra ise tam tirod yetmezliği gelişir.Haşimato Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Haşimato hastalığında tiroid hormonu üretimindeki düşüş nedeniyle yorgunluk, halsizlik, üşüme, uyku hali, cilt kuruluğu, kabızlık, saç dökülmesi, adet dönemlerinin sancılı olması ve adet düzensizliği ile soğuğa karşı hassasiyet ve kas güçsüzlüğü gibi belirtiler görülür.İlk belirtisi genellikle tiroid bezinin büyümesi yani guatr olan hashimoto hastalığının belirtileri şunlardır:İleri düzeyde hipotirodi olan hastalarda; akciğer ve kalp zarlarında sıvı toplanması, karpal tünel sendromu, uyku apnesi, göğüslerden süt gelmesi veya bu olmaksızın prolaktin hormonunda yükselme, cinsel istekte azalma ve kan sodyum düşüklükleri de haşimato belirtilerinden sayılır.Haşimato hastalığında kolesterol düzeyi genelde yüksek olur. Bu nedenle hasta da kalp damar hastalıkları da görülebilir. İlerlemiş haşimato vakalarında kalp zarında(perikardit), akciğerde(plörezi) ve karında su toplaması(asit) görülebilir.Haşimato Nedenleri ve Risk FaktörleriHaşimato hastalığı temel nedeni bağışıklık sisteminin yanlış bir algılama ile kendi dokularını yabancı olarak tanımlaması ve o dokulara karşı (tiroid) müdafaa yapmaya çalışmasıdır. Bunun yanında genetik faktörler ve çevresel etmenler de haşimatonun neden olmasına yol açan durumlardandır. Haşimato hastalığı, sigara içenlerde, hamilelerde ve ailede haşimato olanlarda görülebilir ve bu kişiler risk altındadır. Haşimato hastalığında riski gruplar şöyle sıralanır:Haşimato, özellikle kadınlarda daha sık görülmektedir. Östrojen ve genetik yatkınlık risk faktörleri arasındadır. Erkeklerde daha seyrek olmakla beraber, erkeklerdeki tiroid hormon yetmezliği sebeplerinin ilk sıralarındadır.Haşimato Hangi Hastalıklara Neden Olur?Haşimato hastalığı ve hipotiroidizm tedavi edilmediğinde birçok komplikasyon ortaya çıkabilir. Bunlar şöyle sıralanır:GuatrHaşimato hastalığında dolayı tiroid hormonu üretimi azaldıkça, tiroid bezi hipofiz bezinden daha fazlasını yapması için sinyaller alarak guatra neden olur. Oluşan guatr görüntüde rahatsızlık yaratabilir ve nefes almayı engelleyebilir.Kalp sorunlarıHaşimato kaynaklı hipotiroidizm, zayıf kalp fonksiyonuna ya da düzensiz kalp atışlarına sebep olabilir. Ayrıca, kardiyovasküler hastalık ve kalp yetmezliği için bir risk faktörü olan yüksek düzeyde düşük yoğunluklu lipoprotein LDL kolesterole (kötü kolesterol) sebep olabilir.Zihinsel sağlık sorunlarıHaşimato hastalığı erken dönemde depresyon ya da zihinsel sağlık bozukluklarını ortaya çıkarabilir.Üreme sorunlarıHaşimato hastalığı, kadınlarda hipotiroidizm cinsel isteğin (libido) azalmasına, yumurtlamanın engellenmesine ve düzensiz ve aşırı adet kanamasına neden olabilir. Hipotiroidizmi olan erkeklerde libido azalması, erektil disfonksiyon ve sperm sayısında azalma yaşanabilir.Hamilelikte düşük ya da erken doğum riskiHamilelik döneminde hipotiroidizm, düşük veya erken doğum riskini artmasına neden olabilir. Tedavi edilmeyen hipotiroidizme sahip kadınlar doğum yaptıktan sonra bebekleri, entelektüel yeteneklerde azalma, otizm, konuşma gecikmeleri ve diğer gelişimsel bozukluklar açısından risk altında olabilmektedir.Bunların bir kısmı endokrin organlara bağlı (böbreküstü bezi; diyabet) bir kısmı kas iskelet sistemi hastalıkları (romatizmal hastalıklar) bir kısmı depresyona kadar gidebilecek psikiyatrik hastalıklar olabilir. Yine haşimoto hastalığında tirod bezinin yapısında bozukluklar neticesinde hem geçici hem de gerçek takibi gereken tiroid nodülleri olabilir. Tiroid nodülleri mutlaka takip edilmelidir.Haşimato Tanısında Hangi Testler Kullanılır?Haşimato hastalarının büyük bir kısmında tirod hormonları (FT3, FT4, TSH ) normal seviyededir. %10 civarı hastada ise hipotiroidi gözlenir.(FT3, FT4 düşük, TSH yüksek). Hastaların çoğunda yaşam boyu Anti TPO, Anti TG antikorları bulunur. Bu antikorlar ilk zamanlarda olmasa bile ileriki dönemlerde hipotiroidi gelişeceğini haber verir. Haşimato hastalığı kandaki tirod ve antikor değerleri ile ultrasonografi ile teşhis edilebilir. Tespit edilen nodüllerin iyi huylu olup olmadığını anlamak için ultrasonografi altında iğne biyopsisi yapılması gerekebilir.Haşimato TedavisiHaşimato hastasının tirod hormon eksikliği ve fazlalığı ile ilgili klinik yakınmalarını bilmesi önemlidir. Eğer tirod hormon yetmezliği (hipotiroidi) ve hekim tirod hormonu başlamış ise TSH hormonu normal sınırlar içine çekilinceye kadar 6-8 hafta aralar ile doz ayarlaması yapılır.Normal sınırlar içine girdikten sonra doz ayarlama yapılmaktadır. 4-6 ay ara ile kontrollere devam edilmelidir. Çünkü hastanın beslenmesi, kilo alımı ve hastalığın aktivitesi ile dozda devamlı değişiklik olması gerekebilir. Özellikle çocuk sahibi olma çağındaki hanımların bu kontrole titizlikle uyması ve bebek sahibi olmadan önce ve gebelikleri sırasında 4-6 haftada bir takiplerini yaptırmaları bebek sağlığı açısından önemlidir. Bazı haşimato hastalarında tirod nodülü gelişme eğilimi fazladır. Bu hastalarda da tirod nodül takibi 6 ayda bir yapılmalıdır. Bir değişim yoksa takip süresi bir yıla kadar çıkarılabilir.Hashimoto hastalığının zararları oluşturduğu klinik tabloya göre değişmektedir. Hafif olgularda saç dökülmesi, kilo kontrolünde güçlük, üşüme gibi yakınmalar olabileceği gibi hastalık ilerledikçe ve tedavi edilmedikçe kan yağlarında yükselme, kalp damar hastalıkları, kan basıncında yükselme gibi daha sistemik şikayetler görülebilir. Çocuk sahibi olmada güçlük, kansızlık gibi tablolar da eşlik edebilmektedir.Haşimato Hastalığında Beslenme Nasıl Olmalıdır?Haşimato hastalığı ile ilgili özgün bir diyet olmasa da sağlıklı beslenmek her hastalıkta olduğu gibi haşimato için de çok önemlidir. Selenyum, haşimato hastalığında yükselen antikorları azaltabilmekte ancak hastalığın klinik olarak tirod hormon yetmezliğine gidişini değiştirememektedir. Bunun yanında hastalığın kontrolü için glutensiz beslenme önerilir.Beslenme ile ilgili söylenmesi gereken en önemli husus; hipotiroidi nedeni ile tirod hormonu başlanmış olan hastaların ilaçlarını aç karnına almaları ve beraberinde tirod hormon ilacının emilimini bozabilecek kepekli, yoğurt ve süt gibi emilimi bozacak gıdaları aynı öğünde almamaları olmalıdır. Haşimato Hastalığı Hakkında Sık Sorulan Sorular Haşimato hastaları nasıl tuz kullanmalıdır?Haşimato hastalığı iyodun tetiklediği söylenmekle beraber bu tümüyle doğrulanamamış bir konudur. İyodun, ortaya çıkmış tanısı konulmuş bir haşimato tiroidinin klinik gidişinde olumlu ya da olumsuz bir etkisi yoktur.Guatr, tirod ve haşimato hastalığı arasındaki farklar ve ilişki nedir?Tirod boynumuzda solunum ve yemek borusunun önünde tirod hormonu üreten birbiriyle bağlı iki parçadan oluşan endokrin bir organdır. Vücudumuzdaki metabolik faaliyetlerden, beyin ve sinir sistemi ile ilişkili faaliyetlerden, büyüme ve gelişmeden, üreme fonksiyonlarının gelişiminden ve devamından sorumludur. Guatr sebep ne olur ise olsun tirod bezinin büyümesidir. Haşimato hastalığı ise bu tirod bezinin vücudumuzdaki müdafaa sistemi tarafından yabancı bir organ olarak tanımlanıp orta ve uzun dönemde tirod bezinin hormon üretme yeteneğinin kaybına dolayısı ile yüzde 85-90 tirod hormon yetmezliği ile sonuçlanan otoimmün bir hastalıktır. Haşimato hastalığında zaman zaman tirod hormon üretiminin arttığı dönemler de olur.Haşimato hastaları nasıl kilo verebilir?Haşimato hastalarında kilo almaya eğilim vardır. Bunun birinci sebebi bu hastalarda zaman zaman tirod hormon fazlalığı dönemlerinin yaşanabilmesi ve bu dönemlerde iştah artışı ile birlikte kilo alınmama dönemlerinin rahatlığı ile hastaların kontrolsüz fazla beslenme eğilimi göstermeleridir. İkincisi ise bu hastalarda kalıcı hipotiroidi riskinin yüksek olması (metabolizma yavaşlaması)ve geçici tirod hormonu fazlalığı döneminde artmış olan iştahlarının devamı sebebi ile aldıkları fazla kalorilerin kilo olarak kendilerine dönmesidir. Bir de hipotirod döneminde uykuya eğilim, hareketsizlik, konstipasyon, adet düzensizlikleri tabloya eklendiğinde kilo alımı kaçınılmaz bir hal alır.Zayıflamanın birinci basamağı haşimato hastalığına bağlı olarak ortaya çıkmış olan hipotiroidinin doğru bir şekilde ve dozda ilaç kullanılması ile düzeltilmesi ve hastanın bilinçli bir şekilde yeme davranışını düzelterek egzersiz kapasitesini arttırması ile mümkündür. | 7,557 |
365 | Hastalıklar | Hemipleji | Hemipleji, vücudun sağ ya da sol bölgesini etkileyen, toplum içinde inme ya da kısmi felç olarak bilinen bir durumdur. Erken teşhis ile tedavisinde ilerleme kaydedilebilmektedir.Hemipleji, vücudun sağ ya da sol bölgesini etkileyen, toplum içinde inme ya da kısmi felç olarak bilinen bir durumdur. Erken teşhis ile tedavisinde ilerleme kaydedilebilmektedir.
Hemipleji Nedir?Hemipleji, beyin hücrelerinin hasar görmesi ya da beyin damarlarında oluşan tıkanıklık nedeniyle meydana gelen; vücudun sağ veya sol tarafında hareket kaybıyla sonuçlanan bir tablodur. Hemiplejiye kısmı felç de denilebilir. Herkesin başına gelebilecek ve tüm dünyada çok sık görülen bir sorundur. Genelde orta yaş ve üzerinde görülse de her yaştan kişi bu risk altında olabilir. Hemipleji vücudun sol veya sağ tarafını etkileyebilir. Beynin hangi tarafı bu sorundan muzdaripse vücudun karşı tarafı semptomlar gösterir. Beynin bir kısmına bir sebepten dolayı kan akışı kesilirse ya da azalırsa beyin dokusunun oksijen ve besin almasını engelleyen bir felç meydana gelir. Beyin hücreleri hızlı bir şekilde ölmeye başlar. Bu durum hemiplejidir. Hemipleji, acil bir durumdur ve bu durumda hızlı tedavi çok önemlidir. Hızlı müdahale beyin hasarını ve bunun getirdiği tüm komplikasyonları azaltır. Hemiplejide hareket etmekte ve gündelik yaşamda sıkıntılar yaşanır.Hemipleji Belirtileri Nelerdir?Beyindeki hasara, hasarın büyüklüğüne, yerine ve şiddetine göre hemiplejinin çeşitli belirtileri bulunmaktadır. Bu belirtiler şöyle sıralanabilir: Sağ veya sol taraftaki kol ve bacak kaslarında sertleşme, hareket kaybı Yürüme problemleri Denge problemleri Uyuşma Konuşma bozuklukları Hafıza kayıpları Yer kavramının algılanmasında sorunlar Davranış değişiklikleri Odaklanmada zorluk Görme sorunları, çift görme Şiddetli baş ağrısıHemipleji Nedenleri Nelerdir?Hemipleji sebepleri arasında beyin damarları ile ilgili sorunlar ilk sırada yer alır. Bunun dışında beyin hasarları, enfeksiyonlar, mikrobik hastalıklar, beyin tümörleri de hemipleji nedenleri arasında yer almaktadır. Hemipleji için bazı risk faktörleri bulunmaktadır. Kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, diyabet, sigara kullanımı, alkol tüketimi, ileri yaş, hareketsiz yaşam, fazla kilo bu risk faktörleri arasında yer almaktadır. Genelde 55 yaş üzeri kişilerin hemipleji yaşama riski daha gençlere göre daha yüksek olabilir. Erkeklerin, kadınlara göre daha yüksek risk taşıdığı bilinir.Hemipleji Nasıl Teşhis Edilir?Hemiplejide muayene ve görüntüleme yöntemiyle teşhis konulur. Bu tanı yöntemleri şöyledirFizik muayene: Doktorunuz, kalbinizi dinlemek ve kan basıncınızı kontrol etmek gibi aşina olduğunuz bir dizi test yapacaktır. Ayrıca olası bir inmenin sinir sisteminizi nasıl etkilediğini görmek için nörolojik bir muayeneniz olacak.Kan testleri: Kanınızın ne kadar hızlı pıhtılaştığını, kan şekerinizin çok yüksek veya düşük olup olmadığını ve bir enfeksiyonunuz olup olmadığını kontrol etmek için yapılan testler de dahil olmak üzere birkaç kan testiniz olabilir.Bilgisayarlı Tomografi taraması: Bir BT taraması, beyninizin ayrıntılı bir görüntüsünü oluşturmak için bir dizi X-ışını kullanır. Bir BT taraması beyinde kanama, iskemik inme, tümör veya diğer durumları gösterebilir. Doktorlar, boynunuzdaki ve beyninizdeki kan damarlarınızı daha ayrıntılı görmek için kan dolaşımınıza bir boya enjekte edebilir (bilgisayarlı tomografi anjiyografi).Manyetik Rezonans görüntüleme (MRI): Bir MR Beyninin bir ayrıntılı görünüm oluşturmak için güçlü radyo dalgaları ve mıknatıslar kullanır. Bir MR, iskemik inme ve beyin kanamalarından zarar gören beyin dokusunu tespit edebilir. Doktorunuz atardamarları ve damarları görüntülemek ve kan akışını vurgulamak için bir kan damarına bir boya enjekte edebilir (Manyetik rezonans anjiyografi veya manyetik rezonans venografi).Karotis ultrasonu: Bu testte, ses dalgaları boynunuzdaki karotid arterlerin içinin ayrıntılı görüntülerini oluşturur. Bu test, karotid arterlerinizde yağ birikintileri (plaklar) ve kan akışını gösterir.Serebral anjiyogram: Nadiren kullanılan bu testte, doktorunuz genellikle kasıklarınızdaki küçük bir insizyondan ince, esnek bir tüp (kateter) sokar ve bunu ana arterlerinizden karotis veya vertebral arterinize yönlendirir. Ardından doktorunuz, kan damarlarınıza bir boya enjekte eder. Bu prosedür, beyninizdeki ve boynunuzdaki arterlerin ayrıntılı bir görünümünü verir.Ekokardiyogram: Ekokardiyogram, kalbinizin ayrıntılı görüntülerini oluşturmak için ses dalgalarını kullanır. Bir ekokardiyogram, kalbinizden beyninize gidip inmenize neden olabilecek kalbinizde bir pıhtı kaynağı bulabilir.Hemipleji Nasıl Tedavi Edilir?Hemipleji için tedavi yöntemleri, hemiplejinin nedenine ve semptomların şiddetine bağlıdır. Hemiplejisi olan kişiler genellikle nöroloji uzmanları, fizyoterapistler, rehabilitasyon terapistleri ve ruh sağlığı uzmanlarını içeren multidisipliner bir rehabilitasyona girerler. Acil olarak nöroloji uzmanına başvuran hastada ilaçlı tedavi uygulanır.İlaçlı tedavide amaç oluşacak hasarların önüne geçmektir. Hemipleji kontrol altına alınınca hastanın durumuna göre fizik tedavi yöntemleri devreye girebilmektedir. Tedavi ne kadar erken başlarsa tedavi o kadar hızlı gerçekleşir. Hemiplejide nöroloji uzmanı, beyin cerrahı, fizyoterapist, ortez uzmanı, dil ve konuşma terapisti, psikologlardan oluşan bir ekiple tedavi görmelidir. Hemipleji fizik tedavi ile tedavi edilebilmektedir.Hemipleji rehabilitasyonunda nörofizyolojik yaklaşım ön plandadır. Hemipleji rehabilitasyonu multidisipliner olmalıdır. Fizik tedavi kısmında hastanın durumuna göre hemipleji egzersizleri verilebilmektedir. Hastanın hemipleji tedavi programı konusuna adaptasyonu önemlidir. Hemipleji ile İlgili Sık Sorulan SorularSağ hemipleji nedir?Sağ hemipleji yutma sorunları ve konuşma bozukluklarıyla karakterize olan bir sorundur. Sol hemipleji ise hafıza sorunlarıyla bilinir. Spastik hemiplejide de felç gelen kısımdaki kaslarda aşırı kasılma olur. Bu durum hastada ağrıya neden olabilir. Eğer kaslar gevşek duruyorsa buna da flask hemipleji denilmektedir.Hemiparezi hemipleji farkı nedir?Hemipleji vücudun bir yanında tam bir güç kaybı ya da felç anlamına gelirken; hemiparezi yüzde, kolda hafif bir güç kaybı demektir.Hemipleji iyileşir mi? Hemipleji geçer mi?Hemipleji sabır gerektiren bir süreçtir. Ne kadar erken tedavi başlanırsa tedavi de o kadar hızlı olur. Pek çok hastada hemipleji başlayınca erken teşhis edildiyse 3 ayda iyileşme gözlenebilmektedir. Ancak bazı durumlarda tedavi senelerce sürebilir.Hemipleji etkilenim türüne göre değişir mi?Evet, örneğin bir taraf bacak ve kolda bir etkilenme varsa buna hemipleji, sadece bacaklarda sorun varsa parapleji, her iki kol ve bacakta etkilenme varsa tetraplaji denilir.Hemiplejide risk faktörleri nelerdir?Genellikle 55 yaş üstünde risk yükselir. Hemiplejide erkeklerde kadınlara göre daha fazla risk olabilir. Ailesinde inme öyküsü olanlarda hemipleji riski artmış olabilmektedir. Hipertansiyon, diyabet, sigara, atriyal fibrilasyon, şah damar darlığı, obezite gibi sorunları olanlarda risk biraz daha yüksek olabilmektedir.Hemipleji için nasıl yaşam tarzı değişiklikleri gerekir?Düzenli uyku, egzersiz, sağlıklı beslenme, kilo verme hemipleji için olumlu adımlar olabilir.Hemiplejiye ne iyi gelmez?Stres, sağlıksız beslenme, sigara kullanımı, uyku bozukluğu, diyabet, kilo, kolesterol yüksekliği hemiplejide olumsuz sonuçlara neden olabilir.
Hemipleji Nedir?Hemipleji, beyin hücrelerinin hasar görmesi ya da beyin damarlarında oluşan tıkanıklık nedeniyle meydana gelen; vücudun sağ veya sol tarafında hareket kaybıyla sonuçlanan bir tablodur. Hemiplejiye kısmı felç de denilebilir. Herkesin başına gelebilecek ve tüm dünyada çok sık görülen bir sorundur. Genelde orta yaş ve üzerinde görülse de her yaştan kişi bu risk altında olabilir. Hemipleji vücudun sol veya sağ tarafını etkileyebilir. Beynin hangi tarafı bu sorundan muzdaripse vücudun karşı tarafı semptomlar gösterir. Beynin bir kısmına bir sebepten dolayı kan akışı kesilirse ya da azalırsa beyin dokusunun oksijen ve besin almasını engelleyen bir felç meydana gelir. Beyin hücreleri hızlı bir şekilde ölmeye başlar. Bu durum hemiplejidir. Hemipleji, acil bir durumdur ve bu durumda hızlı tedavi çok önemlidir. Hızlı müdahale beyin hasarını ve bunun getirdiği tüm komplikasyonları azaltır. Hemiplejide hareket etmekte ve gündelik yaşamda sıkıntılar yaşanır.Hemipleji Belirtileri Nelerdir?Beyindeki hasara, hasarın büyüklüğüne, yerine ve şiddetine göre hemiplejinin çeşitli belirtileri bulunmaktadır. Bu belirtiler şöyle sıralanabilir:Hemipleji Nedenleri Nelerdir?Hemipleji sebepleri arasında beyin damarları ile ilgili sorunlar ilk sırada yer alır. Bunun dışında beyin hasarları, enfeksiyonlar, mikrobik hastalıklar, beyin tümörleri de hemipleji nedenleri arasında yer almaktadır. Hemipleji için bazı risk faktörleri bulunmaktadır. Kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, diyabet, sigara kullanımı, alkol tüketimi, ileri yaş, hareketsiz yaşam, fazla kilo bu risk faktörleri arasında yer almaktadır. Genelde 55 yaş üzeri kişilerin hemipleji yaşama riski daha gençlere göre daha yüksek olabilir. Erkeklerin, kadınlara göre daha yüksek risk taşıdığı bilinir.Hemipleji Nasıl Teşhis Edilir?Hemiplejide muayene ve görüntüleme yöntemiyle teşhis konulur. Bu tanı yöntemleri şöyledirFizik muayene: Doktorunuz, kalbinizi dinlemek ve kan basıncınızı kontrol etmek gibi aşina olduğunuz bir dizi test yapacaktır. Ayrıca olası bir inmenin sinir sisteminizi nasıl etkilediğini görmek için nörolojik bir muayeneniz olacak.Kan testleri: Kanınızın ne kadar hızlı pıhtılaştığını, kan şekerinizin çok yüksek veya düşük olup olmadığını ve bir enfeksiyonunuz olup olmadığını kontrol etmek için yapılan testler de dahil olmak üzere birkaç kan testiniz olabilir.Bilgisayarlı Tomografi taraması: Bir BT taraması, beyninizin ayrıntılı bir görüntüsünü oluşturmak için bir dizi X-ışını kullanır. Bir BT taraması beyinde kanama, iskemik inme, tümör veya diğer durumları gösterebilir. Doktorlar, boynunuzdaki ve beyninizdeki kan damarlarınızı daha ayrıntılı görmek için kan dolaşımınıza bir boya enjekte edebilir (bilgisayarlı tomografi anjiyografi).Manyetik Rezonans görüntüleme (MRI): Bir MR Beyninin bir ayrıntılı görünüm oluşturmak için güçlü radyo dalgaları ve mıknatıslar kullanır. Bir MR, iskemik inme ve beyin kanamalarından zarar gören beyin dokusunu tespit edebilir. Doktorunuz atardamarları ve damarları görüntülemek ve kan akışını vurgulamak için bir kan damarına bir boya enjekte edebilir (Manyetik rezonans anjiyografi veya manyetik rezonans venografi).Karotis ultrasonu: Bu testte, ses dalgaları boynunuzdaki karotid arterlerin içinin ayrıntılı görüntülerini oluşturur. Bu test, karotid arterlerinizde yağ birikintileri (plaklar) ve kan akışını gösterir.Serebral anjiyogram: Nadiren kullanılan bu testte, doktorunuz genellikle kasıklarınızdaki küçük bir insizyondan ince, esnek bir tüp (kateter) sokar ve bunu ana arterlerinizden karotis veya vertebral arterinize yönlendirir. Ardından doktorunuz, kan damarlarınıza bir boya enjekte eder. Bu prosedür, beyninizdeki ve boynunuzdaki arterlerin ayrıntılı bir görünümünü verir.Ekokardiyogram: Ekokardiyogram, kalbinizin ayrıntılı görüntülerini oluşturmak için ses dalgalarını kullanır. Bir ekokardiyogram, kalbinizden beyninize gidip inmenize neden olabilecek kalbinizde bir pıhtı kaynağı bulabilir.Hemipleji Nasıl Tedavi Edilir?Hemipleji için tedavi yöntemleri, hemiplejinin nedenine ve semptomların şiddetine bağlıdır. Hemiplejisi olan kişiler genellikle nöroloji uzmanları, fizyoterapistler, rehabilitasyon terapistleri ve ruh sağlığı uzmanlarını içeren multidisipliner bir rehabilitasyona girerler. Acil olarak nöroloji uzmanına başvuran hastada ilaçlı tedavi uygulanır.İlaçlı tedavide amaç oluşacak hasarların önüne geçmektir. Hemipleji kontrol altına alınınca hastanın durumuna göre fizik tedavi yöntemleri devreye girebilmektedir. Tedavi ne kadar erken başlarsa tedavi o kadar hızlı gerçekleşir. Hemiplejide nöroloji uzmanı, beyin cerrahı, fizyoterapist, ortez uzmanı, dil ve konuşma terapisti, psikologlardan oluşan bir ekiple tedavi görmelidir. Hemipleji fizik tedavi ile tedavi edilebilmektedir.Hemipleji rehabilitasyonunda nörofizyolojik yaklaşım ön plandadır. Hemipleji rehabilitasyonu multidisipliner olmalıdır. Fizik tedavi kısmında hastanın durumuna göre hemipleji egzersizleri verilebilmektedir. Hastanın hemipleji tedavi programı konusuna adaptasyonu önemlidir. Hemipleji ile İlgili Sık Sorulan SorularSağ hemipleji nedir?Sağ hemipleji yutma sorunları ve konuşma bozukluklarıyla karakterize olan bir sorundur. Sol hemipleji ise hafıza sorunlarıyla bilinir. Spastik hemiplejide de felç gelen kısımdaki kaslarda aşırı kasılma olur. Bu durum hastada ağrıya neden olabilir. Eğer kaslar gevşek duruyorsa buna da flask hemipleji denilmektedir.Hemiparezi hemipleji farkı nedir?Hemipleji vücudun bir yanında tam bir güç kaybı ya da felç anlamına gelirken; hemiparezi yüzde, kolda hafif bir güç kaybı demektir.Hemipleji iyileşir mi? Hemipleji geçer mi?Hemipleji sabır gerektiren bir süreçtir. Ne kadar erken tedavi başlanırsa tedavi de o kadar hızlı olur. Pek çok hastada hemipleji başlayınca erken teşhis edildiyse 3 ayda iyileşme gözlenebilmektedir. Ancak bazı durumlarda tedavi senelerce sürebilir.Hemipleji etkilenim türüne göre değişir mi?Evet, örneğin bir taraf bacak ve kolda bir etkilenme varsa buna hemipleji, sadece bacaklarda sorun varsa parapleji, her iki kol ve bacakta etkilenme varsa tetraplaji denilir.Hemiplejide risk faktörleri nelerdir?Genellikle 55 yaş üstünde risk yükselir. Hemiplejide erkeklerde kadınlara göre daha fazla risk olabilir. Ailesinde inme öyküsü olanlarda hemipleji riski artmış olabilmektedir. Hipertansiyon, diyabet, sigara, atriyal fibrilasyon, şah damar darlığı, obezite gibi sorunları olanlarda risk biraz daha yüksek olabilmektedir.Hemipleji için nasıl yaşam tarzı değişiklikleri gerekir?Düzenli uyku, egzersiz, sağlıklı beslenme, kilo verme hemipleji için olumlu adımlar olabilir.Hemiplejiye ne iyi gelmez?Stres, sağlıksız beslenme, sigara kullanımı, uyku bozukluğu, diyabet, kilo, kolesterol yüksekliği hemiplejide olumsuz sonuçlara neden olabilir. | 5,238 |
366 | Hastalıklar | Hemolitik Anemi | Hemolitik anemi, vücutta eritrosit olarak bilinen kırmızı kan hücrelerinin, üretilebildiğinden daha hızlı bir şekilde yok edildiği ve parçalandığı bir kan hastalığıdır. Aneminin yaygın türlerinden biri olan hemolitik anemi, genetik kökenli, enfeksiyonlar ve bazı ilaçların kullanımına bağlı olarak ortaya çıkabilir. Tedavi ise hemolitik anemiye neden olan durumun kontrol altına alınmaya çalışılmasıyla gerçekleşir.Hemolitik anemi, vücutta eritrosit olarak bilinen kırmızı kan hücrelerinin, üretilebildiğinden daha hızlı bir şekilde yok edildiği ve parçalandığı bir kan hastalığıdır. Aneminin yaygın türlerinden biri olan hemolitik anemi, genetik kökenli, enfeksiyonlar ve bazı ilaçların kullanımına bağlı olarak ortaya çıkabilir. Tedavi ise hemolitik anemiye neden olan durumun kontrol altına alınmaya çalışılmasıyla gerçekleşir.
Hemolitik Anemi Nedir?Hemolitik anemi, eritrositlerin erken yıkılması ve kemik iliğinin bu yok edilen kırmızı kan hücrelerinin yerini alacak kadar kırmızı kan hücresi üretemediği kan bozukluğudur.Eritrosit olarak bilinen kırmızı kan hücreleri normalde yaklaşık 120 gün yaşar. Bundan daha erken parçalandıklarında veya yok edildiğinde, kemik iliği yeterli sayıda yeni kırmızı kan hücresi üretemez, bu durumda hemolitik anemi olarak adlandırılır.Genellikle genetik faktör, enfeksiyonlar ve bazı ilaçların kullanımından doğan hemolitik anemi her yaş grubu ve cinsiyetten bireyi etkileyebilir. Nefes darlığı, sarılık, yorgunluk, kalp atışının hızlanması ve tansiyon düşüklüğü hemolitik anemide görülebilecek belirtiler arasındadır. Bu belirtiler kişiden kişiye değişebilir veya şiddeti az ya da çok olabilir.Hemolitik aneminin tedavisi ise altta yatan nedenin belirlenip kontrol altına alınmasıyla yapılmaya çalışılır.Hemolitik Anemi Neden Olur?Hemolitik anemi, kırmızı kan hücrelerinin olması gereken üretimi yapamayıp daha hızlı bir şekilde yok olup parçalanmasıyla meydana gelir. Buna neden olan faktörler arasında genetik, enfeksiyonlar, talasemi, otoimmün hastalıklar, kemik iliği yetmezliği ve bağışıklık düşüklüğü yer alır. Bu listeyi daha da genişletmek mümkündür.Hemolitik anemiye neden olan faktörler şöyledir: Genetik faktör Sıtma ve HIV gibi enfeksiyonlar Orak hücreli anemi ve talasemi Otoimmün hastalıklar Kemik iliği yetmezliği Lösemi Penisilin, sıtma ilaçları, sülfa ilaçları veya parasetamol gibi ilaçlar Dalağın aktif çalışmasıHemolitik Anemi Belirtileri Nelerdir?Hemolitik anemide ortaya çıkan belirtiler sarılık, yorgunluk, idrar renginde koyulaşma veya kanama, ateş, baş dönmesi, bilinç bulanıklığı, kalp atışının hızlanması, nefes darlığı ve düşük tansiyondur. Hemolitik aneminin şiddetine veya kişiye bağlı olarak belirtilerin görülme durumu değişebilir.Hemolitik anemide görülen belirtiler şöyle sıralanabilir: Sarılık veya cilt renginde soluklaşma İdrar renginde koyulaşma veya kanama Kalp atışının hızlanması Nefes darlığı Düşük tansiyon Ateş Baş dönemi Bilinç bulanıklığı Dalak büyümesiHemolitik anemi kimi zaman herhangi bir belirti göstermeyebilir veya belirtiler geç dönemde ortaya çıkabilir. Aynı zamanda kişinin sağlık durumuna göre veya aneminin şiddetine göre de semptomların ortaya çıkma durumu ile birlikte şiddeti de değişkenlik gösterebilir. Belirtilerin ciddi ve şiddetli yaşandığı durumlarda doktora başvurmak gerekir. Doktor belirti ve şikayetleri dikkate alarak öncelikle kan testi isteyecektir.Hemolitik Anemi Nasıl Teşhis Edilir?Hemolitik anemi tanısı için öncelikle doktor tarafından fiziki muayene yapılır. Fiziki muayene ile birlikte belirti ve şikayetlerle ilgili hastadan bilgi alınır. Hemolitik aneminin varlığını işaret eden bir şüphe söz konusuysa tam kan sayımı ve idrar tahlili istenir.Tam kan sayımının dışında direkt antiglobulin testi, retikülosit sayısı, haptoglobin testi, Laktat dehidrogenaz, periferik kan testi ve hemoglobin elektroforezi testi de istenebilir. Bunlar tam kan sayımına ek olarak doktorun inisiyatine bağlı olarak istenebilecek testlerdir.Hemolitik Anemi Tedavisi Nasıl Yapılır?Hemolitik anemi tedavisi, nedene bağlı olarak doktor tarafından karar verilir ve uygulanır. Tedavi seçenekleri arasında ise kan nakli, kortikosteroid ilaçlar, bağışıklık sisteminizi güçlendirmeye yönelik tedavi (intravenöz immün globulin kullanımı) yer alır.Daha ciddi vakalarda ise dalak zarar gördüyse dalağı çıkarma operasyonu yapılabilir.Hemolitik Anemi Hakkında Sık Sorulan SorularHemolitik anemi ne demek?Hemolitik anemi, kemik iliğinin yok edilen kırmızı kan hücrelerinin yerine yeterli sayıda kırmızı kan hücresi üretememesi durumunda ortaya çıkan bir kan bozukluğudur.Hemolitik aneminin alt türleri nelerdir?Hemolitik anemi kalıtsal hemolitik anemi ve edinilmiş olarak ikiye ayrılır. Kalıtsal hemolitik anemi, ebeveynlerin bu hastalığa neden olan geni çocuklarına aktarması demektir. Edinilmiş hemolitik anemi ise doğuştan gelmez. Bu durumu kırmızı kan hücrelerin daha sonradan meydana gelir.Hemolitik anemi kan tahlilinde belli olur mu?Hemolitik anemi teşhisi için uygulanan başlıca tanı yöntemi kan tahlilidir. Kan tahlilinde kırmızı kan hücrelerinin durumuna bakılır ve hemolitik anemi tanısı koyulabilir.Hemolitik anemi geçer mi?Hemolitik anemi tedavisinde sonra da hafif hemolitik anemi semptomları yaşanabilir. Bunların zamanla geçmesi mümkündür. Ancak hemolitik anemi tedavi edilmediği takdirde, ciddi kalp sorunlarına meydana gelebilir.
Hemolitik Anemi Nedir?Hemolitik anemi, eritrositlerin erken yıkılması ve kemik iliğinin bu yok edilen kırmızı kan hücrelerinin yerini alacak kadar kırmızı kan hücresi üretemediği kan bozukluğudur.Eritrosit olarak bilinen kırmızı kan hücreleri normalde yaklaşık 120 gün yaşar. Bundan daha erken parçalandıklarında veya yok edildiğinde, kemik iliği yeterli sayıda yeni kırmızı kan hücresi üretemez, bu durumda hemolitik anemi olarak adlandırılır.Genellikle genetik faktör, enfeksiyonlar ve bazı ilaçların kullanımından doğan hemolitik anemi her yaş grubu ve cinsiyetten bireyi etkileyebilir. Nefes darlığı, sarılık, yorgunluk, kalp atışının hızlanması ve tansiyon düşüklüğü hemolitik anemide görülebilecek belirtiler arasındadır. Bu belirtiler kişiden kişiye değişebilir veya şiddeti az ya da çok olabilir.Hemolitik aneminin tedavisi ise altta yatan nedenin belirlenip kontrol altına alınmasıyla yapılmaya çalışılır.Hemolitik Anemi Neden Olur?Hemolitik anemi, kırmızı kan hücrelerinin olması gereken üretimi yapamayıp daha hızlı bir şekilde yok olup parçalanmasıyla meydana gelir. Buna neden olan faktörler arasında genetik, enfeksiyonlar, talasemi, otoimmün hastalıklar, kemik iliği yetmezliği ve bağışıklık düşüklüğü yer alır. Bu listeyi daha da genişletmek mümkündür.Hemolitik anemiye neden olan faktörler şöyledir:Hemolitik Anemi Belirtileri Nelerdir?Hemolitik anemide ortaya çıkan belirtiler sarılık, yorgunluk, idrar renginde koyulaşma veya kanama, ateş, baş dönmesi, bilinç bulanıklığı, kalp atışının hızlanması, nefes darlığı ve düşük tansiyondur. Hemolitik aneminin şiddetine veya kişiye bağlı olarak belirtilerin görülme durumu değişebilir.Hemolitik anemide görülen belirtiler şöyle sıralanabilir:Hemolitik anemi kimi zaman herhangi bir belirti göstermeyebilir veya belirtiler geç dönemde ortaya çıkabilir. Aynı zamanda kişinin sağlık durumuna göre veya aneminin şiddetine göre de semptomların ortaya çıkma durumu ile birlikte şiddeti de değişkenlik gösterebilir. Belirtilerin ciddi ve şiddetli yaşandığı durumlarda doktora başvurmak gerekir. Doktor belirti ve şikayetleri dikkate alarak öncelikle kan testi isteyecektir.Hemolitik Anemi Nasıl Teşhis Edilir?Hemolitik anemi tanısı için öncelikle doktor tarafından fiziki muayene yapılır. Fiziki muayene ile birlikte belirti ve şikayetlerle ilgili hastadan bilgi alınır. Hemolitik aneminin varlığını işaret eden bir şüphe söz konusuysa tam kan sayımı ve idrar tahlili istenir.Tam kan sayımının dışında direkt antiglobulin testi, retikülosit sayısı, haptoglobin testi, Laktat dehidrogenaz, periferik kan testi ve hemoglobin elektroforezi testi de istenebilir. Bunlar tam kan sayımına ek olarak doktorun inisiyatine bağlı olarak istenebilecek testlerdir.Hemolitik Anemi Tedavisi Nasıl Yapılır?Hemolitik anemi tedavisi, nedene bağlı olarak doktor tarafından karar verilir ve uygulanır. Tedavi seçenekleri arasında ise kan nakli, kortikosteroid ilaçlar, bağışıklık sisteminizi güçlendirmeye yönelik tedavi (intravenöz immün globulin kullanımı) yer alır.Daha ciddi vakalarda ise dalak zarar gördüyse dalağı çıkarma operasyonu yapılabilir.Hemolitik Anemi Hakkında Sık Sorulan SorularHemolitik anemi ne demek?Hemolitik anemi, kemik iliğinin yok edilen kırmızı kan hücrelerinin yerine yeterli sayıda kırmızı kan hücresi üretememesi durumunda ortaya çıkan bir kan bozukluğudur.Hemolitik aneminin alt türleri nelerdir?Hemolitik anemi kalıtsal hemolitik anemi ve edinilmiş olarak ikiye ayrılır. Kalıtsal hemolitik anemi, ebeveynlerin bu hastalığa neden olan geni çocuklarına aktarması demektir. Edinilmiş hemolitik anemi ise doğuştan gelmez. Bu durumu kırmızı kan hücrelerin daha sonradan meydana gelir.Hemolitik anemi kan tahlilinde belli olur mu?Hemolitik anemi teşhisi için uygulanan başlıca tanı yöntemi kan tahlilidir. Kan tahlilinde kırmızı kan hücrelerinin durumuna bakılır ve hemolitik anemi tanısı koyulabilir.Hemolitik anemi geçer mi?Hemolitik anemi tedavisinde sonra da hafif hemolitik anemi semptomları yaşanabilir. Bunların zamanla geçmesi mümkündür. Ancak hemolitik anemi tedavi edilmediği takdirde, ciddi kalp sorunlarına meydana gelebilir. | 3,538 |
367 | Hastalıklar | Hemokromatozis (Hemokromatoz) | Demir yüklenmesi olarak da adlandırılan hemokromatoz ya da hemokromatozis, vücudun aşırı miktarda demir depolaması sonucu vücutta zararlı düzeylere ulaşan fazla demir birikimine bağlı rahatsızlıktır. Genellikle genetik kökenli bir durum olan hemokromatozis, kalp, karaciğer ve pankreas dahil olmak üzere vücutta ciddi hasara yol açabilir. Birincil hemokromatozis genetik kaynaklı meydana gelirken sekonder hemokromatiz ise anemi, kan nakli, demir ilaçları ve uzun süren diyalize bağlı meydana gelebilir.Demir yüklenmesi olarak da adlandırılan hemokromatoz ya da hemokromatozis, vücudun aşırı miktarda demir depolaması sonucu vücutta zararlı düzeylere ulaşan fazla demir birikimine bağlı rahatsızlıktır. Genellikle genetik kökenli bir durum olan hemokromatozis, kalp, karaciğer ve pankreas dahil olmak üzere vücutta ciddi hasara yol açabilir. Birincil hemokromatozis genetik kaynaklı meydana gelirken sekonder hemokromatiz ise anemi, kan nakli, demir ilaçları ve uzun süren diyalize bağlı meydana gelebilir.
Hemokromatozis (Hemokromatoz) Nedir?Hemokromatozis, vücudun tükettiği besinlerden çok fazla demir emmesi sonucu vücutta olması gerekenden daha çok demir bulunmasıdır. Vücuttaki aşırı demir oranı özellikle karaciğer, kalp ve pankreasta depolanır. Çok fazla demir, karaciğer hastalığı, kalp sorunları ve diyabet gibi yaşamı tehdit eden durumlara neden olabilir.Hemokromatozisin birincil ve sekonder olmak üzere iki türü olduğu değerlendirilir. En yaygın tür olan birincil hemokromatozis genellikle genetik kökenlidir ve ebeveynler aracılığıyla kişiye aktarılır. ailelerden geçen bir gen değişikliğinden kaynaklanır. Genlere sahip olan sadece birkaç kişi ciddi sorunlar geliştirir. Semptomlar genellikle orta yaşta ortaya çıkar.Hemokromatizisin kişiye en çok fayda sağlayan tedavisi vücuttan düzenli olarak kan alınmasıdır. Vücudun demirinin çoğu kırmızı kan hücrelerinde bulunduğu için bu tedavi demir seviyelerini düşürür.Hemokromatozis (Hemokromatoz) Türleri Nelerdir?Hemokromatozi; primer ve sekonder olmak üzere iki farklı türe ayrılır. Primer hemokromatozis genetik kaynaklı meydana gelirken sekonder hemokromatiz ise anemi ve kan nakli gibi tıbbi nedenlere dayanır.Primer hemokromatozis Primer hemokromatiz vakalarının altında yatan neden kalıtsaldır ve bu durum otozomal resesiftir. Özetle hemokromatozise sahip olmak için buna neden olan genlerden ikisini almanız gerekir. Genlerin biri anneden diğeri de babadan geçer.Sekonder hemokromatozisSekonder (ikincil hemokromatozis) ise kişinin beslenmesin çok fazla demir içeren besin bulunması kan nakli gerektiren bir rahatsızlığının olması veya karaciğer hastalıklarına sahip olması gibi başka nedenlerle ortaya çıkabilir.Hemokromatozis (Hemokromatoz) Neden Olur?Hemokromatozis, ebeveynleri tarafından çocuğa aktarılan HFE genindeki hatalı değişimden kaynaklanır ve genellikle genetik kökenli bir şekilde meydana gelir. Hatalı bu gen vücudun besinlerden emdiği demir miktarını kontrol eder ve gendeki hata besinlerin emiliminde de soruna yol açar ve demir miktarı artar. Değiştirilen gen de ebeveynlerden çocuklara geçer. Bu tip hemokromatozis birincil hemokromatozis olarak bilinir ve görülen en yaygın tür kabul edilir.Birincil hemokromatozis tamamen gen kaynaklı iken sekonder hemokromatozis vakaları bazı tıbbi faktörlere dayanır. Bu nedenler şöyle sıralanabilir: Anemi Kan nakli Demir hapları veya iğneleri Uzun süren böbrek diyalizi Hepatit C enfeksiyonu, siroz veya karaciğer yağlanması Alkol bağımlılığıHemokromatozis (Hemokromatoz) Belirtileri Nelerdir?Demir seviyesi yüksek olan kişilerde bazen herhangi bir semptom görülmezken bazı vakalarda ise yorgunluk, kalp çarpıntısı, işaret ve orta parmak eklemlerinde ağrı, karın ağrısı ve kilo kaybı görülebilir. Ayrıca hemokromatizisin meydana getirebileceği komplikasyonlardan biri de diyabet hastalığıdır.Hemokromatozis belirtileri şu şekildedir: Yorgunluk, halsizlik Kalp çarpıntısı Eklem ağrısı Karın ağrısı Kilo kaybı Cinsel istekte azalma Vücut kıllarında dökülmeHemokromatozis (Hemokromatoz) Nasıl Teşhis Edilir?Hemokromatozis vakalarının teşhisi için öncelikle kişinin şikayetleri baz alınır ve fiziksel bir muayene yapılır. Daha sonrasında ise doktor tarafından kan testi, ferritin miktarının ölçülmesi, karaciğer biyopsisi veya MR yöntemine başvurulabilir.Hemokromatozis (Hemokromatoz) Tedavisi Nasıl Yapılır?Hemokromatozis tedavisinde amaç vücutta fazla olan demir seviyesinin azaltılmasıdır. Düzenli olarak vücuttan kan alınması (flebotomi) demir miktarının azaltılmasına yardımcı olur.Hemokromatozis vakalarında yaygın olarak uygulanan bu tedavi yorgunluk, mide ağrısı ve cilt koyulaşması semptomlarını hafifletmeye yardımcı olabilmekle birlikte karaciğer hastalığı, kalp hastalığı ve diyabet gibi ciddi komplikasyonları önleme konusunda olumlu etki sunabilir. Bu rahatsızlıklardan birine sahip olunması sonucunda uygulanan flebotomi hastalığın ilerlemesini yavaşlatabilir. Ancak flebotomi sirozu veya eklem ağrısını gideremez ancak ilerlemesini yavaşlatabilir.Kan alma tedavisinin dışında kişinin yaşam tarzında yapacağı değişiklikler de hemokromatozis için fayda sağlayabilir. Bu değişiklikler şunları içermelidir: Demir seviyesinin artmaması için demir takviyelerinden kaçının Besinlerden bağımsız C vitamini takviyesi almamaya çalışın Alkolden uzak durunKan alma tedavisi gören kişilerde genellikle ek diyet değişikliklerine gerek duyulmaz. Bu kişilerin demir seviyesi tedavi ile birlikte normal düzeye indirilmiş olur.Hemokromatozis (Hemokromatoz) Hakkında Sık Sorulan SorularHemokromatoz ne demek?Hemokromatoz, vücutta zararlı seviyelere ulaşan fazla demir birikimiyle oluşan bir rahatsızlıktır. Bu nedenle demir yüklenmesi olarak da ifade edilir.Hemokromatozis hangi organları etkiler?Hemokromatozis, karaciğer, kalp, pankreas, endokrin bezleri ve eklemler dahil olmak üzere vücudun birçok bölümüne zarar verebilecek bir demir birikimi olan demir yüklenmesidir.Hemokromatoz önlenebilir mi?Demir yüklenmesi olan hemokromatoz önlenemez ancak demir seviyeleri kontrol altına alındığında semptomları hafifletilebilir.Çocuklarda hemokromatozis olur mu? Eğer anne veya babada hatalı HFE geni mevcutsa çocuklarda da hemokromatozis görülebilir.Hemokromatozis için hangi bölüme gidilir?Hemokromatozis teşhis ve tedavisi için Gastroenteroloji veya Dahiliye bölümü doktorlarından randevu alabilirsiniz.
Hemokromatozis (Hemokromatoz) Nedir?Hemokromatozis, vücudun tükettiği besinlerden çok fazla demir emmesi sonucu vücutta olması gerekenden daha çok demir bulunmasıdır. Vücuttaki aşırı demir oranı özellikle karaciğer, kalp ve pankreasta depolanır. Çok fazla demir, karaciğer hastalığı, kalp sorunları ve diyabet gibi yaşamı tehdit eden durumlara neden olabilir.Hemokromatozisin birincil ve sekonder olmak üzere iki türü olduğu değerlendirilir. En yaygın tür olan birincil hemokromatozis genellikle genetik kökenlidir ve ebeveynler aracılığıyla kişiye aktarılır. ailelerden geçen bir gen değişikliğinden kaynaklanır. Genlere sahip olan sadece birkaç kişi ciddi sorunlar geliştirir. Semptomlar genellikle orta yaşta ortaya çıkar.Hemokromatizisin kişiye en çok fayda sağlayan tedavisi vücuttan düzenli olarak kan alınmasıdır. Vücudun demirinin çoğu kırmızı kan hücrelerinde bulunduğu için bu tedavi demir seviyelerini düşürür.Hemokromatozis (Hemokromatoz) Türleri Nelerdir?Hemokromatozi; primer ve sekonder olmak üzere iki farklı türe ayrılır. Primer hemokromatozis genetik kaynaklı meydana gelirken sekonder hemokromatiz ise anemi ve kan nakli gibi tıbbi nedenlere dayanır.Primer hemokromatozis Primer hemokromatiz vakalarının altında yatan neden kalıtsaldır ve bu durum otozomal resesiftir. Özetle hemokromatozise sahip olmak için buna neden olan genlerden ikisini almanız gerekir. Genlerin biri anneden diğeri de babadan geçer.Sekonder hemokromatozisSekonder (ikincil hemokromatozis) ise kişinin beslenmesin çok fazla demir içeren besin bulunması kan nakli gerektiren bir rahatsızlığının olması veya karaciğer hastalıklarına sahip olması gibi başka nedenlerle ortaya çıkabilir.Hemokromatozis (Hemokromatoz) Neden Olur?Hemokromatozis, ebeveynleri tarafından çocuğa aktarılan HFE genindeki hatalı değişimden kaynaklanır ve genellikle genetik kökenli bir şekilde meydana gelir. Hatalı bu gen vücudun besinlerden emdiği demir miktarını kontrol eder ve gendeki hata besinlerin emiliminde de soruna yol açar ve demir miktarı artar. Değiştirilen gen de ebeveynlerden çocuklara geçer. Bu tip hemokromatozis birincil hemokromatozis olarak bilinir ve görülen en yaygın tür kabul edilir.Birincil hemokromatozis tamamen gen kaynaklı iken sekonder hemokromatozis vakaları bazı tıbbi faktörlere dayanır. Bu nedenler şöyle sıralanabilir:Hemokromatozis (Hemokromatoz) Belirtileri Nelerdir?Demir seviyesi yüksek olan kişilerde bazen herhangi bir semptom görülmezken bazı vakalarda ise yorgunluk, kalp çarpıntısı, işaret ve orta parmak eklemlerinde ağrı, karın ağrısı ve kilo kaybı görülebilir. Ayrıca hemokromatizisin meydana getirebileceği komplikasyonlardan biri de diyabet hastalığıdır.Hemokromatozis belirtileri şu şekildedir:Hemokromatozis (Hemokromatoz) Nasıl Teşhis Edilir?Hemokromatozis vakalarının teşhisi için öncelikle kişinin şikayetleri baz alınır ve fiziksel bir muayene yapılır. Daha sonrasında ise doktor tarafından kan testi, ferritin miktarının ölçülmesi, karaciğer biyopsisi veya MR yöntemine başvurulabilir.Hemokromatozis (Hemokromatoz) Tedavisi Nasıl Yapılır?Hemokromatozis tedavisinde amaç vücutta fazla olan demir seviyesinin azaltılmasıdır. Düzenli olarak vücuttan kan alınması (flebotomi) demir miktarının azaltılmasına yardımcı olur.Hemokromatozis vakalarında yaygın olarak uygulanan bu tedavi yorgunluk, mide ağrısı ve cilt koyulaşması semptomlarını hafifletmeye yardımcı olabilmekle birlikte karaciğer hastalığı, kalp hastalığı ve diyabet gibi ciddi komplikasyonları önleme konusunda olumlu etki sunabilir. Bu rahatsızlıklardan birine sahip olunması sonucunda uygulanan flebotomi hastalığın ilerlemesini yavaşlatabilir. Ancak flebotomi sirozu veya eklem ağrısını gideremez ancak ilerlemesini yavaşlatabilir.Kan alma tedavisinin dışında kişinin yaşam tarzında yapacağı değişiklikler de hemokromatozis için fayda sağlayabilir. Bu değişiklikler şunları içermelidir:Kan alma tedavisi gören kişilerde genellikle ek diyet değişikliklerine gerek duyulmaz. Bu kişilerin demir seviyesi tedavi ile birlikte normal düzeye indirilmiş olur.Hemokromatozis (Hemokromatoz) Hakkında Sık Sorulan SorularHemokromatoz ne demek?Hemokromatoz, vücutta zararlı seviyelere ulaşan fazla demir birikimiyle oluşan bir rahatsızlıktır. Bu nedenle demir yüklenmesi olarak da ifade edilir.Hemokromatozis hangi organları etkiler?Hemokromatozis, karaciğer, kalp, pankreas, endokrin bezleri ve eklemler dahil olmak üzere vücudun birçok bölümüne zarar verebilecek bir demir birikimi olan demir yüklenmesidir.Hemokromatoz önlenebilir mi?Demir yüklenmesi olan hemokromatoz önlenemez ancak demir seviyeleri kontrol altına alındığında semptomları hafifletilebilir.Çocuklarda hemokromatozis olur mu? Eğer anne veya babada hatalı HFE geni mevcutsa çocuklarda da hemokromatozis görülebilir.Hemokromatozis için hangi bölüme gidilir?Hemokromatozis teşhis ve tedavisi için Gastroenteroloji veya Dahiliye bölümü doktorlarından randevu alabilirsiniz. | 4,297 |
368 | Hastalıklar | Hipertiroidizm (Zehirli Guatr) | Tıbben hipertiroidizm olarak bilinen zehirli guatr, tiroid bezinin fazla çalışmasıdır. Hastanın metabolizma hızının yükselmesine, zihinsel ve fiziksel değişikliklere neden olan zehirli guatr, guatrın şişmesiyle birlikte, ısı intoleransı, terleme, kilo kaybı, çarpıntı, titreme, sinirli olma gibi duygusal dengesizliklere neden olur. İlaç tedavisi, atom tedavisi ve cerrahi olmak üzere üç farklı tedavi yöntemi bulunan hipertiroidizmin kontrol altına alınmaması kalpte ritim bozukluğu, inme ve kemik erimesi gibi hastalıklara sebep olabilmektedir.Tıbben hipertiroidizm olarak bilinen zehirli guatr, tiroid bezinin fazla çalışmasıdır. Hastanın metabolizma hızının yükselmesine, zihinsel ve fiziksel değişikliklere neden olan zehirli guatr, guatrın şişmesiyle birlikte, ısı intoleransı, terleme, kilo kaybı, çarpıntı, titreme, sinirli olma gibi duygusal dengesizliklere neden olur. İlaç tedavisi, atom tedavisi ve cerrahi olmak üzere üç farklı tedavi yöntemi bulunan hipertiroidizmin kontrol altına alınmaması kalpte ritim bozukluğu, inme ve kemik erimesi gibi hastalıklara sebep olabilmektedir.
Hipertiroidi (Zehirli Guatr) Nedir?Hipertiroidi ya da zehirli guatr tiroid bezinin fazla çalışarak tiroid hormonlarını fazla üretmesidir. Bunun sonucunda kanda tiroksin (T4) ve triiyodotironin (T3) adı verilen hormonların düzeyi yükselir ve buna bağlı olarak da TSH (tiroid uyarıcı hormon) seviyesi normalin altına iner.Kanda tiroid hormonlarının artması için her zaman tiroid bezinin fazla çalışması gerekmemektedir. Tiroid bezinde oluşan akut ya da subakut tiroidit olarak ifade edilen bazı iltihaplanma durumlarında da kanda tiroid hormonları artış gösterir. Bu gibi durumlarda tiroid bezinde aşırı hormon üretiminin aksine bir hasarlanma sonucu daha önceden üretilmiş olan hormonların kan dolaşımına salıverilmesi söz konusudur. Bu durum tirotoksikoz olarak adlandırılır. Her tirotoksikozda, hipertiroidinin söz konusu olmayabileceği bilinmeli ve bunun ayrımı iyi bir şekilde yapılmalıdır. Çünkü bu durumların tedavileri birbirinden farklı olmaktadır.Hipertiroidizm Neden Olur?Hipertiroidide tiroid bezinde ya nodüle bağlı olarak ya da bezin tamamında aşırı aktivite bulunur. Temel olarak hipertiroidinin 3 nedeni bulunmaktadır.Bu nedenler aşağıdaki şekilde sıralanabilir: Graves Hastalığı: Tiroid bezinin yaygın olarak (diffüz) fazla hormon üretmesi söz konusudur. Graves hastalığı kronik otoimmün bir tiroid hastalığıdır. Bu durumda tiroid bezinin kanlanması ciddi düzeyde artmıştır ve hastalarda hipertiroidi belirtileri çok belirgin şekilde ortaya çıkar. Sıklıkla genç- orta yaşlarda görülen bu durum kadınlarda daha sık izlenir. Ayrıca genetik yatkınlık söz konusudur. Toksik Nodüler Guatr: Tiroid bezinde fazla hormon üreten tek bir nodül vardır. Bu nodül dışında kalan kısımlarında aşırı hormon üretimi olmamaktadır. Sıklıkla ileri yaş grubunda görülür ve kalp ritm bozuklukları ile karşımıza çıkabilir. Toksik Multinodüler Guatr: Tiroid bezinde birden fazla nodülün fazla hormon üretmesi ile seyreden bir durumdur. Nodül dışı alanlarda aşırı hormon üretimi olmaz. Sıklıkla bu da ileri yaşlarda görülür ve kalp ritm bozuklukları ile karşımıza çıkabilir.Hipertiroidi (Zehirli Guatr) Belirtileri Nelerdir?Zehirli guatr hastalığında bağırsak hareketlerinde artış, yorgunluk, huzursuzluk, iştah artmasına rağmen kilo kaybı, sıcağa karşı hassasiyetin artması, terleme, regl dönemlerinde düzensizlik, sinir hali, kas ağrıları ve çarpıntısı gibi belirtiler görülür.Zehirli guatr belirtileri şunlardır: İştah artışına rağmen kilo kaybı Bağırsak hareketlerinde artış Sinirlilik ve huzursuzluk hali Sıcağa tahammülsüzlük Guatr olarak bilinen tiroid bezi büyümesi Yorgunluk Kas ağrısı Adet düzensizliği Libido kaybı Terleme Saçlarda incelme, kırılma ve dökülme Çarpıntı Ellerde ince titreme Kısırlık Uyuma güçlüğüHipertiroidizm (Zehirli Guatr) Nasıl Teşhis Edilir?Kanda tiroid hormonları ve TSH düzeyine bakılarak tirotoksikoz tanısı konulur. Tirotoksikozda TSH düşük, serbest T4 ve serbest T3 düzeyleri ise yüksek veya normalin üst sınırında olur. Tirotoksikozun bir grup nedeni akut ve subakut tiroiditlerdir. Bu durumda tiroid bezinde aşırı hormon üretimi yoktur, önceden sentezlenip depo edilmiş T4 ve T3 hormonları kana salıverilir. Tirotoksikozun diğer bir grup nedeni ise hipertiroidilerdir.Hipertiroidi ve tirotoksikoz ayrımı için iyi bir fizik muayene ve ek testlere gerek duyulur.Bu ek testler şu şekilde sıralanabilir: Tiroid otoantikorları: Kanda anti Tg (tiroglobulin) , Anti TPO (tiroid peroksidaz antikoru), TSH reseptör antikoru (Trab) şeklinde 3 farklı tiroid otoantikoru bakılmaktadır. Anti Tg ve Anti TPO haşimoto ve haşitoksikoz durumlarında artabilirken, Trab sadece Graves hastalığında artmaktadır. Bazı subakut tiroidit durumlarında da bu antikorlar geçici olarak yükselip, takipte normale dönebilirler. Tiroid bezi ultrasonografisi: Ultrasonografi ile tiroid bezinin yapısı, kanlanma artışı olup olmadığı ve nodül içerip içermediği görülerek tirotoksikoz ayırıcı tanısında çok faydalı bilgiler elde edilmektedir. Tiroid bezi sintigrafisi: Bazı durumlarda çok düşük doz radyoaktif maddeler kullanılarak tirotoksikoz ayırıcı tanısı için tiroid bezinin nükleer tıp görüntülemesine (sintigrafi) ihtiyaç duyulabilmektedir. Bazen de bezin iyot tutulum kapasitesini ölçmek için yine nükleer tıp bölümünde iyot “Uptake” testleri yapılabilmektedir.Hipertiroidizm (Zehirli Guatr) Nasıl Tedavi Edilir?Hipertiroidizm yani zehirli guatr tedavisinde altta yatan nedene ve hastanın durumuna göre 3 farklı tedavi seçeneği uygulanabilir. Bunlar anti tiroid ilaç tedavisi, radyoaktif iyot tedavisi (atom tedavisi) ve cerrahi tedavidir. Bu seçeneklerden hangisinin seçileceğine hasta ve hekimi birlikte karar vermelidir.Antitiroid ilaç tedavisiTiroid bezinin hormon üretimini engelleyen bazı ilaçlar kullanılarak hipertiroidi tedavisi mümkündür. Bu seçenek son yıllarda tüm dünyada sıklıkla Graves hastalığına bağlı hipertiroidilerde ilk seçenek olarak kabul edilmektedir. Graves hastalığına bağlı hipertiroidinin ilaçla tedavisi bir endokrinoloğun gözetiminde ve yakın kontrolü altında düzenlenmelidir. İlaç dozlarının ve kullanım süresinin çok iyi ayarlanması gerekmektedir.Uygun dozda veya uygun sürede uygulanmayan tedaviler başarısızlıkla sonuçlanabilir. İlaç tedavisinin avantajı, kolay ulaşılabilir ve pratik bir tedavi olmasıdır. Ayrıca ilaç tedavisi başarı ile sonuçlandığında hastanın ömür boyu hormon ilacı kullanma zorunluluğu ortadan kalkmaktadır. İlaç tedavisinde ayrıca dikkatli olunması gereken bazı yan etkiler de olabilir. Bunların da hasta ve hekimi tarafından dikkatli bir şekilde takip edilmesi gerekir.Radyoaktif iyot tedavisi (Atom tedavisi)Bu tedavide radyoaktif madde ile işaretlenmiş iyot verilerek tiroid bezinin içten içe hasara uğratılması ve bezin fazla çalışmasının engellenmesi sağlanır. Özellikle Graves hastalığına bağlı hipertiroidilerde kullanıldığında bezin tamamında kalıcı bir etki bıraktığı için bu tedavi sonrasında hastanın ömür boyu hormon takviyesi alması gerekebilir. Toksik nodüler veya toksik multinodüler guatrların tedavisinde kullanıldığında ise bezin tamamı değil de sadece aktif nodül veya nodüller etkileneceğinden ötürü hastanın ömür boyu hormon takviyesi alması gerekmeyebilir.Cerrahi tedavi (Total tiroidektomi veya hemitiroidektomi)Graves hastalığında ilaçla tedavi sonuç vermediğinde, hastalık ilaç kesildikten sonra nüks ettiğinde veya ilaca bağlı majör bir yan etki geliştiğinde seçilebilecek kalıcı tedavi yöntemidir. Yine burada da organ kaybı olacağı için hastanın ömür boyu hormon takviyesi alması gerekecektir. Nodül cerrahisinde sadece nodül değil, nodülün olduğu tiroid lobunun tamamı çıkarılmaktadır. Eğer nodül iki taraflı ise bezin tamamı çıkarılır. Toksik nodüler guatrda eğer diğer tarafta hiç nodül yoksa hemitiroidektomi yani tiroid bezinin yarısının çıkarılması söz konusu olabilir. Bu durumda ömür boyu hormon takviyesi gerekmeyebilir.Hipertiroidizm (Zehirli Guatr) ile İlgili Sık Sorulan SorularZehirli guatr nasıl anlaşılır?Bitkinlik, normalden daha fazla tuvalete çıkma, ısıya karşı tahammülsüzlük, iştah artışı, sık terleme, kadınlarda adet dönemlerinde düzensizlik, sinirli ve huzursuz olma, kilo kaybı ve kas krampları zehirli guatrın belirtileridir.Zehirli guatr tehlikeli midir?Hipertiroidi özellikle kalp ritim bozuklukları, inme ve kemik erimesi riskinde artışa yol açan ciddi bir sağlık problemidir.Zehirli guatr tedavi edilmezse ne olur?Hipertiroidi tedavisiz kalırsa istemsiz kilo kaybı, atrial fibrilasyon ve bunun sonucu olarak inme ve felç riskinde artışa, bununla birlikte osteoporoza ve buna bağlı kemik kırıklarına yol açabilir.Hipertiroidi geçer mi?İstisnai durumlar dışında hipertiroidinin tedavisiz geçmeyeceği hatta ilerleyebileceği söylenebilir.Hipertiroidi krizi nedir?Uzun süre tedavisiz kalmış hipertiroidilerde nadir olarak görülen, hipertiroidi belirti ve bulgularının hayatı tehdit edecek düzeyde ağırlaşmış şekilde karşımıza çıkmasıyla seyreden bir klinik tablodur. Bu tabloda 40 C‘yi geçebilen ateş, aritmiler, kalp yetmezliği, deliryum ve hatta koma durumu görülebilir. Zehirli guatr tedavisi kilo aldırır mı?Hipertiroidide klinik olarak metabolizma çok hızlanmıştır. İştah artışına rağmen kilo alımı olmaz ve hatta kilo kaybı olur. Ancak hipertiroidi sebebi bulunup tedavi edildiğinde bu hızlanmış metabolizma normale döndürüldüğü içisn aynı iştah ile yemeye devam eden bireylerde kilo alımı olabilir.Hipertiroidi hastaları ne yememeli? Zehirli guatr yasak yiyecekler nelerdir?Hipertiroidinin aktif olduğu dönemde gebeler dışındaki kişilerde iyot kısıtlaması yapılmaktadır. İyottan zengin gıdaların (iyotlu tuz, deniz ürünleri vs) tercih edilmemesi gerekir.Zehirli guatr kimlerde görülür?Graves hastalığı daha çok genç orta yaş kadınlarda görülmekle birlikte erkeklerde de izlenebilmektedir. Toksik nodüler guatr ve toksik multinodüler guatr ise daha çok ileri yaşlarda hipertiroidi nedenidir.Hipertiroidi (zehirli guatr) ameliyat gerektirir mi?Hipertiroidi tedavi seçeneklerinden bir tanesi ameliyattır ancak her hipertiroidinin ameliyat olması gerekmez. İlaçla veya radyoaktif iyotla da başarılı şekilde tedavi edilen hipertiroidiler vardır.Hipertiroidizmin graves hastalığı ile ilişkisi var mıdır?Genç ve orta yaş grubunda hipertiroidinin en sık sebebi Graves hastalığıdır.Graves oftalmopatisi nedir?Graves hastalığında yaklaşık yüzde 10 oranında göz küresi arkasındaki dokulara karşı da otoimmünite gelişir ve bu durum göz arkasındaki dokularda inflamasyon ve ödeme yol açarak göz kürelerinin dışa doğru çıkmasına yol açar. Bu tablo hafif, orta ve ciddi olmak üzere üç şekilde gelişebilir. Ciddi oftalmopati görmede kalıcı kayıplarla sonuçlanabilir.Graves oftalmopatisi ile sigara ilişkili midir? Graves oftalmopatisi için en önemli değiştirilebilir risk faktörü sigaradır. Her türlü tütün dumanına maruziyet graves oftalmopatisi riskinde ve şiddetinde artışa neden olabilir.Graves hastalığında cilt tutulumu olur mu? Çok nadiren graves dermopatisi gelişebilir. Bu tablo bacaklarda ve diz altında portakal kabuğu görünümünde bir ödem tablosu şeklinde seyredebilir.
Hipertiroidi (Zehirli Guatr) Nedir?Hipertiroidi ya da zehirli guatr tiroid bezinin fazla çalışarak tiroid hormonlarını fazla üretmesidir. Bunun sonucunda kanda tiroksin (T4) ve triiyodotironin (T3) adı verilen hormonların düzeyi yükselir ve buna bağlı olarak da TSH (tiroid uyarıcı hormon) seviyesi normalin altına iner.Kanda tiroid hormonlarının artması için her zaman tiroid bezinin fazla çalışması gerekmemektedir. Tiroid bezinde oluşan akut ya da subakut tiroidit olarak ifade edilen bazı iltihaplanma durumlarında da kanda tiroid hormonları artış gösterir. Bu gibi durumlarda tiroid bezinde aşırı hormon üretiminin aksine bir hasarlanma sonucu daha önceden üretilmiş olan hormonların kan dolaşımına salıverilmesi söz konusudur. Bu durum tirotoksikoz olarak adlandırılır. Her tirotoksikozda, hipertiroidinin söz konusu olmayabileceği bilinmeli ve bunun ayrımı iyi bir şekilde yapılmalıdır. Çünkü bu durumların tedavileri birbirinden farklı olmaktadır.Hipertiroidizm Neden Olur?Hipertiroidide tiroid bezinde ya nodüle bağlı olarak ya da bezin tamamında aşırı aktivite bulunur. Temel olarak hipertiroidinin 3 nedeni bulunmaktadır.Bu nedenler aşağıdaki şekilde sıralanabilir:Hipertiroidi (Zehirli Guatr) Belirtileri Nelerdir?Zehirli guatr hastalığında bağırsak hareketlerinde artış, yorgunluk, huzursuzluk, iştah artmasına rağmen kilo kaybı, sıcağa karşı hassasiyetin artması, terleme, regl dönemlerinde düzensizlik, sinir hali, kas ağrıları ve çarpıntısı gibi belirtiler görülür.Zehirli guatr belirtileri şunlardır:Hipertiroidizm (Zehirli Guatr) Nasıl Teşhis Edilir?Kanda tiroid hormonları ve TSH düzeyine bakılarak tirotoksikoz tanısı konulur. Tirotoksikozda TSH düşük, serbest T4 ve serbest T3 düzeyleri ise yüksek veya normalin üst sınırında olur. Tirotoksikozun bir grup nedeni akut ve subakut tiroiditlerdir. Bu durumda tiroid bezinde aşırı hormon üretimi yoktur, önceden sentezlenip depo edilmiş T4 ve T3 hormonları kana salıverilir. Tirotoksikozun diğer bir grup nedeni ise hipertiroidilerdir.Hipertiroidi ve tirotoksikoz ayrımı için iyi bir fizik muayene ve ek testlere gerek duyulur.Bu ek testler şu şekilde sıralanabilir:Hipertiroidizm (Zehirli Guatr) Nasıl Tedavi Edilir?Hipertiroidizm yani zehirli guatr tedavisinde altta yatan nedene ve hastanın durumuna göre 3 farklı tedavi seçeneği uygulanabilir. Bunlar anti tiroid ilaç tedavisi, radyoaktif iyot tedavisi (atom tedavisi) ve cerrahi tedavidir. Bu seçeneklerden hangisinin seçileceğine hasta ve hekimi birlikte karar vermelidir.Antitiroid ilaç tedavisiTiroid bezinin hormon üretimini engelleyen bazı ilaçlar kullanılarak hipertiroidi tedavisi mümkündür. Bu seçenek son yıllarda tüm dünyada sıklıkla Graves hastalığına bağlı hipertiroidilerde ilk seçenek olarak kabul edilmektedir. Graves hastalığına bağlı hipertiroidinin ilaçla tedavisi bir endokrinoloğun gözetiminde ve yakın kontrolü altında düzenlenmelidir. İlaç dozlarının ve kullanım süresinin çok iyi ayarlanması gerekmektedir.Uygun dozda veya uygun sürede uygulanmayan tedaviler başarısızlıkla sonuçlanabilir. İlaç tedavisinin avantajı, kolay ulaşılabilir ve pratik bir tedavi olmasıdır. Ayrıca ilaç tedavisi başarı ile sonuçlandığında hastanın ömür boyu hormon ilacı kullanma zorunluluğu ortadan kalkmaktadır. İlaç tedavisinde ayrıca dikkatli olunması gereken bazı yan etkiler de olabilir. Bunların da hasta ve hekimi tarafından dikkatli bir şekilde takip edilmesi gerekir.Radyoaktif iyot tedavisi (Atom tedavisi)Bu tedavide radyoaktif madde ile işaretlenmiş iyot verilerek tiroid bezinin içten içe hasara uğratılması ve bezin fazla çalışmasının engellenmesi sağlanır. Özellikle Graves hastalığına bağlı hipertiroidilerde kullanıldığında bezin tamamında kalıcı bir etki bıraktığı için bu tedavi sonrasında hastanın ömür boyu hormon takviyesi alması gerekebilir. Toksik nodüler veya toksik multinodüler guatrların tedavisinde kullanıldığında ise bezin tamamı değil de sadece aktif nodül veya nodüller etkileneceğinden ötürü hastanın ömür boyu hormon takviyesi alması gerekmeyebilir.Cerrahi tedavi (Total tiroidektomi veya hemitiroidektomi)Graves hastalığında ilaçla tedavi sonuç vermediğinde, hastalık ilaç kesildikten sonra nüks ettiğinde veya ilaca bağlı majör bir yan etki geliştiğinde seçilebilecek kalıcı tedavi yöntemidir. Yine burada da organ kaybı olacağı için hastanın ömür boyu hormon takviyesi alması gerekecektir. Nodül cerrahisinde sadece nodül değil, nodülün olduğu tiroid lobunun tamamı çıkarılmaktadır. Eğer nodül iki taraflı ise bezin tamamı çıkarılır. Toksik nodüler guatrda eğer diğer tarafta hiç nodül yoksa hemitiroidektomi yani tiroid bezinin yarısının çıkarılması söz konusu olabilir. Bu durumda ömür boyu hormon takviyesi gerekmeyebilir.Hipertiroidizm (Zehirli Guatr) ile İlgili Sık Sorulan SorularZehirli guatr nasıl anlaşılır?Bitkinlik, normalden daha fazla tuvalete çıkma, ısıya karşı tahammülsüzlük, iştah artışı, sık terleme, kadınlarda adet dönemlerinde düzensizlik, sinirli ve huzursuz olma, kilo kaybı ve kas krampları zehirli guatrın belirtileridir.Zehirli guatr tehlikeli midir?Hipertiroidi özellikle kalp ritim bozuklukları, inme ve kemik erimesi riskinde artışa yol açan ciddi bir sağlık problemidir.Zehirli guatr tedavi edilmezse ne olur?Hipertiroidi tedavisiz kalırsa istemsiz kilo kaybı, atrial fibrilasyon ve bunun sonucu olarak inme ve felç riskinde artışa, bununla birlikte osteoporoza ve buna bağlı kemik kırıklarına yol açabilir.Hipertiroidi geçer mi?İstisnai durumlar dışında hipertiroidinin tedavisiz geçmeyeceği hatta ilerleyebileceği söylenebilir.Hipertiroidi krizi nedir?Uzun süre tedavisiz kalmış hipertiroidilerde nadir olarak görülen, hipertiroidi belirti ve bulgularının hayatı tehdit edecek düzeyde ağırlaşmış şekilde karşımıza çıkmasıyla seyreden bir klinik tablodur. Bu tabloda 40 C‘yi geçebilen ateş, aritmiler, kalp yetmezliği, deliryum ve hatta koma durumu görülebilir. Zehirli guatr tedavisi kilo aldırır mı?Hipertiroidide klinik olarak metabolizma çok hızlanmıştır. İştah artışına rağmen kilo alımı olmaz ve hatta kilo kaybı olur. Ancak hipertiroidi sebebi bulunup tedavi edildiğinde bu hızlanmış metabolizma normale döndürüldüğü içisn aynı iştah ile yemeye devam eden bireylerde kilo alımı olabilir.Hipertiroidi hastaları ne yememeli? Zehirli guatr yasak yiyecekler nelerdir?Hipertiroidinin aktif olduğu dönemde gebeler dışındaki kişilerde iyot kısıtlaması yapılmaktadır. İyottan zengin gıdaların (iyotlu tuz, deniz ürünleri vs) tercih edilmemesi gerekir.Zehirli guatr kimlerde görülür?Graves hastalığı daha çok genç orta yaş kadınlarda görülmekle birlikte erkeklerde de izlenebilmektedir. Toksik nodüler guatr ve toksik multinodüler guatr ise daha çok ileri yaşlarda hipertiroidi nedenidir.Hipertiroidi (zehirli guatr) ameliyat gerektirir mi?Hipertiroidi tedavi seçeneklerinden bir tanesi ameliyattır ancak her hipertiroidinin ameliyat olması gerekmez. İlaçla veya radyoaktif iyotla da başarılı şekilde tedavi edilen hipertiroidiler vardır.Hipertiroidizmin graves hastalığı ile ilişkisi var mıdır?Genç ve orta yaş grubunda hipertiroidinin en sık sebebi Graves hastalığıdır.Graves oftalmopatisi nedir?Graves hastalığında yaklaşık yüzde 10 oranında göz küresi arkasındaki dokulara karşı da otoimmünite gelişir ve bu durum göz arkasındaki dokularda inflamasyon ve ödeme yol açarak göz kürelerinin dışa doğru çıkmasına yol açar. Bu tablo hafif, orta ve ciddi olmak üzere üç şekilde gelişebilir. Ciddi oftalmopati görmede kalıcı kayıplarla sonuçlanabilir.Graves oftalmopatisi ile sigara ilişkili midir? Graves oftalmopatisi için en önemli değiştirilebilir risk faktörü sigaradır. Her türlü tütün dumanına maruziyet graves oftalmopatisi riskinde ve şiddetinde artışa neden olabilir.Graves hastalığında cilt tutulumu olur mu? Çok nadiren graves dermopatisi gelişebilir. Bu tablo bacaklarda ve diz altında portakal kabuğu görünümünde bir ödem tablosu şeklinde seyredebilir. | 7,054 |
369 | Hastalıklar | Hidrosefali | Hidrosefali, beyin omurilik sıvısının çoğalmasıyla kafatasının büyümesine yol açan bir durumdur. Biriken bu aşırı sıvı ventriküllerin boyutunu artırır ve beyne baskı uygulamasına neden olur. Omurilik sıvısının birinci görevi beyin ve omuriliğe gelen darbelerin zararlı etkisini azaltmak, ikincisi beynin beslenmesine yardım etmek ve üçüncüsü de atıkların taşınmasına yardımcı olarak beyin ve omurilik arasında dolaşarak beyindeki basınç değişikliklerini düzenlemektir. Tek çözümü ameliyat olan hidrosefali hastalığı, şant takılarak tedavi edilir ve hasta hayatına kaldığı yerden devam edebilir. Hidrosefali, beyin omurilik sıvısının çoğalmasıyla kafatasının büyümesine yol açan bir durumdur. Biriken bu aşırı sıvı ventriküllerin boyutunu artırır ve beyne baskı uygulamasına neden olur. Omurilik sıvısının birinci görevi beyin ve omuriliğe gelen darbelerin zararlı etkisini azaltmak, ikincisi beynin beslenmesine yardım etmek ve üçüncüsü de atıkların taşınmasına yardımcı olarak beyin ve omurilik arasında dolaşarak beyindeki basınç değişikliklerini düzenlemektir. Tek çözümü ameliyat olan hidrosefali hastalığı, şant takılarak tedavi edilir ve hasta hayatına kaldığı yerden devam edebilir.
Hidrosefali Nedir?Hidrosefali, beyindeki ventriküllerin (beyin boşluğu) içinde biriken omurilik sıvısının ventrikül ve kafatası boyutunun büyümesine neden olduğu nörolojik bir hastalıktır. Beynin derinliklerinde sıvı içeren boşluklar olan beyin ventriküllerindeki sıvıların, kafa basıncını artıracak şekilde anormal birikmesiyle karakterize bir hastalıktır. Hidrosefali hastalığı, beyin omurilik sıvısı yapımı ve emilimi arasındaki bir bozukluk sonucu oluşur.Beyin omurilik sıvısı dolanımındaki bir tıkanıklık, emilim bozukluğu veya nadiren gereğinden fazla yapımı sonucu da gerçekleşebilir.Beyin ventriküllerindeki bu ekstra sıvı beyne baskı yapar ve beyin hasarına yol açabilir. Sıklıkla bebeklerde ve yaşlı yetişkinlerde görülen hidrosefali, özellikle bebeklerde kafa büyümesi ile karakterizedir. Bebeklerin dışında hidrosefali, yetişkinler ve daha büyük çocuklarda baş ağrısı, görme bozukluğu, bilişsel zorluklar, koordinasyon kaybı ve idrar kaçırma gibi sorunlarla kendini gösterir. Erken teşhis edildiği edildiği takdirde tedavi mümkün olan hidrosefali, genellikle aşırı sıvıyı boşaltmak için ventriküle şant adı verilen cerrahi olarak yerleştirilen bir tüp yoluyla tedavi edilir.Hidrosefali Neden Olur?Hidrosefali beyin omurilik sıvısı yapımı ve emilimi arasındaki bir bozukluk sonucu oluşur. Beyin omurilik sıvısı dolanımındaki bir tıkanıklık, emilim bozukluğu veya nadiren gereğinden fazla yapımı sonucu gerçekleşebilir.Hidrosefali doğuştan meydana gelmekle birlikte başka nedenlerle de ilerleyen yaşlarda oluşabilir. Doğuştan gelen hidrosefali, genetik olabilmenin yanı sıra hamilelik sırasında da oluşabilir.Hidrosefali hastalığına yol açan nedenler genel olarak şöyledir: Doğumsal hidrosefali Beyinde sıvının dolaştığı odacıklarda daralma veya tıkanıklık Omurganın ve omuriliğin bir kısmının anormal gelişimi ile oluşan spina bifida Beyindeki doğumsal kistler Beynin bazı bölümlerinin gerektiği gibi gelişmemesi Beyin ve omuriliğin birleştiği ense bölgesinde, doğuştan gelen bozukluk Erken doğum Doğum yaralanmaları Doğum esnasında oluşan kafa travmaları Beyin enfeksiyonları veya anne karnında geçirilen enfeksiyonlar Beyin tümörleri Beyin içi kanamalarıHidrosefali Belirtileri Nelerdir?Hidrosefali hastalığı yaşa ve hastalığın şiddetine göre değişkenlik gösterir. Özellikle bebeklerde başın büyüklüğüyle karakterize olan hidrosefali, daha büyük bebek-çocuklarda baş ağrısı ve bulanık bir görüş açısıyla ortaya çıkar. Baş ağrısı, uyku hali, denge bozukluğu ve mesane kontrolünde zayıflık hidrosefalinin yetişkinlerde yaşanan belirtileriyken yaşlılarda ise hafıza kaybı yaşanabilir. Hidrosefali, bebeklerde şu belirtilerle ortaya çıkar: Başın anormal büyüklüğü Bebeğin başındaki şişkin yumuşak noktalar Bıngıldaklarda şişkinlik veya gerginlik Gözlerin aşağıya doğru bakması (batan güneş manzarası) Kusma Uyuklama hali Epileptik nöbetler Kas kuvvetinde azalma Büyümede yavaşlamaHidrosefalinin biraz daha büyük bebek ve çocuklarda görülen belirtileri şunları içerir: Baş ağrısı Bulanık veya çift görme Kafanın anormal bir şekilde genişlemesi Aşağıya doğru sabitlenmiş gözler Gelişimsel problemler Uyku hali veya uyuşukluk Mide bulantısı ve kusma Dengesizlik ve zayıf koordinasyon İştahsızlık Epileptik nöbetler İdrarını tutamamak Agresiflik Kişilikte değişim Okul performansında düşüş Yürüme veya konuşma gibi önceden edinilmiş becerilerin kaybıHidrosefali hastalığının yetişkinlerde ve yaşlılarda görülen belirtileri ise aşağıdaki gibidir: Baş ağrısı Uyku hali Koordinasyon ve denge kaybı Sık idrara çıkma ve mesane kontrolünün kaybı Görüş kalitesinin iyice azalması Günlük yaşamı derinden etkileyebilecek hafıza kaybı ve demans Düşünme veya muhakeme becerilerinin kaybolması Denge bozukluğuna bağlı yürürken yaşanan zorluk Yorgunluk ve enerji düşüklüğüBunların yanı sıra hidrosefalinin laboratuvar belirtileri (bulguları) da bulunmaktadır. Hidrosefali laboratuvar belirtileri şunlardır;Normal basınçlı hidrosefalide, Lomber ponksiyon denilen ve bel omurgaları bölgesinden, beyin omurilik sıvısı alımı sonrası basınç ölçümlerinde normal oranlarda basınç tespit edilir. Normal basınçlı hidrosefali hastalarının standart beyin omurilik sıvısı biokimyasal incelemesi genellikle normaldir. Birkaç biokimyasal marker düzeyinde yükseklik rapor edilmiştir. (Glial fibriler asidik protein,sinaptik membran glikoprotein D2,homovanilik asid,5HİAA ve laktik asid)Hidrosefali Teşhisi Nasıl Yapılır?Hidrosefalinin kesin tanısının konması için beyin ultrasonuna ihtiyaç vardır. Ayrıca Beyin MR'ı ve bilgisayarlı tomografi de hastalığın teşhisinde faydalanılan görüntüleme yöntemlerindendir. Beyin tomografisi: Çoğu hidrosefali vakasında beyin tomografisi, beyin dokusundaki boyutsal küçülmeyi ve beyin su yollarındaki genişlemeyi gösterir. Beyin MR'ı: Normal basınçlı hidrosefali hastalarında, beyin su yollarının genişlemesi, beyin su yollarından geçen beyin omurilik sıvısının akışının tespiti, beyin dokusundaki değişiklilerin tespiti ile tanı koymak kolaylaşır. Ultrasonografi: Transkranial doppler ultrasonografi adı verilen cihaz ile özellikle bıngıldakları kapanmamış bebeklerde hidrosefali tanısı konulabilir.Beyin omurilik sıvısının incelenmesi ve basıncının ölçümü de hidrosefali teşhisinde kullanılan bir yöntemdir.Normal basınçlı hidrosefalide, lomber ponksiyon denilen ve bel omurgaları bölgesinden, beyin omurilik sıvısı alımı sonrası basınç ölçümlerinde normal oranlarda basınç tespit edilir. Normal basınçlı hidrosefalili hastaların standart Beyin omurilik sıvısı biokimyasal incelemesi genellikle normaldir. Birkaç biokimyasal marker düzeyinde yükseklik rapor edilmiştir. (Glial fibriler asidik protein, sinaptik membran glikoprotein D2,homovanilik asid,5HİAA ve laktik asid)Hidrosefali Tedavisi Nasıl Yapılır?Hidrosefali hastalığı genellikle cerrahi operasyonla tedavi edilir. Bu operasyonda hastanın beynine esnek bir tüp olan şant yerleştirilir. Şant işleminin dışında ilaç tedavisi ve endoskopik üçüncü ventrikülostomi işlemi de uygulanabilir.Tıbbi tedaviNormal basınçlı hidrosefali’de beyin omurilik salgısının azaltan bazı ilaçlar klinik bulgularda düzelme sağlayabilir.Cerrahi şant tedavisiBeyin boşlukları içerisindeki fazla beyin omurilik sıvısının, cilt altından, ince bir boru vasıtası ile diğer vucut boşluklarına iletilmesi işlemine şant tedavisi adı verilir. Şant, beyne yerleştirilen esnek bir tüptür ve bu operasyon sonrası kişinin sağlığına kavuşması kuvvetle muhtemeldir.Endoskopik üçüncü ventrikülostomiBu yöntem şant bulunmaksızın beyin omurilik sıvısının dolaşım yollarındaki tıkanıklığın açılması (aquoduktoplasti) ya da yeni yol açılması (ventrikülostomi) yöntemidir.Hidrosefali Hakkında Sık Sorulan Sorular Hidrosefali bebeklerde nasıl oluşur?Bebeklikte, kafatası eklemleri kapanmadan önce gelişen hidrosefali, baş çevresinde belirgin artış ile gözlenir. Kafatasının genişlemesi kafa içi basıncı bir miktar azaltmaktadır. Kafa içi basınç kuvveti, genişlemiş beyin su yollarında, daha geniş bir alana dağılmakta ve buna bağlı olarak beyin parankimi daha az basınca maruz kalmaktadır. Eğer hidrosefali ani olarak veya kafatası eklemleri kapandıktan sonra gerçekleşirse, kafatası genişleyemeyeceği için kafa içi basıncında belirgin bir artış ve beyin dokusunda ani bir hasar meydana gelecektir.Hidrosefali çeşitleri nelerdir?Hidrosefali, kendi içinde birtakım türlere ayrılır. Bu türler şu şekilde açıklanabilir:Çocukluk çağı hidrosefalileri: Çocukluk döneminde hidrosefali daha sık görülür. Yenidoğan döneminde geçirilen beyin kanamaları, enfeksiyon veya beyin tümörleri nedeniyle su kanallarındaki tıkanık veya geri emilimindeki azalmaya bağlı olarak gelişir.Erişkin Tip Hidrosefaliler: Erişkin tip hidrosefali daha nadir görülen bir durumdur. Çocukluk çağı hidrosefalileri gibi tümör enfeksiyon veya kanamalarla ilişkili olabilir. En sık görülen tipi normal basınçlı hidrosefalidir.Normal Basınçlı Hidrosefali: Beyin boşluklarında aşırı beyin omurilik sıvısı birikimi sonrasında beyinde baskı oluşur. Hastada küçük adımla yürümeye, hafıza değişikliği, idrar kaçırmaya neden olabilir. Benzer tablolara neden olan diğer hastalıklardan (Alzheimer ve demans gibi) ayırt etmek için yine beyin görüntülemeleri ve tetkikler yapılmalıdır. Bu hastalıktan şüphe edildiğinde hastanın belinde su alınarak basınç ölçülür ve hastanın işlem sonrasında fayda görüp görmediği test edilir. Takiben hastada düzelme görülürse cerrahi tedavi yapılmalıdır.Hidrosefali ne zaman tedavi edilmelidir?Hidrosefali tanısı anne karnında koyulabilse de, bebek doğana kadar tedaviye başlanmaz. İlaç tedavisi mümkün değildir ve cerrahi girişimlerle hidrosefali tedavi edilir. Hidrosefali tedavi yöntemi seçimi; sıvının dolaşmasını engelleyen tıkanıklığın nedenine (kanama,tümör, kist gibi), hastalığın şiddetine, çocuğunuzun yaşına ve genel sağlık durumuna bağlıdır.Tümör ve kistin çıkarılmasına yönelik ameliyat yapılabileceği gibi, şant veya endoskopik üçüncü ventrikülostomi adı verilen, beyin boşluklarındaki tıkanıklığın açıldığı ameliyat yöntemi de hekim tarafından tercih edilebilir.Tanısı anne karnında iken konulmuş bebeklerde; bebeğin mümkün olduğunca erken dönemde doğurtulup en erken dönemde ameliyatının yapılması tercih edilir. Tıkanıklığın açılmadığı hastalarda beyindeki fazla sıvının bir tüp ‘şant’ yöntemi ile boşaltılması tercih edilir. Tedavinin amacı beyindeki sıvıyı boşaltmaktır.Hamilelikte hidrosefali neden olur?Hamilelik sırasında geçirilen CMV (sitomegalovirüs), kızamıkçık, kabakulak, frengi ve toksoplazmozis gibi enfeksiyonlar hidrosefaliye neden olabilir.Hidrosefalide batan güneş manzarası ne demek?Kafa içi sinirlerin bası altında kalması göz kaslarında kuvvetsizliğe neden olarak çift görme yapabilir. Basıncın artması sonucu yukarı bakış kısıtlılığı gelişebilir ve bu batan güneş manzarası olarak adlandırılır. Göz dibi muayenesinde ödem saptanabilir.Hidrosefali hastaları yürüyebilir mi?Erken teşhis edilen ve uygun tedavi yöntemleri ile tedavi edilmiş hastaların yürümesi,normal fiziksel aktivitelerini yapması mümkün olup, geçikilmiş ve tedavi edilmemiş vakalarda zeka gerilikleri ve yürüme problemleri olabilir.Hidrosefalinin bitkisel veya doğal tedavisi var mı ?Hidrosefalinin bilinen bitkisel ve doğal tedavisi yoktur. Normal basınçlı hidrosefali’de Beyin omurilik salgısının azaltan bazı ilaçlar klinik bulgularda düzelme sağlayabilmektedir.Hidrosefali ameliyatı sonrası nelere dikkat edilmelidir?Şant ameliyatı sonrası dikkat edilmesi gereken bazı noktalar mevcuttur. Özellikle operasyondan sonraki ilk aylar oldukça önemlidir. Vücuda yerleştirilen yabancı bir cisme karşı vücut reddetme belirtileri verir. Şant bölgesinde şişlik ve kızarıklık,ameliyat bölgesinde dikişlerde açılma gibi durumlar gerçekleşirse mutlaka doktora başvurulmalıdır.Bununla birlikte umumi ortamlardan ve mikrop kaynaklarından; tozlu ve solunumu bozan ortamlardan uzak durulmalıdır. Operasyondan sonra ateş, halsizlik uyku hali ve üst solunum yolu enfeksiyonu başlarsa mutlaka doktora başvurulmalıdır. Diğer yandan operasyondan sonra ağır işlerde çalışılmamalı, ağır kaldırılmamalı ve hafif spor egzersizleri dışında spor yapılmamalıdır. Ayrıca operasyon sonrası belirli periyotlarda doktor kontrolüne gidilmesi önerilir.Hidrosefali anne karnında tespit edilebilir mi ?Gebelikteki rutin ultrason testinde bebeğinizin beyin gelişimini takip edilir. Genişlemiş karıncıklar (ventiküller) ya da beyindeki boş alanlar (kistler) gibi sorunlar ultrasonda görünür.Hidrosefali Ameliyat Riskleri Nelerdir ?Yapılacak şant cerrahisi uygulamasının faydaları yanında oluşabilecek riskler de bulunmaktadır. Anestezi riski: Anestezi işlemleri esnasında ve sonrasında riskler vardır. Ayrıca, anestezinin her şeklinde komplikasyonlar ve zararlar bulunmaktadır. Karın komplikasyonları: Şant sisteminin alt ucunu karının içine yerleştirirken ince ve/veya kalın barsaklarda bir yaralanma olabilir ve bu nedenle ek bir ameliyat gerekebilir. Kanama: Nadir olsa da ameliyat sırasında veya ameliyat sonrasında ileri derecede olabilecek bir kanama riski vardır.Kanama durumunda ek bir tedaviye veya kan transfüzyonuna ihtiyaç duyulabilir. Kan pıhtısı oluşumu: kan pıhtısı her çeşit ameliyat sonrası oluşabilir. Ameliyat bölgesinde (kafa içine ve karın boşluğunda) oluşan pıhtılar kan akımını engelleyip ağrı, ödem, inflamasyon, doku hasarı ve şant üst ve/veya alt ucunun tıkanması gibi komplikasyonlar oluşabilir. Beyin ve omurilik hasarı: Yapılan müdahale esnasında nöral dokular (beyin, omurilik ve sinirler) zarar görebilir, bu da bazı işlevsel bozukluklara yol açabilir. Ciltte kapanma ile ilgili sorunlar: Bütün cerrahi yöntemlere rağmen kesi yerinin üzerini sağlam doku ile kapatmak çok zor olabilir. Bu durumlarda ciltte açılmalar oluşabilir. Kardiak komplikasyonlar: Ameliyatın, düzensiz kalp ritmine veya kalp krizine yol açma gibi düşük bir riski bulunmaktadır. Ölüm: Çok nadir olsa da ameliyat sırasında veya sonrasında ölüm riski vardır. Enfeksiyon: İnfeksiyon cilt kesi bölgesinde olabileceği gibi ameliyat alanında da oluşabilir. Enfeksiyona bağlı riskler arasında menenjit ( beyin ve omuriliği saran zarların iltihabı) ve apse (irin birikimi) oluşabilir. Şant sistemi de enfekte olabilir. Solunum problemleri: Ameliyat sonrası, genelde geçici olan solunum sıkıntısı veya pnomoni görülebilir. Pulmoner emboli (akciğerlerin damarlarının tıkanması) görülebilir. Nöbet (havale): Beyindeki anormal elektiriksel olay nöbet/havale geçirmeye neden olabilir ve bu durum ameliyatın kafa içi bölümündeki gelişen komplikasyonlarından kaynaklanabilir. Şantın çalışmaması: Şant sisteminin tıkanıp fonksiyonunu yapamaması, bu durumla ameliyat sonrası erken dönemde karşılaşılabileceği gibi uzun vadede de böyle bir risk mevcuttur. Felç: Şantın kafa içi bölümünün uygulanmasına bağlı nadirde olsa doku hasarı nedeniyle kısmi veya tam felç gelişebilir.Hidrosefali ameliyatı kaç saat sürer ?Hidrosefali hastalığında şant ve endoskopik üçüncü ventrikülostomi ameliyatları yaklaşık 1 saat sürer.Hidrosefalide baş çevresi ölçümü nedir ?Periyodik çocuk doktoru, çocuk nörolojisi doktoru veya beyin cerrahi doktoru kontrollerinde, bebeğin baş çevresinin ölçülmesi sayesinde, kafa çevresinin gereğinden fazla büyümesi durumunda yaşanabilecek sorunlara erken müdahale edilebilmesi sağlanır.Hidrosefalide şant çıkarılması gerekir mi ?Şant enfeksiyonu veya diskonksiyonu denilen şantın herhangi bir nedenle tıkanması, çalışmaması durumunda, şantın çıkarılması ve sonrasında drenaj sistemi veya yeni bir şant ile değiştirilmesi gerekebilir.Hidrosefali demans yapar mı?Erişkin tip hidrosefali olan Normal basıçlı hidrosefalilerde demans gözlenir. Normal basınçlı hidrosefali, demansa sebebiyet veren diğer bazı hastalıklar ile karışabilir. (Alzheimer, parkinson, vasküler demans gibi)Hidrosefali nöbet yapar mı? Beyin içerisinde, beyin omurilik sıvısının artması ile oluşan hidrosefali, beyin dokusuna bası yaparak epileptik nöbetlere (havale) sebep olabilir.Hidrosefali için hangi bölüme gidilmelidir?Çocuklarda; beyin, sinir ve omurilik cerrahi, çocuk ve çocuk nöroloji kliniklerinde, yetişkinlerde ise beyin, sinir ve omurilik cerrahi ve Nöroloji kliniklerinde teşhis ve tedavi işlemş gerçekleştirilir.Hidrosefalide fizik tedavi yapılır mı ?• Etkilenen bölgedeki kasların kuvvetini arttırmak, bunun içinde kişiye özel terapi uygulamak gerekir.• Denge ve koordinasyonun artırılmasına yönelik çalışmalar uygulanmalı, günümüz teknolojisinde robotik rehabilitasyon ile denge arttırılarak yürüme eğitimi yapılmalıdır.• Ergoterapi, kişinin günlük yaşama adapte olmasını sağlayan bir yöntemdir. Aynı zamanda verilen duyu bütünleme eğitimi ile kişinin fonksiyonlarının kazanmasında yardımcı olunur.Hidrosefalinin folik asit kullanımı ile ilgisi nedir ?Bebeklerde farklı dönemlerde değişik beyin, sinir, omurilik cerrahisi gerektiren hastalıklar sıklıkla görülür. Bu hastalıklardan en fazla görülenler beyinde su toplanması (hidrosefali), omurilik sorunları (spina bifida) ve beyin tümörleri şeklinde sıralanabilir.Hamile kalmadan 2 ay önce başlanan folik asit kullanımı, doğumsal olarak gelişen omurilik hastalıklarını neredeyse yüzde 70 oranında önlemede yardımcıdır. Spina Bifidalı hastaların %85’inden fazlasında hidrosefali de görülür.Hidrosefali genetik midir ?Hidrosefali her yaşta görülebilir, ancak sıklıkla çocuklarda ve yaşlılarda (60 yaşın üzerinde) olur. Hidrosefali hastalarının çoğunda tanı doğumda, doğum öncesinde veya erken bebeklikte konulmaktadır. Nadir olmakla birlikte genetik (kalıtsal) bozukluklara veya gelişimsel bozukluklara bağlı olabilir.Hidrosefali nedeniyle gebelik sonlandırılmalı mı?Hidrosefali hastalığında durumun ağırlığının doğru bir şekilde tespit edilmesi gerekir. Tanı konulduktan sonra aileler doğru bir biçimde bilgilendirilmelidir. Ağır olgularda aileye, istemeleri durumunda heyet raporu ile gebeliği sonlandırma hakları olduğu belirtilmelidir. Aile istemedikten sonra bebeğe dokunulamaz, doğumdan sonra gerekli tetkik ve tedavileri yapılabilir.Hidrosefali görme kaybına neden olur mu?Hidrosefaliye bağlı göz sinirlerinin etkilenmesine bağlı olarak, görme kaybı, çift ya da bulanık görme problemleri oratya çıkabilir.Hidrosefali ilaç tedavisi var mı?İlaç tedavisi hidrosefalide bazı özel durumlarda geçici olarak ve nadiren uygulanır. İlaç tedavisinde amaç beyin omurilik sıvısının üretimini mümkün olduğunca azaltmak ve beyinden su atılımını arttırmaktır. Karbonik anhidraz inhibitörleri, loop diüretikleri, ozmotik diüretikler ve fibrinolitik ajanlar medikal tedavide kullanılan bazı ilaçlardır.Hidrosefali işitme kaybı yapar mı?Enfeksiyona bağlı hidrosefali gelişen durumlarda işitme kaybı oluşabilir. Menenjit, beyin veya beyincik apsesi, iç kulak hasarı ve kalıcı işitme kaybı gibi çok ciddi sonuçlara yol açabilir.Hidrosefali gebelikte tespit edilebilir mi?Hidrosefali, gebelik takiplerinde ultrason incelemelerinde fark edilebilir. Hidrosefali tanısı ultrason ile konulsa da, Fetal Mr ile tanı desteklenir. Fetal MR tetkiki radyasyon içermediği için hamilelik sırasında yapılabilir.Gebeliğin herhangi bir döneminde ultrasonun normal olması, ilerleyen dönemlerde gelişmeyeceği anlamına gelmez. Erken veya geç başlangıç olabilir. Hidrosefali, bazı durumlarda farklı hastalıklarla beraber çok ağır seyredebilmektedir. Ancak hafif olgularda, hidrosefali ilerleme göstermeyerek sağlıklı bir doğum süreci gerçekleşebilmektedir.”Bebeğin kromozomlarını kontrol etmek için, amniyotik sıvı örneği alınabilir. Amniyosentez ve kondosentez ile kromozom tetkiki yapılır.Doğumdan sonra çocuk doktorunun yapacağı rutin muayeneler sırasında baş çevresi gibi fiziksel ve motor gelişim takip edilir,ailedeki hastalık öyküsü alınır. Bebeğin baş çevresi ayına göre olması gereken sınırları aşıyorsa, çeşitli tetkiklerle hidrosefali durumu araştırılır. Beyin Tomografisi, Manyetik Rezonans Görüntüleme, Beyin Ultrasonografisi ile bebeğin beyni ayrıntılı olarak görüntülenir.Hidrosefali ölümcül müdür ?Hidrosefali genellikle kendiliğinden iyileşmez ve ilaçla tedavi edilemez, çoğu zaman tek çözüm ameliyattır. Ameliyatın hastalık teşhis edildikten sonra en kısa zamanda yapılması gerekir. Tedavi edilmiş çoğu hidrosefali hastası uzun ve problemsiz bir yaşam sürebilir. Hastalık tedavi edilmezse ölümcül olabilir.Hidrosefali uyku yapar mı?Hidrosefali genellikle uyku hali veya uyuşukluk yaparHidrosefali unutkanlık yapar mı?Erişkin tip hidrosefali olan Normal basıçlı hidrosefalilerde demans gözlenir. Demans hastalarının en çok yaşadığı problem unutkanlıktır. Normal basınçlı hidrosefali ,Demansa sebebiyet veren diğer bazı hastalıklar ile karışabilir. (Alzheimer,parkinson,vasküler demans gibi)Hidrosefali ve spina bifida arasında bir bağlantı var mı? Spina bifida ;ayrık ya da açık omurga anlamına gelir.3 şekli vardır.1) Spina Bifida Occulta En hafif şeklidir.Omurga kemiklerinin arka kısmı açık kalmıştır.Bulgu, belirti vermez.Şikayete sebep olmaz.Tesadüfen fark edilir.Tedavi gerektirmez.2) MeningoselOmuriliği çevreleyen zarlar, açık olan omur kemikleri arka kısımdan dışarı çıkar. Dışarı çıkan kısımda sinirler bulunmaz.Sadece beyin-omurilik suyu bulunur.Genelde bacaklarda güçsüzlük, idrar-gaita problemi bulunmaz.Çok nadiren beyinde su toplanması (hidrosefali) bulunur.Ameliyatla, açık kalan zar ve beyin onarılarak kese kapatılır.3) MeningomyeloselEn ağır formdur.Meningosel’den daha sık görülür.Kese içerisinde omuriliği çeviren zarların yanı sıra sinirlerde bulunur.Bu sinirler idrar-gaita kontrolünü sağlamanın yanı sıra, bacaklara gidip, hareket ve hissi sağlar.%90 beraberinde beyinde su toplanması da (hidrosefali) görülür.Ameliyatla kese kapatılır ancak kaybedilen fonksiyonlar kısmen geri dönebilir.Hidrosefali parkinson nedeni midir? Parkinson hastalığı beyindeki dopamin üreten hücrelerin kaybıyla oluşan, beden hareketlerinin yavaşlamasına ve yürüyüş bozukluğuna yol açan bir hastalıktır.Normal basınçlı hidrosefali tanılı hastaların en çok yaşadığı problem de ataksik yürüyüş denilen yürüyüş bozukluğudur. Normal basınçlı hidrosefali, yürüyüş bozukluğuna sebebiyet veren diğer bazı hastalıklar ile karışabilir. Bu nedenle yürüyüş bozukluğu yapan Parkinson hastalığı ile karıştırılabilir, fakat Hidrosefali, Parkinsonun nedeni değildir.Hidrosefali zeka geriliği yapar mı? Hidrosefali tanılı hastalarda zeka geriliği olabilir. Zeka geriliği oluşması beynin hasar görüp görmediğine bağlıdır. Uygun zamanda yapılan bir cerrahi girişim sonrası, yaşayan bir çocuğun zihinsel yetenekleri, beyin dokusu zarar görmemişse, normal olarak gelişme şansına sahiptir. Tedavi edilen hidrosefali hastaları arasında üniversite öğrenimi görenler ve üst düzeyde işlerde çalışanlar vardır. Hidrosefalide erken tanı önemlidir. Beyinde kalıcı bir hasarın olmaması tıbbi müdahelenin olabildiğince erken yapılmasına bağlıdır.Hidrosefali anneye zarar verir mi?Hidrosefali, gebelik takiplerinde ultrason incelemelerinde fark edilebilir. Hidrosefali tanısı ultrason ile konulsa da, Fetal Mr ile tanı desteklenir.Gebeliğin herhangi bir döneminde ultrasonun normal olması, ilerleyen dönemlerde gelişmeyeceği anlamına gelmez. Erken veya geç başlangıç olabilir. Hidrosefali, bazı durumlarda farklı hastalıklarla beraber çok ağır seyredebilmektedir. hafif olgularda, hidrosefali ilerleme göstermeyerek sağlıklı bir doğum süreci gerçekleşebilmektedir.Gebelik takiplerinde bebekteki hidrosefali Anne hayatını tehlikeye sokuyor ise gebelik sonlandırılabilir. Ağır Hidrosefali olgularında aileye, istemeleri durumunda heyet raporu ile gebeliği sonlandırma hakları olduğu belirtilmelidir.
