Unnamed: 0
int64
0
916
category
stringclasses
3 values
topic
stringlengths
3
74
text
stringlengths
2.18k
77.7k
num_tokens
int64
792
28.2k
600
Hastalıklar
Sakal Kıran
Sakal kıran ani kıl dökülmesinden oluşan ve çoğu durumda psikolojik nitelikteki sorunlara bağlı olan bir cilt hastalığıdır. En sık saçta olmak üzere, sakalda ve diğer tüm vücut kıllarında da görülebilir ve hastalığın genel ismi alopesi areatadır. Sakal kıranda genellikle yuvarlak madeni para şeklinde kıl kaybı olan alanlar görülür. Sakal kırana bazı hastalıklar ve travmalar da neden olabilmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Dermatoloji Bölümü uzmanları saç kıranın bir tipi olan sakal kıran ve tedavisi hakkında bilgi verdi.  Sakal kıran ani kıl dökülmesinden oluşan ve çoğu durumda psikolojik nitelikteki sorunlara bağlı olan bir cilt hastalığıdır. En sık saçta olmak üzere, sakalda ve diğer tüm vücut kıllarında da görülebilir ve hastalığın genel ismi alopesi areatadır. Sakal kıranda genellikle yuvarlak madeni para şeklinde kıl kaybı olan alanlar görülür. Sakal kırana bazı hastalıklar ve travmalar da neden olabilmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Dermatoloji Bölümü uzmanları saç kıranın bir tipi olan sakal kıran ve tedavisi hakkında bilgi verdi.   Sakal kıran nedir?Sakal kıran sakalların ataklar halinde dökülmesi ve genellikle madeni para büyüklüğünde dairesel kılsız bölgelerin oluşması durumudur. Sakal kıran kafa derisinde yer yer dökülmelere neden olan saç kıranın sakallarda görülmesidir. Yanak, çene ve bıyık bölgesindeki kıllar da etkilenebilir.Sakal kıran neden olur?Sakal kıranın sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte genetik yatkınlık da sakal kıran nedenlerinden biri olabilir. Aile öyküsü pozitif olanlarda daha genç yaşlarda sakal kıran ortaya çıkabilmektedir. Otoimmunite ve bağışıklık sisteminin de önemli rolü vardır. Psikolojik faktörler, alerjik hastalıklar, yüksek stres, tiroid ve diyabet hastalıkları, sağlıksız ve düzensiz beslenmeye bağlı vitamin ve mineral eksiklikleri sakal kıranın tetikleyicileri olabilir.Sakal kıran belirtileri nedir?Sakal kıranın belirtileri sakal veya bıyıklarda madeni para büyüklüğünde dökülmelerin ortaya çıkmasıdır. Stres veya kaygı gibi faktörler, sakal kıranın belirtilerini daha da kötüleştirebilir.Sakal kıran tedavisi nasıldır?Sakal kıran tedavisinde kortizon enjeksiyonları veya kortizon içeren kremler ilk basamakta kullanılan ajanlardır. Sakal kıran birkaç ay içinde kendiliğinden iyileşebilirken sakalların çıkmadığı durumlarda sakal kıran tedavileri uygulanmaktadır. Sakal kıran için ayrıca minoksil, antralin, siklosporin gibi biyolojik tedaviler de yapılmaktadır. Tüm tedavilerin başarısız olduğu durumlarda saç ekimi yöntemi denenebilir.Sakal kıran bulaşıcı mıdır?Sakal kıran bulaşıcı bir hastalık değildir ve kişiden kişiye bulaşmaz. Ancak tedavi edilmezse vücudun diğer bölgelerinde de görülebilir. Sakal kıranın nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte birçok faktör sakal kırına neden olabilmektedir. Zayıf bağışıklık, diyabet ve tiroid gibi kronik hastalıklar, stres, ailesel yatkınlık bu nedenler arasında yer alır.Sakal kırana ne iyi gelir?Özellikle çinko ve biyotin içeren gıda takviyeleri almak sakal kırana iyi gelebilir, saç dökülmesini önlemeye ve hatta saç büyümesini desteklemeye yardımcı olabilir. Sağlıklı bir beslenme tarzı saç ve sakal sağlığını destekleyip koruyarak, sakal kırana iyi gelebilmektedir. Beslenme tarzının tüm vitamin ve mineralleri sağlamadığı zamanlarda dışarıdan destek önerilebilir.Sakal kıran ile ilgili diğer sorularSakal kıran saça sıçrar mı?Sakal kıranın devamında saç kıran da görülebilir. Saç kıran (Alopesi  areata) çoğunlukla yamalı saç dökülmesi ile ortaya çıkan, saç kırandan bağımsız dermatolojik bir hastalıktır. Saç kıran, temel olarak kalıtsal nedenlerle olan erkek tipi kellikten farklıdır. Çoğunlukla saçlarda yer yer dökülmelere neden olur. Saç kıran her yaşta ortaya çıkabilir. Saç kıranın nedeni tam olarak bilinmemekle beraber genetik yatkınlık, bağışıklık sorunları,  enfeksiyonlar, stres, kimyasal bir ürüne maruz kalma gibi faktörlerin etki ettiği görülmektedir. Bazı durumlarda bağışıklık hücreleri, lenfositler saç köklerini vücuda ait bir doku olarak değil, yok edilmesi gereken bir düşman olarak (tıpkı bakteri veya virüsler gibi) algılar. Böylece, lenfositler saç köklerine saldırır ve işlevini durdurur. Bunun sonucunda ise saçlar dökülür. Saç kıran ayrıca vitiligo, Tip 1 diyabet, romatoid artrit, lupus ve Hashimoto tiroiditi gibi diğer otoimmün hastalıkların varlığı ile de ilişkilidir. sonuç olarak alopesi areata genetik yatkınlık ve çevresel tetikleyici bir faktör ile ortaya çıkan organa spesifik otoimmün bir hastalıktır Saç kıranda saç kökü tamamen yok olmadığı için saç ve etkilenen tüyler yeniden uzayabilir.Saç kıranın en sık görülen şekli saçta birkaç cm çapında bir veya daha fazla sayıda yuvarlak veya oval şekilde saç ya da kıl kaybıdır. Saç kıran saç, sakal, kaş, kirpik veya vücudun diğer kıllı bölgelerinde ortaya çıkabilir.  Etkilenen hastalar, saç dökülmelerinden hemen önce bir karıncalanma, kaşıntı veya yanma hissi yaşayabilirler.Saç kıran kişiden kişiye değişkenlik gösteren bir rahatsızlıktır. Uzun süreli stres, kötü beslenme, saç travması ve bazı ilaçlar gibi çevresel faktörler de gelişmekte olan semptomları etkileyebilir. Vakaların birçoğunda saç dökülmesinden birkaç ay sonra saçlar ve kıllar kendiliğinden çıkabilir. Bazı durumlarda, yeniden büyüme birkaç yıl sonra gerçekleşir.Saç kıran genellikle saçlarda meydana gelse de, birkaç alt tipinin kirpikler, kaşlar, sakal ve vücut kıllarını da etkilediği bilinmektedir. Bu bölgelerde de kıl dökülmesi saç kıran olarak tanımlanmaktadır.Sakal kıran olduğunu nasıl anlarız?Sakal kıran ortaya çıktığında kişi bunu sakal bölgesindeki ani dökülme ve bu bölgede cildin tamamen görünür hale gelmesi ile anlayabilmektedir.Sakal kıran tehlikeli mi?Sakal kıran tehlikeli bir rahatsızlık değildir, sakal bölgesindeki dökülme bireyleri estetik ve psikolojik açıdan etkileyebilmektedir.Sakal kıran bulaşıcı mıdır?Sakal kıran bulaşıcı değildir bu nedenle sakal ile temas eden bireylerin endişelenmesine gerek yoktur. Sakal kıran kişiye özle faktörlerle ortaya çıkmaktadır.Sakal kıranda dökülen sakallar tekrar çıkar mı?Sakal kırana bağlı sakalda görülen ani dökülmelerde erken tanı ve doğru tedavi planı ile sakallar yeniden çıkabilmektedir. Sakal kıran nedir?Sakal kıran sakalların ataklar halinde dökülmesi ve genellikle madeni para büyüklüğünde dairesel kılsız bölgelerin oluşması durumudur. Sakal kıran kafa derisinde yer yer dökülmelere neden olan saç kıranın sakallarda görülmesidir. Yanak, çene ve bıyık bölgesindeki kıllar da etkilenebilir.Sakal kıran neden olur?Sakal kıranın sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte genetik yatkınlık da sakal kıran nedenlerinden biri olabilir. Aile öyküsü pozitif olanlarda daha genç yaşlarda sakal kıran ortaya çıkabilmektedir. Otoimmunite ve bağışıklık sisteminin de önemli rolü vardır. Psikolojik faktörler, alerjik hastalıklar, yüksek stres, tiroid ve diyabet hastalıkları, sağlıksız ve düzensiz beslenmeye bağlı vitamin ve mineral eksiklikleri sakal kıranın tetikleyicileri olabilir.Sakal kıran belirtileri nedir?Sakal kıranın belirtileri sakal veya bıyıklarda madeni para büyüklüğünde dökülmelerin ortaya çıkmasıdır. Stres veya kaygı gibi faktörler, sakal kıranın belirtilerini daha da kötüleştirebilir.Sakal kıran tedavisi nasıldır?Sakal kıran tedavisinde kortizon enjeksiyonları veya kortizon içeren kremler ilk basamakta kullanılan ajanlardır. Sakal kıran birkaç ay içinde kendiliğinden iyileşebilirken sakalların çıkmadığı durumlarda sakal kıran tedavileri uygulanmaktadır. Sakal kıran için ayrıca minoksil, antralin, siklosporin gibi biyolojik tedaviler de yapılmaktadır. Tüm tedavilerin başarısız olduğu durumlarda saç ekimi yöntemi denenebilir.Sakal kıran bulaşıcı mıdır?Sakal kıran bulaşıcı bir hastalık değildir ve kişiden kişiye bulaşmaz. Ancak tedavi edilmezse vücudun diğer bölgelerinde de görülebilir. Sakal kıranın nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte birçok faktör sakal kırına neden olabilmektedir. Zayıf bağışıklık, diyabet ve tiroid gibi kronik hastalıklar, stres, ailesel yatkınlık bu nedenler arasında yer alır.Sakal kırana ne iyi gelir?Özellikle çinko ve biyotin içeren gıda takviyeleri almak sakal kırana iyi gelebilir, saç dökülmesini önlemeye ve hatta saç büyümesini desteklemeye yardımcı olabilir. Sağlıklı bir beslenme tarzı saç ve sakal sağlığını destekleyip koruyarak, sakal kırana iyi gelebilmektedir. Beslenme tarzının tüm vitamin ve mineralleri sağlamadığı zamanlarda dışarıdan destek önerilebilir.Sakal kıran ile ilgili diğer sorularSakal kıran saça sıçrar mı?Sakal kıranın devamında saç kıran da görülebilir. Saç kıran (Alopesi  areata) çoğunlukla yamalı saç dökülmesi ile ortaya çıkan, saç kırandan bağımsız dermatolojik bir hastalıktır. Saç kıran, temel olarak kalıtsal nedenlerle olan erkek tipi kellikten farklıdır. Çoğunlukla saçlarda yer yer dökülmelere neden olur. Saç kıran her yaşta ortaya çıkabilir. Saç kıranın nedeni tam olarak bilinmemekle beraber genetik yatkınlık, bağışıklık sorunları,  enfeksiyonlar, stres, kimyasal bir ürüne maruz kalma gibi faktörlerin etki ettiği görülmektedir. Bazı durumlarda bağışıklık hücreleri, lenfositler saç köklerini vücuda ait bir doku olarak değil, yok edilmesi gereken bir düşman olarak (tıpkı bakteri veya virüsler gibi) algılar. Böylece, lenfositler saç köklerine saldırır ve işlevini durdurur. Bunun sonucunda ise saçlar dökülür. Saç kıran ayrıca vitiligo, Tip 1 diyabet, romatoid artrit, lupus ve Hashimoto tiroiditi gibi diğer otoimmün hastalıkların varlığı ile de ilişkilidir. sonuç olarak alopesi areata genetik yatkınlık ve çevresel tetikleyici bir faktör ile ortaya çıkan organa spesifik otoimmün bir hastalıktır Saç kıranda saç kökü tamamen yok olmadığı için saç ve etkilenen tüyler yeniden uzayabilir.Saç kıranın en sık görülen şekli saçta birkaç cm çapında bir veya daha fazla sayıda yuvarlak veya oval şekilde saç ya da kıl kaybıdır. Saç kıran saç, sakal, kaş, kirpik veya vücudun diğer kıllı bölgelerinde ortaya çıkabilir.  Etkilenen hastalar, saç dökülmelerinden hemen önce bir karıncalanma, kaşıntı veya yanma hissi yaşayabilirler.Saç kıran kişiden kişiye değişkenlik gösteren bir rahatsızlıktır. Uzun süreli stres, kötü beslenme, saç travması ve bazı ilaçlar gibi çevresel faktörler de gelişmekte olan semptomları etkileyebilir. Vakaların birçoğunda saç dökülmesinden birkaç ay sonra saçlar ve kıllar kendiliğinden çıkabilir. Bazı durumlarda, yeniden büyüme birkaç yıl sonra gerçekleşir.Saç kıran genellikle saçlarda meydana gelse de, birkaç alt tipinin kirpikler, kaşlar, sakal ve vücut kıllarını da etkilediği bilinmektedir. Bu bölgelerde de kıl dökülmesi saç kıran olarak tanımlanmaktadır.Sakal kıran olduğunu nasıl anlarız?Sakal kıran ortaya çıktığında kişi bunu sakal bölgesindeki ani dökülme ve bu bölgede cildin tamamen görünür hale gelmesi ile anlayabilmektedir.Sakal kıran tehlikeli mi?Sakal kıran tehlikeli bir rahatsızlık değildir, sakal bölgesindeki dökülme bireyleri estetik ve psikolojik açıdan etkileyebilmektedir.Sakal kıran bulaşıcı mıdır?Sakal kıran bulaşıcı değildir bu nedenle sakal ile temas eden bireylerin endişelenmesine gerek yoktur. Sakal kıran kişiye özle faktörlerle ortaya çıkmaktadır.Sakal kıranda dökülen sakallar tekrar çıkar mı?Sakal kırana bağlı sakalda görülen ani dökülmelerde erken tanı ve doğru tedavi planı ile sakallar yeniden çıkabilmektedir.
4,451
601
Hastalıklar
Sarı Nokta Hastalığı (Makula Dejenerasyonu)
Gözün merkezi görmesinden sorumlu olan ‘makula’ ismi verilen bölgedeki yapısal bozulma sonucunda ortaya çıkan sarı nokta hastalığı (yaşa bağlı makula dejenerasyonu) zamanla görme kaybına neden olabiliyor. Yaşlanma süreci ve diğer nedenlere bağlı olarak başlayan sarı nokta hastalığı, erken dönemde hiçbir şikayet oluşturmadığı için çoğu zaman 2. ve 3. evrede teşhis edilebiliyor. Tedavi ise hastalığın tipine göre belirleniyor. Memorial Kayseri Hastanesi Göz Hastalıkları Bölümü Uzmanları, sarı nokta hastalığı ve tedavisi ile ilgili bilgi verdi. Gözün merkezi görmesinden sorumlu olan ‘makula’ ismi verilen bölgedeki yapısal bozulma sonucunda ortaya çıkan sarı nokta hastalığı (yaşa bağlı makula dejenerasyonu) zamanla görme kaybına neden olabiliyor. Yaşlanma süreci ve diğer nedenlere bağlı olarak başlayan sarı nokta hastalığı, erken dönemde hiçbir şikayet oluşturmadığı için çoğu zaman 2. ve 3. evrede teşhis edilebiliyor. Tedavi ise hastalığın tipine göre belirleniyor. Memorial Kayseri Hastanesi Göz Hastalıkları Bölümü Uzmanları, sarı nokta hastalığı ve tedavisi ile ilgili bilgi verdi.  Sarı nokta hastalığı (makula dejenerasyonu) nedir?Gözün keskin görmesini sağlayan yaklaşık bir mercimek tanesi büyüklüğünde olan sinir tabakasında ortaya çıkan hastalığa sarı nokta hastalığı adı verilmektedir. Gözün en arka kısmında yer alan retina (sinir hücre) tabakasında sinir hücreleri her yerde eşit yoğunlukta değildir. Göze gelen ışıkların odaklandığı merkez ‘makula’ olarak adlandırılan ve keskin görmemizi sağlayan yerdir. Makulayı, lutein ve zeaksantin adlı göze özgü sarı pigmentler fazla ışık hasarından korumaktadır. Bu pigmentlerin rengi nedeniyle burası sarı nokta olarak adlandırılır. Bu bölge alan olarak retinanın neredeyse % 5’ini kapsamaktadır fakat görme işlevinin neredeyse % 95’inden sorumludur. Özetle küçük bir alanda çok yüksek metabolik aktivite vardır.Ömür boyu yoğun metabolik aktivite sonucu makula (sarı nokta) artık toksik artıklarını temizleyemez hale gelmekte ve retina hücrelerinin beslenmesi bozulmaktadır. Beslenemeyen sinir hücrelerinin fonksiyonlarını kaybetmesi ve ölmesine sarı nokta hastalığı denilmektedir.  Sarı nokta hastalığının çeşitleri  Sarı nokta hastalığının, ‘kuru tip’ ve ‘yaş tip’ olarak adlandırılan iki farklı çeşidi vardır. Kuru tip en sık görülen sarı nokta hastalığıdır. Kuru tip olarak çok şükür ki yavaş ilerleme göstermektedir. Hastalık başlangıcı ile görmeyi çok ciddi etkileyecek ileri aşamaya gelmesi birçok hastada 10 yıldan daha fazla bir süre almaktadır. Kuru tipte sarı nokta altında temizlenemeyen metabolik artıkların birikmesi ile ‘druzen’ adlı beyaz-sarı renkli noktasal odaklar oluşur. Bunların artması ile sinir hücre tahribatı artar ve görme azalır. Hastalığın yaş tipi ise maalesef ciddi ve ani görme kaybına neden olmaktadır. Ortaya çıkan görme kaybı ağrısızdır. Yaş tip, sarı nokta bölgesinin beslenme bozukluğu sonucu salgıladığı damar büyüme faktörleri (VEGF) nedeniyle kontrolsüz anormal damarlar ve bu damarlardan kanama ve sızıntılar şeklinde gerçekleşmektedir.Sarı nokta hastalığı (makula dejenerasyonu) kimlerde görülür?Bu hastalık bir ileri yaş hastalığıdır. Yaş ilerledikçe yapabildiğimiz birçok şeyi eskisi gibi yapamıyorsak, görme fonksiyonu da yaşlanmayla azalmaktadır. Gözün en fazla çalışan bölgesi olan sarı nokta da yaşlanma ile eski performans kaybolmaktadır. Bu hastalık özellikle 60 yaş ve üzerindeki insanlarda daha fazla görülür. Genetik yatkınlık, güneş ışığına maruziyet, sigara kullanmak risk faktörleri arasındadır.Sarı nokta hastalığının (makula dejenerasyonu)  belirtileri nelerdir?Hastalık ilerleyici yapıda olduğu için erken dönemde daha hafif, belli belirsiz şikayetler olabilirken, ileri evrelerde şikayetler artmaktadır. Çizgilerin eğik görülmesi, cisimlerin olduğundan daha büyük veya küçük görülmesi hastalığın erken görülen şikayetleri arasındadır. Görme bulanıklığı, bakılan yerin merkezini net göremezken kıyıları seçebilmek daha ileri aşamada görülen tablolardır. Glokom (göz tansiyonu) hastalarında hasara bağlı görme alanın kıyılarda daralma görülürken sarı nokta hastalığında bunun tam tersi olmaktadır. Yani hastalar kıyıları görebilirken merkezi görmekte güçlük çekmektedir.Sarı nokta hastalığının (makula dejenerasyonu) teşhisi nasıl konulur?İleri yaş gurubu kişilerin hiçbir şikayeti olmasa bile yılda en az bir kez rutin göz muayenesi olması erken teşhis ve tanı için önemlidir. Sarı nokta hastalığından şüphelenilen hastanın muayenesinde görme keskinliği ve biyomikroskop muayenesi yapılmaktadır. Sarı nokta hastalığı açısından göz bebeklerinin damla ile büyütülmesinin ardından mercek yardımı ile göz dibi muayenesi ile retinanın değerlendirilmesi yapılır. Retina konusunda tecrübeli bir hekim tarafından retina incelendiğinde şüphe oluşur ise göz tomografisi ve göz anjiyosu yardımı ile sarı nokta teşhisi yapılır.Sarı nokta hastalığının (makula dejenerasyonu) tedavisi var mıdır?Hastalığın türüne göre yapılacak tedaviler farklılık gösterir. Kuru tip sarı nokta hastalığında hastalık 4 evrede incelenir. Bu konuda yapılan çok merkezli çalışmalara göre ilk evrede tedavi etkili değildir. Fakat 2. ve 3. evrede tedavi başlandığında 4. evreye geçiş azaltılabilir.  Kuru tip için sarı noktaya özgü lutein ve zeaksantin içeren multivitamin takviyeleri hekim kontrolünde verilmektedir. Yaş tipte ise damar geçirgenliğini azaltmak için göz (intravitreal) içine iğne (Anti-VEGF) tedavileri yapılmaktadır.Sarı nokta hastalığı sık sorulan sorularSarı nokta hastalığı (makula dejenerasyonu) nasıl belli olur?Hastalığın erken döneminde hiçbir şikayet oluşturmayacağı için rutin göz muayenesi dışında anlaşılması oldukça güçtür. Göz bebeği büyütülerek yapılan göz dibi muayenesi ve gerekirse göz tomografisi (optik koherens tomografi) ile detaylı inceleme sonucunda bu hastalığın teşhisi konmaktadır. Ailesinde bu hastalık olanların daha dikkatli olması erken tanı için önemlidir. Hastalık her iki gözde de eş zamanlı olarak başlayabilir. Fakat sıklıkla tek bir gözde başlar, bir süre sonra maalesef diğer gözde de hastalık görülür. Evde erken tanı için yapılacak bazı yöntemler vardır. Gözleri tek tek kapatıp diğer gözle düz çizgilere bakmak pratik bir tarama yöntemi olarak kullanılabilir.Sarı nokta hastalığı için damla tedavisi var mı?Bu hastalığın tedavisinde veya önlemek için onaylanmış bir damla tedavisi henüz bulunmamaktadır.Sarı nokta hastalığı genetik midir?Sarı nokta hastalığının oluşumunda genetik nedenler önemli bir yer teşkil etmektedir. Hastaların öyküsü dinlendiğinde ailesel yatkınlık çok dikkat çekici bir şekilde ön plana çıkmaktadır. Hatta yapılan çalışmalara göre hastaların tedavisinde genetik nedenlere göre daha özgü tedavi seçenekleri planlanmaktadır.Sarı nokta hastalığı körlük yapar mı?Bu hastalık maalesef ciddi görme kayıplarına sebep olabilmektedir. Hastalığın tipine, evresine ve makulada etkilediği alana göre görme problemleri oluşturur. Kuru tipin 4. evresinde ve yaş tipte merkezi görme neredeyse tamamen kaybolmaktadır. Hastalar sadece yanlardan bir miktar görmektedir. Bu da çok şükür ki birçok hasta için günlük işlerini yapabilecek bir görme yetisi yine de sağlayabilmektedir. Sarı nokta hastalığı (makula dejenerasyonu) nedir?Gözün keskin görmesini sağlayan yaklaşık bir mercimek tanesi büyüklüğünde olan sinir tabakasında ortaya çıkan hastalığa sarı nokta hastalığı adı verilmektedir. Gözün en arka kısmında yer alan retina (sinir hücre) tabakasında sinir hücreleri her yerde eşit yoğunlukta değildir. Göze gelen ışıkların odaklandığı merkez ‘makula’ olarak adlandırılan ve keskin görmemizi sağlayan yerdir. Makulayı, lutein ve zeaksantin adlı göze özgü sarı pigmentler fazla ışık hasarından korumaktadır. Bu pigmentlerin rengi nedeniyle burası sarı nokta olarak adlandırılır. Bu bölge alan olarak retinanın neredeyse % 5’ini kapsamaktadır fakat görme işlevinin neredeyse % 95’inden sorumludur. Özetle küçük bir alanda çok yüksek metabolik aktivite vardır.Ömür boyu yoğun metabolik aktivite sonucu makula (sarı nokta) artık toksik artıklarını temizleyemez hale gelmekte ve retina hücrelerinin beslenmesi bozulmaktadır. Beslenemeyen sinir hücrelerinin fonksiyonlarını kaybetmesi ve ölmesine sarı nokta hastalığı denilmektedir.  Sarı nokta hastalığının çeşitleri  Sarı nokta hastalığının, ‘kuru tip’ ve ‘yaş tip’ olarak adlandırılan iki farklı çeşidi vardır. Kuru tip en sık görülen sarı nokta hastalığıdır. Kuru tip olarak çok şükür ki yavaş ilerleme göstermektedir. Hastalık başlangıcı ile görmeyi çok ciddi etkileyecek ileri aşamaya gelmesi birçok hastada 10 yıldan daha fazla bir süre almaktadır. Kuru tipte sarı nokta altında temizlenemeyen metabolik artıkların birikmesi ile ‘druzen’ adlı beyaz-sarı renkli noktasal odaklar oluşur. Bunların artması ile sinir hücre tahribatı artar ve görme azalır. Hastalığın yaş tipi ise maalesef ciddi ve ani görme kaybına neden olmaktadır. Ortaya çıkan görme kaybı ağrısızdır. Yaş tip, sarı nokta bölgesinin beslenme bozukluğu sonucu salgıladığı damar büyüme faktörleri (VEGF) nedeniyle kontrolsüz anormal damarlar ve bu damarlardan kanama ve sızıntılar şeklinde gerçekleşmektedir.Sarı nokta hastalığı (makula dejenerasyonu) kimlerde görülür?Bu hastalık bir ileri yaş hastalığıdır. Yaş ilerledikçe yapabildiğimiz birçok şeyi eskisi gibi yapamıyorsak, görme fonksiyonu da yaşlanmayla azalmaktadır. Gözün en fazla çalışan bölgesi olan sarı nokta da yaşlanma ile eski performans kaybolmaktadır. Bu hastalık özellikle 60 yaş ve üzerindeki insanlarda daha fazla görülür. Genetik yatkınlık, güneş ışığına maruziyet, sigara kullanmak risk faktörleri arasındadır.Sarı nokta hastalığının (makula dejenerasyonu)  belirtileri nelerdir?Hastalık ilerleyici yapıda olduğu için erken dönemde daha hafif, belli belirsiz şikayetler olabilirken, ileri evrelerde şikayetler artmaktadır. Çizgilerin eğik görülmesi, cisimlerin olduğundan daha büyük veya küçük görülmesi hastalığın erken görülen şikayetleri arasındadır. Görme bulanıklığı, bakılan yerin merkezini net göremezken kıyıları seçebilmek daha ileri aşamada görülen tablolardır. Glokom (göz tansiyonu) hastalarında hasara bağlı görme alanın kıyılarda daralma görülürken sarı nokta hastalığında bunun tam tersi olmaktadır. Yani hastalar kıyıları görebilirken merkezi görmekte güçlük çekmektedir.Sarı nokta hastalığının (makula dejenerasyonu) teşhisi nasıl konulur?İleri yaş gurubu kişilerin hiçbir şikayeti olmasa bile yılda en az bir kez rutin göz muayenesi olması erken teşhis ve tanı için önemlidir. Sarı nokta hastalığından şüphelenilen hastanın muayenesinde görme keskinliği ve biyomikroskop muayenesi yapılmaktadır. Sarı nokta hastalığı açısından göz bebeklerinin damla ile büyütülmesinin ardından mercek yardımı ile göz dibi muayenesi ile retinanın değerlendirilmesi yapılır. Retina konusunda tecrübeli bir hekim tarafından retina incelendiğinde şüphe oluşur ise göz tomografisi ve göz anjiyosu yardımı ile sarı nokta teşhisi yapılır.Sarı nokta hastalığının (makula dejenerasyonu) tedavisi var mıdır?Hastalığın türüne göre yapılacak tedaviler farklılık gösterir. Kuru tip sarı nokta hastalığında hastalık 4 evrede incelenir. Bu konuda yapılan çok merkezli çalışmalara göre ilk evrede tedavi etkili değildir. Fakat 2. ve 3. evrede tedavi başlandığında 4. evreye geçiş azaltılabilir.  Kuru tip için sarı noktaya özgü lutein ve zeaksantin içeren multivitamin takviyeleri hekim kontrolünde verilmektedir. Yaş tipte ise damar geçirgenliğini azaltmak için göz (intravitreal) içine iğne (Anti-VEGF) tedavileri yapılmaktadır.Sarı nokta hastalığı sık sorulan sorularSarı nokta hastalığı (makula dejenerasyonu) nasıl belli olur?Hastalığın erken döneminde hiçbir şikayet oluşturmayacağı için rutin göz muayenesi dışında anlaşılması oldukça güçtür. Göz bebeği büyütülerek yapılan göz dibi muayenesi ve gerekirse göz tomografisi (optik koherens tomografi) ile detaylı inceleme sonucunda bu hastalığın teşhisi konmaktadır. Ailesinde bu hastalık olanların daha dikkatli olması erken tanı için önemlidir. Hastalık her iki gözde de eş zamanlı olarak başlayabilir. Fakat sıklıkla tek bir gözde başlar, bir süre sonra maalesef diğer gözde de hastalık görülür. Evde erken tanı için yapılacak bazı yöntemler vardır. Gözleri tek tek kapatıp diğer gözle düz çizgilere bakmak pratik bir tarama yöntemi olarak kullanılabilir.Sarı nokta hastalığı için damla tedavisi var mı?Bu hastalığın tedavisinde veya önlemek için onaylanmış bir damla tedavisi henüz bulunmamaktadır.Sarı nokta hastalığı genetik midir?Sarı nokta hastalığının oluşumunda genetik nedenler önemli bir yer teşkil etmektedir. Hastaların öyküsü dinlendiğinde ailesel yatkınlık çok dikkat çekici bir şekilde ön plana çıkmaktadır. Hatta yapılan çalışmalara göre hastaların tedavisinde genetik nedenlere göre daha özgü tedavi seçenekleri planlanmaktadır.Sarı nokta hastalığı körlük yapar mı?Bu hastalık maalesef ciddi görme kayıplarına sebep olabilmektedir. Hastalığın tipine, evresine ve makulada etkilediği alana göre görme problemleri oluşturur. Kuru tipin 4. evresinde ve yaş tipte merkezi görme neredeyse tamamen kaybolmaktadır. Hastalar sadece yanlardan bir miktar görmektedir. Bu da çok şükür ki birçok hasta için günlük işlerini yapabilecek bir görme yetisi yine de sağlayabilmektedir.
4,949
602
Hastalıklar
Saman Nezlesi
Alerjik rinit yani saman nezlesi, iş ve sosyal yaşamda kısıtlamalara neden olduğu için özellikle bahar aylarında havadaki polen miktarının artmasıyla birçok kişinin kabusu oluyor. Alerjik rinit durumunda vücutta kaşıntı, kızarıklık, burunda şeffaf renkli akıntı ve şişme, sık sık arka arkaya hapşırma ve gözlerde kaşıntı gibi şikayetlerin ardı arkası kesilmiyor. Alınacak basit önlemlerle alerjilerin etkilerini en aza indirmek mümkün olabiliyor.Alerjik rinit yani saman nezlesi, iş ve sosyal yaşamda kısıtlamalara neden olduğu için özellikle bahar aylarında havadaki polen miktarının artmasıyla birçok kişinin kabusu oluyor. Alerjik rinit durumunda vücutta kaşıntı, kızarıklık, burunda şeffaf renkli akıntı ve şişme, sık sık arka arkaya hapşırma ve gözlerde kaşıntı gibi şikayetlerin ardı arkası kesilmiyor. Alınacak basit önlemlerle alerjilerin etkilerini en aza indirmek mümkün olabiliyor. Saman nezlesi nedir?Alerjik burun iltihaplarına genel olarak saman nezlesi, alerjik rinit denir. Bunların görüldüğü mevsimsel dönemlere göre farklı sınıflamaları ve adlandırılmaları söz konusudur. Genel özellikleri oldukça benzerdir. Asıl farkları tetikleyici alerjen ile karşılaşılabilecek dönemlerin farklı olmasıdır. İlkbahar aylarında görülenler genellikle polenlere karşı oluşan reaksiyonlardır ve en sık görülen formudur. Sonbahar aylarında ise alerjen genellikle küfler, mantarlar veya saman tozu benzeri maddeler olabilir, saman nezlesi olarak adlandırılabilir.Saman nezlesi, alerjik rinit yaşamsal öneme sahip olan bir hastalık olmadığı için yeteri kadar önemsenmeyen ancak özellikle çocukların ve genç erişkinlerin yaşam konforunu ve sağlık kondisyonunu bozduğu için mutlaka önlem alınması gereken bir hastalıktır. Özellikle çocuklarda üst solunum yollarında meydana gelen enfeksiyona bağlı olmayan bu iltihabi durum, ortamda bulunan enfeksiyon etkenlerinin (bakteri, virüs) kolaylıkla hastalık (sekonder enfeksiyon) yapmasına neden olmaktadır. Bu durum çocuklarda ve gençlerde sık tekrarlayan enfeksiyon hastalıkları ve uzun, masraflı tedavi süreçlerini de beraberinde getirmektedir.Saman nezlesine neler neden olur?Bazen tüm yıl boyunca görülen saman nezlesi, alerjik rinit türleri vardır. Sıklıkla etken ev tozu olarak bilinen mite olarak isimlendirilen gözle görülemeyecek kadar küçük, eklem bacaklı, havada asılı kalabilen organizmalardır. İyi havalandırılmayan evlerde, nemli ortamlarda, toz tutabilen her türlü yerde kolayca barınır ve çoğalırlar. Evlerin iyi havalandırılması, toz tutmayan eşyaların tercihi, nem ile mücadele ev tozu alerjisi ile mücadele için önemlidir.Saman nezlesi bunlara neden olabilmektedir;Yaşam kalitesinin azalması: İş ve okul başarısını ve üretkenliği ciddi oranda azaltır.Uykusuzluk: Uykuya dalmada ve devam ettirmekte sıkıntı yaşanmasına buna bağlı olarak yorgunluğa ve bitkinliğe neden olur.Astım belirtilerinin artması: Öksürük ve nefes alıp verirken dışarıdan duyulan ıslık sesi gibi sesin artmasına yol açar.Sinüzit: Uzun süre devam eden burun tıkanıklığı, sinüs enfeksiyonlarını tetikleyebilir.Kulak enfeksiyonları: Özellikle çocuklarda orta kulak iltihaplanmasına neden olabilir.Saman nezlesi belirtileri nelerdir?Alerjik rinit kendini sık hapşırma, burun akıntısı, kaşıntı ve burun tıkanıklığı şikayetleriyle gösterir. Bunlar ataklar şeklinde ortaya çıkar, ancak söz konusu belirtileri taklit eden başka burun hastalıkları da olabilir. Bu nedenle yanlış teşhis ve tedavinin önüne geçmek için KBB uzmanına başvurulması önemlidir.Saman nezlesinin tanısı nasıl konulur?Hastalığın tanısında hasta öyküsü ve muayene büyük önem taşır. Tekrarlayan şikayetler olması, muayenede de alerjik riniti destekleyen bulguların saptanması tanıyı güçlendirir. Beraberinde birtakım laboratuvar tetkiklerine de başvurulabilir.Bunların başında alerji testleri gelir. Bu tetkikler kanda yapılabileceği gibi, deri üzerinde de uygulanabilir. Doğada çok sayıda alerjen bulunduğundan dolayı yapılan testler, bu maddelerin en sık karşılaşılanlarının saptanmasını sağlar. Dolayısıyla testlerin negatif çıkması alerji olmadığını göstermez. Ancak alerjik maddenin hangi tip olduğu mutlaka saptanmalıdır. Beraberinde eşlik edebilecek sinüzit varlığını göstermek içinse gerekli hallerde tomografik incelemeler de yapılabilir.Saman nezlesi tedavisi nasıl planlanır?Hastaların henüz şikayetleri artmadan; alerjenlere maruziyeti engelleyecek tedbirler ile başlanacak basit antialerjik tedavi, insanların yaşam konforuna ve sağlık kondisyonuna olumlu katkı sağlayıp olası enfeksiyonların önüne geçmektedir. Alerjenler ev içi ve dışı günlük hayatın her alanında bulunabilmektedir. Alerjik hastalıklar kontrol altında olmadığında bundan en çok bireyin günlük hayatı; eğitim, iş ve sosyal hayatı olumsuz etkilenmektedir.Alerjen ev tozu yani mite denilen gözle görülemeyen böcekler ise, evde bunları yok etmek amacıyla ortamdaki pamuk ve yünlü eşyaların azaltılması, kıyafetlerin 60 dereceden yüksek ısıda yıkanması, peluş oyuncakların, halı ve benzeri ortam sağlayan eşyaların kaldırılması, ıslak temizlik yapılması, özel filtreli elektrik süpürgeleri kullanılması gerekir. Bunların yanında mite öldüren ilaçlar da kullanılabilir. Polen alerjisi tespit edilmesi durumunda bahar aylarında sabah dışarı çıkılmaması, pencereler açıkken uyunmaması ve küf alerjisi halinde de rutubetli ortamların azaltılması gibi önlemler almak gerekir. Doktor kontrolünde antihistaminik denilen alerji önleyici ilaçlar ve kortizonlu burun spreyleriyle medikal tedavi olarak uygulanabilir.İlaç kullanımı dışında farklı alerji iğneleri, immünoterapi gibi uygulamalardan da faydalanılabilmektedir.Saman nezlesinde cerrahi uygulanır mı?Uygulanan tedavilerin yeterli olmadığı, burun tıkanıklığının fazla olduğu ve giderilemediği hastalarda, konka denilen burun içi etlerinin küçültülme operasyonları düşünülebilir. Konka alerjiye bağlı olarak, şişerek burun pasajını kapatır ve hastanın daha zor nefes almasına neden olur. Burun tıkanıklığına bağlı gelişen uyku sorunları ve gün içinde de yine tıkanıklığa bağlı baş ağrısı ortaya çıkmaktadır. Hasta yaşantısını olumsuz etkileyen bu sorunun çözümü için konkalara kanamasız ve ağrısız bir yöntem olan radyofrekans ile küçültme uygulanmaktadır. Aynı gün hasta taburcu edilmekte ve ertesi gün işine başlayabilmektedir. Konka küçüldüğü zaman alerjenlere daha az tepki verir yani daha az şişer ve göreceli olarak burun pasajını daha az kapattığından hastanın solunumu daha az etkilenir, hayat konforu artar.Saman nezlesi hakkında sık sorulan sorular Saman nezlesi için nelere dikkat edilmelidir? Yağmursuz kuru havalarda rüzgar varsa dışarıya çıkılmamalıdır. Dışarı çıkmak için havadaki polenleri temizleyen yağmur sonrası tercih edilmelidir. Alerjenlerin havaya karışımına neden olan çim biçme, yabani ot temizleme gibi bahçe işlerinden uzak durulmalıdır. Dışarıda giyilen kıyafetler eve dönünce değiştirilmeli ve duş alarak derideki ve saçlardaki alerjenler de temizlenmelidir. Bahar aylarında çamaşırlar, havlu ve çarşaflar polenlerin yapışmasını engellemek için dışarıda kurutulmamalıdır. Dışarı çıkarken geniş kenarlı gözlükler kullanılmadır. Çok alerjik yapıya sahip kişiler ve astım hastaları alerji maskeleri de kullanabilirler. Polen miktarının fazla olduğu dönemlerde şikâyetler başlamadan alerji ilaçları alınmalıdır. Polen miktarının fazla olduğu günün ilk saatlerinde dış aktivitelerden uzak durulmalıdır. Evde ve arabada cam açmak yerine bakımları düzenli olarak yapılan ve polen filtreli klimalar kullanılmalıdır. Yaşam alanlarının nem oranını düşük tutulmalıdır. Ev temizliği HEPA filtresi içeren vakumlu bir süpürge ile yapılmalıdır.Saman nezlesi astıma neden olur mu?Alerjik rinit tablosunun astım hastalığına dönüşüp dönüşmeyeceği merak konusudur. Genel olarak astım hastalığı da alt solunum yollarının bir tür alerjik reaksiyonudur. Alerji aslında vücudun genel bir karakteridir. Bir kişide alerjisinin olup olmaması o kişinin genetik kodlarıyla belirlenmiştir. Alerjik bir bünyeye sahip kişilerde alerjik reaksiyon ciltte döküntüler, burunda alerjik rinit, akciğerlerde astım olarak ortaya çıkabilir. Bu tür reaksiyonların birbiriyle yakın ilişkileri de söz konusudur. Bu nedenle alerjik riniti olan bir hastada hayatının başka bir döneminde astım reaksiyonu görülebilir. Bu tür değişimlerin oluşabilmesi için pek çok hazırlayıcı faktör de göz ardı edilemez. Hastanın tütün kullanma alışkanlığı, diğer kronik ve metabolik hastalıkları, kalp ve dolaşım sistemindeki hastalıklar tolerans sınırlarını değiştirebilir.Saman nezlesi ile karıştırılan hastalıklar var mı?Bazı durumlarda alerjik rinite çok benzer şikayetler ile seyreden, yine geniz akıntısı, burun akıntısı hatta hapşırık oluşturabilen, bir mikrobik ajana bağlı olmayan burun iltihapları da vardır. Bunlara genel olarak vazomotor rinitlerdenir. Burundaki inflamatuar reaksiyon değişen solunum havasının fiziksel koşullarına cevaben oluşur. Havada keskin tahriş edici bir kokunun bulunması, havanın nem oranının değişmesi, hava sıcaklığındaki ani değişimler bu tür reaksiyonları tetikleyebilir. Sıklıkla alerjik rinit ile karıştırılabilir, ancak tedavi yaklaşımları oldukça benzerdir. Vazomotor rinit olgularının bir bölümünde daha sonra alerjik rinit tablolarının ortaya çıkması da sık görülen bir durumdur.Çocuklarda saman nezlesi Kişide alerjiye karşı bir genetik yatkınlık varsa, henüz bebeklik çağından itibaren alerjiye neden olabilecek maddelerle, diğer adıyla “alerjenlerle” aynı ortamda bulunması, bebekte bir duyarlılığın oluşmasına neden olur. Oluşan bu duyarlılık nedeniyle harekete geçen bağışıklık sistemi, bu alerjenlerle her karşılaştığında tepki vermeye başlar. Vücudun bu reaksiyonları farklı şekillerde ortaya çıkabilmektedir. Saman nezlesi, çocuklarda bu tür alerjenlere karşı gelişen en tipik reaksiyonlardan biridir. Sıklıkla bahar aylarında özellikle bitkilerdeki tozlaşma döneminin başlamasıyla, üst solunum yollarını etkileyen alerjik nezlenin temel belirtileri; kaşıntılı ve sulu burun akıntısı, hapşırma krizleri, burunda yanma şeklindedir. Ancak, hastanın şikayetleri çoğu zaman bu belirtilerle sınırlı kalmaz. Gözlerde de kızarıklık ve yanma, hatta kaşıntı ve sulanma alerjik nezlenin diğer bulgularıdır. Saman nezlesi nedir?Alerjik burun iltihaplarına genel olarak saman nezlesi, alerjik rinit denir. Bunların görüldüğü mevsimsel dönemlere göre farklı sınıflamaları ve adlandırılmaları söz konusudur. Genel özellikleri oldukça benzerdir. Asıl farkları tetikleyici alerjen ile karşılaşılabilecek dönemlerin farklı olmasıdır. İlkbahar aylarında görülenler genellikle polenlere karşı oluşan reaksiyonlardır ve en sık görülen formudur. Sonbahar aylarında ise alerjen genellikle küfler, mantarlar veya saman tozu benzeri maddeler olabilir, saman nezlesi olarak adlandırılabilir.Saman nezlesi, alerjik rinit yaşamsal öneme sahip olan bir hastalık olmadığı için yeteri kadar önemsenmeyen ancak özellikle çocukların ve genç erişkinlerin yaşam konforunu ve sağlık kondisyonunu bozduğu için mutlaka önlem alınması gereken bir hastalıktır. Özellikle çocuklarda üst solunum yollarında meydana gelen enfeksiyona bağlı olmayan bu iltihabi durum, ortamda bulunan enfeksiyon etkenlerinin (bakteri, virüs) kolaylıkla hastalık (sekonder enfeksiyon) yapmasına neden olmaktadır. Bu durum çocuklarda ve gençlerde sık tekrarlayan enfeksiyon hastalıkları ve uzun, masraflı tedavi süreçlerini de beraberinde getirmektedir.Saman nezlesine neler neden olur?Bazen tüm yıl boyunca görülen saman nezlesi, alerjik rinit türleri vardır. Sıklıkla etken ev tozu olarak bilinen mite olarak isimlendirilen gözle görülemeyecek kadar küçük, eklem bacaklı, havada asılı kalabilen organizmalardır. İyi havalandırılmayan evlerde, nemli ortamlarda, toz tutabilen her türlü yerde kolayca barınır ve çoğalırlar. Evlerin iyi havalandırılması, toz tutmayan eşyaların tercihi, nem ile mücadele ev tozu alerjisi ile mücadele için önemlidir.Saman nezlesi bunlara neden olabilmektedir;Yaşam kalitesinin azalması: İş ve okul başarısını ve üretkenliği ciddi oranda azaltır.Uykusuzluk: Uykuya dalmada ve devam ettirmekte sıkıntı yaşanmasına buna bağlı olarak yorgunluğa ve bitkinliğe neden olur.Astım belirtilerinin artması: Öksürük ve nefes alıp verirken dışarıdan duyulan ıslık sesi gibi sesin artmasına yol açar.Sinüzit: Uzun süre devam eden burun tıkanıklığı, sinüs enfeksiyonlarını tetikleyebilir.Kulak enfeksiyonları: Özellikle çocuklarda orta kulak iltihaplanmasına neden olabilir.Saman nezlesi belirtileri nelerdir?Alerjik rinit kendini sık hapşırma, burun akıntısı, kaşıntı ve burun tıkanıklığı şikayetleriyle gösterir. Bunlar ataklar şeklinde ortaya çıkar, ancak söz konusu belirtileri taklit eden başka burun hastalıkları da olabilir. Bu nedenle yanlış teşhis ve tedavinin önüne geçmek için KBB uzmanına başvurulması önemlidir.Saman nezlesinin tanısı nasıl konulur?Hastalığın tanısında hasta öyküsü ve muayene büyük önem taşır. Tekrarlayan şikayetler olması, muayenede de alerjik riniti destekleyen bulguların saptanması tanıyı güçlendirir. Beraberinde birtakım laboratuvar tetkiklerine de başvurulabilir.Bunların başında alerji testleri gelir. Bu tetkikler kanda yapılabileceği gibi, deri üzerinde de uygulanabilir. Doğada çok sayıda alerjen bulunduğundan dolayı yapılan testler, bu maddelerin en sık karşılaşılanlarının saptanmasını sağlar. Dolayısıyla testlerin negatif çıkması alerji olmadığını göstermez. Ancak alerjik maddenin hangi tip olduğu mutlaka saptanmalıdır. Beraberinde eşlik edebilecek sinüzit varlığını göstermek içinse gerekli hallerde tomografik incelemeler de yapılabilir.Saman nezlesi tedavisi nasıl planlanır?Hastaların henüz şikayetleri artmadan; alerjenlere maruziyeti engelleyecek tedbirler ile başlanacak basit antialerjik tedavi, insanların yaşam konforuna ve sağlık kondisyonuna olumlu katkı sağlayıp olası enfeksiyonların önüne geçmektedir. Alerjenler ev içi ve dışı günlük hayatın her alanında bulunabilmektedir. Alerjik hastalıklar kontrol altında olmadığında bundan en çok bireyin günlük hayatı; eğitim, iş ve sosyal hayatı olumsuz etkilenmektedir.Alerjen ev tozu yani mite denilen gözle görülemeyen böcekler ise, evde bunları yok etmek amacıyla ortamdaki pamuk ve yünlü eşyaların azaltılması, kıyafetlerin 60 dereceden yüksek ısıda yıkanması, peluş oyuncakların, halı ve benzeri ortam sağlayan eşyaların kaldırılması, ıslak temizlik yapılması, özel filtreli elektrik süpürgeleri kullanılması gerekir. Bunların yanında mite öldüren ilaçlar da kullanılabilir. Polen alerjisi tespit edilmesi durumunda bahar aylarında sabah dışarı çıkılmaması, pencereler açıkken uyunmaması ve küf alerjisi halinde de rutubetli ortamların azaltılması gibi önlemler almak gerekir. Doktor kontrolünde antihistaminik denilen alerji önleyici ilaçlar ve kortizonlu burun spreyleriyle medikal tedavi olarak uygulanabilir.İlaç kullanımı dışında farklı alerji iğneleri, immünoterapi gibi uygulamalardan da faydalanılabilmektedir.Saman nezlesinde cerrahi uygulanır mı?Uygulanan tedavilerin yeterli olmadığı, burun tıkanıklığının fazla olduğu ve giderilemediği hastalarda, konka denilen burun içi etlerinin küçültülme operasyonları düşünülebilir. Konka alerjiye bağlı olarak, şişerek burun pasajını kapatır ve hastanın daha zor nefes almasına neden olur. Burun tıkanıklığına bağlı gelişen uyku sorunları ve gün içinde de yine tıkanıklığa bağlı baş ağrısı ortaya çıkmaktadır. Hasta yaşantısını olumsuz etkileyen bu sorunun çözümü için konkalara kanamasız ve ağrısız bir yöntem olan radyofrekans ile küçültme uygulanmaktadır. Aynı gün hasta taburcu edilmekte ve ertesi gün işine başlayabilmektedir. Konka küçüldüğü zaman alerjenlere daha az tepki verir yani daha az şişer ve göreceli olarak burun pasajını daha az kapattığından hastanın solunumu daha az etkilenir, hayat konforu artar.Saman nezlesi hakkında sık sorulan sorular Saman nezlesi için nelere dikkat edilmelidir?Saman nezlesi astıma neden olur mu?Alerjik rinit tablosunun astım hastalığına dönüşüp dönüşmeyeceği merak konusudur. Genel olarak astım hastalığı da alt solunum yollarının bir tür alerjik reaksiyonudur. Alerji aslında vücudun genel bir karakteridir. Bir kişide alerjisinin olup olmaması o kişinin genetik kodlarıyla belirlenmiştir. Alerjik bir bünyeye sahip kişilerde alerjik reaksiyon ciltte döküntüler, burunda alerjik rinit, akciğerlerde astım olarak ortaya çıkabilir. Bu tür reaksiyonların birbiriyle yakın ilişkileri de söz konusudur. Bu nedenle alerjik riniti olan bir hastada hayatının başka bir döneminde astım reaksiyonu görülebilir. Bu tür değişimlerin oluşabilmesi için pek çok hazırlayıcı faktör de göz ardı edilemez. Hastanın tütün kullanma alışkanlığı, diğer kronik ve metabolik hastalıkları, kalp ve dolaşım sistemindeki hastalıklar tolerans sınırlarını değiştirebilir.Saman nezlesi ile karıştırılan hastalıklar var mı?Bazı durumlarda alerjik rinite çok benzer şikayetler ile seyreden, yine geniz akıntısı, burun akıntısı hatta hapşırık oluşturabilen, bir mikrobik ajana bağlı olmayan burun iltihapları da vardır. Bunlara genel olarak vazomotor rinitlerdenir. Burundaki inflamatuar reaksiyon değişen solunum havasının fiziksel koşullarına cevaben oluşur. Havada keskin tahriş edici bir kokunun bulunması, havanın nem oranının değişmesi, hava sıcaklığındaki ani değişimler bu tür reaksiyonları tetikleyebilir. Sıklıkla alerjik rinit ile karıştırılabilir, ancak tedavi yaklaşımları oldukça benzerdir. Vazomotor rinit olgularının bir bölümünde daha sonra alerjik rinit tablolarının ortaya çıkması da sık görülen bir durumdur.Çocuklarda saman nezlesi Kişide alerjiye karşı bir genetik yatkınlık varsa, henüz bebeklik çağından itibaren alerjiye neden olabilecek maddelerle, diğer adıyla “alerjenlerle” aynı ortamda bulunması, bebekte bir duyarlılığın oluşmasına neden olur. Oluşan bu duyarlılık nedeniyle harekete geçen bağışıklık sistemi, bu alerjenlerle her karşılaştığında tepki vermeye başlar. Vücudun bu reaksiyonları farklı şekillerde ortaya çıkabilmektedir. Saman nezlesi, çocuklarda bu tür alerjenlere karşı gelişen en tipik reaksiyonlardan biridir. Sıklıkla bahar aylarında özellikle bitkilerdeki tozlaşma döneminin başlamasıyla, üst solunum yollarını etkileyen alerjik nezlenin temel belirtileri; kaşıntılı ve sulu burun akıntısı, hapşırma krizleri, burunda yanma şeklindedir. Ancak, hastanın şikayetleri çoğu zaman bu belirtilerle sınırlı kalmaz. Gözlerde de kızarıklık ve yanma, hatta kaşıntı ve sulanma alerjik nezlenin diğer bulgularıdır.
6,947
603
Hastalıklar
Sedef Hastalığı
Tıbbi adı psoriasis olan sedef hastalığı, bağışıklık sisteminin aşırı aktif olması nedeniyle cilt hücrelerinin çok hızlı çoğalıp birikmesi sonucu kırmızı, pullu ve kaşıntılı döküntülere neden olan kronik otoimmün bir hastalıktır. Sedef hastalığının neden olduğu lezyonlar çoğunlukla dizlerde, dirseklerde, gövdede ve kafa derisinde görülür. Genetik yatkınlık ve bağışıklık sistemi yanı sıra çevresel unsurlarında tetikleyebildiği sedef hastalığı türleri arasında “Eritrodermik” ve “Püstüler” sedefler hastaların yaşam kalitesini etkileyebilmektedir Kesin bir tedavisi bulunmayan sedef hastalığının semptomları, uygun yöntemler ile kontrol altına alınarak, uzun süreli iyilik hali sağlanabilmektedir. Tıbbi adı psoriasis olan sedef hastalığı, bağışıklık sisteminin aşırı aktif olması nedeniyle cilt hücrelerinin çok hızlı çoğalıp birikmesi sonucu kırmızı, pullu ve kaşıntılı döküntülere neden olan kronik otoimmün bir hastalıktır. Sedef hastalığının neden olduğu lezyonlar çoğunlukla dizlerde, dirseklerde, gövdede ve kafa derisinde görülür. Genetik yatkınlık ve bağışıklık sistemi yanı sıra çevresel unsurlarında tetikleyebildiği sedef hastalığı türleri arasında “Eritrodermik” ve “Püstüler” sedefler hastaların yaşam kalitesini etkileyebilmektedir Kesin bir tedavisi bulunmayan sedef hastalığının semptomları, uygun yöntemler ile kontrol altına alınarak, uzun süreli iyilik hali sağlanabilmektedir.  Sedef Hastalığı (Psoriasis) Nedir? Sedef hastalığı(psoriasis), cilt hücrelerinin normalden daha hızlı çoğalmasına neden olan, yaygın olarak  diz, dirsek, gövde ve kafa derisinde olmak üzere ciltte kabarık ve kaşıntılı kırmızı pullu yamalar ile seyreden otoimmün cilt hastalığıdır. Kronik bir hastalık olduğu için ömür boyu bu cilt rahatsızlığına sahip olunur.Sedef Hastalığının Çeşitleri Nelerdir?Farklı klinik belirtileri bulunan sedef hastalığı, saçlı deriden tırnağa kadar tüm deriyi tutabilir. Kadınlarda ve erkeklerde sedef hastalığı aynı şekilde görülür. Ömür boyu süren sedef hastalığının çeşitleri vardır. Bunlar şöyle sıralanabilir: Plak tipi psoriasis (Psoriasis vulgaris) : En sık görülen sedef çeşidi plak tipi sedeftir. Bu tipte saçlı deri, diz, dirsek ve kalça bölgesi en sık tutulum yeri olmaktadır. Oval ya da yuvarlak, kızarık, üzerinde gümüş rengi kepekler olan kabarık plaklar şeklinde kendisini gösterir. Bu türün bir alt tipi daha bulunur. Bu alt tipte el içi ve ayak tabanında kızarıklıklar, kuruluk ve çatlamalar meydana gelir. Guttat psoriasis: Çoğunlukla çocuklarda ve ergenlerde izlenen bu sedef çeşidinde bir santimin altında kızarık ve kepekli döküntüler görülür. Genellikle boğaz enfeksiyonlarını takiben ortaya çıkar. Eritrodermik psoriasis: Bu sedef türünde vücudun yüzde 80’ inden fazlası kızarık ve kepekli bir görünüm alır. Eritrodermik psoriasis ağır bir hastalık formudur ve bu durumdaki hastaların hemen hastaneye yatırılması gerekir. Püstüler psoriasis: Tüm vücutta yaygın olarak içlerinde irin olan sivilceler şeklinde ortaya çıkar. Bu tipin el içini ve ayak tabanını da tutabilen lokal bir formu da bulunmaktadır. Eklemlerin sedef hastalığı: Derisinde tutulum olan kişilerin eklemlerinde rahatsızlık olabileceği gibi, bu türde sedef hastalığı kendi başına sadece eklemlerde de ortaya çıkabilir. En sık el ve ayakta sedef görülebilir ve parmak eklemleri tutulurken, özellikle tırnak tutulumu olanlarda eklem tutulumuna da sık rastlanılır. Bu sebeple sedef hastalarında tırnak değişiklikleri mutlaka gözden geçirilmelidir. Çünkü erken dönemde eklemlerde yaşanan değişikliklerinin tespitiyle, bu eklemlerde kalıcı hasarın önüne geçmek mümkün olabilmektedir.   Psoriasiste tırnak değişiklikleri: Sedef hastalığında tırnaklarda değişik belirtiler görülür. Genellikle tırnak değişiklikleri deri lezyonlarına eşlik etse de deri belirtileri olmadan tırnak tutulumu da görülebilmektedir. Tırnakta sedef olduğunda tırnak yüzeyinde toplu iğne başı gibi çukurcuklar, tırnağın yatağından ayrılması, tırnakta kalınlaşma, tırnağın altında sarı yağlı leke gibi görünüm ya da tırnağın doğal görüntüsünün tamamen bozulduğu durumlar olabilir. Tırnak tutulumu eklem hastalığının habercisi olabilir.Sedef Hastalığı Neden Olur?Sedef hastalığının nedenleri, soğuk ve kuru hava, stres, beslenme alışkanlıkları, aşırı alkol, sigara, cilt yaralanmaları, güneş yanığı, kortizon, aspirin ve lityum gibi kullanılan bazı ilaçlar, viral ya da bakteriyel enfeksiyonlar yanı sıra genetik yatkınlıktır.Sedef Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Sedef hastalığının yaygın belirtileri kafa derisi, dirsek, gövde, avuç içi ve ayak tabanları başta olmak üzere vücutta kaşınan pullu döküntüler, ciltte kuruma ve çatlama, gümüş, beyaz veya gri renkli pullarla kaplı daha büyük lekeler, tırnaklarda kırılma ve tırnakların tırnak yatağından ayrılmasıdır. Sedef hastalığı belirtileri şunları içerir: Gümüş rengini andıran pullu yaralar Kırmızı cilt lekeleri Ciltte kaşıntı Deride çatlama ve kurumaSedef Hastalığının Seyri Nasıl Olur?Toplumda görülme sıklığı yüzde 1-3 arasında olan sedef hastalığı, alevlenme ve iyileşme dönemleriyle seyreder. Bu dönemlerin ne kadar süreceği hastalar arasında değişkenlik gösterir. Hastalığının iyilik süreci yıllarca sürebileceği gibi, bazı kişilerde de bu süreç 2-3 ay olabilir. Alevlenme sürecine ne zaman gireceği belli olmayan sedef hastalığının şiddeti ve belirtileri kişiden kişiye, hatta aynı kişide zaman içerisinde değişkenlik göstermektedir.Sedef Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Genellikle muayene ile tanısı konulan sedef hastalığının farklı belirtilerle seyretmesi, başka hastalıklar ile karışmasına neden olabilmektedir. Şüpheli durumlarda sedefin bu hastalıklardan ayırt edilebilmesi ve kesin tanının konulması için biyopsi yapılması gerekir.Sedef Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?Kesin bir tedavisi bulunmayan sedef hastalığının semptomları, uygun yöntemler ile kontrol altına alınarak, uzun süreli iyilik hali sağlanabilir. Tipine ve şiddetine göre sedef hastalığı tedavisi değişkenlik gösterir. Öncelikle dermatoloji uzmanının hasta ile işbirliği içerisinde uygulayacağı tedaviye karar vermesi gerekir. Psoriasis tedavisinde topikal kremler, sistemik olarak kullanılan haplar, iğneler ve hastanın özel bir kabin içine sokularak kontrollü güneş ışığı alarak tedavi edildiği fototerapi yöntemi kullanılır.Sedef hastalarının dikkat etmesi gereken hususlar: Alkol ve sigara kullanmamalı, kilolarına dikkat etmelidirler. Sedef hastalarının vücutlarında bağışıklık sistemi ile ilişkili oluşan yangısal durum, daha erken yaşta kalp krizinden hayatlarını kaybetmelerine sebep olabilir. Doktorların verdiği dışında herhangi bir ilaç kullanmamalıdırlar. Çünkü aspirin ve bazı romatizma ilaçları hastalığı tetikleyebilir. Grip enfeksiyonu sedefi tetikleyen faktörler arasında yer alır. Bu sebeple zamanı geldiğinde hastalar grip aşılarını yaptırmalıdır. Tansiyon, kolestrol, lipit, şeker gibi değerlerin sık sık takip edilmesi ve kalp kontrollerinin aksatılmaması sağlanmalıdır Spor yaparak zayıf kalmaya çalışmalı ve düzgün beslenmelidirler.  Eklem ağrıları olduğunda bunu mutlaka doktorlarına söylemelidirler Sedef hastalarının aileleri de onlara karşı anlayış göstermeli ve tedavi sürecinde iş birliği içerisinde olmalıdır.Sedef Hastalığı Olanlar Nasıl Beslenmelidir?Sedef hastalığı olanlar aşır baharatlı besinlerden kaçınmaları gerekir. Bunun yanında özellikle kızartma ürünlerinden uzak durarak turşu gibi kaşıntıya neden olabilecek gıdaları tüketmemeleri önerilir. Yaz döneminde domates ve patlıcanın doğru tüketimi önemlidir. Sedef Hastalığı ile İlgili Sık Sorulan SorularSedef hastalığı nasıl bir hastalıktır?Sedef hastalığı, aşırı aktif hale gelen bağışıklık hücrelerinin cilt hücrelerinin hızlı çoğalmasına neden olduğu moleküller ürettiği otoimmün(bağışıklık kaynaklı) kronik bir cilt rahatsızlığıdır. Kafa derisi, dirsekler, dizler ve alt sırtta gümüş rengi pullar halinde iltihaplı, kırmızı ve kaşıntılı kabarıklıklara neden olur.Sedef bulaşıcı mıdır?Sedef hastalığı bulaşıcı değildir.Sedef daha çok kimlerde görülür?Genetik yatkınlığı olan içine kapanık kişilerde ve stres altında yaşayanlarda daha sık görülür.Sedef, hastaların yaşamlarını nasıl etkiliyor?Kronik tekrarlayıcı bir hastalık olan sedef, görünür yaralara sebep olduğu için hastaların yaşam kalitelerini, eşleri, çocukları, arkadaşları ve komşuları ile ilişkilerini, cinsel, sosyal ve iş hayatlarını olumsuz yönde etkiler. Sedef hastaları kişilik olarak genellikle içine kapanık ve depresif oldukları için bu hastalara çok dikkatli yaklaşılması gerekmektedir. Uzun ve zorlu bir tedavi süreci olan sedef hastalığında doktor, hasta ve hasta yakınları işbirliği yapmak durumundadır. Stres hastalığı olumsuz etkilediği için, hastalara sadece rahatsızlıklarına yönelik değil, psikolojilerine yönelik de davranılması uygundur.Sedef ağrılı bir hastalık mıdır? Ölüme sebep olur mu?Deri döküntüleri normalde ağrıya neden olmaz. Ancak tüm vücudun sedefle kaplandığı eritrodermik formda ağrılar görülebilir. Eritrodermik sedef hastalığında vücut derisinin sürekli kepek şeklinde dökülmesi, protein kaybına neden olur. Bu form oldukça ağır bir hastalık tablosudur ve hem kalple ilgili hem de enfeksiyon gibi ikincil sorunlar ortaya çıkabilir. Özellikle yaşlı hastalarda ölüm tehlikesi bulunan eritrodermik psoriasis hastalarının mutlaka hastaneye yatırılarak yakından takip edilmesi gerekmektedir.Eritrodermik türün yanı sıra Püstüler psoriasis de çok ağır formlardan birini oluşturmaktadır. İçleri irinli yaralar şeklinde kendini gösteren bu tür, tüm vücudu kaplayarak ağrıya neden olabilir. Püstüler sedefin de ölümcül riski bulunmaktadır.Sedefin iç organlar ile bir ilişkisi var mıdır?En çok merak edilen konulardan biri de sedefin iç organlarla bir ilişkisi olup olmadığıdır. Sedefin iç organlarla bir ilişkisi yoktur. Sedef hastalığı iç organlardan kaynaklanan bir hastalık olmasa da, bazı hastalıklarla birlikte olma eğilimi bulunur. Sedef hastalarında, obezite, şeker hastalığı, kalp hastalığı, hipertansiyon, kollesterol ve kan lipit yükseklikleri yani metabolik sendrom, sedef olmayan insanlara göre daha sık görülür. Sedef hastalarının bu hastalıklar açısından da gözden geçirilmeleri gerekmektedir.Sedef hastalığına iyi gelen öneriler nelerdir?Sedef hastalarının stresten uzak durması, iyi beslenmesi, düzenli uyuması, alkol-sigara kullanmaması, spor yapması ve gereksiz ilaç kullanımından kaçınması gerekir.Sedef hastalığında biyolojik ajan tedavisinin yeri var mıdır?Bu tedavilere yanıt vermeyen daha şiddetli vakalarda yeni kullanılmaya başlanan biyolojik ajan tedavileri uygulanır. Bu tedavi yöntemi bağışıklık sistemi ile ilişkili olmaktadır. Sedef hastalığının nedeni kesin olarak bilinmese de, bu durumun bağışıklık sistemi ile ilişkili ve bağışıklık sistemini bire bir etkileyen bir hastalık olduğu bilinmektedir.Sedef hastalığı nasıl başlar?Sedef hastalığı başlangıcı olarak cilt yüzeyinde beyaz pullar ve pütürlü kırmızı lekeler görülür. Bu lekeler ciltte herhangi bir yerde görülebilir. Sedef hastalığına benzer hastalıklar nelerdir?Sedef hastalığı, deride oluşan beyaz lekelerden dolayı vitiligo hastalığı ile sıklıkla karıştırılmaktadır. Fakat vitiligo ve sedef hastalığı birbirinden farklı hastalıklar olarak tanımlanır. Sedef hastalığı sırasında deride melanosit hücreleri ölerek pigment kaybına yol açmaktadır.  Sedef Hastalığı (Psoriasis) Nedir? Sedef hastalığı(psoriasis), cilt hücrelerinin normalden daha hızlı çoğalmasına neden olan, yaygın olarak  diz, dirsek, gövde ve kafa derisinde olmak üzere ciltte kabarık ve kaşıntılı kırmızı pullu yamalar ile seyreden otoimmün cilt hastalığıdır. Kronik bir hastalık olduğu için ömür boyu bu cilt rahatsızlığına sahip olunur.Sedef Hastalığının Çeşitleri Nelerdir?Farklı klinik belirtileri bulunan sedef hastalığı, saçlı deriden tırnağa kadar tüm deriyi tutabilir. Kadınlarda ve erkeklerde sedef hastalığı aynı şekilde görülür. Ömür boyu süren sedef hastalığının çeşitleri vardır. Bunlar şöyle sıralanabilir:Sedef Hastalığı Neden Olur?Sedef hastalığının nedenleri, soğuk ve kuru hava, stres, beslenme alışkanlıkları, aşırı alkol, sigara, cilt yaralanmaları, güneş yanığı, kortizon, aspirin ve lityum gibi kullanılan bazı ilaçlar, viral ya da bakteriyel enfeksiyonlar yanı sıra genetik yatkınlıktır.Sedef Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Sedef hastalığının yaygın belirtileri kafa derisi, dirsek, gövde, avuç içi ve ayak tabanları başta olmak üzere vücutta kaşınan pullu döküntüler, ciltte kuruma ve çatlama, gümüş, beyaz veya gri renkli pullarla kaplı daha büyük lekeler, tırnaklarda kırılma ve tırnakların tırnak yatağından ayrılmasıdır.Sedef Hastalığının Seyri Nasıl Olur?Toplumda görülme sıklığı yüzde 1-3 arasında olan sedef hastalığı, alevlenme ve iyileşme dönemleriyle seyreder. Bu dönemlerin ne kadar süreceği hastalar arasında değişkenlik gösterir. Hastalığının iyilik süreci yıllarca sürebileceği gibi, bazı kişilerde de bu süreç 2-3 ay olabilir. Alevlenme sürecine ne zaman gireceği belli olmayan sedef hastalığının şiddeti ve belirtileri kişiden kişiye, hatta aynı kişide zaman içerisinde değişkenlik göstermektedir.Sedef Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Genellikle muayene ile tanısı konulan sedef hastalığının farklı belirtilerle seyretmesi, başka hastalıklar ile karışmasına neden olabilmektedir. Şüpheli durumlarda sedefin bu hastalıklardan ayırt edilebilmesi ve kesin tanının konulması için biyopsi yapılması gerekir.Sedef Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?Kesin bir tedavisi bulunmayan sedef hastalığının semptomları, uygun yöntemler ile kontrol altına alınarak, uzun süreli iyilik hali sağlanabilir. Tipine ve şiddetine göre sedef hastalığı tedavisi değişkenlik gösterir. Öncelikle dermatoloji uzmanının hasta ile işbirliği içerisinde uygulayacağı tedaviye karar vermesi gerekir. Psoriasis tedavisinde topikal kremler, sistemik olarak kullanılan haplar, iğneler ve hastanın özel bir kabin içine sokularak kontrollü güneş ışığı alarak tedavi edildiği fototerapi yöntemi kullanılır.Sedef hastalarının dikkat etmesi gereken hususlar:Sedef Hastalığı Olanlar Nasıl Beslenmelidir?Sedef hastalığı olanlar aşır baharatlı besinlerden kaçınmaları gerekir. Bunun yanında özellikle kızartma ürünlerinden uzak durarak turşu gibi kaşıntıya neden olabilecek gıdaları tüketmemeleri önerilir. Yaz döneminde domates ve patlıcanın doğru tüketimi önemlidir. Sedef Hastalığı ile İlgili Sık Sorulan SorularSedef hastalığı nasıl bir hastalıktır?Sedef hastalığı, aşırı aktif hale gelen bağışıklık hücrelerinin cilt hücrelerinin hızlı çoğalmasına neden olduğu moleküller ürettiği otoimmün(bağışıklık kaynaklı) kronik bir cilt rahatsızlığıdır. Kafa derisi, dirsekler, dizler ve alt sırtta gümüş rengi pullar halinde iltihaplı, kırmızı ve kaşıntılı kabarıklıklara neden olur.Sedef bulaşıcı mıdır?Sedef hastalığı bulaşıcı değildir.Sedef daha çok kimlerde görülür?Genetik yatkınlığı olan içine kapanık kişilerde ve stres altında yaşayanlarda daha sık görülür.Sedef, hastaların yaşamlarını nasıl etkiliyor?Kronik tekrarlayıcı bir hastalık olan sedef, görünür yaralara sebep olduğu için hastaların yaşam kalitelerini, eşleri, çocukları, arkadaşları ve komşuları ile ilişkilerini, cinsel, sosyal ve iş hayatlarını olumsuz yönde etkiler. Sedef hastaları kişilik olarak genellikle içine kapanık ve depresif oldukları için bu hastalara çok dikkatli yaklaşılması gerekmektedir. Uzun ve zorlu bir tedavi süreci olan sedef hastalığında doktor, hasta ve hasta yakınları işbirliği yapmak durumundadır. Stres hastalığı olumsuz etkilediği için, hastalara sadece rahatsızlıklarına yönelik değil, psikolojilerine yönelik de davranılması uygundur.Sedef ağrılı bir hastalık mıdır? Ölüme sebep olur mu?Deri döküntüleri normalde ağrıya neden olmaz. Ancak tüm vücudun sedefle kaplandığı eritrodermik formda ağrılar görülebilir. Eritrodermik sedef hastalığında vücut derisinin sürekli kepek şeklinde dökülmesi, protein kaybına neden olur. Bu form oldukça ağır bir hastalık tablosudur ve hem kalple ilgili hem de enfeksiyon gibi ikincil sorunlar ortaya çıkabilir. Özellikle yaşlı hastalarda ölüm tehlikesi bulunan eritrodermik psoriasis hastalarının mutlaka hastaneye yatırılarak yakından takip edilmesi gerekmektedir.Eritrodermik türün yanı sıra Püstüler psoriasis de çok ağır formlardan birini oluşturmaktadır. İçleri irinli yaralar şeklinde kendini gösteren bu tür, tüm vücudu kaplayarak ağrıya neden olabilir. Püstüler sedefin de ölümcül riski bulunmaktadır.Sedefin iç organlar ile bir ilişkisi var mıdır?En çok merak edilen konulardan biri de sedefin iç organlarla bir ilişkisi olup olmadığıdır. Sedefin iç organlarla bir ilişkisi yoktur. Sedef hastalığı iç organlardan kaynaklanan bir hastalık olmasa da, bazı hastalıklarla birlikte olma eğilimi bulunur. Sedef hastalarında, obezite, şeker hastalığı, kalp hastalığı, hipertansiyon, kollesterol ve kan lipit yükseklikleri yani metabolik sendrom, sedef olmayan insanlara göre daha sık görülür. Sedef hastalarının bu hastalıklar açısından da gözden geçirilmeleri gerekmektedir.Sedef hastalığına iyi gelen öneriler nelerdir?Sedef hastalarının stresten uzak durması, iyi beslenmesi, düzenli uyuması, alkol-sigara kullanmaması, spor yapması ve gereksiz ilaç kullanımından kaçınması gerekir.Sedef hastalığında biyolojik ajan tedavisinin yeri var mıdır?Bu tedavilere yanıt vermeyen daha şiddetli vakalarda yeni kullanılmaya başlanan biyolojik ajan tedavileri uygulanır. Bu tedavi yöntemi bağışıklık sistemi ile ilişkili olmaktadır. Sedef hastalığının nedeni kesin olarak bilinmese de, bu durumun bağışıklık sistemi ile ilişkili ve bağışıklık sistemini bire bir etkileyen bir hastalık olduğu bilinmektedir.Sedef hastalığı nasıl başlar?Sedef hastalığı başlangıcı olarak cilt yüzeyinde beyaz pullar ve pütürlü kırmızı lekeler görülür. Bu lekeler ciltte herhangi bir yerde görülebilir. Sedef hastalığına benzer hastalıklar nelerdir?Sedef hastalığı, deride oluşan beyaz lekelerden dolayı vitiligo hastalığı ile sıklıkla karıştırılmaktadır. Fakat vitiligo ve sedef hastalığı birbirinden farklı hastalıklar olarak tanımlanır. Sedef hastalığı sırasında deride melanosit hücreleri ölerek pigment kaybına yol açmaktadır. 
6,769
604
Hastalıklar
Seboreik Dermatit
Seboreik dermatit, saç derisi başta olmak üzere, yüz ve göğüs gibi yağ bezlerinin daha yoğun bulunduğu cilt yüzeylerinde sarı renkte yağlı kepekler ve pullu döküntüler ile karakterize kaşıntılı deri hastalığıdır. Kepek, ciltte yer alan kırmızı pullar, kızarıklık ve iltihaplı kıl kökleri seboreik dermatit belirtileri arasında yer alır. Seboreik dermatit pek çok etkene bağlı olarak gelişebilir.Seboreik dermatit, saç derisi başta olmak üzere, yüz ve göğüs gibi yağ bezlerinin daha yoğun bulunduğu cilt yüzeylerinde sarı renkte yağlı kepekler ve pullu döküntüler ile karakterize kaşıntılı deri hastalığıdır. Kepek, ciltte yer alan kırmızı pullar, kızarıklık ve iltihaplı kıl kökleri seboreik dermatit belirtileri arasında yer alır. Seboreik dermatit pek çok etkene bağlı olarak gelişebilir. Seboreik Dermatit Nedir?Seboreik dermatit, özellikle kafa derisinin etkilendiği ancak yüz ve vücut kıvrımları gibi yağ bezlerinin daha fazla olduğu yerlerde de meydana gelen ve sık rastlanan inflamatuar bir deri hastalığıdır. Cilt yüzeyinde pul pul dökülmeye, sarımsı ve yağlı kepeklenmeye ve kaşıntıya neden olur. Genellikle sebore yani yağlı cilt zemininde gelişir ve aktif olarak burun kenarlarında, kaşlarda, sırtın ortasında, kulak ya da vücut kıvrımlarında görülür. Seboreik dermatit olduğu durumda cildin en üst tabakası kalınlaşır, deri kurur, pul pul olur ve dökülür. Toplumda görülme sıklığı % 5 oranındadır. Vücudun yağlı bölgelerinde görülen hastalık saçlı ve kıllı bölgelerde tutulum yapar ve yerleştiği bölgeye göre görüntüsü değişebilir.Seboreik Dermatit En Sık Kimlerde Görülür?Seboreik dermatit, bebeklik döneminden başlayarak yetişkinlere kadar herkeste görülebilen bir cilt problemidir. Bebeklik ve erişkin şeklinde ayrılan 2 tip seboreik dermatit vardır. Bebeklik tipi seboreik egzama sıklıkla ilk üç ayda başlayıp bir yaş civarında gerilebilir.  Erişkinlerde ise genellikle ergenlikten sonraya ortaya çıkar. Erkeklerde kadınlara oranla daha sık rastlanır. En sık yağlı cilt yapısı olanlarda seboreik dermatit sıklıkla görülür.Seboreik Dermatit En Çok Hangi Bölgelerde Görülür?Seboreik dermatit bebekler ve erişkinlerde farklı bölgelerde ortaya çıkabilir. Bebeklik tipi seboreik dermatitte saçlı deri tutulumu, gövde tutulumu görülür. Saçlı deride kalın, sarı ve yağlı kabuklanma şeklinde konak olarak da bilinen kepeklenmeler yapar. Vücutta ise kol, dirsek, diz ve boynun katlantı yerlerinde seboreik dermatit görülebilir.Erişkinlerde ise seboreik dermatit görülme bölgesi saçlı deri, yüz ve gövde tutulumu olmak üzere ayrılır. Seboreik dermatit daha çok saçlı ve kıllı deri bölgelerinde tutulum yapar. Yüzde; daha çok kaşlar, burun kenarları, yanaklar, kulak içleri ve kulak arkalarında görülür. Kaşlar ve kirpiklerde kepeklenme yapabilir. Erkeklerde sakal bölgesinde kıl kökü iltihabı şeklinde görülebilir. Vücutta ise göğüs altları ve ortası, göbek deliği, seyrek olarak da koltuk altı ve kasık bölgesinde ortaya çıkabilir.Seboreik Dermatitin Belirtileri Nelerdir?Seboreik dermatit belirtileri, saç derisinde, sakalda ve bıyıklarda kepek, kabuklu yağlı cilt parçaları, kırmızı döküntü ve kaşıntı şeklinde ortaya çıkar. Bebeklik ve erişkin dönemlerde farklı belirtilerle kendini gösterebilir. Seboreik dermatitin belirti ve semptomları genellikle stres, yorgunluk veya mevsim değişikliği ile alevlenme eğilimi gösterir.Seboreik dermatit hastalığının en yaygın görülen belirtileri şöyle sıralanabilir:Bebeklik dönemi seboreik dermatit belirtileri İlk ayında saçlı deride kalın, sarı, yağlı kepek Kulak kıvrımları, yüz, büklüm yerleri ve gövdede kızarık, yağlı görünümlü kepek Vücutta dirsek diz gibi kıvrım yerlerinde ise kızarık üzeri pullu lezyonlarBebeklik tipi seboreik egzama sıklıkla ilk üç ayda başlayıp bir yaş civarında geriler. Saçlı deride çıkan türüne halk arasında konak denir. Konak, kalın, sarımsı renkte kabuklar yapar ama saç kaybına neden olmaz. Seboreik dermatit ayrıca bebeklerde boyun, kol ve bacak katlantı yerlerini tutabilir.Erişkin tipi seboreik dermatit belirtileri Kaşıntı Saçlı deri, kulak arkası bölge, burun kenarları, kaşlar, göğüs ön yüz, sırt ortası ve kıvrım bölgelerinde kızarık bir cilt Sarımsı ve yağlı bir kepeklenme Güneş hassasiyeti Seboreik dermatit, saç derisinde kabuklanma ve kepeklenme Yanma hissi Cilt kuru olsa da yağlı bir görüntüsü olmasıPitriyazis sikka denilen kuru, kaşıntılı ve iltihapsız kepeklenmeler şeklinde başlayabilir. Bu seboreik dermatitin en erken belirtisidir. Tedavi edilmezse zamanla yayılarak pitriyazis amiantase denilen saçlı deriye yapışık sarımsı ve beyaz kepeklenmelere dönüşebilmektedir.Seboreik Dermatit Nedenleri Nelerdir?Seboreik dermatit, Malassezia mayasının büyümesi nedeniyle özellikle saç derisini etkileyen, yüz veya göğüs gibi büyük yağ bezlerinin bulunduğu bölgelerini de etkileyebilen kırmızı, pullu ve kaşıntılı egzama türüdür. Nedenleri, stres, genetik faktörler, hormonlardaki artış, iltihaplanma, mevsim koşulları ve yağlı cilt yapısıdır.En sık görülen seboreik dermatit nedenleri şöyle sıralanabilir: Herkesin cildinde bulunan ancak bazı insanlarda aşırı büyüyen bir maya türü olan Malassezia Androjen hormonu düzeyinde artış Artmış cilt lipitleri seviyesi Enflamatuar bir reaksiyon Aile geçmişinde dermatit öyküsünün olması Duygusal stres Soğuk ve kuru iklim Yağlı cilt Alkol bazlı losyonların kullanılması Biotin, çinko ve B6 vitamini eksiklikleri Rosacea, sedef hastalığı ve akne dahil diğer cilt bozukluklarının geçmişiParkinson hastalığı, AIDS ve ruhsal bozukluklar gibi bazı hastalıklar, bağışıklık baskılayıcı ilaçlar ve alerjik bir bünye de seboreik dermatitin nedenleri arasında yer alır. Bebeklik çağı seboreik dermatiti geçici bir hastalıkken, erişkin tipi seboreik dermatit kalıcı ve kendini tekrar eden bir hastalıktır.Seboreik Dermatit Tedavisi Nasıldır?Seboreik dermatitin oluştuğu bölgeye göre farklı tedavi yöntemleri uygulanması gerekir. Kafa derisinde yer alan tedavisinde hastalık hafif seyrediyorsa antiseboreik yani yağlanma karşıtı şampuanlar yeterli olabilir. Bebeklerde seboreik dermatit tedavisinde basit önlemler yeterli gelirken, erişkinlerde cilde zarar vermeyen sabunlar, kremler, nemlendiriciler önerilebilir. Seboreik dermatitin tedavi yöntemleri şöyle sıralanabilir:Bebeklerde seboreik dermatit tedavisiBebeklerde saç derisinde ortaya çıkan konaklar yaygın olarak görüldüğünde bile bebe yağları sonrası şampuanla yıkama yeterli olur. Zeytinyağı ile konaklara masaj yapılabilir. Çok dirençli olgularda hafif etkili kortizonlu ilaçlar kullanılabilir. Bebeklerde yüksek etkili kortizonlu kremlerinin kullanılmasından kaçınılmalıdır.Erişkinlerde seboreik dermatit tedavisiErişkinlerin egzama tedavisinde başlangıç olarak sebum kontrol altına alınmalıdır. Uzman hekimin önerdiği ilaçların yanı sıra, atak sıklığını azaltmak, deriyi güçlendirmek amacıyla cilt bariyerine zarar vermeyen sabunlar, kremler, nemlendiriciler önerilmektedir. Tedavide genel yaklaşım lezyonları ve fungal kolonizasyonu (mantar çoğalımını) baskılamak, seboreik dermatitin görüldüğü bölgede ikincil enfeksiyonlara karşı önlem almaktır. Seboreik dermatitin yapısal bir özellik olduğu, tekrar edebileceği ve seboreik dermatitten korunmanın yolları hastaya anlatılmalıdır.Kafa derisinde seboreik dermatit tedavisiSeboreik dermatinin saçlı derideki tedavisinde hastalık hafif seyrediyorsa antiseboreik yani yağlanma karşıtı şampuanlar yeterli olabilmektedir. Bunlar seboreik dermatit şampuanı olarak da bilinmektedir. Seboreik dermatit şampuanı önerisi kişiye özel olarak mutlaka doktor tarafından verilmelidir. Skumları yumuşatmak amacıyla salisilik asit kullanılabilir. Yerel tedavide kortikosteroidli krem ve losyonlar yararlıdır. Mantar önleyici ilaçlar da seboreik dermatite karşı kullanılmaktadır.Yüzde seboreik dermatit tedavisiYüz bölgesinde hafif etkili kortizonlu kremler, vücutta ise orta ve yüksek etkili kortizonlu kremler kullanılmalıdır. Dermatit kremleri de mutlaka doktor tarafından önerilmelidir. Kortizon içeren ilaçların kullanım sürelerinin 1 haftayı geçmemesi gerekmektedir. Egzama belli dönemlerde tekrar edebilen bir rahatsızlıktır bu yüzden bir dermatoloji uzmanına danışmadan kortizon içeren kremlerin kullanımından mutlaka kaçınılmalıdır. Seboreik dermatitte hijyen önemlidir, bakteriyel enfeksiyonların gelişme riski yüksek olduğunda sık yıkanmak gerekmektedir. Aşırı terlemeden, sentetik kumaşlı giysilerden ve bu giysilerin yaratacağı sürtünmelerden kaçınılmalıdır.Seboreik Dermatit Evde Bakım Nasıl Olur?Uzman hekimin önerdiği ilaçların yanı sıra, atak sıklığını azaltmak, deriyi güçlendirmek amacıyla cilt bariyerine zarar vermeyen sabunlar, kremler, nemlendiriciler önerilmektedir. Seboreik dermatitin yapısal bir özellik olduğu, tekrar edebileceği ve seboreik dermatitten korunmanın yolları hastaya anlatılmalıdır. Seboreik dermatitte hijyen önemlidir, bakteriyel enfeksiyonların gelişme riski yüksek olduğunda sık yıkanmak gerekmektedir. Aşırı terlemeden, sentetik kumaşlı giysilerden ve bu giysilerin yaratacağı sürtünmelerden kaçınılmalıdır.Seboreik Dermatit Tedavisinde Kullanılan İlaçlar Nelerdir?Seboreik dermatit tedavisinde yüz bölgesinde hafif etkili kortizonlu kremler, vücutta ise orta ve yüksek etkili kortizonlu kremler kullanılmalıdır. Dermatit kremleri de mutlaka doktor tarafından önerilmelidir.Seboreik dermatinin saçlı derideki tedavisinde hastalık hafif seyrediyorsa antiseboreik yani yağlanma karşıtı şampuanlar yeterli olabilir. Bunlar seboreik dermatit şampuanı olarak da bilinir. Seboreik dermatit şampuanı önerisi kişiye özel olarak mutlaka doktor tarafından verilmelidir. Skumları yumuşatmak amacıyla salisilik asit kullanılabilir.Yerel tedavide kortikosteroidli krem ve losyonlar yararlıdır. Mantar önleyici ilaçlar da seboreik dermatite karşı kullanılmaktadır. Kortizon içeren ilaçların kullanım sürelerinin 1 haftayı geçmemesi gerekir. Egzama belli dönemlerde tekrar edebilen bir rahatsızlıktır bu yüzden bir dermatoloji uzmanına danışmadan kortizon içeren kremlerin kullanımından mutlaka kaçınılmalıdır.Seboreik Dermatit Hakkında Sık Sorulan Sorular Seboreik dermatit nasıl bir hastalıktır?Seboreik dermatit, sebum yani yağ salgısının anormal derecede artması sonucu cildin yağlı görünmesine, kaşıntılı kırmızı lekelere ve özellikle saç derisinde, beyaz veya sarı kabuklu ve yağlı pullara neden olan cilt hastalığıdır.Seboreik dermatit yasak yiyecekler nelerdir?Seboreik dermatit olan kişiler yağlı besinlerden uzak durmalı ve kızarmış yiyecekler tüketmemeleri gerekir. Bunun yanında trans yağ oranı yüksek olan besinleri de günlük beslenme rutininden çıkarmaları önemlidir. Bu yiyecekler tüketildiği durumda seboreik dermatit belirtileri artarak şiddetlenebilir.Seboreik dermatit hastaları nasıl beslenmeli?Seboreik dermatit hastaları çok yağlı ve işlenmiş besinleri tercih etmemelidir. Probiyotik içeren besinler, taze sebze ve meyveler tüketilmelidir.Seboreik dermatit kalıcı mı?Ataklar ve iyileşmelerle seyreden, tekrar eden bir hastalıktır. Seboreik dermatit tamamen iyileşmez ama düzenli tedavilerle kontrol altına alınabilmektedir. Seboreik dermatitte ilaç tedavilerinin yanında cilt bakımı da çok önemlidir.Seboreik dermatit bulaşıcı mı? Seboreik dermatit kendi kendini sınırlayan yani yayılma özelliği göstermeyen, konvansiyonel tedavilere yanıt veren, ancak tekrarlarla seyreden bir hastalıktır. Bulaşıcı bir hastalık değildir. Yaz mevsimlerinde düzelme, bahar ve kış mevsimlerinde tekrar etme eğilimindedir.Seboreik dermatit yüzde sivilce yapar mı?Seboreik dermatit genellikle yüzde sivilce yapmaz. Yüzde sıklıkla burun kenarları, yanaklar, kulak içleri ve kulak arkalarında görülmektedir. Cildin en üst tabakası kalınlaşır, deri kurur, pul pul olur ve dökülür. Kızarıklıkla seyreden kaşıntılı bir hastalıktır.Seboreik dermatite ne iyi gelir?Saçta seboreik dermatit hafif seyrediyorsa yağlanma karşıtı şampuanlar yeterli olabilmektedir. Uzman bir hekimin önerdiği düzgün ve doğal içeriğe sahip şampuanlar kullanılmadır. Yine dermatoloji uzmanın uygun gördüğü kortikosteroidli krem ve losyonlar da yararlıdır. Mantar önleyici ilaçlar da saçta seboreik dermatite tedavisinde kullanılabilmektedir.Seboreik dermatit hangi vitamin eksikliğinde görülür?Biotin, çinko ve B6 vitamini eksiklikleri de seboreik dermatit oluşumuna neden olabilmektedir. Seboreik dermatit iklimsel değişikliklerden etkilenen bir hastalıktır.Seboreik dermatit genetik mi?Ailesel yatkınlık yani genetik yatkınlık seboreik dermatitin nedenleri arasında bulunmaktadır.Seboreik dermatit saç döker mi?Seboreik dermatit, saç derisinde kabuklanma ve kepeklenme şeklinde ortaya çıkmaktadır. Normal bir kepeklenme ile karıştırılmamalıdır. Bu tabloda kabuklanma fazladır, saç derisi kızarık ve kaşıntılıdır. Kepekler kalın yapıdaysa ve uzun süre kalırsa saç köklerinin beslenmesini bozarak dökülmeye neden olabilir.Seboreik dermatit kaş döker mi?Seboreik dermatit daha çok saçlı ve kıllı deri bölgelerinde tutulum yapmaktadır. Kaşlar, kirpikler, erkeklerde sakal ve bıyıklarda kepeklenme yapabilir. Kıl köklerini etkilediği için bu bölgelerde dökülmeler görülebilir.Seboreik dermatitte hangi şampuanlar tercih edilmeli?Seboreik dermatitte; antiseboreik (yağlanmayı ortadan kaldıran) ve antifungal (mantar önleyici) şampuanlardan yararlanılır. Piyasada çok fazla ürün bulunduğundan mutlaka bir dermatoloji uzmanının önerdiği alerjik reaksiyon göstermeyecek, düzgün içerikli şampuanlar tercih edilmelidir.Seboreik dermatitte hangi bitkisel yağlar kullanılabilir?Özellikle saçlı deride kalın kepekler varsa yumuşatma amaçlı tıbbi yağlar kullanılabilir. Zeytinyağı, çay ağacı yağı ve hodan (boraj) yağı kullanılabilir. Ardıç katranı da kullanılan bitkisel çözümler arasında bulunmaktadır. Bu bitkisel seçenekler de yine mutlaka bir dermatoloji uzmanına danışılarak kullanılmalıdır.Hangi hastalıklarda seboreik dermatit görülür? Parkinson hastalığı, AİDS ve ruhsal bozukluklar, kolesterol yükseklikleri, kullanılan bazı ilaçlar sebebiyle seboreik dermatit görülebilmektedir. Biotin, çinko ve B6 vitamini eksiklikleri de seboreik dermatit oluşumuna neden olabilmektedir.Seboreik dermatit hangi hastalılarla karışmaktadır?Erişkinlerde seboreik dermatit; sedef, yüzeyel mantar hastalıkları ve gül hastalığıyla karışabilmektedir. Bebeklik çağında görülen seboreik dermatit ise atopik egzama ve bez bölgesinde görülen egzamayla ve candida denilen cilt mantarıyla karışmaktadır.Yüzde seboreik dermatit hangi bölgelerde görülür?Yüzde seboreik dermatit daha çok saç çizgisi, kaşlar, kaş araları, burun kenarları, yanaklar, kulak içleri ve kulak arkalarında görülmektedir. Kaşlar ve kirpiklerde kepeklenme,  yanaklar ve burun kenarlarındaki kızarıklıklar yapabilmektedir. Erkeklerde sakal bölgesinde kıl kökü iltihabı şeklinde görülebilmektedir.Saçta seboreik dermatit tedavisi nasıldır?Saçta seboreik dermatit hafif seyrediyorsa yağlanma karşıtı şampuanlar yeterli olabilmektedir. Mutlaka uzman bir hekimin önerdiği düzgün ve doğal içeriğe sahip şampuanlar kullanılmadır. Yine dermatoloji uzmanın uygun gördüğü kortikosteroidli krem ve losyonlar da yararlıdır. Mantar önleyici ilaçlar da saçta seboreik dermatite tedavisinde kullanılabilmektedir. Seboreik Dermatit Nedir?Seboreik dermatit, özellikle kafa derisinin etkilendiği ancak yüz ve vücut kıvrımları gibi yağ bezlerinin daha fazla olduğu yerlerde de meydana gelen ve sık rastlanan inflamatuar bir deri hastalığıdır. Cilt yüzeyinde pul pul dökülmeye, sarımsı ve yağlı kepeklenmeye ve kaşıntıya neden olur. Genellikle sebore yani yağlı cilt zemininde gelişir ve aktif olarak burun kenarlarında, kaşlarda, sırtın ortasında, kulak ya da vücut kıvrımlarında görülür. Seboreik dermatit olduğu durumda cildin en üst tabakası kalınlaşır, deri kurur, pul pul olur ve dökülür. Toplumda görülme sıklığı % 5 oranındadır. Vücudun yağlı bölgelerinde görülen hastalık saçlı ve kıllı bölgelerde tutulum yapar ve yerleştiği bölgeye göre görüntüsü değişebilir.Seboreik Dermatit En Sık Kimlerde Görülür?Seboreik dermatit, bebeklik döneminden başlayarak yetişkinlere kadar herkeste görülebilen bir cilt problemidir. Bebeklik ve erişkin şeklinde ayrılan 2 tip seboreik dermatit vardır. Bebeklik tipi seboreik egzama sıklıkla ilk üç ayda başlayıp bir yaş civarında gerilebilir.  Erişkinlerde ise genellikle ergenlikten sonraya ortaya çıkar. Erkeklerde kadınlara oranla daha sık rastlanır. En sık yağlı cilt yapısı olanlarda seboreik dermatit sıklıkla görülür.Seboreik Dermatit En Çok Hangi Bölgelerde Görülür?Seboreik dermatit bebekler ve erişkinlerde farklı bölgelerde ortaya çıkabilir. Bebeklik tipi seboreik dermatitte saçlı deri tutulumu, gövde tutulumu görülür. Saçlı deride kalın, sarı ve yağlı kabuklanma şeklinde konak olarak da bilinen kepeklenmeler yapar. Vücutta ise kol, dirsek, diz ve boynun katlantı yerlerinde seboreik dermatit görülebilir.Erişkinlerde ise seboreik dermatit görülme bölgesi saçlı deri, yüz ve gövde tutulumu olmak üzere ayrılır. Seboreik dermatit daha çok saçlı ve kıllı deri bölgelerinde tutulum yapar. Yüzde; daha çok kaşlar, burun kenarları, yanaklar, kulak içleri ve kulak arkalarında görülür. Kaşlar ve kirpiklerde kepeklenme yapabilir. Erkeklerde sakal bölgesinde kıl kökü iltihabı şeklinde görülebilir. Vücutta ise göğüs altları ve ortası, göbek deliği, seyrek olarak da koltuk altı ve kasık bölgesinde ortaya çıkabilir.Seboreik Dermatitin Belirtileri Nelerdir?Seboreik dermatit belirtileri, saç derisinde, sakalda ve bıyıklarda kepek, kabuklu yağlı cilt parçaları, kırmızı döküntü ve kaşıntı şeklinde ortaya çıkar. Bebeklik ve erişkin dönemlerde farklı belirtilerle kendini gösterebilir. Seboreik dermatitin belirti ve semptomları genellikle stres, yorgunluk veya mevsim değişikliği ile alevlenme eğilimi gösterir.Seboreik dermatit hastalığının en yaygın görülen belirtileri şöyle sıralanabilir:Bebeklik dönemi seboreik dermatit belirtileriBebeklik tipi seboreik egzama sıklıkla ilk üç ayda başlayıp bir yaş civarında geriler. Saçlı deride çıkan türüne halk arasında konak denir. Konak, kalın, sarımsı renkte kabuklar yapar ama saç kaybına neden olmaz. Seboreik dermatit ayrıca bebeklerde boyun, kol ve bacak katlantı yerlerini tutabilir.Erişkin tipi seboreik dermatit belirtileriPitriyazis sikka denilen kuru, kaşıntılı ve iltihapsız kepeklenmeler şeklinde başlayabilir. Bu seboreik dermatitin en erken belirtisidir. Tedavi edilmezse zamanla yayılarak pitriyazis amiantase denilen saçlı deriye yapışık sarımsı ve beyaz kepeklenmelere dönüşebilmektedir.Seboreik Dermatit Nedenleri Nelerdir?Seboreik dermatit, Malassezia mayasının büyümesi nedeniyle özellikle saç derisini etkileyen, yüz veya göğüs gibi büyük yağ bezlerinin bulunduğu bölgelerini de etkileyebilen kırmızı, pullu ve kaşıntılı egzama türüdür. Nedenleri, stres, genetik faktörler, hormonlardaki artış, iltihaplanma, mevsim koşulları ve yağlı cilt yapısıdır.En sık görülen seboreik dermatit nedenleri şöyle sıralanabilir:Parkinson hastalığı, AIDS ve ruhsal bozukluklar gibi bazı hastalıklar, bağışıklık baskılayıcı ilaçlar ve alerjik bir bünye de seboreik dermatitin nedenleri arasında yer alır. Bebeklik çağı seboreik dermatiti geçici bir hastalıkken, erişkin tipi seboreik dermatit kalıcı ve kendini tekrar eden bir hastalıktır.Seboreik Dermatit Tedavisi Nasıldır?Seboreik dermatitin oluştuğu bölgeye göre farklı tedavi yöntemleri uygulanması gerekir. Kafa derisinde yer alan tedavisinde hastalık hafif seyrediyorsa antiseboreik yani yağlanma karşıtı şampuanlar yeterli olabilir. Bebeklerde seboreik dermatit tedavisinde basit önlemler yeterli gelirken, erişkinlerde cilde zarar vermeyen sabunlar, kremler, nemlendiriciler önerilebilir. Seboreik dermatitin tedavi yöntemleri şöyle sıralanabilir:Bebeklerde seboreik dermatit tedavisiBebeklerde saç derisinde ortaya çıkan konaklar yaygın olarak görüldüğünde bile bebe yağları sonrası şampuanla yıkama yeterli olur. Zeytinyağı ile konaklara masaj yapılabilir. Çok dirençli olgularda hafif etkili kortizonlu ilaçlar kullanılabilir. Bebeklerde yüksek etkili kortizonlu kremlerinin kullanılmasından kaçınılmalıdır.Erişkinlerde seboreik dermatit tedavisiErişkinlerin egzama tedavisinde başlangıç olarak sebum kontrol altına alınmalıdır. Uzman hekimin önerdiği ilaçların yanı sıra, atak sıklığını azaltmak, deriyi güçlendirmek amacıyla cilt bariyerine zarar vermeyen sabunlar, kremler, nemlendiriciler önerilmektedir. Tedavide genel yaklaşım lezyonları ve fungal kolonizasyonu (mantar çoğalımını) baskılamak, seboreik dermatitin görüldüğü bölgede ikincil enfeksiyonlara karşı önlem almaktır. Seboreik dermatitin yapısal bir özellik olduğu, tekrar edebileceği ve seboreik dermatitten korunmanın yolları hastaya anlatılmalıdır.Kafa derisinde seboreik dermatit tedavisiSeboreik dermatinin saçlı derideki tedavisinde hastalık hafif seyrediyorsa antiseboreik yani yağlanma karşıtı şampuanlar yeterli olabilmektedir. Bunlar seboreik dermatit şampuanı olarak da bilinmektedir. Seboreik dermatit şampuanı önerisi kişiye özel olarak mutlaka doktor tarafından verilmelidir. Skumları yumuşatmak amacıyla salisilik asit kullanılabilir. Yerel tedavide kortikosteroidli krem ve losyonlar yararlıdır. Mantar önleyici ilaçlar da seboreik dermatite karşı kullanılmaktadır.Yüzde seboreik dermatit tedavisiYüz bölgesinde hafif etkili kortizonlu kremler, vücutta ise orta ve yüksek etkili kortizonlu kremler kullanılmalıdır. Dermatit kremleri de mutlaka doktor tarafından önerilmelidir. Kortizon içeren ilaçların kullanım sürelerinin 1 haftayı geçmemesi gerekmektedir. Egzama belli dönemlerde tekrar edebilen bir rahatsızlıktır bu yüzden bir dermatoloji uzmanına danışmadan kortizon içeren kremlerin kullanımından mutlaka kaçınılmalıdır. Seboreik dermatitte hijyen önemlidir, bakteriyel enfeksiyonların gelişme riski yüksek olduğunda sık yıkanmak gerekmektedir. Aşırı terlemeden, sentetik kumaşlı giysilerden ve bu giysilerin yaratacağı sürtünmelerden kaçınılmalıdır.Seboreik Dermatit Evde Bakım Nasıl Olur?Uzman hekimin önerdiği ilaçların yanı sıra, atak sıklığını azaltmak, deriyi güçlendirmek amacıyla cilt bariyerine zarar vermeyen sabunlar, kremler, nemlendiriciler önerilmektedir. Seboreik dermatitin yapısal bir özellik olduğu, tekrar edebileceği ve seboreik dermatitten korunmanın yolları hastaya anlatılmalıdır. Seboreik dermatitte hijyen önemlidir, bakteriyel enfeksiyonların gelişme riski yüksek olduğunda sık yıkanmak gerekmektedir. Aşırı terlemeden, sentetik kumaşlı giysilerden ve bu giysilerin yaratacağı sürtünmelerden kaçınılmalıdır.Seboreik Dermatit Tedavisinde Kullanılan İlaçlar Nelerdir?Seboreik dermatit tedavisinde yüz bölgesinde hafif etkili kortizonlu kremler, vücutta ise orta ve yüksek etkili kortizonlu kremler kullanılmalıdır. Dermatit kremleri de mutlaka doktor tarafından önerilmelidir.Seboreik dermatinin saçlı derideki tedavisinde hastalık hafif seyrediyorsa antiseboreik yani yağlanma karşıtı şampuanlar yeterli olabilir. Bunlar seboreik dermatit şampuanı olarak da bilinir. Seboreik dermatit şampuanı önerisi kişiye özel olarak mutlaka doktor tarafından verilmelidir. Skumları yumuşatmak amacıyla salisilik asit kullanılabilir.Yerel tedavide kortikosteroidli krem ve losyonlar yararlıdır. Mantar önleyici ilaçlar da seboreik dermatite karşı kullanılmaktadır. Kortizon içeren ilaçların kullanım sürelerinin 1 haftayı geçmemesi gerekir. Egzama belli dönemlerde tekrar edebilen bir rahatsızlıktır bu yüzden bir dermatoloji uzmanına danışmadan kortizon içeren kremlerin kullanımından mutlaka kaçınılmalıdır.Seboreik Dermatit Hakkında Sık Sorulan Sorular Seboreik dermatit nasıl bir hastalıktır?Seboreik dermatit, sebum yani yağ salgısının anormal derecede artması sonucu cildin yağlı görünmesine, kaşıntılı kırmızı lekelere ve özellikle saç derisinde, beyaz veya sarı kabuklu ve yağlı pullara neden olan cilt hastalığıdır.Seboreik dermatit yasak yiyecekler nelerdir?Seboreik dermatit olan kişiler yağlı besinlerden uzak durmalı ve kızarmış yiyecekler tüketmemeleri gerekir. Bunun yanında trans yağ oranı yüksek olan besinleri de günlük beslenme rutininden çıkarmaları önemlidir. Bu yiyecekler tüketildiği durumda seboreik dermatit belirtileri artarak şiddetlenebilir.Seboreik dermatit hastaları nasıl beslenmeli?Seboreik dermatit hastaları çok yağlı ve işlenmiş besinleri tercih etmemelidir. Probiyotik içeren besinler, taze sebze ve meyveler tüketilmelidir.Seboreik dermatit kalıcı mı?Ataklar ve iyileşmelerle seyreden, tekrar eden bir hastalıktır. Seboreik dermatit tamamen iyileşmez ama düzenli tedavilerle kontrol altına alınabilmektedir. Seboreik dermatitte ilaç tedavilerinin yanında cilt bakımı da çok önemlidir.Seboreik dermatit bulaşıcı mı? Seboreik dermatit kendi kendini sınırlayan yani yayılma özelliği göstermeyen, konvansiyonel tedavilere yanıt veren, ancak tekrarlarla seyreden bir hastalıktır. Bulaşıcı bir hastalık değildir. Yaz mevsimlerinde düzelme, bahar ve kış mevsimlerinde tekrar etme eğilimindedir.Seboreik dermatit yüzde sivilce yapar mı?Seboreik dermatit genellikle yüzde sivilce yapmaz. Yüzde sıklıkla burun kenarları, yanaklar, kulak içleri ve kulak arkalarında görülmektedir. Cildin en üst tabakası kalınlaşır, deri kurur, pul pul olur ve dökülür. Kızarıklıkla seyreden kaşıntılı bir hastalıktır.Seboreik dermatite ne iyi gelir?Saçta seboreik dermatit hafif seyrediyorsa yağlanma karşıtı şampuanlar yeterli olabilmektedir. Uzman bir hekimin önerdiği düzgün ve doğal içeriğe sahip şampuanlar kullanılmadır. Yine dermatoloji uzmanın uygun gördüğü kortikosteroidli krem ve losyonlar da yararlıdır. Mantar önleyici ilaçlar da saçta seboreik dermatite tedavisinde kullanılabilmektedir.Seboreik dermatit hangi vitamin eksikliğinde görülür?Biotin, çinko ve B6 vitamini eksiklikleri de seboreik dermatit oluşumuna neden olabilmektedir. Seboreik dermatit iklimsel değişikliklerden etkilenen bir hastalıktır.Seboreik dermatit genetik mi?Ailesel yatkınlık yani genetik yatkınlık seboreik dermatitin nedenleri arasında bulunmaktadır.Seboreik dermatit saç döker mi?Seboreik dermatit, saç derisinde kabuklanma ve kepeklenme şeklinde ortaya çıkmaktadır. Normal bir kepeklenme ile karıştırılmamalıdır. Bu tabloda kabuklanma fazladır, saç derisi kızarık ve kaşıntılıdır. Kepekler kalın yapıdaysa ve uzun süre kalırsa saç köklerinin beslenmesini bozarak dökülmeye neden olabilir.Seboreik dermatit kaş döker mi?Seboreik dermatit daha çok saçlı ve kıllı deri bölgelerinde tutulum yapmaktadır. Kaşlar, kirpikler, erkeklerde sakal ve bıyıklarda kepeklenme yapabilir. Kıl köklerini etkilediği için bu bölgelerde dökülmeler görülebilir.Seboreik dermatitte hangi şampuanlar tercih edilmeli?Seboreik dermatitte; antiseboreik (yağlanmayı ortadan kaldıran) ve antifungal (mantar önleyici) şampuanlardan yararlanılır. Piyasada çok fazla ürün bulunduğundan mutlaka bir dermatoloji uzmanının önerdiği alerjik reaksiyon göstermeyecek, düzgün içerikli şampuanlar tercih edilmelidir.Seboreik dermatitte hangi bitkisel yağlar kullanılabilir?Özellikle saçlı deride kalın kepekler varsa yumuşatma amaçlı tıbbi yağlar kullanılabilir. Zeytinyağı, çay ağacı yağı ve hodan (boraj) yağı kullanılabilir. Ardıç katranı da kullanılan bitkisel çözümler arasında bulunmaktadır. Bu bitkisel seçenekler de yine mutlaka bir dermatoloji uzmanına danışılarak kullanılmalıdır.Hangi hastalıklarda seboreik dermatit görülür? Parkinson hastalığı, AİDS ve ruhsal bozukluklar, kolesterol yükseklikleri, kullanılan bazı ilaçlar sebebiyle seboreik dermatit görülebilmektedir. Biotin, çinko ve B6 vitamini eksiklikleri de seboreik dermatit oluşumuna neden olabilmektedir.Seboreik dermatit hangi hastalılarla karışmaktadır?Erişkinlerde seboreik dermatit; sedef, yüzeyel mantar hastalıkları ve gül hastalığıyla karışabilmektedir. Bebeklik çağında görülen seboreik dermatit ise atopik egzama ve bez bölgesinde görülen egzamayla ve candida denilen cilt mantarıyla karışmaktadır.Yüzde seboreik dermatit hangi bölgelerde görülür?Yüzde seboreik dermatit daha çok saç çizgisi, kaşlar, kaş araları, burun kenarları, yanaklar, kulak içleri ve kulak arkalarında görülmektedir. Kaşlar ve kirpiklerde kepeklenme,  yanaklar ve burun kenarlarındaki kızarıklıklar yapabilmektedir. Erkeklerde sakal bölgesinde kıl kökü iltihabı şeklinde görülebilmektedir.Saçta seboreik dermatit tedavisi nasıldır?Saçta seboreik dermatit hafif seyrediyorsa yağlanma karşıtı şampuanlar yeterli olabilmektedir. Mutlaka uzman bir hekimin önerdiği düzgün ve doğal içeriğe sahip şampuanlar kullanılmadır. Yine dermatoloji uzmanın uygun gördüğü kortikosteroidli krem ve losyonlar da yararlıdır. Mantar önleyici ilaçlar da saçta seboreik dermatite tedavisinde kullanılabilmektedir.