Hidrosefali Nedir?Hidrosefali, beyindeki ventriküllerin (beyin boşluğu) içinde biriken omurilik sıvısının ventrikül ve kafatası boyutunun büyümesine neden olduğu nörolojik bir hastalıktır. Beynin derinliklerinde sıvı içeren boşluklar olan beyin ventriküllerindeki sıvıların, kafa basıncını artıracak şekilde anormal birikmesiyle karakterize bir hastalıktır. Hidrosefali hastalığı, beyin omurilik sıvısı yapımı ve emilimi arasındaki bir bozukluk sonucu oluşur.Beyin omurilik sıvısı dolanımındaki bir tıkanıklık, emilim bozukluğu veya nadiren gereğinden fazla yapımı sonucu da gerçekleşebilir.Beyin ventriküllerindeki bu ekstra sıvı beyne baskı yapar ve beyin hasarına yol açabilir. Sıklıkla bebeklerde ve yaşlı yetişkinlerde görülen hidrosefali, özellikle bebeklerde kafa büyümesi ile karakterizedir. Bebeklerin dışında hidrosefali, yetişkinler ve daha büyük çocuklarda baş ağrısı, görme bozukluğu, bilişsel zorluklar, koordinasyon kaybı ve idrar kaçırma gibi sorunlarla kendini gösterir. Erken teşhis edildiği edildiği takdirde tedavi mümkün olan hidrosefali, genellikle aşırı sıvıyı boşaltmak için ventriküle şant adı verilen cerrahi olarak yerleştirilen bir tüp yoluyla tedavi edilir.Hidrosefali Neden Olur?Hidrosefali beyin omurilik sıvısı yapımı ve emilimi arasındaki bir bozukluk sonucu oluşur. Beyin omurilik sıvısı dolanımındaki bir tıkanıklık, emilim bozukluğu veya nadiren gereğinden fazla yapımı sonucu gerçekleşebilir.Hidrosefali doğuştan meydana gelmekle birlikte başka nedenlerle de ilerleyen yaşlarda oluşabilir. Doğuştan gelen hidrosefali, genetik olabilmenin yanı sıra hamilelik sırasında da oluşabilir.Hidrosefali hastalığına yol açan nedenler genel olarak şöyledir:Hidrosefali Belirtileri Nelerdir?Hidrosefali hastalığı yaşa ve hastalığın şiddetine göre değişkenlik gösterir. Özellikle bebeklerde başın büyüklüğüyle karakterize olan hidrosefali, daha büyük bebek-çocuklarda baş ağrısı ve bulanık bir görüş açısıyla ortaya çıkar. Baş ağrısı, uyku hali, denge bozukluğu ve mesane kontrolünde zayıflık hidrosefalinin yetişkinlerde yaşanan belirtileriyken yaşlılarda ise hafıza kaybı yaşanabilir. Hidrosefali, bebeklerde şu belirtilerle ortaya çıkar:Hidrosefalinin biraz daha büyük bebek ve çocuklarda görülen belirtileri şunları içerir:Hidrosefali hastalığının yetişkinlerde ve yaşlılarda görülen belirtileri ise aşağıdaki gibidir:Bunların yanı sıra hidrosefalinin laboratuvar belirtileri (bulguları) da bulunmaktadır. Hidrosefali laboratuvar belirtileri şunlardır;Normal basınçlı hidrosefalide, Lomber ponksiyon denilen ve bel omurgaları bölgesinden, beyin omurilik sıvısı alımı sonrası basınç ölçümlerinde normal oranlarda basınç tespit edilir. Normal basınçlı hidrosefali hastalarının standart beyin omurilik sıvısı biokimyasal incelemesi genellikle normaldir. Birkaç biokimyasal marker düzeyinde yükseklik rapor edilmiştir. (Glial fibriler asidik protein,sinaptik membran glikoprotein D2,homovanilik asid,5HİAA ve laktik asid)Hidrosefali Teşhisi Nasıl Yapılır?Hidrosefalinin kesin tanısının konması için beyin ultrasonuna ihtiyaç vardır. Ayrıca Beyin MR'ı ve bilgisayarlı tomografi de hastalığın teşhisinde faydalanılan görüntüleme yöntemlerindendir. Beyin omurilik sıvısının incelenmesi ve basıncının ölçümü de hidrosefali teşhisinde kullanılan bir yöntemdir.Normal basınçlı hidrosefalide, lomber ponksiyon denilen ve bel omurgaları bölgesinden, beyin omurilik sıvısı alımı sonrası basınç ölçümlerinde normal oranlarda basınç tespit edilir. Normal basınçlı hidrosefalili hastaların standart Beyin omurilik sıvısı biokimyasal incelemesi genellikle normaldir. Birkaç biokimyasal marker düzeyinde yükseklik rapor edilmiştir. (Glial fibriler asidik protein, sinaptik membran glikoprotein D2,homovanilik asid,5HİAA ve laktik asid)Hidrosefali Tedavisi Nasıl Yapılır?Hidrosefali hastalığı genellikle cerrahi operasyonla tedavi edilir. Bu operasyonda hastanın beynine esnek bir tüp olan şant yerleştirilir. Şant işleminin dışında ilaç tedavisi ve endoskopik üçüncü ventrikülostomi işlemi de uygulanabilir.Tıbbi tedaviNormal basınçlı hidrosefali’de beyin omurilik salgısının azaltan bazı ilaçlar klinik bulgularda düzelme sağlayabilir.Cerrahi şant tedavisiBeyin boşlukları içerisindeki fazla beyin omurilik sıvısının, cilt altından, ince bir boru vasıtası ile diğer vucut boşluklarına iletilmesi işlemine şant tedavisi adı verilir. Şant, beyne yerleştirilen esnek bir tüptür ve bu operasyon sonrası kişinin sağlığına kavuşması kuvvetle muhtemeldir.Endoskopik üçüncü ventrikülostomiBu yöntem şant bulunmaksızın beyin omurilik sıvısının dolaşım yollarındaki tıkanıklığın açılması (aquoduktoplasti) ya da yeni yol açılması (ventrikülostomi) yöntemidir.Hidrosefali Hakkında Sık Sorulan Sorular Hidrosefali bebeklerde nasıl oluşur?Bebeklikte, kafatası eklemleri kapanmadan önce gelişen hidrosefali, baş çevresinde belirgin artış ile gözlenir. Kafatasının genişlemesi kafa içi basıncı bir miktar azaltmaktadır. Kafa içi basınç kuvveti, genişlemiş beyin su yollarında, daha geniş bir alana dağılmakta ve buna bağlı olarak beyin parankimi daha az basınca maruz kalmaktadır. Eğer hidrosefali ani olarak veya kafatası eklemleri kapandıktan sonra gerçekleşirse, kafatası genişleyemeyeceği için kafa içi basıncında belirgin bir artış ve beyin dokusunda ani bir hasar meydana gelecektir.Hidrosefali çeşitleri nelerdir?Hidrosefali, kendi içinde birtakım türlere ayrılır. Bu türler şu şekilde açıklanabilir:Çocukluk çağı hidrosefalileri: Çocukluk döneminde hidrosefali daha sık görülür. Yenidoğan döneminde geçirilen beyin kanamaları, enfeksiyon veya beyin tümörleri nedeniyle su kanallarındaki tıkanık veya geri emilimindeki azalmaya bağlı olarak gelişir.Erişkin Tip Hidrosefaliler: Erişkin tip hidrosefali daha nadir görülen bir durumdur. Çocukluk çağı hidrosefalileri gibi tümör enfeksiyon veya kanamalarla ilişkili olabilir. En sık görülen tipi normal basınçlı hidrosefalidir.Normal Basınçlı Hidrosefali: Beyin boşluklarında aşırı beyin omurilik sıvısı birikimi sonrasında beyinde baskı oluşur. Hastada küçük adımla yürümeye, hafıza değişikliği, idrar kaçırmaya neden olabilir. Benzer tablolara neden olan diğer hastalıklardan (Alzheimer ve demans gibi) ayırt etmek için yine beyin görüntülemeleri ve tetkikler yapılmalıdır. Bu hastalıktan şüphe edildiğinde hastanın belinde su alınarak basınç ölçülür ve hastanın işlem sonrasında fayda görüp görmediği test edilir. Takiben hastada düzelme görülürse cerrahi tedavi yapılmalıdır.Hidrosefali ne zaman tedavi edilmelidir?Hidrosefali tanısı anne karnında koyulabilse de, bebek doğana kadar tedaviye başlanmaz. İlaç tedavisi mümkün değildir ve cerrahi girişimlerle hidrosefali tedavi edilir. Hidrosefali tedavi yöntemi seçimi; sıvının dolaşmasını engelleyen tıkanıklığın nedenine (kanama,tümör, kist gibi), hastalığın şiddetine, çocuğunuzun yaşına ve genel sağlık durumuna bağlıdır.Tümör ve kistin çıkarılmasına yönelik ameliyat yapılabileceği gibi, şant veya endoskopik üçüncü ventrikülostomi adı verilen, beyin boşluklarındaki tıkanıklığın açıldığı ameliyat yöntemi de hekim tarafından tercih edilebilir.Tanısı anne karnında iken konulmuş bebeklerde; bebeğin mümkün olduğunca erken dönemde doğurtulup en erken dönemde ameliyatının yapılması tercih edilir. Tıkanıklığın açılmadığı hastalarda beyindeki fazla sıvının bir tüp ‘şant’ yöntemi ile boşaltılması tercih edilir. Tedavinin amacı beyindeki sıvıyı boşaltmaktır.Hamilelikte hidrosefali neden olur?Hamilelik sırasında geçirilen CMV (sitomegalovirüs), kızamıkçık, kabakulak, frengi ve toksoplazmozis gibi enfeksiyonlar hidrosefaliye neden olabilir.Hidrosefalide batan güneş manzarası ne demek?Kafa içi sinirlerin bası altında kalması göz kaslarında kuvvetsizliğe neden olarak çift görme yapabilir. Basıncın artması sonucu yukarı bakış kısıtlılığı gelişebilir ve bu batan güneş manzarası olarak adlandırılır. Göz dibi muayenesinde ödem saptanabilir.Hidrosefali hastaları yürüyebilir mi?Erken teşhis edilen ve uygun tedavi yöntemleri ile tedavi edilmiş hastaların yürümesi,normal fiziksel aktivitelerini yapması mümkün olup, geçikilmiş ve tedavi edilmemiş vakalarda zeka gerilikleri ve yürüme problemleri olabilir.Hidrosefalinin bitkisel veya doğal tedavisi var mı ?Hidrosefalinin bilinen bitkisel ve doğal tedavisi yoktur. Normal basınçlı hidrosefali’de Beyin omurilik salgısının azaltan bazı ilaçlar klinik bulgularda düzelme sağlayabilmektedir.Hidrosefali ameliyatı sonrası nelere dikkat edilmelidir?Şant ameliyatı sonrası dikkat edilmesi gereken bazı noktalar mevcuttur. Özellikle operasyondan sonraki ilk aylar oldukça önemlidir. Vücuda yerleştirilen yabancı bir cisme karşı vücut reddetme belirtileri verir. Şant bölgesinde şişlik ve kızarıklık,ameliyat bölgesinde dikişlerde açılma gibi durumlar gerçekleşirse mutlaka doktora başvurulmalıdır.Bununla birlikte umumi ortamlardan ve mikrop kaynaklarından; tozlu ve solunumu bozan ortamlardan uzak durulmalıdır. Operasyondan sonra ateş, halsizlik uyku hali ve üst solunum yolu enfeksiyonu başlarsa mutlaka doktora başvurulmalıdır. Diğer yandan operasyondan sonra ağır işlerde çalışılmamalı, ağır kaldırılmamalı ve hafif spor egzersizleri dışında spor yapılmamalıdır. Ayrıca operasyon sonrası belirli periyotlarda doktor kontrolüne gidilmesi önerilir.Hidrosefali anne karnında tespit edilebilir mi ?Gebelikteki rutin ultrason testinde bebeğinizin beyin gelişimini takip edilir. Genişlemiş karıncıklar (ventiküller) ya da beyindeki boş alanlar (kistler) gibi sorunlar ultrasonda görünür.Hidrosefali Ameliyat Riskleri Nelerdir ?Yapılacak şant cerrahisi uygulamasının faydaları yanında oluşabilecek riskler de bulunmaktadır.Hidrosefali ameliyatı kaç saat sürer ?Hidrosefali hastalığında şant ve endoskopik üçüncü ventrikülostomi ameliyatları yaklaşık 1 saat sürer.Hidrosefalide baş çevresi ölçümü nedir ?Periyodik çocuk doktoru, çocuk nörolojisi doktoru veya beyin cerrahi doktoru kontrollerinde, bebeğin baş çevresinin ölçülmesi sayesinde, kafa çevresinin gereğinden fazla büyümesi durumunda yaşanabilecek sorunlara erken müdahale edilebilmesi sağlanır.Hidrosefalide şant çıkarılması gerekir mi ?Şant enfeksiyonu veya diskonksiyonu denilen şantın herhangi bir nedenle tıkanması, çalışmaması durumunda, şantın çıkarılması ve sonrasında drenaj sistemi veya yeni bir şant ile değiştirilmesi gerekebilir.Hidrosefali demans yapar mı?Erişkin tip hidrosefali olan Normal basıçlı hidrosefalilerde demans gözlenir. Normal basınçlı hidrosefali, demansa sebebiyet veren diğer bazı hastalıklar ile karışabilir. (Alzheimer, parkinson, vasküler demans gibi)Hidrosefali nöbet yapar mı? Beyin içerisinde, beyin omurilik sıvısının artması ile oluşan hidrosefali, beyin dokusuna bası yaparak epileptik nöbetlere (havale) sebep olabilir.Hidrosefali için hangi bölüme gidilmelidir?Çocuklarda; beyin, sinir ve omurilik cerrahi, çocuk ve çocuk nöroloji kliniklerinde, yetişkinlerde ise beyin, sinir ve omurilik cerrahi ve Nöroloji kliniklerinde teşhis ve tedavi işlemş gerçekleştirilir.Hidrosefalide fizik tedavi yapılır mı ?• Etkilenen bölgedeki kasların kuvvetini arttırmak, bunun içinde kişiye özel terapi uygulamak gerekir.• Denge ve koordinasyonun artırılmasına yönelik çalışmalar uygulanmalı, günümüz teknolojisinde robotik rehabilitasyon ile denge arttırılarak yürüme eğitimi yapılmalıdır.• Ergoterapi, kişinin günlük yaşama adapte olmasını sağlayan bir yöntemdir. Aynı zamanda verilen duyu bütünleme eğitimi ile kişinin fonksiyonlarının kazanmasında yardımcı olunur.Hidrosefalinin folik asit kullanımı ile ilgisi nedir ?Bebeklerde farklı dönemlerde değişik beyin, sinir, omurilik cerrahisi gerektiren hastalıklar sıklıkla görülür. Bu hastalıklardan en fazla görülenler beyinde su toplanması (hidrosefali), omurilik sorunları (spina bifida) ve beyin tümörleri şeklinde sıralanabilir.Hamile kalmadan 2 ay önce başlanan folik asit kullanımı, doğumsal olarak gelişen omurilik hastalıklarını neredeyse yüzde 70 oranında önlemede yardımcıdır. Spina Bifidalı hastaların %85’inden fazlasında hidrosefali de görülür.Hidrosefali genetik midir ?Hidrosefali her yaşta görülebilir, ancak sıklıkla çocuklarda ve yaşlılarda (60 yaşın üzerinde) olur. Hidrosefali hastalarının çoğunda tanı doğumda, doğum öncesinde veya erken bebeklikte konulmaktadır. Nadir olmakla birlikte genetik (kalıtsal) bozukluklara veya gelişimsel bozukluklara bağlı olabilir.Hidrosefali nedeniyle gebelik sonlandırılmalı mı?Hidrosefali hastalığında durumun ağırlığının doğru bir şekilde tespit edilmesi gerekir. Tanı konulduktan sonra aileler doğru bir biçimde bilgilendirilmelidir. Ağır olgularda aileye, istemeleri durumunda heyet raporu ile gebeliği sonlandırma hakları olduğu belirtilmelidir. Aile istemedikten sonra bebeğe dokunulamaz, doğumdan sonra gerekli tetkik ve tedavileri yapılabilir.Hidrosefali görme kaybına neden olur mu?Hidrosefaliye bağlı göz sinirlerinin etkilenmesine bağlı olarak, görme kaybı, çift ya da bulanık görme problemleri oratya çıkabilir.Hidrosefali ilaç tedavisi var mı?İlaç tedavisi hidrosefalide bazı özel durumlarda geçici olarak ve nadiren uygulanır. İlaç tedavisinde amaç beyin omurilik sıvısının üretimini mümkün olduğunca azaltmak ve beyinden su atılımını arttırmaktır. Karbonik anhidraz inhibitörleri, loop diüretikleri, ozmotik diüretikler ve fibrinolitik ajanlar medikal tedavide kullanılan bazı ilaçlardır.Hidrosefali işitme kaybı yapar mı?Enfeksiyona bağlı hidrosefali gelişen durumlarda işitme kaybı oluşabilir. Menenjit, beyin veya beyincik apsesi, iç kulak hasarı ve kalıcı işitme kaybı gibi çok ciddi sonuçlara yol açabilir.Hidrosefali gebelikte tespit edilebilir mi?Hidrosefali, gebelik takiplerinde ultrason incelemelerinde fark edilebilir. Hidrosefali tanısı ultrason ile konulsa da, Fetal Mr ile tanı desteklenir. Fetal MR tetkiki radyasyon içermediği için hamilelik sırasında yapılabilir.Gebeliğin herhangi bir döneminde ultrasonun normal olması, ilerleyen dönemlerde gelişmeyeceği anlamına gelmez. Erken veya geç başlangıç olabilir. Hidrosefali, bazı durumlarda farklı hastalıklarla beraber çok ağır seyredebilmektedir. Ancak hafif olgularda, hidrosefali ilerleme göstermeyerek sağlıklı bir doğum süreci gerçekleşebilmektedir.”Bebeğin kromozomlarını kontrol etmek için, amniyotik sıvı örneği alınabilir. Amniyosentez ve kondosentez ile kromozom tetkiki yapılır.Doğumdan sonra çocuk doktorunun yapacağı rutin muayeneler sırasında baş çevresi gibi fiziksel ve motor gelişim takip edilir,ailedeki hastalık öyküsü alınır. Bebeğin baş çevresi ayına göre olması gereken sınırları aşıyorsa, çeşitli tetkiklerle hidrosefali durumu araştırılır. Beyin Tomografisi, Manyetik Rezonans Görüntüleme, Beyin Ultrasonografisi ile bebeğin beyni ayrıntılı olarak görüntülenir.Hidrosefali ölümcül müdür ?Hidrosefali genellikle kendiliğinden iyileşmez ve ilaçla tedavi edilemez, çoğu zaman tek çözüm ameliyattır. Ameliyatın hastalık teşhis edildikten sonra en kısa zamanda yapılması gerekir. Tedavi edilmiş çoğu hidrosefali hastası uzun ve problemsiz bir yaşam sürebilir. Hastalık tedavi edilmezse ölümcül olabilir.Hidrosefali uyku yapar mı?Hidrosefali genellikle uyku hali veya uyuşukluk yaparHidrosefali unutkanlık yapar mı?Erişkin tip hidrosefali olan Normal basıçlı hidrosefalilerde demans gözlenir. Demans hastalarının en çok yaşadığı problem unutkanlıktır. Normal basınçlı hidrosefali ,Demansa sebebiyet veren diğer bazı hastalıklar ile karışabilir. (Alzheimer,parkinson,vasküler demans gibi)Hidrosefali ve spina bifida arasında bir bağlantı var mı? Spina bifida ;ayrık ya da açık omurga anlamına gelir.3 şekli vardır.1) Spina Bifida Occulta En hafif şeklidir.Omurga kemiklerinin arka kısmı açık kalmıştır.Bulgu, belirti vermez.Şikayete sebep olmaz.Tesadüfen fark edilir.Tedavi gerektirmez.2) MeningoselOmuriliği çevreleyen zarlar, açık olan omur kemikleri arka kısımdan dışarı çıkar. Dışarı çıkan kısımda sinirler bulunmaz.Sadece beyin-omurilik suyu bulunur.Genelde bacaklarda güçsüzlük, idrar-gaita problemi bulunmaz.Çok nadiren beyinde su toplanması (hidrosefali) bulunur.Ameliyatla, açık kalan zar ve beyin onarılarak kese kapatılır.3) MeningomyeloselEn ağır formdur.Meningosel’den daha sık görülür.Kese içerisinde omuriliği çeviren zarların yanı sıra sinirlerde bulunur.Bu sinirler idrar-gaita kontrolünü sağlamanın yanı sıra, bacaklara gidip, hareket ve hissi sağlar.%90 beraberinde beyinde su toplanması da (hidrosefali) görülür.Ameliyatla kese kapatılır ancak kaybedilen fonksiyonlar kısmen geri dönebilir.Hidrosefali parkinson nedeni midir? Parkinson hastalığı beyindeki dopamin üreten hücrelerin kaybıyla oluşan, beden hareketlerinin yavaşlamasına ve yürüyüş bozukluğuna yol açan bir hastalıktır.Normal basınçlı hidrosefali tanılı hastaların en çok yaşadığı problem de ataksik yürüyüş denilen yürüyüş bozukluğudur. Normal basınçlı hidrosefali, yürüyüş bozukluğuna sebebiyet veren diğer bazı hastalıklar ile karışabilir. Bu nedenle yürüyüş bozukluğu yapan Parkinson hastalığı ile karıştırılabilir, fakat Hidrosefali, Parkinsonun nedeni değildir.Hidrosefali zeka geriliği yapar mı? Hidrosefali tanılı hastalarda zeka geriliği olabilir. Zeka geriliği oluşması beynin hasar görüp görmediğine bağlıdır. Uygun zamanda yapılan bir cerrahi girişim sonrası, yaşayan bir çocuğun zihinsel yetenekleri, beyin dokusu zarar görmemişse, normal olarak gelişme şansına sahiptir. Tedavi edilen hidrosefali hastaları arasında üniversite öğrenimi görenler ve üst düzeyde işlerde çalışanlar vardır. Hidrosefalide erken tanı önemlidir. Beyinde kalıcı bir hasarın olmaması tıbbi müdahelenin olabildiğince erken yapılmasına bağlıdır.Hidrosefali anneye zarar verir mi?Hidrosefali, gebelik takiplerinde ultrason incelemelerinde fark edilebilir. Hidrosefali tanısı ultrason ile konulsa da, Fetal Mr ile tanı desteklenir.Gebeliğin herhangi bir döneminde ultrasonun normal olması, ilerleyen dönemlerde gelişmeyeceği anlamına gelmez. Erken veya geç başlangıç olabilir. Hidrosefali, bazı durumlarda farklı hastalıklarla beraber çok ağır seyredebilmektedir. hafif olgularda, hidrosefali ilerleme göstermeyerek sağlıklı bir doğum süreci gerçekleşebilmektedir.Gebelik takiplerinde bebekteki hidrosefali Anne hayatını tehlikeye sokuyor ise gebelik sonlandırılabilir. Ağır Hidrosefali olgularında aileye, istemeleri durumunda heyet raporu ile gebeliği sonlandırma hakları olduğu belirtilmelidir. | 15,961 |
370 | Hastalıklar | Hemoroid | Hemoroid yani basur, anüs ve rektumun alt kısmındaki damarların iltihaplanması, genişlemesi ve şişmesidir. Hamilelik, kabızlık, kısa sürede çok fazla dışkılama, ıkınma, uzun süre tuvalette oturma ve aşırı kilonun anal bölgede yarattığı basınç sonucu damarların şişerek basura neden olur. Kaşıntı, akıntı, makatta kanama ve sızlama en temel belirtileridir.Hemoroid yani basur, anüs ve rektumun alt kısmındaki damarların iltihaplanması, genişlemesi ve şişmesidir. Hamilelik, kabızlık, kısa sürede çok fazla dışkılama, ıkınma, uzun süre tuvalette oturma ve aşırı kilonun anal bölgede yarattığı basınç sonucu damarların şişerek basura neden olur. Kaşıntı, akıntı, makatta kanama ve sızlama en temel belirtileridir.
Hemoroid (Basur) Nedir? Hemoroid (basur), anüs veya rektumun içindeki veya çevresindeki anal yastıkçıkların iltihaplanması ve şişmesi durumudur. Hemoroid yastıkçıkları dışkıların atılmasına yardım eden anal kanalın parçası olup çeşitli sebeplerle tahriş olur, özellikle dışkılama sırasında şişer ve kimisi de anüsten sarkar. Özellikle makatta kaşıntı ve sızlamaya neden olurlar. Hemoroidler ya anüsün içinde ya da anüsünüzün çevresindeki derinin altında yer alır ve bunlar iç ve dış hemoroid olarak ayrılır. Hemoroid, kanama, ağrı veya kaşıntıya neden olabilir, dış hemoroid ise anüs bölgesi ellendiğinde ele gelebilir. Aslında insanlar hemoroidle doğar ancak sadece şiştiklerinde ve büyüdüklerinde basur belirtilerini yaşamaya başlarlar.Hemoroid (Basur) Türleri Nelerdir?Basur olarak da adlandırılan hemoroidler, anüsün çevresinde veya rektumun altındaki şişmiş ve iltihaplı damarlardır. Üç farklı hemoroid türü bulunmaktadır. Basur çeşitleri şu şekilde sıralanabilir:İç hemoroidlerRektumun (kalın bağırsağın son kısmı) içinde bulunur. Ağrısızdırlar ancak kanama eğilimi göstermektedir.Prolapsus hemoroidlerDiğer basur çeşitlerine göre daha şiddetli ve ağrılı bir iç hemoroid şeklidir. Damarlar, tuvalete gittikten sonra anüsün içinden geçerek vücuttan dışarı sarkmaktadır.Dış hemoroidlerAnüs çevresindeki derinin altında küçük kanamalar meydana gelebilir. Oluşan sert topaklar dış hemoroid olarak adlandırılmaktadır. Hemoroid (Basur) Neden Olur?Anal bölgede basınç yaratarak damarları şişmesine neden olan hamilelik, kabızlık, kısa sürede çok fazla dışkılama, ıkınma, uzun süre tuvalette oturma, aşırı kilo ve ağır kaldırma yanı sıra acılı-baharatlı gıdalar ile lifli besin tüketiminin az olması basurun en yaygın nedenleridir.Hemoroid (Basur) Belirtileri Nelerdir?4 evrede belirtiler gösteren hemoroidin her evresi bir önceki evredeki belirtileri sürdürür. Basur sorunu yaşayan kişilerde görülen belirtiler makatta ya da dışkıda parlak ve açık kırmızı renkte kanama, ele gelen kitle, kaşıntı, akıntı ve ileri evrelerinde ağrı ve sızlamadır.Hemoroid yani basurun en yaygın belirtileri şunlardır: Makatta ve/veya dışkıda parlak ve açık kırmızı renkte kanama Makatta ele gelen şişlik Anüs bölgesinde kaşıntı Akıntı ve ıslaklık hissi Ağrı ve sızlama basurun en yaygın belirtileridirDışkılama sırasında ıkınma ya da zorlanma ile dışkının damar duvarına yaptığı travma sonucu basur kanaması görülür. Bu kanamayı ya tuvalette ya da dışkıya bulaşmış şekilde görmek mümkündür. Kan parlak ve açık kırmızı renkte olur.Bu şikayetlerle başvuran hastalarda anal fissür, perianal fistül, perianal abse ve tromboz görülen diğer hastalıklardır. Ağrı iç hemoroidleri belirtileri arasında çok geç bir bulgudur. Başlangıç döneminde ağrı varsa tromboze hemoroid, perianal abse, anal fissür akla gelmelidir. Hemoroid Tanısı Nasıl Konulur?Genel cerrahi uzmanına başvuran hastanın şikayetleri dikkatlice dinlendikten sonra yapılan anal muayene genellikle genç hastalarda tanı için yeterlidir. Rektal kanama şikayeti ile gelen hastalara rektoskopi önerilir. Kırk yaş ya da üstü kabızlık şikayeti ile gelen ve yapılan anal muayenesinde hemoroid saptanan tüm hastalarda kolonoskopik tetkik önerilmektedir. Her zaman altta yatan bir kalın barsak tümörü olmadığı ekarte edilmelidir. Unutulmamalıdır ki hemoroid tek başına kalın barsak kanserinin belirtisi olabilir.Basura Ne İyi Gelir?10 ila 20 dakika boyunca ılık suya oturmak, bol su içmek, dışkıyı yumuşatıp hemoroidi zorlamamak için lifli besinler yemek, dışkılarken ıkınmaktan kaçınmak, stereoid içeren krem ve fitilleri kullanmak basura iyi gelir. Basur şiştiyse 15 dakika süre ile buz torbası uygulamakta şişliği azaltmaya yardım eder. Basur şikayeti olanlar ayrıca tuvalette uzun süre oturmamaya da dikkat etmelidir.Hemoroid Nasıl Geçer?Hemoroid Ağrısına Ne İyi Gelir?Hemoroidin tedavisi ve ağrısı için yapılabilecekler basurun seviyesine göre değişiklik gösterebilir. Hastalığın erken evresinde bol sıvı alımı, diyet, ağrı kesiciler, steroid içeren fitiller ve kremler etkilidir. Ayrıca 'oturma banyosu' denilen sıcak su banyosunun yanı sıra kabızlığı olan hastalarda lifli gıdaların tüketilmesi, basur şikayetlerinin azalmasını sağlar. Hemoroid Hastaları Nelere Dikkat Etmeli? Hemoroid kaynaklı şikayetlerin etkisini azaltmak için beslenme tarzı değiştirilmelidir. Zeytinyağlı yemekler ve lifli besinler tüketilmeli, günde 2-3 litre su içilmelidir. Tuvalette uzun süre kalınmamalıdır. Kırmızı et tüketimi mümkün olduğunca sınırlandırılmalıdır. Bunun yanında hamur işi, pilav ve makarna gibi karbonhidrat ağırlıklı yiyecekler de azaltılmalıdır. Dış hemoroid genelde uzun süre oturan ofis çalışanları ve uzun yol şoförlerinde görülmektedir. Hemoroidin sağlık sorunu haline gelmemesi için mümkünse uzun süre oturmaktan kaçınmak önemlidir. Kronik kabızlığı olanlar, gebeler ve aileden gelen genetik yatkınlığa sahip bireylerde hemoroid olma sıklığı yüksektir. Bu gruptakilerin hastalık ortaya çıkmadan yaşam tarzlarını düzenli hale getirmeleri önem taşımaktadır. Acı biber ve bazı baharatlar hemoroid sorunu olan bölgeyi tahriş etmektedir. Acılı ve bol salçalı yiyecekler ile baharatların tüketilmemesi de basura iyi gelmektedir.Hemoroid KomplikasyonlarıDiğer adı basur olan hemoroidler nadir olarak komplikasyon meydana getirir ancak yaşandığında ise şunlar görülebilir:AnemiHemoroidlerden kaynaklanan ve devam eden kan kaybı nadir olarak anemiye neden olabilir. Anemi, vücudun hücrelerine oksijen taşıyacak kadar yeterli sayıda sağlıklı kırmızı kan hücresinin olmamasıdır.Boğulmuş hemoroidİç hemoroide giden kan akışı kesildiğinde, hemoroid boğulmuş hemoroid adını alır. Boğulmuş hemoroidler aşırı ağrıya yol açabilir. Kan pıhtısıBazen hemoroidlerde kan pıhtısı meydana gelebilir. Buna tromboze hemoroid adı verilir.. Tehlikeli olmasa da aşırı ağrılı yaşanabilir ve bazen boşaltılması gerekir.Hemoroid Kaşıntısına Ne İyi Gelir?Hemoroid kaşıntı ve yanma yapabilmektedir. Kaşıntıyı hafifletmenin ilk adımı kaşımayı durdurmak olacaktır. Sürekli kaşıma bölgeye daha fazla zarar vererek ve sorunu daha da kötüleştirebilir.Kaşıntıyı azaltmanın bazı yolları şunlardır: Hemoroid kaşıntısı için bir küveti ılık suyla doldurup, küvete oturmak Anal bölgenize soğuk kompres uygulanabilir Doktor onaylı reçetesiz bir krem ya da merhemlerHemoroid (Basur) Nasıl Önlenir?Hafif ve kolay def-i hacetin sağlanması hemoroidden korunmayı sağlayabilir. Basura iyi gelen yiyecekler bol meyve, sebzedir. Özellikle protein tüketimi özellikle de et tüketimi azaltılmalıdır. Egzersiz mutlaka yapılmalıdır. Bol su içilerek, baharatlı yiyeceklerden, alkolden uzak durularak hemoroid riski azaltılabilir.Basur (hemoroid), anüs ve rektum çevresindeki damarların şişmesi ve iltihaplanmasıyla oluşan bir hastalıktır. Basuru önlemek ve riski azaltmak için kişinin yaşam tarzında bazı değişiklikler yapması gerekir. Bu değişiklikler risk faktörlerini azaltabilir. İşte risk faktörlerini azaltmak için uygulanabilecek o adımlar:Lif zengini besinler tüketinLifli gıdalar, dışkıyı yumuşatarak bağırsak hareketlerini düzenler ve kabızlığı önler. Kabızlık, basurun en önemli nedenlerinden biridir.Lif açısından zengin yiyecekler: Tam tahıllar, meyveler (özellikle elma, armut), sebzeler, baklagiller, ceviz, badem.Günlük önerilen lif miktarı: 20-30 gram civarındadır.Bol su tüketinYeterli miktarda su içmek, dışkının yumuşak kalmasına yardımcı olur ve böylelikle basur riski azalır. Günde en az 8-10 bardak su tüketmeye özen gösterin. Ayrıca kahve çay gibi kafeinli içecekler yerine su veya bitki çaylarını tercih etmeye çalışın.Düzenli fiziksel aktivite yapınHareketsizlik, hemoroid riskini artıran faktörler arasında yer alır. Düzenli egzersiz ise hemoroidin panzehirlerinden biridir ve düzenli hareket etmek bağırsak hareketlerini teşvik ederek basur riskini azaltır. Bu noktada günde en az 30 dakika yürüyüş veya hafif egzersiz yapmaya çalışın. Diğer yandan basur riskinden kaçınmak için uzun süre oturmamaya çalışın. Özellikle masa başı çalışanlar için belirli aralıklarla ayağa kalkıp hareket etmek önemlidir.Tuvalet alışkanlıklarını iyileştirinTuvaleti ertelemek, tuvalette uzun süre oturmak ve doğru pozisyon almamak zaman basuru tetikleyebilir. Bunlardan kaçınarak basur riskini azaltmaya çalışın.Kabızlıktan kaçınınKabızlığın geçmediği senaryolar basur riskini artırır. Bu sebeple meyve ve sebze tüketimini artırın, daha az işlenmiş gıdalar tüketin, probiyotik bakımdan zengin beslenerek bağırsak sağlığını destekleyin.Ağırlık kaldırma ve aşırı zorlanmadan kaçınınAğır yük kaldırmak, vücuttaki basıncı artırarak hemoroid oluşumuna sebep olabilir. Bu yüzden spor yaparken vücut ağırlığınıza uygun egzersizler seçin.Kilo kontrolü yapınAşırı kilo, özellikle karın bölgesindeki basıncı artırarak hemoroid riskini artırır. Sağlıklı bir kiloya ulaşmak ve bunu korumak önemlidir.Hemoroid (Basur) Nasıl Tedavi Edilir? Hemoroid dört evreden oluşur. Bir ve ikinci evredeki hastalara ilaç tedavisi, yaşam tarzı değişikliği önerilir. Hemoroid tedavisinde, hemoroid pomadı, hemoroid kremi, basur kremi, hemoroid fitil ya da ağızdan alınan ilaçlar reçete edilir.Hasta ilaç tedavisine yanıt vermediğinde hemoroid yani basur ameliyatı diğer bir tedavi yöntemi olarak uygulanabilir. İleri evredeki yani basur memesi iyice dışarı sarkmış olanlarda, cerrahi dışı tedavilere yanıt vermeyen hastalarda dışarı sarkmış bölge çıkarılır veya stapler yöntemiyle olması gereken yere asılarak cerrahi müdahele gerçekleştirilir. Band ligasyonu, skleroterapi, lazer ve radyofrekans yöntemleri uygulanabilmektedir.Lazer hemoroidopeksi yönteminde hemoroid paketleri kesilip çıkarılmadan, hemoroide giden damarlar yakılır. Böylece vücudun ihtiyacı olan dokular korunmuş olur. Daha hızlı iyileşmeyi sağlayan bu yöntemin dezavantajı ise maliyettir. Ameliyatsız Hemoroid (Basur) Tedavisi Mümkün mü? Hemoroid hastaları genelde hekime çok geç başvurmaktadırlar. Ameliyat olacaklarına dair bir önyargıları ve korkuları vardır. Halbuki bizim sistemimizde hastaların sadece yüzde onu ameliyat olmaktadır. Hemoroid yani basur tedavi edilebilir bir hastalıktır. İleri teknoloji ve deneyime karşın, anal bölge çok duyarlı bir doku yapısına sahiptir ve her türlü cerrahi girişim az ya da çok ağrı ve hassasiyete yol açmaktadır. Bu nedenle zorunlu kalmadıkça ameliyat yoluna gidilmemektedir. Günümüzde pek çok hemoroid vakası; Band ligasyonu (ayaktan uygulanan hemoroid köklerinin bantlanması), İnfrared koagülasyon (lazer tedavisi), Skleroterapi(hemoroidlerin köklerine kurutucu madde injeksiyonu) gibi yöntemlerle iyileştirilebilmektedir. Bunlar ağrısız günübirlik işlemlerdir. Herhangi bir doku kesilip çıkartılmamakta ve doğru uygulandıklarında hastaların çoğunun ameliyatsız iyileşmesini sağlamaktadır. Öncelikle hasta ile doğru iletişim kurulması gerekmekte, uygun diyet, sıcak banyolar, bazı ilaçlarla hastalık yatıştırılmakta ve hastalığın küçülmesi sağlanmaktadır. Bu şekilde önce hastalık kontrol altına alındığında daha basit girişimlerle sorun çözülebilmektedir. Buna ek olarak hemoroide eşlik eden başkaca patolojilerin –özellikle kadınlarda barsak fıtığı (rektosel) gibi-atlanmaması gerekmektedir.Hemoroid (Basur) Ameliyatı Sonrası Nelerden Kaçınmalı?Hemoroid (basur) ameliyatı sonrasında kabız sorunu ya da dışkılamada zorlayacak gıdalardan kaçınmak gerekmektedir. Basur ameliyatı sonrasında hasta, beslenme şeklini düzene sokarak, tahıllı gıdalar, meyve, sebze ve kuruyemiş tüketimine ağırlık verebilir. Hemoroid ile İlgili Sık Sorulan SorularHemoroidin anlamı nedir?Hemoroid hastalığı, anal kanalda bulunan dokuların şişmesi, genişlemesi ve kan damarlarıının tıkanması anlamına gelir. Bu yaşandığında makatta kanama, ağrı, kaşıntı ve hatta dışarı sarkma yaşanabilir ve basur ele gelir.Hemoroide ne iyi gelir?Lif oranı yüksek yiyecekler yemek, her gün düzenli su içmek, dışkılama anında ıkınıp, zorlamamak, uzun süre tuvalette oturmamak ve ağrıyı hafifletmeye yardımcı olmak için günde birkaç kez oturma banyosu olarak bilinen ılık su dolu bir küvette oturmak hemoroide iyi gelir.Hemoroid kaşıntı yapar mı?Hemoroid (basur), genel olarak tuvalette uzun süre oturma ve bağırsak hareketleri sırasında ıkınma ile ilişkilendirilmektedir. Hemoroid hem ağrılı hem de kaşıntılı olabilir.Hemoroid kaşıntısı neden olur?Hemoroid kaşıntısı genellikle dış hemoroidlerde veya iç hemoroidlerde ortaya çıkmaktadır. Kaşıntı birkaç faktör tarafından tetiklenebilir. Hemoroid, inflamatuar (iltihaplanma) bir reaksiyona neden olabilir. Kaşıntı gibi semptomlara ortaya çıkaran iltihaplanma ile şişme meydana gelebilir. Dış hemoroid, kan pıhtıları geliştirebilir. Bu pıhtılar genellikle kendi kendine çözülür, fakat kaşınan veya tahriş olmuş bir cilt bırakabilmektedir. Anüsten mukus akıntısı hemoroid belirtisi olabilir. Dışkıda olduğu gibi, bu mukus yanlışlıkla (özellikle gaz çıkarırken) dışarı sızabilmektedir. Bu durum tahrişe ve kaşıntıya neden olabilir.Hemoroid memesi patlatılır mı?Hemoroid, büyük ve anüs dışında olsalar bile görmek oldukça zordur. Bununla birlikte, anüs çevresindeki tüm cilt lezyonları hemoroid değildir. Anal bölgesi hem bağırsak hareketlerinden hem de deriden birçok bakteriye maruz kalmaktadır. Hemoroid memesi patlaması yüzünden bu bölgede oluşacak açık bir yara enfeksiyona karşı çok savunmasızdır. Hemoroid meme patlatması hem iyileşme sürecini uzatır hem de acı verici olabilmektedir.Dış basur memesi kendiliğinden geçer mi?Dış hemoroidler nedir sorusunun yanıtı merak ediliyor. Dış basur olarak da bilinen dış hemoroid yaygın olarak uzun süre oturarak çalışanlarda görülen bir sorundur. Üzeri ince bir deri ile kaplı olan dış hemoroidal damarlar normalde hissedilmemektedirler. Herhangi bir nedenle makat kenarında bulunan bu hemoroidal damar yumaklarının birinin veya birkaçının içinde kan pıhtısı birikimi olursa dış hemoroid meydana gelir.Mayasıl nedir?Hemoroid yani basur toplum arasında mayasıl olarak da bilinmektedir.İç hemoroid yani basur nedir?Asıl tedavi gerektiren ve büyük abdest tutma gibi yaşam kalitesi için çok önemli olan fonksiyonları gerçekleştiren iç hemoroidlerdir. Makatın içinde bulunan hemoroidal damarlardan gelişen bir hastalıktır.Hemoroidde kişiye özel tedavi var mı?Ameliyat kaçınılmaz olduğunda, bunun klasik cerrahi aletlerle ile yapılması yerine ultrasonik dissektör yani ses ötesi dalga bıçağı gibi dokuyu hırpalamayan teknolojilerle yapılması tercih edilmektedir. Ayrıca hemoroidlere hiç dokunmadan köklerinin tam hedeflenip doppler ile özel dikişlerle bağlanmasına yönelik teknik de (THD) özellikle aşırı kanama eğilimli iç hemoroidlerde çok daha üstün sonuçlar sağlar. Hemoroid hastalığının doğru tedavi edilmesindeki kritik unsur, hekimin hastaya en uygun tedaviyi tekniğini belirleyip, tedavide önyargısız ve bütünsel bir yaklaşımı uygulamasıdır. Hemoroid hastasının da daha sağlıklı bir diyet ve bağırsak alışkanlığı konusunda bilinçli olması ve tedavi aşamasında kendisinin de önemli rolü olduğunu fark etmesi gerekir.Hemoroid bitkisel tedavi ile de geçer mi?Doktor tarafından hemoroid teşhisi konulmuşsa, tedavi noktasında sadece doktor bilgi verir. İnternetten ya da kulaktan duyma bilgilerle tedavi yoluna gidilmesi farklı sağlık sorunlarına zemin hazırlayabilir. İnternette ya da bazı ilanlarda “Basura iyi gelen krem”, “Basur evde nasıl geçer” ibareleri görülebilmektedir. Doktora sormadan asla bu tür yöntemler denenmemelidir. Bu nedenle tedavi kısmını doktorunuzla paylaşarak yapmak daha doğru olacaktır.Hemoroidde longo yöntemi nedir?Hemoroid tanısı mümkün olan en erken evrede konulduğunda, “longo işlemi” denilen ve ortalama 8-10 dakika süren uygulama ile hasta konforu sağlanabilir. Bu işlem; ağrısız, hemoroid alınmadan ve hemoroide giden ana akım damarların bir kısmının kesilerek yapılmasıdır. İşlem tek kullanımlık teknolojik aletlerle gerçekleştirilir ve ameliyat izi oluşmaz. Kadınlar, anatomik yapıları nedeniyle işlem sonrasında daha az ağrı sorunu yaşar. Ancak 25-35 yaş arası erkek hastalarda birkaç gün süren rahatsızlık hissi oluşabilir. Bir diğer yöntem olan “doppler”, genel anestezi altında yapılan ve bulunduğu bölgeden dışarı taşan hemoroidlerin yukarı toplanması esasına dayanır. Longo yöntemiyle karşılaştırıldığında 45 dakika gibi bir sürede tamamlanır. Cerrahiler sonrası antibiyotik tedavileri uygulanır, kabızlık riskine karşı sulu gıdalar tüketilmesi önerilir. Sonrasında hasta normal yaşama dönebilir.Sıcak oturma banyosu hemoroide yani basura iyi gelir mi?Sıcak oturma banyoları basur yani hemoroid tedavisinde etkilidir. İç hemoroid yani iç basur için oturma banyoları yararlı olabilir ancak dış hemoroid üzerinde hiçbir etkisi olmaz. Dış hemoroid tedavi yöntemleri hakkında doktor gerekli bilgiyi verecektir.Acı yemek hemoroid yapar mı?Acının kendisi hemoroide yol açmaz ancak hemoroidal hastalığa yakalanmış insanlarda çok acı yemek o bölgeyi tahriş eder.Hemoroidden koruyan beslenme nasıl olmalı?Hemoroid hastalığında posalı beslenme oldukça önem taşımaktadır. Gerekli posalı gıda alımına başlanan ilk günlerde bağırsaklar bu düzene alışık olmadığı için, gaz ve karın ağrısı şikayeti olabilir. Bu nedenle posalı gıda alımı yavaş yavaş artırılmalıdır. Posalı gıda alımıyla birlikte günlük tükettiğiniz su miktarı da arttırılmalıdır.Sabah kahvaltı öncesinde güne 1 bardak ılık su ile başlamak da uygun olur. Sağlıklı bir bağırsak fonksiyonu için örneğin sabah meyve salatası, zeytinyağı ve tam buğday ekmeği, öğlen sebze yemeği ve yoğurt, akşam yemeğinde büyük bir tabak zeytinyağlı marul salatası ve protein ve gece de küçük bir kase dolusu kabak çekirdeği yenmesi önem taşımaktadır. Acı, turşu, sirke, alkollü içecekler tüketmekten ve sigara içmekten kaçınılmalıdır.Hemoroid başka hastalıkla karıştırılabilir mi?Hemoroid belirtileri başka hastalıklarla karıştırılabilir. Bu nedenle kanama şikayetleri önemsenmeli ve kişide rektum ya da kalın bağırsak kanseri gibi hastalıkların bulunup bulunmadığı kontrol edilmelidir. Çünkü bazen hastada hem hemoroid hem rektum tümörü aynı anda görülebilir.Hemoroid tedavi edilmezse ne olur?Hemoroidler (basur) tek başına ciddi bir rahatsızlık olarak kabul edilmese de tedavi edilmeden uzun süre bırakılmaları son derece rahatsız edici olabilir ve yeterince uzun süre görmezden gelinirse enfeksiyona ve kan kaybına yol açabilir. Bu yüzden uzun süre geçmeyen ve özellikle ağrı veya kanama yapan hemoroid vakalarında doktor kontrolü gerekir.
Hemoroid (Basur) Nedir? Hemoroid (basur), anüs veya rektumun içindeki veya çevresindeki anal yastıkçıkların iltihaplanması ve şişmesi durumudur. Hemoroid yastıkçıkları dışkıların atılmasına yardım eden anal kanalın parçası olup çeşitli sebeplerle tahriş olur, özellikle dışkılama sırasında şişer ve kimisi de anüsten sarkar. Özellikle makatta kaşıntı ve sızlamaya neden olurlar. Hemoroidler ya anüsün içinde ya da anüsünüzün çevresindeki derinin altında yer alır ve bunlar iç ve dış hemoroid olarak ayrılır. Hemoroid, kanama, ağrı veya kaşıntıya neden olabilir, dış hemoroid ise anüs bölgesi ellendiğinde ele gelebilir. Aslında insanlar hemoroidle doğar ancak sadece şiştiklerinde ve büyüdüklerinde basur belirtilerini yaşamaya başlarlar.Hemoroid (Basur) Türleri Nelerdir?Basur olarak da adlandırılan hemoroidler, anüsün çevresinde veya rektumun altındaki şişmiş ve iltihaplı damarlardır. Üç farklı hemoroid türü bulunmaktadır. Basur çeşitleri şu şekilde sıralanabilir:İç hemoroidlerRektumun (kalın bağırsağın son kısmı) içinde bulunur. Ağrısızdırlar ancak kanama eğilimi göstermektedir.Prolapsus hemoroidlerDiğer basur çeşitlerine göre daha şiddetli ve ağrılı bir iç hemoroid şeklidir. Damarlar, tuvalete gittikten sonra anüsün içinden geçerek vücuttan dışarı sarkmaktadır.Dış hemoroidlerAnüs çevresindeki derinin altında küçük kanamalar meydana gelebilir. Oluşan sert topaklar dış hemoroid olarak adlandırılmaktadır. Hemoroid (Basur) Neden Olur?Anal bölgede basınç yaratarak damarları şişmesine neden olan hamilelik, kabızlık, kısa sürede çok fazla dışkılama, ıkınma, uzun süre tuvalette oturma, aşırı kilo ve ağır kaldırma yanı sıra acılı-baharatlı gıdalar ile lifli besin tüketiminin az olması basurun en yaygın nedenleridir.Hemoroid (Basur) Belirtileri Nelerdir?4 evrede belirtiler gösteren hemoroidin her evresi bir önceki evredeki belirtileri sürdürür. Basur sorunu yaşayan kişilerde görülen belirtiler makatta ya da dışkıda parlak ve açık kırmızı renkte kanama, ele gelen kitle, kaşıntı, akıntı ve ileri evrelerinde ağrı ve sızlamadır.Hemoroid yani basurun en yaygın belirtileri şunlardır:Dışkılama sırasında ıkınma ya da zorlanma ile dışkının damar duvarına yaptığı travma sonucu basur kanaması görülür. Bu kanamayı ya tuvalette ya da dışkıya bulaşmış şekilde görmek mümkündür. Kan parlak ve açık kırmızı renkte olur.Bu şikayetlerle başvuran hastalarda anal fissür, perianal fistül, perianal abse ve tromboz görülen diğer hastalıklardır. Ağrı iç hemoroidleri belirtileri arasında çok geç bir bulgudur. Başlangıç döneminde ağrı varsa tromboze hemoroid, perianal abse, anal fissür akla gelmelidir. Hemoroid Tanısı Nasıl Konulur?Genel cerrahi uzmanına başvuran hastanın şikayetleri dikkatlice dinlendikten sonra yapılan anal muayene genellikle genç hastalarda tanı için yeterlidir. Rektal kanama şikayeti ile gelen hastalara rektoskopi önerilir. Kırk yaş ya da üstü kabızlık şikayeti ile gelen ve yapılan anal muayenesinde hemoroid saptanan tüm hastalarda kolonoskopik tetkik önerilmektedir. Her zaman altta yatan bir kalın barsak tümörü olmadığı ekarte edilmelidir. Unutulmamalıdır ki hemoroid tek başına kalın barsak kanserinin belirtisi olabilir.Basura Ne İyi Gelir?10 ila 20 dakika boyunca ılık suya oturmak, bol su içmek, dışkıyı yumuşatıp hemoroidi zorlamamak için lifli besinler yemek, dışkılarken ıkınmaktan kaçınmak, stereoid içeren krem ve fitilleri kullanmak basura iyi gelir. Basur şiştiyse 15 dakika süre ile buz torbası uygulamakta şişliği azaltmaya yardım eder. Basur şikayeti olanlar ayrıca tuvalette uzun süre oturmamaya da dikkat etmelidir.Hemoroid Nasıl Geçer?Hemoroid Ağrısına Ne İyi Gelir?Hemoroidin tedavisi ve ağrısı için yapılabilecekler basurun seviyesine göre değişiklik gösterebilir. Hastalığın erken evresinde bol sıvı alımı, diyet, ağrı kesiciler, steroid içeren fitiller ve kremler etkilidir. Ayrıca 'oturma banyosu' denilen sıcak su banyosunun yanı sıra kabızlığı olan hastalarda lifli gıdaların tüketilmesi, basur şikayetlerinin azalmasını sağlar. Hemoroid Hastaları Nelere Dikkat Etmeli?Hemoroid KomplikasyonlarıDiğer adı basur olan hemoroidler nadir olarak komplikasyon meydana getirir ancak yaşandığında ise şunlar görülebilir:AnemiHemoroidlerden kaynaklanan ve devam eden kan kaybı nadir olarak anemiye neden olabilir. Anemi, vücudun hücrelerine oksijen taşıyacak kadar yeterli sayıda sağlıklı kırmızı kan hücresinin olmamasıdır.Boğulmuş hemoroidİç hemoroide giden kan akışı kesildiğinde, hemoroid boğulmuş hemoroid adını alır. Boğulmuş hemoroidler aşırı ağrıya yol açabilir. Kan pıhtısıBazen hemoroidlerde kan pıhtısı meydana gelebilir. Buna tromboze hemoroid adı verilir.. Tehlikeli olmasa da aşırı ağrılı yaşanabilir ve bazen boşaltılması gerekir.Hemoroid Kaşıntısına Ne İyi Gelir?Hemoroid kaşıntı ve yanma yapabilmektedir. Kaşıntıyı hafifletmenin ilk adımı kaşımayı durdurmak olacaktır. Sürekli kaşıma bölgeye daha fazla zarar vererek ve sorunu daha da kötüleştirebilir.Kaşıntıyı azaltmanın bazı yolları şunlardır:Hemoroid (Basur) Nasıl Önlenir?Hafif ve kolay def-i hacetin sağlanması hemoroidden korunmayı sağlayabilir. Basura iyi gelen yiyecekler bol meyve, sebzedir. Özellikle protein tüketimi özellikle de et tüketimi azaltılmalıdır. Egzersiz mutlaka yapılmalıdır. Bol su içilerek, baharatlı yiyeceklerden, alkolden uzak durularak hemoroid riski azaltılabilir.Basur (hemoroid), anüs ve rektum çevresindeki damarların şişmesi ve iltihaplanmasıyla oluşan bir hastalıktır. Basuru önlemek ve riski azaltmak için kişinin yaşam tarzında bazı değişiklikler yapması gerekir. Bu değişiklikler risk faktörlerini azaltabilir. İşte risk faktörlerini azaltmak için uygulanabilecek o adımlar:Lif zengini besinler tüketinLifli gıdalar, dışkıyı yumuşatarak bağırsak hareketlerini düzenler ve kabızlığı önler. Kabızlık, basurun en önemli nedenlerinden biridir.Lif açısından zengin yiyecekler: Tam tahıllar, meyveler (özellikle elma, armut), sebzeler, baklagiller, ceviz, badem.Günlük önerilen lif miktarı: 20-30 gram civarındadır.Bol su tüketinYeterli miktarda su içmek, dışkının yumuşak kalmasına yardımcı olur ve böylelikle basur riski azalır. Günde en az 8-10 bardak su tüketmeye özen gösterin. Ayrıca kahve çay gibi kafeinli içecekler yerine su veya bitki çaylarını tercih etmeye çalışın.Düzenli fiziksel aktivite yapınHareketsizlik, hemoroid riskini artıran faktörler arasında yer alır. Düzenli egzersiz ise hemoroidin panzehirlerinden biridir ve düzenli hareket etmek bağırsak hareketlerini teşvik ederek basur riskini azaltır. Bu noktada günde en az 30 dakika yürüyüş veya hafif egzersiz yapmaya çalışın. Diğer yandan basur riskinden kaçınmak için uzun süre oturmamaya çalışın. Özellikle masa başı çalışanlar için belirli aralıklarla ayağa kalkıp hareket etmek önemlidir.Tuvalet alışkanlıklarını iyileştirinTuvaleti ertelemek, tuvalette uzun süre oturmak ve doğru pozisyon almamak zaman basuru tetikleyebilir. Bunlardan kaçınarak basur riskini azaltmaya çalışın.Kabızlıktan kaçınınKabızlığın geçmediği senaryolar basur riskini artırır. Bu sebeple meyve ve sebze tüketimini artırın, daha az işlenmiş gıdalar tüketin, probiyotik bakımdan zengin beslenerek bağırsak sağlığını destekleyin.Ağırlık kaldırma ve aşırı zorlanmadan kaçınınAğır yük kaldırmak, vücuttaki basıncı artırarak hemoroid oluşumuna sebep olabilir. Bu yüzden spor yaparken vücut ağırlığınıza uygun egzersizler seçin.Kilo kontrolü yapınAşırı kilo, özellikle karın bölgesindeki basıncı artırarak hemoroid riskini artırır. Sağlıklı bir kiloya ulaşmak ve bunu korumak önemlidir.Hemoroid (Basur) Nasıl Tedavi Edilir? Hemoroid dört evreden oluşur. Bir ve ikinci evredeki hastalara ilaç tedavisi, yaşam tarzı değişikliği önerilir. Hemoroid tedavisinde, hemoroid pomadı, hemoroid kremi, basur kremi, hemoroid fitil ya da ağızdan alınan ilaçlar reçete edilir.Hasta ilaç tedavisine yanıt vermediğinde hemoroid yani basur ameliyatı diğer bir tedavi yöntemi olarak uygulanabilir. İleri evredeki yani basur memesi iyice dışarı sarkmış olanlarda, cerrahi dışı tedavilere yanıt vermeyen hastalarda dışarı sarkmış bölge çıkarılır veya stapler yöntemiyle olması gereken yere asılarak cerrahi müdahele gerçekleştirilir. Band ligasyonu, skleroterapi, lazer ve radyofrekans yöntemleri uygulanabilmektedir.Lazer hemoroidopeksi yönteminde hemoroid paketleri kesilip çıkarılmadan, hemoroide giden damarlar yakılır. Böylece vücudun ihtiyacı olan dokular korunmuş olur. Daha hızlı iyileşmeyi sağlayan bu yöntemin dezavantajı ise maliyettir. Ameliyatsız Hemoroid (Basur) Tedavisi Mümkün mü? Hemoroid hastaları genelde hekime çok geç başvurmaktadırlar. Ameliyat olacaklarına dair bir önyargıları ve korkuları vardır. Halbuki bizim sistemimizde hastaların sadece yüzde onu ameliyat olmaktadır. Hemoroid yani basur tedavi edilebilir bir hastalıktır. İleri teknoloji ve deneyime karşın, anal bölge çok duyarlı bir doku yapısına sahiptir ve her türlü cerrahi girişim az ya da çok ağrı ve hassasiyete yol açmaktadır. Bu nedenle zorunlu kalmadıkça ameliyat yoluna gidilmemektedir. Günümüzde pek çok hemoroid vakası; Band ligasyonu (ayaktan uygulanan hemoroid köklerinin bantlanması), İnfrared koagülasyon (lazer tedavisi), Skleroterapi(hemoroidlerin köklerine kurutucu madde injeksiyonu) gibi yöntemlerle iyileştirilebilmektedir. Bunlar ağrısız günübirlik işlemlerdir. Herhangi bir doku kesilip çıkartılmamakta ve doğru uygulandıklarında hastaların çoğunun ameliyatsız iyileşmesini sağlamaktadır. Öncelikle hasta ile doğru iletişim kurulması gerekmekte, uygun diyet, sıcak banyolar, bazı ilaçlarla hastalık yatıştırılmakta ve hastalığın küçülmesi sağlanmaktadır. Bu şekilde önce hastalık kontrol altına alındığında daha basit girişimlerle sorun çözülebilmektedir. Buna ek olarak hemoroide eşlik eden başkaca patolojilerin –özellikle kadınlarda barsak fıtığı (rektosel) gibi-atlanmaması gerekmektedir.Hemoroid (Basur) Ameliyatı Sonrası Nelerden Kaçınmalı?Hemoroid (basur) ameliyatı sonrasında kabız sorunu ya da dışkılamada zorlayacak gıdalardan kaçınmak gerekmektedir. Basur ameliyatı sonrasında hasta, beslenme şeklini düzene sokarak, tahıllı gıdalar, meyve, sebze ve kuruyemiş tüketimine ağırlık verebilir. Hemoroid ile İlgili Sık Sorulan SorularHemoroidin anlamı nedir?Hemoroid hastalığı, anal kanalda bulunan dokuların şişmesi, genişlemesi ve kan damarlarıının tıkanması anlamına gelir. Bu yaşandığında makatta kanama, ağrı, kaşıntı ve hatta dışarı sarkma yaşanabilir ve basur ele gelir.Hemoroide ne iyi gelir?Lif oranı yüksek yiyecekler yemek, her gün düzenli su içmek, dışkılama anında ıkınıp, zorlamamak, uzun süre tuvalette oturmamak ve ağrıyı hafifletmeye yardımcı olmak için günde birkaç kez oturma banyosu olarak bilinen ılık su dolu bir küvette oturmak hemoroide iyi gelir.Hemoroid kaşıntı yapar mı?Hemoroid (basur), genel olarak tuvalette uzun süre oturma ve bağırsak hareketleri sırasında ıkınma ile ilişkilendirilmektedir. Hemoroid hem ağrılı hem de kaşıntılı olabilir.Hemoroid kaşıntısı neden olur?Hemoroid kaşıntısı genellikle dış hemoroidlerde veya iç hemoroidlerde ortaya çıkmaktadır. Kaşıntı birkaç faktör tarafından tetiklenebilir.Hemoroid memesi patlatılır mı?Hemoroid, büyük ve anüs dışında olsalar bile görmek oldukça zordur. Bununla birlikte, anüs çevresindeki tüm cilt lezyonları hemoroid değildir. Anal bölgesi hem bağırsak hareketlerinden hem de deriden birçok bakteriye maruz kalmaktadır. Hemoroid memesi patlaması yüzünden bu bölgede oluşacak açık bir yara enfeksiyona karşı çok savunmasızdır. Hemoroid meme patlatması hem iyileşme sürecini uzatır hem de acı verici olabilmektedir.Dış basur memesi kendiliğinden geçer mi?Dış hemoroidler nedir sorusunun yanıtı merak ediliyor. Dış basur olarak da bilinen dış hemoroid yaygın olarak uzun süre oturarak çalışanlarda görülen bir sorundur. Üzeri ince bir deri ile kaplı olan dış hemoroidal damarlar normalde hissedilmemektedirler. Herhangi bir nedenle makat kenarında bulunan bu hemoroidal damar yumaklarının birinin veya birkaçının içinde kan pıhtısı birikimi olursa dış hemoroid meydana gelir.Mayasıl nedir?Hemoroid yani basur toplum arasında mayasıl olarak da bilinmektedir.İç hemoroid yani basur nedir?Asıl tedavi gerektiren ve büyük abdest tutma gibi yaşam kalitesi için çok önemli olan fonksiyonları gerçekleştiren iç hemoroidlerdir. Makatın içinde bulunan hemoroidal damarlardan gelişen bir hastalıktır.Hemoroidde kişiye özel tedavi var mı?Ameliyat kaçınılmaz olduğunda, bunun klasik cerrahi aletlerle ile yapılması yerine ultrasonik dissektör yani ses ötesi dalga bıçağı gibi dokuyu hırpalamayan teknolojilerle yapılması tercih edilmektedir. Ayrıca hemoroidlere hiç dokunmadan köklerinin tam hedeflenip doppler ile özel dikişlerle bağlanmasına yönelik teknik de (THD) özellikle aşırı kanama eğilimli iç hemoroidlerde çok daha üstün sonuçlar sağlar. Hemoroid hastalığının doğru tedavi edilmesindeki kritik unsur, hekimin hastaya en uygun tedaviyi tekniğini belirleyip, tedavide önyargısız ve bütünsel bir yaklaşımı uygulamasıdır. Hemoroid hastasının da daha sağlıklı bir diyet ve bağırsak alışkanlığı konusunda bilinçli olması ve tedavi aşamasında kendisinin de önemli rolü olduğunu fark etmesi gerekir.Hemoroid bitkisel tedavi ile de geçer mi?Doktor tarafından hemoroid teşhisi konulmuşsa, tedavi noktasında sadece doktor bilgi verir. İnternetten ya da kulaktan duyma bilgilerle tedavi yoluna gidilmesi farklı sağlık sorunlarına zemin hazırlayabilir. İnternette ya da bazı ilanlarda “Basura iyi gelen krem”, “Basur evde nasıl geçer” ibareleri görülebilmektedir. Doktora sormadan asla bu tür yöntemler denenmemelidir. Bu nedenle tedavi kısmını doktorunuzla paylaşarak yapmak daha doğru olacaktır.Hemoroidde longo yöntemi nedir?Hemoroid tanısı mümkün olan en erken evrede konulduğunda, “longo işlemi” denilen ve ortalama 8-10 dakika süren uygulama ile hasta konforu sağlanabilir. Bu işlem; ağrısız, hemoroid alınmadan ve hemoroide giden ana akım damarların bir kısmının kesilerek yapılmasıdır. İşlem tek kullanımlık teknolojik aletlerle gerçekleştirilir ve ameliyat izi oluşmaz. Kadınlar, anatomik yapıları nedeniyle işlem sonrasında daha az ağrı sorunu yaşar. Ancak 25-35 yaş arası erkek hastalarda birkaç gün süren rahatsızlık hissi oluşabilir. Bir diğer yöntem olan “doppler”, genel anestezi altında yapılan ve bulunduğu bölgeden dışarı taşan hemoroidlerin yukarı toplanması esasına dayanır. Longo yöntemiyle karşılaştırıldığında 45 dakika gibi bir sürede tamamlanır. Cerrahiler sonrası antibiyotik tedavileri uygulanır, kabızlık riskine karşı sulu gıdalar tüketilmesi önerilir. Sonrasında hasta normal yaşama dönebilir.Sıcak oturma banyosu hemoroide yani basura iyi gelir mi?Sıcak oturma banyoları basur yani hemoroid tedavisinde etkilidir. İç hemoroid yani iç basur için oturma banyoları yararlı olabilir ancak dış hemoroid üzerinde hiçbir etkisi olmaz. Dış hemoroid tedavi yöntemleri hakkında doktor gerekli bilgiyi verecektir.Acı yemek hemoroid yapar mı?Acının kendisi hemoroide yol açmaz ancak hemoroidal hastalığa yakalanmış insanlarda çok acı yemek o bölgeyi tahriş eder.Hemoroidden koruyan beslenme nasıl olmalı?Hemoroid hastalığında posalı beslenme oldukça önem taşımaktadır. Gerekli posalı gıda alımına başlanan ilk günlerde bağırsaklar bu düzene alışık olmadığı için, gaz ve karın ağrısı şikayeti olabilir. Bu nedenle posalı gıda alımı yavaş yavaş artırılmalıdır. Posalı gıda alımıyla birlikte günlük tükettiğiniz su miktarı da arttırılmalıdır.Sabah kahvaltı öncesinde güne 1 bardak ılık su ile başlamak da uygun olur. Sağlıklı bir bağırsak fonksiyonu için örneğin sabah meyve salatası, zeytinyağı ve tam buğday ekmeği, öğlen sebze yemeği ve yoğurt, akşam yemeğinde büyük bir tabak zeytinyağlı marul salatası ve protein ve gece de küçük bir kase dolusu kabak çekirdeği yenmesi önem taşımaktadır. Acı, turşu, sirke, alkollü içecekler tüketmekten ve sigara içmekten kaçınılmalıdır.Hemoroid başka hastalıkla karıştırılabilir mi?Hemoroid belirtileri başka hastalıklarla karıştırılabilir. Bu nedenle kanama şikayetleri önemsenmeli ve kişide rektum ya da kalın bağırsak kanseri gibi hastalıkların bulunup bulunmadığı kontrol edilmelidir. Çünkü bazen hastada hem hemoroid hem rektum tümörü aynı anda görülebilir.Hemoroid tedavi edilmezse ne olur?Hemoroidler (basur) tek başına ciddi bir rahatsızlık olarak kabul edilmese de tedavi edilmeden uzun süre bırakılmaları son derece rahatsız edici olabilir ve yeterince uzun süre görmezden gelinirse enfeksiyona ve kan kaybına yol açabilir. Bu yüzden uzun süre geçmeyen ve özellikle ağrı veya kanama yapan hemoroid vakalarında doktor kontrolü gerekir. | 13,741 |
371 | Hastalıklar | Hepatit B | Hepatit B, hepatit B virüsü (HBV) ile enfekte bir kişiden alınan kan, meni veya başka bir vücut sıvısının, enfekte olmayan birinin vücuduna girmesi sonucu karaciğerin iltihaplanmasıdır. Daha çok anneden çocuğa ya da cinsel yolla bulaşan hepatit b ciddi bir sağlık sorunudur. Hepatit B eğer akut formunda meydana geldiyse kısa süreli bir etki yapar ve iltihaplanma geçicidir. Eğer kronik bir hepatit b vakası söz konusuysa virüsün meydana getirdiği enfeksiyonun 6 aydan uzun sürmesi söz konusudur. Hepatit B kan testi ile tespit edilebilirken aynı zamanda aşı ile de önlenebilen bir hastalıktır.Hepatit B, hepatit B virüsü (HBV) ile enfekte bir kişiden alınan kan, meni veya başka bir vücut sıvısının, enfekte olmayan birinin vücuduna girmesi sonucu karaciğerin iltihaplanmasıdır. Daha çok anneden çocuğa ya da cinsel yolla bulaşan hepatit b ciddi bir sağlık sorunudur. Hepatit B eğer akut formunda meydana geldiyse kısa süreli bir etki yapar ve iltihaplanma geçicidir. Eğer kronik bir hepatit b vakası söz konusuysa virüsün meydana getirdiği enfeksiyonun 6 aydan uzun sürmesi söz konusudur. Hepatit B kan testi ile tespit edilebilirken aynı zamanda aşı ile de önlenebilen bir hastalıktır.
Hepatit B Nedir?Hepatit B, Hepatit B(HBV) virüsünün neden olduğu bulaşıcı bir karaciğer enfeksiyonudur. Hepatit B tedavi edilmediğinde siroza veya kronik enfeksiyona yol açabilir. Hepatit aşısıyla birlikte önlenebilmesi mümkün olan bir hastalık olarak kabul edilen hepatit b hastalığının kesin bir tedavisi söz konudu değildir. Birçok enfeksiyon hastalığında olduğu gibi ateş, iştah kaybı, mide bulantısı ve kusma gibi belirtiler gösteren hepatit b, bazı durumlarda semptom göstermeden de kişinin vücudunda kendisine yayılım alanı bulur.Hepatit B hastalığına yakalanan yetişkin bireylerin çoğu, semptomları şiddetli olsa bile tamamen iyileşir. Bebekler ve çocukların uzun süreli hepatit B enfeksiyonu geliştirme riski daha yüksektir. 6 aydan uzun süren hepatit b vakaları kronik hepatit olarak bilinirken kısa sürede iyileşenler ise akut ismini alır. Uzun süreli iltihaplanma ile ortaya çıkan kronik hepatit b zamanla karaciğere ciddi hasar verebilir. Bunun sonucunda da siroz ve karaciğer yetmezliği gibi hastalıklar ortaya çıkabilir. Diğer kronik karaciğer hastalıkları gibi, hepatit B enfeksiyonu da semptomlara neden olmadan bu hasarı verebilir. Birçok kişi enfekte olduğunu bile fark etmeden hepatit b hastalığına yakalanmış olabilir. Sonuç olarak Hepatit B, karaciğere saldıran ve hem akut hem de kronik olarak seyreden viral bir enfeksiyondur.Hepatit B virüsünün yapısıHepatit B virüsü, “Hepadnaviridae” ailesine ait küçük bir DNA virüsüdür. Bu aileye ait virüsler ayrıca marmosetlerde, yer sincaplarında, ağaç sincaplarında, Pekin ördeklerinde ve balıkçıllarda da bulunur.Hepatit B virüsü dış zarf ve iç çekirdekten oluşur. Virüsün dış zarfı, hepatit B yüzey antijeni veya "HBsAg" adı verilen bir yüzey proteininden oluşur. HBsAg basit bir kan testiyle tespit edilebilir ve pozitif bir test sonucu, kişinin hepatit B virüsü ile enfekte olduğunu gösterir. Virüsün iç çekirdeği, hepatit B çekirdek antijeni veya "HBcAg" olarak adlandırılan, hepatit B virüsünün DNA'sını ve viral replikasyonda kullanılan enzimleri içeren bir protein kabuğudur.Hepatit B Türleri Nelerdir?Hepatit B, akut ve kronik olmak üzere ikiye ayrılır. Akut enfeksiyonda geçici bir enfeksiyon söz konusudur ve etkisi kısa sürer. Ancak kronik hepatit b vakaları 6 aydan daha uzun sürer ve kontrol altına alınmazsa karaciğer hastalıkarına yol açabilir.Hepatit B Neden Olur?Hepatit B, insandan insana kan, yara ve sıvı yoluyla bulaşan viral bir karaciğer enfeksiyonu olmakla birlikte hepatit B virüsünün vücuda girmesi sonucu meydana gelir. Hepatit B virüsünün vücuda girmesiyle birlikte birtakım belirtiler ortaya çıkmaya başlar. Akut ve kronik bir şekilde görülen hepatit B hastalığı, uzun vadede siroz ve karaciğer yetmezliği gibi sorunların da meydana gelmesine sebebiyet verebilir.Hepatit B'ye neden olan faktörler şöyle sıralanabilir: İnsandan insana kan, yara ve sıvı yoluyla İğne batması veya kesici alet yaralanması Enfekte kanla kirlenmiş iğneler ve şırıngalar Virüsü taşıyan kişiyle korunmasız cinsel ilişkiİnsandan insana kan, yara ve sıvı yoluylaHepatit B virüsü, enfekte olan kişinin kanıyla doğruda temas edildiğinde bulaşabilir. Bu bulaşma transfüzyonlar, tıbbi müdahale, diş tedavisi ya da kan bağışı işlemleri sırasında gerçekleşebilir. Bunun yanında enfekte olan kişinin kanının vücutta bir yüzeye sıçraması sonucunda da dolaylı da olsa kişiye geçebilir. Hepatit B virüsüne sahip olan kişinin kan bağışlaması ve kanın alıcıyla geçmesi durumunda da bulaşmaya neden olur.İğne batması veya kesici alet yaralanmasıHepatit B virüsü, enfekte olan kişilerin kanı veya vücut sıvıları ile doğrudan temas edildiği durumda doğrudan deri yoluyla bulaşabilir. Bunun olması için genellikle açık yaralar veya cilt yüzeyinde küçük kesiklerin olması gerekir. Yara ya da açık kesiklerin olduğu alanlarda virüsün geçişi için uygun alanlardır.Enfekte kanla kirlenmiş iğneler ve şırıngalarHepatit B virüsü, tıbbi müdahalede kullanılan iğne ve şırıngalar gibi aletlerden kan aracılığıyla bulaşabilir. Steril olmayan iğnelerle yapılan tetkikler, aşılar veya diğer tıbbi uygulamalar sonucunda hepatit B kişiden kişiye geçebilir.Virüsü taşıyan kişiyle korunmasız cinsel ilişkiHepatit B, virüse sahip olan kişinin korunmasız olarak cinsel ilişkiye girmesi sonucunda bulaşabilir. Virüs, genital ya da kan yoluyla geçer. Bu durum genellikle cinsel sağlık korunmasına dikkat etmeyen kişilerde yaygın bir bulaşma yoludur.Hepatit B Belirtileri Nelerdir?Hepatit B virüsü ile enfekte olan bir kişide ortaya çıkan yaygın belirtiler, yorgunluk, iştahta azalma, mide bulantısı, kusma, karın ve eklem ağrıları ve sarılık görülür. Hepatit B semptomları enfekte olunduktan 1 ila 4 ay sonra ortaya çıkmaya başlar ancak bazı durumlarda bu süre iki haftaya kadar düşebilir.Hepatit B belirtileri şunlardır: Ateş Halsizlik ve tükenmişlik hissi Cildin ve göz akının sararması (sarılık) Karın ağrısı İdrar renginde koyulaşma Mide bulantısı ve kusma İştah kaybı Kas ve eklem ağrılarıAkut hepatit b vakalarında ortaya çıkan belirtiler hafif olabileceği gibi şiddetli bir şekilde de seyredebilir. Ancak kimi zaman herhangi bir semptom görülmediği de olabilir. Hepatit B belirtileri genellikle enfekte olduktan yaklaşık 1 ila 4 ay sonra ortaya çıkar ancak enfekte olduktan iki hafta sonra bile semptomlara rastlanabilir. Bazı kişilerde ve özellikle küçük çocuklarda hiçbir belirti olmayabilir.Hepatit B Nasıl Bulaşır?Hepatit B, HBV virüsü ile enfekte olmuş bir kişi ile cinsel ilişki, şırınga kullanımı, enfekte kan bulaşmış bir sargı bezinin açık yaraya temas etmesi gibi kanı, menisi veya başka bir vücut sıvısının enfekte olmayan birinin vücuduna girmesiyle bulaşır.Hepatit B’nin kişiden kişiye bulaşma yolları şöyledir: Enfekte olan kişiyle temas Kan ve açık yaralar Meni veya vücut sıvısı Korunmasız cinsel birliktelik İğne, şırınga veya uyuşturucu maddelerin enjeksiyonlarının paylaşılması Doğum sırasında anneden bebeğe geçmesi Diş fırçayı ya da tıraş bıçağı paylaşımı Güvenli olmayan dövme tekniklerinin uygulanmasıVirüs çoğunlukla doğum ve doğum sonrası dönemde anneden çocuğa, erken çocukluk döneminde, ayrıca enfekte bir partnerle cinsel ilişki sırasında kan veya diğer vücut sıvılarıyla temas, güvenli olmayan enjeksiyonlar veya keskin aletlere maruz kalma yoluyla bulaşır.Hepatit B Teşhisi Nasıl Yapılır?Doktorun fiziki muayenesi sırasında ciltte sararma veya karaciğer hasarına sebep olabilecek belirtiler aranır. Fiziki muayenenin ardından vücuttaki hepatit B virüsünün tespiti için birtakım testler istenir.Hepatit B tanısında faydalanılan testler şunlardır:Kan testleri: Vücuttaki hepatit B virüsünün belirtilerini tespit etmek ve virüsün akut veya kronik olup olmadığını belirlemek için yapılır. Ayrıca b asit bir kan testi, duruma karşı bağışık olup olmadığınızı da belirleyebilir.Karaciğer ultrasonu: Geçici elastografi adı verilen özel bir ultrason, karaciğer hasarı ve tahrişinin seviyesini göstermeye yarar.Karaciğer biyopsisi: Karaciğer hasarını kontrol etmek için test yapmak üzere karaciğerden küçük bir örnek alınır ve bu durum karaciğer biyopsisi olarak adlandırılır. Bu test sırasında, deri ve karaciğere ince bir iğne sokulur ve laboratuvar analizi için doku örneği alınır.Ayrıca hepatit b Hepatit B yüzey antijeni ve antikoru ile birlikte Hepatit B yüzey antikoru (anti-HBs) da hepatit B hastalığının teşhisinde yararlanılan yöntemlerdendir.Hepatit B hastalığında erken teşhisin önemiHepatit B hastalığı kontrol altına alınmadığında siroz, karaciğer yetmezliği ve hatta karaciğer kanserine bile yol açabilir. Bu sebeple hepatit b hastalığının erken teşhisi hastalığın iyileşmesi açısından oldukça önemlidir.Hepatit B Aşısı ve Hepatit B TedavisiYaklaşık yüzde 90 oranında koruma sağlayan hepatit B aşısı sayesinde hastalıktan korunmak ve hastalığı önlemek mümkündür. Doğumdan sonraki ilk 24 saat içinde ilk dozun yapılması önerilen hepatit B aşısı genellikle enfekte olan kişiyle temas kurulduktan 24 saat içinde de yapılır. Virüse karşı tamamen bağışıklık kazanmak içinse 6 ay içinde ikinci doz hepatit b aşısı yaptırılması önerilir.Aşı dışında hepatit B hastalığını iyileştirmek için kesin olarak bilinen bir tedavi yöntemi yoktur. Hastalığın etkilerini azaltmak ve semptomları iyileştirmek için kullanılan antiviral ilaçlar hepatit B hastalığı tedavisinde destekleyici rol üstlenir.Hepatit B Nasıl Önlenir?Hepatit B'yi önlemenin en etkili yolu hepatit b aşısı olmaktır. Hepatit B aşısı hastalığa karşı korucuyuluk sağlayan antikor üretir. Ancak önemli olan hepatit aşısının tüm dozlarını yaptırmaktır. Hepatit B hastalığını önlemenin yolları şöyledir: Hepatit aşısı olmak Diş fırçası, tıraş bıçağı, tıbbi ekipman veya iğne gibi kanla temas edebilecek kişisel eşyaları paylaşmamak Yakın zamanda virüse maruz kalmış olabileceğinizi düşünüyorsanız profilaktik tedavi adı verilen 24 saat içinde bir doz aşı ve hepatit B immün globulin almakHepatit B Hakkında Sık Sorulan SorularHepatit B nasıl bir hastalıktır?Hepatit B, hepatit B virüsünün (HBV) neden olduğu bir karaciğer enfeksiyonudur. Karaciğer dokularında iltihaplanmaya neden olan hepatit B, akut ve kronik olarak türde görülür. Kronik türü siroz ve karaciğer kanserine neden olabilen ciddi bir durumdur. Hepatit B cinsel yolla bulaşan bir hastalıktır , ancak enfekte kişinin kanı veya vücut sıvılarıyla temas sonucu bulaşabilmektedir. Bu virüs hemen hemen her yüzeyde bir aya kadar varlığını sürdürebilmektedir.Hepatit B taşıyıcılığı nedir? Erişkin hastaların yaklaşık %10'u ile çocuk hastaların yaklaşık %90'ında, kandaki virüs temizlenemez ve bunlar virüsü taşıyarak başkalarına bulaştırabilirler. Bunlara hepatit B taşıyıcısı denilir. Bunlar görünüşte tamamen sağlıklı, hiçbir şikayeti olmayan insanlardır ve kanları ile vücut sıvılarında hayatları boyunca virüsü taşırlar. Hepatit B taşıyıcı olan kişilerin bir kısmında kronik hastalık gelişip, olay siroz ve/veya karaciğerde kanser ile sonlanabilir.Hepatit B'nin ilk belirtileri nelerdir?Hepatit B kimi zamanda belirtisiz bir şekilde görülse de bazen de ilk belirtilerle kendini gösterir. Hepatit B'de ilk görülen belirtiler sarılık, ateş, halsizlik, idrarda koyulaşma, kil rengi dışkı, mide bulantısı ve kusmadır. Hepatit B’den nasıl kurtulabilirim?Hepatit B’nin tedavisi yoktur. Hepatit B aşısı yaptırırsanız bu hastalıktan korunabilirsiniz ancak Hepatit B virüsü ile enfekte olduysanız tedavi olamazsınız, ancak belirli önlemler alarak virüsün başkalarına yayılmasını önleyebilirsiniz.Hepatit B pozitif ne anlama gelir?Yapılan testler sonucunda hepatit b'nin pozitif çıkması iki anlama gelir. Birincisi kişinin virüsle enfekte olduğunu gösterirken ikinci olarak ise antikorun pozitif çıkması hepatit hastalığına karşı kişinin bağışıklık kazandığı anlamını taşır. Hepatit B virüsü kan tahlilinde belli olur mu?Hepatit B virüsü, kan tahlilinde yer alan Hbsag değeri ile belli olur. Sonucun pozitif çıkması kişinin enfekte olduğunu gösterir.Hepatit B için hangi doktora gidilir?Hepatit B hastalığı gastroenteroloji bölümü doktorlarının alanına girer.Hepatit B'nin olası komplikasyonları nelerdir?Kontrol altına alınmayan veya tedavi edilmeyen hepatit B vakaları uzun vadede siroz, karaciğer yetmezliği, karaciğer kanseri ve kan damarlarında iltihaplanmaya yol açabilir.Hepatit B aşısı korur mu? Aşı takvimine uygun aşılama sonrası antikor oluşan kişilerde hasta ömür boyu Hepatit B’den ve Delta hepatitinden korunmuş olur.Hepatit B aşısı yan etkileri var mı?Hepatit B aşısı genellikle güvenli bir aşı türüdür ve hastalığa karşı koruyuculuk sağlar. Ancak birçok aşıda olduğu bazı olası yan etkilere sahiptir. Bunlar aşı olan bölgede kızarıklık, şişlik, ağrı, uyuşukluk, baş ağrısı ve halsizliktir. Ancak aşı olan her kişide bu yan etkiler ortaya çıkmayabilir.Hepatit B aşısı kaç yıl korur?Hepatit B aşısı olan bir kişi hastalığa karşı ömür boyu koruyuculuk kazanmış olur. Hepatit B aşısının önemi nedir?Hepatit B aşısının temel özelliği kişiyi ömür boyu hepatit b hastalığından korumasıdır. Vücutta hastalığa karşı antikor üretimi sağlayan hepatit b aşısının tüm dozlarıyla birlikte yaptırılması gerekir. Hepatit B aşısı kaç doz yapılmalı?Hiç hepatit b aşısı olmayan kişiler tercihen enfekte olan kişiyle temas ettikten sonraki 24 saat içinde hepatit B aşısının hemen bir dozunu olmalıdır. Virüse karşı tamamen aşılanmak ve korunmak için de önümüzdeki altı ay içinde iki doz daha hepatit b aşısı olunmalıdır.Hepatit B aşısı kimlere yapılmalı?Hepatit B riski taşıyan şu kişilere aşı yapılması önerilir. Bu kişiler; yüksek riskli iş kollarında çalışan bireyler, cinsel partnerlerinde Hepatit B virüsüyle enfekte olmuş kişiler, cinsel olarak çok eşli kişiler, iğneleri, şırıngaları veya kanla temas edebilecek diğer enjeksiyon malzemeleri paylaşan kişiler, hepatit b virüsü bulaşmış biriyle ev içi teması olanlar, kan veya vücut sıvılarına maruz kalma riski taşıyan sağlık hizmetleri ve kamu güvenliği çalışanları, ıslahevlerinde bulunan insanlar, hepatit b oranlarının yüksek olduğu bölgelere seyahat edenler, kronik karaciğer hastalığı, siroz, karaciğer yetmezliği, böbrek hastalığı, HIV enfeksiyonu veya diyabeti olan kişiler.Hepatit B aşısının diğer aşılarla aynı anda yapılmasının ise bilinen bir tehlikesi yoktur. Ancak daha önce Hepatit B aşısı olmuş ve alerjik reaksiyon gösteren kişiler ile birlikte aşının içerisindeki maddeye alerjisi olan bireylere hepatit b aşısı yaptırılması önerilmez. Hepatit B öldürür mü? Sağlıklı taşıyıcıların yılda 1-2 kez kontrollerini yaptırması gerekir. Ayrıca ilaç kullanmak durumunda olanlar ilaçlarını keserlerse ve takiplerini aksatırlarsa ilerleyen süreçlerde bu kişilerde siroz ya da karaciğer kanseri tablosu ortaya çıkabilir. Bu da ölüme sebep olabilir.Öpüşme ile Hepatit B bulaşır mı?Vücut sıvıları ve cinsel birliktelik sırasında hepatit B virüsüne yakalanma riski varken özellikle öpüşme ve emzirme esnasında hepatit B virüsü kişiye bulaşmaz.Hepatit B bulaşıcı mıdır?Viral bir enfeksiyon olan hepatit B, hepatit b virüsüyle enfekte olan bir kişiden kan, açık yaralar, meni veya vücut sıvısı yoluyla başka bir kişiye bulaşır. Bunlarla birlikte cinsel birliktelik sırasında korunmamak, iğne, şırınga veya uyuşturucu maddelerin enjeksiyonlarını paylaşmanın yanı sıra doğum sırasında anneden bebeğe geçmesi de bulaş yolları olarak bilinir.Hepatit B anneden bebeğe geçer mi?Hepatit B hastalığı doğum sırasında anneden bebeğe geçebilir ve bebek virüsle enfekte olmuş bir şekilde dünyaya gelebilir. Hepatit B cinsel bir hastalık mıdır?Hepatit B, cinsel yolla bulaşması söz konusu olabilen bir karaciğer hastalığıdır. Özellikle korunmasız cinsel ilişkilerde bulaşma riski fazladır. Hepatit B aileden geçer mi?Hepatit B genetik bir hastalık değildir. Bulaşma yolları olan hepatit B, kan, sıvı, tükürük ve cinsel yolla bulaşarak meydana gelir.Hepatit B’nin dünya genelindeki durumu nedir?DSÖ tarafından 2022 yılında 254 milyon kişinin kronik hepatit B enfeksiyonuna maruz kaldığını ve her yıl 1,2 milyon yeni enfeksiyon vakasının görüldüğünü açıklamıştır. 2022 yılında Hepatit B'nin, çoğunluğu siroz ve hepatosellüler karsinomdan (birincil karaciğer kanseri) olmak üzere yaklaşık 1,1 milyon ölüme neden olduğu bildirilmiştir.
Hepatit B Nedir?Hepatit B, Hepatit B(HBV) virüsünün neden olduğu bulaşıcı bir karaciğer enfeksiyonudur. Hepatit B tedavi edilmediğinde siroza veya kronik enfeksiyona yol açabilir. Hepatit aşısıyla birlikte önlenebilmesi mümkün olan bir hastalık olarak kabul edilen hepatit b hastalığının kesin bir tedavisi söz konudu değildir. Birçok enfeksiyon hastalığında olduğu gibi ateş, iştah kaybı, mide bulantısı ve kusma gibi belirtiler gösteren hepatit b, bazı durumlarda semptom göstermeden de kişinin vücudunda kendisine yayılım alanı bulur.Hepatit B hastalığına yakalanan yetişkin bireylerin çoğu, semptomları şiddetli olsa bile tamamen iyileşir. Bebekler ve çocukların uzun süreli hepatit B enfeksiyonu geliştirme riski daha yüksektir. 6 aydan uzun süren hepatit b vakaları kronik hepatit olarak bilinirken kısa sürede iyileşenler ise akut ismini alır. Uzun süreli iltihaplanma ile ortaya çıkan kronik hepatit b zamanla karaciğere ciddi hasar verebilir. Bunun sonucunda da siroz ve karaciğer yetmezliği gibi hastalıklar ortaya çıkabilir. Diğer kronik karaciğer hastalıkları gibi, hepatit B enfeksiyonu da semptomlara neden olmadan bu hasarı verebilir. Birçok kişi enfekte olduğunu bile fark etmeden hepatit b hastalığına yakalanmış olabilir. Sonuç olarak Hepatit B, karaciğere saldıran ve hem akut hem de kronik olarak seyreden viral bir enfeksiyondur.Hepatit B virüsünün yapısıHepatit B virüsü, “Hepadnaviridae” ailesine ait küçük bir DNA virüsüdür. Bu aileye ait virüsler ayrıca marmosetlerde, yer sincaplarında, ağaç sincaplarında, Pekin ördeklerinde ve balıkçıllarda da bulunur.Hepatit B virüsü dış zarf ve iç çekirdekten oluşur. Virüsün dış zarfı, hepatit B yüzey antijeni veya "HBsAg" adı verilen bir yüzey proteininden oluşur. HBsAg basit bir kan testiyle tespit edilebilir ve pozitif bir test sonucu, kişinin hepatit B virüsü ile enfekte olduğunu gösterir. Virüsün iç çekirdeği, hepatit B çekirdek antijeni veya "HBcAg" olarak adlandırılan, hepatit B virüsünün DNA'sını ve viral replikasyonda kullanılan enzimleri içeren bir protein kabuğudur.Hepatit B Türleri Nelerdir?Hepatit B, akut ve kronik olmak üzere ikiye ayrılır. Akut enfeksiyonda geçici bir enfeksiyon söz konusudur ve etkisi kısa sürer. Ancak kronik hepatit b vakaları 6 aydan daha uzun sürer ve kontrol altına alınmazsa karaciğer hastalıkarına yol açabilir.Hepatit B Neden Olur?Hepatit B, insandan insana kan, yara ve sıvı yoluyla bulaşan viral bir karaciğer enfeksiyonu olmakla birlikte hepatit B virüsünün vücuda girmesi sonucu meydana gelir. Hepatit B virüsünün vücuda girmesiyle birlikte birtakım belirtiler ortaya çıkmaya başlar. Akut ve kronik bir şekilde görülen hepatit B hastalığı, uzun vadede siroz ve karaciğer yetmezliği gibi sorunların da meydana gelmesine sebebiyet verebilir.Hepatit B'ye neden olan faktörler şöyle sıralanabilir:İnsandan insana kan, yara ve sıvı yoluylaHepatit B virüsü, enfekte olan kişinin kanıyla doğruda temas edildiğinde bulaşabilir. Bu bulaşma transfüzyonlar, tıbbi müdahale, diş tedavisi ya da kan bağışı işlemleri sırasında gerçekleşebilir. Bunun yanında enfekte olan kişinin kanının vücutta bir yüzeye sıçraması sonucunda da dolaylı da olsa kişiye geçebilir. Hepatit B virüsüne sahip olan kişinin kan bağışlaması ve kanın alıcıyla geçmesi durumunda da bulaşmaya neden olur.İğne batması veya kesici alet yaralanmasıHepatit B virüsü, enfekte olan kişilerin kanı veya vücut sıvıları ile doğrudan temas edildiği durumda doğrudan deri yoluyla bulaşabilir. Bunun olması için genellikle açık yaralar veya cilt yüzeyinde küçük kesiklerin olması gerekir. Yara ya da açık kesiklerin olduğu alanlarda virüsün geçişi için uygun alanlardır.Enfekte kanla kirlenmiş iğneler ve şırıngalarHepatit B virüsü, tıbbi müdahalede kullanılan iğne ve şırıngalar gibi aletlerden kan aracılığıyla bulaşabilir. Steril olmayan iğnelerle yapılan tetkikler, aşılar veya diğer tıbbi uygulamalar sonucunda hepatit B kişiden kişiye geçebilir.Virüsü taşıyan kişiyle korunmasız cinsel ilişkiHepatit B, virüse sahip olan kişinin korunmasız olarak cinsel ilişkiye girmesi sonucunda bulaşabilir. Virüs, genital ya da kan yoluyla geçer. Bu durum genellikle cinsel sağlık korunmasına dikkat etmeyen kişilerde yaygın bir bulaşma yoludur.Hepatit B Belirtileri Nelerdir?Hepatit B virüsü ile enfekte olan bir kişide ortaya çıkan yaygın belirtiler, yorgunluk, iştahta azalma, mide bulantısı, kusma, karın ve eklem ağrıları ve sarılık görülür. Hepatit B semptomları enfekte olunduktan 1 ila 4 ay sonra ortaya çıkmaya başlar ancak bazı durumlarda bu süre iki haftaya kadar düşebilir.Hepatit B belirtileri şunlardır:Akut hepatit b vakalarında ortaya çıkan belirtiler hafif olabileceği gibi şiddetli bir şekilde de seyredebilir. Ancak kimi zaman herhangi bir semptom görülmediği de olabilir. Hepatit B belirtileri genellikle enfekte olduktan yaklaşık 1 ila 4 ay sonra ortaya çıkar ancak enfekte olduktan iki hafta sonra bile semptomlara rastlanabilir. Bazı kişilerde ve özellikle küçük çocuklarda hiçbir belirti olmayabilir.Hepatit B Nasıl Bulaşır?Hepatit B, HBV virüsü ile enfekte olmuş bir kişi ile cinsel ilişki, şırınga kullanımı, enfekte kan bulaşmış bir sargı bezinin açık yaraya temas etmesi gibi kanı, menisi veya başka bir vücut sıvısının enfekte olmayan birinin vücuduna girmesiyle bulaşır.Hepatit B’nin kişiden kişiye bulaşma yolları şöyledir:Virüs çoğunlukla doğum ve doğum sonrası dönemde anneden çocuğa, erken çocukluk döneminde, ayrıca enfekte bir partnerle cinsel ilişki sırasında kan veya diğer vücut sıvılarıyla temas, güvenli olmayan enjeksiyonlar veya keskin aletlere maruz kalma yoluyla bulaşır.Hepatit B Teşhisi Nasıl Yapılır?Doktorun fiziki muayenesi sırasında ciltte sararma veya karaciğer hasarına sebep olabilecek belirtiler aranır. Fiziki muayenenin ardından vücuttaki hepatit B virüsünün tespiti için birtakım testler istenir.Hepatit B tanısında faydalanılan testler şunlardır:Kan testleri: Vücuttaki hepatit B virüsünün belirtilerini tespit etmek ve virüsün akut veya kronik olup olmadığını belirlemek için yapılır. Ayrıca b asit bir kan testi, duruma karşı bağışık olup olmadığınızı da belirleyebilir.Karaciğer ultrasonu: Geçici elastografi adı verilen özel bir ultrason, karaciğer hasarı ve tahrişinin seviyesini göstermeye yarar.Karaciğer biyopsisi: Karaciğer hasarını kontrol etmek için test yapmak üzere karaciğerden küçük bir örnek alınır ve bu durum karaciğer biyopsisi olarak adlandırılır. Bu test sırasında, deri ve karaciğere ince bir iğne sokulur ve laboratuvar analizi için doku örneği alınır.Ayrıca hepatit b Hepatit B yüzey antijeni ve antikoru ile birlikte Hepatit B yüzey antikoru (anti-HBs) da hepatit B hastalığının teşhisinde yararlanılan yöntemlerdendir.Hepatit B hastalığında erken teşhisin önemiHepatit B hastalığı kontrol altına alınmadığında siroz, karaciğer yetmezliği ve hatta karaciğer kanserine bile yol açabilir. Bu sebeple hepatit b hastalığının erken teşhisi hastalığın iyileşmesi açısından oldukça önemlidir.Hepatit B Aşısı ve Hepatit B TedavisiYaklaşık yüzde 90 oranında koruma sağlayan hepatit B aşısı sayesinde hastalıktan korunmak ve hastalığı önlemek mümkündür. Doğumdan sonraki ilk 24 saat içinde ilk dozun yapılması önerilen hepatit B aşısı genellikle enfekte olan kişiyle temas kurulduktan 24 saat içinde de yapılır. Virüse karşı tamamen bağışıklık kazanmak içinse 6 ay içinde ikinci doz hepatit b aşısı yaptırılması önerilir.Aşı dışında hepatit B hastalığını iyileştirmek için kesin olarak bilinen bir tedavi yöntemi yoktur. Hastalığın etkilerini azaltmak ve semptomları iyileştirmek için kullanılan antiviral ilaçlar hepatit B hastalığı tedavisinde destekleyici rol üstlenir.Hepatit B Nasıl Önlenir?Hepatit B'yi önlemenin en etkili yolu hepatit b aşısı olmaktır. Hepatit B aşısı hastalığa karşı korucuyuluk sağlayan antikor üretir. Ancak önemli olan hepatit aşısının tüm dozlarını yaptırmaktır. Hepatit B hastalığını önlemenin yolları şöyledir:Hepatit B Hakkında Sık Sorulan SorularHepatit B nasıl bir hastalıktır?Hepatit B, hepatit B virüsünün (HBV) neden olduğu bir karaciğer enfeksiyonudur. Karaciğer dokularında iltihaplanmaya neden olan hepatit B, akut ve kronik olarak türde görülür. Kronik türü siroz ve karaciğer kanserine neden olabilen ciddi bir durumdur. Hepatit B cinsel yolla bulaşan bir hastalıktır , ancak enfekte kişinin kanı veya vücut sıvılarıyla temas sonucu bulaşabilmektedir. Bu virüs hemen hemen her yüzeyde bir aya kadar varlığını sürdürebilmektedir.Hepatit B taşıyıcılığı nedir? Erişkin hastaların yaklaşık %10'u ile çocuk hastaların yaklaşık %90'ında, kandaki virüs temizlenemez ve bunlar virüsü taşıyarak başkalarına bulaştırabilirler. Bunlara hepatit B taşıyıcısı denilir. Bunlar görünüşte tamamen sağlıklı, hiçbir şikayeti olmayan insanlardır ve kanları ile vücut sıvılarında hayatları boyunca virüsü taşırlar. Hepatit B taşıyıcı olan kişilerin bir kısmında kronik hastalık gelişip, olay siroz ve/veya karaciğerde kanser ile sonlanabilir.Hepatit B'nin ilk belirtileri nelerdir?Hepatit B kimi zamanda belirtisiz bir şekilde görülse de bazen de ilk belirtilerle kendini gösterir. Hepatit B'de ilk görülen belirtiler sarılık, ateş, halsizlik, idrarda koyulaşma, kil rengi dışkı, mide bulantısı ve kusmadır. Hepatit B’den nasıl kurtulabilirim?Hepatit B’nin tedavisi yoktur. Hepatit B aşısı yaptırırsanız bu hastalıktan korunabilirsiniz ancak Hepatit B virüsü ile enfekte olduysanız tedavi olamazsınız, ancak belirli önlemler alarak virüsün başkalarına yayılmasını önleyebilirsiniz.Hepatit B pozitif ne anlama gelir?Yapılan testler sonucunda hepatit b'nin pozitif çıkması iki anlama gelir. Birincisi kişinin virüsle enfekte olduğunu gösterirken ikinci olarak ise antikorun pozitif çıkması hepatit hastalığına karşı kişinin bağışıklık kazandığı anlamını taşır. Hepatit B virüsü kan tahlilinde belli olur mu?Hepatit B virüsü, kan tahlilinde yer alan Hbsag değeri ile belli olur. Sonucun pozitif çıkması kişinin enfekte olduğunu gösterir.Hepatit B için hangi doktora gidilir?Hepatit B hastalığı gastroenteroloji bölümü doktorlarının alanına girer.Hepatit B'nin olası komplikasyonları nelerdir?Kontrol altına alınmayan veya tedavi edilmeyen hepatit B vakaları uzun vadede siroz, karaciğer yetmezliği, karaciğer kanseri ve kan damarlarında iltihaplanmaya yol açabilir.Hepatit B aşısı korur mu? Aşı takvimine uygun aşılama sonrası antikor oluşan kişilerde hasta ömür boyu Hepatit B’den ve Delta hepatitinden korunmuş olur.Hepatit B aşısı yan etkileri var mı?Hepatit B aşısı genellikle güvenli bir aşı türüdür ve hastalığa karşı koruyuculuk sağlar. Ancak birçok aşıda olduğu bazı olası yan etkilere sahiptir. Bunlar aşı olan bölgede kızarıklık, şişlik, ağrı, uyuşukluk, baş ağrısı ve halsizliktir. Ancak aşı olan her kişide bu yan etkiler ortaya çıkmayabilir.Hepatit B aşısı kaç yıl korur?Hepatit B aşısı olan bir kişi hastalığa karşı ömür boyu koruyuculuk kazanmış olur. Hepatit B aşısının önemi nedir?Hepatit B aşısının temel özelliği kişiyi ömür boyu hepatit b hastalığından korumasıdır. Vücutta hastalığa karşı antikor üretimi sağlayan hepatit b aşısının tüm dozlarıyla birlikte yaptırılması gerekir. Hepatit B aşısı kaç doz yapılmalı?Hiç hepatit b aşısı olmayan kişiler tercihen enfekte olan kişiyle temas ettikten sonraki 24 saat içinde hepatit B aşısının hemen bir dozunu olmalıdır. Virüse karşı tamamen aşılanmak ve korunmak için de önümüzdeki altı ay içinde iki doz daha hepatit b aşısı olunmalıdır.Hepatit B aşısı kimlere yapılmalı?Hepatit B riski taşıyan şu kişilere aşı yapılması önerilir. Bu kişiler; yüksek riskli iş kollarında çalışan bireyler, cinsel partnerlerinde Hepatit B virüsüyle enfekte olmuş kişiler, cinsel olarak çok eşli kişiler, iğneleri, şırıngaları veya kanla temas edebilecek diğer enjeksiyon malzemeleri paylaşan kişiler, hepatit b virüsü bulaşmış biriyle ev içi teması olanlar, kan veya vücut sıvılarına maruz kalma riski taşıyan sağlık hizmetleri ve kamu güvenliği çalışanları, ıslahevlerinde bulunan insanlar, hepatit b oranlarının yüksek olduğu bölgelere seyahat edenler, kronik karaciğer hastalığı, siroz, karaciğer yetmezliği, böbrek hastalığı, HIV enfeksiyonu veya diyabeti olan kişiler.Hepatit B aşısının diğer aşılarla aynı anda yapılmasının ise bilinen bir tehlikesi yoktur. Ancak daha önce Hepatit B aşısı olmuş ve alerjik reaksiyon gösteren kişiler ile birlikte aşının içerisindeki maddeye alerjisi olan bireylere hepatit b aşısı yaptırılması önerilmez. Hepatit B öldürür mü? Sağlıklı taşıyıcıların yılda 1-2 kez kontrollerini yaptırması gerekir. Ayrıca ilaç kullanmak durumunda olanlar ilaçlarını keserlerse ve takiplerini aksatırlarsa ilerleyen süreçlerde bu kişilerde siroz ya da karaciğer kanseri tablosu ortaya çıkabilir. Bu da ölüme sebep olabilir.Öpüşme ile Hepatit B bulaşır mı?Vücut sıvıları ve cinsel birliktelik sırasında hepatit B virüsüne yakalanma riski varken özellikle öpüşme ve emzirme esnasında hepatit B virüsü kişiye bulaşmaz.Hepatit B bulaşıcı mıdır?Viral bir enfeksiyon olan hepatit B, hepatit b virüsüyle enfekte olan bir kişiden kan, açık yaralar, meni veya vücut sıvısı yoluyla başka bir kişiye bulaşır. Bunlarla birlikte cinsel birliktelik sırasında korunmamak, iğne, şırınga veya uyuşturucu maddelerin enjeksiyonlarını paylaşmanın yanı sıra doğum sırasında anneden bebeğe geçmesi de bulaş yolları olarak bilinir.Hepatit B anneden bebeğe geçer mi?Hepatit B hastalığı doğum sırasında anneden bebeğe geçebilir ve bebek virüsle enfekte olmuş bir şekilde dünyaya gelebilir. Hepatit B cinsel bir hastalık mıdır?Hepatit B, cinsel yolla bulaşması söz konusu olabilen bir karaciğer hastalığıdır. Özellikle korunmasız cinsel ilişkilerde bulaşma riski fazladır. Hepatit B aileden geçer mi?Hepatit B genetik bir hastalık değildir. Bulaşma yolları olan hepatit B, kan, sıvı, tükürük ve cinsel yolla bulaşarak meydana gelir.Hepatit B’nin dünya genelindeki durumu nedir?DSÖ tarafından 2022 yılında 254 milyon kişinin kronik hepatit B enfeksiyonuna maruz kaldığını ve her yıl 1,2 milyon yeni enfeksiyon vakasının görüldüğünü açıklamıştır. 2022 yılında Hepatit B'nin, çoğunluğu siroz ve hepatosellüler karsinomdan (birincil karaciğer kanseri) olmak üzere yaklaşık 1,1 milyon ölüme neden olduğu bildirilmiştir. | 11,803 |
372 | Hastalıklar | Hepatit C | Hepatit C, hepatit c virüsünden kaynaklanan, karaciğeri etkileyen ve hem akut hem de kronik olabilen viral bir enfeksiyondur. Akut dönemde halsizlik, iştahsızlık, kusma, karın ağrısı gibi belirtileri olan; kronik hale geldiğinde sessizce ise ilerleyebilen Hepatit C, tedavi edilmediği takdirde siroz ve karaciğer yetmezliğine yol açabilir. Akut hepatit c vakaları birkaç haftada iyileşebilirken kronik vakalarda ise hastalık daha ciddi seyreder ve iyileşmesi uzun sürebilir.Hepatit C, hepatit c virüsünden kaynaklanan, karaciğeri etkileyen ve hem akut hem de kronik olabilen viral bir enfeksiyondur. Akut dönemde halsizlik, iştahsızlık, kusma, karın ağrısı gibi belirtileri olan; kronik hale geldiğinde sessizce ise ilerleyebilen Hepatit C, tedavi edilmediği takdirde siroz ve karaciğer yetmezliğine yol açabilir. Akut hepatit c vakaları birkaç haftada iyileşebilirken kronik vakalarda ise hastalık daha ciddi seyreder ve iyileşmesi uzun sürebilir.
Hepatit C Nedir?Hepatit C, aynı adla anılan Hepatit C virüsü virüse bağlı gelişen ve karaciğer iltihabına neden olan bir hastalıktır. Hastalık uzun vadede karaciğer hasarı ve karaciğer sirozu gelişimine neden olur.Hepatit C virüsü 1989 yılında keşfedilen bir hastalıktır. Hastalık hakkında çok fazla verinin olmadığı dönemlerde, tablor hepatit A ve hepatit B’ye benzediği için bu rahatsızlık non A- non B hepatiti (A ve B ye bağlı olmayan) adı ile anılmıştı. Viral hepatit, virüs denilen bulaşıcı mikroplarla oluşan karaciğer iltihabı hastalığıdır. Klinik ve laboratuvar olarak keşfedilme sıralarına göre A hepatiti, B hepatiti, C hepatiti, D hepatiti ve E hepatiti şeklinde isimlendirilmiştir. Her biri ayrı bir mikroptur, farklı bulaşma yolları ve farklı sonuçları söz konusudur. Hepatit B (bazen birlikte hepatit D) ve hepatit C kronik hastalık yapmaları sonucu karaciğer sirozu ve karaciğer kanserine sebep olmaları bakımından daha ciddi sonuçları olan hastalıklardır. Dünyada her yıl yaklaşık bir milyon insan hepatit B ve hepatit C’ye bağlı karaciğer sirozu ve kanseri nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Hepatit C Neden Olur?Viral bir enfeksiyon olan Hepatit C hastalığı, HCV virüsüne bağlı olarak vücuttaki bağışıklık hücrelerinin karaciğere saldırması sonucunda meydana gelir. Enfeksiyon, virüsün bulunduğu kanın, etkilenmemiş bir kişinin kan dolaşımına girmesiyle yayılır. Hepatit C hastalığının risk faktörleri şöyledir: Yasadışı uyuşturucuyu enjekte eden, çeken veya soluyan herkes Karaciğer testinde anormallik olup, sebebi bulunmayan bireyler Kanla temas eden veya iğne batması sonucu yaralanan sağlık çalışanları ve acil müdahale görevlileri Uzun süreli hemodiyaliz tedavisi görenler HIV enfeksiyonu olan kişilerHepatit C Nasıl Bulaşır?Virüs genellikle karaciğerde ve kanda bulunur. Esas bulaşma yolu kandan-kanadır. Örneğin, damar içi uyuşturucu kullanan iki kişi aynı iğneyi kullanırsa bulaşma olabilir. Hepatit C bulaşma yolları içinde en yaygını uyuşturucu kullanımıdır. Hepatit C'nin diğer bir bulaşma yolu ise kan naklidir. Bu duruma örnek olarak bir kişiye, Hepatit C virüsü taşıyan bir kişinin kanının verilmesi durumu gösterilebilir.Günümüzde yapılan testler ile bu artık hemen hemen imkansız gibidir. Ancak, 1990 öncesi hastalık bilinmediğinden ve tarama testleri bulunmadığından, bu dönemde yapılan kan nakilleri risk taşıyabilir. Virüs tükürük, idrar, semen gibi vücut sıvılarında bulunmaz. Bu nedenle cinsel ilişki sırasında bulaşma durumu nadirdir. Vücut sıvılarında virüs olması için bu sıvılara bir şekilde kan bulaşması gerekir (diş eti kanaması gibi).Ancak virüs adet kanında bulunur. Bu dönemde bulunulan cinsel ilişki bulaşma açısından riskli olabilir (kanın açık bir yaraya bulaşması ile) Aynı iğne kullanılarak yapılan aşılar, dövme vs. gibi işlemler bulaştırıcı olabilir. Aynı tıraş bıçağı ve diş fırçasını kullanmak, bunların kan ile temas etmesi olasılığı nedeni ile bulaştırıcı olabilir.Hepatit C Belirtileri Nelerdir?Hepatit C virüsü vücuda girdikten birkaç hafta sonra halsizlik, iştahsızlık, ateş, mide bulantısı, kusma, karın ağrısı, eklem ağrıları, idrar renginde koyuluk ve sarılık gibi şikayetlerle akut Hepatit C hastalığına neden olabilir.Kronik Hepatit C ise sinsi seyreden bir hastalıktır. Halsizlik ve iştahsızlık dışında başka bir belirti nadiren ortaya çıkar. Hepatit C'de karaciğer dışındaki organlarda da belirtiler ortaya çıkabilir. Eğer hastalık ilerleyip karaciğer sirozu da gelişirse karın şişliği, bacaklarda ödem, ciltte, diş etlerinde kanama, kan kusma, dışkı renginde katran rengi görülür. Eğer durum ileri evredeyse konuşma bozukluğu, unutkanlık, bilinç kaybı gibi belirtiler de görülmektedir.Hepatit C'nin yaygın görülen ilk belirtileri şunlardır: Halsizlik İştahsızlık Ateş Mide bulantısı ve kusma Karın ağrısı Eklem ağrıları İdrar renginde koyuluk SarılıkHepatit C hastalığının karaciğer dışında ortaya çıkan ve siroz gelişirse yaşanan belirtiler şöyledir: Karın şişliği Bacaklarda ödem Ciltte ve diş etlerinde kanama Kan kusma Dışkıda katran rengiEğer durum ciddileşir ve ileri evrelere gelirse kişide konuşma bozukluğu, unutkanlık ve bilinç kaybı da görülebilir.Hepatit C Teşhisi Nasıl Konulur?Hepatit C taraması için kanda Anti-HCV değerine bakılır. Eğer sonuç pozitifse ikinci bir testle bir doğrulama yapılmaktadır. Anti- HCV pozitifse kişinin Hepatit C ile karşılaştığı söylenebilir. Ayrıca tanı koydurucu olan HCV-RNA testi yapılır. HCV-RNA testi akut ya da kronik Hepatit C'nin yönetiminde önemlidir. Bunun yanında kişide karaciğer fonksiyonlarını gösteren kan testleri de değerlendirilmektedir. Ayrıca ultrason gibi görüntüleme yöntemleriyle fibroscan da uygulanır.Hepatit C Tedavisi Nasıl Olur?Hepatit C tedavi edilebilen bir hastalıktır ancak hali hazırda virüsle karşılaşan kişilerin az bir kısmı tedavi görmektedir. Bunun nedeni belirtilerin yıllarca fark edilmeyebilmesi, belirtilerin doğrudan bu hastalıkla ilişkilendirilmemesi ya da sadece yorgunluk belirtisi olması, bu virüsün taşındığının anlaşılmaması olabilir.Hepatit C tedavisinin amacı kalıcı virolojik yanıt elde etmektir. Kalıcı virolojik yanıt hastanın kanında virüsün kalmamasıdır. Kalıcı virolojik yanıt elde edemeyen hastalarda tedavi başarısız olur, virüs kanda taşınmaya devam eder. Hepatit C erken yakalandığı zaman tedavi şansı yüksek bir hastalıktır.Genellikle Hepatit C hastaları hamilelik süreçlerinde ya da kan bağışı yaptıkları zamanlarda saptanabilirler. Hastalık için testler yapılır ve sonuçlara göre tedavi planlanır. Eğer kişiye erken dönemde akut Hepatit C teşhisi konulmuşsa bu hastalarda yüzde 100’e yakın oranda ilaçlı tedavi bulunmaktadır.Hepatit C virüsünün kanda olduğunu gösteren test HCV RNA testidir. İlaç tedavisiyle %100’e yakın oranda kalıcı olarak HCV RNA kanda negatifleşir. Bu Hepatit C’nin vücuttan tamamen atılması anlamına gelmektedir. Son yıllarda üretilen çok etkili yeni ilaçların bir kısmı ülkemizde de ruhsatlandırılmıştır. Hepatit C ilaçları ile hastalık günümüzde %100’e yakın oranda tedavi edilebilmektedir.Hepatit C Hakkında Sık Sorulan SorularHepatit C virüsü bulaşan bir insanı neler bekler?Hepatit C nispeten yeni bir hastalıktır ve bu nedenle hastalığın gidişi hakkında bilgiler çok kesin değildir. Ancak, hastalığın vakaların çoğunda yıllar içinde ortaya çıktığı ve kalıcı olduğu yönündedir. Hastaların %90’ı virüsten bir daha kurtulamaz. Yıllar içinde, virüsün karaciğerde yarattığı olaylara bağlı olarak bazı yapısal değişiklikler olur. Buna siroz adı verilmektedir. Ancak bunun için ne kadar süre geçmesi konusu çok değişkendir.Bazı hastalarda 5 sene gibi kısa bir sürede siroz gelişebilirken, bazılarında bu süreç 40-50 yıl sürebilmektedir. Siroz gelişse bile, hastaların bir kısmı normale yakın bir hayat sürebilirken, diğerleri siroza bağlı karında ciddi su toplanması, şuur bulanıklıkları, ciddi sindirim sistemi kanamaları (varis kanaması), ağır karaciğer yetersizliği veya karaciğer kanseri gelişimi gibi istenmeyen olaylarla karşılaşabilmektedir. Özellikle siroz gelişiminden sonra kanser riskinin belirgin bir şekilde arttığı bilinmektedir. Bu nedenle bu tip hastalar, böyle bir gelişimi erken yakalamak amacı ile yakından takip edilmelidirler.Hepatit C’li hastada karaciğerde kanser gelişirse bunun tedavisi var mıdır?Her Hepatit C'li hastada kanser gelişecek diye bir kural yoktur. Özellikle siroz gelişimi ile normal insanlara kıyasla artmış bir risk vardır. Bu nedenle, Hepatit C'li hastanın sadece karaciğer hastalığı nedeniyle takipte olması yetmez. Böyle bir kanser gelişme riski nedeniyle de takip edilmesi, zaman zaman bu amaca uygun laboratuvar ve görüntüleme tetkiklerinin dede yapılması gerekir. Böyle bir durumda cerrahi tedavi yoluna gidilebilir. Ancak, karaciğer cerrahisi ayrı bir deneyim gerektirir. Özellikle karaciğer fonksiyonları bozuk olan insanlarda cerrahi riskli olabilir. Bunun için özel bazı tetkiklerin yapılması ve cerrahinin riskinin ortaya konulması gerekir. Bazen (karaciğer yetersizliği bulguları olanlarda) cerrahiye alternatif yöntemler gündeme gelebilir.Her Hepatit C hastası siroz olur mu?Her kronik Hepatit C hastası siroz olmaz. Her 4-5 kronik Hepatit C enfeksiyonlu kişiden 1’inde hastalık siroza ilerlemektedir. Hepatit C’nin dünyadaki dağılımı çok farklı seyreder. Örneğin Mısır’da Hepatit C görülme sıklığı yüzde 15’ken, Türkiye’de Avrupa’daki ülkelere benzer şekilde yüzde 1’dir. Türkiye’de 750 bin kişide Hepatit C görüldüğü düşünülmektedir. Bu kişilerin yaklaşık dörtte birinde siroz geliştiği düşünülürse 200 bine yakın kişide karaciğer sirozu gelişebilir. Bu hastaların bir kısmında karaciğer kanseri geliştiğini düşünürsek Hepatit C önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.Hepatit C sonucu siroz veya buna bağlı sorunlarla ilgili neler yapılabilir?Siroz gelişimi ile karaciğerde geri dönüşümsüz değişiklikler olmuş demektir. Sirozun klasik anlamda tedavisi yoktur. Ancak siroz, uzun yıllar sürebilen bir süreçtir ve bunlara karşı mücadele edilebilir. Karında sıvı toplanması, karaciğerin bazı maddeleri işleyememesi sonucu bunların kanda birikerek beyin fonksiyonlarını etkilemesi gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Bunlara karşı bazı ilaçlar ve özel diyetler ile mücadele edilebilir.Sirozların en korkulan ve ölümcül olabilecek komplikasyonu (istenmeyen yan etkisi) ciddi sindirim sistemi kanamalarıdır. Bunlara özofagus (yemek borusu) varis kanamaları denilmektedir. Siroz ile birlikte, karaciğerden geçmesi gereken kan eskisi kadar rahat geçemez. Geride göllenme olur ve bu damarlarda basınç artar. Karaciğerden geçemeyen kan kendine başka yollar arar. Bunlardan biri de yemek borusu iç yüzünde bulunan damarlardır. Bu damarlarda basınç yükselince bunlar genişler ve varisleri oluşturur. Bunlar zamanla patlayarak ölümcül kanamalara yol açabilirler. Bu tarz kanamalara endoskopik olarak müdahale edilebilir. Bu yöntemlerin de başarısız olduğu vakalarda cerrahi veya girişimsel radyolojik müdahale yapılabilir. Yüksek basınçlı damarlar ile alçak basınçlı damarlar arasında cerrahi özel teknikler ile yeni yollar (şant) açılarak bu kanamalar kalıcı olarak önlenebilir.Sirozun son evresinde ise karaciğer yetersizliği bulguları gelişir. Bu safhada hastalığın tek tedavi yöntemi karaciğer naklidir. Bu durumda hasta karaciğer ya kadavradan (beyin ölümü gelişmiş kişi) alınan karaciğer ile ya da uygun vakalarda hastanın bir yakınından alınabilecek yeterli bir karaciğer parçası ile değiştirilir. Böylelikle vakaların yaklaşık %70-80’i sağlıklı normal yaşamlarına dönebilirler.Hamile bir kadın Hepatit C tedavisi görebilir mi?Hamilelik sırasında Hepatit C tedavisi uygulanmaz. Bu dönemde kullanılan bazı ilaçlar bebeğin sağlığını olumsuz etkileyebilir. Hepatit C hastalığı olan bir kadın hamile kalmak istiyorsa ilaç planlaması buna göre yapılmaktadır. Hepatit C'li bir anneden karnındaki bebeğe Hepatit C geçebilir. Evlilik öncesi testlerde Hepatit C’ye rastlanması durumunda vakit kaybetmeden tedaviye başlanır.Hepatit C kanser yapar mı?Kronikleşen ve tedavi edilmeyen Hepatit C karaciğer sirozuna, siroz gelişen hastalarda da karaciğer kanserine neden olabilmektedir. Vücudun fabrikası olan karaciğer; vücudun tüm sistemlerini etkileyen bir merkez, kan deposu, savunma sisteminin bir parçasıdır.Karaciğer kanseri için en fazla riski taşıyan grup ise hepatitli kişilerdir. Karaciğer kanseri erken dönemde belirti vermediği için erken tanı ihtimali düşüktür. Bu kanserlerin yüzde 80’i daha çok siroz olan kişilerde gelişmektedir, bu nedenle hastalar yakından takip edilmelidir. Risk altında olmayan bireylere göre Hepatit B ve C hastası kişilerin karaciğer kanseri olma riski 200 kat daha fazladır. Hepatit B, aşılanma ile önlenebilir. Hepatit C için geliştirilen tedaviler de oldukça olumlu sonuçlar vermektedir.Hepatit C ölümcül müdür?Tedavi edilmeyen Hepatit C, son aşamada karaciğer kanserine neden olabilir. Gerek kanser riski, gerek ciddi karaciğer yetersizliği oluşturma riski nedeniyle hayati tehlike oluşturabilecek bir virüstür.Hepatit C aşısı var mı?Hepatit C için koruyucu olan bir aşı bulunmamaktadır. Hepatit A ve Hepatit B aşısı ise bulunmaktadır.Hepatit C tükürükle bulaşır mı?Hepatit C virüsü tükürük, idrar, semen gibi vücut sıvılarında bulunmamaktadır.Hepatit C tedavisinde beslenme nasıl olmalı? Hepatit C diyeti var mı?İnternet ortamında ve piyasada satılan bitkisel karışımlar sanıldığı gibi masum olmayabilir. Çeşitli rahatsızlıklara iyi geldiği iddiası ile piyasada satılan bitkisel karışımlar, içeriklerinde kullanılan maddeler tam olarak bilinmediği için olumsuz sonuçlara yol açabilmektedir. Sağlıklı insanlarda bile karaciğer yetmezliğine neden olan bu karışımlar, kronik karaciğer hastalığı olan kişilerde organın tamamen iflas etmesine yol açabilmektedir.Akdeniz tipi beslenme her karaciğer sorununda ve diğer hastalıklarda olduğu gibi Hepatit C’de de önerilmektedir. Salam, sucuk gibi katkı maddeli besinler, yağlı kızartmalar, hazır meyve suları ve şekerli beslenme karaciğer yağlanmasına neden olabilir. Hepatit C hastaları karaciğerlerini korumalıdır. Karaciğerin düzenli çalışabilmesi için uyku düzeni de önemli bir yer tutmaktadır. Haftanın 3 günü spor yapmak hem genel sağlık hem de karaciğer yağlanması bakımından hayati önem taşımaktadır. Bel çevresinin genişlemesiyle birlikte görülen karaciğer yağlanması organ nakline kadar ilerleyebilen tablolar oluşturabilmektedir. Kilo olmak gibi çok hızlı kilo kaybında kas yıkımı ve şekerin dengesiz kullanılması sonucu karaciğer vücudu korumak için yağlanmayı artırabildiği unutulmamalıdır.Hepatit C seyahat ya da tatilde risk midir?Hepatit C'nin en çok Orta ve Doğu Asya, Kuzey Afrika'da görüldüğü bilinmektedir. Seyahat eden yolcuların gittikleri yerlerde dikkatli olmaları gerekmektedir. Güvensiz cinsel ilişkiden kaçınılmalı, dövme ve piercing gibi işlemlerde sterilizasyondan emin olunmalıdır.Hepatit C dokunmayla bulaşır mı?Hepatit C virüsü kanda bulunur. Bu sebeple daha çok kan yolu ile bulaşır. Ayrıca güvensiz cinsel ilişki yoluyla yani vücut sıvıları aracılığı ile de bulaşabilir. Madde bağımlısı gençlerin aynı enjektörü kullanmaları nedeniyle Hepatit C vakaları görülebilmektedir. Ayrıca Hepatit C testi uygulanmadan önce virüsün varlığı tespit edilemediği için kan transfüzyonu yapılan kişilerde de (kan verilen) görülebilmekteydi. Ortak kullanılan ustura, tıraş makinesi, berber makaslarının yanı sıra dövme yaptırma, vücudun kesici-delici bir cisimle yaralanması, akupunktur iğneleri ile de HCV' bulaşı söz konusu olabilmektedir.Hepatit C sarılık yapar mı?Hepatit C mikrobu bulaşan her beş kişiden birinde klasik ikterli (sarılıklı) hepatit olur. Diğer dördü belirgin sarılık olmaksızın akut hastalığı geçirir. Eğer ALT, AST gibi karaciğer hasarını gösteren testlere bakılırsa bu sarılıksız seyreden hastalarda da tanı koymak mümkün olabilir. Akut hepatit düşünülen hastalarda hepatit etkenleri (A, B, C ve gerektiği zaman D ve E hepatitleri) araştırılmalıdır. Günümüzde uygulanan anti-HCV testi hepatit C tanısı için son derece duyarlı ve özgüldür. Anti-HCV ile birlikte gerektiğinde başvurulan HCV RNA PCR testi ile tam bir değerlendirme yapılabilir. Ayrıca HCV genotipi ve IL28B genotipi gibi ileri testler gerekebilir.Sarılıklı akut C hepatiti hastalarında ve IL28B genotipi C/C olanlarda daha sık olmak üzere, hastaların %20-40’ında kendiliğinden iyileşme olur. Diğerlerinde (%60-80) ise kronik HCV enfeksiyonu gelişir. Bağışıklık sistemi normal olan kişilerde kronik hepatit C’ye bağlı olarak karaciğer sirozu için 20-25 yıl, karaciğer kanseri için 25-30 yıl geçmesi gerekir. Yani kronik hepatit C uzun yıllar sessiz, belirti vermeden seyreden bir hastalıktır. Bu nedenle bazı metinlerde sessiz öldürücü (“Silent Killer”) gibi tanımlar kullanılır. Bunlar abartılı ifadelerdir. Genellikle 8-12 hafta izlenen akut C hepatiti hastasında iyileşme olmaz ise ilaçla tedavi düşünülmelidir.Hepatit C tedavisi zor mudur?Vücudumuzda doğal olarak bulunan, antiviral etkili proteinler olan interferonlar, özellikle interferon-alfa (IFN), 1986-90 arasında hepatit C tedavisinde etkili olduğu gösterilmiş ilk ilaçtır. Genotip 1 (ayrıca 4,5,6) hastaların %50’sinde, genotip 2 veya 3 olanların %70’inde kalıcı viral cevap (KVC) sağlanmıştır. Günümüzde genelde 12 hafta kullanılan tabletlerle %100’e yakın KVC sağlanmaktadır. Tedavi ile sağlanan bu KVC HCV’nin küratif tedavisi demektir. KVC, HCV’nin varlığını gösteren HCV RNA’nın tedavinin bitiminden 6 ay sonra da kanda saptanamaması, negatif olmasıdır. KVC sağlanan hastalarda karaciğer sirozu veya kansere ilerleme riski azalır, karaciğerde belirgin iyileşme olur.Her Hepatit C'li hastaya aynı tedavi mi uygulanır?Hepatit C’nin alt gruplarına (genotip) göre tedavi kombinasyonlarında farklılıklar olabilmektedir. Günümüzde tüm alt gruplara etkili (pangenotipik) ilaçlar da üretilmiştir.Ancak hastalarda siroz bulunup bulunmaması, daha önceden sonuç vermeyen bir Hepatit C tedavisi geçirilip geçirilmediği ya da etkili bir tedavi gerçekleştirilmiş olmasına rağmen hastalığın tekrarlaması (nüks) gibi kriterlere göre ilaç seçimi ile kullanım sürelerinde değişiklikler olabilir.Hepatit C tedavisine ara vermek tehlikeli mi?Genel olarak öncelikli tedavinin Hepatit C hastalarında uygulanması gerektiğine inanılmaktadır. Aşısı olmayan bu enfeksiyonun sınırlanması ve ortadan kalkması ancak bu şekilde mümkün olacaktır. Bu nedenle kronik hepatit C olan her hasta, yan etkiler de göz önünde bulundurularak tedavi olmaya karar verirse öncelikli tedavi adayıdır. Siroz gibi ciddi karaciğer rahatsızlığı olan hastalar tedavi sırasında daha fazla yan etkiye maruz kalmakta ve tedaviye cevap oranları görece düşük olmaktadır.Ancak kronik Hepatit C'li veya erken siroz olan her hasta tedavi olma hakkına sahip olmalıdır. Uzman doktor ile durum değerlendirilip ortak karar verilmelidir. Yan etki yönetimi, gereksiz şekilde ilaç dozlarıyla oynanmaması ve tedaviye ara verilmemesi tedavi başarısı için çok önemli olan bir diğer konudur.
Hepatit C Nedir?Hepatit C, aynı adla anılan Hepatit C virüsü virüse bağlı gelişen ve karaciğer iltihabına neden olan bir hastalıktır. Hastalık uzun vadede karaciğer hasarı ve karaciğer sirozu gelişimine neden olur.Hepatit C virüsü 1989 yılında keşfedilen bir hastalıktır. Hastalık hakkında çok fazla verinin olmadığı dönemlerde, tablor hepatit A ve hepatit B’ye benzediği için bu rahatsızlık non A- non B hepatiti (A ve B ye bağlı olmayan) adı ile anılmıştı. Viral hepatit, virüs denilen bulaşıcı mikroplarla oluşan karaciğer iltihabı hastalığıdır. Klinik ve laboratuvar olarak keşfedilme sıralarına göre A hepatiti, B hepatiti, C hepatiti, D hepatiti ve E hepatiti şeklinde isimlendirilmiştir. Her biri ayrı bir mikroptur, farklı bulaşma yolları ve farklı sonuçları söz konusudur. Hepatit B (bazen birlikte hepatit D) ve hepatit C kronik hastalık yapmaları sonucu karaciğer sirozu ve karaciğer kanserine sebep olmaları bakımından daha ciddi sonuçları olan hastalıklardır. Dünyada her yıl yaklaşık bir milyon insan hepatit B ve hepatit C’ye bağlı karaciğer sirozu ve kanseri nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Hepatit C Neden Olur?Viral bir enfeksiyon olan Hepatit C hastalığı, HCV virüsüne bağlı olarak vücuttaki bağışıklık hücrelerinin karaciğere saldırması sonucunda meydana gelir. Enfeksiyon, virüsün bulunduğu kanın, etkilenmemiş bir kişinin kan dolaşımına girmesiyle yayılır. Hepatit C hastalığının risk faktörleri şöyledir:Hepatit C Nasıl Bulaşır?Virüs genellikle karaciğerde ve kanda bulunur. Esas bulaşma yolu kandan-kanadır. Örneğin, damar içi uyuşturucu kullanan iki kişi aynı iğneyi kullanırsa bulaşma olabilir. Hepatit C bulaşma yolları içinde en yaygını uyuşturucu kullanımıdır. Hepatit C'nin diğer bir bulaşma yolu ise kan naklidir. Bu duruma örnek olarak bir kişiye, Hepatit C virüsü taşıyan bir kişinin kanının verilmesi durumu gösterilebilir.Günümüzde yapılan testler ile bu artık hemen hemen imkansız gibidir. Ancak, 1990 öncesi hastalık bilinmediğinden ve tarama testleri bulunmadığından, bu dönemde yapılan kan nakilleri risk taşıyabilir. Virüs tükürük, idrar, semen gibi vücut sıvılarında bulunmaz. Bu nedenle cinsel ilişki sırasında bulaşma durumu nadirdir. Vücut sıvılarında virüs olması için bu sıvılara bir şekilde kan bulaşması gerekir (diş eti kanaması gibi).Ancak virüs adet kanında bulunur. Bu dönemde bulunulan cinsel ilişki bulaşma açısından riskli olabilir (kanın açık bir yaraya bulaşması ile) Aynı iğne kullanılarak yapılan aşılar, dövme vs. gibi işlemler bulaştırıcı olabilir. Aynı tıraş bıçağı ve diş fırçasını kullanmak, bunların kan ile temas etmesi olasılığı nedeni ile bulaştırıcı olabilir.Hepatit C Belirtileri Nelerdir?Hepatit C virüsü vücuda girdikten birkaç hafta sonra halsizlik, iştahsızlık, ateş, mide bulantısı, kusma, karın ağrısı, eklem ağrıları, idrar renginde koyuluk ve sarılık gibi şikayetlerle akut Hepatit C hastalığına neden olabilir.Kronik Hepatit C ise sinsi seyreden bir hastalıktır. Halsizlik ve iştahsızlık dışında başka bir belirti nadiren ortaya çıkar. Hepatit C'de karaciğer dışındaki organlarda da belirtiler ortaya çıkabilir. Eğer hastalık ilerleyip karaciğer sirozu da gelişirse karın şişliği, bacaklarda ödem, ciltte, diş etlerinde kanama, kan kusma, dışkı renginde katran rengi görülür. Eğer durum ileri evredeyse konuşma bozukluğu, unutkanlık, bilinç kaybı gibi belirtiler de görülmektedir.Hepatit C'nin yaygın görülen ilk belirtileri şunlardır:Hepatit C hastalığının karaciğer dışında ortaya çıkan ve siroz gelişirse yaşanan belirtiler şöyledir:Eğer durum ciddileşir ve ileri evrelere gelirse kişide konuşma bozukluğu, unutkanlık ve bilinç kaybı da görülebilir.Hepatit C Teşhisi Nasıl Konulur?Hepatit C taraması için kanda Anti-HCV değerine bakılır. Eğer sonuç pozitifse ikinci bir testle bir doğrulama yapılmaktadır. Anti- HCV pozitifse kişinin Hepatit C ile karşılaştığı söylenebilir. Ayrıca tanı koydurucu olan HCV-RNA testi yapılır. HCV-RNA testi akut ya da kronik Hepatit C'nin yönetiminde önemlidir. Bunun yanında kişide karaciğer fonksiyonlarını gösteren kan testleri de değerlendirilmektedir. Ayrıca ultrason gibi görüntüleme yöntemleriyle fibroscan da uygulanır.Hepatit C Tedavisi Nasıl Olur?Hepatit C tedavi edilebilen bir hastalıktır ancak hali hazırda virüsle karşılaşan kişilerin az bir kısmı tedavi görmektedir. Bunun nedeni belirtilerin yıllarca fark edilmeyebilmesi, belirtilerin doğrudan bu hastalıkla ilişkilendirilmemesi ya da sadece yorgunluk belirtisi olması, bu virüsün taşındığının anlaşılmaması olabilir.Hepatit C tedavisinin amacı kalıcı virolojik yanıt elde etmektir. Kalıcı virolojik yanıt hastanın kanında virüsün kalmamasıdır. Kalıcı virolojik yanıt elde edemeyen hastalarda tedavi başarısız olur, virüs kanda taşınmaya devam eder. Hepatit C erken yakalandığı zaman tedavi şansı yüksek bir hastalıktır.Genellikle Hepatit C hastaları hamilelik süreçlerinde ya da kan bağışı yaptıkları zamanlarda saptanabilirler. Hastalık için testler yapılır ve sonuçlara göre tedavi planlanır. Eğer kişiye erken dönemde akut Hepatit C teşhisi konulmuşsa bu hastalarda yüzde 100’e yakın oranda ilaçlı tedavi bulunmaktadır.Hepatit C virüsünün kanda olduğunu gösteren test HCV RNA testidir. İlaç tedavisiyle %100’e yakın oranda kalıcı olarak HCV RNA kanda negatifleşir. Bu Hepatit C’nin vücuttan tamamen atılması anlamına gelmektedir. Son yıllarda üretilen çok etkili yeni ilaçların bir kısmı ülkemizde de ruhsatlandırılmıştır. Hepatit C ilaçları ile hastalık günümüzde %100’e yakın oranda tedavi edilebilmektedir.Hepatit C Hakkında Sık Sorulan SorularHepatit C virüsü bulaşan bir insanı neler bekler?Hepatit C nispeten yeni bir hastalıktır ve bu nedenle hastalığın gidişi hakkında bilgiler çok kesin değildir. Ancak, hastalığın vakaların çoğunda yıllar içinde ortaya çıktığı ve kalıcı olduğu yönündedir. Hastaların %90’ı virüsten bir daha kurtulamaz. Yıllar içinde, virüsün karaciğerde yarattığı olaylara bağlı olarak bazı yapısal değişiklikler olur. Buna siroz adı verilmektedir. Ancak bunun için ne kadar süre geçmesi konusu çok değişkendir.Bazı hastalarda 5 sene gibi kısa bir sürede siroz gelişebilirken, bazılarında bu süreç 40-50 yıl sürebilmektedir. Siroz gelişse bile, hastaların bir kısmı normale yakın bir hayat sürebilirken, diğerleri siroza bağlı karında ciddi su toplanması, şuur bulanıklıkları, ciddi sindirim sistemi kanamaları (varis kanaması), ağır karaciğer yetersizliği veya karaciğer kanseri gelişimi gibi istenmeyen olaylarla karşılaşabilmektedir. Özellikle siroz gelişiminden sonra kanser riskinin belirgin bir şekilde arttığı bilinmektedir. Bu nedenle bu tip hastalar, böyle bir gelişimi erken yakalamak amacı ile yakından takip edilmelidirler.Hepatit C’li hastada karaciğerde kanser gelişirse bunun tedavisi var mıdır?Her Hepatit C'li hastada kanser gelişecek diye bir kural yoktur. Özellikle siroz gelişimi ile normal insanlara kıyasla artmış bir risk vardır. Bu nedenle, Hepatit C'li hastanın sadece karaciğer hastalığı nedeniyle takipte olması yetmez. Böyle bir kanser gelişme riski nedeniyle de takip edilmesi, zaman zaman bu amaca uygun laboratuvar ve görüntüleme tetkiklerinin dede yapılması gerekir. Böyle bir durumda cerrahi tedavi yoluna gidilebilir. Ancak, karaciğer cerrahisi ayrı bir deneyim gerektirir. Özellikle karaciğer fonksiyonları bozuk olan insanlarda cerrahi riskli olabilir. Bunun için özel bazı tetkiklerin yapılması ve cerrahinin riskinin ortaya konulması gerekir. Bazen (karaciğer yetersizliği bulguları olanlarda) cerrahiye alternatif yöntemler gündeme gelebilir.Her Hepatit C hastası siroz olur mu?Her kronik Hepatit C hastası siroz olmaz. Her 4-5 kronik Hepatit C enfeksiyonlu kişiden 1’inde hastalık siroza ilerlemektedir. Hepatit C’nin dünyadaki dağılımı çok farklı seyreder. Örneğin Mısır’da Hepatit C görülme sıklığı yüzde 15’ken, Türkiye’de Avrupa’daki ülkelere benzer şekilde yüzde 1’dir. Türkiye’de 750 bin kişide Hepatit C görüldüğü düşünülmektedir. Bu kişilerin yaklaşık dörtte birinde siroz geliştiği düşünülürse 200 bine yakın kişide karaciğer sirozu gelişebilir. Bu hastaların bir kısmında karaciğer kanseri geliştiğini düşünürsek Hepatit C önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.Hepatit C sonucu siroz veya buna bağlı sorunlarla ilgili neler yapılabilir?Siroz gelişimi ile karaciğerde geri dönüşümsüz değişiklikler olmuş demektir. Sirozun klasik anlamda tedavisi yoktur. Ancak siroz, uzun yıllar sürebilen bir süreçtir ve bunlara karşı mücadele edilebilir. Karında sıvı toplanması, karaciğerin bazı maddeleri işleyememesi sonucu bunların kanda birikerek beyin fonksiyonlarını etkilemesi gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Bunlara karşı bazı ilaçlar ve özel diyetler ile mücadele edilebilir.Sirozların en korkulan ve ölümcül olabilecek komplikasyonu (istenmeyen yan etkisi) ciddi sindirim sistemi kanamalarıdır. Bunlara özofagus (yemek borusu) varis kanamaları denilmektedir. Siroz ile birlikte, karaciğerden geçmesi gereken kan eskisi kadar rahat geçemez. Geride göllenme olur ve bu damarlarda basınç artar. Karaciğerden geçemeyen kan kendine başka yollar arar. Bunlardan biri de yemek borusu iç yüzünde bulunan damarlardır. Bu damarlarda basınç yükselince bunlar genişler ve varisleri oluşturur. Bunlar zamanla patlayarak ölümcül kanamalara yol açabilirler. Bu tarz kanamalara endoskopik olarak müdahale edilebilir. Bu yöntemlerin de başarısız olduğu vakalarda cerrahi veya girişimsel radyolojik müdahale yapılabilir. Yüksek basınçlı damarlar ile alçak basınçlı damarlar arasında cerrahi özel teknikler ile yeni yollar (şant) açılarak bu kanamalar kalıcı olarak önlenebilir.Sirozun son evresinde ise karaciğer yetersizliği bulguları gelişir. Bu safhada hastalığın tek tedavi yöntemi karaciğer naklidir. Bu durumda hasta karaciğer ya kadavradan (beyin ölümü gelişmiş kişi) alınan karaciğer ile ya da uygun vakalarda hastanın bir yakınından alınabilecek yeterli bir karaciğer parçası ile değiştirilir. Böylelikle vakaların yaklaşık %70-80’i sağlıklı normal yaşamlarına dönebilirler.Hamile bir kadın Hepatit C tedavisi görebilir mi?Hamilelik sırasında Hepatit C tedavisi uygulanmaz. Bu dönemde kullanılan bazı ilaçlar bebeğin sağlığını olumsuz etkileyebilir. Hepatit C hastalığı olan bir kadın hamile kalmak istiyorsa ilaç planlaması buna göre yapılmaktadır. Hepatit C'li bir anneden karnındaki bebeğe Hepatit C geçebilir. Evlilik öncesi testlerde Hepatit C’ye rastlanması durumunda vakit kaybetmeden tedaviye başlanır.Hepatit C kanser yapar mı?Kronikleşen ve tedavi edilmeyen Hepatit C karaciğer sirozuna, siroz gelişen hastalarda da karaciğer kanserine neden olabilmektedir. Vücudun fabrikası olan karaciğer; vücudun tüm sistemlerini etkileyen bir merkez, kan deposu, savunma sisteminin bir parçasıdır.Karaciğer kanseri için en fazla riski taşıyan grup ise hepatitli kişilerdir. Karaciğer kanseri erken dönemde belirti vermediği için erken tanı ihtimali düşüktür. Bu kanserlerin yüzde 80’i daha çok siroz olan kişilerde gelişmektedir, bu nedenle hastalar yakından takip edilmelidir. Risk altında olmayan bireylere göre Hepatit B ve C hastası kişilerin karaciğer kanseri olma riski 200 kat daha fazladır. Hepatit B, aşılanma ile önlenebilir. Hepatit C için geliştirilen tedaviler de oldukça olumlu sonuçlar vermektedir.Hepatit C ölümcül müdür?Tedavi edilmeyen Hepatit C, son aşamada karaciğer kanserine neden olabilir. Gerek kanser riski, gerek ciddi karaciğer yetersizliği oluşturma riski nedeniyle hayati tehlike oluşturabilecek bir virüstür.Hepatit C aşısı var mı?Hepatit C için koruyucu olan bir aşı bulunmamaktadır. Hepatit A ve Hepatit B aşısı ise bulunmaktadır.Hepatit C tükürükle bulaşır mı?Hepatit C virüsü tükürük, idrar, semen gibi vücut sıvılarında bulunmamaktadır.Hepatit C tedavisinde beslenme nasıl olmalı? Hepatit C diyeti var mı?İnternet ortamında ve piyasada satılan bitkisel karışımlar sanıldığı gibi masum olmayabilir. Çeşitli rahatsızlıklara iyi geldiği iddiası ile piyasada satılan bitkisel karışımlar, içeriklerinde kullanılan maddeler tam olarak bilinmediği için olumsuz sonuçlara yol açabilmektedir. Sağlıklı insanlarda bile karaciğer yetmezliğine neden olan bu karışımlar, kronik karaciğer hastalığı olan kişilerde organın tamamen iflas etmesine yol açabilmektedir.Akdeniz tipi beslenme her karaciğer sorununda ve diğer hastalıklarda olduğu gibi Hepatit C’de de önerilmektedir. Salam, sucuk gibi katkı maddeli besinler, yağlı kızartmalar, hazır meyve suları ve şekerli beslenme karaciğer yağlanmasına neden olabilir. Hepatit C hastaları karaciğerlerini korumalıdır. Karaciğerin düzenli çalışabilmesi için uyku düzeni de önemli bir yer tutmaktadır. Haftanın 3 günü spor yapmak hem genel sağlık hem de karaciğer yağlanması bakımından hayati önem taşımaktadır. Bel çevresinin genişlemesiyle birlikte görülen karaciğer yağlanması organ nakline kadar ilerleyebilen tablolar oluşturabilmektedir. Kilo olmak gibi çok hızlı kilo kaybında kas yıkımı ve şekerin dengesiz kullanılması sonucu karaciğer vücudu korumak için yağlanmayı artırabildiği unutulmamalıdır.Hepatit C seyahat ya da tatilde risk midir?Hepatit C'nin en çok Orta ve Doğu Asya, Kuzey Afrika'da görüldüğü bilinmektedir. Seyahat eden yolcuların gittikleri yerlerde dikkatli olmaları gerekmektedir. Güvensiz cinsel ilişkiden kaçınılmalı, dövme ve piercing gibi işlemlerde sterilizasyondan emin olunmalıdır.Hepatit C dokunmayla bulaşır mı?Hepatit C virüsü kanda bulunur. Bu sebeple daha çok kan yolu ile bulaşır. Ayrıca güvensiz cinsel ilişki yoluyla yani vücut sıvıları aracılığı ile de bulaşabilir. Madde bağımlısı gençlerin aynı enjektörü kullanmaları nedeniyle Hepatit C vakaları görülebilmektedir. Ayrıca Hepatit C testi uygulanmadan önce virüsün varlığı tespit edilemediği için kan transfüzyonu yapılan kişilerde de (kan verilen) görülebilmekteydi. Ortak kullanılan ustura, tıraş makinesi, berber makaslarının yanı sıra dövme yaptırma, vücudun kesici-delici bir cisimle yaralanması, akupunktur iğneleri ile de HCV' bulaşı söz konusu olabilmektedir.Hepatit C sarılık yapar mı?Hepatit C mikrobu bulaşan her beş kişiden birinde klasik ikterli (sarılıklı) hepatit olur. Diğer dördü belirgin sarılık olmaksızın akut hastalığı geçirir. Eğer ALT, AST gibi karaciğer hasarını gösteren testlere bakılırsa bu sarılıksız seyreden hastalarda da tanı koymak mümkün olabilir. Akut hepatit düşünülen hastalarda hepatit etkenleri (A, B, C ve gerektiği zaman D ve E hepatitleri) araştırılmalıdır. Günümüzde uygulanan anti-HCV testi hepatit C tanısı için son derece duyarlı ve özgüldür. Anti-HCV ile birlikte gerektiğinde başvurulan HCV RNA PCR testi ile tam bir değerlendirme yapılabilir. Ayrıca HCV genotipi ve IL28B genotipi gibi ileri testler gerekebilir.Sarılıklı akut C hepatiti hastalarında ve IL28B genotipi C/C olanlarda daha sık olmak üzere, hastaların %20-40’ında kendiliğinden iyileşme olur. Diğerlerinde (%60-80) ise kronik HCV enfeksiyonu gelişir. Bağışıklık sistemi normal olan kişilerde kronik hepatit C’ye bağlı olarak karaciğer sirozu için 20-25 yıl, karaciğer kanseri için 25-30 yıl geçmesi gerekir. Yani kronik hepatit C uzun yıllar sessiz, belirti vermeden seyreden bir hastalıktır. Bu nedenle bazı metinlerde sessiz öldürücü (“Silent Killer”) gibi tanımlar kullanılır. Bunlar abartılı ifadelerdir. Genellikle 8-12 hafta izlenen akut C hepatiti hastasında iyileşme olmaz ise ilaçla tedavi düşünülmelidir.Hepatit C tedavisi zor mudur?Vücudumuzda doğal olarak bulunan, antiviral etkili proteinler olan interferonlar, özellikle interferon-alfa (IFN), 1986-90 arasında hepatit C tedavisinde etkili olduğu gösterilmiş ilk ilaçtır. Genotip 1 (ayrıca 4,5,6) hastaların %50’sinde, genotip 2 veya 3 olanların %70’inde kalıcı viral cevap (KVC) sağlanmıştır. Günümüzde genelde 12 hafta kullanılan tabletlerle %100’e yakın KVC sağlanmaktadır. Tedavi ile sağlanan bu KVC HCV’nin küratif tedavisi demektir. KVC, HCV’nin varlığını gösteren HCV RNA’nın tedavinin bitiminden 6 ay sonra da kanda saptanamaması, negatif olmasıdır. KVC sağlanan hastalarda karaciğer sirozu veya kansere ilerleme riski azalır, karaciğerde belirgin iyileşme olur.Her Hepatit C'li hastaya aynı tedavi mi uygulanır?Hepatit C’nin alt gruplarına (genotip) göre tedavi kombinasyonlarında farklılıklar olabilmektedir. Günümüzde tüm alt gruplara etkili (pangenotipik) ilaçlar da üretilmiştir.Ancak hastalarda siroz bulunup bulunmaması, daha önceden sonuç vermeyen bir Hepatit C tedavisi geçirilip geçirilmediği ya da etkili bir tedavi gerçekleştirilmiş olmasına rağmen hastalığın tekrarlaması (nüks) gibi kriterlere göre ilaç seçimi ile kullanım sürelerinde değişiklikler olabilir.Hepatit C tedavisine ara vermek tehlikeli mi?Genel olarak öncelikli tedavinin Hepatit C hastalarında uygulanması gerektiğine inanılmaktadır. Aşısı olmayan bu enfeksiyonun sınırlanması ve ortadan kalkması ancak bu şekilde mümkün olacaktır. Bu nedenle kronik hepatit C olan her hasta, yan etkiler de göz önünde bulundurularak tedavi olmaya karar verirse öncelikli tedavi adayıdır. Siroz gibi ciddi karaciğer rahatsızlığı olan hastalar tedavi sırasında daha fazla yan etkiye maruz kalmakta ve tedaviye cevap oranları görece düşük olmaktadır.Ancak kronik Hepatit C'li veya erken siroz olan her hasta tedavi olma hakkına sahip olmalıdır. Uzman doktor ile durum değerlendirilip ortak karar verilmelidir. Yan etki yönetimi, gereksiz şekilde ilaç dozlarıyla oynanmaması ve tedaviye ara verilmemesi tedavi başarısı için çok önemli olan bir diğer konudur. | 13,849 |
373 | Hastalıklar | Hepatit A | Hepatit A, kötü hijyen koşulları nedeniyle bulaşarak kişinin karaciğerini etkileyen viral enfeksiyonlar arasında yer alır. Karaciğer iltihabına neden olan hepatit A, halk arasında sarılı olarak da bilinir ve oldukça bulaşıcıdır. Hepatit A belirtileri, ateş, halsizlik, kusma ve mide bulantısı şeklinde kendini gösterir. Semptomlar birkaç ay sürebilir, ancak sonunda tedavi olmaksızın kaybolabilir. Hastalıktan korunmanın birincil yolu aşıyken, diğer yolu ise ellerin doğru yıkanması, taze sebze ve meyvelerin temiz suyla iyice yıkanıp öyle tüketilmesidir.Hepatit A, kötü hijyen koşulları nedeniyle bulaşarak kişinin karaciğerini etkileyen viral enfeksiyonlar arasında yer alır. Karaciğer iltihabına neden olan hepatit A, halk arasında sarılı olarak da bilinir ve oldukça bulaşıcıdır. Hepatit A belirtileri, ateş, halsizlik, kusma ve mide bulantısı şeklinde kendini gösterir. Semptomlar birkaç ay sürebilir, ancak sonunda tedavi olmaksızın kaybolabilir. Hastalıktan korunmanın birincil yolu aşıyken, diğer yolu ise ellerin doğru yıkanması, taze sebze ve meyvelerin temiz suyla iyice yıkanıp öyle tüketilmesidir.
Hepatit A Nedir?Hepatit A, Hepatit A virüsü yani HAV'ın neden olduğu, kişiden kişiye bulaşan ciddi bir karaciğer hastalığıdır. Hepatit A bulaşan kişinin dışkısına temas yoluyla bulaşan bir hastalıktır. Hepatit A'nın bulaşmasının en birinci yolu kişilerin düzgün el yıkamamasıdır. Hepatit B ya da Hepatit C’den farklıdır. Hijyenik koşulların sağlanmadığı ortamlarda kişiden kişiye temas yoluyla bulaşır. Hepatit A, Hepatit B ve Hepatit C’den farklı olarak kronik karaciğer hastalığına neden olmaz ama karaciğeri zayıflatır ve akut karaciğer yetmezliğine sebebiyet verebilir.Dünya Sağlık Örgütü’ne göre 2016 senesinde dünya genelinde 7 bin 134 kişinin Hepatit A’ya bağlı akut karaciğer yetmezliğinden ölmüştür. Bu ölümler viral hepatite bağlı ölümlerin yüzde 0.5’ini oluşturmaktadır. Hepatit A, sporadik olarak ve dünya çapında salgınlar halinde döngüsel nüks eğiliminde ortaya çıkmıştır. Örneğin, 1988 senesinde Şangay’da yaklaşık 300 bin kişi Hepatit A’dan etkilenmiştir. Hastalık genelde sağlık koşulları ve hijyenin kötü olduğu düşük ve orta gelirli ülkelerde yaygındır. Bu tür ülkelerde çocukların çoğu semptom göstermeden 10 yaş öncesinde virüsle enfekte olmuştur. ABD’de evsiz olan kişiler arasında salgınlar görülmüştür.Hepatit A Nasıl Bulaşır?Hepatit A, hijyenik olmayan gıda ve su tüketimi, dışkı teması, temizlik önlemlerine dikkat etmemesi nedeniyle kişiden kişiye bulaşır. Yemek hazırlayan ve gıda sektöründe çalışan kişilerin kanalizasyon suları ile kirlenmiş besinlerin çiğ ya da az pişmiş olarak sunması en sık bulaşma yolları arasındadır. Ellerin temiz tutulmaması gibi hijyen eksikliği, kontamine olmuş yiyecek ve içeceklerin tüketilmesi hepatit A’nın en sık bulaşma yollarından biridir. Hepatit a fekal oral yolla bulaşır. Bu da dışkı, su ve besinler aracılığıyla olmaktadır. Fekal oral yolla bulaş direkt fiziksel temas ya da indirekt yollarla olabilmektedir. İndirekt yolla enfeksiyöz ajanla kontamine olmuş eller ya da bir nesne bulaş nedeni olabilir. Direktte de kirli eller, kirli sularla hazırlanan yiyecekler sebep olmaktadır.Hepatit A Belirtileri Nelerdir?Hepatit A hastalığının en belirgin belirtisi, gözlerde ve ciltte sararma olarak bilinir. Bunun yanında mide bulantısı, karın ağrıları, halsizlik ve iştahsızlık gibi belirtiler de hepatit A’yı işaret eder.Hepatit A hastalığında görülen diğer belirtiler şöyle sıralanır: Ateş Bitkinlik, halsizlik İştahsızlık Mide bulantısı Kusma Eklem ağrıları Şiddetli mide ağrısı (Çocuklarda özellikle) Sarı renkli cilt, gözler, koyu renk idrar, kil rengi dışkı İshal Karın ağrısı Kilo kaybıBu belirtiler özellikle Hepatit A virüsüne maruz kalındıktan sonra 2-6 hafta içinde ortaya çıkar. Hastalık genelde iki aydan kısa sürse de bazı kişilerde iyileşme süreci altı ayı da bulabilir. Hepatit A, çalışamayacak ya da okula gidemeyecek kadar hasta edebilir. Genelde çocuklarda belirti pek görülmese de yetişkin kişilerde belirtiler yaygın görülür.Hepatit A Neden Olur?Hepatit A, hepatit A virüsünün genellikle dışkı, kirlenmiş su ya da kirli gıda tüketiminden kaynaklı olarak kişiye geçmesi nedeniyle meydana gelir. El hijyeninin doğru yapılmaması da hepatit A’nın en öncelikli sebepleri arasındadır. Ayrıca kanalizasyon suları ile besinlerin temas etmesi, bu besinlerin çiğ veya az pişmiş olması da hepatit A bulaşma sebebidir. Hijyen şartlarının kötü olduğu ülkelerde Hepatit A çok sık görülür. Enfekte olmayan kişiye, enfekte olan kişilerden bulaşır. Yetersiz arıtılmış sular da hastalık bulaştırır. Gündelik temaslar bulaşa neden olmaz.Hepatit A nedenleri şöyle açıklanabilir: Kirli su tüketmek Kirli suda yıkanmış ve yetiştirilmiş besinlerden yemek Enfekte bir kişi tarafından hazırlanan besinleri tüketmek Enfekte bir kişiyle yakın fiziksel temas kurmak Elleri düzgün yıkamamakHepatit A Nasıl Teşhis Edilir?Uzman hekim öncelikle detaylı hasta öyküsünü dinler ve sonrasında fiziki muayene yapar. Hepatit A için teşhisin en kolay yolu kan testidir. Kanda HAV’a ilişkin antikorların (Anti-HAV IgM) saptanmasıyla teşhis konulur. Ayrıca virüsün karaciğere bir hasar verip vermediğini anlamak için kandan karaciğer fonksiyon testlerine de bakılır. Anti-HAV IgM Hepatit A'ya ilk maruz kalındığında üretilir. Akut enfeksiyon durumunu teşhis ederler. Hepatit A IgG ise daha geç ortaya çıkan antikordur. Yıllar boyunca vücutta kalır, bu virüsle daha önce enfekte olunup olunmadığını belirtir. Ayrıca Hepatit A aşısı yapılmışsa testte Hepatit IgG antikoru pozitif görülür. Genellikle karaciğer ultrasonu da istenmektedir.Hepatit A Tedavisi Nasıldır?Hepatit A’da özel bir tedavi yöntemi yoktur. Bu nedenle genelde hastalara ev istirahati ve sağlıklı beslenme önerilir. Bunun yanında hastalar sıkı takip edilmelidir. Karaciğer yetmezliği ve karaciğer nakli gerektiren tablo Hepatit A'da nadir görülür. Tedavilerde kullanılan ajanlar da virüse değil karaciğere destek amacını taşımaktadır. Hastaların aç kalmadan, az yağlı, karaciğeri yormayacak şekilde beslenmeleri istenir. Besinler, sindirimi kolay olacak şekilde seçilmelidir. Alkolden uzak durulmalıdır. Hastaların doktorun bilgisi dışında ilaç kullanmaması ve evdeki diğer bireylerden uzak durması gerekmektedir.Hepatit A Hakkında Sık Sorulan SorularHepatit A aşısı nedir?Hepatit A virüsüne karşı oluşturulan aşıya Hepatit A aşısı denmektedir.Hepatit A aşısı ne zaman yapılır?Hepatit A aşısı 2012 senesinin sonunda çocukluk dönemi aşı takvimine girmiştir. 1 Mart 2011'den sonra doğan çocuklara 18. ve 24. ayın sonunda iki doz halinde uygulanmaktadır. Daha öncesinde aşı olmayan kişiler sağlık kuruluşlarından bu aşıyı isteyebilmektedir. Yetişkinlerde de çocuklar gibi altı ay arayla iki doz halinde Hepatit A aşısı uygulanır. Yetişkinlerde Hepatit A aşısı yapmadan önce bağışıklık durumunu sorgulayan kan testi yapılması gerekmektedir.Hepatit A aşısı yan etkileri nelerdir?Sadece Hepatit A aşısı değil tüm aşılarda ve ilaçlarda yan etkiler olabilir. Ama bu yan etkiler çok hafiftir. Hepatit A aşısı sonrasında büyük bir sorun olmaz. Aşı sonrasında, aşı yerinde ağrı ya da kızarıklık, düşük ateş, yorgunluk olabilir. Doktor, yan etkiler hakkında yeterli bilgi verecektir.Hepatit A aşısı ateş yapar mı?Hepatit A aşısı da farklı aşılar da düşük ateş yapabilir. Hekiminiz sizi buna karşı uyaracaktır ve önlem almanız için bir yol önerecektir.Hepatit A aşısı nerede yapılır?Özel sağlık kuruluşlarında, aile sağlığı merkezlerinde Hepatit A aşısı uygulanabilmektedirHepatit A aşısı nerede bulunur?Özel sağlık kuruluşlarında, aile sağlığı merkezlerinde Hepatit A aşısı uygulanabilmektedir. Yetişkinlere önerildiyse eczanelerden temin edilip sağlık kuruluşlarında yaptırılabilmektedir.Hepatit A aşı takviminde yer almakta mı?Hepatit A aşısı da aşı takviminde yer almaktadır.Hepatit A aşısı en erken ne zaman uygulanabilir?En erken bebeklerde 12. Ayda uygulanabilir.Kimler Hepatit A aşısı olmalıdır?Hepatit A'nın sık görüldüğü, hijyen ve sağlık şartlarının uygun olmadığı ülkelere gidenler, Hepatit B veya Hepatit C gibi kronik karaciğer hastalığı olanlar, birden fazla cinsel partneri olanlar, Hepatit A ile enfekte hayvanlarla çalışanlar, sağlık çalışanları, yasadışı ilaç kullananlar mutlaka Hepatit A aşısı olmalıdır. Ayrıca bebekler mutlaka aşılarını olmalıdır.Bebeklerde Hepatit A aşısı nerden yapılır?Bebeklerde Hepatit A aşısı sol bacaktan uygulanmaktadır.Hepatit A geçiren bir daha geçirir mi?Hayır, Hepatit A geçiren bir daha bu hastalığı geçirmez. Bağışıklık kazanılır.Hepatit A’dan korunma yöntemleri nelerdir?Birincil korunma yöntemi Hepatit A aşısı yaptırmaktır. Bulaşmayı önlemek için tuvaletten ve banyo kullanımından sonra, bebeklerin altı değiştirildikten sonra, yiyecek hazırlamadan, yemek yemeden önce eller doğru ve düzgün şekilde yıkanmalıdır. Temizliğinden emin olunmayan yerlerde yemek yenilmemelidir.Hepatit A geçiren kişi kan verebilir mi?Hepatit A kronik olmadığı için hastalık tamamen iyileştikten sonra kan verilebilir. ,Hepatit A aşısı fiyatı nedir?Devletin aşı takviminde olan aşı sağlık kuruluşlarında ücretsiz uygulanmaktadır. Sağlık kuruluşlarından bununla ilgili bilgi alınabilmektedir.Hepatit A aşısı kaç yıl korur?Aşı ömür boyu koruyucu olmaktadır.Hepatit A aşısı sağlık ocağında yapılıyor mu?Hepatit A aşısı sağlık ocağında yani aile sağlığı merkezlerinde yapılabilmektedir.Hepatit a aşısı canlı aşı mıdır?Hepatit A aşısı tam hücre aşılarındandır. Yani bir mikroorganizmanın tamamı öldürülmüş bir halde aşıda bulunmaktadır.Gebelikte Hepatit A aşısı yapılır mı?Yüksek hastalanma riski olmadıkça bu aşı gebelerde uygulanmamalıdır.Hepatit A aşısı türleri nelerdir?Bilinen üç çeşit aşı vardır. Sadece Hepatit A aşısı, Hepatit A ile Hepatit B ile kombine aşı, Hepatit A ve tifo ateşi için kombine aşı vardır. Hangi aşının sizin için uygun olduğu konusunda doktorla konuşmak gereklidir. O size doğru yönlendirmeyi yapacaktır.Hepatit A aşısından sonra koruyuculuk ne zaman başlar?Aşıdan yaklaşık dört hafta sonra koruyuculuk başlamaktadır.Hepatit A aşısı Hepatit B ve Hepatit C’den de korur mu?Her virüs birbirinden farklıdır. Hepatit A virüsü diğer hepatitlerden farklıdır. Bu nedenle Hepatit A aşısı diğer viral hepatit virüslerine karşı koruyucu olmaz.Hepatit A için ne zaman doktora gidilmeli?Yakın zamanda ülke dışına çıkıldıysa, yakınlarınızdan birinde Hepatit A olduysa, yakın zamanda Hepatit A olan biriyle cinsel temas yaşandıysa, semptomlar varsa mutlaka doktora görünülmelidir.Sık seyahat edenler Hepatit A’dan nasıl korunmalı?Tüm taze sebze ve meyveler soyularak ve iyice yıkanarak tüketilmelidir. Çiğ ya da az pişmiş et veya balık yenmemelidir. Buzlu içeceklerden, saflığından emin olunmayan içeceklerden uzak durun. Şişelenmiş su için. Kendi diş fırçanız dışında başkasının kişisel eşyalarını kullanmayın.Hepatit A testi nasıl yorumlanır?HAV IgM pozitifse akut hepatit A enfeksiyonu anlamına gelir. HAV IgM negatif, total HAV antikorları pozitifse aktif enfeksiyon yok ama geçirilmiş HAV nedeniyle bağışıklık var anlamına gelir. Total HAV antikorları ve HAV IgM pozitifse Hepatit A virüsüne maruz kalınmış, akut bir enfeksiyon var demektir. Eğer total HAV antikorları negatifse şu anda geçirilen ya da eskiden geçirilen enfeksiyon yoksa, risk grubundaysa aşı uygulanır. Hepatit A tahlili aç karnına mı yapılır?Farklı değerler de kan testinde istenebileceği için hepatit A testinin aç karnına yapılması daha uygundur.Hepatit A ne zaman tehlikelidir?Hepatit A, eğer hali hazırda kronik Hepatit B ve C hastalığı olanlara bulaşırsa tehlikeli boyutlara ulaşır. Kronik hepatit B hastalarının olmadılarsa Hepatit A aşılarını olmaları gerekmektedir.
Hepatit A Nedir?Hepatit A, Hepatit A virüsü yani HAV'ın neden olduğu, kişiden kişiye bulaşan ciddi bir karaciğer hastalığıdır. Hepatit A bulaşan kişinin dışkısına temas yoluyla bulaşan bir hastalıktır. Hepatit A'nın bulaşmasının en birinci yolu kişilerin düzgün el yıkamamasıdır. Hepatit B ya da Hepatit C’den farklıdır. Hijyenik koşulların sağlanmadığı ortamlarda kişiden kişiye temas yoluyla bulaşır. Hepatit A, Hepatit B ve Hepatit C’den farklı olarak kronik karaciğer hastalığına neden olmaz ama karaciğeri zayıflatır ve akut karaciğer yetmezliğine sebebiyet verebilir.Dünya Sağlık Örgütü’ne göre 2016 senesinde dünya genelinde 7 bin 134 kişinin Hepatit A’ya bağlı akut karaciğer yetmezliğinden ölmüştür. Bu ölümler viral hepatite bağlı ölümlerin yüzde 0.5’ini oluşturmaktadır. Hepatit A, sporadik olarak ve dünya çapında salgınlar halinde döngüsel nüks eğiliminde ortaya çıkmıştır. Örneğin, 1988 senesinde Şangay’da yaklaşık 300 bin kişi Hepatit A’dan etkilenmiştir. Hastalık genelde sağlık koşulları ve hijyenin kötü olduğu düşük ve orta gelirli ülkelerde yaygındır. Bu tür ülkelerde çocukların çoğu semptom göstermeden 10 yaş öncesinde virüsle enfekte olmuştur. ABD’de evsiz olan kişiler arasında salgınlar görülmüştür.Hepatit A Nasıl Bulaşır?Hepatit A, hijyenik olmayan gıda ve su tüketimi, dışkı teması, temizlik önlemlerine dikkat etmemesi nedeniyle kişiden kişiye bulaşır. Yemek hazırlayan ve gıda sektöründe çalışan kişilerin kanalizasyon suları ile kirlenmiş besinlerin çiğ ya da az pişmiş olarak sunması en sık bulaşma yolları arasındadır. Ellerin temiz tutulmaması gibi hijyen eksikliği, kontamine olmuş yiyecek ve içeceklerin tüketilmesi hepatit A’nın en sık bulaşma yollarından biridir. Hepatit a fekal oral yolla bulaşır. Bu da dışkı, su ve besinler aracılığıyla olmaktadır. Fekal oral yolla bulaş direkt fiziksel temas ya da indirekt yollarla olabilmektedir. İndirekt yolla enfeksiyöz ajanla kontamine olmuş eller ya da bir nesne bulaş nedeni olabilir. Direktte de kirli eller, kirli sularla hazırlanan yiyecekler sebep olmaktadır.Hepatit A Belirtileri Nelerdir?Hepatit A hastalığının en belirgin belirtisi, gözlerde ve ciltte sararma olarak bilinir. Bunun yanında mide bulantısı, karın ağrıları, halsizlik ve iştahsızlık gibi belirtiler de hepatit A’yı işaret eder.Hepatit A hastalığında görülen diğer belirtiler şöyle sıralanır:Bu belirtiler özellikle Hepatit A virüsüne maruz kalındıktan sonra 2-6 hafta içinde ortaya çıkar. Hastalık genelde iki aydan kısa sürse de bazı kişilerde iyileşme süreci altı ayı da bulabilir. Hepatit A, çalışamayacak ya da okula gidemeyecek kadar hasta edebilir. Genelde çocuklarda belirti pek görülmese de yetişkin kişilerde belirtiler yaygın görülür.Hepatit A Neden Olur?Hepatit A, hepatit A virüsünün genellikle dışkı, kirlenmiş su ya da kirli gıda tüketiminden kaynaklı olarak kişiye geçmesi nedeniyle meydana gelir. El hijyeninin doğru yapılmaması da hepatit A’nın en öncelikli sebepleri arasındadır. Ayrıca kanalizasyon suları ile besinlerin temas etmesi, bu besinlerin çiğ veya az pişmiş olması da hepatit A bulaşma sebebidir. Hijyen şartlarının kötü olduğu ülkelerde Hepatit A çok sık görülür. Enfekte olmayan kişiye, enfekte olan kişilerden bulaşır. Yetersiz arıtılmış sular da hastalık bulaştırır. Gündelik temaslar bulaşa neden olmaz.Hepatit A nedenleri şöyle açıklanabilir: Hepatit A Nasıl Teşhis Edilir?Uzman hekim öncelikle detaylı hasta öyküsünü dinler ve sonrasında fiziki muayene yapar. Hepatit A için teşhisin en kolay yolu kan testidir. Kanda HAV’a ilişkin antikorların (Anti-HAV IgM) saptanmasıyla teşhis konulur. Ayrıca virüsün karaciğere bir hasar verip vermediğini anlamak için kandan karaciğer fonksiyon testlerine de bakılır. Anti-HAV IgM Hepatit A'ya ilk maruz kalındığında üretilir. Akut enfeksiyon durumunu teşhis ederler. Hepatit A IgG ise daha geç ortaya çıkan antikordur. Yıllar boyunca vücutta kalır, bu virüsle daha önce enfekte olunup olunmadığını belirtir. Ayrıca Hepatit A aşısı yapılmışsa testte Hepatit IgG antikoru pozitif görülür. Genellikle karaciğer ultrasonu da istenmektedir.Hepatit A Tedavisi Nasıldır?Hepatit A’da özel bir tedavi yöntemi yoktur. Bu nedenle genelde hastalara ev istirahati ve sağlıklı beslenme önerilir. Bunun yanında hastalar sıkı takip edilmelidir. Karaciğer yetmezliği ve karaciğer nakli gerektiren tablo Hepatit A'da nadir görülür. Tedavilerde kullanılan ajanlar da virüse değil karaciğere destek amacını taşımaktadır. Hastaların aç kalmadan, az yağlı, karaciğeri yormayacak şekilde beslenmeleri istenir. Besinler, sindirimi kolay olacak şekilde seçilmelidir. Alkolden uzak durulmalıdır. Hastaların doktorun bilgisi dışında ilaç kullanmaması ve evdeki diğer bireylerden uzak durması gerekmektedir.Hepatit A Hakkında Sık Sorulan SorularHepatit A aşısı nedir?Hepatit A virüsüne karşı oluşturulan aşıya Hepatit A aşısı denmektedir.Hepatit A aşısı ne zaman yapılır?Hepatit A aşısı 2012 senesinin sonunda çocukluk dönemi aşı takvimine girmiştir. 1 Mart 2011'den sonra doğan çocuklara 18. ve 24. ayın sonunda iki doz halinde uygulanmaktadır. Daha öncesinde aşı olmayan kişiler sağlık kuruluşlarından bu aşıyı isteyebilmektedir. Yetişkinlerde de çocuklar gibi altı ay arayla iki doz halinde Hepatit A aşısı uygulanır. Yetişkinlerde Hepatit A aşısı yapmadan önce bağışıklık durumunu sorgulayan kan testi yapılması gerekmektedir.Hepatit A aşısı yan etkileri nelerdir?Sadece Hepatit A aşısı değil tüm aşılarda ve ilaçlarda yan etkiler olabilir. Ama bu yan etkiler çok hafiftir. Hepatit A aşısı sonrasında büyük bir sorun olmaz. Aşı sonrasında, aşı yerinde ağrı ya da kızarıklık, düşük ateş, yorgunluk olabilir. Doktor, yan etkiler hakkında yeterli bilgi verecektir.Hepatit A aşısı ateş yapar mı?Hepatit A aşısı da farklı aşılar da düşük ateş yapabilir. Hekiminiz sizi buna karşı uyaracaktır ve önlem almanız için bir yol önerecektir.Hepatit A aşısı nerede yapılır?Özel sağlık kuruluşlarında, aile sağlığı merkezlerinde Hepatit A aşısı uygulanabilmektedirHepatit A aşısı nerede bulunur?Özel sağlık kuruluşlarında, aile sağlığı merkezlerinde Hepatit A aşısı uygulanabilmektedir. Yetişkinlere önerildiyse eczanelerden temin edilip sağlık kuruluşlarında yaptırılabilmektedir.Hepatit A aşı takviminde yer almakta mı?Hepatit A aşısı da aşı takviminde yer almaktadır.Hepatit A aşısı en erken ne zaman uygulanabilir?En erken bebeklerde 12. Ayda uygulanabilir.Kimler Hepatit A aşısı olmalıdır?Hepatit A'nın sık görüldüğü, hijyen ve sağlık şartlarının uygun olmadığı ülkelere gidenler, Hepatit B veya Hepatit C gibi kronik karaciğer hastalığı olanlar, birden fazla cinsel partneri olanlar, Hepatit A ile enfekte hayvanlarla çalışanlar, sağlık çalışanları, yasadışı ilaç kullananlar mutlaka Hepatit A aşısı olmalıdır. Ayrıca bebekler mutlaka aşılarını olmalıdır.Bebeklerde Hepatit A aşısı nerden yapılır?Bebeklerde Hepatit A aşısı sol bacaktan uygulanmaktadır.Hepatit A geçiren bir daha geçirir mi?Hayır, Hepatit A geçiren bir daha bu hastalığı geçirmez. Bağışıklık kazanılır.Hepatit A’dan korunma yöntemleri nelerdir?Birincil korunma yöntemi Hepatit A aşısı yaptırmaktır. Bulaşmayı önlemek için tuvaletten ve banyo kullanımından sonra, bebeklerin altı değiştirildikten sonra, yiyecek hazırlamadan, yemek yemeden önce eller doğru ve düzgün şekilde yıkanmalıdır. Temizliğinden emin olunmayan yerlerde yemek yenilmemelidir.Hepatit A geçiren kişi kan verebilir mi?Hepatit A kronik olmadığı için hastalık tamamen iyileştikten sonra kan verilebilir. ,Hepatit A aşısı fiyatı nedir?Devletin aşı takviminde olan aşı sağlık kuruluşlarında ücretsiz uygulanmaktadır. Sağlık kuruluşlarından bununla ilgili bilgi alınabilmektedir.Hepatit A aşısı kaç yıl korur?Aşı ömür boyu koruyucu olmaktadır.Hepatit A aşısı sağlık ocağında yapılıyor mu?Hepatit A aşısı sağlık ocağında yani aile sağlığı merkezlerinde yapılabilmektedir.Hepatit a aşısı canlı aşı mıdır?Hepatit A aşısı tam hücre aşılarındandır. Yani bir mikroorganizmanın tamamı öldürülmüş bir halde aşıda bulunmaktadır.Gebelikte Hepatit A aşısı yapılır mı?Yüksek hastalanma riski olmadıkça bu aşı gebelerde uygulanmamalıdır.Hepatit A aşısı türleri nelerdir?Bilinen üç çeşit aşı vardır. Sadece Hepatit A aşısı, Hepatit A ile Hepatit B ile kombine aşı, Hepatit A ve tifo ateşi için kombine aşı vardır. Hangi aşının sizin için uygun olduğu konusunda doktorla konuşmak gereklidir. O size doğru yönlendirmeyi yapacaktır.Hepatit A aşısından sonra koruyuculuk ne zaman başlar?Aşıdan yaklaşık dört hafta sonra koruyuculuk başlamaktadır.Hepatit A aşısı Hepatit B ve Hepatit C’den de korur mu?Her virüs birbirinden farklıdır. Hepatit A virüsü diğer hepatitlerden farklıdır. Bu nedenle Hepatit A aşısı diğer viral hepatit virüslerine karşı koruyucu olmaz.Hepatit A için ne zaman doktora gidilmeli?Yakın zamanda ülke dışına çıkıldıysa, yakınlarınızdan birinde Hepatit A olduysa, yakın zamanda Hepatit A olan biriyle cinsel temas yaşandıysa, semptomlar varsa mutlaka doktora görünülmelidir.Sık seyahat edenler Hepatit A’dan nasıl korunmalı?Tüm taze sebze ve meyveler soyularak ve iyice yıkanarak tüketilmelidir. Çiğ ya da az pişmiş et veya balık yenmemelidir. Buzlu içeceklerden, saflığından emin olunmayan içeceklerden uzak durun. Şişelenmiş su için. Kendi diş fırçanız dışında başkasının kişisel eşyalarını kullanmayın.Hepatit A testi nasıl yorumlanır?HAV IgM pozitifse akut hepatit A enfeksiyonu anlamına gelir. HAV IgM negatif, total HAV antikorları pozitifse aktif enfeksiyon yok ama geçirilmiş HAV nedeniyle bağışıklık var anlamına gelir. Total HAV antikorları ve HAV IgM pozitifse Hepatit A virüsüne maruz kalınmış, akut bir enfeksiyon var demektir. Eğer total HAV antikorları negatifse şu anda geçirilen ya da eskiden geçirilen enfeksiyon yoksa, risk grubundaysa aşı uygulanır. Hepatit A tahlili aç karnına mı yapılır?Farklı değerler de kan testinde istenebileceği için hepatit A testinin aç karnına yapılması daha uygundur.Hepatit A ne zaman tehlikelidir?Hepatit A, eğer hali hazırda kronik Hepatit B ve C hastalığı olanlara bulaşırsa tehlikeli boyutlara ulaşır. Kronik hepatit B hastalarının olmadılarsa Hepatit A aşılarını olmaları gerekmektedir. | 8,565 |
374 | Hastalıklar | Herediter Anjiyoödem | Herediter anjiyoödem, genetik geçişe sahip olan deri altı, bağırsak ve akciğer gibi solunum yolu dokularında ani ve şiddetli şişmeye (ödem) neden olan nadir bir hastalıktır. Herediter anjioödem klasik alerji tedavisine yanıt vermeyen bir anjioödem formu olduğu için, bu hastalıktan şüphe edilmesi ve tedavisinin bilinmesi çok önemlidir.Herediter anjiyoödem, genetik geçişe sahip olan deri altı, bağırsak ve akciğer gibi solunum yolu dokularında ani ve şiddetli şişmeye (ödem) neden olan nadir bir hastalıktır. Herediter anjioödem klasik alerji tedavisine yanıt vermeyen bir anjioödem formu olduğu için, bu hastalıktan şüphe edilmesi ve tedavisinin bilinmesi çok önemlidir.
Herediter Anjioödem Nedir?Herediter anjioödem, deri veya mukoza altında sıvı birikmesine bağlı el ve ayak gibi uzuvlar ile yüz ve bağırsak kanalında ani şişliklere neden olan kalıtsal bir hastalıktır. Herediter Anjiödem yüzde ve solunum yollarında şişme yanı sıra karın kramplarına da neden olabilir. Özellikle eller, ayaklar, baş, boyun, göz kapakları, dudaklar, dil ve genital organlarda görülür ve aynı zamanda sindirim sisteminde de meydana gelebilir.Alerjik anjiyoödem nedir? Alerjik anjiyoödem oluşumu, kişinin zaten duyarlı olduğu alerjenlere vücudun maruz kalmasından sonra belirli beyaz kan hücreleri tarafından salgılanan histamin salınımın sonrasın damarlardan dokulara sıvı geçişinin artması ile dokularda şişme meydana gelmesidir.Alerjik anjiyoödeme şunlar neden olur: Deniz ürünleri, fıstık, fındık, yumurta, vb. Penisilin antibiyotikleri, aspirin, steroid olmayan anti-enflamatuar ilaçlar Karınca, arı, yaban arısı veya eşek arısı zehrinden kaynaklanan bir böcek sokması veya ısırıklarıHerideter Anjioödem Tipleri Nelerdir?Herediter anjiyoödemin; C1 esteraz inhibitör proteini düzey veya aktivitesinde eksiklik olan TİP1 ve Tip 2 herediter anjioödem ve C1 esteraz inhibitör proteini düzey veya aktivitesinin normal olduğu herediter anjioödem olmak üzere 3 tipi vardır.Herediter Anjioödem Neden Olur?Herediter anjiyoödem hastalığı C1 inhibitör proteininin eksikliği ya da disfonksiyonel C1 inhibitör proteini nedeniyle oluşan bir hastalıktır. Kadınlar, sigara kullananlar ve 65 yaş üstü kişiler hastalık için risk gruplarıdır. Yaralanmalar, şiddetli ağrılar, cerrahi işlemler, diş prosedürleri, viral hastalıklara yakalanmak ve stres hastalığı tetikleyebileceği gibi semptomları da şiddetlendirebilir.Herediter Anjioödem Belirtileri Nelerdir?Herediter anjioödemin en belirgin semptomu, aşırı vücut sıvısının birikmesi bağlı ödem oluşan bölgelerde tekrarlayan şişlik ataklarıdır . Vücudun en sık etkilenen bölgeleri eller, ayaklar, göz kapakları, dudaklar ve cinsel organlardır. Vücudun belirli bölgelerinde kaşıntısız döküntü ve şişlikler Karın ağrısı ve krampları Mide bulantısı ve kusma İshal Baş ağrısı Ses kısıklığıAtak sıklığı ve şiddeti hastadan hastaya değişebilir. Ataklara ürtiker eşlik etmez. Tekrarlayan karın ağrıları olabilir. Üst hava yollarını tutan larinks ödemi ve genital ödem diğer anjioödem tiplerine göre daha sıktır. Hafif anjioödem atakları 2-5 gün arasında kendiliğinden düzelir.Herediter Anjioödem Nasıl Teşhis Edilir?Aile öyküsü olması, belirtilerin genellikle çocukluk yaşta başlaması, tekrarlayan ağrılı karın ağrılarının olması, anjioödeme ürtikerin eşlik etmemesi, üst hava yollarında ödem gözlenmesi, antihistaminik, steroid ve adrenalin tedavilerine yanıtsızlık herediter anjioödem şüphesi uyandırır. Herediter anjioödemi; enfeksiyonlar, stres, bazı hormon ilaçları kullanımı sonrası ve adet döneminde tetiklenebilir.Herediter anjioödemden şüphelenilen hastalarda Kompleman 4, C1 esteraz inhibitör proteini düzey ve aktivitesinin değerlendirildiği bir takım biyokimyasal testler ve genetik incelemeler yapılarak tanı konulur. Herediter Anjioödem Nasıl Tedavi Edilir?Herediter anjioödem tedavi planı şu şekildedir:A) Gerektiğinde kullanılacak etkili bir tedavi (atak tedavisi)B) Atak gelişimini önleyecek uzun süreli profilaksiC) Tıbbi girişimler ve diğer durumlarda bilinen tetikleyicilerle karşılaşmadan önce kısa süreli profilaksi uygulamasını içermelidir.Ülkemizde C1 esteraz inhibitör proteini yerine koyma tedavisi (replasmanı), Bradikinin reseptörü (B2R) antagonisti, danazol ve plazma kallikrein inhibitörü tedavide kullanılmaktadır. Tedavinin hastaya uygun şekilde alerji ve immünoloji uzmanı gözetiminde düzenlenmesi gereklidir. Herediter Anjioödem Hakkında Sık Sorulan SorularHerediter anjioödem nasıl bir hastalıktır?Herediter anjioödem, derinin derin dermis tabakasında ve submukozal dokularda ortaya çıkan kendini sınırlayan, kaşıntısız, asimetrik, inflamatuvar karakter olmayan ve ürtikerin (kurdeşen) eşlik etmediği anjioödem atakları ile kendimi gösteren otozomal dominant genetik geçiş özelliği taşıyan bir hastalıktır.Herediter anjiyoödem kalıtsal bir hastalık mı?Herediter anjioödem genetik geçişli bir hastalıktır. Vücudun çeşitli bölgelerinde cilt ve mukoza zarının şiddetli şişmesine neden olabilir. Kalıtsal olan bu hastalık nadir fakat tedavi edilebilir bir hastalıktır.Derideki şişlik yaygın olarak hangi bölgelerde görülür?Ataklar özellikle karın bölgesinde ödem belirtileri olmadan ani ve şiddetli ağrı ile başlayabilir. Şişlikler; eller, ayaklar, yüz, ağız, gırtlak, soluk borusu ve cinsel organlarda ortaya çıkabilir.Şişme atakları ne kadar sürer?Genellikle şişlik ilk 12- 36 saat içinde kademeli olarak artar ve 2-5 gün sonra azalır. Tedavi edilirse şişlikler daha kısa sürede azalabilmektedir.Herediter anjioödem tedavi edilmezse ne olur?Özellikle hayatı tehdit eden atakların mutlaka tedavi edilmesi gerekir. Anjioödem alerji ilaçlarına yanıtsızdır ve gerilemesi 5 güne kadar uzayabilir. Bu nedenle tedavi edilmezse hastanın yoğun bakım ihtiyacı olabilir ve hayatı tehlike oluşturabilir.Stres herediter anjioödem ataklarına neden olabilir mi?Herediter anjioödem için en yaygın tetikleyiciler arasında fiziksel veya duygusal nedenle yaşanan strestir.
Herediter Anjioödem Nedir?Herediter anjioödem, deri veya mukoza altında sıvı birikmesine bağlı el ve ayak gibi uzuvlar ile yüz ve bağırsak kanalında ani şişliklere neden olan kalıtsal bir hastalıktır. Herediter Anjiödem yüzde ve solunum yollarında şişme yanı sıra karın kramplarına da neden olabilir. Özellikle eller, ayaklar, baş, boyun, göz kapakları, dudaklar, dil ve genital organlarda görülür ve aynı zamanda sindirim sisteminde de meydana gelebilir.Alerjik anjiyoödem nedir? Alerjik anjiyoödem oluşumu, kişinin zaten duyarlı olduğu alerjenlere vücudun maruz kalmasından sonra belirli beyaz kan hücreleri tarafından salgılanan histamin salınımın sonrasın damarlardan dokulara sıvı geçişinin artması ile dokularda şişme meydana gelmesidir.Alerjik anjiyoödeme şunlar neden olur:Herideter Anjioödem Tipleri Nelerdir?Herediter anjiyoödemin; C1 esteraz inhibitör proteini düzey veya aktivitesinde eksiklik olan TİP1 ve Tip 2 herediter anjioödem ve C1 esteraz inhibitör proteini düzey veya aktivitesinin normal olduğu herediter anjioödem olmak üzere 3 tipi vardır.Herediter Anjioödem Neden Olur?Herediter anjiyoödem hastalığı C1 inhibitör proteininin eksikliği ya da disfonksiyonel C1 inhibitör proteini nedeniyle oluşan bir hastalıktır. Kadınlar, sigara kullananlar ve 65 yaş üstü kişiler hastalık için risk gruplarıdır. Yaralanmalar, şiddetli ağrılar, cerrahi işlemler, diş prosedürleri, viral hastalıklara yakalanmak ve stres hastalığı tetikleyebileceği gibi semptomları da şiddetlendirebilir.Herediter Anjioödem Belirtileri Nelerdir?Herediter anjioödemin en belirgin semptomu, aşırı vücut sıvısının birikmesi bağlı ödem oluşan bölgelerde tekrarlayan şişlik ataklarıdır . Vücudun en sık etkilenen bölgeleri eller, ayaklar, göz kapakları, dudaklar ve cinsel organlardır.Atak sıklığı ve şiddeti hastadan hastaya değişebilir. Ataklara ürtiker eşlik etmez. Tekrarlayan karın ağrıları olabilir. Üst hava yollarını tutan larinks ödemi ve genital ödem diğer anjioödem tiplerine göre daha sıktır. Hafif anjioödem atakları 2-5 gün arasında kendiliğinden düzelir.Herediter Anjioödem Nasıl Teşhis Edilir?Aile öyküsü olması, belirtilerin genellikle çocukluk yaşta başlaması, tekrarlayan ağrılı karın ağrılarının olması, anjioödeme ürtikerin eşlik etmemesi, üst hava yollarında ödem gözlenmesi, antihistaminik, steroid ve adrenalin tedavilerine yanıtsızlık herediter anjioödem şüphesi uyandırır. Herediter anjioödemi; enfeksiyonlar, stres, bazı hormon ilaçları kullanımı sonrası ve adet döneminde tetiklenebilir.Herediter anjioödemden şüphelenilen hastalarda Kompleman 4, C1 esteraz inhibitör proteini düzey ve aktivitesinin değerlendirildiği bir takım biyokimyasal testler ve genetik incelemeler yapılarak tanı konulur. Herediter Anjioödem Nasıl Tedavi Edilir?Herediter anjioödem tedavi planı şu şekildedir:A) Gerektiğinde kullanılacak etkili bir tedavi (atak tedavisi)B) Atak gelişimini önleyecek uzun süreli profilaksiC) Tıbbi girişimler ve diğer durumlarda bilinen tetikleyicilerle karşılaşmadan önce kısa süreli profilaksi uygulamasını içermelidir.Ülkemizde C1 esteraz inhibitör proteini yerine koyma tedavisi (replasmanı), Bradikinin reseptörü (B2R) antagonisti, danazol ve plazma kallikrein inhibitörü tedavide kullanılmaktadır. Tedavinin hastaya uygun şekilde alerji ve immünoloji uzmanı gözetiminde düzenlenmesi gereklidir. Herediter Anjioödem Hakkında Sık Sorulan SorularHerediter anjioödem nasıl bir hastalıktır?Herediter anjioödem, derinin derin dermis tabakasında ve submukozal dokularda ortaya çıkan kendini sınırlayan, kaşıntısız, asimetrik, inflamatuvar karakter olmayan ve ürtikerin (kurdeşen) eşlik etmediği anjioödem atakları ile kendimi gösteren otozomal dominant genetik geçiş özelliği taşıyan bir hastalıktır.Herediter anjiyoödem kalıtsal bir hastalık mı?Herediter anjioödem genetik geçişli bir hastalıktır. Vücudun çeşitli bölgelerinde cilt ve mukoza zarının şiddetli şişmesine neden olabilir. Kalıtsal olan bu hastalık nadir fakat tedavi edilebilir bir hastalıktır.Derideki şişlik yaygın olarak hangi bölgelerde görülür?Ataklar özellikle karın bölgesinde ödem belirtileri olmadan ani ve şiddetli ağrı ile başlayabilir. Şişlikler; eller, ayaklar, yüz, ağız, gırtlak, soluk borusu ve cinsel organlarda ortaya çıkabilir.Şişme atakları ne kadar sürer?Genellikle şişlik ilk 12- 36 saat içinde kademeli olarak artar ve 2-5 gün sonra azalır. Tedavi edilirse şişlikler daha kısa sürede azalabilmektedir.Herediter anjioödem tedavi edilmezse ne olur?Özellikle hayatı tehdit eden atakların mutlaka tedavi edilmesi gerekir. Anjioödem alerji ilaçlarına yanıtsızdır ve gerilemesi 5 güne kadar uzayabilir. Bu nedenle tedavi edilmezse hastanın yoğun bakım ihtiyacı olabilir ve hayatı tehlike oluşturabilir.Stres herediter anjioödem ataklarına neden olabilir mi?Herediter anjioödem için en yaygın tetikleyiciler arasında fiziksel veya duygusal nedenle yaşanan strestir. | 4,149 |
375 | Hastalıklar | Hermafrodit (Cinsiyet gelişim bozuklukları) | Adını Yunan mitolojisinde haberleşme tanrısı Hermes ile güzellik tanrıçası Afrodit'in yasak ilişkisinden dünyaya gelen oğulları Hermafrodit’ten alan Hermafrodit (cinsiyet gelişim bozukluğu) aynı vücutta hem erkek hem de kadın cinsiyetinin birleşmesi yani çift cinsiyet anlamına geliyor. Çok nadir görülen ve doğuştan gelen genetik bir cinsel gelişim bozukluğu olan, hemafrodit olarak da belirtilen Hermafroditizm sendromunda genellikle bebeklik döneminde ebeveynlerin tercihi doğrultusunda yapılan cerrahi işlemler ile cinsiyet seçimi yapılıyor. Ancak cinsiyet tercihini kendisi yapmayan bebeklerin ergenlik ve yetişkinlik döneminde farklı düşünceleri olabilmesi ve cinsel gelişimleri nedeniyle ebeveynlerinin yaptıkları bu tercihler psikolojik problemlere yol açabiliyor. Bu nedenle Hermafrodit teşhisi konulan bebeklerin cinsel tercihini ergenlik döneminde kendisinin karar verebileceği aşamaya geldiği zaman yapılması önerilebiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi’nden Doç. Dr. Mehmet Buğrahan Düz, Hermafrodit (cinsel gelişim bozuklukları) nedenleri, belirtileri, tedavileri hakkında bilgi verdi.Adını Yunan mitolojisinde haberleşme tanrısı Hermes ile güzellik tanrıçası Afrodit'in yasak ilişkisinden dünyaya gelen oğulları Hermafrodit’ten alan Hermafrodit (cinsiyet gelişim bozukluğu) aynı vücutta hem erkek hem de kadın cinsiyetinin birleşmesi yani çift cinsiyet anlamına geliyor. Çok nadir görülen ve doğuştan gelen genetik bir cinsel gelişim bozukluğu olan, hemafrodit olarak da belirtilen Hermafroditizm sendromunda genellikle bebeklik döneminde ebeveynlerin tercihi doğrultusunda yapılan cerrahi işlemler ile cinsiyet seçimi yapılıyor. Ancak cinsiyet tercihini kendisi yapmayan bebeklerin ergenlik ve yetişkinlik döneminde farklı düşünceleri olabilmesi ve cinsel gelişimleri nedeniyle ebeveynlerinin yaptıkları bu tercihler psikolojik problemlere yol açabiliyor. Bu nedenle Hermafrodit teşhisi konulan bebeklerin cinsel tercihini ergenlik döneminde kendisinin karar verebileceği aşamaya geldiği zaman yapılması önerilebiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi’nden Doç. Dr. Mehmet Buğrahan Düz, Hermafrodit (cinsel gelişim bozuklukları) nedenleri, belirtileri, tedavileri hakkında bilgi verdi.
Hermafrodit (Cinsiyet Gelişim Bozuklukları, 46,Xx Ovotestiküler Değişiklik) Nedir? Ovotestiküler cinsiyet gelişimi bozukluğu (CGB), bir bebeğin her iki cinsiyetin (dişi yumurtalıklar ve erkek testisler) iç üreme organları (gonadlar) ile doğduğu çok nadir bir hastalıktır. Gonadlar, yumurtalık, testis veya kombine yumurtalık ve testislerin (ovotestes) herhangi bir kombinasyonu olabilir. Dış genital organlar genellikle belirsizdir ancak normal erkekten normal kadına kadar değişebilir. Bu durum tıp dilinde veya halk arasında ovotesticular CGB, gerçek gonadal interseks, gerçek hermafroditizm olarak da bilinmektedir.Hermafrodit nedenleri nedir? Ovotestiküler DSD'nin kesin nedeni hastaların sadece küçük bir yüzdesinde bilinmektedir. Etkilenen bireylerin çoğu, normalde kadın cinsel gelişimi ile sonuçlanan bir 46, XX kromozom yapısına (karyotip) sahiptir. Hastaların yaklaşık %10'unda 46,XX karyotipli bir bireyde testis dokusu, Y kromozomu üzerindeki SRY geninin X kromozomuna veya başka bir kromozoma translokasyonu sonucu mevcuttur. 46, XX hastalarında, SOX9 duplikasyonu, RSPO1 gen mutasyonlar ve NR5A1 gen mutasyonlar gibi az sayıda vaka olmuştur.Hermafrodit belirtileri nelerdir? Hermafrodit (cinsiyet gelişim bozuklukları) teşhisi konulan hastada hem yumurtalık hem de testis dokusunun varlığı ile karakterizedir. Etkilenen hastaların yaklaşık 3’te 2’sinde bir ovotestis mevcuttur. Anormal bir vajina genellikle mevcuttur ve eğer bir rahim varsa, genellikle az gelişmiştir (hipoplastik). Bir penis varsa, idrarı mesaneden taşıyan kanalın (üretra) alt tarafa açılması (hipospadias) gibi bir anormallik gösterebilir. Testisler mevcut olduğunda genellikle inmemişlerdir (kriptorşidizm). Ergenliğe ulaştıktan sonra meme gelişimi, feminizasyon ve menstrüasyon (adet kanaması) oluşabilir. Etkilenen hastaların tamamına yakını kısırdır, ancak yumurtlama veya sperm üretimi mümkündür.Hermafroditizm Türleri Nelerdir?Hermafroditizmin 4 farklı türü vardır.45+XX: Bu tür hermafroditiz hastaları normal kadın kromozomları ve yumurtalıklarına sahipken erkek cinsel organı taşıyarak erkek tipinde olurlar.45+XY: Bu tür hermafroditizm hastaları normal erkek kromozomlarına sahipken dış üreme organları biçimsel olarak eksik ya da belirsizdir. Gonadal Hermafroditizm: Hem testis hem de yumurtalık yapılarının bulunduğu tam ve gerçek hermafroditizm türüdür.Belirlenemeyen Cinsel Gelişim Bozuklukları: Kromozom yapısı 46+XXY, 46+XXX veya 45+X0 şeklinde olabilir. Dış ve iç genital organlarının yapısı kromozom bozukluğunun türüne göre farklılık gösterir.Hermafrodit teşhisi nasıl konulur? Hermafrodit (cinsiyet gelişim bozuklukları) şüphesi ve görümü ile dünyaya gelen bebekler öncelikle alanında uzmanlaşmış hekimler tarafından yapılan detaylı fiziki muayeneden sonra detaylı aile hikayesi alındıktan sonra genetik faktörler değerlendirilir. Daha sonra kesin teşhisin konulması için bu işlemler yapılır; Kromozom ve genetik analizler Hormon testi Ultrason/MR Gonadal biyopsiyi içeren testlerden oluşan kombinasyonHermafroditizm tedavisi nasıldır? Hermafrodit (cinsiyet gelişim bozuklukları) tedavisinin mutlaka alanında deneyimli hekimlerden oluşan bir ekip tarafından yapılması gerekir. Tedavi ile ilgili öneriler son yıllarda gelişmiştir. Dış genital organların görünümüne, iç üreme bezlerinin oluşumuna, doğurganlık potansiyeline ve mevcut tıbbi literatüre dayanarak, yenidoğan döneminde cinsiyet tayini önerilmeye devam etmektedir. Bazı uzmanlar son zamanlarda ameliyatı geciktirmeyi ve mümkünse çocuğu karar verme sürecine dahil etmeyi önermektedir. Göz önünde bulundurulması gereken faktörler arasında psikolojik, davranışsal, kromozomal, hormonal olduğu kadar işleyen cinsel organları yeniden yapılandırma potansiyeli de yer alır.Hermafrodit (cinsiyet gelişim bozuklukları) ile ilgili sık sorular sorularHermafrodit olanlar çocuk sahibi olabilirler mi?46,XX kromozomu olan hastaların genellikle büyük bir fallusa sahip belirsiz dış genital organları olduğu için genellikle erkek olarak yetiştirilirler. Ancak ergenlik döneminde adet görme olabilir (menstrüasyon) ya da göğüsler gelişebilir. Bu hastalar çok nadir durumlarda gerçekten sperm üretirler. 46,XX intersekste (dişi psödohermafroditizm) hastaları erkek dış genital organlarına sahip olmasına rağmen kadın kromozomal yapısı ve üreme organları vardır. 46,XY'de (erkekpsödohermafroditizm ) ise hastaların belirsiz veya kadın dış genital organları olabilir. Bu hastalarda da erkek kromozomal yapısı veya üreme organları, testisler bozuk olabilir veya hiç olmayabilir. Sonuç olarak hermafrodit (cinsiyet gelişim bozuklukları) olan hastaların tamamına yakınında yumurtlama veya sperm üretimi olmasına rağmen kısır olurlar.Hermafrodit genetik bir hastalık mıdır?Hermafrodit (cinsiyet gelişim bozuklukları) rahatsızlığı aileden miras kalan genetik bir hastalıktır. Hermafrodit (cinsiyet gelişim bozuklukları) rahatsızlıklarına SOX9, RSPO1 ve NR5A1 gibi gen mutasyonları neden olmaktadır.Hermafrodit erkek cinsiyeti ile doğanlarda mı kadın cinsiyeti ile doğanlarda mı daha çok görülür?Hermafrodit (cinsiyet gelişim bozuklukları) rahatsızlıklarıyla ilgili literatürde bu bilgilere ilişkin yeterli veri bulunmamaktadır.Hermafrodit yaygın bir hastalık mıdır?Hermafrodit (cinsiyet gelişim bozuklukları) rahatsızlıkları yani ovotestiküler CGB cinsel gelişimin nadir görülen bozukluklarındandır. Bugüne kadar yaklaşık 500 kişide olduğu kayıtlara geçmiştir.Hermafrodit tedaviden sonra yeniden oluşur mu?Hermafrodit (cinsiyet gelişim bozuklukları) rahatsızlığı tanısı doğumda teşhis edildiği zaman cinsiyet seçimi genellikle ebeveynler tarafından tayin ediliyor. Ancak son dönemlerde bu rahatsızlıktan etkilenen bebeklerin, yaşamın ilerleyen dönemlerinde kendilerine tayin edilen cinsiyetle özdeşleşmeyebileceği ortaya çıkmıştır. Bu nedenle hastaların kendi cinsiyetlerini belirleyecek yaşa gelmeleri ve tedavi hakkında bilinçli kararlar verdikten sonra cinsiyet belirleme işlemleri yetişkinliğe ertelenmektedir. Hastaların kendi cinsiyet tercihlerini yaptıktan sonra bu hastalık yeniden tekrar etmemektedir.Hermafrodit hastaları ne kadar yaşar?Hermafrodit, hastalarda üreme yeteneği kaybı dışında herhangi bir sağlık soruna neden olmaz. Hastalar vücut yapıları ve cinsel tercihleri doğrultusunda yaptırdıkları cerrahi ameliyatlar ile hayatlarını sürdürebilirler
Hermafrodit (Cinsiyet Gelişim Bozuklukları, 46,Xx Ovotestiküler Değişiklik) Nedir? Ovotestiküler cinsiyet gelişimi bozukluğu (CGB), bir bebeğin her iki cinsiyetin (dişi yumurtalıklar ve erkek testisler) iç üreme organları (gonadlar) ile doğduğu çok nadir bir hastalıktır. Gonadlar, yumurtalık, testis veya kombine yumurtalık ve testislerin (ovotestes) herhangi bir kombinasyonu olabilir. Dış genital organlar genellikle belirsizdir ancak normal erkekten normal kadına kadar değişebilir. Bu durum tıp dilinde veya halk arasında ovotesticular CGB, gerçek gonadal interseks, gerçek hermafroditizm olarak da bilinmektedir.Hermafrodit nedenleri nedir? Ovotestiküler DSD'nin kesin nedeni hastaların sadece küçük bir yüzdesinde bilinmektedir. Etkilenen bireylerin çoğu, normalde kadın cinsel gelişimi ile sonuçlanan bir 46, XX kromozom yapısına (karyotip) sahiptir. Hastaların yaklaşık %10'unda 46,XX karyotipli bir bireyde testis dokusu, Y kromozomu üzerindeki SRY geninin X kromozomuna veya başka bir kromozoma translokasyonu sonucu mevcuttur. 46, XX hastalarında, SOX9 duplikasyonu, RSPO1 gen mutasyonlar ve NR5A1 gen mutasyonlar gibi az sayıda vaka olmuştur.Hermafrodit belirtileri nelerdir? Hermafrodit (cinsiyet gelişim bozuklukları) teşhisi konulan hastada hem yumurtalık hem de testis dokusunun varlığı ile karakterizedir. Etkilenen hastaların yaklaşık 3’te 2’sinde bir ovotestis mevcuttur. Anormal bir vajina genellikle mevcuttur ve eğer bir rahim varsa, genellikle az gelişmiştir (hipoplastik). Bir penis varsa, idrarı mesaneden taşıyan kanalın (üretra) alt tarafa açılması (hipospadias) gibi bir anormallik gösterebilir. Testisler mevcut olduğunda genellikle inmemişlerdir (kriptorşidizm). Ergenliğe ulaştıktan sonra meme gelişimi, feminizasyon ve menstrüasyon (adet kanaması) oluşabilir. Etkilenen hastaların tamamına yakını kısırdır, ancak yumurtlama veya sperm üretimi mümkündür.Hermafroditizm Türleri Nelerdir?Hermafroditizmin 4 farklı türü vardır.45+XX: Bu tür hermafroditiz hastaları normal kadın kromozomları ve yumurtalıklarına sahipken erkek cinsel organı taşıyarak erkek tipinde olurlar.45+XY: Bu tür hermafroditizm hastaları normal erkek kromozomlarına sahipken dış üreme organları biçimsel olarak eksik ya da belirsizdir. Gonadal Hermafroditizm: Hem testis hem de yumurtalık yapılarının bulunduğu tam ve gerçek hermafroditizm türüdür.Belirlenemeyen Cinsel Gelişim Bozuklukları: Kromozom yapısı 46+XXY, 46+XXX veya 45+X0 şeklinde olabilir. Dış ve iç genital organlarının yapısı kromozom bozukluğunun türüne göre farklılık gösterir.Hermafrodit teşhisi nasıl konulur? Hermafrodit (cinsiyet gelişim bozuklukları) şüphesi ve görümü ile dünyaya gelen bebekler öncelikle alanında uzmanlaşmış hekimler tarafından yapılan detaylı fiziki muayeneden sonra detaylı aile hikayesi alındıktan sonra genetik faktörler değerlendirilir. Daha sonra kesin teşhisin konulması için bu işlemler yapılır; Hermafroditizm tedavisi nasıldır? Hermafrodit (cinsiyet gelişim bozuklukları) tedavisinin mutlaka alanında deneyimli hekimlerden oluşan bir ekip tarafından yapılması gerekir. Tedavi ile ilgili öneriler son yıllarda gelişmiştir. Dış genital organların görünümüne, iç üreme bezlerinin oluşumuna, doğurganlık potansiyeline ve mevcut tıbbi literatüre dayanarak, yenidoğan döneminde cinsiyet tayini önerilmeye devam etmektedir. Bazı uzmanlar son zamanlarda ameliyatı geciktirmeyi ve mümkünse çocuğu karar verme sürecine dahil etmeyi önermektedir. Göz önünde bulundurulması gereken faktörler arasında psikolojik, davranışsal, kromozomal, hormonal olduğu kadar işleyen cinsel organları yeniden yapılandırma potansiyeli de yer alır.Hermafrodit (cinsiyet gelişim bozuklukları) ile ilgili sık sorular sorularHermafrodit olanlar çocuk sahibi olabilirler mi?46,XX kromozomu olan hastaların genellikle büyük bir fallusa sahip belirsiz dış genital organları olduğu için genellikle erkek olarak yetiştirilirler. Ancak ergenlik döneminde adet görme olabilir (menstrüasyon) ya da göğüsler gelişebilir. Bu hastalar çok nadir durumlarda gerçekten sperm üretirler. 46,XX intersekste (dişi psödohermafroditizm) hastaları erkek dış genital organlarına sahip olmasına rağmen kadın kromozomal yapısı ve üreme organları vardır. 46,XY'de (erkekpsödohermafroditizm ) ise hastaların belirsiz veya kadın dış genital organları olabilir. Bu hastalarda da erkek kromozomal yapısı veya üreme organları, testisler bozuk olabilir veya hiç olmayabilir. Sonuç olarak hermafrodit (cinsiyet gelişim bozuklukları) olan hastaların tamamına yakınında yumurtlama veya sperm üretimi olmasına rağmen kısır olurlar.Hermafrodit genetik bir hastalık mıdır?Hermafrodit (cinsiyet gelişim bozuklukları) rahatsızlığı aileden miras kalan genetik bir hastalıktır. Hermafrodit (cinsiyet gelişim bozuklukları) rahatsızlıklarına SOX9, RSPO1 ve NR5A1 gibi gen mutasyonları neden olmaktadır.Hermafrodit erkek cinsiyeti ile doğanlarda mı kadın cinsiyeti ile doğanlarda mı daha çok görülür?Hermafrodit (cinsiyet gelişim bozuklukları) rahatsızlıklarıyla ilgili literatürde bu bilgilere ilişkin yeterli veri bulunmamaktadır.Hermafrodit yaygın bir hastalık mıdır?Hermafrodit (cinsiyet gelişim bozuklukları) rahatsızlıkları yani ovotestiküler CGB cinsel gelişimin nadir görülen bozukluklarındandır. Bugüne kadar yaklaşık 500 kişide olduğu kayıtlara geçmiştir.Hermafrodit tedaviden sonra yeniden oluşur mu?Hermafrodit (cinsiyet gelişim bozuklukları) rahatsızlığı tanısı doğumda teşhis edildiği zaman cinsiyet seçimi genellikle ebeveynler tarafından tayin ediliyor. Ancak son dönemlerde bu rahatsızlıktan etkilenen bebeklerin, yaşamın ilerleyen dönemlerinde kendilerine tayin edilen cinsiyetle özdeşleşmeyebileceği ortaya çıkmıştır. Bu nedenle hastaların kendi cinsiyetlerini belirleyecek yaşa gelmeleri ve tedavi hakkında bilinçli kararlar verdikten sonra cinsiyet belirleme işlemleri yetişkinliğe ertelenmektedir. Hastaların kendi cinsiyet tercihlerini yaptıktan sonra bu hastalık yeniden tekrar etmemektedir.Hermafrodit hastaları ne kadar yaşar? | 5,538 |
376 | Hastalıklar | Hipofiz Tümörleri | Vücutta bütün yaşamsal fonksiyonları kontrol eden iki temel sistem vardır. Bu iki üst kontrol merkezinden biri merkezi sinir sistemi diğeri ise endokrin yani hormonal sistemdir. Aslında hormon bezleri vücutta dağınık olarak bulunur ancak büyük oranda bu hormon bezlerinin üst kontrolü beyindeki hipofiz bezinden yapılır. Hipofiz bezi 8 ayrı hormon salgılayarak vücuttaki diğer hormon bezlerinin çalışmasını kontrol eder. Hipofiz bezinde oluşan tümörler bulundukları bölgede yarattıkları soruna göre belirti verebileceği gibi, salgılanan 8 ayrı hormonun etkilerine göre de belirti verebilmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahi Bölümü’nden Prof. Dr. Gökalp Silav, hipofiz tümörlerinin belirtileri hakkında bilgi verdi.Vücutta bütün yaşamsal fonksiyonları kontrol eden iki temel sistem vardır. Bu iki üst kontrol merkezinden biri merkezi sinir sistemi diğeri ise endokrin yani hormonal sistemdir. Aslında hormon bezleri vücutta dağınık olarak bulunur ancak büyük oranda bu hormon bezlerinin üst kontrolü beyindeki hipofiz bezinden yapılır. Hipofiz bezi 8 ayrı hormon salgılayarak vücuttaki diğer hormon bezlerinin çalışmasını kontrol eder. Hipofiz bezinde oluşan tümörler bulundukları bölgede yarattıkları soruna göre belirti verebileceği gibi, salgılanan 8 ayrı hormonun etkilerine göre de belirti verebilmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahi Bölümü’nden Prof. Dr. Gökalp Silav, hipofiz tümörlerinin belirtileri hakkında bilgi verdi.
Hipofiz bezi nedir?Hipofiz bezi beynin içinde, görme sinirlerinin hemen altında yerleşmiş olan normalde 1 gram ağırlığında küçük bir bezdir. Hipofiz bezinin boyutları küçük olsa da, vücuttaki işlevi çok önemlidir. Yaşamsal öneme sahip faaliyetler sürdüren hipofiz bezinin çalışması durursa, kısa süre içinde ölümle sonuçlanacak ağır tablolar yaşanabilir. Tüm beyin tümörleri içerisinde hipofiz tümörleri yüzde 5-10 oranında görülmektedir. Hipofiz tümörleri hem kadınlarda hem erkeklerde görülebilmektedir. Nadiren çocuklarda da görülebilir. Hormonal faaliyetlerin daha fazla olmasından dolayı etkileri kadınlarda daha fazla ortaya çıkar. Erkeklerde hormonal faaliyetler daha az olduğu için erkeklerde görülen tümörler genellikle daha geç teşhis edilir ve daha büyük tümörlerdir.Hipofiz tümörü belirtileri nelerdir?Hipofiz tümörü belirtileri iki ayrı şekilde ortaya çıkabilir.Hipofiz tümörü büyümesine rağmen fazla hormon salgılanmasına neden olmayabilir. 1 cm’den daha büyük olan ve makroadenom olarak isimlendirilen bu tümörler hormonal bir etki yaratmadığı için belirli bir büyüklüğe ulaşana kadar belirti vermeyebilir. Tümör büyüdükçe bulunduğu bölgenin etrafındaki önemli damar ve sinirlere baskı yapabilir.Belirli bir büyüklüğe ulaşan hipofiz tümörünün (makroadenom) belirtileri şu şekilde olabilir: Görme sinirine baskı yaparak öncelikle yan taraflarda görmeyi azalabilir. Gözlerin aynı anda aynı yönde hareket edememesi hipofiz tümöre belirtisi olabilir. Bulanık veya çift görme Ani körlük Baş ağrısı Yüz uyuşması veya ağrı Baş dönmesi Bilinç kaybı (bayılma) Görme keskinliğinde kısmen azalma Şah damarının kafatası içerisine girdiği kısımlarda baskılar ortaya çıkabilir. Hipofiz tümör daha da büyüdüğü durumlarda beynin içerisindeki su dolaşım yollarını tıkanmasına bağlı olarak beyin içerisinde su birikmesine yani hidrosefaliye neden olabilir.Manyetik Rezonans (MR ) kullanımı yaygınlaşmaya başladıktan sonra makroadenom olarak adlandırılan hipofiz tümörleri bu boyutlara ulaşmadan belirlenebilmektedir.Makroadenomlar aynı zamanda hipofiz bezinin yönettiği hormonların dengesizliğine sebep olabilir. Bu durumda hangi hormonların dengesiz salgılandığına bağlı olarak; Mide bulantısı Açıklanamayan kilo kaybı veya kilo alımı Vücut kıllarının dökülmesi Üşümek Yorgun veya zayıf hissetmek Kadınlarda adet değişiklikleri veya adet görememek Erkeklerde erektil disfonksiyon (ereksiyon sorunu) Erkeklerde meme dokusunun büyümesi Hamile kalamamak Cinsel ilginin azalması hipofiz tümörü belirtileri arasındadır. Büyük tümörler yani Makroadenomlar bazen hipofiz bezinin arka kısmına baskı yapabilir ve bu da vazopressin hormonunun ( anti-diüretik hormon veya ADH) eksikliğine neden olabilir. Bu durum şekersiz diyabete yol açabilir. Bu durumda idrarda çok fazla su kaybedilir. Bu nedenle kişi sık idrara çıkar ve vücut su kaybına ayak uydurmaya çalıştığı için çok susar.Küçük hipofiz tümörlerinin (Mikroadenom) belirtileri; 1 cm’den daha küçük hipofiz tümörleri mikroadenom olarak isimlendirilir. Hipofiz bezinde oluşan tümör hormonların fazla salgılanmasına neden olabilmektedir. Fazla salgılanan hormona göre vücutta farklı belirtiler ortaya çıkabilmektedir.Adrenokortikotropik hormon salgılayan hipofiz tümörü belirtileri; Adrenokortikotropik hormon hipofiz bezinin ön lobunda üretilen polipeptid yapıda bir hormondur. Böbrek üstü bezini uyarır ve buradan steroid yapılı hormonların salgılanmasını sağlar. Bu hormonun vücutta çok fazla olması “Cushing sendromu”na neden olabilir. Adrenokortikotropik hormon salgılayan hipofiz tümörü belirtileri şu şekilde sıralanabilir; Genellikle yüz ve karın bölgesinde kilo alımı Yüksek tansiyon Yüksen kan şekeri Osteoporoza ve hatta kırıklara yol açabilen kemiklerin zayıflaması Duygusal değişimler Ciltte çatlaklar ve kolay morarmalar Yüzde ve göğüs bölgesinde tüylenme Yüzde şişme ve kızarıklık Akne oluşumu Boynun arkasındaki ekstra yağ Cinsel isteksizlik Kadınlarda adet dönemlerindeki değişikliklerYetişkinlerde görülen bu belirtilerin büyük bir çoğunluğu çocuklarda da görülebilmektedir. Çocuklarda Adrenokortikotropik hormon salgılayan hipofiz tümörü belirtilerine büyümenin yavaşlaması ve okul performansında düşüş eklenebilir.Prolaktin salgılayan hipofiz tümörü belirtileri; Prolaktin salgılayan hipofiz tümörleri prolaktinomalar veya laktotrof adenomlar olarak da isimlendirilir. Prolaktin salgılayan hipofiz tümörleri daha çok kadınlarda ve ileri yaş erkeklerde görülmektedir. Aşırı prolaktin üretimi kadınlarda östrojen erkeklerde ise testosteron eksikliğine yol açabilir. Kandaki aşırı prolaktin kadınlarda ve erkeklerde farklı belirtilerle ortaya çıkabilir.Kadınlarda prolaktin salgılayan hipofiz tümörü belirtileri; Düzensiz adet dönemleri veya adet görememek Göğüslerden süt benzeri akıntı gelmesiErkeklerde prolaktin salgılayan hipofiz tümörü belirtileri;Erkeklerde prolaktin üreten hipofiz tümörü hipogonadizmine neden olabilir. Belirtileri şunlardır: Ereksiyon sorunları Düşük sperm sayısı Cinsel dürtü kaybı Meme büyümesiProlaktin salgılayan hipofiz tümörleri hem erkeklerde hem kadınlarda; Cinselliğe karşı ilgisizlik Kısırlık Osteoporoz kaynaklı kemiklerde zayıflama gibi belirtilerle ortaya çıkabilir.Prolaktin salgılayan hipofiz tümörü fark edilmeyerek büyümeye devam edersen yakınındaki sinir ve dokulara baskı yaparak baş ağrısına ve görme sorunlarına neden olabilir. Ergenlik öncesi ve menopoz sonrası adet görmeyen kadınlarda prolaktin hormonu salgılanmasına neden olan hipofiz tümörleri geç teşhis edilebilir.Tirotropin (TSH) salgılayan hipofiz tümörü belirtileriTirotropin adenomları olarak da isimlendirilen Tirotropin salgılayan hipofiz tümörleri nadir görülmektedir. Çok fazla tiroid hormonu (TSH) üretilmesine neden olur. Tiroid bezinin fazla çalışmasına bağlı olarak hipertiroidizm (aşırı aktif tiroid) belirtileri görülebilir.Tirotropin (TSH) salgılayan hipofiz tümörü belirtileri şu şekilde sıralanabilir: Kilo kaybı Hızlı veya düzensiz kalp atışı Sinirlilik Sık bağırsak hareketleri Aşırı terleme Yüksek tansiyon Aşırı terleme Kilo kaybı Uyku sorunları Boynun ön kısmında tiroidin büyümesine bağlı yumru oluşmasıBüyüme hormonu salgılayan hipofiz tümörü belirtileriBüyüme hormonunun aşarı salgılanmasına neden olan hipofiz tümörlerinin belirtileri hastanın yaşına göre farklılık gösterebilir.-Çocuklarda büyüme hormonu salgılayan hipofiz tümörü belirtileri Çocuklarda büyüme hormonunun aşırı salgılanması halk arasında dev hastalığı olarak bilinen gigantizm hastalığına neden olabilir. Çocukların kemik plakları kapanmadan beklenen çok fazla bir büyüme yaşanmaktadır.-Yetişkinlerde büyüme hormonu salgılayan hipofiz tümörü belirtileriYetişkinlerde büyüme hormonunun çok fazla salgılanması çocuklardan daha farklı belirtiler verebilir. Yetişkinlerde kemiklerdeki büyüme plaklarının kapanması nedeni ile sadece el ve ayakların genişlemesi, çene ve burnun büyümesi görülebilir. Ses kalınlaşması Gece uyurken horlama Aşırı terleme Kaslarda hissedilebilir halsizlik Yüksek kan şekeri Kalp sorunları Eklem ağrısı Yanlış hizalanmış dişler Artan vücut kılları Karpal tünel sendromu Baş ağrısıGonadotropin salgılayan hipofiz tümörü belirtileri Gonadotrop adenomları olarak isimlendirilen bu hipofiz tümörleri nadir görülmektedir. Gonadotropin hormonu, hipofizin ön lobundan salgılanır ve kadınlarda overlerin, erkeklerde testislerin fonksiyonlarını düzenler. Kadınlarda düzensiz adet dönemi Erkeklerde düşük testosteran seviyesine bağlı olarak cinsel isteksizlikGonadotropin salgılayan hipofiz tümörlerinde bazen bu belirtiler görülmeyebilir. Büyümeye devam eden tümör baş ağrısı ve görme sorunları gibi belirtilerle kendini belli edebilir.Hipofiz tümörleri hakkında sık sorulan sorular Hipofiz tümörlerinin salgıladığı hormonlar vücutta başka bir kansere neden olur mu?Hipofiz bezinin tümörleri iyi huylu olabildiği gibi kötü huylu yani kanser de olabilir. Ancak aşırı hormon salgılanmasına neden olan hipofiz tümörleri salgıladıkları hormonlar nedeniyle kansere neden olmamaktadır. Mesela hipofiz tümöründen dolayı aşırı salgılanan tiroid hormonları hastada tiroid kanserine yol açmamaktadır ancak aşırı salgılanan hormonların etkisi vücutta yaşam kalitesini bozacak derecede sorun ortaya çıkartmaktadır.Hipofiz tümörlerinde birden fazla hormon aşırı salgılanabilir mi?Hipofiz tümörü büyüdüğü zaman büyüdüğü noktaya bağlı olarak bir veya birden fazla hormon salgılanmasına neden olabilmektedir. Bu belirtiler hipofiz bezinde değil salgılanan fazla hormonun yarattığı sorunlarla belirti vermektedir.Hipofiz tümörünün tedavisiyle ortaya çıkan belirtiler normale dönebilir mi?Hipofiz tümörünün cerrahi olarak çıkartılması veya farklı yöntemlerle tedavi edilmesiyle vücutta ortaya çıkan belirtiler normale dönebilmektedir. Ancak büyüme hormonun aşırı salgılanmasıyla ortaya çıkan tablo tümörün tedavisiyle eski haline dönmemektedir.Hipofiz tümörlerinde tedavi seçenekleri nelerdir?Mikroadenomlarda genellikle salgılanan hormonun türüne göre başlangıçta endokrinoloji kontrolünde ilaç tedavisi uygulanarak hastalar sık aralıklarla Manyetik Rezonans (MR)ve hormonal testler ile kontrol edilirler. Bazı adenomlarda ilaç tedavisi uygulanamaz. Bu hastalarda hormonların kötü etkilerinden kaçınmak için ilaç dışı tedavi seçenekleri uygulanmalıdır.Tedavi seçenekleri olarak genellikle 2 cm’ye kadar büyümüş olan hipofiz tümörlerinde ilk tercih olarak odaklanmış ışın tedavisidir. 2 cm’nin üzerindeki adenomlarda ise cerrahi tedavi uygulanır. Odaklanmış ışın tedavisinde amaç adenomu çıkartmak değil, büyümesini durdurmak ve hormonal dengeyi sağlamaktır. Hastaların işlem sonrasında kontrollerinin sık sık yapılması ve hormon testlerinin gözlenmesi gerekir.Cerrahi tedavi seçenekleri arasında endoskopik cerrahi ve mikro cerrahi tedavi vardır. Hem endoskopik yöntemde hem de mikro cerrahi yöntemle burun yolu ile girilerek hipofiz tümörü (adenom) çıkartılır. Bazen şah damarının kafa içerisindeki kısmı ve görme sinirlerine olan yakın komşuluk veya adenomu çok sert olması durumlarında adenomun bir kısmı çıkartılamayabilir. Bu durumda ek tedavi seçeneği olarak yine odaklanmış ışın tedavisi uygulanır. Endoskopik yöntem son yıllarda burun yolu ile yapılan mikro cerrahi yönteme göre popülarite kazanmıştır. Artık pek çok cerrah bu ameliyatı endoskopik yöntemle yapmayı tercih etmektedir. Cerrahların bu konudaki tecrübesi arttıkça artık daha zor ve büyük tümörlerde bile endoskopik yöntem kullanılabilmektedir. Bazen hipofiz adenomunun önemli beyin bölgeleri ile komşulukları ve tümörün oldukça büyük olması nedeni ile burun yolu ile yapılan girişimler uygulanamaz. Bu durumda kafatası küçük bir şekilde açılarak yine mikro cerrahi teknikler ile açık beyin ameliyatı uygulanır. Bazen de tümörün boyutlarına ve yerleşimine göre bu işlemler sıra ile hem burun yolu ile hem de açık beyin ameliyatı şeklinde uygulanabilir.Hangi yöntem olursa olsun amaç, hastayı sağlığına kavuşturacak, en az zarar ile en fazla faydayı sağlayacak yöntemi seçmektir. Bu tedaviler sonucunda hastanın hormonal dengesinin tekrar sağlanması, adenomun çıkartılarak çevre dokulara yaptığı bası etkisinin azaltılması amaçlanır. Bu sayede hastalar kaliteli bir yaşama kavuşmuş olurlar.
Hipofiz bezi nedir?Hipofiz bezi beynin içinde, görme sinirlerinin hemen altında yerleşmiş olan normalde 1 gram ağırlığında küçük bir bezdir. Hipofiz bezinin boyutları küçük olsa da, vücuttaki işlevi çok önemlidir. Yaşamsal öneme sahip faaliyetler sürdüren hipofiz bezinin çalışması durursa, kısa süre içinde ölümle sonuçlanacak ağır tablolar yaşanabilir. Tüm beyin tümörleri içerisinde hipofiz tümörleri yüzde 5-10 oranında görülmektedir. Hipofiz tümörleri hem kadınlarda hem erkeklerde görülebilmektedir. Nadiren çocuklarda da görülebilir. Hormonal faaliyetlerin daha fazla olmasından dolayı etkileri kadınlarda daha fazla ortaya çıkar. Erkeklerde hormonal faaliyetler daha az olduğu için erkeklerde görülen tümörler genellikle daha geç teşhis edilir ve daha büyük tümörlerdir.Hipofiz tümörü belirtileri nelerdir?Hipofiz tümörü belirtileri iki ayrı şekilde ortaya çıkabilir.Hipofiz tümörü büyümesine rağmen fazla hormon salgılanmasına neden olmayabilir. 1 cm’den daha büyük olan ve makroadenom olarak isimlendirilen bu tümörler hormonal bir etki yaratmadığı için belirli bir büyüklüğe ulaşana kadar belirti vermeyebilir. Tümör büyüdükçe bulunduğu bölgenin etrafındaki önemli damar ve sinirlere baskı yapabilir.Belirli bir büyüklüğe ulaşan hipofiz tümörünün (makroadenom) belirtileri şu şekilde olabilir: Manyetik Rezonans (MR ) kullanımı yaygınlaşmaya başladıktan sonra makroadenom olarak adlandırılan hipofiz tümörleri bu boyutlara ulaşmadan belirlenebilmektedir.Makroadenomlar aynı zamanda hipofiz bezinin yönettiği hormonların dengesizliğine sebep olabilir. Bu durumda hangi hormonların dengesiz salgılandığına bağlı olarak;Küçük hipofiz tümörlerinin (Mikroadenom) belirtileri; 1 cm’den daha küçük hipofiz tümörleri mikroadenom olarak isimlendirilir. Hipofiz bezinde oluşan tümör hormonların fazla salgılanmasına neden olabilmektedir. Fazla salgılanan hormona göre vücutta farklı belirtiler ortaya çıkabilmektedir.Adrenokortikotropik hormon salgılayan hipofiz tümörü belirtileri; Adrenokortikotropik hormon hipofiz bezinin ön lobunda üretilen polipeptid yapıda bir hormondur. Böbrek üstü bezini uyarır ve buradan steroid yapılı hormonların salgılanmasını sağlar. Bu hormonun vücutta çok fazla olması “Cushing sendromu”na neden olabilir. Adrenokortikotropik hormon salgılayan hipofiz tümörü belirtileri şu şekilde sıralanabilir;Yetişkinlerde görülen bu belirtilerin büyük bir çoğunluğu çocuklarda da görülebilmektedir. Çocuklarda Adrenokortikotropik hormon salgılayan hipofiz tümörü belirtilerine büyümenin yavaşlaması ve okul performansında düşüş eklenebilir.Prolaktin salgılayan hipofiz tümörü belirtileri; Prolaktin salgılayan hipofiz tümörleri prolaktinomalar veya laktotrof adenomlar olarak da isimlendirilir. Prolaktin salgılayan hipofiz tümörleri daha çok kadınlarda ve ileri yaş erkeklerde görülmektedir. Aşırı prolaktin üretimi kadınlarda östrojen erkeklerde ise testosteron eksikliğine yol açabilir. Kandaki aşırı prolaktin kadınlarda ve erkeklerde farklı belirtilerle ortaya çıkabilir.Kadınlarda prolaktin salgılayan hipofiz tümörü belirtileri;Erkeklerde prolaktin salgılayan hipofiz tümörü belirtileri;Erkeklerde prolaktin üreten hipofiz tümörü hipogonadizmine neden olabilir. Belirtileri şunlardır:Prolaktin salgılayan hipofiz tümörleri hem erkeklerde hem kadınlarda;Prolaktin salgılayan hipofiz tümörü fark edilmeyerek büyümeye devam edersen yakınındaki sinir ve dokulara baskı yaparak baş ağrısına ve görme sorunlarına neden olabilir. Ergenlik öncesi ve menopoz sonrası adet görmeyen kadınlarda prolaktin hormonu salgılanmasına neden olan hipofiz tümörleri geç teşhis edilebilir.Tirotropin (TSH) salgılayan hipofiz tümörü belirtileriTirotropin adenomları olarak da isimlendirilen Tirotropin salgılayan hipofiz tümörleri nadir görülmektedir. Çok fazla tiroid hormonu (TSH) üretilmesine neden olur. Tiroid bezinin fazla çalışmasına bağlı olarak hipertiroidizm (aşırı aktif tiroid) belirtileri görülebilir.Tirotropin (TSH) salgılayan hipofiz tümörü belirtileri şu şekilde sıralanabilir:Büyüme hormonu salgılayan hipofiz tümörü belirtileriBüyüme hormonunun aşarı salgılanmasına neden olan hipofiz tümörlerinin belirtileri hastanın yaşına göre farklılık gösterebilir.-Çocuklarda büyüme hormonu salgılayan hipofiz tümörü belirtileri Çocuklarda büyüme hormonunun aşırı salgılanması halk arasında dev hastalığı olarak bilinen gigantizm hastalığına neden olabilir. Çocukların kemik plakları kapanmadan beklenen çok fazla bir büyüme yaşanmaktadır.-Yetişkinlerde büyüme hormonu salgılayan hipofiz tümörü belirtileriYetişkinlerde büyüme hormonunun çok fazla salgılanması çocuklardan daha farklı belirtiler verebilir.Gonadotropin salgılayan hipofiz tümörü belirtileri Gonadotrop adenomları olarak isimlendirilen bu hipofiz tümörleri nadir görülmektedir. Gonadotropin hormonu, hipofizin ön lobundan salgılanır ve kadınlarda overlerin, erkeklerde testislerin fonksiyonlarını düzenler.Gonadotropin salgılayan hipofiz tümörlerinde bazen bu belirtiler görülmeyebilir. Büyümeye devam eden tümör baş ağrısı ve görme sorunları gibi belirtilerle kendini belli edebilir.Hipofiz tümörleri hakkında sık sorulan sorular Hipofiz tümörlerinin salgıladığı hormonlar vücutta başka bir kansere neden olur mu?Hipofiz bezinin tümörleri iyi huylu olabildiği gibi kötü huylu yani kanser de olabilir. Ancak aşırı hormon salgılanmasına neden olan hipofiz tümörleri salgıladıkları hormonlar nedeniyle kansere neden olmamaktadır. Mesela hipofiz tümöründen dolayı aşırı salgılanan tiroid hormonları hastada tiroid kanserine yol açmamaktadır ancak aşırı salgılanan hormonların etkisi vücutta yaşam kalitesini bozacak derecede sorun ortaya çıkartmaktadır.Hipofiz tümörlerinde birden fazla hormon aşırı salgılanabilir mi?Hipofiz tümörü büyüdüğü zaman büyüdüğü noktaya bağlı olarak bir veya birden fazla hormon salgılanmasına neden olabilmektedir. Bu belirtiler hipofiz bezinde değil salgılanan fazla hormonun yarattığı sorunlarla belirti vermektedir.Hipofiz tümörünün tedavisiyle ortaya çıkan belirtiler normale dönebilir mi?Hipofiz tümörünün cerrahi olarak çıkartılması veya farklı yöntemlerle tedavi edilmesiyle vücutta ortaya çıkan belirtiler normale dönebilmektedir. Ancak büyüme hormonun aşırı salgılanmasıyla ortaya çıkan tablo tümörün tedavisiyle eski haline dönmemektedir.Hipofiz tümörlerinde tedavi seçenekleri nelerdir?Mikroadenomlarda genellikle salgılanan hormonun türüne göre başlangıçta endokrinoloji kontrolünde ilaç tedavisi uygulanarak hastalar sık aralıklarla Manyetik Rezonans (MR)ve hormonal testler ile kontrol edilirler. Bazı adenomlarda ilaç tedavisi uygulanamaz. Bu hastalarda hormonların kötü etkilerinden kaçınmak için ilaç dışı tedavi seçenekleri uygulanmalıdır.Tedavi seçenekleri olarak genellikle 2 cm’ye kadar büyümüş olan hipofiz tümörlerinde ilk tercih olarak odaklanmış ışın tedavisidir. 2 cm’nin üzerindeki adenomlarda ise cerrahi tedavi uygulanır. Odaklanmış ışın tedavisinde amaç adenomu çıkartmak değil, büyümesini durdurmak ve hormonal dengeyi sağlamaktır. Hastaların işlem sonrasında kontrollerinin sık sık yapılması ve hormon testlerinin gözlenmesi gerekir.Cerrahi tedavi seçenekleri arasında endoskopik cerrahi ve mikro cerrahi tedavi vardır. Hem endoskopik yöntemde hem de mikro cerrahi yöntemle burun yolu ile girilerek hipofiz tümörü (adenom) çıkartılır. Bazen şah damarının kafa içerisindeki kısmı ve görme sinirlerine olan yakın komşuluk veya adenomu çok sert olması durumlarında adenomun bir kısmı çıkartılamayabilir. Bu durumda ek tedavi seçeneği olarak yine odaklanmış ışın tedavisi uygulanır. Endoskopik yöntem son yıllarda burun yolu ile yapılan mikro cerrahi yönteme göre popülarite kazanmıştır. Artık pek çok cerrah bu ameliyatı endoskopik yöntemle yapmayı tercih etmektedir. Cerrahların bu konudaki tecrübesi arttıkça artık daha zor ve büyük tümörlerde bile endoskopik yöntem kullanılabilmektedir. Bazen hipofiz adenomunun önemli beyin bölgeleri ile komşulukları ve tümörün oldukça büyük olması nedeni ile burun yolu ile yapılan girişimler uygulanamaz. Bu durumda kafatası küçük bir şekilde açılarak yine mikro cerrahi teknikler ile açık beyin ameliyatı uygulanır. Bazen de tümörün boyutlarına ve yerleşimine göre bu işlemler sıra ile hem burun yolu ile hem de açık beyin ameliyatı şeklinde uygulanabilir.Hangi yöntem olursa olsun amaç, hastayı sağlığına kavuşturacak, en az zarar ile en fazla faydayı sağlayacak yöntemi seçmektir. Bu tedaviler sonucunda hastanın hormonal dengesinin tekrar sağlanması, adenomun çıkartılarak çevre dokulara yaptığı bası etkisinin azaltılması amaçlanır. Bu sayede hastalar kaliteli bir yaşama kavuşmuş olurlar. | 8,062 |
377 | Hastalıklar | Hipersomnia | Hipersomnia, gece en az 6-7 saat gibi iyi bir uyku süresi yaşansa bile gün içinde kişinin kendisini her an uykuya dalabilecek kadar uykulu veya uyuşuk hissetme halidir. Oranlama yapıldığında kadınlarda erkeklere göre daha fazla görülen bir uyku bozukluğu olan hipersomnia, kişinin gün içinde birkaç kez uykuya dalma ihtiyacına sebep olabilir. Hipersomnia yaşayan kişiler, işyerinde ve sosyal hayatında işlevsellik problemi yaşamakla birlikte yaşam kalitesinde azalma hisseder ve bu durum gün içinde kazalar yaşanma riskini artırır.Hipersomnia, gece en az 6-7 saat gibi iyi bir uyku süresi yaşansa bile gün içinde kişinin kendisini her an uykuya dalabilecek kadar uykulu veya uyuşuk hissetme halidir. Oranlama yapıldığında kadınlarda erkeklere göre daha fazla görülen bir uyku bozukluğu olan hipersomnia, kişinin gün içinde birkaç kez uykuya dalma ihtiyacına sebep olabilir. Hipersomnia yaşayan kişiler, işyerinde ve sosyal hayatında işlevsellik problemi yaşamakla birlikte yaşam kalitesinde azalma hisseder ve bu durum gün içinde kazalar yaşanma riskini artırır.