10,847
605
Hastalıklar
Sarkoidoz
Sarkoidoz, ciltte, gözlerde, vücutta, akciğerlerde ve lenf düğümlerinde nodül gibi topakların oluşmasına sebep olan bir durum olarak tanımlanır. Sarkoidoz belirtileri, nefes darlığı, öksürük, göz ağrısı ve kaval kemiğinde yaralar şeklinde görülebilir. Çoğu zaman kendi kendine iyileşme gösterse de bazı durumlarda kronikleşebilmektedir.Sarkoidoz, ciltte, gözlerde, vücutta, akciğerlerde ve lenf düğümlerinde nodül gibi topakların oluşmasına sebep olan bir durum olarak tanımlanır. Sarkoidoz belirtileri, nefes darlığı, öksürük, göz ağrısı ve kaval kemiğinde yaralar şeklinde görülebilir. Çoğu zaman kendi kendine iyileşme gösterse de bazı durumlarda kronikleşebilmektedir. Sarkoidoz Nedir?Sarkoidoz, akciğer ve lenf düğümleri başta olmak üzere göz, cilt ve kalp gibi vücudun herhangi bir yerinde bağışıklık sistemindeki küçük inflamatuar hücre kümelerinin büyümesiyle karakterize edilen inflamatuar bir hastalıktır. Oluştuğu yere ve boyutuna bağlı olarak granülomlar hafif ve şiddetli semptomlara neden olabilir. Hiç semptom göstermediği durumların da olduğu sarkoidoz, fibrozise dönüşerek kalıcı akciğer yara izi oluşturabilmektedir.Granülom Nedir?Granülom, bağışıklık sisteminin sebep olduğu bir iltihaplanma olarak tanımlanır. Bağışıklık sisteminin zararlı olduğunu düşündüğü bir şeyden korumaya çalışmak için vücudunuzun geri kalanından ayıran beyaz kan hücresinden oluşur. Granülomlar fibröz yani yoğun doku ile çevrelenir ve bu da onları sert ya da topak topal hissettirir.Granülom, vücudun hemen hemen her yerinde meydana gelebilir fakat en sık akciğerlerde ya da lenf düğümlerinde bulunur. Ayrıca ciltte, gözlerde veya kaslarda belirgin granülom belirtileri olabilir.Pulmoner Sarkoidoz Nedir?Pulmoner sarkoidoz, akciğerleri etkisi altına alan akciğer sarkoidozu olarak bilinir. Bunun yanında pulmoner sarkoidoz aşamalarla tanımlanır. Akciğer sarkoidozu olan bir kişi için aşamalar arasında geçiş yapabilir ya da granülomlar tamamen yok olabilir. Ciddi olan tek aşama, kalıcı akciğer hasarına neden olan dördüncü aşamadır. Aşama 0: Bu aşamada sarkoidoz görüntülenmeyebilir. Akciğerler ve lenf düğümleri röntgende normal olarak görünür. Aşama 1: Lenf düğümlerindeki granülomlar Aşama 2: Lenf düğümleri ve akciğerlerdeki granülomlar Aşama 3: Yalnızca akciğerlerdeki granülomlar Aşama 4: Bu aşamada pulmoner fibrozisi ya da akciğerlerde kalıcı yara izi ortaya çıkarSarkoidoz Belirtileri Nelerdir?Sarkoidoz belirtileri, vücudun granülomlarını nerede oluştuğuna bağlı olarak farklılık gösterir. Sarkoidoz hastalığı olan çoğu insanda akciğer semptomları meydana gelir fakat ciltte, gözlerde, eklemlerde ve vücudun hemen hemen her yerinde sarkoidoz belirtileri olabilir. Sarkoidoz belirtileri şöyle sıralanır: Eklem ağrısı Ateş Yorgunluk Kas ağrıları Kaslarda zayıflık Gece terlemeleri Şişmiş lenf düğümleri Açıklanamayan kilo kaybı Böbrek taşıAkciğerlerde sarkoidoz belirtileri; Kuru öksürük Nefes darlığı Göğüs ağrısı Göğüste hırıltıGözde sarkoidoz belirtileri; Bulanık görme Görme kaybı Göz ağrısı Kırmızı veya şişmiş gözler (üveit veya konjonktivit) Işığa duyarlılıkCiltte sarkoidoz belirtileri; Yara izleri ya da dövmelerin etrafındaki ciltte büyümeler Açık veya koyu cilt lekeleri Burunda ya da yanaklarda kabarık, kırmızımsı-mor yaralar ya da döküntüler Kaval kemiğinde kırmızı, hassas şişliklerKalpte sarkoidoz belirtileri; Göğüs ağrısı Düzensiz kalp atışı Kalp yetmezliği Nefes darlığıSinir sisteminde sarkoidoz belirtileri; Artan susuzluk İdrar miktarının artması Zayıf ya da felçli yüz kasları Baş ağrıları NöbetlerSarkoidoz Neden Olur?Genetik ya da çevresel faktörlerden dolayı sarkoidoz meydana gelme ihtimali olsa da kesin olarak neden bilinmemektedir. Bazı kişilerin bağışıklık sistemi bakteri ve virüsler gibi belirli tetikleyicilere karşı aşırı tepki verme olasılığı yüksek olmaktadır. Bu durum da sarkoidoza neden olabilir. Yine de hangi gen ve tetikleyici kombinasyonunun sarkoidoza neden olduğunu kesin olarak bilinmemektedir.Sarkoidoz Nasıl Teşhis Edilir?Sarkoidoz tanısı ve teşhisi genelde fiziki muayenenin ardından, göğüs röntgeni ve şüpheli görülen granülomlardan biyopsi alınmasıyla yapılır. Sarkoidoz diğer rahatsızlıklara benzeyebileceği için uzman doktor diğer hastalıkları dışlamak için ek testler talep edebilir.Sarkoidoz Tanısı İçin Hangi Testler Kullanılır?Sarkoidoz teşhisi, görüntüleme testleri ve biyopsiler ile olmaktadır. Uzman doktor semptomlara göre başka testler de isteyebilir. Sarkoidoz tanısı için istenilen testler şöyle sıralanır: Göğüs röntgeni PET -CT taraması Emar -MR (Manyetik Rezonans Görüntüleme) Biyopsi Solunum fonksiyon testleri Elektrokardiyogram (EKG)Sarkoidoz Nasıl Tedavi Edilir?Sarkoidoz tedavisinin amacı semptomları yönetmek ve organ hasarını önleme olacaktır. Granülomlar, bağışıklık hücrelerinin sebep olduğu iltihaplanma alanları olduğundan sarkoidoz bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlarla tedavi edilmektedir. Bunun yanında tedavi granülomların vücutta neresinde olduğuna bağlı olarak farklılık gösterir.Sarkoidoz Tedavisinde Hangi İlaçlar Kullanılır?Sarkoidoz tedavisinde kullanılan ilaçlar, bağışıklık sistemine etki ederek değiştiren ya da baskılayan iltihaplanmayı azaltmayı amaçlayan ilaçlardır. Sarkoidoz hastalığında yaygın olarak yararlanılan bazı ilaçlar şunlardır: Kortikosteroidler vücuttaki iltihabı azaltan ilaçlardır İmmünsüpresanlar, bağışıklık sisteminin organ hasarına ve iltihaplanmaya neden olmasını engellemeye yardımcı olur Anti-tümör nekroz faktör-alfa (anti-TNF-a) ilaçlar, iltihabı azaltmak için bağışıklık sistemindeki spesifik bir kimyasalı hedef alır. Steroid Olmayan Antiinflamatuar İlaçlar (NSAID'ler), inflamasyonun sebep olduğu semptomları geçici olarak hafifletir.Sarkoidoz Hakkında Sık Sorulan SorularSarkoidoz hastaları nasıl beslenmelidir?Bu süreçte kişinin sağlıklı ve dengeli beslenmesi büyük önem taşır. Tavuk ve sığır eti gibi yağsız et yemek, baklagil tüketmek, E vitamini içeren besinlerden yararlanmak gerekir. Bunun yanında meyve ve sebze tüketimi önemlidir.Sarkoidoz hastaları neleri yememelidir?Yağlı et ve peyniri sınırlamak, şeker ve karbonhidratlardan kaçınmak sarkoidoz semptomlarını iyileştirmeye yardımcı olabilir. Bu durum için uzman doktordan destek almak gerekir.Sarkoidoz kimleri etkiler?Sarkoidoz herkesi etkileyebilir. Bu hastalığa sahip vakaların çoğu 25 ila 40 yaşları arasında yer alır. Sarkoidoz kalıtsal olarak alınmadığında, birinci derece biyolojik akrabanızda sarkoidoz varsa, bu hastalığa yakalanma riski daha yüksek olmaktadır. Sarkoidoz Nedir?Sarkoidoz, akciğer ve lenf düğümleri başta olmak üzere göz, cilt ve kalp gibi vücudun herhangi bir yerinde bağışıklık sistemindeki küçük inflamatuar hücre kümelerinin büyümesiyle karakterize edilen inflamatuar bir hastalıktır. Oluştuğu yere ve boyutuna bağlı olarak granülomlar hafif ve şiddetli semptomlara neden olabilir. Hiç semptom göstermediği durumların da olduğu sarkoidoz, fibrozise dönüşerek kalıcı akciğer yara izi oluşturabilmektedir.Granülom Nedir?Granülom, bağışıklık sisteminin sebep olduğu bir iltihaplanma olarak tanımlanır. Bağışıklık sisteminin zararlı olduğunu düşündüğü bir şeyden korumaya çalışmak için vücudunuzun geri kalanından ayıran beyaz kan hücresinden oluşur. Granülomlar fibröz yani yoğun doku ile çevrelenir ve bu da onları sert ya da topak topal hissettirir.Granülom, vücudun hemen hemen her yerinde meydana gelebilir fakat en sık akciğerlerde ya da lenf düğümlerinde bulunur. Ayrıca ciltte, gözlerde veya kaslarda belirgin granülom belirtileri olabilir.Pulmoner Sarkoidoz Nedir?Pulmoner sarkoidoz, akciğerleri etkisi altına alan akciğer sarkoidozu olarak bilinir. Bunun yanında pulmoner sarkoidoz aşamalarla tanımlanır. Akciğer sarkoidozu olan bir kişi için aşamalar arasında geçiş yapabilir ya da granülomlar tamamen yok olabilir. Ciddi olan tek aşama, kalıcı akciğer hasarına neden olan dördüncü aşamadır.Sarkoidoz Belirtileri Nelerdir?Sarkoidoz belirtileri, vücudun granülomlarını nerede oluştuğuna bağlı olarak farklılık gösterir. Sarkoidoz hastalığı olan çoğu insanda akciğer semptomları meydana gelir fakat ciltte, gözlerde, eklemlerde ve vücudun hemen hemen her yerinde sarkoidoz belirtileri olabilir. Sarkoidoz belirtileri şöyle sıralanır:Akciğerlerde sarkoidoz belirtileri;Gözde sarkoidoz belirtileri;Ciltte sarkoidoz belirtileri;Kalpte sarkoidoz belirtileri;Sinir sisteminde sarkoidoz belirtileri;Sarkoidoz Neden Olur?Genetik ya da çevresel faktörlerden dolayı sarkoidoz meydana gelme ihtimali olsa da kesin olarak neden bilinmemektedir. Bazı kişilerin bağışıklık sistemi bakteri ve virüsler gibi belirli tetikleyicilere karşı aşırı tepki verme olasılığı yüksek olmaktadır. Bu durum da sarkoidoza neden olabilir. Yine de hangi gen ve tetikleyici kombinasyonunun sarkoidoza neden olduğunu kesin olarak bilinmemektedir.Sarkoidoz Nasıl Teşhis Edilir?Sarkoidoz tanısı ve teşhisi genelde fiziki muayenenin ardından, göğüs röntgeni ve şüpheli görülen granülomlardan biyopsi alınmasıyla yapılır. Sarkoidoz diğer rahatsızlıklara benzeyebileceği için uzman doktor diğer hastalıkları dışlamak için ek testler talep edebilir.Sarkoidoz Tanısı İçin Hangi Testler Kullanılır?Sarkoidoz teşhisi, görüntüleme testleri ve biyopsiler ile olmaktadır. Uzman doktor semptomlara göre başka testler de isteyebilir. Sarkoidoz tanısı için istenilen testler şöyle sıralanır:Sarkoidoz Nasıl Tedavi Edilir?Sarkoidoz tedavisinin amacı semptomları yönetmek ve organ hasarını önleme olacaktır. Granülomlar, bağışıklık hücrelerinin sebep olduğu iltihaplanma alanları olduğundan sarkoidoz bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlarla tedavi edilmektedir. Bunun yanında tedavi granülomların vücutta neresinde olduğuna bağlı olarak farklılık gösterir.Sarkoidoz Tedavisinde Hangi İlaçlar Kullanılır?Sarkoidoz tedavisinde kullanılan ilaçlar, bağışıklık sistemine etki ederek değiştiren ya da baskılayan iltihaplanmayı azaltmayı amaçlayan ilaçlardır. Sarkoidoz hastalığında yaygın olarak yararlanılan bazı ilaçlar şunlardır:Sarkoidoz Hakkında Sık Sorulan SorularSarkoidoz hastaları nasıl beslenmelidir?Bu süreçte kişinin sağlıklı ve dengeli beslenmesi büyük önem taşır. Tavuk ve sığır eti gibi yağsız et yemek, baklagil tüketmek, E vitamini içeren besinlerden yararlanmak gerekir. Bunun yanında meyve ve sebze tüketimi önemlidir.Sarkoidoz hastaları neleri yememelidir?Yağlı et ve peyniri sınırlamak, şeker ve karbonhidratlardan kaçınmak sarkoidoz semptomlarını iyileştirmeye yardımcı olabilir. Bu durum için uzman doktordan destek almak gerekir.Sarkoidoz kimleri etkiler?Sarkoidoz herkesi etkileyebilir. Bu hastalığa sahip vakaların çoğu 25 ila 40 yaşları arasında yer alır. Sarkoidoz kalıtsal olarak alınmadığında, birinci derece biyolojik akrabanızda sarkoidoz varsa, bu hastalığa yakalanma riski daha yüksek olmaktadır.
4,144
606
Hastalıklar
SIBO (İnce Bağırsaklarda Aşırı Bakteri Çoğalması)
SIBO, ince bağırsakta aşırı bakteri çoğalması ifadelerinin kısaltması olup, ince bağırsakta aşırı bakteri birikmesiyle ortaya çıkan bağırsaktaki sağlıklı sindirimi sağlayan mikroorganizmalardaki dengesizliktir. Vücutta SIBO oluşması durumunda gaz, şişkinlik, midede ağrı ve ishal ya da kabızlık gibi belirtiler görülür. Genellikle bu durum kişinin gün içerisinde yanlış beslenmesinden, bağırsak hareketlerinin yavaşlamasından ya da bağışıklık sistemi zayıflığından kaynaklanabilir. SIBO tedavi sürecinde diyet uygulaması yapmak ve gerekli durumlarda antibiyotik kullanılarak bağırsak sağlığı yeniden dengelemek önemlidir.SIBO, ince bağırsakta aşırı bakteri çoğalması ifadelerinin kısaltması olup, ince bağırsakta aşırı bakteri birikmesiyle ortaya çıkan bağırsaktaki sağlıklı sindirimi sağlayan mikroorganizmalardaki dengesizliktir. Vücutta SIBO oluşması durumunda gaz, şişkinlik, midede ağrı ve ishal ya da kabızlık gibi belirtiler görülür. Genellikle bu durum kişinin gün içerisinde yanlış beslenmesinden, bağırsak hareketlerinin yavaşlamasından ya da bağışıklık sistemi zayıflığından kaynaklanabilir. SIBO tedavi sürecinde diyet uygulaması yapmak ve gerekli durumlarda antibiyotik kullanılarak bağırsak sağlığı yeniden dengelemek önemlidir. SIBO (İnce Bağırsaklarda Aşırı Bakteri Çoğalması) Nedir? SIBO yani ince bağırsaklarda aşırı bakteri çoğalması, ince bağırsak içerisinde anormal miktarlarda bakteri birikmesine bağlı olarak sindirim sağlığının etkilenmesine neden olan hastalık türüdür. Normal bir vücut işleyişinde bakteriler kalın bağırsakta yoğun bir şekilde bulunarak sindirim sistemine katkıda bulunur. Bu bakteriler kalın bağırsaktan ince bağırsağa geçtiği durumda burada çoğalarak sindirim sisteminde ishal, kabızlık ve şişkinlik belirtilerine neden olur. Özellikle yemek sonrasında rahatsızlık hissi olarak kendini gösterebilir. Bunların yanında ince bağırsaklarda besin emilim sistemini bozarak vitamin ve mineral eksikliklerine yol açabilir. Eksiklikler kişide cilt problemlerine, anemi ve kilo kaybına sebebiyet verebilir.SIBO (Small Intestinal Bacterial Overgrowth) tedavisi ise doktorun kontrollerinin ardından beslenme düzenine müdahale ile gerçekleşir. Bu diyet içerisinde bağırsaklarda fermantasyona neden olan gıdaların sınırlandırılarak sağlıklı bir beslenme süreci önerilebilir.SIBO Belirtileri Nelerdir?SIBO belirtileri, şişkinlik, gaz, karın ağrısı, kramplar, ishal ve kabızlık şeklinde ortaya çıkarak sindirim sistemi sağlığını ciddi şekilde etkiler. Bu durum kişinin günlük yaşam kalitesini etkiler ve beslenme düzeninde değişikliklere gitmesine neden olur.SIBO (ince bağırsaklarda aşırı bakteri çoğalması) belirtileri şöyle sıralanabilir:Şişkinlik ve gazŞişkinlik ve oluşan gaz SIBO hastalığının en yaygın belirtileri arasında yer alır. İnce bağırsak içerisinde biriken bakteriler, tüketilen gıdaları fermente ederek aşırı gaza neden olur. Bu da karın bölgesinde spazm, rahatsızlık hissi ve şişkinliği sebebiyet verir.İshal veya kabızlıkSIBO belirtileri arasında yer alan ishal ve kabızlık, bağırsak hareketlerini etkilenmesi ve bağırsak ritmini bozulmasıyla beraber görülür. Bu durum, bağırsakların bakteri yüküne ve fermantasyon oranına göre farklılık gösterebilir.Karın ağrısı, kramplar ve spazmlarİnce bağırsakta biriken bakteri, karın bölgesinde gaz ve basınç oluşumuna sebep olarak karın ağrısına yol açabilir. Özellikle besin tükettikten sonra artan kramplar ve karın ağrısı SIBO hastalarında sık görülen belirtilerdendir.Yorgunluk ve halsizlikSIBO, sindirim sistemindeki besin ve vitamin emilimi dengesini bozarak vücutta yeterli enerji üretimine engel olabilir. Özellikle B12 vitamini eksikliği gibi durumlarda, yorgunluk, halsizlik ve enerji kaybına sebebiyet verebilir.Kilo Kaybı ve besin eksikliğiİnce bağırsaklarda aşırı bakteri çoğalması, bağırsaklardaki besinlerin emilim kapasitesini etkileyerek kişinin yeterli beslenmesine rağmen kilo kaybı oluşmasına neden olabilir. Görülen besin eksikliği ve kilo kaybı SIBO’nun belirtisi olarak değerlendirilir.Cilt problemleriİnce bağırsakta bakteri çoğalmasına bağlı olarak görülen vitamin ve minerallerin emilimindeki bozukluklar, demir eksikliği anemisi, folik asit ve B12 eksikliği gibi beslenme eksiklikleri görülebilir. Bu durum nedeniyle kişinin cildinde kuruluk, dökülme ve cansızlık oluşabilir.SIBO Neden Olur?SIBO (ince bağırsaklarda aşırı bakteri çoğalması) hastalığının ortaya çıkış nedeni ince bağırsakta bakterilerin anormal şekilde çoğalmasıdır. Normalde bakteriler kalın bağırsakta yoğunlaştığından sindirim sisteminin sağlıklı şekilde ilerlemesine yardımcı olur. Bu bakterilerin ince bağırsağa geçmesi veya burada anormal şekilde çoğalmasıyla SIBO hastalığı gelişir.SIBO nedenleri şöyle sıralanabilir:Bağırsak hareketlerinin yavaş çalışmasıSağlıklı bağırsak hareketleri olduğunda besinler sindirim süresince ince bağırsaktan kalın bağırsağa taşınır. Fakat bağırsak hareketlerinin yavaşlaması ve düzensizleşmesi durumunda bakteriler ince bağırsakta birikerek SIBO hastalığına neden olabilir. Bu durum genellikle kronik hastalıklar ve sindirim sistemi hastalıklarına bağlı olarak oluşabilir.Bağırsak tıkanıklıkları ve anormallikleriBağırsakta görülen bağırsak kıvrımları, yapışıklıklar veya bağırsak tıkanıklığı gibi anormallikler besinlerin sağlıklı sindirimini engelleyerek ince bağırsakta bakteri birikmesine sebebiyet verir. Bunların yanında geçirilmiş bağırsak ameliyatları veya bağırsak tıkanıklıkları da SIBO riskini artıran faktörler arasındadır.Bağışıklık sisteminin zayıf olması Bağışıklık sisteminin zayıf olması vücudun sindirim sistemindeki bakterilerin kontrol altında tutulmasını zorlaştıran bir durumdur. Bağışıklık sistemi baskılanmış olan bireylerde veya bağışıklık sistemi hastalıkları bulunan kişilerde SIBO gelişme olasılığı yüksektir.İnce bağırsakta mide asidinin eksik oluşuBağırsaktaki bakterilerin çoğalmasını engelleyen mide asidi bir savunma mekanizması olarak çalışabilir. Ancak mide asidi eksikliği durumunda bakteriler daha kolay çoğalarak ince bağırsakta aşırı bakteriyel büyümeye sebep olabilir. Bu da ince bağırsaklarda aşırı bakteri çoğalması hastalığına neden olur.Yanlış beslenme ve stresGün içerisinde yanlış beslenme düzeni geliştirmek ve stres, bağırsaktaki bakterilerin aşırı çoğalmasına neden olur. Özellikle yüksek karbonhidratlı ve işlenmiş gıdalarla beslenmek bu açıdan zararlı olarak kabul edilir ve SIBO hastalığına zemin hazırlar.SIBO Testi Nasıl Yapılır?SIBO (ince bağırsaklarda aşırı bakteri çoğalması) teşhisi için SIBO testinden yararlanılabilir. Bu test belirtilerin değerlendirilmesinin ardından hastalığın kesin tanısının konulması için planlanabilir. SIBO testi şu yöntemleri içerebilir:Nefes testiSIBO’nun en yaygın teşhis yöntemlerinden biri hidrojen ve metan nefes testi olarak bilinir. İnce bağırsakta yer alan aşırı bakteri çoğalması nedeniyle ortaya çıkan gazların ölçülmesini sağlar. Bu test öncesinden kişi 12-24 saat boyunca belirlenen besinleri tüketir ve test içerisinde nefesi ölçülür.  Yüksek miktarda hidrojen veya metan gazı tespit edildiği durumda SIBO’nun göstergesi olabilir.İnce bağırsak sıvısı kültürüİnce bağırsaktan alınan sıvı örneği, laboratuvar ortamında incelenerek SIBO teşhis edilebilir. Buna yönelik olarak tedavi yöntemi belirlenir.Kan testiKan testleri sayesinde SIBO’nun neden olduğu B12 eksikliği, demir eksikliği anemisi ve folik asit eksikliği gibi durumlar tespit edilebilir. Tam kan sayımı sayesinde bağışıklık sistemi ve sindirim sisteminin genel durumunu da değerlendirebilir.SIBO Tedavisi Nasıl Olur?SIBO tedavisi, kişinin hastalığının nedeninin belirlenmesinin ardından şiddetine bağlı olarak belirlenir. Tedavi süresince birden fazla yaklaşım şekli uygulanabilir. SIBO tedavisinde uygulanan yöntemler şöyle sıralanabilir: İnce bağırsaktaki aşırı bakteri çoğalmasını kontrol altına almak için antibiyotik Sindirimi zorlaştıran ve gaz üretimine neden olan gıdalardan kaçınmayı hedefleyen Düşük FODMAP diyeti uygulanması Zararlı bakterilerin yerine yararlı bakterilerin çoğalmasını teşvike etmek için SIBO tedavisinde probiyotik kullanımı Bağırsak motilitesini artırmak, bakterilerin bağırsakta birikmesini önlemek için ilaçlar Ciddi bir sorun veya bağırsak tıkanıklığı olduğu durumda cerrahi müdahaleSIBO Diyeti Nedir?SIBO yani ince bağırsaklarda aşırı bakteri çoğalmasına bağlı olarak uygulanan en önemli yöntemler arasında düşük FODMAP diyeti yer alır. Bağırsaklarda bakteri çoğalmasını kontrol altına almayı amaçlayan beslenme şeklinde sindirim sisteminin düzenlenmesi hedeflenir. Bu diyet doktor kontrolünde kişinin ihtiyacına yönelik olarak planlanır.Düşük FODMAP diyetinde kaçınılması gereken besinler şöyle sıralanabilir: Laktoz, fruktoz, sorbitol gibi şeker türleri Buğday ve çavdar gibi tahıllar Elma, armut, kiraz, mango gibi meyveler Lahana, brokoli, soğan, sarımsak, bezelye gibi sebzelerDüşük FODMAP diyetinde tüketilebilecek besinler şöyle sıralanır: Glutensiz tahıl ürünleri Laktosuz süt ürünleri Muz, yaban mersini, üzüm gibi meyveler Havuç, ıspanak, kabak gibi sebzelerDüşük FODMAP diyeti ortalama olarak 4-6 hafta süreyle uygulanır. Bu süre içerisinde bağırsaklarda yer alan bakteriyel büyüme kontrol altına alınarak semptomların hafifletilmesi hedeflenir.SIBO (İnce Bağırsaklarda Aşırı Bakteri Çoğalması) Hakkında Sık Sorulan SorularÇocuklarda SIBO belirtileri nelerdir?Çocuklarda SIBO belirtileri, karın şişliği, gaz birikmesi ve rahatsızlık hissi şeklinde ortaya çıkarak karın ağrısı ve kramplar eşliğinde görülebilir. Bağırsak hareketlerinde oluşan değişiklikler, ishal ya da kabızlık şeklinde de kendini gösterebilir. Aynı zamanda bazı çocuklar mide bulantısı ve kusma yaşayabilir.SIBO tedavi edilmediği durumda ne olur?İnce bağırsakta bakteri çoğalması tedavi edilmediği durumda ciddi sağlık problemlerine neden olabilir. Besin eksiklikleri, ince bağırsak hasarı, kilo kaybı ya da enfeksiyon riski görülebilir. Bu nedenle belirtileri ortaya çıktığı durumda tedavi için doktora başvurmak gerekir. SIBO (İnce Bağırsaklarda Aşırı Bakteri Çoğalması) Nedir? SIBO yani ince bağırsaklarda aşırı bakteri çoğalması, ince bağırsak içerisinde anormal miktarlarda bakteri birikmesine bağlı olarak sindirim sağlığının etkilenmesine neden olan hastalık türüdür. Normal bir vücut işleyişinde bakteriler kalın bağırsakta yoğun bir şekilde bulunarak sindirim sistemine katkıda bulunur. Bu bakteriler kalın bağırsaktan ince bağırsağa geçtiği durumda burada çoğalarak sindirim sisteminde ishal, kabızlık ve şişkinlik belirtilerine neden olur. Özellikle yemek sonrasında rahatsızlık hissi olarak kendini gösterebilir. Bunların yanında ince bağırsaklarda besin emilim sistemini bozarak vitamin ve mineral eksikliklerine yol açabilir. Eksiklikler kişide cilt problemlerine, anemi ve kilo kaybına sebebiyet verebilir.SIBO (Small Intestinal Bacterial Overgrowth) tedavisi ise doktorun kontrollerinin ardından beslenme düzenine müdahale ile gerçekleşir. Bu diyet içerisinde bağırsaklarda fermantasyona neden olan gıdaların sınırlandırılarak sağlıklı bir beslenme süreci önerilebilir.SIBO Belirtileri Nelerdir?SIBO belirtileri, şişkinlik, gaz, karın ağrısı, kramplar, ishal ve kabızlık şeklinde ortaya çıkarak sindirim sistemi sağlığını ciddi şekilde etkiler. Bu durum kişinin günlük yaşam kalitesini etkiler ve beslenme düzeninde değişikliklere gitmesine neden olur.SIBO (ince bağırsaklarda aşırı bakteri çoğalması) belirtileri şöyle sıralanabilir:Şişkinlik ve gazŞişkinlik ve oluşan gaz SIBO hastalığının en yaygın belirtileri arasında yer alır. İnce bağırsak içerisinde biriken bakteriler, tüketilen gıdaları fermente ederek aşırı gaza neden olur. Bu da karın bölgesinde spazm, rahatsızlık hissi ve şişkinliği sebebiyet verir.İshal veya kabızlıkSIBO belirtileri arasında yer alan ishal ve kabızlık, bağırsak hareketlerini etkilenmesi ve bağırsak ritmini bozulmasıyla beraber görülür. Bu durum, bağırsakların bakteri yüküne ve fermantasyon oranına göre farklılık gösterebilir.Karın ağrısı, kramplar ve spazmlarİnce bağırsakta biriken bakteri, karın bölgesinde gaz ve basınç oluşumuna sebep olarak karın ağrısına yol açabilir. Özellikle besin tükettikten sonra artan kramplar ve karın ağrısı SIBO hastalarında sık görülen belirtilerdendir.Yorgunluk ve halsizlikSIBO, sindirim sistemindeki besin ve vitamin emilimi dengesini bozarak vücutta yeterli enerji üretimine engel olabilir. Özellikle B12 vitamini eksikliği gibi durumlarda, yorgunluk, halsizlik ve enerji kaybına sebebiyet verebilir.Kilo Kaybı ve besin eksikliğiİnce bağırsaklarda aşırı bakteri çoğalması, bağırsaklardaki besinlerin emilim kapasitesini etkileyerek kişinin yeterli beslenmesine rağmen kilo kaybı oluşmasına neden olabilir. Görülen besin eksikliği ve kilo kaybı SIBO’nun belirtisi olarak değerlendirilir.Cilt problemleriİnce bağırsakta bakteri çoğalmasına bağlı olarak görülen vitamin ve minerallerin emilimindeki bozukluklar, demir eksikliği anemisi, folik asit ve B12 eksikliği gibi beslenme eksiklikleri görülebilir. Bu durum nedeniyle kişinin cildinde kuruluk, dökülme ve cansızlık oluşabilir.SIBO Neden Olur?SIBO (ince bağırsaklarda aşırı bakteri çoğalması) hastalığının ortaya çıkış nedeni ince bağırsakta bakterilerin anormal şekilde çoğalmasıdır. Normalde bakteriler kalın bağırsakta yoğunlaştığından sindirim sisteminin sağlıklı şekilde ilerlemesine yardımcı olur. Bu bakterilerin ince bağırsağa geçmesi veya burada anormal şekilde çoğalmasıyla SIBO hastalığı gelişir.SIBO nedenleri şöyle sıralanabilir:Bağırsak hareketlerinin yavaş çalışmasıSağlıklı bağırsak hareketleri olduğunda besinler sindirim süresince ince bağırsaktan kalın bağırsağa taşınır. Fakat bağırsak hareketlerinin yavaşlaması ve düzensizleşmesi durumunda bakteriler ince bağırsakta birikerek SIBO hastalığına neden olabilir. Bu durum genellikle kronik hastalıklar ve sindirim sistemi hastalıklarına bağlı olarak oluşabilir.Bağırsak tıkanıklıkları ve anormallikleriBağırsakta görülen bağırsak kıvrımları, yapışıklıklar veya bağırsak tıkanıklığı gibi anormallikler besinlerin sağlıklı sindirimini engelleyerek ince bağırsakta bakteri birikmesine sebebiyet verir. Bunların yanında geçirilmiş bağırsak ameliyatları veya bağırsak tıkanıklıkları da SIBO riskini artıran faktörler arasındadır.Bağışıklık sisteminin zayıf olması Bağışıklık sisteminin zayıf olması vücudun sindirim sistemindeki bakterilerin kontrol altında tutulmasını zorlaştıran bir durumdur. Bağışıklık sistemi baskılanmış olan bireylerde veya bağışıklık sistemi hastalıkları bulunan kişilerde SIBO gelişme olasılığı yüksektir.İnce bağırsakta mide asidinin eksik oluşuBağırsaktaki bakterilerin çoğalmasını engelleyen mide asidi bir savunma mekanizması olarak çalışabilir. Ancak mide asidi eksikliği durumunda bakteriler daha kolay çoğalarak ince bağırsakta aşırı bakteriyel büyümeye sebep olabilir. Bu da ince bağırsaklarda aşırı bakteri çoğalması hastalığına neden olur.Yanlış beslenme ve stresGün içerisinde yanlış beslenme düzeni geliştirmek ve stres, bağırsaktaki bakterilerin aşırı çoğalmasına neden olur. Özellikle yüksek karbonhidratlı ve işlenmiş gıdalarla beslenmek bu açıdan zararlı olarak kabul edilir ve SIBO hastalığına zemin hazırlar.SIBO Testi Nasıl Yapılır?SIBO (ince bağırsaklarda aşırı bakteri çoğalması) teşhisi için SIBO testinden yararlanılabilir. Bu test belirtilerin değerlendirilmesinin ardından hastalığın kesin tanısının konulması için planlanabilir. SIBO testi şu yöntemleri içerebilir:Nefes testiSIBO’nun en yaygın teşhis yöntemlerinden biri hidrojen ve metan nefes testi olarak bilinir. İnce bağırsakta yer alan aşırı bakteri çoğalması nedeniyle ortaya çıkan gazların ölçülmesini sağlar. Bu test öncesinden kişi 12-24 saat boyunca belirlenen besinleri tüketir ve test içerisinde nefesi ölçülür.  Yüksek miktarda hidrojen veya metan gazı tespit edildiği durumda SIBO’nun göstergesi olabilir.İnce bağırsak sıvısı kültürüİnce bağırsaktan alınan sıvı örneği, laboratuvar ortamında incelenerek SIBO teşhis edilebilir. Buna yönelik olarak tedavi yöntemi belirlenir.Kan testiKan testleri sayesinde SIBO’nun neden olduğu B12 eksikliği, demir eksikliği anemisi ve folik asit eksikliği gibi durumlar tespit edilebilir. Tam kan sayımı sayesinde bağışıklık sistemi ve sindirim sisteminin genel durumunu da değerlendirebilir.SIBO Tedavisi Nasıl Olur?SIBO tedavisi, kişinin hastalığının nedeninin belirlenmesinin ardından şiddetine bağlı olarak belirlenir. Tedavi süresince birden fazla yaklaşım şekli uygulanabilir. SIBO tedavisinde uygulanan yöntemler şöyle sıralanabilir:SIBO Diyeti Nedir?SIBO yani ince bağırsaklarda aşırı bakteri çoğalmasına bağlı olarak uygulanan en önemli yöntemler arasında düşük FODMAP diyeti yer alır. Bağırsaklarda bakteri çoğalmasını kontrol altına almayı amaçlayan beslenme şeklinde sindirim sisteminin düzenlenmesi hedeflenir. Bu diyet doktor kontrolünde kişinin ihtiyacına yönelik olarak planlanır.Düşük FODMAP diyetinde kaçınılması gereken besinler şöyle sıralanabilir:Düşük FODMAP diyetinde tüketilebilecek besinler şöyle sıralanır:Düşük FODMAP diyeti ortalama olarak 4-6 hafta süreyle uygulanır. Bu süre içerisinde bağırsaklarda yer alan bakteriyel büyüme kontrol altına alınarak semptomların hafifletilmesi hedeflenir.SIBO (İnce Bağırsaklarda Aşırı Bakteri Çoğalması) Hakkında Sık Sorulan SorularÇocuklarda SIBO belirtileri nelerdir?Çocuklarda SIBO belirtileri, karın şişliği, gaz birikmesi ve rahatsızlık hissi şeklinde ortaya çıkarak karın ağrısı ve kramplar eşliğinde görülebilir. Bağırsak hareketlerinde oluşan değişiklikler, ishal ya da kabızlık şeklinde de kendini gösterebilir. Aynı zamanda bazı çocuklar mide bulantısı ve kusma yaşayabilir.SIBO tedavi edilmediği durumda ne olur?İnce bağırsakta bakteri çoğalması tedavi edilmediği durumda ciddi sağlık problemlerine neden olabilir. Besin eksiklikleri, ince bağırsak hasarı, kilo kaybı ya da enfeksiyon riski görülebilir. Bu nedenle belirtileri ortaya çıktığı durumda tedavi için doktora başvurmak gerekir.
6,772
607
Hastalıklar
Serotonin Sendromu
Sinir hücreleri ve beynin çalışması için gerekli olan serotonin, vücutta üretilen kimyasal bir maddedir. Vücutta normalden fazla serotonin olması, titreme, ishal, kas sertliği, ateş gibi semptomlara neden olabilir. Böyle bir durumda hızlıca tedavi uygulanması gerekir, zira tedavisi ihmal edilen serotonin sendromu hastada hayati riske neden olabilir. Hafif serotonin sendromuna neden olan ilaçlar bırakıldıktan sonra hasta birkaç gün içinde normale dönebilirken, bazı durumlar da ise hastanın serotonini bloke eden ilaçlar kullanması gerekebilir. Memorial Şişli Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü uzmanları, serotonin sendromunun nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.Sinir hücreleri ve beynin çalışması için gerekli olan serotonin, vücutta üretilen kimyasal bir maddedir. Vücutta normalden fazla serotonin olması, titreme, ishal, kas sertliği, ateş gibi semptomlara neden olabilir. Böyle bir durumda hızlıca tedavi uygulanması gerekir, zira tedavisi ihmal edilen serotonin sendromu hastada hayati riske neden olabilir. Hafif serotonin sendromuna neden olan ilaçlar bırakıldıktan sonra hasta birkaç gün içinde normale dönebilirken, bazı durumlar da ise hastanın serotonini bloke eden ilaçlar kullanması gerekebilir. Memorial Şişli Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü uzmanları, serotonin sendromunun nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. Serotonin sendromu nedir?Serotonin sendromu, içeriğinde serotonin bulunan ilaç ve takviyelerin normalden fazla tüketimi sonucu vücutta olması gerekenden fazla serotonin birikmesinden kaynaklanan ve hayati riske neden olabilen bir reaksiyonudur.Serotonin maddesi, beyin ve vücudun diğer bölgelerindeki sinir hücreleri tarafından üretilerek sindirim süreci, kan akışı, nefes alma, davranışlar ve vücut ısısının düzenlenmesini sağlar.Serotonin eksikliği doktor kontrolünde reçete edilen ilaçlarla normal seviyelere getirilebilir. Ancak yeni bir ilaç alınması veya serotonin seviyesini artıran ilaçların dozunun artırılması durumu serotonin sendromuna neden olur. Günümüzde serotonin seviyesini etkileyen birçok ilaç vardır. Bu ilaçların kontrolsüz kullanılması da serotonin sendromu vakalarının artmasına neden olmaktadır.Serotonin sendromunun belirtileri nelerdir?Serotonin sendromunun belirtileri genellikle yeni bir ilaç veya kullanılan ilaçların dozunun artırılmasından birkaç saat sonra başlar.Hafif serotonin sendromu belirtileri şunlardır; Huzursuzluk Uykusuzluk Bilinç bulanıklığı Hızlı kalp atış hızı Yüksek tansiyon İrileşmiş gözbebekleri Kas koordinasyonu kaybı Kas sertliği Terleme İshal Baş ağrısı TitremeHayati riske neden olabilen şiddetli serotonin sendromunun belirtileri ise şunlardır; Yüksek ateş Titreme Nöbetler Düzensiz kalp atışı BilinçsizlikSerotonin sendromu riski kimlerde görülür?Reçeteli ya da reçetesiz ilaçlar, bitkisel veya diyet takviyeleri, yasa dışı maddeler ve ilaçlar serotonin sendromu riskini artırır. Her yaştan insanda görülebilen serotonin sendromu bazı durumlarda tek bir ilacın alınmasıyla görülürken bazı durumlarda da belirli ilaçlar birleştirdiğinde ortaya çıkar. Migren ilacıyla birlikte alınan antidepresanlar ya da bir ağrı kesici ile antidepresanın alınması serotonin sendromuna neden olabilir. Serotonin sendromu risk faktörlerini şu durumlar artırır; Serotonin düzeyini yükselttiği bilinen bir ilacı almak veya dozunu artırmak Serotonin seviyesini artırdığı bilinen birden fazla ilacı kullanmak Serotonin seviyesini artıran bitkisel takviyeler almak Serotonin seviyelerini artıran yasaklanmış ilaç ya da madde kullanmakSerotonin sendromu nasıl teşhis edilir?Serotonin sendromunun kesin olarak teşhis edilmesini sağlayan bir test yoktur. Ancak doktorun fiziki muayenesi, hastadaki belirtiler ve kullandığı ilaçların sorgulanması ile teşhis konulabilmektedir. Hastanın kullandığı ilaçların düzeylerini ölçmek için kan ve idrar testleri istenebilir.Serotonin sendromunun tedavisi nedir?Hafif serotonin sendromunun tedavisi hastanın kullandığı ilacı sonlandırmak veya dozunu değiştirerek yapılabilir. Orta şiddette serotonin sendromunda hasta bir gün doktor kontrolünde hastaneye yatırılarak vücutta biriken serotonin seviyelerine neden olan ilaçlar ya da dışarıdan alınan takviyeler kontrol altına alınır. Şiddetli serotonin sendromunda ise hasta vücut ve organ fonksiyonlarını yakından izlenebileceği yoğun bakım ünitesine yatırılır. Kas sertliği ve nöbet benzeri hareketler gibi semptomları hafifletmek sakinleştirici, yüksek ateşi kontrol altına almak için serum ve kandaki oksijen seviyelerini iyileştirmek için bir maske aracılığıyla oksijen, kalp atış hızını ve kan basıncını kontrol eden ilaçlar kullanılır.  Serotonin sendromunun tedavisi hastalığın şiddetine göre belirlenir.Serotonin Sendromu İle İlgili Sık Sorulan SorularSerotonin sendromu olan hasta ne zaman doktora gitmeli?Yeni bir ilaca başladıktan veya kullandığı ilacın dozunu artırdıktan sonra serotonin sendromundan şüphelenen hastanın hızlı bir şekilde uzmana başvurması gerekir.Serotonin sendromu nasıl önlenir?Serotonin sendromunu önlemek için bu konuda bilinçli olunması gerekir. Serotonin maddesi içeren birden fazla ilaç ya da kullanılan ilacın dozunu artırmak serotonin sendromu riskini artırır. Bu nedenle hangi ilacın alınacağı ve ilacın listesi doktorla birlikte yapılmalıdır. Aile hikayesinde serotonin sendromu olan kişiler bu konuyu mutlaka doktoruyla paylaşması gerekir. Birden fazla doktora tedavi oluyorsanız kullandığınız ilaçları doktorunuzla paylaşın.Serotonin sendromu ölümcül bir hastalık mıdır?Ciddi bir ilaç reaksiyonu olan serotonin sendromu semptomları yaşayan hastanın hızlı bir şekilde tedavi edilmesi gerekir. Çünkü serotonin sendromu tedavi edilmediği takdirde bilinç kaybı ve ölüme neden olabilir. Serotonin sendromu nedir?Serotonin sendromu, içeriğinde serotonin bulunan ilaç ve takviyelerin normalden fazla tüketimi sonucu vücutta olması gerekenden fazla serotonin birikmesinden kaynaklanan ve hayati riske neden olabilen bir reaksiyonudur.Serotonin maddesi, beyin ve vücudun diğer bölgelerindeki sinir hücreleri tarafından üretilerek sindirim süreci, kan akışı, nefes alma, davranışlar ve vücut ısısının düzenlenmesini sağlar.Serotonin eksikliği doktor kontrolünde reçete edilen ilaçlarla normal seviyelere getirilebilir. Ancak yeni bir ilaç alınması veya serotonin seviyesini artıran ilaçların dozunun artırılması durumu serotonin sendromuna neden olur. Günümüzde serotonin seviyesini etkileyen birçok ilaç vardır. Bu ilaçların kontrolsüz kullanılması da serotonin sendromu vakalarının artmasına neden olmaktadır.Serotonin sendromunun belirtileri nelerdir?Serotonin sendromunun belirtileri genellikle yeni bir ilaç veya kullanılan ilaçların dozunun artırılmasından birkaç saat sonra başlar.Hafif serotonin sendromu belirtileri şunlardır;Hayati riske neden olabilen şiddetli serotonin sendromunun belirtileri ise şunlardır;Serotonin sendromu riski kimlerde görülür?Reçeteli ya da reçetesiz ilaçlar, bitkisel veya diyet takviyeleri, yasa dışı maddeler ve ilaçlar serotonin sendromu riskini artırır. Her yaştan insanda görülebilen serotonin sendromu bazı durumlarda tek bir ilacın alınmasıyla görülürken bazı durumlarda da belirli ilaçlar birleştirdiğinde ortaya çıkar. Migren ilacıyla birlikte alınan antidepresanlar ya da bir ağrı kesici ile antidepresanın alınması serotonin sendromuna neden olabilir. Serotonin sendromu risk faktörlerini şu durumlar artırır;Serotonin sendromu nasıl teşhis edilir?Serotonin sendromunun kesin olarak teşhis edilmesini sağlayan bir test yoktur. Ancak doktorun fiziki muayenesi, hastadaki belirtiler ve kullandığı ilaçların sorgulanması ile teşhis konulabilmektedir. Hastanın kullandığı ilaçların düzeylerini ölçmek için kan ve idrar testleri istenebilir.Serotonin sendromunun tedavisi nedir?Hafif serotonin sendromunun tedavisi hastanın kullandığı ilacı sonlandırmak veya dozunu değiştirerek yapılabilir. Orta şiddette serotonin sendromunda hasta bir gün doktor kontrolünde hastaneye yatırılarak vücutta biriken serotonin seviyelerine neden olan ilaçlar ya da dışarıdan alınan takviyeler kontrol altına alınır. Şiddetli serotonin sendromunda ise hasta vücut ve organ fonksiyonlarını yakından izlenebileceği yoğun bakım ünitesine yatırılır. Kas sertliği ve nöbet benzeri hareketler gibi semptomları hafifletmek sakinleştirici, yüksek ateşi kontrol altına almak için serum ve kandaki oksijen seviyelerini iyileştirmek için bir maske aracılığıyla oksijen, kalp atış hızını ve kan basıncını kontrol eden ilaçlar kullanılır.  Serotonin sendromunun tedavisi hastalığın şiddetine göre belirlenir.Serotonin Sendromu İle İlgili Sık Sorulan SorularSerotonin sendromu olan hasta ne zaman doktora gitmeli?Yeni bir ilaca başladıktan veya kullandığı ilacın dozunu artırdıktan sonra serotonin sendromundan şüphelenen hastanın hızlı bir şekilde uzmana başvurması gerekir.Serotonin sendromu nasıl önlenir?Serotonin sendromunu önlemek için bu konuda bilinçli olunması gerekir. Serotonin maddesi içeren birden fazla ilaç ya da kullanılan ilacın dozunu artırmak serotonin sendromu riskini artırır. Bu nedenle hangi ilacın alınacağı ve ilacın listesi doktorla birlikte yapılmalıdır. Aile hikayesinde serotonin sendromu olan kişiler bu konuyu mutlaka doktoruyla paylaşması gerekir. Birden fazla doktora tedavi oluyorsanız kullandığınız ilaçları doktorunuzla paylaşın.Serotonin sendromu ölümcül bir hastalık mıdır?Ciddi bir ilaç reaksiyonu olan serotonin sendromu semptomları yaşayan hastanın hızlı bir şekilde tedavi edilmesi gerekir. Çünkü serotonin sendromu tedavi edilmediği takdirde bilinç kaybı ve ölüme neden olabilir.
3,274
608
Hastalıklar
Sertleşme Bozukluğu
Sertleşme(ereksiyon) çiftler arasındaki cinsel ilişkinin sağlıklı bir şekilde yürümesi için hayati önem taşıyor. Ancak 40 yaş altı erkeklerde %5-20 arasında, 40 yaş üstü erkeklerde ise %25-50 oranında sertleşme bozuklukları görülebiliyor. Yaş, hastalıklar, diyet, stres, sigara, alkol kullanımı ve obezitenin neden olduğu sertleşme bozuklukları kişinin sosyal ve psikolojik hayatında olumsuzluklara neden olabiliyor. İlişki esnasında penisin yeterince sertleşmemesi veya sertleşmenin sürdürülememesi, cinsel istekte azalma ve orgazm bozukluklarına neden olabilen bozukluklar alanında uzman hekimlerin kontrolünde tedavi edilebiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Üroloji ve Androloji Bölümü’nden Doç. Dr. Fatih Yanaral, erkeklerde görülen sertleşme bozukluklarının nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.Sertleşme(ereksiyon) çiftler arasındaki cinsel ilişkinin sağlıklı bir şekilde yürümesi için hayati önem taşıyor. Ancak 40 yaş altı erkeklerde %5-20 arasında, 40 yaş üstü erkeklerde ise %25-50 oranında sertleşme bozuklukları görülebiliyor. Yaş, hastalıklar, diyet, stres, sigara, alkol kullanımı ve obezitenin neden olduğu sertleşme bozuklukları kişinin sosyal ve psikolojik hayatında olumsuzluklara neden olabiliyor. İlişki esnasında penisin yeterince sertleşmemesi veya sertleşmenin sürdürülememesi, cinsel istekte azalma ve orgazm bozukluklarına neden olabilen bozukluklar alanında uzman hekimlerin kontrolünde tedavi edilebiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Üroloji ve Androloji Bölümü’nden Doç. Dr. Fatih Yanaral, erkeklerde görülen sertleşme bozukluklarının nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. Sertleşme Bozukluğu (İktidarsızlık) Nedir?Erkeklerde görülen ve cinsel yaşamını olumsuz etkileyen sertleşme bozukluğu, penisin sağlıklı bir cinsel ilişkiye yetecek düzeyde sertleşmemesi ya da bu sertleşmenin devam ettirilememesi olarak tanımlanır. Bu rahatsızlığı yaşayan erkekler, peniste yeterli sertleşme sağlayamaz ve başarılı bir cinsel birleşme gerçekleştiremez.Sertleşme Bozukluğu Belirtileri Nelerdir? Erkeklerde görülen sosyal ve psikolojik problemlere neden olan sertleşme bozukluğu cinsel ilişkiyi sağlayacak yeterli sertleşmenin olmaması durumudur. İlişkide sorunlar yaşanmasına neden olabilen sertleşme bozukluğunun en önemli belirtileri şunlardır;  İlişki esnasında penisin yetersiz sertleşmesi Peniste sertleşmenin sürdürülememesi Cinsel istekte azalma Orgazm bozuklukları Penetrasyonu sağlayamamak (vajenin içine girilmesi)Sertleşme Sorununun Nedenleri Nelerdir?Sertleşme bozukluğu çiftler arasındaki cinsel yaşamı etkileyen önemli bir rahatsızlıktır. Erkeklerde sertleşme bozukluğuna neden olabilecek birçok faktör bulunmaktadır. Sertleşme bozukluğunun nedenleri fiziksel ve psikolojik etkenler olarak sınıflandırılır.Sertleşme Sorununun Fiziksel Nedenleri Nelerdir?Sertleşme bozukluğu fiziksel veya psikolojik nedenlere bağlı gelişebilir. Fiziksel nedenler şunlardır; Damar sertleşmesi (Ateroskleroz) Hipertansiyon Obezite Kalp hastalıkları Diyabet Parkinson Tütün kullanımı Uykusuzluk Prostat kanseri veya tedavisi Düşük testosteron Tiroid bozukluğu Hipertansiyon ve antidepresan ilaçlarının bazıları Peyronie hastalığı Prostat, mesane, bağırsak ameliyatları          gibi nedenler penise giden kan akışını bozarak sertleşme sorununa neden olur.Sertleşme Sorununun Psikolojik Nedenleri Nelerdir?Sertleşme bozukluğunun gelişmesinde fiziksel etkenler dışında psikolojik nedenler de yer almaktadır. Beyin, cinsel heyecan ve duygulardan başlayarak bazı fiziksel durumları tetikleme konusunda önemli bir rol oynar. Sertleşme bozukluğuna neden olan psikolojik problemleri şöyle sıralamak mümkündür: Stres   Anksiyete ve depresyon Özgüven eksikliği İlişki sorunları Cinsel isteksizlikSertleşme Sorunu En Çok Kimlerde Görülür? Görülme Sıklığı Nedir?Sertleşme sorunu erkeklerde her yaşta görülebilir. Ancak ileri yaşta görülme sıklığı daha da artar. 40 yaş üstü erkeklerde bu oranın %50’ye kadar çıkabileceği belirlenmiştir. 40 yaş altı erkeklerde sertleşme sorunu %5-20 iken 40 yaş üzeri erkeklerde %25-50 oranına çıkabilir. Daha yaşlı erkeklerde ise oran yükselmektedir. Yaş dışında risk faktörleri olan erkeklerde görülme sıklığı artmaktadır. Bu riskler arasında; sigara içmek, hipertansiyon ya da diyabet hastalığı, kalp hastalığı olmak, obezite, ameliyat ve travma öyküsü sıralanabilir.Sertleşme Sorununun Olumsuz Etkileri Nelerdir?Erkeklerde gelişen sertleşme bozukluğu, kişinin yaşamını ve ilişkilerini doğrudan etkiler. Sertleşme bozukluğundan kaynaklanan olumsuz durumlar ise şunlardır;Cinsel hayat sorunları: Yeterli sertleşmeyi sağlayamayan veya sürdüremeyen erkeklerde cinsel hayat sorunları gelişir.Özgüven kaybı: Kişinin sağlıklı bir cinsel ilişki sağlayamaması özgüven kaybına neden olur. Bu durum duygusal sorunları beraberinde getirir.İlişki sorunları: Sertleşme sorunu yaşayan erkekler partnerleriyle iletişim sorunları yaşayabilir. Kişinin kendisini ve partnerini tatmin edememe düşüncesine kapılması ile parteriyle olan ilişkileri sosyal olarak da zarar görür.Psikolojik sorunlar: Sertleşme sorunu yaşayan erkeklerin anksiyete, depresyon gibi psikolojik sorunlara daha yatkın olur.Sertleşme Bozukluğu Nasıl Anlaşılır ve Teşhisi Nasıl Konur?Sertleşme bozukluğu tanısı için en önemli konu hasta öyküsüdür. Hastanın ilişki sırasında yeterli penis sertliği sağlayamaması veya bu sertliği koruyamaması, cinsel birliktelikten zevk alamaması, orgazm sorunları yaşaması, cinsel ilişki sayısında azalma yaşaması, bozulmuş boşalma fonksiyonları yaşadığını anlatması sertleşme bozukluğunu tanısında önemli veriler oluşturur.Sertleşme bozukluğunun altında yatan sebepleri öğrenmeden önce doktorun size hem ilişki hem de cinsel hayatınızla ilgili bazı sorular sorması olasıdır. Altında yatan fiziksel nedenleri öğrenmeden önce bu sorulara vereceğiniz cevaplar teşhis süreci açısından önemlidir.Sertleşme bozukluğu ön tanısı ile değerlendiren hastaya uzman hekim tarafından fizik muayene de yapılır. Penisin yapısı, testis boyutları, kıllanma seviyesi değerlendirilir. Gerekli durumlarda testosteron, kolesterol, kan şekeri, hormon değerlerini incelemek amacıyla kan testi alınır. İleri incelemede penise giden damarların yapısını değerlendirmek amacıyla da Doppler Ultrasonografi kullanılabilir.Sertleşme Bozukluğu Tedavisi Nedir?Sertleşme bozukluğu tedavi edilemez bir hastalık değildir. Konusunda uzman hekimlerce doğru şekilde yönetilen hastalık başarılı bir şekilde tedavi edilebilmektedir. Sertleşme bozukluğu tedavisinde ilk aşama hastanın yaşam tarzında değişikliklere gitmesiyle başlar. Sertleşme bozukluğunun tedavi yöntemleri şunlardır;  Penise giden kan akışını artırmak için bazı ilaçlar Hormon takviyeleri Enjeksiyon tedavisi ESWT (Penis ve çevresine uygulanan şok dalgalar) Düzenli egzersiz Sağlıklı bir diyet programı, Sigara tüketiminin bırakılması Alkol tüketimini azaltmak Sağlıklı bir uyku düzeni Stresten uzaklaşmak Penil protez (mutluluk çubuğu) PsikoterapiSertleşme Bozukluğu İle İlgili Sık Sorulan SorularSertleşmeye Evde Çözüm Nedir? Sertleşme bozukluğu olan hastalar ilk aşamada yaşam tarzında değişikliklere gitmelidir. Egzersiz, diyet, sigara ve alkolden uzaklaşma gibi değişimler sertleşme üzerine olumlu etkilidir. Çeşitli ilaç ve takviye ürünler ile bu sorun tedavi edilebilir. Ayrıca evde uygulanabilen self-ESWT uygulaması özel bir cihazla hastanın penisine şok dalgaları vermesi ile penise giden kanlanmanın arttırılmasına neden olur ve sertleşme sorununa olumlu etki eder.  Erkeklerde Sertleşmeye İyi Gelen Gıdalar Nelerdir?Sağlıklı bir diyet programı normal bir cinsel fonksiyon için önemlidir. Sertleşme fizyolojisinde bulunan vitamin, mineraller içeren gıdalar sertleşmeyi arttırabilir. Ancak ciddi bir sertleşme bozukluğu için sadece gıda takviyeleri yeterli olmayacaktır. Basit bir sertleşme problemi yaşayan hastalara badem, ceviz, yumurta, kırmızı et, bitter çikolata ve istiridye gibi besinler olumlu etki sağlayabilir;Sertleşme Bozukluğu İçin Hangi Doktora Gidilir?Erkeklerde sertleşme bozukluğu sık rastlanan bir durumdur. Bu rahatsızlık alanında uzmanı hekimlerce yönetimi oldukça önemlidir. Erkek sertleşme bozukluğu ile ilgilenen bölüm ürolojidir. Üroloji bölümünün cinsel sağlık sorunları ile ilgilenen yan branşı ise androlojidir. Tüm üroloji hekimleri androloji konusu ile ilgilenmemektedir. Konusunda uzman bir ürolog veya androloji ile ilgilenen bir hekim ile sertleşme sorununa çözüm sağlamak mümkündür.Ereksiyon Nedir ve Ne Anlama Gelir?Ereksiyon penisin sertleşmesi durumudur. Penis içerisindeki süngerimsi dokularda bulunan kan damarları genişleyerek kan dolar ve sertleşme gerçekleşir. Cinsel uyarılar, hormonlar ve sinir sisteminin iş birliğiyle penis ereksiyonu sağlanır. Ereksiyon cinsel birliktelik sırasında penetrasyonu sağlamaya yarar ve cinsel tatmin açısından önemlidir. Sertleşme Bozukluğu (İktidarsızlık) Nedir?Erkeklerde görülen ve cinsel yaşamını olumsuz etkileyen sertleşme bozukluğu, penisin sağlıklı bir cinsel ilişkiye yetecek düzeyde sertleşmemesi ya da bu sertleşmenin devam ettirilememesi olarak tanımlanır. Bu rahatsızlığı yaşayan erkekler, peniste yeterli sertleşme sağlayamaz ve başarılı bir cinsel birleşme gerçekleştiremez.Sertleşme Bozukluğu Belirtileri Nelerdir? Erkeklerde görülen sosyal ve psikolojik problemlere neden olan sertleşme bozukluğu cinsel ilişkiyi sağlayacak yeterli sertleşmenin olmaması durumudur. İlişkide sorunlar yaşanmasına neden olabilen sertleşme bozukluğunun en önemli belirtileri şunlardır; Sertleşme Sorununun Nedenleri Nelerdir?Sertleşme bozukluğu çiftler arasındaki cinsel yaşamı etkileyen önemli bir rahatsızlıktır. Erkeklerde sertleşme bozukluğuna neden olabilecek birçok faktör bulunmaktadır. Sertleşme bozukluğunun nedenleri fiziksel ve psikolojik etkenler olarak sınıflandırılır.Sertleşme Sorununun Fiziksel Nedenleri Nelerdir?Sertleşme bozukluğu fiziksel veya psikolojik nedenlere bağlı gelişebilir. Fiziksel nedenler şunlardır;gibi nedenler penise giden kan akışını bozarak sertleşme sorununa neden olur.Sertleşme Sorununun Psikolojik Nedenleri Nelerdir?Sertleşme bozukluğunun gelişmesinde fiziksel etkenler dışında psikolojik nedenler de yer almaktadır. Beyin, cinsel heyecan ve duygulardan başlayarak bazı fiziksel durumları tetikleme konusunda önemli bir rol oynar. Sertleşme bozukluğuna neden olan psikolojik problemleri şöyle sıralamak mümkündür:Sertleşme Sorunu En Çok Kimlerde Görülür? Görülme Sıklığı Nedir?Sertleşme sorunu erkeklerde her yaşta görülebilir. Ancak ileri yaşta görülme sıklığı daha da artar. 40 yaş üstü erkeklerde bu oranın %50’ye kadar çıkabileceği belirlenmiştir. 40 yaş altı erkeklerde sertleşme sorunu %5-20 iken 40 yaş üzeri erkeklerde %25-50 oranına çıkabilir. Daha yaşlı erkeklerde ise oran yükselmektedir. Yaş dışında risk faktörleri olan erkeklerde görülme sıklığı artmaktadır. Bu riskler arasında; sigara içmek, hipertansiyon ya da diyabet hastalığı, kalp hastalığı olmak, obezite, ameliyat ve travma öyküsü sıralanabilir.Sertleşme Sorununun Olumsuz Etkileri Nelerdir?Erkeklerde gelişen sertleşme bozukluğu, kişinin yaşamını ve ilişkilerini doğrudan etkiler. Sertleşme bozukluğundan kaynaklanan olumsuz durumlar ise şunlardır;Cinsel hayat sorunları: Yeterli sertleşmeyi sağlayamayan veya sürdüremeyen erkeklerde cinsel hayat sorunları gelişir.Özgüven kaybı: Kişinin sağlıklı bir cinsel ilişki sağlayamaması özgüven kaybına neden olur. Bu durum duygusal sorunları beraberinde getirir.İlişki sorunları: Sertleşme sorunu yaşayan erkekler partnerleriyle iletişim sorunları yaşayabilir. Kişinin kendisini ve partnerini tatmin edememe düşüncesine kapılması ile parteriyle olan ilişkileri sosyal olarak da zarar görür.Psikolojik sorunlar: Sertleşme sorunu yaşayan erkeklerin anksiyete, depresyon gibi psikolojik sorunlara daha yatkın olur.Sertleşme Bozukluğu Nasıl Anlaşılır ve Teşhisi Nasıl Konur?Sertleşme bozukluğu tanısı için en önemli konu hasta öyküsüdür. Hastanın ilişki sırasında yeterli penis sertliği sağlayamaması veya bu sertliği koruyamaması, cinsel birliktelikten zevk alamaması, orgazm sorunları yaşaması, cinsel ilişki sayısında azalma yaşaması, bozulmuş boşalma fonksiyonları yaşadığını anlatması sertleşme bozukluğunu tanısında önemli veriler oluşturur.Sertleşme bozukluğunun altında yatan sebepleri öğrenmeden önce doktorun size hem ilişki hem de cinsel hayatınızla ilgili bazı sorular sorması olasıdır. Altında yatan fiziksel nedenleri öğrenmeden önce bu sorulara vereceğiniz cevaplar teşhis süreci açısından önemlidir.Sertleşme bozukluğu ön tanısı ile değerlendiren hastaya uzman hekim tarafından fizik muayene de yapılır. Penisin yapısı, testis boyutları, kıllanma seviyesi değerlendirilir. Gerekli durumlarda testosteron, kolesterol, kan şekeri, hormon değerlerini incelemek amacıyla kan testi alınır. İleri incelemede penise giden damarların yapısını değerlendirmek amacıyla da Doppler Ultrasonografi kullanılabilir.Sertleşme Bozukluğu Tedavisi Nedir?Sertleşme bozukluğu tedavi edilemez bir hastalık değildir. Konusunda uzman hekimlerce doğru şekilde yönetilen hastalık başarılı bir şekilde tedavi edilebilmektedir. Sertleşme bozukluğu tedavisinde ilk aşama hastanın yaşam tarzında değişikliklere gitmesiyle başlar. Sertleşme bozukluğunun tedavi yöntemleri şunlardır; Sertleşme Bozukluğu İle İlgili Sık Sorulan SorularSertleşmeye Evde Çözüm Nedir? Sertleşme bozukluğu olan hastalar ilk aşamada yaşam tarzında değişikliklere gitmelidir. Egzersiz, diyet, sigara ve alkolden uzaklaşma gibi değişimler sertleşme üzerine olumlu etkilidir. Çeşitli ilaç ve takviye ürünler ile bu sorun tedavi edilebilir. Ayrıca evde uygulanabilen self-ESWT uygulaması özel bir cihazla hastanın penisine şok dalgaları vermesi ile penise giden kanlanmanın arttırılmasına neden olur ve sertleşme sorununa olumlu etki eder.  Erkeklerde Sertleşmeye İyi Gelen Gıdalar Nelerdir?Sağlıklı bir diyet programı normal bir cinsel fonksiyon için önemlidir. Sertleşme fizyolojisinde bulunan vitamin, mineraller içeren gıdalar sertleşmeyi arttırabilir. Ancak ciddi bir sertleşme bozukluğu için sadece gıda takviyeleri yeterli olmayacaktır. Basit bir sertleşme problemi yaşayan hastalara badem, ceviz, yumurta, kırmızı et, bitter çikolata ve istiridye gibi besinler olumlu etki sağlayabilir;Sertleşme Bozukluğu İçin Hangi Doktora Gidilir?Erkeklerde sertleşme bozukluğu sık rastlanan bir durumdur. Bu rahatsızlık alanında uzmanı hekimlerce yönetimi oldukça önemlidir. Erkek sertleşme bozukluğu ile ilgilenen bölüm ürolojidir. Üroloji bölümünün cinsel sağlık sorunları ile ilgilenen yan branşı ise androlojidir. Tüm üroloji hekimleri androloji konusu ile ilgilenmemektedir. Konusunda uzman bir ürolog veya androloji ile ilgilenen bir hekim ile sertleşme sorununa çözüm sağlamak mümkündür.Ereksiyon Nedir ve Ne Anlama Gelir?
5,838
609
Hastalıklar
Serebral Palsi
Serebral palsi, beynin hareketi, dengeyi ve duruşu kontrol eden kısımlarında hasar veya anormal gelişim sonucu ortaya çıkan bir hareket bozukluğudur. Serebral palsi, bebeklik döneminde beynin kas hareketini kontrol eden bölgelerinde hasar oluşursa veya bu bölgeler olması gerektiği gibi gelişemediğinde meydana gelir. “Serebral” kelimesi, beynin motor fonksiyonunu düzenleyen kısmı olan beynin serebrumunu (merkezi sinir sistemi bölümü), “Palsi” ise vücudun belirli bölgelerinde istemli hareketlerin felcini ifade eder. Serebral palsi, beynin hareketi, dengeyi ve duruşu kontrol eden kısımlarında hasar veya anormal gelişim sonucu ortaya çıkan bir hareket bozukluğudur. Serebral palsi, bebeklik döneminde beynin kas hareketini kontrol eden bölgelerinde hasar oluşursa veya bu bölgeler olması gerektiği gibi gelişemediğinde meydana gelir. “Serebral” kelimesi, beynin motor fonksiyonunu düzenleyen kısmı olan beynin serebrumunu (merkezi sinir sistemi bölümü), “Palsi” ise vücudun belirli bölgelerinde istemli hareketlerin felcini ifade eder.  Serebral Palsi Nedir?Serebral palsi, beynin kas hareketlerini kontrol eden bölgelerinin doğum öncesi, doğum sırası veya doğum sonrası dönemde gelişememesi veya hasar görmesi sonucu ömür boyu süren fiziksel engellilik durumudur. Kasları kontrol etme yeteneğini, hareketleri ve duruş gibi motor becerileri doğru çalışamaz.Serebral palsinin sık görülen belirtileri arasında hareket etme zorluğu, konuşmada güçlük, kontrolsüz hareketler, kas sertliği ve huysuzluk görülür.Bebeklerde nedensiz bir şekilde çok sık ağlama görülüyorsa, ellerini başparmakları avuç içinde olacak şekilde yumulu tutuyor ve açmıyorsa, kol ve bacak hareketlerinde asimetri varsa mutlaka bir çocuk nöroloji bölümüne başvurmak gerekir.Beyin felci olarak da ifade edilen serebral palsi hastalığı temelde doğumdan önce beynin anormal gelişmesinden kaynaklanır. Belirtiler arasında abartılı refleksler, gevşek veya sert uzuvlar ve istemsiz hareketler bulunur. Bunlar erken çocukluk döneminde ortaya çıkar. Uzun süreli tedavide fiziksel ve diğer terapiler, ilaçlar ve bazen de cerrahi müdahale yer alır. Bu yöntemler hastalığı tamamen yok etmese bile semptomların azalmasına ve çocuğun nispeten daha rahat bir yaşam sürmesine olanak sağlar.Serebral Palsi Çeşitleri Nelerdir?Serebral Palsi hastalığında beynin etkilenen bölgesi ve zedelenme derecesine göre her çocuk hastada klinik tablo değişkenlik gösterebilmektedir. Kimi çocukta spastik hemipleji görülebilirken kimi vakalarda spastik dipleji ortaya çıkabilir. SP hastalarında en sık görülen, tanı koydurucu belirtilerden birisi, kas tonusunun artmasıdır (spastisite). Etkilenen vücut bölümlerine serebral şöyle çeşitlendirilebilir:Spastik serebral palsiEn yaygın serebral palsi türü spastik serebral palsi'dir. Spastik serebral palsi, hastalığa yakalanan kişilerin yaklaşık %80'ini etkiler. Spastik serebral valsi vakası olan kişilerde kas tonusunun arttığı gözlemlenir. Bu durum, kasların sertleştiği ve sonuç olarak hareketlerin anormalleşebileceği anlamını taşır. Spastik serebral palsi genellikle vücudun hangi kısımlarının etkilendiğine göre şu şekilde tanımlanır:Spastik dipleji/diparezi: Spastik diplejide kas sertliği çoğunlukla bacaklardadır ve kollar bu durumdan ya daha az etkilenir ya da hiç etkilenmez. Sıkı kalça ve bacak kasları bacakların birbirine doğru çekilmesine, içe doğru dönmesine ve dizlerde çaprazlanmasına neden olur ve bu durum kişinin yürümesini zorlaştırır.Spastik hemipleji/hemiparezi: Spastik hemipleji vakalarında kişinin vücudunun sadece bir tarafı etkilenir. Bu süreçte kollar bacaktan daha fazla etkilenir.Spastik quadripleji/quadriparezi: Spastik serebral palsi'nin en şiddetli formu spastik quadriplejidir. Bu tür, vücudun dört uzvunu, gövdeyi ve yüzü etkiler. Spastik quadriparezisi olan kişiler genellikle yürüyememe sorunuyla karşı karşıya kalır ve sıklıkla zihinsel engellilik; nöbetler veya görme, duyma veya konuşma sorunları gibi diğer gelişimsel engellere sahiptirler. Diskinetik serebral palsi: Diskinetik serebral palsi vakaları hastaların yüzde 12’sinde görülür, etkilenen kol ve bacaklar dışında, istem dışı hareketler gözlemlenir. Diskinetik serebral palsi ise kendi için farklı türlere ayrılabilir: Atetoid tip türünde, çocuk, kol ve bacaklarının uç kısımlarında istemsiz ve yavaş kıvrılma hareketleri görülür. Bu türde hareketler kontrolsüz ve dalgalı bir şekilde olur.Diskinetik serebral palsi'nin distonik tipinde çocukların kasları kıvrılır, boru şeklinde ve dönme tarzında bir kasılma yaşar. Bilinçli bir kas hareketi yapıldığında vücuttaki kasılmalar daha da artar ve kolların ve bacakların üst kısımlarında bu kasılmalar daha da yaygın görülür. Ataksik tip türünde ise çocuğun kas hareketlerinde koordinasyon bozukluğu vardır. Çocuk yürürken dengesini sağlamakta güçlük çeker, yürümede zorlanır, hareketler titrek, düzensiz ve normalin dışındadır. Serebral Palsi Neden Olur?Erken doğum, doğum sırasında oksijen eksikliği, kızamık, zika gibi enfeksiyonlar, yenidoğan hipoglisemisi, genetik faktörler doğum öncesi ve doğum sırası nedenleri olarak ayrılırken; kaza yaralanması, beyin felci veya sarılık gibi durumlar da doğum sonrası nedenler olarak gösterilir.Serebral Palsinin doğum öncesi ve doğum sırası nedenleri şöyledir: Erken doğum Kızamıkçık, zika gibi merkezi sinir sistemini etkileyen enfeksiyonlar Fetal gelişimi etkileyen genetik sorunlar Kan akışı veya oksijen yetersizliği Yenidoğan hipoglisemisi Annede tiroid hastalığı ve iyot eksikliği Bebeğin ters gelmesiDoğum sonrası serebral palsi nedenleri ise şunlardır: Kaza sonrası yaralanmalar Beyin felci Fiziksel istismar Enfeksiyon veya kanama Sarılık Boğulma vakalarıSerebral Palsi Risk FaktörleriSerebral palsi anne sağlığı, bebek hastalıkları, gebelik ve doğum faktörlerine bağlı olarak bazı risk faktörlerini ortaya çıkarır. Bu faktörler serebral palsi hastalığının görülme sıklığını ve seyrini etkileyebilir. Bu faktörleri şöyle açıklamak mümkündür:Anne sağlığı Hamilelik sırasında annenin yaşadığı bazı enfeksiyonlar veya toksik maruziyetler, bebekte serebral palsi riskini önemli ölçüde artırabilir ve hastalığın gelişimini tetikleyebilir. Enfeksiyon veya ateşin tetiklediği iltihaplanma, doğmamış bebeğin gelişmekte olan beynine zarar verebilir ve böylelikte serebral palsi ortaya çıkabilir. Sitomegalovirüs: Hamilelik döneminde ortaya çıkabilen sitomegaovirüs, grip benzeri semptomlara neden olabilmesiyle bilinir. Bir annenin hamileliği sırasında ilk aktif enfeksiyonu geçirmesi, doğum kusurlarına yol açabilir. Bu doğum kusurları da bebekte serebral palsi riskini artırabilir.Kızamıkçık: Kızamıkçık genelde aşı ile önlenebilen bir enfeksiyondur. Ancak hamilelik döneminde görülürse bebeğin sağlığını da etkileyebilir.Herpes: Herpes enfeksiyonu hamilelik sırasında anneden çocuğa geçebilir, bu durum aynı zamanda rahim ve plasentayı da etkileyebilir.Frengi: Frengi, genellikle cinsel temasla yayılan bir bakteriyel enfeksiyondur.Toksoplazmoz: Toksoplazmoz, kirli yiyeceklerde, toprakta ve enfekte kedilerin dışkısında bulunan bir parazitten kaynaklanır. Hamilelik sürecinde etkilenen anne adayları olabilir ve bu durum bebeği de etkileyebilir. Zika virüsü enfeksiyonu: Bu enfeksiyon sivrisinek ısırıkları yoluyla insana geçer ve doğmamış bir bebeğin beyin gelişimini etkileyebilir. Bu gibi durumları önlemek için sivrisinek ısırıklarına karşı dikkatli olmak gerekir. Rahim içi enfeksiyonlar: Aynı zamanda plasenta veya fetal zarların enfeksiyonları da rahim içi enfeksiyonlara dahildir.Toksinlere maruz kalma: Hamilelik döneminde anne adayının toksin maddelere maruz kalması zararlı bir durumdur ve bebeği de olumsuz etkileyebilir.Diğer faktörler: Anneyi etkileyen ve serebral palsi riskini hafifçe artırabilen diğer durumlar arasında tiroid rahatsızlıkları, preeklampsi veya nöbetler yer alır.Bebek hastalıklarıYenidoğan bebeklerde serebral palsi riskini büyük oranda artırabilecek bazı hastalıklar söz konusudur. Bunların başında bakteriyel menenjit, ensefalit ve beyin kanaması gelir. Bunlar şu şekilde açıklanabilir:Bakteriyel menenjit: Bakteriyel menenjit, beyin ve omuriliği çevreleyen zarlarda şişmeye neden olan bir hastalıktır. Bu da bebekte serebral palsi riskini artırabilir.Viral ensefalit: Viral ensefalit aynı zamanda beyin ve omuriliği çevreleyen zarlarda şişmeye yol açabilir.Şiddetli veya tedavi edilmemiş sarılık: Sarılık, cilt ve gözlerin sararması durumudur. Bu durum, "kullanılmış" kan hücrelerinin belirli yan ürünlerinin kan dolaşımından filtrelenmemesi durumunda meydana gelir.Beyin kanaması: Beyin kanaması, genellikle bebeğin rahimde veya erken bebeklik döneminde felç geçirmesi ile ortaya çıkar. Gebelik ve doğum faktörleri Gebelik ve doğum faktörlerinin de serebral palsi hastalığına payı olsa da potansiyel olarak sınırlı riskleri içerir.Düşük kiloyla doğmak: 2.5 kilodan daha az kiloda dünyaya gelen bebeklerde serebral palsi gelişme riski daha yüksektir ancak bu veri hastalık açısından bir kesinlik doğurmaz. Yalnızca bu risk, doğum ağırlığı düştükçe artar.Erken doğum: Erken doğan bebeklerde serebral palsi riski daha yüksektir. Bebek ne kadar erken doğarsa serebral palsi riski de o kadar artar.Doğum komplikasyonları: Doğum ve doğum sırasında yaşanan birtakım komplikasyonlar da serebral palsi riskini artırabilir.Serebral Palsi Belirtileri Nelerdir?Serebral palsinin temel belirtileri, hareket ederken güçlük, koordinasyon kaybı, konuşma zorluğu, kontrolsüz hareketler, kas sertliği ve agresifliktir. Diğer yandan titreme, öğrenme problemleri, görme-işitme kaybı da serebral palsi belirtileri arasında sayılır.Serebral palsi belirtilerileri şunlardır: Kas sertliği (Spastisite) Motor becerisi gelişiminde gecikme Konuşma zorluğu (Dizartri) Yürüme becerisinde sorunlar Büyüme sürecinin gecikmesi İstemsiz hareketler Denge ve koordinasyon eksikliği Emme, çiğneme veya yutma güçlüğü Görme ve işitmede kayıp Aşırı salya akması İdrar kaçırma Gastrointestinal problemlerHareket ve koordinasyon bozukluğuKişinin motor becerilerini etkileyen nörolojik bir hastalık olan serebral palsi, beyindeki hasar sonucu kişinin hareket ve koordinasyonunda bozukluk yaratır.Konuşmada problemSerebral Palsi hastalığı genellikle beynin konuşmayı kontrol eden dil merkezlerini etkilediği için konuşmada bozulmalar ortaya çıkarır. Hafif serebral palsi vakalarında kişi doğru kelimeleri kullanmakta zorluk yaşayabilir ancak daha ciddi vakalarda çocuğun kendini sözlü olarak ifade etme yeteneği ciddi şekilde bozulur.Yürüme sorunuBeyinde meydana gelen hasar sebebiyle hareket kabiliyetinde bozulma ve yürüme sorunları ortaya çıkar.Kas sertliğiSerebral palsi beyinden gelen mesajların bozulmasına sebep olarak kas gerginliğinin artmasına ve kasların sertleşmesine sebebiyet verir.Titreme ve kontrolsüz hareketlerSerebral parsiyle birlikte denge ve koordinasyon bozukluğu ortaya çıkar, bu durum da titremeyle birlikte kontrol hareketlerin gelişmesine neden olur.Büyüme sürecinin gecikmesiSerebral palsi hastalığına sahip çocuklarda gelişimsel gecikmeler yaşanır çünkü doğum sırasında veya doğumdan hemen sonra beyinde hasar meydana gelir. Olması gereken zaman diliminde gelişim olmazsa bu durum serebral palsi teşhisini kolaylaştırır.Öğrenme problemiSerebral palsinin özellikle zihinsel etkileri çocuğun öğrenme sürecini yavaşlatıp engelleyerek yeni bilgiler edinmesini zorlaştırır.Serebral Palsi Çocuklarda Nasıl Görülür?Serebral palsi hastası çocukların yaş grubuna göre ortaya çıkan semptomlar farklı şekilde gruplandırılabilir. Örneğin 6 aydan küçük bir bebekte farklı şeyler yaşanırken serebral palsi 6 aydan büyük bir bebeği daha farklı şekilde etkileyebilir.6 aydan küçük bebeklerdeki serebral palsi vakaları şöyle ortaya çıkabilir: Bebek sırt üstü yatırıldığında başı geriye doğru düşebilir. Bebek kendini tutulmuş ve kasılmış hissedebilir. Bebeğin vücudunda bir gevşeklik olabilir. Bebek kucakta tutulduğunda sırtını ve boynunu aşırı uzatıyormuş gibı durabilir ve sürekli sizden uzaklaşıyormuş gibi davranabilir. Yine bebek kucağa alındığında bacakları sertleşip çaprazlama veya makaslama hareketi yapabilir.6 aydan büyük bebekler; Hiçbir yöne doğru yuvarlanamayabilir. Ellerini bir araya getiremeyebilir. Ellerini ağzına götürmede zorluk çekebilir. Tek eliyle uzanıp, diğer elini yumruk yapmış halde tutabilir.10 aydan büyük bebekler ise;Dengesiz bir şekilde sürünerek ilerlerken, bir el ve bacağıyla iterek diğer el ve bacağını da sürükleyebilir. Ayrıca kalçalarının üzerinde sürünerek veya dizlerinin üzerinde zıplayarak hareket edebilen bu yaş grubu bebeklerin dört ayak üzerinde emekleyemediği görülür. Bunlar serebral palsi hastalığının 10 aydan büyük bebekleri etkilediği durumlardır.Serebral Palsi Nasıl Teşhis Edilir?Serebral palsi teşhisi; beklenen zamanda başını dik tutmayan, desteksiz oturmayan, ayakta durması, yürümesi olmayan bebeklerde, öncelikle izleyen, tecrübeli hekimin şüphelenmesi ve yönlendireceği çocuk nöroloji uzmanının muayenesi ve gerekli göreceği tetkiklerin yapılması ile konulur.Uzman bir hekimin ilk muayenesinde, yürüyüşünden bile serebral palsi tanısı konulabilirse de, beyin gelişiminin 2 yaşına kadar çok hızlı olduğu, hatta 5 yaşına kadar motor gelişimde çok olumlu gelişmelerin olabileceği göz önüne alınarak, tanı koymakta acele edilmemelidir.Serebral palsi tanısı için yararlanılan bazı görüntüleme testleri de mevcuttur. Görüntüleme taramaları ve manyetik rezonans görüntüleme (MRI) yöntemi serebral palsi tanısında uygulanan testlerdendir.Tüm bunlarla birlikte serebral palsi şüphesi varsa yukarıda belirtildiği gibi semptomlar değerlendirilir. Ayrıca çocuğun tıbbi geçmişini incelenir, fiziksel muayene yapılır ve randevular sırasında çocuğun büyümesi ve gelişimi izlenir. Beyin taramaları Serebral palsi tanı sürecinde beyin görüntüleme testleri önemli bir tutar. Özellikle hasarlı veya düzensiz beyin gelişimi alanlarını ortaya çıkaran beyin taraması olan MRI, beynin ayrıntılı 3B veya kesitsel görüntülerini üretmek için radyo dalgaları ve manyetik alanı içerir. MRI, çocuğun beynindeki değişiklikleri genellikle belirleyebilir. Bu test ağrısız bir süreci kapsar ancak gürültülü bir işlem olup tamamlanması bir saate kadar sürebilir. Çocuk bu işlem öncesinde sakinleştirici veya işlem sırasında hafif genel anestezi alabilir. Kranial ultrasonKranial ultrason, bebeklik döneminde yapılan bir ultrason türüdür. Kranial ultrason, beynin görüntülerini üretmek için yüksek frekanslı ses dalgaları kullanır. Ultrason ayrıntılı bir görüntü üretmez ancak hızlı bir işlem olması ve beynin değerli bir ön değerlendirmesini sağlayabildiği için serebral palsi tanısında kullanılabilir. Elektroensefalogram (EEG) EEG görüntüleme yöntemi durumu daha ayrıntılı olarak değerlendirebilir. EEG testinde, çocuğun kafa derisine bir dizi elektrot takılır. Aynı zamanda EEG beynin elektriksel aktivitesini kaydeder.Laboratuvar testleri Genetik veya metabolik durumları taramak için kan, idrar veya cilt testleri de tanı sürecinde kullanılabilir.Serebral Palsi Nasıl Tedavi Edilir?Serebral palsinin kesin bir tedavisi yoktur ancak belirtileri ve etkileri hafifletilebilir. Olası tedaviler hastalığın şiddeti, belirtileri ve bunların sizi nasıl etkilediği gibi çeşitli faktörlere bağlıdır.Serebral palsi tedavisi genel olarak şunları içerir:İlaçlar: Serebral palsi için önerilen ilaçlar, hastalığın neden olduğu nöbetleri, spastisiteyi ve serebral palsinin birçok olumsuz etkisini tedavi etmeyi amaçlar. Bu ilaçlar büyük oranda hastalığın semptomlarına ve etkilerine bağlıdır, dolayısıyla büyük farklılıklar gösterir. Aynı zamanda zihinsel sağlık bozuklukları gibi eşzamanlı olarak ortaya çıkan diğer durumları da tedavi edebilirler.Ameliyatlar: Serebral palsi hastalığında uygulanan ameliyatlar kas spazmlarını doğrudan azaltmaya yardımcı olmayı veya ilaçları tutarlı bir şekilde iletmek için ilaç pompalarının implantasyonunu içerir.Fiziksel ve mesleki terapi: Fiziksel ve mesleki terapiler özellikle serebral palsi hastalığına sahip bir kişinin birçok günlük ihtiyaç ve görevle nasıl başa çıkacağını öğrenmesinde ve gelişimden yardımcı olabilir. Aynı zamanda güç ve hareketlilik kazanmasında da etkili bir yöntemdir.Konuşma terapisi: Serebsal palsili çocukların konuşmada zorluk çektiği bilinir. Konuşma terapisi, konuşma yeteneklerini etkileyen sorunların varlığını tespit edip konuşma becerisini yavaş yavaş kazanma konusunda yardım eder.Depresyon ve anksiyete tedavisi: Hastalığı yaşayan kişilerde sıklıkla depresyon ve anksiyete belirtileri görülebilir. Uzman bir psikolog ve psikiyatrist eşliğinde bu etkilerin hafifletilmesi amaçlanır.Sosyal hizmet ve eğitim desteği: Serebral palsi olan çocuklar okulda veya günlük yaşamlarının diğer alanlarında ek desteğe ihtiyaç duyabilirler. Sosyal hizmet uzmanları, eğitim uzmanları ve diğer uzmanlar yardımcı olabilecek destekleyici bakım ve hizmetler sunabilirler.Serebral Palsi Hastalığında Ortaya Çıkabilecek KomplikasyonlarSerebral palsi hastalığının getirdiği kas zayıflığı, kas spastisitesi ve koordinasyon bozuklukları kişide bazı komplikasyonlar ortaya çıkarabilir. Kontraktür: Kontraktür, şiddetli kas gerginliğinden kaynaklanan kas dokusu kısalmasıdır. Bu durum genelde spastisitenin bir sonucu sayılabilir. Aynı zamanda kontraktür kemik büyümesini de yavaşlatabilir. Ayrıca kontraktür kemiklerin bükülmesine neden olabilir ve eklem değişiklikleri, çıkık veya kısmi çıkıkla da sonuçlanabilir. Aynı zamanda bunlara çıkık kalça, eğri omurga veya diğer kemik değişiklikleri de eklenebilir.Yetersiz beslenme: Yutma ve beslenme sorunları, özellikle bir bebek için yeterli besin almayı zorlaştırabilir ve bu durum da bebeğin gelişimini olumsuz etkileyebilir, kemikleri zayıflatabilir.Ruh sağlığında bozulmalar: Serebral palsili kişilerde depresyon gibi ruh sağlığı sorunları ortaya çıkabilir. Sosyal izolasyon ve engelliliklerle başa çıkma zorlukları depresyonu tetikleyerek aynı zamanda davranış sorunlarını da beraberinde getirebilir.Kalp ve akciğer hastalıkları: Serebral palsi hastalığı olan kişilerde kalp hastalığı, akciğer hastalığı ve solunum rahatsızlıkları gelişebilir. Aynı zamanda bu durum yutma güçlüğü ve aspirasyon pnömonisi gibi solunum sorunlarına da yol açabilir. Aspirasyon pnömonisi, bir çocuğun akciğerlerine yiyecek, içecek, tükürük veya kusmuk çekmesi durumunda meydana gelir.Osteoartrit: Osteoartrit de serebral palsi hastalığının komplikasyonlarından biri olabilir. Eklemlerdeki baskı veya kas spastisitesinden kaynaklanan eklemlerin yanlış hizalanması bu ağrılı kemik hastalığına yol açabilir.Osteoporoz: Düşük kemik yoğunluğuna bağlı kırıklar hareket kabiliyetinin olmaması, yetersiz beslenme ve anti-nöbet ilaçları nedeniyle osteoporoz ortaya çıkabilir.Diğer komplikasyonlar: Serebral palsi hastalığının diğer komplikasyonları arasında uyku bozuklukları, kronik ağrı, cilt bozuklukları, bağırsak sorunları ve ağız sağlığı da yer alabilir. Serebral Palsi Önlenebilir mi?Serebral palsi önlenebilen bir hastalığık değildir ancak hastalığın riski azaltılabilir. Özellikle hamilelik döneminde veya hamile kalınması planlanıyorsa hamilelik komplikasyonlarını en aza indirmek için şu adımlar izlenebilir: Aşı olunması: Kızamıkçık gibi hastalıklara karşı hamilelik döneminde aşı yaptırmak olası enfeksiyonu önleyebilir. Ancak hamile kalmadan Genel sağlığın korunması: Kişi hamilelik sürecine ne kadar sağlıklı girersen serebral palsiye neden olan bir enfeksiyon geliştirme riski de o kadar azalmış olur.Düzenli kontroller: Hamilelik sırasında kişinin doktor kontrollerini ihmal etmemesi çok önemlidir. Doğum öncesi düzenli kontroller, annenin ve bebeğin sağlık risklerini azaltabilir. Aynı zamanda düzenli kontroller erken doğumu, düşük kiloyla yaşanan doğumları ve enfeksiyonları önlemeye yardımcı olabilir.Ayrıca alkol, tütün ve yasadışı uyuşturucular da serebral palsi ile ilişkilendirilir. Bunlardan tamamen uzak durmak birtakım olası riskleri azaltabilir. Serebral Palsi hastalığına genel bir bakışDiğer bir adı beyin felci olan serebral palsi, özellikle çocukluk dönemde ortaya çıkan, bir kişinin hareket etme, denge ve duruşunu koruma yeteneğini etkileyen bir grup motor bozukluktur. Serebral, beyinle ilgili anlamına gelir. Palsi ise kasların kullanımında zayıflık veya sorunlar olarak ifade edilir. Serebral palsi, bir kişinin kaslarını kontrol etme yeteneğini etkileyen anormal beyin gelişimi veya gelişmekte olan beyindeki hasar sonucunda meydana gelir. Serebral palsi hastalığı çocukluk çağında en sık görülen motor engellilik olarak bilinir ve semptomları kişiden kişiye değişkenlik gösterir. Şiddetli serebral palsi vakalarında kişi yürüyebilmek için özel ekipman kullanmak zorunda kalabilir veya hayat boyu bakıma ihtiyaç duyabilir. Aksine daha hafif vakalarda kişinin yürüyüşünde bir anormallik görülebilir ancak özel bir destek veya yardıma ihtiyaç duymadan hayatını sürdürebilir.Şu bir gerçektir ki serebral palsi hastalarının hareket ve duruşla ilgili sorunlar yaşaması kaçınılmazdır. Birçok serebral palsi hastasında ayrıca şu gibi ilgili durumlar da yaşanabilir: Zihinsel engellilik Nöbet geçirme   İşitme veya konuşma sorunları Omurgadaki değişiklikler (skolyoz A gibi) Eklem sorunları (kontraktürler gibi B)Serebral Palsi Hakkında Sık Sorulan SorularSerebral palsi hastaları ne kadar yaşar?Genel olarak serebral palsi ile doğan çocukların ortalama 30 ile 70 yıl arasında yaşadığı görülür. En uzun yaşam beklentisine sahip olanlar genellikle daha fazla hareket kabiliyetine ve daha iyi tıbbi bakım yapılan kişilerdir.Serebral Palsi görülme sıklığı nedir? Her bin canlı doğumda 2-2.5, her bin prematüre doğumda 100 bebekte SP gelişebilmektedir.Serebral Palsi tamamen iyileşir mi? SP tanısı konulan bir hastada, beyinde oluşmuş olan zedelenmeyi tedavi etme imkanı şimdilik bulunmamaktadır. Beyindeki nöron adını verdiğimiz sinir hücrelerinin kendilerini yenilemedikleri bugünkü bilgilerimiz dahilindedir. Ancak, komşu sinir hücrelerinin fonksiyonları üzerine alması (plastisite) olasılığı nedeniyle erken başlanacak olan tedavinin büyük önemi vardır.Serebral Palsi kök hücre tedavisi ile iyileştirilebilir mi? Kök hücre tedavileri ile ilgili çalışmalar olmakla birlikte, rutin tedavide yeri bulunmamaktadır. Konuyla ilgili çalışmalar vardır, zaman içinde gelişmeler olabileceği düşünülmektedir.Serebral palsi anne karnında anlaşılır mı?Serebral palsi hastalığı anne karnında değil doğum sonrası teşhis edilebilen bir hastalıktır.Serebral palsi hastaları yürüyebilir mi?Serebral palsi teşhisi konmuş kişilerin yüzde 70’i yaşıtlarına göre, yardım alarak geç de olsa yürüyebilir.Fizik tedavi serebral palsi'ye iyi gelir mi?Kas eğitimi ve egzersizleri içeren fizik tedavi uygulamaları çocuğun gücüne, esnekliğine, dengesine, motor gelişimine ve hareket kabiliyetine yardımcı olabilir. Bir fizik tedavi uzmanı ayrıca çocuğun günlük ihtiyaçlarını evde güvenli bir şekilde nasıl karşılayacağını da öğretir. Tüm fizik tedavi uygulamaları çocuğun motor gelişimine katkı sağlayabildiği gibi hareket kısıtlamalarını da görece hafifleterek günlük yaşamında daha rahat hissetmesini sağlayabilir.Serebral palsi ameliyatla düzelir mi?Serebral palsi'nin tamamen düzelmesi ve iyileşmesi söz konusu değildir ancak başta ameliyat olmak üzere tüm tedavi seçenekleri semptomların iyileşmesine ve hastaların daha rahat bir yaşam sürmesine odaklanır. Serebral palsi kalıcı mı?Serebrak palsi kalıcı bir beyin hasarıdır ve bebek anne karnındayken veya doğumdan kısa bir süre sonra ortaya çıkar. Hasar beyinde kalıcı olur ancak semptomların iyileşmesine yönelik tedavi programları uygulanır.Serebral palsi genetik mi?Serebral palsi genetik değildir ve ebeveynlerde görülen serebral palsi çocuğu etkilemez.Serebral palsi hastaları neleri yapamaz?Serebral palsi hastası olan çocuklar genellikle hareket zorluğu yaşar ve motor beceriler konusunda şikayetleri vardır. Bu hareket zorluğu konuşma ve yutma problemleri, işitme ve görme bozuklukları, zihinsel fonksiyonlarda gerilik ve havaleler şeklinde görülebilir.Konuşma terapisi serebral palsi hastalarında işe yarar mı?Serebral palsi olan çocuklarda konuşma problemleri sık yaşanır. Çocukların konuşmakta zorluk çektiği durumlarda uzman kişiler tarafından konuşma terapileri uygulanabilir. Konuşma terapileri, çocukların konuşma yeteneğini yavaş yavaş yerine getirme ve iletişim kurma konusunda yeniden aktif hale gelme açısından etkili bir yöntemdir.Serebral palsi hastalığı zekayı nasıl etkiler?Her serebral palsi vakası zeka durumunu etkilemez. Neredeyse çoğu vakanın yaklaşık yarısında bilişsel yeteneklerde herhangi bir bozulma yoktur. Bu durum hastalığın zeka seviyesini etkilemediği anlamına gelir. Serebral palsi hastası olan çocuklar genellikle iletişim kurma biçimlerinde sorunlar yaşar ancak bu da zeka sorunlarıyla aynı şey değildir. Serebral Palsi Nedir?Serebral palsi, beynin kas hareketlerini kontrol eden bölgelerinin doğum öncesi, doğum sırası veya doğum sonrası dönemde gelişememesi veya hasar görmesi sonucu ömür boyu süren fiziksel engellilik durumudur. Kasları kontrol etme yeteneğini, hareketleri ve duruş gibi motor becerileri doğru çalışamaz.Serebral palsinin sık görülen belirtileri arasında hareket etme zorluğu, konuşmada güçlük, kontrolsüz hareketler, kas sertliği ve huysuzluk görülür.Bebeklerde nedensiz bir şekilde çok sık ağlama görülüyorsa, ellerini başparmakları avuç içinde olacak şekilde yumulu tutuyor ve açmıyorsa, kol ve bacak hareketlerinde asimetri varsa mutlaka bir çocuk nöroloji bölümüne başvurmak gerekir.Beyin felci olarak da ifade edilen serebral palsi hastalığı temelde doğumdan önce beynin anormal gelişmesinden kaynaklanır. Belirtiler arasında abartılı refleksler, gevşek veya sert uzuvlar ve istemsiz hareketler bulunur. Bunlar erken çocukluk döneminde ortaya çıkar. Uzun süreli tedavide fiziksel ve diğer terapiler, ilaçlar ve bazen de cerrahi müdahale yer alır. Bu yöntemler hastalığı tamamen yok etmese bile semptomların azalmasına ve çocuğun nispeten daha rahat bir yaşam sürmesine olanak sağlar.Serebral Palsi Çeşitleri Nelerdir?Serebral Palsi hastalığında beynin etkilenen bölgesi ve zedelenme derecesine göre her çocuk hastada klinik tablo değişkenlik gösterebilmektedir. Kimi çocukta spastik hemipleji görülebilirken kimi vakalarda spastik dipleji ortaya çıkabilir. SP hastalarında en sık görülen, tanı koydurucu belirtilerden birisi, kas tonusunun artmasıdır (spastisite). Etkilenen vücut bölümlerine serebral şöyle çeşitlendirilebilir:Spastik serebral palsiEn yaygın serebral palsi türü spastik serebral palsi'dir. Spastik serebral palsi, hastalığa yakalanan kişilerin yaklaşık %80'ini etkiler. Spastik serebral valsi vakası olan kişilerde kas tonusunun arttığı gözlemlenir. Bu durum, kasların sertleştiği ve sonuç olarak hareketlerin anormalleşebileceği anlamını taşır. Spastik serebral palsi genellikle vücudun hangi kısımlarının etkilendiğine göre şu şekilde tanımlanır:Spastik dipleji/diparezi: Spastik diplejide kas sertliği çoğunlukla bacaklardadır ve kollar bu durumdan ya daha az etkilenir ya da hiç etkilenmez. Sıkı kalça ve bacak kasları bacakların birbirine doğru çekilmesine, içe doğru dönmesine ve dizlerde çaprazlanmasına neden olur ve bu durum kişinin yürümesini zorlaştırır.Spastik hemipleji/hemiparezi: Spastik hemipleji vakalarında kişinin vücudunun sadece bir tarafı etkilenir. Bu süreçte kollar bacaktan daha fazla etkilenir.Spastik quadripleji/quadriparezi: Spastik serebral palsi'nin en şiddetli formu spastik quadriplejidir. Bu tür, vücudun dört uzvunu, gövdeyi ve yüzü etkiler. Spastik quadriparezisi olan kişiler genellikle yürüyememe sorunuyla karşı karşıya kalır ve sıklıkla zihinsel engellilik; nöbetler veya görme, duyma veya konuşma sorunları gibi diğer gelişimsel engellere sahiptirler. Diskinetik serebral palsi: Diskinetik serebral palsi vakaları hastaların yüzde 12’sinde görülür, etkilenen kol ve bacaklar dışında, istem dışı hareketler gözlemlenir. Diskinetik serebral palsi ise kendi için farklı türlere ayrılabilir: Atetoid tip türünde, çocuk, kol ve bacaklarının uç kısımlarında istemsiz ve yavaş kıvrılma hareketleri görülür. Bu türde hareketler kontrolsüz ve dalgalı bir şekilde olur.Diskinetik serebral palsi'nin distonik tipinde çocukların kasları kıvrılır, boru şeklinde ve dönme tarzında bir kasılma yaşar. Bilinçli bir kas hareketi yapıldığında vücuttaki kasılmalar daha da artar ve kolların ve bacakların üst kısımlarında bu kasılmalar daha da yaygın görülür. Ataksik tip türünde ise çocuğun kas hareketlerinde koordinasyon bozukluğu vardır. Çocuk yürürken dengesini sağlamakta güçlük çeker, yürümede zorlanır, hareketler titrek, düzensiz ve normalin dışındadır. Serebral Palsi Neden Olur?Erken doğum, doğum sırasında oksijen eksikliği, kızamık, zika gibi enfeksiyonlar, yenidoğan hipoglisemisi, genetik faktörler doğum öncesi ve doğum sırası nedenleri olarak ayrılırken; kaza yaralanması, beyin felci veya sarılık gibi durumlar da doğum sonrası nedenler olarak gösterilir.Serebral Palsinin doğum öncesi ve doğum sırası nedenleri şöyledir:Doğum sonrası serebral palsi nedenleri ise şunlardır:Serebral Palsi Risk FaktörleriSerebral palsi anne sağlığı, bebek hastalıkları, gebelik ve doğum faktörlerine bağlı olarak bazı risk faktörlerini ortaya çıkarır. Bu faktörler serebral palsi hastalığının görülme sıklığını ve seyrini etkileyebilir. Bu faktörleri şöyle açıklamak mümkündür:Anne sağlığı Hamilelik sırasında annenin yaşadığı bazı enfeksiyonlar veya toksik maruziyetler, bebekte serebral palsi riskini önemli ölçüde artırabilir ve hastalığın gelişimini tetikleyebilir. Enfeksiyon veya ateşin tetiklediği iltihaplanma, doğmamış bebeğin gelişmekte olan beynine zarar verebilir ve böylelikte serebral palsi ortaya çıkabilir. Sitomegalovirüs: Hamilelik döneminde ortaya çıkabilen sitomegaovirüs, grip benzeri semptomlara neden olabilmesiyle bilinir. Bir annenin hamileliği sırasında ilk aktif enfeksiyonu geçirmesi, doğum kusurlarına yol açabilir. Bu doğum kusurları da bebekte serebral palsi riskini artırabilir.Kızamıkçık: Kızamıkçık genelde aşı ile önlenebilen bir enfeksiyondur. Ancak hamilelik döneminde görülürse bebeğin sağlığını da etkileyebilir.Herpes: Herpes enfeksiyonu hamilelik sırasında anneden çocuğa geçebilir, bu durum aynı zamanda rahim ve plasentayı da etkileyebilir.Frengi: Frengi, genellikle cinsel temasla yayılan bir bakteriyel enfeksiyondur.Toksoplazmoz: Toksoplazmoz, kirli yiyeceklerde, toprakta ve enfekte kedilerin dışkısında bulunan bir parazitten kaynaklanır. Hamilelik sürecinde etkilenen anne adayları olabilir ve bu durum bebeği de etkileyebilir. Zika virüsü enfeksiyonu: Bu enfeksiyon sivrisinek ısırıkları yoluyla insana geçer ve doğmamış bir bebeğin beyin gelişimini etkileyebilir. Bu gibi durumları önlemek için sivrisinek ısırıklarına karşı dikkatli olmak gerekir. Rahim içi enfeksiyonlar: Aynı zamanda plasenta veya fetal zarların enfeksiyonları da rahim içi enfeksiyonlara dahildir.Toksinlere maruz kalma: Hamilelik döneminde anne adayının toksin maddelere maruz kalması zararlı bir durumdur ve bebeği de olumsuz etkileyebilir.Diğer faktörler: Anneyi etkileyen ve serebral palsi riskini hafifçe artırabilen diğer durumlar arasında tiroid rahatsızlıkları, preeklampsi veya nöbetler yer alır.Bebek hastalıklarıYenidoğan bebeklerde serebral palsi riskini büyük oranda artırabilecek bazı hastalıklar söz konusudur. Bunların başında bakteriyel menenjit, ensefalit ve beyin kanaması gelir. Bunlar şu şekilde açıklanabilir:Bakteriyel menenjit: Bakteriyel menenjit, beyin ve omuriliği çevreleyen zarlarda şişmeye neden olan bir hastalıktır. Bu da bebekte serebral palsi riskini artırabilir.Viral ensefalit: Viral ensefalit aynı zamanda beyin ve omuriliği çevreleyen zarlarda şişmeye yol açabilir.Şiddetli veya tedavi edilmemiş sarılık: Sarılık, cilt ve gözlerin sararması durumudur. Bu durum, "kullanılmış" kan hücrelerinin belirli yan ürünlerinin kan dolaşımından filtrelenmemesi durumunda meydana gelir.Beyin kanaması: Beyin kanaması, genellikle bebeğin rahimde veya erken bebeklik döneminde felç geçirmesi ile ortaya çıkar. Gebelik ve doğum faktörleri Gebelik ve doğum faktörlerinin de serebral palsi hastalığına payı olsa da potansiyel olarak sınırlı riskleri içerir.Düşük kiloyla doğmak: 2.5 kilodan daha az kiloda dünyaya gelen bebeklerde serebral palsi gelişme riski daha yüksektir ancak bu veri hastalık açısından bir kesinlik doğurmaz. Yalnızca bu risk, doğum ağırlığı düştükçe artar.Erken doğum: Erken doğan bebeklerde serebral palsi riski daha yüksektir. Bebek ne kadar erken doğarsa serebral palsi riski de o kadar artar.Doğum komplikasyonları: Doğum ve doğum sırasında yaşanan birtakım komplikasyonlar da serebral palsi riskini artırabilir.Serebral Palsi Belirtileri Nelerdir?Serebral palsinin temel belirtileri, hareket ederken güçlük, koordinasyon kaybı, konuşma zorluğu, kontrolsüz hareketler, kas sertliği ve agresifliktir. Diğer yandan titreme, öğrenme problemleri, görme-işitme kaybı da serebral palsi belirtileri arasında sayılır.Serebral palsi belirtilerileri şunlardır:Hareket ve koordinasyon bozukluğuKişinin motor becerilerini etkileyen nörolojik bir hastalık olan serebral palsi, beyindeki hasar sonucu kişinin hareket ve koordinasyonunda bozukluk yaratır.Konuşmada problemSerebral Palsi hastalığı genellikle beynin konuşmayı kontrol eden dil merkezlerini etkilediği için konuşmada bozulmalar ortaya çıkarır. Hafif serebral palsi vakalarında kişi doğru kelimeleri kullanmakta zorluk yaşayabilir ancak daha ciddi vakalarda çocuğun kendini sözlü olarak ifade etme yeteneği ciddi şekilde bozulur.Yürüme sorunuBeyinde meydana gelen hasar sebebiyle hareket kabiliyetinde bozulma ve yürüme sorunları ortaya çıkar.Kas sertliğiSerebral palsi beyinden gelen mesajların bozulmasına sebep olarak kas gerginliğinin artmasına ve kasların sertleşmesine sebebiyet verir.Titreme ve kontrolsüz hareketlerSerebral parsiyle birlikte denge ve koordinasyon bozukluğu ortaya çıkar, bu durum da titremeyle birlikte kontrol hareketlerin gelişmesine neden olur.Büyüme sürecinin gecikmesiSerebral palsi hastalığına sahip çocuklarda gelişimsel gecikmeler yaşanır çünkü doğum sırasında veya doğumdan hemen sonra beyinde hasar meydana gelir. Olması gereken zaman diliminde gelişim olmazsa bu durum serebral palsi teşhisini kolaylaştırır.Öğrenme problemiSerebral palsinin özellikle zihinsel etkileri çocuğun öğrenme sürecini yavaşlatıp engelleyerek yeni bilgiler edinmesini zorlaştırır.Serebral Palsi Çocuklarda Nasıl Görülür?Serebral palsi hastası çocukların yaş grubuna göre ortaya çıkan semptomlar farklı şekilde gruplandırılabilir. Örneğin 6 aydan küçük bir bebekte farklı şeyler yaşanırken serebral palsi 6 aydan büyük bir bebeği daha farklı şekilde etkileyebilir.6 aydan küçük bebeklerdeki serebral palsi vakaları şöyle ortaya çıkabilir:6 aydan büyük bebekler;10 aydan büyük bebekler ise;Dengesiz bir şekilde sürünerek ilerlerken, bir el ve bacağıyla iterek diğer el ve bacağını da sürükleyebilir. Ayrıca kalçalarının üzerinde sürünerek veya dizlerinin üzerinde zıplayarak hareket edebilen bu yaş grubu bebeklerin dört ayak üzerinde emekleyemediği görülür. Bunlar serebral palsi hastalığının 10 aydan büyük bebekleri etkilediği durumlardır.Serebral Palsi Nasıl Teşhis Edilir?Serebral palsi teşhisi; beklenen zamanda başını dik tutmayan, desteksiz oturmayan, ayakta durması, yürümesi olmayan bebeklerde, öncelikle izleyen, tecrübeli hekimin şüphelenmesi ve yönlendireceği çocuk nöroloji uzmanının muayenesi ve gerekli göreceği tetkiklerin yapılması ile konulur.Uzman bir hekimin ilk muayenesinde, yürüyüşünden bile serebral palsi tanısı konulabilirse de, beyin gelişiminin 2 yaşına kadar çok hızlı olduğu, hatta 5 yaşına kadar motor gelişimde çok olumlu gelişmelerin olabileceği göz önüne alınarak, tanı koymakta acele edilmemelidir.Serebral palsi tanısı için yararlanılan bazı görüntüleme testleri de mevcuttur. Görüntüleme taramaları ve manyetik rezonans görüntüleme (MRI) yöntemi serebral palsi tanısında uygulanan testlerdendir.Tüm bunlarla birlikte serebral palsi şüphesi varsa yukarıda belirtildiği gibi semptomlar değerlendirilir. Ayrıca çocuğun tıbbi geçmişini incelenir, fiziksel muayene yapılır ve randevular sırasında çocuğun büyümesi ve gelişimi izlenir. Beyin taramaları Serebral palsi tanı sürecinde beyin görüntüleme testleri önemli bir tutar. Özellikle hasarlı veya düzensiz beyin gelişimi alanlarını ortaya çıkaran beyin taraması olan MRI, beynin ayrıntılı 3B veya kesitsel görüntülerini üretmek için radyo dalgaları ve manyetik alanı içerir. MRI, çocuğun beynindeki değişiklikleri genellikle belirleyebilir. Bu test ağrısız bir süreci kapsar ancak gürültülü bir işlem olup tamamlanması bir saate kadar sürebilir. Çocuk bu işlem öncesinde sakinleştirici veya işlem sırasında hafif genel anestezi alabilir. Kranial ultrasonKranial ultrason, bebeklik döneminde yapılan bir ultrason türüdür. Kranial ultrason, beynin görüntülerini üretmek için yüksek frekanslı ses dalgaları kullanır. Ultrason ayrıntılı bir görüntü üretmez ancak hızlı bir işlem olması ve beynin değerli bir ön değerlendirmesini sağlayabildiği için serebral palsi tanısında kullanılabilir. Elektroensefalogram (EEG) EEG görüntüleme yöntemi durumu daha ayrıntılı olarak değerlendirebilir. EEG testinde, çocuğun kafa derisine bir dizi elektrot takılır. Aynı zamanda EEG beynin elektriksel aktivitesini kaydeder.Laboratuvar testleri Genetik veya metabolik durumları taramak için kan, idrar veya cilt testleri de tanı sürecinde kullanılabilir.Serebral Palsi Nasıl Tedavi Edilir?Serebral palsinin kesin bir tedavisi yoktur ancak belirtileri ve etkileri hafifletilebilir. Olası tedaviler hastalığın şiddeti, belirtileri ve bunların sizi nasıl etkilediği gibi çeşitli faktörlere bağlıdır.Serebral palsi tedavisi genel olarak şunları içerir:İlaçlar: Serebral palsi için önerilen ilaçlar, hastalığın neden olduğu nöbetleri, spastisiteyi ve serebral palsinin birçok olumsuz etkisini tedavi etmeyi amaçlar. Bu ilaçlar büyük oranda hastalığın semptomlarına ve etkilerine bağlıdır, dolayısıyla büyük farklılıklar gösterir. Aynı zamanda zihinsel sağlık bozuklukları gibi eşzamanlı olarak ortaya çıkan diğer durumları da tedavi edebilirler.Ameliyatlar: Serebral palsi hastalığında uygulanan ameliyatlar kas spazmlarını doğrudan azaltmaya yardımcı olmayı veya ilaçları tutarlı bir şekilde iletmek için ilaç pompalarının implantasyonunu içerir.Fiziksel ve mesleki terapi: Fiziksel ve mesleki terapiler özellikle serebral palsi hastalığına sahip bir kişinin birçok günlük ihtiyaç ve görevle nasıl başa çıkacağını öğrenmesinde ve gelişimden yardımcı olabilir. Aynı zamanda güç ve hareketlilik kazanmasında da etkili bir yöntemdir.Konuşma terapisi: Serebsal palsili çocukların konuşmada zorluk çektiği bilinir. Konuşma terapisi, konuşma yeteneklerini etkileyen sorunların varlığını tespit edip konuşma becerisini yavaş yavaş kazanma konusunda yardım eder.Depresyon ve anksiyete tedavisi: Hastalığı yaşayan kişilerde sıklıkla depresyon ve anksiyete belirtileri görülebilir. Uzman bir psikolog ve psikiyatrist eşliğinde bu etkilerin hafifletilmesi amaçlanır.Sosyal hizmet ve eğitim desteği: Serebral palsi olan çocuklar okulda veya günlük yaşamlarının diğer alanlarında ek desteğe ihtiyaç duyabilirler. Sosyal hizmet uzmanları, eğitim uzmanları ve diğer uzmanlar yardımcı olabilecek destekleyici bakım ve hizmetler sunabilirler.Serebral Palsi Hastalığında Ortaya Çıkabilecek KomplikasyonlarSerebral palsi hastalığının getirdiği kas zayıflığı, kas spastisitesi ve koordinasyon bozuklukları kişide bazı komplikasyonlar ortaya çıkarabilir. Kontraktür: Kontraktür, şiddetli kas gerginliğinden kaynaklanan kas dokusu kısalmasıdır. Bu durum genelde spastisitenin bir sonucu sayılabilir. Aynı zamanda kontraktür kemik büyümesini de yavaşlatabilir. Ayrıca kontraktür kemiklerin bükülmesine neden olabilir ve eklem değişiklikleri, çıkık veya kısmi çıkıkla da sonuçlanabilir. Aynı zamanda bunlara çıkık kalça, eğri omurga veya diğer kemik değişiklikleri de eklenebilir.Yetersiz beslenme: Yutma ve beslenme sorunları, özellikle bir bebek için yeterli besin almayı zorlaştırabilir ve bu durum da bebeğin gelişimini olumsuz etkileyebilir, kemikleri zayıflatabilir.Ruh sağlığında bozulmalar: Serebral palsili kişilerde depresyon gibi ruh sağlığı sorunları ortaya çıkabilir. Sosyal izolasyon ve engelliliklerle başa çıkma zorlukları depresyonu tetikleyerek aynı zamanda davranış sorunlarını da beraberinde getirebilir.Kalp ve akciğer hastalıkları: Serebral palsi hastalığı olan kişilerde kalp hastalığı, akciğer hastalığı ve solunum rahatsızlıkları gelişebilir. Aynı zamanda bu durum yutma güçlüğü ve aspirasyon pnömonisi gibi solunum sorunlarına da yol açabilir. Aspirasyon pnömonisi, bir çocuğun akciğerlerine yiyecek, içecek, tükürük veya kusmuk çekmesi durumunda meydana gelir.Osteoartrit: Osteoartrit de serebral palsi hastalığının komplikasyonlarından biri olabilir. Eklemlerdeki baskı veya kas spastisitesinden kaynaklanan eklemlerin yanlış hizalanması bu ağrılı kemik hastalığına yol açabilir.Osteoporoz: Düşük kemik yoğunluğuna bağlı kırıklar hareket kabiliyetinin olmaması, yetersiz beslenme ve anti-nöbet ilaçları nedeniyle osteoporoz ortaya çıkabilir.Diğer komplikasyonlar: Serebral palsi hastalığının diğer komplikasyonları arasında uyku bozuklukları, kronik ağrı, cilt bozuklukları, bağırsak sorunları ve ağız sağlığı da yer alabilir. Serebral Palsi Önlenebilir mi?Serebral palsi önlenebilen bir hastalığık değildir ancak hastalığın riski azaltılabilir. Özellikle hamilelik döneminde veya hamile kalınması planlanıyorsa hamilelik komplikasyonlarını en aza indirmek için şu adımlar izlenebilir: Aşı olunması: Kızamıkçık gibi hastalıklara karşı hamilelik döneminde aşı yaptırmak olası enfeksiyonu önleyebilir. Ancak hamile kalmadan Genel sağlığın korunması: Kişi hamilelik sürecine ne kadar sağlıklı girersen serebral palsiye neden olan bir enfeksiyon geliştirme riski de o kadar azalmış olur.Düzenli kontroller: Hamilelik sırasında kişinin doktor kontrollerini ihmal etmemesi çok önemlidir. Doğum öncesi düzenli kontroller, annenin ve bebeğin sağlık risklerini azaltabilir. Aynı zamanda düzenli kontroller erken doğumu, düşük kiloyla yaşanan doğumları ve enfeksiyonları önlemeye yardımcı olabilir.Ayrıca alkol, tütün ve yasadışı uyuşturucular da serebral palsi ile ilişkilendirilir. Bunlardan tamamen uzak durmak birtakım olası riskleri azaltabilir. Serebral Palsi hastalığına genel bir bakışDiğer bir adı beyin felci olan serebral palsi, özellikle çocukluk dönemde ortaya çıkan, bir kişinin hareket etme, denge ve duruşunu koruma yeteneğini etkileyen bir grup motor bozukluktur. Serebral, beyinle ilgili anlamına gelir. Palsi ise kasların kullanımında zayıflık veya sorunlar olarak ifade edilir. Serebral palsi, bir kişinin kaslarını kontrol etme yeteneğini etkileyen anormal beyin gelişimi veya gelişmekte olan beyindeki hasar sonucunda meydana gelir. Serebral palsi hastalığı çocukluk çağında en sık görülen motor engellilik olarak bilinir ve semptomları kişiden kişiye değişkenlik gösterir. Şiddetli serebral palsi vakalarında kişi yürüyebilmek için özel ekipman kullanmak zorunda kalabilir veya hayat boyu bakıma ihtiyaç duyabilir. Aksine daha hafif vakalarda kişinin yürüyüşünde bir anormallik görülebilir ancak özel bir destek veya yardıma ihtiyaç duymadan hayatını sürdürebilir.Şu bir gerçektir ki serebral palsi hastalarının hareket ve duruşla ilgili sorunlar yaşaması kaçınılmazdır. Birçok serebral palsi hastasında ayrıca şu gibi ilgili durumlar da yaşanabilir:Serebral Palsi Hakkında Sık Sorulan SorularSerebral palsi hastaları ne kadar yaşar?Genel olarak serebral palsi ile doğan çocukların ortalama 30 ile 70 yıl arasında yaşadığı görülür. En uzun yaşam beklentisine sahip olanlar genellikle daha fazla hareket kabiliyetine ve daha iyi tıbbi bakım yapılan kişilerdir.Serebral Palsi görülme sıklığı nedir? Her bin canlı doğumda 2-2.5, her bin prematüre doğumda 100 bebekte SP gelişebilmektedir.Serebral Palsi tamamen iyileşir mi? SP tanısı konulan bir hastada, beyinde oluşmuş olan zedelenmeyi tedavi etme imkanı şimdilik bulunmamaktadır. Beyindeki nöron adını verdiğimiz sinir hücrelerinin kendilerini yenilemedikleri bugünkü bilgilerimiz dahilindedir. Ancak, komşu sinir hücrelerinin fonksiyonları üzerine alması (plastisite) olasılığı nedeniyle erken başlanacak olan tedavinin büyük önemi vardır.Serebral Palsi kök hücre tedavisi ile iyileştirilebilir mi? Kök hücre tedavileri ile ilgili çalışmalar olmakla birlikte, rutin tedavide yeri bulunmamaktadır. Konuyla ilgili çalışmalar vardır, zaman içinde gelişmeler olabileceği düşünülmektedir.Serebral palsi anne karnında anlaşılır mı?Serebral palsi hastalığı anne karnında değil doğum sonrası teşhis edilebilen bir hastalıktır.Serebral palsi hastaları yürüyebilir mi?Serebral palsi teşhisi konmuş kişilerin yüzde 70’i yaşıtlarına göre, yardım alarak geç de olsa yürüyebilir.Fizik tedavi serebral palsi'ye iyi gelir mi?Kas eğitimi ve egzersizleri içeren fizik tedavi uygulamaları çocuğun gücüne, esnekliğine, dengesine, motor gelişimine ve hareket kabiliyetine yardımcı olabilir. Bir fizik tedavi uzmanı ayrıca çocuğun günlük ihtiyaçlarını evde güvenli bir şekilde nasıl karşılayacağını da öğretir. Tüm fizik tedavi uygulamaları çocuğun motor gelişimine katkı sağlayabildiği gibi hareket kısıtlamalarını da görece hafifleterek günlük yaşamında daha rahat hissetmesini sağlayabilir.Serebral palsi ameliyatla düzelir mi?Serebral palsi'nin tamamen düzelmesi ve iyileşmesi söz konusu değildir ancak başta ameliyat olmak üzere tüm tedavi seçenekleri semptomların iyileşmesine ve hastaların daha rahat bir yaşam sürmesine odaklanır. Serebral palsi kalıcı mı?Serebrak palsi kalıcı bir beyin hasarıdır ve bebek anne karnındayken veya doğumdan kısa bir süre sonra ortaya çıkar. Hasar beyinde kalıcı olur ancak semptomların iyileşmesine yönelik tedavi programları uygulanır.Serebral palsi genetik mi?Serebral palsi genetik değildir ve ebeveynlerde görülen serebral palsi çocuğu etkilemez.Serebral palsi hastaları neleri yapamaz?Serebral palsi hastası olan çocuklar genellikle hareket zorluğu yaşar ve motor beceriler konusunda şikayetleri vardır. Bu hareket zorluğu konuşma ve yutma problemleri, işitme ve görme bozuklukları, zihinsel fonksiyonlarda gerilik ve havaleler şeklinde görülebilir.Konuşma terapisi serebral palsi hastalarında işe yarar mı?Serebral palsi olan çocuklarda konuşma problemleri sık yaşanır. Çocukların konuşmakta zorluk çektiği durumlarda uzman kişiler tarafından konuşma terapileri uygulanabilir. Konuşma terapileri, çocukların konuşma yeteneğini yavaş yavaş yerine getirme ve iletişim kurma konusunda yeniden aktif hale gelme açısından etkili bir yöntemdir.Serebral palsi hastalığı zekayı nasıl etkiler?Her serebral palsi vakası zeka durumunu etkilemez. Neredeyse çoğu vakanın yaklaşık yarısında bilişsel yeteneklerde herhangi bir bozulma yoktur. Bu durum hastalığın zeka seviyesini etkilemediği anlamına gelir. Serebral palsi hastası olan çocuklar genellikle iletişim kurma biçimlerinde sorunlar yaşar ancak bu da zeka sorunlarıyla aynı şey değildir.
17,628
610
Hastalıklar
Serebrovasküler Hastalıklar
Serebrovasküler hastalık, beyin damarlarının birçok nedene bağlı olarak daralması, tıkanması veya yırtılarak kanın damar dışına çıkması sonucu oluşan bir grup hastalıktır. Serebrovasküler hastalıklar arasında inme en yaygını olup, karotis stenozu, vertebral stenoz ve intrakranial stenoz, anevrizmalar ve vasküler malformasyonlarda bu hastalıklar arasında yer alır. Serebrovasküler hastalık, beyin damarlarının birçok nedene bağlı olarak daralması, tıkanması veya yırtılarak kanın damar dışına çıkması sonucu oluşan bir grup hastalıktır. Serebrovasküler hastalıklar arasında inme en yaygını olup, karotis stenozu, vertebral stenoz ve intrakranial stenoz, anevrizmalar ve vasküler malformasyonlarda bu hastalıklar arasında yer alır.  Serebrovasküler Hastalıklar Nedir?Beyin damar hastalığı olarak da bilinen serebrovasküler hastalıklar (SVO), beyin damarlarında kan akışının zayıflaması veya tamamen durması ya da beyin damarlarının yırtılması sonucu gelişen kanama nedeniyle ortaya çıkan hastalıklardır. Kan akışında yaşanan sorunlar, kan damarlarında daralma, pıhtı atması, atardamarlarda tıkanıklık ve kan damarlarının yırtılması en yaygın nedenleridir.Serebrovasküler Hastalıklar Kaç Türdür?Serebrovasküler hastalıklar klinik açıdan şu şekilde sınıflandırılır: Asemptomatik beyin damar hastalıkları (BDH): Sessiz beyin infarktları veya boyunda beyin kan dolaşımını sağlayan arterlerin asemptomatik olarak daralma veya tıkanması etkilidir. Fokal beyin disfonksiyonu ile giden BDH: Geçici iskemik atak ve inme olarak ikiye ayrılır. Vasküler demans: İskemik veya kanayıcı inme veya iskemik-hipoksik beyin lezyonları sonucu ortaya çıkan bir bunama şeklidir.Fokal beyin disfonksiyonu ile giden beyin damar hastalıkları ise geçici iskemik atak ve inme olarak ikiye ayırılır. İnme bilinir adıyla felç, beyni besleyen damarların tıkanıklığı veya yırtılmasına bağlı kanama nedeniyle ortaya çıkan, belirtileri hızla gelişen, bazen ölümcül sonuçları olabilen nörolojik bir sendromdur. Genelde birkaç gün içinde tam düzelme, kısmi düzelme ya da engellilik hali ve ölüm olasılıkları olabilmektedir. İnme sonucunda el ve kolları kullanamama, yürüyememe, his ve denge bozukluğu ile yutma ve konuşma-anlama güçlüğü, erken bunama, komaya kadar gidebilen pek çok sorun bir arada ortaya çıkmaktadır.  Geçici iskemik ataklar (GİA) yani “ transient” iskemik ataklar (TİA) ise beyin kan akışının azaldığı ya da kesildiği durumda ortaya çıkmaktadır. Bu hastalarda da inmede olduğu gibi körlük, kol veya bacağı hareket ettirmede güçlük, bilinç değişikliği, konuşma veya anlama bozukluğu, denge-koordinasyon bozukluğu ortaya çıkabilir.  İnmeden farklı olarak, bu belirtiler 24 saat içinde düzelir. Geçici iskemik ataklar genellikle büyük bir inmenin öncüsü olabilmektedir. Bu nedenle, bu durumu yaşayan hastaların mutlaka nöroloji uzmanı tarafından değerlendirilmesi ve ileriye dönük önlemlerin alınması önerilmektedir. Ayrıca, nadiren de olsa, TİA benzeri durumlar migren atakları sırasında da görülmektedir ve hızlı müdahale gerektirmektedir.Serebrovasküler Hastalıklar Neden Olur?Hastalığın nedenleri arasında genetik faktörleri kadar yaşam tarzının etkili olduğu da düşünülmektedir. Durağan bir yaşam tarzı, sigara ve alkol kullanımı değiştirilebilir risk faktörleri arasında yer alırken; yaş, cinsiyet ve genetik faktörler değiştirilemeyen risk faktörleridir. Cinsiyet açısından değerlendirildiğinde erkeklerde kadınlara oranla daha fazla görülmektedir. İleri yaşlarda ortaya çıkan serebrovasküler hastalıklarda ise daha ciddi tablolarla karşılaşılmaktadır.Serebrovasküler Hastalıklar Neden Ortaya Çıkar?Serebrovasküler hastalıkların oluşmasına neden olabilecek birçok faktör mevcuttur. Bunların çoğu değiştirilebilir iken, bazıları (yaş, ırk veya genetik) değiştirilememektedir. Hipertansiyon, serebrovasküler hastalıkların oluşmasında doğrudan etkilidir. Kontrol altına alınamayan yüksek tansiyon (hipertansiyon) beyin damarlarında plak oluşumuna, daralmalara ve tıkanıklıklara neden olmaktadır. Hipertansiyon ilaçlarla kontrol altına alınabilmektedir. Hiperlipidemi, kan yağlarının yüksekliği (kolesterol ve trigliserid) serebrovasküler hastalığın oluşmasında etkili bir faktördür. Kan yağlarının yüksekliği, aktif bir yaşam ve hayat boyu yapılacak diyet ile sorun olmaktan çıkmaktadır. Ayrıca sorun haline geldiyse ilaçlarla da tedavi edilebilmektedir. Diabetes mellitus,  yani şeker hastalığı, kanın pıhtılaşmasına neden olarak beyin damarlarındaki yapıyı bozmaktadır. Oluşmaması için sağlıklı hayat tarzı, diyabet ilaçları ve yaşam boyu diyet önemlidir. Sigara içiciliği, serebrovasküler hastalığa zemin hazırlayan önemli etkendir. Damar duvarına olumsuz etki yaparak, damarların büzülmesine, damar içinde plak birikimine ve dolayısıyla inmeye yol açmaktadır.   Kalp hastalıkları arasında yer alan kalp kapak hastalıkları, ritim bozukluğu, kalp yetmezliği ile pıhtı oluşumu ve emboliyle seyreden sorunlar serebrovasküler hastalığın nedenleri arasındadır. Uyku apnesi, uykuda üst hava yollarının tıkanıklığı, horlama ve gündüz aşırı uyku hali ile seyreden bir hastalıktır.  Son yıllarda yapılan bilimsel yayınlarda, uyku apnesinin serebrovasküler hastalık açısından önde gelen risk faktörü olduğu ortaya konulmuştur.Serebrovasküler Hastalıklar Nasıl Teşhis Edilir?Serebrovasküler hastalığın tanısı; hastanın şikayetleri, hikayesi, klinik muayenesi ve görüntüleme (beyin MR, beyin tomografisi ve beyin kan dolaşımını sağlayan ana damarların renkli doppler ultrasonografisi) sonuçlarına dayanarak konulur.Serebrovasküler Hastalıklar Nasıl Tedavi Edilir?Serebrovasküler hastalığın medikal (konservatif- ilaçlarla), girişimsel ve cerrahi tedavisi mevcuttur. Tedavi seçeneklerine inmenin çeşidine, hastanın yaşına, hastaneye başvuru saatine, altta yatan başka hastalıkların varlığına göre karar verilir. Damar tıkanıklığı ile seyreden serebrovasküler hastalıklarda kan akışkanlığını arttıran, kan pıhtılaşmasını azaltan ilaçlara yanı sıra beyin ödemini azaltan, hastanın kan basıncını ve şekerini düzenleyen ve kolesterolünü azaltan ilaçlar uygulanır. Bazı durumlarda, inmeye eşlik eden epileptik nöbetler olabilmektedir. Bu durumda hastanın tedavisine antiepileptik ilaçlar eklenir.Damar tıkanıklığına bağlı inme geçiren hastalar hastaneye hızlı başvurdukları sürece hastanın altta yatan hastalıkları açısından uygun koşullar sağlanırsa trombolitik denilen ilaçlarla pıhtıyı eritme tedavisi uygulanabilir. Bunun dışında hastalara mekanik yollarla (yani uygun cihazlarla) pıhtıyı damar yolundan çıkarma operasyonu yapılabilir.Beyin kanaması geçiren hastalarda beyin şişmesini önlemek için ilaç tedavisi, kanamayı boşaltmak için ise beyin cerrahisi tarafından yapılan operasyon uygulanabilir.Serebrovasküler Hastalıklar ile İlgili Sık Sorulan SorularKüçük damar tıkanıklığı nedir?Küçük damar tıkanıklığı, iskemik inmelerin yaklaşık %75'ini oluşturan, beyne oksijenli kan sağlamayan ve büyük damar tıkanıklıklarına göre şiddetli daha az olan, beynin derinliklerindeki damarlarda meydana gelen bir rahatsızlıktır.Serebrovasküler hastalığın ameliyatsız tedavisi var mı?Serebrovasküler hastalığın ameliyatsız ilaçlarla tedavisi vardır. Bunlar kan akışkanlığını düzenleyici beyin ödemini çözücü tedavilerdir.Serebrovasküler hastalığın bitkisel tedavisi var mı?Serebrovasküler hastalıklarda bitkilerden elde edilmiş hammaddelerden yapılan ilaçlar mevcuttur. Fakat bu ilaçlar bir dizi kimyasal işlemlerden geçmektedir. Bilimsel çalışmalara dayanarak etkisi kanıtlanmış direkt olarak serebrovasküler hastalıklara yönelik aktarlarda satılan bitkisel ilaçlar mevcut değildir. Serebrovasküler Hastalıklar Nedir?Beyin damar hastalığı olarak da bilinen serebrovasküler hastalıklar (SVO), beyin damarlarında kan akışının zayıflaması veya tamamen durması ya da beyin damarlarının yırtılması sonucu gelişen kanama nedeniyle ortaya çıkan hastalıklardır. Kan akışında yaşanan sorunlar, kan damarlarında daralma, pıhtı atması, atardamarlarda tıkanıklık ve kan damarlarının yırtılması en yaygın nedenleridir.Serebrovasküler Hastalıklar Kaç Türdür?Serebrovasküler hastalıklar klinik açıdan şu şekilde sınıflandırılır:Fokal beyin disfonksiyonu ile giden beyin damar hastalıkları ise geçici iskemik atak ve inme olarak ikiye ayırılır.Serebrovasküler Hastalıklar Neden Olur?Hastalığın nedenleri arasında genetik faktörleri kadar yaşam tarzının etkili olduğu da düşünülmektedir. Durağan bir yaşam tarzı, sigara ve alkol kullanımı değiştirilebilir risk faktörleri arasında yer alırken; yaş, cinsiyet ve genetik faktörler değiştirilemeyen risk faktörleridir. Cinsiyet açısından değerlendirildiğinde erkeklerde kadınlara oranla daha fazla görülmektedir. İleri yaşlarda ortaya çıkan serebrovasküler hastalıklarda ise daha ciddi tablolarla karşılaşılmaktadır.Serebrovasküler Hastalıklar Neden Ortaya Çıkar?Serebrovasküler hastalıkların oluşmasına neden olabilecek birçok faktör mevcuttur. Bunların çoğu değiştirilebilir iken, bazıları (yaş, ırk veya genetik) değiştirilememektedir.Serebrovasküler Hastalıklar Nasıl Teşhis Edilir?Serebrovasküler hastalığın tanısı; hastanın şikayetleri, hikayesi, klinik muayenesi ve görüntüleme (beyin MR, beyin tomografisi ve beyin kan dolaşımını sağlayan ana damarların renkli doppler ultrasonografisi) sonuçlarına dayanarak konulur.Serebrovasküler Hastalıklar Nasıl Tedavi Edilir?Serebrovasküler hastalığın medikal (konservatif- ilaçlarla), girişimsel ve cerrahi tedavisi mevcuttur. Tedavi seçeneklerine inmenin çeşidine, hastanın yaşına, hastaneye başvuru saatine, altta yatan başka hastalıkların varlığına göre karar verilir. Damar tıkanıklığı ile seyreden serebrovasküler hastalıklarda kan akışkanlığını arttıran, kan pıhtılaşmasını azaltan ilaçlara yanı sıra beyin ödemini azaltan, hastanın kan basıncını ve şekerini düzenleyen ve kolesterolünü azaltan ilaçlar uygulanır. Bazı durumlarda, inmeye eşlik eden epileptik nöbetler olabilmektedir. Bu durumda hastanın tedavisine antiepileptik ilaçlar eklenir.Damar tıkanıklığına bağlı inme geçiren hastalar hastaneye hızlı başvurdukları sürece hastanın altta yatan hastalıkları açısından uygun koşullar sağlanırsa trombolitik denilen ilaçlarla pıhtıyı eritme tedavisi uygulanabilir. Bunun dışında hastalara mekanik yollarla (yani uygun cihazlarla) pıhtıyı damar yolundan çıkarma operasyonu yapılabilir.Beyin kanaması geçiren hastalarda beyin şişmesini önlemek için ilaç tedavisi, kanamayı boşaltmak için ise beyin cerrahisi tarafından yapılan operasyon uygulanabilir.Serebrovasküler Hastalıklar ile İlgili Sık Sorulan SorularKüçük damar tıkanıklığı nedir?Küçük damar tıkanıklığı, iskemik inmelerin yaklaşık %75'ini oluşturan, beyne oksijenli kan sağlamayan ve büyük damar tıkanıklıklarına göre şiddetli daha az olan, beynin derinliklerindeki damarlarda meydana gelen bir rahatsızlıktır.Serebrovasküler hastalığın ameliyatsız tedavisi var mı?Serebrovasküler hastalığın ameliyatsız ilaçlarla tedavisi vardır. Bunlar kan akışkanlığını düzenleyici beyin ödemini çözücü tedavilerdir.Serebrovasküler hastalığın bitkisel tedavisi var mı?Serebrovasküler hastalıklarda bitkilerden elde edilmiş hammaddelerden yapılan ilaçlar mevcuttur. Fakat bu ilaçlar bir dizi kimyasal işlemlerden geçmektedir. Bilimsel çalışmalara dayanarak etkisi kanıtlanmış direkt olarak serebrovasküler hastalıklara yönelik aktarlarda satılan bitkisel ilaçlar mevcut değildir.
4,271
611
Hastalıklar
Sıtma
Özellikle sıcak iklimlerde hala etkisini sürdüren hastalıklardan biri olan sıtma, acil müdahale edilmesi gereken bir hastalık olmakla birlikte aşı ve ilaçlı tedaviyle iyileşmesi mümkün olan bir hastalık olarak kabul edilir. Özellikle başka ülkelere sık seyahat insanlarda görülen sıtma, insandan insana kan temasıyla bulaşır.Özellikle sıcak iklimlerde hala etkisini sürdüren hastalıklardan biri olan sıtma, acil müdahale edilmesi gereken bir hastalık olmakla birlikte aşı ve ilaçlı tedaviyle iyileşmesi mümkün olan bir hastalık olarak kabul edilir. Özellikle başka ülkelere sık seyahat insanlarda görülen sıtma, insandan insana kan temasıyla bulaşır. Sıtma Nedir?Afrika, Güneydoğu Asya, Orta ve Doğu ve Amerika gibi sıcak iklimlerde  daha çok görülen sıtma, plazmodium adı verilen parazitlere enfekte olmuş sivrisineklerin sokması ile bulaşan, titreme, ateş ve terleme ile kendini gösteren bulaşıcı bir hastalıktır. Çocuklarla birlikte yetişkinlerde de saptanan sıtma, aşı ve ilaç tedavisiyle birlikte iyileşebilen bir hastalık olarak kabul edilir. Özellikle günlük hayatlarında sık seyahat eden kişilerin sıtma hastalığına karşı dikkat etmesi önerilir. Çünkü sıtma hastalığı yayılarak başka bölge ve ülkelerde de görülebilir.Sıtma Belirtileri Nelerdir? Sivrisinek ısırması sonucu insanlara bulaşan sıtma, direkt olarak insandan insana bulaşmaz ancak sivrisinekler aracılığıyla bulaşma meydana getirir. Sıtma bulaşan hasta bireyin kanından sinekler yoluyla diğer insanlara bulaşır. Bu bulaşma sonrası kişilerde bazı belirtiler ortaya çıkar.Semptomlar ısırıldıktan sonra çoğunlukla takip eden 10 gün ila 4 hafta sonra başlayan, ancak 7 gün içinde de kendini gösterebilen sıtma hastalığının belirtileri şunlardır: Ateş Titreme Rahatsızlık hissi Mide bulantısı ve kusma İshal Baş ağrısı Tükenmişlik Kas ve eklem ağrısı Karın ağrısı Kalp atışının hızlanması Öksürük Havale Bilinç kaybı Nöbet Böbrek yetmezliğiSivrisinek ısırmasının ardından belirtiler öncelikle titreme ve ateş şeklinde başlar, ardından terleme ortaya çıkar. Bu belirtiler sivrisinek tarafından ısırıldıktan birkaç hafta içinde meydana gelir. Maddeler halinde sıralanan belirtiler dışında sıtma, şiddeti arttıkça kansızlık ve sarılığa sebebiyet verebilir. Komaya kadar gidebilen sıtmaya ise serebral sıtma adı verilir.Sıtma Neden Olur?Sıtmaya yaygın olarak plasmodium adı verilen tek hücreli bir parazite enfekte olmuş sivrisinek tarafından ısırılması neden olur. İnsandan insana bulaşması için de kan temasının yaşanması gerekir. Ayrıca anneden doğmamış çocuğa, kan ve organ nakli yoluyla bulaşabildiği gibi uyuşturucu enjekte eden iğnelerin paylaşımı da sıtmaya sebebiyet verebilir.Sıtma Nasıl Teşhis Edilir?Sıtma şüphesiyle hastaneye başvurduğunuzda uzman doktor öncelikle sizi fiziki olarak muayene edecek, şikayetlerinizi soracak, hastalık geçmişinizi ve seyahat ettiğiniz ülkeleri öğrenmek isteyecektir. Muayene sonrası kan tahlili yapılması gerekebilir.Sıtma teşhisi için uygulanabilecek testler şu şekildedir: Kan tahlili Moleküler test Antikor testi Kan smear testi İlaç direnci testiSıtma Nasıl Tedavi Edilir? Nasıl Önlenir?Sıtma, bazı durumlarda hayati tehlike yaratabilecek bulaşıcı bir hastalıktır. Tedavisi genellikle hastanede yapılır ve doktor parazitleri iyileştirmek için ilaçlar verebilir. Ancak özellikle bazı kişilerde sıtma daha ağır bir şekilde seyredebilir. Bebekler Küçük yaştaki çocuklar 65 yaş üstü kişiler Bağışıklığı düşük olanlar Hamile kadınlar ve karnındaki bebeklerSıtma tedavisinde aşılama yöntemi de etkilidir. Aşı olunduktan sonra ilaç tedavisiyle sıtmanın önlenmesi söz konusu olur. Nihai tedavi ise uzman doktor tarafından belirlenir. Tedavinin belirlenme sürecinde kişinin sağlık durumu, yaşanan belirtilerin şiddeti ve hastanın yaşının etkisi önemlidir. Ancak uygulanacak tüm bu yöntemler sıtmanın tamamen önlenmesi ve iyileşmesi konusunda yeterli olmayabilir. Tedavi süreci doktor tarafından takip edilmelidir. Aşı ve ilaçlı tedavi uygulansa bile ileride sıtmanın nüksetmemesi için kontrol amaçlı ilaçlar da verilebilir.Ayrıca sıtmayı önlemek için bireysel olarak başvurulabilecek bazı yollar da söz konusudur. Bunlar şöyle sıralanabilir: Sivrisinek ısırığına karşı cildinizi uzun kollu gömlek ve pantolonla kapatabilirsiniz. Doktor kontrolünde verilecek bazı spreyleri vücudunuza uygulayabilirsiniz. Böcek ilacı uygulanabilen kıyafetleri tercih edebilirsiniz. Seyahat etmeden önce ve sonra sıtma ilaçları alabilirsiniz.Tüm bu önlemleri uzman bir hekim kontrolünde uygulamak daha sağlıklı sonuçlar verecektir.Sıtma Komplikasyonları Nelerdir?Sivrisineklerin ısırması sonucu meydana gelen sıtma özellikle Afrika bölgesinde başta çocuklar olmak üzere birçok insanın ölümüne neden olabilen ciddi bir bulaşıcı hastalık olmasıyla birlikte bazı komplikasyonları ortaya çıkarmasıyla bilinir. Bu komplikasyonlar bazı gruplar için risk unsuru taşır. Özellikle çocuklar, bebekler ve yaşlı bireyler sıtmaya yakalandıktan sonra ciddi komplikasyonlarla karşı karşıya kalabilir. Bu komplikasyonlar şöyle özetlenebilir: Beyin sıtması Solunum problemleri Organ yetmezliği Kan şekeri düşüklüğü Anemi Serebral sıtma KomaSıtma Hakkında Sıkça Sorulan SorularSıtmaya ne sebep olur?Sıtma, plasmodium adı verilen parazitin neden olduğu ateş ve titremenin yaşandığı bulaşıcı bir hastalık olarak bilinir. Sivrisineklerin ısırması sonucu insanlara bulaşma özelliği vardır.Sıtma hastalığı kaç gün sürer?Sıtma hastalığının kuluçka süresi 7 gün, belirtilerinin ortaya çıkma süresi de ortalama birkaç haftadır.Sıtma Türkiye’de var mı?Sıtma, geçmiş yıllarda ülkemizde görülen bir hastalık olmasına rağmen yapılan çalışmalar sonucu artık görülmemektedir.Sıtma öldürür mü?Özellikle Afrika gibi sıcak bölgelerde sıtma hastalığı daha şiddetli yaşanır ve ciddi sayıda ölüm vakaları kayda geçer. Sıtma Nedir?Afrika, Güneydoğu Asya, Orta ve Doğu ve Amerika gibi sıcak iklimlerde  daha çok görülen sıtma, plazmodium adı verilen parazitlere enfekte olmuş sivrisineklerin sokması ile bulaşan, titreme, ateş ve terleme ile kendini gösteren bulaşıcı bir hastalıktır. Çocuklarla birlikte yetişkinlerde de saptanan sıtma, aşı ve ilaç tedavisiyle birlikte iyileşebilen bir hastalık olarak kabul edilir. Özellikle günlük hayatlarında sık seyahat eden kişilerin sıtma hastalığına karşı dikkat etmesi önerilir. Çünkü sıtma hastalığı yayılarak başka bölge ve ülkelerde de görülebilir.Sıtma Belirtileri Nelerdir? Sivrisinek ısırması sonucu insanlara bulaşan sıtma, direkt olarak insandan insana bulaşmaz ancak sivrisinekler aracılığıyla bulaşma meydana getirir. Sıtma bulaşan hasta bireyin kanından sinekler yoluyla diğer insanlara bulaşır. Bu bulaşma sonrası kişilerde bazı belirtiler ortaya çıkar.Semptomlar ısırıldıktan sonra çoğunlukla takip eden 10 gün ila 4 hafta sonra başlayan, ancak 7 gün içinde de kendini gösterebilen sıtma hastalığının belirtileri şunlardır:Sivrisinek ısırmasının ardından belirtiler öncelikle titreme ve ateş şeklinde başlar, ardından terleme ortaya çıkar. Bu belirtiler sivrisinek tarafından ısırıldıktan birkaç hafta içinde meydana gelir. Maddeler halinde sıralanan belirtiler dışında sıtma, şiddeti arttıkça kansızlık ve sarılığa sebebiyet verebilir. Komaya kadar gidebilen sıtmaya ise serebral sıtma adı verilir.Sıtma Neden Olur?Sıtmaya yaygın olarak plasmodium adı verilen tek hücreli bir parazite enfekte olmuş sivrisinek tarafından ısırılması neden olur. İnsandan insana bulaşması için de kan temasının yaşanması gerekir. Ayrıca anneden doğmamış çocuğa, kan ve organ nakli yoluyla bulaşabildiği gibi uyuşturucu enjekte eden iğnelerin paylaşımı da sıtmaya sebebiyet verebilir.Sıtma Nasıl Teşhis Edilir?Sıtma şüphesiyle hastaneye başvurduğunuzda uzman doktor öncelikle sizi fiziki olarak muayene edecek, şikayetlerinizi soracak, hastalık geçmişinizi ve seyahat ettiğiniz ülkeleri öğrenmek isteyecektir. Muayene sonrası kan tahlili yapılması gerekebilir.Sıtma teşhisi için uygulanabilecek testler şu şekildedir:Sıtma Nasıl Tedavi Edilir? Nasıl Önlenir?Sıtma, bazı durumlarda hayati tehlike yaratabilecek bulaşıcı bir hastalıktır. Tedavisi genellikle hastanede yapılır ve doktor parazitleri iyileştirmek için ilaçlar verebilir. Ancak özellikle bazı kişilerde sıtma daha ağır bir şekilde seyredebilir.Sıtma tedavisinde aşılama yöntemi de etkilidir. Aşı olunduktan sonra ilaç tedavisiyle sıtmanın önlenmesi söz konusu olur. Nihai tedavi ise uzman doktor tarafından belirlenir. Tedavinin belirlenme sürecinde kişinin sağlık durumu, yaşanan belirtilerin şiddeti ve hastanın yaşının etkisi önemlidir. Ancak uygulanacak tüm bu yöntemler sıtmanın tamamen önlenmesi ve iyileşmesi konusunda yeterli olmayabilir. Tedavi süreci doktor tarafından takip edilmelidir. Aşı ve ilaçlı tedavi uygulansa bile ileride sıtmanın nüksetmemesi için kontrol amaçlı ilaçlar da verilebilir.Ayrıca sıtmayı önlemek için bireysel olarak başvurulabilecek bazı yollar da söz konusudur. Bunlar şöyle sıralanabilir:Tüm bu önlemleri uzman bir hekim kontrolünde uygulamak daha sağlıklı sonuçlar verecektir.Sıtma Komplikasyonları Nelerdir?Sivrisineklerin ısırması sonucu meydana gelen sıtma özellikle Afrika bölgesinde başta çocuklar olmak üzere birçok insanın ölümüne neden olabilen ciddi bir bulaşıcı hastalık olmasıyla birlikte bazı komplikasyonları ortaya çıkarmasıyla bilinir. Bu komplikasyonlar bazı gruplar için risk unsuru taşır. Özellikle çocuklar, bebekler ve yaşlı bireyler sıtmaya yakalandıktan sonra ciddi komplikasyonlarla karşı karşıya kalabilir. Bu komplikasyonlar şöyle özetlenebilir:Sıtma Hakkında Sıkça Sorulan SorularSıtmaya ne sebep olur?Sıtma, plasmodium adı verilen parazitin neden olduğu ateş ve titremenin yaşandığı bulaşıcı bir hastalık olarak bilinir. Sivrisineklerin ısırması sonucu insanlara bulaşma özelliği vardır.Sıtma hastalığı kaç gün sürer?Sıtma hastalığının kuluçka süresi 7 gün, belirtilerinin ortaya çıkma süresi de ortalama birkaç haftadır.Sıtma Türkiye’de var mı?Sıtma, geçmiş yıllarda ülkemizde görülen bir hastalık olmasına rağmen yapılan çalışmalar sonucu artık görülmemektedir.Sıtma öldürür mü?Özellikle Afrika gibi sıcak bölgelerde sıtma hastalığı daha şiddetli yaşanır ve ciddi sayıda ölüm vakaları kayda geçer.
3,945
612
Hastalıklar
Sistit
Sistit, genellikle escherichia coli adlı bakterinin neden olduğu idrar torbası olarak bilinen mesanenin enfeksiyonudur. Sistite neden olan bakterilerin çoğu sağlıklı bağırsak florasını oluşturur ve bu tür enfeksiyonlarının büyük bir çoğunluğu bağırsakta bulunan ve idrar yoluna ulaşan bakterilerden kaynaklanır. Kadınların üretrasının erkeklerden daha kısa olması bakterilerin mesaneye ulaşma ve enfeksiyona neden olma olasılığını yükselttiğinden sistit daha çok kadınlarda görülen mesane enfeksiyonu türüdür. Sistitin neden olduğu belirtiler idrarda yanma, sık idrara çıkma, idrarda kan, kasık ağrısı, idrar renginde koyulaşma ve idrarda kötü kokudur.Sistit, genellikle escherichia coli adlı bakterinin neden olduğu idrar torbası olarak bilinen mesanenin enfeksiyonudur. Sistite neden olan bakterilerin çoğu sağlıklı bağırsak florasını oluşturur ve bu tür enfeksiyonlarının büyük bir çoğunluğu bağırsakta bulunan ve idrar yoluna ulaşan bakterilerden kaynaklanır. Kadınların üretrasının erkeklerden daha kısa olması bakterilerin mesaneye ulaşma ve enfeksiyona neden olma olasılığını yükselttiğinden sistit daha çok kadınlarda görülen mesane enfeksiyonu türüdür. Sistitin neden olduğu belirtiler idrarda yanma, sık idrara çıkma, idrarda kan, kasık ağrısı, idrar renginde koyulaşma ve idrarda kötü kokudur. Sistit Nedir?Sistit, idrar yolu enfeksiyonuna bağlı ikincil olarak ortaya çıkan bakteriyel kaynaklı mesane enfeksiyonudur. Özellikle kadınlarda yaygın görülen bir idrar yolu enfeksiyonu türüdür. Sistinin en yaygın belirtisi idrar yaparken yanma ve ağrı, daha sık idrara çıkma, idrarı tutamama ve idrarın kötü kokmaya başlamasıdır.Hafif sistit vakaları genellikle birkaç gün içinde kendiliğinden iyileşebilirken şiddetli sistit durumlarında düzenli veya tıbbi tedavi gerekebilir.Akut sistit nedir?Akut sistit, sistitin bakteri kaynaklı meydana gelen türüdür. Akut sistine neden olan bakteri ise escherichia coli'dir. Bakteri kaynaklı mesane enfeksiyonu olan sistit idrar sırasında ağrı-yanma, idrarın kokması, normalden daha sık idrara çıkma ve karın veya belin alt kısmındaki ağrı şikayetiyle ortaya çıkar. Sistit Neden Olur?Sistit nedeni genellikle bakteriyeldir. Normalde bağırsak ve sindirim sisteminde bulunan ve zararsız olan bakterilerin mesaneye ulaşması sistit nedeni olmaktadır. Sistite en çok Escherichia coli (E.coli) bakterisi yol açmaktadır. Bakteriyel sistitin haricinde mesanenin zarar görmesi veya tahriş olması da sistite yol açabilir.Genel olarak bakteriyel olmayan sistit nedenleri şu şekildedir İnterstisyel sistit Kemoterapi, radyoterapi veya bazı ilaçlar İdrar sondası ve mesane tüpü gibi uzun süreli kateter kullanımı  Aktif bir cinsel hayat Genital bölgenin temizliği  Doğum kontrolü için diyafram kullanmak  Mesane taşı Prostat bezinin büyümesi  Hamilelik  Menopoz döneminde östrojen eksikliği  Diyabet hastalarının idrarındaki yüksek şeker seviyeleri  Parfümlü sabun veya köpük banyosunun yarattığı tahrişİnterstisyel sistitAğrılı mesane sendromu olarak da bilinen interstisyel sistit mesanenin nedeni bilinmeyen kronik, steril inflamatuar bir hastalığıdır. Genellikle kadınlarda görülen İnterstisyel sistit hastalığının teşhis ve tedavisi zordur. İnterstisyel sistit hastalığı enfeksiyon kaynaklı değildir ancak belirtileri mesane enfeksiyonuyla benzerdir. Kemoterapi, radyoterapi veya bazı ilaçlarÖzellikle kemoterapi tedavisi olmak üzere bazı ilaçlar mesanenin iltihaplanmasına yol açarak sistite neden olabilir. Aynı şekilde radyasyon tedavisi de sistit nedenleri arasında sayılabilir.İdrar sondası ve mesane tüpü gibi uzun süreli kateter kullanımıİdrar sondası, mesane tüpü gibi uzun süreli kateter kullanımları iltihaplanmaya neden olacak doku hasarına yol açarak sistite neden olabilir.Aktif bir cinsel hayatAktif bir cinsel hayat yaşayan kişilerde sistit oluşma riski yüksektir. Genital bölgenin temizliğiÖzellikle kadınlarda genital bölgenin arkadan ön tarafa doğru silinmesi sistite yol açan faktörlerden biri olarak değerlendirilir.Mesane taşı, prostat bezinin büyümesi veya hamilelik Hem mesane taşı, hem prostat bezinin büyümesi hem de hamilelik gibi mesanenin tam olarak boşaltılamadığı durumlar sistit nedenleri arasında sayılabilir.Menopoz sürecinde östrojen eksikliğiKadınların yaşadığı menopoz sürecinde görülen östrojen hormonunun eksikliği sistite sebebiyet verebilir.Diyabet hastalarının idrarındaki yüksek şeker seviyeleriDiyabet hastalarının idrarındaki yüksek şeker seviyeleri, bakterilerin çoğalması için elverişli bir ortam sağlayabileceğinden sistite zemin hazırlayabilir.Bunların dışında parfümlü sabun veya köpük banyosu gibi tahriş edici kimyasal maddeleri kullanmak da sistit nedeni olabilir.Sistit Belirtileri Nelerdir?Sistit durumunda görülen yaygın belirtiler sık sık idrara çıkma ve idrarda yanma, normalden daha sık ve ani idrar yapma ihtiyacı, idrarda kan görülmesi, idrar renginin bulanıklaşması, koyu renk alması ve kötü kokmasıdır. Sistit belirtileri farklı rahatsızlıklardan da kaynaklanabileceği için bu belirtilerden bir veya birkaçının yaşandığı durumlarda doktora giderek gerçek nedenin belirlenmesi önemlidir.Sistit belirtileri genellikle şunları içerir: İdrar yaparken yanma ve ağrı Sık sık ve aniden idrara çıkma ihtiyacı İdrardan kan gelmesi İdrarın kötü kokması İdrar renginde bulanıklık veya koyulaşma Alt karın bölgesinde ağrı ve kramp Bel ağrısı İdrar kaçırma Ateş Terleme Mide bulantısı ve kusmaSık sık idrara çıkma ve idrarda yanma Mesanede meydana gelen enfeksiyona bağlı olarak kişi sık sık idrara çıkar ve akabinde idrar sırasında yanma hisseder. Bu durum sistit hastalığının yaygın belirtileri arasındadır. İdrar varmış hissi ve ani sıkışmalarSistitin yaygın görülen belirtilerinden biri de idrar varmış hissi yaşamak ve ani sıkışmalardır. Bu gibi durumlarda kişi idrarı olmadığı halde idrarı gelmiş hissiyle ani sıkışmalar yaşar.İdrardan kan gelmesiHematüri olarak ifade edilen idrardan kan gelmesi şikayeti de sistitte görülen belirtilerden biridir. İdrar renginde koyuluk veya kötü koku Eğer idrar renginde koyuluk görüyor ve kötü koku hissediyorsanız bu durum sistitin göstergelerinden biri sayılabilir. Kasık ağrısı Mesanede meydana gelen sistit hastalığı kasık ağrısına yol açabilir.Bunlarla birlikte göbek deliğinin altındaki karın bölgesinde meydana gelen ağrı, kramp, basıncın yanı sıra şiddetli vakalarda mide bulantısı ve kusma da görülebilir. Ayrıca hafif ateş de sistit belirtisi şeklinde değerlendirilebilir.Çocuklarda sistit belirtileriÇocuklarda sistit belirtileri yetişkinlerdeki kadar net olmayabilir. Çocukların yetişkinler gibi şikayetlerini açık bir şekilde dile getirememesi sistit teşhisini zorlaştırabilir. Çocuklarda sistit belirtileri genellikle; yüksek ateş, halsizlik, iştahsızlık ve kusma gibi şikayetlerle ortaya çıkabilir.Sistit Teşhisi Nasıl Yapılır?Sistit belirtilerinden bir veya birkaçının olduğu durumlarda konunun uzmanı bir üroloji doktoruna başvurulmalıdır. Sistit teşhisi doktor muayenesi ve basit bir idrar tahliliyle kolaylıkla konulabilir. Özellikle idrarda 10 ve üzerinde bağışıklık hücresinin tespit edilmesi sistit tanısı için yeterlidir.Ayrıca tekrarlayan sistit vakalarında kullanılacak antibiyotiğin belirlenebilmesi için neden olan mikrop cinsinin belirlenebilmesi de önemlidir.Sistik Tedavisi Nasıl Yapılır? İdrar torbasının (mesane) enfeksiyon kapması sonucu ortaya çıkan sistit, çoğunlukla tedavi gerektirir. Gereken tedavi ise genellikle antibiyotiktir. Şiddetli ve kronik sistit vakalarında daha etkili antibiyotikler kullanılır.Nadir durumlarda kendi kendine geçebilme özelliği gösteren sistit tekrarlayıp kronik hale geldiğinde tedavi edilmezse oluşan enfeksiyon böbreklere ulaşarak çok daha ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Bu sebeple sistitin tıbbi tedavisi önemlidir.                        Sistit Nasıl Geçer? Bakteri kaynaklı sistitin en etkili tedavi yöntemi antibiyotiktir. Aniden ortaya çıkan akut sistit bazen kendi kendine geçebilir. Bol sıvı alımı, dinlenme ve ilgili bölgeyi sıcak tutma gibi tedbirlerle geçmeyen sistit için ise kesinlikle uzman bir doktora başvurulmalıdır.Sistite iyi gelen ve önleyici yöntemler şu şekilde sıralanabilir:  Bol su tüketmek İdrar ihtiyacı hissedildiğinde zaman kaybetmeden tuvalete gitmek Genital bölge temizliğinin önden arkaya doğru yapılması  Genital bölge temizliğinde tahriş edici kimyasal ve parfümlü ürünler kullanmamak Cinsel ilişkiden sonra mesanedeki idrarı en kısa sürede boşaltmak Sistit belirtilerinin yaşandığı dönemde cinsel ilişkiden uzak durmak Ağrıyı gidermek için karın üzerine veya kasıklara sıcak su uygulaması Sistiti önlemek için ayrıca;Pamuklu iç çamaşırı kullanmak, köpük banyosu tarzında genital bölgeyi tahriş edebilecek aktivitelerden uzak durmak, genital mantar gibi sistiti tetikleyecek hastalıkları kısa sürede tedavi ettirmek, soğuk algınlığından kaçınmak, ıslak mayo ile kalmamak, doğum kontrolü için diyafram uygulaması yerine farklı yöntemlere başvurmak önemlidir.Sistiti geçirmek için alınacak önlemlerin faydalı olmadığı durumlarda ise doktora gidilmelidir.Sistit için ilaç tedavisiBakteriyel sistit için antibiyotik olarak genellikle; nitrofurantoin, trimetoprim-sülfametoksazol, amoksisilin, sefalosporinler, siprofloksasin ve levofloksasin içeren ilaçlar kullanılabilir. Tekrarlayan sistit durumlarında tedavi için kullanılan antibiyotikleri daha uzun süreli kullanmak da gerekebilir. Ayrıca ilişki ile tetiklenen bazı sistit durumlarında cinsel ilişkiden önce uygun seçilen antibiyotiğin tek bir doz alınması faydalı olabilir.İnterstisyel sistit tedavisiİnterstisyel sistit rahatsızlığında enflamasyonun nedeni tam olarak belli olmadığı için her vaka için en iyi sonucu veren tek bir tedavi yoktur. Diğer bakteriyel sistitlerin aksine, mesanede belirgin bir enfeksiyon bulunmadığı için İnterstisyel sistit tedavisinde antibiyotik kullanımı faydalı olmamaktadır. İnterstisyel sistitin belirti ve şikâyetlerini hafifletmek için kullanılan tedaviler şunlardır: Ağız yoluyla alınan veya doğrudan mesaneye yerleştirilen ilaçlar Mesaneyi su, gaz veya ameliyatla germek gibi şikâyetleri azaltmaya yönelik uygulamalar Pelvik ağrıyı hafifletmek için hafif elektrik şoklarının kullanıldığı ve bazı durumlarda idrar sıklığını azaltan sinir stimülasyonuSistit Hakkında Sık Sorulan SorularSistit ne demek?Sistit, escherichia coli bakterisi başta olmak üzere bakteriyel kaynaklı meydana gelen bir enfeksiyondur. Bakteriyel olmayan sistit vakaları ise başta kemoterapi tedavisi, aktif bir cinsel hayat, genital bölge temizliği, mesane taşı ve menopoz döneminde östrojen eksikliğidir.Sistit için hangi doktora gidilir?Sistit ve idrar yolu enfeksiyonları için hastanelerin üroloji bölümü doktorlarına gidilmelidir. Tedavi edilmeyen ve ilerleyen sistit vakaları böbrekleri de etkileyebilir.Erkekler sistit olur mu?Sistit genellikle kadınlarda görülmekle birlikte erkek ve çocuklarda da yaşanabilir. Erkekler sistit nedeni kadınlara göre daha ciddi rahatsızlıklardan kaynaklanabilir. Erkeklerde sistit; prostat enfeksiyonu, kanser veya genişlemiş prostat gibi altta yatan başka bir durumdan kaynaklanabileceği için zaman kaybetmeden altta yatan rahatsızlık belirlenmelidir. Erkek sistit vakalarının çoğunda erken tedavi sorunu etkili şekilde çözmektedir.Menopoz sistit riskini artırır mı?Menopoz geçirmiş ya da geçmekte olan kadınlarda, üretra ve mesane astarı, östrojen hormonu eksikliği nedeniyle incelir. İnce astarın enfekte olması, hasar görmesi veya tahriş olması daha olasıdır.Sistit çocuk sahibi olmayı etkiler mi?Hayır, sistit erkeklerde veya kadınlarda doğurganlığı etkilememektedir.Sistit veya idrar yolu enfeksiyonu cinsel yolla bulaşır mı?Sistit veya idrar yolu enfeksiyonu cinsel yolla bulaşmaz. Sistit Nedir?Sistit, idrar yolu enfeksiyonuna bağlı ikincil olarak ortaya çıkan bakteriyel kaynaklı mesane enfeksiyonudur. Özellikle kadınlarda yaygın görülen bir idrar yolu enfeksiyonu türüdür. Sistinin en yaygın belirtisi idrar yaparken yanma ve ağrı, daha sık idrara çıkma, idrarı tutamama ve idrarın kötü kokmaya başlamasıdır.Hafif sistit vakaları genellikle birkaç gün içinde kendiliğinden iyileşebilirken şiddetli sistit durumlarında düzenli veya tıbbi tedavi gerekebilir.Akut sistit nedir?Akut sistit, sistitin bakteri kaynaklı meydana gelen türüdür. Akut sistine neden olan bakteri ise escherichia coli'dir. Bakteri kaynaklı mesane enfeksiyonu olan sistit idrar sırasında ağrı-yanma, idrarın kokması, normalden daha sık idrara çıkma ve karın veya belin alt kısmındaki ağrı şikayetiyle ortaya çıkar. Sistit Neden Olur?Sistit nedeni genellikle bakteriyeldir. Normalde bağırsak ve sindirim sisteminde bulunan ve zararsız olan bakterilerin mesaneye ulaşması sistit nedeni olmaktadır. Sistite en çok Escherichia coli (E.coli) bakterisi yol açmaktadır. Bakteriyel sistitin haricinde mesanenin zarar görmesi veya tahriş olması da sistite yol açabilir.Genel olarak bakteriyel olmayan sistit nedenleri şu şekildedirİnterstisyel sistitAğrılı mesane sendromu olarak da bilinen interstisyel sistit mesanenin nedeni bilinmeyen kronik, steril inflamatuar bir hastalığıdır. Genellikle kadınlarda görülen İnterstisyel sistit hastalığının teşhis ve tedavisi zordur. İnterstisyel sistit hastalığı enfeksiyon kaynaklı değildir ancak belirtileri mesane enfeksiyonuyla benzerdir. Kemoterapi, radyoterapi veya bazı ilaçlarÖzellikle kemoterapi tedavisi olmak üzere bazı ilaçlar mesanenin iltihaplanmasına yol açarak sistite neden olabilir. Aynı şekilde radyasyon tedavisi de sistit nedenleri arasında sayılabilir.İdrar sondası ve mesane tüpü gibi uzun süreli kateter kullanımıİdrar sondası, mesane tüpü gibi uzun süreli kateter kullanımları iltihaplanmaya neden olacak doku hasarına yol açarak sistite neden olabilir.Aktif bir cinsel hayatAktif bir cinsel hayat yaşayan kişilerde sistit oluşma riski yüksektir. Genital bölgenin temizliğiÖzellikle kadınlarda genital bölgenin arkadan ön tarafa doğru silinmesi sistite yol açan faktörlerden biri olarak değerlendirilir.Mesane taşı, prostat bezinin büyümesi veya hamilelik Hem mesane taşı, hem prostat bezinin büyümesi hem de hamilelik gibi mesanenin tam olarak boşaltılamadığı durumlar sistit nedenleri arasında sayılabilir.Menopoz sürecinde östrojen eksikliğiKadınların yaşadığı menopoz sürecinde görülen östrojen hormonunun eksikliği sistite sebebiyet verebilir.Diyabet hastalarının idrarındaki yüksek şeker seviyeleriDiyabet hastalarının idrarındaki yüksek şeker seviyeleri, bakterilerin çoğalması için elverişli bir ortam sağlayabileceğinden sistite zemin hazırlayabilir.Bunların dışında parfümlü sabun veya köpük banyosu gibi tahriş edici kimyasal maddeleri kullanmak da sistit nedeni olabilir.Sistit Belirtileri Nelerdir?Sistit durumunda görülen yaygın belirtiler sık sık idrara çıkma ve idrarda yanma, normalden daha sık ve ani idrar yapma ihtiyacı, idrarda kan görülmesi, idrar renginin bulanıklaşması, koyu renk alması ve kötü kokmasıdır. Sistit belirtileri farklı rahatsızlıklardan da kaynaklanabileceği için bu belirtilerden bir veya birkaçının yaşandığı durumlarda doktora giderek gerçek nedenin belirlenmesi önemlidir.Sistit belirtileri genellikle şunları içerir:Sık sık idrara çıkma ve idrarda yanma Mesanede meydana gelen enfeksiyona bağlı olarak kişi sık sık idrara çıkar ve akabinde idrar sırasında yanma hisseder. Bu durum sistit hastalığının yaygın belirtileri arasındadır. İdrar varmış hissi ve ani sıkışmalarSistitin yaygın görülen belirtilerinden biri de idrar varmış hissi yaşamak ve ani sıkışmalardır. Bu gibi durumlarda kişi idrarı olmadığı halde idrarı gelmiş hissiyle ani sıkışmalar yaşar.İdrardan kan gelmesiHematüri olarak ifade edilen idrardan kan gelmesi şikayeti de sistitte görülen belirtilerden biridir. İdrar renginde koyuluk veya kötü koku Eğer idrar renginde koyuluk görüyor ve kötü koku hissediyorsanız bu durum sistitin göstergelerinden biri sayılabilir. Kasık ağrısı Mesanede meydana gelen sistit hastalığı kasık ağrısına yol açabilir.Bunlarla birlikte göbek deliğinin altındaki karın bölgesinde meydana gelen ağrı, kramp, basıncın yanı sıra şiddetli vakalarda mide bulantısı ve kusma da görülebilir. Ayrıca hafif ateş de sistit belirtisi şeklinde değerlendirilebilir.Çocuklarda sistit belirtileriÇocuklarda sistit belirtileri yetişkinlerdeki kadar net olmayabilir. Çocukların yetişkinler gibi şikayetlerini açık bir şekilde dile getirememesi sistit teşhisini zorlaştırabilir. Çocuklarda sistit belirtileri genellikle; yüksek ateş, halsizlik, iştahsızlık ve kusma gibi şikayetlerle ortaya çıkabilir.Sistit Teşhisi Nasıl Yapılır?Sistit belirtilerinden bir veya birkaçının olduğu durumlarda konunun uzmanı bir üroloji doktoruna başvurulmalıdır. Sistit teşhisi doktor muayenesi ve basit bir idrar tahliliyle kolaylıkla konulabilir. Özellikle idrarda 10 ve üzerinde bağışıklık hücresinin tespit edilmesi sistit tanısı için yeterlidir.Ayrıca tekrarlayan sistit vakalarında kullanılacak antibiyotiğin belirlenebilmesi için neden olan mikrop cinsinin belirlenebilmesi de önemlidir.Sistik Tedavisi Nasıl Yapılır? İdrar torbasının (mesane) enfeksiyon kapması sonucu ortaya çıkan sistit, çoğunlukla tedavi gerektirir. Gereken tedavi ise genellikle antibiyotiktir. Şiddetli ve kronik sistit vakalarında daha etkili antibiyotikler kullanılır.Nadir durumlarda kendi kendine geçebilme özelliği gösteren sistit tekrarlayıp kronik hale geldiğinde tedavi edilmezse oluşan enfeksiyon böbreklere ulaşarak çok daha ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Bu sebeple sistitin tıbbi tedavisi önemlidir.                        Sistit Nasıl Geçer? Bakteri kaynaklı sistitin en etkili tedavi yöntemi antibiyotiktir. Aniden ortaya çıkan akut sistit bazen kendi kendine geçebilir. Bol sıvı alımı, dinlenme ve ilgili bölgeyi sıcak tutma gibi tedbirlerle geçmeyen sistit için ise kesinlikle uzman bir doktora başvurulmalıdır.Sistite iyi gelen ve önleyici yöntemler şu şekilde sıralanabilir: Sistiti önlemek için ayrıca;Pamuklu iç çamaşırı kullanmak, köpük banyosu tarzında genital bölgeyi tahriş edebilecek aktivitelerden uzak durmak, genital mantar gibi sistiti tetikleyecek hastalıkları kısa sürede tedavi ettirmek, soğuk algınlığından kaçınmak, ıslak mayo ile kalmamak, doğum kontrolü için diyafram uygulaması yerine farklı yöntemlere başvurmak önemlidir.Sistiti geçirmek için alınacak önlemlerin faydalı olmadığı durumlarda ise doktora gidilmelidir.Sistit için ilaç tedavisiBakteriyel sistit için antibiyotik olarak genellikle; nitrofurantoin, trimetoprim-sülfametoksazol, amoksisilin, sefalosporinler, siprofloksasin ve levofloksasin içeren ilaçlar kullanılabilir. Tekrarlayan sistit durumlarında tedavi için kullanılan antibiyotikleri daha uzun süreli kullanmak da gerekebilir. Ayrıca ilişki ile tetiklenen bazı sistit durumlarında cinsel ilişkiden önce uygun seçilen antibiyotiğin tek bir doz alınması faydalı olabilir.İnterstisyel sistit tedavisiİnterstisyel sistit rahatsızlığında enflamasyonun nedeni tam olarak belli olmadığı için her vaka için en iyi sonucu veren tek bir tedavi yoktur. Diğer bakteriyel sistitlerin aksine, mesanede belirgin bir enfeksiyon bulunmadığı için İnterstisyel sistit tedavisinde antibiyotik kullanımı faydalı olmamaktadır. İnterstisyel sistitin belirti ve şikâyetlerini hafifletmek için kullanılan tedaviler şunlardır:Sistit Hakkında Sık Sorulan SorularSistit ne demek?Sistit, escherichia coli bakterisi başta olmak üzere bakteriyel kaynaklı meydana gelen bir enfeksiyondur. Bakteriyel olmayan sistit vakaları ise başta kemoterapi tedavisi, aktif bir cinsel hayat, genital bölge temizliği, mesane taşı ve menopoz döneminde östrojen eksikliğidir.Sistit için hangi doktora gidilir?Sistit ve idrar yolu enfeksiyonları için hastanelerin üroloji bölümü doktorlarına gidilmelidir. Tedavi edilmeyen ve ilerleyen sistit vakaları böbrekleri de etkileyebilir.Erkekler sistit olur mu?Sistit genellikle kadınlarda görülmekle birlikte erkek ve çocuklarda da yaşanabilir. Erkekler sistit nedeni kadınlara göre daha ciddi rahatsızlıklardan kaynaklanabilir. Erkeklerde sistit; prostat enfeksiyonu, kanser veya genişlemiş prostat gibi altta yatan başka bir durumdan kaynaklanabileceği için zaman kaybetmeden altta yatan rahatsızlık belirlenmelidir. Erkek sistit vakalarının çoğunda erken tedavi sorunu etkili şekilde çözmektedir.Menopoz sistit riskini artırır mı?Menopoz geçirmiş ya da geçmekte olan kadınlarda, üretra ve mesane astarı, östrojen hormonu eksikliği nedeniyle incelir. İnce astarın enfekte olması, hasar görmesi veya tahriş olması daha olasıdır.Sistit çocuk sahibi olmayı etkiler mi?Hayır, sistit erkeklerde veya kadınlarda doğurganlığı etkilememektedir.Sistit veya idrar yolu enfeksiyonu cinsel yolla bulaşır mı?Sistit veya idrar yolu enfeksiyonu cinsel yolla bulaşmaz.
7,613
613
Hastalıklar
Silikozis
Silikozis, kum, toprak, granit ve doğal olarak oluşan maddelerde bulunan bir mineral olan küçük silika parçacıklarının solunması ile meydana gelen ve akciğer dokusunun sertleşmesine neden olan akciğer hastalığıdır. Bu silika parçacıklarına çok fazla maruz kalmak pulmoner fibrozis olarak bilinen kalıcı akciğerde yara oluşumuna neden olur. Silikozis hastalığına müdahale edilmediği durumlarda nefes darlığı ve öksürük gibi belirtiler görülebilir. Bu hastalık genellikle iş ortamında kaynaklı olarak ortaya çıkar.Silikozis, kum, toprak, granit ve doğal olarak oluşan maddelerde bulunan bir mineral olan küçük silika parçacıklarının solunması ile meydana gelen ve akciğer dokusunun sertleşmesine neden olan akciğer hastalığıdır. Bu silika parçacıklarına çok fazla maruz kalmak pulmoner fibrozis olarak bilinen kalıcı akciğerde yara oluşumuna neden olur. Silikozis hastalığına müdahale edilmediği durumlarda nefes darlığı ve öksürük gibi belirtiler görülebilir. Bu hastalık genellikle iş ortamında kaynaklı olarak ortaya çıkar. Silikozis Nedir?Silikozis, çok küçük silika (SiO2) parçacıklarının fazla miktarda solunmasından kaynaklı olarak ortaya çıkan özellikle inşaatlarda, seramik yapımında ya da madencilik gibi işlerde çalışan kişileri etkileyen bir akciğer hastalığıdır. Öksürük, iltihaplanma ve fibrozis semptomlarıyla ortaya çıkarak ilerlediği durumlarda risk oluşturan silikosiz, meslek hastalığı olarak da bilinir. Bu üç belirtinin görülmesi pnömokonyoz adı verilen bir grup hastalığını tanımlanmaktadır. Bu durum genellikle işle ilgili ortaya çıkarak çok fazla toz solunmasından kaynaklanır.Silikozis Belirtileri Nelerdir?Silikoz hastalığının inatçı öksürük, nefes almada zorluk ve nefes darlığı, gibi bronşit benzeri semptomlar görülür.Silikozis hastalığında ortaya çıkabilen belirtiler genel olarak şunlardır: Nefes darlığı Halsizlik ve yorgunluk Zayıflık İstenmeyen kilo kaybı Hırıltı Göğüste ağrı Aniden ortaya çıkan ateş Şişmiş bacaklar Mavi dudaklarSilikozisin Türleri Var Mı?Silikozis üç şekilde ortaya çıkarak kişiyi etkileyebilir. Bunlar şu şekilde sıralanır:Kronik silikozis: Bu türün oluşması için 10 yıldan daha uzun süreler toza maruz kalınması gerekir. Toz içerisinde yer alan silika miktarı da önemli bir faktördür. Kronik silikozisin, basit silikoz ve ilerleyici masif fibroz olmak üzere iki formu bulunur.Subakut silikozis: Hızlandırılmış silikoz olarak da adlandırılan bu silikozis türü, iki ila beş yıl gibi daha kısa bir sürede ortaya çıkarak kişinin etkilenmesine neden olur.Akut silikozis: Bu türde ise, birkaç ay gibi kısa bir süre boyunca büyük oranda silikadan oluşan parçacıklara yoğun bir şekilde maruz kalınması durumunda görülür.Silikozis Kimleri Etkiler?Silikozis, çoğunlukla yapılan iş ile ilgili ortaya çıkar. Belli sektörlerde çalışan kişiler bu durumda daha fazla etkilenebilir. Silikozis hastalığını tetikleyen ve oluşmasına neden olan kişiler şöyle sıralanır: Madencilik ve taş ocakçılığında çalışanlarda İnşaat, inşaat ve yıkım işlerinde olanlarda Taş tezgah imalatı da dahil olmak üzere taş işleriyle ilgilenen kişilerde Çömlekçilik, seramik ve cam yapımda çalışanlarda Kumlama, dökümhane işi ile ilgilenen kişilerde görülebilir.Silikozis Neden Olur?Silikozis hastalığı, çok küçük olarak yer alan kristalli silikon dioksitlerine ya da silika tozlarına maruz kalınmasından dolayı ortaya çıkar. Maruz kalınma süresine göre de değişik formlarda incelenir. Tozlarla yoğun bir şekilde çalışıldığı ya da bulunulduğu ortamda soluk alıp verme sırasında akciğerlere silika tozları girerek hava yollarında yer bulur. Tozlar, yerleştiği hava yolunda zamanla hasar oluşturarak yaralara neden olur.Silikozis TeşhisiUzman doktor semptomların olduğu kişinin tıbbi geçmişini göz önünde bulundurarak fizik muayene yapar. Silikozise neden olduğu bilinen bir işte çalışılıyorsa ne kadar süredir çalışıldığı önemli olacaktır. Daha sonrasında doğru teşhis için uzman doktor sizden şu testleri isteyebilir: Bilgisayarlı tomografi (BT) taraması Solunum fonksiyon testi Bronkoalveolar lavaj (BAL) Akciğer biyopsisiSilikozis Tedavisi Nasıl Olur?Silikozis tedavi edilmez fakat yönetilebilir bir hastalık türüdür. Silikozis hastalığının tedavisi için şu yöntemlerden yararlanabilirsiniz: Sigarayı veya tütün ürünlerini kullanmayı bırakın Kişisel koruyucu ekipman kullanın veya iş değiştirin Hava akışını iyileştirmek için bir astım tedavisinde de kullanılan bronkodilatör kullanın Solunum yollarınızı korumaya yardımcı olmak için grip ve zatürre aşıları yaptırın Oksijen takviyesi alınSilikozis Hakkında Sık Sorulan SorularSilikozise Yakalanma Riskimi Nasıl Azaltılabilir?Silikozis hastalığının yol açtığı riskli mesleklerden kaçınamadığınız durumlarda uygun kişisel koruyucu ekipmanı kullanarak ve işyeri güvenliği politikalarına uyarak riski azaltmak mümkündür.Silikozis İlk Nerede Bulundu?Silikozis hastalığı, dünyada ilk kez 2004 yılında Türkiye'de ortaya çıktı.Silikozis Hastalığı Hangi Mesleklerde Görülür?Silikozis, silika (SiO2) adı verilen tozların uzun süreler solunmasından kaynaklı olarak gelişen bir meslek hastalığıdır. Özellikle zımpara işleri, seramik, porselen ve kaolin işleri, mermer ve granit işleri, metal döküm işleri, kumaş aşındırma işlerinde çalışanlarda görülür. Silikozis Nedir?Silikozis, çok küçük silika (SiO2) parçacıklarının fazla miktarda solunmasından kaynaklı olarak ortaya çıkan özellikle inşaatlarda, seramik yapımında ya da madencilik gibi işlerde çalışan kişileri etkileyen bir akciğer hastalığıdır. Öksürük, iltihaplanma ve fibrozis semptomlarıyla ortaya çıkarak ilerlediği durumlarda risk oluşturan silikosiz, meslek hastalığı olarak da bilinir. Bu üç belirtinin görülmesi pnömokonyoz adı verilen bir grup hastalığını tanımlanmaktadır. Bu durum genellikle işle ilgili ortaya çıkarak çok fazla toz solunmasından kaynaklanır.Silikozis Belirtileri Nelerdir?Silikoz hastalığının inatçı öksürük, nefes almada zorluk ve nefes darlığı, gibi bronşit benzeri semptomlar görülür.Silikozis hastalığında ortaya çıkabilen belirtiler genel olarak şunlardır:Silikozisin Türleri Var Mı?Silikozis üç şekilde ortaya çıkarak kişiyi etkileyebilir. Bunlar şu şekilde sıralanır:Kronik silikozis: Bu türün oluşması için 10 yıldan daha uzun süreler toza maruz kalınması gerekir. Toz içerisinde yer alan silika miktarı da önemli bir faktördür. Kronik silikozisin, basit silikoz ve ilerleyici masif fibroz olmak üzere iki formu bulunur.Subakut silikozis: Hızlandırılmış silikoz olarak da adlandırılan bu silikozis türü, iki ila beş yıl gibi daha kısa bir sürede ortaya çıkarak kişinin etkilenmesine neden olur.Akut silikozis: Bu türde ise, birkaç ay gibi kısa bir süre boyunca büyük oranda silikadan oluşan parçacıklara yoğun bir şekilde maruz kalınması durumunda görülür.Silikozis Kimleri Etkiler?Silikozis, çoğunlukla yapılan iş ile ilgili ortaya çıkar. Belli sektörlerde çalışan kişiler bu durumda daha fazla etkilenebilir. Silikozis hastalığını tetikleyen ve oluşmasına neden olan kişiler şöyle sıralanır:Silikozis Neden Olur?Silikozis hastalığı, çok küçük olarak yer alan kristalli silikon dioksitlerine ya da silika tozlarına maruz kalınmasından dolayı ortaya çıkar. Maruz kalınma süresine göre de değişik formlarda incelenir. Tozlarla yoğun bir şekilde çalışıldığı ya da bulunulduğu ortamda soluk alıp verme sırasında akciğerlere silika tozları girerek hava yollarında yer bulur. Tozlar, yerleştiği hava yolunda zamanla hasar oluşturarak yaralara neden olur.Silikozis TeşhisiUzman doktor semptomların olduğu kişinin tıbbi geçmişini göz önünde bulundurarak fizik muayene yapar. Silikozise neden olduğu bilinen bir işte çalışılıyorsa ne kadar süredir çalışıldığı önemli olacaktır. Daha sonrasında doğru teşhis için uzman doktor sizden şu testleri isteyebilir:Silikozis Tedavisi Nasıl Olur?Silikozis tedavi edilmez fakat yönetilebilir bir hastalık türüdür. Silikozis hastalığının tedavisi için şu yöntemlerden yararlanabilirsiniz:Silikozis Hakkında Sık Sorulan SorularSilikozise Yakalanma Riskimi Nasıl Azaltılabilir?Silikozis hastalığının yol açtığı riskli mesleklerden kaçınamadığınız durumlarda uygun kişisel koruyucu ekipmanı kullanarak ve işyeri güvenliği politikalarına uyarak riski azaltmak mümkündür.Silikozis İlk Nerede Bulundu?Silikozis hastalığı, dünyada ilk kez 2004 yılında Türkiye'de ortaya çıktı.Silikozis Hastalığı Hangi Mesleklerde Görülür?Silikozis, silika (SiO2) adı verilen tozların uzun süreler solunmasından kaynaklı olarak gelişen bir meslek hastalığıdır. Özellikle zımpara işleri, seramik, porselen ve kaolin işleri, mermer ve granit işleri, metal döküm işleri, kumaş aşındırma işlerinde çalışanlarda görülür.