Hipersomnia Nedir?Aşırı uykulu olma hali olan hipersomnia, gece yeterli uyku alınmasına karşın gün içinde aşırı bitkin ve uykulu hissedip, uyanık kalamama durumudur. Hipersomnia yaşayan kişiler gün içinde kendisini sürekli uykulu hisseder ve özellikle uyku ataklarıyla birlikte uykuya dalarlar. Bu durum bireyin gün içinde enerjisinin düşmesine ve günlük rutin işlerini işlevsel bir şekilde gerçekleştirememesine sebebiyet verir. Uyku apnesi, nörolojik hastalıklar, bağımlılık, depresyon veya bazı sakinleştiricilerin neden olabileceği hipersomnia, kişiyi uzun süre rahatsız ettiğinde birtakım başka hastalıklara da yol açabilir.Kadınlarda daha yaygın olarak ortaya çıkabilen hipersomnia, ilaçlar, yaşam tarzı değişimi, eğitim ve destek grupları gibi tedavi seçenekleriyle ortadan kaldırılmaya çalışılır.Hipersomnia Neden Olur?Hipersomniaya neden olan durumlar arasında MS hastalığı, uyku apnesi, meydana gelen kafa travması, genetik yatkınlık, depresyon, bağımlılık ve bazı sakinleştirici ilaçlar gösterilebilir. Bunlarla birlikte bir tümör veya aşırı kilolu olmak da hipersomnia oluşma riskini yükseltir.Hipersomnia nedenleri şu şekilde özetlenebilir: MS, parkinson ve epilepsi gibi nörolojik hastalıklar Uyku apnesi Kafa travmaları Depresyon Genetik yatkınlık Klein-Levin Sendromu Sigara ve alkol bağımlılığı Bazı sakinleştirici ilaçlar İyi veya kötü huylu tümörler Obezite B12 eksikliğiHipersomnia Çeşitleri Nelerdir?Hipersomnia, kendi içinde birtakım sebeplere bağlı olarak farklı türler barındırır. Hipersomnia belirtileri şunlardır:Narkolepsi tip 1: Katapleksi (duyguların tetiklediği ani kas zayıflığı) ile birlikte narkolepsi olarak da adlandırılan bu narkolepsi türü, beyin ve beyin omurilik sıvısındaki kimyasal (nörotransmitter) hipokretinin (orexin olarak da bilinir) düşük seviyede olmasından kaynaklanır. Gündüz uykuları, diğer aşırı uyku hali bozukluklarındaki gündüz uykularıyla karşılaştırıldığında genellikle daha kısa ve canlandırıcıdır. Narkolepsi tip 1 genellikle 10 ila 25 yaşları arasında başlar. Halüsinasyonlar ve uyku felciyle birlikte kendini gösterir.Narkolepsi tip 2: Narkolepsi tip 2, katapleksiyi içermez. Narkolepsi tip 2'de semptomlar tehlikeli ve zorlayıcı değildir, hipokretin seviyesi de normaldir. Narkolepsi tip 2 genellikle ergenlik döneminde başlar.Kleine-Levin sendromu: Bu durum tekrarlayan aşırı uyku ataklarından meydana gelir. Genellikle zihinsel, davranışsal ve bazen de psikiyatrik bozukluklarla birlikte ortaya çıkar. Yaklaşık 10 gün sürebilmesiyle birlikte, bazı kişilerde birkaç hafta ve ayları bulabilir, yılda birkaç kez ise tekrarlandığı gözlenebilir.İdiyopatik hipersomnia: İdiyopatik hipersomnia, altında bilinen bir nedenin olmadığı hipersomnia türüdür. Dolayısıyla idiyopatik hipersomnia, deliksiz ve uzun bir uyku uyunsa bile bilinmeyen nedenlerden dolayı aşırı uykulu hissedilmesi anlamına gelir.Hipersomnia Belirtileri Nelerdir?Hipersomnia’nın gözle görülür en net belirtisi kişinin gece deliksiz ve güçlü bir uyku uyumasına rağmen gündüz sürekli uykulu hissetme halidir. Bu belirtiyi uykulu hissetme haline bağlı olarak aşırı yorgunluk ve enerji düşüklüğü takip eder. Karar verme bozukluğu ve konsantrasyon problemi de hipersomnia belirtilerinden sayılır.Hipersomnia belirtileri genel olarak şunları içerir: Deliksiz bir gece uykusuna rağmen gündüz uykulu hissetmek Sabahları zor uyanmak Beklenmedik zamanlarda gelen uyku atakları ve uykuya dalmak Uykulu olma haline bağlı yorgunluk ve enerji düşüklüğü Agresiflik ve sinirlilik hali Rutin işleri yapamayacak hale gelmek Karar verme güçlüğü Hafıza ve konsantrasyon bozukluğu Baş ağrısı İştah kaybı Halüsinasyonlar Kaza riskinde artışHipersomniası olan kişiler genellikle kendilerini uykulu hisseder ve bu uykulu olma hali enerjilerinin düşmesine ve yorgun hissetmelerine neden olur. Yorgunlukla birlikte rutin işlerin yapılamayacak hale gelmesi, kaygılı ve sinirli ruh hali, konsantrasyon bozukluğu ve kaza riskinde artışlar yaşanır. Hipersomnia’nın çok uzun yıllar devam ettiği senaryoda uykusuzluğa bağlı vücutta bozulmalar başlayabilir, bu durum farklı hastalıkların ortaya çıkmasına neden olabilir.Hipersomnia Nasıl Teşhis Edilir?Hipersomnia teşhisi için doktor tarafından tıbbi öykünüz, uyku geçmişiniz ve mevcut ilaçlarınızın varlığı öğrenilir. Bir uyku günlüğü kullanarak uyku ve uyanma düzeninin takip edilmesi de istenebilir. Ayrıca bileğe takılan ve birkaç hafta boyunca uyku-uyanıklık döngüsündeki kesintileri takip edebilen küçük, saat benzeri bir cihaz olan bir aktigrafi sensörü takılması da talep edilebilir.Bunlarla birlikte hipersomnia teşhisi için uygulanabilecek testler şöyledir: Polisomnografi Çoklu uyku gecikme testi Uyku anketleriHipersomnia Tedavisi Nasıl Yapılır?Hipersomnia tedavisi genellikle gün içinde uyanık kalmayı tedavi edecek ilaçlar ve yaşam tarzında yapılacak değişiklikleri içerir. Doktor kontrolünde alınacak ilaçlar ve yaşam tarzı değişiklikleriyle birlikte hipersomnia şikayetlerinden kurtulmanız mümkündür.İlaçlar daha çok uyanıklığı teşvik edici bileşen içeren ilaçlardır. Yapılacak yaşam tarzı değişiklikleri ise düzenli bir uyku programı oluşturmak, uykuya müsait bir ortam yaratmak (serin, karanlık oda; rahat yastıklar ve yatak), kafeini sınırlamak ve yatmadan önce egzersiz yapmak gibi uygulamalardır.Hipersomnia Nasıl Önlenir?Hipersomnia’yı önlemek ve riskini azaltmak için uygulanması gereken adımlar şu şekildedir: Her gece aynı saatte uyumaya çalışın Uykuya müsait serin bir ortam, rahat bir yatak tercih edin Yatmadan birkaç saat önce kafeinli içecekler tüketmeyin Sigara ve alkolden uzak durun Mümkün olduğunca stresten kaçınınHipersomnia Hakkında Sık Sorulan SorularHipersomnia ne demek?Hipersomnia özetle, gece çok iyi uyumasına rağmen kişinin gün içinde kendisini aşırı uykulu hissetme halidir.Hipersomnia’ya ne iyi gelir?Hipersomnia şikayetlerinden kurtulmak için uykunun düzenli olması, kafeinin sınırlanıp sigara ve alkonden uzak durulması ve sağlıklı beslenmeye birlikte egzersiz yapılması gerekir.Hipersomnia için hangi doktora gidilir?Hipersomnia belirtileri yaşayan kişiler nöroloji doktorundan randevu alabilir.Hipersomnia hastaları nasıl beslenmeli? Hasta uyumadan birkaç saat önce kafeinli ürünlerden ve reçetesiz satılan ilaçlar tüketmemelidir. Yatmadan önce tütün ürünleri alkol tüketmemelidir. Kişinin kendisini takip eden, alanında uzman hekimin belirlediği yiyecekler veya belirli ilaçları tüketmesi gerekir.Hipersomnia hastalarda kazalara sebep olur mu?Hastanın uyku kalitesini iyileştirmek, herhangi bir yaralanma ve kazalara sebep olmamak adına yaşam tarzı değişiklikleri yapması gerekir.
Hipersomnia Nedir?Aşırı uykulu olma hali olan hipersomnia, gece yeterli uyku alınmasına karşın gün içinde aşırı bitkin ve uykulu hissedip, uyanık kalamama durumudur. Hipersomnia yaşayan kişiler gün içinde kendisini sürekli uykulu hisseder ve özellikle uyku ataklarıyla birlikte uykuya dalarlar. Bu durum bireyin gün içinde enerjisinin düşmesine ve günlük rutin işlerini işlevsel bir şekilde gerçekleştirememesine sebebiyet verir. Uyku apnesi, nörolojik hastalıklar, bağımlılık, depresyon veya bazı sakinleştiricilerin neden olabileceği hipersomnia, kişiyi uzun süre rahatsız ettiğinde birtakım başka hastalıklara da yol açabilir.Kadınlarda daha yaygın olarak ortaya çıkabilen hipersomnia, ilaçlar, yaşam tarzı değişimi, eğitim ve destek grupları gibi tedavi seçenekleriyle ortadan kaldırılmaya çalışılır.Hipersomnia Neden Olur?Hipersomniaya neden olan durumlar arasında MS hastalığı, uyku apnesi, meydana gelen kafa travması, genetik yatkınlık, depresyon, bağımlılık ve bazı sakinleştirici ilaçlar gösterilebilir. Bunlarla birlikte bir tümör veya aşırı kilolu olmak da hipersomnia oluşma riskini yükseltir.Hipersomnia nedenleri şu şekilde özetlenebilir:Hipersomnia Çeşitleri Nelerdir?Hipersomnia, kendi içinde birtakım sebeplere bağlı olarak farklı türler barındırır. Hipersomnia belirtileri şunlardır:Narkolepsi tip 1: Katapleksi (duyguların tetiklediği ani kas zayıflığı) ile birlikte narkolepsi olarak da adlandırılan bu narkolepsi türü, beyin ve beyin omurilik sıvısındaki kimyasal (nörotransmitter) hipokretinin (orexin olarak da bilinir) düşük seviyede olmasından kaynaklanır. Gündüz uykuları, diğer aşırı uyku hali bozukluklarındaki gündüz uykularıyla karşılaştırıldığında genellikle daha kısa ve canlandırıcıdır. Narkolepsi tip 1 genellikle 10 ila 25 yaşları arasında başlar. Halüsinasyonlar ve uyku felciyle birlikte kendini gösterir.Narkolepsi tip 2: Narkolepsi tip 2, katapleksiyi içermez. Narkolepsi tip 2'de semptomlar tehlikeli ve zorlayıcı değildir, hipokretin seviyesi de normaldir. Narkolepsi tip 2 genellikle ergenlik döneminde başlar.Kleine-Levin sendromu: Bu durum tekrarlayan aşırı uyku ataklarından meydana gelir. Genellikle zihinsel, davranışsal ve bazen de psikiyatrik bozukluklarla birlikte ortaya çıkar. Yaklaşık 10 gün sürebilmesiyle birlikte, bazı kişilerde birkaç hafta ve ayları bulabilir, yılda birkaç kez ise tekrarlandığı gözlenebilir.İdiyopatik hipersomnia: İdiyopatik hipersomnia, altında bilinen bir nedenin olmadığı hipersomnia türüdür. Dolayısıyla idiyopatik hipersomnia, deliksiz ve uzun bir uyku uyunsa bile bilinmeyen nedenlerden dolayı aşırı uykulu hissedilmesi anlamına gelir.Hipersomnia Belirtileri Nelerdir?Hipersomnia’nın gözle görülür en net belirtisi kişinin gece deliksiz ve güçlü bir uyku uyumasına rağmen gündüz sürekli uykulu hissetme halidir. Bu belirtiyi uykulu hissetme haline bağlı olarak aşırı yorgunluk ve enerji düşüklüğü takip eder. Karar verme bozukluğu ve konsantrasyon problemi de hipersomnia belirtilerinden sayılır.Hipersomnia belirtileri genel olarak şunları içerir:Hipersomniası olan kişiler genellikle kendilerini uykulu hisseder ve bu uykulu olma hali enerjilerinin düşmesine ve yorgun hissetmelerine neden olur. Yorgunlukla birlikte rutin işlerin yapılamayacak hale gelmesi, kaygılı ve sinirli ruh hali, konsantrasyon bozukluğu ve kaza riskinde artışlar yaşanır. Hipersomnia’nın çok uzun yıllar devam ettiği senaryoda uykusuzluğa bağlı vücutta bozulmalar başlayabilir, bu durum farklı hastalıkların ortaya çıkmasına neden olabilir.Hipersomnia Nasıl Teşhis Edilir?Hipersomnia teşhisi için doktor tarafından tıbbi öykünüz, uyku geçmişiniz ve mevcut ilaçlarınızın varlığı öğrenilir. Bir uyku günlüğü kullanarak uyku ve uyanma düzeninin takip edilmesi de istenebilir. Ayrıca bileğe takılan ve birkaç hafta boyunca uyku-uyanıklık döngüsündeki kesintileri takip edebilen küçük, saat benzeri bir cihaz olan bir aktigrafi sensörü takılması da talep edilebilir.Bunlarla birlikte hipersomnia teşhisi için uygulanabilecek testler şöyledir:Hipersomnia Tedavisi Nasıl Yapılır?Hipersomnia tedavisi genellikle gün içinde uyanık kalmayı tedavi edecek ilaçlar ve yaşam tarzında yapılacak değişiklikleri içerir. Doktor kontrolünde alınacak ilaçlar ve yaşam tarzı değişiklikleriyle birlikte hipersomnia şikayetlerinden kurtulmanız mümkündür.İlaçlar daha çok uyanıklığı teşvik edici bileşen içeren ilaçlardır. Yapılacak yaşam tarzı değişiklikleri ise düzenli bir uyku programı oluşturmak, uykuya müsait bir ortam yaratmak (serin, karanlık oda; rahat yastıklar ve yatak), kafeini sınırlamak ve yatmadan önce egzersiz yapmak gibi uygulamalardır.Hipersomnia Nasıl Önlenir?Hipersomnia’yı önlemek ve riskini azaltmak için uygulanması gereken adımlar şu şekildedir:Hipersomnia Hakkında Sık Sorulan SorularHipersomnia ne demek?Hipersomnia özetle, gece çok iyi uyumasına rağmen kişinin gün içinde kendisini aşırı uykulu hissetme halidir.Hipersomnia’ya ne iyi gelir?Hipersomnia şikayetlerinden kurtulmak için uykunun düzenli olması, kafeinin sınırlanıp sigara ve alkonden uzak durulması ve sağlıklı beslenmeye birlikte egzersiz yapılması gerekir.Hipersomnia için hangi doktora gidilir?Hipersomnia belirtileri yaşayan kişiler nöroloji doktorundan randevu alabilir.Hipersomnia hastaları nasıl beslenmeli? Hasta uyumadan birkaç saat önce kafeinli ürünlerden ve reçetesiz satılan ilaçlar tüketmemelidir. Yatmadan önce tütün ürünleri alkol tüketmemelidir. Kişinin kendisini takip eden, alanında uzman hekimin belirlediği yiyecekler veya belirli ilaçları tüketmesi gerekir.Hipersomnia hastalarda kazalara sebep olur mu?Hastanın uyku kalitesini iyileştirmek, herhangi bir yaralanma ve kazalara sebep olmamak adına yaşam tarzı değişiklikleri yapması gerekir. | 4,993 |
378 | Hastalıklar | Hipotiroidi | Hipotiroidi, tiroid bezinin vücut ihtiyaçlarını karşılamaya yeterli miktarda tiroid hormonu üretemediği tiroid bozukluğudur. Az aktif tiroid olarak da adlandırılan hipotiroidi kişinin kendisini yorgun hissetmesine, kilo almasına ve soğuğa karşı dayanıksız bir hale gelmesine yol açar. Genel olarak tedavi edilebilen bir durum olan hipotiroidi, düzenli kullanılan hormon ilaçları ve hormon replasman tedavisiyle kontrol altına alınmaya çalışılır.Hipotiroidi, tiroid bezinin vücut ihtiyaçlarını karşılamaya yeterli miktarda tiroid hormonu üretemediği tiroid bozukluğudur. Az aktif tiroid olarak da adlandırılan hipotiroidi kişinin kendisini yorgun hissetmesine, kilo almasına ve soğuğa karşı dayanıksız bir hale gelmesine yol açar. Genel olarak tedavi edilebilen bir durum olan hipotiroidi, düzenli kullanılan hormon ilaçları ve hormon replasman tedavisiyle kontrol altına alınmaya çalışılır.
Hipotiroidi Nedir?Hipotiroidi, tiroid bezinin vücudun ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek kadar tiroid hormonu üretememesi ve kan dolaşımına yeterli miktarda tiroid hormonu salamaması durumudur. Bu durum aynı zamanda tiroid bezinin az çalıştığı ve yeteri kadar aktif olmadığı anlamına gelir. Metabolizmanın yavaşlamasına neden olan ve tüm vücudu etkileyen hipotiroidi oldukça yaygın görülen bir tiroid hastalığıdır.Her yaş ve cinsiyetten insanı etkileyebilen hipotiroidi hastalığı, özellikle 60 yaşın üzerindeki kadınlar arasında yaygın bir durumdur. Kadınların menopozdan sonra hipotiroidizme yakalanma olasılığı genellikle erken dönemlerine göre daha yüksek olarak kabul edilir.Yaygın hipotiroidi belirtileri arasında kişinin kendini aşırı yorgun hissetmesi, beklenmedik kilo alımı ve soğuğa karşı dayanıksızlık yer alır. Belirtilerin ortaya çıkmasının ardından hipotiroidi, tiroid bezinin yeterince çalışıp çalışmadığı beynin “hipofiz” adı verilen bölümünden salgılanan TSH hormonu değerleri ile belirlenir. Bu değer için de kişiye TSH testi yapılır.TSH, tiroid bezinde hormon üreten yapıları uyararak daha fazla üretilip kana karışmasını sağlar. Tiroid bezi normalden az çalıştığında hipofizden TSH’nin kana verilmesi de artar. Gerekli miktarda tiroid hormonu salgılanamadığında hipotiroidi durumu gerçekleşir ve dokulara yeterince tiroid hormonu salgılanamaz ve bunun sonucunda da metabolizma doğal olarak yavaşlar.Hipotiroidi bebeklerde ve çocuklarda, büyümede ve gelişmede geriliğe neden olabilir. Eğer tedavide geç kalınırsa hipotiroidinin neden olduğu zeka geriliğinin düzelme şansı çok azalır. Yetişkin bireylerde ise vücutta ve metabolizmada genel bir yavaşlama söz konusu olur. Ancak erişkin bireylerdeki hipotiroidi belirtileri tiroid hormonu tedavisi ile büyük oranda düzelir.TSH testi ile varlığı kesinleşen hipotiroidi tedavisi için genellikle hormon replasman yöntemine ve hormon ilaçlarına başvurulur.Hipotiroidi Neden Olur?Hipotiroid hastalığına birtakım olgular neden olabilir ancak hipotiroidin temel sebeplerinin başında tiroid bezinin vücudun ihtiyaçlarını gidermeye yönelik ihtiyaç duyulan tiroid hormonunu üretememesi gelir. Bununla birlikte yine hipotiroid nedenlerinin başında bağışıklık sisteminin tiroid hormonuna saldırması gelir. Otoimmün bir durum olarak açıklanan bu sebebin temel faktörü ise haşimato hastalığıdır.Diğer yandan hipotiroidi nedenleri arasında iyot eksikliği, hipertiroidizm tedavisi ve genetik faktörler gösterilir.Hipotiroidi nedenleri genel olarak şu bağlamda sıralanabilir: Az sayıda tiroid hormonu üretilmesi Otoimmun bir hastalık olan haşimato Tiroidit (tiroid bezi iltihaplanması) İyot eksikliği Hipertiroidizm tedavisi Genetik Bazı ilaçlar Hipofiz bozukluğu GebelikHipotiroidi Çeşitleri Nelerdir?Kendi içinde birtakım türlere ayrılan hipotiroidinin yaygın görülen çeşidi haşimato hastalığıdır. Bunlarla birlikte tiroid bezinin yeteri kadar tiroid hormonu üretememesi durumu primer hipotiroididir. Hipotiroidinin bu çeşidinde tiroid bezinin fonksiyonlarını kontrol eden vücudun diğer kısımlarında herhangi bir sorun görülmez.Tiroid bezi fonksiyonlarını kontrol eden hipofiz veya hipotalamus gibi beyin kaynaklı hipotiroidilere ise sekonder ve tersiyer hipotiroidi denir. Bunlar, hipotiroidinin az rastlanan çeşitleridir.Hipotiroidi çeşitleri şöyle açıklanabilir:Primer hipotiroidi: Tiroid bezi yetersizliğinden kaynaklanan nedenlere bağlı olarak çıkan hipotiroidi çeşididir.Sekonder hipotiroidi: TSH yetersizliğine bağlı olarak meydana gelen hipotiroidi türüne sekonder hipotiroidi adı verilir.Tersiyer hipotiroidi: Kandaki TRH yetersizliğine bağlı hipotiroidi türü tersiyor hipotiroididir.Primer hipotiroidi ise yine TSH değerlerine bağlı şekilde tanısı konan bir hipotiroidi çeşididir.Hipotiroidi Belirtileri Nelerdir?Kişide aşırı yorgunluk, halsizlik, üşümeyle birlikte titreme, kolay kilo alımı, depresyon, cilt kuruluğu, ellerde karıncalanma, uyuşma ve saç dökülmesi varsa bu durumlar hipotiroidi belirtileri arasında gösterilir.Metabolizmanın yavaşlamasına neden olan hipotiroidi belirtileri şunlardır: Aşırı yorgunluk, halsizlik Üşümeyle birlikte titreme Beklenmedik ve kolay kilo alımı Soğuğa karşı hassasiyet Depresyon Cilt kuruluğu Metabolizmanın yavaşlaması Ellerde karıncalanma ve uyuşma Saçların incelmesi veya dökülmesi Kabızlık Ses kısıklığı Kandaki kolesterol düzeyinin yükselmesi Libido düşüklüğü Yüzde fiziksel değişimler Beyin bulanıklığı Adet düzensizliği Kansızlık ve B12 eksikliğiAşırı yorgunluk, halsizlik Tiroid bezinin az çalışması durumu olan hipotiroidi, vücudun metabolizmasını yavaşlatır ve bu durum da genellikle uyuşukluk ve yorgunluk da dahil olmak üzere birçok semptom ve komplikasyona yol açabilir.Üşümeyle birlikte titremeYorgunluk ve halsizlikte olduğu gibi hipotiroidizme bağlı olarak metabolizmanın yavaşlaması vücut ısısını düşürür. Vücut ısısının düşmesiyle birlikte kişi sıcak havalarda bile üşüyüp titreyebilir.Beklenmedik ve kolay kilo alımı Hipotiroidi hastalığı, tiroid bezinin az çalışmasıyla birlikte metabolizmayı yavaşlatır. Metabolizmanın yavaşlamasıyla birlikte kişi kolay bir şekilde kilo alır. Hipotiroid hastalığının şiddetli olduğu durumlarda ise kişinin çok daha fazla kilo aldığı görülebilir.DepresyonTiroid bezinin az çalışması kişide yorgunluk, halsizlik, uyuşukluk ve depresif ruh hali yaratabilir. Hipotiroidi ile birlikte kişinin enerji seviyesi düşeceği için bu durumun ruh haline de yansıması olur.Cilt kuruluğu Hipotiroidizmin fiziksel belirtileri arasında cilt kuruluğu yer alır. Çoğu zaman bu cilt kuruluğu, tiroid bezinin az çalışmasının sonucu olan terlemenin azalmasından kaynaklanır.Saç ve kaşlarda dökülmeŞiddetli veya uzun süreli hipotiroidizm saç ve kaşlarda dökülmeye meydana getirebilir ancak bu durum geçici bir komplikasyon olarak kabul edilir ve düzenli tedaviyle iyileşebilir.Ellerde karıncalanma ve uyuşmaÖzellikle şiddetli ve tedavi edilmeyen hipotiroidizm, kol ve bacaklardaki sinirlere baskı uygulayan sıvı birikmesine neden olarak sinirlerin hasar gördüğü bölgelerde karıncalanma, ağrı ve uyuşukluğa yol açabilir.Hipotiroidi Nasıl Teşhis Edilir?Tiroid bezi hormonlarının yeterli salgılanıp salgılanmadığı ve hipotiroid hastalığı teşhisi için T3, T4 ve hipofiz bezi tarafından salgılanan TSH hormonu testinden faydalanılır.Tiroid bezine karşı üretilen antikorlar (AntiTiroglobülin, AntiTPO) ve tiroid ultrasonografisi de yardımcı tanı testleridir. Dünyada ve ülkemizde tarama testi olarak kullanılan TSH testinin anormal olması durumunda diğer yardımcı testlere başvurulur. TSH testinin litre başına 0.5- 4 mIU/L’den fazla olması hipotiroidi işareti olarak sayılır.Hipotiroidi Tedavisi Nasıl Yapılır?Hipotiroidi tedavisi eğer hastalık haşimato nedeniyle ortaya çıkmış ise tiroid bezi yıllar içerisinde tahrip olduğu için tiroidin salgılamadığı hormonu yerine koymak gerekir. Bu tedavi ömür boyu sürebilir ve hormon replasman yöntemiyle birlikte hormon ilaçları kullanılarak kontrol altına alınmaya çalışılır.Tiroidin az çalışması durumunda verilen hormon takviyesi ilaçlar tablet şeklinde kullanılmaktadır. Bu tabletler mutlaka doktor kontrolünde alınmalıdır. Sabah aç karnına, kahvaltıdan en az 30 dakika önce ve tek başına içilmelidir. Bu ilaçların; demir ilaçları, mide ilaçları, kalsiyum tabletleri ile birlikte veya yemekle alınması sonucu bağırsaklardan emilimi bozulur ve etki gösteremezler.Tiroid ilaçlarının çoğu gebelikte de kullanılabilmektedir. Gebelik öncesi bu ilaçların dozlarının ayarlaması ve bazı durumlarda ilaç değişikliği yapılması gerekebilir. Tiroid hastası anne adaylarının bu dönemde hem gebelik ihtimalinin daha yüksek olması hem de gebeliğin doğuma kadar sağlıklı devam etmesi için endokrinoloji uzmanına başvurmaları faydalı olacaktır. Bebeğin sağlıklı vücut ve zeka gelişimi için gerekli ideal tiroit hormon değerleri, gebelerde gebe olmayanlardan farklıdır. Bu nedenle gebelik boyunca da muayene ve tetkiklerle tiroid ilaçlarının doz ayarının yapılması anne ve bebek için en doğrusudur.Bazı tiroid hastalıklarında (Sessiz lenfositik tiroidit , Subakut tiroidit gibi) tiroid bezi kalıcı olarak tahrip olmadığı için oluşan hastalık geçicidir dolayısıyla hipotiroidi de geçici olabilir. Hipotiroidi sık görülen ve tanısının ucuz ve hassas, tedavisinin de kolay olması nedeniyle herhangi bir şikayet beklemeden de 30 yaşından itibaren 5 yılda bir, 55 yaşından sonra iki yılda bir TSH testi ölçümü önerilmektedir.Hipotiroidi Hakkında Sık Sorulan SorularHipotiroidi ne demek?Tiroid bezinin az çalışması anlamına gelen hipotiroidi, tiroid bezinin, vücut fonksiyonlarını yerine getirmek için gerekli tiroid hormonunu üretememesidir.Hipotiroidi durumunda ne olur?Tiroidin az çalışması durumu ''hipotiroidi'' olarak adlandırılmaktadır. Hipotiroidinin yaygın belirtileri arasında halsizlik, yorgunluk, konsantrasyon güçlüğü, kabızlık, çabuk üşüme ve soğuğa tahammülsüzlük görülür.Hipotiroidi ciddi bir hastalık mı?Şiddetli hipotiroidi vakaları birtakım komplikasyonları beraberinde getirebilir ve kişiyi rahatsız eden belirtiler ortaya çıkarabilir. Bu yüzden hipotiroidi hastalığı hormon tedavi ve ilaçlarıyla eksik olan hormonların yerine konulmasını amaçlar.Hipotiroidi kimlerde görülür?Her yaş ve cinsiyetten kişileri etkileyebilen hipotiroidi hastalığı özellikle kadınlar, 60 yaş üstü kişiler ve şeker hastalarında daha yaygın görülür.Hipotiroidi düzelir mi?Hipotiroidi yetişkin bireylerde vücutta ve metabolizmada genel bir yavaşlama meydana getirir. Ancak erişkin bireylerdeki hipotiroidi belirtileri tiroid hormonu tedavisi ile büyük oranda düzelir.Hipotiroidi atağı nedir?Tiroidin az çalışması durumu ''hipotiroidi'' olarak adlandırılmaktadır ve bu duruma hipotiroidi atağı adı da verilir. Hipotiroidinin yaygın belirtileri arasında halsizlik, yorgunluk, konsantrasyon güçlüğü, kabızlık, çabuk üşüme ve soğuğa tahammülsüzlük görülür.Hipotiroidi riski nedir?Hipotiroidinin en büyük nedenlerinden biri aile bireylerinde tiroid hastalıklarının görülmesidir. Bunun yanı sıra bağışıklık sisteminin tiroid bezine karşı antikor üretmesi ve tiroid bezini tahrip etmesi de hipotiroidinin en büyük sebeplerinden biridir.
Hipotiroidi Nedir?Hipotiroidi, tiroid bezinin vücudun ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek kadar tiroid hormonu üretememesi ve kan dolaşımına yeterli miktarda tiroid hormonu salamaması durumudur. Bu durum aynı zamanda tiroid bezinin az çalıştığı ve yeteri kadar aktif olmadığı anlamına gelir. Metabolizmanın yavaşlamasına neden olan ve tüm vücudu etkileyen hipotiroidi oldukça yaygın görülen bir tiroid hastalığıdır.Her yaş ve cinsiyetten insanı etkileyebilen hipotiroidi hastalığı, özellikle 60 yaşın üzerindeki kadınlar arasında yaygın bir durumdur. Kadınların menopozdan sonra hipotiroidizme yakalanma olasılığı genellikle erken dönemlerine göre daha yüksek olarak kabul edilir.Yaygın hipotiroidi belirtileri arasında kişinin kendini aşırı yorgun hissetmesi, beklenmedik kilo alımı ve soğuğa karşı dayanıksızlık yer alır. Belirtilerin ortaya çıkmasının ardından hipotiroidi, tiroid bezinin yeterince çalışıp çalışmadığı beynin “hipofiz” adı verilen bölümünden salgılanan TSH hormonu değerleri ile belirlenir. Bu değer için de kişiye TSH testi yapılır.TSH, tiroid bezinde hormon üreten yapıları uyararak daha fazla üretilip kana karışmasını sağlar. Tiroid bezi normalden az çalıştığında hipofizden TSH’nin kana verilmesi de artar. Gerekli miktarda tiroid hormonu salgılanamadığında hipotiroidi durumu gerçekleşir ve dokulara yeterince tiroid hormonu salgılanamaz ve bunun sonucunda da metabolizma doğal olarak yavaşlar.Hipotiroidi bebeklerde ve çocuklarda, büyümede ve gelişmede geriliğe neden olabilir. Eğer tedavide geç kalınırsa hipotiroidinin neden olduğu zeka geriliğinin düzelme şansı çok azalır. Yetişkin bireylerde ise vücutta ve metabolizmada genel bir yavaşlama söz konusu olur. Ancak erişkin bireylerdeki hipotiroidi belirtileri tiroid hormonu tedavisi ile büyük oranda düzelir.TSH testi ile varlığı kesinleşen hipotiroidi tedavisi için genellikle hormon replasman yöntemine ve hormon ilaçlarına başvurulur.Hipotiroidi Neden Olur?Hipotiroid hastalığına birtakım olgular neden olabilir ancak hipotiroidin temel sebeplerinin başında tiroid bezinin vücudun ihtiyaçlarını gidermeye yönelik ihtiyaç duyulan tiroid hormonunu üretememesi gelir. Bununla birlikte yine hipotiroid nedenlerinin başında bağışıklık sisteminin tiroid hormonuna saldırması gelir. Otoimmün bir durum olarak açıklanan bu sebebin temel faktörü ise haşimato hastalığıdır.Diğer yandan hipotiroidi nedenleri arasında iyot eksikliği, hipertiroidizm tedavisi ve genetik faktörler gösterilir.Hipotiroidi nedenleri genel olarak şu bağlamda sıralanabilir:Hipotiroidi Çeşitleri Nelerdir?Kendi içinde birtakım türlere ayrılan hipotiroidinin yaygın görülen çeşidi haşimato hastalığıdır. Bunlarla birlikte tiroid bezinin yeteri kadar tiroid hormonu üretememesi durumu primer hipotiroididir. Hipotiroidinin bu çeşidinde tiroid bezinin fonksiyonlarını kontrol eden vücudun diğer kısımlarında herhangi bir sorun görülmez.Tiroid bezi fonksiyonlarını kontrol eden hipofiz veya hipotalamus gibi beyin kaynaklı hipotiroidilere ise sekonder ve tersiyer hipotiroidi denir. Bunlar, hipotiroidinin az rastlanan çeşitleridir.Hipotiroidi çeşitleri şöyle açıklanabilir:Primer hipotiroidi: Tiroid bezi yetersizliğinden kaynaklanan nedenlere bağlı olarak çıkan hipotiroidi çeşididir.Sekonder hipotiroidi: TSH yetersizliğine bağlı olarak meydana gelen hipotiroidi türüne sekonder hipotiroidi adı verilir.Tersiyer hipotiroidi: Kandaki TRH yetersizliğine bağlı hipotiroidi türü tersiyor hipotiroididir.Primer hipotiroidi ise yine TSH değerlerine bağlı şekilde tanısı konan bir hipotiroidi çeşididir.Hipotiroidi Belirtileri Nelerdir?Kişide aşırı yorgunluk, halsizlik, üşümeyle birlikte titreme, kolay kilo alımı, depresyon, cilt kuruluğu, ellerde karıncalanma, uyuşma ve saç dökülmesi varsa bu durumlar hipotiroidi belirtileri arasında gösterilir.Metabolizmanın yavaşlamasına neden olan hipotiroidi belirtileri şunlardır:Aşırı yorgunluk, halsizlik Tiroid bezinin az çalışması durumu olan hipotiroidi, vücudun metabolizmasını yavaşlatır ve bu durum da genellikle uyuşukluk ve yorgunluk da dahil olmak üzere birçok semptom ve komplikasyona yol açabilir.Üşümeyle birlikte titremeYorgunluk ve halsizlikte olduğu gibi hipotiroidizme bağlı olarak metabolizmanın yavaşlaması vücut ısısını düşürür. Vücut ısısının düşmesiyle birlikte kişi sıcak havalarda bile üşüyüp titreyebilir.Beklenmedik ve kolay kilo alımı Hipotiroidi hastalığı, tiroid bezinin az çalışmasıyla birlikte metabolizmayı yavaşlatır. Metabolizmanın yavaşlamasıyla birlikte kişi kolay bir şekilde kilo alır. Hipotiroid hastalığının şiddetli olduğu durumlarda ise kişinin çok daha fazla kilo aldığı görülebilir.DepresyonTiroid bezinin az çalışması kişide yorgunluk, halsizlik, uyuşukluk ve depresif ruh hali yaratabilir. Hipotiroidi ile birlikte kişinin enerji seviyesi düşeceği için bu durumun ruh haline de yansıması olur.Cilt kuruluğu Hipotiroidizmin fiziksel belirtileri arasında cilt kuruluğu yer alır. Çoğu zaman bu cilt kuruluğu, tiroid bezinin az çalışmasının sonucu olan terlemenin azalmasından kaynaklanır.Saç ve kaşlarda dökülmeŞiddetli veya uzun süreli hipotiroidizm saç ve kaşlarda dökülmeye meydana getirebilir ancak bu durum geçici bir komplikasyon olarak kabul edilir ve düzenli tedaviyle iyileşebilir.Ellerde karıncalanma ve uyuşmaÖzellikle şiddetli ve tedavi edilmeyen hipotiroidizm, kol ve bacaklardaki sinirlere baskı uygulayan sıvı birikmesine neden olarak sinirlerin hasar gördüğü bölgelerde karıncalanma, ağrı ve uyuşukluğa yol açabilir.Hipotiroidi Nasıl Teşhis Edilir?Tiroid bezi hormonlarının yeterli salgılanıp salgılanmadığı ve hipotiroid hastalığı teşhisi için T3, T4 ve hipofiz bezi tarafından salgılanan TSH hormonu testinden faydalanılır.Tiroid bezine karşı üretilen antikorlar (AntiTiroglobülin, AntiTPO) ve tiroid ultrasonografisi de yardımcı tanı testleridir. Dünyada ve ülkemizde tarama testi olarak kullanılan TSH testinin anormal olması durumunda diğer yardımcı testlere başvurulur. TSH testinin litre başına 0.5- 4 mIU/L’den fazla olması hipotiroidi işareti olarak sayılır.Hipotiroidi Tedavisi Nasıl Yapılır?Hipotiroidi tedavisi eğer hastalık haşimato nedeniyle ortaya çıkmış ise tiroid bezi yıllar içerisinde tahrip olduğu için tiroidin salgılamadığı hormonu yerine koymak gerekir. Bu tedavi ömür boyu sürebilir ve hormon replasman yöntemiyle birlikte hormon ilaçları kullanılarak kontrol altına alınmaya çalışılır.Tiroidin az çalışması durumunda verilen hormon takviyesi ilaçlar tablet şeklinde kullanılmaktadır. Bu tabletler mutlaka doktor kontrolünde alınmalıdır. Sabah aç karnına, kahvaltıdan en az 30 dakika önce ve tek başına içilmelidir. Bu ilaçların; demir ilaçları, mide ilaçları, kalsiyum tabletleri ile birlikte veya yemekle alınması sonucu bağırsaklardan emilimi bozulur ve etki gösteremezler.Tiroid ilaçlarının çoğu gebelikte de kullanılabilmektedir. Gebelik öncesi bu ilaçların dozlarının ayarlaması ve bazı durumlarda ilaç değişikliği yapılması gerekebilir. Tiroid hastası anne adaylarının bu dönemde hem gebelik ihtimalinin daha yüksek olması hem de gebeliğin doğuma kadar sağlıklı devam etmesi için endokrinoloji uzmanına başvurmaları faydalı olacaktır. Bebeğin sağlıklı vücut ve zeka gelişimi için gerekli ideal tiroit hormon değerleri, gebelerde gebe olmayanlardan farklıdır. Bu nedenle gebelik boyunca da muayene ve tetkiklerle tiroid ilaçlarının doz ayarının yapılması anne ve bebek için en doğrusudur.Bazı tiroid hastalıklarında (Sessiz lenfositik tiroidit , Subakut tiroidit gibi) tiroid bezi kalıcı olarak tahrip olmadığı için oluşan hastalık geçicidir dolayısıyla hipotiroidi de geçici olabilir. Hipotiroidi sık görülen ve tanısının ucuz ve hassas, tedavisinin de kolay olması nedeniyle herhangi bir şikayet beklemeden de 30 yaşından itibaren 5 yılda bir, 55 yaşından sonra iki yılda bir TSH testi ölçümü önerilmektedir.Hipotiroidi Hakkında Sık Sorulan SorularHipotiroidi ne demek?Tiroid bezinin az çalışması anlamına gelen hipotiroidi, tiroid bezinin, vücut fonksiyonlarını yerine getirmek için gerekli tiroid hormonunu üretememesidir.Hipotiroidi durumunda ne olur?Tiroidin az çalışması durumu ''hipotiroidi'' olarak adlandırılmaktadır. Hipotiroidinin yaygın belirtileri arasında halsizlik, yorgunluk, konsantrasyon güçlüğü, kabızlık, çabuk üşüme ve soğuğa tahammülsüzlük görülür.Hipotiroidi ciddi bir hastalık mı?Şiddetli hipotiroidi vakaları birtakım komplikasyonları beraberinde getirebilir ve kişiyi rahatsız eden belirtiler ortaya çıkarabilir. Bu yüzden hipotiroidi hastalığı hormon tedavi ve ilaçlarıyla eksik olan hormonların yerine konulmasını amaçlar.Hipotiroidi kimlerde görülür?Her yaş ve cinsiyetten kişileri etkileyebilen hipotiroidi hastalığı özellikle kadınlar, 60 yaş üstü kişiler ve şeker hastalarında daha yaygın görülür.Hipotiroidi düzelir mi?Hipotiroidi yetişkin bireylerde vücutta ve metabolizmada genel bir yavaşlama meydana getirir. Ancak erişkin bireylerdeki hipotiroidi belirtileri tiroid hormonu tedavisi ile büyük oranda düzelir.Hipotiroidi atağı nedir?Tiroidin az çalışması durumu ''hipotiroidi'' olarak adlandırılmaktadır ve bu duruma hipotiroidi atağı adı da verilir. Hipotiroidinin yaygın belirtileri arasında halsizlik, yorgunluk, konsantrasyon güçlüğü, kabızlık, çabuk üşüme ve soğuğa tahammülsüzlük görülür.Hipotiroidi riski nedir?Hipotiroidinin en büyük nedenlerinden biri aile bireylerinde tiroid hastalıklarının görülmesidir. Bunun yanı sıra bağışıklık sisteminin tiroid bezine karşı antikor üretmesi ve tiroid bezini tahrip etmesi de hipotiroidinin en büyük sebeplerinden biridir. | 7,554 |
379 | Hastalıklar | Horner Sendromu (Claude Bernard-Horner Sendromu) | Göz kapağı düşüklüğü, göz çukurluğu, göz bebeğinde daralma ve yüzde bölgesel terleyememe gibi sorunlarla kendini gösteren Horner sendromu, birçok sağlık problemine bağlı olarak gelişebiliyor. Doğumsal olarak da görülebilen bu hastalık sonradan geliştiğinde altta yatan nedenin belirlenmesi ve tedavinin buna göre şekillenmesi önem taşıyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Nöroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Mehmet Ali Akalın, Horner sendromu (Claude Bernard-Horner sendromu) ve tedavisi hakkında bilgi verdi.Göz kapağı düşüklüğü, göz çukurluğu, göz bebeğinde daralma ve yüzde bölgesel terleyememe gibi sorunlarla kendini gösteren Horner sendromu, birçok sağlık problemine bağlı olarak gelişebiliyor. Doğumsal olarak da görülebilen bu hastalık sonradan geliştiğinde altta yatan nedenin belirlenmesi ve tedavinin buna göre şekillenmesi önem taşıyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Nöroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Mehmet Ali Akalın, Horner sendromu (Claude Bernard-Horner sendromu) ve tedavisi hakkında bilgi verdi.
Horner Sendromu (Claude Bernard-Horner Sendromu) nedir?Göz bebeğini genişleten kasın felç olması halinde göz bebeği küçülür, buna göz kapağında yarı düşme, gözün göz çukurluğu içine doğru çekilmesi ve aynı tarafta yüzün yarısında terleme azlığı da eşlik eder. Bu tabloya Horner veya Claude Bernard-Horner sendromu adı verilmektedir.Vücudumuzda birçok fonksiyon, kişinin bilinçli çabası olmadan otomatik olarak (otonom olarak) çalışır. Bunu sağlayan sinir sistemi bölümüne otonom sinir sistemi denir. Otonom sinir sistemi; kan damarları, kalp, mide, bağırsak, karaciğer, böbrekler, mesane, cinsel organlar, akciğerler, göz bebekleri, ter, tükürük ve sindirim bezleri dâhil olmak üzere iç organların ahenk içinde çalışmasını düzenleyen sinir sisteminin bir parçasıdır. Vücudun içinden veya dışından gelen uyarı ve isteklere bağlı olarak ilgili gerekli organ cevaplarını düzenler. Koşma veya heyecanlanma sırasında dokuların artan kan ihtiyacı için kalp ve solunum hızının artması, hava sıcaklığı yükseldiğinde vücut ısısını ayarlayabilmek için terleme, parlak ışıkta göz bebeklerinin küçülmesi veya karanlıkta göz bebeklerinin genişleyerek etrafın daha iyi görülmesinin sağlanmasının yanı sıra idrar yapma, dışkılama, cinsel tepki, tansiyon, sindirim, tükürük, ter ve gözyaşı üretimi bazı örneklerdendir.Horner Sendromu (Claude Bernard-Horner Sendromu) belirtileri nelerdir?Otonom sinir sistemi bozuklukları vücudun herhangi bir bölümünü veya sürecini etkileyebilir. Otonom bozukluklar geri dönüşümlü veya ilerleyici olabilir.Horner sendromu otonom sinir sisteminin göz bebeği, göz kapağı ve terleme bezlerine gelen kısmının çalışmaması sonucu yüzün bir tarafını etkileyerek ortaya çıkar. Göz kapağının düşmesine (pitozis) Göz bebeğinin küçülmesine (miyozis) Terlemenin azalmasına Göz küresinin göz çukurluğu içine doğru çekilmesine (enoftalmos) neden olur.Horner Sendromunun (Claude Bernard-Horner Sendromu) tanısı nasıl konulur?Horner Sendromunun tanısı fiziki muayene ve hastalık öyküsü dinlenerek konulur.Horner Sendromunun (Claude Bernard-Horner Sendromu) tedavisi nasıldır?Tedavi, altında yatan nedene bağlıdır. Sebep olan hastalığın tedavisi yapılır. Horner sendromunun kendisi için bir tedavi yoktur. Kalıcı olması halinde eğer göz kapak düşüklüğü çok hafif ise ve görmeyi etkilemiyorsa hiçbir tedavi uygulanmayabilir. Kapak düşüklüğü göz bebeğini kapatarak görmeyi engellerse kozmetik cerrahi ile düzeltilebilir.Horner Sendromu hakkında sıkça sorulan sorularHorner Sendromu (Claude Bernard-Horner Sendromu) kimlerde görülür?Horner sendromu her yaşta insanda gelişebilir.Horner Sendromu (Claude Bernard-Horner Sendromu) nedenleri nelerdir?Bu işlevleri sürdüren beyni göze ve yüze bağlayan otonom sinir liflerinin etkilenmesi sonucu olur. Gözleri ve beyni birbirine bağlayan bu otonom sinir lifleri dolambaçlı bir yol izler. Beyinden çıktıktan sonra omuriliğe inerler. Omuriliğin boyun parçasını geçtikten sonra göğüs omurlarının başlangıcı düzeyinde omurilikten çıkarlar, sonra karotis arterin (şah damarı) komşuluğunda boyuna doğru ilerleyip daha sonra kafatasından içeri girerek göze geri dönerler. Bu sinir liflerinin, yolları boyunca herhangi bir yerde etkilenmesi ile Horner sendromu ortaya çıkar.Sinir liflerinin hasarı şunlardan kaynaklanabilir: Serebrovasküler hastalıklar (Beyin damar tıkanıklıkları, beyin kanamaları) Multipl skleroz Beynin ana arterlerinden biri olan karotid arterin yaralanması, damar duvarının tabakalanarak yırtılması Boyun tabanında brakiyal pleksus adı verilen sinirlerin yaralanması Migren veya küme baş ağrıları Beyin sapı adı verilen beynin bir kısmında felç, tümör veya diğer hasarlar Akciğerin üst kısmında, akciğerler ve boyun arasında tümör veya enfeksiyon (Pancoast tümörü) Sinir liflerini kesmek ve ağrıyı gidermek için yapılan enjeksiyonlar veya ameliyatlar (sempatektomi) Omurilik yaralanmasıBu hastalıkların kendine ait diğer özellikleri de vardır. Tek belirtileri Horner sendromu değildir. Başka belirtiler de birlikte olabilir. Örneğin akciğerin tepe tümörlerinden olan Pancoast tümörü olan hastada omuz ve kürek kemiği şiddetli ağrısı, kol ve göğüs duvarına yayılan ağrı, elde ve parmaklarda ağrı karıncalanma veya güçsüzlük olabilir. Kansere ilişkin halsizlik, kilo kaybı gibi diğer belirtiler eşlik eder. Horner sendromu da akciğerin tepesinden geçen otonomik liflerinin etkilenmesi sonucu ortaya çıkacaktır. Hastalığın seyri sırasında diğer belirtilerle beraber görülebilir.Bir başka örnek de aniden gelişen bir Horner sendromunda ve bedenin bir tarafında güçsüzlük daha çok beyinde bir damar tıkanıklığını veya damar yaralanmasını düşündürmelidir. Aylar içinde yavaş ve sinsi gelişmesi tümör olasılığını akla getirmelidir.
Horner Sendromu (Claude Bernard-Horner Sendromu) nedir?Göz bebeğini genişleten kasın felç olması halinde göz bebeği küçülür, buna göz kapağında yarı düşme, gözün göz çukurluğu içine doğru çekilmesi ve aynı tarafta yüzün yarısında terleme azlığı da eşlik eder. Bu tabloya Horner veya Claude Bernard-Horner sendromu adı verilmektedir.Vücudumuzda birçok fonksiyon, kişinin bilinçli çabası olmadan otomatik olarak (otonom olarak) çalışır. Bunu sağlayan sinir sistemi bölümüne otonom sinir sistemi denir. Otonom sinir sistemi; kan damarları, kalp, mide, bağırsak, karaciğer, böbrekler, mesane, cinsel organlar, akciğerler, göz bebekleri, ter, tükürük ve sindirim bezleri dâhil olmak üzere iç organların ahenk içinde çalışmasını düzenleyen sinir sisteminin bir parçasıdır. Vücudun içinden veya dışından gelen uyarı ve isteklere bağlı olarak ilgili gerekli organ cevaplarını düzenler. Koşma veya heyecanlanma sırasında dokuların artan kan ihtiyacı için kalp ve solunum hızının artması, hava sıcaklığı yükseldiğinde vücut ısısını ayarlayabilmek için terleme, parlak ışıkta göz bebeklerinin küçülmesi veya karanlıkta göz bebeklerinin genişleyerek etrafın daha iyi görülmesinin sağlanmasının yanı sıra idrar yapma, dışkılama, cinsel tepki, tansiyon, sindirim, tükürük, ter ve gözyaşı üretimi bazı örneklerdendir.Horner Sendromu (Claude Bernard-Horner Sendromu) belirtileri nelerdir?Otonom sinir sistemi bozuklukları vücudun herhangi bir bölümünü veya sürecini etkileyebilir. Otonom bozukluklar geri dönüşümlü veya ilerleyici olabilir.Horner sendromu otonom sinir sisteminin göz bebeği, göz kapağı ve terleme bezlerine gelen kısmının çalışmaması sonucu yüzün bir tarafını etkileyerek ortaya çıkar.Horner Sendromunun (Claude Bernard-Horner Sendromu) tanısı nasıl konulur?Horner Sendromunun tanısı fiziki muayene ve hastalık öyküsü dinlenerek konulur.Horner Sendromunun (Claude Bernard-Horner Sendromu) tedavisi nasıldır?Tedavi, altında yatan nedene bağlıdır. Sebep olan hastalığın tedavisi yapılır. Horner sendromunun kendisi için bir tedavi yoktur. Kalıcı olması halinde eğer göz kapak düşüklüğü çok hafif ise ve görmeyi etkilemiyorsa hiçbir tedavi uygulanmayabilir. Kapak düşüklüğü göz bebeğini kapatarak görmeyi engellerse kozmetik cerrahi ile düzeltilebilir.Horner Sendromu hakkında sıkça sorulan sorularHorner Sendromu (Claude Bernard-Horner Sendromu) kimlerde görülür?Horner sendromu her yaşta insanda gelişebilir.Horner Sendromu (Claude Bernard-Horner Sendromu) nedenleri nelerdir?Bu işlevleri sürdüren beyni göze ve yüze bağlayan otonom sinir liflerinin etkilenmesi sonucu olur. Gözleri ve beyni birbirine bağlayan bu otonom sinir lifleri dolambaçlı bir yol izler. Beyinden çıktıktan sonra omuriliğe inerler. Omuriliğin boyun parçasını geçtikten sonra göğüs omurlarının başlangıcı düzeyinde omurilikten çıkarlar, sonra karotis arterin (şah damarı) komşuluğunda boyuna doğru ilerleyip daha sonra kafatasından içeri girerek göze geri dönerler. Bu sinir liflerinin, yolları boyunca herhangi bir yerde etkilenmesi ile Horner sendromu ortaya çıkar.Sinir liflerinin hasarı şunlardan kaynaklanabilir:Bu hastalıkların kendine ait diğer özellikleri de vardır. Tek belirtileri Horner sendromu değildir. Başka belirtiler de birlikte olabilir. Örneğin akciğerin tepe tümörlerinden olan Pancoast tümörü olan hastada omuz ve kürek kemiği şiddetli ağrısı, kol ve göğüs duvarına yayılan ağrı, elde ve parmaklarda ağrı karıncalanma veya güçsüzlük olabilir. Kansere ilişkin halsizlik, kilo kaybı gibi diğer belirtiler eşlik eder. Horner sendromu da akciğerin tepesinden geçen otonomik liflerinin etkilenmesi sonucu ortaya çıkacaktır. Hastalığın seyri sırasında diğer belirtilerle beraber görülebilir.Bir başka örnek de aniden gelişen bir Horner sendromunda ve bedenin bir tarafında güçsüzlük daha çok beyinde bir damar tıkanıklığını veya damar yaralanmasını düşündürmelidir. Aylar içinde yavaş ve sinsi gelişmesi tümör olasılığını akla getirmelidir. | 3,640 |
380 | Hastalıklar | Hipospadias | Doğumsal anomaliler arasında yer alan hipospadias halk arasında peygamber sünneti olarak tanımlanıyor. Hipospadias tedavisinde ilk uygulanan cerrahi müdahale ameliyat çok önemli bir yer tutuyor. Yaşam boyu hastalığın devam etmesi söz konusu olabildiğinden ilk ameliyatta komplikasyon gelişmiş bir hastada 2. düzeltme ameliyatında tekrar komplikasyon gelişme riski ilk ameliyata göre daha fazla olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle hipospadias ameliyatının bu konuda tecrübesi ve deneyimi olan çocuk cerrahları tarafından yapılması büyük önem taşıyor. Memorial Dicle Hastanesi Çocuk Cerrahisi Bölümü’nden Op. Dr. Taner Kamacı, hipospadias (peygamber sünneti) ve merak edilenleri hakkında bilgi verdi.Doğumsal anomaliler arasında yer alan hipospadias halk arasında peygamber sünneti olarak tanımlanıyor. Hipospadias tedavisinde ilk uygulanan cerrahi müdahale ameliyat çok önemli bir yer tutuyor. Yaşam boyu hastalığın devam etmesi söz konusu olabildiğinden ilk ameliyatta komplikasyon gelişmiş bir hastada 2. düzeltme ameliyatında tekrar komplikasyon gelişme riski ilk ameliyata göre daha fazla olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle hipospadias ameliyatının bu konuda tecrübesi ve deneyimi olan çocuk cerrahları tarafından yapılması büyük önem taşıyor. Memorial Dicle Hastanesi Çocuk Cerrahisi Bölümü’nden Op. Dr. Taner Kamacı, hipospadias (peygamber sünneti) ve merak edilenleri hakkında bilgi verdi.
Hipospadias nedir?Hipospadias hastalığı doğuştan gelen ve penis ucunda olması gereken idrar deliğinin penisin alt tarafında olması ile karakterize bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. Gerçek idrar deliğinin uca yakın olduğu hastalarda çift delik görünümü şeklinde de görülebilmektedir. Bu hastaların çoğunda aynı zamanda peniste öne doğru eğrilik vardır ve sünnet derisi arka tarafta gelişip, alt tarafta gelişmediğinden sıklıkla yarım sünnet veya peygamber sünneti olarak da adlandırılmaktadır.Hipospadias hastalığı nedenleri nelerdir?Hipospadias hastalığı doğuştan gelen bir anomalidir. Nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, gebelikte düşük tehditleri sırasında anneye verilen bazı hormonlar ve ilaçlar, ileri anne yaşı, tüp bebek olması, tek yumurta ikizi olması ve prematürite gibi nedenlerin hipospadias riskini arttırdığı düşünülmektedir.Hipospadias hastalığı nasıl tanı alır?Hiposadias hastalığı kolay kolay gözden kaçacak bir hastalık değildir. Genellikle doğum sonrası ilk muayeneleri sırasında çocuk doktorları hastalığı fark eder veya anneler bebeğin altını değiştirirken penis alt tarafında sünnet derisinin olmaması, idrar deliğin penisin alt tarafında olması ve peniste öne doğru eğrilik olması ile hastalığı fark etmektedir. Çocuk cerrahisi muayenesi ile de hipospadias tanısı kesinleştirilir.Hipospadias ameliyatı öncesinde nasıl bir hazırlık yapılması gerekir?Muayenesi yapılıp tanısı konulmuş ve ameliyat kararı verilmiş olan hastada, ameliyat öncesi kan tetkikleri yapılır ve anestezi onayı alınır. Hastaların ameliyattan önce sıvı gıdalar ile beslenmeyi 4 saat önceden, katı gıdalarla beslenmeyi ise 6 saat önceden kesmeleri istenir.Hipospadias ameliyatı kaç saat sürer?Hipospadiasın tipine ve cerrahın tecrübesine göre ameliyat süresi değişir. Hafif olan distal hipospadias hastalarında ameliyat genellikle 1-1,5 saat sürmektedir. Daha ağır tiplerde ise sıklıkla daha uzun sürer.Hipospadias ameliyatı riskli midir?Hipospadias ameliyatının diğer ameliyatlar gibi genel ve sadece hipospadiasa özel bazı riskleri vardır. Genel riskleri: Anestezi ile ilgili riskler, yara yeri enfeksiyonu, kanama, ağrı ve şişliktir. Hipospadias ameliyatına özgü riskler içinde en sık görünen ve en önemli riskler ise: üretral fistül ve darlıktır. Hipospadias ne kadar ağır tipte ise riskleri o kadar fazladır. Hafif tiplerde ameliyat genelde sorunsuz geçer.Hipospadias ameliyatı şart mı? Ameliyat olmazsa olur mu? Fiziksel, sosyal ve ruhsal açıdan tam bir sağlık için hipospadias ameliyatı şarttır. Hipospadias ameliyatı olmazsa hastanın yaşama ihtimali olan sıkıntılar şunlardır: idrarını aşağı ve ayağına doğru yapar ve üzerini ıslatabilir. İnsanların ortalama günde 5-6 sefer her idrar çıktığı düşünülürse bu durum ömür boyu idare edilebilecek bir durum değildir. Ön tarafta sünnet derisi olmadığından ve penis baş kısmı koni şeklinde olmadığından görüntüsü normal değildir. Okul çağından itibaren bu durum çocuğu etkileyebilir. Hipospadiaslı hastaların bir kısmında peniste eğrilik te vardır ve bunun da düzeltilmesi gerekir. Evlendikten sonra da ağır tiplerde daha fazla olmak üzere kısırlık riski taşır. Tüm bu nedenlerde dolayı hipospadiası olan hastaların mutlak ameliyat olması gerekmektedir.Hipospadias ameliyatı sonrası süreç nasıl işler? Hipospadias ameliyatından sonra genellikle hastanın pipisi pansumanla sarılıdır ve idrar sonrası vardır. Genellikle bir gece hastanede takip edilir. Ameliyat öncesinde ve sonrasında antibiyotik yapılır ve ameliyattan sonra ağrı kontrolü sağlanır ve sonda bakımı aileye gösterilir. Ameliyattan ertesi sabah hasta taburcu edilir. Evde kullanmak üzere antibiyotik ve ağrı kesici şurup ve pansuman için krem yazılır. 2 gün sonra poliklinikte pansumanı açılır ve 7. gün sondası çekilir. Genellikle ameliyatın 3. Haftasında ve 2. ayında darlık kontrolü yapılır.Hipospadias (Peygamber Sünneti) Hakkında Sık Sorulan SorularHipospadias hastalığı ailesel geçişli bir hastalık mıdır?Hipospadias ailevi yatkınlığı yüksek olan bir hastalıktır. Hastaların en az %10 aileseldir. Dolayısı ile akraba evliliklerinin çok olduğu toplumlarda sıklığı daha da artar. Ailede bir çocukta hipospadias varsa, diğer çocuklarda olma ihtimali artar. Babasında hipospadias olan bir çocukta hipospadias ortaya çıkma riski toplum ortalamasının çok üzerindedir.Hipospadias hangi sıklıkta görülür?Hipospadias ortalama her 300 erkek çocuğundan birinde görülmektedir. Farklı ırk ve bölgelerde görülme sıklığı benzerdir.Hipospadias hastalığının farklı tipleri var mıdır?Hipospadias hastalığı eski çağlardan beri bilinen bir hastalıktır. Birçok farklı tipi ve sınıflaması vardır. Ancak pratikte çoğunlukla tek seans ameliyat ile tedavi edilebilen ve idrar deliği penis ucuna yakın olan tiplerine ‘’Hafif tip hipospadias’’ denilirken, idrar deliğinin penis ile torba birleşim noktası veya daha aşağısında olduğu ve çoğunlukla iki seans ameliyat ile tedavi edilebilen tiplerine ise ‘’Ağır tip hipospadias’’ denilmektedir.Hipospadiasa başka hastalıklar eşlik eder mi? Hipospadiası olan bir çocukta başka bir hastalık araştırılmalı mı?Hipospadiasını olan çocuklarda, mevcut hastalığa ek olarak; kasık fıtığı, inmemiş testis, mesane reflüsü, böbreklerde şişme, bir böbreğin doğuştan olmaması ve cinsiyet gelişim anomalileri gibi bazı hastalıklar eşlik edebilmektedir. Hipospadiasın tipi ne kadar ağırsa, ek anomali riski o kadar artmaktadır. Ağır tip hipospadiası olan çocuklarda beraberinde tek taraflı inmemiş testis varsa böbrek anomalileri, iki taraflı inmemiş testis varsa cinsiyet gelişim anomalileri mutlaka araştırılmalıdır.Peygamber sünnetinin ne gibi zararları var? Hipospadias hastaları idrar deliğinin aşağıda olması nedeniyle aşağı, ayaklarına doğru idrarını yapar. Glans dediğimiz penisin baş kısmı yarık olduğu ve koni şeklinde olmadığından dolayı hem kötü görünür. Ayrıca bu durum ileride cinsel hayatını etkileyebilir. Evlendikten sonra ise ilişki sırasında spermlerin de idrar gibi aşağı doğru gitmesi ve ileri doğru gitmemesi nedeniyle hipospadias hastalarının çocuğu olma ihtimali azalır.Peygamber sünneti ilişkiye engel midir?Hipospadias hastalığı ilişkiye engel değildir. Ağır hipospadias hastalarında penis boyu normal yaşıtlarına göre genelde daha kısadır ama bu durum cinsel hayatını etkileyecek kadar sıkıntılı değildir.Peygamber sünneti olan çocuklarda kısırlık olur mu?Ameliyat olup idrar deliği penis ucuna getirilen hastalarda kısırlık olmaz. Ancak ameliyat olmaz ise, İdrar deliğinin alt tarafta olmasından dolayı ilişki sırasında spermler ileri doğru gönderilemez. Bu durum çocuk sahibi olma şansını azaltır. İdrar deliği penis ucundan ne kadar uzaksa bu risk o kadar fazladır.Peygamber sünneti sünnet olur mu?Ameliyat sırasında sünnet derisi kullanıldığından dolayı bu hastalar ameliyattan önce kesinlikle sünnet edilmemelidir. Ameliyat sonrası nüks (fistül) riskini azaltmada sünnet derisinden hazırlanan flep çok önemlidir. Öncesinde sünnet edilen hastalar bu şansını kaybeder ve nüks ve tekrar ameliyat gereksinimi riski daha fazla olur. Hipospadias hastalarının %5’inde sünnet derisi alt tarafta da gelişmiştir. Sünnet derisi geriye gerdirilip açılmadıkça idrar deliğinin yerinde olmadığı anlaşılmayabilir. Bu durumdaki hastalar sıklıkla sünnet sırasında ve sünnet derisi geriye soyulduğunda hipospadis olduğu fark edilir. Bu şekilde hipospadis olduğu anlaşılan hastalar, bir çocuk cerrahı görmeden kesinlikle sünnet edilmemeli ve aile durum hakkında bilgilendirilerek sünnet iptal edilmelidir. Ancak maalesef ülkemizde çocukların çoğu bu durumlardan habersiz sünnetçiler tarafından sünnet edildiği için derisi tam gelişmiş hipospadias hastaları çoğunlukla sünnet olduktan sonra çocuk cerrahlarına gelmektedir.Hipospadias ameliyatı kaç yaşında yapılır? Hipospadias ameliyatı için ideal zaman 6 ay ile 1 yaş arasıdır. Ağır tip olan ve 2 seans ameliyat gerekecek olan hastalarda da ilk seans 1 yaşından önce ve 2. seans ameliyatın da 2 yaşından önce yapılması önerilmektedir.Hipospadias ameliyatı geciktirilirse bir zararı olur mu?Hipospadias ameliyatı geciktirilirse yaş büyüdükçe; yara iyileşmesi ve hastanın normal aktif yaşantısına dönme süresi gecikir, enfeksiyon riski artar, hastanın yaşayacağı travma ve psikolojik etkilenme daha fazla olur. Ameliyat sırasında hastalara sonda takılmakta ve genelde 1 hafta yerinde tutulmaktadır ve çok önemlidir. Büyük çocuklar bazen sondayı çekebilmekte ve ameliyata zarar verebilmektedirler. Bu nedenlerden dolayı mutlaka 1 yaşından önce yapılması önerilir.Hipospadias ameliyatında nasıl bir anestezi uygulanır?Hipospadias ameliyatı genel anestezi altında, penil blok veya spinal blok ile desteklenerek yapılır. Anestezi uzmanı tarafından tamamen uyutularak ameliyat edilir.Ameliyattan sonra fistül ya da darlık gelişirse nasıl bir tedavi uygulanır?Hastanın sondası çekildikten sonra hem pipisinin ucundan hem de ameliyat dikişlerinin arasında ayrı bir yerden idrar geliyorsa fistül gelişmiş olabilir. Bu durumda hasta hemen doktoruna kontrole gitmelidir. Bazı hastalarda fistül görülür görülmez hastaya tekrar sonda takılması ve 2 hafta kadar yerinde tutulması ile fistülün ameliyata gerek kalmadan kapandığı görülür. Eğer sonda ile kapanmayan fistül olursa o zaman en az 6 ay beklenir. Tekrar fistül kapatma ameliyatı yapılır. 3. Hafta ve 2. Ay darlık kontrolünde eğer darlık gelişmişse, uç darlığı basit dilatasyon ile genişletilir.
Hipospadias nedir?Hipospadias hastalığı doğuştan gelen ve penis ucunda olması gereken idrar deliğinin penisin alt tarafında olması ile karakterize bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. Gerçek idrar deliğinin uca yakın olduğu hastalarda çift delik görünümü şeklinde de görülebilmektedir. Bu hastaların çoğunda aynı zamanda peniste öne doğru eğrilik vardır ve sünnet derisi arka tarafta gelişip, alt tarafta gelişmediğinden sıklıkla yarım sünnet veya peygamber sünneti olarak da adlandırılmaktadır.Hipospadias hastalığı nedenleri nelerdir?Hipospadias hastalığı doğuştan gelen bir anomalidir. Nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, gebelikte düşük tehditleri sırasında anneye verilen bazı hormonlar ve ilaçlar, ileri anne yaşı, tüp bebek olması, tek yumurta ikizi olması ve prematürite gibi nedenlerin hipospadias riskini arttırdığı düşünülmektedir.Hipospadias hastalığı nasıl tanı alır?Hiposadias hastalığı kolay kolay gözden kaçacak bir hastalık değildir. Genellikle doğum sonrası ilk muayeneleri sırasında çocuk doktorları hastalığı fark eder veya anneler bebeğin altını değiştirirken penis alt tarafında sünnet derisinin olmaması, idrar deliğin penisin alt tarafında olması ve peniste öne doğru eğrilik olması ile hastalığı fark etmektedir. Çocuk cerrahisi muayenesi ile de hipospadias tanısı kesinleştirilir.Hipospadias ameliyatı öncesinde nasıl bir hazırlık yapılması gerekir?Muayenesi yapılıp tanısı konulmuş ve ameliyat kararı verilmiş olan hastada, ameliyat öncesi kan tetkikleri yapılır ve anestezi onayı alınır. Hastaların ameliyattan önce sıvı gıdalar ile beslenmeyi 4 saat önceden, katı gıdalarla beslenmeyi ise 6 saat önceden kesmeleri istenir.Hipospadias ameliyatı kaç saat sürer?Hipospadiasın tipine ve cerrahın tecrübesine göre ameliyat süresi değişir. Hafif olan distal hipospadias hastalarında ameliyat genellikle 1-1,5 saat sürmektedir. Daha ağır tiplerde ise sıklıkla daha uzun sürer.Hipospadias ameliyatı riskli midir?Hipospadias ameliyatının diğer ameliyatlar gibi genel ve sadece hipospadiasa özel bazı riskleri vardır. Genel riskleri: Anestezi ile ilgili riskler, yara yeri enfeksiyonu, kanama, ağrı ve şişliktir. Hipospadias ameliyatına özgü riskler içinde en sık görünen ve en önemli riskler ise: üretral fistül ve darlıktır. Hipospadias ne kadar ağır tipte ise riskleri o kadar fazladır. Hafif tiplerde ameliyat genelde sorunsuz geçer.Hipospadias ameliyatı şart mı? Ameliyat olmazsa olur mu? Fiziksel, sosyal ve ruhsal açıdan tam bir sağlık için hipospadias ameliyatı şarttır. Hipospadias ameliyatı olmazsa hastanın yaşama ihtimali olan sıkıntılar şunlardır: idrarını aşağı ve ayağına doğru yapar ve üzerini ıslatabilir. İnsanların ortalama günde 5-6 sefer her idrar çıktığı düşünülürse bu durum ömür boyu idare edilebilecek bir durum değildir. Ön tarafta sünnet derisi olmadığından ve penis baş kısmı koni şeklinde olmadığından görüntüsü normal değildir. Okul çağından itibaren bu durum çocuğu etkileyebilir. Hipospadiaslı hastaların bir kısmında peniste eğrilik te vardır ve bunun da düzeltilmesi gerekir. Evlendikten sonra da ağır tiplerde daha fazla olmak üzere kısırlık riski taşır. Tüm bu nedenlerde dolayı hipospadiası olan hastaların mutlak ameliyat olması gerekmektedir.Hipospadias ameliyatı sonrası süreç nasıl işler? Hipospadias ameliyatından sonra genellikle hastanın pipisi pansumanla sarılıdır ve idrar sonrası vardır. Genellikle bir gece hastanede takip edilir. Ameliyat öncesinde ve sonrasında antibiyotik yapılır ve ameliyattan sonra ağrı kontrolü sağlanır ve sonda bakımı aileye gösterilir. Ameliyattan ertesi sabah hasta taburcu edilir. Evde kullanmak üzere antibiyotik ve ağrı kesici şurup ve pansuman için krem yazılır. 2 gün sonra poliklinikte pansumanı açılır ve 7. gün sondası çekilir. Genellikle ameliyatın 3. Haftasında ve 2. ayında darlık kontrolü yapılır.Hipospadias (Peygamber Sünneti) Hakkında Sık Sorulan SorularHipospadias hastalığı ailesel geçişli bir hastalık mıdır?Hipospadias ailevi yatkınlığı yüksek olan bir hastalıktır. Hastaların en az %10 aileseldir. Dolayısı ile akraba evliliklerinin çok olduğu toplumlarda sıklığı daha da artar. Ailede bir çocukta hipospadias varsa, diğer çocuklarda olma ihtimali artar. Babasında hipospadias olan bir çocukta hipospadias ortaya çıkma riski toplum ortalamasının çok üzerindedir.Hipospadias hangi sıklıkta görülür?Hipospadias ortalama her 300 erkek çocuğundan birinde görülmektedir. Farklı ırk ve bölgelerde görülme sıklığı benzerdir.Hipospadias hastalığının farklı tipleri var mıdır?Hipospadias hastalığı eski çağlardan beri bilinen bir hastalıktır. Birçok farklı tipi ve sınıflaması vardır. Ancak pratikte çoğunlukla tek seans ameliyat ile tedavi edilebilen ve idrar deliği penis ucuna yakın olan tiplerine ‘’Hafif tip hipospadias’’ denilirken, idrar deliğinin penis ile torba birleşim noktası veya daha aşağısında olduğu ve çoğunlukla iki seans ameliyat ile tedavi edilebilen tiplerine ise ‘’Ağır tip hipospadias’’ denilmektedir.Hipospadiasa başka hastalıklar eşlik eder mi? Hipospadiası olan bir çocukta başka bir hastalık araştırılmalı mı?Hipospadiasını olan çocuklarda, mevcut hastalığa ek olarak; kasık fıtığı, inmemiş testis, mesane reflüsü, böbreklerde şişme, bir böbreğin doğuştan olmaması ve cinsiyet gelişim anomalileri gibi bazı hastalıklar eşlik edebilmektedir. Hipospadiasın tipi ne kadar ağırsa, ek anomali riski o kadar artmaktadır. Ağır tip hipospadiası olan çocuklarda beraberinde tek taraflı inmemiş testis varsa böbrek anomalileri, iki taraflı inmemiş testis varsa cinsiyet gelişim anomalileri mutlaka araştırılmalıdır.Peygamber sünnetinin ne gibi zararları var? Hipospadias hastaları idrar deliğinin aşağıda olması nedeniyle aşağı, ayaklarına doğru idrarını yapar. Glans dediğimiz penisin baş kısmı yarık olduğu ve koni şeklinde olmadığından dolayı hem kötü görünür. Ayrıca bu durum ileride cinsel hayatını etkileyebilir. Evlendikten sonra ise ilişki sırasında spermlerin de idrar gibi aşağı doğru gitmesi ve ileri doğru gitmemesi nedeniyle hipospadias hastalarının çocuğu olma ihtimali azalır.Peygamber sünneti ilişkiye engel midir?Hipospadias hastalığı ilişkiye engel değildir. Ağır hipospadias hastalarında penis boyu normal yaşıtlarına göre genelde daha kısadır ama bu durum cinsel hayatını etkileyecek kadar sıkıntılı değildir.Peygamber sünneti olan çocuklarda kısırlık olur mu?Ameliyat olup idrar deliği penis ucuna getirilen hastalarda kısırlık olmaz. Ancak ameliyat olmaz ise, İdrar deliğinin alt tarafta olmasından dolayı ilişki sırasında spermler ileri doğru gönderilemez. Bu durum çocuk sahibi olma şansını azaltır. İdrar deliği penis ucundan ne kadar uzaksa bu risk o kadar fazladır.Peygamber sünneti sünnet olur mu?Ameliyat sırasında sünnet derisi kullanıldığından dolayı bu hastalar ameliyattan önce kesinlikle sünnet edilmemelidir. Ameliyat sonrası nüks (fistül) riskini azaltmada sünnet derisinden hazırlanan flep çok önemlidir. Öncesinde sünnet edilen hastalar bu şansını kaybeder ve nüks ve tekrar ameliyat gereksinimi riski daha fazla olur. Hipospadias hastalarının %5’inde sünnet derisi alt tarafta da gelişmiştir. Sünnet derisi geriye gerdirilip açılmadıkça idrar deliğinin yerinde olmadığı anlaşılmayabilir. Bu durumdaki hastalar sıklıkla sünnet sırasında ve sünnet derisi geriye soyulduğunda hipospadis olduğu fark edilir. Bu şekilde hipospadis olduğu anlaşılan hastalar, bir çocuk cerrahı görmeden kesinlikle sünnet edilmemeli ve aile durum hakkında bilgilendirilerek sünnet iptal edilmelidir. Ancak maalesef ülkemizde çocukların çoğu bu durumlardan habersiz sünnetçiler tarafından sünnet edildiği için derisi tam gelişmiş hipospadias hastaları çoğunlukla sünnet olduktan sonra çocuk cerrahlarına gelmektedir.Hipospadias ameliyatı kaç yaşında yapılır? Hipospadias ameliyatı için ideal zaman 6 ay ile 1 yaş arasıdır. Ağır tip olan ve 2 seans ameliyat gerekecek olan hastalarda da ilk seans 1 yaşından önce ve 2. seans ameliyatın da 2 yaşından önce yapılması önerilmektedir.Hipospadias ameliyatı geciktirilirse bir zararı olur mu?Hipospadias ameliyatı geciktirilirse yaş büyüdükçe; yara iyileşmesi ve hastanın normal aktif yaşantısına dönme süresi gecikir, enfeksiyon riski artar, hastanın yaşayacağı travma ve psikolojik etkilenme daha fazla olur. Ameliyat sırasında hastalara sonda takılmakta ve genelde 1 hafta yerinde tutulmaktadır ve çok önemlidir. Büyük çocuklar bazen sondayı çekebilmekte ve ameliyata zarar verebilmektedirler. Bu nedenlerden dolayı mutlaka 1 yaşından önce yapılması önerilir.Hipospadias ameliyatında nasıl bir anestezi uygulanır?Hipospadias ameliyatı genel anestezi altında, penil blok veya spinal blok ile desteklenerek yapılır. Anestezi uzmanı tarafından tamamen uyutularak ameliyat edilir.Ameliyattan sonra fistül ya da darlık gelişirse nasıl bir tedavi uygulanır? | 7,278 |
381 | Hastalıklar | Huntington hastalığı | Huntington hastalığı, DNA yapısındaki bozukluğa bağlı beyindeki sinir hücrelerinin hasar görmesi sonucu, hareket bozukluğu, davranış değişikliği ve zihinsel problemlere yol açan genetik bir beyin hastalığıdır. Genellikle 35 yaş sonrasında gelişen ve yetişkin hastalığı olan huntington hastalığı genetik kökenli bir hastalık olduğu için bu hastalığa sahip olan ebeveynlerin hastalığı sonraki kuşaklara aktarmamak için çocuk yapmadan önce genetik testler yaptırması ve gerekirse tüp bebek yöntemiyle çocuk sahibi olması önerilmektedir.Huntington hastalığı, DNA yapısındaki bozukluğa bağlı beyindeki sinir hücrelerinin hasar görmesi sonucu, hareket bozukluğu, davranış değişikliği ve zihinsel problemlere yol açan genetik bir beyin hastalığıdır. Genellikle 35 yaş sonrasında gelişen ve yetişkin hastalığı olan huntington hastalığı genetik kökenli bir hastalık olduğu için bu hastalığa sahip olan ebeveynlerin hastalığı sonraki kuşaklara aktarmamak için çocuk yapmadan önce genetik testler yaptırması ve gerekirse tüp bebek yöntemiyle çocuk sahibi olması önerilmektedir.
Huntington Hastalığı Nedir?Huntington hastalığı, ilerleyici ve genetik kökenli bir nörodejeneratif hastalıktır. Hastalık nedeni olan bozukluk, DNA’da doğuştan itibaren var olmasına hatta tespit edilir olmasına rağmen hastalığın ortaya çıkması genellikle 35 yaş sonrasını bulur. Ortalama başlangıç yaşı 35 ile 44 arasındadır.1872 yılında Amerika’da hastalığı tanımlayan George Huntington’dan ismini alan hastalık Kuzey Amerika ve Avrupa'da 100 binde 3 ila 10 arasında değişen prevalans oranları ile görülmektedir.Huntington Hastalığı Neden Olur?Huntingon hastalığının nedeni, iki iplik halindeki DNA’nın tek ipliğindeki HTT (IT15) geni 1. ekzon kısmında yanyana var olan CAG (Cytosine/Sitozin, Adenine/Adenin, Guanine/Guanin) nükleotidlerinin belli bir sayıya kadar tekrar etmesi normal olup; tekrar sayısında artış olması Huntington hastalığının nedenidir. HTT genindeki CAG nükleotid tekrarı 40 ve üzerine çıktığında kişide hastalık belirtileri görülmektedir. HTT genindeki CAG tekrarı 36-39 arasında ise birey Huntington hastalığı açısından risk altındadır. Ancak bu gruptaki her bireyde hastalık semptomları görülmeyebilir. Huntington Hastalığı Risk Faktörleri Nedir?HTT genindeki 1. ekzonda CAG (Cytosine/Sitozin, Adenine/Adenin, Guanine/Guanin) nükleotidlerinin tekrar sayısı normal bireylerde 26 ve altındadır. HTT genindeki CAG tekrar sayısı 36 ve üzerine çıktığı zaman Huntington hastalığı görülebiliyorken, 27-35 arasında olduğunda kişide hastalık yapması beklenmezken çocuğunda hastalık olma ihtimali artmaktadır. CAG tekrarı 27-35 arasında olan ileri yaştaki baba adayının çocuğunda hastalık görülme ihtimali daha yüksektir.Genel olarak Huntington hastalığı genetik bir hastalık olduğu için; ebeveynlerinde bu hastalıkla ilişkili HTT geni 1. ekzonunda CAG tekrar sayısı artışı olan bireyler risk altındadır. Ebeveynlerden birinde hastalık mevcutsa; cinsiyet fark etmeksizin çocuğuna geçme ihtimali %50’dir. Kendinde, kardeşlerinde, ebeveynlerinde veya akrabalarında Huntington hastalığı olan kişilerin kendilerinde, çocuklarında bu hastalık açısından risk artışı görülebilir; bu nedenle bu bireylerin genetik danışma alması önerilmektedir.Huntington Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Huntington hastalarında belirgin klinik bulgular hareket bozukluğu, davranış değişikliği ve zihinsel problemlerdir. Hastalıkta görülen yaygın belirtiler, göz hareket anormallikleri, kaslarda meydana gelen istemsiz ve kısa süreli seğirme, tikler, yürüme bozukluğu, yutma bozukluğu, konuşma bozukluğu, kaslarda sertlik, denge kaydı, hareketi başlatmada zorluk ve hareketlerde yavaşlamadır.Hastalıkta görülen davranış değişiklikleri, bazen hareket bozukluklarından önce görülebilmektedir. Hastalarda majör depresyon yaklaşık %40 oranında görülmekte ve hastalıkta artan intihar girişimlerinin nedeni olarak değerlendirilmektedir. Hastalarda görülen diğer davranış bozuklukları arasında; anksiyete, panik atak, Obsesif-kompulsif belirtiler, sinirlilik, ilgisizlik, saldırgan davranış, kişilik değişikliği ve düşünce bozukluğu olabilmekte ve bu geniş yelpazedeki bulgular hastalığın dönemlerine göre farklılık gösterebilmektedir. Huntington hastalığında zihinsel yavaşlama ve gerileme, problem çözme yeteneklerinde kayıp, hafıza kayıpları ve sonunda demansa giden zihinsel bulgularda görülebilmektedir.Huntington hastalığı için ortalama başlangıç yaşı 35-44 arasındadır. Etkilenen bireylerin yaklaşık 3’te 2’si önce nörolojik belirtilerle başvurmakta; diğerlerinde de psikiyatrik değişiklikler görülmektedir. Tanıyı takip eden erken evrelerde; göz hareketlerinde, koordinasyonda, küçük istemsiz hareketlerde, zihinsel planlamada zorluk ve genellikle depresif veya huzursuz bir ruh hali görülebilmektedir. Erken evrede etkilenen bireyler genellikle olağan aktivitelerinin çoğunu gerçekleştirebilir ve çalışmaya devam edebilir.Bir sonraki aşamada kore (İstemsiz kas hareketleri) daha belirgin hale gelir, istemli aktiviteler giderek zorlaşır ve dizartri (konuşma bozukluğu) ve disfaji (yutma güçlüğü) artabilir. Çoğu birey, önemli ölçüde kişisel bağımsızlığını koruyabilmesine rağmen, işinden vazgeçmeye ve yardım için giderek daha fazla başkalarına bağımlı olmaya zorlanabilir. Dönem dönem görülebilen agresif davranış patlamaları ve sosyallikte azalma bu evrede belirgin derecededir.Huntington hastalığının geç evrelerinde kas gücü yetersizliği daha şiddetli olup; birey genellikle tamamen bağımlı hale gelebilmektedir.Huntington Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Huntington hastalığı tanısı; ailede benzer hastalık öyküsüne, hastadaki karakteristik klinik bulgulara, beyin MRG (Manyetik Rezonans Görüntüleme) ve/veya BT (Bilgisayarlı Tomografi) gerekirse PET (Pozitron emisyon tomografi) sonuçlarına, rutin laboratuvar testlerine ve HTT geninde 36 veya daha fazla CAG üçlü nükleotid tekrar genişlemesinin genetik test ile saptanmasına dayanır. Hasta olan bireylerin çocuklarında hastalık görülme ihtimali %50 olduğu için aile öyküsü çok önemlidir.Huntington Hastalığı Testi Nedir?Huntington hastalığı klinik belirti ve semptomları olan hastada HTT (IT15) geni 1. ekzon kısmında yanyana var olan CAG (Cytosine/Sitozin, Adenine/Adenin, Guanine/Guanin) nükleotidlerinin tekrar sayısının belirlenmesi ile hastalığın kesin tanısı konulabilmektedir.CAG nükleotid tekrar sayısı 26 ve altında ise normal kabul edilmektedir. 27-35 arasındaki CAG tekrar sayısı sonraki kuşaklarda bu sayının artışı için risk taşımakta ve hastalık oluşturmaya yatkın olabilmektedir. HTT geninde CAG nükleotid tekrarı 40 ve üzerine çıktığında kişide hastalık görülürken, 36-39 arasında ise birey hastalık açısından risk altındadır; ancak bu gruptaki her bireyde hastalık semptomları görülmeyebilir.Hastalığın ortaya çıkabilmesi için CAG tekrar sayısının iki iplik halindeki DNA’nın tek ipliğinde (Heterozigot) artmış olması yeterlidir. Yapılan genetik testin sonucuna göre HTT geni 1. ekzondaki CAG tekrar sayısı saptanabilmekte, hastalığın tanısı konulabilmekte ve sonraki kuşaklar için varsa risk artışı belirlenebilmektedir. Huntington hastalığı testi, hastalığın görüldüğü bölgeye özel bakılan bir test olduğu için; hastalık tanısı genetikle alakalı geniş kapsamlı olduğu bilinen multigen panel testleri, tüm ekzom testi (Whole exome sequencing-WES), tüm genom testi (Whole genome sequencing-WGS) gibi testlerde konulamamaktadır.Huntington Hastalığı TedavisiHuntington hastalığı DNA’daki bozukluktan kaynaklanan genetik bir hastalık olduğu için; umut vadeden çalışmalar halihazırda devam etse de günümüz için kesin tedavisi mümkün değildir. Ebeveynlerinde veya ailesinde Huntington hastalığı olan özellikle erken yaşlardaki bireylerin hastalıkla ilgili detaylı bilgi ve psikolojik destek almaları çok önemlidir.Hastalığın belirtilerinin tedavisi için; tipik nöroleptikler (haloperidol), atipik nöroleptikler (olanzapin), benzodiazepinler veya koreik hareketler için monoamin tüketen tetrabenazin, hipokinezi ve rijidite için anti-parkinson ilaçları, psikiyatrik rahatsızlıklar (Depresyon, psikotik belirtiler, saldırganlık patlamaları) için psikotrop ilaçlar veya bazı antiepileptik ilaçlar; miyoklonik hiperkinezi için valproik asit gibi ilaçlar kullanılabilmektedir.Tedavi uzun süreli olabileceği için ilaçların yan etkilerine ve birbirleriyle olan etkileşimlerine dikkat edilmelidir. Hastalar hemşirelik ihtiyaçları, diyet, çeşitli terapiler, özel ekipman gibi destekleyici bakıma ihtiyaç duyabilmektedir. Hastaların klinik durumları çeşitli ölçekler ve formlar doldurularak düzenli olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca hastalar L-dopa içeren ilaçlardan (Koreyi yani istemsiz hareketleri artırabilir), alkol tüketiminden ve sigara kullanımından kaçınmalıdır.Huntington Hastalığı ile İlgili Sık Sorulan SorularHuntington hastalığı nasıl önlenir?Huntington hastalığı olduğu bilinen bireylerin hastalığı çocuklarına aktarma ihtimali %50’dir. Bunun yanında HTT (IT15) geni 1. ekzonunda CAG tekrarı normalin üzerinde ama hasta olmayan bireylerin de çocuklarında hastalık görülebilmektedir. Huntington hastalığı olan veya ailesinde/akrabalarında hastalık öyküsü olan bireylerin, Tıbbi Genetik bölümüne başvurarak değerlendirilmesi ve riskinin belirlenmesi hastalığın sonraki kuşaklara aktarımını önlemek açısından çok önemlidir. Hastalığın sonraki kuşaklarda görülme ihtimali varsa aileye normal yoldan gebelik yerine in vitro fertilizasyon (IVF-Tüp bebek) tedavisi ve preimplantasyon genetik test (PGT) ile gebelik önerilmekte ve bu sayede hastalığın sonraki kuşaklarda görülme ihtimali ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Gebelik oluştuktan veya doğum olduktan sonra hastalığı tamamen önleme veya kesin tedavi etme imkanı; deneysel tedavi seçenekleri denense de günümüz için mümkün değildir. Bu yüzden riskin erken dönemde belirlenmesi ve risk varsa sonraki kuşaklara geçmesinin engellenmesi çok önemlidir.Huntington hastalığı ölümcül bir hastalık mıdır?Huntington hastalığının ileri evresinde hastalar hareket yeteneklerinde kayıp ve konuşmalarında azalma ile birlikte başkalarına bağımlı hale gelebilmektedirler. Hareketsizlik ve disfaji (yutma güçlüğü) sıklıkla bu hastalarda en sık ölüm nedeni olan aspirasyon pnömonisine (Hastanın yutarak midesine gitmesi gereken bir maddenin yanlışlıkla solunum yollarına kaçması sonucu oluşan akciğer enfeksiyonu) yol açabilmektedir.Huntington hastalığı kadınlarda mı erkeklerde mi sık görülür?Huntington hastalığı ile ilgili 2003 ve 2016 yılları arasında Amerika’da gerçekleştirilen bir çalışmada, hastalığın kadınlarda 100.000'de 7,05; erkeklerde ise 100.000'de 6,91 oranında görüldüğü ve kadınlarda biraz daha yüksek prevalansa sahip olduğu gözlemlenmiştir. DNA’mız üzerindeki bir bölge olan HTT geni 1. ekzonda CAG (Cytosine/Sitozin, Adenine/Adenin, Guanine/Guanin) nükleotidlerinin tekrar sayısı 27-35 arasında olan (Normal tekrar sayısı: 26 ve altı) bireylerin çocuklarına bu tekrar sayısı artarak geçebilmekte ve çocuklarında Huntington hastalığına neden olabilmektedir. Bu ara form tekrar sayısının artışı babadan geçiyorsa genişlemeye ve hastalık oluşturmaya daha yatkın olabilmektedir.Huntington hastalığı kaç yaşında ortaya çıkar?Huntington hastalığı genetik bir hastalık olmasına ve erken dönemde saptanabilmesine rağmen, semptomların başlaması genellikle 35-44 yaşları arasında olmaktadır. Etkilenen bireylerin 3’te 2’sinde nörolojik semptomlarla, 3’te 1’inde psikiyatrik değişikliklerle ortaya çıkabilmektedir. Huntington hastalığında bireylerin yaklaşık %25’inde başlangıç yaşı 50’den, hatta 70’den sonra olabilmektedir. Bu bireylerde kore (İstemsiz kas hareketleri), yürüme bozukluğu ve disfaji (Yutma güçlüğü) görülebilir; ancak tipik bireye göre daha uzun süreli ve iyi huylu bir seyir izler. Huntington hastalığında bireylerin yaklaşık %5-10’unda şikayetler 20 yaşından önce başlamakta ve buna Juvenil Huntington hastalığı denilmektedir. Juvenil Huntington hastalığında klinik biraz daha ağır seyredebilmektedir. HTT genindeki CAG nükleotid tekrarlarının sayısı ile başlangıç yaşı arasında ters bir orantı mevcuttur; yani tekrar sayısı arttığında başlangıç yaşı düşmektedir. Yetişkin yaşta başlayan bir Huntington hastasında HTT genindeki CAG tekrar sayısı 36-55 arasında iken, juvenil Huntington hastasında genellikle CAG tekrarı mevcuttur.Huntington hastası zihinsel engelli olur mu?Huntington hastalığında bilişsel gerileme, zihinsel yavaşlama, problem çözme becerilerinde bozulma ve ileri evrede demans görülebilmektedir. Bilişsel gerilemenin erken dönemde başlaması juvenil Huntington hastalığının habercisi olabilmektedir.Huntington hastalığı ülkemizde hangi sıklıkta görülür?Huntington hastalığı Avrupa kökenli toplumlarda 100 bin kişi içinde ortalama 9,71, en yüksek olarak 17 kişide bildirilmiştir. Buna karşılık Japonya, Çin, Kore ve Finlandiya'da ve ayrıca Güney Afrika'daki yerli Afrika popülasyonlarında çok daha az sıklıkta görülmekte ve tahmini prevalans değerleri 100 bin kişide 0,1 ile 2 arasında seyretmektedir. Venezuela'nın Maracaibo Gölü bölgesinde yaşayan bireylerin dünyadaki en yüksek Huntington hastalığı prevalansına sahip olduğu düşünülmektedir. Huntington hastalığı sıklığı ülkelere ve bölgelere göre farklılık göstermekle birlikte ülkemizdeki sıklığı bilinmemektedir.
Huntington Hastalığı Nedir?Huntington hastalığı, ilerleyici ve genetik kökenli bir nörodejeneratif hastalıktır. Hastalık nedeni olan bozukluk, DNA’da doğuştan itibaren var olmasına hatta tespit edilir olmasına rağmen hastalığın ortaya çıkması genellikle 35 yaş sonrasını bulur. Ortalama başlangıç yaşı 35 ile 44 arasındadır.1872 yılında Amerika’da hastalığı tanımlayan George Huntington’dan ismini alan hastalık Kuzey Amerika ve Avrupa'da 100 binde 3 ila 10 arasında değişen prevalans oranları ile görülmektedir.Huntington Hastalığı Neden Olur?Huntingon hastalığının nedeni, iki iplik halindeki DNA’nın tek ipliğindeki HTT (IT15) geni 1. ekzon kısmında yanyana var olan CAG (Cytosine/Sitozin, Adenine/Adenin, Guanine/Guanin) nükleotidlerinin belli bir sayıya kadar tekrar etmesi normal olup; tekrar sayısında artış olması Huntington hastalığının nedenidir. HTT genindeki CAG nükleotid tekrarı 40 ve üzerine çıktığında kişide hastalık belirtileri görülmektedir. HTT genindeki CAG tekrarı 36-39 arasında ise birey Huntington hastalığı açısından risk altındadır. Ancak bu gruptaki her bireyde hastalık semptomları görülmeyebilir. Huntington Hastalığı Risk Faktörleri Nedir?HTT genindeki 1. ekzonda CAG (Cytosine/Sitozin, Adenine/Adenin, Guanine/Guanin) nükleotidlerinin tekrar sayısı normal bireylerde 26 ve altındadır. HTT genindeki CAG tekrar sayısı 36 ve üzerine çıktığı zaman Huntington hastalığı görülebiliyorken, 27-35 arasında olduğunda kişide hastalık yapması beklenmezken çocuğunda hastalık olma ihtimali artmaktadır. CAG tekrarı 27-35 arasında olan ileri yaştaki baba adayının çocuğunda hastalık görülme ihtimali daha yüksektir.Genel olarak Huntington hastalığı genetik bir hastalık olduğu için; ebeveynlerinde bu hastalıkla ilişkili HTT geni 1. ekzonunda CAG tekrar sayısı artışı olan bireyler risk altındadır. Ebeveynlerden birinde hastalık mevcutsa; cinsiyet fark etmeksizin çocuğuna geçme ihtimali %50’dir. Kendinde, kardeşlerinde, ebeveynlerinde veya akrabalarında Huntington hastalığı olan kişilerin kendilerinde, çocuklarında bu hastalık açısından risk artışı görülebilir; bu nedenle bu bireylerin genetik danışma alması önerilmektedir.Huntington Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Huntington hastalarında belirgin klinik bulgular hareket bozukluğu, davranış değişikliği ve zihinsel problemlerdir. Hastalıkta görülen yaygın belirtiler, göz hareket anormallikleri, kaslarda meydana gelen istemsiz ve kısa süreli seğirme, tikler, yürüme bozukluğu, yutma bozukluğu, konuşma bozukluğu, kaslarda sertlik, denge kaydı, hareketi başlatmada zorluk ve hareketlerde yavaşlamadır.Hastalıkta görülen davranış değişiklikleri, bazen hareket bozukluklarından önce görülebilmektedir. Hastalarda majör depresyon yaklaşık %40 oranında görülmekte ve hastalıkta artan intihar girişimlerinin nedeni olarak değerlendirilmektedir. Hastalarda görülen diğer davranış bozuklukları arasında; anksiyete, panik atak, Obsesif-kompulsif belirtiler, sinirlilik, ilgisizlik, saldırgan davranış, kişilik değişikliği ve düşünce bozukluğu olabilmekte ve bu geniş yelpazedeki bulgular hastalığın dönemlerine göre farklılık gösterebilmektedir. Huntington hastalığında zihinsel yavaşlama ve gerileme, problem çözme yeteneklerinde kayıp, hafıza kayıpları ve sonunda demansa giden zihinsel bulgularda görülebilmektedir.Huntington hastalığı için ortalama başlangıç yaşı 35-44 arasındadır. Etkilenen bireylerin yaklaşık 3’te 2’si önce nörolojik belirtilerle başvurmakta; diğerlerinde de psikiyatrik değişiklikler görülmektedir. Tanıyı takip eden erken evrelerde; göz hareketlerinde, koordinasyonda, küçük istemsiz hareketlerde, zihinsel planlamada zorluk ve genellikle depresif veya huzursuz bir ruh hali görülebilmektedir. Erken evrede etkilenen bireyler genellikle olağan aktivitelerinin çoğunu gerçekleştirebilir ve çalışmaya devam edebilir.Bir sonraki aşamada kore (İstemsiz kas hareketleri) daha belirgin hale gelir, istemli aktiviteler giderek zorlaşır ve dizartri (konuşma bozukluğu) ve disfaji (yutma güçlüğü) artabilir. Çoğu birey, önemli ölçüde kişisel bağımsızlığını koruyabilmesine rağmen, işinden vazgeçmeye ve yardım için giderek daha fazla başkalarına bağımlı olmaya zorlanabilir. Dönem dönem görülebilen agresif davranış patlamaları ve sosyallikte azalma bu evrede belirgin derecededir.Huntington hastalığının geç evrelerinde kas gücü yetersizliği daha şiddetli olup; birey genellikle tamamen bağımlı hale gelebilmektedir.Huntington Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Huntington hastalığı tanısı; ailede benzer hastalık öyküsüne, hastadaki karakteristik klinik bulgulara, beyin MRG (Manyetik Rezonans Görüntüleme) ve/veya BT (Bilgisayarlı Tomografi) gerekirse PET (Pozitron emisyon tomografi) sonuçlarına, rutin laboratuvar testlerine ve HTT geninde 36 veya daha fazla CAG üçlü nükleotid tekrar genişlemesinin genetik test ile saptanmasına dayanır. Hasta olan bireylerin çocuklarında hastalık görülme ihtimali %50 olduğu için aile öyküsü çok önemlidir.Huntington Hastalığı Testi Nedir?Huntington hastalığı klinik belirti ve semptomları olan hastada HTT (IT15) geni 1. ekzon kısmında yanyana var olan CAG (Cytosine/Sitozin, Adenine/Adenin, Guanine/Guanin) nükleotidlerinin tekrar sayısının belirlenmesi ile hastalığın kesin tanısı konulabilmektedir.CAG nükleotid tekrar sayısı 26 ve altında ise normal kabul edilmektedir. 27-35 arasındaki CAG tekrar sayısı sonraki kuşaklarda bu sayının artışı için risk taşımakta ve hastalık oluşturmaya yatkın olabilmektedir. HTT geninde CAG nükleotid tekrarı 40 ve üzerine çıktığında kişide hastalık görülürken, 36-39 arasında ise birey hastalık açısından risk altındadır; ancak bu gruptaki her bireyde hastalık semptomları görülmeyebilir.Hastalığın ortaya çıkabilmesi için CAG tekrar sayısının iki iplik halindeki DNA’nın tek ipliğinde (Heterozigot) artmış olması yeterlidir. Yapılan genetik testin sonucuna göre HTT geni 1. ekzondaki CAG tekrar sayısı saptanabilmekte, hastalığın tanısı konulabilmekte ve sonraki kuşaklar için varsa risk artışı belirlenebilmektedir. Huntington hastalığı testi, hastalığın görüldüğü bölgeye özel bakılan bir test olduğu için; hastalık tanısı genetikle alakalı geniş kapsamlı olduğu bilinen multigen panel testleri, tüm ekzom testi (Whole exome sequencing-WES), tüm genom testi (Whole genome sequencing-WGS) gibi testlerde konulamamaktadır.Huntington Hastalığı TedavisiHuntington hastalığı DNA’daki bozukluktan kaynaklanan genetik bir hastalık olduğu için; umut vadeden çalışmalar halihazırda devam etse de günümüz için kesin tedavisi mümkün değildir. Ebeveynlerinde veya ailesinde Huntington hastalığı olan özellikle erken yaşlardaki bireylerin hastalıkla ilgili detaylı bilgi ve psikolojik destek almaları çok önemlidir.Hastalığın belirtilerinin tedavisi için; tipik nöroleptikler (haloperidol), atipik nöroleptikler (olanzapin), benzodiazepinler veya koreik hareketler için monoamin tüketen tetrabenazin, hipokinezi ve rijidite için anti-parkinson ilaçları, psikiyatrik rahatsızlıklar (Depresyon, psikotik belirtiler, saldırganlık patlamaları) için psikotrop ilaçlar veya bazı antiepileptik ilaçlar; miyoklonik hiperkinezi için valproik asit gibi ilaçlar kullanılabilmektedir.Tedavi uzun süreli olabileceği için ilaçların yan etkilerine ve birbirleriyle olan etkileşimlerine dikkat edilmelidir. Hastalar hemşirelik ihtiyaçları, diyet, çeşitli terapiler, özel ekipman gibi destekleyici bakıma ihtiyaç duyabilmektedir. Hastaların klinik durumları çeşitli ölçekler ve formlar doldurularak düzenli olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca hastalar L-dopa içeren ilaçlardan (Koreyi yani istemsiz hareketleri artırabilir), alkol tüketiminden ve sigara kullanımından kaçınmalıdır.Huntington Hastalığı ile İlgili Sık Sorulan SorularHuntington hastalığı nasıl önlenir?Huntington hastalığı olduğu bilinen bireylerin hastalığı çocuklarına aktarma ihtimali %50’dir. Bunun yanında HTT (IT15) geni 1. ekzonunda CAG tekrarı normalin üzerinde ama hasta olmayan bireylerin de çocuklarında hastalık görülebilmektedir. Huntington hastalığı olan veya ailesinde/akrabalarında hastalık öyküsü olan bireylerin, Tıbbi Genetik bölümüne başvurarak değerlendirilmesi ve riskinin belirlenmesi hastalığın sonraki kuşaklara aktarımını önlemek açısından çok önemlidir. Hastalığın sonraki kuşaklarda görülme ihtimali varsa aileye normal yoldan gebelik yerine in vitro fertilizasyon (IVF-Tüp bebek) tedavisi ve preimplantasyon genetik test (PGT) ile gebelik önerilmekte ve bu sayede hastalığın sonraki kuşaklarda görülme ihtimali ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Gebelik oluştuktan veya doğum olduktan sonra hastalığı tamamen önleme veya kesin tedavi etme imkanı; deneysel tedavi seçenekleri denense de günümüz için mümkün değildir. Bu yüzden riskin erken dönemde belirlenmesi ve risk varsa sonraki kuşaklara geçmesinin engellenmesi çok önemlidir.Huntington hastalığı ölümcül bir hastalık mıdır?Huntington hastalığının ileri evresinde hastalar hareket yeteneklerinde kayıp ve konuşmalarında azalma ile birlikte başkalarına bağımlı hale gelebilmektedirler. Hareketsizlik ve disfaji (yutma güçlüğü) sıklıkla bu hastalarda en sık ölüm nedeni olan aspirasyon pnömonisine (Hastanın yutarak midesine gitmesi gereken bir maddenin yanlışlıkla solunum yollarına kaçması sonucu oluşan akciğer enfeksiyonu) yol açabilmektedir.Huntington hastalığı kadınlarda mı erkeklerde mi sık görülür?Huntington hastalığı ile ilgili 2003 ve 2016 yılları arasında Amerika’da gerçekleştirilen bir çalışmada, hastalığın kadınlarda 100.000'de 7,05; erkeklerde ise 100.000'de 6,91 oranında görüldüğü ve kadınlarda biraz daha yüksek prevalansa sahip olduğu gözlemlenmiştir. DNA’mız üzerindeki bir bölge olan HTT geni 1. ekzonda CAG (Cytosine/Sitozin, Adenine/Adenin, Guanine/Guanin) nükleotidlerinin tekrar sayısı 27-35 arasında olan (Normal tekrar sayısı: 26 ve altı) bireylerin çocuklarına bu tekrar sayısı artarak geçebilmekte ve çocuklarında Huntington hastalığına neden olabilmektedir. Bu ara form tekrar sayısının artışı babadan geçiyorsa genişlemeye ve hastalık oluşturmaya daha yatkın olabilmektedir.Huntington hastalığı kaç yaşında ortaya çıkar?Huntington hastalığı genetik bir hastalık olmasına ve erken dönemde saptanabilmesine rağmen, semptomların başlaması genellikle 35-44 yaşları arasında olmaktadır. Etkilenen bireylerin 3’te 2’sinde nörolojik semptomlarla, 3’te 1’inde psikiyatrik değişikliklerle ortaya çıkabilmektedir. Huntington hastalığında bireylerin yaklaşık %25’inde başlangıç yaşı 50’den, hatta 70’den sonra olabilmektedir. Bu bireylerde kore (İstemsiz kas hareketleri), yürüme bozukluğu ve disfaji (Yutma güçlüğü) görülebilir; ancak tipik bireye göre daha uzun süreli ve iyi huylu bir seyir izler. Huntington hastalığında bireylerin yaklaşık %5-10’unda şikayetler 20 yaşından önce başlamakta ve buna Juvenil Huntington hastalığı denilmektedir. Juvenil Huntington hastalığında klinik biraz daha ağır seyredebilmektedir. HTT genindeki CAG nükleotid tekrarlarının sayısı ile başlangıç yaşı arasında ters bir orantı mevcuttur; yani tekrar sayısı arttığında başlangıç yaşı düşmektedir. Yetişkin yaşta başlayan bir Huntington hastasında HTT genindeki CAG tekrar sayısı 36-55 arasında iken, juvenil Huntington hastasında genellikle CAG tekrarı mevcuttur.Huntington hastası zihinsel engelli olur mu?Huntington hastalığında bilişsel gerileme, zihinsel yavaşlama, problem çözme becerilerinde bozulma ve ileri evrede demans görülebilmektedir. Bilişsel gerilemenin erken dönemde başlaması juvenil Huntington hastalığının habercisi olabilmektedir.Huntington hastalığı ülkemizde hangi sıklıkta görülür?Huntington hastalığı Avrupa kökenli toplumlarda 100 bin kişi içinde ortalama 9,71, en yüksek olarak 17 kişide bildirilmiştir. Buna karşılık Japonya, Çin, Kore ve Finlandiya'da ve ayrıca Güney Afrika'daki yerli Afrika popülasyonlarında çok daha az sıklıkta görülmekte ve tahmini prevalans değerleri 100 bin kişide 0,1 ile 2 arasında seyretmektedir. Venezuela'nın Maracaibo Gölü bölgesinde yaşayan bireylerin dünyadaki en yüksek Huntington hastalığı prevalansına sahip olduğu düşünülmektedir. Huntington hastalığı sıklığı ülkelere ve bölgelere göre farklılık göstermekle birlikte ülkemizdeki sıklığı bilinmemektedir. | 9,539 |
382 | Hastalıklar | Hirschsprung Hastalığı | Hirschsprung hastalığı, bebeklerde doğuştan ortaya çıkan, bağırsakların gevşemesini sağlayan kolon kaslarındaki eksik sinir hücreleri sonucunda dışkı yapmasında zorluğa neden olan hastalık türüdür. Tedavi edilmediği durumda ilerleyerek kabızlık ve bağırsaklarda tıkanıklığa sebebiyet verir. Hafif hirschsprung hastalığı durumunda ise çocukluk çağına kadar fark edilmeyebilir. Bu durum nadiren yetişkinlerde görülebilir. Hirschsprung hastalığı tedavisi ise kolonu bypass ile cerrahi işlemi içerir.Hirschsprung hastalığı, bebeklerde doğuştan ortaya çıkan, bağırsakların gevşemesini sağlayan kolon kaslarındaki eksik sinir hücreleri sonucunda dışkı yapmasında zorluğa neden olan hastalık türüdür. Tedavi edilmediği durumda ilerleyerek kabızlık ve bağırsaklarda tıkanıklığa sebebiyet verir. Hafif hirschsprung hastalığı durumunda ise çocukluk çağına kadar fark edilmeyebilir. Bu durum nadiren yetişkinlerde görülebilir. Hirschsprung hastalığı tedavisi ise kolonu bypass ile cerrahi işlemi içerir.
Hirschsprung Hastalığı Nedir?Hirschsprung hastalığı, bağırsaktaki sinir hücrelerinin düzgün gelişememesine bağlı bağırsakların düzgün gevşeyemediği sonucu dışkının bağırsaklarda sıkışmasına neden olan nadir bir rahatsızlıktır. Bu durum nedeniyle bağırsak kaslarının çalışması zorlaşır ve dışkının bağırsaktan dışarı atılması zor bir hale gelir. Yeni doğan bebeklerde dışkının çıkmaması, kabızlık, kusma ya da şiş karın görüntüsü gibi semptomlarla kendini gösterir. Hirschsprung hastalığı tedavi edilmediği durumda ciddi komplikasyonlara sebep olabilir.Hirschsprung Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Hirschsprung hastalığı, en belirgin belirtisi arasında kabızlık yer alır. Bunların yanında karnın şiş görüntüsü, kusma ve vücutta meydana gelen uyuşukluk hissi de hirschsprung hastalığı belirtilerindendir.Yenidoğanlarda hirschsprung hastalığı belirtileri şöyle sıralanır: Yenidoğan ilk dışkısının çıkmaması Belirgin olarak görülen şiş karın Kusma Bebeğin beslenmek istememesi Kabızlık ya da normalden daha az dışkılama Karın bölgesinde ağrı Büyümenin gecikmesi durumuBu belirtilerin görüldüğü durumda uzman doktora başvurmak önemlidir. Böylelikle erken teşhis ve tedavi ile oluşabilecek komplikasyonlar önlenebilir.Hirschsprung Hastalığı Neden Olur?Hirschsprung hastalığı, kalın bağırsağın bir bölümünde ganglion hücreleri yani sinir hücrelerinin oluşmaması nedeniyle görülür. Bu durum dışkının bağırsakta normal şekilde ilerlemesine izin vermediğinden bağırsakta tıkanıklıklara sebebiyet verir. Hirschsprung hastalığı nedenleri şöyle sıralanabilir: RET, EDNRB ve EDN3 genlerinde meydana gelen mutasyonlar Genetik faktörler Down sendromu gibi bazı genetik sendromlar Waardenburg sendromu ve Mowat-Wilson sendromu Doğuştan görülen kalp hastalığıHirschsprung Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Uzman doktor, bebek doğduktan sonra ağrılı bir durum olup olmadığını ya da karın şişkinliğinin kontrolünü yapar. Bebeğin rektumunda dışkı birikmesini kontrol eder. Fiziki muayenenin ardından teşhisin doğruluğunu ortaya çıkarmak için çeşitli testlerin yapılmasını isteyebilir. Hirschsprung hastalığının teşhisi için uygulanabilecek yöntemler şöyle sıralanabilir: Karın röntgenleri sayesinde bebeğin bağırsaklarında tıkanıklık olup olmadığı görülebilir Uzman doktor bebeğin rektumuna kateter yani ince bir tüp yerleştirdikten sonra bağırsaklara bir sıvı verir. Bu sıvı bağırsaklardan geçerken röntgen çekimi yapılır. Bu da bağırsaklardaki daralma ya da tıkanıklığı ortaya çıkarır. Uzman doktor bebeğin rektumundan küçük bir parça alarak biyopsi yapabilir. Sonrasında patoloji bölümü bu parçayı inceler ve sinir hücrelerinde meydana gelen hasarı tespit eder.Hirschsprung Hastalığı Tedavisi Nasıl Olur?Hirschsprung hastalığının tedavisi genellikle cerrahi müdahale içerir. Hirschsprung hastalığını tedavi etmek için pull-through ameliyatı ya da ostomi uygulanır. Bunların yanında hirschsprung hastalığı tedavisinde uygulanabilecek yöntemler şöyle açıklanabilir:Pull-through ameliyatıPull-through ameliyatı esnasında sinir hücrelerinin eksik olduğu bölgeyi çıkarılarak sağlıklı bağırsak anüse bağlanır. Bu ameliyat genellikle laparoskopik veya açık cerrahi olarak uygulanır.OstomiGeçici kolostomi veya ileostomi ile bağırsakların üst kısmı karın duvarına açılır ve dışkı geçici olacak şekilde bir torbaya toplanır.Hirschsprung hastalığı tedavisinde multidisipliner bir yaklaşım benimsenir. Pediatrik cerrahlar, gastroenterologlar, beslenme uzmanları bebeği sağlığını ve yaşam kalitesini en üst düzeye çıkarmak için birlikte çalışma yapabilirler.Hirschsprung Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularHirschsprung hastalığı sonradan olur mu?Hirschsprung hastalığı, genetik ve doğuştan meydana gelerek sinir hücrelerinin yetersiz olduğu bir durumda gerçekleşir. Bu nedenle sonradan gelişme olasılığı yoktur.Hirschsprung hastalığı ameliyatı sonrası geçer mi?Hirschsprung hastalığı ameliyatından sonra bebekler ve çocuklar için normal bağırsak kontrolü devam eder. Böylelikle bağırsakların işlevini kazanması yüksek ihtimaldir.
Hirschsprung Hastalığı Nedir?Hirschsprung hastalığı, bağırsaktaki sinir hücrelerinin düzgün gelişememesine bağlı bağırsakların düzgün gevşeyemediği sonucu dışkının bağırsaklarda sıkışmasına neden olan nadir bir rahatsızlıktır. Bu durum nedeniyle bağırsak kaslarının çalışması zorlaşır ve dışkının bağırsaktan dışarı atılması zor bir hale gelir. Yeni doğan bebeklerde dışkının çıkmaması, kabızlık, kusma ya da şiş karın görüntüsü gibi semptomlarla kendini gösterir. Hirschsprung hastalığı tedavi edilmediği durumda ciddi komplikasyonlara sebep olabilir.Hirschsprung Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Hirschsprung hastalığı, en belirgin belirtisi arasında kabızlık yer alır. Bunların yanında karnın şiş görüntüsü, kusma ve vücutta meydana gelen uyuşukluk hissi de hirschsprung hastalığı belirtilerindendir.Yenidoğanlarda hirschsprung hastalığı belirtileri şöyle sıralanır: Bu belirtilerin görüldüğü durumda uzman doktora başvurmak önemlidir. Böylelikle erken teşhis ve tedavi ile oluşabilecek komplikasyonlar önlenebilir.Hirschsprung Hastalığı Neden Olur?Hirschsprung hastalığı, kalın bağırsağın bir bölümünde ganglion hücreleri yani sinir hücrelerinin oluşmaması nedeniyle görülür. Bu durum dışkının bağırsakta normal şekilde ilerlemesine izin vermediğinden bağırsakta tıkanıklıklara sebebiyet verir. Hirschsprung hastalığı nedenleri şöyle sıralanabilir:Hirschsprung Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Uzman doktor, bebek doğduktan sonra ağrılı bir durum olup olmadığını ya da karın şişkinliğinin kontrolünü yapar. Bebeğin rektumunda dışkı birikmesini kontrol eder. Fiziki muayenenin ardından teşhisin doğruluğunu ortaya çıkarmak için çeşitli testlerin yapılmasını isteyebilir. Hirschsprung hastalığının teşhisi için uygulanabilecek yöntemler şöyle sıralanabilir:Hirschsprung Hastalığı Tedavisi Nasıl Olur?Hirschsprung hastalığının tedavisi genellikle cerrahi müdahale içerir. Hirschsprung hastalığını tedavi etmek için pull-through ameliyatı ya da ostomi uygulanır. Bunların yanında hirschsprung hastalığı tedavisinde uygulanabilecek yöntemler şöyle açıklanabilir:Pull-through ameliyatıPull-through ameliyatı esnasında sinir hücrelerinin eksik olduğu bölgeyi çıkarılarak sağlıklı bağırsak anüse bağlanır. Bu ameliyat genellikle laparoskopik veya açık cerrahi olarak uygulanır.OstomiGeçici kolostomi veya ileostomi ile bağırsakların üst kısmı karın duvarına açılır ve dışkı geçici olacak şekilde bir torbaya toplanır.Hirschsprung hastalığı tedavisinde multidisipliner bir yaklaşım benimsenir. Pediatrik cerrahlar, gastroenterologlar, beslenme uzmanları bebeği sağlığını ve yaşam kalitesini en üst düzeye çıkarmak için birlikte çalışma yapabilirler.Hirschsprung Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularHirschsprung hastalığı sonradan olur mu?Hirschsprung hastalığı, genetik ve doğuştan meydana gelerek sinir hücrelerinin yetersiz olduğu bir durumda gerçekleşir. Bu nedenle sonradan gelişme olasılığı yoktur.Hirschsprung hastalığı ameliyatı sonrası geçer mi?Hirschsprung hastalığı ameliyatından sonra bebekler ve çocuklar için normal bağırsak kontrolü devam eder. Böylelikle bağırsakların işlevini kazanması yüksek ihtimaldir. | 2,962 |
383 | Hastalıklar | Huzursuz Bacak Sendromu | Huzursuz bacak sendromu, özellikle hareketsiz otururken veya uzanır pozisyondayken bacakları hareket ettirme ile ilgili karşı konulamaz bir isteğe neden olan hareket bozukluğudur. Sinir sistemi ve kasların etkilenmesi ile ortaya çıkan nörolojik bir bozukluk olan huzursuz bacak sendromu her yaştan kişiyi etkileyebildiği gibi günlük aktiviteleri de engeller ve uykunun bölünmesine neden olur. Willis-Ekbom hastalığı olarak da bilinen huzursuz bacak sendromu bacakları hareket ettirme dürtüsü yanı sıra kaşıntı, zonklama, bacakta çekilme gibi belirtilere de neden olur. Hastalığın nedenleri arasında beyin kimyasalları ile ilgili sorunlar, genetik faktörler, demir eksikliği, böbrek yetmezliği ve hamilelik yer almaktadır.Huzursuz bacak sendromu, özellikle hareketsiz otururken veya uzanır pozisyondayken bacakları hareket ettirme ile ilgili karşı konulamaz bir isteğe neden olan hareket bozukluğudur. Sinir sistemi ve kasların etkilenmesi ile ortaya çıkan nörolojik bir bozukluk olan huzursuz bacak sendromu her yaştan kişiyi etkileyebildiği gibi günlük aktiviteleri de engeller ve uykunun bölünmesine neden olur. Willis-Ekbom hastalığı olarak da bilinen huzursuz bacak sendromu bacakları hareket ettirme dürtüsü yanı sıra kaşıntı, zonklama, bacakta çekilme gibi belirtilere de neden olur. Hastalığın nedenleri arasında beyin kimyasalları ile ilgili sorunlar, genetik faktörler, demir eksikliği, böbrek yetmezliği ve hamilelik yer almaktadır.