3,180
614
Hastalıklar
Sırt Fıtığı
En önemli belirtisi sırt ağrısı olan sırt fıtığı, bel ve boyun fıtıkları gibi omurlar arasındaki kıkırdağın yer değiştirerek sinirlere baskı yapmasıyla oluşmaktadır. İlerleyen sırt fıtıklarında ağrının yanı sıra; yürüme bozukluğu ve bacaklarda uyuşukluklar da eklenebilir. Başlangıç aşamasındaki küçük sırt fıtıklarında sırt kaslarının güçlendirilmesi önerilirken, ilerleyen sırt fıtıklarında cerrahi yöntemler tercih edilebilmektedir. Memorial Ataşehir Hastanesi Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahi Bölümü’nden Prof. Dr. Zafer Orkun Toktaş, sırt fıtığı hakkında bilgi verdi.En önemli belirtisi sırt ağrısı olan sırt fıtığı, bel ve boyun fıtıkları gibi omurlar arasındaki kıkırdağın yer değiştirerek sinirlere baskı yapmasıyla oluşmaktadır. İlerleyen sırt fıtıklarında ağrının yanı sıra; yürüme bozukluğu ve bacaklarda uyuşukluklar da eklenebilir. Başlangıç aşamasındaki küçük sırt fıtıklarında sırt kaslarının güçlendirilmesi önerilirken, ilerleyen sırt fıtıklarında cerrahi yöntemler tercih edilebilmektedir. Memorial Ataşehir Hastanesi Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahi Bölümü’nden Prof. Dr. Zafer Orkun Toktaş, sırt fıtığı hakkında bilgi verdi. Sırt fıtığı nedir?Sırt fıtığı; bel ve boyun fıtıkları gibi omurga kemikleri arasındaki kıkırdağın yer değiştirerek sinir dokusuna baskı yapması durumudur.Sırt fıtığı belirtileri nelerdir?Sırt fıtığının belirtileri genel olarak şu şekilde sıralanabilir; Sırt fıtığının en önemli belirtisi sırt ağrısıdır. Sırt fıtığının ilerlemesiyle birlikte belirtiler de buna paralellik göstererek ilerleyebilmektedir. İlerleyen sırt fıtıklarında yaşanan ağrı sadece sırt bölgesinde kalmayarak sağa veya sola doğru yayılım gösterebilmektedir. Sırt fıtıklarında omurilik etkilendiği için en önemli belirtilerden birisi de yürüme bozukluğuyla ortaya çıkabilmektedir. Yürümede dengesizlik, bacaklarda ağırlık hissi gibi belirtiler ilerleyen sırt fıtıklarında görülebilmektedir. Bu durum özellikle yavaş büyümekte olan sırt fıtıklarında daha çok sık yaşanmaktadır.Sırt fıtığı patlaması belirtileri nelerdir?Sırt fıtığı patlama tarzında da gelişebilmektedir. Özellikle yüksekten düşme gibi travmalar ya da spor travmalarından sonra sırt fıtığı patlayabilmektedir. Sırt fıtığı patlamasının belirtisi de oldukça şiddetli ağrı şeklinde ortaya çıkmaktadır. Patlamış sırt fıtığı belirtisi zona ile karıştırılacak kadar şiddetli ağrılara yol açabilmektedir. Zona hastalığı da şiddetli ağrıları yol açabilmektedir. Bu nedenle ayırıcı tanının yapılabilmesi için Manyetik Rezonans (MR) tetkikinin yapılması gereklidir. Bununla birlikte sırt fıtığı patlaması daha nadir görülen bir durumdur.Sırt fıtığı nedenleri nelerdir?Sırt fıtığının nedeni tam olarak bilinmemekle beraber geçmişte yaşanan darbe, çarpma gibi travmaların omurlar arasında bulunan kıkırdak üzerinde yarattığı yaralanma sonucu oluştuğu düşünülmektedir. Bu tür travmalardan sonra disk üzerinde zamanla yavaş yavaş oluşan fıtıklaşma giderek büyüyerek sırt fıtığına neden olabilmektedir. Bununla birlikte sırt fıtığı aniden patlama şeklinde de oluşabilmektedir.Sırt fıtığı teşhisi nasıl yapılır?Sırt fıtığı teşhisinde öncelikle hastanın klinik bulguları önemlidir. Belirtiler arasında sırt ağrısı önemlidir ve dikkate alınmalıdır. Fiziki muayene sırasında sırt kaslarının gergin olup olmadığı kontrol edilir.Radyolojik olarak sırt fıtığının teşhisinde Manyetik Rezonans (MR) altın standarttır. Manyetik Rezonans görüntülemesi ile fıtığın büyüklüğü, omurilik üzerindeki bası ve omurilik sinyallerindeki değişimler belirlenebilmektedir. Omurilik sinyalinde yaşanan değişimler cerrahi müdahale bakımından belirleyici olabilmektedir.Sırt fıtığı nasıl geçer? Sırt fıtığı tedavisindeki yaklaşım fıtığın boyutu, omurilik üzerindeki baskısı ve günlük hayattı ne kadar etkilediğiyle bağlantılıdır. Özellikle küçük fıtıklarda yani hastanın ağrısının hafif olduğu, omuriliğin ezilmediği ve omurilikte sinyal kaybının olmadığı durumlarda ana tedavi sırt kaslarının güçlendirilmesidir. Sırt kaslarının güçlendirilmesinin fizik tedavi uygulamalarıyla bir uzman gözetiminde yapılması önemlidir. Ancak tersi durumlarda yani günlük hayatı olumsuz etkileyecek kadar şiddetli ağrı ve omurilik sinyallerinin bozulduğu durumlarda sırt fıtığı ameliyatı ile sorunlu bölgenin temizlenmesi gerekmektedir.Sırt fıtığı hakkında sık sorulan sorularSırt fıtığı egzersizleri var mıdır?Sırt fıtığının oluşmasını ya da büyümesini engelleyen egzersizler bulunmaktadır. Halk arasında sırt okulu olarak da bilinen sırt kaslarını güçlendirme egzersizleri bu bakımdan çok önemlidir. Sırt fıtığı egzersizleri fizyoterapistler tarafından hastalara önerilir, öğretilir ve gösterilir. Bu egzersizlerin günün belli periyotlarında hasta tarafından yapılması gerekmektedir.  Bununla birlikte bazı sırt fıtığı hastalarında korse kullanımı da tavsiye edilebilmektedir. Sırt fıtığı hastalarının korse kullanıp kullanmayacağı hastanın duruş bozukluğuna göre karar belirlenmektedir.Sırt fıtığı ameliyatı nasıl yapılır?Sırt fıtığı ameliyatında hangi cerrahi yöntemin kullanılacağında fıtığın yerleşimi çok önemlidir. Omurilik kanalı bir tünel gibidir. Bir benzetme yapmak gerekirse omurilik metro hattının içindeki tren gibidir. Omurilik kanalın içerisinde uzanan omuriliğin hareket edebilmesi gerekmektedir. Sırt fıtığı ameliyatlarında bu gerçeğe dayanarak yöntem seçimi yapılır. Omuriliğin yandan baskı altında olduğu sırt fıtıklarında cerrahi sırt bölgesinden minimal kesilerle gerçekleştirilebilmektedir. Ancak sırt fıtığının omurilik üzerinde oluşturduğu bası ön taraftaysa cerrahi teknik farklılaşabilmektedir. Basının ön tarafta olduğu, büyük, kireçleşmiş, omuriliği geriye doğru iten sırt fıtıklarının ameliyatı vücudun ön bölgesinden gerçekleştirilmektedir. Bu tür sırt fıtıklarında göğüs kafesinin ve akciğer zarının arasından girilerek yapılan sırt fıtığı ameliyatları hastalar için daha güvenli bir tercihtir.  Sırt fıtığı ameliyatlarında omuriliğin yaralanma tehlikesi olduğu için ameliyat sırasında nöromonitörizasyon teknolojisi kullanılmaktadır. Nöromonitörizasyon, omurilik fonksiyonun ameliyat sırasında güvenceye alınmasını sağlayan önemli bir güvenlik teknolojisidir. Bu teknoloji ile ameliyat sırasında omurilik fonksiyonları dijital bir sistemle kontrol edilmektedir. Bu da cerrahi sırasında oluşabilecek omurilik hasarların önlenmesini sağlamaktadır. Sırt fıtığı ameliyatı genel anestezi altında ameliyathane ortamında yapılmaktadır. Sırt fıtığı ameliyatının süresi fıtığın bulunduğu bölge ve büyüklük gibi faktörlere bağlı olarak değişkenlik gösterebilmektedir. Genel olarak sırt fıtığı ameliyatı 45 dakika ile 1 saat arasında sürmektedir.    Sırt fıtığı ameliyatlarında kullanılan mikroskobik yöntemin endoskop veya lazer kullanımına karşı daha güvenli olduğu kabul edilmektedir. Bu nedende sırt fıtığı ameliyatları mikroskobik yapılmalıdır.  Sırt fıtığı nerede olur?Sırt omurgası 12 kattan oluşmaktadır. Sırt fıtıkları bu katların hemen her bölgesinde görülebilmektedir. Bununla birlikte sırt fıtıkları omurganın orta ve alt seviyelerinde daha çok görülmektedir.  Sırt fıtıkları bulundukları bölgeye göre de farklı belirtiler verebilmektedir. Fıtık omurganın ne kadar üst seviyesindeyse o kadar daha fazla vücut alanı etkilenmektedir. Alt seviyelerde ve omuriliğe bası yapan sırt fıtıklarının belirtileri ise daha çok bacaklarda görülmektedir.Ameliyatsız sırt fıtığı tedavisi var mıdır?Sırt fıtığının ameliyatsız tedavisi mümkündür. Özellikle küçük sırt fıtıklarında yani omuriliğin zarar görmediği omurilik sinyal kaybının olmadığı durumlarda ameliyatsız tedaviler ön plana çıkmaktadır.  Ameliyatsız sırt fıtığı tedavilerinde egzersiz, fizik tedavi, traksiyon yöntemleri kullanılabilmektedir.Sırt fıtığı olanlar nelere dikkat etmelidir?Sırt fıtığı olup tedavi olmayan kişilerin ilk olarak dikkat etmesi gereken konu ağır yüklerden uzak durmalarıdır. Ağır ve ani hareket gerektiren sporlar da sırt fıtığı olan kişiler için uygun değildir. Sırt fıtığı ağrısı nereye vurur?Sırt fıtığı ağrısı yayılabilen bir ağrıdır. Ağrının merkezi daima fıtığın olduğu bölgede hissedilmektedir. Sırt fıtığının çok ilerlediği durumlarda yani omurilik basısının arttığı koşullarda sırt ağrısı ile birlikte bası bölgesinin altındaki uyuşukluk hissi alabilir. İlerleyen sırt fıtıklarında hastada denge bozukluğu ve his kaybı da yaşanabilmektedir.Sırt fıtığı tehlikeli midir?Sırt fıtığı tedavi edilmezse ciddi sağlık sorunlarına yol açabilmektedir. Özellikle büyük sırt fıtıklarında ciddi boyutta omurilik zedelenmeleri gözükebilir. Hastanın tedaviyi ertelemesi durumunda fıtık daha da büyüyerek omurilik baskısı artabilir. Omurilikte oluşan zedelenme tuvalet tutamama alışkanlıkları başta olmak üzere birçok soruna yol açabilmektedir. Omuriliği ön bölgeden baskı altına alan sırt fıtıklarında omuriliğin beslenmesini sağlayan ince damarlar da etkilenebilmektedir. Hem omuriliğin bası altında olması hem de damarlardaki tıkayıcı etki nedeniyle omuriliğin beslenmesi bozulabilmektedir. Bu durumda bacaklarda kalıcı felç yaşanmasına zemin hazırlayabilmektedir.Sırt fıtığı fizik tedavi ile geçer mi?Özellikle omurilik zarına temas eden ama omuriliğin yerini değiştirmeyen, omuriliğe teması olmayan fıtıklarda fizik tedavi uygulamaları başarılı sonuçlar verebilmektedir. Ancak büyük fıtıklarda fizik tedavi yerine cerrahi yöntemler tercih edilmelidir. Büyük sırt fıtıklarında omurilik bası altında olduğu için fizik tedavi sırasında omurilikte milimetrik düzeyde bile olsa küçük hasarlar oluşabilmektedir. Bu nedenle büyük sırt fıtıklarında fizik tedavi yerine cerrahi yöntemlere yönelmek daha doğru bir seçenektir.Sırt fıtığı nefes darlığı yapar mı?Nefes darlığı sırt fıtığı için birincil belirtiler arasında yer almamaktadır. Ancak hastalar bazen nefes darlığı hissedebilmektedir. Özellikle ağrısı çok şiddetli olan hastalar omurga kaslarının sıkışmasıyla nefes darlığı hissedebilir.Sırt fıtığı kendiliğinden geçer mi?Sırt fıtığının kendi kendine geçmesi çok nadir bir durumdur. Küçük ve yumuşak yapılı fıtıklar zaman içerisinde küçülebilmektedir. Düzenli egzersiz ve aktif yaşam tarzının bunda etkisi vardır.Sırt fıtığı bitkisel tedavisi var mıdır?Sırt fıtığının bilinen bir bitkisel çözümü yoktur. Hastalar ağrıları gidermek için bir takım bitkisel ürünlere yönelebilmektedir. Ancak bu bitkisel ürünlerin fıtığı küçültmek üzerinde bir etkisi bulunmamaktadır.Sırt fıtığı ameliyatı riskleri nelerdir?Tüm ameliyatlarda bulunan kanama, enfeksiyon veya dikiş yeri riskleri gibi sırt fıtığı ameliyatında da aynı riskler bulunmaktadır. Cerrahi yöntemin risklerinin dışında sırt fıtığı ameliyatına özel riskler ameliyatta uygulanan cerrahi yönteme göre değişebilmektedir.Sırt bölgesinden yapılan sırt fıtığı ameliyatlarının deneyimli cerrahlar tarafından yapılması gerekmektedir. Bu ameliyatlar omurgaya yandan bakılarak yapılan cerrahi yöntemlerdir. Daha dolaylı yoldan omurgaya ulaşılmaktadır. Cerrahi işlem sırasında omuriliğin yer değiştirmesine bağlı bacaklarda kuvvetsizlik yaşanabilir. Bu riskleri önlemek için ameliyat mikroskop ve nöromonitörizasyon eşliğinde gerçekleştirilir.Göğüs kafesinden gerçekleştirilen sırt fıtığı ameliyatları akciğer zarı arasından yapılmaktadır. Akciğere bağlı havalanma sorunları veya sıvı toplanması gibi riskleri bulunmaktadır.Sırt fıtığı ameliyatı sonrası dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?Sırt fıtığı ameliyatı sonrası genel olarak şu konulara dikkat edilmelidir;Sırt fıtığı ameliyatını gerçekleştiren cerrahın tavsiyelerine uyulmalıdır. Özellikle ameliyat tipine göre bir süre korse tedavisi gerekebilir.Sırt fıtığı ameliyatı akciğer zarı arasından gerçekleştirildiyse ameliyat sonrası solunum egzersizleri önemlidir.  Sırt fıtığı olan her hastanın ameliyat olsun olmasın belli periyodlarla Manyetik Rezonans görüntüleme yöntemi ile kontrolü önemlidir.Sırt fıtığı için hangi bölüme gidilir?Sırt fıtığı tedavisi için Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahi Bölümü, Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü ile Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümleri hizmet vermektedir. Özellikle küçük sırt fıtıklarında Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon uygulamaları ön plana çıkarken omurgayı iten büyük fıtıklarda cerrahi yöntemler tercih edilmektedir. Sırt fıtığı ameliyatlarında özellikle omurga cerrahi üzerine uzmanlaşmış doktorların tercih edilmesi başarını oranını artırmaktadır.Sırt fıtığı cinselliği etkiler mi?Sadece ağrıya neden olan küçük sırt fıtıklar ağrı kaynaklı cinsel performansı etkileyebilir. Büyük sırt fıtıklarında ise omurilikte yaşanan bası nedeniyle idrar kabiliyeti, yürüme kabiliyeti gibi belden aşağı bölgelerdeki fonksiyonlar etkilenebilmektedir. Omurilikteki basının durumuna göre cinsel fonksiyonlar da sırt fıtığından etkilenebilmektedir. Çok ilerlemiş vakalarda cinsel fonksiyonlar tamamen yitirilebilmektedir.Sırt fıtığı olanlar nasıl yatmalıdır?Sırt fıtıklarında bel ve boyun fıtıklarında olduğu gibi genellikle yan yatış pozisyonu önerilmektedir. Yan yatış pozisyonunda omurgaya baskının daha az olduğu bilinmektedir.  Tercih edilecek ortopedik ve yarı ortopedik yatakların da bu konuda faydaları olduğu düşünülmektedir. Ancak bazı hastalar şiddetli ağrı nedeniyle yan pozisyonda yatamayabilir. Bu nedende hastanın rahat ettiği pozisyonu tercih etmesi de mümkündür.Sırt fıtığı olanlar spor yapabilir mi?Sırt fıtığı olanların spor yapabilirler. Ancak özellikle küçük sırt fıtıklarında bu mümkündür. Küçük sırt fıtıklarında yüzle ya da yürüyüş gibi sporlar tercih edilmelidir. Büyük sırt fıtığı olan kişilerin spor yapması önerilmemektedir. Spor sırasında yapılan ani hareketler omuriliği daha çok zedeleyebilir ya da fıtığın büyümesine yol açabilir. İkili mücadelenin olduğu sporlarda çarpışma ya da düşme sonucu omurilikte kalıcı hasarlar oluşabilir. Bu nedenle omuriliği baskı altında olduğu büyük sırt fıtıklarında spor kısıtlaması tavsiye edilmektedir. Sırt fıtığı nedir?Sırt fıtığı; bel ve boyun fıtıkları gibi omurga kemikleri arasındaki kıkırdağın yer değiştirerek sinir dokusuna baskı yapması durumudur.Sırt fıtığı belirtileri nelerdir?Sırt fıtığının belirtileri genel olarak şu şekilde sıralanabilir;Sırt fıtığı patlaması belirtileri nelerdir?Sırt fıtığı patlama tarzında da gelişebilmektedir. Özellikle yüksekten düşme gibi travmalar ya da spor travmalarından sonra sırt fıtığı patlayabilmektedir. Sırt fıtığı patlamasının belirtisi de oldukça şiddetli ağrı şeklinde ortaya çıkmaktadır. Patlamış sırt fıtığı belirtisi zona ile karıştırılacak kadar şiddetli ağrılara yol açabilmektedir. Zona hastalığı da şiddetli ağrıları yol açabilmektedir. Bu nedenle ayırıcı tanının yapılabilmesi için Manyetik Rezonans (MR) tetkikinin yapılması gereklidir. Bununla birlikte sırt fıtığı patlaması daha nadir görülen bir durumdur.Sırt fıtığı nedenleri nelerdir?Sırt fıtığının nedeni tam olarak bilinmemekle beraber geçmişte yaşanan darbe, çarpma gibi travmaların omurlar arasında bulunan kıkırdak üzerinde yarattığı yaralanma sonucu oluştuğu düşünülmektedir. Bu tür travmalardan sonra disk üzerinde zamanla yavaş yavaş oluşan fıtıklaşma giderek büyüyerek sırt fıtığına neden olabilmektedir. Bununla birlikte sırt fıtığı aniden patlama şeklinde de oluşabilmektedir.Sırt fıtığı teşhisi nasıl yapılır?Sırt fıtığı teşhisinde öncelikle hastanın klinik bulguları önemlidir. Belirtiler arasında sırt ağrısı önemlidir ve dikkate alınmalıdır. Fiziki muayene sırasında sırt kaslarının gergin olup olmadığı kontrol edilir.Radyolojik olarak sırt fıtığının teşhisinde Manyetik Rezonans (MR) altın standarttır. Manyetik Rezonans görüntülemesi ile fıtığın büyüklüğü, omurilik üzerindeki bası ve omurilik sinyallerindeki değişimler belirlenebilmektedir. Omurilik sinyalinde yaşanan değişimler cerrahi müdahale bakımından belirleyici olabilmektedir.Sırt fıtığı nasıl geçer? Sırt fıtığı tedavisindeki yaklaşım fıtığın boyutu, omurilik üzerindeki baskısı ve günlük hayattı ne kadar etkilediğiyle bağlantılıdır. Özellikle küçük fıtıklarda yani hastanın ağrısının hafif olduğu, omuriliğin ezilmediği ve omurilikte sinyal kaybının olmadığı durumlarda ana tedavi sırt kaslarının güçlendirilmesidir. Sırt kaslarının güçlendirilmesinin fizik tedavi uygulamalarıyla bir uzman gözetiminde yapılması önemlidir. Ancak tersi durumlarda yani günlük hayatı olumsuz etkileyecek kadar şiddetli ağrı ve omurilik sinyallerinin bozulduğu durumlarda sırt fıtığı ameliyatı ile sorunlu bölgenin temizlenmesi gerekmektedir.Sırt fıtığı hakkında sık sorulan sorularSırt fıtığı egzersizleri var mıdır?Sırt fıtığının oluşmasını ya da büyümesini engelleyen egzersizler bulunmaktadır. Halk arasında sırt okulu olarak da bilinen sırt kaslarını güçlendirme egzersizleri bu bakımdan çok önemlidir. Sırt fıtığı egzersizleri fizyoterapistler tarafından hastalara önerilir, öğretilir ve gösterilir. Bu egzersizlerin günün belli periyotlarında hasta tarafından yapılması gerekmektedir.  Bununla birlikte bazı sırt fıtığı hastalarında korse kullanımı da tavsiye edilebilmektedir. Sırt fıtığı hastalarının korse kullanıp kullanmayacağı hastanın duruş bozukluğuna göre karar belirlenmektedir.Sırt fıtığı ameliyatı nasıl yapılır?Sırt fıtığı ameliyatında hangi cerrahi yöntemin kullanılacağında fıtığın yerleşimi çok önemlidir. Omurilik kanalı bir tünel gibidir. Bir benzetme yapmak gerekirse omurilik metro hattının içindeki tren gibidir. Omurilik kanalın içerisinde uzanan omuriliğin hareket edebilmesi gerekmektedir. Sırt fıtığı ameliyatlarında bu gerçeğe dayanarak yöntem seçimi yapılır.Sırt fıtığı nerede olur?Sırt omurgası 12 kattan oluşmaktadır. Sırt fıtıkları bu katların hemen her bölgesinde görülebilmektedir. Bununla birlikte sırt fıtıkları omurganın orta ve alt seviyelerinde daha çok görülmektedir.  Sırt fıtıkları bulundukları bölgeye göre de farklı belirtiler verebilmektedir. Fıtık omurganın ne kadar üst seviyesindeyse o kadar daha fazla vücut alanı etkilenmektedir. Alt seviyelerde ve omuriliğe bası yapan sırt fıtıklarının belirtileri ise daha çok bacaklarda görülmektedir.Ameliyatsız sırt fıtığı tedavisi var mıdır?Sırt fıtığının ameliyatsız tedavisi mümkündür. Özellikle küçük sırt fıtıklarında yani omuriliğin zarar görmediği omurilik sinyal kaybının olmadığı durumlarda ameliyatsız tedaviler ön plana çıkmaktadır.  Ameliyatsız sırt fıtığı tedavilerinde egzersiz, fizik tedavi, traksiyon yöntemleri kullanılabilmektedir.Sırt fıtığı olanlar nelere dikkat etmelidir?Sırt fıtığı olup tedavi olmayan kişilerin ilk olarak dikkat etmesi gereken konu ağır yüklerden uzak durmalarıdır. Ağır ve ani hareket gerektiren sporlar da sırt fıtığı olan kişiler için uygun değildir. Sırt fıtığı ağrısı nereye vurur?Sırt fıtığı ağrısı yayılabilen bir ağrıdır. Ağrının merkezi daima fıtığın olduğu bölgede hissedilmektedir. Sırt fıtığının çok ilerlediği durumlarda yani omurilik basısının arttığı koşullarda sırt ağrısı ile birlikte bası bölgesinin altındaki uyuşukluk hissi alabilir. İlerleyen sırt fıtıklarında hastada denge bozukluğu ve his kaybı da yaşanabilmektedir.Sırt fıtığı tehlikeli midir?Sırt fıtığı tedavi edilmezse ciddi sağlık sorunlarına yol açabilmektedir. Özellikle büyük sırt fıtıklarında ciddi boyutta omurilik zedelenmeleri gözükebilir. Hastanın tedaviyi ertelemesi durumunda fıtık daha da büyüyerek omurilik baskısı artabilir. Omurilikte oluşan zedelenme tuvalet tutamama alışkanlıkları başta olmak üzere birçok soruna yol açabilmektedir. Omuriliği ön bölgeden baskı altına alan sırt fıtıklarında omuriliğin beslenmesini sağlayan ince damarlar da etkilenebilmektedir. Hem omuriliğin bası altında olması hem de damarlardaki tıkayıcı etki nedeniyle omuriliğin beslenmesi bozulabilmektedir. Bu durumda bacaklarda kalıcı felç yaşanmasına zemin hazırlayabilmektedir.Sırt fıtığı fizik tedavi ile geçer mi?Özellikle omurilik zarına temas eden ama omuriliğin yerini değiştirmeyen, omuriliğe teması olmayan fıtıklarda fizik tedavi uygulamaları başarılı sonuçlar verebilmektedir. Ancak büyük fıtıklarda fizik tedavi yerine cerrahi yöntemler tercih edilmelidir. Büyük sırt fıtıklarında omurilik bası altında olduğu için fizik tedavi sırasında omurilikte milimetrik düzeyde bile olsa küçük hasarlar oluşabilmektedir. Bu nedenle büyük sırt fıtıklarında fizik tedavi yerine cerrahi yöntemlere yönelmek daha doğru bir seçenektir.Sırt fıtığı nefes darlığı yapar mı?Nefes darlığı sırt fıtığı için birincil belirtiler arasında yer almamaktadır. Ancak hastalar bazen nefes darlığı hissedebilmektedir. Özellikle ağrısı çok şiddetli olan hastalar omurga kaslarının sıkışmasıyla nefes darlığı hissedebilir.Sırt fıtığı kendiliğinden geçer mi?Sırt fıtığının kendi kendine geçmesi çok nadir bir durumdur. Küçük ve yumuşak yapılı fıtıklar zaman içerisinde küçülebilmektedir. Düzenli egzersiz ve aktif yaşam tarzının bunda etkisi vardır.Sırt fıtığı bitkisel tedavisi var mıdır?Sırt fıtığının bilinen bir bitkisel çözümü yoktur. Hastalar ağrıları gidermek için bir takım bitkisel ürünlere yönelebilmektedir. Ancak bu bitkisel ürünlerin fıtığı küçültmek üzerinde bir etkisi bulunmamaktadır.Sırt fıtığı ameliyatı riskleri nelerdir?Tüm ameliyatlarda bulunan kanama, enfeksiyon veya dikiş yeri riskleri gibi sırt fıtığı ameliyatında da aynı riskler bulunmaktadır. Cerrahi yöntemin risklerinin dışında sırt fıtığı ameliyatına özel riskler ameliyatta uygulanan cerrahi yönteme göre değişebilmektedir.Sırt bölgesinden yapılan sırt fıtığı ameliyatlarının deneyimli cerrahlar tarafından yapılması gerekmektedir. Bu ameliyatlar omurgaya yandan bakılarak yapılan cerrahi yöntemlerdir. Daha dolaylı yoldan omurgaya ulaşılmaktadır. Cerrahi işlem sırasında omuriliğin yer değiştirmesine bağlı bacaklarda kuvvetsizlik yaşanabilir. Bu riskleri önlemek için ameliyat mikroskop ve nöromonitörizasyon eşliğinde gerçekleştirilir.Göğüs kafesinden gerçekleştirilen sırt fıtığı ameliyatları akciğer zarı arasından yapılmaktadır. Akciğere bağlı havalanma sorunları veya sıvı toplanması gibi riskleri bulunmaktadır.Sırt fıtığı ameliyatı sonrası dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?Sırt fıtığı ameliyatı sonrası genel olarak şu konulara dikkat edilmelidir;Sırt fıtığı ameliyatını gerçekleştiren cerrahın tavsiyelerine uyulmalıdır. Özellikle ameliyat tipine göre bir süre korse tedavisi gerekebilir.Sırt fıtığı ameliyatı akciğer zarı arasından gerçekleştirildiyse ameliyat sonrası solunum egzersizleri önemlidir.  Sırt fıtığı olan her hastanın ameliyat olsun olmasın belli periyodlarla Manyetik Rezonans görüntüleme yöntemi ile kontrolü önemlidir.Sırt fıtığı için hangi bölüme gidilir?Sırt fıtığı tedavisi için Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahi Bölümü, Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü ile Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümleri hizmet vermektedir. Özellikle küçük sırt fıtıklarında Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon uygulamaları ön plana çıkarken omurgayı iten büyük fıtıklarda cerrahi yöntemler tercih edilmektedir. Sırt fıtığı ameliyatlarında özellikle omurga cerrahi üzerine uzmanlaşmış doktorların tercih edilmesi başarını oranını artırmaktadır.Sırt fıtığı cinselliği etkiler mi?Sadece ağrıya neden olan küçük sırt fıtıklar ağrı kaynaklı cinsel performansı etkileyebilir. Büyük sırt fıtıklarında ise omurilikte yaşanan bası nedeniyle idrar kabiliyeti, yürüme kabiliyeti gibi belden aşağı bölgelerdeki fonksiyonlar etkilenebilmektedir. Omurilikteki basının durumuna göre cinsel fonksiyonlar da sırt fıtığından etkilenebilmektedir. Çok ilerlemiş vakalarda cinsel fonksiyonlar tamamen yitirilebilmektedir.Sırt fıtığı olanlar nasıl yatmalıdır?Sırt fıtıklarında bel ve boyun fıtıklarında olduğu gibi genellikle yan yatış pozisyonu önerilmektedir. Yan yatış pozisyonunda omurgaya baskının daha az olduğu bilinmektedir.  Tercih edilecek ortopedik ve yarı ortopedik yatakların da bu konuda faydaları olduğu düşünülmektedir. Ancak bazı hastalar şiddetli ağrı nedeniyle yan pozisyonda yatamayabilir. Bu nedende hastanın rahat ettiği pozisyonu tercih etmesi de mümkündür.Sırt fıtığı olanlar spor yapabilir mi?
9,400
615
Hastalıklar
Sinüzit
Sinüzit, baş bölgesinde bulunan sinüs adı verilen yüz kemikleri içerisindeki (alın, yanaklar ve burun) mukoza zarının iltihaplanması ve şişmesidir. Sinüzitin bir sonucu olarak yaşanan sinüzit belirtileri burun tıkanıklığı, yüz kemiklerinde dolgunluk ve buna bağlı ağrı, sarı-yeşil renkte burun akıntısı, geniz akıntısı, baş ağrısı ve koku almada güçlüktür. Akut sinüzit genellikle ağrı kesici ilaçlar, nazal dekonjestanlar ve nazal tuzlu su ile semptomların rahatlatılmasının ötesinde herhangi bir tedavi gerektirmezken kronik sinüzit vakalarında doktor tarafından antibiyotik tedavisi önerilir.Sinüzit, baş bölgesinde bulunan sinüs adı verilen yüz kemikleri içerisindeki (alın, yanaklar ve burun) mukoza zarının iltihaplanması ve şişmesidir. Sinüzitin bir sonucu olarak yaşanan sinüzit belirtileri burun tıkanıklığı, yüz kemiklerinde dolgunluk ve buna bağlı ağrı, sarı-yeşil renkte burun akıntısı, geniz akıntısı, baş ağrısı ve koku almada güçlüktür. Akut sinüzit genellikle ağrı kesici ilaçlar, nazal dekonjestanlar ve nazal tuzlu su ile semptomların rahatlatılmasının ötesinde herhangi bir tedavi gerektirmezken kronik sinüzit vakalarında doktor tarafından antibiyotik tedavisi önerilir. Sinüzit Nedir?Sinüzit, burun çevresinde bulunan kemiklerdeki küçük boşluklar olan sinüsleri kaplayan dokunun iltihaplanmasıdır. Yüzde dolgunluk, burun tıkanıklığı ve akıntısı tipik sinüzit semptomlarıdır. Genellikle soğuk algınlığından kaynaklanır ancak diğer virüsler, bakteriler, mantarlar ve alerjiler de sinüzite neden olan durumlar arasında yayılır.Özellikle gözlerin üstünde veya altında olmak üzere yüz bölgesinde dolgunluk ve ağrı hissi, burun akıntısı, geniz akıntısı, geceleri daha sıklaşan öksürük, ses kısıklığı, boğaz ağrısı, burun tıkanıklığı, koku almada azalma, hafif ateş ve ağız kokusu sinüzit belirtileridir.Hem çocukları hem de yetişkinleri etkileyen bir durum olan sinüzit, evde uygulanacak doğal tedavilerle, ağrı kesici ilaçlarla ve tuzlu su ile rahatlatılır. Bu durum akut sinüzit için geçerlidir ancak kişide kronik sinüzit varsa antibiyotik tedavisi gerekebilir.Sinüzit Çeşitleri Nelerdir?Sinüzit çeşitleri kendi içinde akut, subakut, kronik ve tekrarlayan sinüzit olarak ayrılır. Bunların dışında bakteriyel viral sinüzitle birlikte mantar sinüziti de sinüzit türleri arasında gösterilir.Akut Sinüzit Nedir?Akut sinüzit, burun tıkanıklığı, burun akıntısı, yüzde dolgunluk ve koku duyusunda azalma gibi belirtilere neden olan, sinüslerde meydana gelen iltihaplanmadır. Dört haftadan daha kısa sürer ve genellikle soğuk algınlığı gibi virüslerden kaynaklanır. Tekrarlayan akut sinüzit semptomları bir yılda dört veya daha fazla kez tekrarlar ve her seferinde iki haftadan kısa sürer.Subakut sinüzit belirtileri ise 4 ila 12 hafta sürerken, kronik sinüzit belirtileri en az 12 hafta sürer ve genellikle antibiyotik tedavisiyle semptomlarının iyileştirilmesi amaçlanır. Kronik sinüzitin temel nedeni genellikle bakterilerdir.Bakteriyel ve viral sinüzit Bakteriler sinüzite neden olabilir veya viral bir sinüzit vakasından sonra kişiye bulaşabilir. Genellikle 10 gün sonra geçmeyen burun akıntısı, burun tıkanıklığı ve yüz ağrısı söz konusuysa bakteriyel sinüzitiniz olabilir. Belirtiler iyileşiyor gibi görünebilir ancak daha sonra geri gelebilir ve ilk belirtilerden daha da şiddetli bir hal alabilir. Antibiyotikler ve dekonjestanlar genellikle bakteriyel sinüzit tedavisinde kullanılır.Mantar sinüziti Mantarın neden olduğu sinüs enfeksiyonları genellikle diğer sinüzit türlerinden daha ciddidir. Zayıflamış bir bağışıklık sisteminiz varsa mantar sinüzitine yakalanma riskiniz daha yüksektir.Sinüzit Neden Olur?Sinüzit, sinüsleri kaplayan mukoza zarlarının iltihaplanmasıdır. Özellikle kişide 12 haftadan daha uzun süren kronik sinüzitin meydana gelmesinin nedenleri arasında enfeksiyonlar, virüsler, bakteri, mantarlar ve toz, küf gibi alerjenlerle birlikte sigara dumanı gibi çevresel faktörler yer alır.Genel olarak daha yaygın görülen kronik sinüzit nedenleri şunları içerir: Soğuk algınlığı, grip, virüs ve bakteriler Mantar enfeksiyonları Toz, küf gibi alerjenler Burun polipleri Islak saçla kalmak Nazal septum deviasyonu Kistik fibrozis Geniz eti Saman nezlesi Astım Burun eğriliği Diş enfeksiyonu Sigara tüketimi Bağışıklık sistemi düşüklüğü Yüzücüler Uçakla sık sık seyahat edenlerSoğuk algınlığı, grip, virüs ve bakterilerSinüzit, üst solunum enfeksiyonlarına bağlı olarak sinüslerde yer alan mukozanın şişmesi nedeniyle gelişebilir. Özellikle vücuda alınan grip, virüs ve bakteriler bu duruma zemin hazırlayan etkenler arasında sıralanır.Mantar enfeksiyonlarıMantarlar, nemli ortamlarda çoğalabilen ve özellikle bağışıklık sistemi zayıf olan kişileri etkileyebilir. Bazı mantar türleri vücutta yer aldığı durumda kronik sinüzite neden olabilir. Buna yönelik olarak önlem almak önemlidir.Toz ve küf gibi alerjenlerToz ve küfe karşı alerjisi olan kişiler alerjik reaksiyon yaşamaya bağlı olarak sinüslerde iltihap gelişmesine neden olur. Bu da mukusun yoğunlaşmasına sebebiyet vererek sinüziti geliştirir. Bu nedenle toz, polen ve küfe maruz kalmak sinüzti riskini artıran durumlar arasında sıralanır.Burun polipleriBurunda yer alan polipler, sinüs yollarının tıkanmasına neden olarak mukusun düzgün bir şekilde akmasına engel olur. Böylelikle bu durum sinüzit oluşumunun kolaylaşmasına neden olur.Islak saçla kalmakÖzellikle soğuk havalarda ıslak saçla dolaşmak, rüzgara maruz kalmak sinüslerin soğuyarak mukus salgısının kalınlaşmasına sebebiyet verir. Bu duruma bağlı olarak enfeksiyon gelişimi tetiklenir ve sinüzit meydana gelebilir.Nazal septum deviasyonuBurun içerisinde septumun eğriliği, sinüs kanallarında daralmaya neden olabilir. Bu da mukus drenajını zorlaştırır. Böylelikle sinüzit riskinin artması ortaya çıkar.Kistik fibrozisKistik fibrozis, nedeniyle vücutta kalın mukus oluşumu meydana gelebilir. Sinüs içerisinde biriken ve yoğunlaşan mukus enfeksiyon riskinin artmasına neden olarak sinüzite yol açar.Geniz etiÇocuklarda bulunan ve gelişen geniz eti, sinüste yer alan boşlukların tıkanmasına neden olarak mukus birikimine yol açar. Biriken bu mukus nedeniyle kişide sinüzit gerçekleşebilir.Saman nezlesiSaman nezlesine bağlı olarak burun mukozasının sürekli olarak iltihaplanması, sinüzit oluşumuna neden olan durumlar arasında yer alır.AstımAstıma sahip olan bireylerin solunum yollarında hassasiyet geliştiğinden sinüslerde de bu durum etkisini gösterebilir. Özellikle alerjik astımda sinüzit riski daha yüksek olarak bilinir.Burun eğriliğiBurnun iç yapısındaki eğriliklere bağlı olarak mukus drenajını zorlaşabilir. Buna bağlı olarak da kişide sinüzit oluşumu gerçekleşebilir.Diş enfeksiyonuDiş enfeksiyonları ve özellikle üst çene dişlerinde oluşan enfeksiyonlar sinüslerin yayılmasına zemin hazırlayan durumlar arasında sıralanır.Sigara tüketimiSigara dumanı nedeniyle burun mukozasında tahriş oluşarak mukus üretiminde artış görülebilir. Bu durum sinüslerin iltihaplanmasına zemin hazırlayan durumlar arasında sıralanabilir.Bağışıklık sistemi düşüklüğüBağışıklık sistemi zayıf olan kişiler, ortaya çıkan sinüs enfeksiyonlarına karşı daha savunmasız olarak bilinir. HIV/AIDS gibi hastalıklar bu riski artmasına neden olabilir.YüzücülerYüzme esnasında buruna su kaçması nedeniyle sinüslerde iltihap gelişebilir. Özellikle havuzlardaki kimyasallar da mukozanın tahriş olmasına zemin hazırlayarak sinüzit geliştirir.Uçakla sık sık seyahat edenlerHava basıncında oluşan değişiklikler, sinüslerdeki mukozanın etkilenmesine neden olarak iltihaplanmayı tetikler. Buna bağlı olarak kişide sinüzit gelişebilir.Sinüzit oluşumuna neden olan ve tetikleyen bu durumlarda korunmak için, sağlıklı bir yaşam tarzı benimsenmesinin yanında solunum yolu sağlığına karşı da önlem almak büyük önem taşır.Sinüzit Belirtileri Nelerdir?Sinüs iltihaplanması olan akut sinüzit belirtileri daha çok baş ağrısı, özellikle burun kemiklerinin bölgede noktalarda dolgunluk hissi, burundan gelen kıvamlı mukus, burun tıkanıklığı, koku almada azalma ve baş ağrısıdır. Geceleri kötüleşebilen geniz akıntısı öksürüke akut sinüzitte yaşanan belirtilerdir. Genellikle 4 haftadan az sürerler, kronik sinüzitte ise bu belirtiler 12 haftadan uzun sürer ve genelde tekrar ederler.Genel olarak karşılaşılan sinüzit belirtileri şunlardır: Koyu burun akıntısı Burun kemiklerinde dolgunluk Geceleri artan öksürük Koku almada azalma Yorgunluk Geniz akıntısı Ateş Baş ağrısı Boğaz ağrısı Kulak ağrısı Ağız kokusu Kulakta basınç hissi ve ağrı Üst çene ve diş ağrısı Burun tıkanıklığıBeyinde sinüzit belirtileri nelerdir?1 haftadan uzun süren baş ağrısı en sık görülen beyinde sinüzit belirtileri semptomudur. Diğer yandan zihinsel durum değişikliği, nöbetler veya fokal bozukluklar gibi nörolojik belirtilerle birlikte kusma ve alında şişlik de yaygın belirtiler arasında gösterilir.Sinüzit Nasıl Teşhis Edilir?Sinüzit teşhisi için doktor öncelikle kişide burun akıntısı, şişme veya tıkanma olup olmadığını kontrol eder. Ayrıca burnun içine bakmak için küçük ve ışıklı bir alet olan endoskop kullanabilir.Genel olarak sinüzit teşhisinde başvurulan yöntemler aşağıdaki gibidir: Burun endoskopisi Burun sürüntüleri Direkt grafi BT taraması Alerji testi BiyopsiSinüzit Tedavisi Nasıl Yapılır?Akut sinüzitlerde tedavi antibiyotik kullanımını içeren ilaç ile gerçekleştirilir. Ayrıca sinüsleri rahatlatmak için ilaçla birlikte, deniz suyu veya tuzlu su gibi burun spreyleri, dekonjestanlar ve damlalar da tedavi planında yer alabilir. Sinüzit ilaç ile tedavi edilemeyecek derecede kronikleşmişse sinüzit ameliyatı gündeme gelebilir. Kronik sinüzit için “Endoskopik Sinüs Cerrahisi” ya da uygun görülen hastalarda “Balon Sinoplasti Cerrahi” yöntemi uygulanır.Endoskopik sinüs ameliyatında sinüslerin doğal kanallarını tıkayan polip veya diğer anatomik bozukluklar düzeltilerek sinüslerin kanalları açılmaktadır. Fakat bu yöntem daha uzun iyileşme dönemi gerektirir. Komplikasyon riski açısından dikkatli ve özenli yapılması gereken bir ameliyattır. Balon sinoplasti daha güncel bir yöntemdir sadece yüz, alın ve geniz bölgesindeki sinüslere uygulanmaktadır. Hastanın bu yöntem için uygunluğu doktor tarafından belirlenmelidir. Bu tedavi ile hasta aynı gün taburcu edilmekte, ertesi gün işine dönebilmekte ve hastanın doğal anatomik yapısı bozulmamaktadır.“Balon Sinüsoplasti” burun içinde hiçbir dokuya zarar vermeden, kanamaya yol açmadan ve tampon gerekmeden hızlı bir şekilde iyileşme sağlamaktadır. Bu yöntem, kalbin tıkanan damarlarının açılmasında kullanılan yönteme benzer bir şekilde sinüs tedavisinde uygulanmaktadır. Yöntemde, sinüslerin kapalı olan deliği bulunduktan sonra sönmüş haldeki balon bu deliğe yerleştirilmekte ve röntgen altında balonun doğru yerde olduğu gözlendikten sonra belli bir basınçla balon şişirilmektedir. Böylelikle açılması ya da genişletilmesi gereken delikte başarı sağlanmaktadır.Sinüzit doğru tedavi edilmediğinde farenjit, kronik gastrit, reflü, göz çevresi enfeksiyon ve apseleri, menenjit, beyin apsesi gibi çok ciddi hastalıklara neden olabilir.  Sinüzit tanısı kulak burun boğaz muayenesi ve endoskopik muayene, direkt grafi ve sinüs tomogrofisi yöntemleri ile konulur.Sinüzit Nasıl Geçer?Sinüzit, antibiyotikler başta olmak üzere daha çok ilaç tedavisi ile iyileştirilir. Ayrıca burun kanallarındaki şişliği azaltmaya, tıkanıklığı ve sinüs basıncını hafifletmeye yardımcı olan dekonjestanlar da sinüzitler için rahatlatıcıdır. Yüz ağrısını hafifletmek içinde de burnun, yanakların ve gözlerin etrafına sıcak, nemli havlu yerleştirmekte sinüzite iyi gelir.Sinüzite iyi gelen doğal tedavi yöntemleri şunlardır: Dinlenmek Sarımsak, zencefil, bal gibi doğal antibakteriyeller tüketmek Bolca sıvı tüketmek Buruna ve yanakara sıcak kompres uygulamak Buhar soluyarak sinüzitin nemli kalmasını sağlamak Neti kabı gibi sıkma şişeleri ile burnun içini temizlemekBol bol dinleninAkut sinüzitler genellikle 14-21 gün içerisinde kendiliğinden geçer. Sinüzite neden olan enfeksiyon ile vücudun savaşabilmesi için dinlenip, vücudu dirençli tutmak önemlidir.Sarımsak, zencefil, bal gibi doğal antibakteriyeller tüketinSarımsak, zencefil ve bal doğal birer antibakteriyeldir. Bu gıdaları ayrı ayrı tüketebileceğiniz gibi, bal ve zencefili çay olarak karıştırıp içmekte sinüzite iyi gelebilir.Bol sıvı tüketinBol sıvı tüketimi de vücudun enfeksiyonla savaşmasına yardım edebilir. Vücudun yeterli miktarda suya sahip olması sinüslerde ki cilt ve mukoza zarını da korumaya yardım edecektir. Aynı zamanda mukusun incelmesini de mümkün kılar.Sıcak kompres uygulayınSıcak kompres sinüzitin yarattığı rahatsızlık ve ağrıyı dindirmeye yardım edebilir. Burun çevresinde sıcak nemli bir bez uygulamak burun salgılarının akmasını kolaylaştıracaktır.Sıcak bir duş alın ya da buhar soluyunBir kase sıcak suya eğilip, başınızı da havlu ile kapatarak buharı solumanız sinüzit semptomlarını geçirmeye yardımcı olabilir. Ya da sıcak bir duşa girerek, oluşan nemi solumanızda benzer bir etki gösterebilir. Buhar solumanız mukusu atabilmenize de yardımcı olacaktır.       Burnun içini neti potu gibi bir araçla temiz tutunNeti potu tarzında bir burundan sıkıp, diğer burundan burun içini akıtarak temizlemeye yardımcı olan yöntemler sinüslerin de temizlenmesine yardımcı olacaktır.Sinüzit Nasıl Önlenir?Sinüziti önlemek için bazı yollar söz konusudur. Bu yollar şu şekilde özetlenebilir:Üst solunum yolu enfeksiyonlarından kaçının. Soğuk algınlığı olan veya başka enfeksiyonlara yakalanmış kişilerle temastan kaçınarak sinüziti önlemeniz mümkündür. Özellikle yemeklerden önce ellerinizi sık sık sabun ve suyla yıkayın.Alerjiye neden olan şeylerden uzak durun. Mümkün olduğunca alerjiniz olan şeylere maruz kalmaktan kaçının.Sigara dumanından ve kirli havadan kaçının. Sigara dumanı ve havayı kirleten maddeler akciğerlerinizi ve burun kanallarınızı tahriş ederek alevlendirebilir ve burum da sinüzite sebebiyet verebilir.Nemlendirici kullanın. Evdeki hava kuruysa, havaya nem eklemek sinüziti önlemeye yardımcı olabilir.Sinüzite Ne İyi Gelir?Doktor onaylı antibiyotik başta olmak üzere, tuzlu su, rahat nefes almaya yarayan yüksek yastık tercihi, sinüzitin sebep olduğu baş ağrısını hafifletmek için tarçın, burun bölgesinin açılması için sıcak bir banyo veya soğuk kompres sinüzite iyi gelen çözümler arasında yer alır. Sinüzit, sinüslerde tıkanıklığa ve rahatsızlığa neden olduğundan belirtileri hafifletmek ve iyileşmesini hızlandırmak için şu yöntemlerde yararlanılabilir: Bol sıvı tüketerek mukusun incelmesine ve dışarı atılmasına yardımcı olun Sıcak bir duş almak sinüs tıkanıklığına iyi gelir Nemli hava olan bir ortamda yer almak sinüslerin kurumasını önler ve mukusun akışını kolaylaştırır Burun yıkama solüsyonları sayesinde sinüslerin temizlenmesi ve iltihabın azalması sağlanabilir Acı biber, zencefil ve sarımsak gibi baharatlar mukusun akışını hızlandıran besinler arasında yer alır Bir kaşık bal ile karıştırılmış taze zencefil, bağışıklığı güçlendirerek iltihaplanmayı azaltır Burun kenarları ve alın bölgesine hafifçe masaj yapmak kan dolaşımını artırır ve sinüslerin rahatlatır.Sinüzit Hakkında Sık Sorulan SorularSinüzit nasıl anlaşılır?Yanak, göz ve alın gibi yüz bölgesinde ağrı, şişlik ve hassasiyet, burun tıkanıklığı, koku alma duyusunda azalma, burundan yeşil veya sarı mukus gelmesi, baş ağrısı ve öksürük sinüzit belirtileridir. Ayrıca ateş, ağız kokusu ve kulak ağrısı da sinüzitin neden olduğu semptomlardır.Sinüzit ağrısı nerelere vurur? Sinüzit ağrısı, kafada, alın ve iki taraflı şakak bölgesinde, omuzda, diş ve damakta ya da burna doğru yayılan ağrı olarak görülebilir.Sıcak su sinüzite iyi gelir mi? Sıcak banyo burun bölgesinin açılmasını sağlayarak rahat nefes almanıza yarar. Bu yüzden sıcak su sinüzite iyi gelir.Sinüzit kendiliğinden geçer mi?Sinüzit herhangi bir tedavi gerektirmeden çoğu zaman kendi kendine iyileşir. Öyle ki sinüs enfeksiyonlarının yaklaşık %70'i antibiyotik olmadan iki hafta içinde iyileşme eğilimindedir.Sinüzit tedavi edilmezse ne olur?Sinüzit çoğu zaman tedavi gerektirmeden geçen bir durum olduğu için çoğu zaman bir risk doğurmaz ancak nadirende olsa bakteri veya mantarların beyin, göz veya çevrede bulunan kemiklere sıçraması durumunda sinüs enfeksiyonları hayati riske neden olabilecek enfeksiyonlara yol açabilir.Sinüzitin ana nedeni nedir?Sinüzit, sinüsleri kaplayan doku şiştiğinde veya iltihaplanması durumunda meydana gelir. İnflamatuar bir tepkime veya virüs, bakteri ya da mantarların yarattığı enfeksiyonlarda sinüzitin nedenidir.Sinüzit ağrı yapar mı?Genelde insanlar başı veya yüzü ağrıdığında sinüzit olduğunu düşünürler, oysa sinüzit kendisini ağrı ile çok az fark ettirir.  Sinüzitte ağrı oranı yüzde 5 civarında seyreder. Sinüzitte daha ön planda olan şikayetler, burun tıkanıklığı, sesteki bozulma, yüzde dolgunluk hissi ve burun akıntısı gibi belirtilerdir. Sinüzit Nedir?Sinüzit, burun çevresinde bulunan kemiklerdeki küçük boşluklar olan sinüsleri kaplayan dokunun iltihaplanmasıdır. Yüzde dolgunluk, burun tıkanıklığı ve akıntısı tipik sinüzit semptomlarıdır. Genellikle soğuk algınlığından kaynaklanır ancak diğer virüsler, bakteriler, mantarlar ve alerjiler de sinüzite neden olan durumlar arasında yayılır.Özellikle gözlerin üstünde veya altında olmak üzere yüz bölgesinde dolgunluk ve ağrı hissi, burun akıntısı, geniz akıntısı, geceleri daha sıklaşan öksürük, ses kısıklığı, boğaz ağrısı, burun tıkanıklığı, koku almada azalma, hafif ateş ve ağız kokusu sinüzit belirtileridir.Hem çocukları hem de yetişkinleri etkileyen bir durum olan sinüzit, evde uygulanacak doğal tedavilerle, ağrı kesici ilaçlarla ve tuzlu su ile rahatlatılır. Bu durum akut sinüzit için geçerlidir ancak kişide kronik sinüzit varsa antibiyotik tedavisi gerekebilir.Sinüzit Çeşitleri Nelerdir?Sinüzit çeşitleri kendi içinde akut, subakut, kronik ve tekrarlayan sinüzit olarak ayrılır. Bunların dışında bakteriyel viral sinüzitle birlikte mantar sinüziti de sinüzit türleri arasında gösterilir.Akut Sinüzit Nedir?Akut sinüzit, burun tıkanıklığı, burun akıntısı, yüzde dolgunluk ve koku duyusunda azalma gibi belirtilere neden olan, sinüslerde meydana gelen iltihaplanmadır. Dört haftadan daha kısa sürer ve genellikle soğuk algınlığı gibi virüslerden kaynaklanır. Tekrarlayan akut sinüzit semptomları bir yılda dört veya daha fazla kez tekrarlar ve her seferinde iki haftadan kısa sürer.Subakut sinüzit belirtileri ise 4 ila 12 hafta sürerken, kronik sinüzit belirtileri en az 12 hafta sürer ve genellikle antibiyotik tedavisiyle semptomlarının iyileştirilmesi amaçlanır. Kronik sinüzitin temel nedeni genellikle bakterilerdir.Bakteriyel ve viral sinüzit Bakteriler sinüzite neden olabilir veya viral bir sinüzit vakasından sonra kişiye bulaşabilir. Genellikle 10 gün sonra geçmeyen burun akıntısı, burun tıkanıklığı ve yüz ağrısı söz konusuysa bakteriyel sinüzitiniz olabilir. Belirtiler iyileşiyor gibi görünebilir ancak daha sonra geri gelebilir ve ilk belirtilerden daha da şiddetli bir hal alabilir. Antibiyotikler ve dekonjestanlar genellikle bakteriyel sinüzit tedavisinde kullanılır.Mantar sinüziti Mantarın neden olduğu sinüs enfeksiyonları genellikle diğer sinüzit türlerinden daha ciddidir. Zayıflamış bir bağışıklık sisteminiz varsa mantar sinüzitine yakalanma riskiniz daha yüksektir.Sinüzit Neden Olur?Sinüzit, sinüsleri kaplayan mukoza zarlarının iltihaplanmasıdır. Özellikle kişide 12 haftadan daha uzun süren kronik sinüzitin meydana gelmesinin nedenleri arasında enfeksiyonlar, virüsler, bakteri, mantarlar ve toz, küf gibi alerjenlerle birlikte sigara dumanı gibi çevresel faktörler yer alır.Genel olarak daha yaygın görülen kronik sinüzit nedenleri şunları içerir:Soğuk algınlığı, grip, virüs ve bakterilerSinüzit, üst solunum enfeksiyonlarına bağlı olarak sinüslerde yer alan mukozanın şişmesi nedeniyle gelişebilir. Özellikle vücuda alınan grip, virüs ve bakteriler bu duruma zemin hazırlayan etkenler arasında sıralanır.Mantar enfeksiyonlarıMantarlar, nemli ortamlarda çoğalabilen ve özellikle bağışıklık sistemi zayıf olan kişileri etkileyebilir. Bazı mantar türleri vücutta yer aldığı durumda kronik sinüzite neden olabilir. Buna yönelik olarak önlem almak önemlidir.Toz ve küf gibi alerjenlerToz ve küfe karşı alerjisi olan kişiler alerjik reaksiyon yaşamaya bağlı olarak sinüslerde iltihap gelişmesine neden olur. Bu da mukusun yoğunlaşmasına sebebiyet vererek sinüziti geliştirir. Bu nedenle toz, polen ve küfe maruz kalmak sinüzti riskini artıran durumlar arasında sıralanır.Burun polipleriBurunda yer alan polipler, sinüs yollarının tıkanmasına neden olarak mukusun düzgün bir şekilde akmasına engel olur. Böylelikle bu durum sinüzit oluşumunun kolaylaşmasına neden olur.Islak saçla kalmakÖzellikle soğuk havalarda ıslak saçla dolaşmak, rüzgara maruz kalmak sinüslerin soğuyarak mukus salgısının kalınlaşmasına sebebiyet verir. Bu duruma bağlı olarak enfeksiyon gelişimi tetiklenir ve sinüzit meydana gelebilir.Nazal septum deviasyonuBurun içerisinde septumun eğriliği, sinüs kanallarında daralmaya neden olabilir. Bu da mukus drenajını zorlaştırır. Böylelikle sinüzit riskinin artması ortaya çıkar.Kistik fibrozisKistik fibrozis, nedeniyle vücutta kalın mukus oluşumu meydana gelebilir. Sinüs içerisinde biriken ve yoğunlaşan mukus enfeksiyon riskinin artmasına neden olarak sinüzite yol açar.Geniz etiÇocuklarda bulunan ve gelişen geniz eti, sinüste yer alan boşlukların tıkanmasına neden olarak mukus birikimine yol açar. Biriken bu mukus nedeniyle kişide sinüzit gerçekleşebilir.Saman nezlesiSaman nezlesine bağlı olarak burun mukozasının sürekli olarak iltihaplanması, sinüzit oluşumuna neden olan durumlar arasında yer alır.AstımAstıma sahip olan bireylerin solunum yollarında hassasiyet geliştiğinden sinüslerde de bu durum etkisini gösterebilir. Özellikle alerjik astımda sinüzit riski daha yüksek olarak bilinir.Burun eğriliğiBurnun iç yapısındaki eğriliklere bağlı olarak mukus drenajını zorlaşabilir. Buna bağlı olarak da kişide sinüzit oluşumu gerçekleşebilir.Diş enfeksiyonuDiş enfeksiyonları ve özellikle üst çene dişlerinde oluşan enfeksiyonlar sinüslerin yayılmasına zemin hazırlayan durumlar arasında sıralanır.Sigara tüketimiSigara dumanı nedeniyle burun mukozasında tahriş oluşarak mukus üretiminde artış görülebilir. Bu durum sinüslerin iltihaplanmasına zemin hazırlayan durumlar arasında sıralanabilir.Bağışıklık sistemi düşüklüğüBağışıklık sistemi zayıf olan kişiler, ortaya çıkan sinüs enfeksiyonlarına karşı daha savunmasız olarak bilinir. HIV/AIDS gibi hastalıklar bu riski artmasına neden olabilir.YüzücülerYüzme esnasında buruna su kaçması nedeniyle sinüslerde iltihap gelişebilir. Özellikle havuzlardaki kimyasallar da mukozanın tahriş olmasına zemin hazırlayarak sinüzit geliştirir.Uçakla sık sık seyahat edenlerHava basıncında oluşan değişiklikler, sinüslerdeki mukozanın etkilenmesine neden olarak iltihaplanmayı tetikler. Buna bağlı olarak kişide sinüzit gelişebilir.Sinüzit oluşumuna neden olan ve tetikleyen bu durumlarda korunmak için, sağlıklı bir yaşam tarzı benimsenmesinin yanında solunum yolu sağlığına karşı da önlem almak büyük önem taşır.Sinüzit Belirtileri Nelerdir?Sinüs iltihaplanması olan akut sinüzit belirtileri daha çok baş ağrısı, özellikle burun kemiklerinin bölgede noktalarda dolgunluk hissi, burundan gelen kıvamlı mukus, burun tıkanıklığı, koku almada azalma ve baş ağrısıdır. Geceleri kötüleşebilen geniz akıntısı öksürüke akut sinüzitte yaşanan belirtilerdir. Genellikle 4 haftadan az sürerler, kronik sinüzitte ise bu belirtiler 12 haftadan uzun sürer ve genelde tekrar ederler.Genel olarak karşılaşılan sinüzit belirtileri şunlardır:Beyinde sinüzit belirtileri nelerdir?1 haftadan uzun süren baş ağrısı en sık görülen beyinde sinüzit belirtileri semptomudur. Diğer yandan zihinsel durum değişikliği, nöbetler veya fokal bozukluklar gibi nörolojik belirtilerle birlikte kusma ve alında şişlik de yaygın belirtiler arasında gösterilir.Sinüzit Nasıl Teşhis Edilir?Sinüzit teşhisi için doktor öncelikle kişide burun akıntısı, şişme veya tıkanma olup olmadığını kontrol eder. Ayrıca burnun içine bakmak için küçük ve ışıklı bir alet olan endoskop kullanabilir.Genel olarak sinüzit teşhisinde başvurulan yöntemler aşağıdaki gibidir:Sinüzit Tedavisi Nasıl Yapılır?Akut sinüzitlerde tedavi antibiyotik kullanımını içeren ilaç ile gerçekleştirilir. Ayrıca sinüsleri rahatlatmak için ilaçla birlikte, deniz suyu veya tuzlu su gibi burun spreyleri, dekonjestanlar ve damlalar da tedavi planında yer alabilir. Sinüzit ilaç ile tedavi edilemeyecek derecede kronikleşmişse sinüzit ameliyatı gündeme gelebilir. Kronik sinüzit için “Endoskopik Sinüs Cerrahisi” ya da uygun görülen hastalarda “Balon Sinoplasti Cerrahi” yöntemi uygulanır.Endoskopik sinüs ameliyatında sinüslerin doğal kanallarını tıkayan polip veya diğer anatomik bozukluklar düzeltilerek sinüslerin kanalları açılmaktadır. Fakat bu yöntem daha uzun iyileşme dönemi gerektirir. Komplikasyon riski açısından dikkatli ve özenli yapılması gereken bir ameliyattır. Balon sinoplasti daha güncel bir yöntemdir sadece yüz, alın ve geniz bölgesindeki sinüslere uygulanmaktadır. Hastanın bu yöntem için uygunluğu doktor tarafından belirlenmelidir. Bu tedavi ile hasta aynı gün taburcu edilmekte, ertesi gün işine dönebilmekte ve hastanın doğal anatomik yapısı bozulmamaktadır.“Balon Sinüsoplasti” burun içinde hiçbir dokuya zarar vermeden, kanamaya yol açmadan ve tampon gerekmeden hızlı bir şekilde iyileşme sağlamaktadır. Bu yöntem, kalbin tıkanan damarlarının açılmasında kullanılan yönteme benzer bir şekilde sinüs tedavisinde uygulanmaktadır. Yöntemde, sinüslerin kapalı olan deliği bulunduktan sonra sönmüş haldeki balon bu deliğe yerleştirilmekte ve röntgen altında balonun doğru yerde olduğu gözlendikten sonra belli bir basınçla balon şişirilmektedir. Böylelikle açılması ya da genişletilmesi gereken delikte başarı sağlanmaktadır.Sinüzit doğru tedavi edilmediğinde farenjit, kronik gastrit, reflü, göz çevresi enfeksiyon ve apseleri, menenjit, beyin apsesi gibi çok ciddi hastalıklara neden olabilir.  Sinüzit tanısı kulak burun boğaz muayenesi ve endoskopik muayene, direkt grafi ve sinüs tomogrofisi yöntemleri ile konulur.Sinüzit Nasıl Geçer?Sinüzit, antibiyotikler başta olmak üzere daha çok ilaç tedavisi ile iyileştirilir. Ayrıca burun kanallarındaki şişliği azaltmaya, tıkanıklığı ve sinüs basıncını hafifletmeye yardımcı olan dekonjestanlar da sinüzitler için rahatlatıcıdır. Yüz ağrısını hafifletmek içinde de burnun, yanakların ve gözlerin etrafına sıcak, nemli havlu yerleştirmekte sinüzite iyi gelir.Sinüzite iyi gelen doğal tedavi yöntemleri şunlardır:Bol bol dinleninAkut sinüzitler genellikle 14-21 gün içerisinde kendiliğinden geçer. Sinüzite neden olan enfeksiyon ile vücudun savaşabilmesi için dinlenip, vücudu dirençli tutmak önemlidir.Sarımsak, zencefil, bal gibi doğal antibakteriyeller tüketinSarımsak, zencefil ve bal doğal birer antibakteriyeldir. Bu gıdaları ayrı ayrı tüketebileceğiniz gibi, bal ve zencefili çay olarak karıştırıp içmekte sinüzite iyi gelebilir.Bol sıvı tüketinBol sıvı tüketimi de vücudun enfeksiyonla savaşmasına yardım edebilir. Vücudun yeterli miktarda suya sahip olması sinüslerde ki cilt ve mukoza zarını da korumaya yardım edecektir. Aynı zamanda mukusun incelmesini de mümkün kılar.Sıcak kompres uygulayınSıcak kompres sinüzitin yarattığı rahatsızlık ve ağrıyı dindirmeye yardım edebilir. Burun çevresinde sıcak nemli bir bez uygulamak burun salgılarının akmasını kolaylaştıracaktır.Sıcak bir duş alın ya da buhar soluyunBir kase sıcak suya eğilip, başınızı da havlu ile kapatarak buharı solumanız sinüzit semptomlarını geçirmeye yardımcı olabilir. Ya da sıcak bir duşa girerek, oluşan nemi solumanızda benzer bir etki gösterebilir. Buhar solumanız mukusu atabilmenize de yardımcı olacaktır.       Burnun içini neti potu gibi bir araçla temiz tutunNeti potu tarzında bir burundan sıkıp, diğer burundan burun içini akıtarak temizlemeye yardımcı olan yöntemler sinüslerin de temizlenmesine yardımcı olacaktır.Sinüzit Nasıl Önlenir?Sinüziti önlemek için bazı yollar söz konusudur. Bu yollar şu şekilde özetlenebilir:Üst solunum yolu enfeksiyonlarından kaçının. Soğuk algınlığı olan veya başka enfeksiyonlara yakalanmış kişilerle temastan kaçınarak sinüziti önlemeniz mümkündür. Özellikle yemeklerden önce ellerinizi sık sık sabun ve suyla yıkayın.Alerjiye neden olan şeylerden uzak durun. Mümkün olduğunca alerjiniz olan şeylere maruz kalmaktan kaçının.Sigara dumanından ve kirli havadan kaçının. Sigara dumanı ve havayı kirleten maddeler akciğerlerinizi ve burun kanallarınızı tahriş ederek alevlendirebilir ve burum da sinüzite sebebiyet verebilir.Nemlendirici kullanın. Evdeki hava kuruysa, havaya nem eklemek sinüziti önlemeye yardımcı olabilir.Sinüzite Ne İyi Gelir?Doktor onaylı antibiyotik başta olmak üzere, tuzlu su, rahat nefes almaya yarayan yüksek yastık tercihi, sinüzitin sebep olduğu baş ağrısını hafifletmek için tarçın, burun bölgesinin açılması için sıcak bir banyo veya soğuk kompres sinüzite iyi gelen çözümler arasında yer alır. Sinüzit, sinüslerde tıkanıklığa ve rahatsızlığa neden olduğundan belirtileri hafifletmek ve iyileşmesini hızlandırmak için şu yöntemlerde yararlanılabilir:Sinüzit Hakkında Sık Sorulan SorularSinüzit nasıl anlaşılır?Yanak, göz ve alın gibi yüz bölgesinde ağrı, şişlik ve hassasiyet, burun tıkanıklığı, koku alma duyusunda azalma, burundan yeşil veya sarı mukus gelmesi, baş ağrısı ve öksürük sinüzit belirtileridir. Ayrıca ateş, ağız kokusu ve kulak ağrısı da sinüzitin neden olduğu semptomlardır.Sinüzit ağrısı nerelere vurur? Sinüzit ağrısı, kafada, alın ve iki taraflı şakak bölgesinde, omuzda, diş ve damakta ya da burna doğru yayılan ağrı olarak görülebilir.Sıcak su sinüzite iyi gelir mi? Sıcak banyo burun bölgesinin açılmasını sağlayarak rahat nefes almanıza yarar. Bu yüzden sıcak su sinüzite iyi gelir.Sinüzit kendiliğinden geçer mi?Sinüzit herhangi bir tedavi gerektirmeden çoğu zaman kendi kendine iyileşir. Öyle ki sinüs enfeksiyonlarının yaklaşık %70'i antibiyotik olmadan iki hafta içinde iyileşme eğilimindedir.Sinüzit tedavi edilmezse ne olur?Sinüzit çoğu zaman tedavi gerektirmeden geçen bir durum olduğu için çoğu zaman bir risk doğurmaz ancak nadirende olsa bakteri veya mantarların beyin, göz veya çevrede bulunan kemiklere sıçraması durumunda sinüs enfeksiyonları hayati riske neden olabilecek enfeksiyonlara yol açabilir.Sinüzitin ana nedeni nedir?Sinüzit, sinüsleri kaplayan doku şiştiğinde veya iltihaplanması durumunda meydana gelir. İnflamatuar bir tepkime veya virüs, bakteri ya da mantarların yarattığı enfeksiyonlarda sinüzitin nedenidir.Sinüzit ağrı yapar mı?Genelde insanlar başı veya yüzü ağrıdığında sinüzit olduğunu düşünürler, oysa sinüzit kendisini ağrı ile çok az fark ettirir.  Sinüzitte ağrı oranı yüzde 5 civarında seyreder. Sinüzitte daha ön planda olan şikayetler, burun tıkanıklığı, sesteki bozulma, yüzde dolgunluk hissi ve burun akıntısı gibi belirtilerdir.
11,861
616
Hastalıklar
Sjögren sendromu
Sjögren sendromu, göz, ağız ve diğer mukoza zarlarının aşırı kuruluğuna neden olan bağışıklık sistemi bozukluğudur. Bağışıklık sisteminin gözyaşı ve tükürük üreten bezlerine saldırması sonucu ortaya çıkar. Nedeni tam olarak bilinmeyen sjögren sendromunda genetik faktörler, viral enfeksiyonlar ve hormonların etkili olduğu tahmin edilmektedir. Her yaş ve ırktan kişiyi etkileyebilen bu hastalık kadınlarda daha sık görülür.Sjögren sendromu, göz, ağız ve diğer mukoza zarlarının aşırı kuruluğuna neden olan bağışıklık sistemi bozukluğudur. Bağışıklık sisteminin gözyaşı ve tükürük üreten bezlerine saldırması sonucu ortaya çıkar. Nedeni tam olarak bilinmeyen sjögren sendromunda genetik faktörler, viral enfeksiyonlar ve hormonların etkili olduğu tahmin edilmektedir. Her yaş ve ırktan kişiyi etkileyebilen bu hastalık kadınlarda daha sık görülür. Sjögren Sendromu Nedir?Sjögren sendromu, bağışıklık sisteminin tükürük ve gözyaşı gibi vücutta sıvı üreten bezlere saldırdığı otoimmün bir hastalıktır. Bağışıklık sisteminin bezlere zarar vermesi nedeniyle sınırlanan sıvı üretimi sonucu ağız ve gözler başta olmak üzere vücutta kuruluğa neden olur. Daha çok kadınlarda (kadın/erkek oranı 9/1) ve genellikle 40-60 yaş arasında görülür.Sjögren Sendromu Belirtileri Nelerdir?Sjögren sendromunun en sık görülen belirtileri, hastalığın tükürük ve gözyaşı bezlerini etkilemesi nedeni ile ağız kuruluğu ve göz kuruluğudur.  Ağız kuruluğu nedeni ile sık sık diş çürükleri görülebilir. Göz kuruluğunun ise gözde yanma, batma, bulanık görme gibi belirtileri olabilir. Bu bezler dışında tutulum olduğunda sistemik semptomlar görülebilir.Bu semptomlar arasında halsizlik, kas-eklem ağrıları, döküntü ve tutulan organa bağlı (akciğer, böbrek, karaciğer) semptomlar görülebilir.  Sjögren sendromu tek başına görülebildiği gibi başka hastalıklarla birlikte de ortaya çıkabilir. Birlikte görülebildiği diğer hastalıklar arasında başlıcaları romatoid artrit, sistemik lupus eritematozus, primer biliyer kolanjit, sistemik skleroz, polimiyozit, Hashimoto tiroiditi, interstisyel pulmoner fibrozis bulunmaktadır.Sjögren sendromu belirtileri şunları içerir: Göz kuruluğu ve göz kaşıntısı Ağız kuruluğu Ciltte ve vajinada kuruluk Kas ve eklem ağrıları Tükürük bezlerinde şişmeye bağlı çene ve kulak arkasında şişlik Döküntü Böbrek sorunları Ağız yaraları Sinir tutulumu nedeniyle kollarda ve bacaklarda uyuşmaSjögren Sendromu Kimlerde Görülür?Sjögren sendromunda bağışıklık hücreleri düşman gördüğü kendi vücut hücrelerine savaş açmaktadır. Farklı bağışıklık sistemi hastalıkları da bu sendroma zemin hazırlayabilir.  Hastalık kadınlarda daha sık görülmektedir.Sjögren Sendromunun Risk Faktörleri Nelerdir?Sjögren sendromunun bilinen bir risk faktörü yoktur. Tüm otoimmun hastalıklarda olduğu gibi geçirilmiş viral enfeksiyonlar, genetik faktörler ve çevresel etmenler suçlanmaktadır.Sjögren Sendromu Nasıl Teşhis Edilir?Sjögren sendromu teşhisi için göz kuruluğunun ölçüldüğü Schirmer göz testi kullanılabilir. Schirmer testi ile gözyaşı miktarı ölçülmektedir. Hastalığın kesin tanısı için tükürük bezi biyopsisi almak gerekmektedir. Tükürük bezi biyopsisindeki patoloji sonucu Sjögren sendromu ile uyumlu ise tanı konulmaktadır. Kan değerlerinde romatizma testleri diye bilinen romatoid faktör gibi testlerde pozitiflik bulunabilmektedir. Bazı hastalarda kansızlık, akyuvar düşüklükleri görülebilmektedir.Göz kuruluğundan şüphelenilen hastalarda Schirmer testi ile göz kuruluğu doğrulanabilir. Kan tetkiklerinde saptanabilen bazı antikorlar tanıya yardımcı olabilir. (anti-SSA/Ro, anti-SSB/La, ANA, RF) Hastalığın kesin tanısı tükürük bezi biyopsisi ile konulmaktadır.Sjögren Sendromu TedavisiSjögren sendromunun tedavisi semptomatiktir. Göz kuruluğu için suni gözyaşı ve çeşitli göz damlaları kullanılabilmektedir. Ağız kuruluğu için de sık gargara, ağız hijyenine dikkat etmek gibi önerilerimiz olmaktadır. Çünkü bu hastalıkta diş çürükleri sık gözükmektedir. Ağzı sürekli nemli tutmak, sakız çiğnemek gibi önlemler bu hastalara fayda verebilmektedir. Göz kuruluğu ve ağız kuruluğu dışındaki yani sistemik semptomların varlığında başta steroidler olmak üzere immunsupresif (bağışıklığı baskılayıcı) ilaçlar kullanılmaktadır. Eşlik eden bu türde bir hastalık varsa öncelikle bunlar tedavi edilir.  Bununla birlikte Sjögren sendromunda lenfoma riski de sağlıklı bireylere göre daha yüksektir.Sjögren Sendromu ile İlgili Sık Sorulan SorularSjögren sendromu hastaları iyileşir mi?Kronik bir hastalıktır, iyileşmesi söz konusu değildir. Ancak semptomların ağırlığı hastadan hastaya farklılık göstermektedir. Genellikle çok ağır semptomlu hastalara rastlanmamaktadır. Sjögren sendromunda tedavi belirti ve şikayetlere göre planlanmaktadır. Erken tanı bu hastalıkta da çok önemlidir. Doğru bir tedavi planlaması ile birlikte semptomların ortadan kaldırılması mümkün olabilmektedir. Sjögren sendromu vajina kuruluğuna yol açar mı?Sjögren Sendromu kuruluktan dolayı vajinada ağrıya ve irritasyona yol açabilir. Cinsel ilişki sırasında kadının ağrı yaşamasına neden olabilmektedir.Sjögren sendromunda neden dişler çürür?Ağız kuruluğundan kaynaklanan genel bir sorundur. Tükürük bakteri öldürücü maddeler (enzim) içerir ve bu maddeler bakterilere karşı savaşır. Böylece diş çürümelerine karşı koruyucu görev yapar. Tükürük azaldığı zaman daha az enzim üretilir. Bundan dolayı dişlerde daha kolay çürükler oluşmaktadır.Sjögren sendromu kalıtsal mı?Sjögren sendromu gelişiminde genetik faktörler söz konusu olabilmektedir. Bu sendroma sahip bir annenin çocuğunda bağışıklık sistemi hastalıklarının gelişme riski daha yüksektir.Sjögren sendromu ve gebelik ilişkisi nasıldır?Sjögren sendromu genel olarak hamileliği etkilememektedir, fakat diğer otoimmun hastalıklarla birlikte görüldüğünde gebelikteki riskler artmaktadır. Sjögren sendromuna sahip hastaların bebeklerinde kalp problemleri (konjenital kalp bloğu, kardiyomyopati), cilt döküntüleri, neonatal lupus görülebilir. Bu nedenle sjögren sendromlu hastaların gebelik sürecinde perinatoloji uzmanı tarafından takibi önerilmektedir.Sjögren nasıl bir hastalıktır?Sjögren sendromu, bağışıklık sisteminin kendi kendine oluşturduğu, kuru göz ve ağıza sebep olan otoimmun bir hastalık olarak tanımlanır. Bu hastalıkta vücut savun sistemini kendisine karşı oluşturur.Sjögren sendromu tehlikeli bir hastalık mı?Sjögren sendromu iyi tedavi edilmediği durumlarda gözlere kör noktaya, korneal ülsere sebep olabilir. Nadiren olsa da görme kaybı yaşanabilmektedir.Sjögren sendromu nasıl anlaşılır?Ağız ve göz kuruluğu gibi belirtilerle ortaya çıkan sjögren sendromu, dişlerde çürüklere sebep olabilir. Göz kuruluğu sırasında gözde batma, bulanıklık, yanma gibi semptomlar görülebilir.Sjögren sendromu nelere yol açar?Ağızda yarattığı kuruluktan dolayı dişlerde çürüğe ve diş eti sorunlarına sebep olabilir. Bunların yanında vajinal ve cilt kuruluğunu ortaya çıkarır.Sjögren sendromu iyileşir mi?Sjögren sendromu hastalığından erken teşhis önemlidir. Belirtileri ortadan kaldırmak için çeşitli tedavi ve yöntemler uygulanabilir.Sjögren sendromu kanser mi?Sjögren sendromunda şiddetli semptomlar görülebilir. Bunun için de hastalara vücut savunma sistemini baskılayıcı ilaçlar verilebilmektedir. Otoimmun bir hastalık olduğundan lenf bezi kanser geliştirme riskini ortaya çıkarabilir. Bu yüzden belli aralıklarla kanser taraması yaptırılması gerekmektedir.Sjögren kaşıntı yapar mı?Sjögren sendromu sonucunda deri kuruluğu görülebilmektedir. Gelişen deri kuruluğu kaşınmaya ve batmaya sebep olabilmektedir.Sjögren hastaları nasıl beslenmelidir?Sjögren sendromu için özel bir diyet yoktur.  Ancak pişirilme yöntemi ağız kuruluğu semptomlarını etkileyebilir. Yiyecekleri buharda pişirmek ve yutmayı kolaylaştırmak amacıyla yemek aralarında su tüketmeye dikkat edilmesi önerilir. Sjögren Sendromu Nedir?Sjögren sendromu, bağışıklık sisteminin tükürük ve gözyaşı gibi vücutta sıvı üreten bezlere saldırdığı otoimmün bir hastalıktır. Bağışıklık sisteminin bezlere zarar vermesi nedeniyle sınırlanan sıvı üretimi sonucu ağız ve gözler başta olmak üzere vücutta kuruluğa neden olur. Daha çok kadınlarda (kadın/erkek oranı 9/1) ve genellikle 40-60 yaş arasında görülür.Sjögren Sendromu Belirtileri Nelerdir?Sjögren sendromunun en sık görülen belirtileri, hastalığın tükürük ve gözyaşı bezlerini etkilemesi nedeni ile ağız kuruluğu ve göz kuruluğudur.  Ağız kuruluğu nedeni ile sık sık diş çürükleri görülebilir. Göz kuruluğunun ise gözde yanma, batma, bulanık görme gibi belirtileri olabilir. Bu bezler dışında tutulum olduğunda sistemik semptomlar görülebilir.Bu semptomlar arasında halsizlik, kas-eklem ağrıları, döküntü ve tutulan organa bağlı (akciğer, böbrek, karaciğer) semptomlar görülebilir.  Sjögren sendromu tek başına görülebildiği gibi başka hastalıklarla birlikte de ortaya çıkabilir. Birlikte görülebildiği diğer hastalıklar arasında başlıcaları romatoid artrit, sistemik lupus eritematozus, primer biliyer kolanjit, sistemik skleroz, polimiyozit, Hashimoto tiroiditi, interstisyel pulmoner fibrozis bulunmaktadır.Sjögren sendromu belirtileri şunları içerir:Sjögren Sendromu Kimlerde Görülür?Sjögren sendromunda bağışıklık hücreleri düşman gördüğü kendi vücut hücrelerine savaş açmaktadır. Farklı bağışıklık sistemi hastalıkları da bu sendroma zemin hazırlayabilir.  Hastalık kadınlarda daha sık görülmektedir.Sjögren Sendromunun Risk Faktörleri Nelerdir?Sjögren sendromunun bilinen bir risk faktörü yoktur. Tüm otoimmun hastalıklarda olduğu gibi geçirilmiş viral enfeksiyonlar, genetik faktörler ve çevresel etmenler suçlanmaktadır.Sjögren Sendromu Nasıl Teşhis Edilir?Sjögren sendromu teşhisi için göz kuruluğunun ölçüldüğü Schirmer göz testi kullanılabilir. Schirmer testi ile gözyaşı miktarı ölçülmektedir. Hastalığın kesin tanısı için tükürük bezi biyopsisi almak gerekmektedir. Tükürük bezi biyopsisindeki patoloji sonucu Sjögren sendromu ile uyumlu ise tanı konulmaktadır. Kan değerlerinde romatizma testleri diye bilinen romatoid faktör gibi testlerde pozitiflik bulunabilmektedir. Bazı hastalarda kansızlık, akyuvar düşüklükleri görülebilmektedir.Göz kuruluğundan şüphelenilen hastalarda Schirmer testi ile göz kuruluğu doğrulanabilir. Kan tetkiklerinde saptanabilen bazı antikorlar tanıya yardımcı olabilir. (anti-SSA/Ro, anti-SSB/La, ANA, RF) Hastalığın kesin tanısı tükürük bezi biyopsisi ile konulmaktadır.Sjögren Sendromu TedavisiSjögren sendromunun tedavisi semptomatiktir. Göz kuruluğu için suni gözyaşı ve çeşitli göz damlaları kullanılabilmektedir. Ağız kuruluğu için de sık gargara, ağız hijyenine dikkat etmek gibi önerilerimiz olmaktadır. Çünkü bu hastalıkta diş çürükleri sık gözükmektedir. Ağzı sürekli nemli tutmak, sakız çiğnemek gibi önlemler bu hastalara fayda verebilmektedir. Göz kuruluğu ve ağız kuruluğu dışındaki yani sistemik semptomların varlığında başta steroidler olmak üzere immunsupresif (bağışıklığı baskılayıcı) ilaçlar kullanılmaktadır. Eşlik eden bu türde bir hastalık varsa öncelikle bunlar tedavi edilir.  Bununla birlikte Sjögren sendromunda lenfoma riski de sağlıklı bireylere göre daha yüksektir.Sjögren Sendromu ile İlgili Sık Sorulan SorularSjögren sendromu hastaları iyileşir mi?Kronik bir hastalıktır, iyileşmesi söz konusu değildir. Ancak semptomların ağırlığı hastadan hastaya farklılık göstermektedir. Genellikle çok ağır semptomlu hastalara rastlanmamaktadır. Sjögren sendromunda tedavi belirti ve şikayetlere göre planlanmaktadır. Erken tanı bu hastalıkta da çok önemlidir. Doğru bir tedavi planlaması ile birlikte semptomların ortadan kaldırılması mümkün olabilmektedir. Sjögren sendromu vajina kuruluğuna yol açar mı?Sjögren Sendromu kuruluktan dolayı vajinada ağrıya ve irritasyona yol açabilir. Cinsel ilişki sırasında kadının ağrı yaşamasına neden olabilmektedir.Sjögren sendromunda neden dişler çürür?Ağız kuruluğundan kaynaklanan genel bir sorundur. Tükürük bakteri öldürücü maddeler (enzim) içerir ve bu maddeler bakterilere karşı savaşır. Böylece diş çürümelerine karşı koruyucu görev yapar. Tükürük azaldığı zaman daha az enzim üretilir. Bundan dolayı dişlerde daha kolay çürükler oluşmaktadır.Sjögren sendromu kalıtsal mı?Sjögren sendromu gelişiminde genetik faktörler söz konusu olabilmektedir. Bu sendroma sahip bir annenin çocuğunda bağışıklık sistemi hastalıklarının gelişme riski daha yüksektir.Sjögren sendromu ve gebelik ilişkisi nasıldır?Sjögren sendromu genel olarak hamileliği etkilememektedir, fakat diğer otoimmun hastalıklarla birlikte görüldüğünde gebelikteki riskler artmaktadır. Sjögren sendromuna sahip hastaların bebeklerinde kalp problemleri (konjenital kalp bloğu, kardiyomyopati), cilt döküntüleri, neonatal lupus görülebilir. Bu nedenle sjögren sendromlu hastaların gebelik sürecinde perinatoloji uzmanı tarafından takibi önerilmektedir.Sjögren nasıl bir hastalıktır?Sjögren sendromu, bağışıklık sisteminin kendi kendine oluşturduğu, kuru göz ve ağıza sebep olan otoimmun bir hastalık olarak tanımlanır. Bu hastalıkta vücut savun sistemini kendisine karşı oluşturur.Sjögren sendromu tehlikeli bir hastalık mı?Sjögren sendromu iyi tedavi edilmediği durumlarda gözlere kör noktaya, korneal ülsere sebep olabilir. Nadiren olsa da görme kaybı yaşanabilmektedir.Sjögren sendromu nasıl anlaşılır?Ağız ve göz kuruluğu gibi belirtilerle ortaya çıkan sjögren sendromu, dişlerde çürüklere sebep olabilir. Göz kuruluğu sırasında gözde batma, bulanıklık, yanma gibi semptomlar görülebilir.Sjögren sendromu nelere yol açar?Ağızda yarattığı kuruluktan dolayı dişlerde çürüğe ve diş eti sorunlarına sebep olabilir. Bunların yanında vajinal ve cilt kuruluğunu ortaya çıkarır.Sjögren sendromu iyileşir mi?Sjögren sendromu hastalığından erken teşhis önemlidir. Belirtileri ortadan kaldırmak için çeşitli tedavi ve yöntemler uygulanabilir.Sjögren sendromu kanser mi?Sjögren sendromunda şiddetli semptomlar görülebilir. Bunun için de hastalara vücut savunma sistemini baskılayıcı ilaçlar verilebilmektedir. Otoimmun bir hastalık olduğundan lenf bezi kanser geliştirme riskini ortaya çıkarabilir. Bu yüzden belli aralıklarla kanser taraması yaptırılması gerekmektedir.Sjögren kaşıntı yapar mı?Sjögren sendromu sonucunda deri kuruluğu görülebilmektedir. Gelişen deri kuruluğu kaşınmaya ve batmaya sebep olabilmektedir.Sjögren hastaları nasıl beslenmelidir?Sjögren sendromu için özel bir diyet yoktur.  Ancak pişirilme yöntemi ağız kuruluğu semptomlarını etkileyebilir. Yiyecekleri buharda pişirmek ve yutmayı kolaylaştırmak amacıyla yemek aralarında su tüketmeye dikkat edilmesi önerilir.
5,683
617
Hastalıklar
Siyatik
Siyatik, sinirler üzerinde oluşan baskı sonucu kalçadan başlayıp bacaktan aşağıya doğru siyatik sinir yolu boyunca hissedilen ağrıdır. Siyatik ağrısı, insan vücudunun en kalın siniri olan siyatik sinirinin sıkışması sonucu kalçadan başlayıp her iki bacağın aşağısına kadar yayılan ağrı, uyuşma ve karıncalanmadır.Siyatik, sinirler üzerinde oluşan baskı sonucu kalçadan başlayıp bacaktan aşağıya doğru siyatik sinir yolu boyunca hissedilen ağrıdır. Siyatik ağrısı, insan vücudunun en kalın siniri olan siyatik sinirinin sıkışması sonucu kalçadan başlayıp her iki bacağın aşağısına kadar yayılan ağrı, uyuşma ve karıncalanmadır. Siyatik Nedir?Siyatik insan vücudundaki en kalın sinirin adıdır ve kalçanın arkasından bacaklara doğru uzanır. Bacağın duyu ve motor işlevini düzenleyen bu sinirlerdeki sıkışma ve baskıya ise siyatik ağrısı denir.Siyatik sinir, kalça arkasından bacağın arka yüzü boyunca seyrederek diz üstü seviyede iki ana kola ayrılır ve ayağa kadar ulaşır. Fakat bir hastalığı ifade etmek için toplumda yaygın olarak kullanılan “siyatik” kelimesi ile bu sinirin vücutta çeşitli yerlerde sıkışmasıyla ortaya çıkabilen ve özellikle bacakta ağrı, kuvvet kaybı, kasılma, uyuşma, karıncalanma gibi şikayetlerle kendini gösteren bir rahatsızlık kastedilir.Siyatik ağrısında ortaya çıkan en karakteristik belirti kalçardan bir veya her iki bacağa uzanan ağrıdır. Bu ağrılara uyuşma ve karıncalanma da eşlik eder. Ayrıca kas güçsüzlüğü ve idrar kaçırma da siyatik ağrısı belirtileri arasındadır. Genellikle ciddi veya tehlikeli bir durum olmayan siyatik ağrıları zamanla ve kişisel bakım tedavileriyle kendi kendine iyileşebilir. Ancak ciddi vakalarda ameliyat gerektiği de olur. Siyatik Neden Olur?En sık neden siyatik sinirin omurilikten çıkan sinir köklerinin omurga seviyesinde çeşitli nedenlerle sıkışmasıdır. Bu nedenler arasında bel fıtığı, omurga kanal darlığı, omurgada kireçlenme, omurga şekil bozuklukları, omurga kırıkları, omurga tümörleri sayılabilir. Siyatik sinir omurga haricinde kalça arkasındaki “piriformis” kası veya tendonu tarafından da sıkıştırılarak benzeri şikayetlere sebep olabilir. Bunların dışında siyatik sinirin seyri boyunca bacakta herhangi bir seviyede herhangi bir sebeple sıkışması da bu belirtilere yol açabilmektedir.Siyatiğe neden olabilecek faktörler şöyledir: Fıtıklaşmış diskler Omurga stenozu  Kireçlenme Yaralanmalar Hamilelik süreci Tümör, kist veya diğer büyümeler Yaş faktörü Obezite Diyabet Hareketsizlik Sigara tüketimiSiyatik Belirtileri Nelerdir?Kalça arkasından bir veya her iki bacağa doğru yayılan ağrılar siyatiğin en yaygın gözlemlenen belirtisidir. Bu ağrı bıçak saplanır gibi bir his yaratarak kişinin dik duramamasına yol açabilir. Ağrıyla birlikte uyuşma ve karıncalanma da görülür. Bu ağrı yürümekle, öne eğilmekle artabilir. Siyatik sinirdeki sıkışmanın derecesine bağlı olarak sinirin uyardığı kaslarda kuvvet kaybına bağlı yürüme güçlükleri de görülebilir.Siyatik belirtileri şu şekildedir: Bacaklarda bıçak saplanır gibi keskin bir ağrı  Yürüme sırasında veya öne doğru eğilirken şiddetlenen ağrı  Ağrıyla birlikte uyuşma ve karıncalanma  Kas zayıflığı  İdrar veya dışkı kaçırmaSiyatik Nasıl Teşhis Edilir?Siyatik hastalığının tanısında en önemli iki şeyden birincisi hekimin hastalığın başlangıcı, seyri, şikayetlerin sıklığı ve bu şikayetleri nelerin ortaya çıkardığı ile alakalı hastanın anlatacağı hastalık öyküsünü detaylıca kaydetmesi ve bu öykü doğrultusunda yapılacak olan tıbbi muayenedir.İkinci aşama da öykü ve muayene bulguları ışığında gerekli tetkiklerin yapılmasıdır. Bu tetkikler arasında EMG denilen sinir iletim hızı testleri, MR veya diğer radyolojik görüntüleme yöntemleri ve gerek görüldüğü durumlarda çeşitli laboratuvar tahlilleri sayılabilir.Siyatik Tedavisi Nasıl Yapılır?Siyatik tedavisi siyatik sinirin sıkıştığı seviyeye, sıkışmanın nedenine ve hastanın genel tıbbi durumuna göre değişkenlik gösterir. Omurgadaki sıkışmalarda (sıklıkla bel fıtığı veya kanal darlığı nedeniyle) sıkışma bölgesine yapılacak enjeksiyon tedavileri veya direkt olarak siniri sıkıştıran yapıları ortadan kaldırmak üzere yapılacak cerrahi tedaviler seçenekler arasındadır.Bu tedavilere ek olarak fizik tedavi, siyatik egzersizleri ve ilaç tedavilerinden de faydalanılır. Omurga dışındaki siyatik sinir sıkışmalarında da benzeri şekilde enjeksiyon tedavileri, cerrahi tedavi, fizik tedavi yöntemleri ve ilaç tedavilerine başvurulur. Özellikle ileri dereceli sıkışmalarda bacakta kuvvet kaybı da eşlik ediyorsa kalıcı siyatik sinir hasarı riskini olabildiğince azaltmak için acil cerrahi müdahale gerekebilir.Siyatik Ağrısı Nasıl Geçer?Siyatik ağrısı için istirahat etmek ağrıyı zamanla iyileştirir. Bununla birlikte ibuprofen gibi steroid olmayan antiinflamatuar ilaçlar, fizik tedavi uygulamaları, ağrıyan bölgeye soğuk kompres ve zorluk çıkarmayacak derecede hafif egzersizler siyatik ağrısına iyi gelir. Siyatik Hakkında Sık Sorulan SorualarSiyatik sinir nedir?Siyatik sinir, insan vücudundaki en kalın, uzun ve geniş sinirdir. Siyatik sinir belin alt tarafındaki 4 ve 5. omurlardan çıkarak, kalçanın orta noktasından topuğa kadar iner. En önemli işlevi bacağın kuvvetini ve işlevselliğini yönetmesidir.Siyatik ağrı nedir?Siyatik ağrı, siyatik sinir kökünün tahrişi ve/veya sıkışmasından kaynaklanan bacaktaki sinir ağrısını tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Siyatik ağrı özetle siyatik sinir yolu boyunca ilerleyen ağrıyı ifade eder. Bu ağrı kalçalardan başlayıp bir veya her iki bacaktan birden aşağıya doğru ilerleyebilir.Siyatik ağrısı ne kadar sürer?Siyatik ağrısının süresi oldukça değişkendir. Sadece birkaç gün sürüp kendiliğinden geçebildiği gibi aylarca sürebilen ağrılar şeklinde de görülebilir.Siyatik ağrısı nerelere vurur?Siyatik ağrısı tipik olarak kalça arkasından başlayan bir ağrı şeklinde tarif edilir. Kalçadan sadece diz arkasına yayılabildiği gibi topuğa hatta ayak ucuna kadar tüm bacak boyunca yayıldığını tarif eden hastalar da olabilmektedir. Ayrıca bacağa yayılan ağrı ile birlikte kalçadan bele doğru vuran ağrı da olabilir.Siyatik hangi bacakta olur?Siyatik ağrısı tek bir bacakta görülebildiği gibi her iki bacakta da ortaya çıkabilir. Siyatik ağrı, bel bölgesinde kalçalara, oradan da bacaklara doğru yayılır. Siyatik tedavi edilmezse ne olur?Özellikle ciddi siyatik sinir sıkışmalarında bir müddet sonra sinir, fonksiyonunu yitirmeye başlayabilir. Bunun sonucunda da bacakta, ayakta kalıcı his kusurları ve kalıcı kuvvet kaybı, yürüme kusurları, düşük ayak, felç gibi durumlar oluşabilir. Bu gibi gecikmiş olguların tedavisi daha kompleks cerrahi tedaviler gerektirebilir ve sonuçları erken dönemde yapılan tedavilere göre hasta açısından daha az tatmin edici olabilmektedir.Kantaron yağı siyatik ağrısına iyi gelir mi?Yapısında birden fazla farklı bileşenin olduğu kantaron yağı genellikle yüzeyel yumuşak doku zedelenmeleri veya kas ağrıları gibi durumlarda alternatif tıp çevrelerinin başvurduğu bir etken olmakla birlikte siyatik sinir sıkışmasının tedavisinde etkin bir kullanımının olduğunu gösterebilen herhangi bir bilimsel çalışma yoktur.Siyatik ağrısı için hangi doktora gidilir?Siyatik sinir sıkışması omurga seviyesinde ise omurga cerrahisi uzmanı (ortopedi ve travmatoloji, nöroşirurji) tedavi sürecini yönetecektir. Kalça veya bacak seviyesindeki sinir sıkışmalarında da gene ortopedi ve travmatoloji uzmanına başvurmak gerekmektedir. Fizik tedavi ve rehabilitasyon uzman doktorunun düzenleyeceği bir fizik tedavi süreci de bütüncül yaklaşım içerisinde yerini alabilmektedir. Bunların dışında siyatik sinirde cerrahi veya girişimsel müdahale gerektirecek bir mekanik sıkışmanın olmadığı fakat sinirde fonksiyonel bir kusur bulunması durumunda nöroloji uzman doktoru da tedavi sürecine dahil olabilmektedir.Siyatik ağrısına sıcak iyi gelir mi?Sıcak uygulama özellikle bacaklardaki kas sertliği/spazm durumlarında geçici bir rahatlama sağlayabilmektedir. Fakat siyatik sinir sıkışmasında kalıcı bir çözüm değildir.Enjeksiyon sonrası siyatik sinir zedelenmesi belirtileri nelerdir?Enjeksiyon sonrası siyatik sinir zedelenmesi belirtileri diğer siyatik sinir belirtileri ile benzerdir. Tüm bacağa yayılan ağrı uyuşma şikayetleri ile birlikte sinirde motor fonksiyon kaybına yol açmışsa ayak bileğinde hareket kaybı/felç durumları da görülebilir.Enjeksiyon sonrası siyatik sinir zedelenmesi tedavisi nasıl yapılır?Enjeksiyon sonrası siyatik sinir zedelenmesi enjektör iğnesinin direkt olarak siniri hasarlamasından ziyade, enjekte edilen ilacın sinir etrafında yaratacağı kimyasal etki ve belki de ilacın hacimsel etkisiyle oluşan basının neticesinde gerçekleşebilir. Tabii ki direkt iğnenin yaralamasıyla da olabilmektedir. Yine de olguların büyük bir kısmı Türkçeye “sinir sersemlemesi” olarak çevrilebilecek “nöropraksi” denilen duruma bağlı olduğu için sinir fonksiyonlarının ne kadar sürede geri döneceği gözlemlenir. Öngörülen sürede yeterli iyileşme olmaması durumunda müdahale gerekir.Siyatik hastaları nelere dikkat etmelidir?Siyatik ağrısı olan kişiler omurgadan kaynaklı siyatik ağrılarında beli zorlayacak ani hareketlerden, yere eğilme veya eğilerek yerden ağır cisimler kaldırma gibi aktivitelerden uzak durmalıdır. Bunlarla birlikte doğru duruş pozisyonu, egzersiz, kilo kontrolü ve doğru uyku pozisyonu da siyatik hastalarının dikkat etmesi gereken konu başlıklarıdır.Siyatik sülük tedavisi ile geçer mi?Sülük uygulamasının siyatik tedavisinde yeri yoktur.Siyatik ağrısı kasığa vurur mu?Siyatik sinir vücuttaki anatomik seyri ve sinirsel olarak uyardığı kısımlar itibariyle daha çok kalça arka kısmı ve bacak arkasında şikayetlere neden olur. Kasık ağrısı siyatik sinir sıkışması açısından çok karakteristik bir belirti değildir.Siyatik ile romatizmanın bağlantısı var mıdır?Siyatik sinir sıkışmasının romatizmal hastalıklarla direkt olarak bir bağlantısı bulunmamakla birlikte; romatizmal süreçlerde ortaya çıkabilecek çeşitli iltihabi reaksiyonların siyatik sinirin seyri boyunca herhangi bir seviyede siniri irrite etmesi nedeniyle de siyatik belirtileri görülebilir.Siyatik ağrısına yürüyüş iyi gelir mi?Siyatik sinir ağrısı çeken kişilerin yürümesi genellikle şikayetleri artırır. Bu süreçte bacağı zorlamayacak veya ağrıyı artırmayacak derece hafif egzersizler önerilebilir.Hamilelikte siyatik ağrısı nasıl geçer?Gebelik sürecinde ortaya çıkan siyatik ağrısında özellikle girişimsel veya cerrahi müdahalelerin yapılamadığı durumlarda fizik tedavi uzman hekiminin önereceği egzersizlerle ve duruş eğitimleriyle rahatlama sağlanabilir. Siyatik Nedir?Siyatik insan vücudundaki en kalın sinirin adıdır ve kalçanın arkasından bacaklara doğru uzanır. Bacağın duyu ve motor işlevini düzenleyen bu sinirlerdeki sıkışma ve baskıya ise siyatik ağrısı denir.Siyatik sinir, kalça arkasından bacağın arka yüzü boyunca seyrederek diz üstü seviyede iki ana kola ayrılır ve ayağa kadar ulaşır. Fakat bir hastalığı ifade etmek için toplumda yaygın olarak kullanılan “siyatik” kelimesi ile bu sinirin vücutta çeşitli yerlerde sıkışmasıyla ortaya çıkabilen ve özellikle bacakta ağrı, kuvvet kaybı, kasılma, uyuşma, karıncalanma gibi şikayetlerle kendini gösteren bir rahatsızlık kastedilir.Siyatik ağrısında ortaya çıkan en karakteristik belirti kalçardan bir veya her iki bacağa uzanan ağrıdır. Bu ağrılara uyuşma ve karıncalanma da eşlik eder. Ayrıca kas güçsüzlüğü ve idrar kaçırma da siyatik ağrısı belirtileri arasındadır. Genellikle ciddi veya tehlikeli bir durum olmayan siyatik ağrıları zamanla ve kişisel bakım tedavileriyle kendi kendine iyileşebilir. Ancak ciddi vakalarda ameliyat gerektiği de olur. Siyatik Neden Olur?En sık neden siyatik sinirin omurilikten çıkan sinir köklerinin omurga seviyesinde çeşitli nedenlerle sıkışmasıdır. Bu nedenler arasında bel fıtığı, omurga kanal darlığı, omurgada kireçlenme, omurga şekil bozuklukları, omurga kırıkları, omurga tümörleri sayılabilir. Siyatik sinir omurga haricinde kalça arkasındaki “piriformis” kası veya tendonu tarafından da sıkıştırılarak benzeri şikayetlere sebep olabilir. Bunların dışında siyatik sinirin seyri boyunca bacakta herhangi bir seviyede herhangi bir sebeple sıkışması da bu belirtilere yol açabilmektedir.Siyatiğe neden olabilecek faktörler şöyledir:Siyatik Belirtileri Nelerdir?Kalça arkasından bir veya her iki bacağa doğru yayılan ağrılar siyatiğin en yaygın gözlemlenen belirtisidir. Bu ağrı bıçak saplanır gibi bir his yaratarak kişinin dik duramamasına yol açabilir. Ağrıyla birlikte uyuşma ve karıncalanma da görülür. Bu ağrı yürümekle, öne eğilmekle artabilir. Siyatik sinirdeki sıkışmanın derecesine bağlı olarak sinirin uyardığı kaslarda kuvvet kaybına bağlı yürüme güçlükleri de görülebilir.Siyatik belirtileri şu şekildedir:Siyatik Nasıl Teşhis Edilir?Siyatik hastalığının tanısında en önemli iki şeyden birincisi hekimin hastalığın başlangıcı, seyri, şikayetlerin sıklığı ve bu şikayetleri nelerin ortaya çıkardığı ile alakalı hastanın anlatacağı hastalık öyküsünü detaylıca kaydetmesi ve bu öykü doğrultusunda yapılacak olan tıbbi muayenedir.İkinci aşama da öykü ve muayene bulguları ışığında gerekli tetkiklerin yapılmasıdır. Bu tetkikler arasında EMG denilen sinir iletim hızı testleri, MR veya diğer radyolojik görüntüleme yöntemleri ve gerek görüldüğü durumlarda çeşitli laboratuvar tahlilleri sayılabilir.Siyatik Tedavisi Nasıl Yapılır?Siyatik tedavisi siyatik sinirin sıkıştığı seviyeye, sıkışmanın nedenine ve hastanın genel tıbbi durumuna göre değişkenlik gösterir. Omurgadaki sıkışmalarda (sıklıkla bel fıtığı veya kanal darlığı nedeniyle) sıkışma bölgesine yapılacak enjeksiyon tedavileri veya direkt olarak siniri sıkıştıran yapıları ortadan kaldırmak üzere yapılacak cerrahi tedaviler seçenekler arasındadır.Bu tedavilere ek olarak fizik tedavi, siyatik egzersizleri ve ilaç tedavilerinden de faydalanılır. Omurga dışındaki siyatik sinir sıkışmalarında da benzeri şekilde enjeksiyon tedavileri, cerrahi tedavi, fizik tedavi yöntemleri ve ilaç tedavilerine başvurulur. Özellikle ileri dereceli sıkışmalarda bacakta kuvvet kaybı da eşlik ediyorsa kalıcı siyatik sinir hasarı riskini olabildiğince azaltmak için acil cerrahi müdahale gerekebilir.Siyatik Ağrısı Nasıl Geçer?Siyatik ağrısı için istirahat etmek ağrıyı zamanla iyileştirir. Bununla birlikte ibuprofen gibi steroid olmayan antiinflamatuar ilaçlar, fizik tedavi uygulamaları, ağrıyan bölgeye soğuk kompres ve zorluk çıkarmayacak derecede hafif egzersizler siyatik ağrısına iyi gelir. Siyatik Hakkında Sık Sorulan SorualarSiyatik sinir nedir?Siyatik sinir, insan vücudundaki en kalın, uzun ve geniş sinirdir. Siyatik sinir belin alt tarafındaki 4 ve 5. omurlardan çıkarak, kalçanın orta noktasından topuğa kadar iner. En önemli işlevi bacağın kuvvetini ve işlevselliğini yönetmesidir.Siyatik ağrı nedir?Siyatik ağrı, siyatik sinir kökünün tahrişi ve/veya sıkışmasından kaynaklanan bacaktaki sinir ağrısını tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Siyatik ağrı özetle siyatik sinir yolu boyunca ilerleyen ağrıyı ifade eder. Bu ağrı kalçalardan başlayıp bir veya her iki bacaktan birden aşağıya doğru ilerleyebilir.Siyatik ağrısı ne kadar sürer?Siyatik ağrısının süresi oldukça değişkendir. Sadece birkaç gün sürüp kendiliğinden geçebildiği gibi aylarca sürebilen ağrılar şeklinde de görülebilir.Siyatik ağrısı nerelere vurur?Siyatik ağrısı tipik olarak kalça arkasından başlayan bir ağrı şeklinde tarif edilir. Kalçadan sadece diz arkasına yayılabildiği gibi topuğa hatta ayak ucuna kadar tüm bacak boyunca yayıldığını tarif eden hastalar da olabilmektedir. Ayrıca bacağa yayılan ağrı ile birlikte kalçadan bele doğru vuran ağrı da olabilir.Siyatik hangi bacakta olur?Siyatik ağrısı tek bir bacakta görülebildiği gibi her iki bacakta da ortaya çıkabilir. Siyatik ağrı, bel bölgesinde kalçalara, oradan da bacaklara doğru yayılır. Siyatik tedavi edilmezse ne olur?Özellikle ciddi siyatik sinir sıkışmalarında bir müddet sonra sinir, fonksiyonunu yitirmeye başlayabilir. Bunun sonucunda da bacakta, ayakta kalıcı his kusurları ve kalıcı kuvvet kaybı, yürüme kusurları, düşük ayak, felç gibi durumlar oluşabilir. Bu gibi gecikmiş olguların tedavisi daha kompleks cerrahi tedaviler gerektirebilir ve sonuçları erken dönemde yapılan tedavilere göre hasta açısından daha az tatmin edici olabilmektedir.Kantaron yağı siyatik ağrısına iyi gelir mi?Yapısında birden fazla farklı bileşenin olduğu kantaron yağı genellikle yüzeyel yumuşak doku zedelenmeleri veya kas ağrıları gibi durumlarda alternatif tıp çevrelerinin başvurduğu bir etken olmakla birlikte siyatik sinir sıkışmasının tedavisinde etkin bir kullanımının olduğunu gösterebilen herhangi bir bilimsel çalışma yoktur.Siyatik ağrısı için hangi doktora gidilir?Siyatik sinir sıkışması omurga seviyesinde ise omurga cerrahisi uzmanı (ortopedi ve travmatoloji, nöroşirurji) tedavi sürecini yönetecektir. Kalça veya bacak seviyesindeki sinir sıkışmalarında da gene ortopedi ve travmatoloji uzmanına başvurmak gerekmektedir. Fizik tedavi ve rehabilitasyon uzman doktorunun düzenleyeceği bir fizik tedavi süreci de bütüncül yaklaşım içerisinde yerini alabilmektedir. Bunların dışında siyatik sinirde cerrahi veya girişimsel müdahale gerektirecek bir mekanik sıkışmanın olmadığı fakat sinirde fonksiyonel bir kusur bulunması durumunda nöroloji uzman doktoru da tedavi sürecine dahil olabilmektedir.Siyatik ağrısına sıcak iyi gelir mi?Sıcak uygulama özellikle bacaklardaki kas sertliği/spazm durumlarında geçici bir rahatlama sağlayabilmektedir. Fakat siyatik sinir sıkışmasında kalıcı bir çözüm değildir.Enjeksiyon sonrası siyatik sinir zedelenmesi belirtileri nelerdir?Enjeksiyon sonrası siyatik sinir zedelenmesi belirtileri diğer siyatik sinir belirtileri ile benzerdir. Tüm bacağa yayılan ağrı uyuşma şikayetleri ile birlikte sinirde motor fonksiyon kaybına yol açmışsa ayak bileğinde hareket kaybı/felç durumları da görülebilir.Enjeksiyon sonrası siyatik sinir zedelenmesi tedavisi nasıl yapılır?Enjeksiyon sonrası siyatik sinir zedelenmesi enjektör iğnesinin direkt olarak siniri hasarlamasından ziyade, enjekte edilen ilacın sinir etrafında yaratacağı kimyasal etki ve belki de ilacın hacimsel etkisiyle oluşan basının neticesinde gerçekleşebilir. Tabii ki direkt iğnenin yaralamasıyla da olabilmektedir. Yine de olguların büyük bir kısmı Türkçeye “sinir sersemlemesi” olarak çevrilebilecek “nöropraksi” denilen duruma bağlı olduğu için sinir fonksiyonlarının ne kadar sürede geri döneceği gözlemlenir. Öngörülen sürede yeterli iyileşme olmaması durumunda müdahale gerekir.Siyatik hastaları nelere dikkat etmelidir?Siyatik ağrısı olan kişiler omurgadan kaynaklı siyatik ağrılarında beli zorlayacak ani hareketlerden, yere eğilme veya eğilerek yerden ağır cisimler kaldırma gibi aktivitelerden uzak durmalıdır. Bunlarla birlikte doğru duruş pozisyonu, egzersiz, kilo kontrolü ve doğru uyku pozisyonu da siyatik hastalarının dikkat etmesi gereken konu başlıklarıdır.Siyatik sülük tedavisi ile geçer mi?Sülük uygulamasının siyatik tedavisinde yeri yoktur.Siyatik ağrısı kasığa vurur mu?Siyatik sinir vücuttaki anatomik seyri ve sinirsel olarak uyardığı kısımlar itibariyle daha çok kalça arka kısmı ve bacak arkasında şikayetlere neden olur. Kasık ağrısı siyatik sinir sıkışması açısından çok karakteristik bir belirti değildir.Siyatik ile romatizmanın bağlantısı var mıdır?Siyatik sinir sıkışmasının romatizmal hastalıklarla direkt olarak bir bağlantısı bulunmamakla birlikte; romatizmal süreçlerde ortaya çıkabilecek çeşitli iltihabi reaksiyonların siyatik sinirin seyri boyunca herhangi bir seviyede siniri irrite etmesi nedeniyle de siyatik belirtileri görülebilir.Siyatik ağrısına yürüyüş iyi gelir mi?Siyatik sinir ağrısı çeken kişilerin yürümesi genellikle şikayetleri artırır. Bu süreçte bacağı zorlamayacak veya ağrıyı artırmayacak derece hafif egzersizler önerilebilir.Hamilelikte siyatik ağrısı nasıl geçer?Gebelik sürecinde ortaya çıkan siyatik ağrısında özellikle girişimsel veya cerrahi müdahalelerin yapılamadığı durumlarda fizik tedavi uzman hekiminin önereceği egzersizlerle ve duruş eğitimleriyle rahatlama sağlanabilir.
7,837
618
Hastalıklar
Sklerit
Sklerit, gözün beyaz kısmı olan skleranın iltihaplanmasıdır. Her zaman belirgin şekilde ortaya çıkmayan sklerit, otoimmün bozukluk sonucunda ortaya çıkarak kişiyi etkileyebilir. Sklerit, genellik derin ve şiddetli bir ağrı şeklinde ortaya çıkarak göz ağrısına neden olur. Sebebine bağlı olarak tedavi şekli belirlenir. Skleranın yırtılma gibi bir durumu varsa onu güçlendirmek için skleral greft ameliyatı gerekebilir.Sklerit, gözün beyaz kısmı olan skleranın iltihaplanmasıdır. Her zaman belirgin şekilde ortaya çıkmayan sklerit, otoimmün bozukluk sonucunda ortaya çıkarak kişiyi etkileyebilir. Sklerit, genellik derin ve şiddetli bir ağrı şeklinde ortaya çıkarak göz ağrısına neden olur. Sebebine bağlı olarak tedavi şekli belirlenir. Skleranın yırtılma gibi bir durumu varsa onu güçlendirmek için skleral greft ameliyatı gerekebilir. Sklerit Nedir​?Sklera iltihabı olarak da bilinen sklerit, gözün beyaz kısmı olan sklera dokusunun otoimmün hastalıklar ya da tıbbi durumlar sonucunda iltihaplanmasıdır. Sklerit olduğu durumda kişinin gözünün beyaz kısmı kırmızı olarak görülür. Bunun yanında göz hareketi yapıldığında şiddetli ağrı gibi belirtilerle kendini gösterir. İlerlediği ve tedavi edilmediği durumda kalıcı hasara neden olarak görme kaybının oluşmasına sebep olabilir. Sklerit tedavisi ise durumun altında yatan nedene bağlı olarak şekillenebilir. Kendiliğinden geçmesini beklemek yerine göz doktoruna başvurmak gerekir.Sklerit çeşitleri nelerdir?Sklerit hastalığının iki ana türü bulunur. Bunlar anterior (skleranın ön bölümü) ve posterior (skleranın arka bölümü) olarak belirtilir. Hem anterior hem de posterior sklerit ayrıca diffüz, nodüler veya nekrotizan çeşitleriyle incelenir. Sklerit çeşitleri şöyle sıralanabilir: Diffüz sklerit: En yaygın görülen sklerit türüdür. Skleranın her yerine dağılmış şekilde ortaya çıkar. Nodüler sklerit: Nodüler sklerit, skleranın tek bir noktasında yoğunlaşarak kişiyi etkiler. Genellikle oluşan nodül gözle görülebilir. Nekrotizan sklerit: En şiddetli sklerit türü olarak bilinir. Göz dokusunda tahribe neden olarak göz kaybına sebebiyet verebilir.Sklerit Belirtileri Nelerdir?Sklerit belirtileri gözde şiddetli ağrı şeklinde görülerek gözün beyaz alanında kızarma, görmede azalma ve ışığa karşı hassasiyet şeklinde görülür. Sklerit belirtileri ve olası semptomları şöyle sıralanabilir: Sklerada kızarma ve şişme Gözde şiddetli ağrı ve hassasiyet Gözlerde yaşarma Işığa karşı hassasiyet (fotofobi)Sklerit Neden Olur?Sklerit yani sklera iltihabı, gözün beyaz kısmı olan skleranın otoimmün hastalıklar, eklem iltihapları ve çeşitli tıbbi hastalıklara sonucunda iltihaplanmasıdır. Düzensiz olarak görülen regl kanamaları nedeniyle de oluşabilir. Bu nedenle kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülür.Sklerit nedenleri şöyle sıralanabilir:Romatoid artritVücudun her iki tarafında yer alan eklemleri etkileyen hastalıktır. Romatoid artrit, sklerit ile en sık ilişkilendirilen bağışıklık sistemi rahatsızlığı olarak bilinir.Sistemik lupus eritematozus (SLE) gibi bağ dokusu hastalıklarıKronik iltihap ve lupus, kişinin eklemlerini, akciğerlerini ve cildini etkilemesinin yanında böbrekler, kalp ve beyne de zarar verebilir. Bu durum nedeniyle kişide sklerit oluşabilir.İnflamatuar bağırsak hastalığı (IBH)İnflamatuar bağırsak hastalığı, bağırsaklar kronik olarak inflamasyona neden olan bir rahatsızlık türüdür. Bu hastalık vücutta birçok bölgeyi etkileyerek kişide sklerit oluşumuna neden olabilir.Sjögren sendromuOtoimmün bozukluk olarak tanımlanan sjögren sendromu, gözler ve ağızda yer alan bezlerin nem miktarının kısıtlanmasına neden olur. Bu durum kişinin gözlerinde iltihaplanmaya sebebiyet vererek sklerit oluşumuna zemin hazırlar.Sistemik skleroz (skleroderma)Sistemik skleroz yani skleroderma durumunda normal dokunun yerine kalın fibröz doku oluşur. Otoimmün hastalıklara arasında yer alan bu durum sonucunda kişinin gözleri de etkilenerek sklerit gelişimine neden olabilir.Polianjitisli granülomatozisBu hastalık durumunda dokularda ve kan damarlarında (vaskülit) iltihaplanma görülür ve bunun sonucunda organ sistemleri zarar görmeye başlar. İlerlediği durumda ise kişide sklerit oluşumuna neden olur.EnfeksiyonlarVücuttaki bazı enfeksiyonlar enfeksiyöz sklerite zemin hazırlayabilir. Bunlar bakteriyel, fungal veya viral olarak ortaya çıkar ve kişiyi etkiler. Lyme hastalığı da sklerite sebebiyet veren hastalıklara arasında yer alır.Travma ve yaralanmalarGözde meydana gelen travma veya yaralanmalar sonucunda kişiye cerrahi olarak müdahale gerekebilir.  Bu tür yaralanmalar sıklıkla enfeksiyöz sklerite yol açabilir.İlaçlarÖzellikle kemik hastalığı tedavisine yönelik olarak kullanılan ilaçlar, gözde iltihaplanma gibi reaksiyonlara neden olan durumlar arasında yer alır. Bu da sklerit oluşumuna sebebiyet verir.Sklerit Tanısı Nasıl Konur?Gözde kızarıklık, iltihaplanma ve şişme gibi sklerit belirtilerinin görülmesinin ardından göz doktoru kişiyi muayene eder. Bu muayene esnasında yarık lamca olarak bilinen göz muayenesi yapılara sklerit teşhisi konulabilir. Sklerit tanısı genellikle biyomikroskobik muayene ile yapılır.Kişide posterior skleritin varsa, doktor detaylı bir tarama için bilgisayarlı tomografi (BT) taraması ya da ultrason isteyebilir. Enfeksiyon kaynaklı sklerit durumunda ise doktor laboratuvara göndermek üzere göz akıntısından bir örnek alabilir.Sklerit Tedavisi Nasıl Olur?Sklerit tedavisi, kişinin hastalığının altında yatan nedene ve şiddetine göre farklılık gösterebilir. Ciddi bir durum olduğunda göz doktoru ve bazen romatolog gibi diğer uzmanlarla işbirliği içinde planlanma yapılabilir.Sklerti tedavi yöntemleri şöyle sıralanır: Hafif vakalarda nonsteroid anti-inflamatuar ilaçlar (NSAID'ler) Daha ciddi vakalarda göz damlası, oral tabletler veya damar yoluyla verilen kortikosteroidler Otoimmün hastalık durumunda ), bağışıklık sistemini düzenlemek için metotreksat, azatioprin veya biyolojik ajanlar gibi ilaçlar Enfeksiyon kaynaklı skleritlerde, enfeksiyona neden olan organizmaya uygun antiviral ilaçlar Romatoid artrit, lupus veya vaskülit gibi hastalıklar nedeniyle gelişen sklerit durumunda düzenli izlem ve tedavi gerektirir Nadir de olsa sklerada incelme veya perforasyon (delinme) gibi komplikasyonlar oluştuysa, cerrahi onarım gerekebilir Göz tahrişini önlemek için güneş gözlüğü kullanımı önemlidirSklerit Hakkında Sık Sorulan SorularSklerit ile episklerit arasındaki fark nedir?Sklerit, gözün beyaz kısmı olan sklerayı etkiler. Episklerit ise skleradaki en dış doku tabakasını etkileyen bir durumdur. Episklerit genellikle kendiliğinden iyileşme gösterebilir.Sklerit ile konjonktivit arasındaki fark nedir?Sklerit, sklerayı etkileyen bir durumdur, konjonktivit (pembe göz) ise konjonktivanın iltihaplanmasına bağlı olarak gelişir. Konjonktiva, sklerayı ve göz kapağının içini kaplayan yapıdır. Her iki durum da göz kızarıklığı ortaya çıkabilir. Ancak pembe göz o kadar ciddi olarak görülmez ve ve skleritin neden olduğu ağrılar ortaya çıkmayabilir. Sklerit Nedir​?Sklera iltihabı olarak da bilinen sklerit, gözün beyaz kısmı olan sklera dokusunun otoimmün hastalıklar ya da tıbbi durumlar sonucunda iltihaplanmasıdır. Sklerit olduğu durumda kişinin gözünün beyaz kısmı kırmızı olarak görülür. Bunun yanında göz hareketi yapıldığında şiddetli ağrı gibi belirtilerle kendini gösterir. İlerlediği ve tedavi edilmediği durumda kalıcı hasara neden olarak görme kaybının oluşmasına sebep olabilir. Sklerit tedavisi ise durumun altında yatan nedene bağlı olarak şekillenebilir. Kendiliğinden geçmesini beklemek yerine göz doktoruna başvurmak gerekir.Sklerit çeşitleri nelerdir?Sklerit hastalığının iki ana türü bulunur. Bunlar anterior (skleranın ön bölümü) ve posterior (skleranın arka bölümü) olarak belirtilir. Hem anterior hem de posterior sklerit ayrıca diffüz, nodüler veya nekrotizan çeşitleriyle incelenir. Sklerit çeşitleri şöyle sıralanabilir:Sklerit Belirtileri Nelerdir?Sklerit belirtileri gözde şiddetli ağrı şeklinde görülerek gözün beyaz alanında kızarma, görmede azalma ve ışığa karşı hassasiyet şeklinde görülür. Sklerit belirtileri ve olası semptomları şöyle sıralanabilir:Sklerit Neden Olur?Sklerit yani sklera iltihabı, gözün beyaz kısmı olan skleranın otoimmün hastalıklar, eklem iltihapları ve çeşitli tıbbi hastalıklara sonucunda iltihaplanmasıdır. Düzensiz olarak görülen regl kanamaları nedeniyle de oluşabilir. Bu nedenle kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülür.Sklerit nedenleri şöyle sıralanabilir:Romatoid artritVücudun her iki tarafında yer alan eklemleri etkileyen hastalıktır. Romatoid artrit, sklerit ile en sık ilişkilendirilen bağışıklık sistemi rahatsızlığı olarak bilinir.Sistemik lupus eritematozus (SLE) gibi bağ dokusu hastalıklarıKronik iltihap ve lupus, kişinin eklemlerini, akciğerlerini ve cildini etkilemesinin yanında böbrekler, kalp ve beyne de zarar verebilir. Bu durum nedeniyle kişide sklerit oluşabilir.İnflamatuar bağırsak hastalığı (IBH)İnflamatuar bağırsak hastalığı, bağırsaklar kronik olarak inflamasyona neden olan bir rahatsızlık türüdür. Bu hastalık vücutta birçok bölgeyi etkileyerek kişide sklerit oluşumuna neden olabilir.Sjögren sendromuOtoimmün bozukluk olarak tanımlanan sjögren sendromu, gözler ve ağızda yer alan bezlerin nem miktarının kısıtlanmasına neden olur. Bu durum kişinin gözlerinde iltihaplanmaya sebebiyet vererek sklerit oluşumuna zemin hazırlar.Sistemik skleroz (skleroderma)Sistemik skleroz yani skleroderma durumunda normal dokunun yerine kalın fibröz doku oluşur. Otoimmün hastalıklara arasında yer alan bu durum sonucunda kişinin gözleri de etkilenerek sklerit gelişimine neden olabilir.Polianjitisli granülomatozisBu hastalık durumunda dokularda ve kan damarlarında (vaskülit) iltihaplanma görülür ve bunun sonucunda organ sistemleri zarar görmeye başlar. İlerlediği durumda ise kişide sklerit oluşumuna neden olur.EnfeksiyonlarVücuttaki bazı enfeksiyonlar enfeksiyöz sklerite zemin hazırlayabilir. Bunlar bakteriyel, fungal veya viral olarak ortaya çıkar ve kişiyi etkiler. Lyme hastalığı da sklerite sebebiyet veren hastalıklara arasında yer alır.Travma ve yaralanmalarGözde meydana gelen travma veya yaralanmalar sonucunda kişiye cerrahi olarak müdahale gerekebilir.  Bu tür yaralanmalar sıklıkla enfeksiyöz sklerite yol açabilir.İlaçlarÖzellikle kemik hastalığı tedavisine yönelik olarak kullanılan ilaçlar, gözde iltihaplanma gibi reaksiyonlara neden olan durumlar arasında yer alır. Bu da sklerit oluşumuna sebebiyet verir.Sklerit Tanısı Nasıl Konur?Gözde kızarıklık, iltihaplanma ve şişme gibi sklerit belirtilerinin görülmesinin ardından göz doktoru kişiyi muayene eder. Bu muayene esnasında yarık lamca olarak bilinen göz muayenesi yapılara sklerit teşhisi konulabilir. Sklerit tanısı genellikle biyomikroskobik muayene ile yapılır.Kişide posterior skleritin varsa, doktor detaylı bir tarama için bilgisayarlı tomografi (BT) taraması ya da ultrason isteyebilir. Enfeksiyon kaynaklı sklerit durumunda ise doktor laboratuvara göndermek üzere göz akıntısından bir örnek alabilir.Sklerit Tedavisi Nasıl Olur?Sklerit tedavisi, kişinin hastalığının altında yatan nedene ve şiddetine göre farklılık gösterebilir. Ciddi bir durum olduğunda göz doktoru ve bazen romatolog gibi diğer uzmanlarla işbirliği içinde planlanma yapılabilir.Sklerti tedavi yöntemleri şöyle sıralanır:Sklerit Hakkında Sık Sorulan SorularSklerit ile episklerit arasındaki fark nedir?Sklerit, gözün beyaz kısmı olan sklerayı etkiler. Episklerit ise skleradaki en dış doku tabakasını etkileyen bir durumdur. Episklerit genellikle kendiliğinden iyileşme gösterebilir.Sklerit ile konjonktivit arasındaki fark nedir?Sklerit, sklerayı etkileyen bir durumdur, konjonktivit (pembe göz) ise konjonktivanın iltihaplanmasına bağlı olarak gelişir. Konjonktiva, sklerayı ve göz kapağının içini kaplayan yapıdır. Her iki durum da göz kızarıklığı ortaya çıkabilir. Ancak pembe göz o kadar ciddi olarak görülmez ve ve skleritin neden olduğu ağrılar ortaya çıkmayabilir.
4,478
619
Hastalıklar
Skleroderma
Skleroderma, cilt başta olmak üzere vücudun diğer bölgelerinde de iltihaplanma ve fibrozise (kalınlaşma) neden olan sistemik bir otoimmün hastalıktır. Skleroderma aynı zamanda sistemik skleroz ve crest sendromu olarak da bilinir. "Sert deri" anlamına gelen skleroderma, derinin sıkılaşması ve kalınlaşmasıyla karakterize bir hastalık olup cilt başta olmak üzere vücudun farklı organ ve dokularında meydana gelebilir. Kritik organları etkilediğinde ise tedaviye ihtiyaç duyulabilir.Skleroderma, cilt başta olmak üzere vücudun diğer bölgelerinde de iltihaplanma ve fibrozise (kalınlaşma) neden olan sistemik bir otoimmün hastalıktır. Skleroderma aynı zamanda sistemik skleroz ve crest sendromu olarak da bilinir. "Sert deri" anlamına gelen skleroderma, derinin sıkılaşması ve kalınlaşmasıyla karakterize bir hastalık olup cilt başta olmak üzere vücudun farklı organ ve dokularında meydana gelebilir. Kritik organları etkilediğinde ise tedaviye ihtiyaç duyulabilir. Skleroderma Nedir?Skleroderma, cilt ve bağ dokularının kronik sertleşmesi, gerginleşmesi ve kalınlaşmasıyla karakterize olan nadir bir otoimmün hastalıktır. Erkeklere nazaran kadınlarda daha fazla görülebilen skleroderma, otoimmün bir hastalık olduğu için bağışıklık sistemi yanlışlıkla sağlıklı vücut dokusuna saldırır ve zarar verir.Aynı zamanda sistemik skleroz ve crest sendromu isimleriyle de bilinen skleroderma, vücudun ihtiyaç duyduğu kolajen proteininin çok fazla üretilmesine yol açar. Cilt başta olmak üzere organ ve dokuları etkileme potansiyeli taşıyan bir hastalık olan skleroderma ayrıca kan damarlarında, iç organlarda ve sindirim sisteminde de sorunlara neden olabilir.Etkilediği bölgeye göre farklı belirtiler gösteren sklerodermanın yaygın semptomları arasında ciltte kalınlaşma, sıkılaşma, kırmızı noktalar, açık yaralar ve raynaud fenomeni olarak bilinen, soğuk veya strese maruz kaldığında uyuşabilen ve karıncalanabilen soluklaşmış parmaklar yer alır.Yaşamı tehdit edebilecek bir komplikasyon veya belirti meydana gelirse skleroderma hastalığı tedaviye ihtiyaç duyar.Skleroderma Neden Olur?Skleroderma hastalığının kesin nedeni tam olarak bilinmez ancak ciltte ve diğer organlarda kolajen adı verilen proteinin birikmesi hastalığın semptomlarına yol açar. Skleroderma hastalığı en yaygın olarak 30 ila 50 yaş aralığındaki insanları etkiler ve özellikle kadınlar erkeklerden daha sık bir şekilde sklerodermaya yakalanır.Sklerodermanın risk faktörleri şu şekilde sıralanabilir: Kadın olmak 30-50 yaş aralığı Siyahi insanlarSkleroderma hastalığı olan kişilerde bağışıklık sistemi vücut hücrelerinin çok fazla kolajen üretmesini tetikler. Bilimsel olarak bilinir ki vücut, organları desteklemek ve vücudun bazı kısımlarını yerinde tutmak, güçlü ve sağlıklı bağ dokusuna sahip olmak için kolajene ihtiyaç duyar. Ancak çok fazla kolajen üretildiğinde, cilt ve diğer dokular olması gerekenden daha kalın ve daha lifli bir hale gelebilir. Bu da skleroderma hastalığını meydana getirir.Skleroderma Çeşitleri Nelerdir?Skleroderma, lokalize skleroderma ve sistemik skleroz olmak üzere iki türe ayrılır. Bu türler ise şöyle açıklanabilir:Lokalize skleroderma: Lokalize, tek bir bölgede yoğunlaşmış anlamına gelir. Bu bağlamda lokalize skleroderma da vücudun sadece bir bölümünü (genellikle cildinizi) etkileyen bir skleroderma türüdür. Bu tür, cilrre mumsu bir şekilde hissedilen kalın lekeler veya çizgilere neden olabilir. Lokalize skleroderma genellikle kendi kendine iyileşebilir ve vücudun diğer bölgelerine yayılma riski düşüktür.Sistemik skleroz: Sistemik skleroz lokalize sklerodermadan farklı olarak cildin dışında ayrıca vücudun diğer organlarını da etkileyebilir. Özellikle solunum sisteminin ve sindirim sisteminizin (yiyecek ve içecekleri enerjiye dönüştürmenize yardımcı olan organlar) bazı kısımlarını etkileyebilme potansiyeli taşıyan skleroderma, nefes alma veya besin işleme özelliklerini etkiliyorsa vücutta ciddi komplikasyonlara neden olma riski daha yüksektir ve zamanla ciddi tahribatlar yaratabilir. Sistemik sklerozun ise kendi içinde üç alt türü vardır. Bunlar diffüz, sınırlı ve sinüs sklerozudur.Skleroderma Belirtileri Nelerdir?Bazı skleroderma türleri sadece cildi etkilerken diğerleri ise vücudun farklı bölümlerini etkiler. Yaygın skleroderma belirtileri olarak ciltte kalınlaşma, parmaklarda şişme, soluklaşma, cilt altında beyaz topaklar, cilt yaraları, yüz veya ciltte gerginlik, eklem ağrısı ve öksürük yer alır.Sklerodermanın cilt ve vücudun diğer bölgelerini etkilemesiyle görülen belirtileri aşağıdaki gibidir: Ciltte kalınlaşma Parmaklarda şişlik Parmaklarda soluklaşma (raynaud fenomeni) Cilt altında beyaz topaklar Cilt yaraları Yüz veya ciltte gerginlik Eklem ağrısı Kuru öksürük Nefes darlığı Yutma güçlüğü Şişkinlik Kabızlık veya ishal Anormal kalp ritmi Böbrek sorunlarıBu başlıkların dışında skleroderma ciddi vakalarda kalbi veya akciğerleri etkilerse nefes darlığına, egzersiz toleransının azalmasına ve baş dönmesine de yol açabilir.Diğer yandan skleroderma, zamanla artan nefes darlığına yol açabilecek akciğer dokularında yara izi de meydana getirebilir. Bu durum sklerodermanın ciddi bir şekilde seyretmesine bağlıdır. Ancak meydana gelen bu akciğer hasarının ilerlemesini yavaşlatmaya yardımcı olabilecek ilaçlar da mevcuttur. Doktor kontrolünde bunların kontrolü sağlanabilir.Skleroderma ayrıca kalp ile akciğerler arasında dolaşan kan basıncının artmasına da neden olabilecek bir otoimmün hastalıktır. Bu durum pulmoner hipertansiyon adını alır. Pulmoner hipertansiyon nefes darlığına neden olmasının yanı sıra bacaklarda, ayaklarda ve bazen de kalbin etrafında aşırı sıvı birikmesine neden olabilir. Bunun akabinde skleroderma kalbi etkilediğinde kalp atışları düzensizleşebilir ve hatta bazı kişilerde kalp yetmezliği de görülebilir.Skleroderma Nasıl Teşhis Edilir?Skleroderma hastalığının teşhisi için öncelikle kişinin şikayetleri dinlenir ve fiziksel muayenesi yapılır. Daha sonrasında ise ihtiyaç duyulursa bazı tanı yöntemlerine başvurulabilir. Sklerodermanın tanı yöntemleri arasında kan tahlili, cilt analizi, cilt biyopsisi, akciğer fonksiyon testleri ve sindirim sisteminde sorun varsa endoskopi yer alır. Ayrıca sklerodermanın etkilediği bölgeye bağlı olarak göğüs röntgeni ve kalp incelemeleri de yapılabilir.Skleroderma TedavisiSkleroderma hastalığının kesin bir tedavisi yoktur ancak hastalığın hangi bölgeleri etkilediğine bağlı olarak semptomları yönetmek amaçlı bazı yöntemler uygulanabilir. Bunlar ise şu şekildedir:Cilt bakımları: Genellikle cildi etkileyen skleroderma için cildin kurumasını önlemek amaçlı kremlere ve nemlendiricilere ihtiyacınız duyulabilir.Bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar: Bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar, bağışıklık sisteminin sağlıklı hücrelere ve dokulara zarar vermesini engeller. Bu da sklerodermanın etkisini azaltabilir.Belirli semptomları yönetmek için ilaçlar: Örnek vermek gerekirse kan basıncını yönetmek, nefes alıp verme performansı iyileştirmek, böbrek yetmezliğini yönetmek veya gastrointestinal semptomları hafifletmek için belirli ilaçlar reçete edilebilir.Fizik tedavi: Fiziksel bir kısıtlama meydana gelirse fizik tedavi uygulamaları denenebilir.Işık terapisi (fototerapi): Işık terapisi, cilt rahatsızlıklarını tedavi etmek için parlak, odaklanmış UV ışığı kullanır. Bu da kalınlaşmış cildi tedavi etmeye yarayabilir.Kök hücre nakli: Sklerodermaya bağlı şiddetli semptomları olan bazı kişilerin kök hücre nakline ihtiyacı olabilir. Kök hücre nakli, vücudun hasarlı kan hücrelerini sağlıklı donör hücreleriyle değiştirmesine yardımcı olur ve hücrelerin sağlıklı yapısına kavuşmasını sağlar.Skleroderma Hakkında Sık Sorulan Sorular Skleroderma nasıl bir hastalıktır?Skleroderma, genellikle cilt dokularını etkileyen, nadir görülen, romatolojik ve otoimmün bir hastalıktır.Skleroderma kendiliğinden geçer mi?Skleroderma hastalığı türüne bağlı olarak hafif seyredebilir ve kendiliğinden de geçebilir ancak şiddetli seyreden vakalarda tıbbi tedavi gerekebilir.Skleroderma hastalığına hangi doktor bakar?Skleroderma hastalığı iç hastalıkları, romatoloji ve dermatoloji bölümü doktorlarının uzmanlık alanına girer. Hastalığın belirtileri ortaya çıktığında iç hastalıkları ve romatoloji bölümü doktorlarından randevu alabilirsiniz. Skleroderma Nedir?Skleroderma, cilt ve bağ dokularının kronik sertleşmesi, gerginleşmesi ve kalınlaşmasıyla karakterize olan nadir bir otoimmün hastalıktır. Erkeklere nazaran kadınlarda daha fazla görülebilen skleroderma, otoimmün bir hastalık olduğu için bağışıklık sistemi yanlışlıkla sağlıklı vücut dokusuna saldırır ve zarar verir.Aynı zamanda sistemik skleroz ve crest sendromu isimleriyle de bilinen skleroderma, vücudun ihtiyaç duyduğu kolajen proteininin çok fazla üretilmesine yol açar. Cilt başta olmak üzere organ ve dokuları etkileme potansiyeli taşıyan bir hastalık olan skleroderma ayrıca kan damarlarında, iç organlarda ve sindirim sisteminde de sorunlara neden olabilir.Etkilediği bölgeye göre farklı belirtiler gösteren sklerodermanın yaygın semptomları arasında ciltte kalınlaşma, sıkılaşma, kırmızı noktalar, açık yaralar ve raynaud fenomeni olarak bilinen, soğuk veya strese maruz kaldığında uyuşabilen ve karıncalanabilen soluklaşmış parmaklar yer alır.Yaşamı tehdit edebilecek bir komplikasyon veya belirti meydana gelirse skleroderma hastalığı tedaviye ihtiyaç duyar.Skleroderma Neden Olur?Skleroderma hastalığının kesin nedeni tam olarak bilinmez ancak ciltte ve diğer organlarda kolajen adı verilen proteinin birikmesi hastalığın semptomlarına yol açar. Skleroderma hastalığı en yaygın olarak 30 ila 50 yaş aralığındaki insanları etkiler ve özellikle kadınlar erkeklerden daha sık bir şekilde sklerodermaya yakalanır.Sklerodermanın risk faktörleri şu şekilde sıralanabilir:Skleroderma hastalığı olan kişilerde bağışıklık sistemi vücut hücrelerinin çok fazla kolajen üretmesini tetikler. Bilimsel olarak bilinir ki vücut, organları desteklemek ve vücudun bazı kısımlarını yerinde tutmak, güçlü ve sağlıklı bağ dokusuna sahip olmak için kolajene ihtiyaç duyar. Ancak çok fazla kolajen üretildiğinde, cilt ve diğer dokular olması gerekenden daha kalın ve daha lifli bir hale gelebilir. Bu da skleroderma hastalığını meydana getirir.Skleroderma Çeşitleri Nelerdir?Skleroderma, lokalize skleroderma ve sistemik skleroz olmak üzere iki türe ayrılır. Bu türler ise şöyle açıklanabilir:Lokalize skleroderma: Lokalize, tek bir bölgede yoğunlaşmış anlamına gelir. Bu bağlamda lokalize skleroderma da vücudun sadece bir bölümünü (genellikle cildinizi) etkileyen bir skleroderma türüdür. Bu tür, cilrre mumsu bir şekilde hissedilen kalın lekeler veya çizgilere neden olabilir. Lokalize skleroderma genellikle kendi kendine iyileşebilir ve vücudun diğer bölgelerine yayılma riski düşüktür.Sistemik skleroz: Sistemik skleroz lokalize sklerodermadan farklı olarak cildin dışında ayrıca vücudun diğer organlarını da etkileyebilir. Özellikle solunum sisteminin ve sindirim sisteminizin (yiyecek ve içecekleri enerjiye dönüştürmenize yardımcı olan organlar) bazı kısımlarını etkileyebilme potansiyeli taşıyan skleroderma, nefes alma veya besin işleme özelliklerini etkiliyorsa vücutta ciddi komplikasyonlara neden olma riski daha yüksektir ve zamanla ciddi tahribatlar yaratabilir. Sistemik sklerozun ise kendi içinde üç alt türü vardır. Bunlar diffüz, sınırlı ve sinüs sklerozudur.Skleroderma Belirtileri Nelerdir?Bazı skleroderma türleri sadece cildi etkilerken diğerleri ise vücudun farklı bölümlerini etkiler. Yaygın skleroderma belirtileri olarak ciltte kalınlaşma, parmaklarda şişme, soluklaşma, cilt altında beyaz topaklar, cilt yaraları, yüz veya ciltte gerginlik, eklem ağrısı ve öksürük yer alır.Sklerodermanın cilt ve vücudun diğer bölgelerini etkilemesiyle görülen belirtileri aşağıdaki gibidir:Bu başlıkların dışında skleroderma ciddi vakalarda kalbi veya akciğerleri etkilerse nefes darlığına, egzersiz toleransının azalmasına ve baş dönmesine de yol açabilir.Diğer yandan skleroderma, zamanla artan nefes darlığına yol açabilecek akciğer dokularında yara izi de meydana getirebilir. Bu durum sklerodermanın ciddi bir şekilde seyretmesine bağlıdır. Ancak meydana gelen bu akciğer hasarının ilerlemesini yavaşlatmaya yardımcı olabilecek ilaçlar da mevcuttur. Doktor kontrolünde bunların kontrolü sağlanabilir.Skleroderma ayrıca kalp ile akciğerler arasında dolaşan kan basıncının artmasına da neden olabilecek bir otoimmün hastalıktır. Bu durum pulmoner hipertansiyon adını alır. Pulmoner hipertansiyon nefes darlığına neden olmasının yanı sıra bacaklarda, ayaklarda ve bazen de kalbin etrafında aşırı sıvı birikmesine neden olabilir. Bunun akabinde skleroderma kalbi etkilediğinde kalp atışları düzensizleşebilir ve hatta bazı kişilerde kalp yetmezliği de görülebilir.Skleroderma Nasıl Teşhis Edilir?Skleroderma hastalığının teşhisi için öncelikle kişinin şikayetleri dinlenir ve fiziksel muayenesi yapılır. Daha sonrasında ise ihtiyaç duyulursa bazı tanı yöntemlerine başvurulabilir. Sklerodermanın tanı yöntemleri arasında kan tahlili, cilt analizi, cilt biyopsisi, akciğer fonksiyon testleri ve sindirim sisteminde sorun varsa endoskopi yer alır. Ayrıca sklerodermanın etkilediği bölgeye bağlı olarak göğüs röntgeni ve kalp incelemeleri de yapılabilir.Skleroderma TedavisiSkleroderma hastalığının kesin bir tedavisi yoktur ancak hastalığın hangi bölgeleri etkilediğine bağlı olarak semptomları yönetmek amaçlı bazı yöntemler uygulanabilir. Bunlar ise şu şekildedir:Cilt bakımları: Genellikle cildi etkileyen skleroderma için cildin kurumasını önlemek amaçlı kremlere ve nemlendiricilere ihtiyacınız duyulabilir.Bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar: Bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar, bağışıklık sisteminin sağlıklı hücrelere ve dokulara zarar vermesini engeller. Bu da sklerodermanın etkisini azaltabilir.Belirli semptomları yönetmek için ilaçlar: Örnek vermek gerekirse kan basıncını yönetmek, nefes alıp verme performansı iyileştirmek, böbrek yetmezliğini yönetmek veya gastrointestinal semptomları hafifletmek için belirli ilaçlar reçete edilebilir.Fizik tedavi: Fiziksel bir kısıtlama meydana gelirse fizik tedavi uygulamaları denenebilir.Işık terapisi (fototerapi): Işık terapisi, cilt rahatsızlıklarını tedavi etmek için parlak, odaklanmış UV ışığı kullanır. Bu da kalınlaşmış cildi tedavi etmeye yarayabilir.Kök hücre nakli: Sklerodermaya bağlı şiddetli semptomları olan bazı kişilerin kök hücre nakline ihtiyacı olabilir. Kök hücre nakli, vücudun hasarlı kan hücrelerini sağlıklı donör hücreleriyle değiştirmesine yardımcı olur ve hücrelerin sağlıklı yapısına kavuşmasını sağlar.Skleroderma Hakkında Sık Sorulan Sorular Skleroderma nasıl bir hastalıktır?Skleroderma, genellikle cilt dokularını etkileyen, nadir görülen, romatolojik ve otoimmün bir hastalıktır.Skleroderma kendiliğinden geçer mi?Skleroderma hastalığı türüne bağlı olarak hafif seyredebilir ve kendiliğinden de geçebilir ancak şiddetli seyreden vakalarda tıbbi tedavi gerekebilir.Skleroderma hastalığına hangi doktor bakar?Skleroderma hastalığı iç hastalıkları, romatoloji ve dermatoloji bölümü doktorlarının uzmanlık alanına girer. Hastalığın belirtileri ortaya çıktığında iç hastalıkları ve romatoloji bölümü doktorlarından randevu alabilirsiniz.
5,660
620
Hastalıklar
Solunum Yetmezliği
Solunum hayati bir işlevdir. Solunumun amacı, hücrelere oksijen sağlarken aynı zamanda karbondioksiti vücuttan uzaklaştırmaktır. Solunum yetmezliğinde solunum sistemi organlara yeterli oksijeni sağlayamaz. Çeşitli hastalıklara bağlı olarak solunum yetmezliği yaşanabilmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Füsun Soysal, solunum yetmezliği hakkında bilgi verdi.Solunum hayati bir işlevdir. Solunumun amacı, hücrelere oksijen sağlarken aynı zamanda karbondioksiti vücuttan uzaklaştırmaktır. Solunum yetmezliğinde solunum sistemi organlara yeterli oksijeni sağlayamaz. Çeşitli hastalıklara bağlı olarak solunum yetmezliği yaşanabilmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Füsun Soysal, solunum yetmezliği hakkında bilgi verdi. Solunum yetmezliği nedir?Solunum yetmezliği, akciğerin kana yeterli oksijeni sağlayamaması durumunda ortaya çıkan durumdur. Solunum yetmezliği, vücuda yetersiz oksijen alınmasına (hipoksemi) ve kanda artan karbondioksit oranına (hiperkapni) yol açar. Hiperkapni, kandaki karbondioksitinin  hacminin artmasıdır. Çeşitli solunum yolu hastalıklarının bir belirtisidir. Hipoksemi, kandaki oksijen seviyelerinin azalmasıdır. Nefes darlığı ve göğüs ağrısı ile sonuçlanabilir, akciğerler ve çeşitli organlarda çeşitli işlev bozukluklarına yol açabilir. Hiperkapni ve hipoksemi kan gazı ölçümüyle belirlenir.Solunum yetmezliğinde solunum yolları ciddi şekilde etkilenmiştir ve artık gerektiği gibi işlev göremezler. Kanın yetersiz oksijenlenmesi; nefes darlığı, nefes almada zorluk ve yorgunluk ile kendini gösterir.KOAH (Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı) solunum yetmezliğine neden olan en yaygın hastalıktır. KOAH’ın en büyük nedeni sigaradır ve akciğer kanserinden çok daha sık görülmektedir.Solunum yetmezliği nedenleri nelerdir? Solunum yetmezliği akut veya kronik olarak ortaya çıkabilmektedir. Solunum yetmezliğine;KOAH, zatürre, alerji, bronşit, astım, amfizem, kistik fibroz ve Covid-19 enfeksiyonu gibi hastalıklar,Omurilik hasarları, kafa travmaları, kas hastalıkları ve felç gibi sinir ve kasları etkileyen hastalıklar,Skolyoz gibi omurgayı etkileyen hastalıklar,Akciğerlere ve çevre organlara zarar veren travmalar ve kaburga kırıkları,Obezite,Sigara kullanımı ve solunum yoluyla zehirlenmeler neden olabilmektedir.Bu hastalıklar solunum sorunlarına yol açarak akciğerlerin oksijen-karbondioksit alışverişini normal bir şekilde gerçekleştirmesini engellemektedir. Bu da kanın yetersiz oksijenlenmesine ve solunum yetmezliğine neden olmaktadır.Solunum yetmezliğinin belirtileri nelerdir?Solunum yetmezliği yaşam kalitesi oldukça olumsuz etkilemektedir. Nefes kaybı hissi ve nefes darlığı solunum yetmezliğinin ilk belirtisidir. Dinlenirken bile zor nefes alma ve nefes darlığı yaşanabilir.  En ufak bir aktivite bile kalp atış hızını arttırır. Solunum yetmezliğinin diğer belirtileri arasında öksürük, hırıltı, uykusuzluk, terleme, baş ağrısı, kafa karışıklığı, duygu durum bozuklukları (sinirlilik, anksiyete) dudakların ve parmak uçlarının mavimsi renk alması (siyanoz) bulunmaktadır. Dudakların ve parmak uçlarının mavimsi renk alması durumunda mutlaka bir göğüs hastalıkları uzmanına başvurulmalıdır.Kronik solunum yetmezliğinde solunum fonksiyonu kalıcı ve yavaş ilerleyen bir şekilde bozulmaktadır. Kronik solunum yetmezliği yaşayan hastalar bu belirtileri sürekli yaşadıkları için zamanla tolere edebilmektedirler. Solunumları genelde daha hızlı olmaktadır. Az oksijenle yaşamaya çalıştıkları için ciltleri mavimsi bir renkte olabilir. Hasta çoğu kez belli bir dereceye kadar alışmıştır, bu nedenle hastanın semptomlarını görmezden gelme riski vardır. Bu durumda hayati tehlikeyi beraberinde getirebilmektedir.Solunum yetmezliğinin tanı yöntemleri nelerdir?Solunum yetmezliği tanısında, hasta hikayesi ve fizik muayenelere ek olarak, akciğer fonksiyonunun ölçüldüğü yöntemler, kan testleri ve görüntüleme teknikleri kullanır. Kan değerleri, kan gazı analizi, solunum fonksiyon testleri, akciğer röntgeni, bilgisayarlı tomografi solunum yetmezliğine neden olan hastalığın belirlenmesinde kullanılan tanı yöntemleridir.Kan testleri ile anemi olup olmadığı belirlenmektedir. Anemi nefes darlığına sebep olabilir. Hücreler için gerekli olan oksijeni kırmızı kan hücrelerinde bulunan hemoglobin taşımaktadır.Kan gazı analizinde kanda bulunan oksijen ve karbon dioksit miktarının yanı sıra asit-baz dengesine (asitlik seviyesi) bakılmaktadır. Solunum fonksiyon testleri, akciğerlerin düzgün çalışıp çalışmadığını gösteren bir grup testtir. Akciğerlere alınan hava miktarı ve havayı dışarı atma kapasitesi ölçülür.Akciğer röntgeni ve bilgisayarlı tomografi ile akciğer görünümü detaylı olarak incelenebilmektedir.Solunum yetmezliğinin tedavi yöntemleri nelerdir?Solunum yetmezliği tedavileri öncelikle sağlık durumunu stabilize etmeyi ve hastaların yaşam kalitesini iyileştirmeyi amaçlar.Solunum yetmezliğinde hastalığın nedenine ve formuna bağlı olarak tedavi yöntemleri farklılık göstermektedir. İlaç tedavileri, oksijen tedavisi, ventilasyon ve mekanik ventilasyon uygulanan tedavi yöntemlerindendir.Oksijen tedavisinde amaç kana olması gereken oksijen seviyesini geri kazandırmak, hastanın yaşam kalitesini ve performansını iyileştirmektir. Kronik solunum yetmezliğinde uzun süreli oksijen tedavisi uygulanmaktadır.Ventilasyon genellikle solunum bozuklukları durumunda kullanılırken, oksijen uygulaması genellikle akciğer yetmezliğinde hastalığın neden olduğu oksijen eksikliğini telafi etmek için kullanılır.Mekanik ventilasyon solunumu desteklenmesinin ve solunumun devam etmesinin bir cihaz yardımıyla sağlanmasıdır. Solunum güçlüğü yaşanan ve hastanın kendi başına solunum yapamadığı durumlarda başvurulmaktadır.   Solunum yetmezliği nedir?Solunum yetmezliği, akciğerin kana yeterli oksijeni sağlayamaması durumunda ortaya çıkan durumdur. Solunum yetmezliği, vücuda yetersiz oksijen alınmasına (hipoksemi) ve kanda artan karbondioksit oranına (hiperkapni) yol açar. Hiperkapni, kandaki karbondioksitinin  hacminin artmasıdır. Çeşitli solunum yolu hastalıklarının bir belirtisidir. Hipoksemi, kandaki oksijen seviyelerinin azalmasıdır. Nefes darlığı ve göğüs ağrısı ile sonuçlanabilir, akciğerler ve çeşitli organlarda çeşitli işlev bozukluklarına yol açabilir. Hiperkapni ve hipoksemi kan gazı ölçümüyle belirlenir.Solunum yetmezliğinde solunum yolları ciddi şekilde etkilenmiştir ve artık gerektiği gibi işlev göremezler. Kanın yetersiz oksijenlenmesi; nefes darlığı, nefes almada zorluk ve yorgunluk ile kendini gösterir.KOAH (Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı) solunum yetmezliğine neden olan en yaygın hastalıktır. KOAH’ın en büyük nedeni sigaradır ve akciğer kanserinden çok daha sık görülmektedir.Solunum yetmezliği nedenleri nelerdir? Solunum yetmezliği akut veya kronik olarak ortaya çıkabilmektedir. Solunum yetmezliğine;KOAH, zatürre, alerji, bronşit, astım, amfizem, kistik fibroz ve Covid-19 enfeksiyonu gibi hastalıklar,Omurilik hasarları, kafa travmaları, kas hastalıkları ve felç gibi sinir ve kasları etkileyen hastalıklar,Skolyoz gibi omurgayı etkileyen hastalıklar,Akciğerlere ve çevre organlara zarar veren travmalar ve kaburga kırıkları,Obezite,Sigara kullanımı ve solunum yoluyla zehirlenmeler neden olabilmektedir.Bu hastalıklar solunum sorunlarına yol açarak akciğerlerin oksijen-karbondioksit alışverişini normal bir şekilde gerçekleştirmesini engellemektedir. Bu da kanın yetersiz oksijenlenmesine ve solunum yetmezliğine neden olmaktadır.Solunum yetmezliğinin belirtileri nelerdir?Solunum yetmezliği yaşam kalitesi oldukça olumsuz etkilemektedir. Nefes kaybı hissi ve nefes darlığı solunum yetmezliğinin ilk belirtisidir. Dinlenirken bile zor nefes alma ve nefes darlığı yaşanabilir.  En ufak bir aktivite bile kalp atış hızını arttırır. Solunum yetmezliğinin diğer belirtileri arasında öksürük, hırıltı, uykusuzluk, terleme, baş ağrısı, kafa karışıklığı, duygu durum bozuklukları (sinirlilik, anksiyete) dudakların ve parmak uçlarının mavimsi renk alması (siyanoz) bulunmaktadır. Dudakların ve parmak uçlarının mavimsi renk alması durumunda mutlaka bir göğüs hastalıkları uzmanına başvurulmalıdır.Kronik solunum yetmezliğinde solunum fonksiyonu kalıcı ve yavaş ilerleyen bir şekilde bozulmaktadır. Kronik solunum yetmezliği yaşayan hastalar bu belirtileri sürekli yaşadıkları için zamanla tolere edebilmektedirler. Solunumları genelde daha hızlı olmaktadır. Az oksijenle yaşamaya çalıştıkları için ciltleri mavimsi bir renkte olabilir. Hasta çoğu kez belli bir dereceye kadar alışmıştır, bu nedenle hastanın semptomlarını görmezden gelme riski vardır. Bu durumda hayati tehlikeyi beraberinde getirebilmektedir.Solunum yetmezliğinin tanı yöntemleri nelerdir?Solunum yetmezliği tanısında, hasta hikayesi ve fizik muayenelere ek olarak, akciğer fonksiyonunun ölçüldüğü yöntemler, kan testleri ve görüntüleme teknikleri kullanır. Kan değerleri, kan gazı analizi, solunum fonksiyon testleri, akciğer röntgeni, bilgisayarlı tomografi solunum yetmezliğine neden olan hastalığın belirlenmesinde kullanılan tanı yöntemleridir.Kan testleri ile anemi olup olmadığı belirlenmektedir. Anemi nefes darlığına sebep olabilir. Hücreler için gerekli olan oksijeni kırmızı kan hücrelerinde bulunan hemoglobin taşımaktadır.Kan gazı analizinde kanda bulunan oksijen ve karbon dioksit miktarının yanı sıra asit-baz dengesine (asitlik seviyesi) bakılmaktadır. Solunum fonksiyon testleri, akciğerlerin düzgün çalışıp çalışmadığını gösteren bir grup testtir. Akciğerlere alınan hava miktarı ve havayı dışarı atma kapasitesi ölçülür.Akciğer röntgeni ve bilgisayarlı tomografi ile akciğer görünümü detaylı olarak incelenebilmektedir.Solunum yetmezliğinin tedavi yöntemleri nelerdir?Solunum yetmezliği tedavileri öncelikle sağlık durumunu stabilize etmeyi ve hastaların yaşam kalitesini iyileştirmeyi amaçlar.Solunum yetmezliğinde hastalığın nedenine ve formuna bağlı olarak tedavi yöntemleri farklılık göstermektedir. İlaç tedavileri, oksijen tedavisi, ventilasyon ve mekanik ventilasyon uygulanan tedavi yöntemlerindendir.Oksijen tedavisinde amaç kana olması gereken oksijen seviyesini geri kazandırmak, hastanın yaşam kalitesini ve performansını iyileştirmektir. Kronik solunum yetmezliğinde uzun süreli oksijen tedavisi uygulanmaktadır.Ventilasyon genellikle solunum bozuklukları durumunda kullanılırken, oksijen uygulaması genellikle akciğer yetmezliğinde hastalığın neden olduğu oksijen eksikliğini telafi etmek için kullanılır.Mekanik ventilasyon solunumu desteklenmesinin ve solunumun devam etmesinin bir cihaz yardımıyla sağlanmasıdır. Solunum güçlüğü yaşanan ve hastanın kendi başına solunum yapamadığı durumlarda başvurulmaktadır.  
4,053
621
Hastalıklar
Spina Bifida
Ayrık omurga hastalığı ya da tıpta bilinen ismi ile spina bifida, hamilelik döneminde bebeğin omurgasının tam olarak kapanmaması sonucu omurgada açıklık oluşmasıdır. Spina bifida, omuriliğin ve omurların gelişimini etkileyen bir dizi durumu tanımlamak için kullanılır. Hastalığın sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte, hamilelik sürecinde folik asit eksikliğinin önemli bir neden olduğu düşünülür.  Bazı bebekler omurga üzerinde belirgin, saça benzer anormal tüylenme, içi sıvı dolu kese, şişlik, cilt kabarıklığı, ciltte renk değişikliği ya da minik bir delikle dünyaya gelirken, bazı bebeklerde dışarıdan bakılınca belirtiler daha az belirgin olabilir.  Ayrık omurga hastalığı ya da tıpta bilinen ismi ile spina bifida, hamilelik döneminde bebeğin omurgasının tam olarak kapanmaması sonucu omurgada açıklık oluşmasıdır. Spina bifida, omuriliğin ve omurların gelişimini etkileyen bir dizi durumu tanımlamak için kullanılır. Hastalığın sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte, hamilelik sürecinde folik asit eksikliğinin önemli bir neden olduğu düşünülür.  Bazı bebekler omurga üzerinde belirgin, saça benzer anormal tüylenme, içi sıvı dolu kese, şişlik, cilt kabarıklığı, ciltte renk değişikliği ya da minik bir delikle dünyaya gelirken, bazı bebeklerde dışarıdan bakılınca belirtiler daha az belirgin olabilir.   Spina Bifida Nedir?Bir tür nöral tüp defekti olan spina bifida, bebeğin omuriliğinin düzgün bir şekilde gelişememesi sonucu omuriliğin ve omurilik sinirlerinin bir bölümünün açıkta kaldığı bir doğum kusurudur. Ayrık omurga hastalığı olarak da bilinir.Spina bifida hastalığı hamileliğin ilk 28 gününde, genellikle anne adayı hamile olduğunu bilmeden önce meydana gelir. Bebeğin anne karnındaki gelişimi sırasında sinir sistemi oluşurken omuriliğin etrafında içten dışa doğru sırası ile bir zar tabakası, omurga kemikleri, kas tabakası ve cilt bulunur. Anne karnında bebek gelişimi sırasında yaşanan bir sorundan dolayı omuriliği örten bu katmanların herhangi birinin olması gerektiği gibi gelişemediği, omurganın arka tarafının tam kapanmadığı bir durum ortaya çıkar. Bu duruma spina bifida denir. Hastalık bebeğin başından kuyruk sokumuna kadar sinir sistemini oluşturan yapıların arka kısmında herhangi bir seviyede görülebilir. Bebeğin omurgasındaki gelişim sorunu gözle görülebilir düzeyde olabileceği gibi, kapalı formlarında dışarıdan bakıldığında fark edilemeyebilir.Spina bifida hastalığının hafif seyreden vakaları genellikle tedaviye bile gerek duymazken daha ciddi spina bifida türü ortaya çıkan bebeklerin omurgasında, sinirlerde ve omurilikte ciddi hasara yol açan açık lezyonlar bulunur. Meydana gelen bu açıklık ameliyatla onarılabilir ancak sinir hasarı çözülmezse bu durum kalıcı sakatlığa yol açabilir.Spina Bifida Türleri Nelerdir?Spina bifida çeşitleri genel olarak spina bifida occulta ve spina bifida aperta olarak iki başlık altında incelenmektedir.Spina bifida occultaSpina bifida occultada görülen belirtiler şu şekilde sıralanabilir;Spina bifida occulta, hastalığın kapalı formu olarak da bilinmektedir. Occulta gizli anlamına gelir. Dışarıdan bakıldığı zaman omurga üzerinde gözle görülür bir şişkinlik olmaz. Spina bifida occulta belirtileri çocuğun büyümesiyle ortaya çıkabilmekte, bazen de hiçbir belirti görülmeyebilir.Spina bifida apertaAperta açık anlamına gelmektedir. Spina bifida aperta hastalığın açık formu olarak tanımlanır. Spina bifida aperta hastalarında omurga üzerindeki belirtiler gözle görülebilmektedir. Spina bifida aperta; meningosel ve meningomyelosel tipleri de bulunmaktadır. Meningomyelosel tipi spina bifida hastalığının en tehlikeli formudur. Meningomyelosel ya da açık Spina Bifida hastalığında; omurilik zarları ve sinirler, omurgadaki açıklıktan dışarıya doğru çıkarak bir kese oluşturmaktadır. Sinirlerin açıkta olması diğer problemlere ek olarak bebeğin enfeksiyonlara açık olmasına da yol açmaktadır.Spina Bifida Neden Olur?Spina bifida hastalığı bebeğin omuriliğinin sağlıklı bir şekilde gelişememesi sonucunda meydana gelir. Genel olarak hamilelik sırasındaki folik asit (B9 vitamini) eksikliğinin spina bifidaya neden olduğu bilinir. Bunun yanında genetik, beslenme şekli, çevresel faktörler ve hamilelik süreci de spina bifida oluşumunu tetikleyebilir. Spina Bifida Belirtileri Nelerdir?Genellikle hamileliğin ilk ayında ortaya çıkan spina bifida hastalığı doğumdan sonra bebeklerde belirgin semptomlarla kendini gösterir. Bu semptomlar arasında omurga üzerinde şişkinlik, kısmi felç, bacaklardaki güçsüzlüğe bağlı yürüme zorluğu, çarpık ayak, bağırsak problemleri ve cinsel işlev bozukluğu yer alır. Spina bifida hastalığı şu belirtilerle ortaya çıkar: Hastalığın meydana geldiği omurgada cilt kabarıklığı, şişkinlik Kısmi felç  Omurga eğiklik, kamburluk Bacaklardaki güçsüzlüğe bağlı yürüme zorluğu Çarpık ayak İdrar kaçırma gibi bağırsak sorunları  Cinsel işlev bozukluğu Hidrosefali İleri evrede böbrek yetmezliği Deride his kaybıSpina Bifida Risk Faktörleri Nelerdir?Spina bifida nedeni bilinmemekle birlikte risk faktörü olarak en çok suçlanan konu hamilelik sırasında yaşanan vitamin eksikliğidir. Özellikle anne karnındaki bebeğin beyin ve sinir gelişiminde etkili olduğu bilinen folik asit eksikliği spina bifida nedenleri arasında ön plana çıkar. Bunun yanı sıra hamilelik sırasında radyasyonu ve manyetik alana maruz kalmak da spina bifida nedenleri arasında yer alır.Spina Bifida Teşhisi Nasıl Yapılır?Spina Bifida teşhisi hamilelik sırasında yapılan ultrason kontrolleriyle belirlenebilir. Bebek anne karnındayken amniyon sıvısının incelenmesi, amniyon sıvısındaki anormal artış da Spina Bifida teşhisinde göz önünde bulundurulmaktadır. Çocuk dünyaya geldikten sonra görülen veya görülmeyen belirtilerin takip edilmesi de Spina bifida teşhisinde önemlidir. Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahı doktorunun muayenesinin ardından Spina bifida olduğu düşünülen hastalarda; Manyetik Rezonans (MR) Bilgisayarlı Tomografi(BT) radyolojik görüntülemelerle Spina Bifida teşhisi netleştirilebilir.Spina Bifida Tedavisi Nasıl Yapılır?Spina bifida hastalığının tedavisinde öncelikli amaç omurilikte açıklığın kapatılmasıdır. Bunun için de genellikle ameliyat öne çıkar. Spina bifida hastalığı çok geniş bir yelpazede ortaya çıkan bir hastalık olduğu için tedavisinde multidisipliner bir yaklaşım önemlidir. Birçok branşın bir araya gelerek tedaviyi planlaması spina bifida hastalarının yaşam konforları bakımından önemlidir.Spina bifidanın daha hafif vakalarının tedavisi genel olarak hastalığın etkilerini azaltmaya yöneliktir. Bunun için fizyoterapi ve ilaç tedavisi kullanılabilir ve ayrıca bazı komplikasyonları önlemek ve yönetmek için hastanın yaşamı boyunca bunlara ihtiyaç duyması mümkündür.Spina Bifida Ameliyatı Nasıl Yapılır?Omurilikteki açıklığın kapatılması için uygulanan spina bifida ameliyatınınbazı püf noktaları vardır. Bunlar şu şekildedir: Ameliyatın ardından koruyucu tedaviler gündeme gelmektedir. Yaşanan soruna göre mesanenin korunması, fizik tedavi, kas güçlendirilmesi gibi koruyucu tedaviler söz konusudur. Spina bifida hastalığında genellikle beyinde su toplanması olarak bilinen hidrosefali hastalığı da görülebilmektedir. İki hastalık neden sonuç ilişkisiyle birbirine bağlantılıdır. Spina bifida olup aynı zamanda Hidrosefalisi de olan çocuklarda eş zamanlı tedaviler uygulanmalıdır. Hidrosefalinin tedavisi büyük bir oranda şant denilen cihazlarla yapılır. Şantlar beyinde biriken suyu vücutta emilebileceği karın boşluğu gibi başka bir yere yönlendiren silikondan yapılmış ince bir boru şeklinde cihazlardır. Spina bifida hastalığına sahip çocuklar genellikle erken doğan ve vücudu gelişmemiş çocuklar olduğu için şant tedavisi için belli bir kilogramın üzerine çıkması beklenmektedir. Bu nedenle hastanede uzun süren yatışlar gerekebilmektedir. Spina bifida hastalarında özellikle açık tiplerinde sinir sisteminin bir kısmı dışarıda bulunduğu için enfeksiyonlar gelişebilmektedir. Enfeksiyonlara karşı çocukların korunabilmesi için gerekli önlemlerin alınması hayati önem taşımaktadır. Spina bifida hastalığın ilerlemiş evrelerinde tam tedavi mümkün olmayabilmektedir. Özellikle sinirlerin omurga dışına taştığı ve zarar gördüğü durumlarda sinir onarımı mümkün olmamaktadır. Bu hastalarda hayat konforunu artıracak tedaviler gündeme gelmektedir. Ancak kapalı formu denilen ve ilerlememiş Spina bifida hastalarında cerrahi yöntemlerle tam tedavi sağlanabilmektedir.Tedavi Sonrası Tamamen İyileşme Olur mu?Spina bifida tedavisinde başarı hastalığın seviyesi ve sinirlerin ne kadar etkilendiğiyle ilgilidir. Sinirlerin fonksiyon göremeyecek kadar hasarlanmış olduğu durumlarda bu durumu düzeltmek mümkün değildir. Bu hastalarda tedavi mevcut durumun maksimum düzeyle korunmasını amaçlar.Ameliyatla sinir sistemi kapalı hale getirilerek enfeksiyonlardan korunma sağlandıktan sonra kas zafiyet varsa fizik tedavi, ortopedik sorun varsa ortopedik tedavi, idrar ve büyük abdest kontrolünü sağlayacak tedaviler uygulanmaktadır.Erken dönemde görülmeyen sorunlar ilerleyen dönemde ikincil problem şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Omuriliğin yapışması,  boy uzamasıyla ortaya çıkan kamburluk, ayaklarda deformiteler gibi sorunlar yaşanabilir. Bunlar içinde ikincil tedaviler uygulanmalıdır.Spina Bifida Hakkında Sık Sorulan Sorular Spina bifida ne zaman ortaya çıkar?Spina bifida anne karnında gelişen bir hastalıktır sonradan olmamaktadır. Ancak spina bifida occulta yani gizli formlarında belirtiler sonradan ortaya çıkabildiği için teşhis ileri yaşlarda konulabilir. Her ne kadar teşhis ileri yaşlarda konulmuş olsa bile hastalık anne karnında oluşmaktadır. Bu tip Spina Bifida hastalarının tedavisi açık çeşitlerine göre daha kolay ve başarılıdır.Kimlerin spina bifidalı bir çocuğu olabilir?Spina Bifida nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bu nedende her çiftin Spina bifida ile doğan bir çocuğu olabilir. Yapılan bilimsel çalışmalarda sosyoekonomik düzeyin daha düşük olduğu bölgelerde hastalığın daha fazla görüldüğü belirlenmiştir.Erişkin spina bifidalı hastalardaki sorunlar nelerdir?Erişkin dönemde Spina bifidalı hastalarda en sık görülen sorunların başında ağrı gelmektedir. Yaşanan ağrılar daha çok bel, sırt bölgesi, boyun ve bacaklarda görülmektedir. Hastalığa eşlik eden hidrosefali (beyinde su toplanması) nedeni ile yapılan tedavide kullanılan şant cihazının tıkanıklığı ya da enfeksiyonu bu hastalığın yönetilmesinde yaşanan sorunlar arasındadır.Spina bifidanın önlenmesi mümkün müdür?Spina bifida hastalığının tam nedeni bilinmemektedir. Ancak hastalığın önlenebilmesinde hamilelik sürecinde folik asit kullanımı tavsiye edilmektedir. Ailedeki genetik yatkınlığın da incelenmesi önemlidir.Spina bifida nerede ortaya çıkar?Spina bifida omurganın gelişimsel bir hastalığıdır. Bu nedenle sinir sisteminde baştan kuyruk sokumuna kadar herhangi bir bölgede görülebilir. Ancak Spina bifida hastalığı en çok bel bölgesinde oluşmaktadır.Spina bifida hastalığını anne karnında tespit etmek mümkün müdür?Spina bifida kist veya kese formunda ise anne karnında belirlenebilmektedir. Hamilelik kontrolleri sırasında yapılan ultrason tetkikiyle Spina bifida kesesi görülebilir. Anne karnındaki bebeğin gelişimde sorun olması ya da amniyon sıvısının fazla olması gibi durumlarda da amniyon sıvısının incelenmesiyle anne karnında Spina bifida hastalığını tespit etmek mümkündür.Spina bifidanın anne karnında tedavisi var mıdır?Spina bifidanın anne karnında tedavileri son yıllarda gündeme gelmektedir. Ancak anne karnında Spina bifida müdahalesi kısıtlı sayıda ve çok özel merkezlerde uygulanmaktadır. Spina bifidada ileri dönük risk faktörleri nelerdir?Spina bifida hastalığının neden olabileceği risk faktörleri ise hastalığın derecesi ve çeşidiyle ilgilidir. En önemli risk faktörlerinin başında bebekte Hidrosefali gelişmesidir. Bebekte Spina bifida hastalığına bağlı olarak beyincik sarkması yaşanabilir. Omurgadaki açıklığın kapatılmadan önce veya sonrasında enfeksiyon gelişme riski bulunmaktadır. Yaşanan enfeksiyon genel durumun daha da kötüye gitmesine neden olabilir.Spina bifida ilerler mi?Spina bifida hastalığı gelişimsel bir bozukluk olduğu için bu hastalıkla dünyaya gelen çocuklarda hastalığın ilerlemesi söz konusu değildir. Ancak Spina bifida hastalığına bağlı olarak hidrosefali, beyincik sarkması, ileri aşamalarda böbrek yetmezliği, mesane sorunları, enfeksiyonlardan kaynaklanan menenjit gibi ek problemler ortaya çıkabilmektedir. Bu sorunların bir veya daha fazlasının eklenmesi durumunda hastanın mevcut durumu daha kötüye gidebilmektedir.Spina bifida hastaları ne kadar yaşar? Spina bifida erken teşhis edilip zamanında müdahale edilirse ölümcül bir hastalık değildir. Ancak tedavinin geciktirildiği durumlarda ortaya çıkabilecek enfeksiyonlar yaşamı tehdit edebilir. Erken müdahalenin olduğu durumlarda hastaların daha kaliteli bir yaşam sürmeleri mümkündür.Spina bifida önlenebilir mi?Spina bifida hastalığının tam nedeni bilinmemektedir. Ancak hastalığın önlenebilmesinde hamilelik sürecinde folik asit kullanımı tavsiye edilmektedir. Ailedeki genetik yatkınlığın da incelenmesi önemlidir.Spina bifida hastaları yürüyebilir mi?Spina bifida hastalarının yürüyüp yürüyemeyeceği sinir sisteminin ne kadar etkilendiğiyle ilişkilidir. Tamamen normal olan bir hastadan her iki bacağını da kullanamayan hastaların olduğu geniş bir yelpaze söz konusudur. Bazı Spina bifida hastaları bir bacağını rahat kullanıp diğer bacağını kullanmayabilmektedir.Spina bifida hastasının çocuğu olur mu?Spina bifida hastalarının çocukları olabilmektedir. Ancak çok ileri formlarda omurga ve sinir sistemi ile beraber başka problemler doğurganlığın önüne geçebilmektedir. Çocuk sahibi olma konusunda erkek hastalar daha fazla etkilenebilir.Spina bifida hastalarında beslenme önemli midir?Her hastalıkta olduğu gibi Spina Bifida hastalarında da beslenme dengeli şekilde yapılmalıdır. Özellikle tekerlekli sandalye ile yaşayan spina bifida hastalarında obezitenin önüne geçilebilmesi için hem beslenme düzeni hem de egzersizler önemlidir.Spina bifida ağrı yapar mı?Sinir sisteminin gelişmemesi ile ilgili bir hastalık olduğu içi genellikle hastalarda ağrı görülmemektedir. Ancak bazen hafif formlarda bel ağrısı görülebilir.Spina bifida tedavisi için hangi bölüme gidilmelidir?Spina Bifida tedavisine beyin, sinir ve omurilik cerrahi bölümü yapmaktadır. Ancak tedavi multidisiplenir olmalıdır. Cerrahi müdahalenin ardından hasta ile birçok bölüm ilgilenmelidir.Spina bifida tedavi edilmezse ne olur?Spina bifida hastalığın açık ve ağır formlarda tedavi gerçekleştirilmezse hastalar enfeksiyon ya da hidrosefali nedeniyle kaybedilebilir. İyi tedavi edilen hastalarda yaşam sürdürebilmektedir. Spina Bifida Nedir?Bir tür nöral tüp defekti olan spina bifida, bebeğin omuriliğinin düzgün bir şekilde gelişememesi sonucu omuriliğin ve omurilik sinirlerinin bir bölümünün açıkta kaldığı bir doğum kusurudur. Ayrık omurga hastalığı olarak da bilinir.Spina bifida hastalığı hamileliğin ilk 28 gününde, genellikle anne adayı hamile olduğunu bilmeden önce meydana gelir. Bebeğin anne karnındaki gelişimi sırasında sinir sistemi oluşurken omuriliğin etrafında içten dışa doğru sırası ile bir zar tabakası, omurga kemikleri, kas tabakası ve cilt bulunur. Anne karnında bebek gelişimi sırasında yaşanan bir sorundan dolayı omuriliği örten bu katmanların herhangi birinin olması gerektiği gibi gelişemediği, omurganın arka tarafının tam kapanmadığı bir durum ortaya çıkar. Bu duruma spina bifida denir. Hastalık bebeğin başından kuyruk sokumuna kadar sinir sistemini oluşturan yapıların arka kısmında herhangi bir seviyede görülebilir. Bebeğin omurgasındaki gelişim sorunu gözle görülebilir düzeyde olabileceği gibi, kapalı formlarında dışarıdan bakıldığında fark edilemeyebilir.Spina bifida hastalığının hafif seyreden vakaları genellikle tedaviye bile gerek duymazken daha ciddi spina bifida türü ortaya çıkan bebeklerin omurgasında, sinirlerde ve omurilikte ciddi hasara yol açan açık lezyonlar bulunur. Meydana gelen bu açıklık ameliyatla onarılabilir ancak sinir hasarı çözülmezse bu durum kalıcı sakatlığa yol açabilir.Spina Bifida Türleri Nelerdir?Spina bifida çeşitleri genel olarak spina bifida occulta ve spina bifida aperta olarak iki başlık altında incelenmektedir.Spina bifida occultaSpina bifida occultada görülen belirtiler şu şekilde sıralanabilir;Spina bifida occulta, hastalığın kapalı formu olarak da bilinmektedir. Occulta gizli anlamına gelir. Dışarıdan bakıldığı zaman omurga üzerinde gözle görülür bir şişkinlik olmaz. Spina bifida occulta belirtileri çocuğun büyümesiyle ortaya çıkabilmekte, bazen de hiçbir belirti görülmeyebilir.Spina bifida apertaAperta açık anlamına gelmektedir. Spina bifida aperta hastalığın açık formu olarak tanımlanır. Spina bifida aperta hastalarında omurga üzerindeki belirtiler gözle görülebilmektedir. Spina bifida aperta; meningosel ve meningomyelosel tipleri de bulunmaktadır. Meningomyelosel tipi spina bifida hastalığının en tehlikeli formudur. Meningomyelosel ya da açık Spina Bifida hastalığında; omurilik zarları ve sinirler, omurgadaki açıklıktan dışarıya doğru çıkarak bir kese oluşturmaktadır. Sinirlerin açıkta olması diğer problemlere ek olarak bebeğin enfeksiyonlara açık olmasına da yol açmaktadır.Spina Bifida Neden Olur?Spina bifida hastalığı bebeğin omuriliğinin sağlıklı bir şekilde gelişememesi sonucunda meydana gelir. Genel olarak hamilelik sırasındaki folik asit (B9 vitamini) eksikliğinin spina bifidaya neden olduğu bilinir. Bunun yanında genetik, beslenme şekli, çevresel faktörler ve hamilelik süreci de spina bifida oluşumunu tetikleyebilir. Spina Bifida Belirtileri Nelerdir?Genellikle hamileliğin ilk ayında ortaya çıkan spina bifida hastalığı doğumdan sonra bebeklerde belirgin semptomlarla kendini gösterir. Bu semptomlar arasında omurga üzerinde şişkinlik, kısmi felç, bacaklardaki güçsüzlüğe bağlı yürüme zorluğu, çarpık ayak, bağırsak problemleri ve cinsel işlev bozukluğu yer alır. Spina bifida hastalığı şu belirtilerle ortaya çıkar:Spina Bifida Risk Faktörleri Nelerdir?Spina bifida nedeni bilinmemekle birlikte risk faktörü olarak en çok suçlanan konu hamilelik sırasında yaşanan vitamin eksikliğidir. Özellikle anne karnındaki bebeğin beyin ve sinir gelişiminde etkili olduğu bilinen folik asit eksikliği spina bifida nedenleri arasında ön plana çıkar. Bunun yanı sıra hamilelik sırasında radyasyonu ve manyetik alana maruz kalmak da spina bifida nedenleri arasında yer alır.Spina Bifida Teşhisi Nasıl Yapılır?Spina Bifida teşhisi hamilelik sırasında yapılan ultrason kontrolleriyle belirlenebilir. Bebek anne karnındayken amniyon sıvısının incelenmesi, amniyon sıvısındaki anormal artış da Spina Bifida teşhisinde göz önünde bulundurulmaktadır. Çocuk dünyaya geldikten sonra görülen veya görülmeyen belirtilerin takip edilmesi de Spina bifida teşhisinde önemlidir. Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahı doktorunun muayenesinin ardından Spina bifida olduğu düşünülen hastalarda;Spina Bifida Tedavisi Nasıl Yapılır?Spina bifida hastalığının tedavisinde öncelikli amaç omurilikte açıklığın kapatılmasıdır. Bunun için de genellikle ameliyat öne çıkar. Spina bifida hastalığı çok geniş bir yelpazede ortaya çıkan bir hastalık olduğu için tedavisinde multidisipliner bir yaklaşım önemlidir. Birçok branşın bir araya gelerek tedaviyi planlaması spina bifida hastalarının yaşam konforları bakımından önemlidir.Spina bifidanın daha hafif vakalarının tedavisi genel olarak hastalığın etkilerini azaltmaya yöneliktir. Bunun için fizyoterapi ve ilaç tedavisi kullanılabilir ve ayrıca bazı komplikasyonları önlemek ve yönetmek için hastanın yaşamı boyunca bunlara ihtiyaç duyması mümkündür.Spina Bifida Ameliyatı Nasıl Yapılır?Omurilikteki açıklığın kapatılması için uygulanan spina bifida ameliyatınınbazı püf noktaları vardır. Bunlar şu şekildedir:Tedavi Sonrası Tamamen İyileşme Olur mu?Spina bifida tedavisinde başarı hastalığın seviyesi ve sinirlerin ne kadar etkilendiğiyle ilgilidir. Sinirlerin fonksiyon göremeyecek kadar hasarlanmış olduğu durumlarda bu durumu düzeltmek mümkün değildir. Bu hastalarda tedavi mevcut durumun maksimum düzeyle korunmasını amaçlar.Ameliyatla sinir sistemi kapalı hale getirilerek enfeksiyonlardan korunma sağlandıktan sonra kas zafiyet varsa fizik tedavi, ortopedik sorun varsa ortopedik tedavi, idrar ve büyük abdest kontrolünü sağlayacak tedaviler uygulanmaktadır.Erken dönemde görülmeyen sorunlar ilerleyen dönemde ikincil problem şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Omuriliğin yapışması,  boy uzamasıyla ortaya çıkan kamburluk, ayaklarda deformiteler gibi sorunlar yaşanabilir. Bunlar içinde ikincil tedaviler uygulanmalıdır.Spina Bifida Hakkında Sık Sorulan Sorular Spina bifida ne zaman ortaya çıkar?Spina bifida anne karnında gelişen bir hastalıktır sonradan olmamaktadır. Ancak spina bifida occulta yani gizli formlarında belirtiler sonradan ortaya çıkabildiği için teşhis ileri yaşlarda konulabilir. Her ne kadar teşhis ileri yaşlarda konulmuş olsa bile hastalık anne karnında oluşmaktadır. Bu tip Spina Bifida hastalarının tedavisi açık çeşitlerine göre daha kolay ve başarılıdır.Kimlerin spina bifidalı bir çocuğu olabilir?Spina Bifida nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bu nedende her çiftin Spina bifida ile doğan bir çocuğu olabilir. Yapılan bilimsel çalışmalarda sosyoekonomik düzeyin daha düşük olduğu bölgelerde hastalığın daha fazla görüldüğü belirlenmiştir.Erişkin spina bifidalı hastalardaki sorunlar nelerdir?Erişkin dönemde Spina bifidalı hastalarda en sık görülen sorunların başında ağrı gelmektedir. Yaşanan ağrılar daha çok bel, sırt bölgesi, boyun ve bacaklarda görülmektedir. Hastalığa eşlik eden hidrosefali (beyinde su toplanması) nedeni ile yapılan tedavide kullanılan şant cihazının tıkanıklığı ya da enfeksiyonu bu hastalığın yönetilmesinde yaşanan sorunlar arasındadır.Spina bifidanın önlenmesi mümkün müdür?Spina bifida hastalığının tam nedeni bilinmemektedir. Ancak hastalığın önlenebilmesinde hamilelik sürecinde folik asit kullanımı tavsiye edilmektedir. Ailedeki genetik yatkınlığın da incelenmesi önemlidir.Spina bifida nerede ortaya çıkar?Spina bifida omurganın gelişimsel bir hastalığıdır. Bu nedenle sinir sisteminde baştan kuyruk sokumuna kadar herhangi bir bölgede görülebilir. Ancak Spina bifida hastalığı en çok bel bölgesinde oluşmaktadır.Spina bifida hastalığını anne karnında tespit etmek mümkün müdür?Spina bifida kist veya kese formunda ise anne karnında belirlenebilmektedir. Hamilelik kontrolleri sırasında yapılan ultrason tetkikiyle Spina bifida kesesi görülebilir. Anne karnındaki bebeğin gelişimde sorun olması ya da amniyon sıvısının fazla olması gibi durumlarda da amniyon sıvısının incelenmesiyle anne karnında Spina bifida hastalığını tespit etmek mümkündür.Spina bifidanın anne karnında tedavisi var mıdır?Spina bifidanın anne karnında tedavileri son yıllarda gündeme gelmektedir. Ancak anne karnında Spina bifida müdahalesi kısıtlı sayıda ve çok özel merkezlerde uygulanmaktadır. Spina bifidada ileri dönük risk faktörleri nelerdir?Spina bifida hastalığının neden olabileceği risk faktörleri ise hastalığın derecesi ve çeşidiyle ilgilidir.Spina bifida ilerler mi?Spina bifida hastalığı gelişimsel bir bozukluk olduğu için bu hastalıkla dünyaya gelen çocuklarda hastalığın ilerlemesi söz konusu değildir. Ancak Spina bifida hastalığına bağlı olarak hidrosefali, beyincik sarkması, ileri aşamalarda böbrek yetmezliği, mesane sorunları, enfeksiyonlardan kaynaklanan menenjit gibi ek problemler ortaya çıkabilmektedir. Bu sorunların bir veya daha fazlasının eklenmesi durumunda hastanın mevcut durumu daha kötüye gidebilmektedir.Spina bifida hastaları ne kadar yaşar? Spina bifida erken teşhis edilip zamanında müdahale edilirse ölümcül bir hastalık değildir. Ancak tedavinin geciktirildiği durumlarda ortaya çıkabilecek enfeksiyonlar yaşamı tehdit edebilir. Erken müdahalenin olduğu durumlarda hastaların daha kaliteli bir yaşam sürmeleri mümkündür.Spina bifida önlenebilir mi?Spina bifida hastalığının tam nedeni bilinmemektedir. Ancak hastalığın önlenebilmesinde hamilelik sürecinde folik asit kullanımı tavsiye edilmektedir. Ailedeki genetik yatkınlığın da incelenmesi önemlidir.Spina bifida hastaları yürüyebilir mi?Spina bifida hastalarının yürüyüp yürüyemeyeceği sinir sisteminin ne kadar etkilendiğiyle ilişkilidir. Tamamen normal olan bir hastadan her iki bacağını da kullanamayan hastaların olduğu geniş bir yelpaze söz konusudur. Bazı Spina bifida hastaları bir bacağını rahat kullanıp diğer bacağını kullanmayabilmektedir.Spina bifida hastasının çocuğu olur mu?Spina bifida hastalarının çocukları olabilmektedir. Ancak çok ileri formlarda omurga ve sinir sistemi ile beraber başka problemler doğurganlığın önüne geçebilmektedir. Çocuk sahibi olma konusunda erkek hastalar daha fazla etkilenebilir.Spina bifida hastalarında beslenme önemli midir?Her hastalıkta olduğu gibi Spina Bifida hastalarında da beslenme dengeli şekilde yapılmalıdır. Özellikle tekerlekli sandalye ile yaşayan spina bifida hastalarında obezitenin önüne geçilebilmesi için hem beslenme düzeni hem de egzersizler önemlidir.Spina bifida ağrı yapar mı?Sinir sisteminin gelişmemesi ile ilgili bir hastalık olduğu içi genellikle hastalarda ağrı görülmemektedir. Ancak bazen hafif formlarda bel ağrısı görülebilir.Spina bifida tedavisi için hangi bölüme gidilmelidir?Spina Bifida tedavisine beyin, sinir ve omurilik cerrahi bölümü yapmaktadır. Ancak tedavi multidisiplenir olmalıdır. Cerrahi müdahalenin ardından hasta ile birçok bölüm ilgilenmelidir.Spina bifida tedavi edilmezse ne olur?
9,266
622
Hastalıklar
Soğuk Havale
Ebeveynlerin çocuklarının sağlığı konusunda endişelendiği konulardan biri olan havale, ateşli olabildiği gibi ateşsiz yani soğuk havale şeklinde de geçirilebiliyor. Çocukların özellikle bebeklik dönemlerinde havale ile ilgili hikayeleri olabiliyor. Kan şekeri düşüklüğü, kanda kalsiyum eksikliği, kafa travması, kafa içerisinde tümör, kanama ve epilepsi gibi hastalıklar nedeniyle yaşanabilen soğuk havale; bilinç kaybı, göz kayması, kol ve bacaklarda kasma, çırpma veya pelte gibi olmak ve idrar kaçırma şeklinde kendini belli edebiliyor. Ateşsiz dönemde ortaya çıkan soğuk havalenin kısa veya uzun bir aradan sonra yeniden tekrarlaması ise toplumda “sara” hastalığı olarak bilinen epilepsiye işaret edebiliyor. Genellikle 5 dakikadan kısa sürede kendiliğinden geçen soğuk havalenin uzun sürmesi acil müdahale yapılmasını gerektiriyor. Nöbet geçiren çocukların aileleri ile yakınlarında bulunan kişilerin bu durumla karşılaştıklarında sakinliklerini koruyarak ve kurallara uygun şekilde davranması önem taşıyor. Memorial Ankara Hastanesi Çocuk Nöroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Y. K. Yavuz Gürer soğuk havale ile ilgili bilgi verdi.Ebeveynlerin çocuklarının sağlığı konusunda endişelendiği konulardan biri olan havale, ateşli olabildiği gibi ateşsiz yani soğuk havale şeklinde de geçirilebiliyor. Çocukların özellikle bebeklik dönemlerinde havale ile ilgili hikayeleri olabiliyor. Kan şekeri düşüklüğü, kanda kalsiyum eksikliği, kafa travması, kafa içerisinde tümör, kanama ve epilepsi gibi hastalıklar nedeniyle yaşanabilen soğuk havale; bilinç kaybı, göz kayması, kol ve bacaklarda kasma, çırpma veya pelte gibi olmak ve idrar kaçırma şeklinde kendini belli edebiliyor. Ateşsiz dönemde ortaya çıkan soğuk havalenin kısa veya uzun bir aradan sonra yeniden tekrarlaması ise toplumda “sara” hastalığı olarak bilinen epilepsiye işaret edebiliyor. Genellikle 5 dakikadan kısa sürede kendiliğinden geçen soğuk havalenin uzun sürmesi acil müdahale yapılmasını gerektiriyor. Nöbet geçiren çocukların aileleri ile yakınlarında bulunan kişilerin bu durumla karşılaştıklarında sakinliklerini koruyarak ve kurallara uygun şekilde davranması önem taşıyor. Memorial Ankara Hastanesi Çocuk Nöroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Y. K. Yavuz Gürer soğuk havale ile ilgili bilgi verdi. Havale nedir?Halk arasında havale olarak bilinen olay veya durum, hekimlerin nöbet, konvulsiyon, epilepsi nöbeti olarak tanımladıkları olaydır. Beklenmedik bir durum ve zamanda, kişinin bilincini kaybetmesi, gözlerini kaydırma, kol ve bacaklarını kasma veya çırpma, pelte gibi olma, değişik bir his alma, idrar kaçırma şeklinde kendini belli eden bir olaydır.Soğuk havale nedir? Ateşsiz havale nedir?Nöbet/havale çocuklarda genellikle bir hastalığın seyri sırasında, ateşin hızlı bir şekilde yükseldiği durumlarda olur. Bunlara ateşli havale denilmektedir. Hiç ateş olmadan oluşan nöbetler, ateşsiz nöbet olarak kabul edilir.Soğuk havalenin nedenleri nelerdir?Kan şekerinin düşmesi, kanda kalsiyum eksikliği, kafa travması, kafa içerisinde tümör, kanama, epilepsi gibi bir hastalıklar soğuk havalenin nedenleri arasında yer almaktadır.Soğuk havalenin belirtileri nelerdir?Soğuk havale/ateşsiz havalenin belirtileri arasında bilinç değişikliği veya bilinç kaybı, bayılma, boş bakma, yüz -kol ve bacaklarda kasılma, ağız kitlenmesi, ağızda köpürme, idrar kaçırma ve göz kayması bulunur.Epilepsi hastalığı nedir?Ateşsiz dönemde ortaya çıkan nöbetin, kısa veya uzun bir aradan sonra yeniden olması durumunda epilepsi hastalığından şüphe edilir.Epilepsi tanısı nasıl konur?Ateşsiz dönemde kendiliğinden ve iki veya daha fazla nöbet (soğuk havale) geçiren hastalara epilepsi tanısı konulur. Tanı koymak için başka tetkik gerekmez. Ancak tedavisinin planlanması ve kullanılacak ilacın seçilmesi için elektroensefalografi (EEG) tetkiki ile nöbetin sebebini belirlemek için hekimin gerek gördüğü durumda,  beyin tomografisi (BT) veya beyin manyetik rezonans görüntülemesi (MRG) yapılır. Bazı özel durumlarda (anne baba akrabalığı, ailede benzer hastanın olması, hastanın özel görünümünün olması ve muayenesinde dikkat çeken bulguların varlığında) özel kan ve idrar tetkikleri yapmak gerekebilmektedir.Soğuk havale nasıl tedavi edilir?Soğuk havale durumunda muayene ve yapılan tetkik sonuçlarına göre, öncelikle sebebe yönelik tedavi planlanır. Beyinde tümör, kist, damar tıkanması, kanama gibi bir durum olup olmadığı araştırılır. Belirgin bir sebep bulunamaz ise, epilepsi tedavisinde kullanılan; nöbetin şekli ve EEG bulgusu değerlendirilerek; hekim deneyimine göre bir ilaç tedavine başlanır. Epilepsi tedavisinde kullanılan ilaçlar, yan etkilerinin gözlemlenebilmesi için düşük dozda başlanır, yavaş yavaş artırılıp uygun doza çıkarılır. Daha sonra ilacın yan etkisine göre belli aralıklarla muayene ve kan tetkikleri yapılarak hasta takip edilir.İlaç tedavisi en az iki yıl nöbet gözlenmemek kaydı ile sürdürülmelidir. Daha sonra hekimin önerileri ve kontrol tetkikleri ile yine yavaş yavaş azaltılarak ilaç kesimi planlanır.Soğuk Havale İle İlgili Sık Sorulan Sorular Uykuda soğuk havale olur mu?Nöbetler yalnız uykuda, yalnız uyanık veya hem uykuda hem uyanıkken olabilir.Uykuda nöbetlerde genellikle hasta bir ses çıkarır, kendini kasabilir, çırpınma hareketi yapabilir, idrar kaçırabilir;  dilini ve yanağını ısırdığı için yastığında kan görülebilir.Soğuk havale beyine hasar verir mi?Havale zaten beyinden kaynaklanan bir olaydır. 5 dakikadan uzun sürmediği sürece beyinde hasar bırakmadığı kabul edilir. Ancak nöbete sebep olan olayın kendisi, beyinde hasar bırakabilir.Soğuk havaleye ilk müdahale nasıl olmalıdır? Soğuk havale geçiren çocuğa nasıl yaklaşılmalıdır? Nöbetler hiçbir şey yapılmasa bile, genellikle, 5 dakikadan kısa süre içinde, kendiliğinden durmakta ve hasta derin bir uykuya dalmaktadır. 5 dakikadan uzun nöbetler nadiren olmaktadır. Uzun süren nöbetler acil müdahale gerektiren, acil servise götürülmesi gereken nöbetlerdir.Nöbet geçiren çocukların aileleri veya yakınında bulunan kişiler, öncelikle nöbet sırasında sakin olmalıdır. Hastayı yan yatırarak varsa ağızdan gelen salyanın dışarı akması sağlanmalıdır. Hasta kolunu ve bacağını çırpıyorsa tutulmaya çalışılmamalıdır. Bunun yerine kendine zarar vermesini önleyecek tedbirler (keskin kenarlı cisimlerden uzak tutulmalı, başının altına yumuşak bir şey konulmalı) alınmalıdır. Bununla birlikte hastanın yüzüne görüne kolonya, su gibi sıvılar dökülmemeli, ağzına su ve ilaç gibi şeyler konulmamalıdır. Eğer hastanın dili dişlerinin arasında değilse, kitlenen çene açılmaya çalışmamalıdır. Hastanın dilinin geri kaçması ve boğazını tıkaması söz konuş olmamaktadır.Ateşli veya ateşsiz nöbet geçiren bir hastanın uzman hekim tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Hastanın kan tetkikleri yapıldıktan sonra bir anormallik bulunmaz ise; epilepsi yönünden değerlendirilmek üzere, çocuk nöroloji uzmanına yönlendirilmelidir.Tedavi edilmeyen soğuk havale ne gibi sonuçlar doğurur?Bazen ebeveynler ilacın zararının daha fazla olacağını düşünerek çocuklarına ilaç kullandırmak istemezler. Bu durumda geçirilen her nöbet yeni nöbete zemin hazırlayarak, daha sık ve daha uzun süreli nöbetlere neden olabilir. Ayrıca nöbetin nerede ne zaman olacağı bilinemez ve hasta nöbet esnasında kendine zarar verebilir ya da zarar verecek bir ortamda bulunabilir (banyoda, havuzda, denizde boğulma;  yolda, merdivende, okulda düşme gibi).Ateşsiz nöbet geçiren hastalar (epilepsi hastaları) nelere dikkat etmelidir?Ateşsiz nöbet geçiren hastaların dikkat etmesi gereken öneriler şöyle sıralanabilir: Epilepsi tedavisinde, tetkikler sonrası cerrahi bir girişim veya özel bir tedavi gerekmiyorsa, ilaç tedavisi yeterli olur. Çok sık görülmeyen özel nöbet ve hastalıklar dışında, epilepsi hastalarının günlük hayatlarını yaşamasında, spor yapmasında engel yoktur. Açlık, uykusuzluk, aşırı stres ve yorgunluk nöbetleri tetikleyici olabilir. Televizyon izlerken, güneşe çıkınca, müzik dinlerken, kitap okurken gibi aktiviteler sırasında olan bazı özel nöbetler vardır. Bunun için nöbeti tetikleyen sebep göz önüne alınarak tedbirli olunmalıdır. Ancak bu şekilde nöbeti tetikleyen bir durum olmadığı durumlarda, çocukların televizyon izlemesini, çikolata yemesini veya kola içmesini, sinemaya gitmesini, spor yapmasını engellemek doğru değildir. Daha önce nöbeti tetiklediği bilinen bir durum yoksa hiçbir şey kısıtlanmamalı, ancak kararınca yenilmesi, içilmesi ve yapılması sağlanmalıdır. Epilepsi hastalarının ilaçlarını aksatmaması gerekmektedir.  Zamanından bir saat önce veya bir saat sonra ilaç almanın sakıncası bulunmamaktadır. İlla o dakikada ilaçların içilmesi gerekli diye stres yaşanmamalı; sadece öğün atlanmamasına dikkat edilmelidir. Kazara bir öğün unutulmasının da ciddi bir sorun yaratmayacağını bilmek gerekmekte, ilaç kullanımı kaldığı yerden devam ettirilmelidir. Ağır sporlardan kaçınılmalı, havuzda veya denizde hastalığı bilen birisinin gözetiminde olmalı, dipten yüzülmemeli, yüksekten atlanmamalı, çatılarda, ağaç tepelerinde dolaşılmamalı, banyo ve duşta dikkatli olunması gerekmektedir. Havale nedir?Halk arasında havale olarak bilinen olay veya durum, hekimlerin nöbet, konvulsiyon, epilepsi nöbeti olarak tanımladıkları olaydır. Beklenmedik bir durum ve zamanda, kişinin bilincini kaybetmesi, gözlerini kaydırma, kol ve bacaklarını kasma veya çırpma, pelte gibi olma, değişik bir his alma, idrar kaçırma şeklinde kendini belli eden bir olaydır.Soğuk havale nedir? Ateşsiz havale nedir?Nöbet/havale çocuklarda genellikle bir hastalığın seyri sırasında, ateşin hızlı bir şekilde yükseldiği durumlarda olur. Bunlara ateşli havale denilmektedir. Hiç ateş olmadan oluşan nöbetler, ateşsiz nöbet olarak kabul edilir.Soğuk havalenin nedenleri nelerdir?Kan şekerinin düşmesi, kanda kalsiyum eksikliği, kafa travması, kafa içerisinde tümör, kanama, epilepsi gibi bir hastalıklar soğuk havalenin nedenleri arasında yer almaktadır.Soğuk havalenin belirtileri nelerdir?Soğuk havale/ateşsiz havalenin belirtileri arasında bilinç değişikliği veya bilinç kaybı, bayılma, boş bakma, yüz -kol ve bacaklarda kasılma, ağız kitlenmesi, ağızda köpürme, idrar kaçırma ve göz kayması bulunur.Epilepsi hastalığı nedir?Ateşsiz dönemde ortaya çıkan nöbetin, kısa veya uzun bir aradan sonra yeniden olması durumunda epilepsi hastalığından şüphe edilir.Epilepsi tanısı nasıl konur?Ateşsiz dönemde kendiliğinden ve iki veya daha fazla nöbet (soğuk havale) geçiren hastalara epilepsi tanısı konulur. Tanı koymak için başka tetkik gerekmez. Ancak tedavisinin planlanması ve kullanılacak ilacın seçilmesi için elektroensefalografi (EEG) tetkiki ile nöbetin sebebini belirlemek için hekimin gerek gördüğü durumda,  beyin tomografisi (BT) veya beyin manyetik rezonans görüntülemesi (MRG) yapılır. Bazı özel durumlarda (anne baba akrabalığı, ailede benzer hastanın olması, hastanın özel görünümünün olması ve muayenesinde dikkat çeken bulguların varlığında) özel kan ve idrar tetkikleri yapmak gerekebilmektedir.Soğuk havale nasıl tedavi edilir?Soğuk havale durumunda muayene ve yapılan tetkik sonuçlarına göre, öncelikle sebebe yönelik tedavi planlanır. Beyinde tümör, kist, damar tıkanması, kanama gibi bir durum olup olmadığı araştırılır. Belirgin bir sebep bulunamaz ise, epilepsi tedavisinde kullanılan; nöbetin şekli ve EEG bulgusu değerlendirilerek; hekim deneyimine göre bir ilaç tedavine başlanır. Epilepsi tedavisinde kullanılan ilaçlar, yan etkilerinin gözlemlenebilmesi için düşük dozda başlanır, yavaş yavaş artırılıp uygun doza çıkarılır. Daha sonra ilacın yan etkisine göre belli aralıklarla muayene ve kan tetkikleri yapılarak hasta takip edilir.İlaç tedavisi en az iki yıl nöbet gözlenmemek kaydı ile sürdürülmelidir. Daha sonra hekimin önerileri ve kontrol tetkikleri ile yine yavaş yavaş azaltılarak ilaç kesimi planlanır.Soğuk Havale İle İlgili Sık Sorulan Sorular Uykuda soğuk havale olur mu?Nöbetler yalnız uykuda, yalnız uyanık veya hem uykuda hem uyanıkken olabilir.Uykuda nöbetlerde genellikle hasta bir ses çıkarır, kendini kasabilir, çırpınma hareketi yapabilir, idrar kaçırabilir;  dilini ve yanağını ısırdığı için yastığında kan görülebilir.Soğuk havale beyine hasar verir mi?Havale zaten beyinden kaynaklanan bir olaydır. 5 dakikadan uzun sürmediği sürece beyinde hasar bırakmadığı kabul edilir. Ancak nöbete sebep olan olayın kendisi, beyinde hasar bırakabilir.Soğuk havaleye ilk müdahale nasıl olmalıdır? Soğuk havale geçiren çocuğa nasıl yaklaşılmalıdır? Nöbetler hiçbir şey yapılmasa bile, genellikle, 5 dakikadan kısa süre içinde, kendiliğinden durmakta ve hasta derin bir uykuya dalmaktadır. 5 dakikadan uzun nöbetler nadiren olmaktadır. Uzun süren nöbetler acil müdahale gerektiren, acil servise götürülmesi gereken nöbetlerdir.Nöbet geçiren çocukların aileleri veya yakınında bulunan kişiler, öncelikle nöbet sırasında sakin olmalıdır. Hastayı yan yatırarak varsa ağızdan gelen salyanın dışarı akması sağlanmalıdır. Hasta kolunu ve bacağını çırpıyorsa tutulmaya çalışılmamalıdır. Bunun yerine kendine zarar vermesini önleyecek tedbirler (keskin kenarlı cisimlerden uzak tutulmalı, başının altına yumuşak bir şey konulmalı) alınmalıdır. Bununla birlikte hastanın yüzüne görüne kolonya, su gibi sıvılar dökülmemeli, ağzına su ve ilaç gibi şeyler konulmamalıdır. Eğer hastanın dili dişlerinin arasında değilse, kitlenen çene açılmaya çalışmamalıdır. Hastanın dilinin geri kaçması ve boğazını tıkaması söz konuş olmamaktadır.Ateşli veya ateşsiz nöbet geçiren bir hastanın uzman hekim tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Hastanın kan tetkikleri yapıldıktan sonra bir anormallik bulunmaz ise; epilepsi yönünden değerlendirilmek üzere, çocuk nöroloji uzmanına yönlendirilmelidir.Tedavi edilmeyen soğuk havale ne gibi sonuçlar doğurur?Bazen ebeveynler ilacın zararının daha fazla olacağını düşünerek çocuklarına ilaç kullandırmak istemezler. Bu durumda geçirilen her nöbet yeni nöbete zemin hazırlayarak, daha sık ve daha uzun süreli nöbetlere neden olabilir. Ayrıca nöbetin nerede ne zaman olacağı bilinemez ve hasta nöbet esnasında kendine zarar verebilir ya da zarar verecek bir ortamda bulunabilir (banyoda, havuzda, denizde boğulma;  yolda, merdivende, okulda düşme gibi).Ateşsiz nöbet geçiren hastalar (epilepsi hastaları) nelere dikkat etmelidir?
5,459
623
Hastalıklar
Skorbüt hastalığı
Denizci hastalığı olarak da bilinen Skorbüt hastalığı C vitamini ( askorbik asit) eksikliği sonucu ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. Skorbüt bir zamanlar, uzun süren yolculukları sırasında taze sebze- meyve bulamayan denizcilerin korkulu rüyası olmuştur. Görülme sıklığı eskisi kadar olmasa da, beslenme bozukluğu olan kişilerde karşımıza çıkabilmektedir. Skorbüt hastalığı; halsizlik, kırgınlık iştah azalması, kilo alamama gibi belirtilerle kendini gösterebilmektedir. Hastalığın birkaç ay sürmesi durumunda şikayetlere nefes darlığı, kemik ve kas ağrıları eklenebilmektedir. C vitamininden zengin bir diyet, eksikliğin oluşmasını önlemek için genellikle yeterli olmaktadır. Denizci hastalığı olarak da bilinen Skorbüt hastalığı C vitamini ( askorbik asit) eksikliği sonucu ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. Skorbüt bir zamanlar, uzun süren yolculukları sırasında taze sebze- meyve bulamayan denizcilerin korkulu rüyası olmuştur. Görülme sıklığı eskisi kadar olmasa da, beslenme bozukluğu olan kişilerde karşımıza çıkabilmektedir. Skorbüt hastalığı; halsizlik, kırgınlık iştah azalması, kilo alamama gibi belirtilerle kendini gösterebilmektedir. Hastalığın birkaç ay sürmesi durumunda şikayetlere nefes darlığı, kemik ve kas ağrıları eklenebilmektedir. C vitamininden zengin bir diyet, eksikliğin oluşmasını önlemek için genellikle yeterli olmaktadır.  Memorial Ataşehir Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Halil Öztürk, denizci hastalığı olarak bilinen Skorbüt hastalığı hakkında bilgi verdi.Skorbüt hastalığı nedir?Skorbüt, vücutta C vitamini (askorbik asit) eksikliği sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Görülme sıklığı eskisi kadar olmasa da beslenme bozukluğu olan kişilerde ortaya çıkabilmektedir. C vitamini vücudumuzda sentezlenemez, bu nedenle diyetle dışarıdan alınması gerekir. Gıdalardan emilen C vitamini vücutta tüm dokularda, en çok salgı bezlerinde en az da kas ve yağ dokusunda bulunur. Kanda ve dokulardaki C vitamini fazla olduğu zaman böbrekler yoluyla atılır. Toplam miktarı yaklaşık 1500 miligramdır. En az üç ay vitaminden fakir bir diyetle beslenmek ve vücuttaki C vitaminin miktarının 350 miligramın altına inmesi skorbüt gelişimine yol açabilmektedir. Vitamin C, hücrelerimizdeki biyokimyasal reaksiyonların sonucunda ortaya çıkan ve organizma için zararlı olan serbest radikalleri uzaklaştırır. Böylece bu kimyasal atıkların DNA ve proteinler üzerine meydana getireceği ve oksidasyon dediğimiz zararlı etkileri ortadan kaldırır. Kolajen sentezinde önemli rolü olması sebebiyle eksikliği durumunda kolajen içeren deri, kıkırdak, kemik, diş ve damar duvarının yapısında bozukluklar görülür. Diş eti kanamaları ortaya çıkar. Bazı hormonların üretilmesi sürecinde görev alırken, sindirim sisteminden demir emilimini artırarak kandaki hemoglobin düzeyini yükseltir.Skorbüt hastalığı nedenleri nelerdir?Skorbüt, uzun süre C vitamininden yetersiz diyetle beslenenlerde ortaya çıkar. Yiyeceklerden aldığımız C vitamininin %90’ı sebze ve meyvelerden gelir. Bunların pişirilmesi durumunda içlerindeki C vitamini düzeyinde %20-40 oranında azalma olabilmektedir. Vücudumuzdaki C vitaminin düzeyinin azalmaması için yiyeceklerle almamız gereken günlük miktar yaklaşık olarak erkeklerde 90 mg, kadınlarda ise 75 mg olarak belirtilmektedir. Aksi takdirde, toplam C vitamini havuzu 3 ay sonra belirgin azalmış olarak karşımıza çıkar. C vitamini oksidasyona eğilimlidir. Sigara içilmesi, inflamasyon ( iltihabi durumlar), malabsorbsiyon ( yetersiz emilim), demir fazlalığı gibi durumlarda toplam miktarında azalma görülür.C vitamini eksikliğine yol açabilecek risk faktörleri şu şekilde sıralanabilir:● Sadece inek sütü ile beslenen yenidoğanlar● Alkol tüketimi fazla olan bireyler● Sadece fast food tarzı yiyeceklerle beslenenler● Sebze ve meyve tüketimi az olan kişiler● Sigara içenler● Gebe ve emziren anneler● Tip I diyabet, diyaliz gerektiren böbrek yetmezliği ve hipertroidi olanlar Kanser ve anoreksia nervosa tedavisi görenler● Çölyak, crohn gibi kronik sindirim sistemi hastalıkları olanlar ve sindirim sistemi cerrahisi geçirenler● Vücutta demir fazlalığı olanlarSkorbüt hastalığı belirtileri nelerdir?C vitamini eksikliğinin yani skorbüt hastalığının ilk belirtileri spesifik olmayan şikayetlerdir. Skorbüt; halsizlik, kırgınlık iştah azalması kilo alamama gibi belirtiler ile başlayabilir. Skorbüt hastalığının devam etmesi halinde yaklaşık birkaç ay sonra nefes darlığı, kemik ve kas ağrıları gibi belirtiler de başlayabilmektedir. Kas ağrılarının sebebi yetersiz karnitin üretimidir. Deride pürüzlenme, morarma ve noktasal döküntü, yara iyileşmesinde gecikmeler, diş eti kanamaları ve diş kaybı, duygusal değişiklikler, bacaklarda ağrı ve hassasiyet, kanama bozuklukları, uzun kemikler üzerinde şişlikler ilerleyen dönemde ortaya çıkan belirti ve bulgulardır. Tedavi edilmediği takdirde yaygın ödem, sarılık, ateş, görülebilir beyin kanaması ve organ içi kanamalar ölüme sebebiyet verebilir.Skorbüt hastalığı teşhisi nasıl yapılır?Skorbüt hastalığının teşhisinde laboratuvar testleri her zaman yardımcı olmayabilir. Belirti ve muayene bulgularının skorbütü desteklediği durumlarda C vitamini desteği ile klinik olarak düzelme olması tanıyı doğrular. Bunun yanında, kandaki C vitamin seviyesini ölçümü faydalı olabilir. Ancak bu ölçümde saptanan düzey son günlerdeki diyetin etkisini de yansıtabileceğinden, dokulardaki gerçek C vitamin miktarını göstermeyebilir. Açlık kanındaki C vitamin düzeyi 0,6 mg/dl ve daha fazla ise eksiklik yoktur: 0,2 mg/dl altındaki değerler düşüklüğü gösterir. Ara değerlerde tanıdan emin olunmayabilir. Lökositlerde C vitamini düzeyi ölçümü daha güvenilir sonuç vermektedir. Çünkü lökosit içindeki vitamin miktarı diyetteki değişikliklerden etkilenmeyecek ve dokulardaki C vitaminini düzeyini daha doğru gösterecektir.Skorbüt hastalığı tedavisi nasıldır?Skorbüt hastalığının tedavisinde C vitamininden zengin bir diyet, eksikliğin oluşmasını önlemek için genellikle yeterli olabilmektedir. Skorbüt hastalığı hakkında sık sorulan sorular 1 günlük C vitamini ihtiyacı nasıl karşılanır?Meyvelerden narenciye grubu, özellikle; limon ve greyfurt, çilek, kavun, sebzelerden yeşilbiber, brokoli, karnabahar, ıspanak, domates, patates ve lahana C vitamininden zengin besinlerdir.Diyetle alınması gereken C vitamini miktarı yaşa göre şu şekilde özetlenebilir: Doğum- 6. ay 40 mg 7-12. ay 50 mg 1-3 yaş 15 mg 4-8 yaş 25 mg 9-13 yaş 45 mg Erkek 14-18 75 mg Kız 14-18 65 mg Erkek 90 mg Kadın 75 mg Gebeler 85 mg Emzirenler 120 mgSkorbüt hastaları nasıl beslenmelidir?Skorbüt hastalığı saptandığı takdirde bu durumun tek tedavisi C vitamini eksikliğinin düzeltilmesi, kişiye ağız veya gerektiğinde damar yolu ile C vitamini verilmesidir. Bununla birlikte, demir eksikliği, vitamin B12 ve folik asit eksikliği gibi diğer mineral ve vitamin eksikliklerinin de düzeltilmesi tedavinin ayrılmaz bir parçasıdır. Sonrasında ise diyetin gözden geçirilmesi, taze sebze ve meyveyi içeren dengeli bir diyetin düzenlenmesi, gerekir.C vitamini eksikliği morarma yapar mı?Uygun tedavi ile skorbütte görülen kanamalar 24 saat içinde düzelir, birkaç gün içinde kemik ve kas ağrıları azalır, deri döküntüleri ise iki haftada kaybolur.Skorbüte neden denizci hastalığı denir?Eskiden uzun süren deniz yolculukları sırasında taze sebze, meyve bulunamaması C vitamini eksikliğine yani skobüt hastalığına yol açabilmekteydi. Bu nedenle skorbüt hastalığı eskiden daha çok denizci hastalığı olarak anılmaktaydı. Memorial Ataşehir Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Halil Öztürk, denizci hastalığı olarak bilinen Skorbüt hastalığı hakkında bilgi verdi.Skorbüt hastalığı nedir?Skorbüt, vücutta C vitamini (askorbik asit) eksikliği sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Görülme sıklığı eskisi kadar olmasa da beslenme bozukluğu olan kişilerde ortaya çıkabilmektedir. C vitamini vücudumuzda sentezlenemez, bu nedenle diyetle dışarıdan alınması gerekir. Gıdalardan emilen C vitamini vücutta tüm dokularda, en çok salgı bezlerinde en az da kas ve yağ dokusunda bulunur. Kanda ve dokulardaki C vitamini fazla olduğu zaman böbrekler yoluyla atılır. Toplam miktarı yaklaşık 1500 miligramdır. En az üç ay vitaminden fakir bir diyetle beslenmek ve vücuttaki C vitaminin miktarının 350 miligramın altına inmesi skorbüt gelişimine yol açabilmektedir. Vitamin C, hücrelerimizdeki biyokimyasal reaksiyonların sonucunda ortaya çıkan ve organizma için zararlı olan serbest radikalleri uzaklaştırır. Böylece bu kimyasal atıkların DNA ve proteinler üzerine meydana getireceği ve oksidasyon dediğimiz zararlı etkileri ortadan kaldırır. Kolajen sentezinde önemli rolü olması sebebiyle eksikliği durumunda kolajen içeren deri, kıkırdak, kemik, diş ve damar duvarının yapısında bozukluklar görülür. Diş eti kanamaları ortaya çıkar. Bazı hormonların üretilmesi sürecinde görev alırken, sindirim sisteminden demir emilimini artırarak kandaki hemoglobin düzeyini yükseltir.Skorbüt hastalığı nedenleri nelerdir?Skorbüt, uzun süre C vitamininden yetersiz diyetle beslenenlerde ortaya çıkar. Yiyeceklerden aldığımız C vitamininin %90’ı sebze ve meyvelerden gelir. Bunların pişirilmesi durumunda içlerindeki C vitamini düzeyinde %20-40 oranında azalma olabilmektedir. Vücudumuzdaki C vitaminin düzeyinin azalmaması için yiyeceklerle almamız gereken günlük miktar yaklaşık olarak erkeklerde 90 mg, kadınlarda ise 75 mg olarak belirtilmektedir. Aksi takdirde, toplam C vitamini havuzu 3 ay sonra belirgin azalmış olarak karşımıza çıkar. C vitamini oksidasyona eğilimlidir. Sigara içilmesi, inflamasyon ( iltihabi durumlar), malabsorbsiyon ( yetersiz emilim), demir fazlalığı gibi durumlarda toplam miktarında azalma görülür.C vitamini eksikliğine yol açabilecek risk faktörleri şu şekilde sıralanabilir:● Sadece inek sütü ile beslenen yenidoğanlar● Alkol tüketimi fazla olan bireyler● Sadece fast food tarzı yiyeceklerle beslenenler● Sebze ve meyve tüketimi az olan kişiler● Sigara içenler● Gebe ve emziren anneler● Tip I diyabet, diyaliz gerektiren böbrek yetmezliği ve hipertroidi olanlar● Çölyak, crohn gibi kronik sindirim sistemi hastalıkları olanlar ve sindirim sistemi cerrahisi geçirenler● Vücutta demir fazlalığı olanlarSkorbüt hastalığı belirtileri nelerdir?C vitamini eksikliğinin yani skorbüt hastalığının ilk belirtileri spesifik olmayan şikayetlerdir. Skorbüt; halsizlik, kırgınlık iştah azalması kilo alamama gibi belirtiler ile başlayabilir. Skorbüt hastalığının devam etmesi halinde yaklaşık birkaç ay sonra nefes darlığı, kemik ve kas ağrıları gibi belirtiler de başlayabilmektedir. Kas ağrılarının sebebi yetersiz karnitin üretimidir. Deride pürüzlenme, morarma ve noktasal döküntü, yara iyileşmesinde gecikmeler, diş eti kanamaları ve diş kaybı, duygusal değişiklikler, bacaklarda ağrı ve hassasiyet, kanama bozuklukları, uzun kemikler üzerinde şişlikler ilerleyen dönemde ortaya çıkan belirti ve bulgulardır. Tedavi edilmediği takdirde yaygın ödem, sarılık, ateş, görülebilir beyin kanaması ve organ içi kanamalar ölüme sebebiyet verebilir.Skorbüt hastalığı teşhisi nasıl yapılır?Skorbüt hastalığının teşhisinde laboratuvar testleri her zaman yardımcı olmayabilir. Belirti ve muayene bulgularının skorbütü desteklediği durumlarda C vitamini desteği ile klinik olarak düzelme olması tanıyı doğrular. Bunun yanında, kandaki C vitamin seviyesini ölçümü faydalı olabilir. Ancak bu ölçümde saptanan düzey son günlerdeki diyetin etkisini de yansıtabileceğinden, dokulardaki gerçek C vitamin miktarını göstermeyebilir. Açlık kanındaki C vitamin düzeyi 0,6 mg/dl ve daha fazla ise eksiklik yoktur: 0,2 mg/dl altındaki değerler düşüklüğü gösterir. Ara değerlerde tanıdan emin olunmayabilir. Lökositlerde C vitamini düzeyi ölçümü daha güvenilir sonuç vermektedir. Çünkü lökosit içindeki vitamin miktarı diyetteki değişikliklerden etkilenmeyecek ve dokulardaki C vitaminini düzeyini daha doğru gösterecektir.Skorbüt hastalığı tedavisi nasıldır?Skorbüt hastalığının tedavisinde C vitamininden zengin bir diyet, eksikliğin oluşmasını önlemek için genellikle yeterli olabilmektedir. Skorbüt hastalığı hakkında sık sorulan sorular 1 günlük C vitamini ihtiyacı nasıl karşılanır?Meyvelerden narenciye grubu, özellikle; limon ve greyfurt, çilek, kavun, sebzelerden yeşilbiber, brokoli, karnabahar, ıspanak, domates, patates ve lahana C vitamininden zengin besinlerdir.Diyetle alınması gereken C vitamini miktarı yaşa göre şu şekilde özetlenebilir:Skorbüt hastaları nasıl beslenmelidir?Skorbüt hastalığı saptandığı takdirde bu durumun tek tedavisi C vitamini eksikliğinin düzeltilmesi, kişiye ağız veya gerektiğinde damar yolu ile C vitamini verilmesidir. Bununla birlikte, demir eksikliği, vitamin B12 ve folik asit eksikliği gibi diğer mineral ve vitamin eksikliklerinin de düzeltilmesi tedavinin ayrılmaz bir parçasıdır. Sonrasında ise diyetin gözden geçirilmesi, taze sebze ve meyveyi içeren dengeli bir diyetin düzenlenmesi, gerekir.C vitamini eksikliği morarma yapar mı?Uygun tedavi ile skorbütte görülen kanamalar 24 saat içinde düzelir, birkaç gün içinde kemik ve kas ağrıları azalır, deri döküntüleri ise iki haftada kaybolur.Skorbüte neden denizci hastalığı denir?