Huzursuz Bacak Sendromu Nedir?Huzursuz bacak sendromu, beyinde yeterli miktarda dopamin salgılanmadığı durumda kas hareketlerinin kontrolününün azalmasıyla, karşı konulmaz bir şekilde bacakları hareket ettirme isteği ile ortaya çıkan nörolojik bir hastalıktır. Huzursuz bacak sendromunda, sinir sisteminde bacakları hareket ettirmesi konusunda karşı konulamaz bir hareket etme isteği oluşur ve bu istek daha çok dinlenme ve uyku esnasında ortaya çıkar. Bir hareket bozukluğu olan huzursuz bacak sendromu bu yüzden uyku ile de ilişkilidir.Erkeklerle kıyaslandığında kadınlarda iki kat daha fazla görünen HBS, ayrıca ayda 3 saatten az spor yapanlarda ve sigara içenlerde daha sık izlenmektedir. Huzursuz bacak sendromu belirtileri, özellikle akşam saatlerinde sıklıkla görülür. Genellikle bacaklarda ağrı ve zonklama gibi rahatsız edici hislerle ortaya çıkar. Sürekli olarak hareket ettirme dürtüsü gelişir ve bu durum uykunun bölünmesine de neden olur.Huzursuz Bacak Sendromu Tipleri Nelerdir?Huzursuz Bacak Sendromu, temel olarak primer (idyopatik) ve sekonder (ikincil) olmak üzere iki sınıfa ayrılır.Primer (İdyopatik) Huzursuz Bacak SendromuPrimer huzursuz bacak sendromunda kalıtsal geçiş dikkat çeker. İdyopatik HBS’li olguların birinci derece akrabalarında yaklaşık yüzde 50-70 oranında hastalığın görülebildiği ve kadınların daha çok etkilendiği bildirilmiştir. Bu kalıtsal formda hastalık daha erken yaşta başlamakta, genellikle 45 yaştan önce tanı konmakta ve sekonder formlara göre oldukça yavaş ilerleme izlenmektedir. Kalıtsal formun dışında, hastalığın aile öyküsünün olmadığı (sporadik) idyopatik formu da bulunmaktadır.Laboratuvar, nörolojik, nörofizyolojik, nöroradyolojik testlerin normal olması gerektiği idyopatik form tüm huzursuz bacak sendromu olgularının yüzde 70-80’ini oluşturur.Sekonder (İkincil) Huzursuz Bacak SendromuSekonder (ikincil) huzursuz bacak sendromunda ise çeşitli klinik durumlar bu hastalığa yol açabilmektedir. Demir eksikliği, gebelik ve son dönem böbrek yetmezliği bu bulgular arasında yer almaktadır. Sekonder sebeplerin ortak noktasını ise demir metabolizması bozukluğu oluşturmaktadır. Bu klinik durumların düzelmesi veya tedavi edilmesi, HBS semptomlarında azalma ve bazı olgularda tam düzelme sağlayabilmektedir. Huzursuz bacak sendromu; romatoid artrit (iltihaplı romatizma), sjögren sendromu gibi bazı romatolojik hastalıklarda normal popülasyona göre daha sık izlenir. Ayrıca HBS’li hastalarda kol, bacak ve eklem ağrısı da görülebilir. Fibromiyalji sendromu olan hastalarda huzursuz bacak sendromu sık izlenir.Huzursuz Bacak Sendromu Neden Olur?Her yaşta ortaya çıkabilen huzursuz bacak sendromu şu nedenlerle de görülebilir:Genetik faktörlerEbeveynden geçebilme potansiyeline sahip huzursuz bacak sendromu, kişiye gebelik esnasında aktarılabilir.Demir eksikliğiDemir eksikliği huzursuz bacak sendromunun görülmesine neden olabilir. Kronik rahatsızlıklarBöbrek yetmezliği, diyabet, kas hastalıkları, parkinson ve fibromiyalji hastalıklar da huzursuz bacak sendromunun oluşmasına zemin hazırlar.İlaçlarAntihistaminikler, antidepresanlar ya da bulantı önleyici ilaçlar gibi bazı ilaçlar huzursuz bacak sendromuna neden olarak semptomların daha da kötüleşmesine neden olabilir.Bunun yanında B12, magnezyum, folik asit, üre kreatinin eksikliği, huzursuz bacak sendromunun belirti olarak çıkmasına neden olabilir.Huzursuz Bacak Sendromu Belirtileri Nelerdir?Huzursuz bacak sendromu belirtileri tarifi zor bir şekilde ortaya çıkarak özellikle ayak ve bacak bölgesinde ve kollarda ağrı, karıncalanma, yanma ve kaşıntı şeklinde görülür. Gece ve akşam saatlerinde şiddetlenme eğilimi gösteren huzursuz bacak sendromunun belirtileri şöyle sıralanır: İstemsiz şekilde oluşan bacak hareketleri Gece ve akşam saatlerinde şiddetlenen ağrı Hareketle rahatlama hissi Dikkat eksikliği Konsantrasyon problemi Bacaklarda kaşıntı, yanma ve zonklama hissi Yine bacaklarda uyuşma ve karıncalanma Halsizlik ve uykusuzluk Huzursuz hissetme Akşamları ve uyku sırasında bacaklarda seğirmeHuzursuz Bacak Sendromu Tanısı Nasıl Konulur? Huzursuz bacak sendromu hastalığında tanı, klinik bulgulara ve tıbbi geçmişe bakılarak konur. Primer HBS’de fizik, lokomotor sistem ve nörolojik muayeneler normaldir. Ayrıca, tanıyı doğrulayan herhangi bir objektif test bulunmamaktadır.Bunların dışında sekonder HBS ve birlikte görülen durumların aydınlatılması için bir takım laboratuvar testleri önerilebilir. Bu testler; ferritin, BUN, kreatinin, açlık kan şekeri, magnezyum, TSH, vitamin B12, folat, glukoz tolerans testlerini içerir.Huzursuz Bacak Sendromu Tedavisi Nasıl Uygulanır?Huzursuz bacak tedavisine başlamadan önce sekonder sebepler ile birlikte görülen hastalıklar sorgulanmalı ve tetkik edilmelidir. Tespit edilebilen sekonder sebebe yönelik tedavi, semptomlarda tam düzelme sağlayabilir veya verilecek ilaç dozunun düşürülebilir. Bu hastalığın tedavisi ilaçlı ve ilaçsız tedavi olmak üzere ikiye ayrılır:Huzursuz bacak sendromunda ilaçla tedavisiBazı ilaçlar huzursuz bacak semptomlarını hafifletmeye yardımcı olur. Uzman doktor semptomları hafifletmeye yönelik ilaçlar önerebilir veya reçete edebilir: C vitamini ile birlikte alınan demir takviyeleri Nöbet önleyici ilaçlar Dopamin öncüleri veya dopamine dönüşen ilaçlar Dopamin agonistleriBeyinde demir seviyeleri çok düşük olduğu durumda huzursuz bacak sendromu semptomları şiddetliyse demir infüzyonu yardımcı olabilir.Evde huzursuz bacak sendromu tedavisiEvde huzursuz bacak sendromu ilaçsız tedaviler, rahat hissetmeniz ve uykuya dalmanıza yardımcı olan yöntemleri içerir. Huzursuz bacak sendromunda evde tedavi yöntemleri şunlardır:Egzersiz yapmakBisiklete binmek veya yürüyüş gibi düzenli egzersiz yapmak önemlidir. Bunun yanında yatmadan birkaç saat önce ağır veya yoğun egzersiz yapmaktan kaçınmak gerekir. Özellikle uzun süre istirahati gerektiren uçak yolculuğu veya sinema izlemek gibi hareketsiz kalacağınız aktiviteleri sabah saatlerinde, ev işi veya egzersiz gibi şikayetleri azaltan aktiviteleri ise günün geç saatlerinde yapmak iyi gelecektir.Yeterli uyku almak Uykuyu kaçıracak alışkanlıklardan uzak durarak, kendini uykuya hazırlamak ve sonucunda yeterli uyku almak huzursuz bacak sendromu semptomlarının kötüleşmesini engeller. Bunun yanında yatmadan önce kafeinden kaçınmak da uyku kalitesine destek sağlar.Sıcak ya da soğuk kompres uygulamakHuzursuz bacak sendromunun yarattığı rahatsızlık hissine karşı bacakları sıcak suda tutmak, ısıtma yastığı kullanmak ya da soğuk kompres uygulamak iyi gelecektir. Bu yöntemler semptomların giderilmesine katkı sağlar.Stresi azaltmakGenel stresinizi azaltarak, uyku düzeni sağlamak huzursuz bacak sendromunun yarattığı zonklama, ağrı gibi belirtilerin azalmasına yardımcı olur. Bunun için psikolog desteği almak da önemli olabilmektedir.Huzursuz Bacak Sendromu İle İlgili Sık Sorulan SorularHuzursuz bacak sendromu nasıl bir hastalıktır?Huzursuz bacak sendromu, bacakları hareket ettirme dürtüsü veya ihtiyacı ile ortaya çıkan kronik ve ilerleyici bir hareket bozukluğudur. Bacakları hareket ettirme dürtüsünün en yoğun tetiklendiği an genellikle akşam ve gece istirahat halindeykendir. Bu rahatsızlık uyku düzenini bozabilir, uykuya dalmayı ve uyandıktan sonra uykuya geri dönmeyi zor hale getirir.Huzursuz bacak sendromu hastalığının klinik seyri nasıl olur?Klinik seyir hastalığın başlama yaşına göre farklılık göstermektedir. Geç başlangıçlı olgularda, hastalık hızlı ilerleme göstermekte ve genellikle tıbbi tedavi ihtiyacı yaratmaktadır. Erken başlangıçlı olgularda ise semptomlar yıllar içinde sinsi olarak ilerlemekte, hastalık genellikle 40-60’lı yaşlarda sürekli hale gelmektedir.Huzursuz bacak sendromunun karıştırıldığı başka hastalıklar var mıdır?Huzursuz Bacak Sendromu tanı kriterlerinin net olması sebebiyle şüphelenilen hastalarda, tanı koymada güçlük çekilmez. Ancak hastaların şikayetlerini tam olarak ifade edememesi ve semptomların karmaşıklığı kol ve bacaklarda ağrı, hareket bozukluğu ve uyku problemi gibi benzer klinik özellikler gösteren anksiyete bozukluğu, depresyon veya uyku bozukluğu gibi yanlış tanılara neden olabilmektedir.Huzursuz bacak sendromunun toplumda görülme sıklığı nedir?Olguların çoğuna tanı konulamadığı için hastalığın görülme sıklığı kesin olarak bilinmez. Epidemiyolojik çalışmalara göre HBS toplumun yüzde 1-15’inde görülebilmektedir. Özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika’dan bildirilen raporlarda yaklaşık sıklığı yüzde 10 iken, Singapur, Japonya ve Hindistan gibi Asya ülkelerinde yüzde 0,1 gibi düşük oranlarda bildirilmektedir. Avrupa’dan bildirilmiş en düşük sıklık yüzde 3,19 ile Türkiye’dendir. Yunanistan’da ise yüzde 3,9 gibi buna yakın bir oran raporlanmıştır. Görülme sıklığı oranlarında görülen bu farklılıklar, hastalığın ortaya çıkmasında ırksal veya etnik faktörlerin rol oynayabileceğini düşündürmektedir.Huzursuz bacak sendromu hangi yaşlarda daha sık görülür?HBS semptomları ile doktora başvuran hastaların çoğu orta ve ileri yaştadır. Ancak olguların yüzde 35-45’inde şikayetler 20 yaş öncesinde başlamaktadır. Çocukluk ve adölasan döneminde ise görülme sıklığı yüzde 2 civarındadır. Erken dönemde semptomlar genellikle hafif seyirliyken, yaşla birlikte şiddetlenmekte ve 50-60 yaşlarında tedavi ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. 70 yaş üstündeki popülasyonda ise bu oran yüzde 8,7-19 olarak bildirilmiştir.Huzursuz bacak sendromunun kadın ve erkeklerde görülme sıklığı nasıldır?Patofizyolojik mekanizmaları halen açık olmasa da, kadın cinsiyet hastalık için bir risk faktörü olarak görünmektedir. Epidemiyolojik çalışmaların çoğunda kadınlarda yaklaşık iki kat daha sık görüldüğü bildirilmiştir. Ayrıca sigara içenlerde ve ayda 3 saatten az spor yapanlarda HBS sıklığı artmaktadır.Huzursuz bacak sendromu iki bacakta mı yoksa tek bacakta mı görülür?Semptomlar genellikle tek bacakta rahatsızlık hissi biçiminde başlar. Hastalığın şiddetli seyrettiği olgularda her iki bacak veya kalçalar, gövde, kollar hatta yüz gibi bedenin diğer bölümlerinde de rahatsızlık hissedilebilir. Ancak her koşulda bacaklar etkilenmiştir ve genellikle bacakların diğer bölgelere göre daha önce ve daha ciddi etkilenmesi beklenmektedir.Huzursuz bacak sendromu belirtileri hangi koşullarda kendini gösterir?Bacaklardaki rahatsızlık hissi istirahatle birlikte başlar. Bu rahatsızlık, başlangıçta belirgin değilken, istirahat süresinin uzaması ile belirginleşir. Semptomlar otururken veya yatarken ortaya çıkabilmektedir. Şikayetlerin ortaya çıkması veya hafiflemesi için özel bir vücut pozisyonu yoktur. Sadece fiziksel istirahat değil, santral sinir sistemi inaktivitesi de rahatsızlığın ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu nedenle istirahat sırasında mental uyanıklığı arttıran bulmaca, bilgisayar oyunu gibi aktivitelerin şikayetleri azalttığı düşünülmektedir.Huzursuz bacak sendromu semptomlarını azaltan etmenler nelerdir?Bacaklardaki huzursuzluk hissinin hareketle geçmesi beklenmektedir. Bacaklarda fleksiyon-ekstansiyon hareketi veya germe-ovalama manevraları etkili olabilir. Ancak semptomlar çoğunlukla yataktan kalkıp yürümeyi, sıcak veya soğuk banyoları gerektirebilmektedir. Bir çalışmada hastaların yüzde 82’sinin ısı değişiminden fayda gördüğü bildirilmiştir. Rahatsızlık hareket halindeyken kaybolur, ancak istirahat hali başlar başlamaz tekrar ortaya çıkabilir. Ciddi HBS durumunda, hareketle rahatlama görülmeyebilir, semptomlar 24 saat boyunca süreklilik gösterebilir.
Huzursuz Bacak Sendromu Nedir?Huzursuz bacak sendromu, beyinde yeterli miktarda dopamin salgılanmadığı durumda kas hareketlerinin kontrolününün azalmasıyla, karşı konulmaz bir şekilde bacakları hareket ettirme isteği ile ortaya çıkan nörolojik bir hastalıktır. Huzursuz bacak sendromunda, sinir sisteminde bacakları hareket ettirmesi konusunda karşı konulamaz bir hareket etme isteği oluşur ve bu istek daha çok dinlenme ve uyku esnasında ortaya çıkar. Bir hareket bozukluğu olan huzursuz bacak sendromu bu yüzden uyku ile de ilişkilidir.Erkeklerle kıyaslandığında kadınlarda iki kat daha fazla görünen HBS, ayrıca ayda 3 saatten az spor yapanlarda ve sigara içenlerde daha sık izlenmektedir. Huzursuz bacak sendromu belirtileri, özellikle akşam saatlerinde sıklıkla görülür. Genellikle bacaklarda ağrı ve zonklama gibi rahatsız edici hislerle ortaya çıkar. Sürekli olarak hareket ettirme dürtüsü gelişir ve bu durum uykunun bölünmesine de neden olur.Huzursuz Bacak Sendromu Tipleri Nelerdir?Huzursuz Bacak Sendromu, temel olarak primer (idyopatik) ve sekonder (ikincil) olmak üzere iki sınıfa ayrılır.Primer (İdyopatik) Huzursuz Bacak SendromuPrimer huzursuz bacak sendromunda kalıtsal geçiş dikkat çeker. İdyopatik HBS’li olguların birinci derece akrabalarında yaklaşık yüzde 50-70 oranında hastalığın görülebildiği ve kadınların daha çok etkilendiği bildirilmiştir. Bu kalıtsal formda hastalık daha erken yaşta başlamakta, genellikle 45 yaştan önce tanı konmakta ve sekonder formlara göre oldukça yavaş ilerleme izlenmektedir. Kalıtsal formun dışında, hastalığın aile öyküsünün olmadığı (sporadik) idyopatik formu da bulunmaktadır.Laboratuvar, nörolojik, nörofizyolojik, nöroradyolojik testlerin normal olması gerektiği idyopatik form tüm huzursuz bacak sendromu olgularının yüzde 70-80’ini oluşturur.Sekonder (İkincil) Huzursuz Bacak SendromuSekonder (ikincil) huzursuz bacak sendromunda ise çeşitli klinik durumlar bu hastalığa yol açabilmektedir. Demir eksikliği, gebelik ve son dönem böbrek yetmezliği bu bulgular arasında yer almaktadır. Sekonder sebeplerin ortak noktasını ise demir metabolizması bozukluğu oluşturmaktadır. Bu klinik durumların düzelmesi veya tedavi edilmesi, HBS semptomlarında azalma ve bazı olgularda tam düzelme sağlayabilmektedir. Huzursuz bacak sendromu; romatoid artrit (iltihaplı romatizma), sjögren sendromu gibi bazı romatolojik hastalıklarda normal popülasyona göre daha sık izlenir. Ayrıca HBS’li hastalarda kol, bacak ve eklem ağrısı da görülebilir. Fibromiyalji sendromu olan hastalarda huzursuz bacak sendromu sık izlenir.Huzursuz Bacak Sendromu Neden Olur?Her yaşta ortaya çıkabilen huzursuz bacak sendromu şu nedenlerle de görülebilir:Genetik faktörlerEbeveynden geçebilme potansiyeline sahip huzursuz bacak sendromu, kişiye gebelik esnasında aktarılabilir.Demir eksikliğiDemir eksikliği huzursuz bacak sendromunun görülmesine neden olabilir. Kronik rahatsızlıklarBöbrek yetmezliği, diyabet, kas hastalıkları, parkinson ve fibromiyalji hastalıklar da huzursuz bacak sendromunun oluşmasına zemin hazırlar.İlaçlarAntihistaminikler, antidepresanlar ya da bulantı önleyici ilaçlar gibi bazı ilaçlar huzursuz bacak sendromuna neden olarak semptomların daha da kötüleşmesine neden olabilir.Bunun yanında B12, magnezyum, folik asit, üre kreatinin eksikliği, huzursuz bacak sendromunun belirti olarak çıkmasına neden olabilir.Huzursuz Bacak Sendromu Belirtileri Nelerdir?Huzursuz bacak sendromu belirtileri tarifi zor bir şekilde ortaya çıkarak özellikle ayak ve bacak bölgesinde ve kollarda ağrı, karıncalanma, yanma ve kaşıntı şeklinde görülür. Gece ve akşam saatlerinde şiddetlenme eğilimi gösteren huzursuz bacak sendromunun belirtileri şöyle sıralanır:Huzursuz Bacak Sendromu Tanısı Nasıl Konulur? Huzursuz bacak sendromu hastalığında tanı, klinik bulgulara ve tıbbi geçmişe bakılarak konur. Primer HBS’de fizik, lokomotor sistem ve nörolojik muayeneler normaldir. Ayrıca, tanıyı doğrulayan herhangi bir objektif test bulunmamaktadır.Bunların dışında sekonder HBS ve birlikte görülen durumların aydınlatılması için bir takım laboratuvar testleri önerilebilir. Bu testler; ferritin, BUN, kreatinin, açlık kan şekeri, magnezyum, TSH, vitamin B12, folat, glukoz tolerans testlerini içerir.Huzursuz Bacak Sendromu Tedavisi Nasıl Uygulanır?Huzursuz bacak tedavisine başlamadan önce sekonder sebepler ile birlikte görülen hastalıklar sorgulanmalı ve tetkik edilmelidir. Tespit edilebilen sekonder sebebe yönelik tedavi, semptomlarda tam düzelme sağlayabilir veya verilecek ilaç dozunun düşürülebilir. Bu hastalığın tedavisi ilaçlı ve ilaçsız tedavi olmak üzere ikiye ayrılır:Huzursuz bacak sendromunda ilaçla tedavisiBazı ilaçlar huzursuz bacak semptomlarını hafifletmeye yardımcı olur. Uzman doktor semptomları hafifletmeye yönelik ilaçlar önerebilir veya reçete edebilir:Beyinde demir seviyeleri çok düşük olduğu durumda huzursuz bacak sendromu semptomları şiddetliyse demir infüzyonu yardımcı olabilir.Evde huzursuz bacak sendromu tedavisiEvde huzursuz bacak sendromu ilaçsız tedaviler, rahat hissetmeniz ve uykuya dalmanıza yardımcı olan yöntemleri içerir. Huzursuz bacak sendromunda evde tedavi yöntemleri şunlardır:Egzersiz yapmakBisiklete binmek veya yürüyüş gibi düzenli egzersiz yapmak önemlidir. Bunun yanında yatmadan birkaç saat önce ağır veya yoğun egzersiz yapmaktan kaçınmak gerekir. Özellikle uzun süre istirahati gerektiren uçak yolculuğu veya sinema izlemek gibi hareketsiz kalacağınız aktiviteleri sabah saatlerinde, ev işi veya egzersiz gibi şikayetleri azaltan aktiviteleri ise günün geç saatlerinde yapmak iyi gelecektir.Yeterli uyku almak Uykuyu kaçıracak alışkanlıklardan uzak durarak, kendini uykuya hazırlamak ve sonucunda yeterli uyku almak huzursuz bacak sendromu semptomlarının kötüleşmesini engeller. Bunun yanında yatmadan önce kafeinden kaçınmak da uyku kalitesine destek sağlar.Sıcak ya da soğuk kompres uygulamakHuzursuz bacak sendromunun yarattığı rahatsızlık hissine karşı bacakları sıcak suda tutmak, ısıtma yastığı kullanmak ya da soğuk kompres uygulamak iyi gelecektir. Bu yöntemler semptomların giderilmesine katkı sağlar.Stresi azaltmakGenel stresinizi azaltarak, uyku düzeni sağlamak huzursuz bacak sendromunun yarattığı zonklama, ağrı gibi belirtilerin azalmasına yardımcı olur. Bunun için psikolog desteği almak da önemli olabilmektedir.Huzursuz Bacak Sendromu İle İlgili Sık Sorulan SorularHuzursuz bacak sendromu nasıl bir hastalıktır?Huzursuz bacak sendromu, bacakları hareket ettirme dürtüsü veya ihtiyacı ile ortaya çıkan kronik ve ilerleyici bir hareket bozukluğudur. Bacakları hareket ettirme dürtüsünün en yoğun tetiklendiği an genellikle akşam ve gece istirahat halindeykendir. Bu rahatsızlık uyku düzenini bozabilir, uykuya dalmayı ve uyandıktan sonra uykuya geri dönmeyi zor hale getirir.Huzursuz bacak sendromu hastalığının klinik seyri nasıl olur?Klinik seyir hastalığın başlama yaşına göre farklılık göstermektedir. Geç başlangıçlı olgularda, hastalık hızlı ilerleme göstermekte ve genellikle tıbbi tedavi ihtiyacı yaratmaktadır. Erken başlangıçlı olgularda ise semptomlar yıllar içinde sinsi olarak ilerlemekte, hastalık genellikle 40-60’lı yaşlarda sürekli hale gelmektedir.Huzursuz bacak sendromunun karıştırıldığı başka hastalıklar var mıdır?Huzursuz Bacak Sendromu tanı kriterlerinin net olması sebebiyle şüphelenilen hastalarda, tanı koymada güçlük çekilmez. Ancak hastaların şikayetlerini tam olarak ifade edememesi ve semptomların karmaşıklığı kol ve bacaklarda ağrı, hareket bozukluğu ve uyku problemi gibi benzer klinik özellikler gösteren anksiyete bozukluğu, depresyon veya uyku bozukluğu gibi yanlış tanılara neden olabilmektedir.Huzursuz bacak sendromunun toplumda görülme sıklığı nedir?Olguların çoğuna tanı konulamadığı için hastalığın görülme sıklığı kesin olarak bilinmez. Epidemiyolojik çalışmalara göre HBS toplumun yüzde 1-15’inde görülebilmektedir. Özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika’dan bildirilen raporlarda yaklaşık sıklığı yüzde 10 iken, Singapur, Japonya ve Hindistan gibi Asya ülkelerinde yüzde 0,1 gibi düşük oranlarda bildirilmektedir. Avrupa’dan bildirilmiş en düşük sıklık yüzde 3,19 ile Türkiye’dendir. Yunanistan’da ise yüzde 3,9 gibi buna yakın bir oran raporlanmıştır. Görülme sıklığı oranlarında görülen bu farklılıklar, hastalığın ortaya çıkmasında ırksal veya etnik faktörlerin rol oynayabileceğini düşündürmektedir.Huzursuz bacak sendromu hangi yaşlarda daha sık görülür?HBS semptomları ile doktora başvuran hastaların çoğu orta ve ileri yaştadır. Ancak olguların yüzde 35-45’inde şikayetler 20 yaş öncesinde başlamaktadır. Çocukluk ve adölasan döneminde ise görülme sıklığı yüzde 2 civarındadır. Erken dönemde semptomlar genellikle hafif seyirliyken, yaşla birlikte şiddetlenmekte ve 50-60 yaşlarında tedavi ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. 70 yaş üstündeki popülasyonda ise bu oran yüzde 8,7-19 olarak bildirilmiştir.Huzursuz bacak sendromunun kadın ve erkeklerde görülme sıklığı nasıldır?Patofizyolojik mekanizmaları halen açık olmasa da, kadın cinsiyet hastalık için bir risk faktörü olarak görünmektedir. Epidemiyolojik çalışmaların çoğunda kadınlarda yaklaşık iki kat daha sık görüldüğü bildirilmiştir. Ayrıca sigara içenlerde ve ayda 3 saatten az spor yapanlarda HBS sıklığı artmaktadır.Huzursuz bacak sendromu iki bacakta mı yoksa tek bacakta mı görülür?Semptomlar genellikle tek bacakta rahatsızlık hissi biçiminde başlar. Hastalığın şiddetli seyrettiği olgularda her iki bacak veya kalçalar, gövde, kollar hatta yüz gibi bedenin diğer bölümlerinde de rahatsızlık hissedilebilir. Ancak her koşulda bacaklar etkilenmiştir ve genellikle bacakların diğer bölgelere göre daha önce ve daha ciddi etkilenmesi beklenmektedir.Huzursuz bacak sendromu belirtileri hangi koşullarda kendini gösterir?Bacaklardaki rahatsızlık hissi istirahatle birlikte başlar. Bu rahatsızlık, başlangıçta belirgin değilken, istirahat süresinin uzaması ile belirginleşir. Semptomlar otururken veya yatarken ortaya çıkabilmektedir. Şikayetlerin ortaya çıkması veya hafiflemesi için özel bir vücut pozisyonu yoktur. Sadece fiziksel istirahat değil, santral sinir sistemi inaktivitesi de rahatsızlığın ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu nedenle istirahat sırasında mental uyanıklığı arttıran bulmaca, bilgisayar oyunu gibi aktivitelerin şikayetleri azalttığı düşünülmektedir.Huzursuz bacak sendromu semptomlarını azaltan etmenler nelerdir?Bacaklardaki huzursuzluk hissinin hareketle geçmesi beklenmektedir. Bacaklarda fleksiyon-ekstansiyon hareketi veya germe-ovalama manevraları etkili olabilir. Ancak semptomlar çoğunlukla yataktan kalkıp yürümeyi, sıcak veya soğuk banyoları gerektirebilmektedir. Bir çalışmada hastaların yüzde 82’sinin ısı değişiminden fayda gördüğü bildirilmiştir. Rahatsızlık hareket halindeyken kaybolur, ancak istirahat hali başlar başlamaz tekrar ortaya çıkabilir. Ciddi HBS durumunda, hareketle rahatlama görülmeyebilir, semptomlar 24 saat boyunca süreklilik gösterebilir. | 9,059 |
384 | Hastalıklar | HPV (Human Papilloma Virüs) | HPV, 100'den fazla virüsten oluşan çok yaygın bir virüs grubu olan Papillomaviridae ailesinden çift sarmallı DNA virüsüdür. İnsan epiteline yerleşerek ağız, boğaz ve genital bölgeyi etkileyen ve bu bölgelerde siğillere neden olan cinsel yolla bulaşan en yaygın hastalıktır. HPV virüsünün neden olduğu yaygın belirtiler genital bölge, ağız ve boğazda siğil gibi anormal hücre büyümeleri ve yaralar oluşması, adet döngüsünde düzensizlik, ağır kanamalı adet dönemleri ve kasık ağrısdır. Aynı zamanda rahim ağzı kanserinin de en yaygın nedenidir.HPV, 100'den fazla virüsten oluşan çok yaygın bir virüs grubu olan Papillomaviridae ailesinden çift sarmallı DNA virüsüdür. İnsan epiteline yerleşerek ağız, boğaz ve genital bölgeyi etkileyen ve bu bölgelerde siğillere neden olan cinsel yolla bulaşan en yaygın hastalıktır. HPV virüsünün neden olduğu yaygın belirtiler genital bölge, ağız ve boğazda siğil gibi anormal hücre büyümeleri ve yaralar oluşması, adet döngüsünde düzensizlik, ağır kanamalı adet dönemleri ve kasık ağrısdır. Aynı zamanda rahim ağzı kanserinin de en yaygın nedenidir.
HPV Nedir?HPV (İnsan papilloma virüsü), genellikle ciltte ve mukoza zarında(ağız içi, penis ucu, vajina, anüs ve rahim) siğillere ve kansere neden olabilen bulaşıcı viral bir enfeksiyondur. Kadınların %80'i yaşamlarının bir noktasında en az bir HPV türüne maruz kalır ancak genellikle belirti göstermediği için fark edilmez. Zira her HPV riskli değildir. HPV 16 kanser açısından riskli bir türdür. HPV 16 ve HPV 18 türü rahim ağzı kanserine sebep olurken, HPV 6 ve HPV 11 genital organlarda siğillere sebep olur. HPV siğilleri daha çok el, ayak, ağız, boğaz ve genital bölgeyi etkileyen ve ilgili bölgelerinde görülür.HPV virüsünün en yaygın belirtisi özellikle genital bölge başta olmak üzere, el, ayak, ağız, boğazda ortaya çıkan siğillerdir denebilir. HPV Nasıl Bulaşır?HPV’nin en sık bulaşma yolu cinsel temastır. HPV virüsü insan cildinde canlı olarak bulunabildiğinden doğrudan cilt teması ile de bulaşabilmektedir. Nadiren de olsa hamam, umumi tuvaletler, genital organa temas etmiş eşya ve giysilerin ortak kullanımları da bulaşa neden olabilmektedir.Hatta küçük çocuk ve bebeklerde görülen genital HPV enfeksiyonunda en sık etken bakım veren ebeveynlerin elleri yoluyla oluşan virüs bulaşıdır. Diğer bir bulaşma yolu da gebelik sürecinde annede aktif genital HPV enfeksiyonu bulunmasıdır. HPV pozitif olan annelerin normal doğum gerçekleştirmesi, bebeğin ses tellerinde siğil oluşumuna neden olabilmektedir. Bu nedenle aktif genital HPV enfeksiyonu olan gebelerde sezaryen ile doğum tercih edilebilir.Yapılan çalışmalarda genç kadınlarda HPV görülme sıklığı yaklaşık %20 civarındadır. Yani ülkemizde yaklaşık her 5 kadından birinde HPV virüsü vardır. HPV ile karşılaştıktan sonra genital siğil gelişmesi genel olarak 3 hafta ile 8 ay arasındadır. Ancak siğil veya rahim ağzı hastalığı geliştirmeden önce bazı kişilerde HPV yıllarca sessiz kalabilir. Bu yüzden hastalığın ne zaman veya kimden bulaştığını bilmek mümkün olmayabilir.HPV Belirtileri Nelerdir? HPV ile enfekte olunduğunda görülen en yaygın belirtiler genital bölge başta olmak üzere ağız ve boğazda siğil, anormal hücre büyümeleri ve yaralar oluşmasıdır. Genital bölgedeki siğiller, küçükten büyüğe değişken boyutlarda olabilir, görünüşleri ise karnabaharı andırabilir. Siğiller ellerde ve parmaklarda kabarık şişlikler halinde, topuklarda veya ayak parmak uçlarında ise sert ve pürüzlü siğiller halinde görünebilirler. Ayrıca hpv enfeksiyonu servikste değişikliğe neden olabileceği için pap smear testinde bu değişikliklerde gözlenebilir.Ayrıca rahim ağzı kanserinin en yaygın nedeni HPV olduğu için, bu kanserin varlığı da HPV'e de işaret edebilir.HPV Enfeksiyonun Yayılımını Artıran Faktörler Nelerdir?HPV enfeksiyonu sonrası hiçbir müdahale gerektirmeden 1 yıl içerisinde yüzde 80 hastada, 2 yıl içerisinde de yüzde 90 hastada enfeksiyon ortadan kalkmaktadır. Bu hastaların yüzde 8-9’unda enfeksiyon 2 yıldan uzun süre sebat etmektedir ve tüm hastaların yüzde 1’inden azında yıllar içerisinde invaziv rahim ağzı kanseri oluşmaktadır. HPV enfeksiyonundan rahim ağzı kanserine kadar geçen süre genellikle on yıllarla ifade edilir. Ancak çok nadir durumlarda daha kısa sürede de kanser gelişme ihtimali bulunmaktadır.HPV enfeksiyonunun kendiliğinden gerilemesini engelleyen ve yayılımına neden olan faktörler şunlardır: Zayıf düşen bağışıklık sistemi Sigara kullanımı Kanser tedavileri Steroid türü ilaçların uzun süre kullanılması Hamilelik Yorgunluk HPV dışında kalan ve sık tekrarlayan genital hastalıklarHPV ile İlişkili Kanserler Nelerdir?Yüksek riskli HPV tipleri sebebiyle ortaya çıkabilen ve HPV ile ilişkili olan kanserler rahim ağzı kanseri, vajina kanseri, dış genital bölge kanseri (vulva kanseri), anal kanserler, ağız, dudak ve dil kökü kanserleri, baş-boyun kanserleri ve erkeklerde penis kanseridir.HPV ile ilişkili kanserler maddeler halinde şöye sıralanır: Rahim ağzı kanseri Anal kanserler Vajina kanseri Dış genital bölge kanseri, Ağız, dudak ve dil kökü kanserleri Baş-boyun kanserleri Penis kanseriHPV Virüsü Nasıl Teşhis Edilir?HPV virüsünün tanısı HPV testi ile kesin olarak konulabilir. HPV testi rahim ağzı (cervix) kanseri tarama testinin bir parçasıdır ve gelişmiş ülkelerle birlikte bizim ülkemizde de rahim ağzı kanseri taramasında HPV testleri kullanılmaktadır. HPV testinin kullanılmasının esas amacı kişide rahim ağzı kanseri ile ilişkili yüksek riskli HPV tiplerinin varlığını belirlemektir. Bu tarama HPV DNA-Pap smear test olarak bilinir.HPV testi için rahim ağzından özel bir çubuk ile örnek alınır. HPV tanısı için kan testi yoktur. Tarama 30-65 yaş arası tüm kadınlara 5 yılda bir yapılır. Taramanın amacı rahim ağzı kanseri olan kişilerin erken tanı ve tedavi almasını sağlamak ve rahim ağzı kanserinin yol açtığı mortalite ve morbiditeyi azaltmaktır. Alınan testlerden herhangi birisinde anormallik olması durumunda doktorunuz size uygun tedavi planını sunmalıdır.HPV Nasıl Tedavi Edilir?HPV enfeksiyonunun kendisi değil, neden olduğu lezyonların tedavisi yapılabilmektedir. HPV ile temas ettikten sonra sıklıkla bu virüs bağışıklık sistemi tarafından vücuttan atılır. Ancak genital siğil çıkması durumunda kimyasal koterizasyon ya da elektrokoterizasyon yöntemleri ve lokal ilaçlar uygulanabilmektedir. Riskli vakalarda kolposkopi yapılarak rahim ağzı daha ayrıntılı incelenir. CIN lezyonlarının tedavisi ise cerrahi yöntemler gerektirmektedir. Lezyonun yerleşimine ve ciddiyetine göre LEEP ya da soğuk konizasyon yöntemlerinden birisi ile rahim ağzının etkilenen bölgesi çıkarılmaktadır.HPV Virüsünden Nasıl Korunulur?HPV, bu virüsü taşıyan biriyle gerçekleşecek olan cinsel temas yoluyla kolayca bulaşabilir. HPV virüsünün en yaygın bulaş yolu vajinal veya anal olarak gerçekleşen cinsel ilişki olsa da, birliktelik sırasında ten tene temas yoluyla da bulaşabilmektedir. HPV virüsünden korunmak için öncelikle cinsel olarak çok partnerli ilişkiler yaşamamak, cinsel ilişki sırasında korunmak ve HPV aşısı olmak önemlidir.Bunlarla birlikte HPV aşısından korunmak için şu adımlar uygulanabilir: Erkeklerde ve kadınlarda HPV virüsünden korunmak için yapılacak ilk önlem tek eşliliktir. Cinsel ilişki sırasında kondom kullanmak, HPV riskini azaltabilir. Ancak kondomlar genital bölgeyi tam örtmedikleri için tam bir koruma sağlamadıkları unutulmamalıdır. Bunun dışında özellikle kadınlara henüz cinsel hayat başlamadan önce yapılan HPV aşısı en etkili yöntemdir. Aşı en uygun dönem 9-12 yaş arasıdır. Daha önce kişi HPV ile enfekte olmuşsa aşının koruyuculuğu daha az olur. Ayrıca aşı cevabı (antikor oluşumu) genç yaşlarda daha iyi olur. Kuadrivalan aşı olarak bilinen HPV aşısı (4 HPV tipine karşı olan aşı) FDA tarafından onaylanmış olup hem kız hem de erkek çocuklara uygulanabilir. Bu aşı kız çocuklarına veya kadınlara virüsle karşılaşmadan önce yapıldığında serviks kanseri olgularının önemli bir kısmının önüne geçer. Ayrıca bu aşı, vajinal kanser ve vulva kanserine karşı da koruyucudur. Üstelik HPV aşısı hem erkek hem de kadınlarda genital siğilleri, anal kanserleri, ağız kanserlerini, baş ve boyun kanserlerini önler. FDA, kuadrivalan aşının 9-45 yaş arasında uygulanabileceğini belirtmiştir. Ancak 27-45 yaş aralığında aşı olmadan doktor tavsiyesi alması önerilir. HPV enfeksiyonunu tamamen önlemek mümkün olmasa da HPV enfeksiyonu nedeniyle meydana gelen CIN/SIL lezyonları ile rahim ağzı kanserini önlemek mümkündür. Bu amaçla düzenli smear ve HPV testlerinin alınarak anormal sonuç çıkması durumunda uygun tedavi yönteminin uygulanması ile rahim ağzı kanserinin önüne geçilebilir.HPV Aşısını Kimler Yaptırmamalıdır?HPV aşısının gebelik veya gebelik şüphesi olan kadınlarda kullanılması önerilmemektedir. Ancak gebelik sırasında farkına varılmadan yapılan aşılarda herhangi bir anomali artışı da saptanmamıştır. HPV aşıları gebelikte kullanıldığında bebeğe ya da anneye zarar verdiğine dair kanıt yoktur. Gebe olduğunu bilmeden HPV aşısı yapılan kadınların gebelikleri ve bebekleri takip edildiğinde toplumdan farklı düzeyde olumsuz etkiler görülmemiştir. HPV aşılanmasına başladıktan sonra gebe kalındığında ise kalan aşı dozlarının doğumdan sonraya ertelenmesi önerilir.HPV Aşısının Yan Etkileri Nelerdir?HPV aşılarının yan etki profili, diğer çocukluk çağı aşılarından farklı değildir. Hatta canlı virus içermemesi nedeni ve viral enfeksiyona sebep olmaması nedeniyle canlı virus aşılarından daha güvenli olarak kabul edilebilir. Dünya Sağlık Örgütü HPV aşılarının fayda-zarar oranının kesinlikle fayda lehine olduğunu duyurmuştur. Mevcut olan HPV aşılarının tamamı tüm güvenlik ve güvenilirlik testlerinden başarı ile geçmiştir ve yaklaşık 15 yıldır kullanımdadır.HPV aşısı sonrası rahim ağzı kanseri oluşabilir mi? HPV aşısı olunduktan sonra da rahim ağzı kanseri oluşma ihtimali bulunmaktadır. Çünkü aşılama sonrasında aşı içerisinde yer almayan nadir HPV tipleri rahim ağzı kanseri oluşturabilmektedir.Aşı sonrasında HPV dna ve pap smear testi yaptırılması gerekli midir?Rahim ağzı kanseri taramasında yapılan HPV DNA ve Pap Smear testleri, aşılandıktan sonra da devam ettirilmelidir. Çünkü aşılanma sonrasında nadir olabilen HPV tiplerine maruz kalınabilir ve bu maruziyet rahim ağzı kanserine neden olabilir. Bu sebeple HPV tarama testleri aşılandıktan sonra da düzenli şekilde yapılmalıdır.HPV aşısı seksüel olarak aktif olanlarda fayda sağlar mı?HPV aşısı ülkemizde ulusal aşı takvimine henüz girmemiştir. Tavsiye edilen uygulama yaşı 9-14 yaş arasındaki kız ve erkek çocuklardır. 9-14 yaş arasındaki çocuklarda 0 ve 6. ay olmak üzere 2 doz aşı yeterli bağışıklığı oluşturduğundan bu yaş grubunda iki doz aşı önerilmektedir. 15 yaş ve üzerindeki kişilerde ise 0, 1 ya da 2. ay ve 6. ay olmak üzere 3 doz aşılama önerilmektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda özellikle 26 yaşına kadar da 2 doz aşının yeterli olabileceği gösterilmiştir. Cinsel yaşamı aktif olan kişilerde HPV aşısı koruyucu olmasına rağmen, cinsel teması olmamış kişilere göre koruyuculuğu daha az olmaktadır.Hpv (Human Papilloma Virüs) Enfeksiyonları İle İlgili Sık Sorulan SorularHPV nasıl bir virüstür?HPV, deri ve nemli yüzeyler başta olmak üzere, rahim ağzı, vajina, vulva, penis, anüs, ağız ve boğaz gibi bazı organların ve vücut boşluklarının iç astarındaki hücreleri enfekte eden bir virüstür. Rahim ağzı kanserinin en yaygın nedenidir.HVP'e ne neden olur?HPV, HPV virüsü ile enfekte bir kişi ile cinsel cilt teması sonucu kolayca yayılır. Bu virüs ile enfekte olan bir kişinin vajina, rahim ağzı, penis veya anüsünün bir başkasının cinsel organı ya da ağzı ile temas etmesi HPV'e neden olur.HPV bulaşıcı mıdır?HPV virüsü bulaşıcıdır. HPV'nin yaygın bulaşma yolu cinsel ilişki olup, doğrudan cilt teması yolu ile de bulaşabilmektedir. Dış genital bölge (vulva), vajina, rahim ağzı, penis veya anüs gibi noktalara bir başkasının cinsel organı ile teması HPV'nin bulaşmasına neden olur.HPV iltihap yapar mı?Genital siğile neden olan HPV (HPV 6, HPV 11) enfeksiyona neden olabilir. Bu vücut bağışıklığı ve prezervatif kullanmadan cinsel ilişki ile ilgilidir. Bağışıklık sistemi yeterli değilse ve prezervatif kullanılmazsa ilişki ile enfeksiyon ve akıntı riski artar. Genital siğillerin vajinal akıntı ile doğrudan ilişkisi yoktur ancak genital siğili olan kişilerde vajinal akıntı görülebilir.HPV virüsü el ile bulaşır mı?Virüs ile temas için tam cinsel birleşme gerekmez. Cinsel birleşme öncesi yapılan yakın temas ile de bulaşma olabilir. Ayrıca HPV genital bölge dışındaki deride ve tırnak aralarında da bulunur ve bu bölgelerle olan temas ile bulaşabilir.HPV’nin görülme sıklığı nedir?Düşük riskli tipleri (HPV Tip 1,2,4 gibi) el ve ayaklarda siğillere, yine düşük riskli diğer tipleri (HPV tip 6 ve 11) genital bölgede siğillere neden olurken yüksek riskli tipleri (HPV 16, 18, 31, 33, 35 gibi) rahim ağzında preinvaziv lezyonlara ve rahim ağzı kanserine neden olabilmektedir.Tüm dünyada HPV enfeksiyonu cinsel yolla bulaşan hastalıklar arasında ilk sıradadır. Batı toplumlarında cinsel aktif kadınların yaklaşık yüzde 70’inin hayatlarının bir döneminde HPV ile en az bir kez karşılaştığı tahmin edilmektedir. Tüm cinsel yolla bulaşan hastalıklar gibi HPV enfeksiyonu da 18-30 yaşlar arasında pik yapar. Partner sayısı arttıkça HPV enfeksiyonu görülme ihtimali de artmaktadır.HPV’nin kansere dönüşme oranı nedir?Rahim ağzı kanserlerinin yüzde 90’ından fazlası HPV enfeksiyonu ilişkilidir. En sık birlikte görülen HPV tipleri tip 16, 18, 31, 33, 45, 52 ve 58’dir. Sigara kullanımı, çoklu partnere sahip olmak, bağışıklığın bozulması gibi sebepler HPV enfeksiyonu ve HPV persistansını artırarak rahim ağzı kanseri için risk artışına neden olur.HPV kadınlarda ne yapar?HPV'nin kadınlarda yarattığı en büyük risklerden biri rahim ağzı kanseridir. Erken teşhis edilmediğinde, korumalı cinsel ilişkiye girilmediğinde veya aşı olunmadığı takdirde HPV virüsü kadınlarda rahim ağzı kanserine yol açabilir. Kolposkopi nedir? Kolposksopinin tanı konmadaki yeri nedir?Rahim ağzı kanseri için yüksek risk taşıyan bireyler (smear anormallikleri, HPV testinin pozitif olması) belirlendikten sonra rahim ağzı kanserine neden olabilecek lezyonları saptamak ve bunların erken tedavisini yapabilmek amacı ile başvurulan tanısal yöntem kolposkopidir. Kolposkopi cihazı temel olarak rahim ağzını 8-20 kat büyütebilen mikroskop benzeri bir cihazdır. Rahim ağzı dokusunu daha detaylı incelemeye olanak verir. Ayrıca asetik asit ve lugol gibi özel solüsyonların rahim ağzı dokusunda sebep olduğu değişimlerin net bir şekilde gözlemlenerek ilgili yerden biyopsi alınması için hekimi yönlendirmektedir. Alınan biyopsinin sonucuna göre bir sonraki basamakta nasıl bir yol izleneceğine karar verilir.HPV enfeksiyonunun risk faktörleri nelerdir?HPV enfeksiyonu için risk faktörleri şu şekilde sıralanabilir: İlk cinsel ilişki yaşının erken olması Birden çok cinsel partnere sahip olmak Cinsel partnerin birden çok partnere sahip olması Sigara kullanımıHPV hangi yaşlarda daha tehlikelidir?HPV enfeksiyonu en sık 20-29 yaş arasında görülmektedir. Ancak erken yaşta görülen enfeksiyonların çok büyük bölümü iki yıl içerisinde vücuttan temizlenmektedir. 35 yaşından sonra görülen HPV enfeksiyonları ya da sebat eden HPV enfeksiyonları rahim ağzı kanseri açısından daha riskli kabul edilmektedir.HPV aşısı etkin bir aşı mıdır?HPV enfeksiyonundan sonra enfeksiyonun iyileştiği kişilerin ancak yarısında enfekte eden virus tipine karşı kalıcı bağışıklık oluşmaktadır. Bu da aynı virüs tipiyle tekrar enfekte olunabileceğini gösterir. Bunun yanında oluşan bağışıklık HPV tipine özgüdür ve diğer HPV tiplerine karşı koruma sağlamamaktadır. Bu durum HPV aşısının önemini bir kez daha göstermektedir. HPV aşısı sonucu oluşan antikorlar, aşının içerdiği HPV tiplerine karşı tam ve kalıcı koruma sağlamaktadır. HPV virüsünün bulaşmasını cinsel ilişki sırasında kondom kullanılması önler mi?HPV virüsünün cinsel yolla bulaşmasını engelleyen yöntemlerden biri de kondom (prezervatif) kullanımıdır. Cinsel ilişki sırasında kondom (prezervatif) kullanımı HPV’nin bir kişiden diğerine yayılma riskini azaltabilir. Enfekte bir bölgeyle herhangi bir cilt temasının olması virüsün yayılmasına neden olabileceğinden cinsel ilişkinin başlangıcından sonuna kadar kondom kullanılması önem taşır. Erkeklerin kullandığı prezervatifler korunmada en yaygın yöntem olurken, kadın prezervatifleri de başka bir seçenek olmaktadır. Ancak prezervatiflerin, genital bölgenin tamamını kapsamadığı için HPV bulaşmasını önlemede yüzde 100 etkili olmadığı unutulmamalıdır. HPV’nin rahim ağzında kalıcı olmasını artıran risk faktörleri nelerdir?HPV’nin rahim ağzında kalıcı olma riskini artıran faktörler genellikle değiştirilebilir risk faktörlerinden oluşmaktadır. Bunlar; yüksek riskli HPV ile enfekte olmak, sigara kullanımı, bağışıklık sistemini zayıflatan durumlar, İmmunsupresan ilaç kullanımı (steroid vs.), organ nakli, edinilmiş immun yetmezlik (HIV, AIDS), ailesel immun yetmezlik sendromları, ileri yaş, çok partnerli yaşam, ilk cinsel ilişkinin 21’in altında olması, uyku düzensizliği ve stres ile dengesiz ve sağlıksız beslenme olarak sıralanabilir.
HPV Nedir?HPV (İnsan papilloma virüsü), genellikle ciltte ve mukoza zarında(ağız içi, penis ucu, vajina, anüs ve rahim) siğillere ve kansere neden olabilen bulaşıcı viral bir enfeksiyondur. Kadınların %80'i yaşamlarının bir noktasında en az bir HPV türüne maruz kalır ancak genellikle belirti göstermediği için fark edilmez. Zira her HPV riskli değildir. HPV 16 kanser açısından riskli bir türdür. HPV 16 ve HPV 18 türü rahim ağzı kanserine sebep olurken, HPV 6 ve HPV 11 genital organlarda siğillere sebep olur. HPV siğilleri daha çok el, ayak, ağız, boğaz ve genital bölgeyi etkileyen ve ilgili bölgelerinde görülür.HPV virüsünün en yaygın belirtisi özellikle genital bölge başta olmak üzere, el, ayak, ağız, boğazda ortaya çıkan siğillerdir denebilir. HPV Nasıl Bulaşır?HPV’nin en sık bulaşma yolu cinsel temastır. HPV virüsü insan cildinde canlı olarak bulunabildiğinden doğrudan cilt teması ile de bulaşabilmektedir. Nadiren de olsa hamam, umumi tuvaletler, genital organa temas etmiş eşya ve giysilerin ortak kullanımları da bulaşa neden olabilmektedir.Hatta küçük çocuk ve bebeklerde görülen genital HPV enfeksiyonunda en sık etken bakım veren ebeveynlerin elleri yoluyla oluşan virüs bulaşıdır. Diğer bir bulaşma yolu da gebelik sürecinde annede aktif genital HPV enfeksiyonu bulunmasıdır. HPV pozitif olan annelerin normal doğum gerçekleştirmesi, bebeğin ses tellerinde siğil oluşumuna neden olabilmektedir. Bu nedenle aktif genital HPV enfeksiyonu olan gebelerde sezaryen ile doğum tercih edilebilir.Yapılan çalışmalarda genç kadınlarda HPV görülme sıklığı yaklaşık %20 civarındadır. Yani ülkemizde yaklaşık her 5 kadından birinde HPV virüsü vardır. HPV ile karşılaştıktan sonra genital siğil gelişmesi genel olarak 3 hafta ile 8 ay arasındadır. Ancak siğil veya rahim ağzı hastalığı geliştirmeden önce bazı kişilerde HPV yıllarca sessiz kalabilir. Bu yüzden hastalığın ne zaman veya kimden bulaştığını bilmek mümkün olmayabilir.HPV Belirtileri Nelerdir? HPV ile enfekte olunduğunda görülen en yaygın belirtiler genital bölge başta olmak üzere ağız ve boğazda siğil, anormal hücre büyümeleri ve yaralar oluşmasıdır. Genital bölgedeki siğiller, küçükten büyüğe değişken boyutlarda olabilir, görünüşleri ise karnabaharı andırabilir. Siğiller ellerde ve parmaklarda kabarık şişlikler halinde, topuklarda veya ayak parmak uçlarında ise sert ve pürüzlü siğiller halinde görünebilirler. Ayrıca hpv enfeksiyonu servikste değişikliğe neden olabileceği için pap smear testinde bu değişikliklerde gözlenebilir.Ayrıca rahim ağzı kanserinin en yaygın nedeni HPV olduğu için, bu kanserin varlığı da HPV'e de işaret edebilir.HPV Enfeksiyonun Yayılımını Artıran Faktörler Nelerdir?HPV enfeksiyonu sonrası hiçbir müdahale gerektirmeden 1 yıl içerisinde yüzde 80 hastada, 2 yıl içerisinde de yüzde 90 hastada enfeksiyon ortadan kalkmaktadır. Bu hastaların yüzde 8-9’unda enfeksiyon 2 yıldan uzun süre sebat etmektedir ve tüm hastaların yüzde 1’inden azında yıllar içerisinde invaziv rahim ağzı kanseri oluşmaktadır. HPV enfeksiyonundan rahim ağzı kanserine kadar geçen süre genellikle on yıllarla ifade edilir. Ancak çok nadir durumlarda daha kısa sürede de kanser gelişme ihtimali bulunmaktadır.HPV enfeksiyonunun kendiliğinden gerilemesini engelleyen ve yayılımına neden olan faktörler şunlardır:HPV ile İlişkili Kanserler Nelerdir?Yüksek riskli HPV tipleri sebebiyle ortaya çıkabilen ve HPV ile ilişkili olan kanserler rahim ağzı kanseri, vajina kanseri, dış genital bölge kanseri (vulva kanseri), anal kanserler, ağız, dudak ve dil kökü kanserleri, baş-boyun kanserleri ve erkeklerde penis kanseridir.HPV ile ilişkili kanserler maddeler halinde şöye sıralanır:HPV Virüsü Nasıl Teşhis Edilir?HPV virüsünün tanısı HPV testi ile kesin olarak konulabilir. HPV testi rahim ağzı (cervix) kanseri tarama testinin bir parçasıdır ve gelişmiş ülkelerle birlikte bizim ülkemizde de rahim ağzı kanseri taramasında HPV testleri kullanılmaktadır. HPV testinin kullanılmasının esas amacı kişide rahim ağzı kanseri ile ilişkili yüksek riskli HPV tiplerinin varlığını belirlemektir. Bu tarama HPV DNA-Pap smear test olarak bilinir.HPV testi için rahim ağzından özel bir çubuk ile örnek alınır. HPV tanısı için kan testi yoktur. Tarama 30-65 yaş arası tüm kadınlara 5 yılda bir yapılır. Taramanın amacı rahim ağzı kanseri olan kişilerin erken tanı ve tedavi almasını sağlamak ve rahim ağzı kanserinin yol açtığı mortalite ve morbiditeyi azaltmaktır. Alınan testlerden herhangi birisinde anormallik olması durumunda doktorunuz size uygun tedavi planını sunmalıdır.HPV Nasıl Tedavi Edilir?HPV enfeksiyonunun kendisi değil, neden olduğu lezyonların tedavisi yapılabilmektedir. HPV ile temas ettikten sonra sıklıkla bu virüs bağışıklık sistemi tarafından vücuttan atılır. Ancak genital siğil çıkması durumunda kimyasal koterizasyon ya da elektrokoterizasyon yöntemleri ve lokal ilaçlar uygulanabilmektedir. Riskli vakalarda kolposkopi yapılarak rahim ağzı daha ayrıntılı incelenir. CIN lezyonlarının tedavisi ise cerrahi yöntemler gerektirmektedir. Lezyonun yerleşimine ve ciddiyetine göre LEEP ya da soğuk konizasyon yöntemlerinden birisi ile rahim ağzının etkilenen bölgesi çıkarılmaktadır.HPV Virüsünden Nasıl Korunulur?HPV, bu virüsü taşıyan biriyle gerçekleşecek olan cinsel temas yoluyla kolayca bulaşabilir. HPV virüsünün en yaygın bulaş yolu vajinal veya anal olarak gerçekleşen cinsel ilişki olsa da, birliktelik sırasında ten tene temas yoluyla da bulaşabilmektedir. HPV virüsünden korunmak için öncelikle cinsel olarak çok partnerli ilişkiler yaşamamak, cinsel ilişki sırasında korunmak ve HPV aşısı olmak önemlidir.Bunlarla birlikte HPV aşısından korunmak için şu adımlar uygulanabilir:HPV Aşısını Kimler Yaptırmamalıdır?HPV aşısının gebelik veya gebelik şüphesi olan kadınlarda kullanılması önerilmemektedir. Ancak gebelik sırasında farkına varılmadan yapılan aşılarda herhangi bir anomali artışı da saptanmamıştır. HPV aşıları gebelikte kullanıldığında bebeğe ya da anneye zarar verdiğine dair kanıt yoktur. Gebe olduğunu bilmeden HPV aşısı yapılan kadınların gebelikleri ve bebekleri takip edildiğinde toplumdan farklı düzeyde olumsuz etkiler görülmemiştir. HPV aşılanmasına başladıktan sonra gebe kalındığında ise kalan aşı dozlarının doğumdan sonraya ertelenmesi önerilir.HPV Aşısının Yan Etkileri Nelerdir?HPV aşılarının yan etki profili, diğer çocukluk çağı aşılarından farklı değildir. Hatta canlı virus içermemesi nedeni ve viral enfeksiyona sebep olmaması nedeniyle canlı virus aşılarından daha güvenli olarak kabul edilebilir. Dünya Sağlık Örgütü HPV aşılarının fayda-zarar oranının kesinlikle fayda lehine olduğunu duyurmuştur. Mevcut olan HPV aşılarının tamamı tüm güvenlik ve güvenilirlik testlerinden başarı ile geçmiştir ve yaklaşık 15 yıldır kullanımdadır.HPV aşısı sonrası rahim ağzı kanseri oluşabilir mi? HPV aşısı olunduktan sonra da rahim ağzı kanseri oluşma ihtimali bulunmaktadır. Çünkü aşılama sonrasında aşı içerisinde yer almayan nadir HPV tipleri rahim ağzı kanseri oluşturabilmektedir.Aşı sonrasında HPV dna ve pap smear testi yaptırılması gerekli midir?Rahim ağzı kanseri taramasında yapılan HPV DNA ve Pap Smear testleri, aşılandıktan sonra da devam ettirilmelidir. Çünkü aşılanma sonrasında nadir olabilen HPV tiplerine maruz kalınabilir ve bu maruziyet rahim ağzı kanserine neden olabilir. Bu sebeple HPV tarama testleri aşılandıktan sonra da düzenli şekilde yapılmalıdır.HPV aşısı seksüel olarak aktif olanlarda fayda sağlar mı?HPV aşısı ülkemizde ulusal aşı takvimine henüz girmemiştir. Tavsiye edilen uygulama yaşı 9-14 yaş arasındaki kız ve erkek çocuklardır. 9-14 yaş arasındaki çocuklarda 0 ve 6. ay olmak üzere 2 doz aşı yeterli bağışıklığı oluşturduğundan bu yaş grubunda iki doz aşı önerilmektedir. 15 yaş ve üzerindeki kişilerde ise 0, 1 ya da 2. ay ve 6. ay olmak üzere 3 doz aşılama önerilmektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda özellikle 26 yaşına kadar da 2 doz aşının yeterli olabileceği gösterilmiştir. Cinsel yaşamı aktif olan kişilerde HPV aşısı koruyucu olmasına rağmen, cinsel teması olmamış kişilere göre koruyuculuğu daha az olmaktadır.Hpv (Human Papilloma Virüs) Enfeksiyonları İle İlgili Sık Sorulan SorularHPV nasıl bir virüstür?HPV, deri ve nemli yüzeyler başta olmak üzere, rahim ağzı, vajina, vulva, penis, anüs, ağız ve boğaz gibi bazı organların ve vücut boşluklarının iç astarındaki hücreleri enfekte eden bir virüstür. Rahim ağzı kanserinin en yaygın nedenidir.HVP'e ne neden olur?HPV, HPV virüsü ile enfekte bir kişi ile cinsel cilt teması sonucu kolayca yayılır. Bu virüs ile enfekte olan bir kişinin vajina, rahim ağzı, penis veya anüsünün bir başkasının cinsel organı ya da ağzı ile temas etmesi HPV'e neden olur.HPV bulaşıcı mıdır?HPV virüsü bulaşıcıdır. HPV'nin yaygın bulaşma yolu cinsel ilişki olup, doğrudan cilt teması yolu ile de bulaşabilmektedir. Dış genital bölge (vulva), vajina, rahim ağzı, penis veya anüs gibi noktalara bir başkasının cinsel organı ile teması HPV'nin bulaşmasına neden olur.HPV iltihap yapar mı?Genital siğile neden olan HPV (HPV 6, HPV 11) enfeksiyona neden olabilir. Bu vücut bağışıklığı ve prezervatif kullanmadan cinsel ilişki ile ilgilidir. Bağışıklık sistemi yeterli değilse ve prezervatif kullanılmazsa ilişki ile enfeksiyon ve akıntı riski artar. Genital siğillerin vajinal akıntı ile doğrudan ilişkisi yoktur ancak genital siğili olan kişilerde vajinal akıntı görülebilir.HPV virüsü el ile bulaşır mı?Virüs ile temas için tam cinsel birleşme gerekmez. Cinsel birleşme öncesi yapılan yakın temas ile de bulaşma olabilir. Ayrıca HPV genital bölge dışındaki deride ve tırnak aralarında da bulunur ve bu bölgelerle olan temas ile bulaşabilir.HPV’nin görülme sıklığı nedir?Düşük riskli tipleri (HPV Tip 1,2,4 gibi) el ve ayaklarda siğillere, yine düşük riskli diğer tipleri (HPV tip 6 ve 11) genital bölgede siğillere neden olurken yüksek riskli tipleri (HPV 16, 18, 31, 33, 35 gibi) rahim ağzında preinvaziv lezyonlara ve rahim ağzı kanserine neden olabilmektedir.Tüm dünyada HPV enfeksiyonu cinsel yolla bulaşan hastalıklar arasında ilk sıradadır. Batı toplumlarında cinsel aktif kadınların yaklaşık yüzde 70’inin hayatlarının bir döneminde HPV ile en az bir kez karşılaştığı tahmin edilmektedir. Tüm cinsel yolla bulaşan hastalıklar gibi HPV enfeksiyonu da 18-30 yaşlar arasında pik yapar. Partner sayısı arttıkça HPV enfeksiyonu görülme ihtimali de artmaktadır.HPV’nin kansere dönüşme oranı nedir?Rahim ağzı kanserlerinin yüzde 90’ından fazlası HPV enfeksiyonu ilişkilidir. En sık birlikte görülen HPV tipleri tip 16, 18, 31, 33, 45, 52 ve 58’dir. Sigara kullanımı, çoklu partnere sahip olmak, bağışıklığın bozulması gibi sebepler HPV enfeksiyonu ve HPV persistansını artırarak rahim ağzı kanseri için risk artışına neden olur.HPV kadınlarda ne yapar?HPV'nin kadınlarda yarattığı en büyük risklerden biri rahim ağzı kanseridir. Erken teşhis edilmediğinde, korumalı cinsel ilişkiye girilmediğinde veya aşı olunmadığı takdirde HPV virüsü kadınlarda rahim ağzı kanserine yol açabilir. Kolposkopi nedir? Kolposksopinin tanı konmadaki yeri nedir?Rahim ağzı kanseri için yüksek risk taşıyan bireyler (smear anormallikleri, HPV testinin pozitif olması) belirlendikten sonra rahim ağzı kanserine neden olabilecek lezyonları saptamak ve bunların erken tedavisini yapabilmek amacı ile başvurulan tanısal yöntem kolposkopidir. Kolposkopi cihazı temel olarak rahim ağzını 8-20 kat büyütebilen mikroskop benzeri bir cihazdır. Rahim ağzı dokusunu daha detaylı incelemeye olanak verir. Ayrıca asetik asit ve lugol gibi özel solüsyonların rahim ağzı dokusunda sebep olduğu değişimlerin net bir şekilde gözlemlenerek ilgili yerden biyopsi alınması için hekimi yönlendirmektedir. Alınan biyopsinin sonucuna göre bir sonraki basamakta nasıl bir yol izleneceğine karar verilir.HPV enfeksiyonunun risk faktörleri nelerdir?HPV enfeksiyonu için risk faktörleri şu şekilde sıralanabilir:HPV hangi yaşlarda daha tehlikelidir?HPV enfeksiyonu en sık 20-29 yaş arasında görülmektedir. Ancak erken yaşta görülen enfeksiyonların çok büyük bölümü iki yıl içerisinde vücuttan temizlenmektedir. 35 yaşından sonra görülen HPV enfeksiyonları ya da sebat eden HPV enfeksiyonları rahim ağzı kanseri açısından daha riskli kabul edilmektedir.HPV aşısı etkin bir aşı mıdır?HPV enfeksiyonundan sonra enfeksiyonun iyileştiği kişilerin ancak yarısında enfekte eden virus tipine karşı kalıcı bağışıklık oluşmaktadır. Bu da aynı virüs tipiyle tekrar enfekte olunabileceğini gösterir. Bunun yanında oluşan bağışıklık HPV tipine özgüdür ve diğer HPV tiplerine karşı koruma sağlamamaktadır. Bu durum HPV aşısının önemini bir kez daha göstermektedir. HPV aşısı sonucu oluşan antikorlar, aşının içerdiği HPV tiplerine karşı tam ve kalıcı koruma sağlamaktadır. HPV virüsünün bulaşmasını cinsel ilişki sırasında kondom kullanılması önler mi?HPV virüsünün cinsel yolla bulaşmasını engelleyen yöntemlerden biri de kondom (prezervatif) kullanımıdır. Cinsel ilişki sırasında kondom (prezervatif) kullanımı HPV’nin bir kişiden diğerine yayılma riskini azaltabilir. Enfekte bir bölgeyle herhangi bir cilt temasının olması virüsün yayılmasına neden olabileceğinden cinsel ilişkinin başlangıcından sonuna kadar kondom kullanılması önem taşır. Erkeklerin kullandığı prezervatifler korunmada en yaygın yöntem olurken, kadın prezervatifleri de başka bir seçenek olmaktadır. Ancak prezervatiflerin, genital bölgenin tamamını kapsamadığı için HPV bulaşmasını önlemede yüzde 100 etkili olmadığı unutulmamalıdır. HPV’nin rahim ağzında kalıcı olmasını artıran risk faktörleri nelerdir?HPV’nin rahim ağzında kalıcı olma riskini artıran faktörler genellikle değiştirilebilir risk faktörlerinden oluşmaktadır. Bunlar; yüksek riskli HPV ile enfekte olmak, sigara kullanımı, bağışıklık sistemini zayıflatan durumlar, İmmunsupresan ilaç kullanımı (steroid vs.), organ nakli, edinilmiş immun yetmezlik (HIV, AIDS), ailesel immun yetmezlik sendromları, ileri yaş, çok partnerli yaşam, ilk cinsel ilişkinin 21’in altında olması, uyku düzensizliği ve stres ile dengesiz ve sağlıksız beslenme olarak sıralanabilir. | 12,052 |
385 | Hastalıklar | Huzursuz (İrritabl) Bağırsak Sendromu | İrritabl bağırsak sendromu (IBS), çoğunlukla ishal veya kabızlık gibi bağırsak hareketlerinde değişiklik ve karın ağrısı, gaz ya da şişkinliğe neden olan kalın bağırsağın kronik fonksiyonel bozukluğudur. Genellikle ömür boyu süren bir rahatsızlık olan huzursuz bağırsak sendromu tetikleyicilerinden kaçınarak ve gerektiğinde ilaç alarak kontrol altına alınabilmektedir.İrritabl bağırsak sendromu (IBS), çoğunlukla ishal veya kabızlık gibi bağırsak hareketlerinde değişiklik ve karın ağrısı, gaz ya da şişkinliğe neden olan kalın bağırsağın kronik fonksiyonel bozukluğudur. Genellikle ömür boyu süren bir rahatsızlık olan huzursuz bağırsak sendromu tetikleyicilerinden kaçınarak ve gerektiğinde ilaç alarak kontrol altına alınabilmektedir.
Huzursuz Bağırsak Sendromu Nedir?Huzursuz bağırsak sendromu, ishal, gaz ve kabızlık sorunları yanı sıra ağrı yaratan karın kramplarına neden olan kalın bağırsağın etkilendiği gastrointestinal bozukluktur. Spastik kolon ve hassas bağırsak isimleriyle de bilinen irritabl bağırsak sendromu, kadınları erkeklerden iki kat daha fazla etkilemektedir. Bazı kişilerde genetik olarak görülebildiği gibi bazı insanlarda da bağırsak enfeksiyonundan sonra gelişmektedir.Huzursuz (İrritabl) Bağırsak Sendromu Neden Olur?Huzursuz bağırsak sendromunda genelde gıda intoleransı, enfeksiyon, günlük beslenme, stres, ilaç kullanımı, alkol ve sigara kullanımı ile ailedeki sağlık öyküsü faktörleri etkili olur. Huzursuz bağırsak sendromunu oluşturan diğer nedenler ise şu şekilde sıralanır:Sinir sistemine bağlı olarak gelişen anormalliklerSinir sistemi vücudun sindirim sürecinde meydana gelen değişikliklere tepki verebilir. Bu da ağrı, ishal ve kabızlığa neden olur.Bağırsak kaslarında kasılmaNormalden daha uzun süren ve şiddetli oluşan kasılmalar gaz, şişkinlik ve ishale sebebiyet verebilir. Zayıf kasılmalar ise gıda geçişini yavaşlatabileceği için kabızlığa yani sert, kuru dışkıya yol açabilir.Bağırsaklarda enfeksiyon (divertikül):Gastroenterite neden olan bakteri veya bir virüs, ishale neden olur.Bağırsaktaki bakteri dengesizliğiİrritabl bağırsak sendromu yaşayan kişilerde yararlı bakteri oranında farklılık olduğu gözlenmiştir.Serotonin seviyeleriKolonda ki anormal serotonin seviyeleri de bağırsak hareketlerini etkilemektedir.Huzursuz (İrritabl) Bağırsak Sendromu Belirtileri Nelerdir?İrritabl Bağırsak Sendromu (İBS) en belirgin semptomları karın ağrısı, gaz, şişkinlik, kramp, midede yanma, acil tuvalete çıkma ihtiyacı ve bağırsak hareketlerinde gerçekleşen ishal ya da kabızlık gibi değişikliklerdir. Dışkılama sonrasında bağırsak hareketinin tamamlanmadığını düşünüyorsanız bunlar irritabl bağırsak sendromuna işaret edebilir.Huzursuz bağırsak sendromunun belirtileri şunlardır: Karın ağrısı ve krampları Gaz şikayeti Şişkinlik Acil tuvalete çıkma ihtiyacı İshal ya da kabızlık gibi bağırsak hareketlerinde değişiklik Dışkılama sonrasında bağırsak hareketinin tamamlanmadığı hissi Dışkıda mukus Midede yanmaİrritabl bağırsak sendromu yaşayan kişiler bağırsak hareketlerine dair şikayetler dışında şu semptomları da gösterebilir: Uyku problemleri Migren baş ağrısı Yorgun hissetmek Göğüste ağrı Fibromiyalji Kronik pelvik ağrı Anksiyete ve depresyonHuzursuz (İrritabl) bağırsak sendromu kimlerde görülür?Huzursuz bağırsak sendromu, toplumun yüzde 15’inde görülebilir. Özellikle ailesinde huzursuz bağırsak sendromu yaşayan kişilerin genetik olarak aktarması daha olasıdır. 40 yaş altı kişilerde de bu hastalığın görülme oranı yüksektir.Huzursuz (İrritabl) Bağırsak Sendromunu Etkileyen Faktörler Nelerdir?Tam olarak nedeni bilinmeyen huzursuz bağırsak sendromu hastalığı bazı kişilerde çeşitli faktörlerden dolayı ortaya çıkabilir. Erkeklerde kadınlara oranla daha sık görülen huzursuz bağırsak sendromu faktörleri şunlardır: Depresyon, anksiyete gibi psikolojik sorunlar Gıda intoleransına neden olabilecek besinler tüketmek Antibiyotik ve ağrı kesici ilaç kullanımı Lif içermeyen besin tüketimi Vücutta enfeksiyon bulunması Genetik faktörler Duygusal, fiziksel ve cinsel travmalarHuzursuz Bağırsak Sendromu Tanısı Nasıl Konur?İrritabl bağırsak sendromu tanısında uzman doktor, hastanın belirtilerini dinleyerek, sağlık geçmişine baktıktan sonra fiziki muayene edebilir. Semptomları da göz önünde bulundurularak teşhiş için ekarte etmesi (dışkılaması) istenebilir. Hastanın ishal ya da kabız olması tedavi planının belirlenmesi açısından önemlidir. Bunların huzursuz bağırsak sendromu teşhisi için endoskopi, abdominal BT, kolonoskopi, laktoz intolerans testi ve gaita inceleme istenebilir.Huzursuz (İrritabl) Bağırsak Sendromu Tedavisi Nasıl Yapılır?İrritabl bağırsak sendromu tedavisi semptomların azaltılmasına yöneliktir. Doktorunuz yaşam ve beslenme tarzında değişiklik yapmanızı, eğer geçmiyorsa kas spazmlarını kontrol eden, kabızlığı önleyen, ağrıyı hafifletici ve antibiyotikler gibi bazı ilaçlar verebilir. Günlük yaşam kalitesine etki edecek ve huzursuzluk yaratacak etkenler için yaşam ve beslenme tarzında değiştirebileceğiniz şu önerileri verebilir: Lifli besinler tüketmek Bol sıvı almak Semptomlara neden olan stres gibi durumlardan uzak durmak Düzenli spor yapmak Beslenme düzeni sağlamakBu durumların etki etmemesi halinde huzursuz bağırsak sendromuna karşı tedavi olarak şunlar uygulanabilir: İshale karşı ilaç Kabızlığı önlemek için laksatifler (dışkı gevşeten ilaçlar) Bağırsak hareketlerini düzenlemeye yardımcı olan ilaçlar Ağrı kesiciHuzursuz Bağırsak Sendromuna Ne İyi Gelir?Huzursuz bağırsak sendromunun neden olduğu belirtilere karşı önlemler alabilir buna yönelik yaşam düzeninizi kurabilirsiniz. Evde kendinizin uygulayabileceği şu yöntemler irritabl bağırsak sendromunda görülen belirtilere iyi gelir: Huzursuz bağırsak sendromu yaşayanların yemekleri az az ve yavaş tüketmesi Düzenli egzersizlik yapması Besinleri tüketirken çok fazla çiğnemesi Gün içerisinde bol sıvı tüketmesi Düzenli olarak egzersiz yapması Stresten uzak durması Baharatlardan uzak durması Laktoz intoleransına neden olabilecek süt ürünlerinden uzak durması Meyve, sebze, kepekli tahıllar, fındık ve baklagiller yemesi huzursuz bağırsak sendromunun yarattığı kabızlığa ya da ishale iyi gelir.Huzursuz (İrritabl) Bağırsak Sendromu Diyeti Nasıl Yapılır? Huzursuz bağırsak sendromunun iyileşimesi için diyet uygulamak istiyorsanız öncelikle laktoz içeren besinlerden kaçınmalı, alkol tüketimini sınırlandırmalı ve gluten duyarlılığına karşı glutensiz yiyecekler tercih edilmelidir. Huzursuz bağırsak sendromu diyetinde şunlar dikkate alınıp, uygulanabilir: İrritabl bağırsak sendromu diyetinde beslenme alışkınlığınıza meyve, sebze, tahıl ve fındık gibi lif oranı daha yüksek gıdalar dahil edin Bol su için Peynir ve süt gibi laktoz intoleransını arttırabilecek gıdaları kesin Kafein tüketimini azaltın ya da tamamen bırakın Brokoli, ıspanak, somon veya destekleyici ürünler ile kalsiyum ihtiyacınızı karşılayın Ev yapımı yoğurt, tarhana, lahana turşusu gibi probiyotik ağırlıklı beslenin Keten tohumu ve yulaf tüketimine ağırlık verin Sindirimi zor besinlerden uzak durun Tatlandırıcı içeren besinleri rutininizden çıkarın Gün içerisinde tükettiğiniz besinleri not ederek vücuda olan etkilerini gözlemleyinHuzursuz (İrritabl) Bağırsak Sendromundan Korunmak İçin Ne Yapılabilir?Günlük yaşam tarzında yapılacak değişiklikler huzursuz bağırsak sendromundan korunmak için önemlidir. İritabl bağırsak sendromuna karşı korunmak için şu önlemleri alabilirsiniz: Sabahları erken uyanın Besinleri oturarak ve yavaşça tüketin Gece beslenme alışkanlığınızı bırakın Düzenli egzersiz yapın Stresten uzak durun Meyve ve sebzeleri kabuksuz tüketin Gazlı içeceklerden uzak durunHuzursuz (İrritabl) Bağırsak Sendromu İçin Alternatif Tedavi Yöntemleriİrritabl bağırsak sendromuna sahip olan kişiler alternatif ve bitkisel tedavi yöntemlerinden yararlanarak oluşabilecek semptomları azaltabilirler. Sindirim sisteminden yer alan lactobacillus ve bifidobacterium gibi probiyotikler karın ağrısı, şişkinlik ve gaz gibi problemlere iyi gelir. Probiyotik içeren besinlerden yararlanabilir ya da takviye alabilirsiniz. Papatya, rezene, nane gibi bitkisel çaylar bağırsakta oluşabilecek şikayetlerin azalmasında etkilidir. Psikiyatrik destek almak ve ilaç kullanmak huzursuz bağırsak sendromunun yarattığı depresyonun etkilerini azaltmada yararlanılabilir.Huzursuz Bağırsak Sendromu Hakkında Sıkça Sorulan Sorularİrritabl Bağırsak Sendromu (IBS) nedir?İrritabl bağırsak sendromu (IBS), mide ve bağırsakları etkileyerek kabızlık, ishal, gaz ve şişkinlik gibi etkilere neden olan kalın bağırsağın etkilendiği gastrointestinal sistemde yaşanan yaygın bir rahatsızlıktır.Huzursuz bağırsak sendromu nasıl bir hastalıktır?Huzursuz bağırsak sendromu, mide ve bağırsakları etkileyen, kramp, karın ağrısı, şişkinlik ve gaz ile birlikte tekrar eden ishal veya kabızlık gibi semptomlara neden olan yaygın bir rahatsızlıktır.Bağırsak sendromu ve diğer sindirim sistemi hastalıkları arasındaki farklar nelerdir?İrritabl bağırsak sendromu, diğer sindirim sistemi hastalıklarıyla benzerlik gösterebilir. Gastrit ve huzursuz bağırsak sendromu gibi hastalıkların ayırt edilebilmesi için belirtiler dinlenerek, testle yapılmalıdır. Sonuçlarla birlikte oluşan hastalığa karşı tedavi yöntemi belirlenir.İrritabl bağırsak sendromu tehlikeli midir?Bu hastalık, bağırsak yapısında bozulmalara neden olmaz.İrritabl bağırsak sendromu ağrısı nereye vurur?Huzursuz bağırsak sendromu ağrısı, sol tarafta, karında ya da göbek altında ağrıya neden olabilir. Bazı besinler de bu ağrıların artmasında etkilidir.İrritabl bağırsak sendromu psikolojik mi?Depresyon ve anksiyete gibi psikolojik nedenlerden dolayı irritabl bağırsak sendromu görülebilir.İrritabl bağırsak sendromu ne zaman başlar?İrritabl bağırsak sendromu belirtileri 5 aydan önce görülmeye başlayarak haftada 1 olmak üzere karın ağrısı şeklinde görülebilir.İrritabl (Huzursuz) bağırsak sendromunda ne zaman doktora görünmeli?Huzursuz bağırsak sendromunun kronikleşmesi durumunda ciddi kilo kaybı, demir eksikliği anemisi, yutma güçlüğü, rektal kanama ve gece ishal görülebilir. Bu durum ilerlerse kalın bağırsak kanserine neden olabilmektedir. Bu yüzden bu semptomlar yaşandığında uzman doktora başvurmak gerekir.Huzursuz bağırsak sendromu ciddi bir hastalık mıdır?Huzursuz bağırsak sendromu yönetilebilir bir rahatsızlıktır ve fiziksel sağlık için ciddi bir tehdit oluşturmaz.
Huzursuz Bağırsak Sendromu Nedir?Huzursuz bağırsak sendromu, ishal, gaz ve kabızlık sorunları yanı sıra ağrı yaratan karın kramplarına neden olan kalın bağırsağın etkilendiği gastrointestinal bozukluktur. Spastik kolon ve hassas bağırsak isimleriyle de bilinen irritabl bağırsak sendromu, kadınları erkeklerden iki kat daha fazla etkilemektedir. Bazı kişilerde genetik olarak görülebildiği gibi bazı insanlarda da bağırsak enfeksiyonundan sonra gelişmektedir.Huzursuz (İrritabl) Bağırsak Sendromu Neden Olur?Huzursuz bağırsak sendromunda genelde gıda intoleransı, enfeksiyon, günlük beslenme, stres, ilaç kullanımı, alkol ve sigara kullanımı ile ailedeki sağlık öyküsü faktörleri etkili olur. Huzursuz bağırsak sendromunu oluşturan diğer nedenler ise şu şekilde sıralanır:Sinir sistemine bağlı olarak gelişen anormalliklerSinir sistemi vücudun sindirim sürecinde meydana gelen değişikliklere tepki verebilir. Bu da ağrı, ishal ve kabızlığa neden olur.Bağırsak kaslarında kasılmaNormalden daha uzun süren ve şiddetli oluşan kasılmalar gaz, şişkinlik ve ishale sebebiyet verebilir. Zayıf kasılmalar ise gıda geçişini yavaşlatabileceği için kabızlığa yani sert, kuru dışkıya yol açabilir.Bağırsaklarda enfeksiyon (divertikül):Gastroenterite neden olan bakteri veya bir virüs, ishale neden olur.Bağırsaktaki bakteri dengesizliğiİrritabl bağırsak sendromu yaşayan kişilerde yararlı bakteri oranında farklılık olduğu gözlenmiştir.Serotonin seviyeleriKolonda ki anormal serotonin seviyeleri de bağırsak hareketlerini etkilemektedir.Huzursuz (İrritabl) Bağırsak Sendromu Belirtileri Nelerdir?İrritabl Bağırsak Sendromu (İBS) en belirgin semptomları karın ağrısı, gaz, şişkinlik, kramp, midede yanma, acil tuvalete çıkma ihtiyacı ve bağırsak hareketlerinde gerçekleşen ishal ya da kabızlık gibi değişikliklerdir. Dışkılama sonrasında bağırsak hareketinin tamamlanmadığını düşünüyorsanız bunlar irritabl bağırsak sendromuna işaret edebilir.Huzursuz bağırsak sendromunun belirtileri şunlardır:İrritabl bağırsak sendromu yaşayan kişiler bağırsak hareketlerine dair şikayetler dışında şu semptomları da gösterebilir:Huzursuz (İrritabl) bağırsak sendromu kimlerde görülür?Huzursuz bağırsak sendromu, toplumun yüzde 15’inde görülebilir. Özellikle ailesinde huzursuz bağırsak sendromu yaşayan kişilerin genetik olarak aktarması daha olasıdır. 40 yaş altı kişilerde de bu hastalığın görülme oranı yüksektir.Huzursuz (İrritabl) Bağırsak Sendromunu Etkileyen Faktörler Nelerdir?Tam olarak nedeni bilinmeyen huzursuz bağırsak sendromu hastalığı bazı kişilerde çeşitli faktörlerden dolayı ortaya çıkabilir. Erkeklerde kadınlara oranla daha sık görülen huzursuz bağırsak sendromu faktörleri şunlardır:Huzursuz Bağırsak Sendromu Tanısı Nasıl Konur?İrritabl bağırsak sendromu tanısında uzman doktor, hastanın belirtilerini dinleyerek, sağlık geçmişine baktıktan sonra fiziki muayene edebilir. Semptomları da göz önünde bulundurularak teşhiş için ekarte etmesi (dışkılaması) istenebilir. Hastanın ishal ya da kabız olması tedavi planının belirlenmesi açısından önemlidir. Bunların huzursuz bağırsak sendromu teşhisi için endoskopi, abdominal BT, kolonoskopi, laktoz intolerans testi ve gaita inceleme istenebilir.Huzursuz (İrritabl) Bağırsak Sendromu Tedavisi Nasıl Yapılır?İrritabl bağırsak sendromu tedavisi semptomların azaltılmasına yöneliktir. Doktorunuz yaşam ve beslenme tarzında değişiklik yapmanızı, eğer geçmiyorsa kas spazmlarını kontrol eden, kabızlığı önleyen, ağrıyı hafifletici ve antibiyotikler gibi bazı ilaçlar verebilir. Günlük yaşam kalitesine etki edecek ve huzursuzluk yaratacak etkenler için yaşam ve beslenme tarzında değiştirebileceğiniz şu önerileri verebilir:Bu durumların etki etmemesi halinde huzursuz bağırsak sendromuna karşı tedavi olarak şunlar uygulanabilir:Huzursuz Bağırsak Sendromuna Ne İyi Gelir?Huzursuz bağırsak sendromunun neden olduğu belirtilere karşı önlemler alabilir buna yönelik yaşam düzeninizi kurabilirsiniz. Evde kendinizin uygulayabileceği şu yöntemler irritabl bağırsak sendromunda görülen belirtilere iyi gelir:Huzursuz (İrritabl) Bağırsak Sendromu Diyeti Nasıl Yapılır? Huzursuz bağırsak sendromunun iyileşimesi için diyet uygulamak istiyorsanız öncelikle laktoz içeren besinlerden kaçınmalı, alkol tüketimini sınırlandırmalı ve gluten duyarlılığına karşı glutensiz yiyecekler tercih edilmelidir. Huzursuz bağırsak sendromu diyetinde şunlar dikkate alınıp, uygulanabilir:Huzursuz (İrritabl) Bağırsak Sendromundan Korunmak İçin Ne Yapılabilir?Günlük yaşam tarzında yapılacak değişiklikler huzursuz bağırsak sendromundan korunmak için önemlidir. İritabl bağırsak sendromuna karşı korunmak için şu önlemleri alabilirsiniz:Huzursuz (İrritabl) Bağırsak Sendromu İçin Alternatif Tedavi Yöntemleriİrritabl bağırsak sendromuna sahip olan kişiler alternatif ve bitkisel tedavi yöntemlerinden yararlanarak oluşabilecek semptomları azaltabilirler.Huzursuz Bağırsak Sendromu Hakkında Sıkça Sorulan Sorularİrritabl Bağırsak Sendromu (IBS) nedir?İrritabl bağırsak sendromu (IBS), mide ve bağırsakları etkileyerek kabızlık, ishal, gaz ve şişkinlik gibi etkilere neden olan kalın bağırsağın etkilendiği gastrointestinal sistemde yaşanan yaygın bir rahatsızlıktır.Huzursuz bağırsak sendromu nasıl bir hastalıktır?Huzursuz bağırsak sendromu, mide ve bağırsakları etkileyen, kramp, karın ağrısı, şişkinlik ve gaz ile birlikte tekrar eden ishal veya kabızlık gibi semptomlara neden olan yaygın bir rahatsızlıktır.Bağırsak sendromu ve diğer sindirim sistemi hastalıkları arasındaki farklar nelerdir?İrritabl bağırsak sendromu, diğer sindirim sistemi hastalıklarıyla benzerlik gösterebilir. Gastrit ve huzursuz bağırsak sendromu gibi hastalıkların ayırt edilebilmesi için belirtiler dinlenerek, testle yapılmalıdır. Sonuçlarla birlikte oluşan hastalığa karşı tedavi yöntemi belirlenir.İrritabl bağırsak sendromu tehlikeli midir?Bu hastalık, bağırsak yapısında bozulmalara neden olmaz.İrritabl bağırsak sendromu ağrısı nereye vurur?Huzursuz bağırsak sendromu ağrısı, sol tarafta, karında ya da göbek altında ağrıya neden olabilir. Bazı besinler de bu ağrıların artmasında etkilidir.İrritabl bağırsak sendromu psikolojik mi?Depresyon ve anksiyete gibi psikolojik nedenlerden dolayı irritabl bağırsak sendromu görülebilir.İrritabl bağırsak sendromu ne zaman başlar?İrritabl bağırsak sendromu belirtileri 5 aydan önce görülmeye başlayarak haftada 1 olmak üzere karın ağrısı şeklinde görülebilir.İrritabl (Huzursuz) bağırsak sendromunda ne zaman doktora görünmeli?Huzursuz bağırsak sendromunun kronikleşmesi durumunda ciddi kilo kaybı, demir eksikliği anemisi, yutma güçlüğü, rektal kanama ve gece ishal görülebilir. Bu durum ilerlerse kalın bağırsak kanserine neden olabilmektedir. Bu yüzden bu semptomlar yaşandığında uzman doktora başvurmak gerekir.Huzursuz bağırsak sendromu ciddi bir hastalık mıdır?Huzursuz bağırsak sendromu yönetilebilir bir rahatsızlıktır ve fiziksel sağlık için ciddi bir tehdit oluşturmaz. | 6,657 |
386 | Hastalıklar | HSP (Henoch-Schönlein Purpurası) Hastalığı | Henoch-Schönlein Purpurası (HSP), özellikle çocuklarda görülen ve küçük kan damarlarının iltihaplanmasına neden olan bir hastalıktır. Bu durum, ciltte morarma ve döküntülere, eklem ağrılarına, karın ağrısına ve bazen böbreklerde problemlere yol açabilir. HSP'nin kesin nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, bazı enfeksiyonlar veya ilaçlar tetikleyici olabilir. Tedavi genellikle semptomların hafifletilmesine yöneliktir ve çoğu vakada hastalık kendiliğinden düzelir.Henoch-Schönlein Purpurası (HSP), özellikle çocuklarda görülen ve küçük kan damarlarının iltihaplanmasına neden olan bir hastalıktır. Bu durum, ciltte morarma ve döküntülere, eklem ağrılarına, karın ağrısına ve bazen böbreklerde problemlere yol açabilir. HSP'nin kesin nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, bazı enfeksiyonlar veya ilaçlar tetikleyici olabilir. Tedavi genellikle semptomların hafifletilmesine yöneliktir ve çoğu vakada hastalık kendiliğinden düzelir.
HSP Hastalığı (Henoch-Schönlein Purpurası) Nedir?Diğer adı vaskülit olan HSP hastalığı, vücutta küçük kan damarlarının (kapillerin) iltihaplanmasını ifade eden bir rahatsızlıktır. Küçük damarlarda tutulum gösteren hastalığa aynı zamanda damar duvarı iltihabı adı da verilir.HSP genellikle derideki küçük kan damarlarını etkileyerek purpura adı verilen döküntüye neden olur. Ayrıca bağırsaklardaki ve böbreklerdeki kan damarlarını da etkileyebilir. Bunun yanında, hastalığın vücutta çoğunlukla eklem, bağırsak, deri ve böbreklerde yer alan damarları etkilediği gözlemlenir.Ayrıca, iltihaplanmış kan damarları deri içine nüfus ederek kanama yapar ve bölgede koyu kırmızı ya da mor renginde döküntüleri ile belirti verebilir. Diğer bir taraftan, hsp hastalığı böbrek ya da bağırsak içinde kanama yaparsa idrarda kan görülmesi (hematüri) ya da gaytanın kanlı gelmesi durumu oluşabilir.HSP Hastalığı (Henoch-Schönlein Purpurası) Neden Olur?HSP hastalığının tam kaynağı kesin olarak bilinmemekle birlikte bağışıklık sisteminin aşırı çalıştığı ve kontrol dışına çıkarak kendi vücudunu yabancı bir madde olarak görmesi sonucunda HSP hastalığı meydana gelir. Hastalığın lezyonlarında yoğun miktarda IgA antikoru biriktiği gözlemlenir ve böylece anormal bağışıklık cevabı sonucu bazı küçük damarlara bağışıklık sistemi saldırır.Otoimmun hastalıklarla benzerlik gösteren süreç bazı tetikleyici unsurlarla aktive olduğu belirtilir.Bu kapsamda, hastalığı tetikleyen başlıca nedenler aşağıdaki gibi sıralanabilir: Mikroorganizmaların (virüs, bakteri, parazit vb) vücutta enfekte edici etki göstermesi Vakaların büyük bir çoğunluğunda üst solunum yolu enfeksiyonları sonrası hastalığın tetiklenmesinin gözlemlenmesi Genetik yatkınlığı olan bireylerin çevresel faktörlerden etkilenerek hastalığın açığa çıkması Bazı yiyeceklerin tüketimi, aşı olma, haşere ısırması, radyasyona ve kimyasala maruz kalma gibi çevresel faktörler kanda alerjen cevap olan antikorları arttırarak hastalığı tetiklemesi gibi durumlardan dolayı hastalık kişinin sağlığında ciddi problemler yaratabilir.Henoch-Schönlein PurpurasıHastalığın ana nedenleriyle birlikte alerjik temelli bir hastalık olduğu düşünülerek bu özel rahatsızlık için 'allerjik purpura' ifadesi de kullanılır. Eğer,hastalık eklemlerde tutulum göstermişse 'romatoid purpura' teriminin de kullanıldığı gözlemlenir. Çocuklarda daha yaygın görülen HSP hastalığı, yetişkinlerde ortaya çıkarsa daha şiddetli semptomlarla tehlikeli bir sonuç meydana getirebilir.HSP hastalığı kimlerde görülür?Hsp hastalığı, çocukluk döneminde sıklıkla görülen bir rahatsızlıktır ve 5-15 yaş aralığındaki çocuklarda tüm vücudu etkileyen bir vaskülit olarak belirtilir. Bununla birlikte, erkek çocuklarda kız çocuklarına göre ortalama olarak iki kat daha fazla görüldüğü tespit edilmiştir. Yetişkinlik döneminde ise 20'li yaş civarında hastalığın görülme sıklığı daha fazladır, ancak hastalık her yaşta ortaya çıkabilir. Mevsimsel olarak ise ilkbahar ve sonbahar dönemlerinde daha fazla görüldüğü dikkat çeker.HSP Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Bağışıklık sistemini etkileyen hsp hastalığı başlangıcında ilk bulgular genellikle cilt üzerinde gözlemlenir. Ciltte görülen kırmızı döküntüler ve eklem ağrıları yaygın belirtilerdir. Bunun yanında, kişiden kişiye göre semptomlar farklanabilir, orta ve yüksek şiddette belirtiler ortaya çıkabilir.Genel olarak hastalığın belirtileri aşağıdaki gibi listelenebilir: Purpura adı verilen cilt altı kanamaları Tıbben hematüri olarak ifade edilen idrardan kan gelmesi Eklem ağrıları Hareket ederken zorlanma Mide bulantısı ve kusma Karın ağrısı Nadir de olsa havale, beyin kanaması veya komaHenoch-Schönlein Purpurası Nasıl Teşhis Edilir?HSP hastalığı tanısında klinik bulgular için belirtiler göz önüne alınır. Hastalığın tanısında öncelikli olarak purpura olarak bilinen cilt döküntüleri ilk tanı kriterlerini oluşturur. Bunun yanında diğer bulgular arasında yer alan karın ağrısı, böbrek ve eklem tutulumları, damar iltihabı başlıca tanı kriterleridir. Benzer belirtileri gösteren diğer hastalıkları ayırtmak için immünoglobülin A seviyesi serum düzeyinde değerlendirilmesi önemlidir. IgA vaskülitesi tanısını koymak adına deri biyopsisine de başvurulabilir.Henoch-Schönlein Purpurası için hangi testler yapılır?Hastalığın teşhisine yönelik özel bir laboratuvar testi mevcut değildir. Kan düzeyinde C-reaktif protein, eritrosit sedimantasyonu gibi değerlerin yüksekliği ölçülebilir. İdrar ve gaytada kan olmasına karşın analizleri yapılabilir. Böbreklerde tutulum böbrek yetmezliği gibi ağır bir tablo oluşturuyorsa biyopsiye başvurulabilir. Mide ve bağırsak semptomları için ultrasongrafik yöntemlere başvurulabilir.HSP Hastalığı Tedavisi Nasıl Yapılır?Birçok hasta HSP hastalığı tedavisine gerek duymadan kendiliğinden iyileşebilir. Bu alanda, cilt döküntüleri kısa sürede geçebilirken belirli bir süre dinlenmeye gereksinim duyulabilir. Eklemlerde şiddetli tutulumlar varsa steroid olmayan iltihap giderici ilaçlara başvurularak tedavi desteklenebilir. Ayrıca, eklemlerde ağrılar yoğunsa aneljezik (ağrı kesici) ilaçlardan yararlanılabilir. Tedaviye cevap alınmadığı durumlarda organ tutulumları gözden geçirilerek immün baskılayıcı ilaçlar bir süre kullanılabilir.Çocuklarda HSP hastalığı tedavisiHastalığı geçiren çocuklar ilk 6 haftalık süreçte ilk atakları yaşar ve hastalık hafif dereceli devam ederken 1-2 kere nüksedebilir. Hastalığın nüksettiği durumlar nadiren de olsa uzun sürebilir. Yetişkinlere uygulanan benzer tedaviler çocuklarda da tercih edilebilir, genellikle hastalık çocuklarda kendiliğinden geçer.HSP Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularHSP hastalığı tekrarlar mı?Bağışıklık sistemi dengesi vücutta bozulduğunda hastalık tekrarlayabilir.HSP hastalığı bulaşıcı mıdır?HSP hastalığı bulaşıcı değildir. Vücudun savunma sisteminin damarlarına gösterdiği anormal bir tepki sonucu ortaya çıkar.HSP hastalığı genetik midir?Genetik yatkınlığı olan kişiler çevresel faktörlerden daha çok etkilenebilir.Henoch-Schönlein Purpurası için hangi doktora gidilir?Bu konuda dahiliye uzmanı ilk değerlendirmeyi yapar.
HSP Hastalığı (Henoch-Schönlein Purpurası) Nedir?Diğer adı vaskülit olan HSP hastalığı, vücutta küçük kan damarlarının (kapillerin) iltihaplanmasını ifade eden bir rahatsızlıktır. Küçük damarlarda tutulum gösteren hastalığa aynı zamanda damar duvarı iltihabı adı da verilir.HSP genellikle derideki küçük kan damarlarını etkileyerek purpura adı verilen döküntüye neden olur. Ayrıca bağırsaklardaki ve böbreklerdeki kan damarlarını da etkileyebilir. Bunun yanında, hastalığın vücutta çoğunlukla eklem, bağırsak, deri ve böbreklerde yer alan damarları etkilediği gözlemlenir.Ayrıca, iltihaplanmış kan damarları deri içine nüfus ederek kanama yapar ve bölgede koyu kırmızı ya da mor renginde döküntüleri ile belirti verebilir. Diğer bir taraftan, hsp hastalığı böbrek ya da bağırsak içinde kanama yaparsa idrarda kan görülmesi (hematüri) ya da gaytanın kanlı gelmesi durumu oluşabilir.HSP Hastalığı (Henoch-Schönlein Purpurası) Neden Olur?HSP hastalığının tam kaynağı kesin olarak bilinmemekle birlikte bağışıklık sisteminin aşırı çalıştığı ve kontrol dışına çıkarak kendi vücudunu yabancı bir madde olarak görmesi sonucunda HSP hastalığı meydana gelir. Hastalığın lezyonlarında yoğun miktarda IgA antikoru biriktiği gözlemlenir ve böylece anormal bağışıklık cevabı sonucu bazı küçük damarlara bağışıklık sistemi saldırır.Otoimmun hastalıklarla benzerlik gösteren süreç bazı tetikleyici unsurlarla aktive olduğu belirtilir.Bu kapsamda, hastalığı tetikleyen başlıca nedenler aşağıdaki gibi sıralanabilir:Henoch-Schönlein PurpurasıHastalığın ana nedenleriyle birlikte alerjik temelli bir hastalık olduğu düşünülerek bu özel rahatsızlık için 'allerjik purpura' ifadesi de kullanılır. Eğer,hastalık eklemlerde tutulum göstermişse 'romatoid purpura' teriminin de kullanıldığı gözlemlenir. Çocuklarda daha yaygın görülen HSP hastalığı, yetişkinlerde ortaya çıkarsa daha şiddetli semptomlarla tehlikeli bir sonuç meydana getirebilir.HSP hastalığı kimlerde görülür?Hsp hastalığı, çocukluk döneminde sıklıkla görülen bir rahatsızlıktır ve 5-15 yaş aralığındaki çocuklarda tüm vücudu etkileyen bir vaskülit olarak belirtilir. Bununla birlikte, erkek çocuklarda kız çocuklarına göre ortalama olarak iki kat daha fazla görüldüğü tespit edilmiştir. Yetişkinlik döneminde ise 20'li yaş civarında hastalığın görülme sıklığı daha fazladır, ancak hastalık her yaşta ortaya çıkabilir. Mevsimsel olarak ise ilkbahar ve sonbahar dönemlerinde daha fazla görüldüğü dikkat çeker.HSP Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Bağışıklık sistemini etkileyen hsp hastalığı başlangıcında ilk bulgular genellikle cilt üzerinde gözlemlenir. Ciltte görülen kırmızı döküntüler ve eklem ağrıları yaygın belirtilerdir. Bunun yanında, kişiden kişiye göre semptomlar farklanabilir, orta ve yüksek şiddette belirtiler ortaya çıkabilir.Genel olarak hastalığın belirtileri aşağıdaki gibi listelenebilir:Henoch-Schönlein Purpurası Nasıl Teşhis Edilir?HSP hastalığı tanısında klinik bulgular için belirtiler göz önüne alınır. Hastalığın tanısında öncelikli olarak purpura olarak bilinen cilt döküntüleri ilk tanı kriterlerini oluşturur. Bunun yanında diğer bulgular arasında yer alan karın ağrısı, böbrek ve eklem tutulumları, damar iltihabı başlıca tanı kriterleridir. Benzer belirtileri gösteren diğer hastalıkları ayırtmak için immünoglobülin A seviyesi serum düzeyinde değerlendirilmesi önemlidir. IgA vaskülitesi tanısını koymak adına deri biyopsisine de başvurulabilir.Henoch-Schönlein Purpurası için hangi testler yapılır?Hastalığın teşhisine yönelik özel bir laboratuvar testi mevcut değildir. Kan düzeyinde C-reaktif protein, eritrosit sedimantasyonu gibi değerlerin yüksekliği ölçülebilir. İdrar ve gaytada kan olmasına karşın analizleri yapılabilir. Böbreklerde tutulum böbrek yetmezliği gibi ağır bir tablo oluşturuyorsa biyopsiye başvurulabilir. Mide ve bağırsak semptomları için ultrasongrafik yöntemlere başvurulabilir.HSP Hastalığı Tedavisi Nasıl Yapılır?Birçok hasta HSP hastalığı tedavisine gerek duymadan kendiliğinden iyileşebilir. Bu alanda, cilt döküntüleri kısa sürede geçebilirken belirli bir süre dinlenmeye gereksinim duyulabilir. Eklemlerde şiddetli tutulumlar varsa steroid olmayan iltihap giderici ilaçlara başvurularak tedavi desteklenebilir. Ayrıca, eklemlerde ağrılar yoğunsa aneljezik (ağrı kesici) ilaçlardan yararlanılabilir. Tedaviye cevap alınmadığı durumlarda organ tutulumları gözden geçirilerek immün baskılayıcı ilaçlar bir süre kullanılabilir.Çocuklarda HSP hastalığı tedavisiHastalığı geçiren çocuklar ilk 6 haftalık süreçte ilk atakları yaşar ve hastalık hafif dereceli devam ederken 1-2 kere nüksedebilir. Hastalığın nüksettiği durumlar nadiren de olsa uzun sürebilir. Yetişkinlere uygulanan benzer tedaviler çocuklarda da tercih edilebilir, genellikle hastalık çocuklarda kendiliğinden geçer.HSP Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularHSP hastalığı tekrarlar mı?Bağışıklık sistemi dengesi vücutta bozulduğunda hastalık tekrarlayabilir.HSP hastalığı bulaşıcı mıdır?HSP hastalığı bulaşıcı değildir. Vücudun savunma sisteminin damarlarına gösterdiği anormal bir tepki sonucu ortaya çıkar.HSP hastalığı genetik midir?Genetik yatkınlığı olan kişiler çevresel faktörlerden daha çok etkilenebilir.Henoch-Schönlein Purpurası için hangi doktora gidilir?Bu konuda dahiliye uzmanı ilk değerlendirmeyi yapar. | 4,706 |
387 | Hastalıklar | Inflamatuar Bağırsak Hastalığı | Crohn hastalığı ve ülseratif kolit hastalığı için kullanılan inflamatuar bağırsak hastalığı, bağırsakların kronik inflamasyonu ile karakterize olan bir grup hastalık olarak ifade edilir. Hem crohn hem de ülseratif kolit sindirim sistemini etkiler ve yaygın belirtileri arasında mide krampları, ishal ve gaz yer alır. İnflamatuar bağırsak hastalığı tedavisi genelde yaşam boyu hastalığın yönetilmesine yardımcı olmak için uygulanır.Crohn hastalığı ve ülseratif kolit hastalığı için kullanılan inflamatuar bağırsak hastalığı, bağırsakların kronik inflamasyonu ile karakterize olan bir grup hastalık olarak ifade edilir. Hem crohn hem de ülseratif kolit sindirim sistemini etkiler ve yaygın belirtileri arasında mide krampları, ishal ve gaz yer alır. İnflamatuar bağırsak hastalığı tedavisi genelde yaşam boyu hastalığın yönetilmesine yardımcı olmak için uygulanır.
Inflamatuar Bağırsak Hastalığı Nedir?İnflamatuar bağırsak hastalığı, crohn ve ülseratif kolit olarak iki türü bulunan, sindirim sisteminin iç yüzeyinin iltihaplanması ile karakterize olan ve bağırsaklarda kronik inflamasyona neden olan bir grup hastalıktır.İshal, karın ağrısı, mide kramplar, şişkinlik ve gaz gibi belirtilere yol açan inflamatuar bağırsak hastalığı, hafif seyreden vakalarda ilaç tedavisiyle yönetilebilirken daha şiddetli ve kronik seyreden durumlarda ise cerrahi müdahaleye ihtiyaç duyabilir.Inflamatuar Bağırsak Hastalığı Nedenleri Nelerdir?Inflamatuar bağırsak hastalığı, bağırsakların iç yüzeyindeki iltihaplanmanın bir sonucu olarak ortaya çıkan bir sağlık sorunudur. Bağışıklık sisteminin zayıflaması, kötü beslenme, sigara, alkol, stres, genetik ve birtakım ilaçların kullanımı inflamatuar bağırsak hastalığı nedenleri arasında sayılır.Inflamatuar Bağırsak Hastalığı’nın tam nedenleri hala net olarak anlaşılamamış olsa da, uzmanlar bu hastalığın nedenleri arasında şu faktörlerin etkili olduğunu düşünmektedir: Bağışıklık sistemi düşmüş kişilerde tüketilen gıdalar yabancı madde olarak algılanabilir ve onlarla savaşabilmek için vücut antikorlar salgılar. Bu durum da IBH hastalığına yol açabilir. Yapılan araştırmalara bakıldığında IBH’ye sahip hastaların %25’inin ailesinde de ınflamatuar bağırsak hastalığı saptanmıştır. Sigara, stres, depresyon ve çeşitli ilaç kullanımı IBH’ye sebep olabilir.Inflamatuar Bağırsak Hastalığı Çeşitleri Nelerdir?İnflamatuar bağırsak hastalığının kendi içinde ülseratif kolit ve crohn hastalığı olmak üzere iki çeşidi vardır. Bu iki hastalık bağırsağın farklı bölgelerini etkileyebilir ve belirtileri farklılık gösterebilir.Ülseratif Kolit Nedir?Ülseratif kolit, bağışıklık sistemindeki değişiklikler sonucu bağırsakların iç yüzeyinde iltihaplanma ve ülser oluşumuna yol açan bir inflamatuar bağırsak hastalığıdır.Ülseratif Kolit BelirtileriÜlseratif kolitin belirtileri kişiden kişiye değişiklik göstermekle birlikte belirtileri şu şekilde sıralanabilir: Kan ya da irin içeren ve sürekli tekrarlayan ishal Sürekli tuvalet ihtiyacı ve ıkınma hissi Karın ağrısı Aşırı yorgunluk İştahsızlık Kilo kaybıBelirtilerin şiddeti, bağırsağın ne düzeyde iltihaplandığına göre değişiklik gösterir. Bazen de haftalar, aylar boyunca belirti göstermeden ilerleyen ülseratif kolit, aniden nüksedebilir ve ağızda ülserlerle, eklemlerin şişmesiyle, gözlerin kızarmasıyla ve kemik erimesi gibi ciddi belirtilerle kendini gösterebilir.Ülseratif kolit risk gruplarıÜlseratif kolit her yaş grubunda gelişebilir fakat şimdiye kadar yapılan teşhislerde çoğunlukla 15-25 yaş aralığının tehdit altında olduğu saptanmıştır. Her iki cinsiyette de görülme olasılığı aynıdır. Ailelerinde bu hastalık olan kişilerde, ülseratif kolit görülme olasılığı daha fazladır.Crohn Hastalığı Nedir?Crohn hastalığı, ağızdan başlayarak anüse kadar tüm sindirim sisteminde olabilen, olan bölümlerde ülserlere ve iltihaplanmalara yol açan bir hastalıktır.Crohn hastalığı belirtileriCrohn hastalığı olan bölgelere göre belirtiler değişiklik gösterebilir. En sık görülen semptomlar arasında ishal, karın ağrısı ve kilo kaybı vardır. Aktif dönemlerinde ise dışkıda kan ve yorgunluk gözlenebilir. Belirtiler sürekli ya da belirli sürelerde bir ortaya çıkabilir.Crohn hastalığı risk gruplarıCrohn hastalığı, genellikle 15-30 yaş arasında görülür. Teşhis konulan kişilerin yaklaşık %15’inde 15 yaşından önce belirtiler görüldüğü saptanmıştır. D vitamini eksikliği ve çevresel kirlilikten etkilenen kişilerin de Crohn hastalığına yakalanma oranı daha yüksektir.Uzun süreli antibiyotik ve ağrı kesici ve ateş düşürücü kullanımı bağırsak sağlığını etkileyerek Crohn hastalığına neden olabilir. Paketli hazır yiyecek tüketenlerde ve sigara kullananlar da daha sık görülebilir. Ülseratif kolit gibi genetik olarak geçebilir.Inflamatuar Bağırsak Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Bağırsak inflamasyonu belirtileri geçici veya kronik bir şekilde seyredebilir. İnflamatuar bağırsak hastalığının yaygın belirtileri arasında genellikle karın ağrısı, şiddetli kramp, sık tuvalet ihtiyacı, ishal, midede gaz ve şişkinlik görülür. Bazı insanlarda hafif görülebilen semptomlar bazı kişilerde ise şiddetli yaşanabilir.Inflamatuar Bağırsak Hastalığı’nın belirtileri şu şekilde sıralanabilir: Karın ağrısı ve şiddetli kramp Sürekli tuvalet ihtiyacı İshal Midede gaz ve şişkinlik Dışkıda kan görülmesi İştah kaybı ve devamında kilo kaybı Dönem dönem kabızlık Mide bulantısı ve kusma Yorgunluk Ateş Gözlerde kırmızılık Deri döküntüleri ve yaralarInflamatuar Bağırsak Hastalığı Riskleri Nelerdir?Inflamatuar Bağırsak Hastalığı ibd’nin getirdiği pek çok risk bulunmaktadır. Bu yüzden çok dikkatli olunması gerekir. Inflamatuar Bağırsak Hastalığı olan kişilerin, diğer insanlara göre kolon kanserine yakalanma oranı daha yüksektir. Anüs çevresiyle bağırsağın son kısmında oluşan, küçük bir tünel şeklinde anal fistül IBH riskleri arasındadır. Halk arasında kansızlık olarak bilinen anemiye neden olabilir. Bağırsakların tam çalışamasından dolayı emilim bozukluğu (Malabsorbsiyon) oluşabilir. Böbrek taşı oluşumuna yol açabilir.Inflamatuar Bağırsak Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?IBH’nin tanısını koyabilmek için tek bir test yeterli olmayabilir. Doktorunuz durumunuza göre farklı tanı yöntemlerini kullanabilir. Bu yöntemler belirtilerinize göre; tam kan sayımı, endoskopi, kolonoskopi, sigmoidoskopidir.Inflamatuar Bağırsak Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?Inflamatuar bağırsak hastalığı tedavisi, kişiden kişiye farklılık gösterir. İlaç kullanılarak bağırsak iltihabı kontrol altına alınabilir ve bu şekilde başka bir tedaviye ihtiyaç kalmaz ancak ilacın işe yaramadığı durumlarda cerrahi tedaviler tercih edilebilir. Bu cerrahi işlemde rahatsız olan bağırsağın bölümü alınabilir ve sorun ortadan kaldırılabilir.Tüm bunların yanı sıra inflamatuar bağırsak hastalığı bitkisel tedavisinin olup olmadığını merak edebilirsiniz. Kesinliği kanıtlanmayan bir şekilde bu tedaviler mevcuttur. Ancak doktorunuza başvurmadan bu tedaviye karar vermeniz vücudunuzda sıkıntılara yol açabilir.Inflamatuar Bağırsak Hastalığı ve İrritabl Bağırsak Sendromu Arasındaki Fark Nedir?Inflamatuar Bağırsak Hastalığı, zamanla kötüleşen kanlı dışkı gibi belirtilere sahiptir. Karın ağrısı olduğunda karnın sağ ya da sol alt tarafında olur. Irrıtabl Bağırsak Sendromu’nda ise mide bulantısı daha çok görülür ve karın ağrı karnın alt yarısını kaplar.IBH’de Beslenme ve Yaşam Tarzı ÖnerileriInflamatuar bağırsak hastalığı, beslenme düzeni değiştirilerek semptomları hafifletilebilecek bir hastalıktır. Aşağıdaki önerileri uygulayarak meydana gelen belirtileri hafifletmeniz mümkündür. İyi bir bağırsak sağlığı için uyku çok önemlidir. Günlük olarak size yeten uyku saatinizi belirleyerek uyku düzeninizi kurabilirsiniz. Porsiyonlarınızı küçülterek daha sık (2-4 saatte bir) yemek yemeyi deneyebilirsiniz. Bu sindiriminizi kolaylaştırabilir. Stres doğrudan bağırsağı etkiler ve stresten uzaklaşabilmek için meditasyon gibi rahatlatıcı aktiviteler yapabilirsiniz. Belirtilerinizin çoğaldığı zamanlarda tükettiğiniz gıdaları düşünerek not alabilirsiniz. Bu not, belirtilerin alevlenmesinin kaynağını bulmanıza yardımcı olabilir. Kafein, alkol içeren içecekleri ve lifli, baharatlı, yağlı, sütlü yiyecekleri azaltmanız belirtilerinizi hafifletebilir.Inflamatuar Bağırsak Hastalıkları Nasıl Önlenebilir?IBH tanısı henüz koyulmayan ve belirti göstermeyen kişiler ailelerinde görülmesinden dolayı endişe içinde olabilirler. Ancak işlenmiş gıdalardan uzak durarak, akdeniz diyeti ile beslenerek, sigara tüketmeyerek, düzenli uyku düzeni ile bu hastalığın önüne geçilebilir.Inflamatuar Bağırsak Hastalığı Hakkında Sıkça Sorulan SorularIBD'nin uzun dönem etkileri nelerdir?IBD uzun dönemde, kolon kanserine, anal fistüle, anemiye, böbrek taşına, yetersiz emilime neden olabilir.Inflamatuar bağırsak hastalığı için hangi bölüme gidilir?IBH için gastroenteroloji bölümüne başvurmak gerekir.Inflamatuar bağırsak hastalıkları genellikle kimlerde görülür?IBH, 15-30 yaş arasında, ailesinde bu hastalık bulunan kişilerde, sigara içenlerde ve sık antibiyotik kullanan kişilerde görülebilir.Inflamatuar bağırsak hastalıkları kansere neden olabilir mi?IBH, kolorektal kansere neden olabilir.Inflamatuar bağırsak hastaları nelere dikkat etmeli?IBH’ye sahip kişiler beslenmesine, uyku düzenine, yaşam alışkanlıkların dikkat etmelidir.Inflamatuar bağırsak hastalığı ne kadar sürede geçer?Kronik inflamatuar bağırsak hastalığı, yaşam boyu dikkat edilmesi gereken bir durumdur.Bebeklerde inflamatuar bağırsak hastalığı nasıl geçer?Bebeklerde IBH, ilaçlar ile kontrol altına alınabilir ve aynı zamanda doktorunuz çocuğunuz için belirtli gıdaların alımını azaltarak belirtileri hafifletmeye çalışabilir.