4,966
624
Hastalıklar
Somatoform Bozukluk
Somatik belirti bozuklukları varlığında belirgin bedensel semptomlar görülür ancak yine de bunlar ruhsal bozukluklar olarak tanımlanır. Hastalar genellikle, vücutlarının farklı bölgelerinde oluşan ağrı, yorgunluk, baş dönmesi, çarpıntı vb. bedensel şikayetler ile uzmana başvurur. Memorial Bahçelievler Hastanesi Psikoloji Bölümü’nden Uz. Psi. Arzu Beyribey, somatoform bozukluk hakkında bilgi verdi. Somatik belirti bozuklukları varlığında belirgin bedensel semptomlar görülür ancak yine de bunlar ruhsal bozukluklar olarak tanımlanır. Hastalar genellikle, vücutlarının farklı bölgelerinde oluşan ağrı, yorgunluk, baş dönmesi, çarpıntı vb. bedensel şikayetler ile uzmana başvurur. Memorial Bahçelievler Hastanesi Psikoloji Bölümü’nden Uz. Psi. Arzu Beyribey, somatoform bozukluk hakkında bilgi verdi. Psikosomatik belirti bozukluğu (Somatoform bozukluk) nedir?Psikosomatik bozukluklar, mevcut bir tıbbi hastalığın varlığında kısmen duygusal faktörlerden kaynaklanan fizyolojik değişiklikler ile karakterize bozukluklar olarak tanımlanmaktadır. Kardiyovasküler, solunumsal, endokrinolojik, dermatolojik vb. çeşitli sistemlerde ortaya çıkabilmektedir. Somatik belirti bozuklukları, belirgin somatik veya bedensel semptomların göze çarptığı ancak ruhsal bozuklulardır. Kişiler genellikle, vücutlarında farklı bölgelerde oluşan ağrı, yorgunluk, baş dönmesi, çarpıntı vb. gibi bedensel şikayetler ile başvururlar. Aynı anda birden fazla belirtiden şikayetçi olunabileceği gibi, kalıcı ve sürekli nitelikte tek bir belirtiden de bahsedilebilir. Kişi, yüksek düzeyde bir sağlık korkusu ile kendisini kontrol etme davranışına da sahip olabilmektedir. “Tıbbi durumları etkileyen psikolojik etkenler” olarak da adlandırılmaktadırlar.Psikosomatik belirti bozukluğu (Somatoform bozukluk) belirtileri nelerdir?Psikosomatik belirti bozukluğu (Somatoform bozukluk) belirtileri şöyle sıralanmaktadır: Baş ağrısı Karın ağrısı Yüksek endişe Sürekli yorgunluk, bitkinlik Ağrılar Denge sorunları Görme bozuklukları Sırt ağrısı Kas ağrıları Kalp ağrısı İrritabl Bağırsak Sendromu Çeşitli cilt hastalıkları Saç dökülmesiPsikosomatik belirti bozukluğu (Somatoform bozukluk) sebepleri nelerdir?Psikosomatik belirti bozukluğu (Somatoform bozukluk) sebepleri şöyle sıralanmaktadır: İster fizyolojik ister psikolojik olsun, bireyin işlevselliğini bozan durumlara “stres” adı verilmekte olup, insan vücudu; strese karşı fizyolojik, davranışsal, bilişsel tepkiler verebilir. Bu tepki, çağımız insanında çeşitli hastalıkların ortaya çıkışına, yani psikosomatik bozuklukların gelişimine zemin hazırlamıştır. Etiyolojisi kesin olmamakla birlikte, yapılan araştırmalar, erken çocukluk döneminde ihmal ile büyümüş, cinsel istismara uğramış olan, kaotik yaşam tarzı, çocukluk ve ergenlik döneminde pasif yetiştirilme tarzı ile kendini ifade etme alanının olmaması alkol ve madde bağımlılığı olan kişilerin, muhtemel risk faktörleri arasında sayılabileceğini belirtmektedir. Çocuğun ebeveynleri ile olan sağlıksız bağlanma örüntüleri ve çocukluk çağı sıkıntılarıyla somatizasyon arasında başka bir bağlantıya da işaret edilmektedir. Güvensiz bağlanma,  ileride erişkinlikte somatizasyonu öngörmektedir. Kişilik özellikleri, bilinçdışı çatışmalar, yanlış davranış örüntüleri, psikolojik faktörler olarak psikosomatik bozuklukların tetikleyicileri olabilmektedirler. Stresli yaşam olayları, kişilik özellikleri, duygusal ve sözel ifade güçlükleri gibi çevresel, kültürel, sosyal ve psikolojik faktörler etkili olabilmektedir. Toplumsal,  kültürel, coğrafi farklılıklar psikosomatik bozuklukların görülme sıklığı konusunda etki göstermektedir.Psikosomatik belirti bozukluğu (Somatoform bozukluk) tanısı nasıl koyulur?Somatik belirti bozukluğunun tanı ölçütleri şöyle sıralanmaktadır: A. Sıkıntı veren ya da günlük yaşamı önemli ölçüde kesintiye uğratan bir ya da birden çok bedensel belirtiB. Somatik belirti ya da belirtilere aşağıdakilerden en az birinin (düşünce, duygu ve davranış) eşlik etmesi; Kişinin belirtilerinin önemiyle orantısız süreklilik gösteren düşünceler Sağlıkla ya da somatik belirtilerle ilgili sürekli yüksek düzeyde kaygı Bu belirtilere ya da sağlık kaygılarına aşırı zaman ve içsel güç harcanmasıC. Herhangi bir somatik belirti sürekli olarak bulunmasa da, aralıklı olarak en az 6 ay semptomatik olma durumuPsikosomatik belirti bozukluğu (Somatoform bozukluk) tedavisi nasıldır?Psikosomatik belirti bozukluğunda (Somatoform bozukluk) doğru tedavi yöntemini belirlemek için somatik belirtileri etkileyen psikolojik, sosyal ve kültürel faktörler belirlenerek, bozukluğun hastanın hayatında bazı düzenlemeler yapması için “işlevsel” olduğunun izahı, bireyin bedensel stres ile aktif olarak başa çıkma potansiyelini de artıracaktır.Bir kısım hastaların, sağlık sistemi içinde gözden kaçırılmış, önemsenmemiş hissettiği dikkate alındığında terapötik bir güven ilişkisi içinde oluşturulan terapi ilişkisinin önemi göze çarpacaktır.Bu bozukluğu olan çoğu çocuk, geç ergenlikte veya erken yetişkinlikte iyileşmekte olup, psikolog ve hasta arasında güçlü, pozitif bir ilişki esastır.Psikoterapide, tedaviye yaklaşımın seçilmesi, psikosomatik belirtilere tolerans, hastanın tedaviye başlama kapasitesi, değerlendirilerek bir yol belirlenir. Tedavinin hedefleri arasında, psikosomatik belirtilerin sayı ve şiddetinde iyileşme, rutin yaşam aktivitelerindeki işleyişi arttırma, duygusal başa çıkma becerilerinde artış, eğer var ise, anksiyete/depresyon semptomlarında iyileşme belirlenebilir.Psikoterapi, bu hastalarda kullanılan net bir tedavi yöntemi olup, bazen kişiler yine de  “konuşma tedavisinin” bedensel belirtileri nasıl yok edeceğini anlamlandırmakta zorlanabilirler. Ancak araştırmalar göstermektedir ki, özellikle bilişsel davranışçı terapinin (BDT) somatik belirti ve ilişkili bozuklukları olan hastalarda olumlu etki yaratmaktadır. Kişinin inançlarını doğrulamak veya tersini kanıtlamak için, kişinin yaşantısını ve düşünce yapısını anlamak, farkındalığı arttırıcı çalışmalar yaparak, zihinsel işleyişi iyileştirmek, zararlı davranış örüntülerini değiştirmek kullanılan adımlar arasında yer alacaktır.Sağlıklı bir hayat tarzı, fiziksel, sosyal aktivite, düzenli uyku ve yaşam düzenine gevşetici hobilerin eklenmesi teşvik edilmelidir. Gerekli görüldüğünde, tedaviye bir antidepresan ilaç da eklenmesi önerilebilir. Özellikle baskın semptom ağrı olduğunda, ilaçlar destek sağlayabilmektedir. Farmakoterapi, somatik belirti bozukluğu olan bir kişide anksiyete bozukluğu veya depresif bozukluk gibi altta yatan başka bir bozukluk olduğunda da işe yaramaktadır.Somatoform Bozukluk Hakkında Sıkça Sorulan Sorular Psikosomatik belirti bozukluğu (Somatoform bozukluk) kimlerde görülür?Psikosomatik belirti bozukluğu (Somatoform bozukluk) kadınlarda erkeklere oranla daha fazla görülür. Ataerkil toplum yapısı ve küçüklükten itibaren pasif pozisyonda yetiştirilen kadınlarda somatizasyon bozukluklarının daha sık görüldüğü belirtilmektedir. Düşük sosyoekonomik ve kültür düzeyinde daha fazla görülmekte olup, Batı kültüründe daha seyrek görülmekle birlikte Doğu kültürlerinde sıkça izlenmektedir.Psikosomatik belirti bozukluğunun (Somatoform bozukluk) toplumdaki sıklığı %5 ile 7 arasında tahmin edilmektedir. Belirtiler herhangi bir yaşta başlayabilir, ancak en sık 20 ila 30 yaşları arasında görülmektedir. Kadınlarda erkeklere göre 5-10 kat daha fazla görülmesinin nedeni, cinsiyete bağlı bir farklılık ya da kültürel farklılıkların bir yansıması ile ilişkili olabileceği yönündedir.Psikosomatik belirti bozukluğu (Somatoform bozukluk) iyileşir mi?Bedensel semptom bozuklukları genellikle kronik olduğundan, psikosomatik belirti bozukluğunda (Somatoform bozukluk) zamanla belirtilerin azalması, artması ya da kişinin tamamen iyileşmesi izlenebilmektedir. Tıbbi olarak açıklanamayan semptomları olan hastaların, ortalama %50 ile %75’inin iyileşme gösterdiğini,  %10 ile %30’unun zamanla kötüleştiği belirtilmektedir.Panik atak- somatik belirti- konversiyon bozukluğu- beden dismorfik bozukluğu- hastalık anksiyetesi farkı nedir?Panik atak-somatik belirti-konversiyon bozukluğu-beden dismorfik bozukluğu-hastalık anksiyetesi farkı belirtiler ile kendini gösterebilmektedir. Bunlar şöyle özetlenebilir:Panik bozuklukta, sağlıkla ilgili somatik belirtiler ve kaygı belirtileri, ani ve nispeten şiddetli ataklarla ortaya çıkarken, somatik semptom bozukluğunda kaygı ve bedensel belirtiler daha uzun bir süreye yayılmaktadır. Yaygın anksiyete bozukluğunda ise, kişiler, birden çok olaya,  duruma, bağlı alanda kaygıya sahip olup, sağlık konusu bu ayaklardan sadece biri olabilmektedir. Konversiyon bozukluğunda, mevcut belirti genellikle bir duyu ya da motor alanda işlev kaybıyla alakalı iken, bedensel belirti bozukluğunda, ana nokta, belirtilerin neden olduğu sıkıntı üzerindedir. Bedensel belirti bozukluğunda, bireyin somatik belirtilerin altta yatan ciddi fiziksel bir hastalık sebepli olduğuna dair düşünceleri sanrısal yoğunlukta değildir.  Beden dismorfik bozuklukta birey, fiziksel özelliklerinde algıladığı bir eksiklikle fazlaca ilgilenirken, bedensel belirti bozukluğunda, somatik belirtilerle ilgili endişe dış görünüşte bir kusuru değil, altta yatan hastalık korkusunu yansıtır.Bedensel belirtilerin mevcut olması durumunda somatik belirti tanısı konur. Hastalık anksiyetesinde ise, bedensel belirti ya hiç yoktur ya da çok azdır. Hastalık anksiyetesi tanısı alan hastalar, somatik belirtili kişilere göre, daha az belirtiden yakınmakta olup, pek çok bedensel belirtiden kaydı duymaktan ziyade, daha çok hasta oldukları/olacakları inancıyla meşgul olmaktadırlar. Psikosomatik belirti bozukluğu (Somatoform bozukluk) nedir?Psikosomatik bozukluklar, mevcut bir tıbbi hastalığın varlığında kısmen duygusal faktörlerden kaynaklanan fizyolojik değişiklikler ile karakterize bozukluklar olarak tanımlanmaktadır. Kardiyovasküler, solunumsal, endokrinolojik, dermatolojik vb. çeşitli sistemlerde ortaya çıkabilmektedir. Somatik belirti bozuklukları, belirgin somatik veya bedensel semptomların göze çarptığı ancak ruhsal bozuklulardır. Kişiler genellikle, vücutlarında farklı bölgelerde oluşan ağrı, yorgunluk, baş dönmesi, çarpıntı vb. gibi bedensel şikayetler ile başvururlar. Aynı anda birden fazla belirtiden şikayetçi olunabileceği gibi, kalıcı ve sürekli nitelikte tek bir belirtiden de bahsedilebilir. Kişi, yüksek düzeyde bir sağlık korkusu ile kendisini kontrol etme davranışına da sahip olabilmektedir. “Tıbbi durumları etkileyen psikolojik etkenler” olarak da adlandırılmaktadırlar.Psikosomatik belirti bozukluğu (Somatoform bozukluk) belirtileri nelerdir?Psikosomatik belirti bozukluğu (Somatoform bozukluk) belirtileri şöyle sıralanmaktadır:Psikosomatik belirti bozukluğu (Somatoform bozukluk) sebepleri nelerdir?Psikosomatik belirti bozukluğu (Somatoform bozukluk) sebepleri şöyle sıralanmaktadır:Psikosomatik belirti bozukluğu (Somatoform bozukluk) tanısı nasıl koyulur?Somatik belirti bozukluğunun tanı ölçütleri şöyle sıralanmaktadır: A. Sıkıntı veren ya da günlük yaşamı önemli ölçüde kesintiye uğratan bir ya da birden çok bedensel belirtiB. Somatik belirti ya da belirtilere aşağıdakilerden en az birinin (düşünce, duygu ve davranış) eşlik etmesi;C. Herhangi bir somatik belirti sürekli olarak bulunmasa da, aralıklı olarak en az 6 ay semptomatik olma durumuPsikosomatik belirti bozukluğu (Somatoform bozukluk) tedavisi nasıldır?Psikosomatik belirti bozukluğunda (Somatoform bozukluk) doğru tedavi yöntemini belirlemek için somatik belirtileri etkileyen psikolojik, sosyal ve kültürel faktörler belirlenerek, bozukluğun hastanın hayatında bazı düzenlemeler yapması için “işlevsel” olduğunun izahı, bireyin bedensel stres ile aktif olarak başa çıkma potansiyelini de artıracaktır.Bir kısım hastaların, sağlık sistemi içinde gözden kaçırılmış, önemsenmemiş hissettiği dikkate alındığında terapötik bir güven ilişkisi içinde oluşturulan terapi ilişkisinin önemi göze çarpacaktır.Bu bozukluğu olan çoğu çocuk, geç ergenlikte veya erken yetişkinlikte iyileşmekte olup, psikolog ve hasta arasında güçlü, pozitif bir ilişki esastır.Psikoterapide, tedaviye yaklaşımın seçilmesi, psikosomatik belirtilere tolerans, hastanın tedaviye başlama kapasitesi, değerlendirilerek bir yol belirlenir. Tedavinin hedefleri arasında, psikosomatik belirtilerin sayı ve şiddetinde iyileşme, rutin yaşam aktivitelerindeki işleyişi arttırma, duygusal başa çıkma becerilerinde artış, eğer var ise, anksiyete/depresyon semptomlarında iyileşme belirlenebilir.Psikoterapi, bu hastalarda kullanılan net bir tedavi yöntemi olup, bazen kişiler yine de  “konuşma tedavisinin” bedensel belirtileri nasıl yok edeceğini anlamlandırmakta zorlanabilirler. Ancak araştırmalar göstermektedir ki, özellikle bilişsel davranışçı terapinin (BDT) somatik belirti ve ilişkili bozuklukları olan hastalarda olumlu etki yaratmaktadır. Kişinin inançlarını doğrulamak veya tersini kanıtlamak için, kişinin yaşantısını ve düşünce yapısını anlamak, farkındalığı arttırıcı çalışmalar yaparak, zihinsel işleyişi iyileştirmek, zararlı davranış örüntülerini değiştirmek kullanılan adımlar arasında yer alacaktır.Sağlıklı bir hayat tarzı, fiziksel, sosyal aktivite, düzenli uyku ve yaşam düzenine gevşetici hobilerin eklenmesi teşvik edilmelidir. Gerekli görüldüğünde, tedaviye bir antidepresan ilaç da eklenmesi önerilebilir. Özellikle baskın semptom ağrı olduğunda, ilaçlar destek sağlayabilmektedir. Farmakoterapi, somatik belirti bozukluğu olan bir kişide anksiyete bozukluğu veya depresif bozukluk gibi altta yatan başka bir bozukluk olduğunda da işe yaramaktadır.Somatoform Bozukluk Hakkında Sıkça Sorulan Sorular Psikosomatik belirti bozukluğu (Somatoform bozukluk) kimlerde görülür?Psikosomatik belirti bozukluğu (Somatoform bozukluk) kadınlarda erkeklere oranla daha fazla görülür. Ataerkil toplum yapısı ve küçüklükten itibaren pasif pozisyonda yetiştirilen kadınlarda somatizasyon bozukluklarının daha sık görüldüğü belirtilmektedir. Düşük sosyoekonomik ve kültür düzeyinde daha fazla görülmekte olup, Batı kültüründe daha seyrek görülmekle birlikte Doğu kültürlerinde sıkça izlenmektedir.Psikosomatik belirti bozukluğunun (Somatoform bozukluk) toplumdaki sıklığı %5 ile 7 arasında tahmin edilmektedir. Belirtiler herhangi bir yaşta başlayabilir, ancak en sık 20 ila 30 yaşları arasında görülmektedir. Kadınlarda erkeklere göre 5-10 kat daha fazla görülmesinin nedeni, cinsiyete bağlı bir farklılık ya da kültürel farklılıkların bir yansıması ile ilişkili olabileceği yönündedir.Psikosomatik belirti bozukluğu (Somatoform bozukluk) iyileşir mi?Bedensel semptom bozuklukları genellikle kronik olduğundan, psikosomatik belirti bozukluğunda (Somatoform bozukluk) zamanla belirtilerin azalması, artması ya da kişinin tamamen iyileşmesi izlenebilmektedir. Tıbbi olarak açıklanamayan semptomları olan hastaların, ortalama %50 ile %75’inin iyileşme gösterdiğini,  %10 ile %30’unun zamanla kötüleştiği belirtilmektedir.Panik atak- somatik belirti- konversiyon bozukluğu- beden dismorfik bozukluğu- hastalık anksiyetesi farkı nedir?Panik atak-somatik belirti-konversiyon bozukluğu-beden dismorfik bozukluğu-hastalık anksiyetesi farkı belirtiler ile kendini gösterebilmektedir. Bunlar şöyle özetlenebilir:Panik bozuklukta, sağlıkla ilgili somatik belirtiler ve kaygı belirtileri, ani ve nispeten şiddetli ataklarla ortaya çıkarken, somatik semptom bozukluğunda kaygı ve bedensel belirtiler daha uzun bir süreye yayılmaktadır. Yaygın anksiyete bozukluğunda ise, kişiler, birden çok olaya,  duruma, bağlı alanda kaygıya sahip olup, sağlık konusu bu ayaklardan sadece biri olabilmektedir. Konversiyon bozukluğunda, mevcut belirti genellikle bir duyu ya da motor alanda işlev kaybıyla alakalı iken, bedensel belirti bozukluğunda, ana nokta, belirtilerin neden olduğu sıkıntı üzerindedir. Bedensel belirti bozukluğunda, bireyin somatik belirtilerin altta yatan ciddi fiziksel bir hastalık sebepli olduğuna dair düşünceleri sanrısal yoğunlukta değildir.  Beden dismorfik bozuklukta birey, fiziksel özelliklerinde algıladığı bir eksiklikle fazlaca ilgilenirken, bedensel belirti bozukluğunda, somatik belirtilerle ilgili endişe dış görünüşte bir kusuru değil, altta yatan hastalık korkusunu yansıtır.
6,462
625
Hastalıklar
SMA Hastalığı
Spinal müsküler atrofi (SMA), emekleme, yürüme, dik oturma, baş hareketlerini kontrol etme yeteneğini etkileyen, kaslarda zayıflama yanı sıra kasların incelmesi ve küçülmesi olarak bilinen atrofiye neden olan nadir görülen genetik bir hastalıktır. SMA türlerinde nefes alma ve yutmayı sağlayan kaslarda zarar görür. SMA çoğunlukla bebekleri ve çocukları etkiler ancak yetişkinlerde de görülebilir. SMA tipine semptomlar daha şiddetli olabilir. Gen değiştirme ve hastalık değiştirici tedaviler umut verse de kesin bir tedavisi bulunmamaktadır.Spinal müsküler atrofi (SMA), emekleme, yürüme, dik oturma, baş hareketlerini kontrol etme yeteneğini etkileyen, kaslarda zayıflama yanı sıra kasların incelmesi ve küçülmesi olarak bilinen atrofiye neden olan nadir görülen genetik bir hastalıktır. SMA türlerinde nefes alma ve yutmayı sağlayan kaslarda zarar görür. SMA çoğunlukla bebekleri ve çocukları etkiler ancak yetişkinlerde de görülebilir. SMA tipine semptomlar daha şiddetli olabilir. Gen değiştirme ve hastalık değiştirici tedaviler umut verse de kesin bir tedavisi bulunmamaktadır. SMA Hastalığı Nedir?Spinal musküler atrofi (SMA), motor nöronu olarak bilinen ve istemli kas hareketlerini kontrol eden sinir hücrelerini etkileyerek kasların giderek zayıflamasına neden olan kalıtsal bir hastalıktır. Kasların omurilikte bulunan sinir hücrelerinden gelen sinyalleri yanıtlayamaması körelmesine ve buna bağlı olarak kasların küçülmesi ve zamanla yok olmasına yani atrofiye neden olur. Böylelikle hastanın kollar ve bacaklar ile baş ve boyun kaslarını kontrol edemez hale gelir. Yürüme, emekleme, baş ve boyun kontrolü, yutma ve nefes alma gibi hareketleri de etkilenir. Kas kaybına ve kas zayıflığına sebep olan SMA hastalığında; görme, işitme, tat alma, koklama ve dokunma duyuları ile zihinsel ve duygusal işlevsellik ise tamamen normaldir.SMA Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Tip I SMA hastalığı hastalığı bebekleri doğumdan itibaren 6 ay içinde etkilemeye başlar ve çoğu bebek 3 aydan itibaren ilk olarak kaslarda güçsüzlük belirtisi görünmeye başlar. Tip II ve III, 7 ila 18 ay arasındaki çocukları etkilemeye başlar. Gövdeye yakın kaslarda güçsüzlük belirtisi görülür ve çocuklar bağımsız olarak oturabilir ancak yürüyemezler.SMA hastalığının en yaygın görülen belirtileri şöyle sıralanır: Kaslarda zayıflık, güçsüzlük, hareket etmede zorluk çekme Oturma, emekleme, yürüme gibi kaba motor becerilerinde gecikme Kas seğirmeleri Baş kontrolünde zayıflık Emme ve yutma güçlüğü çekme Skolyoz gibi kemik ve eklem sorunları Solunum sorunları yaşama Yeme ve yutmada güçlük Nefes almada zorlanma Seste cılızlık ve dilde seğirme Yürüme esnasında sıklıkla düşme, yürüme yeteneğinde azalma Yerde oturduktan sonra ayağa kalkmada zorluk Reflekslerde azalma Kramplar Ellerde titreme Bebeklerde yaşıtlardan geri kalmaSMA Hastalığı Neden Olur?SMA hastalığının en yaygın nedeni, 'hayatta kalma motor nöron 1' (SMN1) adı verilen mutasyona uğramış veya eksik gendir. Bu durum 'otozomal resesif kalıtım’ olarak adlandırılır. Her iki ebeveyn de taşıyıcıysa, çocuğun SMA hastası olma olasılığı (dörtte bir) yüzde 25’tir. Her 40 kişiden biri, SMA'ya neden olan gen varyasyonunun taşıyıcısıdır. Ebeveynler taşıyıcı olduklarını bilmeden bebek sahibi olmak istediklerinde mutasyona uğrayan gen her iki ebeveynden de bebeğe geçer ve SMA hastalığı oluşur.SMA Hastalığının Tipleri Nelerdir? Dünyada görülme sıklığı 10 binde bir, Türkiye'de ise görülme sıklığı 6 binde bir olan SMA hastalığının 4 tip SMA mevcuttur. SMA'nın tipleri, bireylerde hastalığın ortaya çıkma yaşına bağlı olarak sınıflandırılır. Tip 1 ve Tip 2, SMA hastalığının en yaygın şekilde görülen türleridir.Tip 1 (şiddetli) SMA: SMA’nın bu türü aynı zamanda Werdnig-Hoffmann Hastalığı olarak da adlandırılır. En şiddetli ve en yaygın şekilde görülen SMA türüdür. Tip 1 SMA genellikle doğumda veya sonrasındaki ilk birkaç aydaki bebeklerde (0-6 ay) görülür. Semptomlar, bacaklarda gevşeklik ve zayıf gövde hareketi olarak belirir. Tip 1 SMA’nın görüldüğü kişiler çoğunlukla çok sınırlı hareket kabiliyetine sahiptir. Tip 1 SMA hastası olan bebekler oturamaz. Ayrıca Tip 1 SMA hastaları beslenmekte ve yutmakta, başlarını dik tutmakta ve nefes almakta zorlanır. Tip 1 SMA hızla ilerler, hastalık neticesinde kasların zayıflaması, solunum yolu enfeksiyonlarına yol açar.Tip 2 (orta seviye) SMA: Tip 1’e göre daha hafif seyreden Tip 2 SMA’nın belirtileri çoğunlukla 7 ila 18 ay arasındaki bebeklerde görülür. Tip 2 SMA hiçbir zaman ayakta duramayan, yürüyemeyen ancak emekleyebilen çocuklarda ortaya çıkar, hastalığın ilerleme hızı büyük ölçüde değişebilir. Tip 2 SMA hastalığı çocuğun kollarından çok bacaklarını etkiler. Ayrıca bu tür hastaların ellerinde titreme, skolyoz, güçsüzlük hali, kilo alamama da görülebilir. Solunum yolu enfeksiyonları Tip 2 SMA’da da yaygın şekilde görülür. Yaşam beklentisi, hastanın durumunun şiddetine bağlı olarak erken çocukluktan yetişkinliğe kadar değişebilir.Tip 3 (hafif) SMA: Tip 3 SMA, Kugelberg-Welander veya Juvenil Spinal Musküler Atrofi olarak da adlandırılır. Tip-3 SMA hastalığının semptomları  18. aydan sonra başlar. Bu döneme kadar gelişimleri normal olan bebeklerin, SMA belirtilerinin fark edilmesi ergenlik dönemini bulabilir. Tip 3 SMA hastaları ayakta durabilir ve yürüyebilir; ancak oturma pozisyonundan kalkmakta güçlük çekebilir. Bu tipten etkilenen hastalar hareket etmek için tekerlekli sandalye kullanma ihtiyacına gereksinim duyabilir. Tip 3 SMA hastaları da solunum yolu enfeksiyonları için risk altındadırlar.Tip 4 (yetişkin) SMA:  Bu nadir görülen SMA türünün semptomları yetişkin çağında ortaya çıkar. Tip 4 SMA hastalığının ilerlemesi yavaştır. Her türlü hareket gelişimi aşamasına ulaşabilen, çoğunlukla yaşam boyu hareket yetilerini koruyabilen Tip 4 SMA hastalarında hastalığın yol açtığı diğer komplikasyonlar nadir görülür.Çocuğunuzda veya kendinizde bu belirtilerden herhangi birini fark ederseniz, derhal doktorunuza görünmelisiniz.SMA Nasıl Teşhis Edilir? SMA hastalığı belirtileri ile doktora başvuran kişinin önce tıbbi öyküsü öğrenilir, fiziksel muayenesi yapılır. Hekim, EMG (elektromiyografi) veya bir kas biyopsi isteyebilir. Ayrıca zayıflayan kaslarda kreatin kinaz değerleri için bir kan testi yapılması istenebilir.Doktorlar, klinik bulgular neticesinde (çocuğunuzun semptomlarına ve diğer teşhis çalışmalarına dayanarak) SMA hastalığından şüpheleniyorsa, teşhisini doğrulamak amacıyla kan örneği alınarak yapılan genetik testi gerekli görebilir, zira genetik testi kromozom 5 ile ilişkili SMA hastalığının, yani tip 1 - 4 SMA hastalığının varlığını teşhis etmenin en kesin yoludur. SMA tanısı %95 delesyon tanısı olarak DNA testi sonucuyla konur. Geriye kalan %5 oranındaki bozukluk diğer hasar veren mutasyonlar şeklinde gelişebilir.SMA Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?SMA hastalığı için bilinen kesin bir tedavi yöntemi yoktur. SMA'dan etkilenen çocukların tedavi aşamalarında; hastalığın yol açtığı semptomları yönetmeye, komplikasyonları önlemeye ve hastaların yaşam kalitelerini iyileştirmeye odaklanılır. Doktorunuz çocuğunuz için SMA tipine, durumun ciddiyetine ve çocuğun yaşına göre SMA hastalığının tedavisi için en iyi seçenekleri belirleyecektir.Örneğin, SMA Tip 1'li çocuklar solunum yolu enfeksiyonlarına ve zatürreye yatkın olduklarından, tedavi akciğer fonksiyonlarını korumaya odaklanabilir. Buna karşın, SMA Tip 3 veya 4 olan bir çocuğun veya yetişkinin bakımı, kas gücünü ve hareketliliğini sürdürmeye yardımcı olmak için fizyoterapiye odaklanabilir.Tip 1 SMA hastaları için tedaviler, beslenme tüplerini, ventilatörleri ve diğer solunum yardımı yöntemlerini içerebilir. Fizik tedavi, Tip 1 SMA hastalarına da fayda sağlayabilir. Bu tür spinal musküler atrofiye sahip birçok hasta, hayatlarının çoğunu hastanede geçirebilir.Tip 2 ve Tip 3 SMA hastaları için tedaviler ortopedik diş telleri, tekerlekli sandalyeler ve fiziksel ve mesleki terapileri içerebilir.Spinal musküler atrofisi hastalarının beyinlerinin normal şekilde geliştiğini bilmek önemlidir. SMA'lı birçok hasta oldukça zeki ve sosyaldir. Onlarla konuşmak, oyun oynamak ve diğer zihinsel uyarım biçimlerini sağlamak, bu çocukların duygusal ve fiziksel yaşamlarına olumlu yönde katkıda bulunur.Hastalığın neden olduğu semptomları yönetmek ve komplikasyonları önlemek için uygulanan tedavi seçenekleri özetle şunları içerir: Hastalığın neden olduğu semptomlar ve stresten kurtulmaya odaklanan, hem hastanın hem de ailesinin yaşam kalitesini iyileştirmeyi amaçlayan palyatif bakım Bazı SMA formlarında postürü iyileştirmeye, eklem hareketsizliğini önlemeye, kas güçsüzlüğünü ve atrofiyi yavaşlatmaya yardımcı olabilecek fizik tedavi Yaşam kalitesini iyileştirmek amacıyla hastaların günlük yaşamlarını yönetmelerine yardımcı olabilecek ayarlamalara odaklanan mesleki terapi.Sma hastalığının psikolojik ve sosyal etkileriSpinal Müsküler Atrofi olarak açılımı yapılan ve yaygın olarak SMA şeklinde telaffuz edilen bu hastalık, motor nöronların dejenerasyonu sonucu kas zayıflığı ve hareket kaybına yol açan genetik bir nöromüsküler hastalıktır. Vücutta meydana gelen bu fiziksel etkilerin yanı sıra, SMA hastalarında ve bunun akabinde ailelerinde çeşitli psikolojik ve sosyal zorluklar da ortaya çıkabilir. Bunların neden yaşandığı ve bu zorlukların nasıl aşılması gerektiği noktasında konunun üzerine gidilmelidir.Psikolojik EtkilerSMA hastalıklarında depresyon ve anksiyete görülme riski söz konusudur. SMA’nın ilerleyici yapısı ve günlük yaşam aktivitelerinde meydana getirdiği kısıtlamalar, hastalarda ve özellikle aile üyelerinde depresyon ve anksiyete riskini artırabilir. Bunun altında yatan sebep, özellikle hastalığın getirdiği belirsizlikler ve geleceğe dair taşınan endişelerdir.Stres ve uyku bozuklukları yaşanması: SMA hastalığı sürekli bakım gerektiren bir hastalıktır. Bu doğrultuda hastalığın sürekli bakım gereksinimi duyması ve akabindeki sağlık sorunları, hem hastalarda hem de bakımı gerçekleştiren kişilerde kronik strese ve uyku bozukluklarına sebep olabilir.Sosyal etkiler ve sosyal izolasyon: SMA hastalığında, hastalığın seyrine bağlı olarak kişilerin sosyal hayatları kısıtlanır. Bu fiziksel kısıtlamalar nedeniyle sosyal etkinliklere katılım azalır, hastaların ve aileler sosyal bir izolasyonun içine girer. Bu durum da doğal olarak sosyal ilişkilerin zayıflamasına yol açarak psikolojik sorunları tetikleyebilir. Bu süreçte kişilerin ikili ilişkilerden olabildiğince uzak tutulmaması gerekir.Eğitim ve iş yaşamında zorluklar ortaya çıkması: SMA’lı bireyler, eğitim ve iş hayatında fiziksel engellerle karşılaşabilirler. Bu hastalara yönelik uygun düzenleme ve müsait ortamların eksikliği, bu bireylerin potansiyellerini tam olarak gerçekleştirmelerini engelleyebilir. Bu da eğitim ve iş yaşamında zorluklara yol açabilir.SMA’lı hastaların ailelerinin üzerinde meydana gelen etkiler ve bakım yükü: SMA hastalarının sürekli bakım gereksinimi, aile üyeleri üzerinde fiziksel, duygusal ve finansal yük oluşturabilir. Bu durum, aile içi ilişkileri ve genel yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilir.Ekonomik zorluklar: SMA hastalığı, normal bir hastalığı göre tedavi masrafları daha yüksek olan özel bir hastalıktır. Tedavi masrafları, özel ekipman ihtiyaçları ve hastalık sonucunda yaşanabilecek olası iş kayıpları, ailelerin ekonomik durumunu olumsuz etkileyebilir.Destek ve müdahale önerileriPsikolojik Danışmanlık: SMA’lı hastalar ve aileleri için düzenli psikolojik destek, duygusal zorlukların üstesinden gelme konusunda yardımcı olabilir.Sosyal destek grupları: Diğer SMA hastası kişilerin bir araya geldiği psikolojik destek grupları, sosyal izolasyonu azaltma ve bilgi paylaşımında etkili ve faydalı olabilir.Eğitim ve farkındalık programları: Hastalığın daha geniş kitlelerle bilinmesini sağlamak ve toplumda SMA hakkında farkındalığın artırılması, hastaların sosyal yaşamını kolaylaştırabilir ve bu da diğer bireylerle aralarındaki farkı azaltabilir.Tüm bu bilgiler ışığında SMA hastalığının psikolojik ve sosyal etkileri, hastalığın fiziksel semptomları kadar önemlidir ve bütüncül bir yaklaşım gerektirir. Bu nedenle, SMA hastalığının tıbbi tedavisinin yanı sıra psikososyal desteklerin de planlanması, hastaların ve ailelerinin yaşam kalitesini artırabilir. Bu da hastalıkla yaşamayı kabullenmenin yanı sıra hem bireyin hem de ailesinin normal hayatına devam edebilmesini sağlayabilir.SMA Hastalığı Hakkında Sık Sorulan Sorular SMA nedir?SMA, merkezi sinir sistemi, periferik sinir sistemi ve istemli kas hareketlerini kontrol eden iskelet sisteminin etkilenmesi sonucu hareket için kullanılan kaslarda ilerleyici erime ve güçsüzlüğe neden olan genetik bir rahatsızlıktır. Bebeklerin hareketlerinde azalma, farklılık ve anormallik ortaya çıkıyorsa doktora başvurmak gerekir.SMA hastaları kaç yıl yaşar?Tip1 SMA hastalığına sahip olan bebekler ortalama olarak iki yaşına kadar hayatta kalabilmektedir. Tip 2 SMA hastaları ise yetişkinliğe kadar yaşayabilmektedir. Tip 3 ve tip 4 SMA hastalarında ise normal bir yaşam süresi beklenir.SMA ilacı nedir?FDA onayı alan ve 2016 Aralık ayında uygulanan nusinersen, SMA’lı bebek ve çocukların tedavisinde uygulanmaktadır. SMA ilacı hastalığın belirtilerini hafifletmeye yardımcı olarak yaşam kalitesinin artmasını hedefler. İlacın kullanım kararı hastanın durumuna göre farklılık gösterir.SMA hastalığı nasıl anlaşılır?Anne ve baba, bebeklerin hareketlerinde azalma, farklılık ve anormallik fark etmesi sonucunda uzman doktora başvurur. Bebeğe EMG ile kas ölçümü yapılması sonucunda, kan testi genler inceler ve SMA olup olmadığı anlaşılır.SMA üzerine yapılan yeni bir araştırma var mı?Birçok bilim insanı ve klinisyen, bu hastalığa dair anlayışımızı geliştirmek ve SMA hastasının hayatta kalmasını ve yaşam kalitesini iyileştirmek için büyük çaba sarf ediyor. SMA'da yer alan genlerin son keşifleri ve bu genlerin motor nöronların sağlığının korunmasındaki rolleri ve moleküler tıptaki yeni gelişmeler, bu hastalıkta daha iyi tedavi stratejileri için umut vermektedir.  Son yapılan araştırmalarda, farklı yaklaşımlarla SMN proteini üretimini artırmaya yönelik stratejilere odaklanılmıştır.Spinal musküler atrofi geni olmasına rağmen SMA hastası olmayanlar ne yapmalı?SMA geninin bir taşıyıcısı olarak teşhis edilip bu hastalıktan etkilenmeyenler, bir genetik danışman veya doktorun tavsiyesine başvurmalıdır. Çocuk sahibi olmayı düşünenler için bu durum çok önemlidir. Nitekim hekimler, bu kişilerin spinal musküler atrofisi olan bir çocuğa sahip olma risklerini değerlendirmeye yardımcı olacaktır.SMA hastalığı hamilelikte teşhis edilebilir mi?Hamile olan kadınlarda özellikle ailede SMA öyküsü varsa, doğum öncesi genetik testler yaptırmak oldukça önemlidir. Gelişmekte olan fetüsün SMA hastalığına sahip olup olmadığının kontrolü doğum öncesi genetik testler ile belirlenebilir. SMA için doğum öncesi testler şunları içerir: Amniyosentez: Amniyosentez işlemi sırasında uzman kişi tarafından karın bölgesine ince bir iğne sokularak az miktarda amniyotik sıvı çekilir. Bu sıvı, uzman patolog tarafından incelenir ve SMA açısından kontrol edilir. Amniyosentez genellikle gebeliğin 14. haftasından sonra yapılır.Koryonik villus örneklemesi: Koryonik villus örneklemesi sırasında serviks veya karın yoluyla plasentadan küçük bir doku örneği alınır. Yine aynı şekilde bir patolog, örneği SMA açısından kontrol eder. Bu işlem ise gebeliğin 10. haftası kadar erken bir zamanda yapılabilir.SMA hastalığı önlenebilir mi?SMA hastalığının kökeni genetiktir ve bu yüzden kalıtsal bir rahatsızlık olarak kabul edilir. Bu da SMA hastalığını önlenemez kılar. Ancak genetik testler, SMA'lı bir biyolojik çocuğa sahip olma olasılığını anlamaya yardım edebilir.SMA için taşıyıcı testi ise genetik test kullanılarak yapılabilir. Kişinin kendisi veya eşi SMA'ya neden olan mutasyona uğramış geni taşıyorsa, çocuğun SMA hastalığına sahip olma veya taşıyıcılık bulundurma ihtimalinin sonucunu verebilir.SMA hastalığı zekayı etkiler mi?SMA hastalığı genel olarak duyusal sinirleri veya çocuğun zekasını olumsuz etkilemez. Tam aksine, SMA'lı hastaların çoğunun oldukça zeki oldukları da gözlemlenmiştir.SMA hastalığının olası komplikasyonları nelerdir?Aspirasyon (yiyecek ve sıvıların akciğerlere kaçması ve akabinde zatürreye neden olması), kas ve tendon kasılmaları, kalp yetmezliği ve skolyoz SMA hastalığının olası komplikasyonları arasında gösterilir. Bu komplikasyonlarının meydana gelmemesi için SMA'lık çocukların sürekli takip edilmesi oldukça önemlidir. SMA Hastalığı Nedir?Spinal musküler atrofi (SMA), motor nöronu olarak bilinen ve istemli kas hareketlerini kontrol eden sinir hücrelerini etkileyerek kasların giderek zayıflamasına neden olan kalıtsal bir hastalıktır. Kasların omurilikte bulunan sinir hücrelerinden gelen sinyalleri yanıtlayamaması körelmesine ve buna bağlı olarak kasların küçülmesi ve zamanla yok olmasına yani atrofiye neden olur. Böylelikle hastanın kollar ve bacaklar ile baş ve boyun kaslarını kontrol edemez hale gelir. Yürüme, emekleme, baş ve boyun kontrolü, yutma ve nefes alma gibi hareketleri de etkilenir. Kas kaybına ve kas zayıflığına sebep olan SMA hastalığında; görme, işitme, tat alma, koklama ve dokunma duyuları ile zihinsel ve duygusal işlevsellik ise tamamen normaldir.SMA Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Tip I SMA hastalığı hastalığı bebekleri doğumdan itibaren 6 ay içinde etkilemeye başlar ve çoğu bebek 3 aydan itibaren ilk olarak kaslarda güçsüzlük belirtisi görünmeye başlar. Tip II ve III, 7 ila 18 ay arasındaki çocukları etkilemeye başlar. Gövdeye yakın kaslarda güçsüzlük belirtisi görülür ve çocuklar bağımsız olarak oturabilir ancak yürüyemezler.SMA hastalığının en yaygın görülen belirtileri şöyle sıralanır:SMA Hastalığı Neden Olur?SMA hastalığının en yaygın nedeni, 'hayatta kalma motor nöron 1' (SMN1) adı verilen mutasyona uğramış veya eksik gendir. Bu durum 'otozomal resesif kalıtım’ olarak adlandırılır. Her iki ebeveyn de taşıyıcıysa, çocuğun SMA hastası olma olasılığı (dörtte bir) yüzde 25’tir. Her 40 kişiden biri, SMA'ya neden olan gen varyasyonunun taşıyıcısıdır. Ebeveynler taşıyıcı olduklarını bilmeden bebek sahibi olmak istediklerinde mutasyona uğrayan gen her iki ebeveynden de bebeğe geçer ve SMA hastalığı oluşur.SMA Hastalığının Tipleri Nelerdir? Dünyada görülme sıklığı 10 binde bir, Türkiye'de ise görülme sıklığı 6 binde bir olan SMA hastalığının 4 tip SMA mevcuttur. SMA'nın tipleri, bireylerde hastalığın ortaya çıkma yaşına bağlı olarak sınıflandırılır. Tip 1 ve Tip 2, SMA hastalığının en yaygın şekilde görülen türleridir.Tip 1 (şiddetli) SMA: SMA’nın bu türü aynı zamanda Werdnig-Hoffmann Hastalığı olarak da adlandırılır. En şiddetli ve en yaygın şekilde görülen SMA türüdür. Tip 1 SMA genellikle doğumda veya sonrasındaki ilk birkaç aydaki bebeklerde (0-6 ay) görülür. Semptomlar, bacaklarda gevşeklik ve zayıf gövde hareketi olarak belirir. Tip 1 SMA’nın görüldüğü kişiler çoğunlukla çok sınırlı hareket kabiliyetine sahiptir. Tip 1 SMA hastası olan bebekler oturamaz. Ayrıca Tip 1 SMA hastaları beslenmekte ve yutmakta, başlarını dik tutmakta ve nefes almakta zorlanır. Tip 1 SMA hızla ilerler, hastalık neticesinde kasların zayıflaması, solunum yolu enfeksiyonlarına yol açar.Tip 2 (orta seviye) SMA: Tip 1’e göre daha hafif seyreden Tip 2 SMA’nın belirtileri çoğunlukla 7 ila 18 ay arasındaki bebeklerde görülür. Tip 2 SMA hiçbir zaman ayakta duramayan, yürüyemeyen ancak emekleyebilen çocuklarda ortaya çıkar, hastalığın ilerleme hızı büyük ölçüde değişebilir. Tip 2 SMA hastalığı çocuğun kollarından çok bacaklarını etkiler. Ayrıca bu tür hastaların ellerinde titreme, skolyoz, güçsüzlük hali, kilo alamama da görülebilir. Solunum yolu enfeksiyonları Tip 2 SMA’da da yaygın şekilde görülür. Yaşam beklentisi, hastanın durumunun şiddetine bağlı olarak erken çocukluktan yetişkinliğe kadar değişebilir.Tip 3 (hafif) SMA: Tip 3 SMA, Kugelberg-Welander veya Juvenil Spinal Musküler Atrofi olarak da adlandırılır. Tip-3 SMA hastalığının semptomları  18. aydan sonra başlar. Bu döneme kadar gelişimleri normal olan bebeklerin, SMA belirtilerinin fark edilmesi ergenlik dönemini bulabilir. Tip 3 SMA hastaları ayakta durabilir ve yürüyebilir; ancak oturma pozisyonundan kalkmakta güçlük çekebilir. Bu tipten etkilenen hastalar hareket etmek için tekerlekli sandalye kullanma ihtiyacına gereksinim duyabilir. Tip 3 SMA hastaları da solunum yolu enfeksiyonları için risk altındadırlar.Tip 4 (yetişkin) SMA:  Bu nadir görülen SMA türünün semptomları yetişkin çağında ortaya çıkar. Tip 4 SMA hastalığının ilerlemesi yavaştır. Her türlü hareket gelişimi aşamasına ulaşabilen, çoğunlukla yaşam boyu hareket yetilerini koruyabilen Tip 4 SMA hastalarında hastalığın yol açtığı diğer komplikasyonlar nadir görülür.Çocuğunuzda veya kendinizde bu belirtilerden herhangi birini fark ederseniz, derhal doktorunuza görünmelisiniz.SMA Nasıl Teşhis Edilir? SMA hastalığı belirtileri ile doktora başvuran kişinin önce tıbbi öyküsü öğrenilir, fiziksel muayenesi yapılır. Hekim, EMG (elektromiyografi) veya bir kas biyopsi isteyebilir. Ayrıca zayıflayan kaslarda kreatin kinaz değerleri için bir kan testi yapılması istenebilir.Doktorlar, klinik bulgular neticesinde (çocuğunuzun semptomlarına ve diğer teşhis çalışmalarına dayanarak) SMA hastalığından şüpheleniyorsa, teşhisini doğrulamak amacıyla kan örneği alınarak yapılan genetik testi gerekli görebilir, zira genetik testi kromozom 5 ile ilişkili SMA hastalığının, yani tip 1 - 4 SMA hastalığının varlığını teşhis etmenin en kesin yoludur. SMA tanısı %95 delesyon tanısı olarak DNA testi sonucuyla konur. Geriye kalan %5 oranındaki bozukluk diğer hasar veren mutasyonlar şeklinde gelişebilir.SMA Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?SMA hastalığı için bilinen kesin bir tedavi yöntemi yoktur. SMA'dan etkilenen çocukların tedavi aşamalarında; hastalığın yol açtığı semptomları yönetmeye, komplikasyonları önlemeye ve hastaların yaşam kalitelerini iyileştirmeye odaklanılır. Doktorunuz çocuğunuz için SMA tipine, durumun ciddiyetine ve çocuğun yaşına göre SMA hastalığının tedavisi için en iyi seçenekleri belirleyecektir.Örneğin, SMA Tip 1'li çocuklar solunum yolu enfeksiyonlarına ve zatürreye yatkın olduklarından, tedavi akciğer fonksiyonlarını korumaya odaklanabilir. Buna karşın, SMA Tip 3 veya 4 olan bir çocuğun veya yetişkinin bakımı, kas gücünü ve hareketliliğini sürdürmeye yardımcı olmak için fizyoterapiye odaklanabilir.Tip 1 SMA hastaları için tedaviler, beslenme tüplerini, ventilatörleri ve diğer solunum yardımı yöntemlerini içerebilir. Fizik tedavi, Tip 1 SMA hastalarına da fayda sağlayabilir. Bu tür spinal musküler atrofiye sahip birçok hasta, hayatlarının çoğunu hastanede geçirebilir.Tip 2 ve Tip 3 SMA hastaları için tedaviler ortopedik diş telleri, tekerlekli sandalyeler ve fiziksel ve mesleki terapileri içerebilir.Spinal musküler atrofisi hastalarının beyinlerinin normal şekilde geliştiğini bilmek önemlidir. SMA'lı birçok hasta oldukça zeki ve sosyaldir. Onlarla konuşmak, oyun oynamak ve diğer zihinsel uyarım biçimlerini sağlamak, bu çocukların duygusal ve fiziksel yaşamlarına olumlu yönde katkıda bulunur.Hastalığın neden olduğu semptomları yönetmek ve komplikasyonları önlemek için uygulanan tedavi seçenekleri özetle şunları içerir:Sma hastalığının psikolojik ve sosyal etkileriSpinal Müsküler Atrofi olarak açılımı yapılan ve yaygın olarak SMA şeklinde telaffuz edilen bu hastalık, motor nöronların dejenerasyonu sonucu kas zayıflığı ve hareket kaybına yol açan genetik bir nöromüsküler hastalıktır. Vücutta meydana gelen bu fiziksel etkilerin yanı sıra, SMA hastalarında ve bunun akabinde ailelerinde çeşitli psikolojik ve sosyal zorluklar da ortaya çıkabilir. Bunların neden yaşandığı ve bu zorlukların nasıl aşılması gerektiği noktasında konunun üzerine gidilmelidir.Psikolojik EtkilerSMA hastalıklarında depresyon ve anksiyete görülme riski söz konusudur. SMA’nın ilerleyici yapısı ve günlük yaşam aktivitelerinde meydana getirdiği kısıtlamalar, hastalarda ve özellikle aile üyelerinde depresyon ve anksiyete riskini artırabilir. Bunun altında yatan sebep, özellikle hastalığın getirdiği belirsizlikler ve geleceğe dair taşınan endişelerdir.Stres ve uyku bozuklukları yaşanması: SMA hastalığı sürekli bakım gerektiren bir hastalıktır. Bu doğrultuda hastalığın sürekli bakım gereksinimi duyması ve akabindeki sağlık sorunları, hem hastalarda hem de bakımı gerçekleştiren kişilerde kronik strese ve uyku bozukluklarına sebep olabilir.Sosyal etkiler ve sosyal izolasyon: SMA hastalığında, hastalığın seyrine bağlı olarak kişilerin sosyal hayatları kısıtlanır. Bu fiziksel kısıtlamalar nedeniyle sosyal etkinliklere katılım azalır, hastaların ve aileler sosyal bir izolasyonun içine girer. Bu durum da doğal olarak sosyal ilişkilerin zayıflamasına yol açarak psikolojik sorunları tetikleyebilir. Bu süreçte kişilerin ikili ilişkilerden olabildiğince uzak tutulmaması gerekir.Eğitim ve iş yaşamında zorluklar ortaya çıkması: SMA’lı bireyler, eğitim ve iş hayatında fiziksel engellerle karşılaşabilirler. Bu hastalara yönelik uygun düzenleme ve müsait ortamların eksikliği, bu bireylerin potansiyellerini tam olarak gerçekleştirmelerini engelleyebilir. Bu da eğitim ve iş yaşamında zorluklara yol açabilir.SMA’lı hastaların ailelerinin üzerinde meydana gelen etkiler ve bakım yükü: SMA hastalarının sürekli bakım gereksinimi, aile üyeleri üzerinde fiziksel, duygusal ve finansal yük oluşturabilir. Bu durum, aile içi ilişkileri ve genel yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilir.Ekonomik zorluklar: SMA hastalığı, normal bir hastalığı göre tedavi masrafları daha yüksek olan özel bir hastalıktır. Tedavi masrafları, özel ekipman ihtiyaçları ve hastalık sonucunda yaşanabilecek olası iş kayıpları, ailelerin ekonomik durumunu olumsuz etkileyebilir.Destek ve müdahale önerileriPsikolojik Danışmanlık: SMA’lı hastalar ve aileleri için düzenli psikolojik destek, duygusal zorlukların üstesinden gelme konusunda yardımcı olabilir.Sosyal destek grupları: Diğer SMA hastası kişilerin bir araya geldiği psikolojik destek grupları, sosyal izolasyonu azaltma ve bilgi paylaşımında etkili ve faydalı olabilir.Eğitim ve farkındalık programları: Hastalığın daha geniş kitlelerle bilinmesini sağlamak ve toplumda SMA hakkında farkındalığın artırılması, hastaların sosyal yaşamını kolaylaştırabilir ve bu da diğer bireylerle aralarındaki farkı azaltabilir.Tüm bu bilgiler ışığında SMA hastalığının psikolojik ve sosyal etkileri, hastalığın fiziksel semptomları kadar önemlidir ve bütüncül bir yaklaşım gerektirir. Bu nedenle, SMA hastalığının tıbbi tedavisinin yanı sıra psikososyal desteklerin de planlanması, hastaların ve ailelerinin yaşam kalitesini artırabilir. Bu da hastalıkla yaşamayı kabullenmenin yanı sıra hem bireyin hem de ailesinin normal hayatına devam edebilmesini sağlayabilir.SMA Hastalığı Hakkında Sık Sorulan Sorular SMA nedir?SMA, merkezi sinir sistemi, periferik sinir sistemi ve istemli kas hareketlerini kontrol eden iskelet sisteminin etkilenmesi sonucu hareket için kullanılan kaslarda ilerleyici erime ve güçsüzlüğe neden olan genetik bir rahatsızlıktır. Bebeklerin hareketlerinde azalma, farklılık ve anormallik ortaya çıkıyorsa doktora başvurmak gerekir.SMA hastaları kaç yıl yaşar?Tip1 SMA hastalığına sahip olan bebekler ortalama olarak iki yaşına kadar hayatta kalabilmektedir. Tip 2 SMA hastaları ise yetişkinliğe kadar yaşayabilmektedir. Tip 3 ve tip 4 SMA hastalarında ise normal bir yaşam süresi beklenir.SMA ilacı nedir?FDA onayı alan ve 2016 Aralık ayında uygulanan nusinersen, SMA’lı bebek ve çocukların tedavisinde uygulanmaktadır. SMA ilacı hastalığın belirtilerini hafifletmeye yardımcı olarak yaşam kalitesinin artmasını hedefler. İlacın kullanım kararı hastanın durumuna göre farklılık gösterir.SMA hastalığı nasıl anlaşılır?Anne ve baba, bebeklerin hareketlerinde azalma, farklılık ve anormallik fark etmesi sonucunda uzman doktora başvurur. Bebeğe EMG ile kas ölçümü yapılması sonucunda, kan testi genler inceler ve SMA olup olmadığı anlaşılır.SMA üzerine yapılan yeni bir araştırma var mı?Birçok bilim insanı ve klinisyen, bu hastalığa dair anlayışımızı geliştirmek ve SMA hastasının hayatta kalmasını ve yaşam kalitesini iyileştirmek için büyük çaba sarf ediyor. SMA'da yer alan genlerin son keşifleri ve bu genlerin motor nöronların sağlığının korunmasındaki rolleri ve moleküler tıptaki yeni gelişmeler, bu hastalıkta daha iyi tedavi stratejileri için umut vermektedir.  Son yapılan araştırmalarda, farklı yaklaşımlarla SMN proteini üretimini artırmaya yönelik stratejilere odaklanılmıştır.Spinal musküler atrofi geni olmasına rağmen SMA hastası olmayanlar ne yapmalı?SMA geninin bir taşıyıcısı olarak teşhis edilip bu hastalıktan etkilenmeyenler, bir genetik danışman veya doktorun tavsiyesine başvurmalıdır. Çocuk sahibi olmayı düşünenler için bu durum çok önemlidir. Nitekim hekimler, bu kişilerin spinal musküler atrofisi olan bir çocuğa sahip olma risklerini değerlendirmeye yardımcı olacaktır.SMA hastalığı hamilelikte teşhis edilebilir mi?Hamile olan kadınlarda özellikle ailede SMA öyküsü varsa, doğum öncesi genetik testler yaptırmak oldukça önemlidir. Gelişmekte olan fetüsün SMA hastalığına sahip olup olmadığının kontrolü doğum öncesi genetik testler ile belirlenebilir. SMA için doğum öncesi testler şunları içerir: Amniyosentez: Amniyosentez işlemi sırasında uzman kişi tarafından karın bölgesine ince bir iğne sokularak az miktarda amniyotik sıvı çekilir. Bu sıvı, uzman patolog tarafından incelenir ve SMA açısından kontrol edilir. Amniyosentez genellikle gebeliğin 14. haftasından sonra yapılır.Koryonik villus örneklemesi: Koryonik villus örneklemesi sırasında serviks veya karın yoluyla plasentadan küçük bir doku örneği alınır. Yine aynı şekilde bir patolog, örneği SMA açısından kontrol eder. Bu işlem ise gebeliğin 10. haftası kadar erken bir zamanda yapılabilir.SMA hastalığı önlenebilir mi?SMA hastalığının kökeni genetiktir ve bu yüzden kalıtsal bir rahatsızlık olarak kabul edilir. Bu da SMA hastalığını önlenemez kılar. Ancak genetik testler, SMA'lı bir biyolojik çocuğa sahip olma olasılığını anlamaya yardım edebilir.SMA için taşıyıcı testi ise genetik test kullanılarak yapılabilir. Kişinin kendisi veya eşi SMA'ya neden olan mutasyona uğramış geni taşıyorsa, çocuğun SMA hastalığına sahip olma veya taşıyıcılık bulundurma ihtimalinin sonucunu verebilir.SMA hastalığı zekayı etkiler mi?SMA hastalığı genel olarak duyusal sinirleri veya çocuğun zekasını olumsuz etkilemez. Tam aksine, SMA'lı hastaların çoğunun oldukça zeki oldukları da gözlemlenmiştir.SMA hastalığının olası komplikasyonları nelerdir?Aspirasyon (yiyecek ve sıvıların akciğerlere kaçması ve akabinde zatürreye neden olması), kas ve tendon kasılmaları, kalp yetmezliği ve skolyoz SMA hastalığının olası komplikasyonları arasında gösterilir. Bu komplikasyonlarının meydana gelmemesi için SMA'lık çocukların sürekli takip edilmesi oldukça önemlidir.
11,541
626
Hastalıklar
Şalazyon (Göz Kapağı Kisti)
Arpacık ile çok sık karıştırılan şalazyon (göz kapağı kisti), gözde bulunan yağ bezlerinin bir sebep nedeniyle tıkanmasıyla oluşan bir hastalık olarak tanımlanıyor. Gerek ilaçlar gerekse de cerrahi operasyonla tedavi edilebilen şalazyon hayat kalitesini düşürüyor. Memorial Şişli Hastanesi Göz Merkezi uzmanları, şalazyon ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.Arpacık ile çok sık karıştırılan şalazyon (göz kapağı kisti), gözde bulunan yağ bezlerinin bir sebep nedeniyle tıkanmasıyla oluşan bir hastalık olarak tanımlanıyor. Gerek ilaçlar gerekse de cerrahi operasyonla tedavi edilebilen şalazyon hayat kalitesini düşürüyor. Memorial Şişli Hastanesi Göz Merkezi uzmanları, şalazyon ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. Şalazyon (Göz Kapağı Kisti) Nedir?Şalazyon, göz kapağınızda görülen küçük, genellikle ağrısız, yumru veya şişliktir. Şalazyon gözde bulunan yağ bezlerinin iltihaplanması veya tıkanmasıyla oluşur. Şalazyon meibom bezi tıkandığında meydana gelir. Genelde üst göz kapağında görülür. Genellikle ağrı göstermemekle birlikte bazen alt göz kapağında da görülebilmektedir.Şalazyon Belirtileri Nelerdir?Şalazyon, kırmızı ve şiş bir göz kapağı görüntüsüyle kendisini gösterir. Başlangıçta bu alan ağrı yapabilmekle birlikte ağrı birkaç gün içinde geçer yerine şişlik kalır. Şalazyon, ışığa karşı hassasiyet, göz kapağında kabuklanma, göz kapağında ağırlık hissi, gözlerin sulanması, tahriş, bulanık görme bazen de görmeyi engelleyerek belirti verebilir.Şalazyon Neden Olur?Vücudun her yerinde çeşitli bezler vardır. Bu bezler, hücrelerin dokuların, organların olması gerektiği gibi çalışması için uğraşır. Alt ve üst göz kapaklarında da meibomian bezleri bulunur. Bu bezler gözleri nemlendirip korumak için gözyaşıyla karışan bir yağ üretir. Bu yağ bazen kalınlaştığında ya da iltihaplandığında tıkanır. Böylece şalazyon meydana gelir. Viral konjonktivit, tüberküloz, gözleri kaplaya enfeksiyonlar, seboreik dermatit, akne, gül hastalığı veya göz kapağındaki uzun süreli iltihaplar şalazyona sebebiyet verebilir.Şalazyon Teşhisi Nasıl Konulur?Çoğu durumda, uzman bir göz doktoru göz kapağınızdaki yumruya yakından bakarak bu durumu teşhis edebilir. Doktor ayrıca yumrunun bir şalazyon, arpacık veya başka bir şey olup olmadığını belirlemek için belirtileri soracaktır. Göz doktoru öncelikle sağlık geçmişine ilişkin sorular sorar ve bilgi alır. Sonrasında uzman doktor, gözleri, göz kapaklarını ve cilt yapısını inceler. Daha sonra kapsamlı göz muayenesine geçilir. Işıklı muayene ve yağ bezleri muayenesinden sonra şalazyon teşhisi konulur.Şalazyon Tedavisi Nasıl Yapılır?İlk olarak şalazyonu sıkmaya çalışmamak gerekir. Bu süreçte gözlere dokunulmamalıdır. Günde 4 kez her birinde 10'ar dakika boyunca sıcak kompres uygulanmalıdır. Kompres öncesinde ellerin yıkanması önemlidir. Bu süreçte hekimler göz damlaları gibi göz kapağına şalazyon tedavisinde kullanılan ilaçlar reçete edebilirler. Eğer şalazyonda düzelme olmazsa göz hekimleri kortikosteroid enjeksiyonu ya da cerrahi önerebilir. Enjeksiyon da ameliyat da oldukça etkili tedavilerdendir.Şalazyon Hakkında Sık Sorulan Sorular Şalazyon önlenebilir mi?İyi hijyen uygulayarak bir şalazyondan kaçınabilmek mümkündür. İyi bir hijyenin bazı temel unsurları şunları içerir:El yıkama: Ellerinizi iyice ve sık sık yıkayın. Gözlerinize dokunmadan önce ellerinizi yıkadığınızdan emin olun.Kontakt lens bakımı: Kontak lensleri çıkarmadan önce ellerinizi yıkayın. Kontaklarınızı lens temizleme solüsyonuyla iyice temizlediğinizden emin olun. Her zaman günlük ve sınırlı süreli kişileri programa göre atın. Lenslerinizi asla suyla temizlemeye çalışmayın. Ayrıca kontakt lenslerin kaplarının da temiz olmasına özen gösterin.Yüz yıkama: Yatmadan önce gün içinde yüzde oluşan kir ve yüze yapılan makyajı temizlemek için yüzünüzü her gün yıkayın. Göz doktorları, özellikle blefarite yatkınsanız, göz kapaklarınızı özel bir ürün veya bebek şampuanı ile temizlemenizi önerebilir. Bunun yanında ev içinde aile bireylerinin yüzünü sildiği yüz havluların ayrı olmasına özen gösterin.Makyaj hijyeni: Tüm eski veya süresi dolmuş makyaj malzemelerinizi atın. Her iki ila üç ayda bir maskara ve göz farı değiştirdiğinizden emin olun. Ayrıca, asla başka biriyle makyaj malzemelerinizi paylaşmayın veya başkasının makyaj malzemesini kullanmayın.Şalazyon ameliyatı sonrası hastayı neler bekler?Gözde şalazyon ameliyatı basit bir prosedürdür. Ameliyattan sonra size antibiyotik reçete edilecektir. Bazı durumlarda size bir steroid merhem de verilebilir. Reçeteli ilaçları düzenli kullandığınızdan emin olun. Antibiyotikler, ameliyat bölgesinin enfekte olmasını önlemeye yardımcı olacak ve steroidler, ameliyattan sonra yaşayabileceğiniz herhangi bir iltihabı tedavi edecektir. Ameliyat sonrasında gözün korunması için göz pedleri ya da göz bantları verilebilir. Göz çevresinde şişlik veya morluk fark ederseniz endişelenmeyin. Ameliyat bölgesi ayrıca birkaç gün boyunca kırmızımsı bir sıvı sızdırabilir. Bunların hepsi normaldir. Şişliği azaltmak için ameliyattan birkaç saat sonra gözünüze soğuk kompres uygulayabilirsiniz. Ameliyattan sonraki gün yapılması gerekenler konsusunda göz doktoru bilgi verecektir. Gözde şalazyon ameliyatı sonrası Gözlere dokunmamak ya da onları ovuşturmamak, bir süre kontakt lens kullanmamak, göze su ya da şampuan kaçmaması, yüzmemek, bir süre makyaj yapmamak gerekmektedir.Şalazyon ameliyatı sonrası sıcak pansuman yapılır mı?Hekimler ameliyattan sonraki günlerde sıcak pansuman önerebilir. Bunun nasıl yapılacağı konusunda hekimden bilgi alınmalıdır.Şalazyon ameliyatı sonrası şişlik olması normal mi?Göz kapağında şalazyon ameliyatı sonrası şişlik olması normaldir. Pek çok kişi, “Şalazyon ameliyatı sonrası şişlik ne zaman geçer?” sorusunun yanıtını da merak ediyor. Cerrahi kesi genellikle yaklaşık 7 ila 10 gün içinde iyileşmektedir. Ancak en az iki hafta boyunca gözünüze zarar verebilecek faaliyetlerden kaçınmak iyi olacaktır. Bu süreçte hekimin dediklerini uygulamak, ilaçları doğru zamanda almak doğru olur. Ayrıca ameliyattan sonra yaklaşık bir hafta boyunca kontakt lens kullanmaktan ve bir aya kadar göz makyajından kaçınmak gerekmektedir.Şalazyon kendiliğinden geçer mi?Şalazyon kendi başına geçen bir hastalık değildir. Evde şalazyon tedavisi olmaz. Hekimler tarafından tedavi verilir ve uygulanır. Şalazyon bitkisel tedavisi de merak edilen konulardan biridir. Bitkisel yöntemler göz sağlığı açısından olumsuz sonuçlar getirebilir. Bazıları da “Şalazyon kaç günde geçer?” sorusunun yanıtını araştırmaktadır. Bu sorunun yanıtı da hastanın durumuna ve şalazyonun şiddetine göre değişmektedir.Şalazyon ameliyatı sonrası tekrarlaması mümkün mü?Oluşum nedenine göre bazı tür şalazyonlar yeniden nüksedebilmektedir.Şalazyon göz damlası veya şalazyon ilaçları işe yaramazsa ne yapılır?Bu durumda göz hekimleri ameliyat önerebilir.Arpacık ve şalazyon nedir?Arpacık, göz kapağının altında büyüyen bakteriyel enfeksiyon kaynaklı bir sorundur; genelde kirpik iltihabı ile gelişir. Şalazyon ise göz kapağındaki yağ bezesinin tıkanmasıyla meydana gelir.Arpacık ve şalazyon arasındaki fark nedir?Arpacık ve şalazyonu birbirinden ayırt etmek zor olsa da uzman bir göz hekimi ikisinin arasındaki farkı hemen ayırt edecektir. Arpacık, genelde ağrılı seyrederken; şalazyonda ağrı olmamaktadır ya da çok az olmaktadır. Arpacık, göz kapağının yanında olur ve iltihaplanan bir kirpik kökünden kaynaklanır. Şalazyon göz kapağının arkasında gelişir.Şalazyon riski taşıyanlar kimlerdir?Blefariti olanlar, daha önce arpacık çıkaranlar, seboreik dermatit gibi cilt hastalıkları olanlar ve diyabet ile farklı tıbbi sorunları olanlar göz şalazyonu açısından daha riskli durumdadır.Şalazyon patlatılır mı?Hiçbir şekilde şalazyon patlatma gibi davranışlara girilmemelidir. Çünkü bu tür durumlar daha olumsuz görme sorunlarına da neden olabilir. Şalazyona uzman bir göz hekimi müdahale etmelidir. Gerekirse şalazyon operasyonu yapılmaktadır.Şalazyon ameliyatı nedir?Göz kapağı kisti ameliyatı olarak da bilinen şalazyon ameliyatı, göz cerrahisi uzmanı tarafından yapılan bir operasyondur.Şalazyon kendi kendine geçer mi?Bazı durumlarda şalazyon kendi kendine geçebilir ama bu nadir bir durumdur. O nedenle göz kapağında oluşan bir şişlik veya değişiklikte mutlaka göz uzmanına başvurulmalıdır. Göz doktoru ilk etapta şalazyon için göz damlası ve şalazyon için ilaç önerebilir. Eğer bu şalazyon tedavisi ile fayda alınamazsa şalazyon ameliyatı önerilir. Bazı kişiler “Şalazyon ameliyatsız geçer mi?” şeklinde soruların yanıtlarını merak eder. İlaçla da gözde şalazyon tedavisi yapılmakla birlikte bazı hasta grubunda ilaç tedavisi fayda vermemektedir. Bazı hasta grubunda da ameliyatsız şalazyon tedavisi olumlu sonuçlar getirmektedir. Hastanın durumuna göre şalazyonda iyileşme de değişmektedir.Bebeklerde şalazyon görülür mü?Bebeklerde de şalazyon görülebilmektedir. Zira hareketli olan bebekler dünyayı keşfederken pek çok yere dokunup, ellerini gözlerine sürebilir. Dolayısıyla da şalazyon gerçekleşebilir. Bebeklerde de şalazyon tedavisi yetişkinlerinkine benzeyebilir. Hekimler ılık kompres önerebilir. Bu süreçte bebeklerin ellerinin temizliğinden emin olmak gerekebilir. Bazı durumlarda bebeklerde şalazyon ameliyatı da önerilebilir.Şalazyon patlaması durumunda ne yapılmalı?Şalazyon ya da arpacık asla patlatılmamalıdır. Eğer kendiliğinden patlarsa mutlaka göz hekimi aranmalıdır. Çünkü içinden yayılan salgı enfeksiyonun daha da yayılmasına sebep olabilir.Şalazyon evde tedavi edilebilir mi?Şalazyon ilk etapta evde tedavi edilebilir. Çeşitli ilaçlar, antibiyotikli kremler, ılık kompresler uygulanır. Düzelme olmazsa şalazyon ameliyatı önerilir.Gözde arpacık ameliyatı şalazyon ameliyatına benzer mi?Halk arasında arpacık kisti ameliyatı olarak da bilinen işlemde amaç arpacıkta oluşan iltihap boşaltılıp, tıkanan yağ bezleri açılması ve kistin tedavi edilmesidir. Arpacık ameliyatı sonrası göz birkaç saat kapatılır. Arpacık ameliyatı sonrası iz kalmamaktadır. Hastaların en sık sorduğu sorulardan biri de “Arpacık ameliyatı kaç günde iyileşir?”dir.  Bir hafta içinde iyileşme söz konusudur. Gözde arpacık ameliyatı sonrası şişlik olabilmektedir. Ama bu şişlik de kısa sürede geçmektedir. Şalazyon (Göz Kapağı Kisti) Nedir?Şalazyon, göz kapağınızda görülen küçük, genellikle ağrısız, yumru veya şişliktir. Şalazyon gözde bulunan yağ bezlerinin iltihaplanması veya tıkanmasıyla oluşur. Şalazyon meibom bezi tıkandığında meydana gelir. Genelde üst göz kapağında görülür. Genellikle ağrı göstermemekle birlikte bazen alt göz kapağında da görülebilmektedir.Şalazyon Belirtileri Nelerdir?Şalazyon, kırmızı ve şiş bir göz kapağı görüntüsüyle kendisini gösterir. Başlangıçta bu alan ağrı yapabilmekle birlikte ağrı birkaç gün içinde geçer yerine şişlik kalır. Şalazyon, ışığa karşı hassasiyet, göz kapağında kabuklanma, göz kapağında ağırlık hissi, gözlerin sulanması, tahriş, bulanık görme bazen de görmeyi engelleyerek belirti verebilir.Şalazyon Neden Olur?Vücudun her yerinde çeşitli bezler vardır. Bu bezler, hücrelerin dokuların, organların olması gerektiği gibi çalışması için uğraşır. Alt ve üst göz kapaklarında da meibomian bezleri bulunur. Bu bezler gözleri nemlendirip korumak için gözyaşıyla karışan bir yağ üretir. Bu yağ bazen kalınlaştığında ya da iltihaplandığında tıkanır. Böylece şalazyon meydana gelir. Viral konjonktivit, tüberküloz, gözleri kaplaya enfeksiyonlar, seboreik dermatit, akne, gül hastalığı veya göz kapağındaki uzun süreli iltihaplar şalazyona sebebiyet verebilir.Şalazyon Teşhisi Nasıl Konulur?Çoğu durumda, uzman bir göz doktoru göz kapağınızdaki yumruya yakından bakarak bu durumu teşhis edebilir. Doktor ayrıca yumrunun bir şalazyon, arpacık veya başka bir şey olup olmadığını belirlemek için belirtileri soracaktır. Göz doktoru öncelikle sağlık geçmişine ilişkin sorular sorar ve bilgi alır. Sonrasında uzman doktor, gözleri, göz kapaklarını ve cilt yapısını inceler. Daha sonra kapsamlı göz muayenesine geçilir. Işıklı muayene ve yağ bezleri muayenesinden sonra şalazyon teşhisi konulur.Şalazyon Tedavisi Nasıl Yapılır?İlk olarak şalazyonu sıkmaya çalışmamak gerekir. Bu süreçte gözlere dokunulmamalıdır. Günde 4 kez her birinde 10'ar dakika boyunca sıcak kompres uygulanmalıdır. Kompres öncesinde ellerin yıkanması önemlidir. Bu süreçte hekimler göz damlaları gibi göz kapağına şalazyon tedavisinde kullanılan ilaçlar reçete edebilirler. Eğer şalazyonda düzelme olmazsa göz hekimleri kortikosteroid enjeksiyonu ya da cerrahi önerebilir. Enjeksiyon da ameliyat da oldukça etkili tedavilerdendir.Şalazyon Hakkında Sık Sorulan Sorular Şalazyon önlenebilir mi?İyi hijyen uygulayarak bir şalazyondan kaçınabilmek mümkündür. İyi bir hijyenin bazı temel unsurları şunları içerir:El yıkama: Ellerinizi iyice ve sık sık yıkayın. Gözlerinize dokunmadan önce ellerinizi yıkadığınızdan emin olun.Kontakt lens bakımı: Kontak lensleri çıkarmadan önce ellerinizi yıkayın. Kontaklarınızı lens temizleme solüsyonuyla iyice temizlediğinizden emin olun. Her zaman günlük ve sınırlı süreli kişileri programa göre atın. Lenslerinizi asla suyla temizlemeye çalışmayın. Ayrıca kontakt lenslerin kaplarının da temiz olmasına özen gösterin.Yüz yıkama: Yatmadan önce gün içinde yüzde oluşan kir ve yüze yapılan makyajı temizlemek için yüzünüzü her gün yıkayın. Göz doktorları, özellikle blefarite yatkınsanız, göz kapaklarınızı özel bir ürün veya bebek şampuanı ile temizlemenizi önerebilir. Bunun yanında ev içinde aile bireylerinin yüzünü sildiği yüz havluların ayrı olmasına özen gösterin.Makyaj hijyeni: Tüm eski veya süresi dolmuş makyaj malzemelerinizi atın. Her iki ila üç ayda bir maskara ve göz farı değiştirdiğinizden emin olun. Ayrıca, asla başka biriyle makyaj malzemelerinizi paylaşmayın veya başkasının makyaj malzemesini kullanmayın.Şalazyon ameliyatı sonrası hastayı neler bekler?Gözde şalazyon ameliyatı basit bir prosedürdür. Ameliyattan sonra size antibiyotik reçete edilecektir. Bazı durumlarda size bir steroid merhem de verilebilir. Reçeteli ilaçları düzenli kullandığınızdan emin olun. Antibiyotikler, ameliyat bölgesinin enfekte olmasını önlemeye yardımcı olacak ve steroidler, ameliyattan sonra yaşayabileceğiniz herhangi bir iltihabı tedavi edecektir. Ameliyat sonrasında gözün korunması için göz pedleri ya da göz bantları verilebilir. Göz çevresinde şişlik veya morluk fark ederseniz endişelenmeyin. Ameliyat bölgesi ayrıca birkaç gün boyunca kırmızımsı bir sıvı sızdırabilir. Bunların hepsi normaldir. Şişliği azaltmak için ameliyattan birkaç saat sonra gözünüze soğuk kompres uygulayabilirsiniz. Ameliyattan sonraki gün yapılması gerekenler konsusunda göz doktoru bilgi verecektir. Gözde şalazyon ameliyatı sonrası Gözlere dokunmamak ya da onları ovuşturmamak, bir süre kontakt lens kullanmamak, göze su ya da şampuan kaçmaması, yüzmemek, bir süre makyaj yapmamak gerekmektedir.Şalazyon ameliyatı sonrası sıcak pansuman yapılır mı?Hekimler ameliyattan sonraki günlerde sıcak pansuman önerebilir. Bunun nasıl yapılacağı konusunda hekimden bilgi alınmalıdır.Şalazyon ameliyatı sonrası şişlik olması normal mi?Göz kapağında şalazyon ameliyatı sonrası şişlik olması normaldir. Pek çok kişi, “Şalazyon ameliyatı sonrası şişlik ne zaman geçer?” sorusunun yanıtını da merak ediyor. Cerrahi kesi genellikle yaklaşık 7 ila 10 gün içinde iyileşmektedir. Ancak en az iki hafta boyunca gözünüze zarar verebilecek faaliyetlerden kaçınmak iyi olacaktır. Bu süreçte hekimin dediklerini uygulamak, ilaçları doğru zamanda almak doğru olur. Ayrıca ameliyattan sonra yaklaşık bir hafta boyunca kontakt lens kullanmaktan ve bir aya kadar göz makyajından kaçınmak gerekmektedir.Şalazyon kendiliğinden geçer mi?Şalazyon kendi başına geçen bir hastalık değildir. Evde şalazyon tedavisi olmaz. Hekimler tarafından tedavi verilir ve uygulanır. Şalazyon bitkisel tedavisi de merak edilen konulardan biridir. Bitkisel yöntemler göz sağlığı açısından olumsuz sonuçlar getirebilir. Bazıları da “Şalazyon kaç günde geçer?” sorusunun yanıtını araştırmaktadır. Bu sorunun yanıtı da hastanın durumuna ve şalazyonun şiddetine göre değişmektedir.Şalazyon ameliyatı sonrası tekrarlaması mümkün mü?Oluşum nedenine göre bazı tür şalazyonlar yeniden nüksedebilmektedir.Şalazyon göz damlası veya şalazyon ilaçları işe yaramazsa ne yapılır?Bu durumda göz hekimleri ameliyat önerebilir.Arpacık ve şalazyon nedir?Arpacık, göz kapağının altında büyüyen bakteriyel enfeksiyon kaynaklı bir sorundur; genelde kirpik iltihabı ile gelişir. Şalazyon ise göz kapağındaki yağ bezesinin tıkanmasıyla meydana gelir.Arpacık ve şalazyon arasındaki fark nedir?Arpacık ve şalazyonu birbirinden ayırt etmek zor olsa da uzman bir göz hekimi ikisinin arasındaki farkı hemen ayırt edecektir. Arpacık, genelde ağrılı seyrederken; şalazyonda ağrı olmamaktadır ya da çok az olmaktadır. Arpacık, göz kapağının yanında olur ve iltihaplanan bir kirpik kökünden kaynaklanır. Şalazyon göz kapağının arkasında gelişir.Şalazyon riski taşıyanlar kimlerdir?Blefariti olanlar, daha önce arpacık çıkaranlar, seboreik dermatit gibi cilt hastalıkları olanlar ve diyabet ile farklı tıbbi sorunları olanlar göz şalazyonu açısından daha riskli durumdadır.Şalazyon patlatılır mı?Hiçbir şekilde şalazyon patlatma gibi davranışlara girilmemelidir. Çünkü bu tür durumlar daha olumsuz görme sorunlarına da neden olabilir. Şalazyona uzman bir göz hekimi müdahale etmelidir. Gerekirse şalazyon operasyonu yapılmaktadır.Şalazyon ameliyatı nedir?Göz kapağı kisti ameliyatı olarak da bilinen şalazyon ameliyatı, göz cerrahisi uzmanı tarafından yapılan bir operasyondur.Şalazyon kendi kendine geçer mi?Bazı durumlarda şalazyon kendi kendine geçebilir ama bu nadir bir durumdur. O nedenle göz kapağında oluşan bir şişlik veya değişiklikte mutlaka göz uzmanına başvurulmalıdır. Göz doktoru ilk etapta şalazyon için göz damlası ve şalazyon için ilaç önerebilir. Eğer bu şalazyon tedavisi ile fayda alınamazsa şalazyon ameliyatı önerilir. Bazı kişiler “Şalazyon ameliyatsız geçer mi?” şeklinde soruların yanıtlarını merak eder. İlaçla da gözde şalazyon tedavisi yapılmakla birlikte bazı hasta grubunda ilaç tedavisi fayda vermemektedir. Bazı hasta grubunda da ameliyatsız şalazyon tedavisi olumlu sonuçlar getirmektedir. Hastanın durumuna göre şalazyonda iyileşme de değişmektedir.Bebeklerde şalazyon görülür mü?Bebeklerde de şalazyon görülebilmektedir. Zira hareketli olan bebekler dünyayı keşfederken pek çok yere dokunup, ellerini gözlerine sürebilir. Dolayısıyla da şalazyon gerçekleşebilir. Bebeklerde de şalazyon tedavisi yetişkinlerinkine benzeyebilir. Hekimler ılık kompres önerebilir. Bu süreçte bebeklerin ellerinin temizliğinden emin olmak gerekebilir. Bazı durumlarda bebeklerde şalazyon ameliyatı da önerilebilir.Şalazyon patlaması durumunda ne yapılmalı?Şalazyon ya da arpacık asla patlatılmamalıdır. Eğer kendiliğinden patlarsa mutlaka göz hekimi aranmalıdır. Çünkü içinden yayılan salgı enfeksiyonun daha da yayılmasına sebep olabilir.Şalazyon evde tedavi edilebilir mi?Şalazyon ilk etapta evde tedavi edilebilir. Çeşitli ilaçlar, antibiyotikli kremler, ılık kompresler uygulanır. Düzelme olmazsa şalazyon ameliyatı önerilir.Gözde arpacık ameliyatı şalazyon ameliyatına benzer mi?Halk arasında arpacık kisti ameliyatı olarak da bilinen işlemde amaç arpacıkta oluşan iltihap boşaltılıp, tıkanan yağ bezleri açılması ve kistin tedavi edilmesidir. Arpacık ameliyatı sonrası göz birkaç saat kapatılır. Arpacık ameliyatı sonrası iz kalmamaktadır. Hastaların en sık sorduğu sorulardan biri de “Arpacık ameliyatı kaç günde iyileşir?”dir.  Bir hafta içinde iyileşme söz konusudur. Gözde arpacık ameliyatı sonrası şişlik olabilmektedir. Ama bu şişlik de kısa sürede geçmektedir.
7,754
627
Hastalıklar
Stres Kırığı
Stres kırıkları, en yaygın olarak alt bacak ve ayağın ağırlık taşıyan kemiklerinde, küçük çatlaklar şeklinde oluşuyor. Genellikle tekrar tekrar yukarı- aşağı zıplamak veya uzun mesafeler koşmak gibi tekrarlayan kuvvetten, aşırı kullanımdan kaynaklanıyor. Stres kırıklarının çoğu donuk bir ağrı olarak başlıyor ve göz ardı edildiğinde çok acı verici hale gelebiliyor. Memorial Antalya Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Op. Dr. Serdar Alfidan, stres kırığı hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.Stres kırıkları, en yaygın olarak alt bacak ve ayağın ağırlık taşıyan kemiklerinde, küçük çatlaklar şeklinde oluşuyor. Genellikle tekrar tekrar yukarı- aşağı zıplamak veya uzun mesafeler koşmak gibi tekrarlayan kuvvetten, aşırı kullanımdan kaynaklanıyor. Stres kırıklarının çoğu donuk bir ağrı olarak başlıyor ve göz ardı edildiğinde çok acı verici hale gelebiliyor. Memorial Antalya Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Op. Dr. Serdar Alfidan, stres kırığı hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı. Stres kırığı nedir?Vücudun yüke ve travmaya en çok maruz kalan bölgeleri ayak kemikleri ve tibia olarak adlandırılan kaval kemikleridir. Normal şartlar altında vücuttaki kemikler karşılaştıkları yüklere ve zorlanmalara karşı görevini uygun şekilde yapabilmek amacı ile kemik dokusunun yoğunluğunu ve gücünü düzenlemektedir. Bir taraftan yıkım devam ederken, bir taraftan da bu bölgelerde yeni ve daha güçlü kemik dokuları oluşmaktadır. Ancak bu turn-over diye adlandırılan yıkım ve yapımı birlikte içeren değişim süreci aslında ayları kapsayan uzun periyodlardır. Kemiğin bu değişim sürecine ayak uyduramayacak seviyede zorlanmaya, yüke ve dirence daha kısa sürede maruz kalması ile stres kırığı olarak adlandırılan kırıklar ortaya çıkabilir. Stres kırığı nerelerde görülür?Stres kırığı çoğunlukla ayak kemiklerinde  (en sık ayak tarak kemiklerinde) ve kaval kemiği gibi yüke ve zorlanmaya daha açık olan kemiklerde görülür. Nadiren de olsa çeşitli nedenlerle aşırı zorlanmaya maruz kalmış vücuttaki diğer kemik yapılarda da karşılaşılabilir.Stres kırığı kimlerde oluşabilir?Stres kırığının oluşumunda en sık neden kemik dokunun alışkın olduğu fiziksel aktivitenin çok ötesinde strese maruz kalmasıdır. Bu yoğun fiziksel aktivitenin düzeyi kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Daha genç ve aktif bir insanda atletizm, koşu, basketbol gibi sporlarla yoğun antrenman programlarına maruz kalmak stres kırığı oluşumuna zemin hazırlayabildiği gibi, daha sedanter yani hareketsiz yaşayan yaşlı bir insanın uzun zaman sonra aniden spor aktiviteye başlaması veya uzun yürüyüşler bile ilk örnekteki etkiyi göstererek stres kırığına yol açabilmektedir.Kadınların, erkeklere göre kemik dokuları daha incedir. Aynı zamanda adet döngüsü kemik dokularının travmalara daha hassas olmasına yol açar. Bu nedenlerle kadın cinsiyet stres kırığı oluşumu açısından bir risk faktörü olarak görülmektedir.Ayrıca kemik gelişim bozukluğu hastalıkları (osteogenesiz imperfekta, vs.), kemik erimesi (osteoporoz, osteomalazi ) ve kemik gelişim problemlerini ortaya çıkaran (D Vitamini ve kalsiyum eksikliği gibi) hastalıkları olan kişilerde stres kırığı daha sık görülür.Daha önce geçirilmiş normal kırık veya stres kırığı da kırılan bölgenin kemik gücünün zayıflamasına yol açtığı için bu bölgelerde tekrar stres kırığı oluşma ihtimalini arttırır. Ayaktaki yük dağılımının olması gerektiği durumdan farklı olmasını sağlayan anatomik ayak bozuklukları ve hastalıkları da yine stres kırığının ortaya çıkmasına zemin hazırlar.Stres kırığının belirtileri nelerdir?Stres kırığının başlıca belirtisi ağrıdır. Hastanın ağrı duyduğunu ifade ettiği bölgenin muayenesinde dokunmayla hasta ağrının arttığını ifade edecektir. Yine bu bölgede ödem, kızarıklık ve ısı artışı görülebilir. Kırık şüphesi olan bölgenin yakınındaki eklem hareketlerinde kısıtlılık çoğunlukla diğer belirtilere eşlik eder. Bazı hastalar ortopedi polikliniğe aksayarak gelebilir. Hastaların hikayesinde hemen hemen her zaman son aylarda yaptığı yoğun fiziksel aktivite öyküsü vardır.  Hasta ağrının birkaç aydır olduğunu ancak son haftalarda iyice arttığını söyleyebilir.Stres kırığının belirtileri aslında normal kırığa benzer. Farklı olarak ağrı zamanla ortaya çıkıp zamanla artış gösterdiği için hasta bu ağrıyı tolere etmeyi benimsemiştir. Bu nedenle stres kırığı olan hastaların büyük kısmı normal kırıktan farklı olarak doktora yürüyerek ve ayağının üzerine basarak gelir.Stres kırığı tanısı nasıl konulur?Tanıda klinik bulguların varlığı ve öykü değerlidir. Tam kırık oluştuktan sonra ağrılı bölgeye çekilen röntgen filmleri ile kırık görülebilir. Belirgin düşme veya travma öyküsü yoksa bu durumda stres kırığı tanısı konulur.Stres kırığının tanısı özellikle kırığın erken saflarında zordur. Bunun nedeni geleneksel röntgen filmlerinde kırığın görünmemesidir. Bu noktada hastadan alınan detaylı öyküde aşırı zorlanmanın varlığı stres kırığını akla getirmelidir. Hastaların bir kısmı erken stres kırığı safhasındayken kas ağrısı ve tendinit gibi daha basit hastalık tanıları almakta ve bu durumlara yönelik yanlış tedaviler uygulanabilmektedir. Bu nedenle aşırı egzersiz ve zorlanmaya maruz kalan ve ayaklarının belli noktasındaki ağrısı zamanla gittikçe artan hastalar stres kırığı şüphesi ile mutlaka ortopedi hekimine başvurmalıdır. Ortopedi hekimi tarafından çektirilen röntgen filmlerinde kırık görünmüyorsa öykü ve ağrı ilerleyiş şekli de stres kırığı ile uyumlu ise o bölgeye yönelik MR çekilmesi planlanır. Erken safha stres kırıklarının tanısının sadece MR ile konulabileceği unutulmamalıdır.Stres kırığı tedavisi nasıldır?Stres kırığı tedavisinde hastanın stres kırığının durumu, hastanın yaşı ve aktivite düzeyi dikkatlice değerlendirilmelidir. Daha genç hastalarda hareketi kısıtlamak ve kırığın iyileşmesini sağlamak için alçı ve ortez tedavileri uygulanır. Daha geç kalınmış kırıklarda bazen kırık uçlar ayrılabilir ve cerrahi tedavi dahi gerekebilir. Sporcuların stres kırık tedavisinde çoğunlukla girişimsel tedaviler gündeme gelir. Daha yaşlı ve aktivite düzeyi düşük stres kırığı gelişmiş hastalarda ise cerrahi dışı alçı tedavileri çoğunlukla yeterlidir.Stres kırığının kırık kaynama süreci normal kırığa göre çok da farklı değildir hatta normal kırık kaynamasından daha uzun sürebilmektedir. Böyle durumlarda hastada olası metabolik hastalıklar akla gelmeli ve kan tahlilleri ile daha detaylı bir inceleme yapılmalıdır.Stres Kırığı Hakkında Sık Sorulan SorularStres kırığı ne kadar sürede iyileşir?Stres kırığı için ortalama 8 haftalık bir iyileşme süreci gerekebilir. Tam iyileşme sağlanmadan aktivite yapmak daha büyük bir kırığa neden olabilir.Stres kırığı varken yürünebilir mi?Stres kırığında da ayağı dinlendirmek önemlidir. Şişliği ve ağrıyı azaltmak için ayak yükseltilebilir. Kırılmaya neden olan aktivite veya egzersiz kesinlikle yapılmamalıdır. Yürümek ağrılıysa, yürürken vücut ağırlığını desteklemeye yardımcı olması için koltuk değneği kullanılabilir. Stres kırığı nedir?Vücudun yüke ve travmaya en çok maruz kalan bölgeleri ayak kemikleri ve tibia olarak adlandırılan kaval kemikleridir. Normal şartlar altında vücuttaki kemikler karşılaştıkları yüklere ve zorlanmalara karşı görevini uygun şekilde yapabilmek amacı ile kemik dokusunun yoğunluğunu ve gücünü düzenlemektedir. Bir taraftan yıkım devam ederken, bir taraftan da bu bölgelerde yeni ve daha güçlü kemik dokuları oluşmaktadır. Ancak bu turn-over diye adlandırılan yıkım ve yapımı birlikte içeren değişim süreci aslında ayları kapsayan uzun periyodlardır. Kemiğin bu değişim sürecine ayak uyduramayacak seviyede zorlanmaya, yüke ve dirence daha kısa sürede maruz kalması ile stres kırığı olarak adlandırılan kırıklar ortaya çıkabilir. Stres kırığı nerelerde görülür?Stres kırığı çoğunlukla ayak kemiklerinde  (en sık ayak tarak kemiklerinde) ve kaval kemiği gibi yüke ve zorlanmaya daha açık olan kemiklerde görülür. Nadiren de olsa çeşitli nedenlerle aşırı zorlanmaya maruz kalmış vücuttaki diğer kemik yapılarda da karşılaşılabilir.Stres kırığı kimlerde oluşabilir?Stres kırığının oluşumunda en sık neden kemik dokunun alışkın olduğu fiziksel aktivitenin çok ötesinde strese maruz kalmasıdır. Bu yoğun fiziksel aktivitenin düzeyi kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Daha genç ve aktif bir insanda atletizm, koşu, basketbol gibi sporlarla yoğun antrenman programlarına maruz kalmak stres kırığı oluşumuna zemin hazırlayabildiği gibi, daha sedanter yani hareketsiz yaşayan yaşlı bir insanın uzun zaman sonra aniden spor aktiviteye başlaması veya uzun yürüyüşler bile ilk örnekteki etkiyi göstererek stres kırığına yol açabilmektedir.Kadınların, erkeklere göre kemik dokuları daha incedir. Aynı zamanda adet döngüsü kemik dokularının travmalara daha hassas olmasına yol açar. Bu nedenlerle kadın cinsiyet stres kırığı oluşumu açısından bir risk faktörü olarak görülmektedir.Ayrıca kemik gelişim bozukluğu hastalıkları (osteogenesiz imperfekta, vs.), kemik erimesi (osteoporoz, osteomalazi ) ve kemik gelişim problemlerini ortaya çıkaran (D Vitamini ve kalsiyum eksikliği gibi) hastalıkları olan kişilerde stres kırığı daha sık görülür.Daha önce geçirilmiş normal kırık veya stres kırığı da kırılan bölgenin kemik gücünün zayıflamasına yol açtığı için bu bölgelerde tekrar stres kırığı oluşma ihtimalini arttırır. Ayaktaki yük dağılımının olması gerektiği durumdan farklı olmasını sağlayan anatomik ayak bozuklukları ve hastalıkları da yine stres kırığının ortaya çıkmasına zemin hazırlar.Stres kırığının belirtileri nelerdir?Stres kırığının başlıca belirtisi ağrıdır. Hastanın ağrı duyduğunu ifade ettiği bölgenin muayenesinde dokunmayla hasta ağrının arttığını ifade edecektir. Yine bu bölgede ödem, kızarıklık ve ısı artışı görülebilir. Kırık şüphesi olan bölgenin yakınındaki eklem hareketlerinde kısıtlılık çoğunlukla diğer belirtilere eşlik eder. Bazı hastalar ortopedi polikliniğe aksayarak gelebilir. Hastaların hikayesinde hemen hemen her zaman son aylarda yaptığı yoğun fiziksel aktivite öyküsü vardır.  Hasta ağrının birkaç aydır olduğunu ancak son haftalarda iyice arttığını söyleyebilir.Stres kırığının belirtileri aslında normal kırığa benzer. Farklı olarak ağrı zamanla ortaya çıkıp zamanla artış gösterdiği için hasta bu ağrıyı tolere etmeyi benimsemiştir. Bu nedenle stres kırığı olan hastaların büyük kısmı normal kırıktan farklı olarak doktora yürüyerek ve ayağının üzerine basarak gelir.Stres kırığı tanısı nasıl konulur?Tanıda klinik bulguların varlığı ve öykü değerlidir. Tam kırık oluştuktan sonra ağrılı bölgeye çekilen röntgen filmleri ile kırık görülebilir. Belirgin düşme veya travma öyküsü yoksa bu durumda stres kırığı tanısı konulur.Stres kırığının tanısı özellikle kırığın erken saflarında zordur. Bunun nedeni geleneksel röntgen filmlerinde kırığın görünmemesidir. Bu noktada hastadan alınan detaylı öyküde aşırı zorlanmanın varlığı stres kırığını akla getirmelidir. Hastaların bir kısmı erken stres kırığı safhasındayken kas ağrısı ve tendinit gibi daha basit hastalık tanıları almakta ve bu durumlara yönelik yanlış tedaviler uygulanabilmektedir. Bu nedenle aşırı egzersiz ve zorlanmaya maruz kalan ve ayaklarının belli noktasındaki ağrısı zamanla gittikçe artan hastalar stres kırığı şüphesi ile mutlaka ortopedi hekimine başvurmalıdır. Ortopedi hekimi tarafından çektirilen röntgen filmlerinde kırık görünmüyorsa öykü ve ağrı ilerleyiş şekli de stres kırığı ile uyumlu ise o bölgeye yönelik MR çekilmesi planlanır. Erken safha stres kırıklarının tanısının sadece MR ile konulabileceği unutulmamalıdır.Stres kırığı tedavisi nasıldır?Stres kırığı tedavisinde hastanın stres kırığının durumu, hastanın yaşı ve aktivite düzeyi dikkatlice değerlendirilmelidir. Daha genç hastalarda hareketi kısıtlamak ve kırığın iyileşmesini sağlamak için alçı ve ortez tedavileri uygulanır. Daha geç kalınmış kırıklarda bazen kırık uçlar ayrılabilir ve cerrahi tedavi dahi gerekebilir. Sporcuların stres kırık tedavisinde çoğunlukla girişimsel tedaviler gündeme gelir. Daha yaşlı ve aktivite düzeyi düşük stres kırığı gelişmiş hastalarda ise cerrahi dışı alçı tedavileri çoğunlukla yeterlidir.Stres kırığının kırık kaynama süreci normal kırığa göre çok da farklı değildir hatta normal kırık kaynamasından daha uzun sürebilmektedir. Böyle durumlarda hastada olası metabolik hastalıklar akla gelmeli ve kan tahlilleri ile daha detaylı bir inceleme yapılmalıdır.Stres Kırığı Hakkında Sık Sorulan SorularStres kırığı ne kadar sürede iyileşir?Stres kırığı için ortalama 8 haftalık bir iyileşme süreci gerekebilir. Tam iyileşme sağlanmadan aktivite yapmak daha büyük bir kırığa neden olabilir.Stres kırığı varken yürünebilir mi?