Inflamatuar Bağırsak Hastalığı Nedir?İnflamatuar bağırsak hastalığı, crohn ve ülseratif kolit olarak iki türü bulunan, sindirim sisteminin iç yüzeyinin iltihaplanması ile karakterize olan ve bağırsaklarda kronik inflamasyona neden olan bir grup hastalıktır.İshal, karın ağrısı, mide kramplar, şişkinlik ve gaz gibi belirtilere yol açan inflamatuar bağırsak hastalığı, hafif seyreden vakalarda ilaç tedavisiyle yönetilebilirken daha şiddetli ve kronik seyreden durumlarda ise cerrahi müdahaleye ihtiyaç duyabilir.Inflamatuar Bağırsak Hastalığı Nedenleri Nelerdir?Inflamatuar bağırsak hastalığı, bağırsakların iç yüzeyindeki iltihaplanmanın bir sonucu olarak ortaya çıkan bir sağlık sorunudur. Bağışıklık sisteminin zayıflaması, kötü beslenme, sigara, alkol, stres, genetik ve birtakım ilaçların kullanımı inflamatuar bağırsak hastalığı nedenleri arasında sayılır.Inflamatuar Bağırsak Hastalığı’nın tam nedenleri hala net olarak anlaşılamamış olsa da, uzmanlar bu hastalığın nedenleri arasında şu faktörlerin etkili olduğunu düşünmektedir:Inflamatuar Bağırsak Hastalığı Çeşitleri Nelerdir?İnflamatuar bağırsak hastalığının kendi içinde ülseratif kolit ve crohn hastalığı olmak üzere iki çeşidi vardır. Bu iki hastalık bağırsağın farklı bölgelerini etkileyebilir ve belirtileri farklılık gösterebilir.Ülseratif Kolit Nedir?Ülseratif kolit, bağışıklık sistemindeki değişiklikler sonucu bağırsakların iç yüzeyinde iltihaplanma ve ülser oluşumuna yol açan bir inflamatuar bağırsak hastalığıdır.Ülseratif Kolit BelirtileriÜlseratif kolitin belirtileri kişiden kişiye değişiklik göstermekle birlikte belirtileri şu şekilde sıralanabilir:Belirtilerin şiddeti, bağırsağın ne düzeyde iltihaplandığına göre değişiklik gösterir. Bazen de haftalar, aylar boyunca belirti göstermeden ilerleyen ülseratif kolit, aniden nüksedebilir ve ağızda ülserlerle, eklemlerin şişmesiyle, gözlerin kızarmasıyla ve kemik erimesi gibi ciddi belirtilerle kendini gösterebilir.Ülseratif kolit risk gruplarıÜlseratif kolit her yaş grubunda gelişebilir fakat şimdiye kadar yapılan teşhislerde çoğunlukla 15-25 yaş aralığının tehdit altında olduğu saptanmıştır. Her iki cinsiyette de görülme olasılığı aynıdır. Ailelerinde bu hastalık olan kişilerde, ülseratif kolit görülme olasılığı daha fazladır.Crohn Hastalığı Nedir?Crohn hastalığı, ağızdan başlayarak anüse kadar tüm sindirim sisteminde olabilen, olan bölümlerde ülserlere ve iltihaplanmalara yol açan bir hastalıktır.Crohn hastalığı belirtileriCrohn hastalığı olan bölgelere göre belirtiler değişiklik gösterebilir. En sık görülen semptomlar arasında ishal, karın ağrısı ve kilo kaybı vardır. Aktif dönemlerinde ise dışkıda kan ve yorgunluk gözlenebilir. Belirtiler sürekli ya da belirli sürelerde bir ortaya çıkabilir.Crohn hastalığı risk gruplarıCrohn hastalığı, genellikle 15-30 yaş arasında görülür. Teşhis konulan kişilerin yaklaşık %15’inde 15 yaşından önce belirtiler görüldüğü saptanmıştır. D vitamini eksikliği ve çevresel kirlilikten etkilenen kişilerin de Crohn hastalığına yakalanma oranı daha yüksektir.Uzun süreli antibiyotik ve ağrı kesici ve ateş düşürücü kullanımı bağırsak sağlığını etkileyerek Crohn hastalığına neden olabilir. Paketli hazır yiyecek tüketenlerde ve sigara kullananlar da daha sık görülebilir. Ülseratif kolit gibi genetik olarak geçebilir.Inflamatuar Bağırsak Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Bağırsak inflamasyonu belirtileri geçici veya kronik bir şekilde seyredebilir. İnflamatuar bağırsak hastalığının yaygın belirtileri arasında genellikle karın ağrısı, şiddetli kramp, sık tuvalet ihtiyacı, ishal, midede gaz ve şişkinlik görülür. Bazı insanlarda hafif görülebilen semptomlar bazı kişilerde ise şiddetli yaşanabilir.Inflamatuar Bağırsak Hastalığı’nın belirtileri şu şekilde sıralanabilir:Inflamatuar Bağırsak Hastalığı Riskleri Nelerdir?Inflamatuar Bağırsak Hastalığı ibd’nin getirdiği pek çok risk bulunmaktadır. Bu yüzden çok dikkatli olunması gerekir.Inflamatuar Bağırsak Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?IBH’nin tanısını koyabilmek için tek bir test yeterli olmayabilir. Doktorunuz durumunuza göre farklı tanı yöntemlerini kullanabilir. Bu yöntemler belirtilerinize göre; tam kan sayımı, endoskopi, kolonoskopi, sigmoidoskopidir.Inflamatuar Bağırsak Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?Inflamatuar bağırsak hastalığı tedavisi, kişiden kişiye farklılık gösterir. İlaç kullanılarak bağırsak iltihabı kontrol altına alınabilir ve bu şekilde başka bir tedaviye ihtiyaç kalmaz ancak ilacın işe yaramadığı durumlarda cerrahi tedaviler tercih edilebilir. Bu cerrahi işlemde rahatsız olan bağırsağın bölümü alınabilir ve sorun ortadan kaldırılabilir.Tüm bunların yanı sıra inflamatuar bağırsak hastalığı bitkisel tedavisinin olup olmadığını merak edebilirsiniz. Kesinliği kanıtlanmayan bir şekilde bu tedaviler mevcuttur. Ancak doktorunuza başvurmadan bu tedaviye karar vermeniz vücudunuzda sıkıntılara yol açabilir.Inflamatuar Bağırsak Hastalığı ve İrritabl Bağırsak Sendromu Arasındaki Fark Nedir?Inflamatuar Bağırsak Hastalığı, zamanla kötüleşen kanlı dışkı gibi belirtilere sahiptir. Karın ağrısı olduğunda karnın sağ ya da sol alt tarafında olur. Irrıtabl Bağırsak Sendromu’nda ise mide bulantısı daha çok görülür ve karın ağrı karnın alt yarısını kaplar.IBH’de Beslenme ve Yaşam Tarzı ÖnerileriInflamatuar bağırsak hastalığı, beslenme düzeni değiştirilerek semptomları hafifletilebilecek bir hastalıktır. Aşağıdaki önerileri uygulayarak meydana gelen belirtileri hafifletmeniz mümkündür.Inflamatuar Bağırsak Hastalıkları Nasıl Önlenebilir?IBH tanısı henüz koyulmayan ve belirti göstermeyen kişiler ailelerinde görülmesinden dolayı endişe içinde olabilirler. Ancak işlenmiş gıdalardan uzak durarak, akdeniz diyeti ile beslenerek, sigara tüketmeyerek, düzenli uyku düzeni ile bu hastalığın önüne geçilebilir.Inflamatuar Bağırsak Hastalığı Hakkında Sıkça Sorulan SorularIBD'nin uzun dönem etkileri nelerdir?IBD uzun dönemde, kolon kanserine, anal fistüle, anemiye, böbrek taşına, yetersiz emilime neden olabilir.Inflamatuar bağırsak hastalığı için hangi bölüme gidilir?IBH için gastroenteroloji bölümüne başvurmak gerekir.Inflamatuar bağırsak hastalıkları genellikle kimlerde görülür?IBH, 15-30 yaş arasında, ailesinde bu hastalık bulunan kişilerde, sigara içenlerde ve sık antibiyotik kullanan kişilerde görülebilir.Inflamatuar bağırsak hastalıkları kansere neden olabilir mi?IBH, kolorektal kansere neden olabilir.Inflamatuar bağırsak hastaları nelere dikkat etmeli?IBH’ye sahip kişiler beslenmesine, uyku düzenine, yaşam alışkanlıkların dikkat etmelidir.Inflamatuar bağırsak hastalığı ne kadar sürede geçer?Kronik inflamatuar bağırsak hastalığı, yaşam boyu dikkat edilmesi gereken bir durumdur.Bebeklerde inflamatuar bağırsak hastalığı nasıl geçer?Bebeklerde IBH, ilaçlar ile kontrol altına alınabilir ve aynı zamanda doktorunuz çocuğunuz için belirtli gıdaların alımını azaltarak belirtileri hafifletmeye çalışabilir. | 6,199 |
388 | Hastalıklar | İdrar Yolu Enfeksiyonu | İdrar yolu enfeksiyonu, sıklıkla bağırsaktaki bakterilerin üretraya girmesi ile idrar yollarının enfekte olduğu yaygın bir enfeksiyon türüdür. Belirtileri, idrar yaparken yanma, idrar renginde bulanıklık ve kötü koku, sık ve ani idrara çıkma, kasık ve pelvik bölgede, kaburgaların altında ve bel tarafında ağrı, idrarda kan görülmesi ve yorgunluktur. Özellikle 16-64 yaş kadınlarda erkeklere kıyasla idrar yolu enfeksiyonu geçirme olasılığı çok daha yüksektir. Genellikle bol su tüketimi ile kendiliğinden iyileşen idrar yolu enfeksiyonları bazı durumlarda antibiyotik tedavisi gerektirebilmektedir.İdrar yolu enfeksiyonu, sıklıkla bağırsaktaki bakterilerin üretraya girmesi ile idrar yollarının enfekte olduğu yaygın bir enfeksiyon türüdür. Belirtileri, idrar yaparken yanma, idrar renginde bulanıklık ve kötü koku, sık ve ani idrara çıkma, kasık ve pelvik bölgede, kaburgaların altında ve bel tarafında ağrı, idrarda kan görülmesi ve yorgunluktur. Özellikle 16-64 yaş kadınlarda erkeklere kıyasla idrar yolu enfeksiyonu geçirme olasılığı çok daha yüksektir. Genellikle bol su tüketimi ile kendiliğinden iyileşen idrar yolu enfeksiyonları bazı durumlarda antibiyotik tedavisi gerektirebilmektedir.
İdrar Yolu Enfeksiyonu Nedir?"İYE" olarak da adlandırılan idrar yolu enfeksiyonu, üriner sistem, böbrekler, mesane veya üretranın herhangi bir yerinde E. coli başta olmak üzere bakterilerin neden olduğu, vücutta en çok görülen ikinci enfeksiyon türüdür.Mesane enfeksiyonları böbrek enfeksiyonlarından daha yaygındır. Bakteriler üretraya girip mesaneye doğru ilerlediğinde meydana gelirler. Mesane enfeksiyonu için tıbbi terim "sistit" dir.Bakteriler daha da yükseğe, böbreklere ulaştığında böbrek enfeksiyonları meydana gelir. Böbrek enfeksiyonu için tıbbi terim "piyelonefrit" dir. Hem mesane hem de böbrek enfeksiyonları kadınlarda erkeklerden daha yaygındır.İdrar yolu enfeksiyonu yaşandığında, mesane ve üretra astarı kızarır ve tahriş olur. Alt karın bölgesi veya pelvik bölgede ağrı, daha sık idrara çıkma isteği, idrar yaparken yanma veya ağrı, idrarda kötü koku ve renginde anormal koyuluk, ani gelen idrara çıkma ihtiyacı hissedilmesine rağmen çok az idrar yapılabilmesi idrar yolu enfeksiyonunun en sık görülen belirtileridir.İdrar Yolu Nedir?İdrar yolu, vücutta idrarla ilgilenen organ grubudur. İdrar yolu şunları içerir: Böbrekler – Bunlar, idrar yapmak için kanı süzen fasulye şeklindeki 2 organdır. Mesane – İdrarı depolayan balon şeklinde bir organdır. Üreterler – İdrarı böbreklerden mesaneye taşıyan 2 tüptür. Üretra – İdrarı mesaneden vücudun dışına taşıyan tüptür.İdrar Yolu Enfeksiyonu Türleri Nelerdir?İdrar yolu enfeksiyonu çeşitleri kabaca şöyle sıralanabilir.Üretrit: İdrarı mesaneden vücudun dışına taşıyan tüpün enfeksiyona üretrit adı verilir. Üretrit durumunda görülen idrar yolu enfeksiyonu belirtileri, idrarda veya menide kan görülmesine, idrar yaparken yanmaya, penis ve vajina akıntısına, cinsel ilişki veya boşalma sırasında ağrıdır.Sistit: Mesanede enfeksiyon oluşması durumudur. Çoğu zaman iltihaplanmaya mesane içindeki Escherichia coli (E.coli) adı verilen bakteriler neden olur. E.coli'nin mesaneye nasıl girdiği her zaman açık değildir, ancak bilinen bazı risk faktörleri şunlardır: Tuvalete gittikten sonra poponuzu arkadan öne doğru silmek, seks yapmak, doğum kontrolü için bir diyafram kullanmak Kabızlık ve yeterince su içmemek idrar problemlerini ağırlaştırabilir ve ayrıca sistit için risk faktörleridir.Herkes sistit geliştirebilse de, kadınlar tarafından daha sık görülür. Tüm kadınların neredeyse yarısı yaşamları boyunca en az bir sistit epizodu yaşarlar. Yaklaşık 3 kadından 1'i 24 yaşına kadar en az bir sistit epizodu geçirmiş olacaktır. Sistit ağrılı olabilse de ciddi bir sağlık sorunundan çok can sıkıcıdır ve genellikle kendi kendine birkaç gün içerisinde geçer.Piyelonefrit: Böbreklerin enfeksiyonudur, idrar yollarındaki anatomik bir bozukluk nedeniyle idrarın mesaneden böbreklere doğru geri kaçması nedeniyle ortaya çıkabilir.İdrar Yolu Enfeksiyonu Neden Olur?İdrar yolu enfeksiyonunun en yaygın nedeni bakteriler gibi mikroorganizma türlerinin enfeksiyon oluşumuna yol açmasıdır. Ortak kullanım alanları olan havuz, deniz, hamam, sauna gibi ıslak ortamlar, genital hijyene dikkat edilmemesi, cinsel ilişki, sık partner değişikliği bu bakterilerin idrar yoluna girmesi ile ortaya çıkar. Ayrıca antibiyotik kullanımı, diyabet, yetersiz sıvı alımı ve buna bağlı yetersiz idrar çıkışı da idrar yolu enfeksiyonunun nedenleri arasında yer alır.Vücut direncinin düşmesine neden olabilecek durumlar; kronik hastalıklar, travmalar; idrar yolu anomalileri, idrar yolu tıkanıklıkları, taş hastalıkları, kateter kullanımı, çeşitli doğum kontrol yöntemleri (diyafram gibi) ve menopoz idrar yolu enfeksiyonu da daha az karşılaşılabilen belirtilerdir.İdrar Yolu Enfeksiyonu Belirtileri Nelerdir?İdrar yolu enfeksiyonu için yaygın belirtiler, idrar yaparken yanma ve ağrı, sık idrara çıkma, idrar renginde bulanıklık, idrarın kötü kokması, idrarda kan, ateş, bel ve kasık ağrısı, peniste veya vajinada kıvamlı akıntı gelmesidir. Ayrıca bulantı ve kusma şikayetleri de görülebilmektedir.İdrar yolu enfeksiyonunun belirtileri genel olarak şunlardır: İdrar yaparken ağrı veya yanma Sık idrara çıkma (özellikle geceleri) İdrarda renginde bulanıklık veya koyulaşma İdrarın kötü kokması İdrardan kan gelmesi Kasık, pelvik bölge ve/veya kaburgaların hemen altında böbreklerin olduğu yerde ağrı Yorgunluk Ani idrara çıkma İdrara çıkıldığı halde hala idrar varmış gibi hissetme Vajina veya penis ucunda kıvamlı akıntı Hafif veya yüksek olabilen ateş Mide bulantısı ve kusmaİdrar Yolu Enfeksiyonuna Ne İyi Gelir?İdrar yolu enfeksiyonları genel olarak antibiyotik ile tedavi edilir. Bunun yanında hafif semptomlu idrar yolu enfeksiyonlarını iyileştirmek ya da antibiyotik ile birlikte tedaviyi hızlandırmak için, yaşam ve beslenme tarzında bazı değişiklikler yapmak idrar yolu enfeksiyonuna iyi gelir. Uygulayabileceğiniz yöntemler şunlardır: Bol su içmek, idrarı seyreltmeye ve bakterileri temizlemeye yardımcı olacağından iyi gelir. Kahve, alkol ve/veya kafein içeren içecekleri azaltmak C vitamini vitamini alımını arttırmak Şekersiz kızılcık suyu içmek Yoğurt, kefir gibi probiyotik içerikli gıdalar tüketmek Mesane basıncını azaltmak için karna ısıtma yastığı kullanmak İdrarI tutmamak Kişisel temizlik ve hijyene önem vermekLimon sıkılmış su, soğan suyu kürü, maydanoz, karbonat, kekik ve yeşil çay idrar yoluna iyi gelen bitkisel çözümler arasında yer almaktadır.İdrar Yolları Enfeksiyonu Nasıl Tedavi Edilir?Sadece mesaneyi tutan, septik seyretmeyen basit idrar yolu enfeksiyonları için; genital hijyene dikkat edilmesi, bol ve sirkadyen (aralıklı-güne yayarak) sıvı alımı ve kısa süreli düşük doz antibiyotikler tercih edilmektedir. Kana yayılmış veya böbreği tutan septik idrar yolu enfeksiyonlarında ise uzun süre antibiyotik kullanımı uygundur ve hasta seyrine göre hastane yatışı ve damar içine sıvı ve yüksek doz antibiyotik tedavileri gerekebilmektedir.Çoğu idrar yolu enfeksiyonu antibiyotik haplarla tedavi edilir. Bu haplar, enfeksiyona neden olan mikropları öldürerek çalışır. Mesane enfeksiyonunuz varsa, muhtemelen 3 ila 7 gün boyunca antibiyotik almanız gerekecektir. Böbrek enfeksiyonunuz varsa, muhtemelen daha uzun süre – belki 2 haftaya kadar antibiyotik kullanmanız gerekecektir. Böbrek enfeksiyonunuz varsa, hastanede tedavi edilmeniz de gerekebilir.Belirtileriniz, antibiyotik kullanmaya başladıktan sonraki bir gün içinde düzelmeye başlamalıdır. Ama aldığınız tüm antibiyotik haplarını bitirmelisiniz. Aksi takdirde enfeksiyonunuz geri gelebilir. Gerekirse, mesanenizi uyuşturmak için bir ilaç da alabilirsiniz. Bu ilaç, idrar yolu enfeksiyonlarının neden olduğu ağrıyı hafifletir. Aynı zamanda idrar yapma ihtiyacını da azaltır.İdrar Yolları Enfeksiyonu İle İlgili Sıkça Sorulan Sorular İdrar yolu enfeksiyonu nasıl anlaşılır?İdrar yaparken ağrı ve yanma, normalden daha sık ve aniden idrar yapma ihtiyacı, geceleri idrar yapmak için uyanma, idrar renginde bulanıklık, koyuluk ya da kötü koku ve idrarda kan idrar yolu enfeksiyonunun yaygın belirtileridir. İdrara çıkıldığı halde hala idrar varmış gibi hissetmek, pelvis ve bel bölgesinde ağrı, yorgunluk ve bulantıda idrar yolu enfeksiyonunda görülen belirtilerdir.Kadınlarda idrar yolu enfeksiyonu belirtileri nelerdir?Kadınlarda idrar yolu enfeksiyonunda karın, bel ve pelvis bölgesinde ağrı, idrar yaparken yanma, sık idrara çıkma, idrarda bulanık ve kötü kokan idrar ile vajinadan kıvamlı akıntı gelmesidir. Özellikle cinsel ilişki veya halka açık tuvaletlerin kullanımı sonucu idrar yolunu enfekte eden bakterilerin bulaşması kadınlarda idrar yolu enfeksiyonunun yaygın nedenidir.İdrar yolu enfeksiyonu ile mesane enfeksiyonu arasındaki fark nedir?İdrar yolu enfeksiyonu ve mesane enfeksiyonu farklıdır. Her ikisinin enfeksiyonunda da idrar yaparken yanma ve sürekli idrara çıkma isteği ortaya çıkabilir. İdrar yolu enfeksiyonunda idrar yaparken ağrı ve yanma, yorgunluk, ateş, sık idrara çıkma, alt karında ağrı, idrarda bulanıklık ve kötü koku ve sırt ağrısı belirtileri yaşanır. Mesane enfeksiyonunda ise İYE'den farklı olarak idrarda kan, mesane boş olsa bile İdrara çıkma ihtiyacı hissedilir.İdrar yolu enfeksiyonu kimlerde görülür?İdrar yolu enfeksiyonu kadınlarda erkeklere göre daha sık görülür. Kadınlarda en sık görülen bakteriyel enfeksiyonlardır. Bununla birlikte yaşlılarda idrar yollarının normal yapısal bütünlüğünün bozulması idrar yolu enfeksiyonu için bir risk faktörüdür. Bunun dışında tıbbi nedenlerle idrar yollarında idrar sondası bulunanlarda da enfeksiyon daha fazla görülebilmektedir. En sık olarak 16 ila 35 yaş arasında görülmekte ve kadınların %10'u her yıl ve %60'ı da hayatlarının bir döneminde mutlaka enfeksiyon yaşamaktadır.İdrar yolları enfeksiyonundan korunmak için neler yapılabilir?Bol sıvı alımı çok önemlidir. Özellikle çocuklarda düzenli işeme ve kabızlığın önlenmesi sağlanmalıdır. Erişkinde ayrıca genital hijyene önem verilmeli, cinsel ilişkide korunmanın önemi unutulmamalıdır.İdrar yolu enfeksiyonunun tanısı nasıl konulur?İdrar yolu enfeksiyonu tanısını koyabilmek için idrar tahlili yapmak gerekmektedir. İdrarda görülen bakteriler kültür tahlili ile besiyerinde üretilir. Bakterinin tipi ve hangi antibiyotiğe duyarlı olduğu saptanır.İdrar yolu enfeksiyonu böbrek ağrısı yapar mı?İdrar yolu enfeksiyonu, idrar yapıldıktan sonra bakterilerin idrar yolunda oluşturduğu enfeksiyon böbrek ağrısı semptomuna neden olabilir. İdrar yolu enfeksiyonu mide bulantısı yapar mı?İdrar yolu enfeksiyonu semptomları arasında mide bulantısı yer alır. İdrar yolu enfeksiyonu bulaşıcı mı?İdrar yolu enfeksiyonu hijyenik olmayan ortamlardan bulaşabilir fakat kişiden kişiye bulaşmamaktadır. Hamilelikte idrar yolu enfeksiyonu sancı yapar mı?Hamilelikte idrar yolu enfeksiyonu, kasıkta ağrıya neden olabilir. Bunun yanında sık idrara çıkma, ateş, mide bulantısı ve kusma gibi sorunlarla karşılaşılabilmektedir. İdrar yolu enfeksiyonu gebeliğe engel mi?İdrar yolu enfeksiyonu, tedavi edilmediği durumlarda böbrek enfeksiyonuna yol açarak erken doğum ve düşük riski oluşturabilir.İdrar yolu enfeksiyonu için ne yemeli?İdrar yolu enfeksiyonlarından korunmada cranberry (kızılcık) ve probiyotiklerin önerilen besin maddeleridir. C vitamini içeren gıdalar idrarı asidite ederek idrar yolu enfeksiyonlarının önlenmesine yardımcı olabilir. Günde yaklaşık iki litre su içmek de, olası idrar yolu enfeksiyonlarını önlemek için en etkili yöntemdir.İdrar yolu enfeksiyonu nelere yol açar?İdrar yolu enfeksiyonu böbreği tutup pyelonefrite neden olduğunda kalıcı böbrek hasarına neden olabilir. Ayrıca uzun süreli enfeksiyonlarda taş oluşumu görülebilir.Duş almak idrar yolu enfeksiyonuna iyi gelir mi?İdrar yolu enfeksiyonu varlığında ılık bir duş ağrıları azaltmaya yardımcı olabilir.Sıcak su idrar yolu enfeksiyonuna iyi gelir mi?Benzer şekilde idrar yolu enfeksiyonu varlığında sıcak su torbası ağrıları azaltmaya yardımcı olabilir.İdrar yolu enfeksiyonu tedavisi kaç gün sürer?Sistit tedavisinde 1-3 ve 7 gün süren protokoller var iken, pyelonefrit tedavisi daha uzun sürmektedir ve en az 2 hafta ilaç kullanmak gerekmektedir.İdrar yolu enfeksiyonu hangi vitamin eksikliğinde olur?İdrar yolu enfeksiyonuna neden olan bir vitamin eksikliği yoktur.İdrar yaparken yanma ve ağrıya ne iyi gelir?İdrar yaparken yanma ve ağrı; idrar yolu enfeksiyonunun belirtisidir ve antibiyotik almanız gerekebilir bu nedenle doktorunuza başvurmanız gerekmektedir.İdrar yolu enfeksiyonu antibiyotik kullanmadan geçer mi?Çoğu idrar yolu enfeksiyonu antibiyotik haplarla tedavi edilir. Ancak hafif dereceli sistitler sıvı alımı arttırılarak geçirilebilir.Bol bol su içmek idrar yolu enfeksiyonunu geçirir mi?Evet, hafif dereceli sistitler sıvı alımı arttırılarak geçirilebilir.Geçmeyen idrar yolu enfeksiyonu neden olur?İdrar yolu enfeksiyonları tedavi ile geçer, eğer enfeksiyon geçmiyor ise buna sebep olan altta yatan taş ve yapısal anomaliler gibi durumlar mevcuttur ve ileri tetkik gerekmektedir.İdrar yolu enfeksiyonu cinsel ilişkiye girilir mi?İdrar yolu enfeksiyonu (sistit, piyelonefrit) cinsel ilişkiye girmeye engel değildir.İdrar yolu enfeksiyonu ne kadar sürer?Sistit genellikle 3-7 gün sürer iken, pyelonefrit daha uzun yaklaşık 2 hafta kadar sürmektedir.İdrar yolu enfeksiyonu kendi kendine geçer mi?Vücut direncinin yüksek olduğu kişilerde komplike olmayan idrar yolu enfeksiyonlarının yaklaşık yüzde 25-30’u antibiyotik kullanmadan iyi sıvı alımı ile düzelir. Ancak tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu ve kronikleşme ihtimali tedavi alanlara göre daha yüksek olmaktadır.İdrar yolu enfeksiyonu hangi yaş gruplarında gelişir?10 yaşına kadar çocukların yaklaşık yüzde 3’ünde idrar yolu enfeksiyonu görülür. Doğumdan itibaren ilk 3 ayda erkek çocuklarda sık ortaya çıkarken sonrasında kızlarda daha yaygın görülür. Erkeklerde prostat şikayetlerinin belirdiği 50’li yaşlardan sonra sıklık artarken, kadınlarda ilk görülme sıklığı artışı cinsel ilişki başlaması ile olur ve daha sonra menopoz ile tekrar görülme sıklığı artar.İdrar yolu enfeksiyonu hangi cinsiyette daha sık ortaya çıkar?Kadın genitalinin anatomik olarak enfeksiyona daha açık olması ve kadın idrar yolunun kısa olması nedeniyle kadınlarda daha sık görülür.İdrar yolu enfeksiyonunun tedaviye rağmen tekrarlama olasılığı var mıdır?Ne yazık ki tedavi edilmeyen veya nedeni ortadan kaldırılamayan idrar yolu enfeksiyonları tekrarlama eğilimi gösterir.İdrar yolu enfeksiyonu kısırlığa sebep olur mu?İdrar yolu enfeksiyonu eğer cinsel yolla bulaşmış ve genital organlarda tutulum oluşturmuşsa kısırlığa neden olabilir.İdrar yolu enfeksiyonu hamilelerde düşüğe sebep olur mu?Hamilelerde ortaya çıkan idrar yolu enfeksiyonu septik bir tablo oluşturur ve vücuda yayılırsa erken doğum ve nadiren düşüğe de neden olabilir.İdrar yolu enfeksiyonu cinsel yolla bulaşır mı?İdrar yolu enfeksiyonları sıklıkla olmasa da cinsel yolla da bulaşabilir.İdrar yolları enfeksiyonunun tedavisinde bitkisel yöntemlerin yeri var mıdır? Varsa hangi alternatif tedavi yöntemleri kullanılabilir?Bazı bitkisel desteklerin idrar yolu enfeksiyonu oluşma ihtimalini azalttığı düşünülmekle birlikte bu konuda yeterli bilimsel kanıt henüz bulunmamaktadır.Havuza girmek idrar yolu enfeksiyonuna sebep olur mu?Uygunsuz koşullara sahip havuzlar enfeksiyona neden olabilir veya zemin hazırlayabilir.Ayakları üşütmek idrar yolları enfeksiyonuna sebep olur mu?Sık tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu hikayesi olanlarda ayak ve karın bölgesini üşütmek enfeksiyon ataklarını tetikleyebilir. Ancak bağışıklık sistemi kuvvetli erişkinde yeni idrar yolu enfeksiyonu oluşumuna neden olduğunu gösteren bilimsel veri bulunmamaktadır.Su tüketimi idrar yolları enfeksiyonu gelişimini ve tedavisini etkiler mi?Hem çocuk hem erişkinlerde güne yayarak tüketilen bol sıvı enfeksiyon gelişme ihtimalini azalttığı gibi oluşan enfeksiyonun tedavisini de kolaylaştırır.Mesane enfeksiyonlarına sık tekrarlar mı?Bazı insanlar tekrarlayan sistit atakları geçirebilirler. İnsanların neden tekrarlayan sistit olduğu her zaman net değildir. Mesane enfeksiyonunun semptomlarına başka şeyler neden olabilir. Doktorunuz bu sorunların belirtilerinize neden olup olmadığını görmek isteyecektir. Üroloğunuz bu nedenle ek muayene, testler ve sistoskopi yapma ihtiyacı duyabilir. Ancak gerçekten tekrarlanan enfeksiyonlarla uğraşıyorsanız, daha fazla enfeksiyon kapmamak için yapabileceğiniz şeyler vardır. Bunlar şunları içerir: Gün boyunca daha fazla sıvı içmek – Bu, mesane enfeksiyonlarını önlemeye yardımcı olabilir. Tuvaletten sonra poponuzu önden arkaya doğru silin İdrar yapma isteği geldiğinde tutmak yerine tuvalete gidin Vajinal östrojen – Zaten menopoza girmiş bir kadınsanız, doktorunuz bunu önerebilir. Vajinal östrojen, vajinanıza koyduğunuz bir krem veya esnek bir halka içinde gelir. Mesane enfeksiyonlarını önlemeye yardımcı olabilir. Spermisitlerden kaçınma (sperm öldürücü kremler veya jeller) – Spermisit bir doğum kontrol şeklidir. Özellikle diyaframla birlikte kullanıldığında bazı kadınlarda mesane enfeksiyonu riskini artırıyor gibi görünüyor. Spermisit kullanıyorsanız ve çok sayıda mesane enfeksiyonu alıyorsanız, farklı bir doğum kontrol yöntemine geçmeyi denemek isteyebilirsiniz. Cinsel birliktelikten hemen sonra idrara çıkma – cinsel birliktelik sırasında mesaneye girebilecek mikropları dışarı atmaya yardımcı oluyor.Çok sayıda mesane enfeksiyonu olursanız ve yukarıdaki yöntemler yardımcı olmadıysa, doktorunuz enfeksiyonu önlemeye yardımcı olmak için size antibiyotik verebilir. Ancak uzun süreli antibiyotik kullanımının dezavantajları vardır, bu nedenle doktorlar genellikle önce başka şeyler denemeyi önerir.Kızılcık suyu veya diğer ürünler mesane enfeksiyonlarını önleyebilir mi?İnsanlar genellikle mesane enfeksiyonlarını önlemeye yardımcı olduğunu iddia eden "doğal" ürünleri merak ederler. Bunlara kızılcık suyu ve diğer kızılcık ürünleri, probiyotikler, C vitamini ve D mannoz dahildir. Bu ürünlerin işe yaradığına dair kanıtlar vardır ve kullanımının zararlı olduğuna dair kanıt yoktur.Bebeklerde ve çocuklarda idrar yolu enfeksiyonu belirtileri nelerdir?Bebeklerde ve çocuklardan en sık görülen idrar yolu enfeksiyon belirtileri arasında yüksek ateş yer alır. Çocuğunuzun boynuna, sırtına ve karnına dokunduğunuzda normalden daha sıcak hissediyorsanız ya da normalde olduğundan daha sinirli davranıyorsa idrar yolu enfeksiyonu belirtisi olabilir. Bunun yanında bebeklerde ve çocuklarda yemek yememe, yatağı ıslatma gibi belirtiler de ortaya çıkabilir.Böbrek enfeksiyonunun belirtileri nelerdir?Bir böbrek enfeksiyonunun semptomları, bir mesane enfeksiyonunun semptomlarını içerebilir, ancak böbrek enfeksiyonları ayrıca şunlara da neden olabilir: Ateş Sırt ağrısı Mide bulantısı veya kusma
İdrar Yolu Enfeksiyonu Nedir?"İYE" olarak da adlandırılan idrar yolu enfeksiyonu, üriner sistem, böbrekler, mesane veya üretranın herhangi bir yerinde E. coli başta olmak üzere bakterilerin neden olduğu, vücutta en çok görülen ikinci enfeksiyon türüdür.Mesane enfeksiyonları böbrek enfeksiyonlarından daha yaygındır. Bakteriler üretraya girip mesaneye doğru ilerlediğinde meydana gelirler. Mesane enfeksiyonu için tıbbi terim "sistit" dir.Bakteriler daha da yükseğe, böbreklere ulaştığında böbrek enfeksiyonları meydana gelir. Böbrek enfeksiyonu için tıbbi terim "piyelonefrit" dir. Hem mesane hem de böbrek enfeksiyonları kadınlarda erkeklerden daha yaygındır.İdrar yolu enfeksiyonu yaşandığında, mesane ve üretra astarı kızarır ve tahriş olur. Alt karın bölgesi veya pelvik bölgede ağrı, daha sık idrara çıkma isteği, idrar yaparken yanma veya ağrı, idrarda kötü koku ve renginde anormal koyuluk, ani gelen idrara çıkma ihtiyacı hissedilmesine rağmen çok az idrar yapılabilmesi idrar yolu enfeksiyonunun en sık görülen belirtileridir.İdrar Yolu Nedir?İdrar yolu, vücutta idrarla ilgilenen organ grubudur. İdrar yolu şunları içerir:İdrar Yolu Enfeksiyonu Türleri Nelerdir?İdrar yolu enfeksiyonu çeşitleri kabaca şöyle sıralanabilir.Üretrit: İdrarı mesaneden vücudun dışına taşıyan tüpün enfeksiyona üretrit adı verilir. Üretrit durumunda görülen idrar yolu enfeksiyonu belirtileri, idrarda veya menide kan görülmesine, idrar yaparken yanmaya, penis ve vajina akıntısına, cinsel ilişki veya boşalma sırasında ağrıdır.Sistit: Mesanede enfeksiyon oluşması durumudur. Çoğu zaman iltihaplanmaya mesane içindeki Escherichia coli (E.coli) adı verilen bakteriler neden olur. E.coli'nin mesaneye nasıl girdiği her zaman açık değildir, ancak bilinen bazı risk faktörleri şunlardır:Herkes sistit geliştirebilse de, kadınlar tarafından daha sık görülür. Tüm kadınların neredeyse yarısı yaşamları boyunca en az bir sistit epizodu yaşarlar. Yaklaşık 3 kadından 1'i 24 yaşına kadar en az bir sistit epizodu geçirmiş olacaktır. Sistit ağrılı olabilse de ciddi bir sağlık sorunundan çok can sıkıcıdır ve genellikle kendi kendine birkaç gün içerisinde geçer.Piyelonefrit: Böbreklerin enfeksiyonudur, idrar yollarındaki anatomik bir bozukluk nedeniyle idrarın mesaneden böbreklere doğru geri kaçması nedeniyle ortaya çıkabilir.İdrar Yolu Enfeksiyonu Neden Olur?İdrar yolu enfeksiyonunun en yaygın nedeni bakteriler gibi mikroorganizma türlerinin enfeksiyon oluşumuna yol açmasıdır. Ortak kullanım alanları olan havuz, deniz, hamam, sauna gibi ıslak ortamlar, genital hijyene dikkat edilmemesi, cinsel ilişki, sık partner değişikliği bu bakterilerin idrar yoluna girmesi ile ortaya çıkar. Ayrıca antibiyotik kullanımı, diyabet, yetersiz sıvı alımı ve buna bağlı yetersiz idrar çıkışı da idrar yolu enfeksiyonunun nedenleri arasında yer alır.Vücut direncinin düşmesine neden olabilecek durumlar; kronik hastalıklar, travmalar; idrar yolu anomalileri, idrar yolu tıkanıklıkları, taş hastalıkları, kateter kullanımı, çeşitli doğum kontrol yöntemleri (diyafram gibi) ve menopoz idrar yolu enfeksiyonu da daha az karşılaşılabilen belirtilerdir.İdrar Yolu Enfeksiyonu Belirtileri Nelerdir?İdrar yolu enfeksiyonu için yaygın belirtiler, idrar yaparken yanma ve ağrı, sık idrara çıkma, idrar renginde bulanıklık, idrarın kötü kokması, idrarda kan, ateş, bel ve kasık ağrısı, peniste veya vajinada kıvamlı akıntı gelmesidir. Ayrıca bulantı ve kusma şikayetleri de görülebilmektedir.İdrar yolu enfeksiyonunun belirtileri genel olarak şunlardır:İdrar Yolu Enfeksiyonuna Ne İyi Gelir?İdrar yolu enfeksiyonları genel olarak antibiyotik ile tedavi edilir. Bunun yanında hafif semptomlu idrar yolu enfeksiyonlarını iyileştirmek ya da antibiyotik ile birlikte tedaviyi hızlandırmak için, yaşam ve beslenme tarzında bazı değişiklikler yapmak idrar yolu enfeksiyonuna iyi gelir. Uygulayabileceğiniz yöntemler şunlardır:Limon sıkılmış su, soğan suyu kürü, maydanoz, karbonat, kekik ve yeşil çay idrar yoluna iyi gelen bitkisel çözümler arasında yer almaktadır.İdrar Yolları Enfeksiyonu Nasıl Tedavi Edilir?Sadece mesaneyi tutan, septik seyretmeyen basit idrar yolu enfeksiyonları için; genital hijyene dikkat edilmesi, bol ve sirkadyen (aralıklı-güne yayarak) sıvı alımı ve kısa süreli düşük doz antibiyotikler tercih edilmektedir. Kana yayılmış veya böbreği tutan septik idrar yolu enfeksiyonlarında ise uzun süre antibiyotik kullanımı uygundur ve hasta seyrine göre hastane yatışı ve damar içine sıvı ve yüksek doz antibiyotik tedavileri gerekebilmektedir.Çoğu idrar yolu enfeksiyonu antibiyotik haplarla tedavi edilir. Bu haplar, enfeksiyona neden olan mikropları öldürerek çalışır. Mesane enfeksiyonunuz varsa, muhtemelen 3 ila 7 gün boyunca antibiyotik almanız gerekecektir. Böbrek enfeksiyonunuz varsa, muhtemelen daha uzun süre – belki 2 haftaya kadar antibiyotik kullanmanız gerekecektir. Böbrek enfeksiyonunuz varsa, hastanede tedavi edilmeniz de gerekebilir.Belirtileriniz, antibiyotik kullanmaya başladıktan sonraki bir gün içinde düzelmeye başlamalıdır. Ama aldığınız tüm antibiyotik haplarını bitirmelisiniz. Aksi takdirde enfeksiyonunuz geri gelebilir. Gerekirse, mesanenizi uyuşturmak için bir ilaç da alabilirsiniz. Bu ilaç, idrar yolu enfeksiyonlarının neden olduğu ağrıyı hafifletir. Aynı zamanda idrar yapma ihtiyacını da azaltır.İdrar Yolları Enfeksiyonu İle İlgili Sıkça Sorulan Sorular İdrar yolu enfeksiyonu nasıl anlaşılır?İdrar yaparken ağrı ve yanma, normalden daha sık ve aniden idrar yapma ihtiyacı, geceleri idrar yapmak için uyanma, idrar renginde bulanıklık, koyuluk ya da kötü koku ve idrarda kan idrar yolu enfeksiyonunun yaygın belirtileridir. İdrara çıkıldığı halde hala idrar varmış gibi hissetmek, pelvis ve bel bölgesinde ağrı, yorgunluk ve bulantıda idrar yolu enfeksiyonunda görülen belirtilerdir.Kadınlarda idrar yolu enfeksiyonu belirtileri nelerdir?Kadınlarda idrar yolu enfeksiyonunda karın, bel ve pelvis bölgesinde ağrı, idrar yaparken yanma, sık idrara çıkma, idrarda bulanık ve kötü kokan idrar ile vajinadan kıvamlı akıntı gelmesidir. Özellikle cinsel ilişki veya halka açık tuvaletlerin kullanımı sonucu idrar yolunu enfekte eden bakterilerin bulaşması kadınlarda idrar yolu enfeksiyonunun yaygın nedenidir.İdrar yolu enfeksiyonu ile mesane enfeksiyonu arasındaki fark nedir?İdrar yolu enfeksiyonu ve mesane enfeksiyonu farklıdır. Her ikisinin enfeksiyonunda da idrar yaparken yanma ve sürekli idrara çıkma isteği ortaya çıkabilir. İdrar yolu enfeksiyonunda idrar yaparken ağrı ve yanma, yorgunluk, ateş, sık idrara çıkma, alt karında ağrı, idrarda bulanıklık ve kötü koku ve sırt ağrısı belirtileri yaşanır. Mesane enfeksiyonunda ise İYE'den farklı olarak idrarda kan, mesane boş olsa bile İdrara çıkma ihtiyacı hissedilir.İdrar yolu enfeksiyonu kimlerde görülür?İdrar yolu enfeksiyonu kadınlarda erkeklere göre daha sık görülür. Kadınlarda en sık görülen bakteriyel enfeksiyonlardır. Bununla birlikte yaşlılarda idrar yollarının normal yapısal bütünlüğünün bozulması idrar yolu enfeksiyonu için bir risk faktörüdür. Bunun dışında tıbbi nedenlerle idrar yollarında idrar sondası bulunanlarda da enfeksiyon daha fazla görülebilmektedir. En sık olarak 16 ila 35 yaş arasında görülmekte ve kadınların %10'u her yıl ve %60'ı da hayatlarının bir döneminde mutlaka enfeksiyon yaşamaktadır.İdrar yolları enfeksiyonundan korunmak için neler yapılabilir?Bol sıvı alımı çok önemlidir. Özellikle çocuklarda düzenli işeme ve kabızlığın önlenmesi sağlanmalıdır. Erişkinde ayrıca genital hijyene önem verilmeli, cinsel ilişkide korunmanın önemi unutulmamalıdır.İdrar yolu enfeksiyonunun tanısı nasıl konulur?İdrar yolu enfeksiyonu tanısını koyabilmek için idrar tahlili yapmak gerekmektedir. İdrarda görülen bakteriler kültür tahlili ile besiyerinde üretilir. Bakterinin tipi ve hangi antibiyotiğe duyarlı olduğu saptanır.İdrar yolu enfeksiyonu böbrek ağrısı yapar mı?İdrar yolu enfeksiyonu, idrar yapıldıktan sonra bakterilerin idrar yolunda oluşturduğu enfeksiyon böbrek ağrısı semptomuna neden olabilir. İdrar yolu enfeksiyonu mide bulantısı yapar mı?İdrar yolu enfeksiyonu semptomları arasında mide bulantısı yer alır. İdrar yolu enfeksiyonu bulaşıcı mı?İdrar yolu enfeksiyonu hijyenik olmayan ortamlardan bulaşabilir fakat kişiden kişiye bulaşmamaktadır. Hamilelikte idrar yolu enfeksiyonu sancı yapar mı?Hamilelikte idrar yolu enfeksiyonu, kasıkta ağrıya neden olabilir. Bunun yanında sık idrara çıkma, ateş, mide bulantısı ve kusma gibi sorunlarla karşılaşılabilmektedir. İdrar yolu enfeksiyonu gebeliğe engel mi?İdrar yolu enfeksiyonu, tedavi edilmediği durumlarda böbrek enfeksiyonuna yol açarak erken doğum ve düşük riski oluşturabilir.İdrar yolu enfeksiyonu için ne yemeli?İdrar yolu enfeksiyonlarından korunmada cranberry (kızılcık) ve probiyotiklerin önerilen besin maddeleridir. C vitamini içeren gıdalar idrarı asidite ederek idrar yolu enfeksiyonlarının önlenmesine yardımcı olabilir. Günde yaklaşık iki litre su içmek de, olası idrar yolu enfeksiyonlarını önlemek için en etkili yöntemdir.İdrar yolu enfeksiyonu nelere yol açar?İdrar yolu enfeksiyonu böbreği tutup pyelonefrite neden olduğunda kalıcı böbrek hasarına neden olabilir. Ayrıca uzun süreli enfeksiyonlarda taş oluşumu görülebilir.Duş almak idrar yolu enfeksiyonuna iyi gelir mi?İdrar yolu enfeksiyonu varlığında ılık bir duş ağrıları azaltmaya yardımcı olabilir.Sıcak su idrar yolu enfeksiyonuna iyi gelir mi?Benzer şekilde idrar yolu enfeksiyonu varlığında sıcak su torbası ağrıları azaltmaya yardımcı olabilir.İdrar yolu enfeksiyonu tedavisi kaç gün sürer?Sistit tedavisinde 1-3 ve 7 gün süren protokoller var iken, pyelonefrit tedavisi daha uzun sürmektedir ve en az 2 hafta ilaç kullanmak gerekmektedir.İdrar yolu enfeksiyonu hangi vitamin eksikliğinde olur?İdrar yolu enfeksiyonuna neden olan bir vitamin eksikliği yoktur.İdrar yaparken yanma ve ağrıya ne iyi gelir?İdrar yaparken yanma ve ağrı; idrar yolu enfeksiyonunun belirtisidir ve antibiyotik almanız gerekebilir bu nedenle doktorunuza başvurmanız gerekmektedir.İdrar yolu enfeksiyonu antibiyotik kullanmadan geçer mi?Çoğu idrar yolu enfeksiyonu antibiyotik haplarla tedavi edilir. Ancak hafif dereceli sistitler sıvı alımı arttırılarak geçirilebilir.Bol bol su içmek idrar yolu enfeksiyonunu geçirir mi?Evet, hafif dereceli sistitler sıvı alımı arttırılarak geçirilebilir.Geçmeyen idrar yolu enfeksiyonu neden olur?İdrar yolu enfeksiyonları tedavi ile geçer, eğer enfeksiyon geçmiyor ise buna sebep olan altta yatan taş ve yapısal anomaliler gibi durumlar mevcuttur ve ileri tetkik gerekmektedir.İdrar yolu enfeksiyonu cinsel ilişkiye girilir mi?İdrar yolu enfeksiyonu (sistit, piyelonefrit) cinsel ilişkiye girmeye engel değildir.İdrar yolu enfeksiyonu ne kadar sürer?Sistit genellikle 3-7 gün sürer iken, pyelonefrit daha uzun yaklaşık 2 hafta kadar sürmektedir.İdrar yolu enfeksiyonu kendi kendine geçer mi?Vücut direncinin yüksek olduğu kişilerde komplike olmayan idrar yolu enfeksiyonlarının yaklaşık yüzde 25-30’u antibiyotik kullanmadan iyi sıvı alımı ile düzelir. Ancak tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu ve kronikleşme ihtimali tedavi alanlara göre daha yüksek olmaktadır.İdrar yolu enfeksiyonu hangi yaş gruplarında gelişir?10 yaşına kadar çocukların yaklaşık yüzde 3’ünde idrar yolu enfeksiyonu görülür. Doğumdan itibaren ilk 3 ayda erkek çocuklarda sık ortaya çıkarken sonrasında kızlarda daha yaygın görülür. Erkeklerde prostat şikayetlerinin belirdiği 50’li yaşlardan sonra sıklık artarken, kadınlarda ilk görülme sıklığı artışı cinsel ilişki başlaması ile olur ve daha sonra menopoz ile tekrar görülme sıklığı artar.İdrar yolu enfeksiyonu hangi cinsiyette daha sık ortaya çıkar?Kadın genitalinin anatomik olarak enfeksiyona daha açık olması ve kadın idrar yolunun kısa olması nedeniyle kadınlarda daha sık görülür.İdrar yolu enfeksiyonunun tedaviye rağmen tekrarlama olasılığı var mıdır?Ne yazık ki tedavi edilmeyen veya nedeni ortadan kaldırılamayan idrar yolu enfeksiyonları tekrarlama eğilimi gösterir.İdrar yolu enfeksiyonu kısırlığa sebep olur mu?İdrar yolu enfeksiyonu eğer cinsel yolla bulaşmış ve genital organlarda tutulum oluşturmuşsa kısırlığa neden olabilir.İdrar yolu enfeksiyonu hamilelerde düşüğe sebep olur mu?Hamilelerde ortaya çıkan idrar yolu enfeksiyonu septik bir tablo oluşturur ve vücuda yayılırsa erken doğum ve nadiren düşüğe de neden olabilir.İdrar yolu enfeksiyonu cinsel yolla bulaşır mı?İdrar yolu enfeksiyonları sıklıkla olmasa da cinsel yolla da bulaşabilir.İdrar yolları enfeksiyonunun tedavisinde bitkisel yöntemlerin yeri var mıdır? Varsa hangi alternatif tedavi yöntemleri kullanılabilir?Bazı bitkisel desteklerin idrar yolu enfeksiyonu oluşma ihtimalini azalttığı düşünülmekle birlikte bu konuda yeterli bilimsel kanıt henüz bulunmamaktadır.Havuza girmek idrar yolu enfeksiyonuna sebep olur mu?Uygunsuz koşullara sahip havuzlar enfeksiyona neden olabilir veya zemin hazırlayabilir.Ayakları üşütmek idrar yolları enfeksiyonuna sebep olur mu?Sık tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu hikayesi olanlarda ayak ve karın bölgesini üşütmek enfeksiyon ataklarını tetikleyebilir. Ancak bağışıklık sistemi kuvvetli erişkinde yeni idrar yolu enfeksiyonu oluşumuna neden olduğunu gösteren bilimsel veri bulunmamaktadır.Su tüketimi idrar yolları enfeksiyonu gelişimini ve tedavisini etkiler mi?Hem çocuk hem erişkinlerde güne yayarak tüketilen bol sıvı enfeksiyon gelişme ihtimalini azalttığı gibi oluşan enfeksiyonun tedavisini de kolaylaştırır.Mesane enfeksiyonlarına sık tekrarlar mı?Bazı insanlar tekrarlayan sistit atakları geçirebilirler. İnsanların neden tekrarlayan sistit olduğu her zaman net değildir. Mesane enfeksiyonunun semptomlarına başka şeyler neden olabilir. Doktorunuz bu sorunların belirtilerinize neden olup olmadığını görmek isteyecektir. Üroloğunuz bu nedenle ek muayene, testler ve sistoskopi yapma ihtiyacı duyabilir. Ancak gerçekten tekrarlanan enfeksiyonlarla uğraşıyorsanız, daha fazla enfeksiyon kapmamak için yapabileceğiniz şeyler vardır. Bunlar şunları içerir:Çok sayıda mesane enfeksiyonu olursanız ve yukarıdaki yöntemler yardımcı olmadıysa, doktorunuz enfeksiyonu önlemeye yardımcı olmak için size antibiyotik verebilir. Ancak uzun süreli antibiyotik kullanımının dezavantajları vardır, bu nedenle doktorlar genellikle önce başka şeyler denemeyi önerir.Kızılcık suyu veya diğer ürünler mesane enfeksiyonlarını önleyebilir mi?İnsanlar genellikle mesane enfeksiyonlarını önlemeye yardımcı olduğunu iddia eden "doğal" ürünleri merak ederler. Bunlara kızılcık suyu ve diğer kızılcık ürünleri, probiyotikler, C vitamini ve D mannoz dahildir. Bu ürünlerin işe yaradığına dair kanıtlar vardır ve kullanımının zararlı olduğuna dair kanıt yoktur.Bebeklerde ve çocuklarda idrar yolu enfeksiyonu belirtileri nelerdir?Bebeklerde ve çocuklardan en sık görülen idrar yolu enfeksiyon belirtileri arasında yüksek ateş yer alır. Çocuğunuzun boynuna, sırtına ve karnına dokunduğunuzda normalden daha sıcak hissediyorsanız ya da normalde olduğundan daha sinirli davranıyorsa idrar yolu enfeksiyonu belirtisi olabilir. Bunun yanında bebeklerde ve çocuklarda yemek yememe, yatağı ıslatma gibi belirtiler de ortaya çıkabilir.Böbrek enfeksiyonunun belirtileri nelerdir?Bir böbrek enfeksiyonunun semptomları, bir mesane enfeksiyonunun semptomlarını içerebilir, ancak böbrek enfeksiyonları ayrıca şunlara da neden olabilir: | 13,384 |
389 | Hastalıklar | İlaç Alerjisi | Her yaşta görülebilen ilaç alerjisi erişkin yaş grubunda daha sık izleniyor. İlaç kullanımının artması, genetik geçiş ve kişinin bağışıklık sistemi nedeniyle ortaya çıkan ilaç alerjisinin teşhisinin doğru bir şekilde konulması gerekiyor. Çünkü gereksiz yere ilaç alerjisi tanısı almak, hastanın ihtiyacı olduğu durumda ilacı kullanamamasına ve tedavisinin aksamasına neden olabiliyor. Bu tanıyı alan kişilere uygulanan duyarsızlaştırma tedavisi ile alınması gereken ilaçların kullanılması sağlanıyor.Her yaşta görülebilen ilaç alerjisi erişkin yaş grubunda daha sık izleniyor. İlaç kullanımının artması, genetik geçiş ve kişinin bağışıklık sistemi nedeniyle ortaya çıkan ilaç alerjisinin teşhisinin doğru bir şekilde konulması gerekiyor. Çünkü gereksiz yere ilaç alerjisi tanısı almak, hastanın ihtiyacı olduğu durumda ilacı kullanamamasına ve tedavisinin aksamasına neden olabiliyor. Bu tanıyı alan kişilere uygulanan duyarsızlaştırma tedavisi ile alınması gereken ilaçların kullanılması sağlanıyor.
İlaç alerjisi nedir? İlaç alerjisi belirli bir ilacın uygun dozda kullanımından kısa süre sonra ortaya çıkan bağışıklık sisteminin öngörülemeyen anormal reaksiyonudur. Bu reaksiyonlar basit cilt döküntüsüne neden olabileceği gibi ağır yaşamı tehdit eden sistemik reaksiyonlar ya da alerjik şoka (anafilaksi) da yol açabilir.İlaç alerjisinin belirtileri nelerdir? İlaç alerjilerinin belirtileri farklılık gösterebilir. Gerçek ilaç alerjilerinin belirtileri arasında kaşıntı, ciltte kızarıklık ve döküntü, nefes darlığı, burunda akıntı, tansiyon düşmesi, ishal, kusma, bayılma ve anafilaksi bulunur. Bu belirtiler ilaç alımından kısa bir süre sonra ortaya çıkabileceği gibi, ilaç ateşi, ilaca bağlı kansızlık, karaciğer ve böbrek patolojileri gibi bazı durumlarda ilaç alımından haftalar sonra da görülebilir.İlaç alerjisinin nedenleri nelerdir?İlaç alerjisinin nedeni bireyin tamamen kendi bağışıklık sistemi ve var olan hastalıkları ile ilişkili olan bir durumdur. Kişinin alerjik yapıda olması, herhangi bir ilaca karşı alerjisinin olması, çok fazla ilaç kullanılması, genetik faktörler bu nedenleri oluşturmaktadır.İlaç alerjisinin teşhisi nasıl konulur?İlaç alımıyla karşılaşılan her sorun ilaç alerjisi olarak değerlendirilmemelidir. İlaç alımı ile karşılaşılan sorunların gerçekten alerjik reaksiyon olup olmadığını belirlemek için mutlaka alerji hekimi ile irtibat kurmak gerekir. Teşhiste hastanın öyküsü ve testler önem taşımaktadır. Hastanın anlattıkları doğrultusunda şüphelenilen ilaç ile ilgili olarak öncesinde yapılan araştırmalarda kullanılan kan testleri, ilaca özel cilt testleri ve ilacın kontrollü olarak tekrar uygulanması gibi yöntemlerle tanı konulmaya çalışılır.İlaç alerjisi nasıl tedavi edilir?İlaç alerjisi olanlar öncelikle hayati önem olmadıkça alerji geliştirdiği ilaçları kullanmaktan kaçınmalıdır. Alerji gelişen ilaç grubuna ihtiyaç olduğunda bireyin güvenle kullanabileceği alternatif ilaçlar alerji hekimi tarafından testlerle belirlenmelidir. Ancak kişinin alerji geliştirdiği ve bu ilaç dışında da tedavi seçeneği olmadığı durumlarda, ilaca karşı “Duyarsızlaştırma” (Desensitizasyon) tedavisi uygulanmaktadır. Özel bir tedavi yöntemi olan duyarsızlaştırma yönteminde kişinin alerji geliştiği ilacın dozu çok düşükten başlanarak belirli zaman dilimi içerisinde giderek artırılır. Tedavide istenilen doza ulaşıldıktan sonra kesintisiz olarak devam edilir. Bu tedavi hastane ortamında sadece deneyimli alerji uzman hekimi gözetiminde ve deneyimli personel ile gözetim altında yapılabilmektedir.İlaç alerjisi ile ilgili sık sorulan sorular İlaç alerjisi en sık hangi ilaçlara karşı gelişir?Bütün ilaçlar alerjiye sebep olabilmektedir. Ancak en sık ağrı kesiciler ile penisilin grubu antibiyotiklerde alerjik reaksiyon oluşmaktadır. Bununla birlikte giderek artan sıklıkta kanser tedavisinde kullanılan kemoterapötik ilaçlar ve biyolojik ajanlara karşı da alerjik reaksiyonlar görülebilmektedir.İlaç alerjisi hangi yaş aralığında görülür?İlaç alerjisi her yaşta görülebilen ancak özellikle erişkin yaş grubunun alerjileri arasında yer alır. Kişiler daha önce hiçbir sorun yaşamadan ilaç kullanabiliyorken, daha sonra bu ilaca karşı alerjik reaksiyon geliştirebilir.İlaç alerjisi tanısının konulması neden önemlidir?İlaç alımıyla karşılaşılan her sorun ilaç alerjisi olarak değerlendirilmemelidir. İlaç alımı ile karşılaşılan sorunların gerçekten alerjik reaksiyon olup olmadığını belirlemek için mutlaka alerji hekimi ile irtibat kurmak gerekir. Çünkü gereksiz yere ilaç alerjisi tanısı almanın hastanın ihtiyacı olduğu durumda ilacı kullanamamasına, gereksiz yere farklı ilaçlar kullanmasına, tedavide uzama, gecikme ve tedavi olamama gibi durumlara yol açabilir. Eğer ilaç alerjisi tanısı doğru şekilde konulursa bireyin hangi ilaçları kullanmaması gerektiği, hangi ilaçları kullanabileceği belirlenerek kişinin yaşam kalitesi artırılabilir.İlaç alerjisinde duyarsızlaştırma tedavisi ne kadar süre uygulanır?Duyarsızlaştırma tedavisine ilacın kullanımı süresince devam edilir. Ancak araya zaman giren ilaç kullanımlarında bu duyarsızlaştırma tedavisinin her seferinde tekrar edilmesi gerekir.İlaç alerjisinden korunmak için neler yapılmalıdır?İlaç alerjisi olan kişiye, alerji geliştirdiği ve kullanmaması gereken ilaçların listesi verilmelidir ve kişiler bu ilaçları kullanmaktan kaçınmalıdır. Hastalar, sağlık kurumlarına gittiklerinde mutlaka ilaç alerjisi olduğunu belirtmeli ve yanında hangi ilaca alerjisi olduğunu gösteren bir kart taşımalıdır. İlaç kullanımına bağlı olarak gelişebilecek anafilaksi durumlarında kullanılmak üzere yanında adrenalin otoenjektör bulundurmalıdır.
İlaç alerjisi nedir? İlaç alerjisi belirli bir ilacın uygun dozda kullanımından kısa süre sonra ortaya çıkan bağışıklık sisteminin öngörülemeyen anormal reaksiyonudur. Bu reaksiyonlar basit cilt döküntüsüne neden olabileceği gibi ağır yaşamı tehdit eden sistemik reaksiyonlar ya da alerjik şoka (anafilaksi) da yol açabilir.İlaç alerjisinin belirtileri nelerdir? İlaç alerjilerinin belirtileri farklılık gösterebilir. Gerçek ilaç alerjilerinin belirtileri arasında kaşıntı, ciltte kızarıklık ve döküntü, nefes darlığı, burunda akıntı, tansiyon düşmesi, ishal, kusma, bayılma ve anafilaksi bulunur. Bu belirtiler ilaç alımından kısa bir süre sonra ortaya çıkabileceği gibi, ilaç ateşi, ilaca bağlı kansızlık, karaciğer ve böbrek patolojileri gibi bazı durumlarda ilaç alımından haftalar sonra da görülebilir.İlaç alerjisinin nedenleri nelerdir?İlaç alerjisinin nedeni bireyin tamamen kendi bağışıklık sistemi ve var olan hastalıkları ile ilişkili olan bir durumdur. Kişinin alerjik yapıda olması, herhangi bir ilaca karşı alerjisinin olması, çok fazla ilaç kullanılması, genetik faktörler bu nedenleri oluşturmaktadır.İlaç alerjisinin teşhisi nasıl konulur?İlaç alımıyla karşılaşılan her sorun ilaç alerjisi olarak değerlendirilmemelidir. İlaç alımı ile karşılaşılan sorunların gerçekten alerjik reaksiyon olup olmadığını belirlemek için mutlaka alerji hekimi ile irtibat kurmak gerekir. Teşhiste hastanın öyküsü ve testler önem taşımaktadır. Hastanın anlattıkları doğrultusunda şüphelenilen ilaç ile ilgili olarak öncesinde yapılan araştırmalarda kullanılan kan testleri, ilaca özel cilt testleri ve ilacın kontrollü olarak tekrar uygulanması gibi yöntemlerle tanı konulmaya çalışılır.İlaç alerjisi nasıl tedavi edilir?İlaç alerjisi olanlar öncelikle hayati önem olmadıkça alerji geliştirdiği ilaçları kullanmaktan kaçınmalıdır. Alerji gelişen ilaç grubuna ihtiyaç olduğunda bireyin güvenle kullanabileceği alternatif ilaçlar alerji hekimi tarafından testlerle belirlenmelidir. Ancak kişinin alerji geliştirdiği ve bu ilaç dışında da tedavi seçeneği olmadığı durumlarda, ilaca karşı “Duyarsızlaştırma” (Desensitizasyon) tedavisi uygulanmaktadır. Özel bir tedavi yöntemi olan duyarsızlaştırma yönteminde kişinin alerji geliştiği ilacın dozu çok düşükten başlanarak belirli zaman dilimi içerisinde giderek artırılır. Tedavide istenilen doza ulaşıldıktan sonra kesintisiz olarak devam edilir. Bu tedavi hastane ortamında sadece deneyimli alerji uzman hekimi gözetiminde ve deneyimli personel ile gözetim altında yapılabilmektedir.İlaç alerjisi ile ilgili sık sorulan sorular İlaç alerjisi en sık hangi ilaçlara karşı gelişir?Bütün ilaçlar alerjiye sebep olabilmektedir. Ancak en sık ağrı kesiciler ile penisilin grubu antibiyotiklerde alerjik reaksiyon oluşmaktadır. Bununla birlikte giderek artan sıklıkta kanser tedavisinde kullanılan kemoterapötik ilaçlar ve biyolojik ajanlara karşı da alerjik reaksiyonlar görülebilmektedir.İlaç alerjisi hangi yaş aralığında görülür?İlaç alerjisi her yaşta görülebilen ancak özellikle erişkin yaş grubunun alerjileri arasında yer alır. Kişiler daha önce hiçbir sorun yaşamadan ilaç kullanabiliyorken, daha sonra bu ilaca karşı alerjik reaksiyon geliştirebilir.İlaç alerjisi tanısının konulması neden önemlidir?İlaç alımıyla karşılaşılan her sorun ilaç alerjisi olarak değerlendirilmemelidir. İlaç alımı ile karşılaşılan sorunların gerçekten alerjik reaksiyon olup olmadığını belirlemek için mutlaka alerji hekimi ile irtibat kurmak gerekir. Çünkü gereksiz yere ilaç alerjisi tanısı almanın hastanın ihtiyacı olduğu durumda ilacı kullanamamasına, gereksiz yere farklı ilaçlar kullanmasına, tedavide uzama, gecikme ve tedavi olamama gibi durumlara yol açabilir. Eğer ilaç alerjisi tanısı doğru şekilde konulursa bireyin hangi ilaçları kullanmaması gerektiği, hangi ilaçları kullanabileceği belirlenerek kişinin yaşam kalitesi artırılabilir.İlaç alerjisinde duyarsızlaştırma tedavisi ne kadar süre uygulanır?Duyarsızlaştırma tedavisine ilacın kullanımı süresince devam edilir. Ancak araya zaman giren ilaç kullanımlarında bu duyarsızlaştırma tedavisinin her seferinde tekrar edilmesi gerekir.İlaç alerjisinden korunmak için neler yapılmalıdır?İlaç alerjisi olan kişiye, alerji geliştirdiği ve kullanmaması gereken ilaçların listesi verilmelidir ve kişiler bu ilaçları kullanmaktan kaçınmalıdır. Hastalar, sağlık kurumlarına gittiklerinde mutlaka ilaç alerjisi olduğunu belirtmeli ve yanında hangi ilaca alerjisi olduğunu gösteren bir kart taşımalıdır. İlaç kullanımına bağlı olarak gelişebilecek anafilaksi durumlarında kullanılmak üzere yanında adrenalin otoenjektör bulundurmalıdır. | 3,906 |
390 | Hastalıklar | İktidarsızlık | Cinsel iktidarsızlık ya da ereksiyon güçlüğü, erkeklerin yaşadığı cinsel sorunların başında geliyor. Erkeklerin psikolojilerini de olumsuz etkileyebilen bu sorun, doğru yaklaşımlarla tedavi edilebiliyor.Cinsel iktidarsızlık ya da ereksiyon güçlüğü, erkeklerin yaşadığı cinsel sorunların başında geliyor. Erkeklerin psikolojilerini de olumsuz etkileyebilen bu sorun, doğru yaklaşımlarla tedavi edilebiliyor.
İktidarsızlık nedir?Ereksiyonda zorluk, halk arasında bilinen adıyla cinsel iktidarsızlık sağlıklı bir cinsel ilişki için gerekli penis sertliğinin sağlanamaması veya bu sertliğin devam ettirilememesi olarak tanımlanmaktadır. Erkek cinsel fonksiyon bozukluğu olan iktidarsızlık; libido kaybı olarak bilinen cinsel istek yokluğu, boşalma sorunları, orgazm yokluğu, penis kısalığı, peniste eğrilik gibi farklı sorunları kapsamaktadır.İktidarsızlık belirtileri nelerdir?Hasta ile görüşme sırasında elde edilen bilgiler sorunun psikolojik veya organik bir hastalığa bağlı olup olmadığının anlaşılmasında da faydalı olmaktadır.Psikolojik iktidarsızlık belirtileri; Genellikle ani başlangıçlıdır. Daha önce normal bir cinsel yaşam varken birden bire bu durum ortaya çıkmaktadır. Hasta bu sorun karşısında genellikle kısa süre içinde doktora başvurmaktadır. Muayenede yapılan sorgulamada kişilerin stresli yaşam tarzı, iş-aile-çevre ilişkileri olduğu saptanmaktadır. Herhangi bir sağlık sorunu, iktidarsızlık için risk faktörü bulunmayabilir. Ereksiyon sorunları durumsal değişkenlik göstermektedir. Bazı ortam ve şartlarda normal ereksiyon izlenirken, bazı durumlarda ereksiyon sorunu mevcuttur. Gece sertleşmeleri ve sabah ereksiyonları vardır ve normaldir.Organik bozukluğa bağlı olarak iktidarsızlık belirtileri; İktidarsızlık sorunu, uzun süre içinde yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. Kişinin ereksiyon kalitesinde uzun bir zaman içinde azalma mevcuttur. Özellikle yaşlı hastalar bunu yaşlanmanın doğal bir sonucu olarak algılamaktadır. Bu nedenle tam anlamda iktidarsızlık gelişmesi daha uzun sürede meydana gelmektedir. Dolayısı ile hasta doktora daha uzun sürede başvurmaktadır. Hastanın yakınması 6 aydan eskidir. Genelde organik bozukluğa neden olan şeker hastalığı, atardamarı etkileyen ateroskleroz, hipertansiyon veya hiperlipidemi gibi ek bir sağlık sorunu bulunmaktadır. İktidarsızlık sorunları durumsal değişkenlik göstermemektedir. Gece sertleşmeleri ve sabah ereksiyonları azalmış veya hiç yoktur. İktidarsızlığın nedenleri nelerdir?Cinsel iktidarsızlık, fiziksel nedenlerden olabileceği gibi psikolojik sorunlardan da kaynaklanabilmektedir.-Psikolojik hastalıklar: Sağlıklı bir cinsel yaşam için uygun ruh hali çok önemlidir. İş, ekonomik ya da partnerden kaynaklı sorunlar ve depresyon, bireyin ruh halini etkileyerek sağlıklı bir cinsel ilişki kurabilmesine engel olabilmektedir.-Sistemik hastalıklar: Şeker hastalığı, damar sertliği, yüksek kolesterol ve hipertansiyon ereksiyon kaybına yani iktidarsızlık sorununa neden olan en önemli faktörlerdir. Diyabet ve kalp hastalığı olan erkeklerin %50’sinde ilk tanıda veya takip eden yıllar içinde iktidarsızlık sorunu başta olmak üzere farklı cinsel fonksiyon sorunları gelişmektedir.-Sinir sistemi hastalıkları: Penisin sinirsel uyarılmasını etkileyen şeker hastalığı, alkol bağımlığı ya da sinir sistemini etkileyen hastalıklar erkeklerde iktidarsızlığa neden olabilmektedir. Bunun yanında omurga yaralanmaları ve kanser cerrahisi sırasında ereksiyonda rol oynayan sinirlerin zedelenmesi, erkeklerde iktidarsızlık yaşanmasına neden olabilmektedir. -Kronik hastalıklar: Kronik karaciğer hastalığı olanlarda %35-70; kronik böbrek hastalığı olanlarda ise %50’den fazla cinsel fonksiyon bozukluğu izlenmektedir.-Hormonal bozukluklar: Testosteron hormonu eksikliği, troid bezinin az veya fazla çalışması iktidarsızlığa ve cinsel fonksiyon bozukluğuna neden olmaktadır.-İdrar yolu hastalıkları: Prostat hastalıkları hem fizyolojik etkenler ile hem de kişinin yaşam kalitesi etkilemesi sonucu cinsel fonksiyon kaybına ve iktidarsızlığa yol açmaktadır. -Sigara içilmesi: Sigara içen erkeklerde cinsel işlev bozukluğu oranı %49,5 - 75 arasında değişmektedir. Bu durum içilen sigara miktarı ve süresi ile doğrudan ilişkilidir.-İlaç kullanımı: Bazı tansiyon ilaçları ile birlikte hormonal mekanizmayı, kan basıncını ve sinirsel uyarımı etkileyen ilaçlar cinsel fonksiyon bozukluğuna ve iktidarsızlığa neden olabilmektedir.-Şişmanlık: Obezite, şeker hastalığı veya insülin direncinde artış ile birlikte kandaki yağ oranının artmasıyla görülen metabolik sendrom erkeklerde cinsel fonksiyon bozukluğu gelişimi için önemli bir risk faktörüdür.-Penisin anatomik bozuklukları: Küçük penis, peniste eğrilik olması, idrar deliğinin normal yerinden farklı bir lokalizasyonda bulunması gibi durumlarda iktidarsızlık sorunları ortaya çıkabilmektedir.İktidarsızlık teşhisiİktidarsızlık sorununun kaynağı nasıl anlaşılır?Öncelikle yapılması gereken, detaylı bir sorgulama ile cinsel fonksiyon bozukluğu türünün saptanmasıdır. Cinsel ilişkiye girmekte zorlanma şikayeti ile başvuran pek çok hastada, detaylı bir sorgulama yapıldığında esas problemin ereksiyon değil, cinsel ilişkinin hemen başında meni sıvısının gelmesi ve boşalmaya bağlı olarak ereksiyonu devam ettirememe olduğu anlaşılmaktadır. Bu tür hastalarda esas sorun iktidarsızlık değil, erken boşalmadır. Benzer şekilde ereksiyon kaybı ile başvuran özellikle yaşlı hastalarda detaylı sorgulama yapıldığında esas sorunun cinsel isteksizlik olduğu; cinsel dürtü olmadığı için kişinin ereksiyon sağlayamadığı ve cinsel iktidarsızlık yaşadığı anlaşılabilmektedir. Bunun tersi durumlarda yaşanabilmektedir. Cinsel isteksizlik şikayeti ile gelen hastalarda yapılan detaylı araştırmada kişinin ereksiyon sağlamada zorlandığı, ereksiyonu elde edemediği için de cinsel ilişkiden kaçındığı anlaşılabilmektedir. Dolayısı ile hasta öyküsü, cinsel fonksiyon bozukluğunun doğru olarak değerlendirmesinde esastır.İktidarsızlığın tedavisinde hangi yollar kullanılıyor?Cinsel fonksiyon bozukluğun tedavisi uygun tanı konulduktan sonra yapılmalıdır.İktidarsızlık tedavisinde yapılan tedaviler sırası ile: Sigara, alkol tüketimi kontrolünün yapıldığı, düzenli egzersiz programı içeren yaşam tarzının hayata geçirilmesi. İlaç tedavisi. Halk arasında sertleşme ilaçları olarak bilinen ilaçların kullanılması kesinlikle doktor kontrolünde yapılmalıdır. Hormonal bozukluk ve erken boşalmayı geciktirici ilaçlar ve tedavilerde yapılmaktadır. Topikal uygulamalar; penise sertleşme sağlayıcı enjeksiyonlar yapılabilir. Eksternal tedavi uygulamaları; Vakum cihazı, ESWT ile şok terapi Cerrahi yöntemler; Mutluluk çubuğu olarak bilinen penil protezler ve damarsal ameliyatlarİktidarsızlık hakkında sık sorulan sorular Cinsel fonksiyon bozukluklarının sorununun görülme sıklığı ne kadardır?Cinsel fonksiyon bozuklukları 30-40 yaşlarında %26-35 oranında görülürken,40-50 yaş aralığında bu oran %40-52’ye kadar çıkmaktadır. 50 yaş üzerinde ise cinsel fonksiyon bozukluklarının görülme oranı %49,3 - 72 arasında izlenmektedir. Genç yaş grubunda en çok rastlanan sorunun erken boşalma olduğu görülürken; ileri yaşlarda ise cinsel iktidarsızlık ve cinsel isteksizlik ön plana çıkmaktadır. Ancak, bu yüksek oranlara rağmen utanıp çekinilmesi nedeniyle hastaların sadece %10’u konuyu doktoru ile paylaşmakta ve tedavi için başvuruda bulunmaktadır.İktidarsızlığın teşhisinde hangi testler yapılır?Detaylı bir öykü alımı ile cinsel fonksiyon bozukluğunun türü saptandıktan sonra detaylı fiziki muayene yapılması gerekmektedir. Fiziki muayene sadece genital organın değerlendirilmesi ile sınırlı olmayıp, tam bir sistemik muayene olarak yapılmaktadır. Genital bölgenin değerlendirmesinin ardından, hastadaki kıllanma, sakal yapısı ve göğüslerde büyüme olup olmadığı da gözlemlenmelidir. Tansiyon ölçümü ve boy kilo endeksi hesaplanırken, işeme ve erken boşalma sorunu olanlar ile 50 yaş üzerindeki hastalara prostat muayenesi yapılması gerekmektedir.Fizik muayenenin ardından ateroskleroz, şeker hastalığı veya hormonal bozukluk gibi risk faktörlerini ortaya koyan testler yapılmaktadır. İktidarsızlık şikayetiyle başvuran hastalara mutlaka yapılması gereken testler şunlardır: -Biyokimyasal testler: Serum lipit düzeylerinin ölçümü, açlık kan şekeri, diabetik olduğu bilinen bir olguda 3 aylık ortalama kan şekeri hakkında bilgi veren HbA1C düzeyi testleri.-Hormonal testler: Serum testosteron düzeyi ölçümüBu testlere ilave olarak gerekli olgularda altta yatan hastalık veya risk faktörüne bağlı olarak karaciğer fonksiyon testleri, tam kan ve sedimantasyon, tam idrar tetkiki, PSA düzeyi ölçümü, ek hormonal testler gibi ilave tetkikler istenebilmektedir. İktidarsızlık yakınması ile başvuran bir hastada nörolojik sistemi değerlendirmek için yapılan rutin bir test yoktur. Şeker hastalığı, sinir sistemini ilgilendiren kronik hastalığı olan, ilaç kullanan veya operasyon öyküsü olan olgularda detaylı bir nörolojik muayene için ilgili bölüm tarafından hastanın değerlendirmesi önerilir.İktidarsızlık teşhis ve tedavisinde radyolojik görüntüleme kullanılıyor mu?Penis kanlanması tek bir atardamar ile sağlanmaktadır. Bu damarı etkileyen her türlü risk faktörü veya hastalık kan akımını bozarak penis kanlanması azalmasına ve iktidarsızlığa neden olabilmektedir. Bu amaçla Penil Doppler ultrasonografi ile penis kan akımı değerlendirilmektedir. Penil Doppler ultrasonografi minimal invaziv bir girişim olduğu için her hastaya uygulanmamaktadır. Penil Doppler ultrasonografinin uygulandığı durumlar; Damarsal yapıyı etkileyecek şeker hastalığı, ateroskleroz hipertansiyon, hiperlipedemi gibi sistemik hastalığı olanlar Uzun süreli kronik alkol ve sigara tüketimi olanlar Penise yönelik operasyon, travma öyküsü olup kan akımı ve penis yapısının bozulduğu olgular Karın alt bölgesin veya büyük damarlara yönelik operasyon öyküsü olanlar Peyronie hastalığı öyküsü olanlar Daha önce uygulanan tedaviye yanıt vermeyen hastalar Penil Doppler ultrasonografide hastaya ereksiyon sağlayıcı bir iğne yapılarak suni ereksiyon sağlanmakta ve bu enjeksiyon öncesi ve sonrasında 5 dakika ara ile penis kan akımları ölçülmektedir.Testosteron eksikliği iktidarsızlık nedeni midir?Testosteron, erkek genital organı olan testislerden salgılanan bir hormondur. Ergenlikle birlikte salınmaya başlayan testosteron bu süreçte erkek çocukta vücut yapısının farklılaşması, cinsiyet karakterlerinin gelişmesi sağlar. Kemik-kas dokusunun gelişimi, kan hücrelerinin yapımı, lipit metabolizmasının kontrolü, kalp fonksiyonlarının düzenlenmesi gibi pek çok organ ve doku üzerinde önemli etkileri olan testosteronun cinsellik bakımından en önemli özelliği cinsel istek sağlamasıdır. Testosteronun azaldığı durumlarda cinsel istek kaybı olduğu için ilişki gerçeklemez. Halk arasında “Andropoz” olarak da ifade edilen yaşa bağlı testosteron düşüklüğü 50 yaş üzeri erkeklerde ortaya çıkan bir sağlık sorunudur. Ayrıca, genç yaş grubunda da stres, kullanılan bazı ilaçlar ve obeziteye bağlı testosteron düşüklüğü ve cinsel fonksiyon bozukluğu izlenmektedir.Sigara tiryakiliği iktidarsızlığa neden olur mu?İktidarsızlığın nedenleri, hormonal bozukluklar, geçirilmiş ameliyatlar, damar sertliği, damar tıkanıklıkları ve yetmezlikleri, enfeksiyonlar, ilaç kullanımı (tansiyon, depresyon ilaçları), düşme, trafik kazaları, bazı hastalıklar, uyuşturucu kullanımı, yoğun sigara içilmesi ve strestir. Yapılan araştırmalar günde 1 paket sigara içenlerde 30 yıl, 2 paket içenlerde ise 15 yıl içerisinde ereksiyon bozukluğu görülme riskinin, %70 olduğunu göstermektedir. İktidarsızlık yalnızca erkeğin kendisinden kaynaklanan bir durum değildir. Kadınlarda sıklıkla ortaya çıkan cinsel fonksiyon bozukluğu, partnerinde de ereksiyon problemlerine neden olabilmektedir. Öte yandan iktidarsızlık organik nedenlere bağlıysa kalıcı olabilmekte; ancak erken teşhis ile tedavi edilebilmektedir.
İktidarsızlık nedir?Ereksiyonda zorluk, halk arasında bilinen adıyla cinsel iktidarsızlık sağlıklı bir cinsel ilişki için gerekli penis sertliğinin sağlanamaması veya bu sertliğin devam ettirilememesi olarak tanımlanmaktadır. Erkek cinsel fonksiyon bozukluğu olan iktidarsızlık; libido kaybı olarak bilinen cinsel istek yokluğu, boşalma sorunları, orgazm yokluğu, penis kısalığı, peniste eğrilik gibi farklı sorunları kapsamaktadır.İktidarsızlık belirtileri nelerdir?Hasta ile görüşme sırasında elde edilen bilgiler sorunun psikolojik veya organik bir hastalığa bağlı olup olmadığının anlaşılmasında da faydalı olmaktadır.Psikolojik iktidarsızlık belirtileri;Organik bozukluğa bağlı olarak iktidarsızlık belirtileri;İktidarsızlığın nedenleri nelerdir?Cinsel iktidarsızlık, fiziksel nedenlerden olabileceği gibi psikolojik sorunlardan da kaynaklanabilmektedir.-Psikolojik hastalıklar: Sağlıklı bir cinsel yaşam için uygun ruh hali çok önemlidir. İş, ekonomik ya da partnerden kaynaklı sorunlar ve depresyon, bireyin ruh halini etkileyerek sağlıklı bir cinsel ilişki kurabilmesine engel olabilmektedir.-Sistemik hastalıklar: Şeker hastalığı, damar sertliği, yüksek kolesterol ve hipertansiyon ereksiyon kaybına yani iktidarsızlık sorununa neden olan en önemli faktörlerdir. Diyabet ve kalp hastalığı olan erkeklerin %50’sinde ilk tanıda veya takip eden yıllar içinde iktidarsızlık sorunu başta olmak üzere farklı cinsel fonksiyon sorunları gelişmektedir.-Sinir sistemi hastalıkları: Penisin sinirsel uyarılmasını etkileyen şeker hastalığı, alkol bağımlığı ya da sinir sistemini etkileyen hastalıklar erkeklerde iktidarsızlığa neden olabilmektedir. Bunun yanında omurga yaralanmaları ve kanser cerrahisi sırasında ereksiyonda rol oynayan sinirlerin zedelenmesi, erkeklerde iktidarsızlık yaşanmasına neden olabilmektedir. -Kronik hastalıklar: Kronik karaciğer hastalığı olanlarda %35-70; kronik böbrek hastalığı olanlarda ise %50’den fazla cinsel fonksiyon bozukluğu izlenmektedir.-Hormonal bozukluklar: Testosteron hormonu eksikliği, troid bezinin az veya fazla çalışması iktidarsızlığa ve cinsel fonksiyon bozukluğuna neden olmaktadır.-İdrar yolu hastalıkları: Prostat hastalıkları hem fizyolojik etkenler ile hem de kişinin yaşam kalitesi etkilemesi sonucu cinsel fonksiyon kaybına ve iktidarsızlığa yol açmaktadır. -Sigara içilmesi: Sigara içen erkeklerde cinsel işlev bozukluğu oranı %49,5 - 75 arasında değişmektedir. Bu durum içilen sigara miktarı ve süresi ile doğrudan ilişkilidir.-İlaç kullanımı: Bazı tansiyon ilaçları ile birlikte hormonal mekanizmayı, kan basıncını ve sinirsel uyarımı etkileyen ilaçlar cinsel fonksiyon bozukluğuna ve iktidarsızlığa neden olabilmektedir.-Şişmanlık: Obezite, şeker hastalığı veya insülin direncinde artış ile birlikte kandaki yağ oranının artmasıyla görülen metabolik sendrom erkeklerde cinsel fonksiyon bozukluğu gelişimi için önemli bir risk faktörüdür.-Penisin anatomik bozuklukları: Küçük penis, peniste eğrilik olması, idrar deliğinin normal yerinden farklı bir lokalizasyonda bulunması gibi durumlarda iktidarsızlık sorunları ortaya çıkabilmektedir.İktidarsızlık teşhisiİktidarsızlık sorununun kaynağı nasıl anlaşılır?Öncelikle yapılması gereken, detaylı bir sorgulama ile cinsel fonksiyon bozukluğu türünün saptanmasıdır. Cinsel ilişkiye girmekte zorlanma şikayeti ile başvuran pek çok hastada, detaylı bir sorgulama yapıldığında esas problemin ereksiyon değil, cinsel ilişkinin hemen başında meni sıvısının gelmesi ve boşalmaya bağlı olarak ereksiyonu devam ettirememe olduğu anlaşılmaktadır. Bu tür hastalarda esas sorun iktidarsızlık değil, erken boşalmadır. Benzer şekilde ereksiyon kaybı ile başvuran özellikle yaşlı hastalarda detaylı sorgulama yapıldığında esas sorunun cinsel isteksizlik olduğu; cinsel dürtü olmadığı için kişinin ereksiyon sağlayamadığı ve cinsel iktidarsızlık yaşadığı anlaşılabilmektedir. Bunun tersi durumlarda yaşanabilmektedir. Cinsel isteksizlik şikayeti ile gelen hastalarda yapılan detaylı araştırmada kişinin ereksiyon sağlamada zorlandığı, ereksiyonu elde edemediği için de cinsel ilişkiden kaçındığı anlaşılabilmektedir. Dolayısı ile hasta öyküsü, cinsel fonksiyon bozukluğunun doğru olarak değerlendirmesinde esastır.İktidarsızlığın tedavisinde hangi yollar kullanılıyor?Cinsel fonksiyon bozukluğun tedavisi uygun tanı konulduktan sonra yapılmalıdır.İktidarsızlık tedavisinde yapılan tedaviler sırası ile:İktidarsızlık hakkında sık sorulan sorular Cinsel fonksiyon bozukluklarının sorununun görülme sıklığı ne kadardır?Cinsel fonksiyon bozuklukları 30-40 yaşlarında %26-35 oranında görülürken,40-50 yaş aralığında bu oran %40-52’ye kadar çıkmaktadır. 50 yaş üzerinde ise cinsel fonksiyon bozukluklarının görülme oranı %49,3 - 72 arasında izlenmektedir. Genç yaş grubunda en çok rastlanan sorunun erken boşalma olduğu görülürken; ileri yaşlarda ise cinsel iktidarsızlık ve cinsel isteksizlik ön plana çıkmaktadır. Ancak, bu yüksek oranlara rağmen utanıp çekinilmesi nedeniyle hastaların sadece %10’u konuyu doktoru ile paylaşmakta ve tedavi için başvuruda bulunmaktadır.İktidarsızlığın teşhisinde hangi testler yapılır?Detaylı bir öykü alımı ile cinsel fonksiyon bozukluğunun türü saptandıktan sonra detaylı fiziki muayene yapılması gerekmektedir. Fiziki muayene sadece genital organın değerlendirilmesi ile sınırlı olmayıp, tam bir sistemik muayene olarak yapılmaktadır. Genital bölgenin değerlendirmesinin ardından, hastadaki kıllanma, sakal yapısı ve göğüslerde büyüme olup olmadığı da gözlemlenmelidir. Tansiyon ölçümü ve boy kilo endeksi hesaplanırken, işeme ve erken boşalma sorunu olanlar ile 50 yaş üzerindeki hastalara prostat muayenesi yapılması gerekmektedir.Fizik muayenenin ardından ateroskleroz, şeker hastalığı veya hormonal bozukluk gibi risk faktörlerini ortaya koyan testler yapılmaktadır. İktidarsızlık şikayetiyle başvuran hastalara mutlaka yapılması gereken testler şunlardır: -Biyokimyasal testler: Serum lipit düzeylerinin ölçümü, açlık kan şekeri, diabetik olduğu bilinen bir olguda 3 aylık ortalama kan şekeri hakkında bilgi veren HbA1C düzeyi testleri.-Hormonal testler: Serum testosteron düzeyi ölçümüBu testlere ilave olarak gerekli olgularda altta yatan hastalık veya risk faktörüne bağlı olarak karaciğer fonksiyon testleri, tam kan ve sedimantasyon, tam idrar tetkiki, PSA düzeyi ölçümü, ek hormonal testler gibi ilave tetkikler istenebilmektedir. İktidarsızlık yakınması ile başvuran bir hastada nörolojik sistemi değerlendirmek için yapılan rutin bir test yoktur. Şeker hastalığı, sinir sistemini ilgilendiren kronik hastalığı olan, ilaç kullanan veya operasyon öyküsü olan olgularda detaylı bir nörolojik muayene için ilgili bölüm tarafından hastanın değerlendirmesi önerilir.İktidarsızlık teşhis ve tedavisinde radyolojik görüntüleme kullanılıyor mu?Penis kanlanması tek bir atardamar ile sağlanmaktadır. Bu damarı etkileyen her türlü risk faktörü veya hastalık kan akımını bozarak penis kanlanması azalmasına ve iktidarsızlığa neden olabilmektedir. Bu amaçla Penil Doppler ultrasonografi ile penis kan akımı değerlendirilmektedir. Penil Doppler ultrasonografi minimal invaziv bir girişim olduğu için her hastaya uygulanmamaktadır. Penil Doppler ultrasonografinin uygulandığı durumlar;Testosteron eksikliği iktidarsızlık nedeni midir?Testosteron, erkek genital organı olan testislerden salgılanan bir hormondur. Ergenlikle birlikte salınmaya başlayan testosteron bu süreçte erkek çocukta vücut yapısının farklılaşması, cinsiyet karakterlerinin gelişmesi sağlar. Kemik-kas dokusunun gelişimi, kan hücrelerinin yapımı, lipit metabolizmasının kontrolü, kalp fonksiyonlarının düzenlenmesi gibi pek çok organ ve doku üzerinde önemli etkileri olan testosteronun cinsellik bakımından en önemli özelliği cinsel istek sağlamasıdır. Testosteronun azaldığı durumlarda cinsel istek kaybı olduğu için ilişki gerçeklemez. Halk arasında “Andropoz” olarak da ifade edilen yaşa bağlı testosteron düşüklüğü 50 yaş üzeri erkeklerde ortaya çıkan bir sağlık sorunudur. Ayrıca, genç yaş grubunda da stres, kullanılan bazı ilaçlar ve obeziteye bağlı testosteron düşüklüğü ve cinsel fonksiyon bozukluğu izlenmektedir.Sigara tiryakiliği iktidarsızlığa neden olur mu?İktidarsızlığın nedenleri, hormonal bozukluklar, geçirilmiş ameliyatlar, damar sertliği, damar tıkanıklıkları ve yetmezlikleri, enfeksiyonlar, ilaç kullanımı (tansiyon, depresyon ilaçları), düşme, trafik kazaları, bazı hastalıklar, uyuşturucu kullanımı, yoğun sigara içilmesi ve strestir. Yapılan araştırmalar günde 1 paket sigara içenlerde 30 yıl, 2 paket içenlerde ise 15 yıl içerisinde ereksiyon bozukluğu görülme riskinin, %70 olduğunu göstermektedir. İktidarsızlık yalnızca erkeğin kendisinden kaynaklanan bir durum değildir. Kadınlarda sıklıkla ortaya çıkan cinsel fonksiyon bozukluğu, partnerinde de ereksiyon problemlerine neden olabilmektedir. Öte yandan iktidarsızlık organik nedenlere bağlıysa kalıcı olabilmekte; ancak erken teşhis ile tedavi edilebilmektedir. | 7,887 |
391 | Hastalıklar | İnfluenza | İnfluenza, Orthomyxoviridae familyasından olan, negatif yönlü, tek zincirli, RNA virüsüdür. Halk arasında grip olarak bilinen influenza hastalığı, influenza virüslerinin burun, boğaz ve akciğerleri enfekte ettiği bulaşıcı bir akut solunum yolu hastalığıdır. Influenza belirtileri, 40°C'i bulann ateş, titreme, eklem ve kas ağrısı, iştahsızlık, baş ağrısı, kuru öksürük, boğaz ağrısı, burun akıntısı ve yorgunluktur.İnfluenza, Orthomyxoviridae familyasından olan, negatif yönlü, tek zincirli, RNA virüsüdür. Halk arasında grip olarak bilinen influenza hastalığı, influenza virüslerinin burun, boğaz ve akciğerleri enfekte ettiği bulaşıcı bir akut solunum yolu hastalığıdır. Influenza belirtileri, 40°C'i bulann ateş, titreme, eklem ve kas ağrısı, iştahsızlık, baş ağrısı, kuru öksürük, boğaz ağrısı, burun akıntısı ve yorgunluktur.
İnfluenza Nedir?İnfluenza, influenza virüslerinin neden olduğu bulaşıcı bir solunum yolu hastalığıdır. A, B ve C tipleri bulunan influenza virüsü solunum yollarının parçası olan burun, boğaz ve akciğerleri enfekte eder. Daha çok mevsimsel olarak ortaya çıkan influenza halk arasında grip olarak bilinen hastalığa neden olan virüstür. İnfluenza'nın A ve B tipi yaygın olan türü olup, A türü influenza salgınlara neden olabilenidir. C tipi ise daha hafif belirtilere neden olan türüdür. İnfluenza virüsünde kişilerde ateş, vücut ağrısı, boğaz ağrısı, titreme ve yorgunluk belirtileri görülür.Solunum sistemine saldıran ve vücudu olumsuz etkileyen bir virüs olan influenza, genellikle bağışıklık sistemi düşük olan hasta, çocuk ve yaşlı bireyleri daha çok etkiler. Diğer yandan influenza insanla birlikte domuz, at, kuş ve deniz memelileri üzerinde de hastalıklara sebep olabilir.İnfluenza hastalığının en yaygın belirtileri olarak kişide ateş, boğaz ağrısı, öksürük, titreme, kas ağrıları ve yorgunluk ortaya çıkarmasıdır. Bu belirtilerin şiddeti hastalığın seyrine ve kişinin mevcut sağlık durumuna göre değişebilir. Bağışıklık sistemi güçlü olan bireyler hastalığı daha hafif ve kısa sürede atlatırken, 65 yaş üstü, kronik akciğer hastalığı olan ve bağışıklığı zayıf olan kişiler virüsten daha çok etkilenir. Genellikle belirtiler ortaya çıktıktan ve teşhis konduktan sonra başlanan antiviral ilaçlarla hastalığın önüne geçilebilir ve kişi eski sağlığına kavuşur. Ancak akciğerleri ciddi oranda enfekte eden ve akut solunum yolu hastalığına yol açan bir influenza ile karşı karşıya kalındı ise doktor kontrolünde tedavi gerekebilir. Özellikle astım ve KOAH gibi hastalığı olan yaşlı bireylerin bu süreci doktor gözetiminde geçirmesi tavsiye edilir.İnfluenza A nedir?Vücutta ateş, vücut ağrısı ve yorgunluk gibi semptomlar ortaya çıkaran influenza a; genellikle daha şiddetli seyreden influenza çeşididir, yaygın şekilde bulaşı oluşturabilir ve tedavi gerektirir. İnfluenza b daha hafif seyreden influenza çeşidi olarak bilinirken, influenza c ise daha çok hayvanlarda rastlanan bir türdür.İnfluenza B nedir?Yalnızca insandan insana yayılan influenza B, influenza’nın 3 ana türünden biri olan, 37.8 derece ve üzeri ateşe neden olan, bulaşıcı bir üst solunum yolu enfeksiyonudur. İnfluenza B virüsü ile enfekte olan kişilerde ateş yanı sıra, titreme, boğaz ağrısı, yorgunluk ve öksürme görülür. İnfluenza B virüsü olan kişiler bol su içmeli ve bolca dinlenmelidir.İnfluenza C nedir?İnfluenza C virüsü A ve B virüsüne nazaran daha hafif belirtilerin görüldüğü influenza türüdür. Bu türde çok ciddi komplikasyonlara rastlanmaz.İnfluenza D nedir?İnfluenza D ise A, B ve C virüsünün aksine insanlara bulaşmayan influenza türüdür. Bu virüs insanları enfekte etmez ve herhangi bir şikayete yol açmaz. İnsanlara bulaşmayan influenza D virüsünün sığır ve domuz gibi hayvanlara bulaştığı bilinir. Diğer hayvanlara bulaşma riski ise sığırlardan gelir. Sığırlarda birtakım belirtiler gösteren influenza virüsü bu yolla diğer hayvanlar arasında da bir geçiş yolu elde etmiş olur.İnfluenza Neden Olur?Bir RNA virüsü olan ve halk arasında grip olarak adlandırılan influenza, damlacık ve temasın virüsü bulaştırması sonucu burun, boğaz ve akciğerlerin enfekte olmasıyla meydana gelir. Kimi zaman hafif geçirilen influenza kimi zaman da şiddetine bağlı olarak hayati tehlike yaratabilir. İnfluenza hastalığını tetikleyen risk faktörleri şöyle sıralanabilir: Bağışıklık sisteminin düşüklüğü Astım ve KOAH gibi kronik hastalıklar Şeker hastalığı Obezite Orak hücreli anemi gibi kan hastalıkları Kanser Sigara ve alkol tüketimi Hamilelik süreciBağışıklık sisteminin düşüklüğüBağışıklık sistemi, vücudun enfeksiyonlara karşı savunmasında önemli bir rol oynar. Bağışıklık yetmezliği veya bağışıklık sisteminin zayıflaması, diğer birçok hastalığa neden olduğu gibi influenza virüsüne karşı da vücudun direncini azaltır ve hastalığın vücutta daha kolay yol almasına ve daha şiddetli seyretmesine neden olabilir.Bağışıklık yetmezliği ve influenza arasındaki ilişkisiBağışıklık sisteminin zayıf olması artan enfeksiyon riski ile doğru orantılıdır. Bağışıklık sistemi zayıflamış bireyler, influenza virüsüne daha kolay yakalanır. Bu kişilerin vücudun savunma mekanizmaları yeterince güçlü değildir. Bu da virüsün solunum yollarına daha kolay yerleşmesini ve vücutta çoğalmasını kolaylaştırır.Hastalığın şiddetli seyretmesiBağışıklık sistemi zayıf olan kişilerde influenza genellikle daha ağır belirtilerle seyreder. Şiddetli influenza semptomlarına yüksek ateş, şiddetli kas ve eklem ağrıları, uzun süreli yorgunluk gibi belirtiler örnek verilebilir.Komplikasyon riski ve influenza Bağışıklık sisteminin zayıf olması komplikasyon riskini de beraberinde getirir. İnfluenza, zatürre (pnömoni), bronşit, sinüzit ve orta kulak enfeksiyonları gibi ikincil bakteriyel enfeksiyonlara yol açma riskini tetikler. Ayrıca, kronik hastalıkların (örneğin astım, diyabet) görülmesine de neden olabilir.Astım ve KOAH gibi kronik hastalıklarAstım ve KOAH hastalığı, solunum yollarında meydana gelen kronik inflamatuvar hastalıklardır. Akciğere ciddi zarar verebilen bu hastalıklar, influenza virüsü enfeksiyonlarına karşı da kişiyi daha hassas bir hale getirir ve enfeksiyonun görülme seyrini olumsuz etkileyebilir.Astım ve influenza ilişkisiAstım hastalarında influenza enfeksiyonu, solunum yollarında meydana gelen iltihaplanmayı artırarak astım ataklarını tetikleyebilir. Meydana gelen bu durum hastaneye yatış gerektiren ciddi solunum problemlerine yol açabilir. Bu yüzden astım ve KOAH hastalarının influenza riskine karşı daha dikkatli olmaları gerekir.Komplikasyonlar: İnfluenza, astım hastalarında zatürre gibi ikincil bakteriyel enfeksiyonların gelişme riskini artırır. Ayrıca, kronik solunum yetmezliği gibi ciddi komplikasyonlara neden olabilir.KOAH ve influenza ilişkisiKOAH hastalarında görülen influenza enfeksiyonu, hastalığın daha şiddetli seyretmesine ve solunum fonksiyonlarının daha da bozulmasına yol açabilir. Bu durum da, hastaneye yatış ve yoğun bakım ihtiyacını artırır. KOAH hastalarının da influenza hastalığına karşı dikkat etmesi önemlidir.Vefat riski: KOAH’lı bireylerde influenza, vefat riskini artırabilir. Ancak bu durumun yaşanması hastalığın şiddetine bağlıdır. Akciğerlerin ciddi zarar gördüğü ve solunum yollarını şiddetli etkilediği senaryolar için bu geçerlidir. Özellikle ileri yaşta olanlar ve farklı hastalıkları bulunan kişilerde bu risk daha da yüksektir.Korunma ve aşılama İnfluenza aşısı: Astım ve KOAH hastalarının her yıl influenza aşısı yaptırmaları önerilir. Yapılan bu aşılar, hastalığın şiddetini azaltabileceği gibi komplikasyon riskini de düşürebilir.Pnömokok aşısı: Pnömokok aşısı aynı zamanda zatürre aşısıdır. KOAH hastalarında pnömokok aşısı da hastalık riskine karşı önerilir. Bu aşı, pnömokokal enfeksiyonlara karşı vücutta koruma sağlar ve solunum yolu enfeksiyonlarının görülme sıklığını azaltabilir.Sonuç olarak astım ve KOAH hastalarının, kış aylarının geldiği dönemlerde influenza hastalığı için ekstra önlemler alması ve düzenli olarak sağlık kontrollerini yaptırması önemlidir. Ayrıca, sigara kullanımının bırakılması, solunum yollarını tahriş edebilecek ortamlardan kaçınmak, kimyasal maddelerden uzak durmak da hastalığın seyrini olumlu etkiler. Ancak temelde hastalığa yakalanmamak için güçlü bir bağışıklık sistemi öncelikli korunma yöntemidir.Bağışıklık sistemi düşük olan kişiler influenza virüsünü daha kolay kapar ve vücudun savunma sistemi virüslere karşı fazla dayanıklı olmaz. Bunun sonucunda akciğerler enfekte olur ve hastalık meydana gelir. Bununla birlikte kronik akciğer hastalıklarından olan astım ve KOAH da influenza virüsünü doğrudan tetikler. Ayrıca diyabet, boy kilo endeksi yüksekliği olarak ifade edilen obezite, kan hastalıkları, kanser, sigara-alkol tüketimi ve hamilelik de influenza riskini artıran faktörler arasında yer alır.İnfluenza Nasıl Bulaşır?İnfluenza hastalığının bulaşması için virüsle enfekte olan kişi ile yakın temas etmek yeterlidir. Bu yakın temas sırasında kişideki damlacıklar hava yolu ile karşısındakine geçebilir. Eğer kişi dayanıksız ve özellikle bağışıklık sistemi zayıf ise hastalığın bulaşmasının önü açılır. Diğer yandan tokalaşma sonucu ve hasta bireyin dokunduğu yüzeylere dokunarak da hastalık kapılabilir. Bu konuda da dikkatli olmak önemlidir. Çünkü tokalaşma, eşya ile temas etme veya yüzeylere dokunmanın ardından ellerle yüz, göz veya burna temas edilirse virüs kendisine yayılım alanı bulur ve hücrelere tutunmaya başlar. Bunun sonucunda da vücut virüsle karşılaşmış olur.Temas veya damlacık başta olmak üzere herhangi bir faktör sonucunda vücuda giren influenza virüsü hücre dokularına ulaşır ve hücrelere tutunarak vücuttan içeri girer. Ardından insan hücrelerinin çoğalma mekanizmalarını fırsat bilerek kendini kopyalar ve sayısını hızla artırır. Dokulardaki sayıları hızla artan virüsler beraberinde birçok hücreyi de enfekte etmeye başlar ve virüs böylelikle hastalığa dönüşmüş olur. Bu süreçte artık kişide influenza belirtileri ortaya çıkmaya başlar. Virüslerin dokulara girmesiyle birlikte bağışıklık sistemi hücreleri harekete geçer ve virüslerle mücadele etmeye başlar. Birkaç gün boyunca bağışıklık sistemi ve dokulardaki virüsler arasında mücadele yaşanır. Eğer kişinin bağışıklık sistemi güçlü ise bu mücadele olumlu sonuçlanır. Tüm virüsler yok edildiğinde ise iyileşme gerçekleşmiş olur. Ancak yorgunluk ve hâlsizlik gibi birtakım semptomlar virüsler ortadan kaybolduktan sonraki kısa bir süre de devam edebilir ancak kalıcı olarak sürmez.İnfluenza Belirtileri Nelerdir?İnfluenza hastalığında aniden başlayan ve yaygın görülen belirtiler, hastalığın ilk 1-3. günlerinde ateş, kuru öksürük, boğaz ağrısı, baş ağrısı, kas ağrısı, burun tıkanıklığı ya da akıntısı, yorgunluk ve halsizliktir. Ateş ve kas ağrısı 4.gün ve sonrasında azalır. Bu semptomlar genellikle 1 hafta sürer ve sonra yatışır.İnfluenza belirtileri şunları içerir: Ateş Boğaz ağrısı Öksürük (genellikle kuru öksürük) Burun akıntısı ya da burun tıkanıklığı Kas, eklem ve vücut ağrısı Halsizlik Hapşırma İştahsızlık Titreme Baş ağrısı Özellikle çocuklarda kusma ve ishalİnfluenza virüsünün önemli görülen belirtileri şunlardır:Ani ve yüksek ateş Birçok viral ve bulaşıcı hastalıklarda olduğu gibi influenza virüsünde de yaygın görülen ilk belirti yüksek ateştir. 38 derecenin üstündeki ateş kuluçka süresi tamamlanan influenza’da sık görülen belirtidir.Sık tekrarlayan kuru ve inatçı öksürük İnfluenza virüsüne bağlı olarak kişinin solunum yolu mukozasında meydana gelen inflamasyon sık tekrarlayan ve rahatsız edici öksürüğe sebebiyet verebilir.Boğaz ağrısı İnfluenza virüsünde öksürükle birlikte bireyin boğazında tahriş oluşur ve bu durum da boğaz ağrısına neden olur.Burun akıntısı veya burun tıkanıklığıSolunum yolları ve burun yollarında meydana gelen zorlanmalar influenza belirtisi olarak burun akıntısı veya burun tıkanıklığına yol açar.Hareket kısıtlayıcı kas ve vücut ağrıları İnfluenza virüsünün vücuda girmesiyle birlikte kişinin bağışıklık sisteminin düşmesine bağlı olarak kaslarda güçsüzlük yaşanır. Bu durum da vücutta günlük hareketleri kısıtlayacak kas ve vücut ağrılarına sebebiyet verebilir. Ağrıları dindirmek ve yatıştırmak için bağışıklığı güçlendirmek çok önemlidir. Güçlendirmek için yapılması gereken en önemli şey sağlıklı beslenmektir.Yorgunluk, halsizlik, enerji düşüklüğü ve tükenmişlik hissiYine bağışıklığın düşmesine bağlı olarak influenza belirtileri arasında yaygın görülen semptomlar arasında yorgunluk ve halsizlik görülür.Çocuklarda kusma ve ishalÖzellikle çocuklarda yaygın görülen influenza belirtileri arasında kusma ve ishal oluşur.İnfluenza belirtileri arasında yer alan bu durumlar virüse yakalanan her kişide görülmeyebilir. Enfeksiyonun şiddetine göre belirtilerin durumu da değişkenlik gösterebilir.Çocuklarda influenza belirtileri nelerdir?İnfluenzanın klasik belirtileri ateş, baş ağrısı, kas ağrıları (miyalji) ve halsizlikle başlar. Bu ilk belirtileri boğaz ağrısı, öksürük ve burun akıntısı izler. Çocuklarda iştahsızlık, bulantı-kusma gibi mide-bağırsak yakınmaları daha sık ve ateşli havale görülebilir, öksürük haftalarca devam edebilir.İki yaşın altındaki çocuklar, kronik hastalığı olanlar (astım, diyabet, böbrek yetmezliği, karaciğer yetmezliği, kan hastalıkları vs.), bağışıklığı baskılanmışlar, aşırı obezler ve bakımevlerinde yaşayanlar; komplikasyonlu (yaşamı tehdit eden) influenza geçirme ihtimali yüksektir.İnfluenza Nasıl Teşhis Edilir?İnfluenza tanısı için öncelikle doktor tarafından hastanın fizik muayenesi gerçekleşir. Hastanın ateş, boğaz ağrısı, üşümeyle birlikte titreme, kas ağrıları ve yorgunluk gibi belirtilerin kontrol edilmesi sonrası PCR testiyle sürüntü alınarak vücuttaki influenza virüsünün varlığı belirlenir. İnfluenza virüsüyle birlikte aynı zamanda kişi PCR testi sonucunda koronavirüs’e yakalanmış da olabilir.Ayrıca doktor PCR testinin yanı sıra vücuttaki enfeksiyon varlığının kontrolü ve detaylı değerler için kan tahlili de isteyebilir.İnfluenza hastalığının diğer adı griptir ve akut bir viral solunum yolu enfeksiyonu olarak görülür. İnfluenza hastalığının teşhisi, klinik belirti ve şikayetlerin değerlendirilmesi ile birlikte laboratuvar testlerini içerir. Hastalık için öncelikle klinik değerlendirme yapılır.Klinik değerlendirme süreciİnfluenza genel olarak kişide ani başlayan ateş, öksürük, boğaz ağrısı, burun akıntısı-tıkanıklığı, kas ağrıları, baş ağrısı, titreme ve yorgunluk gibi belirtiler gösterir. Bazı influenza vakalarında kusma ve ishal de ortaya çıkabilir ancak bunlar daha çok çocuklarda görülen belirtiler arasındadır. İnfluenza hastalığında ortaya çıkan bu belirtiler, diğer solunum yolu enfeksiyonlarıyla benzerlik gösterebilir. Bu nedenle influenza hastalığının kesin teşhisi için laboratuvar testleri fark yaratır.Laboratuvar testleriİnfluenza virüsünün tespiti için moleküler testler, RT-PCR testi, antijen tespit testleri gibi çeşitli laboratuvar testleri mevcuttur. Bu laboratuvar testleri şu şekilde detaylı olarak açıklanabilir:Moleküler testler: Üst solunum yolu örneklerinde influenza viral RNA’sını 15-30 dakika içinde tespit edebilen hızlı mokelüker testler söz konusudur. Bu testler yüksek duyarlılığa sahip olmasıyla öne çıkar ve hızlı sonuç verir. Böylelikle influenza tanısı rahatlıkla konabilir.RT-PCR testleriRT-PCR testleri, influenza virüsünün genetik materyalini tespit eder. Yüksek duyarlılığa sahip olan bu testlerin sonuçları genellikle birkaç saat içinde elde edilir ve kesin teşhis ortaya çıkar.Hızlı influenza tanı testleriHızlı influenza tanı testleri, solunum yolu örneklerinde influenza A ve B virüslerinin nükleoprotein antijenlerini tespit etmeye yarayan test yöntemleridir. Bu testlerin sonuçlar 10-15 dakika gibi daha kısa bir süre içinde alınabilir ancak duyarlılıkları moleküler testlere göre daha düşüktür. Bu yüzden sonuçların güvenirliliği değişkenlik gösterir.Viral kültürVirüsün izole edilip çoğaltılmasıyla yapılan viral kültür testi özellikle halk sağlığı için büyük önem arz eder. Ancak klinik değerlendirme açısından sonuçların alınması uzun sürdüğü için rutin bir işlem olarak kullanılmaz.İnfluenza tanısında test seçimi ve uygulamaİnfluenza tanı sürecindeki test seçimi, hastanın semptomlarının şiddeti, hastaneye yatış durumu ve toplumda influenza yoğunluğunun düzeyine bağlıdır. Hastaneye yatışı planlanan veya komplikasyon riski yüksek olan hastalarda genellikle influenza testi önerilir. Ayakta tedavi edilen hastalarda ise, özellikle influenza aktivitesinin yüksek olduğu dönemlerde, klinik değerlendirme genellikle yeterli olur. Burada önemli olan kişinin hastalığı ne düzeyde geçirdiğidir.İnfluenza test sonuçlarının yorumlanmasıİnfluenza hastalığında uygulanan test sonuçları, testin duyarlılığı, özgüllüğü ve toplumdaki influenza yaygınlığı dikkate alınarak yorumlanmalıdır. Örneğin, düşük duyarlılığa sahip bir testin negatif sonucu, influenza hastalığının olmadığı anlamına gelmez. Bu nedenle, negatif sonuçlar klinik bulgular eşliğinde detaylı bir şekilde değerlendirilmelidir.İnfluenza teşhisinde doğru, güvenilir ve hızlı testlerin kullanılması, uygun tedavi ve kontrol önlemlerinin zamanında uygulanabilmesi için kritiktir. Bu nedenle influenza hastalığının kesin ve etkili tedavisi için doğru sonuçlar almak önemlidir.İnfluenza Tedavisi Nasıl Yapılır?İnfluenza tedavisinde antiviral ilaçlar tedavinin temelini oluşturmaktadır. Ateş düşürücü ve ağrı kesici ilaçlar, burun akıntısını ve tıkanıklığını giderici ilaçlar, yatak istirahati, bol sıvı alınması, hasta odasının sık sık havalandırılması tedavinin kısa sürede gerçekleşmesine yardım eder. C vitamini takviyeleri de virüsün vücuttan atılması için önerilen tedavi yöntemlerindendir.İnfluenza tedavisinde kullanılan antiviral ilaçlar, virüsün vücutta çoğalmasını engelleyerek hastalığın süresini kısaltmayı ve semptomları hafifletmeyi amaçlar. Bu ilaçlar aynı zamanda grip tedavisinde de kritik bir rol oynar.Antiviral ilaç tedavisinin etkisiİnfluenza hastalığının süresini kısaltır: Antiviral ilaçlar, belirtiler başladıktan sonra mümkün olan en kısa sürede doktor reçetesi ile birlikte kullanılmalıdır. İlaçların en etkili oldukları dönem, genellikle semptomların ortaya çıkmasından sonraki ilk 48 saattir. Bu süre zarfında kullanılan antiviral ilaçların etkisi çok daha fazla görülür.Komplikasyon riski azalabilir: İnfluenza tedavisi için alınan antiviral ilaçlar, influenzaya bağlı görülen zatürre ciddi komplikasyonların riskini düşürebilme etkisine sahiptir. Özellikle bağışıklığı zayıf bireylerde veya kronik hastalığı olan kişilerde komplikasyonların önlenmesinde antiviral ilaçların etkisi büyüktür.Hastalığın şiddetini azaltır: İnfluenza tedavisi için eğer antiviral ilaçlara erken başlanmışsa ateş, kas ağrıları ve yorgunluk gibi semptomlar daha hafif seyreder. İlaçlar aynı zamanda solunum yollarındaki inflamasyonu azaltma etkisi göstererek solunum problemlerinin şiddetli görülmesini önleyebilir.İnfluenza Hastalığına İyi Gelen Doğal Yöntemler Nelerdir?Tavuk suyu çorbası, sebze çorbası ve kelle paça içmek, sarımsak tüketmek, C vitamini içeren besin veya takviyeler almak, nane-limon, ıhlamur veya ballı zencefil çayı tüketmek, buhar solumak, bol bol su içmek ve dinlenmek influenza hastası olan bir kişinin evde uygulayabileceği doğal yöntemlerdir. İnfluenzaya iyi gelen doğal yöntemler maddeler halinde şöyle ifade edilebilir: Tavuk suyu çorbası, sebze çorbası ve kelle paça içmek Sarımsak tüketmek Portakal, mandalina ve greyfurt gibi C vitamini içeren besinler veya takviyeler almak Nane-limon, ıhmlamur, ballı zencefil çayı ve karanfil çayı tüketmek Buhar solumak Tuzlu su ile gargara yapmak Bol bol su içmek Dinlenmek ve uyumakİnfluenza Testi Nedir?Özellikle influenza A/B ve Covid-19 virüsleri, birbirine çok benzer semptomlarla seyredebilen grip benzeri hastalıklara neden olurlar. Grip (ınfluenza) ve Covid-19’ u birbirinden ayırt edecek çok önemli klinik bir belirti yoktur. Bu ayrımı yapabilmemize yardımcı, hastaya tanı koymada destekleyici antijen testlerinden biri influenza testidir.İnfluenza testi için nasıl örnek alınır?İnfluenza tanısı için kişiden sürüntü örneği alınır. Sürüntü örneği, burun ve boğazdaki mukusumsu yapıdan uzun bir çubuk yardımıyla alınır. Tıbbi işlemin bir parçası olan sürüntü örneği dolayısıyla görevli uzman sağlık personeli tarafından yapılır ve birkaç dakika içinde bu işlem tamamlanır ve alınan sürüntü örneği laboratuvara gönderilerek influenza virüsünün varlığına bakılır. Sonuçlar ise laboratuvara göre değişkenlik göstermekle birlikte kısa süre içinde kişiye bildirilmiş olur.İnfluenzadan Korunma Yöntemleri Nelerdir?İnfluenza hastalığından korunmak için hasta kişilerden mümkün olduğunca uzak durmak, yakın temas kurmamak ve el hijyenine önem vermek gerekir. Hastalığa olabildiğince yakalanmamak için ise kişi bağışıklığını güçlü tutmalı, sağlıklı beslenmeli, egzersiz yapmalı ve uyku kalitesine dikkat etmelidir.İnfluenzadan korunmak için uygulanması gerekenler şöyledir: İnfluenzadan korunmada en etkin yol aşılanmadır Hasta olan ve şüphesi olan kişilerden mümkün olduğunca uzak durulmalıdır. Yakın temas, öpüşmek, tokalaşmak veya aynı yüzeylere dokunmaktan kaçınılmalıdır El hijyenine önem verilmeli, düzenli olarak dezenfekte edilmelidir Yaygın olarak kullanılan yüzeyler veya nesneler dezenfekte edilmelidir Hastalığa karşı bağışıklık sistemi güçlü tutulmalıdır Sağlıklı beslenilmeli, işlenmiş gıdalardan uzak durulmalıdır Eksiklik varsa vitamin ve mineral takviyesi alınmalıdır Düzenli olarak egzersiz yapılmalıdır Uyku kalitesine dikkat edilmelidir Sigara-alkol tüketilmemelidirİnfluenza Hakkında Sık Sorulan Sorularİnfluenza virüsü nedir?İnfluenza, A, B ve C virüslerini içeren orthomyxoviridae ailesinden olup, ateş, titreme, baş ağrısı, yaygın kas ağrısı ve iştahsızlıkla karakterize üst solunum yolu enfeksiyonlarına neden olan RNA virüsüdür.İnfluenza nasıl bir hastalıktır?İnfluenza, burun, boğaz ve bazen akciğerleri enfekte eden influenza virüslerinin neden olduğu bulaşıcı bir solunum yolu hastalığıdır . Hafif ila şiddetli seyredebilen influenza hastalığı bazen ölüme yol açabilir.İnfluenza nasıl anlaşılır?Yaygın bir solunum yolu hastalığı olan influenza, genellikle ateş, öksürük, burun tıkanıklığı veya akıntısı, baş ağrısı, vücut ağrısı, iştahsızlık ve yorgunluk gibi belirtiler ile ortaya çıkar. Bu semptomlar 4 ila 7 gün içinde geçer ancak öksürük ve vücuttaki kırgınlık hissi daha uzun sürebilir. İnfluenza ciğerlere zarar verir mi?İnfluenza virüsü akciğerleri de enfekte edebilen bir hastalık olduğu gibi ciğerlerde tahribat yaratabilir. Bu sebeple özellikle şiddetli öksürük belirtisi varsa tedavi edilmelidir.Yetişkinlerde influenza belirtileri nelerdir?Özellikle yetişkinlerde görülen influenza belirtileri arasında 38 derece üstünde seyreden ateş, boğaz ağrısı, yorgunluk ve enerji düşüklüğü ve vücut ağrıları daha sık görülür.Bebeklerde influenza belirtileri nelerdir?Çocuklarda ani ve beklenmedik şekilde yükselen ateş meydana gelirse influenza virüsünden şüphe edilebilir. Bunlarla birlikte halsizlik ve öksürükle birlikte yaygın olarak kusma ve ishal de çocuklarda görülür.İnfluenza bulaşıcı mı?İnfluenza; kişiden kişiye doğrudan temas ve damlacık yoluyla geçtiği için bulaşıcı bir virüs olarak değerlendirilir.İnfluenza hastalığının kuluçka süresi ne kadardır?Hasta bireyden virüs bulaştıysa belirtiler 1 ila 4 gün içinde görülmeye başlanır. Buna kuluçka süresi adı verilir. İnfluenzanın en bulaşıcı dönemi hangisidir?Grip olan kişiler, virüs taşıdıkları ilk 3 gün boyunca en fazla bulaştırıcılığa sahiptir. Bazı sağlıklı yetişkinler, semptomlar ortaya çıkmadan bir gün önce başlayarak hastalandıktan beş ila yedi gün sonrasına kadar bile başkalarını enfekte edebilirler . Ayrıca küçük çocuklar ve bağışıklık sistemi zayıf olan kişiler de dahil olmak üzere bazı bireyler daha uzun süreler boyunca bulaştırıcı olabilir.Sarılmakla influenza bulaşır mı?Sarılmak, yakın temasa girer. Yakın temas da influenza hastalığının en yaygın bulaşma yollarından biridir. Enfekte olan bir kişiyle bilerek veya bilmeyerek yapılan sarılma eylemi hastalığın bulaşmasına sebebiyet verebilir. Sarılma ile birlikte tokalaşma, öpüşme ve uzun süre yakın bir mesafeden iletişim kurmak da bulaşma riski taşır. Mevsimsel grip aşıları influenzadan korur mu?Özellikle kış geldiğinde olunan grip aşıları influenza hastalığına karşı da koruma sağlayabilir. Korumadan kasıt hastalığa yakalanılsa bile hastalığın daha hafif seyretmesidir. Grip aşısı olan kişiler veya hastalığa daha önce yakalanmış kişilerde antikor seviyeleri yüksektir.İnfluenza nasıl geçer?İnfluenza; genel olarak doktorun dinlenme, bol sıvı tüketimi, sağlıklı beslenme ve vakanın şiddetine göre reçeteli antiviral ilaçları önermesi sonucu iyileşir. İnfluenza olan bir kişi ne yapmalıdır?İnfluenza teşhisi konduysa hasta birey evinde dinlenmeye başlamalı ve mümkün olduğunda insanlarla temastan kaçınmalıdır. Temas kurması gereken durumlarda maske takmak önemlidir. Bununla birlikte kişi panik yapmadan doktorun verdiği antiviral ilaçları kullanmalı, dinlenmeli, bol bol su içmeli, solunum yollarını rahatlatmalı ve uykusuna dikkat etmelidir.İnfluenza virüsü kaç gün sürer?İnfluenza virüsü ve virüse bağlı olarak gelişen hastalıkların genellikle 3-5 gün içinde geçmesi beklenir. 1 hafta ve daha uzun süren influenza vakalarında doktora başvurmak gerekir. Çünkü bu vakalar kişinin mevcut sağlık durumuna göre vücutta çeşitli komplikasyonlara neden olabilir.İnfluenza ve nezle farkı nedir?Grip (influenza) ve nezle birbiri ile sık karıştırılan iki hastalıktır. Her iki hastalık farklı virüslerle meydana gelmektedir. Nezleye sebep olan bir çok farklı virüs bulunmaktadır. Bu yüzden bir kişi yılda bir kaç kere nezleye yakalanabilmektedir. Nezlede sadece üst solunum yolları etkilenirken, gripte hem üst solunum yolları hem de akciğerler etkilenebilmektedir. Ayrıca grip nezleye göre bazen çok daha şiddetli seyretmektedir. Aralarındaki en büyük fark influenzada ateşin daha sık, nezlede ise daha seyrek görülmesidir. Ayrıca influenzada genellikle baş ağrısı, halsizlik, yorgunluk, kuru öksürük görülürken nezlede ise burun tıkanıklığı ve hapşırığa daha sık rastlanmaktadır.İnfluenza tekrarlar mı?İnfluenza hastalığını geçiren kişinin bir daha hastalığa yakalanması beklenmez. Ancak virüs mutasyona uğrarsa yeniden görülmesi söz konusu olabilir.İnfluenza hangi komplikasyonlara yol açar?Özellikle şiddetli seyreden influenza vakaları vücutta bazı komplikasyonlar meydana getirebilir. Bunları başında zatürre, akciğer iltihaplanması, astım krizleri, kalp sorunları, akun solunum yolu problemi ve kulak enfeksiyonları gelir. Zatürre ise en ciddi komplikasyon olarak öne çıkar. Özellikle 65 yaş üstü kişilerde hayati tehlikeye yol açabilir. İnfluenza öldürür mü?İnfluenzanın kişide hayati bir tabloya yol açması kişinin mevcut sağlık durumu ile doğru orantılıdır. Eğer hastalık bağışıklık sistemi düşük ve kronik akciğer hastalıkları ile mücadele eden kişilere bulaşırsa influenzanın hayati tehlikesinden söz edilebilir. Ancak daha sağlıklı kişilerde influenzanın hafif seyrettiği ve kısa sürdüğü de bilinir.İnfluenza ile nasıl başa çıkılır?İnfluenza hastalığıya başa çıkmak için öncelikle hastalığın teşhisi ile birlikte kişinin doktorun önerdiği antiviral ilaçları düzenli bir şekilde kullanması gerekir. İlaçlarla uyumlu bir şekilde kişi kendisini iyi hissedene kadar dinlenmeli, bol su içmeli, solunum yollarını rahatlatacak tavuk suyu çorbası gibi çorbalar veya sıcak bitki çayları içmeli ve uyku kalitesine dikkat etmelidir.Domuz gribi ile influenza aynı mı?Domuz gribi, domuzlarda görülen influenza A adlı virüsün H1N1 alt tipinin mutasyona uğraması sonucu insanlara bulaşmasıyla meydana gelir ancak bazı noktalarda belirtileri itibarıyla influenza ayrılır. Özetle iki hastalık aynı değildir.Mide gribi influenza mıdır? Yaygın olarak "mide gribi" olarak adlandırılan gastroenterit, influenza virüsünden kaynaklanmaz. Mevsimsel griple ilgisi yoktur.İnfluenza hastalığında antibiyotik kullanılır mı?Antibiyotik, bakteriyel enfeksiyonlar söz konusu olduğunda kullanılır. İnfluenza ise viral bir enfeksiyondur ve bu sebeple antibiyotikler influenza hastalığının tedavisine fayda sağlamaz.İnfluenza için hangi doktora gidilir?İnfluenza hastalığı için İç Hastalıkları (Dahiliye) bölümünden randevu alınabilir. Ancak şikayetlerin farklı organlara etkilemesi söz konusu olursa Kulak-Burun-Boğaz veya Göğüs Cerrahisi bölümlerine de yönlendirme yapılabilir.
İnfluenza Nedir?İnfluenza, influenza virüslerinin neden olduğu bulaşıcı bir solunum yolu hastalığıdır. A, B ve C tipleri bulunan influenza virüsü solunum yollarının parçası olan burun, boğaz ve akciğerleri enfekte eder. Daha çok mevsimsel olarak ortaya çıkan influenza halk arasında grip olarak bilinen hastalığa neden olan virüstür. İnfluenza'nın A ve B tipi yaygın olan türü olup, A türü influenza salgınlara neden olabilenidir. C tipi ise daha hafif belirtilere neden olan türüdür. İnfluenza virüsünde kişilerde ateş, vücut ağrısı, boğaz ağrısı, titreme ve yorgunluk belirtileri görülür.Solunum sistemine saldıran ve vücudu olumsuz etkileyen bir virüs olan influenza, genellikle bağışıklık sistemi düşük olan hasta, çocuk ve yaşlı bireyleri daha çok etkiler. Diğer yandan influenza insanla birlikte domuz, at, kuş ve deniz memelileri üzerinde de hastalıklara sebep olabilir.İnfluenza hastalığının en yaygın belirtileri olarak kişide ateş, boğaz ağrısı, öksürük, titreme, kas ağrıları ve yorgunluk ortaya çıkarmasıdır. Bu belirtilerin şiddeti hastalığın seyrine ve kişinin mevcut sağlık durumuna göre değişebilir. Bağışıklık sistemi güçlü olan bireyler hastalığı daha hafif ve kısa sürede atlatırken, 65 yaş üstü, kronik akciğer hastalığı olan ve bağışıklığı zayıf olan kişiler virüsten daha çok etkilenir. Genellikle belirtiler ortaya çıktıktan ve teşhis konduktan sonra başlanan antiviral ilaçlarla hastalığın önüne geçilebilir ve kişi eski sağlığına kavuşur. Ancak akciğerleri ciddi oranda enfekte eden ve akut solunum yolu hastalığına yol açan bir influenza ile karşı karşıya kalındı ise doktor kontrolünde tedavi gerekebilir. Özellikle astım ve KOAH gibi hastalığı olan yaşlı bireylerin bu süreci doktor gözetiminde geçirmesi tavsiye edilir.İnfluenza A nedir?Vücutta ateş, vücut ağrısı ve yorgunluk gibi semptomlar ortaya çıkaran influenza a; genellikle daha şiddetli seyreden influenza çeşididir, yaygın şekilde bulaşı oluşturabilir ve tedavi gerektirir. İnfluenza b daha hafif seyreden influenza çeşidi olarak bilinirken, influenza c ise daha çok hayvanlarda rastlanan bir türdür.İnfluenza B nedir?Yalnızca insandan insana yayılan influenza B, influenza’nın 3 ana türünden biri olan, 37.8 derece ve üzeri ateşe neden olan, bulaşıcı bir üst solunum yolu enfeksiyonudur. İnfluenza B virüsü ile enfekte olan kişilerde ateş yanı sıra, titreme, boğaz ağrısı, yorgunluk ve öksürme görülür. İnfluenza B virüsü olan kişiler bol su içmeli ve bolca dinlenmelidir.İnfluenza C nedir?İnfluenza C virüsü A ve B virüsüne nazaran daha hafif belirtilerin görüldüğü influenza türüdür. Bu türde çok ciddi komplikasyonlara rastlanmaz.İnfluenza D nedir?İnfluenza D ise A, B ve C virüsünün aksine insanlara bulaşmayan influenza türüdür. Bu virüs insanları enfekte etmez ve herhangi bir şikayete yol açmaz. İnsanlara bulaşmayan influenza D virüsünün sığır ve domuz gibi hayvanlara bulaştığı bilinir. Diğer hayvanlara bulaşma riski ise sığırlardan gelir. Sığırlarda birtakım belirtiler gösteren influenza virüsü bu yolla diğer hayvanlar arasında da bir geçiş yolu elde etmiş olur.İnfluenza Neden Olur?Bir RNA virüsü olan ve halk arasında grip olarak adlandırılan influenza, damlacık ve temasın virüsü bulaştırması sonucu burun, boğaz ve akciğerlerin enfekte olmasıyla meydana gelir. Kimi zaman hafif geçirilen influenza kimi zaman da şiddetine bağlı olarak hayati tehlike yaratabilir. İnfluenza hastalığını tetikleyen risk faktörleri şöyle sıralanabilir:Bağışıklık sisteminin düşüklüğüBağışıklık sistemi, vücudun enfeksiyonlara karşı savunmasında önemli bir rol oynar. Bağışıklık yetmezliği veya bağışıklık sisteminin zayıflaması, diğer birçok hastalığa neden olduğu gibi influenza virüsüne karşı da vücudun direncini azaltır ve hastalığın vücutta daha kolay yol almasına ve daha şiddetli seyretmesine neden olabilir.Bağışıklık yetmezliği ve influenza arasındaki ilişkisiBağışıklık sisteminin zayıf olması artan enfeksiyon riski ile doğru orantılıdır. Bağışıklık sistemi zayıflamış bireyler, influenza virüsüne daha kolay yakalanır. Bu kişilerin vücudun savunma mekanizmaları yeterince güçlü değildir. Bu da virüsün solunum yollarına daha kolay yerleşmesini ve vücutta çoğalmasını kolaylaştırır.Hastalığın şiddetli seyretmesiBağışıklık sistemi zayıf olan kişilerde influenza genellikle daha ağır belirtilerle seyreder. Şiddetli influenza semptomlarına yüksek ateş, şiddetli kas ve eklem ağrıları, uzun süreli yorgunluk gibi belirtiler örnek verilebilir.Komplikasyon riski ve influenza Bağışıklık sisteminin zayıf olması komplikasyon riskini de beraberinde getirir. İnfluenza, zatürre (pnömoni), bronşit, sinüzit ve orta kulak enfeksiyonları gibi ikincil bakteriyel enfeksiyonlara yol açma riskini tetikler. Ayrıca, kronik hastalıkların (örneğin astım, diyabet) görülmesine de neden olabilir.Astım ve KOAH gibi kronik hastalıklarAstım ve KOAH hastalığı, solunum yollarında meydana gelen kronik inflamatuvar hastalıklardır. Akciğere ciddi zarar verebilen bu hastalıklar, influenza virüsü enfeksiyonlarına karşı da kişiyi daha hassas bir hale getirir ve enfeksiyonun görülme seyrini olumsuz etkileyebilir.Astım ve influenza ilişkisiAstım hastalarında influenza enfeksiyonu, solunum yollarında meydana gelen iltihaplanmayı artırarak astım ataklarını tetikleyebilir. Meydana gelen bu durum hastaneye yatış gerektiren ciddi solunum problemlerine yol açabilir. Bu yüzden astım ve KOAH hastalarının influenza riskine karşı daha dikkatli olmaları gerekir.Komplikasyonlar: İnfluenza, astım hastalarında zatürre gibi ikincil bakteriyel enfeksiyonların gelişme riskini artırır. Ayrıca, kronik solunum yetmezliği gibi ciddi komplikasyonlara neden olabilir.KOAH ve influenza ilişkisiKOAH hastalarında görülen influenza enfeksiyonu, hastalığın daha şiddetli seyretmesine ve solunum fonksiyonlarının daha da bozulmasına yol açabilir. Bu durum da, hastaneye yatış ve yoğun bakım ihtiyacını artırır. KOAH hastalarının da influenza hastalığına karşı dikkat etmesi önemlidir.Vefat riski: KOAH’lı bireylerde influenza, vefat riskini artırabilir. Ancak bu durumun yaşanması hastalığın şiddetine bağlıdır. Akciğerlerin ciddi zarar gördüğü ve solunum yollarını şiddetli etkilediği senaryolar için bu geçerlidir. Özellikle ileri yaşta olanlar ve farklı hastalıkları bulunan kişilerde bu risk daha da yüksektir.Korunma ve aşılama İnfluenza aşısı: Astım ve KOAH hastalarının her yıl influenza aşısı yaptırmaları önerilir. Yapılan bu aşılar, hastalığın şiddetini azaltabileceği gibi komplikasyon riskini de düşürebilir.Pnömokok aşısı: Pnömokok aşısı aynı zamanda zatürre aşısıdır. KOAH hastalarında pnömokok aşısı da hastalık riskine karşı önerilir. Bu aşı, pnömokokal enfeksiyonlara karşı vücutta koruma sağlar ve solunum yolu enfeksiyonlarının görülme sıklığını azaltabilir.Sonuç olarak astım ve KOAH hastalarının, kış aylarının geldiği dönemlerde influenza hastalığı için ekstra önlemler alması ve düzenli olarak sağlık kontrollerini yaptırması önemlidir. Ayrıca, sigara kullanımının bırakılması, solunum yollarını tahriş edebilecek ortamlardan kaçınmak, kimyasal maddelerden uzak durmak da hastalığın seyrini olumlu etkiler. Ancak temelde hastalığa yakalanmamak için güçlü bir bağışıklık sistemi öncelikli korunma yöntemidir.Bağışıklık sistemi düşük olan kişiler influenza virüsünü daha kolay kapar ve vücudun savunma sistemi virüslere karşı fazla dayanıklı olmaz. Bunun sonucunda akciğerler enfekte olur ve hastalık meydana gelir. Bununla birlikte kronik akciğer hastalıklarından olan astım ve KOAH da influenza virüsünü doğrudan tetikler. Ayrıca diyabet, boy kilo endeksi yüksekliği olarak ifade edilen obezite, kan hastalıkları, kanser, sigara-alkol tüketimi ve hamilelik de influenza riskini artıran faktörler arasında yer alır.İnfluenza Nasıl Bulaşır?İnfluenza hastalığının bulaşması için virüsle enfekte olan kişi ile yakın temas etmek yeterlidir. Bu yakın temas sırasında kişideki damlacıklar hava yolu ile karşısındakine geçebilir. Eğer kişi dayanıksız ve özellikle bağışıklık sistemi zayıf ise hastalığın bulaşmasının önü açılır. Diğer yandan tokalaşma sonucu ve hasta bireyin dokunduğu yüzeylere dokunarak da hastalık kapılabilir. Bu konuda da dikkatli olmak önemlidir. Çünkü tokalaşma, eşya ile temas etme veya yüzeylere dokunmanın ardından ellerle yüz, göz veya burna temas edilirse virüs kendisine yayılım alanı bulur ve hücrelere tutunmaya başlar. Bunun sonucunda da vücut virüsle karşılaşmış olur.Temas veya damlacık başta olmak üzere herhangi bir faktör sonucunda vücuda giren influenza virüsü hücre dokularına ulaşır ve hücrelere tutunarak vücuttan içeri girer. Ardından insan hücrelerinin çoğalma mekanizmalarını fırsat bilerek kendini kopyalar ve sayısını hızla artırır. Dokulardaki sayıları hızla artan virüsler beraberinde birçok hücreyi de enfekte etmeye başlar ve virüs böylelikle hastalığa dönüşmüş olur. Bu süreçte artık kişide influenza belirtileri ortaya çıkmaya başlar. Virüslerin dokulara girmesiyle birlikte bağışıklık sistemi hücreleri harekete geçer ve virüslerle mücadele etmeye başlar. Birkaç gün boyunca bağışıklık sistemi ve dokulardaki virüsler arasında mücadele yaşanır. Eğer kişinin bağışıklık sistemi güçlü ise bu mücadele olumlu sonuçlanır. Tüm virüsler yok edildiğinde ise iyileşme gerçekleşmiş olur. Ancak yorgunluk ve hâlsizlik gibi birtakım semptomlar virüsler ortadan kaybolduktan sonraki kısa bir süre de devam edebilir ancak kalıcı olarak sürmez.İnfluenza Belirtileri Nelerdir?İnfluenza hastalığında aniden başlayan ve yaygın görülen belirtiler, hastalığın ilk 1-3. günlerinde ateş, kuru öksürük, boğaz ağrısı, baş ağrısı, kas ağrısı, burun tıkanıklığı ya da akıntısı, yorgunluk ve halsizliktir. Ateş ve kas ağrısı 4.gün ve sonrasında azalır. Bu semptomlar genellikle 1 hafta sürer ve sonra yatışır.İnfluenza belirtileri şunları içerir:İnfluenza virüsünün önemli görülen belirtileri şunlardır:Ani ve yüksek ateş Birçok viral ve bulaşıcı hastalıklarda olduğu gibi influenza virüsünde de yaygın görülen ilk belirti yüksek ateştir. 38 derecenin üstündeki ateş kuluçka süresi tamamlanan influenza’da sık görülen belirtidir.Sık tekrarlayan kuru ve inatçı öksürük İnfluenza virüsüne bağlı olarak kişinin solunum yolu mukozasında meydana gelen inflamasyon sık tekrarlayan ve rahatsız edici öksürüğe sebebiyet verebilir.Boğaz ağrısı İnfluenza virüsünde öksürükle birlikte bireyin boğazında tahriş oluşur ve bu durum da boğaz ağrısına neden olur.Burun akıntısı veya burun tıkanıklığıSolunum yolları ve burun yollarında meydana gelen zorlanmalar influenza belirtisi olarak burun akıntısı veya burun tıkanıklığına yol açar.Hareket kısıtlayıcı kas ve vücut ağrıları İnfluenza virüsünün vücuda girmesiyle birlikte kişinin bağışıklık sisteminin düşmesine bağlı olarak kaslarda güçsüzlük yaşanır. Bu durum da vücutta günlük hareketleri kısıtlayacak kas ve vücut ağrılarına sebebiyet verebilir. Ağrıları dindirmek ve yatıştırmak için bağışıklığı güçlendirmek çok önemlidir. Güçlendirmek için yapılması gereken en önemli şey sağlıklı beslenmektir.Yorgunluk, halsizlik, enerji düşüklüğü ve tükenmişlik hissiYine bağışıklığın düşmesine bağlı olarak influenza belirtileri arasında yaygın görülen semptomlar arasında yorgunluk ve halsizlik görülür.Çocuklarda kusma ve ishalÖzellikle çocuklarda yaygın görülen influenza belirtileri arasında kusma ve ishal oluşur.İnfluenza belirtileri arasında yer alan bu durumlar virüse yakalanan her kişide görülmeyebilir. Enfeksiyonun şiddetine göre belirtilerin durumu da değişkenlik gösterebilir.Çocuklarda influenza belirtileri nelerdir?İnfluenzanın klasik belirtileri ateş, baş ağrısı, kas ağrıları (miyalji) ve halsizlikle başlar. Bu ilk belirtileri boğaz ağrısı, öksürük ve burun akıntısı izler. Çocuklarda iştahsızlık, bulantı-kusma gibi mide-bağırsak yakınmaları daha sık ve ateşli havale görülebilir, öksürük haftalarca devam edebilir.İki yaşın altındaki çocuklar, kronik hastalığı olanlar (astım, diyabet, böbrek yetmezliği, karaciğer yetmezliği, kan hastalıkları vs.), bağışıklığı baskılanmışlar, aşırı obezler ve bakımevlerinde yaşayanlar; komplikasyonlu (yaşamı tehdit eden) influenza geçirme ihtimali yüksektir.İnfluenza Nasıl Teşhis Edilir?İnfluenza tanısı için öncelikle doktor tarafından hastanın fizik muayenesi gerçekleşir. Hastanın ateş, boğaz ağrısı, üşümeyle birlikte titreme, kas ağrıları ve yorgunluk gibi belirtilerin kontrol edilmesi sonrası PCR testiyle sürüntü alınarak vücuttaki influenza virüsünün varlığı belirlenir. İnfluenza virüsüyle birlikte aynı zamanda kişi PCR testi sonucunda koronavirüs’e yakalanmış da olabilir.Ayrıca doktor PCR testinin yanı sıra vücuttaki enfeksiyon varlığının kontrolü ve detaylı değerler için kan tahlili de isteyebilir.İnfluenza hastalığının diğer adı griptir ve akut bir viral solunum yolu enfeksiyonu olarak görülür. İnfluenza hastalığının teşhisi, klinik belirti ve şikayetlerin değerlendirilmesi ile birlikte laboratuvar testlerini içerir. Hastalık için öncelikle klinik değerlendirme yapılır.Klinik değerlendirme süreciİnfluenza genel olarak kişide ani başlayan ateş, öksürük, boğaz ağrısı, burun akıntısı-tıkanıklığı, kas ağrıları, baş ağrısı, titreme ve yorgunluk gibi belirtiler gösterir. Bazı influenza vakalarında kusma ve ishal de ortaya çıkabilir ancak bunlar daha çok çocuklarda görülen belirtiler arasındadır. İnfluenza hastalığında ortaya çıkan bu belirtiler, diğer solunum yolu enfeksiyonlarıyla benzerlik gösterebilir. Bu nedenle influenza hastalığının kesin teşhisi için laboratuvar testleri fark yaratır.Laboratuvar testleriİnfluenza virüsünün tespiti için moleküler testler, RT-PCR testi, antijen tespit testleri gibi çeşitli laboratuvar testleri mevcuttur. Bu laboratuvar testleri şu şekilde detaylı olarak açıklanabilir:Moleküler testler: Üst solunum yolu örneklerinde influenza viral RNA’sını 15-30 dakika içinde tespit edebilen hızlı mokelüker testler söz konusudur. Bu testler yüksek duyarlılığa sahip olmasıyla öne çıkar ve hızlı sonuç verir. Böylelikle influenza tanısı rahatlıkla konabilir.RT-PCR testleriRT-PCR testleri, influenza virüsünün genetik materyalini tespit eder. Yüksek duyarlılığa sahip olan bu testlerin sonuçları genellikle birkaç saat içinde elde edilir ve kesin teşhis ortaya çıkar.Hızlı influenza tanı testleriHızlı influenza tanı testleri, solunum yolu örneklerinde influenza A ve B virüslerinin nükleoprotein antijenlerini tespit etmeye yarayan test yöntemleridir. Bu testlerin sonuçlar 10-15 dakika gibi daha kısa bir süre içinde alınabilir ancak duyarlılıkları moleküler testlere göre daha düşüktür. Bu yüzden sonuçların güvenirliliği değişkenlik gösterir.Viral kültürVirüsün izole edilip çoğaltılmasıyla yapılan viral kültür testi özellikle halk sağlığı için büyük önem arz eder. Ancak klinik değerlendirme açısından sonuçların alınması uzun sürdüğü için rutin bir işlem olarak kullanılmaz.İnfluenza tanısında test seçimi ve uygulamaİnfluenza tanı sürecindeki test seçimi, hastanın semptomlarının şiddeti, hastaneye yatış durumu ve toplumda influenza yoğunluğunun düzeyine bağlıdır. Hastaneye yatışı planlanan veya komplikasyon riski yüksek olan hastalarda genellikle influenza testi önerilir. Ayakta tedavi edilen hastalarda ise, özellikle influenza aktivitesinin yüksek olduğu dönemlerde, klinik değerlendirme genellikle yeterli olur. Burada önemli olan kişinin hastalığı ne düzeyde geçirdiğidir.İnfluenza test sonuçlarının yorumlanmasıİnfluenza hastalığında uygulanan test sonuçları, testin duyarlılığı, özgüllüğü ve toplumdaki influenza yaygınlığı dikkate alınarak yorumlanmalıdır. Örneğin, düşük duyarlılığa sahip bir testin negatif sonucu, influenza hastalığının olmadığı anlamına gelmez. Bu nedenle, negatif sonuçlar klinik bulgular eşliğinde detaylı bir şekilde değerlendirilmelidir.İnfluenza teşhisinde doğru, güvenilir ve hızlı testlerin kullanılması, uygun tedavi ve kontrol önlemlerinin zamanında uygulanabilmesi için kritiktir. Bu nedenle influenza hastalığının kesin ve etkili tedavisi için doğru sonuçlar almak önemlidir.İnfluenza Tedavisi Nasıl Yapılır?İnfluenza tedavisinde antiviral ilaçlar tedavinin temelini oluşturmaktadır. Ateş düşürücü ve ağrı kesici ilaçlar, burun akıntısını ve tıkanıklığını giderici ilaçlar, yatak istirahati, bol sıvı alınması, hasta odasının sık sık havalandırılması tedavinin kısa sürede gerçekleşmesine yardım eder. C vitamini takviyeleri de virüsün vücuttan atılması için önerilen tedavi yöntemlerindendir.İnfluenza tedavisinde kullanılan antiviral ilaçlar, virüsün vücutta çoğalmasını engelleyerek hastalığın süresini kısaltmayı ve semptomları hafifletmeyi amaçlar. Bu ilaçlar aynı zamanda grip tedavisinde de kritik bir rol oynar.Antiviral ilaç tedavisinin etkisiİnfluenza hastalığının süresini kısaltır: Antiviral ilaçlar, belirtiler başladıktan sonra mümkün olan en kısa sürede doktor reçetesi ile birlikte kullanılmalıdır. İlaçların en etkili oldukları dönem, genellikle semptomların ortaya çıkmasından sonraki ilk 48 saattir. Bu süre zarfında kullanılan antiviral ilaçların etkisi çok daha fazla görülür.Komplikasyon riski azalabilir: İnfluenza tedavisi için alınan antiviral ilaçlar, influenzaya bağlı görülen zatürre ciddi komplikasyonların riskini düşürebilme etkisine sahiptir. Özellikle bağışıklığı zayıf bireylerde veya kronik hastalığı olan kişilerde komplikasyonların önlenmesinde antiviral ilaçların etkisi büyüktür.Hastalığın şiddetini azaltır: İnfluenza tedavisi için eğer antiviral ilaçlara erken başlanmışsa ateş, kas ağrıları ve yorgunluk gibi semptomlar daha hafif seyreder. İlaçlar aynı zamanda solunum yollarındaki inflamasyonu azaltma etkisi göstererek solunum problemlerinin şiddetli görülmesini önleyebilir.İnfluenza Hastalığına İyi Gelen Doğal Yöntemler Nelerdir?Tavuk suyu çorbası, sebze çorbası ve kelle paça içmek, sarımsak tüketmek, C vitamini içeren besin veya takviyeler almak, nane-limon, ıhlamur veya ballı zencefil çayı tüketmek, buhar solumak, bol bol su içmek ve dinlenmek influenza hastası olan bir kişinin evde uygulayabileceği doğal yöntemlerdir. İnfluenzaya iyi gelen doğal yöntemler maddeler halinde şöyle ifade edilebilir:İnfluenza Testi Nedir?Özellikle influenza A/B ve Covid-19 virüsleri, birbirine çok benzer semptomlarla seyredebilen grip benzeri hastalıklara neden olurlar. Grip (ınfluenza) ve Covid-19’ u birbirinden ayırt edecek çok önemli klinik bir belirti yoktur. Bu ayrımı yapabilmemize yardımcı, hastaya tanı koymada destekleyici antijen testlerinden biri influenza testidir.İnfluenza testi için nasıl örnek alınır?İnfluenza tanısı için kişiden sürüntü örneği alınır. Sürüntü örneği, burun ve boğazdaki mukusumsu yapıdan uzun bir çubuk yardımıyla alınır. Tıbbi işlemin bir parçası olan sürüntü örneği dolayısıyla görevli uzman sağlık personeli tarafından yapılır ve birkaç dakika içinde bu işlem tamamlanır ve alınan sürüntü örneği laboratuvara gönderilerek influenza virüsünün varlığına bakılır. Sonuçlar ise laboratuvara göre değişkenlik göstermekle birlikte kısa süre içinde kişiye bildirilmiş olur.İnfluenzadan Korunma Yöntemleri Nelerdir?İnfluenza hastalığından korunmak için hasta kişilerden mümkün olduğunca uzak durmak, yakın temas kurmamak ve el hijyenine önem vermek gerekir. Hastalığa olabildiğince yakalanmamak için ise kişi bağışıklığını güçlü tutmalı, sağlıklı beslenmeli, egzersiz yapmalı ve uyku kalitesine dikkat etmelidir.İnfluenzadan korunmak için uygulanması gerekenler şöyledir:İnfluenza Hakkında Sık Sorulan Sorularİnfluenza virüsü nedir?İnfluenza, A, B ve C virüslerini içeren orthomyxoviridae ailesinden olup, ateş, titreme, baş ağrısı, yaygın kas ağrısı ve iştahsızlıkla karakterize üst solunum yolu enfeksiyonlarına neden olan RNA virüsüdür.İnfluenza nasıl bir hastalıktır?İnfluenza, burun, boğaz ve bazen akciğerleri enfekte eden influenza virüslerinin neden olduğu bulaşıcı bir solunum yolu hastalığıdır . Hafif ila şiddetli seyredebilen influenza hastalığı bazen ölüme yol açabilir.İnfluenza nasıl anlaşılır?Yaygın bir solunum yolu hastalığı olan influenza, genellikle ateş, öksürük, burun tıkanıklığı veya akıntısı, baş ağrısı, vücut ağrısı, iştahsızlık ve yorgunluk gibi belirtiler ile ortaya çıkar. Bu semptomlar 4 ila 7 gün içinde geçer ancak öksürük ve vücuttaki kırgınlık hissi daha uzun sürebilir. İnfluenza ciğerlere zarar verir mi?İnfluenza virüsü akciğerleri de enfekte edebilen bir hastalık olduğu gibi ciğerlerde tahribat yaratabilir. Bu sebeple özellikle şiddetli öksürük belirtisi varsa tedavi edilmelidir.Yetişkinlerde influenza belirtileri nelerdir?Özellikle yetişkinlerde görülen influenza belirtileri arasında 38 derece üstünde seyreden ateş, boğaz ağrısı, yorgunluk ve enerji düşüklüğü ve vücut ağrıları daha sık görülür.Bebeklerde influenza belirtileri nelerdir?Çocuklarda ani ve beklenmedik şekilde yükselen ateş meydana gelirse influenza virüsünden şüphe edilebilir. Bunlarla birlikte halsizlik ve öksürükle birlikte yaygın olarak kusma ve ishal de çocuklarda görülür.İnfluenza bulaşıcı mı?İnfluenza; kişiden kişiye doğrudan temas ve damlacık yoluyla geçtiği için bulaşıcı bir virüs olarak değerlendirilir.İnfluenza hastalığının kuluçka süresi ne kadardır?Hasta bireyden virüs bulaştıysa belirtiler 1 ila 4 gün içinde görülmeye başlanır. Buna kuluçka süresi adı verilir. İnfluenzanın en bulaşıcı dönemi hangisidir?Grip olan kişiler, virüs taşıdıkları ilk 3 gün boyunca en fazla bulaştırıcılığa sahiptir. Bazı sağlıklı yetişkinler, semptomlar ortaya çıkmadan bir gün önce başlayarak hastalandıktan beş ila yedi gün sonrasına kadar bile başkalarını enfekte edebilirler . Ayrıca küçük çocuklar ve bağışıklık sistemi zayıf olan kişiler de dahil olmak üzere bazı bireyler daha uzun süreler boyunca bulaştırıcı olabilir.Sarılmakla influenza bulaşır mı?Sarılmak, yakın temasa girer. Yakın temas da influenza hastalığının en yaygın bulaşma yollarından biridir. Enfekte olan bir kişiyle bilerek veya bilmeyerek yapılan sarılma eylemi hastalığın bulaşmasına sebebiyet verebilir. Sarılma ile birlikte tokalaşma, öpüşme ve uzun süre yakın bir mesafeden iletişim kurmak da bulaşma riski taşır. Mevsimsel grip aşıları influenzadan korur mu?Özellikle kış geldiğinde olunan grip aşıları influenza hastalığına karşı da koruma sağlayabilir. Korumadan kasıt hastalığa yakalanılsa bile hastalığın daha hafif seyretmesidir. Grip aşısı olan kişiler veya hastalığa daha önce yakalanmış kişilerde antikor seviyeleri yüksektir.İnfluenza nasıl geçer?İnfluenza; genel olarak doktorun dinlenme, bol sıvı tüketimi, sağlıklı beslenme ve vakanın şiddetine göre reçeteli antiviral ilaçları önermesi sonucu iyileşir. İnfluenza olan bir kişi ne yapmalıdır?İnfluenza teşhisi konduysa hasta birey evinde dinlenmeye başlamalı ve mümkün olduğunda insanlarla temastan kaçınmalıdır. Temas kurması gereken durumlarda maske takmak önemlidir. Bununla birlikte kişi panik yapmadan doktorun verdiği antiviral ilaçları kullanmalı, dinlenmeli, bol bol su içmeli, solunum yollarını rahatlatmalı ve uykusuna dikkat etmelidir.İnfluenza virüsü kaç gün sürer?İnfluenza virüsü ve virüse bağlı olarak gelişen hastalıkların genellikle 3-5 gün içinde geçmesi beklenir. 1 hafta ve daha uzun süren influenza vakalarında doktora başvurmak gerekir. Çünkü bu vakalar kişinin mevcut sağlık durumuna göre vücutta çeşitli komplikasyonlara neden olabilir.İnfluenza ve nezle farkı nedir?Grip (influenza) ve nezle birbiri ile sık karıştırılan iki hastalıktır. Her iki hastalık farklı virüslerle meydana gelmektedir. Nezleye sebep olan bir çok farklı virüs bulunmaktadır. Bu yüzden bir kişi yılda bir kaç kere nezleye yakalanabilmektedir. Nezlede sadece üst solunum yolları etkilenirken, gripte hem üst solunum yolları hem de akciğerler etkilenebilmektedir. Ayrıca grip nezleye göre bazen çok daha şiddetli seyretmektedir. Aralarındaki en büyük fark influenzada ateşin daha sık, nezlede ise daha seyrek görülmesidir. Ayrıca influenzada genellikle baş ağrısı, halsizlik, yorgunluk, kuru öksürük görülürken nezlede ise burun tıkanıklığı ve hapşırığa daha sık rastlanmaktadır.İnfluenza tekrarlar mı?İnfluenza hastalığını geçiren kişinin bir daha hastalığa yakalanması beklenmez. Ancak virüs mutasyona uğrarsa yeniden görülmesi söz konusu olabilir.İnfluenza hangi komplikasyonlara yol açar?Özellikle şiddetli seyreden influenza vakaları vücutta bazı komplikasyonlar meydana getirebilir. Bunları başında zatürre, akciğer iltihaplanması, astım krizleri, kalp sorunları, akun solunum yolu problemi ve kulak enfeksiyonları gelir. Zatürre ise en ciddi komplikasyon olarak öne çıkar. Özellikle 65 yaş üstü kişilerde hayati tehlikeye yol açabilir. İnfluenza öldürür mü?İnfluenzanın kişide hayati bir tabloya yol açması kişinin mevcut sağlık durumu ile doğru orantılıdır. Eğer hastalık bağışıklık sistemi düşük ve kronik akciğer hastalıkları ile mücadele eden kişilere bulaşırsa influenzanın hayati tehlikesinden söz edilebilir. Ancak daha sağlıklı kişilerde influenzanın hafif seyrettiği ve kısa sürdüğü de bilinir.İnfluenza ile nasıl başa çıkılır?İnfluenza hastalığıya başa çıkmak için öncelikle hastalığın teşhisi ile birlikte kişinin doktorun önerdiği antiviral ilaçları düzenli bir şekilde kullanması gerekir. İlaçlarla uyumlu bir şekilde kişi kendisini iyi hissedene kadar dinlenmeli, bol su içmeli, solunum yollarını rahatlatacak tavuk suyu çorbası gibi çorbalar veya sıcak bitki çayları içmeli ve uyku kalitesine dikkat etmelidir.Domuz gribi ile influenza aynı mı?Domuz gribi, domuzlarda görülen influenza A adlı virüsün H1N1 alt tipinin mutasyona uğraması sonucu insanlara bulaşmasıyla meydana gelir ancak bazı noktalarda belirtileri itibarıyla influenza ayrılır. Özetle iki hastalık aynı değildir.Mide gribi influenza mıdır? Yaygın olarak "mide gribi" olarak adlandırılan gastroenterit, influenza virüsünden kaynaklanmaz. Mevsimsel griple ilgisi yoktur.İnfluenza hastalığında antibiyotik kullanılır mı?Antibiyotik, bakteriyel enfeksiyonlar söz konusu olduğunda kullanılır. İnfluenza ise viral bir enfeksiyondur ve bu sebeple antibiyotikler influenza hastalığının tedavisine fayda sağlamaz.İnfluenza için hangi doktora gidilir?İnfluenza hastalığı için İç Hastalıkları (Dahiliye) bölümünden randevu alınabilir. Ancak şikayetlerin farklı organlara etkilemesi söz konusu olursa Kulak-Burun-Boğaz veya Göğüs Cerrahisi bölümlerine de yönlendirme yapılabilir. | 20,810 |
392 | Hastalıklar | Insomnia (Uykusuzluk) | Insomnia (uykusuzluk), uykuya dalma, uykuda kalma ve uykuyu sürdürmede zorluk yaşamaya neden olan uyku bozukluğudur. İnsomnia hastalığında kişiler kısa süre içinde uykuya dalamaz, dalsa bile derin bir uyku uyuyamadığı için uykuda kalamazlar, uyandılarsa da uykuya geri dönemezler. Genellikle uyku alışkanlıklarının değiştirilmesi uykusuzluğa iyi gelirken, altında başka bir hastalık söz konusuysa ilaç tedavisi de uygulanabilir. Insomnia (uykusuzluk), uykuya dalma, uykuda kalma ve uykuyu sürdürmede zorluk yaşamaya neden olan uyku bozukluğudur. İnsomnia hastalığında kişiler kısa süre içinde uykuya dalamaz, dalsa bile derin bir uyku uyuyamadığı için uykuda kalamazlar, uyandılarsa da uykuya geri dönemezler. Genellikle uyku alışkanlıklarının değiştirilmesi uykusuzluğa iyi gelirken, altında başka bir hastalık söz konusuysa ilaç tedavisi de uygulanabilir.
Insomnia (Uykusuzluk) Nedir?İnsomnia, sık sık uyanma, uyandıktan sonra veya çok erken uyanıp uykuya dönememe nedeniyle uykuya dalma veya uykuyu sürdürmede zorluk yaşanan uyku bozukluğudur. İnsomnia sorunu kısa süreli (akut) olabildiği gibi, kişiyi kronik bir şekilde de etkileyebilir.Uykusuzluk yakınması süresine göre 3 kısma ayrılır; uykusuzluk yakınması bir haftadan uzun sürmediyse akut ya da geçici, bu süre bir hafta ile üç ay arasındaysa subakut, uykusuzluk yakınması üç aydan fazla ise kronik insomniadan bahsedilir.Dünya üzerinde yaygın görülen bir rahatsızlık olan uykusuzluk, her yaş ve cinsiyetten insanları etkiler. Nedenleri kişiye bağlı olarak değişkenlik gösterebilen insomnia, genellikle uyku saatinin sürekli değişmesi, uyku öncesi yemek yemek, strese bağlı depresyon ve alkol gibi faktörlere bağlı şekilde meydana gelir.Kişinin sosyal çevresi ve iş hayatında çeşitli problemlere yol açabillen insomnia hastalığında kişiler ruhsal ve bedensel olarak kendilerini kötü hisseder. Bu hissiyat, uykusuzluğun psikolojik bir yansımasıdır.Geceleri uykuya güçlükle dalmak, uykunun sık sık bölünmesi, sabahları erken uyanmak, gün içinde uykusuzluğa bağlı enerjinin düşmesi ve agresif, gergin bir kişilik yapısı insomnia'nın yaygın görülen belirtileri arasında yer alır.Uykusuzluk hastalığı genellikle uyku düzeninin değişmesiyle iyileşir ancak uykusuzluğun altında tıbbi bir hastalık yatıyorsa bu durumda ilaç tedavisi önerilebilir.Insomnia (Uykusuzluk) Neden Olur?Uykusuzluğun altında yatan yaygın sebepler strese bağlı depresyon, uyku öncesi yemek yenmesi, uyku saatinin sürekli değişmesi, uyku apnesi, nörolojik hastalıklar, hormonal problemler, huzursuz bacak sendromu, alkol tüketimi ve egzersiz eksikliğidir. Bu sebeplere, tiroid bezinin fazla çalışması ve kalp yetmezliği gibi hastalıklar da eklenebilir.Uykusuzluğun en yaygın nedenlerini şöyle sıralamak mümkündür: Strese bağlı depresyon Uykudan önce yemek yenmesi ve çay-kahve içilmesi Uyku saatinin sürekli değişmesi Uyku apnesi Nörolojik hastalıklar Hormonal problemler Huzursuz bacak sendromu Alkol tüketimi Egzersiz eksikliği Tiroid bezinin fazla çalışması Kalp yetmezliği Bazı antidepresan, astım veya tansiyon ilaçlarıInsomnia (Uykusuzluk) Belirtileri Nelerdir?Geceleri uykuya dalmakta zorlanıyorsanız, uykularınız sürekli bölünüyorsa veya her ikisinden de muzdaripseniz yaşadığınız bu belirtiler insomnia hastalığının işaretleridir. Bunlarla birlikte sabahları erken uyanmak, gün içindeki enerji düşüklüğü, gergin ve agresif bir ruh hali, konsantrasyon bozukluğuna bağlı olarak gün içinde odaklanamama problemi ve sık hata yapmak uykusuzluk yaşayan kişilerde görülen belirtilerdir.Aşağıda yer alan şu belirtiler insomnia (uykusuzluk) hastalığını işaret eder: Uykuya dalmakta zorluk çekmek Uykunun sürekli bölünmesi Sabahları erken uyanmak Gün içinde enerji düşüklüğü, yorgunluk Gergin ve agresif bir ruh hali Konsantrasyon bozukluğuna bağlı odaklanamama problemi İş veya günlük yaşamda sık sık hatalar yapmak Uykusuzluk nelere yol açar?İnsanların sağlıklı bir yaşam sürdürebilmeleri için gereken temel faktörler arasında uyku yer alır. Uyku sorunu yaşayan kişilerin hayat kalitesi düşer ve hem ruhsal hem de bedensel sağlıkları olumsuz etkilenir.Ayrıca uykusuzluk problemi şu problemlere yol açabilir: Gündüzleri dikkat eksikliği, yorgun hissetme Konsantrasyon güçlüğüyle birlikte aşırı sinirlilik, İş performansında düşme, Depresyon Yüksek tansiyon ve metabolik bozukluklar Obezite riski Bağışıklık sisteminin zayıflamasıInsomnia (Uykusuzluk) Nasıl Teşhis Edilir?Uykusuzluk tanısı için öncelikle hastanın şikayetleri ve yaşadığı belirtiler ele alınır. Bu araştırmaların ardından tıbbi bir hastalğın varlığının incelenmesi adına kan testi yapılabilir. Eğer hala insomnia tanısı konulamadıysa kişi uyku merkezinde (polisomnografi) 1 gece tutularak çeşitli vücut aktiviteleri takip edilip kaydedilir. Buna beyin dalgaları, nefes alışverişine bakılması, kalp atışı, göz hareketleri ve vücut hareketleri dahildir.Insomnia (Uykusuzluk) Tedavisi Nasıl Yapılır?Uykusuzluk tedavisinde öncelikle uykusuzluğun nedenlerine kökenlerine yönelik bir araştırma yapılmalıdır. Uykusuzluk şikayeti olan hastaların bir bölümü yalnızca uyku alışkanlıklarının düzenlenmesinden önemli ölçüde yararlanırlar. İnsomniahastaları bazı kurallar konusunda nedenine bakılmaksızın bilgilendirilmelidirler.Uykusuzluk tipine göre öncelik olarak yaşam düzenlenmeleri yapılmalı daha sonra melatonin takviyesi gibi ilaç tedavileri tercih edilmelidir.Kronik uykusuzluğa gün içinde yapılan hatalar neden olabileceği gibi uyku apnesi, huzursuz bacaklar sendromu veya gece gelen panik atak gibi farklı rahatsızlıklar da yol açabilir. Rahat kaliteli bir uyku için ilaçları tercih etmek yerine uykusuzluğa neden olan başlıca sorunun ne olduğu belirlenip buna uygun bir tedavi planlamak gerekir.Uykusuzlukta ilaç tedavisinde nelere dikkat etmeli?Uykusuzluk probleminin altından yatan nedenlerde psikiyatrik kökenli hastalıklara sıklıkla rastlanmaktadır. Depresyon gibi duygulanım bozuklukları uykusuzluk yakınmasına yol açabilir. Uykusuzluk yakınması psikiyatrik kökenliyse nedene göre tedavi uygulanmalıdır. Uykusuzluk yakınmasının daha çok geçici veya kısa süreli olduğu durumlarda uyku ilaçları (hipnotikler) bir haftayı geçmeyecek şekilde kullanılabilir.Prensip olarak kronik uykusuzlukta uyku ilacı kullanımı yöntemiyle tedavi gerçekleşmez. Şayet zorunlu kalınırsa uyku ilaçları (hipnotikler) doktor kontrolünde hastadaki gerginliği kırabilmek adına 4-6 haftayı aşmamak koşuluyla verilebilir.Hastaların doktor tavsiyesi almadan rasgele kullandıkları uyku hapları olumsuz neticeler doğurabilir. Zira hastaların kullandıkları bu tip ilaçlara zamanla tolerans gelişir. Yani aynı etki için dozun zamanla artması gerçekleşebilir. İlaçlar kesildiği takdirde ise uykusuzluk yakınması daha şiddetli bir biçimde geri döner.Uykusuzluğa Ne İyi Gelir?Uykusuzluk hastalığının önüne geçmek ve daha kaliteli bir uyku uyumak istiyorsanız öncelikle uyku düzeninize dikkat edip aynı saatlerde yatıp aynı saatlerde kalkmaya özen gösterin. Bununla birlikte gündüz uyuyarak gece uykusunun önüne geçmemeniz gerekir. Ayrıca egzersiz yaparak vücudu yorup uykuya daha kolay dalmayı sağlayabilirsiniz. Diğer yandan yatmadan önce bir şey yememeli, çay-kahve tüketmemeli ve gerekirse melatonin takviyesi alabilirsiniz.Uykusuzluğa iyi gelen yöntemler daha detaylı bir biçimde şöyle sıralanabilir: Aynı saatte yatıp aynı saatte kalkın Karanlık bir odada, elektronik cihazlardan uzak bir şekilde uyuyun Gündüz uyumamaya çalışın Hafif egzersizler yapıp vücudu yorarak uykuya dalmayı kolaylaştırın Yatmadan önce yemek yemeyin, çay-kahve tüketmeyin Uykuyu tetikleyici etkisiyle papatya çayı, melissa çayı ve süt için Stresten uzak durun Rahatlatıcı özellikleriyle meditasyona yönelin Düzenli ve sağlıklı beslenin Alkolü hayatınızdan çıkarın Gerekirse melatonin takviyesi alınInsomnia (Uykusuzluk) ile İlgili Sık Sorulan SorularUyku nedir?Uyku, hem bedensel dinlenmeyi sağlayan hem de zihinsel fonksiyonların da yenilendiği bir dönemdir. Düzenli uyku beden ve ruh sağlığı için çok önemlidir. Zira uykusuzluk problemi, uyku düzenindeki bozukluklar insan sağlığını bağışıklık sisteminden, kalp sağlığına, kan şekeri düzeyinden beyin fonksiyonlarına kadar olumsuz etkiler. Uykunun gün içindeki düzeni ve dağılımı (ritmi), kişinin biyolojik saati tarafından oluşturulmaktadır. Kişinin biyolojik saatine yol gösteren en önemli etmenlerden birisi ışıktır. Gözler tarafından algılanan ışık beyindeki ilgili merkeze ulaşır ve bu merkez de ışığın miktarına (gündüz-gece) bağlı olarak, uyku getirici şeyler veya uyanıklığı sağlayan (diğer bir ifadeyle uykuyu kaçıran şeyler) madde ve hormonları salgılayan merkezlere uyarıcı veya engelleyici mesajlar yollar. Bunun anlamı gün içinde saat içinde kişilerin uyumaya yatkın olduğu veya istese kolayca uyuyamayacağı dönemler vardır.Uykunun faydaları nelerdir?Uyku esnasında stres hormonları azalır, vücut; kendini onarır, yapılandırır, yeni güne hazırlar. Düzenli uyku anksiyete (kaygı bozukluğu), depresyonu azaltır, düzenli uyuyan çocukların hafızası daha güçlü olmakla birlikte düzenli uyku çocuklarda hiperaktivite riskini de azaltır.İdeal uyku süresi ne kadardır?Uyku süresi genetik faktörlerin etkisiyle kişiden kişiye değişiklik gösterir ve aynı zamanda uyku süresi parmak izi gibi kişiye özel bir durumdur. Kişiden kişiye farklılık göstermekle birlikte uyku süresinin 4-11 saat arasında değiştiği bilinmektedir. Genelde yetişkinler için ortalama 7-8 saatlik uyku yeterli olmaktadır. Yetişkinlerde olduğu gibi, çocuklarda da uyku süreleri ve saatleri genetik faktörlerin etkisine göre değişiklik göstermektedir.Uykusuzluk neyin habercisi?Özellikle kronik uykusuzluk hastalığı yaşayan kişiler vücutlarında kronik ağrı, diyabet, kalp hastalığı, astım, gastroözofageal reflü hastalığı (GERD), aşırı aktif tiroid, depresyon, parkinson hastalığı ve alzheimer hastalığı'nın habercisi olabilir.Uyku bozukluğu sadece uykusuzluk mudur?Tanımlanmış 80’i aşkın uyku hastalığı arasında kişiyi uykusuyla ilgili en çok rahatsız eden, uyku problemlerine dair farkında olduğu en büyük yakınma uykusuzluktur. Nitekim uyku sorunlarıyla ilişkili doktora başvuran hastaların çoğunluğunu uykusuzluktan yakınanlar oluşturur. Buna karşın aşırı uykululuk yani gün içinde sürekli uyku hali, yorgun kalkmalar birçok hasta tarafından önemsenmeyerek normal karşılanabiliyor.Tanımlanmış onlarca uyku hastalığının sadece küçük bir bölümünü oluşturan uykusuzluk şikayetinde, doktora başvuran hastalar sonuçları bakımından daha hayati veya acil rahatsızlıkları önemsemeyerek atlayabilmektedir. Uyku bozukluğundan şüphelenilen hastanın önce bir uyku bozuklukları uzmanı tarafından muayene edilmesi gerekir.Bazen sadece muayene ile hastaya tanı konabilirken; bazen de hastaya uyku tetkikleri yapılarak altta yatan sebepler ortaya konabilir. Gereken tetkikler hastanın kendi evinde veyahut uyku bozuklukları merkezinde yapılabilir.Kronik uykusuzluk alzheimer riskini artırır mı?Kronik uykusuzluk sorunu yaşayan bir kişi aynı zamanda alzheimer risk genlerine sahipse bu durumdaki kişinin alzheimer olma riski çok daha artmaktadır. Buna sebep olan durum çok fazla uykusuz kalındığında beyindeki amiloidin artış gösterip beyne zarar vermesidir.
Insomnia (Uykusuzluk) Nedir?İnsomnia, sık sık uyanma, uyandıktan sonra veya çok erken uyanıp uykuya dönememe nedeniyle uykuya dalma veya uykuyu sürdürmede zorluk yaşanan uyku bozukluğudur. İnsomnia sorunu kısa süreli (akut) olabildiği gibi, kişiyi kronik bir şekilde de etkileyebilir.Uykusuzluk yakınması süresine göre 3 kısma ayrılır; uykusuzluk yakınması bir haftadan uzun sürmediyse akut ya da geçici, bu süre bir hafta ile üç ay arasındaysa subakut, uykusuzluk yakınması üç aydan fazla ise kronik insomniadan bahsedilir.Dünya üzerinde yaygın görülen bir rahatsızlık olan uykusuzluk, her yaş ve cinsiyetten insanları etkiler. Nedenleri kişiye bağlı olarak değişkenlik gösterebilen insomnia, genellikle uyku saatinin sürekli değişmesi, uyku öncesi yemek yemek, strese bağlı depresyon ve alkol gibi faktörlere bağlı şekilde meydana gelir.Kişinin sosyal çevresi ve iş hayatında çeşitli problemlere yol açabillen insomnia hastalığında kişiler ruhsal ve bedensel olarak kendilerini kötü hisseder. Bu hissiyat, uykusuzluğun psikolojik bir yansımasıdır.Geceleri uykuya güçlükle dalmak, uykunun sık sık bölünmesi, sabahları erken uyanmak, gün içinde uykusuzluğa bağlı enerjinin düşmesi ve agresif, gergin bir kişilik yapısı insomnia'nın yaygın görülen belirtileri arasında yer alır.Uykusuzluk hastalığı genellikle uyku düzeninin değişmesiyle iyileşir ancak uykusuzluğun altında tıbbi bir hastalık yatıyorsa bu durumda ilaç tedavisi önerilebilir.Insomnia (Uykusuzluk) Neden Olur?Uykusuzluğun altında yatan yaygın sebepler strese bağlı depresyon, uyku öncesi yemek yenmesi, uyku saatinin sürekli değişmesi, uyku apnesi, nörolojik hastalıklar, hormonal problemler, huzursuz bacak sendromu, alkol tüketimi ve egzersiz eksikliğidir. Bu sebeplere, tiroid bezinin fazla çalışması ve kalp yetmezliği gibi hastalıklar da eklenebilir.Uykusuzluğun en yaygın nedenlerini şöyle sıralamak mümkündür:Insomnia (Uykusuzluk) Belirtileri Nelerdir?Geceleri uykuya dalmakta zorlanıyorsanız, uykularınız sürekli bölünüyorsa veya her ikisinden de muzdaripseniz yaşadığınız bu belirtiler insomnia hastalığının işaretleridir. Bunlarla birlikte sabahları erken uyanmak, gün içindeki enerji düşüklüğü, gergin ve agresif bir ruh hali, konsantrasyon bozukluğuna bağlı olarak gün içinde odaklanamama problemi ve sık hata yapmak uykusuzluk yaşayan kişilerde görülen belirtilerdir.Aşağıda yer alan şu belirtiler insomnia (uykusuzluk) hastalığını işaret eder:Uykusuzluk nelere yol açar?İnsanların sağlıklı bir yaşam sürdürebilmeleri için gereken temel faktörler arasında uyku yer alır. Uyku sorunu yaşayan kişilerin hayat kalitesi düşer ve hem ruhsal hem de bedensel sağlıkları olumsuz etkilenir.Ayrıca uykusuzluk problemi şu problemlere yol açabilir:Insomnia (Uykusuzluk) Nasıl Teşhis Edilir?Uykusuzluk tanısı için öncelikle hastanın şikayetleri ve yaşadığı belirtiler ele alınır. Bu araştırmaların ardından tıbbi bir hastalğın varlığının incelenmesi adına kan testi yapılabilir. Eğer hala insomnia tanısı konulamadıysa kişi uyku merkezinde (polisomnografi) 1 gece tutularak çeşitli vücut aktiviteleri takip edilip kaydedilir. Buna beyin dalgaları, nefes alışverişine bakılması, kalp atışı, göz hareketleri ve vücut hareketleri dahildir.Insomnia (Uykusuzluk) Tedavisi Nasıl Yapılır?Uykusuzluk tedavisinde öncelikle uykusuzluğun nedenlerine kökenlerine yönelik bir araştırma yapılmalıdır. Uykusuzluk şikayeti olan hastaların bir bölümü yalnızca uyku alışkanlıklarının düzenlenmesinden önemli ölçüde yararlanırlar. İnsomniahastaları bazı kurallar konusunda nedenine bakılmaksızın bilgilendirilmelidirler.Uykusuzluk tipine göre öncelik olarak yaşam düzenlenmeleri yapılmalı daha sonra melatonin takviyesi gibi ilaç tedavileri tercih edilmelidir.Kronik uykusuzluğa gün içinde yapılan hatalar neden olabileceği gibi uyku apnesi, huzursuz bacaklar sendromu veya gece gelen panik atak gibi farklı rahatsızlıklar da yol açabilir. Rahat kaliteli bir uyku için ilaçları tercih etmek yerine uykusuzluğa neden olan başlıca sorunun ne olduğu belirlenip buna uygun bir tedavi planlamak gerekir.Uykusuzlukta ilaç tedavisinde nelere dikkat etmeli?Uykusuzluk probleminin altından yatan nedenlerde psikiyatrik kökenli hastalıklara sıklıkla rastlanmaktadır. Depresyon gibi duygulanım bozuklukları uykusuzluk yakınmasına yol açabilir. Uykusuzluk yakınması psikiyatrik kökenliyse nedene göre tedavi uygulanmalıdır. Uykusuzluk yakınmasının daha çok geçici veya kısa süreli olduğu durumlarda uyku ilaçları (hipnotikler) bir haftayı geçmeyecek şekilde kullanılabilir.Prensip olarak kronik uykusuzlukta uyku ilacı kullanımı yöntemiyle tedavi gerçekleşmez. Şayet zorunlu kalınırsa uyku ilaçları (hipnotikler) doktor kontrolünde hastadaki gerginliği kırabilmek adına 4-6 haftayı aşmamak koşuluyla verilebilir.Hastaların doktor tavsiyesi almadan rasgele kullandıkları uyku hapları olumsuz neticeler doğurabilir. Zira hastaların kullandıkları bu tip ilaçlara zamanla tolerans gelişir. Yani aynı etki için dozun zamanla artması gerçekleşebilir. İlaçlar kesildiği takdirde ise uykusuzluk yakınması daha şiddetli bir biçimde geri döner.Uykusuzluğa Ne İyi Gelir?Uykusuzluk hastalığının önüne geçmek ve daha kaliteli bir uyku uyumak istiyorsanız öncelikle uyku düzeninize dikkat edip aynı saatlerde yatıp aynı saatlerde kalkmaya özen gösterin. Bununla birlikte gündüz uyuyarak gece uykusunun önüne geçmemeniz gerekir. Ayrıca egzersiz yaparak vücudu yorup uykuya daha kolay dalmayı sağlayabilirsiniz. Diğer yandan yatmadan önce bir şey yememeli, çay-kahve tüketmemeli ve gerekirse melatonin takviyesi alabilirsiniz.Uykusuzluğa iyi gelen yöntemler daha detaylı bir biçimde şöyle sıralanabilir:Insomnia (Uykusuzluk) ile İlgili Sık Sorulan SorularUyku nedir?Uyku, hem bedensel dinlenmeyi sağlayan hem de zihinsel fonksiyonların da yenilendiği bir dönemdir. Düzenli uyku beden ve ruh sağlığı için çok önemlidir. Zira uykusuzluk problemi, uyku düzenindeki bozukluklar insan sağlığını bağışıklık sisteminden, kalp sağlığına, kan şekeri düzeyinden beyin fonksiyonlarına kadar olumsuz etkiler. Uykunun gün içindeki düzeni ve dağılımı (ritmi), kişinin biyolojik saati tarafından oluşturulmaktadır. Kişinin biyolojik saatine yol gösteren en önemli etmenlerden birisi ışıktır. Gözler tarafından algılanan ışık beyindeki ilgili merkeze ulaşır ve bu merkez de ışığın miktarına (gündüz-gece) bağlı olarak, uyku getirici şeyler veya uyanıklığı sağlayan (diğer bir ifadeyle uykuyu kaçıran şeyler) madde ve hormonları salgılayan merkezlere uyarıcı veya engelleyici mesajlar yollar. Bunun anlamı gün içinde saat içinde kişilerin uyumaya yatkın olduğu veya istese kolayca uyuyamayacağı dönemler vardır.Uykunun faydaları nelerdir?Uyku esnasında stres hormonları azalır, vücut; kendini onarır, yapılandırır, yeni güne hazırlar. Düzenli uyku anksiyete (kaygı bozukluğu), depresyonu azaltır, düzenli uyuyan çocukların hafızası daha güçlü olmakla birlikte düzenli uyku çocuklarda hiperaktivite riskini de azaltır.İdeal uyku süresi ne kadardır?Uyku süresi genetik faktörlerin etkisiyle kişiden kişiye değişiklik gösterir ve aynı zamanda uyku süresi parmak izi gibi kişiye özel bir durumdur. Kişiden kişiye farklılık göstermekle birlikte uyku süresinin 4-11 saat arasında değiştiği bilinmektedir. Genelde yetişkinler için ortalama 7-8 saatlik uyku yeterli olmaktadır. Yetişkinlerde olduğu gibi, çocuklarda da uyku süreleri ve saatleri genetik faktörlerin etkisine göre değişiklik göstermektedir.Uykusuzluk neyin habercisi?Özellikle kronik uykusuzluk hastalığı yaşayan kişiler vücutlarında kronik ağrı, diyabet, kalp hastalığı, astım, gastroözofageal reflü hastalığı (GERD), aşırı aktif tiroid, depresyon, parkinson hastalığı ve alzheimer hastalığı'nın habercisi olabilir.Uyku bozukluğu sadece uykusuzluk mudur?Tanımlanmış 80’i aşkın uyku hastalığı arasında kişiyi uykusuyla ilgili en çok rahatsız eden, uyku problemlerine dair farkında olduğu en büyük yakınma uykusuzluktur. Nitekim uyku sorunlarıyla ilişkili doktora başvuran hastaların çoğunluğunu uykusuzluktan yakınanlar oluşturur. Buna karşın aşırı uykululuk yani gün içinde sürekli uyku hali, yorgun kalkmalar birçok hasta tarafından önemsenmeyerek normal karşılanabiliyor.Tanımlanmış onlarca uyku hastalığının sadece küçük bir bölümünü oluşturan uykusuzluk şikayetinde, doktora başvuran hastalar sonuçları bakımından daha hayati veya acil rahatsızlıkları önemsemeyerek atlayabilmektedir. Uyku bozukluğundan şüphelenilen hastanın önce bir uyku bozuklukları uzmanı tarafından muayene edilmesi gerekir.Bazen sadece muayene ile hastaya tanı konabilirken; bazen de hastaya uyku tetkikleri yapılarak altta yatan sebepler ortaya konabilir. Gereken tetkikler hastanın kendi evinde veyahut uyku bozuklukları merkezinde yapılabilir.Kronik uykusuzluk alzheimer riskini artırır mı?Kronik uykusuzluk sorunu yaşayan bir kişi aynı zamanda alzheimer risk genlerine sahipse bu durumdaki kişinin alzheimer olma riski çok daha artmaktadır. Buna sebep olan durum çok fazla uykusuz kalındığında beyindeki amiloidin artış gösterip beyne zarar vermesidir. | 7,875 |
393 | Hastalıklar | İTP Hastalığı | İTP (immün trombositopenik purpura) hastalığı, bağışıklık sisteminin kendi trombositlerine saldırarak onları yok etmesi sonucunda kandaki trombosit düşüklüğü ile karakterize olan nadir bir otoimmün hastalıktır. İTP hastalığı, kanın pıhtılaşmasını azaltarak çeşitli kanama risklerine yol açabilir. Hafif vakalarda hastalar, belirgin semptomlar yaşamazken şiddetli vakalarda ciltte morluk, diş eti ve burun kanamaları yaygın olarak görülür. İTP hastalığının tedavi sürecinde bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar kullanılarak trombosit seviyesinin artışı hedeflenir. İTP (immün trombositopenik purpura) hastalığı, bağışıklık sisteminin kendi trombositlerine saldırarak onları yok etmesi sonucunda kandaki trombosit düşüklüğü ile karakterize olan nadir bir otoimmün hastalıktır. İTP hastalığı, kanın pıhtılaşmasını azaltarak çeşitli kanama risklerine yol açabilir. Hafif vakalarda hastalar, belirgin semptomlar yaşamazken şiddetli vakalarda ciltte morluk, diş eti ve burun kanamaları yaygın olarak görülür. İTP hastalığının tedavi sürecinde bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar kullanılarak trombosit seviyesinin artışı hedeflenir.
İTP Hastalığı Nedir?İTP hastalığı, bağışıklık sisteminin normal kan pıhtılaşması için gerekli olan trombositleri yok ettiği bir kanama bozukluğudur .Normalde vücudu enfeksiyonlara ve zararlı etkenlere karşı koruyan bağışıklık sistemi, İTP kan hastalığı sırasında trombositleri, yani kan pulcuklarını bir tehdit olarak görüp yok eder. MPV testi sonucunda trombosit sayısının belirgin biçimde azaldığı ve vücudun kanama riskine yatkın hale geldiği görülür.İTP hastalığında özellikle ciltte kırmızı-mor renkte döküntüler, kolayca gelişen morluklar ve vücutta kanamalar oluşur. Ancak hastalığın belirtileri kişiden kişiye değişebilir. Bazıları hafif semptomlarla seyredebilirken bazılarında daha belirgin ve ciddi kanama eğilimi görülebilir. Bu nedenle düzenli hekim takibi, doğru tanı ve etkin tedavi yöntemleri büyük önem taşır.Çocuklarda görülen İTP hastalığı ise genellikle geçici bir süreç olup çoğunlukla bir yıl içinde iyileşme eğilimi gösterir. Ancak yetişkinlerde hastalık bazen daha kronik bir hal alabilir ve tedaviye yanıt süresi uzayabilir.İTP hastalığının tedavi sürecinde bağışıklık sisteminin düzenlenmesi amaçlanır. İlaç tedavisi, kortikosteroidler veya bağışıklık sistemini baskılayıcı diğer tedavi seçenekleri ile süreç desteklenebilir. Kronikleşen durumlarda hastaların moral ve motivasyonunu yüksek tutması, yaşam kalitesini artırmaya yönelik adımlar da önem taşır. İTP Hastalığı Neden Olur?İTP hastalığı, bağışıklık sisteminin trombositlere karşı yanlış bir tepki geliştirip onları yok etmesi sonucunda meydana gelen bir kan hastalığıdır.Bu durumda bağışıklık sistemi, normalde kan pıhtılaşmasında görev alan trombositleri bir tehdit olarak algılar ve yok etmeye çalışır. Dolayısıyla trombosit sayısı düşer ve kanama riski artar. Bağışıklık sisteminin oluşturduğu bu tepki için genellikle viral enfeksiyonlar sorumlu tutulur. Vücutta meydana gelen viral enfeksiyonlar bağışıklık sisteminin trombositlere saldırmasına yol açar.İTP Hastalığı BelirtileriİTP belirtileri arasında hafif morarmalar, burun ve diş eti kanamaları, deride kolay çürükler ve küçük kırmızı döküntüler yer alır. Bu belirtiler vücuttaki kan pıhtılaşma sisteminin zayıfladığını gösterir. Tedavi sürecinde öncelikle kanama riskinin seviyesine ve kan testi ile trombosit sayısına bakılır. Her İTP hastalığı tedavi gerektirmez. Genellikle trombosit sayısı çok düşük olmadıkça veya ciddi kanama bulguları olmadıkça yalnızca takip yeterlidir. Tedavi gerektiğinde bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar, kortikosteroidler veya immünoglobulinler kullanılabilir. İTP hastalığının belirtileri arasında şunlar yer alır: Hafif veya ciddi morarmalar Burun ve diş eti kanamaları Deride çürükler ve kırmızı döküntüler Kadınlarda ağır ve uzun adet kanamaları İç kanama İdrar ve dışkıda kan Peteşiler HematomİTP Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?İTP tanısı için öncelikle ciltte veya cildin altında kanama olup olmadığının tespiti adına fiziksel muayene yapılır. Fiziksel muayene sonrası tam kan sayımı veya periferik kan yayması testiyle de tanı desteklenebilir. Kesin tanı ile birlikte tedavi sürecine geçilir.İTP Hastalığının TedavisiİTP hastalığı tedavisi genellikle bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlarla başlar. Kortikosteroidler bu tedavinin ilk aşamasında sıkça kullanılır ve bağışıklık yanıtını azaltarak trombosit sayısını artırır. Ancak uzun süreli kullanım yan etkilere yol açabileceği için dikkatli doz ayarlamaları yapılır ve gerekli görüldüğünde tedavi kesilir.Kortikosteroidlerin etkisiz kalması durumunda, intravenöz immün globulin (IVIG) enjeksiyonları tercih edilebilir. Bu tedavi hızlı bir etki gösterse de geçici çözüm sunar. Ayrıca trombosit üretimini artırmak için romiplostim veya eltrombopag gibi ilaçlar kullanılabilir. Bu ilaçlar, kronikleşmiş ve tedaviye direnç gösteren durumlarda tercih edilir. Olası yan etkiler arasında baş ağrısı, bulantı ve artan pıhtılaşma riski sayılabilir. Trombositopeni belirtileri olan hastalarda, rituximab gibi bağışıklık baskılayıcı ilaçlar da kullanılarak bağışıklık sisteminin trombositlere zarar vermesi önlenebilir. Tedavi sürecinde doktorun önerilerine uyum göstermek, sağlığı korumanın temel bir yoludur.İTP Tedavisinin Yan Etkileri İTP hastalığı tedavisinde kullanılan ilaçlar, bağışıklık sistemini düzenleyerek trombosit sayısını artırmayı hedeflerken bazı yan etkilere de neden olabilir. Tedavide kullanılan kortikosteroidler, iştah artışı ve vücutta su-tuz tutulumuna yol açabilir. Bu durum kilo artışı, yüzde şişme, gövdede yağ birikimi ve kollarda, bacaklarda incelmeye neden olabilir. Kortikosteroidler ayrıca kan şekeri seviyesini yükseltebilir. Bu nedenle diyabet öyküsü olanların dikkatli olması gerekir. Tansiyon yükselmesi, deride incelme, mor çatlaklar, sivilce ve adet düzensizlikleri de kortikosteroid kullanımına eşlik edebilir. Uzun süreli kullanımda kemik erimesi, katarakt veya glokom gibi göz problemleri gelişebilir.İntravenöz immünoglobulin (IVIG) tedavisi ise baş ağrısı, ateş, titreme ve nadiren anafilaksi gibi yan etkilere neden olabilir. Tedavi sırasında sıvı alımına dikkat etmek gerekir. Rituksimab, bağışıklık sistemini baskılar ve uygulama sırasında cilt döküntüsü, ateş ve nadiren alerjik reaksiyonlara sebep olabilir. Eltrombopag veya romiplostim gibi trombosit üretimini artıran ilaçlar karaciğer enzimlerinde artış ve damar tıkanıklığı riskini artırabilir. Bu ilaçların etkileri ve dozajları dikkatlice izlenmeli, tedavi sürecinde doktor gözetimi önemlidir. İlaç yan etkileri tedavinin süresi ve dozu ile doğrudan ilişkili olduğu için uygun dengeyi bulmak büyük önem taşır.İTP Hastalığının Riski Nasıl Azaltılır?İTP hastalığı olan kişilerde yaşam şeklinin dikkatlice düzenlenmesi, kanama riskini en aza indirgemek açısından büyük bir önem taşır. Düşük trombosit seviyesi nedeniyle bu hastalar kolayca kanamaya meyilli olur ve özellikle kafa travmaları tehlike arz eder. Bu nedenle futbol, dövüş sporları, kayak gibi travmaya açık aktivitelerden kaçınmak, yerine yürüyüş veya bisiklet gibi daha güvenli seçeneklere yönelmek tavsiye edilir. Tedavi sürecinde ilaç kullanımı da dikkat gerektirir. Birçok ilaç kanamayı tetikleyebilir. Özellikle aspirin, ibuprofen gibi ilaçlar veya ginkgo biloba gibi takviyeler trombosit fonksiyonunu olumsuz etkileyebilir. İlaç ya da takviyenin kullanılmadan önce doktora danışılması şarttır.İTP Hakkında Sık Sorulan SorularİTP hastalığı tehlikeli midir?İTP hastalığında kimi vakalar kendiliğinden iyileşme eğilimi gösterirken bazı vakalarda ise kanamaların şiddetine bağlı olarak tıbbi müdahale gerekebilir.İTP hastalığı kanser midir?İTP iyi huylu bir hastalıktır ve kanser değildir.İTP tedavisi ne kadar sürede etki eder?İTP hastalığı tedavisinin etkisi iki ila altı hafta içinde gözlemlenir ve bu süre hastanın yanıtına göre değişebilir. Ancak birçok yetişkin hasta, tedavi sonlandırıldığında nüks riskiyle karşı karşıya kalabilir. Bu nedenle tedavi süreci boyunca yakından takip ve gerektiğinde yeniden müdahale gerekebilir.İTP zekayı etkiler mi?İTP hastalığı doğrudan zekayı veya bilişsel yetileri etkilemez. Esas olarak trombosit sayısını düşürerek kanama riskini artırır. Ancak şiddetli ve uzun süreli beyin kanaması gibi komplikasyonlar nadiren oluşursa bu tür durumlar nörolojik etki yaratabilir. Genel olarak uygun tedavi ve kontrolle bu riskler minimuma indirilir.TMS ve İTP farkları nelerdir?TMS (Transkraniyal Manyetik Stimülasyon), beyin işlevlerini modüle etmek amacıyla kullanılan bir tedavi yöntemiyken İTP hastalığı (İmmün Trombositopenik Purpura) bağışıklık sisteminin trombositleri hedef aldığı bir kan hastalığıdır. TMS, depresyon ve bazı nörolojik durumların tedavisinde uygulanırken İTP tedavisi, trombosit seviyesini güvenli bir düzeye çıkarmayı hedefler. Aralarındaki en önemli fark, TMS’nin sinir sistemi ile ilgili bir müdahale, İTP'nin ise bağışıklık ve kan sistemi hastalığı olmasıdır.İTP diğer hastalıkları tetikler mi?İTP hastalığı belirtileri, bağışıklık sisteminin verdiği aşırı tepkilerle ilişkilidir. Tedavi, bu tepkileri düzenlemeye yönelik stratejileri içerir. İTP hastalığı, diğer kronik hastalıkları tetikleyen bir faktör değildir. Ancak bağışıklık sistemiyle ilişkili farklı rahatsızlıklar açısından dikkatli olunması gerekir.İTP tedavisinde ne amaçlanır?Tedavilerde trombositleri güvenli bir seviyeye çıkararak kanama riskini azaltmak amaçlanır. Eğer ilaç tedavisi yetersiz kalırsa dalağın alınması veya bağışıklık sistemini düzenleyen başka yöntemlere başvurulabilir. İdiyopatik trombositopenik purpura (İTP) hastalığının seyri, çocuklarda genellikle iyiye gider ve çoğu vaka bir yıl içinde kendiliğinden düzelebilir. Ancak yetişkinlerde durum farklılık gösterebilir ve kronik hale gelebilir.İTP hastalığına hangi doktor bakar?İTP hastalığının teşhis ve tedavi süreci hematoloji bölümü doktorları tarafından yönetilir.
İTP Hastalığı Nedir?İTP hastalığı, bağışıklık sisteminin normal kan pıhtılaşması için gerekli olan trombositleri yok ettiği bir kanama bozukluğudur .Normalde vücudu enfeksiyonlara ve zararlı etkenlere karşı koruyan bağışıklık sistemi, İTP kan hastalığı sırasında trombositleri, yani kan pulcuklarını bir tehdit olarak görüp yok eder. MPV testi sonucunda trombosit sayısının belirgin biçimde azaldığı ve vücudun kanama riskine yatkın hale geldiği görülür.İTP hastalığında özellikle ciltte kırmızı-mor renkte döküntüler, kolayca gelişen morluklar ve vücutta kanamalar oluşur. Ancak hastalığın belirtileri kişiden kişiye değişebilir. Bazıları hafif semptomlarla seyredebilirken bazılarında daha belirgin ve ciddi kanama eğilimi görülebilir. Bu nedenle düzenli hekim takibi, doğru tanı ve etkin tedavi yöntemleri büyük önem taşır.Çocuklarda görülen İTP hastalığı ise genellikle geçici bir süreç olup çoğunlukla bir yıl içinde iyileşme eğilimi gösterir. Ancak yetişkinlerde hastalık bazen daha kronik bir hal alabilir ve tedaviye yanıt süresi uzayabilir.İTP hastalığının tedavi sürecinde bağışıklık sisteminin düzenlenmesi amaçlanır. İlaç tedavisi, kortikosteroidler veya bağışıklık sistemini baskılayıcı diğer tedavi seçenekleri ile süreç desteklenebilir. Kronikleşen durumlarda hastaların moral ve motivasyonunu yüksek tutması, yaşam kalitesini artırmaya yönelik adımlar da önem taşır. İTP Hastalığı Neden Olur?İTP hastalığı, bağışıklık sisteminin trombositlere karşı yanlış bir tepki geliştirip onları yok etmesi sonucunda meydana gelen bir kan hastalığıdır.Bu durumda bağışıklık sistemi, normalde kan pıhtılaşmasında görev alan trombositleri bir tehdit olarak algılar ve yok etmeye çalışır. Dolayısıyla trombosit sayısı düşer ve kanama riski artar. Bağışıklık sisteminin oluşturduğu bu tepki için genellikle viral enfeksiyonlar sorumlu tutulur. Vücutta meydana gelen viral enfeksiyonlar bağışıklık sisteminin trombositlere saldırmasına yol açar.İTP Hastalığı BelirtileriİTP belirtileri arasında hafif morarmalar, burun ve diş eti kanamaları, deride kolay çürükler ve küçük kırmızı döküntüler yer alır. Bu belirtiler vücuttaki kan pıhtılaşma sisteminin zayıfladığını gösterir. Tedavi sürecinde öncelikle kanama riskinin seviyesine ve kan testi ile trombosit sayısına bakılır. Her İTP hastalığı tedavi gerektirmez. Genellikle trombosit sayısı çok düşük olmadıkça veya ciddi kanama bulguları olmadıkça yalnızca takip yeterlidir. Tedavi gerektiğinde bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar, kortikosteroidler veya immünoglobulinler kullanılabilir. İTP hastalığının belirtileri arasında şunlar yer alır:İTP Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?İTP tanısı için öncelikle ciltte veya cildin altında kanama olup olmadığının tespiti adına fiziksel muayene yapılır. Fiziksel muayene sonrası tam kan sayımı veya periferik kan yayması testiyle de tanı desteklenebilir. Kesin tanı ile birlikte tedavi sürecine geçilir.İTP Hastalığının TedavisiİTP hastalığı tedavisi genellikle bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlarla başlar. Kortikosteroidler bu tedavinin ilk aşamasında sıkça kullanılır ve bağışıklık yanıtını azaltarak trombosit sayısını artırır. Ancak uzun süreli kullanım yan etkilere yol açabileceği için dikkatli doz ayarlamaları yapılır ve gerekli görüldüğünde tedavi kesilir.Kortikosteroidlerin etkisiz kalması durumunda, intravenöz immün globulin (IVIG) enjeksiyonları tercih edilebilir. Bu tedavi hızlı bir etki gösterse de geçici çözüm sunar. Ayrıca trombosit üretimini artırmak için romiplostim veya eltrombopag gibi ilaçlar kullanılabilir. Bu ilaçlar, kronikleşmiş ve tedaviye direnç gösteren durumlarda tercih edilir. Olası yan etkiler arasında baş ağrısı, bulantı ve artan pıhtılaşma riski sayılabilir. Trombositopeni belirtileri olan hastalarda, rituximab gibi bağışıklık baskılayıcı ilaçlar da kullanılarak bağışıklık sisteminin trombositlere zarar vermesi önlenebilir. Tedavi sürecinde doktorun önerilerine uyum göstermek, sağlığı korumanın temel bir yoludur.İTP Tedavisinin Yan Etkileri İTP hastalığı tedavisinde kullanılan ilaçlar, bağışıklık sistemini düzenleyerek trombosit sayısını artırmayı hedeflerken bazı yan etkilere de neden olabilir. Tedavide kullanılan kortikosteroidler, iştah artışı ve vücutta su-tuz tutulumuna yol açabilir. Bu durum kilo artışı, yüzde şişme, gövdede yağ birikimi ve kollarda, bacaklarda incelmeye neden olabilir. Kortikosteroidler ayrıca kan şekeri seviyesini yükseltebilir. Bu nedenle diyabet öyküsü olanların dikkatli olması gerekir. Tansiyon yükselmesi, deride incelme, mor çatlaklar, sivilce ve adet düzensizlikleri de kortikosteroid kullanımına eşlik edebilir. Uzun süreli kullanımda kemik erimesi, katarakt veya glokom gibi göz problemleri gelişebilir.İntravenöz immünoglobulin (IVIG) tedavisi ise baş ağrısı, ateş, titreme ve nadiren anafilaksi gibi yan etkilere neden olabilir. Tedavi sırasında sıvı alımına dikkat etmek gerekir. Rituksimab, bağışıklık sistemini baskılar ve uygulama sırasında cilt döküntüsü, ateş ve nadiren alerjik reaksiyonlara sebep olabilir. Eltrombopag veya romiplostim gibi trombosit üretimini artıran ilaçlar karaciğer enzimlerinde artış ve damar tıkanıklığı riskini artırabilir. Bu ilaçların etkileri ve dozajları dikkatlice izlenmeli, tedavi sürecinde doktor gözetimi önemlidir. İlaç yan etkileri tedavinin süresi ve dozu ile doğrudan ilişkili olduğu için uygun dengeyi bulmak büyük önem taşır.İTP Hastalığının Riski Nasıl Azaltılır?İTP hastalığı olan kişilerde yaşam şeklinin dikkatlice düzenlenmesi, kanama riskini en aza indirgemek açısından büyük bir önem taşır. Düşük trombosit seviyesi nedeniyle bu hastalar kolayca kanamaya meyilli olur ve özellikle kafa travmaları tehlike arz eder. Bu nedenle futbol, dövüş sporları, kayak gibi travmaya açık aktivitelerden kaçınmak, yerine yürüyüş veya bisiklet gibi daha güvenli seçeneklere yönelmek tavsiye edilir. Tedavi sürecinde ilaç kullanımı da dikkat gerektirir. Birçok ilaç kanamayı tetikleyebilir. Özellikle aspirin, ibuprofen gibi ilaçlar veya ginkgo biloba gibi takviyeler trombosit fonksiyonunu olumsuz etkileyebilir. İlaç ya da takviyenin kullanılmadan önce doktora danışılması şarttır.İTP Hakkında Sık Sorulan SorularİTP hastalığı tehlikeli midir?İTP hastalığında kimi vakalar kendiliğinden iyileşme eğilimi gösterirken bazı vakalarda ise kanamaların şiddetine bağlı olarak tıbbi müdahale gerekebilir.İTP hastalığı kanser midir?İTP iyi huylu bir hastalıktır ve kanser değildir.İTP tedavisi ne kadar sürede etki eder?İTP hastalığı tedavisinin etkisi iki ila altı hafta içinde gözlemlenir ve bu süre hastanın yanıtına göre değişebilir. Ancak birçok yetişkin hasta, tedavi sonlandırıldığında nüks riskiyle karşı karşıya kalabilir. Bu nedenle tedavi süreci boyunca yakından takip ve gerektiğinde yeniden müdahale gerekebilir.İTP zekayı etkiler mi?İTP hastalığı doğrudan zekayı veya bilişsel yetileri etkilemez. Esas olarak trombosit sayısını düşürerek kanama riskini artırır. Ancak şiddetli ve uzun süreli beyin kanaması gibi komplikasyonlar nadiren oluşursa bu tür durumlar nörolojik etki yaratabilir. Genel olarak uygun tedavi ve kontrolle bu riskler minimuma indirilir.TMS ve İTP farkları nelerdir?TMS (Transkraniyal Manyetik Stimülasyon), beyin işlevlerini modüle etmek amacıyla kullanılan bir tedavi yöntemiyken İTP hastalığı (İmmün Trombositopenik Purpura) bağışıklık sisteminin trombositleri hedef aldığı bir kan hastalığıdır. TMS, depresyon ve bazı nörolojik durumların tedavisinde uygulanırken İTP tedavisi, trombosit seviyesini güvenli bir düzeye çıkarmayı hedefler. Aralarındaki en önemli fark, TMS’nin sinir sistemi ile ilgili bir müdahale, İTP'nin ise bağışıklık ve kan sistemi hastalığı olmasıdır.İTP diğer hastalıkları tetikler mi?İTP hastalığı belirtileri, bağışıklık sisteminin verdiği aşırı tepkilerle ilişkilidir. Tedavi, bu tepkileri düzenlemeye yönelik stratejileri içerir. İTP hastalığı, diğer kronik hastalıkları tetikleyen bir faktör değildir. Ancak bağışıklık sistemiyle ilişkili farklı rahatsızlıklar açısından dikkatli olunması gerekir.İTP tedavisinde ne amaçlanır?Tedavilerde trombositleri güvenli bir seviyeye çıkararak kanama riskini azaltmak amaçlanır. Eğer ilaç tedavisi yetersiz kalırsa dalağın alınması veya bağışıklık sistemini düzenleyen başka yöntemlere başvurulabilir. İdiyopatik trombositopenik purpura (İTP) hastalığının seyri, çocuklarda genellikle iyiye gider ve çoğu vaka bir yıl içinde kendiliğinden düzelebilir. Ancak yetişkinlerde durum farklılık gösterebilir ve kronik hale gelebilir.İTP hastalığına hangi doktor bakar?İTP hastalığının teşhis ve tedavi süreci hematoloji bölümü doktorları tarafından yönetilir. | 6,873 |
394 | Hastalıklar | İnsülin Direnci | İnsülin direnci, kas, yağ ve karaciğerdeki hücrelerin pankreas tarafından üretilen insüline iyi yanıt veremediği için bu hücrelerin kandan glukozu kolayca alamaması ve kan şekerini kontrolde tutamaması ile ortaya çıkan metabolik bir sendromdur. Bu durum glukozun hücrelere girmesine yardımcı olmak için pankreasın daha fazla insülin üretmesine neden olur. İşlenmiş gıdalar, karbonhidrat ağırlıklı beslenme ve hareket azlığı nedeniyle insülin direncinin görülme sıklığı artmıştır. İnsülin direnci; kanser, obezite, tansiyon, diyabet, felç ve karaciğer yağlanması gibi pek çok ciddi hastalığa davetiye çıkarırken, kilo verememenin arkasında yatan önemli sağlık problemleri arasında da yer alır.İnsülin direnci, kas, yağ ve karaciğerdeki hücrelerin pankreas tarafından üretilen insüline iyi yanıt veremediği için bu hücrelerin kandan glukozu kolayca alamaması ve kan şekerini kontrolde tutamaması ile ortaya çıkan metabolik bir sendromdur. Bu durum glukozun hücrelere girmesine yardımcı olmak için pankreasın daha fazla insülin üretmesine neden olur. İşlenmiş gıdalar, karbonhidrat ağırlıklı beslenme ve hareket azlığı nedeniyle insülin direncinin görülme sıklığı artmıştır. İnsülin direnci; kanser, obezite, tansiyon, diyabet, felç ve karaciğer yağlanması gibi pek çok ciddi hastalığa davetiye çıkarırken, kilo verememenin arkasında yatan önemli sağlık problemleri arasında da yer alır.
İnsülin Direnci Nedir?Bozulmuş insülin duyarlılığı olarak da bilinen insülin direnci, kas, yağ ve karaciğer gibi hedef dokuların insüline karşı biyolojik tepkisinin bozulmasıdır. Bu dokuların insülin hormonuna normal şekilde yanıt verememesi ve kan şekerinin kontrol edilememesi insülin direnci olarak bilinen patolojik duruma neden olur. İnsülin direnci genellikle, tüketilen şekerli ve unlu hamur işleri, ekmek, makarna, pirinç gibi karbonhidratı bol gıdaların beslenme alışkanlığı haline dönüştürülmesiyle gelişir.İnsülin hormonu kandaki şeker (glukoz) miktarının kontrol edilmesine yardımcı olur. İnsülin direnci meydana geldiğinde vücut hücreleri insüline normal şekilde yanıt veremez. Glikoz hücrelere kolayca giremediğinden kanda birikir. Yaşanan bu süreç insülin direncini ortaya çıkarır ve bu durum da tip 2 diyabet başta olmak üzere karaciğerde yağlanmaya yol açmasının yanında kalp ve beyin gibi hayati organlara da etki ederek kalp krizi ve felç gibi hastalıklara sebebiyet verebilir.İnsülin direncinin şeker hastalığı yatkınlığına sebep olmasının dışında obezite, adet düzensizliği, kısırlık, kilo vermekte zorlanma, gut hastalığı, yüksek tansiyon, fibrokistik meme hastalığı, kısırlık, yumurtalıklarda kist, kalp krizi, felç, kolesterol, trigliserid yüksekliği ile meme kanseri, akciğer, pankreas, prostat, karaciğer, kalın bağırsak kanseri gibi birçok ciddi hastalığa zemin hazırlayabilir.İnsülin direncinin en belirgin semptomu ise yemek yedikten ve şekerli bir içecek tükettikten sonra gelen yorgunluk, uyku ve ağırlık hissidir. Bununla birlikte yemek yedikten sonra bile acıkma, çabuk kilo almak veya kilo verme noktasında zorluk, konsantrasyon ve uyku bozukluğu da insülin direnci belirtileri arasında yer alır.İnsülin Direnci Neden Olur?Kanda gereğinden fazla şeker bulunması sonucunda insülin hormonunun görevini yerine getirememesine bağlı olarak insülin direnci ortaya çıkar. Buna yol açan faktörler arasında bol kalorili, şekerli ve işlenmiş gıdaların tüketimi ile birlikte hareket azlığı insülin direnci oluşumunun önünü açar. Vücutta insülin direncine yol açan faktörler şöyledir: Bol kalorili, şekerli ve işlenmiş gıdaların tüketimi Karbonhidrat zengini bir beslenme programı Hareket azlığı Obezite Hipotiroidizm Akromegali Cushing sendromu Genetik faktörİnsülin Direnci Belirtileri Nelerdir?İnsülin direnci bulunduğunu gösteren en tipik belirti yemek yedikten sonra gelen uyku ve ağırlık hissidir. Uyku ve ağırlık hissi dışında, yorgunluk, yemek yenmesine rağmen açlık hissi, sık tatlı yeme isteği, bel çevresinin kalınlaşması, terleme, karaciğer yağlanması ve tansiyon yüksekliği de insülin direnci belirtileridir.İnsülin direnci belirtilerini şöyle sıralamak mümkündür: Yemek sonrası gelen ağırlık, yorgunluk ve uyku hissi Yemekten sonra şekerin kontrolsüz olarak düşmeye başlamasıyla el titremesi, terleme, Mide kazınması Kilo almanın kontrol edilememesi Sık tatlı yeme isteği Bel çevresinin giderek genişlemesi Tansiyonun 13'e 8 veya daha yüksek olması Konsantrasyon güçlüğü Uyku bozukluğu 'Akantozis Nigrikans' denilen özellikle koltuk altı, kasık, boyun bölgelerinde esmerleşme Karaciğerde yağlanma Kadınlarda adet düzensizlikleriİnsülin direnci belirtilerini fark eder etmez mutlaka bir endokrinoloji ya da İç Hastalıkları (Dahiliye) uzmanına başvurmak gerekir.İnsülin Direnci Nasıl Teşhis Edilir?İnsülin direnci tanısı için özel bir test yoktur. Bunun için hastanın aile hikayesi dinlenir, yaşadığı belirtiler dikkate alınır ve buna bağlı olarak ilk olarak açlık kan şekeri ölçümüne gidilebilir. Bunun dışında farklı kan testlerine de başvurulabilir.İnsülin Direnci Tedavisi Nasıl Yapılır?İnsülin direnci tedavisinde öncelikli adım, yaşam tarzı değişiklikleridir. Tıbbi beslenme tedavisi, egzersiz ve hareketin artırılması, uyku düzeninin sağlanması ve sürdürülebilir olması önemlidir. İnsülin direnci tedavisinde tıbbi beslenme tedavisi; bireyin yaşı, cinsiyeti, fiziksel aktivite ve yaşam şekline göre kişiye özgün olarak belirlenir.İnsülin direncinin tedavi süreci şu şekilde olmalıdır: İnsülin direnci diyeti tüm besin ögelerini yeterli ve dengeli bir şekilde içermelidir. Kısa dönem şok programlar uygulanmamalıdır. Vücut ağırlığının 6 ayda yaklaşık %5-10’unun azaltılması hedeflenmelidir. Bireyin günlük mevcut kalori alımı hesaplanmalı ve ortalama 400-600 kcal azaltılmalıdır. Haftalık 0.5-1kg ağırlık kaybı hedeflenmelidir. Sürdürülebilir, uygulanabilir ve lezzetli bir program hazırlanmalıdır. İnsülin direnci diyeti 4-6 öğünden oluşmalıdır. Sık aralıklarla beslenme bir sonraki öğünde fazla yemeyi önler. Günlük protein alımı toplam kalorinin %20-35’ini oluşturmalıdır. Proteinin yeterli miktarda alınması tokluk hissi ve yağsız vücut kitlesini koruması açısından önemlidir. Günlük kalorinin %25-35’i de yağlardan alınmalıdır. Yağda eriyen vitaminlerin emilimi( A, D, E, K) olumsuz etkilenebileceğinden yağ oranı çok azaltılmamalıdır. Günlük kalorinin %50-65’i de karbonhidratlardan alınmalıdır. Basit karbonhidratlar yerine(şeker gibi), kompleks karbonhidratlar (tam tahıl ürünleri, baklagiller) tercih edilmelidir.Yaşam tarzı değişikliğini uygulayamayan veya yarar görmeyen hastalara bazı ilaçlarla tedavi önerilebilir. İştah ve hafif kilo kaybı etkisi gösterir. Metformin özellikle HbA1c % 5.7-6.4 arasındaki açlık ve/veya tokluk kan şekeri normal sınırın üzerinde olan, gebelik diyabeti öyküsü bulunan, vücut kitle indeksi 35’ten büyük hastalarda diyabet gelişme riskini %30 azaltmaktadır.İnsülin direnci tedavisinde öncelikle bir kan testi yapılarak direnç seviyesi ölçülür. Direncin yüksek olduğu kişilerde 2-3 ay ya da en fazla 6 aylık tedavilerle seviye normale döndürülebilir. İnsülin direnci seviyesi normale döndüğünde de kilo vermenin önündeki engeller kalkmış olur. Dolayısıyla hastaların hızla iştahları kesilir ve kilo verir. Buna ek olarak da kalp hastalığı, kanser tiplerine yatkınlık ve şeker hastalığı da önlenmiş olur.İnsülin direnci tedavisinde ilaçların da rolü büyüktür. Sağlıklı bir beslenme ve egzersiz programı ile birlikte gerekli ilaçlar kullanıldığı zaman kişi kilo vermeye başlar. İnsülin direncini önleyen ilaçlar şeker tedavisinde de kullanılan ilaçlardır ve 2-3 ay içinde insülin direnci kontrol altına alınıp, seviyesi tamamen normale getirildikten sonra ilaç tedavisi sonlandırılır. Böylece kilo alımı, aşırı yağlanma, damar yağlanmaları, ateroskleroz yani damar sertliği, kalp damar hastalığı riskleri, karaciğer yağlanması riski, özellikle risk altındaki insanlardaki diyabet hastalığına doğru gidişat tamamen engellenmiş olur. Özellikle şeker hastalığı riski taşıyan hastalarda insülin direnci tespit edilip, doğru tedavi uygulandığında hastalık hiç başlamadan önlenmiş olur. Bu nedenle insülin direnci zamanında tedavi edildiğinde şeker hastalığı riskini ortadan kaldırmak mümkündür.İnsülin Direnci Hakkında Sık Sorulan Sorularİnsülin direnci nasıl olur?Vücuttaki kan şekerinin artması pankreası harekete geçirerek hücrelere daha fazla şeker alabilmek için çok fazla insülin üretmesine neden olur ancak kas, yağ ve karaciğerdeki hücreler zamanla insüline iyi yanıt veremez ve bu kan şekerinin kontrolünü zorlaştırır. Bu duruma insülin direnci denir. Kan şekeri yükseldikçe pankreas strese biner ve hücrelerin tepki vermesini sağlamak için daha fazla insülin salgılar ve sonunda pankreasta işleyişi yürütemez. Buna bağlı olarak da karaciğer ve kaslarda depolanan fazla şeker kilo alımına, prediyabete ve tip 2 diyabete sebebiyet verir.İnsülin direnci kaç olmalı?İnsülin direncinin referans değeri 5,7 olarak kabul edilir. 5,7-6,4 aralığında olan değerler prediyabet şeklinde yorumlanır. Daha yüksek değerleri ise diyabet tanısı koyulmasına sebep olur.İnsülin direnci hesaplama yöntemi nasıldır?İnsülin direnci diyabet, kalp hastalıkları ve metabolik sendrom gibi pek çok önemli hastalığa neden olmaktadır. Metabolik sendrom, insülin direnci, kan insülin yüksekliği, şişmanlık, hipertansiyon, kolesterol yüksekliği ve koroner damarlarda tıkanıklık gibi çok ciddi problemlerle birlikte seyreder.Aynı zamanda insülin direnci genç kadınlarda polikistik over sendromu gibi sağlık sorunlarına da neden olabilir. İnsülin direncinin kiloyla ilişkisi ise tam bir kısır döngü olarak tanımlanmaktadır. “Yağlanma ve kilo artışı = İnsülin direnci = Yağlanma”. Bu kısır döngüden kurtulmanın kolay bir yolu ise insülin direncinin tam donanımlı bir hastanede ölçtürülmesi ve uzmanlarca kontrol altına alınmasıdır.Ülkemizde insülin direncinin neden olduğu metabolik sendrom ile ilgili “Metsar” adı altında bir çalışma yapılmıştır. 4 bin kişinin üstünde bir grup üzerinde yapılan araştırma sonucunda ülkemizde metabolik sendrom oranının %33 olduğu saptanmıştır. Bu çalışma sonucunda asıl önemli olan metabolik sendrom hastalığı olanların birçoğunun hastalığının farkında olmamasıdır.Bu çalışmadaki ilginç verilerden bazıları ise şöyle; Türk toplumu %31.3 oranında sigara kullanmaktadır. Toplumdaki 20 yaş üstü kişilerin %27.6 kadarının şekeri yüksek fakat maalesef bu kişiler bunun farkında değil. Bu kişiler diyabet riski altındalar ve bunların insülin direnci tedavisi almaları gereklidir. Türk kadınlarının %54.8 kadarı şişman ve bu nedenle kalp krizi ve diyabet açısından risk altındadır.Bu sonuçlar insülin direncinin ne derece önemli ve ilerleyici bir hastalık olduğunu göstermektedir. Ülkemizde insülin direnci ve buna bağlı olarak; şişmanlık, diyabet ve kalp krizleri gün geçtikçe artacaktır. Bize düşen görev iş işten geçmeden kontrollerimizi yaptırıp önlemleri önceden almaktır.Kişi insülin direncinin olup olmadığını günlük rutinini sorgulayarak da anlayabilir. Buna göre bireyin kendinize sorması gereken sorular şunlar; Abur cubur diye adlandırılan; çerez, cips, patlamış mısır besinleri tüketiyor muyum? Tansiyonum 140-90 üzerine çıkıyor mu? Düzenli spor veya egzersize rağmen kilo vermemde problem oluyor mu? Bel kalınlığım fazla mı? (Bel çevresinde yağ birikimi var mı?) Ailemde; diyabet veya kalp hastası, tansiyon yüksekliği, polikistik over hastası ve şişman birey var mı? Yemek sonra konsantrasyon güçlüğü, dengesizlik ve baş ağrısı yaşıyor uyum? Kolesterol yüksekliğim var mı? Ani olarak şeker ve hamur işi yeme ihtiyacım oluyor mu? Her yemekten sonra yorgunluk ve uyku hali hissediyor muyum? Açlık kan şekerimde yükseklik tespit edildi mi? Haftada 2 kereden az mı egzersiz yapıyorum?Yukarıdaki sorulara verilen EVET yanıtlarının sayısına göre kişideki insülin direnci riski konusunda değerlendirme yapılmaktadır.İnsülin direnci ilaçları nasıl alınmalıdır?İnsülin direnci tedavisinde bir başka yaklaşım da insülin fazlalığının sadece dışarıdan insülin verilmesi ile değil Tip 2 diyabetik hastaların tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar ile de teşvik edilmesidir. Bu nedenle tedavi tümüyle ele alınmalıdır.İnsülin direnci tedavisi doğru ve yeterli beslenme planı, kişinin günlük yaşamı ile uyumlu hale getirilmelidir. Aksi takdirde tedavinin tümüyle kontrolsüz gitmesine neden olabilir. Mümkün olduğu kadar öğünlerde rafine karbonhidrat kısıtlanmalı, yeterli kalori alımı kilo kontrolü hedeflenerek sağlanmalıdır. Beslenmenin şekli ve gıdaların hazırlanması da çok önemlidir. Yemekler yavaş, çok çiğnenerek, doyma hedeflenmeden yenilmelidir. Pek çok kişi internette insülin direnci diyet listesi ile ilgili aramalar yapmaktadır. Bu liste için öncelikle dahiliye ya da endokrinoloji uzmanına başvurup; onların yönlendirmeleriyle beslenme ve diyet uzmanından yardım almak en doğru davranış olacaktır.İnsülin direnci ve diyabet tedavisinde egzersiz ve beslenme ile ilaç tedavisinin zamanlaması oldukça önemlidir. Her hastanın bir sporcu gibi davranmasını beklemek ve onu bu konuda zorlamak doğru değildir. Yeterli düzeyde egzersizi en uygun dönemde yapmaya teşvik etmek gerekir. Komplikasyonlar mutlaka değerlendirildikten sonra egzersiz planlaması yapılmalıdır. Yemeklerden sonraki ilk 30-60 dakika içinde oturma ve çay içme alışkanlığından vazgeçilmelidir. Bu dönemlerde 10-15 dakikalık yürüyüşler ya da sofra toplama gibi hareketler yapılması daha doğrudur.İnsülin direnci olmamak için bel çevresi ne kadar olmalı?İnsülin direncine sahip, metabolik sendrom taşıyan hastaların bel çevreleri önemlidir.Bel çevresi kadınlarda 80 cm, erkeklerde 94 cm üzerinde olan bireylerde; Açlık kan şekeri 100mg/dl’den yüksekliği Kan basıncı 130-85mmhg üzeri veya hipertansiyon tanısı ile antihipertansif ilaç kullanımı Trigliserid düzeyi 150mg/dl’nin üzeri veya HDL-kolesterol(iyi kolesterol) kadınlarda 50mg/dl erkeklerde 40mg/dl’den düşüklüğü gibi kriterlerinden en az ikisi mevcut ise insülin direnci varlığı kabul edilerek değerlendirme yapılmaktadır.İnsülin direncinde nasıl beslenilmelidir?Yüksek insülinin yol açtığı kan şekerinin düşmesine karşı ilk olarak karbonhidrat tüketimi kısıtlanmalıdır. Karbonhidrat alınacaksa eğer eşliğinde bir protein kaynağı olmasına azami özen gösterilmelidir.-Örneğin; eğer pilav yenilecekse menüye hemen yoğurt eklenmeli ya da pilav-et birlikte tüketilmelidir. Bir dilim ekmek yenilecekse yanında peynir tüketilebilir. Burada tuza da dikkat etmekte fayda var. Mümkün olduğu kadar tuzsuz peynir türleri tercih edilmelidir.-Buna ek olarak da bol su tüketmekte de fayda vardır. Dengenin sağlanmasında su çok önemlidir çünkü vücut enerji üretimi sırasında en çok suyu kullanmaktadır. -Uzun süreli açlık asla önerilmemektedir çünkü uzun süre aç kaldıktan sonra yemek yerken ölçüyü yakalamak oldukça zordur. Ayrıca metabolizmayı en çok uyaran ve hızlanmasını sağlayan da yemek yemektir. Bu nedenle öğün atlanmamalı ve ara öğünlere dikkat edilmelidir. Eğer ara öğün yetersiz ise ikinci bir ara öğün oluşturabilir. Ara öğünler düzenlenirken minik uyaranlardan destek alınmalı ve metabolizma hızlandırılmalıdır.-Kaliteli karbonhidratlara menüde yer verilebilir. Aksi takdirde kısır döngü devam edecektir. Mesela hem karbonhidrat hem protein içeren meyveli yoğurt tüketilebilir. 1 bardak süt ile ince bir dilim kek yenebilir ya da karpuzla birlikte peynir de tuzuna dikkat edilerek tercih edilebilir.-Ara öğünlerde meyve de tercih edilebilir. Meyvede fruktoz vardır ve metabolizması glikoza göre biraz daha farklıdır. Bu nedenle çok yoğun meyve tüketimi bir seferde önerilmemektedir. Hiç meyve yememek de doğru değildir. Bir büyük portakal, 2-3 mandalina ya da bir muz ara öğün olarak tüketilebilir. Eğer diyabetik bir sorun ya da insülin direnci varsa meyvenin şekerini dengelemek adına yanına bir kase yoğurt ya da biraz süt de eklenebilir. Bazen meyvenin yanına 8-10 tane badem veya ceviz içi gibi kuru yemiş de önerilir. Burada da yağ alımı ile emilim desteklenmektedir. Bu şekilde meyvenin glikozu yükseltici etkisinden uzaklaşılmış olur.İnsülin direnci uyku yapar mı?İnsülin direnci olan kişiler sıklıkla yemek yedikten sonra aşırı yorgun, halsiz ve uykulu hissettiklerinden şikayet ederler. Örneğin; “Sadece iki dilim pizza yedim sonrasını hatırlamıyorum” diyebilirler. Buradaki durum şu şekilde açıklanabilir; insülini zaten yüksek olan bir kişi pizzayı yediğinde vücuda karbonhidrat girişiyle insülin salgılanır ve bu salgı tüketilen karbonhidrat arttıkça yükselir. Bu salgı oranı kişiden kişiye değişir; kiminde bir birim salgılanırken başka birinde bu oran beş-on hatta çok daha fazla birim olacak kadar yükselebilir. Bunu engellemek için insülin salgısını önlemek yani yüksek karbonhidrat alımını azaltmak gerekir. Bu kişiler yemekten birkaç saat sonra şiddetli açlık hissedip, özellikle şeker ve şekerli gıdalar yemek isterler. İnsülin depolatıcı bir molekül olduğu için kanda yükselişiyle birlikte vücutta yağ doku depolanması da artar. Bu kişilerin özellikle bel ve karın çevresinde yaygın olarak kalınlaşma görülür. Böylece kilo alma-insülin direnci arasındaki kısır döngü başlar.İnsülin direnci dengelendiğinde vücutta ne gibi değişiklikler meydana gelir?İnsülin direnci dengelendiğinde vücutta meydana gelen değişimler şöyle sıralanmaktadır: Hipoglisemi sorunu ortadan kalkıyor. Tatlı krizleri, açlık nöbetleri yok oluyor. Uyuklamalar, sinirlenmeler, öfkeler, anlamsız, aşırı ve ani tepkiler, uyku bölünmeleri, çarpıntı ve terlemeler tarihe karışıyor. Kilo vermek kolaylaşıyor. Verilen kilolar geriye alınmıyor. Kan şekeri yükselmeleri sona eriyor. Şeker hastası olmanın önüne geçilebiliyor. Kan yağları dengeleniyor. Trigliserid normale dönüyor. İyi kolesterol HDL yükseliyor. Total kolesterol düşüyor. Kan basıncının dengelenmesi kolaylaşıyor. Karaciğer yağlanması ortadan kalkıyor.