4,798
628
Hastalıklar
Stargardt Hastalığı
Stargardt hastalığı, retinada metabolik bir atık ürün olan lipofuscin (kahverengi pigment) birikimine bağlı merkezi görme kaybına neden olan kalıtsal tek gen retina hastalığıdır. Retinanın merkezinde yer alan makulanın bozulmasından kaynaklı olarak ortaya çıkabilir. Bunun yanında genetik mutasyonlar sonucunda hücrelerin bozulması da bu hastalığın gelişmesine zemin hazırlayan nedenler arasında yer alır. Stargardt hastalığı olan kişilerde görüş alanı sınırlanır ve ışık algılan hücreler ölmeye başlar. Bu hastalığın semptomları azaltılabilir fakat tedavisi mümkün olmayabilir.Stargardt hastalığı, retinada metabolik bir atık ürün olan lipofuscin (kahverengi pigment) birikimine bağlı merkezi görme kaybına neden olan kalıtsal tek gen retina hastalığıdır. Retinanın merkezinde yer alan makulanın bozulmasından kaynaklı olarak ortaya çıkabilir. Bunun yanında genetik mutasyonlar sonucunda hücrelerin bozulması da bu hastalığın gelişmesine zemin hazırlayan nedenler arasında yer alır. Stargardt hastalığı olan kişilerde görüş alanı sınırlanır ve ışık algılan hücreler ölmeye başlar. Bu hastalığın semptomları azaltılabilir fakat tedavisi mümkün olmayabilir. Stargardt Hastalığı Nedir?Stargardt hastalığı, kişiye kalıtsal olarak geçen daha çok yetişkin ve çocuklarda görülen göz hastalığıdır. Bu hastalık, ABCA4 geninde yer alan mutasyonlar sonucunda meydana gelir ve retina hücrelerinde biriken lipofuscin maddesi nedeniyle hücrelerin bozulmasıyla oluşur. Stargardt hastalığının belirtileri arasında görme kaybı, renklerin soluk görünme ve gece körlüğü yer alır. Gözde bulunan yağlı sarı bir madde olarak bilinen lipofuscin maddesi stargardt hastalığı olan kişilerde makula üzerinde toplanarak görüşün kısıtlanmasına neden olur.Stargardt Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Stargardt hastalığı belirtileri arasında net şekilde görememe, loş ışıkta figürleri seçememe, renkleri görme yeteneğinin kaybolması ve istemsiz göz hareketleri yer alır. Stargardt hastalığı belirtileri genellikle çocukluk ya da gençlik döneminde ortaya çıkarak zaman içerisinde ilerleyebilir.Stargardt hastalığı belirtileri şöyle sıralanabilir: Görme alanı merkezinde bulanık ya da bozulmuş görmenin oluşması Renkleri ayırt etme yeteneğinin azalması Işığa duyarlılık (fotofobi) Karanlıkta görme güçlüğü yaşama Bozuk ve dalgalı görme İstemsiz göz hareketleri Ortamdaki ışık değişimlerine uyum sağlamada zorluk çekmeBu oluşan belirtiler zaman içerisinde ilerleyerek kişide görme kaybına sebep olabilir. Bu durum kişiden kişiye farklılık gösterir.Stargardt Hastalığı Neden Olur?Stargardt hastalığı, ABCA4 geninde meydana gelen genetik mutasyonlar nedeniyle ortaya çıkar. Genetik olarak kişiden kişiye aktarılan bu hastalıkta ABCA4 geninde protein üretiminden sorumlu hücreler düzgün çalışma gösteremez. Bu gen aynı zamanda vücutta A vitaminin kullanımın düzenlemeden sorumludur. Bu gen mutasyona uğradığında ise retina hücrelerinde atık maddelerden özellikle lipofuscin adlı toksik bir bileşiğin birikmesine sebep olarak görme bozukluklarının ortaya çıkarır.Stargardt Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Stargardt hastalığı, çeşitli göz hastalıklarına ve görme kaybına neden olduğundan teşhisi için kişiye göz testleri uygulanır. Doktorun, fiziki muayenesi ve kişinin tıbbi geçmişinin öğrenmesinin ardından aşağıda yer alan testler uygulanabilir: Görme sorunlarını incelemek göz muayenesi yapılır Optik koherens tomografi (OCT) sayesinde retinanın katmanları detaylı şekilde non-invaziv bir görüntüleme sağlanır Fundus fotoğrafı ile retina ve makula bölgesinin görüntüsünü alınır ve retinada sarımsı lipofuscin birikimleri ortaya çıkarılır. Flöresein anjiyografi sayesinde retina damarlarının yapısı incelenir. Elektroretinografi (ERG), retinadaki hücrelerin ışığa verdiği elektriksel yanıtları ölçen bir testtir. Bu test sayesinde zarar gören hücreler açığa çıkarılır. Hastalığın kesin tanısını koymak için ABCA4 genindeki mutasyonları görüntülemek adına genetik test yapılabilir.Stargardt Hastalığı Tedavisi Nasıl Olur?Stargardt hastalığı tedavisi bulunmadığından hastalığın ilerlemesini durdurmak ve semptomlarını yönetmek için çeşitli yöntemlere başvurulabilir. Bu hastalığın tedavisi genellikle görme kaybını azaltmaya ve kişinin yaşam kalitesini artırmaya yönelik olarak yapılır. Stargardt hastalığı tedavisinde kullanılabilecek yöntemler şöyle sıralanabilir: Görme kaybı azalan kişilere yönelik olarak gözlükler ve elektronik büyütme gibi cihazlardan yararlanılabilir. Stargardt hastalığı olan kişilerde retina hassas olduğundan güneş ışığı rahatsız edebilir. Bu nedenle UV ışınlarına karşı güneş gözlüklerinin kullanılması önerilir. Stargardt hastalığı olan kişilerin A vitamininden kaçınması önemlidir. A vitamini retinada lipofuscin birikimini artırarak görme kaybını artırabilir. Gen tedavisi de Stargardt hastalığının bir tedavi yöntemi olarak görülür. ABCA4 genindeki hatalı mutasyonların düzeltilmesi amaçlanır.Bunun yanında hastalığın ilerlemesini yavaşlatmak için kişinin tütün kullanımını azaltması ve sağlıklı yaşam tarzını benimsemesi gerekir.Stargardt Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularStargardt hastası nasıl görür?Stargardt hastalığı, merkezi görme kaybına neden olabilir. Kişiler bulanık, karanlık bir leke veya görme bozukluğu hissederler. Periferik yani yan görmeleri genellikle korunur fakat yüz tanıma, okuma gibi detaylı işlerde zorluk çekebilirler.Stargardt hastalığı tamamen kör eder mi?targardt hastalığı tamamen körlüğe neden olmasa görmeyi ciddi oranda etkiler. Gün içerisindeki işlerini yapmakta ve kişi seçmekte zorluk çekerler.Stargardt genetik mi?Stargardt hastalığı bir kalıtsal olarak ortaya çıkan genetik bir göz hastalığıdır. Bu durum anne ve babadan çocuklarına aktarılır. Stargardt Hastalığı Nedir?Stargardt hastalığı, kişiye kalıtsal olarak geçen daha çok yetişkin ve çocuklarda görülen göz hastalığıdır. Bu hastalık, ABCA4 geninde yer alan mutasyonlar sonucunda meydana gelir ve retina hücrelerinde biriken lipofuscin maddesi nedeniyle hücrelerin bozulmasıyla oluşur. Stargardt hastalığının belirtileri arasında görme kaybı, renklerin soluk görünme ve gece körlüğü yer alır. Gözde bulunan yağlı sarı bir madde olarak bilinen lipofuscin maddesi stargardt hastalığı olan kişilerde makula üzerinde toplanarak görüşün kısıtlanmasına neden olur.Stargardt Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Stargardt hastalığı belirtileri arasında net şekilde görememe, loş ışıkta figürleri seçememe, renkleri görme yeteneğinin kaybolması ve istemsiz göz hareketleri yer alır. Stargardt hastalığı belirtileri genellikle çocukluk ya da gençlik döneminde ortaya çıkarak zaman içerisinde ilerleyebilir.Stargardt hastalığı belirtileri şöyle sıralanabilir:Bu oluşan belirtiler zaman içerisinde ilerleyerek kişide görme kaybına sebep olabilir. Bu durum kişiden kişiye farklılık gösterir.Stargardt Hastalığı Neden Olur?Stargardt hastalığı, ABCA4 geninde meydana gelen genetik mutasyonlar nedeniyle ortaya çıkar. Genetik olarak kişiden kişiye aktarılan bu hastalıkta ABCA4 geninde protein üretiminden sorumlu hücreler düzgün çalışma gösteremez. Bu gen aynı zamanda vücutta A vitaminin kullanımın düzenlemeden sorumludur. Bu gen mutasyona uğradığında ise retina hücrelerinde atık maddelerden özellikle lipofuscin adlı toksik bir bileşiğin birikmesine sebep olarak görme bozukluklarının ortaya çıkarır.Stargardt Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Stargardt hastalığı, çeşitli göz hastalıklarına ve görme kaybına neden olduğundan teşhisi için kişiye göz testleri uygulanır. Doktorun, fiziki muayenesi ve kişinin tıbbi geçmişinin öğrenmesinin ardından aşağıda yer alan testler uygulanabilir:Stargardt Hastalığı Tedavisi Nasıl Olur?Stargardt hastalığı tedavisi bulunmadığından hastalığın ilerlemesini durdurmak ve semptomlarını yönetmek için çeşitli yöntemlere başvurulabilir. Bu hastalığın tedavisi genellikle görme kaybını azaltmaya ve kişinin yaşam kalitesini artırmaya yönelik olarak yapılır. Stargardt hastalığı tedavisinde kullanılabilecek yöntemler şöyle sıralanabilir:Bunun yanında hastalığın ilerlemesini yavaşlatmak için kişinin tütün kullanımını azaltması ve sağlıklı yaşam tarzını benimsemesi gerekir.Stargardt Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularStargardt hastası nasıl görür?Stargardt hastalığı, merkezi görme kaybına neden olabilir. Kişiler bulanık, karanlık bir leke veya görme bozukluğu hissederler. Periferik yani yan görmeleri genellikle korunur fakat yüz tanıma, okuma gibi detaylı işlerde zorluk çekebilirler.Stargardt hastalığı tamamen kör eder mi?targardt hastalığı tamamen körlüğe neden olmasa görmeyi ciddi oranda etkiler. Gün içerisindeki işlerini yapmakta ve kişi seçmekte zorluk çekerler.Stargardt genetik mi?Stargardt hastalığı bir kalıtsal olarak ortaya çıkan genetik bir göz hastalığıdır. Bu durum anne ve babadan çocuklarına aktarılır.
3,190
629
Hastalıklar
Spastisite
Kas hareketleri, normalde bazı kasların kasılmasına izin verirken, diğerlerinin gevşemesini sağlayan komplike bir sistem tarafından kontrol ediliyor. Ancak merkezi sinir sistemindeki sinirlerin hasar görmesi bu düzeni bozabiliyor. Bunun sonucunda da birçok kas aynı anda kasılabiliyor. Spastisite adı verilen bu durum; serebral palsi, travmatik beyin hasarı, felç, omurilik yaralanması, Multipl skleroz, beyni ve/veya omuriliği etkileyen birçok hastalık sonucunda ortaya çıkabiliyor. Genellikle bacaklarda görülüyor olsa da, vücudun diğer kısımlarında da ortaya çıkabiliyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Nöroloji Bölümü’nden Uz. Dr. Hatice Hale Tüzün, spastisite ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.Kas hareketleri, normalde bazı kasların kasılmasına izin verirken, diğerlerinin gevşemesini sağlayan komplike bir sistem tarafından kontrol ediliyor. Ancak merkezi sinir sistemindeki sinirlerin hasar görmesi bu düzeni bozabiliyor. Bunun sonucunda da birçok kas aynı anda kasılabiliyor. Spastisite adı verilen bu durum; serebral palsi, travmatik beyin hasarı, felç, omurilik yaralanması, Multipl skleroz, beyni ve/veya omuriliği etkileyen birçok hastalık sonucunda ortaya çıkabiliyor. Genellikle bacaklarda görülüyor olsa da, vücudun diğer kısımlarında da ortaya çıkabiliyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Nöroloji Bölümü’nden Uz. Dr. Hatice Hale Tüzün, spastisite ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. Spastisite nedir?Spastisite, genellikle beyindeki veya omurilikteki kas hareketini kontrol eden sinir yollarındaki hasardan kaynaklanmaktadır. Omurilik yaralanması, Multipl skleroz, serebral palsi, felç, beyin veya kafa travması, amyotrofik lateral skleroz, kalıtsal spastik paraplejiler ve adrenolökodistrofi, fenilketonüri ve Krabbe hastalığı gibi metabolik hastalıklar sonucu ortaya çıkabilmektedir. Spastisite, serebral palsili kişilerin yaklaşık yüzde 80'i ve Multipl sklerozu olanbirylerin yüzde 80'i dahil olmak üzere dünya çapında 12 milyondan fazla insanı etkilemektedir. Spastisite tedavisinde ekip yaklaşımı önemlidir ve egzersiz, fizik tedavi, ilaç tedavisi veya ameliyat gerekebilir.Spastisite belirtileri nelerdir?Belirtiler arasında hipertonisite (artan kas tonusu), klonus (hızlı kas kasılmaları), abartılı derin tendon refleksleri, kas spazmları, makaslama (bacakların istemsiz çaprazlanması) ve sabit eklemler (kontraktürler), sürekli kas sertliği, spazmlar ve ağrılı olabilen istemsiz kasılmalar, ağrı veya rahatsızlık, daha az işlev görme yeteneği, bakım ve hijyen sorunları, anormal duruş sayılabilmektedir. Kemik ve eklem deformiteleri, spastisite derecesi, hafif kas sertliğinden şiddetli, ağrılı ve kontrol edilemeyen kas spazmlarına kadar değişmektedir. Çocuklarda spastisite büyüme problemlerine, ağrılı ve deforme eklemlere ve sakatlığa neden olabilmektedir.Spastisite nedenleri nelerdir?Spastisite, beyin, omurilik veya motor sinirlerdeki hasarla ilişkili bir semptomdur. Spastisitenin ülkemizdeki en önemli nedeni, bebeklerin çeşitli etkenlerden dolayı doğum sırasında oksijensiz kalmalarıdır. Ayrıca şu nörolojik rahatsızlıklar spastisiteye neden olabilmektedir. Serebral palsi (SP) Multipl skleroz (MS) Felç Travmatik beyin veya omurilik yaralanması Travmatik beyin hasarı, Amyotrofik lateral skleroz (ALS) Kalıtsal spastik paraplejiler Adrenolökodistrofi (ALD) Fenilketonüri Krabbe hastalığı Beyni ve/veya omuriliği etkileyen birçok hastalık sonucunda spastisite görülebilmektedir.Spastisite tanısı nasıl konulur?Çocuklarda doğuştan veya sonradan meydana gelebilen spastisite, yetişkin kişilerde de görülebilmektedir. Spastisite tanısının temelini, nörolojik muayene ile değerlendirme ortaya koymaktadır. Tanı; hastalığın öyküsü, fizik muayene sonuçları ve sinir sistemi görüntüleme yöntemlerinden elde edilen bilgiler doğrultusunda konulmaktadır. Bu konuda uzman bir doktor tarafından fiziki muayenede oturma, kalkma, yürüme, vücut duruşu, derin tendon refleksleri ve kasların gerginliğini değerlendirilmektedir.Spastisite tedavisi nasıldır?Spastisite sorunu genellikle kişiye özeldir. Problemli kaslar her hastada farklı bölgede farklı şekillerde görülebilmektedir. Bu nedenle tedavi sürecinde en doğru yaklaşım kişiye özel bir tedavi programlanmasıdır. Spastisite, ağrıya neden olduğunda, günlük yaşam aktivitelerini ve uykuyu engellediğinde tedavi edilmektedir. Tedavi süreci, hastanın ihtiyaçları, tercihleri ve hedeflerine göre değişiklik göstermektedir. Rahatlığı, hareketliliği ve bağımsızlığı geliştirmek için spastisitenin tedavi edilmesi önemlidir. Spastite terapi olmadan; ağrı, kalıcı eklem deformitesi, idrar yolu enfeksiyonu, kronik kabızlık ve bası yaralarına neden olabilmektedir.Tedavide amaçlanan; kasları mümkün olduğunca gevşetmek, ağrı ve sertliği gidermek, çocuklarda optimal uzun kas büyümesini teşvik etmek, çocuğun yürümesini ve bağımsızlığını geliştirmektir. Doktorlar, hemşireler, doktor asistanları, terapistler ve çocuk uzmanlarından oluşan multidisipliner bir ekip, hangi tedavi kombinasyonunun en uygun olduğunu belirlemek için birlikte çalışmaktadır.Fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulamaları, çocuğun kas esnekliğini, hareket aralığını, koordinasyonunu ve gücünü en üst düzeye çıkarmaya yardımcı olmaktadır. Genel olarak uygulanan egzersiz programları düzenli ve doğru şekilde yapıldığında kişinin şikayetlerinin hafiflemesine yardımcı olur. Spastisite tedavi programına, geçici alçılar veya diş telleri, terapötik sıcak- soğuk uygulamalar, elektriksel stimülasyon ve biofeedback tedavisi dahil edilebilir. Fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulamaları, çocuğun mümkün olduğunca bağımsız yaşayabilmesi için günlük görevlerini yerine getirme yeteneğini geliştirebilmesi açısından önemlidir. İlaç tedavisinde ise ilaçlar tek tek veya kombinasyon halinde kullanılabilmektedir. Uzman doktor hasta için en uygun ve yan etkileri en aza indiren bir tedavi metodu programlar. Bazı hastaların durumuna bağlı olarak cerrahi müdahaleler de spastisite tedavisinde uygulanan teknikler arasında tercih edilen yöntemlerden biridir. Cerrahi yöntemde spastik kasların karşıtı olarak kişiye alçı ve atel uygulamaları yapılarak, sabitlenmenin cerrahi açıdan yapılabilmesi hedeflenir.Spastisite hakkında sıkça sorulan sorularSpastisite geçer mi?Başarılı bir tedavi süreci sonunda hastalarda daha az kasılmalar görülmesi sağlanabilir. Bununla birlikte hasta kendi kendine yemek yiyebilir, kıyafetlerini giyebilir ve kendi kendine yetebilme özelliğini kazandığı gelişmeler yaşanabilmektedir. Bu süreçte hastanın da tedaviye olumlu yanıt vermesi önem taşımaktadır.Spastisitede botulinum tedavisi nasıl uygulanır?Sinir uçlarını bloke ederek geçici felce neden olan botulinum toksin ile spastisitede aşırı kas kasılmalarının azaltılması hedeflenmektedir. Sorunlu kaslara enjekte edilen botulinum toksin uygulamasında miktar ve hangi kaslara enjekte edileceği hastalara göre değişkenlik göstermektedir.Spastisite bir hastalık mıdır?Tek başına bir hastalık olarak kabul edilmeyen spastisite, beyin ve omurilik üzerinde deformasyona neden olabilecek her hastalık sonucunda bu rahatsızlığa bağlı olarak gelişebilen bir sorundur.Spastisitenin zararları nelerdir?Spastisite hastaları genellikle günlük yaşamda fonksiyonel ve psikososyal olarak kısıtlanmaktadır. Bu durum da depresyon ve anksiyete gibi sorunları beraberinde getirebilmektedir. Vücutta meydana gelen şekil bozuklukları, hasta için sosyal açıdan olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Bununla birlikte kaslardaki kasılmalar sonucu günlük yaşamın kısıtlanması söz konusudur. Yalnız yapılabilecek basit kişisel bakım faaliyetlerinde yardımcı biri gerekebilmektedir. Bu da hastanın olduğu kadar yakınlarının da yaşamını kısıtlayıcı etkilere neden olmaktadır. Ayrıca ayak ve ayak parmak kaslarındaki spastisite, yere basmayı ve adım atmayı zorlaştırarak, dengenin bozulmasına, düşme riskine, ayakta nasırlaşmaya ve ayakkabı kullanımının zorlaşmasına yol açmaktadır. Omuz, dirsek, el bileği kaslarındaki spastisite ise hastayı günlük yaşamında tam bağımlı hale getirmektedir. Kişisel bakımını yapamaz, transferlerinde yardım almak zorundadır. Spastisite nedir?Spastisite, genellikle beyindeki veya omurilikteki kas hareketini kontrol eden sinir yollarındaki hasardan kaynaklanmaktadır. Omurilik yaralanması, Multipl skleroz, serebral palsi, felç, beyin veya kafa travması, amyotrofik lateral skleroz, kalıtsal spastik paraplejiler ve adrenolökodistrofi, fenilketonüri ve Krabbe hastalığı gibi metabolik hastalıklar sonucu ortaya çıkabilmektedir. Spastisite, serebral palsili kişilerin yaklaşık yüzde 80'i ve Multipl sklerozu olanbirylerin yüzde 80'i dahil olmak üzere dünya çapında 12 milyondan fazla insanı etkilemektedir. Spastisite tedavisinde ekip yaklaşımı önemlidir ve egzersiz, fizik tedavi, ilaç tedavisi veya ameliyat gerekebilir.Spastisite belirtileri nelerdir?Belirtiler arasında hipertonisite (artan kas tonusu), klonus (hızlı kas kasılmaları), abartılı derin tendon refleksleri, kas spazmları, makaslama (bacakların istemsiz çaprazlanması) ve sabit eklemler (kontraktürler), sürekli kas sertliği, spazmlar ve ağrılı olabilen istemsiz kasılmalar, ağrı veya rahatsızlık, daha az işlev görme yeteneği, bakım ve hijyen sorunları, anormal duruş sayılabilmektedir. Kemik ve eklem deformiteleri, spastisite derecesi, hafif kas sertliğinden şiddetli, ağrılı ve kontrol edilemeyen kas spazmlarına kadar değişmektedir. Çocuklarda spastisite büyüme problemlerine, ağrılı ve deforme eklemlere ve sakatlığa neden olabilmektedir.Spastisite nedenleri nelerdir?Spastisite, beyin, omurilik veya motor sinirlerdeki hasarla ilişkili bir semptomdur. Spastisitenin ülkemizdeki en önemli nedeni, bebeklerin çeşitli etkenlerden dolayı doğum sırasında oksijensiz kalmalarıdır. Ayrıca şu nörolojik rahatsızlıklar spastisiteye neden olabilmektedir.Spastisite tanısı nasıl konulur?Çocuklarda doğuştan veya sonradan meydana gelebilen spastisite, yetişkin kişilerde de görülebilmektedir. Spastisite tanısının temelini, nörolojik muayene ile değerlendirme ortaya koymaktadır. Tanı; hastalığın öyküsü, fizik muayene sonuçları ve sinir sistemi görüntüleme yöntemlerinden elde edilen bilgiler doğrultusunda konulmaktadır. Bu konuda uzman bir doktor tarafından fiziki muayenede oturma, kalkma, yürüme, vücut duruşu, derin tendon refleksleri ve kasların gerginliğini değerlendirilmektedir.Spastisite tedavisi nasıldır?Spastisite sorunu genellikle kişiye özeldir. Problemli kaslar her hastada farklı bölgede farklı şekillerde görülebilmektedir. Bu nedenle tedavi sürecinde en doğru yaklaşım kişiye özel bir tedavi programlanmasıdır. Spastisite, ağrıya neden olduğunda, günlük yaşam aktivitelerini ve uykuyu engellediğinde tedavi edilmektedir. Tedavi süreci, hastanın ihtiyaçları, tercihleri ve hedeflerine göre değişiklik göstermektedir. Rahatlığı, hareketliliği ve bağımsızlığı geliştirmek için spastisitenin tedavi edilmesi önemlidir. Spastite terapi olmadan; ağrı, kalıcı eklem deformitesi, idrar yolu enfeksiyonu, kronik kabızlık ve bası yaralarına neden olabilmektedir.Tedavide amaçlanan; kasları mümkün olduğunca gevşetmek, ağrı ve sertliği gidermek, çocuklarda optimal uzun kas büyümesini teşvik etmek, çocuğun yürümesini ve bağımsızlığını geliştirmektir. Doktorlar, hemşireler, doktor asistanları, terapistler ve çocuk uzmanlarından oluşan multidisipliner bir ekip, hangi tedavi kombinasyonunun en uygun olduğunu belirlemek için birlikte çalışmaktadır.Fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulamaları, çocuğun kas esnekliğini, hareket aralığını, koordinasyonunu ve gücünü en üst düzeye çıkarmaya yardımcı olmaktadır. Genel olarak uygulanan egzersiz programları düzenli ve doğru şekilde yapıldığında kişinin şikayetlerinin hafiflemesine yardımcı olur. Spastisite tedavi programına, geçici alçılar veya diş telleri, terapötik sıcak- soğuk uygulamalar, elektriksel stimülasyon ve biofeedback tedavisi dahil edilebilir. Fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulamaları, çocuğun mümkün olduğunca bağımsız yaşayabilmesi için günlük görevlerini yerine getirme yeteneğini geliştirebilmesi açısından önemlidir. İlaç tedavisinde ise ilaçlar tek tek veya kombinasyon halinde kullanılabilmektedir. Uzman doktor hasta için en uygun ve yan etkileri en aza indiren bir tedavi metodu programlar. Bazı hastaların durumuna bağlı olarak cerrahi müdahaleler de spastisite tedavisinde uygulanan teknikler arasında tercih edilen yöntemlerden biridir. Cerrahi yöntemde spastik kasların karşıtı olarak kişiye alçı ve atel uygulamaları yapılarak, sabitlenmenin cerrahi açıdan yapılabilmesi hedeflenir.Spastisite hakkında sıkça sorulan sorularSpastisite geçer mi?Başarılı bir tedavi süreci sonunda hastalarda daha az kasılmalar görülmesi sağlanabilir. Bununla birlikte hasta kendi kendine yemek yiyebilir, kıyafetlerini giyebilir ve kendi kendine yetebilme özelliğini kazandığı gelişmeler yaşanabilmektedir. Bu süreçte hastanın da tedaviye olumlu yanıt vermesi önem taşımaktadır.Spastisitede botulinum tedavisi nasıl uygulanır?Sinir uçlarını bloke ederek geçici felce neden olan botulinum toksin ile spastisitede aşırı kas kasılmalarının azaltılması hedeflenmektedir. Sorunlu kaslara enjekte edilen botulinum toksin uygulamasında miktar ve hangi kaslara enjekte edileceği hastalara göre değişkenlik göstermektedir.Spastisite bir hastalık mıdır?Tek başına bir hastalık olarak kabul edilmeyen spastisite, beyin ve omurilik üzerinde deformasyona neden olabilecek her hastalık sonucunda bu rahatsızlığa bağlı olarak gelişebilen bir sorundur.Spastisitenin zararları nelerdir?Spastisite hastaları genellikle günlük yaşamda fonksiyonel ve psikososyal olarak kısıtlanmaktadır. Bu durum da depresyon ve anksiyete gibi sorunları beraberinde getirebilmektedir. Vücutta meydana gelen şekil bozuklukları, hasta için sosyal açıdan olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Bununla birlikte kaslardaki kasılmalar sonucu günlük yaşamın kısıtlanması söz konusudur. Yalnız yapılabilecek basit kişisel bakım faaliyetlerinde yardımcı biri gerekebilmektedir. Bu da hastanın olduğu kadar yakınlarının da yaşamını kısıtlayıcı etkilere neden olmaktadır. Ayrıca ayak ve ayak parmak kaslarındaki spastisite, yere basmayı ve adım atmayı zorlaştırarak, dengenin bozulmasına, düşme riskine, ayakta nasırlaşmaya ve ayakkabı kullanımının zorlaşmasına yol açmaktadır. Omuz, dirsek, el bileği kaslarındaki spastisite ise hastayı günlük yaşamında tam bağımlı hale getirmektedir. Kişisel bakımını yapamaz, transferlerinde yardım almak zorundadır.
5,352
630
Hastalıklar
Suçiçeği
Su çiçeği, DNA virüsü olan Herpes virüs grubundan varicella-zoster virüsünden kaynaklanan akut bulaşıcı bir hastalıktır. Bu virüs birincil enfeksiyon olarak kişide suçiçeği hastalığına neden olur. Suçiçeği hastalığının en belirgin belirtileri kırmızı, küçük ve içi sıvı dolu kaşıntılı lezyonlardır. Bu döküntülere ateş, halsizlik, öksürük ve iştah kaybı da eşlik eder. Suçiçeği solunum yoluyla kolayca bulaşabilir.Su çiçeği, DNA virüsü olan Herpes virüs grubundan varicella-zoster virüsünden kaynaklanan akut bulaşıcı bir hastalıktır. Bu virüs birincil enfeksiyon olarak kişide suçiçeği hastalığına neden olur. Suçiçeği hastalığının en belirgin belirtileri kırmızı, küçük ve içi sıvı dolu kaşıntılı lezyonlardır. Bu döküntülere ateş, halsizlik, öksürük ve iştah kaybı da eşlik eder. Suçiçeği solunum yoluyla kolayca bulaşabilir. Su Çiçeği Nedir?Suçiçeği, varicella-zoster virüsünün neden olduğu, vücudun birçok yerinde kırmızı, küçük ve içi sıvı dolu kaşıntılı lezyonların meydana geldiği bulaşıcı bir hastalıktır. Genellikle çocukluk çağında görülen su çiçeği, 11 ila 21 gün sonrasında kendine has kırmızı ve kaşıntılı deri döküntüsü, ateş, baş ve boğaz ağrısı gibi belirtiler ile ortaya çıkar.Deride oluşan kaşıntılı lezyonlar nedeniyle çocuklarda huzursuzluğa ve ağlama nöbetlerine yol açabilen suçiçeği çoğu zaman iyi seyirli olarak bilinse de farklı immün sistem hastalığı yani bağışıklık yetersizliği olan hastalarda görüldüğünde ciddi sonuçlara neden olabilmektedir. Aynı zamanda suçiçeği geçirmiş çocuklarda dahi ilerleyen dönemlerde hava ve temas yoluyla tekrar suçiçeğine yakalanma ve suçiçeği geçirme olasılığı mevcuttur.Su Çiçeği Belirtileri Nelerdir?Su çiçeğinde belirtiler varicella virüsünün vücuda girmesinden yaklaşık 3 hafta içinde ortaya çıkar. Burun akıntısı, ateş, baş ağrısı, boğaz ağrısı, yorgunluk ve su çiçeği hastalığının tipik semptomu olan kaşıntılı, kırmızı ve içi sıvı dolu kabarcıklar içeren deri döküntüleri su çiçeğinin yaygın belirtileridir. Döküntüler genellikle gövdede başlayarak yüzde, kafa derisinde, koltuk altlarında, üst kollarda, bacaklarda ve hatta ağız içinde de kendini gösterebilir.Genel olarak su çiçeği hastalığında görülen belirtiler şunlardır: Deride kaşıntılı, kırmızı ve içi sıvı dolu döküntü ve şişlikler Kabarcıkların patlaması sonrası kabuk oluşumu Hafif ateş Baş ağrısı Boğaz ağrısı Burun akıntısı İştahsızlık Yorgunluk Lenf bezlerinde şişme Karın ağrısıKaşıntılı, kırmızı ve içi sıvı dolu kabarcıklar içeren deri döküntüleri Su içeğinin en tipik belirtisi kaşıntı yapan, renk olarak kırmızı ve içi sıvı dolu kabarcıklar içeren deri döküntüleridir. Bu döküntüler varicella virüsünün vücuda girmesi sonucunda meydana gelir. Süre olarak ise virüs vücuda girdikten yaklaşık 3 hafta içinde ortaya çıkar. Ortaya çıkan döküntüler genellikle gövdede başlayarak yüzde, kafa derisinde, koltuk altlarında, üst kollarda, bacaklarda ve hatta ağız içinde de kendini gösterebilir.Döküntüyle birlikte papül adı verilen kabarık şişliklerVaricella virüsünün vücuda girmesinden yaklaşık 3 hafta içinde deri döküntüleri ortaya çıkmaya başlar. Kaşıntılı, kırmızı ve içi sıvı dolu kabarcıklar içeren bu deri döküntüleri aynı zamanda papül adı verilen şişliklere de dönüşebilir. Hafif ateş Ateş, suçiçeği hastalığının döküntüler görülmeden önce ortaya çıkan belirtisidir. İlk olarak hafif bir şekilde başlayan ateş zaman geçtikçe 38 derecenin üstüne çıkabilir ve döküntülerle birlikte vücut sıcaklığı da ciddi oranda artabilir. Baş ağrısı Ateşle birlikte baş ağrısı da suçiçeği hastalığında görülen tipik belirtiler arasında yer alır. Boğaz ağrısı Ateş ve baş ağrısının yanında boğaz ağrısı da özellikle döküntüler ortaya çıkmadan meydana gelen suçiçeği belirtileri arasında bulunur. Lenf bezlerinde şişme Suçiçeği aynı zamanda lenf bezlerinde şişme de meydana getirebilir. Çok yaygın görülen bir belirti olmasa da bazı suçiçeği vakalarının lenf bezlerinde şişme yarattığı görülmüştür.YorgunlukVaricella virüsünün vücutta ortaya çıkardığı grip benzeri belirtilerden biri de yorgunluktur. Özellikle çocukluk dönemi hastalıklarından biri olan suçiçeği çocukları yorgun ve bitkin düşürür.Karın ağrısıSuçiçeği hastalığı bazı vakalarda hareket edilmesini ve yemek yenmesini bile engelleyecek şiddette karın ağrısı meydana getirebilir.Suçiçeğinde, hafif ateş, burun akıntısı ve halsizlik bulgularından bir iki gün sonra da deri döküntüleri gözükmeye başlar. Ciltte kaşıntılı kızarıklıklar şeklinde başlayan döküntüler 24-48 saat sonra, hafif kabarıklaşarak, berrak, içi sıvı dolu kabarcıklar haline gelir ve kabuklanmaya başlar. İlk oluşan döküntüler kabuklanmaya başlarken yaklaşık 5-7 güne kadar yeni döküntüler ortaya çıkar. Döküntüler saçlı deriden başlayarak yüz ve gövdeye doğru yayılır. Bacak ve kollarda daha az döküntü izlenir. Döküntüler ilk hafta daha yoğundur, ilerleyen haftalarda ise hekim kontrolleri ve uygun görülen tedavi eşliğinde azalmaktadır.Su Çiçeği Belirtisi Nasıl Tanımlanır?Suçiçeği, sivilce veya böcek ısırığı gibi görünen birçok küçük kırmızı şişlikle başlar ve 2-4 gün içinde yayılarak  içi sıvıyla dolu ince duvarlı kabarcıklara dönüşürler. Bu kabarcıklar zamanla patlar, yaralara ve sonunda kabuklanıp kuru, kahverengi kabuklara dönüşür.Su Çiçeği Nasıl Teşhis Edilir?Suçiçeği ciltte oluşan döküntüler sayesinde kolayca teşhis edilmektedir. Tüm bu belirtilere ek olarak döküntüden alınacak sürüntü ve kan testi ile suçiçeği tanısı konulabilir.Su Çiçeği Nasıl Tedavi Edilir?Suçiçeğinde spesifik bir tedavi seçeneği yoktur. Burada ortaya çıkan belirtilere ilişkin bazı ilaçlı tedaviler önerilmektedir. Ateş varsa hekimin uygun gördüğü ateş düşürücü ilaç önerilir. Vücutta oluşan döküntüler için ise yine aynı şekilde uygun kremler önerilmektedir. Farklı bir enfeksiyon ile karşılaşılmadığı sürece suçiçeği döküntüleri iz bırakmaz. Bu süreçte ilaçlarla birlikte hastalığın kendiliğinden geçmesi beklenmektedir. Döküntüler kabuklanarak ve kuruyarak geçecektir.Su Çiçeği Nasıl Bulaşır?Suçiçeği, solunum yolu (öksürme, hapşırma veya tükürük damlacıklarını soluma) ve deri lezyonlarıyla doğrudan temas yoluyla bulaşır. Suçiçeği olan bir kişiyle temas halinde olunması bulaşması için yeterlidir.Su Çiçeğinden Korunma Yöntemleri Nelerdir?Suçiçeğinden korunma yöntemleri şöyle sıralanmaktadır: İlk sırada en etkili yöntem olarak aşı gelmektedir. Suçiçeği damlacık, temas ve hava yoluyla bulaş sağladığından sosyal mesafeye dikkat edilmelidir. Temastan kaçınmak için çocuklar bu süreçte kreş veya okula gönderilmemelidir. Kişisel ürünler ortak kullanılmamalıdır.Su Çiçeği Aşısı Ne Zaman Yaptırılır ?Ülkemizde aşı takviminde çocuklarda 12. ayda tek doz olarak suçiçeği aşısı uygulanmaktadır. Suçiçeği hastalığından korunmanın en önemli yolu aşılamadır. Ülkemiz takviminde yer almamakla birlikte 4-6 yaşlarında yapılan hatırlatma doz aşısı ile bağışıklık güçlendirilebilir. Eğer 12 yaşından büyük birine aşı yapılacaksa 1 ay ara ile yine 2 doz uygulanması gerekmektedir. Eğer çocuğunuz suçiçeği olan bir çocukla bulaşıcı olduğu bir dönemde temas ettiyse ilk 72 saat içinde aşı yaptırmak onu hastalıktan koruyabilir. Su Çiçeğinin Zararı Var mıdır?Suçiçeği bağışıklık sistemi düşük bireylerde sinir sistemi ile alakalı bazı problemlerin görülmesine neden olabilir. Suçiçeğinin en riskli olduğu dönemler şu şekilde sıralanabilir; Gebelik Yenidoğan bebek Uzun dönemde kortizon tedavisi alan bireyler, Bağışıklık sistemi baskılanmış olanlar, Prematüre doğan bebeklerde suçiçeğinin görülmesi hayati durumları tetikleyebilir.Su Çiçeği Kaşıntısına Ne İyi Gelir?Deride görülen kabarcıkların kaşıntıya yol açması olağan sürecin bir parçasıdır. Bu sürede kaşımak o bölgeyi tahrip ederek iz kalmasına yol açabilir. Bundan dolayı kaşıntı sürecinde tırnakların kısa kesilmesi önerilir. Suçiçeğini kaşıyarak patlatmak enfeksiyon kapma gibi ciddi sağlık sorunlara yol açabilir. Kaşıntı için ise bazı yara üzerine sürülebilen kremler önerilmektedir. Reçetesiz ve bilinçsiz uygulanan el ve vücut kremleri lezyonların artmasına ve yara izi kalmasına neden olabilir. Suçiçeği sonrası ikincil deri enfeksiyonları kişilerde ortaya çıkan sağlık sorunları arasında bulunur. Oluşan döküntüleri sert şekilde kaşımak mikrop kapmaya ve apse oluşumuyla birlikte cilt yaralarına sebep olabilir. Bu süreçte kaşınmanın etkisini azaltmak için sıcak ortamlardan uzak durarak ılık su ile banyo yapılması önerilir.Su Çiçeği Hakkında Sık Sorulan SorularSu Çiçeği nasıl anlaşılır?Su çiçeği hastalığının tipik belirtisi kaşıntılı, sıvı dolu kabarcıklara dönüşen ve sonunda kabuk halini alan döküntülerdir. Döküntü ilk olarak göğüste, sırtta veya yüzde ortaya çıkabilir. Daha sonra ise ağız içi, göz kapakları veya genital bölge dahil olmak üzere tüm vücuda yayılabilir.Suçiçeği nasıl geçer?Suçiçeği hastalığının özel bir tıbbi tedavisi yoktur. Hafif vakalarda döküntüler ve kaşıntılar zamanla kendiliğinden geçer ancak ateşin yükseldiği, kaşıntının arttığı durumlarda antiviral ve antihistaminik ilaçlar verilebilir. Ayrıca gün boyunca bol su içmek de vücuttaki enfeksiyonla mücadele konusunda işe yarayabilir.Suçiçeği geçirmeyen zona olur mu?Zona hastalığına neden olan virüs, suçiçeği hastalığına neden olan Varicella-zoster virüstür. Çocukluk evresinde suçiçeği geçirilmiş olması yetişkinlik döneminde zona hastalığına yakalanma ihtimalini artırır. Döküntüler açısından suçiçeği ile benzerlik gösteren zonada deri döküntüleri belli bir alanda kısıtlıdır ve bu bölgedeki döküntülere ağrı eşlik etmektedir.  Suçiçeği ilk olarak nasıl başlar?Suçiçeğinin ilk belirtileri hafif ateş, baş ağrısı, boğaz ağrısı, yorgunluk ve karın ağrısıdır. Ciltteki kırmızılı, kaşıntılı deri döküntüleri daha sonra kendini gösterir. Bu döküntüler içi sıvı dolu kabarcıklar şeklindedir ve zaman ilerledikçe kabuklaşır.Suçiçeği aşısının yan etkileri nelerdir?Çoğu çocukta aşıdan kaynaklanan bir yan etki görülmezken bazı çocuklarda aşı yapılan bölgede kızarıklık ya da şişlik, ateş, hafif döküntü gibi yan etkiler görülebilmektedir.Suçiçeği döküntüleri kaç günde geçer?Suçiçeği enfeksiyonu virüse maruz kaldıktan 7 ile 21 gün sonra ortaya çıkar. İlk oluşan döküntüler kabuklanmaya başlarken yaklaşık 5-7 güne kadar yeni döküntüler ortaya çıkar. İlk çıkan lezyonlar kabuklanırken yeni lezyon oluşmaya devam ettiği için tüm döküntülerin kabuklanması 2 haftayı bulmaktadır. Su Çiçeği Nedir?Suçiçeği, varicella-zoster virüsünün neden olduğu, vücudun birçok yerinde kırmızı, küçük ve içi sıvı dolu kaşıntılı lezyonların meydana geldiği bulaşıcı bir hastalıktır. Genellikle çocukluk çağında görülen su çiçeği, 11 ila 21 gün sonrasında kendine has kırmızı ve kaşıntılı deri döküntüsü, ateş, baş ve boğaz ağrısı gibi belirtiler ile ortaya çıkar.Deride oluşan kaşıntılı lezyonlar nedeniyle çocuklarda huzursuzluğa ve ağlama nöbetlerine yol açabilen suçiçeği çoğu zaman iyi seyirli olarak bilinse de farklı immün sistem hastalığı yani bağışıklık yetersizliği olan hastalarda görüldüğünde ciddi sonuçlara neden olabilmektedir. Aynı zamanda suçiçeği geçirmiş çocuklarda dahi ilerleyen dönemlerde hava ve temas yoluyla tekrar suçiçeğine yakalanma ve suçiçeği geçirme olasılığı mevcuttur.Su Çiçeği Belirtileri Nelerdir?Su çiçeğinde belirtiler varicella virüsünün vücuda girmesinden yaklaşık 3 hafta içinde ortaya çıkar. Burun akıntısı, ateş, baş ağrısı, boğaz ağrısı, yorgunluk ve su çiçeği hastalığının tipik semptomu olan kaşıntılı, kırmızı ve içi sıvı dolu kabarcıklar içeren deri döküntüleri su çiçeğinin yaygın belirtileridir. Döküntüler genellikle gövdede başlayarak yüzde, kafa derisinde, koltuk altlarında, üst kollarda, bacaklarda ve hatta ağız içinde de kendini gösterebilir.Genel olarak su çiçeği hastalığında görülen belirtiler şunlardır:Kaşıntılı, kırmızı ve içi sıvı dolu kabarcıklar içeren deri döküntüleri Su içeğinin en tipik belirtisi kaşıntı yapan, renk olarak kırmızı ve içi sıvı dolu kabarcıklar içeren deri döküntüleridir. Bu döküntüler varicella virüsünün vücuda girmesi sonucunda meydana gelir. Süre olarak ise virüs vücuda girdikten yaklaşık 3 hafta içinde ortaya çıkar. Ortaya çıkan döküntüler genellikle gövdede başlayarak yüzde, kafa derisinde, koltuk altlarında, üst kollarda, bacaklarda ve hatta ağız içinde de kendini gösterebilir.Döküntüyle birlikte papül adı verilen kabarık şişliklerVaricella virüsünün vücuda girmesinden yaklaşık 3 hafta içinde deri döküntüleri ortaya çıkmaya başlar. Kaşıntılı, kırmızı ve içi sıvı dolu kabarcıklar içeren bu deri döküntüleri aynı zamanda papül adı verilen şişliklere de dönüşebilir. Hafif ateş Ateş, suçiçeği hastalığının döküntüler görülmeden önce ortaya çıkan belirtisidir. İlk olarak hafif bir şekilde başlayan ateş zaman geçtikçe 38 derecenin üstüne çıkabilir ve döküntülerle birlikte vücut sıcaklığı da ciddi oranda artabilir. Baş ağrısı Ateşle birlikte baş ağrısı da suçiçeği hastalığında görülen tipik belirtiler arasında yer alır. Boğaz ağrısı Ateş ve baş ağrısının yanında boğaz ağrısı da özellikle döküntüler ortaya çıkmadan meydana gelen suçiçeği belirtileri arasında bulunur. Lenf bezlerinde şişme Suçiçeği aynı zamanda lenf bezlerinde şişme de meydana getirebilir. Çok yaygın görülen bir belirti olmasa da bazı suçiçeği vakalarının lenf bezlerinde şişme yarattığı görülmüştür.YorgunlukVaricella virüsünün vücutta ortaya çıkardığı grip benzeri belirtilerden biri de yorgunluktur. Özellikle çocukluk dönemi hastalıklarından biri olan suçiçeği çocukları yorgun ve bitkin düşürür.Karın ağrısıSuçiçeği hastalığı bazı vakalarda hareket edilmesini ve yemek yenmesini bile engelleyecek şiddette karın ağrısı meydana getirebilir.Suçiçeğinde, hafif ateş, burun akıntısı ve halsizlik bulgularından bir iki gün sonra da deri döküntüleri gözükmeye başlar. Ciltte kaşıntılı kızarıklıklar şeklinde başlayan döküntüler 24-48 saat sonra, hafif kabarıklaşarak, berrak, içi sıvı dolu kabarcıklar haline gelir ve kabuklanmaya başlar. İlk oluşan döküntüler kabuklanmaya başlarken yaklaşık 5-7 güne kadar yeni döküntüler ortaya çıkar. Döküntüler saçlı deriden başlayarak yüz ve gövdeye doğru yayılır. Bacak ve kollarda daha az döküntü izlenir. Döküntüler ilk hafta daha yoğundur, ilerleyen haftalarda ise hekim kontrolleri ve uygun görülen tedavi eşliğinde azalmaktadır.Su Çiçeği Belirtisi Nasıl Tanımlanır?Suçiçeği, sivilce veya böcek ısırığı gibi görünen birçok küçük kırmızı şişlikle başlar ve 2-4 gün içinde yayılarak  içi sıvıyla dolu ince duvarlı kabarcıklara dönüşürler. Bu kabarcıklar zamanla patlar, yaralara ve sonunda kabuklanıp kuru, kahverengi kabuklara dönüşür.Su Çiçeği Nasıl Teşhis Edilir?Suçiçeği ciltte oluşan döküntüler sayesinde kolayca teşhis edilmektedir. Tüm bu belirtilere ek olarak döküntüden alınacak sürüntü ve kan testi ile suçiçeği tanısı konulabilir.Su Çiçeği Nasıl Tedavi Edilir?Suçiçeğinde spesifik bir tedavi seçeneği yoktur. Burada ortaya çıkan belirtilere ilişkin bazı ilaçlı tedaviler önerilmektedir. Ateş varsa hekimin uygun gördüğü ateş düşürücü ilaç önerilir. Vücutta oluşan döküntüler için ise yine aynı şekilde uygun kremler önerilmektedir. Farklı bir enfeksiyon ile karşılaşılmadığı sürece suçiçeği döküntüleri iz bırakmaz. Bu süreçte ilaçlarla birlikte hastalığın kendiliğinden geçmesi beklenmektedir. Döküntüler kabuklanarak ve kuruyarak geçecektir.Su Çiçeği Nasıl Bulaşır?Suçiçeği, solunum yolu (öksürme, hapşırma veya tükürük damlacıklarını soluma) ve deri lezyonlarıyla doğrudan temas yoluyla bulaşır. Suçiçeği olan bir kişiyle temas halinde olunması bulaşması için yeterlidir.Su Çiçeğinden Korunma Yöntemleri Nelerdir?Suçiçeğinden korunma yöntemleri şöyle sıralanmaktadır:Su Çiçeği Aşısı Ne Zaman Yaptırılır ?Ülkemizde aşı takviminde çocuklarda 12. ayda tek doz olarak suçiçeği aşısı uygulanmaktadır. Suçiçeği hastalığından korunmanın en önemli yolu aşılamadır. Ülkemiz takviminde yer almamakla birlikte 4-6 yaşlarında yapılan hatırlatma doz aşısı ile bağışıklık güçlendirilebilir. Eğer 12 yaşından büyük birine aşı yapılacaksa 1 ay ara ile yine 2 doz uygulanması gerekmektedir. Eğer çocuğunuz suçiçeği olan bir çocukla bulaşıcı olduğu bir dönemde temas ettiyse ilk 72 saat içinde aşı yaptırmak onu hastalıktan koruyabilir. Su Çiçeğinin Zararı Var mıdır?Suçiçeği bağışıklık sistemi düşük bireylerde sinir sistemi ile alakalı bazı problemlerin görülmesine neden olabilir. Suçiçeğinin en riskli olduğu dönemler şu şekilde sıralanabilir;Su Çiçeği Kaşıntısına Ne İyi Gelir?Deride görülen kabarcıkların kaşıntıya yol açması olağan sürecin bir parçasıdır. Bu sürede kaşımak o bölgeyi tahrip ederek iz kalmasına yol açabilir. Bundan dolayı kaşıntı sürecinde tırnakların kısa kesilmesi önerilir. Suçiçeğini kaşıyarak patlatmak enfeksiyon kapma gibi ciddi sağlık sorunlara yol açabilir. Kaşıntı için ise bazı yara üzerine sürülebilen kremler önerilmektedir. Reçetesiz ve bilinçsiz uygulanan el ve vücut kremleri lezyonların artmasına ve yara izi kalmasına neden olabilir. Suçiçeği sonrası ikincil deri enfeksiyonları kişilerde ortaya çıkan sağlık sorunları arasında bulunur. Oluşan döküntüleri sert şekilde kaşımak mikrop kapmaya ve apse oluşumuyla birlikte cilt yaralarına sebep olabilir. Bu süreçte kaşınmanın etkisini azaltmak için sıcak ortamlardan uzak durarak ılık su ile banyo yapılması önerilir.Su Çiçeği Hakkında Sık Sorulan SorularSu Çiçeği nasıl anlaşılır?Su çiçeği hastalığının tipik belirtisi kaşıntılı, sıvı dolu kabarcıklara dönüşen ve sonunda kabuk halini alan döküntülerdir. Döküntü ilk olarak göğüste, sırtta veya yüzde ortaya çıkabilir. Daha sonra ise ağız içi, göz kapakları veya genital bölge dahil olmak üzere tüm vücuda yayılabilir.Suçiçeği nasıl geçer?Suçiçeği hastalığının özel bir tıbbi tedavisi yoktur. Hafif vakalarda döküntüler ve kaşıntılar zamanla kendiliğinden geçer ancak ateşin yükseldiği, kaşıntının arttığı durumlarda antiviral ve antihistaminik ilaçlar verilebilir. Ayrıca gün boyunca bol su içmek de vücuttaki enfeksiyonla mücadele konusunda işe yarayabilir.Suçiçeği geçirmeyen zona olur mu?Zona hastalığına neden olan virüs, suçiçeği hastalığına neden olan Varicella-zoster virüstür. Çocukluk evresinde suçiçeği geçirilmiş olması yetişkinlik döneminde zona hastalığına yakalanma ihtimalini artırır. Döküntüler açısından suçiçeği ile benzerlik gösteren zonada deri döküntüleri belli bir alanda kısıtlıdır ve bu bölgedeki döküntülere ağrı eşlik etmektedir.  Suçiçeği ilk olarak nasıl başlar?Suçiçeğinin ilk belirtileri hafif ateş, baş ağrısı, boğaz ağrısı, yorgunluk ve karın ağrısıdır. Ciltteki kırmızılı, kaşıntılı deri döküntüleri daha sonra kendini gösterir. Bu döküntüler içi sıvı dolu kabarcıklar şeklindedir ve zaman ilerledikçe kabuklaşır.Suçiçeği aşısının yan etkileri nelerdir?Çoğu çocukta aşıdan kaynaklanan bir yan etki görülmezken bazı çocuklarda aşı yapılan bölgede kızarıklık ya da şişlik, ateş, hafif döküntü gibi yan etkiler görülebilmektedir.Suçiçeği döküntüleri kaç günde geçer?Suçiçeği enfeksiyonu virüse maruz kaldıktan 7 ile 21 gün sonra ortaya çıkar. İlk oluşan döküntüler kabuklanmaya başlarken yaklaşık 5-7 güne kadar yeni döküntüler ortaya çıkar. İlk çıkan lezyonlar kabuklanırken yeni lezyon oluşmaya devam ettiği için tüm döküntülerin kabuklanması 2 haftayı bulmaktadır.
7,954
631
Hastalıklar
Tarsal Tünel Sendromu
Ayak bileğinde sinir sıkışması olarak da tanımlanan Tarsal tünel sendromu (TTS), ayaktan geçen tibial sinirin hasarlandığı durumlarda ortaya çıkıyor. Ayak altında ağrı, yanma, karıncalanma ve hissizlik gibi belirtileri bulunan Tarsal tünel sendromu, ayağın kendisinden kaynaklanan sebepler gibi iç faktörlerden ya da yanlış ayakkabı seçimi gibi dış faktörlerden kaynaklanabiliyor. Cerrahi dışı ve cerrahi olmak üzere iki farklı tedavi yöntemi bulunan Tarsal tünel sendromu her yaşta görülebiliyor. Memorial Ankara Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Op. Dr. Ercan Hassa,  Tarsal tünel sendromu ve tedavi yöntemleri ile ilgili bilgi verdi.Ayak bileğinde sinir sıkışması olarak da tanımlanan Tarsal tünel sendromu (TTS), ayaktan geçen tibial sinirin hasarlandığı durumlarda ortaya çıkıyor. Ayak altında ağrı, yanma, karıncalanma ve hissizlik gibi belirtileri bulunan Tarsal tünel sendromu, ayağın kendisinden kaynaklanan sebepler gibi iç faktörlerden ya da yanlış ayakkabı seçimi gibi dış faktörlerden kaynaklanabiliyor. Cerrahi dışı ve cerrahi olmak üzere iki farklı tedavi yöntemi bulunan Tarsal tünel sendromu her yaşta görülebiliyor. Memorial Ankara Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Op. Dr. Ercan Hassa,  Tarsal tünel sendromu ve tedavi yöntemleri ile ilgili bilgi verdi. Tarsal tünel sendromu nedir?Tarsal tünel sendromu, kısaca ayakta ortaya çıkan sinir sıkışması olarak tanımlanır. Ayağın bir takım besleyici damarları ve sinirleri bulunmaktadır. Tibial sinir, ayak bileğinde bulunan sinirlerden biridir ve özellikle ayağın duyu hissini alır. Tibial sinir, ayak bileğindeki kemik ve bağlardan oluşan bir geçit olan tarsal tünelinden geçer. Bazı sebeplerden dolayı bu tünellerde daralma meydana gelmesi bu sinirlerin bası altında kalmasına neden olarak bazı şikayetlerin ortaya çıkmasına sebep olabilir. Tarsal tünel sendromu (TTS), hasarlı veya sıkıştırılmış bir tibial sinir olduğunda ortaya çıkan bir durumdur. Tarsal tünel sendromu her yaştan insanı etkileyebilir.Tarsal tünel sendromu nedenleri nelerdir?Tarsal tünel sendromu, tibial sinirine bir şey zarar verdiğinde ortaya çıkar. Tarsal tünel sendromunun nedenleri ayağın kendisinden kaynaklanan (iç faktörler) ve çevreden (dış faktörler) kaynaklanan faktörler olmak üzere ikiye ayrılır.İç faktörler ( intrinsing): Ayağın kendisinden kaynaklanan sebeplerdir. Bunların arasında en sık karşımıza düz ayaklar ve yüksek kemerler, gangliyon kistleri, tendon problemleri, varisli damarlar, kireçlenmeye bağlı ayakta kemik oluşumları, ayak tabanında görülen yağ bezeleri, tümörler, hipotiroidizm, diyabet veya artrit gibi sistemik hastalıklar ve sinir kılıfı kökenli daralmalar çıkar.Dış faktörler: Gündelik kullanım için seçilen ayakkabılar, ayağa alınan travmalar ve darbeler, cerrahi sonrası skar oluşumu ve ayak anotomisindeki bozukluklar başlıca nedenleri oluşturur.Tarsal tünel sendromu belirtileri nelerdir? Tarsal tünel sendromu sinir ağrısı belirtilerine neden olur. En sık belirtisi ayakta ağrı ve hissizliktir. Bu hissizlikler ara sıra ve ayak tabanında karşımıza çıkarken, ağrı durumu yanıcı batıcı tarzda olup uzun süre ayakta durmak ve uzun süre yol yürümekten de kaynaklanabilir. Ayrıca ayak kaslarında zayıflık da belirtiler arasında yer alır.  Semptomlar her bireye bağlı olarak büyük ölçüde değişir. Bazı insanlarda semptomlar yavaş yavaş ilerlerken, bazılarında ise çok ani şekilde başlayabilir. Ağrı ve diğer semptomlar genellikle fiziksel aktivite ile şiddetlenir. Ancak durum uzun süredir devam ediyorsa, bazı insanlar geceleri veya dinlenirken bile ağrı veya karıncalanma hissedebilir.Tarsal tünel sendromunun tanısı nasıl konulur?Tarsal tünel sendromunun tanısı için öncelikle uzman hekim tarafından fiziki muayene gerçekleştirilir. Bu fiziki muayenede yere basarken ayaktan geçen sinir üzerinde hassasiyet oluşması, ayağın düztaban olup olmadığına bakılması, ayak bileği hareketlerinin ağrılı olması, ayrıca uygulanan kompreson testinde özellikle Tarsal tünel denilen sinirin geçtiği bölgeye uygulanan basınç sonrası oluşan ağrı bu hastalığın tanısının konulmasına yardımcı olmaktadır. Bunun dışında basarak çekilen ayak Röntgeni ve yumuşak doku problemlerini gösterebilen MR gibi görüntüleme yöntemlerinden faydalanılarak tanı konulur. Bununla birlikte EMG testi yapılır ve bu test ile bölgeyi besleyen sinir aktivitesindeki azalma tanı konulmasına yardımcı olur. Ayrıca şikayetlerin daha önceden var olması tanı konulmasında uyarıcı olmalıdır.Tarsal tünel sendromunun tedavisi nasıl uygulanır? Tarsal tünel sendromunun tedavisi cerrahi ve cerrahi dışı yöntemler olarak ikiye ayrılır.1-Cerrahi olmayan tedaviler: Cerrahi dışı yöntemlerde genellikle antienflamatuar ilaçlar ve bazen antidepresan ilaçlar kullanılabilir. Ayakkabı değişimi ve bazı durumlarda kısa bacak ortezleri tedavide kullanılabilmektedir. Ancak bunların kullanımları sınırlıdır. Bununla birlikte aşağıda yapılan uygulamalar da şikayetlerin azaltılmasına deste olabilmektedir.Dinlenme: Bir süre boyunca ayağı kullanmadan ya da fazla yormadan dinlenmek bir yandan iyileşmeyi hızlandırabilirken diğer yandan daha fazla yaralanmanın önlenmesini sağlayabilir.Buz uygulaması: Günde birkaç kez 20 dakikaya kadar buz paketlerinin ayağa uygulanması şişliği ve ağrıyı azaltabilir.Sıkıştırma ve yükselme: Ayak bileğinin etrafına destekleyici bir elastik bandaj ve destek katılabilir. Ayrıca ayağın kalp hizasının üstünde tutulması semptomları azaltabilirSteroid olmayan antienflamatuar ilaçlar: İbuprofen gibi reçetesiz satılan NSAID'ler ağrı ve iltihabı azaltabilir.Braketler, alçılar veya ateller: Kullanılabilecek alçı veya ateller, sinir iyileşmesi için ayağın sabit tutulmasını sağlayabilir.Ortez: Kişiye özel ayakkabı ekleri (ortez) kullanılabilir. Ortez, ayağın düzgün bir kemer korumasına yardımcı olabilir. Bu pozisyon sinir sıkışmasına neden olan hareketleri azaltır. Steroid enjeksiyonları: Ağrı ve iltihabı azaltmak için oral steroidler veya steroid enjeksiyonlar kullanılabilir.2-Cerrahi yöntemler: Cerrahi olmayan tedavileri denedikten sonra TTS semptomları hala şiddetliyse, uzman hekim ameliyat önerebilir Cerrahi tedavinin amacı, içinden sinirin geçtiği Tarsal tünel adı verilen yapının gevşetilmesi prosedürüdür. Cerrahi dışı tedavilere 3 ile 6 ay arasında yanıt vermeyen olgularda cerrahi gevşetme düşünülmelidir. Genel anestezi altında yapılan cerrahi 35-40 dakikalık bir işlem ile ayak tabanında çok büyük olmayan bir kesi yardımıyla bölgeye ulaşılarak gerekli gevşetmelerin yapıldığı bir operasyondur. Sinirin tam gevşediği teyit edildikten sonra işleme son verilir. Teknik olarak hasta açısından da doktor açısından da uygulaması son derece kolay ve son derece yüz güldürücü bir yöntemdir. Cerrahi sonrasında hastalar erken dönemde hareket etmeye başlayabilir. Cilt iyileşene kadar üstüne kısmı yük verilir, cilt iyileştikten sonra tam yük verilerek yaklaşık 10 gün ile 2 hafta arası dinlenmeden sonra ağrısız bir şekilde yürümeleri sağlanır. İşe başlamak isteyen hastalar 2 haftadan sonra bunu çok rahatlıkla gerçekleştirebilir.Tarsal Tünel Sendromu İle İlgili Sık Sorulan SorularTarsal tünel sendromu önlenebilir mi?Tarsal tünel sendromunu önlemenin kesin bir yönetim bulunmamaktadır. Günlük yaşam tarzı değişiklikleri ile ve risk faktörlerinin azaltılması ile bu hastalığın önlenmesinde önemlidir.Aşırı yaralanmalardan kaçınmak için egzersizler arasında dinlenilmesi, uygun ayakkabı seçimlerinin yapılması, ayakların ve ayak bileklerinin düzenli olarak gerilmesi, travma ve darbelerden kaçınılması Tarsal tünel sendromu geliştirme riskini azaltabilir. Ama bir takım faktörler önlenebilir faktörler arasında yer almamaktadır.Tarsal tünelinde hangi sinir sıkışır?Tarsal tünelde “Tibial” adı verilen sinirin ayak altından geçen kısmı sıkışır.Tarsal tünel sendromu kimlerde görülür?Tarsal tünel sendromu risk faktörü görülen tüm bireylerde bu hastalık görülebilirTarsal tünel sendromunun risk faktörleri nelerdir?Tarsal tünel sendromunun risk faktörleri arasında uygunsuz ayakkabı seçimi ve kullanımı, ayağa alınan travma öyküsü, ayakta şekil bozuklukları, daha önceden geçirilmiş cerrahi öykü ve sistemik hastalıklar bulunur.  Tarsal tünel sendromu tedavi edilmezse ne olur?Tarsal tünel sendromu daha çok sinir üzerine bası oluşturan ve daha çok bulgularının ve şikayetlerinin duyusal olduğu bir hastalık durumudur. Dolayısıyla tedavi edilmediği zaman hastanın ayağında ağrı ve hissizlik durumu kalıcı hale gelebilir. Bu kalıcı olan durum tedavi edilse bile geri dönüşümsüz bir hal alabilir. Yürümekte, egzersiz yapmakta veya günlük aktivitelerin gerçekleştirilmesinde zorluklar yaşanabilir.Tarsal tünel sendromu evde tedavi edilebilir mi?Cerrahi dışı olan tedavi modelleri, ayakkabı değişikliği yapılması gibi uygulamalar 3-6 ay boyunca uygulanabilir. Cerrahi yöntemler hastaneye başvurulması önerilir.Tarsal tünel sendromu tedavisi ne kadar sürer?Cerrahi dışı yöntemler 3-6 ay aralığında sürmektedir. Bunlardan fayda görmeyen hastalara ise cerrahi uygulanır. Cerrahi sonrası ayaktaki yara iyileşme dönemi 10-14 gün devam eder. Hastanın ayağındaki şikayetlerinin ortadan kalkması ise şikayetlerin geçmişine bağlı olarak genelde erken dönemde gerçekleşir.Tarsal tünel sendromu için ne zaman ameliyat düşünülebilir?Cerrahi dışı tedavi modellerine ve hayat tarzı değişikliklerine rağmen rahatlamayan hastalarda 3-6 aylık süre sonunda cerrahi tedavi düşünülmelidir.Tarsal tünel sendromu ile karıştırılan hastalıklar var mıdır?Bursit, plantar fasit ve tendinit gibi diğer sinir sıkışıklığı problemleri ile karışabilen bu hastalığın tanısı; uygun muayene, görüntüleme ve sinir testi sonuçları ile deneyimli bir ortopedi hekimi tarafından konulabilir. Böylece tam anlamıyla yapılacak çok yönlü bir değerlendirme sonucunda diğer rahatsızlıklarla karıştırılmasının önüne geçilebilir.Tarsal tünel sendromu tedavisinde nelere dikkat edilmelidir?Tarsal tünel sendromu tedavisinde temel hedef uygun tanı konularak,  altta yatan faktörün ortadan kaldırılmasıdır. Bu amaçla tedavi planının multifaktöriyal olarak çizilmesi ve tanıya yönelik yapılacak cerrahi ve cerrahi dışı tedavilerin uygunluğu esas yol göstericidir.   Tarsal tünel sendromu nedir?Tarsal tünel sendromu, kısaca ayakta ortaya çıkan sinir sıkışması olarak tanımlanır. Ayağın bir takım besleyici damarları ve sinirleri bulunmaktadır. Tibial sinir, ayak bileğinde bulunan sinirlerden biridir ve özellikle ayağın duyu hissini alır. Tibial sinir, ayak bileğindeki kemik ve bağlardan oluşan bir geçit olan tarsal tünelinden geçer. Bazı sebeplerden dolayı bu tünellerde daralma meydana gelmesi bu sinirlerin bası altında kalmasına neden olarak bazı şikayetlerin ortaya çıkmasına sebep olabilir. Tarsal tünel sendromu (TTS), hasarlı veya sıkıştırılmış bir tibial sinir olduğunda ortaya çıkan bir durumdur. Tarsal tünel sendromu her yaştan insanı etkileyebilir.Tarsal tünel sendromu nedenleri nelerdir?Tarsal tünel sendromu, tibial sinirine bir şey zarar verdiğinde ortaya çıkar. Tarsal tünel sendromunun nedenleri ayağın kendisinden kaynaklanan (iç faktörler) ve çevreden (dış faktörler) kaynaklanan faktörler olmak üzere ikiye ayrılır.İç faktörler ( intrinsing): Ayağın kendisinden kaynaklanan sebeplerdir. Bunların arasında en sık karşımıza düz ayaklar ve yüksek kemerler, gangliyon kistleri, tendon problemleri, varisli damarlar, kireçlenmeye bağlı ayakta kemik oluşumları, ayak tabanında görülen yağ bezeleri, tümörler, hipotiroidizm, diyabet veya artrit gibi sistemik hastalıklar ve sinir kılıfı kökenli daralmalar çıkar.Dış faktörler: Gündelik kullanım için seçilen ayakkabılar, ayağa alınan travmalar ve darbeler, cerrahi sonrası skar oluşumu ve ayak anotomisindeki bozukluklar başlıca nedenleri oluşturur.Tarsal tünel sendromu belirtileri nelerdir? Tarsal tünel sendromu sinir ağrısı belirtilerine neden olur. En sık belirtisi ayakta ağrı ve hissizliktir. Bu hissizlikler ara sıra ve ayak tabanında karşımıza çıkarken, ağrı durumu yanıcı batıcı tarzda olup uzun süre ayakta durmak ve uzun süre yol yürümekten de kaynaklanabilir. Ayrıca ayak kaslarında zayıflık da belirtiler arasında yer alır.  Semptomlar her bireye bağlı olarak büyük ölçüde değişir. Bazı insanlarda semptomlar yavaş yavaş ilerlerken, bazılarında ise çok ani şekilde başlayabilir. Ağrı ve diğer semptomlar genellikle fiziksel aktivite ile şiddetlenir. Ancak durum uzun süredir devam ediyorsa, bazı insanlar geceleri veya dinlenirken bile ağrı veya karıncalanma hissedebilir.Tarsal tünel sendromunun tanısı nasıl konulur?Tarsal tünel sendromunun tanısı için öncelikle uzman hekim tarafından fiziki muayene gerçekleştirilir. Bu fiziki muayenede yere basarken ayaktan geçen sinir üzerinde hassasiyet oluşması, ayağın düztaban olup olmadığına bakılması, ayak bileği hareketlerinin ağrılı olması, ayrıca uygulanan kompreson testinde özellikle Tarsal tünel denilen sinirin geçtiği bölgeye uygulanan basınç sonrası oluşan ağrı bu hastalığın tanısının konulmasına yardımcı olmaktadır. Bunun dışında basarak çekilen ayak Röntgeni ve yumuşak doku problemlerini gösterebilen MR gibi görüntüleme yöntemlerinden faydalanılarak tanı konulur. Bununla birlikte EMG testi yapılır ve bu test ile bölgeyi besleyen sinir aktivitesindeki azalma tanı konulmasına yardımcı olur. Ayrıca şikayetlerin daha önceden var olması tanı konulmasında uyarıcı olmalıdır.Tarsal tünel sendromunun tedavisi nasıl uygulanır? Tarsal tünel sendromunun tedavisi cerrahi ve cerrahi dışı yöntemler olarak ikiye ayrılır.1-Cerrahi olmayan tedaviler: Cerrahi dışı yöntemlerde genellikle antienflamatuar ilaçlar ve bazen antidepresan ilaçlar kullanılabilir. Ayakkabı değişimi ve bazı durumlarda kısa bacak ortezleri tedavide kullanılabilmektedir. Ancak bunların kullanımları sınırlıdır. Bununla birlikte aşağıda yapılan uygulamalar da şikayetlerin azaltılmasına deste olabilmektedir.Dinlenme: Bir süre boyunca ayağı kullanmadan ya da fazla yormadan dinlenmek bir yandan iyileşmeyi hızlandırabilirken diğer yandan daha fazla yaralanmanın önlenmesini sağlayabilir.Buz uygulaması: Günde birkaç kez 20 dakikaya kadar buz paketlerinin ayağa uygulanması şişliği ve ağrıyı azaltabilir.Sıkıştırma ve yükselme: Ayak bileğinin etrafına destekleyici bir elastik bandaj ve destek katılabilir. Ayrıca ayağın kalp hizasının üstünde tutulması semptomları azaltabilirSteroid olmayan antienflamatuar ilaçlar: İbuprofen gibi reçetesiz satılan NSAID'ler ağrı ve iltihabı azaltabilir.Braketler, alçılar veya ateller: Kullanılabilecek alçı veya ateller, sinir iyileşmesi için ayağın sabit tutulmasını sağlayabilir.Ortez: Kişiye özel ayakkabı ekleri (ortez) kullanılabilir. Ortez, ayağın düzgün bir kemer korumasına yardımcı olabilir. Bu pozisyon sinir sıkışmasına neden olan hareketleri azaltır. Steroid enjeksiyonları: Ağrı ve iltihabı azaltmak için oral steroidler veya steroid enjeksiyonlar kullanılabilir.2-Cerrahi yöntemler: Cerrahi olmayan tedavileri denedikten sonra TTS semptomları hala şiddetliyse, uzman hekim ameliyat önerebilir Cerrahi tedavinin amacı, içinden sinirin geçtiği Tarsal tünel adı verilen yapının gevşetilmesi prosedürüdür. Cerrahi dışı tedavilere 3 ile 6 ay arasında yanıt vermeyen olgularda cerrahi gevşetme düşünülmelidir. Genel anestezi altında yapılan cerrahi 35-40 dakikalık bir işlem ile ayak tabanında çok büyük olmayan bir kesi yardımıyla bölgeye ulaşılarak gerekli gevşetmelerin yapıldığı bir operasyondur. Sinirin tam gevşediği teyit edildikten sonra işleme son verilir. Teknik olarak hasta açısından da doktor açısından da uygulaması son derece kolay ve son derece yüz güldürücü bir yöntemdir. Cerrahi sonrasında hastalar erken dönemde hareket etmeye başlayabilir. Cilt iyileşene kadar üstüne kısmı yük verilir, cilt iyileştikten sonra tam yük verilerek yaklaşık 10 gün ile 2 hafta arası dinlenmeden sonra ağrısız bir şekilde yürümeleri sağlanır. İşe başlamak isteyen hastalar 2 haftadan sonra bunu çok rahatlıkla gerçekleştirebilir.Tarsal Tünel Sendromu İle İlgili Sık Sorulan SorularTarsal tünel sendromu önlenebilir mi?Tarsal tünel sendromunu önlemenin kesin bir yönetim bulunmamaktadır. Günlük yaşam tarzı değişiklikleri ile ve risk faktörlerinin azaltılması ile bu hastalığın önlenmesinde önemlidir.Aşırı yaralanmalardan kaçınmak için egzersizler arasında dinlenilmesi, uygun ayakkabı seçimlerinin yapılması, ayakların ve ayak bileklerinin düzenli olarak gerilmesi, travma ve darbelerden kaçınılması Tarsal tünel sendromu geliştirme riskini azaltabilir. Ama bir takım faktörler önlenebilir faktörler arasında yer almamaktadır.Tarsal tünelinde hangi sinir sıkışır?Tarsal tünelde “Tibial” adı verilen sinirin ayak altından geçen kısmı sıkışır.Tarsal tünel sendromu kimlerde görülür?Tarsal tünel sendromu risk faktörü görülen tüm bireylerde bu hastalık görülebilirTarsal tünel sendromunun risk faktörleri nelerdir?Tarsal tünel sendromunun risk faktörleri arasında uygunsuz ayakkabı seçimi ve kullanımı, ayağa alınan travma öyküsü, ayakta şekil bozuklukları, daha önceden geçirilmiş cerrahi öykü ve sistemik hastalıklar bulunur.  Tarsal tünel sendromu tedavi edilmezse ne olur?Tarsal tünel sendromu daha çok sinir üzerine bası oluşturan ve daha çok bulgularının ve şikayetlerinin duyusal olduğu bir hastalık durumudur. Dolayısıyla tedavi edilmediği zaman hastanın ayağında ağrı ve hissizlik durumu kalıcı hale gelebilir. Bu kalıcı olan durum tedavi edilse bile geri dönüşümsüz bir hal alabilir. Yürümekte, egzersiz yapmakta veya günlük aktivitelerin gerçekleştirilmesinde zorluklar yaşanabilir.Tarsal tünel sendromu evde tedavi edilebilir mi?Cerrahi dışı olan tedavi modelleri, ayakkabı değişikliği yapılması gibi uygulamalar 3-6 ay boyunca uygulanabilir. Cerrahi yöntemler hastaneye başvurulması önerilir.Tarsal tünel sendromu tedavisi ne kadar sürer?Cerrahi dışı yöntemler 3-6 ay aralığında sürmektedir. Bunlardan fayda görmeyen hastalara ise cerrahi uygulanır. Cerrahi sonrası ayaktaki yara iyileşme dönemi 10-14 gün devam eder. Hastanın ayağındaki şikayetlerinin ortadan kalkması ise şikayetlerin geçmişine bağlı olarak genelde erken dönemde gerçekleşir.Tarsal tünel sendromu için ne zaman ameliyat düşünülebilir?Cerrahi dışı tedavi modellerine ve hayat tarzı değişikliklerine rağmen rahatlamayan hastalarda 3-6 aylık süre sonunda cerrahi tedavi düşünülmelidir.Tarsal tünel sendromu ile karıştırılan hastalıklar var mıdır?Bursit, plantar fasit ve tendinit gibi diğer sinir sıkışıklığı problemleri ile karışabilen bu hastalığın tanısı; uygun muayene, görüntüleme ve sinir testi sonuçları ile deneyimli bir ortopedi hekimi tarafından konulabilir. Böylece tam anlamıyla yapılacak çok yönlü bir değerlendirme sonucunda diğer rahatsızlıklarla karıştırılmasının önüne geçilebilir.Tarsal tünel sendromu tedavisinde nelere dikkat edilmelidir?
7,032
632
Hastalıklar
Şaşılık (Göz Kayması)
Şaşılık yaygın olarak karşılaşılan göz hastalıklarından biridir ve iki göz arasındaki açısal uyum bozukluğuna bağlı olarak iki gözün aynı anda aynı yere bakamaması durumudur. Şaşılık kişilerde dış görünümü olumsuz etkiler ve görüş kalitesinin de azalmasına neden olur.Şaşılık yaygın olarak karşılaşılan göz hastalıklarından biridir ve iki göz arasındaki açısal uyum bozukluğuna bağlı olarak iki gözün aynı anda aynı yere bakamaması durumudur. Şaşılık kişilerde dış görünümü olumsuz etkiler ve görüş kalitesinin de azalmasına neden olur. Şaşılık (Göz Kayması) Nedir?Sağlıklı insanlarda her iki göz de birbirine paralel ve birbiri ile uyumlu olarak çalışır. Şaşılık, bir gözün diğer göze göre içe, dışa veya dikey olarak farklı bir noktaya hizalanması ile gözlerin aynı anda aynı yöne bakamama bozukluğudur. Daha ağır vakalarda, gözlerden ikisinde de kayma olabilir. Şaşılığın nedenine bağlı olarak değişse de bu göz kayması geçici ya da kalıcı olabilir.Şaşılık Neden Olur?Gözün yukarı ve aşağıya da sağa sola hareket ettirilmesi için kas gruplarında kuvvet ve uyum olması gerekir. Bu kaslara bilgi ileten sinirler veya beyindeki göz hareketlerini yöneten kontrol merkezi ile ilgili problem olduğunda şaşılığa neden olur. Şaşılık nedenleri arasında genetik yatkınlık, beyin tümörleri, diyabet hastalığı, hipertansiyon ve travmalar da yer alır. Daha nadir durumlarda beyin felci, kalıtsal kromozom bozuklukları ile hidrosefali de şaşılığın nedenlerindendir.Şaşılık Belirtileri Nelerdir?Şaşılık genelde çocukluk döneminde ortaya çıkar ve en temel belirtisi düz bakamayan gözlerdir. Diğer belirtileri arasında gözlerde sulanma, çift görme, baş ve göz ağrısı ile bulanık görme sayılabilir. Baş ve gözün yana çevrilerek bakılması ve üç boyutlu görememek de şaşılık belirtileri arasında sayılmaktadır.Şaşılık Çeşitleri Nelerdir?Kişide yol açtığı kaymanın türüne göre uyumsal içe kayma, içe kayma ya da dışa kayma şaşılığı olabilir. Oluşum sebebine göre ise şaşılık çeşitleri şu şekildedir: Yetişkinlik döneminde ortaya çıkan şaşılık Gizli şaşılık Kırma kusuruna bağlı şaşılık Doğumsal şaşılık Kas felcine bağlı şaşılıkŞaşılık Türleri Nelerdir?Kişilerde yol açtığı göz kaymasının çeşidine göre şaşılık içe kayma, dışa kayma ve uyumsal içe kayma şeklinde üç türdedir. Oluşum sebebine göre ise doğumsal, kırmaya bağlı, kas felçlerine bağlı, yetişkinlik döneminde görülenler ve gizli şaşılık olarak değerlendirilir. Kişilerde nörolojik göz kayması da olabilir. Birçok kişi tarafından yalancı göz kayması da rastlanan durumlar arasındadır. Bu durumda da göz doktoruna gözükmekte fayda vardır.İçe Şaşılık (Kayma)İçe şaşılık (kayma) gözlerin içe yani burun bölgesine doğru tek ya da çift taraflı kaymasıdır. Her iki göz eşit oranda kayarsa göz tembelliği riski olmadığından daha çok tercih edilir. Tek gözde sabit kayma ise o gözde tembellik olmasına neden olur. Sıklıkla bebeklerde göz kayması da rastlanan bir durumdur. Bu durumda erken teşhis oldukça önemlidir.Dışa Şaşılık (Kayma)Ekzotropya olarak da bilinen dışa şaşılık gözlerin tek ya da iki taraflı olarak dışa kaymasıdır. İç kasların zayıflığı ya da dış kasların fazla çalışması buna neden olabilir. Sabit kaymalar şeklinde olabildiği gibi aralıklı olarak da oluşması mümkündür. Şaşılık Teşhisi Nasıl Konulur?Şaşılık tanısının göz muayenesinden sonra rahatlıkla konulması mümkündür. Ailede şaşılık olması halinde çocuklarda da şaşılığın ortaya çıkma olasılığı çok yüksektir. Özellikle erken teşhis edilmesi ve çocukluk döneminde şaşılığın fark edilmesi tedavideki başarı oranını artırır. Bundan dolayı 4 yaşından önce bir ya da iki kere çocukların göz taramasından geçmeleri önerilmektedir.Şaşılık Tedavi Yöntemleri Nelerdir?Şaşılık tedavisinde genellikle cerrahi müdahaleye başvurulur. Göz sinirlerindeki felçler kendi kendine düzelmezse kaslara müdahale edilmesi gerekir. Bazı kişilerde göz kaslarına botoks uygulanır ve gözün odak noktasında sabit kalması sağlanır. Tüm göz şaşılık tedavisi ile ilgili doktorlardan bilgi almak mümkündür.Çocuklarda Şaşılık Tedavi Yöntemleri Nelerdir?Çocuklarda şaşılık için göz egzersizleri ve gözlük denenebilir. Eğer herhangi bir ilerleme olmazsa cerrahi müdahale gerekebilir.Yetişkinlerde Şaşılık Tedavi Yöntemleri Nelerdir?Yetişkinlerde öncelikle prizmatik camlar tercih edilir. Sonrasında göze hareket sağlayan kaslara enjeksiyon tedavisi uygulanabilir. Bu sayede hem kayma hem de çift görme tedavi edilir. Eğer herhangi ilerleme olmazsa cerrahi müdahale uygulanır.Şaşılık (Göz Kayması) Tedavi ÇeşitleriŞaşılığın türü, göz kayması derecesi ve gözdeki hastalıklara göre cerrahi müdahale tercih edilebilir. Destekleyici olarak göz damlaları ile tedavi denenmesi de mümkündür.Göz Kayması AmeliyatıGöz kayması ameliyatı ortalama olarak 40 dakika ile 1 saat arasında olur. Ameliyatın lokal ya da genel anestezi altında yapılması mümkündür. Ameliyattan sonra hastalar 4-6 saat içinde durumlarına göre taburcu edilirler. Göz kayması ameliyatından 1 gün sonra kişilerin günlük rutinlerine dönmeleri sağlanır. Ameliyatsız Göz Kayması TedavisiYetişkinlerde ameliyatsız şekilde göz kaymasının tedavi edilebilmesi için kayma miktarının çok az olması gerekir. Eğer kayma miktarı azsa prizmatik camlar ile göz kayması tedavi edilebilir. Felç ya da travmaya bağlı oluşan göz kaymasının iğne tedavisi ile başarılı olması da mümkündür. Erken teşhis göz kayması tedavisi için oldukça önemlidir.Şaşılık Tedavi Edilmezse Ne Olur?Şaşılık tedavisi yapılmazsa beyin gözlerden birinin görüntüsünü baskılar ve çift görme ortaya çıkabilir. Tedavi edilmeyen şaşılıklarda stereopsis ve binoküler görme adı verilen iki gözün beraber görmesi engellenir. Buna bağlı olarak göz tembelliği de ortaya çıkabilir.Şaşı Olanlar Nasıl Görür?Şaşılık, iki gözün de birbirinden farklı yönlere bakması durumudur. Gözlerden biri karşıya bakar fakat diğeri farklı bir yöne bakar. Şaşılar başlarını sağa ya da sola eğerek her iki gözleriyle de düzgün bakmaya çalışırlar. Şaşı olanlarda genelde çift görme ve bulanık görme olur.Şaşılık Hakkında Sıkça Sorulan SorularGöz Kayması ve Şaşılık Aynı şey mi?Göz kayması ya da şaşılık olarak bilinen bu durum gözlerdeki görme akslarının birbirine paralel olmaması durumudur. Kişi bir gözüyle düz bakarken diğer gözün aksı içe ya da dışa doğru olur. Göz kaymasının çeşitleri birbirlerinden farklıdır ve her şaşılık aynı olmaz.Hafif Şaşılık Geçer mi?Şaşılığın herhangi bir şekilde kendi kendine ya da zamanla düzelmesi mümkün değildir. Bazı şaşı kimselerde gözlük kullanımı ile tedavinin sağlanması mümkün olabilir. Bu nedenle tedavinin ilk aşamasında çocukta nasıl bir gözlüğe ihtiyaç duyulduğunun doğru tespit edilmesi gerekir.Şaşılık Ameliyatı Kaç Yaşına Kadar Yapılır?Şaşılık ameliyatı yapılması için belirli bir yaş bulunmaz. Bebeklik çağından itibaren şaşılık tedavisi için cerrahi müdahalelere başvurulması mümkündür. Eriyen dikişler ile göz zarları kapatılır ve bu durum iyileşme süresinin hızlanmasına katkıda bulunarak süreci zahmetsiz hale getirir. Birçok hasta şaşılık ameliyatı ile şaşılık sorunundan kurtulabilir. Şaşılık (Göz Kayması) Nedir?Sağlıklı insanlarda her iki göz de birbirine paralel ve birbiri ile uyumlu olarak çalışır. Şaşılık, bir gözün diğer göze göre içe, dışa veya dikey olarak farklı bir noktaya hizalanması ile gözlerin aynı anda aynı yöne bakamama bozukluğudur. Daha ağır vakalarda, gözlerden ikisinde de kayma olabilir. Şaşılığın nedenine bağlı olarak değişse de bu göz kayması geçici ya da kalıcı olabilir.Şaşılık Neden Olur?Gözün yukarı ve aşağıya da sağa sola hareket ettirilmesi için kas gruplarında kuvvet ve uyum olması gerekir. Bu kaslara bilgi ileten sinirler veya beyindeki göz hareketlerini yöneten kontrol merkezi ile ilgili problem olduğunda şaşılığa neden olur. Şaşılık nedenleri arasında genetik yatkınlık, beyin tümörleri, diyabet hastalığı, hipertansiyon ve travmalar da yer alır. Daha nadir durumlarda beyin felci, kalıtsal kromozom bozuklukları ile hidrosefali de şaşılığın nedenlerindendir.Şaşılık Belirtileri Nelerdir?Şaşılık genelde çocukluk döneminde ortaya çıkar ve en temel belirtisi düz bakamayan gözlerdir. Diğer belirtileri arasında gözlerde sulanma, çift görme, baş ve göz ağrısı ile bulanık görme sayılabilir. Baş ve gözün yana çevrilerek bakılması ve üç boyutlu görememek de şaşılık belirtileri arasında sayılmaktadır.Şaşılık Çeşitleri Nelerdir?Kişide yol açtığı kaymanın türüne göre uyumsal içe kayma, içe kayma ya da dışa kayma şaşılığı olabilir. Oluşum sebebine göre ise şaşılık çeşitleri şu şekildedir:Şaşılık Türleri Nelerdir?Kişilerde yol açtığı göz kaymasının çeşidine göre şaşılık içe kayma, dışa kayma ve uyumsal içe kayma şeklinde üç türdedir. Oluşum sebebine göre ise doğumsal, kırmaya bağlı, kas felçlerine bağlı, yetişkinlik döneminde görülenler ve gizli şaşılık olarak değerlendirilir. Kişilerde nörolojik göz kayması da olabilir. Birçok kişi tarafından yalancı göz kayması da rastlanan durumlar arasındadır. Bu durumda da göz doktoruna gözükmekte fayda vardır.İçe Şaşılık (Kayma)İçe şaşılık (kayma) gözlerin içe yani burun bölgesine doğru tek ya da çift taraflı kaymasıdır. Her iki göz eşit oranda kayarsa göz tembelliği riski olmadığından daha çok tercih edilir. Tek gözde sabit kayma ise o gözde tembellik olmasına neden olur. Sıklıkla bebeklerde göz kayması da rastlanan bir durumdur. Bu durumda erken teşhis oldukça önemlidir.Dışa Şaşılık (Kayma)Ekzotropya olarak da bilinen dışa şaşılık gözlerin tek ya da iki taraflı olarak dışa kaymasıdır. İç kasların zayıflığı ya da dış kasların fazla çalışması buna neden olabilir. Sabit kaymalar şeklinde olabildiği gibi aralıklı olarak da oluşması mümkündür. Şaşılık Teşhisi Nasıl Konulur?Şaşılık tanısının göz muayenesinden sonra rahatlıkla konulması mümkündür. Ailede şaşılık olması halinde çocuklarda da şaşılığın ortaya çıkma olasılığı çok yüksektir. Özellikle erken teşhis edilmesi ve çocukluk döneminde şaşılığın fark edilmesi tedavideki başarı oranını artırır. Bundan dolayı 4 yaşından önce bir ya da iki kere çocukların göz taramasından geçmeleri önerilmektedir.Şaşılık Tedavi Yöntemleri Nelerdir?Şaşılık tedavisinde genellikle cerrahi müdahaleye başvurulur. Göz sinirlerindeki felçler kendi kendine düzelmezse kaslara müdahale edilmesi gerekir. Bazı kişilerde göz kaslarına botoks uygulanır ve gözün odak noktasında sabit kalması sağlanır. Tüm göz şaşılık tedavisi ile ilgili doktorlardan bilgi almak mümkündür.Çocuklarda Şaşılık Tedavi Yöntemleri Nelerdir?Çocuklarda şaşılık için göz egzersizleri ve gözlük denenebilir. Eğer herhangi bir ilerleme olmazsa cerrahi müdahale gerekebilir.Yetişkinlerde Şaşılık Tedavi Yöntemleri Nelerdir?Yetişkinlerde öncelikle prizmatik camlar tercih edilir. Sonrasında göze hareket sağlayan kaslara enjeksiyon tedavisi uygulanabilir. Bu sayede hem kayma hem de çift görme tedavi edilir. Eğer herhangi ilerleme olmazsa cerrahi müdahale uygulanır.Şaşılık (Göz Kayması) Tedavi ÇeşitleriŞaşılığın türü, göz kayması derecesi ve gözdeki hastalıklara göre cerrahi müdahale tercih edilebilir. Destekleyici olarak göz damlaları ile tedavi denenmesi de mümkündür.Göz Kayması AmeliyatıGöz kayması ameliyatı ortalama olarak 40 dakika ile 1 saat arasında olur. Ameliyatın lokal ya da genel anestezi altında yapılması mümkündür. Ameliyattan sonra hastalar 4-6 saat içinde durumlarına göre taburcu edilirler. Göz kayması ameliyatından 1 gün sonra kişilerin günlük rutinlerine dönmeleri sağlanır. Ameliyatsız Göz Kayması TedavisiYetişkinlerde ameliyatsız şekilde göz kaymasının tedavi edilebilmesi için kayma miktarının çok az olması gerekir. Eğer kayma miktarı azsa prizmatik camlar ile göz kayması tedavi edilebilir. Felç ya da travmaya bağlı oluşan göz kaymasının iğne tedavisi ile başarılı olması da mümkündür. Erken teşhis göz kayması tedavisi için oldukça önemlidir.Şaşılık Tedavi Edilmezse Ne Olur?Şaşılık tedavisi yapılmazsa beyin gözlerden birinin görüntüsünü baskılar ve çift görme ortaya çıkabilir. Tedavi edilmeyen şaşılıklarda stereopsis ve binoküler görme adı verilen iki gözün beraber görmesi engellenir. Buna bağlı olarak göz tembelliği de ortaya çıkabilir.Şaşı Olanlar Nasıl Görür?Şaşılık, iki gözün de birbirinden farklı yönlere bakması durumudur. Gözlerden biri karşıya bakar fakat diğeri farklı bir yöne bakar. Şaşılar başlarını sağa ya da sola eğerek her iki gözleriyle de düzgün bakmaya çalışırlar. Şaşı olanlarda genelde çift görme ve bulanık görme olur.Şaşılık Hakkında Sıkça Sorulan SorularGöz Kayması ve Şaşılık Aynı şey mi?Göz kayması ya da şaşılık olarak bilinen bu durum gözlerdeki görme akslarının birbirine paralel olmaması durumudur. Kişi bir gözüyle düz bakarken diğer gözün aksı içe ya da dışa doğru olur. Göz kaymasının çeşitleri birbirlerinden farklıdır ve her şaşılık aynı olmaz.Hafif Şaşılık Geçer mi?Şaşılığın herhangi bir şekilde kendi kendine ya da zamanla düzelmesi mümkün değildir. Bazı şaşı kimselerde gözlük kullanımı ile tedavinin sağlanması mümkün olabilir. Bu nedenle tedavinin ilk aşamasında çocukta nasıl bir gözlüğe ihtiyaç duyulduğunun doğru tespit edilmesi gerekir.Şaşılık Ameliyatı Kaç Yaşına Kadar Yapılır?Şaşılık ameliyatı yapılması için belirli bir yaş bulunmaz. Bebeklik çağından itibaren şaşılık tedavisi için cerrahi müdahalelere başvurulması mümkündür. Eriyen dikişler ile göz zarları kapatılır ve bu durum iyileşme süresinin hızlanmasına katkıda bulunarak süreci zahmetsiz hale getirir. Birçok hasta şaşılık ameliyatı ile şaşılık sorunundan kurtulabilir.