İnsülin Direnci Nedir?Bozulmuş insülin duyarlılığı olarak da bilinen insülin direnci, kas, yağ ve karaciğer gibi hedef dokuların insüline karşı biyolojik tepkisinin bozulmasıdır. Bu dokuların insülin hormonuna normal şekilde yanıt verememesi ve kan şekerinin kontrol edilememesi insülin direnci olarak bilinen patolojik duruma neden olur. İnsülin direnci genellikle, tüketilen şekerli ve unlu hamur işleri, ekmek, makarna, pirinç gibi karbonhidratı bol gıdaların beslenme alışkanlığı haline dönüştürülmesiyle gelişir.İnsülin hormonu kandaki şeker (glukoz) miktarının kontrol edilmesine yardımcı olur. İnsülin direnci meydana geldiğinde vücut hücreleri insüline normal şekilde yanıt veremez. Glikoz hücrelere kolayca giremediğinden kanda birikir. Yaşanan bu süreç insülin direncini ortaya çıkarır ve bu durum da tip 2 diyabet başta olmak üzere karaciğerde yağlanmaya yol açmasının yanında kalp ve beyin gibi hayati organlara da etki ederek kalp krizi ve felç gibi hastalıklara sebebiyet verebilir.İnsülin direncinin şeker hastalığı yatkınlığına sebep olmasının dışında obezite, adet düzensizliği, kısırlık, kilo vermekte zorlanma, gut hastalığı, yüksek tansiyon, fibrokistik meme hastalığı, kısırlık, yumurtalıklarda kist, kalp krizi, felç, kolesterol, trigliserid yüksekliği ile meme kanseri, akciğer, pankreas, prostat, karaciğer, kalın bağırsak kanseri gibi birçok ciddi hastalığa zemin hazırlayabilir.İnsülin direncinin en belirgin semptomu ise yemek yedikten ve şekerli bir içecek tükettikten sonra gelen yorgunluk, uyku ve ağırlık hissidir. Bununla birlikte yemek yedikten sonra bile acıkma, çabuk kilo almak veya kilo verme noktasında zorluk, konsantrasyon ve uyku bozukluğu da insülin direnci belirtileri arasında yer alır.İnsülin Direnci Neden Olur?Kanda gereğinden fazla şeker bulunması sonucunda insülin hormonunun görevini yerine getirememesine bağlı olarak insülin direnci ortaya çıkar. Buna yol açan faktörler arasında bol kalorili, şekerli ve işlenmiş gıdaların tüketimi ile birlikte hareket azlığı insülin direnci oluşumunun önünü açar. Vücutta insülin direncine yol açan faktörler şöyledir:İnsülin Direnci Belirtileri Nelerdir?İnsülin direnci bulunduğunu gösteren en tipik belirti yemek yedikten sonra gelen uyku ve ağırlık hissidir. Uyku ve ağırlık hissi dışında, yorgunluk, yemek yenmesine rağmen açlık hissi, sık tatlı yeme isteği, bel çevresinin kalınlaşması, terleme, karaciğer yağlanması ve tansiyon yüksekliği de insülin direnci belirtileridir.İnsülin direnci belirtilerini şöyle sıralamak mümkündür:İnsülin direnci belirtilerini fark eder etmez mutlaka bir endokrinoloji ya da İç Hastalıkları (Dahiliye) uzmanına başvurmak gerekir.İnsülin Direnci Nasıl Teşhis Edilir?İnsülin direnci tanısı için özel bir test yoktur. Bunun için hastanın aile hikayesi dinlenir, yaşadığı belirtiler dikkate alınır ve buna bağlı olarak ilk olarak açlık kan şekeri ölçümüne gidilebilir. Bunun dışında farklı kan testlerine de başvurulabilir.İnsülin Direnci Tedavisi Nasıl Yapılır?İnsülin direnci tedavisinde öncelikli adım, yaşam tarzı değişiklikleridir. Tıbbi beslenme tedavisi, egzersiz ve hareketin artırılması, uyku düzeninin sağlanması ve sürdürülebilir olması önemlidir. İnsülin direnci tedavisinde tıbbi beslenme tedavisi; bireyin yaşı, cinsiyeti, fiziksel aktivite ve yaşam şekline göre kişiye özgün olarak belirlenir.İnsülin direncinin tedavi süreci şu şekilde olmalıdır:Yaşam tarzı değişikliğini uygulayamayan veya yarar görmeyen hastalara bazı ilaçlarla tedavi önerilebilir. İştah ve hafif kilo kaybı etkisi gösterir. Metformin özellikle HbA1c % 5.7-6.4 arasındaki açlık ve/veya tokluk kan şekeri normal sınırın üzerinde olan, gebelik diyabeti öyküsü bulunan, vücut kitle indeksi 35’ten büyük hastalarda diyabet gelişme riskini %30 azaltmaktadır.İnsülin direnci tedavisinde öncelikle bir kan testi yapılarak direnç seviyesi ölçülür. Direncin yüksek olduğu kişilerde 2-3 ay ya da en fazla 6 aylık tedavilerle seviye normale döndürülebilir. İnsülin direnci seviyesi normale döndüğünde de kilo vermenin önündeki engeller kalkmış olur. Dolayısıyla hastaların hızla iştahları kesilir ve kilo verir. Buna ek olarak da kalp hastalığı, kanser tiplerine yatkınlık ve şeker hastalığı da önlenmiş olur.İnsülin direnci tedavisinde ilaçların da rolü büyüktür. Sağlıklı bir beslenme ve egzersiz programı ile birlikte gerekli ilaçlar kullanıldığı zaman kişi kilo vermeye başlar. İnsülin direncini önleyen ilaçlar şeker tedavisinde de kullanılan ilaçlardır ve 2-3 ay içinde insülin direnci kontrol altına alınıp, seviyesi tamamen normale getirildikten sonra ilaç tedavisi sonlandırılır. Böylece kilo alımı, aşırı yağlanma, damar yağlanmaları, ateroskleroz yani damar sertliği, kalp damar hastalığı riskleri, karaciğer yağlanması riski, özellikle risk altındaki insanlardaki diyabet hastalığına doğru gidişat tamamen engellenmiş olur. Özellikle şeker hastalığı riski taşıyan hastalarda insülin direnci tespit edilip, doğru tedavi uygulandığında hastalık hiç başlamadan önlenmiş olur. Bu nedenle insülin direnci zamanında tedavi edildiğinde şeker hastalığı riskini ortadan kaldırmak mümkündür.İnsülin Direnci Hakkında Sık Sorulan Sorularİnsülin direnci nasıl olur?Vücuttaki kan şekerinin artması pankreası harekete geçirerek hücrelere daha fazla şeker alabilmek için çok fazla insülin üretmesine neden olur ancak kas, yağ ve karaciğerdeki hücreler zamanla insüline iyi yanıt veremez ve bu kan şekerinin kontrolünü zorlaştırır. Bu duruma insülin direnci denir. Kan şekeri yükseldikçe pankreas strese biner ve hücrelerin tepki vermesini sağlamak için daha fazla insülin salgılar ve sonunda pankreasta işleyişi yürütemez. Buna bağlı olarak da karaciğer ve kaslarda depolanan fazla şeker kilo alımına, prediyabete ve tip 2 diyabete sebebiyet verir.İnsülin direnci kaç olmalı?İnsülin direncinin referans değeri 5,7 olarak kabul edilir. 5,7-6,4 aralığında olan değerler prediyabet şeklinde yorumlanır. Daha yüksek değerleri ise diyabet tanısı koyulmasına sebep olur.İnsülin direnci hesaplama yöntemi nasıldır?İnsülin direnci diyabet, kalp hastalıkları ve metabolik sendrom gibi pek çok önemli hastalığa neden olmaktadır. Metabolik sendrom, insülin direnci, kan insülin yüksekliği, şişmanlık, hipertansiyon, kolesterol yüksekliği ve koroner damarlarda tıkanıklık gibi çok ciddi problemlerle birlikte seyreder.Aynı zamanda insülin direnci genç kadınlarda polikistik over sendromu gibi sağlık sorunlarına da neden olabilir. İnsülin direncinin kiloyla ilişkisi ise tam bir kısır döngü olarak tanımlanmaktadır. “Yağlanma ve kilo artışı = İnsülin direnci = Yağlanma”. Bu kısır döngüden kurtulmanın kolay bir yolu ise insülin direncinin tam donanımlı bir hastanede ölçtürülmesi ve uzmanlarca kontrol altına alınmasıdır.Ülkemizde insülin direncinin neden olduğu metabolik sendrom ile ilgili “Metsar” adı altında bir çalışma yapılmıştır. 4 bin kişinin üstünde bir grup üzerinde yapılan araştırma sonucunda ülkemizde metabolik sendrom oranının %33 olduğu saptanmıştır. Bu çalışma sonucunda asıl önemli olan metabolik sendrom hastalığı olanların birçoğunun hastalığının farkında olmamasıdır.Bu çalışmadaki ilginç verilerden bazıları ise şöyle;Bu sonuçlar insülin direncinin ne derece önemli ve ilerleyici bir hastalık olduğunu göstermektedir. Ülkemizde insülin direnci ve buna bağlı olarak; şişmanlık, diyabet ve kalp krizleri gün geçtikçe artacaktır. Bize düşen görev iş işten geçmeden kontrollerimizi yaptırıp önlemleri önceden almaktır.Kişi insülin direncinin olup olmadığını günlük rutinini sorgulayarak da anlayabilir. Buna göre bireyin kendinize sorması gereken sorular şunlar;Yukarıdaki sorulara verilen EVET yanıtlarının sayısına göre kişideki insülin direnci riski konusunda değerlendirme yapılmaktadır.İnsülin direnci ilaçları nasıl alınmalıdır?İnsülin direnci tedavisinde bir başka yaklaşım da insülin fazlalığının sadece dışarıdan insülin verilmesi ile değil Tip 2 diyabetik hastaların tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar ile de teşvik edilmesidir. Bu nedenle tedavi tümüyle ele alınmalıdır.İnsülin direnci tedavisi doğru ve yeterli beslenme planı, kişinin günlük yaşamı ile uyumlu hale getirilmelidir. Aksi takdirde tedavinin tümüyle kontrolsüz gitmesine neden olabilir. Mümkün olduğu kadar öğünlerde rafine karbonhidrat kısıtlanmalı, yeterli kalori alımı kilo kontrolü hedeflenerek sağlanmalıdır. Beslenmenin şekli ve gıdaların hazırlanması da çok önemlidir. Yemekler yavaş, çok çiğnenerek, doyma hedeflenmeden yenilmelidir. Pek çok kişi internette insülin direnci diyet listesi ile ilgili aramalar yapmaktadır. Bu liste için öncelikle dahiliye ya da endokrinoloji uzmanına başvurup; onların yönlendirmeleriyle beslenme ve diyet uzmanından yardım almak en doğru davranış olacaktır.İnsülin direnci ve diyabet tedavisinde egzersiz ve beslenme ile ilaç tedavisinin zamanlaması oldukça önemlidir. Her hastanın bir sporcu gibi davranmasını beklemek ve onu bu konuda zorlamak doğru değildir. Yeterli düzeyde egzersizi en uygun dönemde yapmaya teşvik etmek gerekir. Komplikasyonlar mutlaka değerlendirildikten sonra egzersiz planlaması yapılmalıdır. Yemeklerden sonraki ilk 30-60 dakika içinde oturma ve çay içme alışkanlığından vazgeçilmelidir. Bu dönemlerde 10-15 dakikalık yürüyüşler ya da sofra toplama gibi hareketler yapılması daha doğrudur.İnsülin direnci olmamak için bel çevresi ne kadar olmalı?İnsülin direncine sahip, metabolik sendrom taşıyan hastaların bel çevreleri önemlidir.Bel çevresi kadınlarda 80 cm, erkeklerde 94 cm üzerinde olan bireylerde;İnsülin direncinde nasıl beslenilmelidir?Yüksek insülinin yol açtığı kan şekerinin düşmesine karşı ilk olarak karbonhidrat tüketimi kısıtlanmalıdır. Karbonhidrat alınacaksa eğer eşliğinde bir protein kaynağı olmasına azami özen gösterilmelidir.-Örneğin; eğer pilav yenilecekse menüye hemen yoğurt eklenmeli ya da pilav-et birlikte tüketilmelidir. Bir dilim ekmek yenilecekse yanında peynir tüketilebilir. Burada tuza da dikkat etmekte fayda var. Mümkün olduğu kadar tuzsuz peynir türleri tercih edilmelidir.-Buna ek olarak da bol su tüketmekte de fayda vardır. Dengenin sağlanmasında su çok önemlidir çünkü vücut enerji üretimi sırasında en çok suyu kullanmaktadır. -Uzun süreli açlık asla önerilmemektedir çünkü uzun süre aç kaldıktan sonra yemek yerken ölçüyü yakalamak oldukça zordur. Ayrıca metabolizmayı en çok uyaran ve hızlanmasını sağlayan da yemek yemektir. Bu nedenle öğün atlanmamalı ve ara öğünlere dikkat edilmelidir. Eğer ara öğün yetersiz ise ikinci bir ara öğün oluşturabilir. Ara öğünler düzenlenirken minik uyaranlardan destek alınmalı ve metabolizma hızlandırılmalıdır.-Kaliteli karbonhidratlara menüde yer verilebilir. Aksi takdirde kısır döngü devam edecektir. Mesela hem karbonhidrat hem protein içeren meyveli yoğurt tüketilebilir. 1 bardak süt ile ince bir dilim kek yenebilir ya da karpuzla birlikte peynir de tuzuna dikkat edilerek tercih edilebilir.-Ara öğünlerde meyve de tercih edilebilir. Meyvede fruktoz vardır ve metabolizması glikoza göre biraz daha farklıdır. Bu nedenle çok yoğun meyve tüketimi bir seferde önerilmemektedir. Hiç meyve yememek de doğru değildir. Bir büyük portakal, 2-3 mandalina ya da bir muz ara öğün olarak tüketilebilir. Eğer diyabetik bir sorun ya da insülin direnci varsa meyvenin şekerini dengelemek adına yanına bir kase yoğurt ya da biraz süt de eklenebilir. Bazen meyvenin yanına 8-10 tane badem veya ceviz içi gibi kuru yemiş de önerilir. Burada da yağ alımı ile emilim desteklenmektedir. Bu şekilde meyvenin glikozu yükseltici etkisinden uzaklaşılmış olur.İnsülin direnci uyku yapar mı?İnsülin direnci olan kişiler sıklıkla yemek yedikten sonra aşırı yorgun, halsiz ve uykulu hissettiklerinden şikayet ederler. Örneğin; “Sadece iki dilim pizza yedim sonrasını hatırlamıyorum” diyebilirler. Buradaki durum şu şekilde açıklanabilir; insülini zaten yüksek olan bir kişi pizzayı yediğinde vücuda karbonhidrat girişiyle insülin salgılanır ve bu salgı tüketilen karbonhidrat arttıkça yükselir. Bu salgı oranı kişiden kişiye değişir; kiminde bir birim salgılanırken başka birinde bu oran beş-on hatta çok daha fazla birim olacak kadar yükselebilir. Bunu engellemek için insülin salgısını önlemek yani yüksek karbonhidrat alımını azaltmak gerekir. Bu kişiler yemekten birkaç saat sonra şiddetli açlık hissedip, özellikle şeker ve şekerli gıdalar yemek isterler. İnsülin depolatıcı bir molekül olduğu için kanda yükselişiyle birlikte vücutta yağ doku depolanması da artar. Bu kişilerin özellikle bel ve karın çevresinde yaygın olarak kalınlaşma görülür. Böylece kilo alma-insülin direnci arasındaki kısır döngü başlar.İnsülin direnci dengelendiğinde vücutta ne gibi değişiklikler meydana gelir?İnsülin direnci dengelendiğinde vücutta meydana gelen değişimler şöyle sıralanmaktadır: | 11,696 |
395 | Hastalıklar | İyi Huylu Kemik Tümörleri | Kemik tümörleri, diğer ortopedik hastalıklara göre daha az görülmekle birlikte hastalığın tanı ve tedavisinde yapılabilecek hatalar ya da dikkatsizlikler ciddi sorunlara, telafisi olmayan uzuv kayıplarına neden olabilir. Kemik tümörleri kabaca üçe ayrılmaktadır. İyi huylu (selim) kemik tümörleri, kötü (malig) kemik tümörleri ve metastatik (başka organda görülen tümörün kemiğe yayılması) kemik tümörleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Memorial Şişli Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü Uzmanları, iyi huylu kemik tümörleri hakkında bilgi verdi.Kemik tümörleri, diğer ortopedik hastalıklara göre daha az görülmekle birlikte hastalığın tanı ve tedavisinde yapılabilecek hatalar ya da dikkatsizlikler ciddi sorunlara, telafisi olmayan uzuv kayıplarına neden olabilir. Kemik tümörleri kabaca üçe ayrılmaktadır. İyi huylu (selim) kemik tümörleri, kötü (malig) kemik tümörleri ve metastatik (başka organda görülen tümörün kemiğe yayılması) kemik tümörleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Memorial Şişli Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü Uzmanları, iyi huylu kemik tümörleri hakkında bilgi verdi.
İyi huylu (selim-benign) kemik tümörü nedir? İyi huylu kemik tümörü, daha çok çocuk yaşlarında görülen hayatı tehdit etmeyen, vücudun farklı bölgelerine yayılmayan, normal kemik dokusunun gelişiminin bozulduğu anormal büyüme, incelme ya da genişleme gibi yapısal değişiklikle karakterize lezyonlardır.İyi huylu kemik tümörlerinin belirtileri nelerdir? Halk arasında en merak erilen konulardan birisi de kemik tümörünün iyi huylu olup olmadığının nasıl anlaşıldığıdır. İyi huylu kemik tümörü denilince tek bir kemik tümöründen bahsedilmemektedir. Kemikte farklı özellikler gösteren ve tabi farklı klinik bulgulara, şikayetlere neden olan bir çok çeşit iyi huylu kemik tümörü bulunmaktadır.Kemikte incelme yapan iyi huylu kemik tümörlerinin belirtileri;Bu tümörler “anevrizmal kemik kisti”, “basit kemik kisti” veya “fibröz displazi” olarak isimlendirilebilir. Ağrı Kırık Üzerine basamama Topallama gibi şikayetlerle belirti verebilmektedir. İyi huylu kemik tümörleri belirtilerine göre farklı tümörleri işaret edebilmektedir. Ağrı özellikle gece artıyor ve aspirin gibi ağrı kesicilerle hızla geçiyorsa osteoid osteoma denilen iyi huylu kemik tümörü akılda tutulmalıdır. Diz, omuz, kalça gibi eklem yerlerine yakın bölgede hareket etmek, basmak veya ağır yük kaldırmakla artan bir ağrı varsa kondroblastom, kondromiksoid fibrom iyi huylu kemik tümörü belirtisi olabilir. Büyüme çağı sonrası (20-40 yaş) eklem yerlerine yakın bölgede, ayakta kalmakla artan, uzun süreli ağrı durumunda dev hücreli kemik tümörü veya fibröz displazi belirtisi olabilir. Sırtta eğrilik (skolyoz) ve ağrı varsa osteoid osteoma- osteoblastoma isimli iyi huylu kemik tümörü belirtisi olabilmektedir. Diz ve omuz gibi eklem yerlerine yakın dışardan görülen, hastanın elle bastırdığında kemik kıvamında sertlik hissediyorsa osteokondrom (eksozitoz) belirtisi olabilir. Bazen de başka sebeple çekilen röntgende (X-ray) de uzun kemik içi medullayı dolduran doku (enkondrom) veya kemik duvarında boşluk (fibröz kortikal defekt nonossifiye fibrom) görülebilir, tesadüfen saptanabilir.Genel olarak değerlendirilecek olursa iyi huylu kemik tümörleri en çok diz bölgesi kemiklerde sonra kalça bölgesinde ve daha nadir olarak da omuz bölgesinde görülmekle birlikte vücudun tüm kemiklerde karşımıza çıkabilir.İyi huylu kemik tümörleri neden olur?İyi huylu kemik tümörlerinin niçin veya nasıl oluştuğu kesin olarak bilinmemektedir. Muhtemel hipotez çocukların gelişim döneminde kemik büyüme yerlerinde olağan büyüme bozulması sonrası büyümenin durmasına veya artmasına bağlanmaktadır. Bu da kemikte boşluk oluşmasına veya aşırı büyüme olarak yansımaktadır. Düşme, darbe gibi travmalar ya da yeme içme alışkanlıklarının bu tür tümörlerin oluşumu ile alakalı kesin bir ilişki saptanamamıştır.İyi huylu kemik tümörü teşhisi nasıl yapılır? İyi huylu kemik tümörlerinin teşhisinde öncelikle hastanın yaşı, klinik belirtiler dikkatli değerlendirilmelidir.İyi huylu kemik tümörleri genellikle ağrı belirtisi ile ortaya çıkar. Ağrının yerleşimi, zamanı, süresi ne gibi aktiviteler sonrası çıktığı, ağrı kesicilerle geçip geçmediği önemli bulgulardır. Muayenede şişlik, şekil bozukluğu, patolojik hareket, kırık olup olmadığı, ailede benzer şikayetlerin varlığı veya yokluğu sorgulanmalıdır.Bu bulgu bilgiler ışığında en basit ucuz ve neredeyse her sağlık merkezinde olan direkt grafi (x-ray) çekilerek kemik yapılar kabaca değerlendirilebilir. İyi huylu tümörlerde radyoloji; kemikte incelme, kalınlaşma, genişleme, kırık, ya da içinde yer kaplayan tümöral kitle görülmesi tanıda önemli bir adımdır.Böyle bir kitle saptandığında bunun iyi veya kötü huylu bir tümör olup olmadığını netleştirmek için; Manyetik Rezonans (MR): Kemik içindeki ödemi, tümörün boyutlarını, yumuşak dokuya yayılım olup olmadığını, çevre dokularla ilişkisini en iyi şekilde gösteren yöntem olup genelde röntgenden sonra ilk tercih edilen görüntüleme yöntemidir. Ancak Manyetik Rezonans bazen gereğinden fazla ayrıntı gösterdiği için osteoid osteoma gibi bazı tümörlerde aşırı ödem ve tutulum olduğundan kötü huylu tümörlere benzer görüntü verebildiğinden yanıltıcı olabileceği de bilinmelidir. Bilgisayarlı Tomografi (BT): Tümörün kemiğe etkisini oldukça net gösterir. Tümörün çıkarılmasıyla ilgili ameliyatlık bir durum varsa kemiğin hangi tarafında ameliyat yapılacağı konusunda bilgi verir. Ancak bu hastaların çoğunluğu çocuk yaşta olduğu için radyasyon alması sakıncalı olduğundan Bilgisayarlı Tomografi son aşamada gerekiyorsa tercih edilmelidir. Sintigrafi: Kemik sintigrafisi tanı koymaktan ziyade bir tümör tespit edildiğinde vücudun farklı bölgelerinde benzer tümör ya da yayılma olup olmadığını saptamak için tercih edilmektedir. İyi huylu kemik tümörlerinin tedavisi nasıldır?Birçok çeşit tümör iyi huylu kemik tümöre grubuna girmektedir. Her bir tümörün tedavisi farklı özellikler gerektirmekle birlikte; kontrol edilemeyen ağrı, kırık riski taşıyacak kadar kemikte incelme ya da çevre dokulara bası yapacak kadar büyüme halinde cerrahi tedavi uygulanır. Kemiği incelten kırık riski oluşturan tümörlerde (anevrizmal kemik kisti) kitlenin çıkarılması ve olası kalan tümör hücrelerini yok etmek için sıvı azot püskürtme, koterizasyon, fenol gibi kimyasal ajanların tatbik edilebilir. Oluşan boşluk vücudun başka bölgesinden alınan kemik doku veya dışardan hazır getirilen kemik ile bazen de kemik çimentosu dediğimiz hazır kimyasal bir karışımla (dev hücreli kemik tümörlerinde) doldurulabilir. Plak ve vida gibi ortopedik implantlarla da ilave destek yapılabilir. Bazı durumlarda dışarı bası yapan tümörlerde sadece fazlalık kemik tümör çıkartılması yeterlidir.İyi huylu kemik tümörleri hakkında sık sorulan sorularİyi huylu kemik tümörlerinin teşhis ve tedavisi için hangi bölüme gidilmelidir? Kemik denilince akla ilk olarak ortopedi ve travmatoloji uzmanı gelse de bu tümörün bulunduğu bölge önemlidir. Burun kemiklerinde kulak burun boğaz doktoru, kafa kemiklerinde beyin cerrahisi konu ile ilgilenmektedir. Bacak, kol, kalça, omuz, omurga gibi aksiyel kemiklerde ise kemik ve yumuşak doku tümörleri konusunda deneyimli ortopedi ve travmatoloji uzmanlarına başvurulmalıdır. Hastanelere ulaşımın kolaylaşması, ailelerin daha bilinçli olması, direkt grafi (X-ray), MR ve BT gibi görüntüleme yöntemlerinin yaygınlaşması, başka sebeplerle de olsa daha sık kullanılıyor olması tesadüfi de olsa daha sık ve daha erken evrelerde kemik tümörleri görülmesine neden olmaktadır. Kemiklerde fark edilen bu tümörlerin çoğu iyi huylu olup, birçoğunda herhangi bir cerrahi müdahale bile gerekmemekte, rahatsızlık kendi kendine iyileşmektedir. Bir kısmında ise sadece tümör çıkarılarak tedavi mümkündür. Ancak kötü huylu tümörle karışabilmekte, daha önemlisi kötü huylu bir kemik tümörü iyi huylu kemik tümörü gibi değerlendirilerek tedavi edilmeye çalışılması uzuv kaybına hatta ölümlere neden olabilmektedir. Karşımıza anormal bir kemik kitlesi (tümörü) çıktığında herhangi bir cerrahi müdahale yapılmadan önce gerekli tüm tetkiklerin yapılması, gerekiyorsa multidisipliner konseyde bu bilgilerin değerlendirilmesi önemlidir. Tümörün iyi huylu bir kemik tümörü olduğundan emin olunduğunda gerekiyorsa cerrahi müdahale yapılabilir.İyi huylu kemik tümörleri nelerdir? Sık karşılaşılan iyi huylu kemik tümörleri; Osteoma Osteoid osteoma Osteoblastoma Anevrizmal kemik kisti Basit kemik kisti Fibröz kortikal defekt Fibröz displazi Eozinofilik granülom Kondroblastom Kondromiksoid fibrom Enkondrom Osteokondrom (ekzositoz) Dev hücreli kemik tümörüİyi huylu kemik tümörleri klinik olarak önem arz etmekte ve hayatı tehdit etmese de cerrahi yöntemlerle tamamen tedavi edilebilmektedir.İyi huylu kemik tümörlerinde risk grubu var mıdır? İyi huylu kemik tümörleri genellikle çocukluk çağında özellikle 8-18 yaş arasında görülmekle birlikte, daha erken yaşlarda ya da hayatın ileri dönemlerinde görülen tipleri mevcuttur. Her tümörün özellikle sık görüldüğü yaş grupları vardır. Osteoid osteoma 8-16 yaş arasında daha sık görülürken, dev hücreli kemik tümörü büyüme yerleri kapandıktan sonra yani 20- 40 yaş arasında daha sık görülmektedir. İyi huylu kemik tümörlerin oluşumunun meslekle bir ilişkisi yoktur.İyi huylu kemik tümörleri kansere (kötü huylu kemik tümörlerine) döner mi?İyi huylu kemik tümörlerinde kötü huylu tümöre dönüşme riski neredeyse yoktur. Ancak bazı tipleri kötü huylu tümörlere dönebilir ya da kötü huylu olduğu halde iyi huylu tümörle karıştırılması hatalı tanı veya tedavilere neden olabilmektedir. Bu durumun en tipik örneği enkondrom veya kondrosarkom ayrımında klinik radyolojik hatta histopatolojik olarak bile ayrımın bazen imkansız olabilmesidir. Bu tür vakalarda olası hataların ne gibi zararlara neden olabileceği dikkate alınır ve uygun takip ya da cerrahi tedavi konusunda hastaya ayrıntılı bir şekilde bilgilendirme yapılarak karar verilir. İyi huylu kemik tümörleri kendiliğinden geçer mi? Bazı iyi huylu kemik tümörlerini sadece takip etmek mümkündür. Bu tür iyi huylu kemik tümörleri aynı şekilde kalabilmekte veya tamamen iyileşebilmektedir (osteoma, fibröz kortikal defekt gibi). Ancak bazı tümörler gittikçe büyümekte ve çevre sağlıklı kemik dokuda incelme yapabilmektedir (dev hücreli kemik tümörü, anevrizmal kemik kisti gibi). Bu tür tümörlerde cerrahi tedavi gerekmektedir.İyi huylu kemik tümörlerinde bitkisel tedavi var mıdır?İyi huylu kemik tümörlerinin çoğu çocukluk çağında görüldüğünden, genel olarak kemik gelişimi için süt, yoğurt gibi kalsiyum içerikli besinler tüketilmesi gerekir. Ancak bu tür beslenmelerin ya da alternatif gıdaların bu tümörleri iyileştirdiğine dair ya da bu tür gıdaları tüketmemenin tümöre neden olduğuna ilişkin herhangi bir kanıt, bilgi veya bilimsel bir makale yoktur.Ameliyatlardan sonra iyi huylu kemik tümörleri tekrarlar mı? Her bir tümörün kendine özgü davranışı ve tekrarlama olasılığı vardır. Ancak tümörün geniş bir şekilde çıkarılması, ilave tümör hücrelerini öldürecek bir takım ek yöntemlerin (sıvı azot, koter, fenol, kemik çimentosu) kullanılması bu olasılığı neredeyse sıfıra indirmektedir.İyi huylu kemik tümörleri tedavisi sonrası nelere dikkat edilmelidir? Sürecin özellikleri iyi huylu kemik tümörünün tipine ve uygulanan tedavinin şekline göre değişebilmektedir. Hatta bazen ameliyat esnasındaki kemik kalitesine göre bile bir takım koruma yöntemlerine alçı, atel ya da plak, vida gibi gereçlere ihtiyaç duyulabilmektedir. Osteokondrom gibi fazlalık tümör çıkartılan hastalarda uzvun hemen kullanılması tavsiye edilmektedir. Oysa anevrizmal kemik kisti gibi kemiği incelten tiplerde 2-3 ay hastanın bacağına basmasını, yük vermesini engelleyebiliriz. Ameliyat yapan doktorun ameliyattaki kemik kalitesine göre takip protokolü değişebilir. Kabaca ameliyattan sonra 14. gün sütürler alınmakta, 3 ay ara ile iki yıla kadar takip önerilmekte, tümör oluşması halinde de erken tedbir alma imkanı bulunmaktadır.İyi huylu kemik tümörleri büyür mü? Her tümörün kendine özgü bir davranışı vardır. Genel olarak çocukluk çağında görülen tümörler büyüme çağı tamamlanıncaya kadar büyüme potansiyeli taşır, sonrasında büyümesi nadirdir. Büyüme çağı sonrası görülen tümörler (dev hücreli kemik tümörü) de ömür boyu büyüme potansiyeli taşır.İyi huylu kemik tümörleri vücudun farklı bölgelerinde görülebilir (ostekondrom gibi). Ancak bu tür tümörlerin uzak metastaz yapma özelliği yoktur. Yalnız dev hücreli kemik kanseri tümörü çok nadirde olsa akciğere metastaz yapabilmektedir.
İyi huylu (selim-benign) kemik tümörü nedir? İyi huylu kemik tümörü, daha çok çocuk yaşlarında görülen hayatı tehdit etmeyen, vücudun farklı bölgelerine yayılmayan, normal kemik dokusunun gelişiminin bozulduğu anormal büyüme, incelme ya da genişleme gibi yapısal değişiklikle karakterize lezyonlardır.İyi huylu kemik tümörlerinin belirtileri nelerdir? Halk arasında en merak erilen konulardan birisi de kemik tümörünün iyi huylu olup olmadığının nasıl anlaşıldığıdır. İyi huylu kemik tümörü denilince tek bir kemik tümöründen bahsedilmemektedir. Kemikte farklı özellikler gösteren ve tabi farklı klinik bulgulara, şikayetlere neden olan bir çok çeşit iyi huylu kemik tümörü bulunmaktadır.Kemikte incelme yapan iyi huylu kemik tümörlerinin belirtileri;Bu tümörler “anevrizmal kemik kisti”, “basit kemik kisti” veya “fibröz displazi” olarak isimlendirilebilir.Genel olarak değerlendirilecek olursa iyi huylu kemik tümörleri en çok diz bölgesi kemiklerde sonra kalça bölgesinde ve daha nadir olarak da omuz bölgesinde görülmekle birlikte vücudun tüm kemiklerde karşımıza çıkabilir.İyi huylu kemik tümörleri neden olur?İyi huylu kemik tümörlerinin niçin veya nasıl oluştuğu kesin olarak bilinmemektedir. Muhtemel hipotez çocukların gelişim döneminde kemik büyüme yerlerinde olağan büyüme bozulması sonrası büyümenin durmasına veya artmasına bağlanmaktadır. Bu da kemikte boşluk oluşmasına veya aşırı büyüme olarak yansımaktadır. Düşme, darbe gibi travmalar ya da yeme içme alışkanlıklarının bu tür tümörlerin oluşumu ile alakalı kesin bir ilişki saptanamamıştır.İyi huylu kemik tümörü teşhisi nasıl yapılır? İyi huylu kemik tümörlerinin teşhisinde öncelikle hastanın yaşı, klinik belirtiler dikkatli değerlendirilmelidir.İyi huylu kemik tümörleri genellikle ağrı belirtisi ile ortaya çıkar. Ağrının yerleşimi, zamanı, süresi ne gibi aktiviteler sonrası çıktığı, ağrı kesicilerle geçip geçmediği önemli bulgulardır. Muayenede şişlik, şekil bozukluğu, patolojik hareket, kırık olup olmadığı, ailede benzer şikayetlerin varlığı veya yokluğu sorgulanmalıdır.Bu bulgu bilgiler ışığında en basit ucuz ve neredeyse her sağlık merkezinde olan direkt grafi (x-ray) çekilerek kemik yapılar kabaca değerlendirilebilir. İyi huylu tümörlerde radyoloji; kemikte incelme, kalınlaşma, genişleme, kırık, ya da içinde yer kaplayan tümöral kitle görülmesi tanıda önemli bir adımdır.Böyle bir kitle saptandığında bunun iyi veya kötü huylu bir tümör olup olmadığını netleştirmek için;İyi huylu kemik tümörlerinin tedavisi nasıldır?Birçok çeşit tümör iyi huylu kemik tümöre grubuna girmektedir.İyi huylu kemik tümörleri hakkında sık sorulan sorularİyi huylu kemik tümörlerinin teşhis ve tedavisi için hangi bölüme gidilmelidir? Kemik denilince akla ilk olarak ortopedi ve travmatoloji uzmanı gelse de bu tümörün bulunduğu bölge önemlidir. Burun kemiklerinde kulak burun boğaz doktoru, kafa kemiklerinde beyin cerrahisi konu ile ilgilenmektedir. Bacak, kol, kalça, omuz, omurga gibi aksiyel kemiklerde ise kemik ve yumuşak doku tümörleri konusunda deneyimli ortopedi ve travmatoloji uzmanlarına başvurulmalıdır. Hastanelere ulaşımın kolaylaşması, ailelerin daha bilinçli olması, direkt grafi (X-ray), MR ve BT gibi görüntüleme yöntemlerinin yaygınlaşması, başka sebeplerle de olsa daha sık kullanılıyor olması tesadüfi de olsa daha sık ve daha erken evrelerde kemik tümörleri görülmesine neden olmaktadır. Kemiklerde fark edilen bu tümörlerin çoğu iyi huylu olup, birçoğunda herhangi bir cerrahi müdahale bile gerekmemekte, rahatsızlık kendi kendine iyileşmektedir. Bir kısmında ise sadece tümör çıkarılarak tedavi mümkündür. Ancak kötü huylu tümörle karışabilmekte, daha önemlisi kötü huylu bir kemik tümörü iyi huylu kemik tümörü gibi değerlendirilerek tedavi edilmeye çalışılması uzuv kaybına hatta ölümlere neden olabilmektedir. Karşımıza anormal bir kemik kitlesi (tümörü) çıktığında herhangi bir cerrahi müdahale yapılmadan önce gerekli tüm tetkiklerin yapılması, gerekiyorsa multidisipliner konseyde bu bilgilerin değerlendirilmesi önemlidir. Tümörün iyi huylu bir kemik tümörü olduğundan emin olunduğunda gerekiyorsa cerrahi müdahale yapılabilir.İyi huylu kemik tümörleri nelerdir? Sık karşılaşılan iyi huylu kemik tümörleri;İyi huylu kemik tümörleri klinik olarak önem arz etmekte ve hayatı tehdit etmese de cerrahi yöntemlerle tamamen tedavi edilebilmektedir.İyi huylu kemik tümörlerinde risk grubu var mıdır? İyi huylu kemik tümörleri genellikle çocukluk çağında özellikle 8-18 yaş arasında görülmekle birlikte, daha erken yaşlarda ya da hayatın ileri dönemlerinde görülen tipleri mevcuttur. Her tümörün özellikle sık görüldüğü yaş grupları vardır. Osteoid osteoma 8-16 yaş arasında daha sık görülürken, dev hücreli kemik tümörü büyüme yerleri kapandıktan sonra yani 20- 40 yaş arasında daha sık görülmektedir. İyi huylu kemik tümörlerin oluşumunun meslekle bir ilişkisi yoktur.İyi huylu kemik tümörleri kansere (kötü huylu kemik tümörlerine) döner mi?İyi huylu kemik tümörlerinde kötü huylu tümöre dönüşme riski neredeyse yoktur. Ancak bazı tipleri kötü huylu tümörlere dönebilir ya da kötü huylu olduğu halde iyi huylu tümörle karıştırılması hatalı tanı veya tedavilere neden olabilmektedir. Bu durumun en tipik örneği enkondrom veya kondrosarkom ayrımında klinik radyolojik hatta histopatolojik olarak bile ayrımın bazen imkansız olabilmesidir. Bu tür vakalarda olası hataların ne gibi zararlara neden olabileceği dikkate alınır ve uygun takip ya da cerrahi tedavi konusunda hastaya ayrıntılı bir şekilde bilgilendirme yapılarak karar verilir. İyi huylu kemik tümörleri kendiliğinden geçer mi? Bazı iyi huylu kemik tümörlerini sadece takip etmek mümkündür. Bu tür iyi huylu kemik tümörleri aynı şekilde kalabilmekte veya tamamen iyileşebilmektedir (osteoma, fibröz kortikal defekt gibi). Ancak bazı tümörler gittikçe büyümekte ve çevre sağlıklı kemik dokuda incelme yapabilmektedir (dev hücreli kemik tümörü, anevrizmal kemik kisti gibi). Bu tür tümörlerde cerrahi tedavi gerekmektedir.İyi huylu kemik tümörlerinde bitkisel tedavi var mıdır?İyi huylu kemik tümörlerinin çoğu çocukluk çağında görüldüğünden, genel olarak kemik gelişimi için süt, yoğurt gibi kalsiyum içerikli besinler tüketilmesi gerekir. Ancak bu tür beslenmelerin ya da alternatif gıdaların bu tümörleri iyileştirdiğine dair ya da bu tür gıdaları tüketmemenin tümöre neden olduğuna ilişkin herhangi bir kanıt, bilgi veya bilimsel bir makale yoktur.Ameliyatlardan sonra iyi huylu kemik tümörleri tekrarlar mı? Her bir tümörün kendine özgü davranışı ve tekrarlama olasılığı vardır. Ancak tümörün geniş bir şekilde çıkarılması, ilave tümör hücrelerini öldürecek bir takım ek yöntemlerin (sıvı azot, koter, fenol, kemik çimentosu) kullanılması bu olasılığı neredeyse sıfıra indirmektedir.İyi huylu kemik tümörleri tedavisi sonrası nelere dikkat edilmelidir? Sürecin özellikleri iyi huylu kemik tümörünün tipine ve uygulanan tedavinin şekline göre değişebilmektedir. Hatta bazen ameliyat esnasındaki kemik kalitesine göre bile bir takım koruma yöntemlerine alçı, atel ya da plak, vida gibi gereçlere ihtiyaç duyulabilmektedir. Osteokondrom gibi fazlalık tümör çıkartılan hastalarda uzvun hemen kullanılması tavsiye edilmektedir. Oysa anevrizmal kemik kisti gibi kemiği incelten tiplerde 2-3 ay hastanın bacağına basmasını, yük vermesini engelleyebiliriz. Ameliyat yapan doktorun ameliyattaki kemik kalitesine göre takip protokolü değişebilir. Kabaca ameliyattan sonra 14. gün sütürler alınmakta, 3 ay ara ile iki yıla kadar takip önerilmekte, tümör oluşması halinde de erken tedbir alma imkanı bulunmaktadır.İyi huylu kemik tümörleri büyür mü? Her tümörün kendine özgü bir davranışı vardır. Genel olarak çocukluk çağında görülen tümörler büyüme çağı tamamlanıncaya kadar büyüme potansiyeli taşır, sonrasında büyümesi nadirdir. Büyüme çağı sonrası görülen tümörler (dev hücreli kemik tümörü) de ömür boyu büyüme potansiyeli taşır.İyi huylu kemik tümörleri vücudun farklı bölgelerinde görülebilir (ostekondrom gibi). Ancak bu tür tümörlerin uzak metastaz yapma özelliği yoktur. Yalnız dev hücreli kemik kanseri tümörü çok nadirde olsa akciğere metastaz yapabilmektedir. | 8,147 |
396 | Hastalıklar | Kabakulak | Kabakulak, kabakulak virüsünün neden olduğu, kulakların önündeki parotis isimli tükürük bezlerinin şişmesi ile karakterize bulaşıcı viral bir enfeksiyondur. Yüzün her iki yanının etkilenebildiği kabakulak hastalığının yaygın belirtileri tükürük bezlerinin şişmesine bağlı yanaklarda ve çenede şişme, çiğneme zorluğu, ateş, yorgunluk ve kas ağrılarıdır. Kabakulak hastalığı özellikle 5-10 yaş arasındaki çocuklarda görülür. Semptomları hafif olsa da tedavi edilmediği durumda ciddi komplikasyonlara neden olabilir.Kabakulak, kabakulak virüsünün neden olduğu, kulakların önündeki parotis isimli tükürük bezlerinin şişmesi ile karakterize bulaşıcı viral bir enfeksiyondur. Yüzün her iki yanının etkilenebildiği kabakulak hastalığının yaygın belirtileri tükürük bezlerinin şişmesine bağlı yanaklarda ve çenede şişme, çiğneme zorluğu, ateş, yorgunluk ve kas ağrılarıdır. Kabakulak hastalığı özellikle 5-10 yaş arasındaki çocuklarda görülür. Semptomları hafif olsa da tedavi edilmediği durumda ciddi komplikasyonlara neden olabilir.
Kabakulak Nedir?Kabakulak, paramiksovirüsler olarak bilinen bir virüs grubuna ait olan kabakulak virüsünün parotis adı verilen tükürük bezlerini etkilemesi ile ortaya çıkan bulaşıcı bir hastalık türüdür. Tükürük bezlerinde virüslere bağlı gelişen kabakulak viral bir iltihaptır. Bazı durumlarda kabakulak virüsü, yumurtalık, testis, pankreas ya da meninks (beyni ve omuriliği çevreleyen zar) iltihaplanmasına da sebep olur. Hastalık baş ağrısı, ateş, halsizlik gibi hafif belirtilerle ortaya çıkarak tükürük bezlerinde şiddetli şişmeye yani parotite neden olur. Bu da yanaklarda şişmeye, çenede hassasiyete sebebiyet verir.Tükürük bezlerinin altı tanesi büyük tükürük bezleridir. Bunlardan iki tanesi yanaklarda bulunur. Yanakta bulunduğu yer, çiğneme kasının hemen yakınında ve kulağın önündedir. Bu bez iltihaplandığında büyüyüp geliştiği için kulak çevresini kalınlaşmış gösterdiğinden ismi dilimizde kabakulak olarak yer almıştır. Kabakulak hastalığında antiviral etkili bir tedavi seçeneği bulunmasa da belirtileri hafifletmek ve kontrol altına almak için bazı ilaç tedavileri uygulanabilir.Kabakulak Neden Olur?Kabakulak hastalığına, paramiksovirüs ailesinden RNA virüsü olan kabakulak virüsü sebep olur. Bu virüs türü özellikle ilkbahar aylarında daha rahat bir şekilde yayılarak insanlara bulaşır. Viral enfeksiyon olan kabakulak tükürük bezlerini etkiler. Kabakulak, yanakta yer etmiş tükürük bezinin mumps denilen özel bir virüsle iltihaplanmış halinin isimlendirmesidir. Kabakulak kolaylıkla kişiden kişiye bulaşabilir. Bulaşma nedenleri şöyle sıralanır: Virüse sahip kişiyle öpüşmek Enfekte kişiyle yemek paylaşımı yapmak Ortak çatal, bıçak kullanmak Hapşırma ya da öksürme sonucunda hava yoluyla yayılan virüsle temas etmek Virüse sahip olan kişinin ağzına ve burnuna dokunduktan sonra başka yerlere dokunması.Bazı kişileri kabakulak hastalığına yakalanma riski daha yüksektir. Bu kişiler şöyle sıralanır: Bağışıklık sistemi zayıf olanlar Uluslararası seyahat eden kişiler Virüse karşı aşılanmamış kişiler Yurt gibi kalabalık yaşayan insanlarKabakulak Nasıl Bulaşır?Viral bir enfeksiyon olan kabakulak hastalığını taşıyan kişiler öksürme, hapşırma, konuşma esnasında damlacıkların havaya karışmasından kaynaklı olarak diğer kişilere bulaştırır. Bu damlacıklar etrafta bulunan eşyaların da üzerine gelerek başkasının o eşyayı teması durumunda yayılabilir.Kabakulak Belirtileri Nelerdir?Kabakulak virüsünden kaynaklı olarak ortaya çıkan kabakulak hastalığı ateş, tükürük bezlerinde şişme, lenf bezlerinde ağrı, baş ağrısı, kas ağrısı, halsizlik ve iştahsızlıktır.Kabakulak belirtileri şu şekilde listelenebilir: Lenf bezlerinde şişme (adenit) Tükürük bezlerinde ağrı ve şişme Testislerde şişlik ve acı Baş ağrısı Ateş Yanakta ve çenede kızarıklık, şişkinlik Çiğneme zorluğu Kas ağrısı Halsizlik İştahsızlıkKabakulak Tanısı Nasıl Konur?Kabakulak hastalığının en belirgin özelliği bademciklerin yana doğru itilmiş olması ve tükürük bezlerinde şişme ve kızarıklık oluşmasıdır. Fiziki muayenede vücut sıcaklığı ölçüldükten sonra doğru tanı için kan, idrar ya da tükürük örneği alınarak test yapılabilir. Kabakulak belirtileri görüldüğünde mutlaka doktora başvurulmalıdır.Kabakulak Tedavisi Nasıl Yapılır?Kabakulağın kesin bir tedavisi yoktur. Bütün virüs hastalıklarında olduğu gibi vücudun kendi özel direnç ve dayanma gücüyle atlatılan bir hastalıktır. Genellikle pek bir problem olmadan düzelir. Ama nadiren de olsa komplikasyonlara sebep olabilir.Kabakulakta destek tedavi planlanır. Ateş için ateş düşürücü verilir. Hastanın iyi beslenmesi, bol sıvı alması çok önemlidir. Virüslere karşı etkili antiviral ilaçlar kullanılabilir ancak hastanın kendi direnci ile geçmesi de beklenebilir. Hasta yakından takip edilmelidir. Hastanın kulaklarına zarar vermeye başladığı zaman kulaklarda çınlamalar, işitmede yavaş yavaş azalma ile kendini gösterebilir. Bu durumda iltihabın daha saldırgan ilerlemesini durdurmak için kortizon tedavisi planlanabilir. Ancak kortizonun faydaları varken zararları da olduğundan çok dikkatli kullanılması gerekir. Bu durumda antiviral ilaçların dozları artırılabilir. Tedavi hastanın durumuna ve şikayetlerine göre birçok şekilde düzenlenebilir. 1 hafta 10 gün içinde hastalığın düzelmesi beklenir.Kabakulak Komplikasyonları Nelerdir?Kabakulak bazen komplikasyonlara neden olabilir. En önemli komplikasyonu; iç kulaktaki salyangoz denilen organın yine aynı mumps virüsü ile iltihaplanması ile oluşan sağırlıklardır. Bu sağırlık dereceleri değişebilir, tam sağırlığa kadar gidebilir. Ayrıca kan ile tüm vücuda yayılıp, üreme hücrelerinin üretildiği organlara ulaşırsa kısırlık yapma tehlikesi de vardır.Nadiren beyin zarına ulaşırsa menenjite neden olacağı için yaşam kayıplarına kadar gidebilecek sorunlar doğurabilir. Kabakulakta aşağıda yer alan belirtilerin olup olmadığı bir uzman tarafından yakından takip edilmelidir. İşitme kaybı Baş ağrısı Mide Bulantısı Kusma Ense sertliğiKabakulak Hakkında Sık Sorulan SorularKabakulak hangi yaşlarda görülür?Kabakulak genellikle çocukluk çağlarında görülen bir hastalıktır. Erişkin dönemde de ortaya çıkabilir. Kabakulağın çocukluk çağlarda geçirilmesi tercih edilir. Erişkin dönemde kabakulak geçirildiği zaman komplikasyon riskleri de artmaktadır.Kabakulak aşısı ne zaman yapılmalı? Kabakulak aşısı kızamık ve kızamıkçıkla beraber karma aşı olarak vurulmaktadır. Sağlık bakanlığı aşı takviminde karma aşılar 12. ay ile 48. aylarda 2 doz olarak uygulanmaktadır.Kabakulak hangi tahlille anlaşılır?Klinik bulgular kabakulak tanısı için genellikle yeterli olmaktadır. Belirtilerin hafif olduğu durumlarda Kabakulak IgM ve Kabakulak IgG testleri kabakulak hastalığı tanısında kullanılan ELISA testleridir. Bu testlere kan örneğinden bakılmaktadır.Aşıya rağmen kabakulak olunur mu?Kabakulak aşısı oldukça güvenilir ve etkili bir aşıdır. Kabakulaktan yüzde yüze yakın bir koruma sağlar.Kabakulak ağrısı kaç gün sürer?Kabakulak belirtilerinin 1 hafta 10 gün içinde hastalığın düzelmesi beklenir.Yetişkinlerde kabakulak nasıl geçer?Yetişkinlerde de çocuklarda da kabakulak hastanın kendi bağışıklığı ile geçer. Tedavide sadece ateş kontrolü, halsizlik giderilmesi gibi destek tedavi planlanmaktadır. Çocuklardan farklı olarak ergenlikten sonra görülen kabakulakta komplikasyonlar daha sık görülmektedir.Kabakulak geçiren birinin çocuğu olur mu?Ergenlik döneminde geçirilen kabakulak hastalığı erkeklerde testislerde enfeksiyona sebep olabilir. Bu nedenle erkeklerde kısırlık nedenleri arasında yer almaktadır. Kabakulak ilerlerse ne olur?Kabakulak hastalığının neden olduğu en önemli komplikasyonlar arasında; sağırlık, kısırlık ve nadir olarak menenjit hastalığı bulunmaktadır.Kabakulak için hangi doktora gidilir?Kabakulak hastalığı çocuklarda görüldüğünde Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ve KBB bölümlerine başvurulabilir. Yetişkinler ise KBB ve Enfeksiyon Hastalıkları bölümlerine başvurmalıdır.Kabakulak hastalığı yetişkinlerde görülür mü?Kabakulak yetişkinler de görülür. Hemen hemen herkeste aynı belirtilerle yaşanır ancak yetişkinlerde komplikasyon riski daha yüksektir.Bebeklerde kabakulak nasıl anlaşılır?Kabakulak herkeste aynı şekilde anlaşılır. Bebeklerde de yanağın genişlemesi, kulak çevresindeki dokuların kalınlaşması ile kabakulak geçirdiği anlaşılabilir. Genellikle tek taraflıdır. Çift taraflı da olabilir.Kabakulak nerelerde ağrı yapar?Kabakulak yanak ve kulağa yakın bölgede ağrı yapar.Kabakulak tek taraflı olur mu?Genellikle çift tarafta görülür ancak bazı durumlarda tek tarafta da gelişebilir.Kabakulak tedavi edilmezse ne olur?Hastalığın spesifik bir tedavisi yoktur, yakından gözlenerek takip edilmelidir. Kabakulak hastanın kendi bağışıklığı ile geçer. Tedavide sadece ateş kontrolü, halsizlik giderilmesi gibi destek tedavi planlanır.Herkes kabakulak geçirir mi?Hemen hemen herkes kabakulak geçirir ya da aşılanarak pasif bağışıklık sağlanmış olur. Ya insanlar geçirerek aktif bağışık olurlar ya da aşılanarak pasif bağışıklık elde edilir.Hamilelikte kabakulak geçirmek kritik durumlara neden olur mu?Hamilelikte ilk üç ay içinde kabakulak geçirmek gebe için kritik durumlara neden olabilir, nadiren gebelik düşükle de sonlanabilir. Düşük oluşmazsa anne karnındaki bebeğin gelişiminde herhangi olumsuz gelişme söz konusu olmaz. Kabakulak geçirmeyen veya kabakulak aşısı olmayan bir kişinin gebe kalması az da olsa riskli olabilir.Kabakulaktan korunmak için herhangi bir şey yapılabilir mi?Kabakulaktan erişkin dönemde korunmak gerekir ama çocukluk döneminde özellikle herkesin kabakulak geçirmesi tercih edilir. Kabakulak aşısı olmadığı dönemlerde, herhangi bir çocuk kabakulak geçirdiğinde diğer henüz hastalığa yakalanmamış çocuklar da hastalığı kapsın diye aynı ortamda bulundurulurlardı. Yetişkin dönemde hastalık pek çok riske neden olabildiği için herkesin çocukluk çağlarda geçirmesi çok daha sağlıklı olmaktadır.Kabakulak geçiren bir daha olur mu?İnfluenza gibi grip yapan diğer virüslerde olduğu gibi, mutasyon yaptığı gösterilmiş bir virüs değildir. Dolayısıyla bir kişi bir kere geçirdiğinde bir daha kabakulağa yakalanmaz.
Kabakulak Nedir?Kabakulak, paramiksovirüsler olarak bilinen bir virüs grubuna ait olan kabakulak virüsünün parotis adı verilen tükürük bezlerini etkilemesi ile ortaya çıkan bulaşıcı bir hastalık türüdür. Tükürük bezlerinde virüslere bağlı gelişen kabakulak viral bir iltihaptır. Bazı durumlarda kabakulak virüsü, yumurtalık, testis, pankreas ya da meninks (beyni ve omuriliği çevreleyen zar) iltihaplanmasına da sebep olur. Hastalık baş ağrısı, ateş, halsizlik gibi hafif belirtilerle ortaya çıkarak tükürük bezlerinde şiddetli şişmeye yani parotite neden olur. Bu da yanaklarda şişmeye, çenede hassasiyete sebebiyet verir.Tükürük bezlerinin altı tanesi büyük tükürük bezleridir. Bunlardan iki tanesi yanaklarda bulunur. Yanakta bulunduğu yer, çiğneme kasının hemen yakınında ve kulağın önündedir. Bu bez iltihaplandığında büyüyüp geliştiği için kulak çevresini kalınlaşmış gösterdiğinden ismi dilimizde kabakulak olarak yer almıştır. Kabakulak hastalığında antiviral etkili bir tedavi seçeneği bulunmasa da belirtileri hafifletmek ve kontrol altına almak için bazı ilaç tedavileri uygulanabilir.Kabakulak Neden Olur?Kabakulak hastalığına, paramiksovirüs ailesinden RNA virüsü olan kabakulak virüsü sebep olur. Bu virüs türü özellikle ilkbahar aylarında daha rahat bir şekilde yayılarak insanlara bulaşır. Viral enfeksiyon olan kabakulak tükürük bezlerini etkiler. Kabakulak, yanakta yer etmiş tükürük bezinin mumps denilen özel bir virüsle iltihaplanmış halinin isimlendirmesidir. Kabakulak kolaylıkla kişiden kişiye bulaşabilir. Bulaşma nedenleri şöyle sıralanır:Bazı kişileri kabakulak hastalığına yakalanma riski daha yüksektir. Bu kişiler şöyle sıralanır:Kabakulak Nasıl Bulaşır?Viral bir enfeksiyon olan kabakulak hastalığını taşıyan kişiler öksürme, hapşırma, konuşma esnasında damlacıkların havaya karışmasından kaynaklı olarak diğer kişilere bulaştırır. Bu damlacıklar etrafta bulunan eşyaların da üzerine gelerek başkasının o eşyayı teması durumunda yayılabilir.Kabakulak Belirtileri Nelerdir?Kabakulak virüsünden kaynaklı olarak ortaya çıkan kabakulak hastalığı ateş, tükürük bezlerinde şişme, lenf bezlerinde ağrı, baş ağrısı, kas ağrısı, halsizlik ve iştahsızlıktır.Kabakulak belirtileri şu şekilde listelenebilir:Kabakulak Tanısı Nasıl Konur?Kabakulak hastalığının en belirgin özelliği bademciklerin yana doğru itilmiş olması ve tükürük bezlerinde şişme ve kızarıklık oluşmasıdır. Fiziki muayenede vücut sıcaklığı ölçüldükten sonra doğru tanı için kan, idrar ya da tükürük örneği alınarak test yapılabilir. Kabakulak belirtileri görüldüğünde mutlaka doktora başvurulmalıdır.Kabakulak Tedavisi Nasıl Yapılır?Kabakulağın kesin bir tedavisi yoktur. Bütün virüs hastalıklarında olduğu gibi vücudun kendi özel direnç ve dayanma gücüyle atlatılan bir hastalıktır. Genellikle pek bir problem olmadan düzelir. Ama nadiren de olsa komplikasyonlara sebep olabilir.Kabakulakta destek tedavi planlanır. Ateş için ateş düşürücü verilir. Hastanın iyi beslenmesi, bol sıvı alması çok önemlidir. Virüslere karşı etkili antiviral ilaçlar kullanılabilir ancak hastanın kendi direnci ile geçmesi de beklenebilir. Hasta yakından takip edilmelidir. Hastanın kulaklarına zarar vermeye başladığı zaman kulaklarda çınlamalar, işitmede yavaş yavaş azalma ile kendini gösterebilir. Bu durumda iltihabın daha saldırgan ilerlemesini durdurmak için kortizon tedavisi planlanabilir. Ancak kortizonun faydaları varken zararları da olduğundan çok dikkatli kullanılması gerekir. Bu durumda antiviral ilaçların dozları artırılabilir. Tedavi hastanın durumuna ve şikayetlerine göre birçok şekilde düzenlenebilir. 1 hafta 10 gün içinde hastalığın düzelmesi beklenir.Kabakulak Komplikasyonları Nelerdir?Kabakulak bazen komplikasyonlara neden olabilir. En önemli komplikasyonu; iç kulaktaki salyangoz denilen organın yine aynı mumps virüsü ile iltihaplanması ile oluşan sağırlıklardır. Bu sağırlık dereceleri değişebilir, tam sağırlığa kadar gidebilir. Ayrıca kan ile tüm vücuda yayılıp, üreme hücrelerinin üretildiği organlara ulaşırsa kısırlık yapma tehlikesi de vardır.Nadiren beyin zarına ulaşırsa menenjite neden olacağı için yaşam kayıplarına kadar gidebilecek sorunlar doğurabilir. Kabakulakta aşağıda yer alan belirtilerin olup olmadığı bir uzman tarafından yakından takip edilmelidir.Kabakulak Hakkında Sık Sorulan SorularKabakulak hangi yaşlarda görülür?Kabakulak genellikle çocukluk çağlarında görülen bir hastalıktır. Erişkin dönemde de ortaya çıkabilir. Kabakulağın çocukluk çağlarda geçirilmesi tercih edilir. Erişkin dönemde kabakulak geçirildiği zaman komplikasyon riskleri de artmaktadır.Kabakulak aşısı ne zaman yapılmalı? Kabakulak aşısı kızamık ve kızamıkçıkla beraber karma aşı olarak vurulmaktadır. Sağlık bakanlığı aşı takviminde karma aşılar 12. ay ile 48. aylarda 2 doz olarak uygulanmaktadır.Kabakulak hangi tahlille anlaşılır?Klinik bulgular kabakulak tanısı için genellikle yeterli olmaktadır. Belirtilerin hafif olduğu durumlarda Kabakulak IgM ve Kabakulak IgG testleri kabakulak hastalığı tanısında kullanılan ELISA testleridir. Bu testlere kan örneğinden bakılmaktadır.Aşıya rağmen kabakulak olunur mu?Kabakulak aşısı oldukça güvenilir ve etkili bir aşıdır. Kabakulaktan yüzde yüze yakın bir koruma sağlar.Kabakulak ağrısı kaç gün sürer?Kabakulak belirtilerinin 1 hafta 10 gün içinde hastalığın düzelmesi beklenir.Yetişkinlerde kabakulak nasıl geçer?Yetişkinlerde de çocuklarda da kabakulak hastanın kendi bağışıklığı ile geçer. Tedavide sadece ateş kontrolü, halsizlik giderilmesi gibi destek tedavi planlanmaktadır. Çocuklardan farklı olarak ergenlikten sonra görülen kabakulakta komplikasyonlar daha sık görülmektedir.Kabakulak geçiren birinin çocuğu olur mu?Ergenlik döneminde geçirilen kabakulak hastalığı erkeklerde testislerde enfeksiyona sebep olabilir. Bu nedenle erkeklerde kısırlık nedenleri arasında yer almaktadır. Kabakulak ilerlerse ne olur?Kabakulak hastalığının neden olduğu en önemli komplikasyonlar arasında; sağırlık, kısırlık ve nadir olarak menenjit hastalığı bulunmaktadır.Kabakulak için hangi doktora gidilir?Kabakulak hastalığı çocuklarda görüldüğünde Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ve KBB bölümlerine başvurulabilir. Yetişkinler ise KBB ve Enfeksiyon Hastalıkları bölümlerine başvurmalıdır.Kabakulak hastalığı yetişkinlerde görülür mü?Kabakulak yetişkinler de görülür. Hemen hemen herkeste aynı belirtilerle yaşanır ancak yetişkinlerde komplikasyon riski daha yüksektir.Bebeklerde kabakulak nasıl anlaşılır?Kabakulak herkeste aynı şekilde anlaşılır. Bebeklerde de yanağın genişlemesi, kulak çevresindeki dokuların kalınlaşması ile kabakulak geçirdiği anlaşılabilir. Genellikle tek taraflıdır. Çift taraflı da olabilir.Kabakulak nerelerde ağrı yapar?Kabakulak yanak ve kulağa yakın bölgede ağrı yapar.Kabakulak tek taraflı olur mu?Genellikle çift tarafta görülür ancak bazı durumlarda tek tarafta da gelişebilir.Kabakulak tedavi edilmezse ne olur?Hastalığın spesifik bir tedavisi yoktur, yakından gözlenerek takip edilmelidir. Kabakulak hastanın kendi bağışıklığı ile geçer. Tedavide sadece ateş kontrolü, halsizlik giderilmesi gibi destek tedavi planlanır.Herkes kabakulak geçirir mi?Hemen hemen herkes kabakulak geçirir ya da aşılanarak pasif bağışıklık sağlanmış olur. Ya insanlar geçirerek aktif bağışık olurlar ya da aşılanarak pasif bağışıklık elde edilir.Hamilelikte kabakulak geçirmek kritik durumlara neden olur mu?Hamilelikte ilk üç ay içinde kabakulak geçirmek gebe için kritik durumlara neden olabilir, nadiren gebelik düşükle de sonlanabilir. Düşük oluşmazsa anne karnındaki bebeğin gelişiminde herhangi olumsuz gelişme söz konusu olmaz. Kabakulak geçirmeyen veya kabakulak aşısı olmayan bir kişinin gebe kalması az da olsa riskli olabilir.Kabakulaktan korunmak için herhangi bir şey yapılabilir mi?Kabakulaktan erişkin dönemde korunmak gerekir ama çocukluk döneminde özellikle herkesin kabakulak geçirmesi tercih edilir. Kabakulak aşısı olmadığı dönemlerde, herhangi bir çocuk kabakulak geçirdiğinde diğer henüz hastalığa yakalanmamış çocuklar da hastalığı kapsın diye aynı ortamda bulundurulurlardı. Yetişkin dönemde hastalık pek çok riske neden olabildiği için herkesin çocukluk çağlarda geçirmesi çok daha sağlıklı olmaktadır.Kabakulak geçiren bir daha olur mu?İnfluenza gibi grip yapan diğer virüslerde olduğu gibi, mutasyon yaptığı gösterilmiş bir virüs değildir. Dolayısıyla bir kişi bir kere geçirdiğinde bir daha kabakulağa yakalanmaz. | 7,247 |
397 | Hastalıklar | Kaçış Sendromu | Kaçış sendromu hastalığı kılcal damarlar adı verilen daha küçük damarlardan sıvı sızıntıları sonucu kan basıncında hızlı düşüş ile ilişkili akut ve şiddetli tekrarlayan ataklarla karakterize nadir görülen bir hastalıktır. Kaçış sendromu ilk kez tarihler 1960’ı gösterdiğinde Dr. Bayard Clarkson tarafından keşfedilmiştir. Hastalık literatürde ‘Systemıc Capillary Leak Syndrome’ adının kısaltması olan ‘SCLS’ olarak isimlendirilir. Kaçış sendromu uzun süreler boyunca krizlere yol açması ile oldukça tehlikeli bir tıbbi durumdur. Ani ataklarla ciddi bir sağlık sorunu haline gelen kaçış sendromu belirtileri ortaya çıktığında vakit kaybedilmeden sağlık kuruluşuna başvurmak gerekmektedir. Çoğu durumda nedeni bilinmeyen kaçış sendromu bazı kişilerde yaşamları boyunca bir kez bazılarında ise yılda birkaç kez olmak üzere, sıklığı değişen epizotlar halinde ortaya çıkar. Çoğu durumda nedeni bilinmeyen kaçış sendromunun şiddeti de kişiden kişiye göre değişebilir. Kaçış sendromu en çok yetişkinlerde görülürken hastalığın çocuklarda gelişmesi çok nadir bir durumdur.Kaçış sendromu hastalığı kılcal damarlar adı verilen daha küçük damarlardan sıvı sızıntıları sonucu kan basıncında hızlı düşüş ile ilişkili akut ve şiddetli tekrarlayan ataklarla karakterize nadir görülen bir hastalıktır. Kaçış sendromu ilk kez tarihler 1960’ı gösterdiğinde Dr. Bayard Clarkson tarafından keşfedilmiştir. Hastalık literatürde ‘Systemıc Capillary Leak Syndrome’ adının kısaltması olan ‘SCLS’ olarak isimlendirilir. Kaçış sendromu uzun süreler boyunca krizlere yol açması ile oldukça tehlikeli bir tıbbi durumdur. Ani ataklarla ciddi bir sağlık sorunu haline gelen kaçış sendromu belirtileri ortaya çıktığında vakit kaybedilmeden sağlık kuruluşuna başvurmak gerekmektedir. Çoğu durumda nedeni bilinmeyen kaçış sendromu bazı kişilerde yaşamları boyunca bir kez bazılarında ise yılda birkaç kez olmak üzere, sıklığı değişen epizotlar halinde ortaya çıkar. Çoğu durumda nedeni bilinmeyen kaçış sendromunun şiddeti de kişiden kişiye göre değişebilir. Kaçış sendromu en çok yetişkinlerde görülürken hastalığın çocuklarda gelişmesi çok nadir bir durumdur.
Kaçış sendromu hastalığı nedir?Kaçış sendromu hastalığı tıp literatüründeki adıyla da “Capillary Leak Syndrome” (SCLS), kanın yoğunlaşması, tansiyonun düşmesi gibi bulgularla birlikte bilinmeyen bir nedenle damarlardan protein, mineral ve suyun sızmasına denir. Ataklar halinde ortaya çıkan kaçış sendromu hastalığının şiddeti değişkenlik gösterir. Kaçış sendromu hastası ayda bir kez krize girebileceği gibi senelerce hiçbir şekilde belirti göstermeyebilir. Ataklar sırasında dokuları onaran albümin seviyesi de düşebilir. Hastalığın sebep olabildiği şok ve masif ödem gibi etkiler ölümcül sonuçlara yol açabilir.Kaçış sendromu nedenleri nelerdir?Kaçış sendromunun kesin nedeni henüz bilinmemektedir. Hastalığa yol açan kalıtsal bir yatkınlık da tespit edilememiştir. Kaçış sendromu hastalarının yarısından fazlasının kanında tespit edilen bir monoklonal veya M proteini vardır. Hastalarda M protein seviyesi genellikle düşüktür. M proteini kemik iliğindeki plazma hücreleri tarafından üretilir. Akut ataklarda M proteininin rolü bilinmemektedir. Son zamanlarda, kılcal astar hücrelerinin, akut atak sırasında üretilen kandaki bir faktör tarafından hasar görebileceği öne sürülmüştür.Kaçış sendromu belirtileri nelerdir?Kaçış sendromu belirtileri kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Bazı kaçış sendromu hastalarında diğerlerinden daha fazla semptom gelişir. Bu semptomlar hafif ya da şiddetli şekilde belirebilir. Kaçış sendromu semptomları genellikle krizden 24 saat önce viral bir üst solunum yolu enfeksiyonu belirtileriyle benzer şekilde burun tıkanıklığı ve öksürük şeklinde ortaya çıkar.Kaçış sendromu ataklar halinde ortaya çıkar. Atakların sayısı ve şiddeti kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Kaçış sendromu atağından önce genel halsizlik, yorgunluk, mide ağrısı ve kilo artışı şikayetleri ortaya çıkabilir. Atak sırasında görülen semptomlar arasında düşük tansiyon, vücutta genel şişlik, akciğerlerde ve kalp çevresinde sıvı birikmesi ve böbrek yetmezliği yer alabilir. Hastalığın uzun vadeli komplikasyonları arasında ise kompartıman sendromu, kas yıkımı ile kalp ve akciğer yetmezliği vardır.Kaçış sendromu belirtileri özetle şunları içerebilir: • Düşük kan basıncı• Kanda albümin azalması (Kanda albümin düşüklüğüyle birlikte kan plazmalarındaki protein molekülleri dar damarlardan geçemez.)• Kanın yoğunlaşması (Kalın kan, vücuttaki oksijenin, hormonların ve besinlerin hareketlerini engelleyerek, dokulara ve hücrelere ulaşmasını engelleyebilir. Bu durum hücrelerde düşük oksijen seviyelerine neden olabilir)• Akciğerlerde ve kalp çevresinde sıvı birikmesi• Şişmeler oluşması, ödem oluşması• Böbrek yetmezliği• İnme• Kalp yetmezliğiKaçış sendromu nasıl teşhis edilir?Kaçış sendromu hastalığı teşhisi fiziksel muayene, laboratuvar testleri ve yukarıda belirtilen semptomların tekrarlaması (tansiyon düşüklüğü, kanın yoğunlaşması kandaki albümin düzeyinde azalma ile birlikte vücutta şişme belirtileri) ile konulur. Hastaların çoğunda tekrarlayan epizotlar, monoklonal gamopati ile ilişkilidir.Kaçış sendromu; düşük kan basıncı, yüksek hematokrit ve kanda düşük protein (hipoalbüminemi) olmak üzere üç parametre ile teşhis edilebilir. Enfeksiyon ve C-1 esteraz inhibitörü eksikliği gibi semptomların diğer olası nedenlerini dışlamak için başka testler de yapılmalıdır. Kaçış sendromu kesin teşhisi için alerjik ödemler, kalp yetmezliği, siroz gibi diğer hastalıkların ekarte edilmesi gerekmektedir. Bazı hastalara yanlışlıkla, kemik iliğinde kırmızı kan hücrelerinin aşırı üretimi nedeniyle hematokritin yükseldiği bir durum olan polisitemi teşhisi konulabilir. Teşhisi doğrulamak için birkaç temel laboratuvar özelliği kritik öneme sahiptir.Kaçış sendromu tedavi yöntemleri nelerdir?Kaçış sendromunun kesin bir tedavisi mevcut değildir. Atakların önlenmesine yönelik olarak tedavi uygulanır, hastanın yaşam kalitesinin artırılması amaçlanır.Tedavi sırasında uzun vadeli komplikasyonları önlemeye odaklanılır. Kaçış sendromu semptomların tedavi olmaksızın kendiliğinden düzelmesi nadir görülen bir durumdur.Aylık intravenöz immün globulin (IVIG) infüzyonlarının yapılması önerilir. Zira aylık intravenöz immünoglobulin (IVIG) infüzyonları gelecekteki atakları önlemeye yardımcı olabilir. Başlangıçta astımı tedavi etmek için tasarlanmış bazı ilaçlar da önleyici tedavide yardımcı olabilir. Clarkson hastalığı olarak da adlandırılan kaçış sendromunun yol aç9ğı ataklar, bir üst solunum yolu enfeksiyonu veya yoğun fiziksel eforla tetiklenebilir. Kaçış sendromu hastalığı tanısını almış olan bireylerin atakları tetikleyebilecek kaza ve yaralanma gibi travmalara karşı dikkat etmeleri gerekmektedir.AstraZeneca aşısı ile kaçış sendromu arasında bağlantı var mı?14 Nisan 2021 tarihine kadar AstraZeneca ile aşılanan beş kişide kaçış sendromu vakası meydana gelmiştir. Milyonlarca AstraZeneca aşısı yapılmış olduğundan, bu tür nadir olayların aşıya atfedilip atfedilmeyeceğini veya bir popülasyondaki olayların normal seyrinin bir parçası olarak ortaya çıkıp çıkmadığını anlamak çok güçtür. Avrupa Birliği’nin (AB) ilaç düzenleyicisi Avrupa Birliği İlaç Ajansı’ndan yapılan açıklamada (EMA), AstraZeneca kaçış sendromuna neden olabileceğine ilişkin şüpheleri araştırılacağı belirtilmişti. Öte yandan 9 Haziran'a kadar 24,6 milyondan fazla insan şu anda Birleşik Krallık'ta AstraZeneca’nın ilk dozunu aldı ve çok büyük bir çoğunlukta herhangi bir ciddi yan etki veya reaksiyon görülmedi. AstraZeneca’nın en yaygın görülen yan etkileri arasında enjeksiyon yerinde rahatsızlık, yorgun hissetmek, baş ağrısı, hasta hissetme, eklem veya kas ağrısı yer aldı.
Kaçış sendromu hastalığı nedir?Kaçış sendromu hastalığı tıp literatüründeki adıyla da “Capillary Leak Syndrome” (SCLS), kanın yoğunlaşması, tansiyonun düşmesi gibi bulgularla birlikte bilinmeyen bir nedenle damarlardan protein, mineral ve suyun sızmasına denir. Ataklar halinde ortaya çıkan kaçış sendromu hastalığının şiddeti değişkenlik gösterir. Kaçış sendromu hastası ayda bir kez krize girebileceği gibi senelerce hiçbir şekilde belirti göstermeyebilir. Ataklar sırasında dokuları onaran albümin seviyesi de düşebilir. Hastalığın sebep olabildiği şok ve masif ödem gibi etkiler ölümcül sonuçlara yol açabilir.Kaçış sendromu nedenleri nelerdir?Kaçış sendromunun kesin nedeni henüz bilinmemektedir. Hastalığa yol açan kalıtsal bir yatkınlık da tespit edilememiştir. Kaçış sendromu hastalarının yarısından fazlasının kanında tespit edilen bir monoklonal veya M proteini vardır. Hastalarda M protein seviyesi genellikle düşüktür. M proteini kemik iliğindeki plazma hücreleri tarafından üretilir. Akut ataklarda M proteininin rolü bilinmemektedir. Son zamanlarda, kılcal astar hücrelerinin, akut atak sırasında üretilen kandaki bir faktör tarafından hasar görebileceği öne sürülmüştür.Kaçış sendromu belirtileri nelerdir?Kaçış sendromu belirtileri kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Bazı kaçış sendromu hastalarında diğerlerinden daha fazla semptom gelişir. Bu semptomlar hafif ya da şiddetli şekilde belirebilir. Kaçış sendromu semptomları genellikle krizden 24 saat önce viral bir üst solunum yolu enfeksiyonu belirtileriyle benzer şekilde burun tıkanıklığı ve öksürük şeklinde ortaya çıkar.Kaçış sendromu ataklar halinde ortaya çıkar. Atakların sayısı ve şiddeti kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Kaçış sendromu atağından önce genel halsizlik, yorgunluk, mide ağrısı ve kilo artışı şikayetleri ortaya çıkabilir. Atak sırasında görülen semptomlar arasında düşük tansiyon, vücutta genel şişlik, akciğerlerde ve kalp çevresinde sıvı birikmesi ve böbrek yetmezliği yer alabilir. Hastalığın uzun vadeli komplikasyonları arasında ise kompartıman sendromu, kas yıkımı ile kalp ve akciğer yetmezliği vardır.Kaçış sendromu belirtileri özetle şunları içerebilir: • Düşük kan basıncı• Kanda albümin azalması (Kanda albümin düşüklüğüyle birlikte kan plazmalarındaki protein molekülleri dar damarlardan geçemez.)• Kanın yoğunlaşması (Kalın kan, vücuttaki oksijenin, hormonların ve besinlerin hareketlerini engelleyerek, dokulara ve hücrelere ulaşmasını engelleyebilir. Bu durum hücrelerde düşük oksijen seviyelerine neden olabilir)• Akciğerlerde ve kalp çevresinde sıvı birikmesi• Şişmeler oluşması, ödem oluşması• Böbrek yetmezliği• İnme• Kalp yetmezliğiKaçış sendromu nasıl teşhis edilir?Kaçış sendromu hastalığı teşhisi fiziksel muayene, laboratuvar testleri ve yukarıda belirtilen semptomların tekrarlaması (tansiyon düşüklüğü, kanın yoğunlaşması kandaki albümin düzeyinde azalma ile birlikte vücutta şişme belirtileri) ile konulur. Hastaların çoğunda tekrarlayan epizotlar, monoklonal gamopati ile ilişkilidir.Kaçış sendromu; düşük kan basıncı, yüksek hematokrit ve kanda düşük protein (hipoalbüminemi) olmak üzere üç parametre ile teşhis edilebilir. Enfeksiyon ve C-1 esteraz inhibitörü eksikliği gibi semptomların diğer olası nedenlerini dışlamak için başka testler de yapılmalıdır. Kaçış sendromu kesin teşhisi için alerjik ödemler, kalp yetmezliği, siroz gibi diğer hastalıkların ekarte edilmesi gerekmektedir. Bazı hastalara yanlışlıkla, kemik iliğinde kırmızı kan hücrelerinin aşırı üretimi nedeniyle hematokritin yükseldiği bir durum olan polisitemi teşhisi konulabilir. Teşhisi doğrulamak için birkaç temel laboratuvar özelliği kritik öneme sahiptir.Kaçış sendromu tedavi yöntemleri nelerdir?Kaçış sendromunun kesin bir tedavisi mevcut değildir. Atakların önlenmesine yönelik olarak tedavi uygulanır, hastanın yaşam kalitesinin artırılması amaçlanır.Tedavi sırasında uzun vadeli komplikasyonları önlemeye odaklanılır. Kaçış sendromu semptomların tedavi olmaksızın kendiliğinden düzelmesi nadir görülen bir durumdur.Aylık intravenöz immün globulin (IVIG) infüzyonlarının yapılması önerilir. Zira aylık intravenöz immünoglobulin (IVIG) infüzyonları gelecekteki atakları önlemeye yardımcı olabilir. Başlangıçta astımı tedavi etmek için tasarlanmış bazı ilaçlar da önleyici tedavide yardımcı olabilir. Clarkson hastalığı olarak da adlandırılan kaçış sendromunun yol aç9ğı ataklar, bir üst solunum yolu enfeksiyonu veya yoğun fiziksel eforla tetiklenebilir. Kaçış sendromu hastalığı tanısını almış olan bireylerin atakları tetikleyebilecek kaza ve yaralanma gibi travmalara karşı dikkat etmeleri gerekmektedir.AstraZeneca aşısı ile kaçış sendromu arasında bağlantı var mı?14 Nisan 2021 tarihine kadar AstraZeneca ile aşılanan beş kişide kaçış sendromu vakası meydana gelmiştir. Milyonlarca AstraZeneca aşısı yapılmış olduğundan, bu tür nadir olayların aşıya atfedilip atfedilmeyeceğini veya bir popülasyondaki olayların normal seyrinin bir parçası olarak ortaya çıkıp çıkmadığını anlamak çok güçtür. Avrupa Birliği’nin (AB) ilaç düzenleyicisi Avrupa Birliği İlaç Ajansı’ndan yapılan açıklamada (EMA), AstraZeneca kaçış sendromuna neden olabileceğine ilişkin şüpheleri araştırılacağı belirtilmişti. Öte yandan 9 Haziran'a kadar 24,6 milyondan fazla insan şu anda Birleşik Krallık'ta AstraZeneca’nın ilk dozunu aldı ve çok büyük bir çoğunlukta herhangi bir ciddi yan etki veya reaksiyon görülmedi. AstraZeneca’nın en yaygın görülen yan etkileri arasında enjeksiyon yerinde rahatsızlık, yorgun hissetmek, baş ağrısı, hasta hissetme, eklem veya kas ağrısı yer aldı. | 5,050 |
398 | Hastalıklar | İnmemiş Testis | Bebeklerin fiziksel, bilişsel ve aynı zamanda duygusal gelişimlerinin sağlıklı bir şekilde ilerleyebilmesi için ebeveynlerin iyi bir gözlemci olması gerekiyor. Erkek bebeklerde görülen inmemiş testis, üreme ve erkeklik hormonunu etkileyen çok önemli bir sağlık problemi olup, en kısa sürede tanı alması ve tedavi edilmesi gereken durumlar arasında yer alıyor. İnmemiş testis hastalığının fark edilebilmesi için ebeveyn gözlemi ve düzenli hekim muayenesi ön plana çıkıyor. Memorial Diyarbakır Hastanesi Çocuk Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Murat Kemal Çiğdem, inmemiş testis ve merak edilenleri hakkında bilgi paylaştı.Bebeklerin fiziksel, bilişsel ve aynı zamanda duygusal gelişimlerinin sağlıklı bir şekilde ilerleyebilmesi için ebeveynlerin iyi bir gözlemci olması gerekiyor. Erkek bebeklerde görülen inmemiş testis, üreme ve erkeklik hormonunu etkileyen çok önemli bir sağlık problemi olup, en kısa sürede tanı alması ve tedavi edilmesi gereken durumlar arasında yer alıyor. İnmemiş testis hastalığının fark edilebilmesi için ebeveyn gözlemi ve düzenli hekim muayenesi ön plana çıkıyor. Memorial Diyarbakır Hastanesi Çocuk Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Murat Kemal Çiğdem, inmemiş testis ve merak edilenleri hakkında bilgi paylaştı.
İnmemiş Testis Nedir?Sağlıklı bir erkek bebeğin anne karnındayken testisleri karın içerisinde yer almaktadır. Zaman içerisinde doğuma yaklaştıkça testisler skrotum olarak adlandırılan torbaya inmektedir. Ancak bazı erkek bebeklerde bu iniş sağlanamaz ve testis torbaya inemez. Doğum sırasında testisler kontrol edildiğinde ise torbada bulunamaz. İnmemiş testis, testislerin doğumdan sonra olması gereken skrotum olarak adlandırılan torba içinde yer almaması durumu olarak tanımlanmaktadır.Zamanında doğmuş bebeklerin yaklaşık %3’ünde, prematüre bebeklerin ise yaklaşık %30’unda doğumda testisleri torbada değildir. Bu bebeklerin yaklaşık %80’inde ilk üç ay içerisinde testis inişini devam ettirerek torbaya yerleşir. Gebelik sürecinde olduğu gibi doğum sonrasında da anne ve bebeğin sağlıklı gelişimi için gerekli bazı fizik muayenelerin ve tıbbi testlerin yapılması gerekmektedir.İnmemiş Testis Nedenleri Nelerdir?Gebelik döneminin 7-9 aylarında anne karnında yer alan bebeğin testisleri karın içerisinde olması gereken noktaya inmiş olması gerekmektedir. Bu süreç 7 ayına ulaşan bebeklerde inme sürecinin başlamış olmasını gerektirir. İnmeye başlayan testis 9. Ayda ise inişi tamamen sağlamış olmalıdır. Testislerin torbaya inişi doğum sonrası 3. aya kadar devam ettiği düşünülmektedir. Bebeğin 3 aylık olmadan önceki süresinde testisinin inmemiş olması durumunda öncelikle inmemiş testis tanısı konmamaktadır. Doğumda inmemiş testisi görülen bebeklere inmemiş testis tanısı konulabilmesi için yaklaşık 3 ay kadar beklenmektedir. Doğumdan sonra testisler torbada değilse ve 3 aylık olan erkek bebeğin testisler hala yerinde değilse bu testisin inme şansı bulunmamaktadır. İnmemiş testis nedenleri hakkında farklı görüşler bulunmaktadır. Bu görüşler kısaca şu şekilde sıralanabilir; Hormonal etkiler, Testisin hastalıklı olması, Çevresel faktörler.Ancak kanıtlanmış bir neden bulunmamaktadır. İnmemiş testiste ailesel özellikte vardır. Ailede bir inmemiş testisli kişi var ise görülme olasılığı daha yüksek olmaktadır.İnmemiş Testis Belirtileri Nelerdir?Ebeveynler çocuk uykudayken ya da sıcak ortamdayken el teması ile testisleri kontrol etmelidir. Bu kontrol için en uygun zamanlardan biri ise banyo yaptırılırken çocuğun torbasının kontrol edilmesidir. Orada testislerin olup olmadığı el yardımı ile kontrol edilmelidir. Çoğu ebeveyn dokunma sonrası torbada hasar oluşabileceği düşüncesi ile korkmaktadır. Ancak çocuğun nasıl eline ve koluna dokunabiliyorsa torbasına da o şekilde dokunulabilir. Temas esnasında sert bilye şeklinde bir dokunun ele gelmesi gerekmektedir. Kontrol esnasında ele gelen bir şey yoksa bir hekime danışılmalıdır.İnmemiş Testis Tanısı Nasıl Konur?İnmemiş testis tanısında uzman hekim tarafından fizik muayene yapılması gereklidir. Bazı durumlarda ultrasonografi gerekli olabilir. Alanında uzman bir Çocuk cerrahı tarafından yapılacak muayene tanı için yeterlidir.İnmemiş Testis Nasıl Tedavi Edilir?Bazen ilaçlı hormon tedavileri şifa sağlayacağı düşünülerek önerilmektedir. Ancak bu durum çocuk cerrahları tarafından tasvip edilmez. İnmemiş testisin tek tedavisi cerrahi tedavidir. İlaç tedavisinin yeri yoktur. İlaç tedavisi bazı durumlarda çok zararlıda olabilir.İnmemiş Testis Ameliyatı Nasıl Yapılır?Ameliyat ön hazırlığı olarak sadece kan testleri yapılmaktadır. Ameliyat, genel anestezi altında yapılmaktadır. Genellikle ameliyat sonrası aynı gün hasta taburcu edilir. Ertesi gün normal yaşama dönüş sağlanır.Ameliyat sonrası toplamda bir yıllık tanı ve takip süreci vardır. Bu süre içerisinde testislerin gelişimi takip edilir.İnmemiş Testis Hakkında Sık Sorulan Sorularİnmemiş Testis Zararlı Nelerdir?Testislerin çok önemli iki işlevi bulunur. Erkeklik hormonu salgılar. Üreme için sperm salgılar.Testislerin bu iki önemli işlevini yerine getirebilmesi için en uygun ortam olan torbada yer alması gerekir. Eğer testis kanalda ya da karın içindeyse yüksek ısıya maruz kalacağı için fonksiyonunu kaybedebilir. Bu iki önemli işlev dışında inmeyen testislerde kanser gelişme riski diğerlerine göre daha yüksektir. Her inmemiş testiste kanser gelişmez. Ancak inmiş testislere göre kanser görülme riski daha yüksektir. Aynı zamanda psikolojik faktörlerin olumsuz etkileri ilerleyen yaşlarda görülebilir. Büyüme ve gelişme sonrası durumları anlamlandıran erkek çocuğun testisin olmaması özgüven eksikliği ve farklı psikolojik sorunlara neden olabilir. Bu nedenlerle testisi torbaya indirme ameliyatı en geç 1 yaş en erken 6 aylıkken yapılmalıdır.İnmemiş Testis Tekrarlar mı?Nadir görülen durumlardan biri inmemiş testisin tekrarlamasıdır. Ancak mümkündür. Deneyimli bir çocuk cerrahı tarafından uygulanan ameliyat sonrası tekrarlama ihtimali oldukça düşüktür. Tedavi şekli yanlış uygulanır ise testisin küçülme ve yok olması ihtimali mevcuttur.İnmemiş Testis Kısırlık yapar mı?İnmemiş testisin kısırlığa yol açıp açmadığı konusunda farklı görüşler mevcuttur. Sağlıklı bir erkek bireyde 2 testis bulunur. Bir testisin sağlıklı olması halinde ve bu testisin yeterli hormonu ve sperm üretimini sağlaması halinde kısırlık olmayabilir. Ancak bazen iki taraflı inmemiş testis görülebilir. İki testiste inmeme durumu var ise kısır kalma olasılığı yüksektir.İnmemiş Testis Kendiliğinden İner mi?Testisin arada bir ele gelmemesi durumu gözlemlenebilir. Utangaç testis olarak adlandırılan durum ile inmemiş testis karıştırılır. Bazen testis torbaya inip bazen ise yukarı çıkabilir. Bu durum oldukça normal olarak karşılanır. Böyle bir durumda hekim tarafından utangaç testis tanısı almak gerekir. Utangaç testis olması durumunda dahi tamamen kontrollere ara verilmez. Tanı ve takibe devam edilmelidir. Çünkü ileriki dönemde testis yukarı çıkıp aşağı inmeyebilir. Testisin yukarı çıkıp aşağı inmemesi oldukça tehlikeli bir durumdur. Bu durumda da geç kalınmadan ameliyat edilmelidir.
İnmemiş Testis Nedir?Sağlıklı bir erkek bebeğin anne karnındayken testisleri karın içerisinde yer almaktadır. Zaman içerisinde doğuma yaklaştıkça testisler skrotum olarak adlandırılan torbaya inmektedir. Ancak bazı erkek bebeklerde bu iniş sağlanamaz ve testis torbaya inemez. Doğum sırasında testisler kontrol edildiğinde ise torbada bulunamaz. İnmemiş testis, testislerin doğumdan sonra olması gereken skrotum olarak adlandırılan torba içinde yer almaması durumu olarak tanımlanmaktadır.Zamanında doğmuş bebeklerin yaklaşık %3’ünde, prematüre bebeklerin ise yaklaşık %30’unda doğumda testisleri torbada değildir. Bu bebeklerin yaklaşık %80’inde ilk üç ay içerisinde testis inişini devam ettirerek torbaya yerleşir. Gebelik sürecinde olduğu gibi doğum sonrasında da anne ve bebeğin sağlıklı gelişimi için gerekli bazı fizik muayenelerin ve tıbbi testlerin yapılması gerekmektedir.İnmemiş Testis Nedenleri Nelerdir?Gebelik döneminin 7-9 aylarında anne karnında yer alan bebeğin testisleri karın içerisinde olması gereken noktaya inmiş olması gerekmektedir. Bu süreç 7 ayına ulaşan bebeklerde inme sürecinin başlamış olmasını gerektirir. İnmeye başlayan testis 9. Ayda ise inişi tamamen sağlamış olmalıdır. Testislerin torbaya inişi doğum sonrası 3. aya kadar devam ettiği düşünülmektedir. Bebeğin 3 aylık olmadan önceki süresinde testisinin inmemiş olması durumunda öncelikle inmemiş testis tanısı konmamaktadır. Doğumda inmemiş testisi görülen bebeklere inmemiş testis tanısı konulabilmesi için yaklaşık 3 ay kadar beklenmektedir. Doğumdan sonra testisler torbada değilse ve 3 aylık olan erkek bebeğin testisler hala yerinde değilse bu testisin inme şansı bulunmamaktadır. İnmemiş testis nedenleri hakkında farklı görüşler bulunmaktadır. Bu görüşler kısaca şu şekilde sıralanabilir;Ancak kanıtlanmış bir neden bulunmamaktadır. İnmemiş testiste ailesel özellikte vardır. Ailede bir inmemiş testisli kişi var ise görülme olasılığı daha yüksek olmaktadır.İnmemiş Testis Belirtileri Nelerdir?Ebeveynler çocuk uykudayken ya da sıcak ortamdayken el teması ile testisleri kontrol etmelidir. Bu kontrol için en uygun zamanlardan biri ise banyo yaptırılırken çocuğun torbasının kontrol edilmesidir. Orada testislerin olup olmadığı el yardımı ile kontrol edilmelidir. Çoğu ebeveyn dokunma sonrası torbada hasar oluşabileceği düşüncesi ile korkmaktadır. Ancak çocuğun nasıl eline ve koluna dokunabiliyorsa torbasına da o şekilde dokunulabilir. Temas esnasında sert bilye şeklinde bir dokunun ele gelmesi gerekmektedir. Kontrol esnasında ele gelen bir şey yoksa bir hekime danışılmalıdır.İnmemiş Testis Tanısı Nasıl Konur?İnmemiş testis tanısında uzman hekim tarafından fizik muayene yapılması gereklidir. Bazı durumlarda ultrasonografi gerekli olabilir. Alanında uzman bir Çocuk cerrahı tarafından yapılacak muayene tanı için yeterlidir.İnmemiş Testis Nasıl Tedavi Edilir?Bazen ilaçlı hormon tedavileri şifa sağlayacağı düşünülerek önerilmektedir. Ancak bu durum çocuk cerrahları tarafından tasvip edilmez. İnmemiş testisin tek tedavisi cerrahi tedavidir. İlaç tedavisinin yeri yoktur. İlaç tedavisi bazı durumlarda çok zararlıda olabilir.İnmemiş Testis Ameliyatı Nasıl Yapılır?Ameliyat ön hazırlığı olarak sadece kan testleri yapılmaktadır. Ameliyat, genel anestezi altında yapılmaktadır. Genellikle ameliyat sonrası aynı gün hasta taburcu edilir. Ertesi gün normal yaşama dönüş sağlanır.Ameliyat sonrası toplamda bir yıllık tanı ve takip süreci vardır. Bu süre içerisinde testislerin gelişimi takip edilir.İnmemiş Testis Hakkında Sık Sorulan Sorularİnmemiş Testis Zararlı Nelerdir?Testislerin çok önemli iki işlevi bulunur.Testislerin bu iki önemli işlevini yerine getirebilmesi için en uygun ortam olan torbada yer alması gerekir. Eğer testis kanalda ya da karın içindeyse yüksek ısıya maruz kalacağı için fonksiyonunu kaybedebilir. Bu iki önemli işlev dışında inmeyen testislerde kanser gelişme riski diğerlerine göre daha yüksektir. Her inmemiş testiste kanser gelişmez. Ancak inmiş testislere göre kanser görülme riski daha yüksektir. Aynı zamanda psikolojik faktörlerin olumsuz etkileri ilerleyen yaşlarda görülebilir. Büyüme ve gelişme sonrası durumları anlamlandıran erkek çocuğun testisin olmaması özgüven eksikliği ve farklı psikolojik sorunlara neden olabilir. Bu nedenlerle testisi torbaya indirme ameliyatı en geç 1 yaş en erken 6 aylıkken yapılmalıdır.İnmemiş Testis Tekrarlar mı?Nadir görülen durumlardan biri inmemiş testisin tekrarlamasıdır. Ancak mümkündür. Deneyimli bir çocuk cerrahı tarafından uygulanan ameliyat sonrası tekrarlama ihtimali oldukça düşüktür. Tedavi şekli yanlış uygulanır ise testisin küçülme ve yok olması ihtimali mevcuttur.İnmemiş Testis Kısırlık yapar mı?İnmemiş testisin kısırlığa yol açıp açmadığı konusunda farklı görüşler mevcuttur. Sağlıklı bir erkek bireyde 2 testis bulunur. Bir testisin sağlıklı olması halinde ve bu testisin yeterli hormonu ve sperm üretimini sağlaması halinde kısırlık olmayabilir. Ancak bazen iki taraflı inmemiş testis görülebilir. İki testiste inmeme durumu var ise kısır kalma olasılığı yüksektir.İnmemiş Testis Kendiliğinden İner mi? | 4,546 |
399 | Hastalıklar | Kadınlarda İdrar Kaçırma | Kadınları erkeklere göre 10 kat daha fazla etkileyen idrar kaçırma sorunu, her 3 kadından birinin yaşadığı, çekinildiği için toplumda gizlenen sağlık problemleri arasında yer almaktadır. Genetik olarak ya da sonradan yaşanan zorlu doğumlarla pelvik taban kaslarının zayıflaması sonucu meydana gelen idrar kaçırma, kadınlarda önemli sosyal ve psikolojik bir sorun olmaktadır.Kadınları erkeklere göre 10 kat daha fazla etkileyen idrar kaçırma sorunu, her 3 kadından birinin yaşadığı, çekinildiği için toplumda gizlenen sağlık problemleri arasında yer almaktadır. Genetik olarak ya da sonradan yaşanan zorlu doğumlarla pelvik taban kaslarının zayıflaması sonucu meydana gelen idrar kaçırma, kadınlarda önemli sosyal ve psikolojik bir sorun olmaktadır.
Kadınlarda idrar kaçırma (Üriner inkontinans) nedir?30 yaş sonrası başlayabilen ve sıklığı yaş ile artan idrar kaçırma; koku, hijyen gibi sebepler nedeniyle kadınların kendini sosyal yaşamdan kısıtlamasına yol açan önemli bir sorundur. İdrar kaçırma sorunu genetik olarak doğuştan pelvik taban kaslarının zayıflığı nedeniyle de yaşanabilmektedir. Çok doğum yapma, sigara kullanımı, obezite, sağlıksız beslenme gibi risk faktörleri bulunmaktadır ve bu risk faktörlerinin varlığında daha erken yaşlarda görülmektedir.Korunmak için sağlıklı yaşam tarzı oldukça önemlidir. Sağlıklı beslenme ve egzersiz yaşam tarzı haline getirilmelidir. Egzersiz olarak yürüyüş ve özellikle pilates, inkontinanstan korunmada önemli faydaları olan bir spordur. Kegel egzersizleri adı verilen egzersiz türüyle vajinal kasları geliştirmek idrar kaçırmayı önlemede etkili bir yöntemdir. Sağlıklı beslenmenin yanında fazla kilo var ise uzman kontrolünde uygun diyet programlarıyla kilo verilmelidir. Sigara kullanılıyorsa mutlaka bırakılmalıdır.Kadınlarda idrar kaçırma (Üriner inkontinans) belirtileri nelerdir?İdrar kaçırma belirtileri idrar kaçırma tiplerine göre değişiklik göstermektedir. Oluşum sebepleri açısından idrar kaçırmanın birçok tipi bulunsa da en sık karşılaşılan tipleri şöyle sıralanmaktadır.Stres tipi idrar kaçırma: Bu gruptaki stres, psikolojik stres değildir. Karın içi basıncını artıran öksürme, hapşırma, ıkınma, ağır kaldırma gibi stres durumlarında idrar kaçırmadır. Sıklıkla mesane ve idrar yolu yani üretra arasındaki açının bozulmasıyla meydana gelen bir kaçırma tipidir. Genellikle rahim ve idrar kesesinde sarkmalar söz konusudur.Sıkışma tipi (urge) idrar kaçırma (Aşırı aktif mesane): Bu grupta mesane dolu veya boşken aniden gelişen ve tuvalete yetişemeden idrar kaçırma söz konusudur. Özellikle su sesi (örneğin bulaşık yıkama), soğuk içecekler veya soğuğa maruz kalmak bu durumu tetikleyebilir. Beklenmedik zamanlarda hatta uykuda da ortaya çıkabilen bu durumda, damla damla veya fazla miktarda idrar kaçırma olabilir. Mesanede yeteri derecede idrar olmamasına rağmen idrara çıkma isteği oluşmaktadır. Genellikle bu sorun titizlik nedeniyle sık tuvalete giderek bu hassasiyeti oluşturmuş kişilerde ya da geçmişte idrarını çok tutmuş kişilerde sık görülmektedir. Bu kişilerde idrar torbası istemi dışında çalışır hale gelmektedir ve sık tuvalet ihtiyacı doğmaktadır. Bu sorundan dolayı ortaya çıkan idrar kaçırma, stres tipi idrar kaçırmadan tamamıyla farklı bir durumdur. Sıkışmayla idrar kaçırma ilaçla tedavi edilebilirken stres tipi idrar kaçırma lazer ya da ameliyat ile tedavi edilir.Karma (mix) tip idrar kaçırma: Bu hastalarda hem stres tipi hem de sıkışma tipi kaçırma bir arada yaşanmaktadır.Taşma tipi idrar kaçırma: Nadir görülen nörolojik bir sorundur. Taşma tipi idrar kaçırmada mesane idrarı hissetmez. Özellikle ileri derece şeker hastalarında görülmektedir. Tedavisi olmayan taşma tipi idrar kaçırmada hasta erkek ise prostat tedavi edilmekte, kadın ise aralıklı kateter kullanılarak mesane boşaltımı önerilmektedir.Kadınlarda idrar kaçırma (Üriner inkontinans) tanısı nasıl konulur?Tedavi için başvuran hastalarda öncelikle detaylı bir hastalık öyküsü araştırılır. Doğum yapma sayısı, sigara kullanımı, kilo durumu, mevcut kronik hastalıkları, mesleği (ağır işlerde çalışıp çalışmadığı) sorgulanır. Çünkü karın içi basıncını artıran durumlarda idrar kaçırma daha sık görülebilir. Örneğin hastada öksürüğe yol açacak kronik bir solunum yolu hastalığı varsa öncelikle bu sorun tedavi edilerek idrar kaçırmaya sebep olan bu basınç ortadan kaldırılmalıdır. Bunun yanında cinsel hayatı aktif olmayan kadınlarda inkontinans daha fazla görülmektedir. Çünkü cinsel yaşam kadınlarda pelvik kaslarını geliştirdiğinden idrar kaçırmayı engellemektedir.Kadınlarda idrar kaçırma (Üriner inkontinans) tedavisi nasıldır?Hastaya mutlaka ameliyat uygulanması gerekmez. Öncelikle hastanın profili analiz edilir ve yaşam tarzı değişiklikleriyle idrar kaçırmanın ne kadar engellenebildiğine bakılır. İdrar kaçırma problemi yaşayan kadınlara önerilen yaşam tarzı değişiklikleri sonrası yanıt alınamayan hastalarda tedavi sürecine başlanmaktadır.Sıkışma tipi idrar kaçırma sorunu yaşayan hastalarda bu önemlere yanıt alınamazsa ilaç tedavisi uygulanmaktadır.Cerrahi yöntemden en çok fayda gören hasta grubu ise özellikle stres tipi ve mix tip idrar kaçırma sorunu yaşayan hasta grubudur. Bu grup hastalarda bazen cerrahi öncesi ürodinami adı verilen işeme testi uygulanmaktadır. Ürodinami testi, özellikle daha önce idrar kaçırma tedavisi görmüş komplike hastalarda uygulanmaktadır. Sonrasında cerrahi tedavi süreci planlanmaktadır. Stres tipi idrar kaçırmalarda bu test uygulanmaz.Kadınlarda idrar kaçırma (üriner inkontinans) tedavisinde ameliyat dışı uygulamalar:Hastanın pelvik tabanını güçlendiren, dışarıdan yapılan ameliyatsız bazı uygulamalar bulunmaktadır.Elektromanyetik sandalyeler: Bu sandalyeler ile gerçekleştirilen uygulamada hasta belli bir süre elektromanyetik sandalyede otururken hastaya pelvik tabanını güçlendiren sinyaller verilmektedir. Bu sinyaller sayesinde hastanın pelvik tabanını güçlendiren ritmik kasılmalar sağlanmaktadır. Bu seanslar belli bir süre devam ettiğinde hastanın tıpkı kegel egzersizlerinde olduğu gibi pelvik taban kasları güçlendirilmektedir. Bu uygulamanın idrar kaçırmada başarı oranı %50’lere çıkmaktadır. Elektromanyetik sandalye uygulaması için hasta seçimi önemlidir. Genç, kilo problemi olmayan, sosyal ve cinsel hayatı aktif olan ve yaşam tarzı değişikliklerinden sonuç alamamış kadınlarda etkisi daha yüksek olmaktadır.Vajinal toplar: Bu uygulamada kişiye göre çeşitli boyları bulunan topları hastaların sıkarak pelvik taban kaslarını geliştirmesi hedeflenmektedir.Vajinal lazer: Vajinanın içerisine yerleştirilen kadın doğum muayenelerinde sıklıkla kullanılan ultrason probuna benzer bir prob ile tamamıyla ağrısız, acısız, lokal anestezi ile uygulanan bir işlemdir. Probun 2 boyu bulunmaktadır. Öncelikle geniş prob ile tedaviye başlanır. Sonuç alındıkça daha ince olan prob kullanılarak tedaviye devam edilir. 2 seansın arasında yaklaşık 1 ay süre geçmesi gerekmektedir. Vajina içerisine yerleştirilen prob ile vajinanın tüm duvarına çepeçevre lazer ile epitelizasyon uyarımı gerçekleştirilir. Bir diğer anlamda dokuya bir gençleştirme, yeni hücre üretimi yapılarak genişleme ve sarkma gibi etkiler engellenmektedir. İlk seansın ardından vajina bir miktar daralmaktadır. İkinci seansın sonunda ise büyük oranda doğum öncesi sıkılığına yaklaşmaktadır. Bu şekilde hem idrar kaçırmaya katkı sağlamak hem de doğumlar ile cinsel yaşamda sorun yaratan vajinal genişlemeyi toparlamak mümkün olabilmektedir. İşlem sonrası hasta hemen günlük yaşantısına ve işine dönebilmektedir. Cinsel yaşama da çok kısa sürede başlanabilir .Kadınlarda idrar kaçırma (Üriner inkontinans) tedavisinde cerrahi uygulamalar:Trans Obturator Tape (TOT) ameliyatı: Vajinal lazer ile idrar kaçırma problemi engellenemeyen hastalarda eğer idrar kaçırma sorunu sosyal hayatı ciddi anlamda etkiliyor, gün içinde birçok defa çamaşır değiştirmek zorunda kalacak kadar ileri derece inkontinans sorunu yaşanıyor ise %85-90 arasında etkisi olan bu ameliyat yöntemi uygulanmaktadır. Bu yöntemde idrar yolunun orta kısmına küçük bir bant yerleştirilir. Sadece kasıktan 2 delikten girilerek, herhangi bir kesik yapılmadan gerçekleştirilir. Üretranın altında hamak şeklinde yerleştirilen bant ile üretranın havada kalması sağlanır. Özellikle doğru hasta seçimiyle çok yaygın kullanılan bu uygulama yüksek başarı oranı sağlamaktadır. Yaklaşık 15 dakika süren bu işlemin ardından 1 gün sonra hasta taburcu olabilmektedir. 15-20 gün ağır işlerden ve cinsel yaşamdan kaçınma önerilir. Özel olarak idrar kaçırma için üretilen tül şeklindeki bandın bölgeye tam anlamıyla yapışması en az 3 hafta sürmektedir. 15 yıldan fazla bir süredir ülkemizde uygulanan TOT ameliyatının uzun dönem sonuçlarının da oldukça başarılı olduğu bilinmektedir. Özellikle stres ve karışık tip idrar kaçırmalarda başarı oranı yüzde 90’lara ulaşmaktadır.Kapalı laparoskopik cerrahi: Tüm bu yöntemlerden fayda görmeyen, ciddi sarkmaları olan hastalara ise kapalı laparoskopik cerrahiler yapılmaktadır. Yani batın içerisinden girilerek tüm batın organları yerlerine yerleştirilir. Ardından üretranın kenarına yani öksürürken, hapşırırken yaşanılan hareketlenmeyi etkileyen dokulara dikiş atılmaktadır.Kadınlarda idrar kaçırmaya ilişkin sıkça sorulan sorular İdrar kaçırma sorunu neden olur?İleri yaşlarda tüm vücut dokularının gevşemesi ile beraber, mesaneyi tutan bağlarda da zayıflama ile birlikte kendini gösterebilmektedir. Çok doğum yapma, sigara kullanımı, obezite, sağlıksız beslenme gibi risk faktörler varlığında daha erken yaşlarda görülmektedir. Stres inkontinans ne demek?Karın içi basıncını artıran öksürme, hapşırma, ıkınma, ağır kaldırma gibi karın içi basıncı artıran durumlarında meydana gelen idrar kaçırmadır. Sıklıkla mesane ve idrar yolu yani üretra arasındaki açının bozulmasıyla meydana gelen bir kaçırma tipidir. Rahim ve idrar kesesinde sarkmalar idrar kaçırmaya eşlik edebilir. İnkontinans ne demek?İnkontinans genel anlamda idrar kaçırma ya da gaita kaçırma sorunlarına verilen isimdir. İdrar kaçırma sorununa ise üriner inkontinans adı verilmektedir. Kadınlarda ve erkeklerde görülen farklı tipleri bulunmaktadır. İdrar kaçırma ilaçları nelerdir?İdrar kaçırmanın çeşitli tipleri bulunmaktadır. Örneğin sıkışma tipi idrar kaçırma ilaçla tedavi edilebilirken stres tipi idrar kaçırma lazer ya da ameliyat ile tedavi edilir. Doğru tanının konması, hastanın durumuna uygun en doğru tedavinin başlanması için ilk adımdır. İdrar kaçırma ilaçları için tavsiye almak yerine donanımlı bir merkezde üroloji veya ürojinekoloji uzmanına başvurmak gerekmektedir.
Kadınlarda idrar kaçırma (Üriner inkontinans) nedir?30 yaş sonrası başlayabilen ve sıklığı yaş ile artan idrar kaçırma; koku, hijyen gibi sebepler nedeniyle kadınların kendini sosyal yaşamdan kısıtlamasına yol açan önemli bir sorundur. İdrar kaçırma sorunu genetik olarak doğuştan pelvik taban kaslarının zayıflığı nedeniyle de yaşanabilmektedir. Çok doğum yapma, sigara kullanımı, obezite, sağlıksız beslenme gibi risk faktörleri bulunmaktadır ve bu risk faktörlerinin varlığında daha erken yaşlarda görülmektedir.Korunmak için sağlıklı yaşam tarzı oldukça önemlidir. Sağlıklı beslenme ve egzersiz yaşam tarzı haline getirilmelidir. Egzersiz olarak yürüyüş ve özellikle pilates, inkontinanstan korunmada önemli faydaları olan bir spordur. Kegel egzersizleri adı verilen egzersiz türüyle vajinal kasları geliştirmek idrar kaçırmayı önlemede etkili bir yöntemdir. Sağlıklı beslenmenin yanında fazla kilo var ise uzman kontrolünde uygun diyet programlarıyla kilo verilmelidir. Sigara kullanılıyorsa mutlaka bırakılmalıdır.Kadınlarda idrar kaçırma (Üriner inkontinans) belirtileri nelerdir?İdrar kaçırma belirtileri idrar kaçırma tiplerine göre değişiklik göstermektedir. Oluşum sebepleri açısından idrar kaçırmanın birçok tipi bulunsa da en sık karşılaşılan tipleri şöyle sıralanmaktadır.Stres tipi idrar kaçırma: Bu gruptaki stres, psikolojik stres değildir. Karın içi basıncını artıran öksürme, hapşırma, ıkınma, ağır kaldırma gibi stres durumlarında idrar kaçırmadır. Sıklıkla mesane ve idrar yolu yani üretra arasındaki açının bozulmasıyla meydana gelen bir kaçırma tipidir. Genellikle rahim ve idrar kesesinde sarkmalar söz konusudur.Sıkışma tipi (urge) idrar kaçırma (Aşırı aktif mesane): Bu grupta mesane dolu veya boşken aniden gelişen ve tuvalete yetişemeden idrar kaçırma söz konusudur. Özellikle su sesi (örneğin bulaşık yıkama), soğuk içecekler veya soğuğa maruz kalmak bu durumu tetikleyebilir. Beklenmedik zamanlarda hatta uykuda da ortaya çıkabilen bu durumda, damla damla veya fazla miktarda idrar kaçırma olabilir. Mesanede yeteri derecede idrar olmamasına rağmen idrara çıkma isteği oluşmaktadır. Genellikle bu sorun titizlik nedeniyle sık tuvalete giderek bu hassasiyeti oluşturmuş kişilerde ya da geçmişte idrarını çok tutmuş kişilerde sık görülmektedir. Bu kişilerde idrar torbası istemi dışında çalışır hale gelmektedir ve sık tuvalet ihtiyacı doğmaktadır. Bu sorundan dolayı ortaya çıkan idrar kaçırma, stres tipi idrar kaçırmadan tamamıyla farklı bir durumdur. Sıkışmayla idrar kaçırma ilaçla tedavi edilebilirken stres tipi idrar kaçırma lazer ya da ameliyat ile tedavi edilir.Karma (mix) tip idrar kaçırma: Bu hastalarda hem stres tipi hem de sıkışma tipi kaçırma bir arada yaşanmaktadır.Taşma tipi idrar kaçırma: Nadir görülen nörolojik bir sorundur. Taşma tipi idrar kaçırmada mesane idrarı hissetmez. Özellikle ileri derece şeker hastalarında görülmektedir. Tedavisi olmayan taşma tipi idrar kaçırmada hasta erkek ise prostat tedavi edilmekte, kadın ise aralıklı kateter kullanılarak mesane boşaltımı önerilmektedir.Kadınlarda idrar kaçırma (Üriner inkontinans) tanısı nasıl konulur?Tedavi için başvuran hastalarda öncelikle detaylı bir hastalık öyküsü araştırılır. Doğum yapma sayısı, sigara kullanımı, kilo durumu, mevcut kronik hastalıkları, mesleği (ağır işlerde çalışıp çalışmadığı) sorgulanır. Çünkü karın içi basıncını artıran durumlarda idrar kaçırma daha sık görülebilir. Örneğin hastada öksürüğe yol açacak kronik bir solunum yolu hastalığı varsa öncelikle bu sorun tedavi edilerek idrar kaçırmaya sebep olan bu basınç ortadan kaldırılmalıdır. Bunun yanında cinsel hayatı aktif olmayan kadınlarda inkontinans daha fazla görülmektedir. Çünkü cinsel yaşam kadınlarda pelvik kaslarını geliştirdiğinden idrar kaçırmayı engellemektedir.Kadınlarda idrar kaçırma (Üriner inkontinans) tedavisi nasıldır?Hastaya mutlaka ameliyat uygulanması gerekmez. Öncelikle hastanın profili analiz edilir ve yaşam tarzı değişiklikleriyle idrar kaçırmanın ne kadar engellenebildiğine bakılır. İdrar kaçırma problemi yaşayan kadınlara önerilen yaşam tarzı değişiklikleri sonrası yanıt alınamayan hastalarda tedavi sürecine başlanmaktadır.Sıkışma tipi idrar kaçırma sorunu yaşayan hastalarda bu önemlere yanıt alınamazsa ilaç tedavisi uygulanmaktadır.Cerrahi yöntemden en çok fayda gören hasta grubu ise özellikle stres tipi ve mix tip idrar kaçırma sorunu yaşayan hasta grubudur. Bu grup hastalarda bazen cerrahi öncesi ürodinami adı verilen işeme testi uygulanmaktadır. Ürodinami testi, özellikle daha önce idrar kaçırma tedavisi görmüş komplike hastalarda uygulanmaktadır. Sonrasında cerrahi tedavi süreci planlanmaktadır. Stres tipi idrar kaçırmalarda bu test uygulanmaz.Kadınlarda idrar kaçırma (üriner inkontinans) tedavisinde ameliyat dışı uygulamalar:Hastanın pelvik tabanını güçlendiren, dışarıdan yapılan ameliyatsız bazı uygulamalar bulunmaktadır.Elektromanyetik sandalyeler: Bu sandalyeler ile gerçekleştirilen uygulamada hasta belli bir süre elektromanyetik sandalyede otururken hastaya pelvik tabanını güçlendiren sinyaller verilmektedir. Bu sinyaller sayesinde hastanın pelvik tabanını güçlendiren ritmik kasılmalar sağlanmaktadır. Bu seanslar belli bir süre devam ettiğinde hastanın tıpkı kegel egzersizlerinde olduğu gibi pelvik taban kasları güçlendirilmektedir. Bu uygulamanın idrar kaçırmada başarı oranı %50’lere çıkmaktadır. Elektromanyetik sandalye uygulaması için hasta seçimi önemlidir. Genç, kilo problemi olmayan, sosyal ve cinsel hayatı aktif olan ve yaşam tarzı değişikliklerinden sonuç alamamış kadınlarda etkisi daha yüksek olmaktadır.Vajinal toplar: Bu uygulamada kişiye göre çeşitli boyları bulunan topları hastaların sıkarak pelvik taban kaslarını geliştirmesi hedeflenmektedir.Vajinal lazer: Vajinanın içerisine yerleştirilen kadın doğum muayenelerinde sıklıkla kullanılan ultrason probuna benzer bir prob ile tamamıyla ağrısız, acısız, lokal anestezi ile uygulanan bir işlemdir. Probun 2 boyu bulunmaktadır. Öncelikle geniş prob ile tedaviye başlanır. Sonuç alındıkça daha ince olan prob kullanılarak tedaviye devam edilir. 2 seansın arasında yaklaşık 1 ay süre geçmesi gerekmektedir. Vajina içerisine yerleştirilen prob ile vajinanın tüm duvarına çepeçevre lazer ile epitelizasyon uyarımı gerçekleştirilir. Bir diğer anlamda dokuya bir gençleştirme, yeni hücre üretimi yapılarak genişleme ve sarkma gibi etkiler engellenmektedir. İlk seansın ardından vajina bir miktar daralmaktadır. İkinci seansın sonunda ise büyük oranda doğum öncesi sıkılığına yaklaşmaktadır. Bu şekilde hem idrar kaçırmaya katkı sağlamak hem de doğumlar ile cinsel yaşamda sorun yaratan vajinal genişlemeyi toparlamak mümkün olabilmektedir. İşlem sonrası hasta hemen günlük yaşantısına ve işine dönebilmektedir. Cinsel yaşama da çok kısa sürede başlanabilir .Kadınlarda idrar kaçırma (Üriner inkontinans) tedavisinde cerrahi uygulamalar:Trans Obturator Tape (TOT) ameliyatı: Vajinal lazer ile idrar kaçırma problemi engellenemeyen hastalarda eğer idrar kaçırma sorunu sosyal hayatı ciddi anlamda etkiliyor, gün içinde birçok defa çamaşır değiştirmek zorunda kalacak kadar ileri derece inkontinans sorunu yaşanıyor ise %85-90 arasında etkisi olan bu ameliyat yöntemi uygulanmaktadır. Bu yöntemde idrar yolunun orta kısmına küçük bir bant yerleştirilir. Sadece kasıktan 2 delikten girilerek, herhangi bir kesik yapılmadan gerçekleştirilir. Üretranın altında hamak şeklinde yerleştirilen bant ile üretranın havada kalması sağlanır. Özellikle doğru hasta seçimiyle çok yaygın kullanılan bu uygulama yüksek başarı oranı sağlamaktadır. Yaklaşık 15 dakika süren bu işlemin ardından 1 gün sonra hasta taburcu olabilmektedir. 15-20 gün ağır işlerden ve cinsel yaşamdan kaçınma önerilir. Özel olarak idrar kaçırma için üretilen tül şeklindeki bandın bölgeye tam anlamıyla yapışması en az 3 hafta sürmektedir. 15 yıldan fazla bir süredir ülkemizde uygulanan TOT ameliyatının uzun dönem sonuçlarının da oldukça başarılı olduğu bilinmektedir. Özellikle stres ve karışık tip idrar kaçırmalarda başarı oranı yüzde 90’lara ulaşmaktadır.Kapalı laparoskopik cerrahi: Tüm bu yöntemlerden fayda görmeyen, ciddi sarkmaları olan hastalara ise kapalı laparoskopik cerrahiler yapılmaktadır. Yani batın içerisinden girilerek tüm batın organları yerlerine yerleştirilir. Ardından üretranın kenarına yani öksürürken, hapşırırken yaşanılan hareketlenmeyi etkileyen dokulara dikiş atılmaktadır.Kadınlarda idrar kaçırmaya ilişkin sıkça sorulan sorularİleri yaşlarda tüm vücut dokularının gevşemesi ile beraber, mesaneyi tutan bağlarda da zayıflama ile birlikte kendini gösterebilmektedir. Çok doğum yapma, sigara kullanımı, obezite, sağlıksız beslenme gibi risk faktörler varlığında daha erken yaşlarda görülmektedir.Karın içi basıncını artıran öksürme, hapşırma, ıkınma, ağır kaldırma gibi karın içi basıncı artıran durumlarında meydana gelen idrar kaçırmadır. Sıklıkla mesane ve idrar yolu yani üretra arasındaki açının bozulmasıyla meydana gelen bir kaçırma tipidir. Rahim ve idrar kesesinde sarkmalar idrar kaçırmaya eşlik edebilir.İnkontinans genel anlamda idrar kaçırma ya da gaita kaçırma sorunlarına verilen isimdir. İdrar kaçırma sorununa ise üriner inkontinans adı verilmektedir. Kadınlarda ve erkeklerde görülen farklı tipleri bulunmaktadır.İdrar kaçırmanın çeşitli tipleri bulunmaktadır. Örneğin sıkışma tipi idrar kaçırma ilaçla tedavi edilebilirken stres tipi idrar kaçırma lazer ya da ameliyat ile tedavi edilir. Doğru tanının konması, hastanın durumuna uygun en doğru tedavinin başlanması için ilk adımdır. İdrar kaçırma ilaçları için tavsiye almak yerine donanımlı bir merkezde üroloji veya ürojinekoloji uzmanına başvurmak gerekmektedir. | 7,714 |