5,338
633
Hastalıklar
Şizofreni
Şizofreni, düşüncede, gerçeklikli bağlantının kesilmesi sonucu algıda ve davranışta bozulmaların yaşandığı, gördükleri, duydukları ve yaşadıkları ile ilgili gerçek ve hayal ayrımının yapılamadığı zihinsel bir hastalıktır. Şizofreni olan kişiler seslerin ya da yaşananların gerçek ve hayal ayrımına varamaz. Sanrılar, halüsinasyonlar, konuşma ve duyguyu ifade etme zorluk yaşama şizofreni belirtileri arasında yer alır. İlaç ile tedavi edilebilen bu hastalığın tekrarlamaması için genellikle ömür boyu tedavi yöntemlerinden yararlanılması gerekiyor.Şizofreni, düşüncede, gerçeklikli bağlantının kesilmesi sonucu algıda ve davranışta bozulmaların yaşandığı, gördükleri, duydukları ve yaşadıkları ile ilgili gerçek ve hayal ayrımının yapılamadığı zihinsel bir hastalıktır. Şizofreni olan kişiler seslerin ya da yaşananların gerçek ve hayal ayrımına varamaz. Sanrılar, halüsinasyonlar, konuşma ve duyguyu ifade etme zorluk yaşama şizofreni belirtileri arasında yer alır. İlaç ile tedavi edilebilen bu hastalığın tekrarlamaması için genellikle ömür boyu tedavi yöntemlerinden yararlanılması gerekiyor. Şizofren Nedir? Şizofreni, var olmayan şeyleri görme veya duyma şeklinde halüsinasyonları ve paranoyak düşünceleri içeren ruh hastalığıdır. Paranoya, halüsinasyon, korku ve panik gibi durumlar şizofreni belirtileri arasında yer alır. Şizofreni hastalarında şiddete eğilimi bulunmamaktadır. Bu yüzden toplum içerisinde yaşamlarına devam edebilirler ancak kronikleşen psikiyatrik bir rahatsızlık olan şizofreni, günlük yaşamda zorluk yaşanmasına neden olur. Genellikle yavaş yavaş ortaya çıkan bu ruhsal hastalıkta erken teşhis ve tedavi büyük önem taşır.Hastalık öncesi prodrom dediğimiz dönemde silik belirtiler göstererek sinsice başlayabildiği gibi ani olarak da ortaya çıkabilir. Hastalık öncesi belirtiler sıklıkla içine kapanma, arkadaşlarından ve aktivitelerden uzaklaşma, konuşmada azalma, eksantrik uğraşılar gibi olabilir.Şizofreni Belirtileri Nelerdir?Anormal davranışlar, odaklamada zorluk çekme, abartılı hareketlerde bulunma, söylenenleri dinlememe gibi durumlar şizofreni belirtileridir. Şizofreni belirtileri her hastada farklı şekilde ortaya çıkabilir. Şizofreninin alevlendiği dönemde sanrılar, halüsinasyonlar veya düzensiz konuşma görülen şizofreni hastalarında en sık izlenen belirti kişinin hasta olduğunu düşünmemesi ve iç görüsünün olmamasıdır. Şizofreni belirtileri kişiden kişiye farklılık gösterse de genel olarak üç ana kategoriye ayrılır; Psikotik belirtiler Negatif belirtiler Bilişsel belirtilerPsikotik BelirtilerKişinin dünyayı algılama, düşünme ve hareket etme deneyimlerine bağlı olarak oluşan şizofreni belirtileridir. Psikotik belirtileri olan kişiler olduğu durumdaki gerçeklik duygusunu kaybederek dünyayı farklı şekilde deneyimleyebilir. Bazı şizofreni hastalarında bu belirtiler gidip gelir. Psikotik belirtiler şu durumları içerir:Halüsinasyonlar (varsanı): Gerçekte olmayan şeylerin görülmesinden kaynaklı olarak ortaya çıkan bu belirtide şizofreni hastası sesler duyabilir. Sesler duyan kişiler, aileleri veya arkadaşları bir sorunu fark etmeden önce uzun süre bu seslerle yaşayabilir. Duyma, koklama, tatma ve hissetme duygularında değişiklikler gözlemlenir.Sanrılar (hezeyan): Sanrı yaşayan kişiler etrafındaki kişilere mantıksız görülen tepkiler verebilir. Şizofreni belirtisi olarak ortaya çıkan sanrılarda kişiler kendilerinin tehlikede olduğunu düşünerek onlara zarar verilmeye çalışıldığına inanır. Düşünce bozukluğu: Bir kişi mantıklı olmayan ya da alışılmadık düşünme biçimlerine sahip olduğunda şizofreni olarak tanımlanabilir. Düşünce bozukluğu belirti olarak ortaya çıkar ve kişinin konuşmasını, düşüncelerini etkiler. Bazı durumlarda kişi bir anda konuşmayı bırakır ve farklı konuya atlar. Hiçbir anlam ifade etmeye sözcükler kullanılması da düşünce bozukluğunun göstergesidir.Hareket bozukluğu: Bir kişi anormal vücut hareketleri sergilediği durumda şizofreni belirtisi olarak tanımlanabilir. Hareket bozukluğu olan kişiler belirli hareketleri defalarca tekrarlayabilirler.Negatif belirtilerGünlük aktivitelere olan ilginin azalması, motivasyon kaybı, sosyal ortamdan çekilme, duyguları yansıtmada zorluk ya da normal işlevselliğin dışında yer alma gibi durumlara şizofrenin negatif belirtileridir. Bunun yanında negatif belirtiler şunları içerir: Günlük aktiviteleri planlamada ve bunlara bağlı kalmada zorluk yaşama Günlük yaşamda zevk almada zorluk yaşama Donuk bir sesle konuşma Sınırlı yüz ifadesi gösterme Sosyal etkileşimden kaçınma Enerjinin çok düşük olması Pasif faaliyetlerde çok fazla zaman harcamaBu semptomlar bazı durumlarda depresyon veya diğer akıl hastalıklarının semptomlarıyla karıştırılabilmektedir.Bilişsel belirtilerBilişsel belirtiler, uzun süreli konsantrasyon bozukluğu ve hafıza sorunlarını içerir. Bu belirtiler konuşmaları takip etmeyi, yeni şeyler öğrenmeyi veya randevuları hatırlamayı zorlaştırabilir. Şizofreninin bilişsel belirtileri şu şekilde sıralanabilir: Karar vermek için anlama ve kavrama sorun yaşama Bilgiyi öğrendikten hemen sonra kullanmakta zorluk çekme Odaklanma veya dikkat etmede zorluk yaşamaÖzetle aşağıdaki belirtilere sahip olan bir kişi için şizofreni tanısı konabilir: Halüsinasyon görme Gerçek dışı inançlara yönelik sanrılar Motivasyon eksikliği Yavaş hareket etme Uyku düzeninin bozulması Düzensiz düşünce ve konuşmalarda bulunma Sosyal olarak kendini izole etme Işık ve gürültüye karşı tepki ve hassasiyet Kişisel hijyen eksikliği Beden dili ve duygudurumda değişiklikler Sosyal aktivitelere karşı ilgi kaybıŞizofreni Neden Olur?Şizofreni, birçok faktörden etkilenerek bilişsel kaynaklı meydana gelen bozukluklardan, genetik yapıdan ve enfeksiyon hastalıklarına bağlı olarak ortaya çıkar. Şizofreni çok nedenli bir rahatsızlık olarak düşünülebilir.  Şizofreninin bazı genetik faktörlerle ilişkili olduğu gösterilmiştir. Özellikle bazı ailelerde şizofreni hastaları yoğunlaşmaktadır. Bunun yanı sıra çevresel nedenler, annenin gebeliği sırasında geçirdiği bazı enfeksiyon hastalıkları gibi faktörler şizofreninin sebepleri arasında yer almaktadır. Bununla birlikte beyin yapısı ve gelişimi ile bağlantılı olduğuna dair çeşitli teoriler öne sürülmektedir.Şizofreni Çeşitleri Nelerdir?Güncel sınıflandırma sistemine göre şizofreninin alt tipleri kaldırılmıştır. Bununla birlikte eski sınıflandırma sistemine göre şizofreni türleri şunlardır.Paranoid şizofreniSanrıların ve halüsinasyonların ön planda olduğu bilişsel bozulma ile içe çekilme gibi negatif belirtilerin daha arka planda kaldığı ve işlevselliğin görece korunabildiği tiptir.Dezorganize (hebefrenik) şizofreniKonuşmanın, davranışların ve duyguların organizasyonunun bozulduğu, anlamsız gülmeler ve yüz ifadelerinin olabildiği, günlük yaşam etkinliklerinin ve öz bakım becerilerinin ileri derecede bozulabildiği, organize olmayan bölük pörçük sanrı ya da varsayımların olduğu tiptir.Katatonik şizofreniMotor hareketlerde azalma, aşırı negativizm, konuşmama, tam tersine aşırı motor etkinlik, karşıdakinin söylediklerini ve hareketlerini tekrarlama, kaslarda katılık, hareket ettirmeye karşı direnç gibi hareket sistemi ile bağlantılı belirtilerle kendini gösteren tiptir.Farklılaşmamış şizofreniYukarıda sayılan üç tipin özelliklerini bir arada gösterebilen tiptir.Rezidüel şizofreniDaha önce şizofreni belirtilerini yoğun bir şekilde göstermiş, ancak sonrasında düzelmesine karşı içe çekilme, konuşma azlığı ya da çok detaylı olmayan sanrı ve varsayımlarla kendini gösteren bir tip olarak sınıflanabilir. Şizorfeni hastalığı, diğer bir sınıflandırma sistemine göre Tip 1 ve Tip 2 diye ayrılır. Tip 1 diye ifade edilen durumda daha çok pozitif semptomlar adını verdiğimiz hezeyan ve halüsinasyonlar gözlenir. Tip 2 de ise negatif belirti denilen içe çekilme, konuşmada azalma, öz bakımda azalma gibi negatif belirtilerin baskın olduğu görülür. Genel olarak Tip 2 şizofreninin seyri daha kötü, Tip1’in tedavi yanıtı ise daha iyi olmaktadır.Şizofreni Tanısı Nasıl Konulur?Şizofreni hastalığında temel teşhis muayene ile konulur. Belirtilerin varlığı ve bu belirtilerin 6 aydan uzun sürmesi teşhis için önemli işaretler olmaktadır. Belirtiler sadece şizofreniye özgü olmadığı için öncelikle epilepsi, bulaşıcı hastalıklar gibi genel tıbbi duruma bağlı olarak gözlenen hastalıklar olan diğer organik patolojilerden ve psikotik depresyon, bipolar bozukluk ve diğer psikotik belirtili psikiyatrik rahatsızlıklardan da muayene ile ayırıcı tanısının yapılması gerekmektedir.  Tanıda kullanılan özgün bir görüntüleme ve laboratuvar yöntemi olmamasına karşın ayırıcı tanı için kan tahlili, beyin görüntüleme ve EEG gibi tanı yöntemleri de kullanılabilir. Kesin tanı koyduran bir psikometrik test bulunmamakla beraber hastalara ayırıcı tanı sürecinde birçok psikolojik test yapılabilmektedir.Şizofreni Tedavisi Nasıl Uygulanır?Şizofreni hastalığının tedavisinde ilaç tedavisi esastır. Verilen ilaç tedavisinin uzun süreli olarak kullanılması gerekmektedir. İlaç tedavisinde anti psikotik adı verilen ilaçlar kullanılmaktadır. İlaç uyumu kötü olan, tanısında şüpheler bulunan ya da kendine ve çevresine zarar verme ihtimali olan hastalar hastaneye yatırılarak tedavi edilmektedir. Tedavi uyumu olmayan hastalarda ağızdan verilen tedavilerden ziyade, uzun etkili diye adlandırılan kas içi enjeksiyon yöntemiyle uygulanan ilaç tedavileri tercih edilmektedir. Yan etkilere göre bazen farklı ilaçların ya da dirençli hastalarda farklı gruplardan ilaçların kullanımı da gündeme gelebilmektedir. Hastanın tedaviyi kabul etmediği veya ayırt etme gücü olmadığı özel durumlarda ise vasilerinin yönlendirmesi ya da bazen de mahkeme kararlarıyla bu hastaların tedavileri gerçekleştirilebilmektedir.İlaç tedavisinin yanı sıra psikotorepi, aile terapisi, diğer toplum ruh sağlığı merkezlerinde uygulanan yöntemlerde tedaviye uyumu artırmak,  işlevsellikteki kayıpları düzeltmek ve rehabilite etmek amacı ile gerçekleştirilebilmektedir. Bununla birlikte bazı tedaviye dirençli hastalarda, aciliyeti olan hastalarda ve katatonik hastalarda EKT (Şok tedavisi) uygulanabilmektedir.Şizofreni Hakkında Sık Sorulan Sorular Şizofreni nedir?Şizofreni, kişilerin gerçekle bağı koptuğu, var olmayan kişileri görüp gerçek dışı seslerin işitildiği, başkalarının kendisine zarar vereceği düşüncesiyle yoğun bir paranoyaya sahip olunduğu bir hastalıktır.Şizofren ne demek?Şizofreni, kişinin gerçek ile olan bağının kopmasına yol açan ciddi bir akıl hastalığıdır. Şizofren olan kişi gerçek ile gerçek dışı unsurlar arasında ayrım yapamaz hale gelir. Bu durum kişinin düşünme, hareket etme, duygularını ifade etme, gerçekliği algılama ve başkalarıyla ilişki kurma şeklini olumsuz etkiler.Şizofreni bir akıl hastalığı mıdır?Şizofreni hastalığında, hastanın gerçeği değerlendirme, çevrede olan biteni algılama ve davranışları yönlendirme yeteneği,  ayırt etme ve karar verme becerileri bozulur. Dolayısıyla şizofreni bir akıl hastalığı olarak değerlendirilebilir.Şizofreni önlenebilir bir hastalık mıdır?Şizofreninin önlenebilir olup olmadığı tartışmalı bir konudur. Bu konu ile ilgili olarak belli risk gruplarında hastalık öncesi belirtilerle erken ilaç başlanması ve bazı psikoterapi yöntemlerinin kullanılması gibi önleyici çalışmalardan bahsedilmektedir.Şizofrenlik genetik midir?Şizofreninin genetik geçişi belirgindir. Yapılan çalışmalarda bazı genlerle şizofreni arasında bağlantılar kurulmuştur. Bunun yanı sıra ikiz çocuk çalışmaları ile aile çalışmalarında şizofreninin genetik olarak yakın kişilerde daha sık gözlendiği kanıtlanmıştır. Ama şizofreninin nedeni tamamen genetik faktörlere bağlanamaz.Şizofreni testi var mıdır?Şizofreni muayene ile tanısı konulan bir hastalıktır. Direkt şizofreni tanısı için yapılan tanı koydurucu bir laboratuvar testi ya da psikolojik test bulunmamaktadır. Bununla beraber tanı sürecinde birçok psikolojik test, biyokimya tahlilleri ya da görüntüleme çalışmaları yapılabilmektedir.Halüsinasyon nedir?Türkçe adıyla varsanı olarak bilinen halüsinasyon, dışarda bir uyaran yokken kişinin belli bir duyumu algılaması durumudur. Şizofreni de sıklıkla işitsel halüsinasyon gözlenir. Kişinin sesinin yankılanması, düşüncelerini kulağı ile duyma, kendisi hakkında konuşan bir ya da daha çok ses duyma, kendisine kötü sözler söyleyen sesler duyma şeklinde olabilir. Bu sesler “Elementer halüsinasyonlar” da denilen boru sesi, korna sesi gibi anlamsız sesler de olabilir. Şizofreni hastalarında diğer halüsinasyon tipleri daha nadir görülür. Ancak vücuda dokunulduğu ya da bir şeylerin üzerinde dolaştığını hissetme, görüntüler, insanlar, şekiller görme ya da koku duyma şeklinde de halüsinasyonlar görülebilir.Şizofreni hastaları ve yakınları için ne gibi yaşam değişiklikleri yapılmalıdır?-Şizofrenide tedavinin, ilaç ve diğer yöntemler ile sürdürülmesi esastır. Hastalık ilk atağından sonra düzelse bile tedavilerin ve ilaçların tekrar bir alevlenmeyi engellemek için düzenli kullanılması gerekmektedir. Hastanın ilaç alıp almadığı takip edilmelidir. Ayrıca hangi belirtilerin olduğu, ne ilaç kullandığı, hangisinden fayda gördüğü gibi kayıtları ailenin de tutmasında fayda bulunmaktadır.- Ailelerin tedavi ihtiyacının farkında olması önemlidir. Hastalar yardıma ve tedaviye ihtiyaçları olmadığını düşünebilir ya da tedaviye direnebilir. Hastanın tedavi ihtiyacının ortaya çıktığını farketmek ve tedaviye yönlendirmek bu açıdan önemlidir. Aileler hastanın kendine ve çevreye zarar verme ihtimalinin arttığı acil durumlarda ne yapabilecekleri ile ilgili (örn: Acile götürme, adli birimler ile iletişime geçme, zorunlu yatış olasılıkları) bilgi sahibi olmalıdır.-Ev içindeki stresin yoğun olması hastalığın alevlenme riskini artırabilmektedir. Dolayısıyla ev içindeki stresin azaltılması hastalığın gidişatı için önem taşır. -Şizofreni hastası olan özellikle yeti yitimi ile giden kişiden çalışmak, evdeki işlere katılmak gibi beklentilerin düşürülmesi gerekebilir. Hatta bir kısım hasta günlük işlerinin yönlendirilmesi için sürekli desteğe ve vasiye ihtiyaç duyabilir. Bazı hastaların da öz bakım dahil sürekli yardıma gereksinimi olabilir.-Genel stresin kişiye özel alevlendirici faktörlerinin ortadan kaldırılması fayda sağlar- Evde çatışma ortamının azaltılması, tekrarlamaları azaltabilmektedir- İşlevselliğinde bozulma olan hastaların TRSM gibi hizmet veren kurumlardaki programlara katılarak, sosyalleşmesi sağlanabilir.Şizofreni hastalarına bakım için yardımcıya ihtiyaç duyulur mu? Tedaviye iyi cevap veren hastalar normal işlevselliklerini yaşamlarını ilaç tedavilerini aksatmamak şartı ile sürdürebilmektedir. Bununla beraber duruma göre şizofreni, belirgin yeti yitimiyle devam edebilen bir hastalıktır. Hastaların günlük yaşamlarını idame ettirebilmek için sürekli bir desteğe, önemli kararlarını vermek için bir vasiye ihtiyaçları olabilir.  Zaman zaman bakıcı ya da yanında sürekli birisinin kalması da gerekebilir. Bunun yanı sıra sosyal desteği az olan hastalar, bakım evlerinde kalabilmektedir.Şizofren hastalığı kimlerde görülür?Şizofren hastalığı toplumun % 1’inde görülür. Erkeklerde kadınlara oranla biraz daha fazla izlenir. Şehirleşmiş yerlerde, taşraya göre daha sık gözlenir. Bununla birlikte sonbahar aylarında yaşanan enfeksiyon hastalıklarına bağlı olarak gebe kalanların çocuklarında, ailesinde şizofreni hastası olanlarda, başka beyin bozuklukları olanlarda daha sık şizofreniye rastlanır. Şizofreni tanısı her yaşta konulmak ile beraber ergenlik ile genç erişkinlikte daha sık konulur. Ayrıca kadınlarda 30’lu yaşların ortalarında da yeni tanı konulma sıklığı artar.Şizofreni hastaları tehlikeli midir?Şizofreni hastalarının şiddet ve suç oranları toplum genelinden çok da farklı olmamaktadır.Şizofreni tedavisi ne kadar sürer?Şizofreni hastalarında tedavi yanıtı genellikle haftalar içinde ortaya çıkarken, atakların tekrarlamaması için ömür boyu, uzun süreli idame tedavileri gerekebilmektedir. Tedavi gören hastaların 3’te 1’i normal bir yaşam sürerken, 3’te 1’i fayda görmelerine rağmen yeti yitimleri yaşamaktadır. Hastaların geri kalan 3’te 1’i ise tedaviye yeterli yanıtı vermemektedir.Şizofreni hastalığı için hangi bölüme başvurmak gerekir?Şizofreni hastalığının tanı ve tedavisi için psikiyatri kliniğine başvurulmalıdır.Şizofreni hastası yakınları nasıl davranmalıdır?Hasta yakınları hastalığın alevlendiği dönemde tedaviye yönlendirici ama hasta ile çatışmayan bir üslup geliştirmeli ve hastanın sanrıları hakkında onların görüşlerini değiştirmek için tartışmamalıdırlar. Öfkeli hastaların dikkati gerektiğinde başka yönlere çekilmeli ve kendi tedavisini sürdürmeyen hastaların ilaç temini ile ilaç kullanımları konusunda yardımcı olunmalıdır. Bununla birlikte hasta yakınları TRSM ile iletişime geçip, aile destek gruplarına katılabilirler.Şizofreni hastalığının tekrarlanmaması için neler yapılabilir?İlaç tedavisinin düzenli olarak uygulanması gerekir.Şizofreni tedavisinde kullanılan ilaçların etkisi ne kadar sürede ortaya çıkar?İlaç tedavisinin etkisi, tedaviye başladıktan sonra haftalar içerisinde ortaya çıkar. İlk iki haftada taşkınlıkta rahatlama, 3-6 haftada çevre ile olan ilişkilerde düzelme, sonrasında da sanrılarda azalma kaydedilir. Şizofren Nedir? Şizofreni, var olmayan şeyleri görme veya duyma şeklinde halüsinasyonları ve paranoyak düşünceleri içeren ruh hastalığıdır. Paranoya, halüsinasyon, korku ve panik gibi durumlar şizofreni belirtileri arasında yer alır. Şizofreni hastalarında şiddete eğilimi bulunmamaktadır. Bu yüzden toplum içerisinde yaşamlarına devam edebilirler ancak kronikleşen psikiyatrik bir rahatsızlık olan şizofreni, günlük yaşamda zorluk yaşanmasına neden olur. Genellikle yavaş yavaş ortaya çıkan bu ruhsal hastalıkta erken teşhis ve tedavi büyük önem taşır.Hastalık öncesi prodrom dediğimiz dönemde silik belirtiler göstererek sinsice başlayabildiği gibi ani olarak da ortaya çıkabilir. Hastalık öncesi belirtiler sıklıkla içine kapanma, arkadaşlarından ve aktivitelerden uzaklaşma, konuşmada azalma, eksantrik uğraşılar gibi olabilir.Şizofreni Belirtileri Nelerdir?Anormal davranışlar, odaklamada zorluk çekme, abartılı hareketlerde bulunma, söylenenleri dinlememe gibi durumlar şizofreni belirtileridir. Şizofreni belirtileri her hastada farklı şekilde ortaya çıkabilir. Şizofreninin alevlendiği dönemde sanrılar, halüsinasyonlar veya düzensiz konuşma görülen şizofreni hastalarında en sık izlenen belirti kişinin hasta olduğunu düşünmemesi ve iç görüsünün olmamasıdır. Şizofreni belirtileri kişiden kişiye farklılık gösterse de genel olarak üç ana kategoriye ayrılır;Psikotik BelirtilerKişinin dünyayı algılama, düşünme ve hareket etme deneyimlerine bağlı olarak oluşan şizofreni belirtileridir. Psikotik belirtileri olan kişiler olduğu durumdaki gerçeklik duygusunu kaybederek dünyayı farklı şekilde deneyimleyebilir. Bazı şizofreni hastalarında bu belirtiler gidip gelir. Psikotik belirtiler şu durumları içerir:Halüsinasyonlar (varsanı): Gerçekte olmayan şeylerin görülmesinden kaynaklı olarak ortaya çıkan bu belirtide şizofreni hastası sesler duyabilir. Sesler duyan kişiler, aileleri veya arkadaşları bir sorunu fark etmeden önce uzun süre bu seslerle yaşayabilir. Duyma, koklama, tatma ve hissetme duygularında değişiklikler gözlemlenir.Sanrılar (hezeyan): Sanrı yaşayan kişiler etrafındaki kişilere mantıksız görülen tepkiler verebilir. Şizofreni belirtisi olarak ortaya çıkan sanrılarda kişiler kendilerinin tehlikede olduğunu düşünerek onlara zarar verilmeye çalışıldığına inanır. Düşünce bozukluğu: Bir kişi mantıklı olmayan ya da alışılmadık düşünme biçimlerine sahip olduğunda şizofreni olarak tanımlanabilir. Düşünce bozukluğu belirti olarak ortaya çıkar ve kişinin konuşmasını, düşüncelerini etkiler. Bazı durumlarda kişi bir anda konuşmayı bırakır ve farklı konuya atlar. Hiçbir anlam ifade etmeye sözcükler kullanılması da düşünce bozukluğunun göstergesidir.Hareket bozukluğu: Bir kişi anormal vücut hareketleri sergilediği durumda şizofreni belirtisi olarak tanımlanabilir. Hareket bozukluğu olan kişiler belirli hareketleri defalarca tekrarlayabilirler.Negatif belirtilerGünlük aktivitelere olan ilginin azalması, motivasyon kaybı, sosyal ortamdan çekilme, duyguları yansıtmada zorluk ya da normal işlevselliğin dışında yer alma gibi durumlara şizofrenin negatif belirtileridir. Bunun yanında negatif belirtiler şunları içerir:Bu semptomlar bazı durumlarda depresyon veya diğer akıl hastalıklarının semptomlarıyla karıştırılabilmektedir.Bilişsel belirtilerBilişsel belirtiler, uzun süreli konsantrasyon bozukluğu ve hafıza sorunlarını içerir. Bu belirtiler konuşmaları takip etmeyi, yeni şeyler öğrenmeyi veya randevuları hatırlamayı zorlaştırabilir. Şizofreninin bilişsel belirtileri şu şekilde sıralanabilir:Özetle aşağıdaki belirtilere sahip olan bir kişi için şizofreni tanısı konabilir:Şizofreni Neden Olur?Şizofreni, birçok faktörden etkilenerek bilişsel kaynaklı meydana gelen bozukluklardan, genetik yapıdan ve enfeksiyon hastalıklarına bağlı olarak ortaya çıkar. Şizofreni çok nedenli bir rahatsızlık olarak düşünülebilir.  Şizofreninin bazı genetik faktörlerle ilişkili olduğu gösterilmiştir. Özellikle bazı ailelerde şizofreni hastaları yoğunlaşmaktadır. Bunun yanı sıra çevresel nedenler, annenin gebeliği sırasında geçirdiği bazı enfeksiyon hastalıkları gibi faktörler şizofreninin sebepleri arasında yer almaktadır. Bununla birlikte beyin yapısı ve gelişimi ile bağlantılı olduğuna dair çeşitli teoriler öne sürülmektedir.Şizofreni Çeşitleri Nelerdir?Güncel sınıflandırma sistemine göre şizofreninin alt tipleri kaldırılmıştır. Bununla birlikte eski sınıflandırma sistemine göre şizofreni türleri şunlardır.Paranoid şizofreniSanrıların ve halüsinasyonların ön planda olduğu bilişsel bozulma ile içe çekilme gibi negatif belirtilerin daha arka planda kaldığı ve işlevselliğin görece korunabildiği tiptir.Dezorganize (hebefrenik) şizofreniKonuşmanın, davranışların ve duyguların organizasyonunun bozulduğu, anlamsız gülmeler ve yüz ifadelerinin olabildiği, günlük yaşam etkinliklerinin ve öz bakım becerilerinin ileri derecede bozulabildiği, organize olmayan bölük pörçük sanrı ya da varsayımların olduğu tiptir.Katatonik şizofreniMotor hareketlerde azalma, aşırı negativizm, konuşmama, tam tersine aşırı motor etkinlik, karşıdakinin söylediklerini ve hareketlerini tekrarlama, kaslarda katılık, hareket ettirmeye karşı direnç gibi hareket sistemi ile bağlantılı belirtilerle kendini gösteren tiptir.Farklılaşmamış şizofreniYukarıda sayılan üç tipin özelliklerini bir arada gösterebilen tiptir.Rezidüel şizofreniDaha önce şizofreni belirtilerini yoğun bir şekilde göstermiş, ancak sonrasında düzelmesine karşı içe çekilme, konuşma azlığı ya da çok detaylı olmayan sanrı ve varsayımlarla kendini gösteren bir tip olarak sınıflanabilir. Şizorfeni hastalığı, diğer bir sınıflandırma sistemine göre Tip 1 ve Tip 2 diye ayrılır. Tip 1 diye ifade edilen durumda daha çok pozitif semptomlar adını verdiğimiz hezeyan ve halüsinasyonlar gözlenir. Tip 2 de ise negatif belirti denilen içe çekilme, konuşmada azalma, öz bakımda azalma gibi negatif belirtilerin baskın olduğu görülür. Genel olarak Tip 2 şizofreninin seyri daha kötü, Tip1’in tedavi yanıtı ise daha iyi olmaktadır.Şizofreni Tanısı Nasıl Konulur?Şizofreni hastalığında temel teşhis muayene ile konulur. Belirtilerin varlığı ve bu belirtilerin 6 aydan uzun sürmesi teşhis için önemli işaretler olmaktadır. Belirtiler sadece şizofreniye özgü olmadığı için öncelikle epilepsi, bulaşıcı hastalıklar gibi genel tıbbi duruma bağlı olarak gözlenen hastalıklar olan diğer organik patolojilerden ve psikotik depresyon, bipolar bozukluk ve diğer psikotik belirtili psikiyatrik rahatsızlıklardan da muayene ile ayırıcı tanısının yapılması gerekmektedir.  Tanıda kullanılan özgün bir görüntüleme ve laboratuvar yöntemi olmamasına karşın ayırıcı tanı için kan tahlili, beyin görüntüleme ve EEG gibi tanı yöntemleri de kullanılabilir. Kesin tanı koyduran bir psikometrik test bulunmamakla beraber hastalara ayırıcı tanı sürecinde birçok psikolojik test yapılabilmektedir.Şizofreni Tedavisi Nasıl Uygulanır?Şizofreni hastalığının tedavisinde ilaç tedavisi esastır. Verilen ilaç tedavisinin uzun süreli olarak kullanılması gerekmektedir. İlaç tedavisinde anti psikotik adı verilen ilaçlar kullanılmaktadır. İlaç uyumu kötü olan, tanısında şüpheler bulunan ya da kendine ve çevresine zarar verme ihtimali olan hastalar hastaneye yatırılarak tedavi edilmektedir. Tedavi uyumu olmayan hastalarda ağızdan verilen tedavilerden ziyade, uzun etkili diye adlandırılan kas içi enjeksiyon yöntemiyle uygulanan ilaç tedavileri tercih edilmektedir. Yan etkilere göre bazen farklı ilaçların ya da dirençli hastalarda farklı gruplardan ilaçların kullanımı da gündeme gelebilmektedir. Hastanın tedaviyi kabul etmediği veya ayırt etme gücü olmadığı özel durumlarda ise vasilerinin yönlendirmesi ya da bazen de mahkeme kararlarıyla bu hastaların tedavileri gerçekleştirilebilmektedir.İlaç tedavisinin yanı sıra psikotorepi, aile terapisi, diğer toplum ruh sağlığı merkezlerinde uygulanan yöntemlerde tedaviye uyumu artırmak,  işlevsellikteki kayıpları düzeltmek ve rehabilite etmek amacı ile gerçekleştirilebilmektedir. Bununla birlikte bazı tedaviye dirençli hastalarda, aciliyeti olan hastalarda ve katatonik hastalarda EKT (Şok tedavisi) uygulanabilmektedir.Şizofreni Hakkında Sık Sorulan Sorular Şizofreni nedir?Şizofreni, kişilerin gerçekle bağı koptuğu, var olmayan kişileri görüp gerçek dışı seslerin işitildiği, başkalarının kendisine zarar vereceği düşüncesiyle yoğun bir paranoyaya sahip olunduğu bir hastalıktır.Şizofren ne demek?Şizofreni, kişinin gerçek ile olan bağının kopmasına yol açan ciddi bir akıl hastalığıdır. Şizofren olan kişi gerçek ile gerçek dışı unsurlar arasında ayrım yapamaz hale gelir. Bu durum kişinin düşünme, hareket etme, duygularını ifade etme, gerçekliği algılama ve başkalarıyla ilişki kurma şeklini olumsuz etkiler.Şizofreni bir akıl hastalığı mıdır?Şizofreni hastalığında, hastanın gerçeği değerlendirme, çevrede olan biteni algılama ve davranışları yönlendirme yeteneği,  ayırt etme ve karar verme becerileri bozulur. Dolayısıyla şizofreni bir akıl hastalığı olarak değerlendirilebilir.Şizofreni önlenebilir bir hastalık mıdır?Şizofreninin önlenebilir olup olmadığı tartışmalı bir konudur. Bu konu ile ilgili olarak belli risk gruplarında hastalık öncesi belirtilerle erken ilaç başlanması ve bazı psikoterapi yöntemlerinin kullanılması gibi önleyici çalışmalardan bahsedilmektedir.Şizofrenlik genetik midir?Şizofreninin genetik geçişi belirgindir. Yapılan çalışmalarda bazı genlerle şizofreni arasında bağlantılar kurulmuştur. Bunun yanı sıra ikiz çocuk çalışmaları ile aile çalışmalarında şizofreninin genetik olarak yakın kişilerde daha sık gözlendiği kanıtlanmıştır. Ama şizofreninin nedeni tamamen genetik faktörlere bağlanamaz.Şizofreni testi var mıdır?Şizofreni muayene ile tanısı konulan bir hastalıktır. Direkt şizofreni tanısı için yapılan tanı koydurucu bir laboratuvar testi ya da psikolojik test bulunmamaktadır. Bununla beraber tanı sürecinde birçok psikolojik test, biyokimya tahlilleri ya da görüntüleme çalışmaları yapılabilmektedir.Halüsinasyon nedir?Türkçe adıyla varsanı olarak bilinen halüsinasyon, dışarda bir uyaran yokken kişinin belli bir duyumu algılaması durumudur. Şizofreni de sıklıkla işitsel halüsinasyon gözlenir. Kişinin sesinin yankılanması, düşüncelerini kulağı ile duyma, kendisi hakkında konuşan bir ya da daha çok ses duyma, kendisine kötü sözler söyleyen sesler duyma şeklinde olabilir. Bu sesler “Elementer halüsinasyonlar” da denilen boru sesi, korna sesi gibi anlamsız sesler de olabilir. Şizofreni hastalarında diğer halüsinasyon tipleri daha nadir görülür. Ancak vücuda dokunulduğu ya da bir şeylerin üzerinde dolaştığını hissetme, görüntüler, insanlar, şekiller görme ya da koku duyma şeklinde de halüsinasyonlar görülebilir.Şizofreni hastaları ve yakınları için ne gibi yaşam değişiklikleri yapılmalıdır?-Şizofrenide tedavinin, ilaç ve diğer yöntemler ile sürdürülmesi esastır. Hastalık ilk atağından sonra düzelse bile tedavilerin ve ilaçların tekrar bir alevlenmeyi engellemek için düzenli kullanılması gerekmektedir. Hastanın ilaç alıp almadığı takip edilmelidir. Ayrıca hangi belirtilerin olduğu, ne ilaç kullandığı, hangisinden fayda gördüğü gibi kayıtları ailenin de tutmasında fayda bulunmaktadır.- Ailelerin tedavi ihtiyacının farkında olması önemlidir. Hastalar yardıma ve tedaviye ihtiyaçları olmadığını düşünebilir ya da tedaviye direnebilir. Hastanın tedavi ihtiyacının ortaya çıktığını farketmek ve tedaviye yönlendirmek bu açıdan önemlidir. Aileler hastanın kendine ve çevreye zarar verme ihtimalinin arttığı acil durumlarda ne yapabilecekleri ile ilgili (örn: Acile götürme, adli birimler ile iletişime geçme, zorunlu yatış olasılıkları) bilgi sahibi olmalıdır.-Ev içindeki stresin yoğun olması hastalığın alevlenme riskini artırabilmektedir. Dolayısıyla ev içindeki stresin azaltılması hastalığın gidişatı için önem taşır. -Şizofreni hastası olan özellikle yeti yitimi ile giden kişiden çalışmak, evdeki işlere katılmak gibi beklentilerin düşürülmesi gerekebilir. Hatta bir kısım hasta günlük işlerinin yönlendirilmesi için sürekli desteğe ve vasiye ihtiyaç duyabilir. Bazı hastaların da öz bakım dahil sürekli yardıma gereksinimi olabilir.-Genel stresin kişiye özel alevlendirici faktörlerinin ortadan kaldırılması fayda sağlar- Evde çatışma ortamının azaltılması, tekrarlamaları azaltabilmektedir- İşlevselliğinde bozulma olan hastaların TRSM gibi hizmet veren kurumlardaki programlara katılarak, sosyalleşmesi sağlanabilir.Şizofreni hastalarına bakım için yardımcıya ihtiyaç duyulur mu? Tedaviye iyi cevap veren hastalar normal işlevselliklerini yaşamlarını ilaç tedavilerini aksatmamak şartı ile sürdürebilmektedir. Bununla beraber duruma göre şizofreni, belirgin yeti yitimiyle devam edebilen bir hastalıktır. Hastaların günlük yaşamlarını idame ettirebilmek için sürekli bir desteğe, önemli kararlarını vermek için bir vasiye ihtiyaçları olabilir.  Zaman zaman bakıcı ya da yanında sürekli birisinin kalması da gerekebilir. Bunun yanı sıra sosyal desteği az olan hastalar, bakım evlerinde kalabilmektedir.Şizofren hastalığı kimlerde görülür?Şizofren hastalığı toplumun % 1’inde görülür. Erkeklerde kadınlara oranla biraz daha fazla izlenir. Şehirleşmiş yerlerde, taşraya göre daha sık gözlenir. Bununla birlikte sonbahar aylarında yaşanan enfeksiyon hastalıklarına bağlı olarak gebe kalanların çocuklarında, ailesinde şizofreni hastası olanlarda, başka beyin bozuklukları olanlarda daha sık şizofreniye rastlanır. Şizofreni tanısı her yaşta konulmak ile beraber ergenlik ile genç erişkinlikte daha sık konulur. Ayrıca kadınlarda 30’lu yaşların ortalarında da yeni tanı konulma sıklığı artar.Şizofreni hastaları tehlikeli midir?Şizofreni hastalarının şiddet ve suç oranları toplum genelinden çok da farklı olmamaktadır.Şizofreni tedavisi ne kadar sürer?Şizofreni hastalarında tedavi yanıtı genellikle haftalar içinde ortaya çıkarken, atakların tekrarlamaması için ömür boyu, uzun süreli idame tedavileri gerekebilmektedir. Tedavi gören hastaların 3’te 1’i normal bir yaşam sürerken, 3’te 1’i fayda görmelerine rağmen yeti yitimleri yaşamaktadır. Hastaların geri kalan 3’te 1’i ise tedaviye yeterli yanıtı vermemektedir.Şizofreni hastalığı için hangi bölüme başvurmak gerekir?Şizofreni hastalığının tanı ve tedavisi için psikiyatri kliniğine başvurulmalıdır.Şizofreni hastası yakınları nasıl davranmalıdır?Hasta yakınları hastalığın alevlendiği dönemde tedaviye yönlendirici ama hasta ile çatışmayan bir üslup geliştirmeli ve hastanın sanrıları hakkında onların görüşlerini değiştirmek için tartışmamalıdırlar. Öfkeli hastaların dikkati gerektiğinde başka yönlere çekilmeli ve kendi tedavisini sürdürmeyen hastaların ilaç temini ile ilaç kullanımları konusunda yardımcı olunmalıdır. Bununla birlikte hasta yakınları TRSM ile iletişime geçip, aile destek gruplarına katılabilirler.Şizofreni hastalığının tekrarlanmaması için neler yapılabilir?İlaç tedavisinin düzenli olarak uygulanması gerekir.Şizofreni tedavisinde kullanılan ilaçların etkisi ne kadar sürede ortaya çıkar?İlaç tedavisinin etkisi, tedaviye başladıktan sonra haftalar içerisinde ortaya çıkar. İlk iki haftada taşkınlıkta rahatlama, 3-6 haftada çevre ile olan ilişkilerde düzelme, sonrasında da sanrılarda azalma kaydedilir.
12,398
634
Hastalıklar
Şizotipal Kişilik Bozukluğu
Şizotipal kişilik bozukluğu, psikososyal ve kişilerarası alanı etkileyen ciddi davranış bozukluklarına yol açar. Şizotipal kişilik bozukluğu olan kişiler, kendilerini farklı hissettikleri ve bir yere ait olmadıklarını düşündükleri için diğer insanlarla etkileşim kurmaktan kaçınırlar. Şizotipal kişilik bozukluğu, şizoid kişilik bozukluğu ile karıştırılmamalıdır. Uzman Klinik Psikolog Gizem Mine Çölümlü Hengirmen, şizotipal kişilik bozukluk ve şizoid kişilik bozukluk hakkında bilgi verdi.Şizotipal kişilik bozukluğu, psikososyal ve kişilerarası alanı etkileyen ciddi davranış bozukluklarına yol açar. Şizotipal kişilik bozukluğu olan kişiler, kendilerini farklı hissettikleri ve bir yere ait olmadıklarını düşündükleri için diğer insanlarla etkileşim kurmaktan kaçınırlar. Şizotipal kişilik bozukluğu, şizoid kişilik bozukluğu ile karıştırılmamalıdır. Uzman Klinik Psikolog Gizem Mine Çölümlü Hengirmen, şizotipal kişilik bozukluk ve şizoid kişilik bozukluk hakkında bilgi verdi. Şizotipal kişilik bozukluğu nedir? Erişkinlikte başlayan ve değişik bağlamlarda ortaya çıkan, yakın ilişkilerde birden bir rahatsızlık duyma ve yakın ilişkiye girme yeterliliğinin düşük olması ile kendini gösteren toplumsal ve kişilerarası eksikliklerin yanı sıra bilişsel ve algısal çarpıtmalar ve sıra dışı davranışlar gösteren bir tablodur. Alınma düşünceleri Alt kültürel değerlerle uyumlu olmayan davranışları etkilenen, alışılagelmişin çok dışında inançlar ya da büyüsel düşünme (örn: boş inançlar, geleceği görebilme gücü olduğuna inanma; gençlerde ve çocuklarda olabilirliği olmayan düşlemler ve düşünsel uğraşlar ) Olağandışı algısal yaşantılar, bunun içinde bedensel yanılsamalar da vardır. Yadırganacak denli olağana aykırı düşünme ya da konuşma Kuşkuculuk ya da kuşkucu düşünceler Uygunsuz ya da kısıtlı duygulanım Yadırganacak denli olağana aykırı, alışılagelmişin dışında ya da sıradışı davranış ya da görünüm Birinci derecede akrabaların dışında yakın arkadaşlarının ya da sırdaşının olmaması Yakınlaşmayla azalmayan aşırı bir toplumsal kaygıya, kendisiyle ilgili olumsuz değerlendirmelerden çok kuşkucu korkular eşlik ederŞizotipal kişilik bozukluğu neden olur?Şizotipal kişilik bozukluğuna biyolojik, psikolojik ve çevresel faktörlerin etkileşimi neden olabilmektedir. Erken çocukluk döneminde yaşanan travma veya ihmal, annenin duyarsız veya uygunsuz davranışı riski artırabilmektedir.Şizotipal kişilik bozukluğun tedavisi nasıldır?Şizotipal kişilik bozukluğunda psikoterapi desteği çok önemlidir. Burada amaç; hastaların yavaş yavaş dış dünya ile yeniden temas kurması ve kişilerarası iletişimi geliştirebilmesine olanak sağlanması önceliklidir. Terapi ayrıca, kendi düşünceleri ile gerçek dünya arasında ayrım yapmalarına ve fikirlerini sorgulamalarına yardımcı olmayı amaçlamaktadır. Stres ve gerginlik, kişinin ilişkilerde gerçekte var olmayan sorunlara odaklanmalarına neden olabilir. Bu nedenle psikoterapi sırasında bu tür stres faktörlerini tanımak ve anlamlandırmak önemlidir. Psikoterapinin diğer amacı; hastanın duygularının daha fazla farkına varmasını sağlamak, bireysel farkındalıklarını geliştirmek ve duyusal aşırı yükün önlendiği koşullar yaratmaktır. Gerekli görülen durumlarda psikiyatri yönlendirmesi ile ilaç desteği de sürece dahil edilebilmektedir.Şizoid kişilik bozukluğu nedir?Şizoid kişilik bozukluğu erken erişkinlikte başlayan ve değişik bağlamlarda ortaya çıkan, toplumsal ilişkilerden kopma ve kişilerarası ortamda duygularını kısıtlı gösterme durumudur. Buna eşlik eden; Ailenin bir üyesi olmak da içinde olmak üzere, ne yakın ilişkilere girmek ister, ne de yakın ilişkilerden hoşlanır Neredeyse her zaman tek başına etkinlikte bulunmayı yeğler Alsa bile, çok az etkinlikten zevk alır Birinci derece akrabaları dışında yakın arkadaşları ya da sırdaşları yoktur. Başkalarının övgülerine ya da yergilerine aldırmaz Duygusal olarak soğuktur, kopuktur ya da tekdüze duygulanımı vardır.Şizoid kişilik bozukluğunun olası nedenleri nelerdir?Kişilik bozukluklarında olduğu gibi, biyolojik, psikolojik ve çevresel faktörlerin bir kombinasyonunun neden olduğu varsayılmaktadır. Ebeveynlerin duygusal ihmali, istismarı veya çocuklukta dönemi koşulları bozukluğun gelişmesini tetikleyebilmektedir.Şizoid kişilik bozukluğu özellikleri nelerdir?Şizoid kişilik bozukluğu olan kişilerde yakınlık arzusu yoktur, bunun yerine yakın ilişkilere kayıtsızlık hakimdir. Şizoid kişilik bozukluğu, temel olarak yakın sosyal temasları neredeyse imkansız hale getirir. Bu bireyler yalnız vakit geçirmeyi tercih ederler ve genellikle sosyal olarak izole ve yalnızdırlar. Dolayısıyla bu kişilerin yakın arkadaşları yoktur. Bu kişilik bozukluğu, çoğu zaman hastaların duygusal olarak soğuk görünmesine neden olur. Daha çok insanlarla etkileşim içermeyen etkinlikleri tercih ederler.Şizoid kişilik bozukluğunun tedavisi nasıldır?Psikoterapi hastaların davranışlarını küçük adımlarla değiştirmelerine yardımcı olabilir, böylece başkalarıyla tekrar bağlantı kurmaya başlayabilir ve yavaş yavaş onları tatmin edici bulabilirler. Terapide genellikle oldukça basit tedavi hedefleri seçilir - odak genellikle mevcut sorunları ve stres faktörlerini değiştirmeye odaklıdır. Psikoterapinin yanında ilaçlar desteği de kişinin işlevselliğine bağlı tercih edilebilir.Şizoaffektif bozukluk belirtileri nelerdir?Şizoaffektif bozukluk depresyon, şizofreni ve mani semptomlarını aynı anda veya dönüşümlü olarak görülmesi halidir. Bu, şizoaffektif bozuklukları şizofreni ile duygusal psikozlar arasında bir yere yerleştirir ve semptomları öncelikle bu iki alanın örtüşen alanından kaynaklanır. Şizoaffektif bozukluğun erken evredeki en yaygın semptomları; yorgun, kayıtsız, karamsar ve hafif agresif temel ruh halini içerebilir. Neşeli, teslimiyetçi ve depresif ruh hali değişimleri de yaygındır. Ek olarak, kaygılı-fobik hastalık belirtileri ortaya çıkabilir. Ayrıca sıklıkla hafıza ve konsantrasyon bozuklukları ya da artan unutkanlık, performansta düşüş ve huzursuzluk ve sinirsel gerginlikler görülebilir. Şizotipal kişilik bozukluğu nedir? Erişkinlikte başlayan ve değişik bağlamlarda ortaya çıkan, yakın ilişkilerde birden bir rahatsızlık duyma ve yakın ilişkiye girme yeterliliğinin düşük olması ile kendini gösteren toplumsal ve kişilerarası eksikliklerin yanı sıra bilişsel ve algısal çarpıtmalar ve sıra dışı davranışlar gösteren bir tablodur.Şizotipal kişilik bozukluğu neden olur?Şizotipal kişilik bozukluğuna biyolojik, psikolojik ve çevresel faktörlerin etkileşimi neden olabilmektedir. Erken çocukluk döneminde yaşanan travma veya ihmal, annenin duyarsız veya uygunsuz davranışı riski artırabilmektedir.Şizotipal kişilik bozukluğun tedavisi nasıldır?Şizotipal kişilik bozukluğunda psikoterapi desteği çok önemlidir. Burada amaç; hastaların yavaş yavaş dış dünya ile yeniden temas kurması ve kişilerarası iletişimi geliştirebilmesine olanak sağlanması önceliklidir. Terapi ayrıca, kendi düşünceleri ile gerçek dünya arasında ayrım yapmalarına ve fikirlerini sorgulamalarına yardımcı olmayı amaçlamaktadır. Stres ve gerginlik, kişinin ilişkilerde gerçekte var olmayan sorunlara odaklanmalarına neden olabilir. Bu nedenle psikoterapi sırasında bu tür stres faktörlerini tanımak ve anlamlandırmak önemlidir. Psikoterapinin diğer amacı; hastanın duygularının daha fazla farkına varmasını sağlamak, bireysel farkındalıklarını geliştirmek ve duyusal aşırı yükün önlendiği koşullar yaratmaktır. Gerekli görülen durumlarda psikiyatri yönlendirmesi ile ilaç desteği de sürece dahil edilebilmektedir.Şizoid kişilik bozukluğu nedir?Şizoid kişilik bozukluğu erken erişkinlikte başlayan ve değişik bağlamlarda ortaya çıkan, toplumsal ilişkilerden kopma ve kişilerarası ortamda duygularını kısıtlı gösterme durumudur. Buna eşlik eden;Şizoid kişilik bozukluğunun olası nedenleri nelerdir?Kişilik bozukluklarında olduğu gibi, biyolojik, psikolojik ve çevresel faktörlerin bir kombinasyonunun neden olduğu varsayılmaktadır. Ebeveynlerin duygusal ihmali, istismarı veya çocuklukta dönemi koşulları bozukluğun gelişmesini tetikleyebilmektedir.Şizoid kişilik bozukluğu özellikleri nelerdir?Şizoid kişilik bozukluğu olan kişilerde yakınlık arzusu yoktur, bunun yerine yakın ilişkilere kayıtsızlık hakimdir. Şizoid kişilik bozukluğu, temel olarak yakın sosyal temasları neredeyse imkansız hale getirir. Bu bireyler yalnız vakit geçirmeyi tercih ederler ve genellikle sosyal olarak izole ve yalnızdırlar. Dolayısıyla bu kişilerin yakın arkadaşları yoktur. Bu kişilik bozukluğu, çoğu zaman hastaların duygusal olarak soğuk görünmesine neden olur. Daha çok insanlarla etkileşim içermeyen etkinlikleri tercih ederler.Şizoid kişilik bozukluğunun tedavisi nasıldır?Psikoterapi hastaların davranışlarını küçük adımlarla değiştirmelerine yardımcı olabilir, böylece başkalarıyla tekrar bağlantı kurmaya başlayabilir ve yavaş yavaş onları tatmin edici bulabilirler. Terapide genellikle oldukça basit tedavi hedefleri seçilir - odak genellikle mevcut sorunları ve stres faktörlerini değiştirmeye odaklıdır. Psikoterapinin yanında ilaçlar desteği de kişinin işlevselliğine bağlı tercih edilebilir.Şizoaffektif bozukluk belirtileri nelerdir?
3,673
635
Hastalıklar
Taşikardi
Taşikardi, kalp atış hızının dakikada 100'ün üzerinde olmasının tibbi karşılığıdır. Koroner arter hastalığı, kalp yetmezliği ve kalp kapakçık hastalığı gibi kalp problemleri taşikardiye neden olurken bazen de ilaç kullanımı, stres, korku, egzersiz, kansızlık, alkol ve sigara kullanımı da taşikardiye yol açabilir.  Bazı durumlarda taşikardi yaşanması normal kabul edilirken altta yatan hastalıklar tedavi edilmezse taşikardi vakalarının ölümle sonuçlanabileceği de unutulmamalıdır.Taşikardi, kalp atış hızının dakikada 100'ün üzerinde olmasının tibbi karşılığıdır. Koroner arter hastalığı, kalp yetmezliği ve kalp kapakçık hastalığı gibi kalp problemleri taşikardiye neden olurken bazen de ilaç kullanımı, stres, korku, egzersiz, kansızlık, alkol ve sigara kullanımı da taşikardiye yol açabilir.  Bazı durumlarda taşikardi yaşanması normal kabul edilirken altta yatan hastalıklar tedavi edilmezse taşikardi vakalarının ölümle sonuçlanabileceği de unutulmamalıdır. Taşikardi Nedir?Taşikardi, ister egzersiz sonrası fizyolojik tepki olarak isterse patolojik olsun, kalp atım hızının dakikada 100 atımdan daha yüksek olmasıdır. Kalbin çok sık attığı zamanlarda kalp kanla dolması için gereken süreye sahip değildir. Eğer kalp tüm hücrelere ihtiyaç duydukları kan ve oksijeni sağlayamıyorsa bu durum tehlikeli bir tablo ortaya çıkarabilir. Bazen birkaç saniye bazen de saatlerce sürebilen taşikardi, kalbin üst veya alt odalarında başlayabilir ve bazen hafif etki yaratabilirken kimi zaman da hayati bir tehlike oluşturabilir.Genellikle kalp dışı nedenler olan stres, korku, panik ve heyecan duyulan durumlarda yaşanan taşikardi, bazen de kalp hastalıklarına bağlı gelişir. Bu hastalıkların başında kalp yetmezliği, kalp kapakçık hastalığı ve koroner arter hastalığı gelir. Taşikardinin ölümcül sonuçlara yol açmaması için teşhis edilip tedavi edilmesi gerekir.Taşikardi Türleri Nelerdir?Taşikardi kendi içinde birtakım türlere ayrılır ve bunlar şöyle açıklanabilir:Atriyal fibrilasyon: Atriyal fibrilasyon, kalbin üst odacıklarındaki (atriyum) kaotik, düzensiz elektriksel uyarıların neden olduğu hızlı bir kalp atış hızıdır. Bu sinyaller, kulakçıkların hızlı, koordine olmayan, zayıf kasılmalarına neden olur. Atriyal fibrilasyon geçici olabilir, ancak bazı epizodlar tedavi edilmedikçe sona ermez. Atriyal fibrilasyon en sık görülen taşikardi türüdür.Atriyal çarpıntı: Atriyal çarpıntıda, kalbin kulakçıkları çok hızlı ama düzenli bir hızda atar. Hız, kulakçıkların zayıf kasılmalarına neden olur. Atriyal çarpıntı, atriyum içindeki düzensiz devrelerden kaynaklanır. Atriyal çarpıntı atakları kendiliğinden geçebilir veya tedavi gerektirebilir. Atriyal çarpıntısı olan kişilerde başka zamanlarda da sıklıkla atriyal fibrilasyon olur.Supraventriküler taşikardi (SVT): Supraventriküler taşikardi, kalbin alt odacıklarının (ventriküller) üzerinde bir yerde başlayan anormal derecede hızlı bir kalp atışıdır. Genellikle doğumda bulunan ve örtüşen sinyaller döngüsü oluşturan kalpteki anormal devrelerden kaynaklanır.Ventriküler taşikardi: Ventriküler taşikardi, kalbin alt odacıklarında (ventriküller) anormal elektrik sinyalleriyle başlayan hızlı bir kalp atış hızıdır. Hızlı kalp atış hızı, ventriküllerin vücuda yeterli kan pompalamak için verimli bir şekilde dolmasına ve büzülmesine izin vermez. Ventriküler taşikardi atakları kısa olabilir ve zarar vermeden sadece birkaç saniye sürebilir. Ancak birkaç saniyeden uzun süren ataklar yaşamı tehdit eden tıbbi bir acil durum haline gelebilir.Ventriküler fibrilasyon:  Ventriküler fibrilasyon, hızlı, kaotik elektriksel uyarılar, vücuda gerekli kanı pompalamak yerine alt kalp odacıklarının (ventriküller) titremesine neden olduğunda meydana gelir. Kalbe elektrik çarpması (defibrilasyon) ile kalp dakikalar içinde normal ritmine döndürülmezse bu ölümcül olabilir. Kalp krizi sırasında veya sonrasında ventriküler fibrilasyon meydana gelebilir. Ventriküler fibrilasyonu olan çoğu insanda altta yatan bir kalp hastalığı vardır veya yıldırım çarpması gibi ciddi bir travma geçirmiştir.Taşikardi Neden Olur?Kalbin anormal hızlı atması olan taşikardi genellikle stres, kaygı, korku, panik, heyecan ve bazı ilaçların yan etkisi olarak meydana gelir. Kalp dışı bu nedenlerin yanı sıra kalp yetmezliği, kalp krizi, koroner arter hastalığı, anemi ve aşırı aktif tiroid de taşikardiyi tetikleyen faktörler arasındadır.Taşikardi genel olarak şu nedenlere bağlı şekilde ortaya çıkar: Stres ve kaygı Aşırı egzersiz Genetik faktör Bazı ilaçların yan etkisi Kalp yetmezliği Kalp krizi Koroner arter hastalığı Kalp kapakçık hastalığı Kardiyomiyopati Yüksek tansiyon Aşırı aktif tiroid Anemi Obezite Sigara, alkol, kafein veya uyuşturucu kullanımıYukarıda yer alan kalp dışı nedenler genellikle bir sorun teşkil etmezken hastalığa bağlı ortaya çıkan taşikardi vakaları erken teşhis edilip tedavi edilmediğinde kişiyi ölüme götürebilir.Taşikardi Belirtileri Nelerdir?Taşikardinin en belirgin semptomu kalp atış hızının artmasıdır. Bu artış kalbin dakikada 100 atımın üstüne çıkması demektir. Diğer taşikardi belirtileri ise göğüs ağrısı, baş dönmesi, nefes darlığı, bayılma hissi ve kişinin ani bir şekilde güçten düşmesidir.Taşikardi yaşayan kişilerde şu belirtiler görülür: Kalp atışında hızlanma ve çarpıntı Mide bulantısı Göğüs ağrısı Baş dönmesi Nefes darlığı Bayılma hissi Ani bir şekilde güçten düşmek Tansiyon düşüklüğüKalbin anormal bir hızda atmasıKalbin anormal bir hızda atması, dakikada 100’ün üzerine ulaşmasıdır. Bu, taşikardinin en belirgin semptomu olarak kabul görür.Göğüs ağrısı Taşikardi sırasında kişi aynı zamanda göğüs ağrısı da yaşayabilir. Bu da taşikardide görülen yaygın belirtilerdendir.Baş dönmesi Göğüs ağrısının dışında taşikardi belirtilerinden biri de baş dönmesidir. Kişi kalp atış hızının artmasına bağlı olarak baş dönmesi yaşayabilir. Bu durum geçici olabileceği gibi uzun da sürebilir.Nefes darlığı Kalbin çok hızlı attığı durumlarda kişi nefes darlığı da hissedebilir. Hem kalp hızının hem de nefes darlığının kontrol altına alınması gerekir.Bayılma hissi Kişi hem bayılacakmış hissine kapılabilir hem de taşikardinin uzun sürmesi durumunda bayılabilir. Bu gibi durumlarda acil müdahale şarttır.Ani bir şekilde güçten düşmek Taşikardi yaşandığı sırada vücuda güçsüzlük hissi gelir ve kişi zayıflık hisseder.Taşikardi Nasıl Teşhis Edilir? Kardiyoloji hekimi öncelikle hastanın hikayesini alır. Şikayetlerini dinler ve bu şikayetler üzerine sorular sorar. Sonrasında başta EKG olmak üzere kalp ve kan testleri yapılır. EKG, kalbin elektriksel atımlarıyla ilgili bir kayıt oluşturur. Kişinin koluna, göğsünün üzerine, bacaklarına elektrotlar yerleştirilir. Bu elektrotlarda acı hissedilmez. Bu şekilde alınan kayıt bir kağıda dökümlenir. Kardiyoloji hekimi burada kalp hızının şeklini, boyutlarını, zamanlamaları, atışların düzenli olup olmadığını görebilir.Bunun yanında hastaya kalp ultrasonu uygulanır. Burada da hekim farklı şekillerde uzanmanızı isteyerek ultrason probuyla kalp, göğüs çevrenizi görüntüler. Kalp kapakçıklarının, kalp yapısının durumuna bakar.Taşikardi için uygulanan bir diğer test ritim holter testidir. Hastanın göğsüne eşitli elektrotlar yapıştırılır ve bu elektrotların kabloları bir cihaza bağlanır. Hastanın beline bu cihaz tarafından hastanın kalp ritimleri 24 ile 48 saat boyunca kaydedilir. Bu kayıtlar bilgisayarda toplanır.Holter testinde gündelik aktivitelerinizi yapmanız gerekir. Taşikardi ve nedeninin araştırılması için hastalara efor testi de uygulanır. Bu test egzersiz sırasında kalbin nasıl çalıştığı konusunda kardiyoloji hekimine bilgi verir.Ayrıca taşikardi ve sebepleri için tilt testi yani eğik masa testi de uygulanabilmektedir. Bu testle kalp atım hızının ve kan basıncının ayakta ya da yatar durumdayken nasıl değiştiğini göstermektedir. Bu testte öncelikle ihtiyaç duyulursa ilaç verilmesi için koldan damar yolu açılır. Hasta EKG cihazına bağlanır. Bu sırada tansiyon takibi yapılması için hastaya tansiyon aletinin manşonu da bağlanır. Test eğimi ayarlanan bir masayla yapılır.Elektrofizyolojik çalışma da taşikardiye neden olan ritim bozukluğunun bulunması için uygulanan bir diğer tanı yöntemidir. Bu işlem de lokal anesteziyle yapılır. Kasıktan kalbe yerleştirilen kateter ile kalbin elektriksel faaliyetleri incelenirken, ritim bozukluğunun sebebi rahatlıkla saptanabilmektedir.Ayrıca taşikardi tanısı için Kardiyak MR çekilebilir. Bu sayede kanın kalpten nasıl aktığını gösteren hareketsiz veya hareketli resimler sağlayabilir ve düzensizlikleri tespit edebilir.Bilgisayarlı tomografi (BT) de bir çeşit tarama yöntemidir. BT taramaları, kalbin daha ayrıntılı bir kesit görüntüsünü sağlayabilir. Ayrıca akciğer grafisi de istenebilir. Bu test, kalbinizin ve akciğerlerinizin hareketsiz fotoğraflarını çekmek için kullanılır ve kalbinizin büyümüş olup olmadığını tespit edebilir.Doktorunuz taşikardiye katkıda bulunan altta yatan bir durumu teşhis etmek ve kalbinizin durumunu değerlendirmek için gerektiğinde ek testler isteyebilir. Kan tahlilleri de bunun içindedir. Bazen anemi veya farklı vitaminlerin eksiklikleri de taşikardi nedeni olabilir.Taşikardi Tedavisi Nasıl Yapılır?Taşikardi tedavisindeki amaç kalp hızı yükseldiğinde onu yavaşlatmak, gelecekte buna bağlı sorunları engellemek, sorunlarla birlikte meydana gelebilecek komplikasyonları azaltmak, taşikardiye katkıda bulunabilecek altta yatan bir hastalığı tedavi etmektir.Hızlı kalp atışı basit fiziksel hareketlerle yavaşlatılabilir. Bunun yanında ilaç tedavisi de gerekebilir. Kardiyoloji hekimi hızlı bir kalp atışı sırasında vagal manevra yapmanızı isteyebilir. Manevralar arasında öksürme, ıkınma, yüze buz torbası koyma gibi hareketler istenebilir. Bu manevralar kalp atışını kontrol etmeye yarayan vagus sinirini etkiler.Kalp atışı yavaşlamazsa anti-aritmik ilaçlar kullanılabilir. Tedaviler taşikardinin nedenine göre değişmektedir. Amaç taşikardi nedenini bulup, bu durumu da tedavi etmektir. Bazı durumlarda lokal anesteziyle uygulanan yöntemler veya cerrahi yöntemler uygulanabilir. Yani tedaviler taşikardinin altında yatan sebepten ve taşikardinin türüne göre değişmektedir.Taşikardi Nasıl Önlenir? Taşikardiyi önlemenin en etkili yolu, sağlıklı bir kalbi korumak ve kalp hastalığı geliştirme riskinizi azaltmaktır. Eğer kalp hastalığınız varsa, onu izleyin ve taşikardiyi önlemeye yardımcı olmak için tedavi planınızı takip edin.Taşikardiyi önlemek için şu önerileri uygulamak gerekir:Egzersiz yapın ve sağlıklı beslenin: Düzenli egzersiz yaparak ve meyve, sebze ve kepekli tahıllar açısından zengin, sağlıklı, az yağlı bir diyet yiyerek kalp-sağlıklı bir yaşam tarzı sürün.Sağlıklı kiloyu koruyun: Fazla kilolu olmak kalp hastalığı geliştirme riskinizi artırır.Tansiyon ve kolesterol seviyelerini kontrol altında tutun: Yüksek tansiyon (hipertansiyon) veya yüksek kolesterolü düzeltmek için yaşam tarzı değişiklikleri yapın ve ilaçları reçete edildiği şekilde alın.Sigarayı bırakın: Sigara içiyorsanız ve kendi başınıza bırakamıyorsanız, sigara alışkanlığını bırakmanıza yardımcı olacak stratejiler veya programlar hakkında doktorunuzla konuşun.Alkol almayın: Alkolden tamamen kaçınmanız önerilir. Durumunuza özel tavsiye için doktorunuza danışın.Uyuşturucudan uzak durun: Keyif verici uyuşturucu kullanımına son vermek için yardıma ihtiyacınız varsa, sizin için uygun bir program hakkında doktorunuzla konuşun.Reçetesiz satılan ilaçları dikkatli kullanın: Bazı soğuk algınlığı ve öksürük ilaçları, hızlı bir kalp atışını tetikleyebilecek uyarıcılar içerir. Hangi ilaçlardan kaçınmanız gerektiğini doktorunuza sorun.Kafeini sınırlayın: Kafeinli içecekler içiyorsanız, bunu ölçülü olarak yapın (günde bir ila iki içecekten fazla değil).Stresi kontrol edin: Gereksiz stresten kaçının ve normal stresle sağlıklı bir şekilde başa çıkmak için başa çıkma tekniklerini öğrenin.Planlanmış kontrollere gidin: Düzenli fiziki muayene yaptırın ve herhangi bir belirti veya semptomu doktorunuza bildirin.Taşikardi Hakkında Sık Sorulan Sorular Ventriküler taşikardi nedir? Kalpteki alt odacıklardaki anormal elektrik sinyalleriyle başlayan hızlı bir kalp atışına verilen isimdir. Ventiküler taşikardide kişiye göre ritim düzenleyici ilaç veya ablasyon tedavisi uygulanır. Bazı durumlarda da pille birlikte çoklu tedavi önerilir. Nabızsız ventiküler taşikardi ve nabızlı ventiküler taşikardi olarak türleri vardır. ventriküler taşikardi EKG ile de görülebilir. EKG ile birlikte diğer tanı yöntemleri de uygulanmalıdır.Supraventriküler taşikardi nedir? Kalbin iki kulakçığından kaynaklanan taşikardilere verilen isimdir.Paroksismal taşikardi nedir? Supraventriküler taşikardinin eş anlamlısıdır. Paroksismal atriyal taşikardi de denilir.Sinüs taşikardisi nedir? Kalp atış hızı bazen efor, egzersiz, stres, travma ya da bir hastalığa bağlı olarak artabilir. Bu normal bir durumdur. Bu duruma sinüs taşikardisi denilmektedir. Bir diğer adı sinüzel taşikardi olmaktadır.Taşikardi öldürür mü? Taşikardi, ciddi hastalıkların neden olma ihtimali düşünüldüğünde tedavi edilmediği takdirde ölümcül sonuçlar doğurabilir.Multifokal atriyal taşikardi nedir? Genelde akciğerde KOAH veya konjestif kalp yetmezliği olan kişilerde görülmektedir. Kaotik atriyal taşikardi olarak da bilinmektedir. Solunum yetmezliği olan, durumu kötü, yaşlı kişilerde çıkabilmektedir.Kalbin elektrik sistemi nasıl çalışır? Kalp atış hızı veya taşikardi gibi ritim problemlerinin nedenlerini anlamak, kalbin elektrik sisteminin nasıl çalıştığını anlamak gerekmektedir. Kalbiniz dört odadan oluşur - iki üst oda (atriyum) ve iki alt oda (ventrikül). Kalp atışınız normalde sağ kulakçıkta bulunan sinüs düğümü adı verilen doğal bir kalp pili tarafından kontrol edilir. Sinüs düğümü, normalde her kalp atışını başlatan elektriksel uyarılar üretir. Sinüs düğümünden elektriksel uyarılar kulakçıklar boyunca ilerleyerek kulakçık kaslarının kasılmasına ve kalbin alt odacıklarına (ventriküller) kan pompalamasına neden olur. Elektriksel uyarılar daha sonra atriyoventriküler (AV) düğüm adı verilen bir hücre kümesine ulaşır - genellikle sinyallerin kulakçıklardan karıncıklara gitmesi için tek yol. AV düğüm ventriküllere göndermeden önce elektrik sinyalini yavaşlatır. Bu hafif gecikme ventriküllerin kanla dolmasını sağlar. Elektriksel uyarılar karıncıkların kaslarına ulaştığında kasılırlar ve kanın akciğerlere veya vücudun geri kalanına pompalanmasına neden olurlar. Bu karmaşık sistemi bozan herhangi bir şey, kalbin çok hızlı (taşikardi), çok yavaş (bradikardi) veya düzensiz bir ritimle atmasına neden olabilir.Taşikardinin komplikasyonları nelerdir? Taşikardi masum gibi görünse de masum olmayan bir durumdur. Altta yatan sebepler tedavi edilmediğinde taşikardi tehlikeli olmaktadır. Taşikardi sonuçları bazen ağır olabilir. Taşikardinin sebep olacağı olası komplikasyonlar şöyledir: İnme veya kalp krizine neden olabilen kan pıhtıları Kalbin yeterince kan pompalayamaması (kalp yetmezliği) Sık bayılma nöbetleri veya bilinç kaybı Ani ölüm, genellikle sadece ventriküler taşikardi veya ventriküler fibrilasyon ile ilişkilidir.Bebeklerde taşikardi olur mu? Bebeklerde taşikardi olur. En sık görülen ve taşikardiye neden olan şey supraventiküler taşikardidir. Süt çocuklarında da görülür. Bu bebekler sık nefes alır ve uyuklamaktadır. Bu belirtiler fark edildiğinde tedavi edilmelidir. Bazen anne karnında da fark edilebilir. Daha büyük çocuklarda da bu görülür. Bebeklerde taşikardi tedavisi mutlaka yapılmalıdır.Fetal taşikardi nedenleri nedir? Gebelikte NST ile belirlenir. NST’de fetusun kalp atış hızı dakikada 160 üzerinde olursa fetal taşikardi olur. Annede yüksek ateş, hipertiroidizm, anne ve fetusta kansızlık, bazı ilaçlar, fetusta kalp anomalisi bunun sebebi olabilmektedir. NST’de bebekte taşikardi tespit edilebilmektedir.Taşikardi nasıl geçer? Taşikardi altta yatan sebep bulunduğunda tedavi edildiğinde geçer. Taşikardi ilaçları, taşikardi tedavileri ile bu sorun geçer. Bazen kateter ablasyonu, bazen ilaçlarla bu durum düzelirken bazı taşikardi türlerinde kalp pili veya cerrahi yöntemler de devreye girebilmektedir.Gebelikte taşikardi olur mu?Gebelikte taşikardi olur. Vücut hamileliğe alışmak için bazı değişiklikler olabilir. Hamilelikte kalp atım hızı yüzde 20 civarında artabilir. Gebelikte taşikardi olmak normaldir. Bazen bu durum kansızlık belirtisi olabilir. Bazen de kalple ilgili bir sorundan kaynaklanabilir. Gebelikte taşikardi tedavisi için mutlaka kardiyoloji hekimiyle görüşülmelidir.Hamilelikte taşikardi bebeğe zarar verir mi? Eğer altta yatan ciddi bir kalp ya da akciğer hastalığı varsa bebeğin de zarar görmemesi için tedavi yoluna gidilmelidir.Taşikardisi olanların kan sulandırıcı kullanması mı gerekir? Taşikardi altta yatan sebebe bağlı olarak felç ya da kalp krizine sebep olan bir kan pıhtısı oluşturabilir. Hekim riskleri azaltmak için kan sulandırıcı önerebilir.Taşikardi nabız sayısı kaçtır? İstirahat halindeyken görülen nabız sayısı 100 üzeri atış sayısı taşikardi olduğunu göstermektedir.Taşikardi atağı nedir? Kalp hızının bazen sürekli olarak artması ve bunun saatlerce sürmesi de taşikardi atağı olarak adlandırılabilir. Taşikardi Nedir?Taşikardi, ister egzersiz sonrası fizyolojik tepki olarak isterse patolojik olsun, kalp atım hızının dakikada 100 atımdan daha yüksek olmasıdır. Kalbin çok sık attığı zamanlarda kalp kanla dolması için gereken süreye sahip değildir. Eğer kalp tüm hücrelere ihtiyaç duydukları kan ve oksijeni sağlayamıyorsa bu durum tehlikeli bir tablo ortaya çıkarabilir. Bazen birkaç saniye bazen de saatlerce sürebilen taşikardi, kalbin üst veya alt odalarında başlayabilir ve bazen hafif etki yaratabilirken kimi zaman da hayati bir tehlike oluşturabilir.Genellikle kalp dışı nedenler olan stres, korku, panik ve heyecan duyulan durumlarda yaşanan taşikardi, bazen de kalp hastalıklarına bağlı gelişir. Bu hastalıkların başında kalp yetmezliği, kalp kapakçık hastalığı ve koroner arter hastalığı gelir. Taşikardinin ölümcül sonuçlara yol açmaması için teşhis edilip tedavi edilmesi gerekir.Taşikardi Türleri Nelerdir?Taşikardi kendi içinde birtakım türlere ayrılır ve bunlar şöyle açıklanabilir:Atriyal fibrilasyon: Atriyal fibrilasyon, kalbin üst odacıklarındaki (atriyum) kaotik, düzensiz elektriksel uyarıların neden olduğu hızlı bir kalp atış hızıdır. Bu sinyaller, kulakçıkların hızlı, koordine olmayan, zayıf kasılmalarına neden olur. Atriyal fibrilasyon geçici olabilir, ancak bazı epizodlar tedavi edilmedikçe sona ermez. Atriyal fibrilasyon en sık görülen taşikardi türüdür.Atriyal çarpıntı: Atriyal çarpıntıda, kalbin kulakçıkları çok hızlı ama düzenli bir hızda atar. Hız, kulakçıkların zayıf kasılmalarına neden olur. Atriyal çarpıntı, atriyum içindeki düzensiz devrelerden kaynaklanır. Atriyal çarpıntı atakları kendiliğinden geçebilir veya tedavi gerektirebilir. Atriyal çarpıntısı olan kişilerde başka zamanlarda da sıklıkla atriyal fibrilasyon olur.Supraventriküler taşikardi (SVT): Supraventriküler taşikardi, kalbin alt odacıklarının (ventriküller) üzerinde bir yerde başlayan anormal derecede hızlı bir kalp atışıdır. Genellikle doğumda bulunan ve örtüşen sinyaller döngüsü oluşturan kalpteki anormal devrelerden kaynaklanır.Ventriküler taşikardi: Ventriküler taşikardi, kalbin alt odacıklarında (ventriküller) anormal elektrik sinyalleriyle başlayan hızlı bir kalp atış hızıdır. Hızlı kalp atış hızı, ventriküllerin vücuda yeterli kan pompalamak için verimli bir şekilde dolmasına ve büzülmesine izin vermez. Ventriküler taşikardi atakları kısa olabilir ve zarar vermeden sadece birkaç saniye sürebilir. Ancak birkaç saniyeden uzun süren ataklar yaşamı tehdit eden tıbbi bir acil durum haline gelebilir.Ventriküler fibrilasyon:  Ventriküler fibrilasyon, hızlı, kaotik elektriksel uyarılar, vücuda gerekli kanı pompalamak yerine alt kalp odacıklarının (ventriküller) titremesine neden olduğunda meydana gelir. Kalbe elektrik çarpması (defibrilasyon) ile kalp dakikalar içinde normal ritmine döndürülmezse bu ölümcül olabilir. Kalp krizi sırasında veya sonrasında ventriküler fibrilasyon meydana gelebilir. Ventriküler fibrilasyonu olan çoğu insanda altta yatan bir kalp hastalığı vardır veya yıldırım çarpması gibi ciddi bir travma geçirmiştir.Taşikardi Neden Olur?Kalbin anormal hızlı atması olan taşikardi genellikle stres, kaygı, korku, panik, heyecan ve bazı ilaçların yan etkisi olarak meydana gelir. Kalp dışı bu nedenlerin yanı sıra kalp yetmezliği, kalp krizi, koroner arter hastalığı, anemi ve aşırı aktif tiroid de taşikardiyi tetikleyen faktörler arasındadır.Taşikardi genel olarak şu nedenlere bağlı şekilde ortaya çıkar:Yukarıda yer alan kalp dışı nedenler genellikle bir sorun teşkil etmezken hastalığa bağlı ortaya çıkan taşikardi vakaları erken teşhis edilip tedavi edilmediğinde kişiyi ölüme götürebilir.Taşikardi Belirtileri Nelerdir?Taşikardinin en belirgin semptomu kalp atış hızının artmasıdır. Bu artış kalbin dakikada 100 atımın üstüne çıkması demektir. Diğer taşikardi belirtileri ise göğüs ağrısı, baş dönmesi, nefes darlığı, bayılma hissi ve kişinin ani bir şekilde güçten düşmesidir.Taşikardi yaşayan kişilerde şu belirtiler görülür:Kalbin anormal bir hızda atmasıKalbin anormal bir hızda atması, dakikada 100’ün üzerine ulaşmasıdır. Bu, taşikardinin en belirgin semptomu olarak kabul görür.Göğüs ağrısı Taşikardi sırasında kişi aynı zamanda göğüs ağrısı da yaşayabilir. Bu da taşikardide görülen yaygın belirtilerdendir.Baş dönmesi Göğüs ağrısının dışında taşikardi belirtilerinden biri de baş dönmesidir. Kişi kalp atış hızının artmasına bağlı olarak baş dönmesi yaşayabilir. Bu durum geçici olabileceği gibi uzun da sürebilir.Nefes darlığı Kalbin çok hızlı attığı durumlarda kişi nefes darlığı da hissedebilir. Hem kalp hızının hem de nefes darlığının kontrol altına alınması gerekir.Bayılma hissi Kişi hem bayılacakmış hissine kapılabilir hem de taşikardinin uzun sürmesi durumunda bayılabilir. Bu gibi durumlarda acil müdahale şarttır.Ani bir şekilde güçten düşmek Taşikardi yaşandığı sırada vücuda güçsüzlük hissi gelir ve kişi zayıflık hisseder.Taşikardi Nasıl Teşhis Edilir? Kardiyoloji hekimi öncelikle hastanın hikayesini alır. Şikayetlerini dinler ve bu şikayetler üzerine sorular sorar. Sonrasında başta EKG olmak üzere kalp ve kan testleri yapılır. EKG, kalbin elektriksel atımlarıyla ilgili bir kayıt oluşturur. Kişinin koluna, göğsünün üzerine, bacaklarına elektrotlar yerleştirilir. Bu elektrotlarda acı hissedilmez. Bu şekilde alınan kayıt bir kağıda dökümlenir. Kardiyoloji hekimi burada kalp hızının şeklini, boyutlarını, zamanlamaları, atışların düzenli olup olmadığını görebilir.Bunun yanında hastaya kalp ultrasonu uygulanır. Burada da hekim farklı şekillerde uzanmanızı isteyerek ultrason probuyla kalp, göğüs çevrenizi görüntüler. Kalp kapakçıklarının, kalp yapısının durumuna bakar.Taşikardi için uygulanan bir diğer test ritim holter testidir. Hastanın göğsüne eşitli elektrotlar yapıştırılır ve bu elektrotların kabloları bir cihaza bağlanır. Hastanın beline bu cihaz tarafından hastanın kalp ritimleri 24 ile 48 saat boyunca kaydedilir. Bu kayıtlar bilgisayarda toplanır.Holter testinde gündelik aktivitelerinizi yapmanız gerekir. Taşikardi ve nedeninin araştırılması için hastalara efor testi de uygulanır. Bu test egzersiz sırasında kalbin nasıl çalıştığı konusunda kardiyoloji hekimine bilgi verir.Ayrıca taşikardi ve sebepleri için tilt testi yani eğik masa testi de uygulanabilmektedir. Bu testle kalp atım hızının ve kan basıncının ayakta ya da yatar durumdayken nasıl değiştiğini göstermektedir. Bu testte öncelikle ihtiyaç duyulursa ilaç verilmesi için koldan damar yolu açılır. Hasta EKG cihazına bağlanır. Bu sırada tansiyon takibi yapılması için hastaya tansiyon aletinin manşonu da bağlanır. Test eğimi ayarlanan bir masayla yapılır.Elektrofizyolojik çalışma da taşikardiye neden olan ritim bozukluğunun bulunması için uygulanan bir diğer tanı yöntemidir. Bu işlem de lokal anesteziyle yapılır. Kasıktan kalbe yerleştirilen kateter ile kalbin elektriksel faaliyetleri incelenirken, ritim bozukluğunun sebebi rahatlıkla saptanabilmektedir.Ayrıca taşikardi tanısı için Kardiyak MR çekilebilir. Bu sayede kanın kalpten nasıl aktığını gösteren hareketsiz veya hareketli resimler sağlayabilir ve düzensizlikleri tespit edebilir.Bilgisayarlı tomografi (BT) de bir çeşit tarama yöntemidir. BT taramaları, kalbin daha ayrıntılı bir kesit görüntüsünü sağlayabilir. Ayrıca akciğer grafisi de istenebilir. Bu test, kalbinizin ve akciğerlerinizin hareketsiz fotoğraflarını çekmek için kullanılır ve kalbinizin büyümüş olup olmadığını tespit edebilir.Doktorunuz taşikardiye katkıda bulunan altta yatan bir durumu teşhis etmek ve kalbinizin durumunu değerlendirmek için gerektiğinde ek testler isteyebilir. Kan tahlilleri de bunun içindedir. Bazen anemi veya farklı vitaminlerin eksiklikleri de taşikardi nedeni olabilir.Taşikardi Tedavisi Nasıl Yapılır?Taşikardi tedavisindeki amaç kalp hızı yükseldiğinde onu yavaşlatmak, gelecekte buna bağlı sorunları engellemek, sorunlarla birlikte meydana gelebilecek komplikasyonları azaltmak, taşikardiye katkıda bulunabilecek altta yatan bir hastalığı tedavi etmektir.Hızlı kalp atışı basit fiziksel hareketlerle yavaşlatılabilir. Bunun yanında ilaç tedavisi de gerekebilir. Kardiyoloji hekimi hızlı bir kalp atışı sırasında vagal manevra yapmanızı isteyebilir. Manevralar arasında öksürme, ıkınma, yüze buz torbası koyma gibi hareketler istenebilir. Bu manevralar kalp atışını kontrol etmeye yarayan vagus sinirini etkiler.Kalp atışı yavaşlamazsa anti-aritmik ilaçlar kullanılabilir. Tedaviler taşikardinin nedenine göre değişmektedir. Amaç taşikardi nedenini bulup, bu durumu da tedavi etmektir. Bazı durumlarda lokal anesteziyle uygulanan yöntemler veya cerrahi yöntemler uygulanabilir. Yani tedaviler taşikardinin altında yatan sebepten ve taşikardinin türüne göre değişmektedir.Taşikardi Nasıl Önlenir? Taşikardiyi önlemenin en etkili yolu, sağlıklı bir kalbi korumak ve kalp hastalığı geliştirme riskinizi azaltmaktır. Eğer kalp hastalığınız varsa, onu izleyin ve taşikardiyi önlemeye yardımcı olmak için tedavi planınızı takip edin.Taşikardiyi önlemek için şu önerileri uygulamak gerekir:Egzersiz yapın ve sağlıklı beslenin: Düzenli egzersiz yaparak ve meyve, sebze ve kepekli tahıllar açısından zengin, sağlıklı, az yağlı bir diyet yiyerek kalp-sağlıklı bir yaşam tarzı sürün.Sağlıklı kiloyu koruyun: Fazla kilolu olmak kalp hastalığı geliştirme riskinizi artırır.Tansiyon ve kolesterol seviyelerini kontrol altında tutun: Yüksek tansiyon (hipertansiyon) veya yüksek kolesterolü düzeltmek için yaşam tarzı değişiklikleri yapın ve ilaçları reçete edildiği şekilde alın.Sigarayı bırakın: Sigara içiyorsanız ve kendi başınıza bırakamıyorsanız, sigara alışkanlığını bırakmanıza yardımcı olacak stratejiler veya programlar hakkında doktorunuzla konuşun.Alkol almayın: Alkolden tamamen kaçınmanız önerilir. Durumunuza özel tavsiye için doktorunuza danışın.Uyuşturucudan uzak durun: Keyif verici uyuşturucu kullanımına son vermek için yardıma ihtiyacınız varsa, sizin için uygun bir program hakkında doktorunuzla konuşun.Reçetesiz satılan ilaçları dikkatli kullanın: Bazı soğuk algınlığı ve öksürük ilaçları, hızlı bir kalp atışını tetikleyebilecek uyarıcılar içerir. Hangi ilaçlardan kaçınmanız gerektiğini doktorunuza sorun.Kafeini sınırlayın: Kafeinli içecekler içiyorsanız, bunu ölçülü olarak yapın (günde bir ila iki içecekten fazla değil).Stresi kontrol edin: Gereksiz stresten kaçının ve normal stresle sağlıklı bir şekilde başa çıkmak için başa çıkma tekniklerini öğrenin.Planlanmış kontrollere gidin: Düzenli fiziki muayene yaptırın ve herhangi bir belirti veya semptomu doktorunuza bildirin.Taşikardi Hakkında Sık Sorulan Sorular Ventriküler taşikardi nedir? Kalpteki alt odacıklardaki anormal elektrik sinyalleriyle başlayan hızlı bir kalp atışına verilen isimdir. Ventiküler taşikardide kişiye göre ritim düzenleyici ilaç veya ablasyon tedavisi uygulanır. Bazı durumlarda da pille birlikte çoklu tedavi önerilir. Nabızsız ventiküler taşikardi ve nabızlı ventiküler taşikardi olarak türleri vardır. ventriküler taşikardi EKG ile de görülebilir. EKG ile birlikte diğer tanı yöntemleri de uygulanmalıdır.Supraventriküler taşikardi nedir? Kalbin iki kulakçığından kaynaklanan taşikardilere verilen isimdir.Paroksismal taşikardi nedir? Supraventriküler taşikardinin eş anlamlısıdır. Paroksismal atriyal taşikardi de denilir.Sinüs taşikardisi nedir? Kalp atış hızı bazen efor, egzersiz, stres, travma ya da bir hastalığa bağlı olarak artabilir. Bu normal bir durumdur. Bu duruma sinüs taşikardisi denilmektedir. Bir diğer adı sinüzel taşikardi olmaktadır.Taşikardi öldürür mü? Taşikardi, ciddi hastalıkların neden olma ihtimali düşünüldüğünde tedavi edilmediği takdirde ölümcül sonuçlar doğurabilir.Multifokal atriyal taşikardi nedir? Genelde akciğerde KOAH veya konjestif kalp yetmezliği olan kişilerde görülmektedir. Kaotik atriyal taşikardi olarak da bilinmektedir. Solunum yetmezliği olan, durumu kötü, yaşlı kişilerde çıkabilmektedir.Kalbin elektrik sistemi nasıl çalışır? Kalp atış hızı veya taşikardi gibi ritim problemlerinin nedenlerini anlamak, kalbin elektrik sisteminin nasıl çalıştığını anlamak gerekmektedir. Kalbiniz dört odadan oluşur - iki üst oda (atriyum) ve iki alt oda (ventrikül). Kalp atışınız normalde sağ kulakçıkta bulunan sinüs düğümü adı verilen doğal bir kalp pili tarafından kontrol edilir. Sinüs düğümü, normalde her kalp atışını başlatan elektriksel uyarılar üretir. Sinüs düğümünden elektriksel uyarılar kulakçıklar boyunca ilerleyerek kulakçık kaslarının kasılmasına ve kalbin alt odacıklarına (ventriküller) kan pompalamasına neden olur. Elektriksel uyarılar daha sonra atriyoventriküler (AV) düğüm adı verilen bir hücre kümesine ulaşır - genellikle sinyallerin kulakçıklardan karıncıklara gitmesi için tek yol. AV düğüm ventriküllere göndermeden önce elektrik sinyalini yavaşlatır. Bu hafif gecikme ventriküllerin kanla dolmasını sağlar. Elektriksel uyarılar karıncıkların kaslarına ulaştığında kasılırlar ve kanın akciğerlere veya vücudun geri kalanına pompalanmasına neden olurlar. Bu karmaşık sistemi bozan herhangi bir şey, kalbin çok hızlı (taşikardi), çok yavaş (bradikardi) veya düzensiz bir ritimle atmasına neden olabilir.Taşikardinin komplikasyonları nelerdir? Taşikardi masum gibi görünse de masum olmayan bir durumdur. Altta yatan sebepler tedavi edilmediğinde taşikardi tehlikeli olmaktadır. Taşikardi sonuçları bazen ağır olabilir. Taşikardinin sebep olacağı olası komplikasyonlar şöyledir:Bebeklerde taşikardi olur mu? Bebeklerde taşikardi olur. En sık görülen ve taşikardiye neden olan şey supraventiküler taşikardidir. Süt çocuklarında da görülür. Bu bebekler sık nefes alır ve uyuklamaktadır. Bu belirtiler fark edildiğinde tedavi edilmelidir. Bazen anne karnında da fark edilebilir. Daha büyük çocuklarda da bu görülür. Bebeklerde taşikardi tedavisi mutlaka yapılmalıdır.Fetal taşikardi nedenleri nedir? Gebelikte NST ile belirlenir. NST’de fetusun kalp atış hızı dakikada 160 üzerinde olursa fetal taşikardi olur. Annede yüksek ateş, hipertiroidizm, anne ve fetusta kansızlık, bazı ilaçlar, fetusta kalp anomalisi bunun sebebi olabilmektedir. NST’de bebekte taşikardi tespit edilebilmektedir.Taşikardi nasıl geçer? Taşikardi altta yatan sebep bulunduğunda tedavi edildiğinde geçer. Taşikardi ilaçları, taşikardi tedavileri ile bu sorun geçer. Bazen kateter ablasyonu, bazen ilaçlarla bu durum düzelirken bazı taşikardi türlerinde kalp pili veya cerrahi yöntemler de devreye girebilmektedir.Gebelikte taşikardi olur mu?Gebelikte taşikardi olur. Vücut hamileliğe alışmak için bazı değişiklikler olabilir. Hamilelikte kalp atım hızı yüzde 20 civarında artabilir. Gebelikte taşikardi olmak normaldir. Bazen bu durum kansızlık belirtisi olabilir. Bazen de kalple ilgili bir sorundan kaynaklanabilir. Gebelikte taşikardi tedavisi için mutlaka kardiyoloji hekimiyle görüşülmelidir.Hamilelikte taşikardi bebeğe zarar verir mi? Eğer altta yatan ciddi bir kalp ya da akciğer hastalığı varsa bebeğin de zarar görmemesi için tedavi yoluna gidilmelidir.Taşikardisi olanların kan sulandırıcı kullanması mı gerekir? Taşikardi altta yatan sebebe bağlı olarak felç ya da kalp krizine sebep olan bir kan pıhtısı oluşturabilir. Hekim riskleri azaltmak için kan sulandırıcı önerebilir.Taşikardi nabız sayısı kaçtır? İstirahat halindeyken görülen nabız sayısı 100 üzeri atış sayısı taşikardi olduğunu göstermektedir.Taşikardi atağı nedir? Kalp hızının bazen sürekli olarak artması ve bunun saatlerce sürmesi de taşikardi atağı olarak adlandırılabilir.
12,293
636
Hastalıklar
Telenjiektazi
Telenjiektaziler kalıcı olarak genişleyen küçük kan damarları olarak ifade ediliyor. Bu kan damarları cilt yüzeyinde görünür hale geliyor. Telenjiektazilerin en önemli nedeni; güneş ışınları, obezite, kortizonlu kremler ve yaşa bağlı olarak deride oluşan incelme şeklinde sıralanıyor. Bu oluşumlar yaş ve cinsiyet ayırımı olmaksızın vücudun herhangi bir yerinde görülebiliyor. Hastalarda sağlık açısından herhangi bir yakınmaya neden olmayan ancak kozmetik açıdan olumsuz bir görünüme yol açan telenjimektaziden korunmak için bazı önlemler alınması gerekiyor. Özellikle yüzde veya kadınların bacak bölgelerinde oluşan telenjiektaziler kriyoterapi veya lazer yöntemleri ile tedavi edilebiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Dermatoloji Bölümü doktorları, telenjiektazi rahatsızlığının nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.Telenjiektaziler kalıcı olarak genişleyen küçük kan damarları olarak ifade ediliyor. Bu kan damarları cilt yüzeyinde görünür hale geliyor. Telenjiektazilerin en önemli nedeni; güneş ışınları, obezite, kortizonlu kremler ve yaşa bağlı olarak deride oluşan incelme şeklinde sıralanıyor. Bu oluşumlar yaş ve cinsiyet ayırımı olmaksızın vücudun herhangi bir yerinde görülebiliyor. Hastalarda sağlık açısından herhangi bir yakınmaya neden olmayan ancak kozmetik açıdan olumsuz bir görünüme yol açan telenjimektaziden korunmak için bazı önlemler alınması gerekiyor. Özellikle yüzde veya kadınların bacak bölgelerinde oluşan telenjiektaziler kriyoterapi veya lazer yöntemleri ile tedavi edilebiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Dermatoloji Bölümü doktorları, telenjiektazi rahatsızlığının nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. Telenjiektazi nedir?Telenjiektaziler, deride kalıcı küçük damar genişlemelerine bağlı görülen koyu kırmızı, mor renkli, deri seviyesinde veya hafif kabarık, kısa çizgiler şeklinde görülen yıldız şeklinde veya noktasal yapıda deri lezyonlarıdır. Damarlarda çoğalma söz konusu değildir.Telenjektazilerin çeşitleri nedir?Telenjektaziler toplumdaki çoğu insanın yüz ya da bacaklarında görülebilmektedir. Telenjektaziler görülme şekline göre dörde ayrılır. Sinüs ya da basit çizgisel telenjektaziler Işınsal veya çizgisel telenjektaziler Örümcek ya da yıldız şeklinde telenjektaziler Noktasal ya da hafif deriden kabarık şekilde olan telenjektazilerTelenjiektazinin nedenleri nelerdir?Genetik faktörlerin dışında gelişen telenjiektaziler, başta açık tenli kişiler olmak üzere toplumda yaşayan kişilerde sık görülen bir rahatsızlıktık. Telenjiektazinin en önemli nedenleri şunlardır;    Açık tenli olmak Kronik güneş hasarı Uzun süre rüzgar ya da sıcağa maruz kalmak Uzun süreli kortizonlu krem kullanımı Obezite Hormonal faktörler Deride incelme Damarlarda genişlemeye neden birçok deri hastalıkları Genetik faktörler Sistemik hastalıklarTelenjiektazinin belirtileri nelerdir?Telenjiektaziler açık tenli, uzun süreli kortizonlu krem kullanan, ileri yaşın deride neden olduğu incelme veya obezite hastalarında daha sık görülebilmektedir.  Koyu renk ciltli kişiler telenjiektaziler açısından biraz daha az risk altındadır. Telenjiektazilerin en önemli belirtileri şunlardır; Koyu kırmızı, mor renkli deri seviyesinde hafif kabarık kısa çizgiler ya da yıldız şeklinde veya noktasal deri lezyonları Çocuklarda ve genç erişkinlerde yüz, kol veya gövde yerleşimli kırmızı, örümceğin bacakları ile benzer görünümde olan damar genişlemeleri Örümcek anjiyom olarak adlandırılan bu lezyonlarda ortada koyu kırmızı, kabarık, birkaç milimetre çaplı kabarıklık ve çevreye doğru yayılan ince kıvrıntılı, deri seviyesinde, kırmızı çizgisel telenjiektaziler görülür.Telenjiektazi nasıl teşhis edilir?Telenjiektazilerin tanısı klinik muayene ile konulmaktadır. Telenjiektazilerin yerleşimine ve yaygınlığı altında yatan farklı hastalıkların araştırılmasını gerektirebilir. Doktorun bu araştırmaya ihtiyaç duyması halinde telenjiektaziye neden olan hastalıkların belirlenmesi için farklı kan tahlilleri ve ultrasonografi gibi testler istenebilir.Telenjiektazi tedavi yöntemleri nelerdir?Telenjiektaziler hastada herhangi bir yakınmaya neden olmaz. Ancak hastanın özellikle yüz veya kadınların bacak bölgelerinde oluşan telenjiektaziler kozmetik açıdan rahatsızlık yaratmaktadır. BU tür rahatsızlıkla doktora başvuran hastalara kriyoterapi veya lazer tedavileri uygulanmaktadır. Hastalara göre planlanan seçeneklerle tedavi kolaylıkla yapılabilmektedir.  Telenjiektazi ile ilgili sık sorulan sorular Kimler daha fazla telenjiektazi hastalığı risk altındadır?Telenjiektaziler yaş ve cinsiyet ayırımı yapmadan vücudun herhangi bir yerinde görülebilmektedir. Bu nedenle telenjiektazilerin yerleşimine göre telenjiektazi oluşumu risk faktörleri kişilerde değişiklik göstermektedir. Telenjiektazi risk faktörünü artıran nedenler şunlardır; Yüzde belli alanlarda lokalize telenjiektazileri olan hastalarda uzun süreli güneş hasarları Yaşlanma süreci ile deride oluşan incelme Uzun süre kortizon kullanımı Rozase ( gül hastalığı) ve benzeri çeşitli deri rahatsızlıkları Lupus ve benzeri romatizmal hastalıklar Uzun süre ayakta kalma (sadece bacaklarda telenjiektazileri olan hastalarda) Gebelik, doğum kontrol hapı kullanımı (kanda östrojen seviyesinin artışı ile seyreden durumlarda telenjiektazi gelişimi varsa) Telenjiektazilerin tüm vücutta yaygın olarak görülmesi durumunda; karaciğer hastalıkları, romatizmal hastalıklar veya bazı enfeksiyon tablolarının mutlaka araştırılması gerekir.Telenjiektazi genetik bir hastalık mıdır?Telenjiektazi oluşumu doğrudan genetik bir hastalık değildir. Ancak rozase gibi hastalıklarda ailesel yatkınlık olabileceği gibi, çeşitli genetik hastalıklarda deri ve ağız içi gibi mukozal alanlarda yaygın telenjiektazi oluşumu görülebilir.Telenjiektazi kadınlarda mı erkeklerde mi daha sık görülür?Telenjiektazi her iki cinsiyette de görülebilmekle birlikte genellikle kadınlarda daha sıktır. 50 yaşındaki kadınların yaklaşık % 40’ında bacaklarda telenjiektazi oluşumu bildirilmiştir.Telenjiektazi tedaviden sonra tekrarlar mı?Telenjiektazilerde önerilen tedavilerden sonra malesef tekrarlayabilmektedir. Yapılan çalışamlarda ilk iki yılda hastaların yaklaşık %5-10’unda tekrarlama olabileceği bildirilmiştir.Telenjiektazi hastaları güneş ışıklarını nasıl kullanmalıdır?Uzun süre güneş maruziyeti özellikle yüzde ve göğüs gibi dekolte alanlarında telenjiektazi gelişimini artırabileceği için telenjiektazi problemi olan hastaların mümkün olduğunca güneş maruziyetinden kaçınmaları, güneş koruyucu krem kullanmaları ve fiziksel olarak güneşten koruyan şapka, gözlük ve kıyafet kullanmalarını öneriyoruz.Telenjiektazi doğal ürünlerle geçer mi?Telenjiektaziler damarsal lezyonlardır deriye dışarıdan sürülen kremlerle tedavi sağlanamaz. Çeşitli kremlerle telenjiektazilerde geçici solma sağlanabilirse de bunlar kalıcı tedavi sağlamayacaktır. Telenjiektazi nedir?Telenjiektaziler, deride kalıcı küçük damar genişlemelerine bağlı görülen koyu kırmızı, mor renkli, deri seviyesinde veya hafif kabarık, kısa çizgiler şeklinde görülen yıldız şeklinde veya noktasal yapıda deri lezyonlarıdır. Damarlarda çoğalma söz konusu değildir.Telenjektazilerin çeşitleri nedir?Telenjektaziler toplumdaki çoğu insanın yüz ya da bacaklarında görülebilmektedir. Telenjektaziler görülme şekline göre dörde ayrılır.Telenjiektazinin nedenleri nelerdir?Genetik faktörlerin dışında gelişen telenjiektaziler, başta açık tenli kişiler olmak üzere toplumda yaşayan kişilerde sık görülen bir rahatsızlıktık. Telenjiektazinin en önemli nedenleri şunlardır;   Telenjiektazinin belirtileri nelerdir?Telenjiektaziler açık tenli, uzun süreli kortizonlu krem kullanan, ileri yaşın deride neden olduğu incelme veya obezite hastalarında daha sık görülebilmektedir.  Koyu renk ciltli kişiler telenjiektaziler açısından biraz daha az risk altındadır. Telenjiektazilerin en önemli belirtileri şunlardır;Telenjiektazi nasıl teşhis edilir?Telenjiektazilerin tanısı klinik muayene ile konulmaktadır. Telenjiektazilerin yerleşimine ve yaygınlığı altında yatan farklı hastalıkların araştırılmasını gerektirebilir. Doktorun bu araştırmaya ihtiyaç duyması halinde telenjiektaziye neden olan hastalıkların belirlenmesi için farklı kan tahlilleri ve ultrasonografi gibi testler istenebilir.Telenjiektazi tedavi yöntemleri nelerdir?Telenjiektaziler hastada herhangi bir yakınmaya neden olmaz. Ancak hastanın özellikle yüz veya kadınların bacak bölgelerinde oluşan telenjiektaziler kozmetik açıdan rahatsızlık yaratmaktadır. BU tür rahatsızlıkla doktora başvuran hastalara kriyoterapi veya lazer tedavileri uygulanmaktadır. Hastalara göre planlanan seçeneklerle tedavi kolaylıkla yapılabilmektedir.  Telenjiektazi ile ilgili sık sorulan sorular Kimler daha fazla telenjiektazi hastalığı risk altındadır?Telenjiektaziler yaş ve cinsiyet ayırımı yapmadan vücudun herhangi bir yerinde görülebilmektedir. Bu nedenle telenjiektazilerin yerleşimine göre telenjiektazi oluşumu risk faktörleri kişilerde değişiklik göstermektedir. Telenjiektazi risk faktörünü artıran nedenler şunlardır;Telenjiektazi genetik bir hastalık mıdır?Telenjiektazi oluşumu doğrudan genetik bir hastalık değildir. Ancak rozase gibi hastalıklarda ailesel yatkınlık olabileceği gibi, çeşitli genetik hastalıklarda deri ve ağız içi gibi mukozal alanlarda yaygın telenjiektazi oluşumu görülebilir.Telenjiektazi kadınlarda mı erkeklerde mi daha sık görülür?Telenjiektazi her iki cinsiyette de görülebilmekle birlikte genellikle kadınlarda daha sıktır. 50 yaşındaki kadınların yaklaşık % 40’ında bacaklarda telenjiektazi oluşumu bildirilmiştir.Telenjiektazi tedaviden sonra tekrarlar mı?Telenjiektazilerde önerilen tedavilerden sonra malesef tekrarlayabilmektedir. Yapılan çalışamlarda ilk iki yılda hastaların yaklaşık %5-10’unda tekrarlama olabileceği bildirilmiştir.Telenjiektazi hastaları güneş ışıklarını nasıl kullanmalıdır?Uzun süre güneş maruziyeti özellikle yüzde ve göğüs gibi dekolte alanlarında telenjiektazi gelişimini artırabileceği için telenjiektazi problemi olan hastaların mümkün olduğunca güneş maruziyetinden kaçınmaları, güneş koruyucu krem kullanmaları ve fiziksel olarak güneşten koruyan şapka, gözlük ve kıyafet kullanmalarını öneriyoruz.Telenjiektazi doğal ürünlerle geçer mi?Telenjiektaziler damarsal lezyonlardır deriye dışarıdan sürülen kremlerle tedavi sağlanamaz. Çeşitli kremlerle telenjiektazilerde geçici solma sağlanabilirse de bunlar kalıcı tedavi sağlamayacaktır.
3,928
637
Hastalıklar
Tavşan Dudak (Yarık Dudak – Yarık Damak)
En sık görülen doğum kusurları arasında bulunan, tavşan dudak olarak da bilinen yarık dudak ve yarık damak, embriyolojik dönemdeki yüz yapılarının tam olarak birleşmemesi veya kapanmaması sonucu ortaya çıkıyor. Yarık dudak ve yarık damak oluşumunda hem genetik faktörler hem de çevresel faktörler rol oynarken, genetik faktörler tüm vakaların yüzde 5-10’unun sebebini oluşturuyor. Tavşan dudağın teşhisi doğumda iyi bir muayene ile konulabiliyor ve genellikle dudakta veya damakta bir yarık doğum sonrası muayene ile fark edilebiliyor. Ancak gebelik döneminde yapılan detaylı ultrason ile de özellikle dudak yarıklarının tespit edilmesi mümkün olabiliyor. Çoğu hastada yapılacak bir dizi ameliyat ile dudak ve damak yarığı minimum yara izi ile tedavi edilebiliyor. Memorial Ankara Hastanesi Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Bölümü’nden Doç. Dr. Alper Ural, yarık dudak anomalisi (tavşan dudak) ile ilgili bilgi verdi.En sık görülen doğum kusurları arasında bulunan, tavşan dudak olarak da bilinen yarık dudak ve yarık damak, embriyolojik dönemdeki yüz yapılarının tam olarak birleşmemesi veya kapanmaması sonucu ortaya çıkıyor. Yarık dudak ve yarık damak oluşumunda hem genetik faktörler hem de çevresel faktörler rol oynarken, genetik faktörler tüm vakaların yüzde 5-10’unun sebebini oluşturuyor. Tavşan dudağın teşhisi doğumda iyi bir muayene ile konulabiliyor ve genellikle dudakta veya damakta bir yarık doğum sonrası muayene ile fark edilebiliyor. Ancak gebelik döneminde yapılan detaylı ultrason ile de özellikle dudak yarıklarının tespit edilmesi mümkün olabiliyor. Çoğu hastada yapılacak bir dizi ameliyat ile dudak ve damak yarığı minimum yara izi ile tedavi edilebiliyor. Memorial Ankara Hastanesi Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Bölümü’nden Doç. Dr. Alper Ural, yarık dudak anomalisi (tavşan dudak) ile ilgili bilgi verdi. Tavşan dudak/ Yarık dudak nedir?Tavşan dudak ya da yarık dudak, hamilelik sırasında bozulmalara yol açan genetik faktörler sebebiyle yenidoğanlarda en sık görülen doğumsal anomalilerden biridir. Embriyolojik dönemde çeşitli nedenlerden dolayı bebeğin yüz bölgesindeki yapıların birleşme kusuru nedeniyle ortaya çıkan bir hastalıktır. Halk arasında tavşan dudaklılık olarak bilinir. Bir bebekte yarık dudak olması üzücü olabilir. Ancak bu sorunun düzeltilebileceği unutulmamalıdır. Çoğu bebekte, bir dizi ameliyat normal işlevi eski haline getirebilir ve minimum yara izi ile daha normal bir görünüm elde edebilir.Tavşan dudak neden olur? -Tavşan dudak hastalığı genetik midir?Yarık dudak ve yarık damak oluşumunda hem genetik faktörler hem de çevresel faktörler rol oynar.Genetik faktörler: Tüm yarıkların yüzde 5-10’unun sebebini oluşturmaktadır. Eğer ailede yarık dudak ve damak anomalisi varsa bebekte de olma riski artmaktadır. Eğer ailede böyle bir hikaye yoksa yarık mutant genler ve kromozomal delesyonlarla ya da trisomy D ve trisomy E gibi sendromal anomalilerle birlikte izole genetik anomali ile ortaya çıkabilir. Genetik olarak “Van Der Woude sendromu” adı verilen veya Pierre Robin sekansı olarak bilinen genetik durumlarla yakın ilişkisi kanıtlanmıştır. Biz de ülkemizde yine hastalarımızda yarık dudak hastalığının diğer tanımlanmış genetik mutasyonlar da bulunmakla birlikte sık suçlanan IRF 6 geni mutasyonlarıyla yakın ilişkisini araştırmalarımızda ortaya koyarak “Journal of Craniofacial Surgery” dergisinde yayınlayarak dünya literatürüne bildirmiş bulunmaktayız (Ural A, Bilgen F, Çakmakli S, Bekerecioğlu M. Van der Woude Syndrome With a Novel Mutation in the IRF6 Gene. J Craniofac Surg. 2019 Jul;30(5):e465-e467. doi: 10.1097/SCS.0000000000005552. PMID: 31299817).Çevresel faktörler: Yarık oluşumunda daha etkin rol oynarlar ve çoğu zaman spesifik bir neden bulunamaz. Deneysel olarak yüksek dozda kortizon, gebe hayvanların yavrularında yarık dudak damak oluşumuna neden olabilir.Hamilelik sırasında ilaç almak:  Retinoidler, antikonvülsanlar, Kortikosteroidler,  Benzodiazepinlerin alınması tavşan dudak oluşumu riskini artırır.Anne hastalıkları veya davranışları: Diyabet, gestasyonel diyabet, alkol ve tütün tüketimi, obezite, folik asit eksikliği riski yükseltirKızamıkçık enfeksiyonu: Annenin hamileliğin ilk 3 ayında geçireceği bir kızamıkçık enfeksiyonu dudak yarığı ve damak yarığı oluşumuna neden olur.Vitamin eksiklikleri ve sigara kullanımı: Sigara içmenin ve bazı vitamin eksikliklerinin de yarık oluşumunda etkisi olduğu gösterilmiştir. Ayrıca sosyoekonomik düzeyin düşük olduğu durumlarda yarık dudak damak görülme riski daha fazladır.Tavşan dudağının belirtileri nelerdir?-Tavşan dudağının tanısı nasıl konulur?Tavşan dudağın teşhisi doğumda iyi bir muayene ile konulabilir. Genellikle dudakta veya damakta bir yarık doğumda hemen fark edilir. Ancak gebelik döneminde yapılan detaylı ultrason ile özellikle dudak yarıklarını yakalamak mümkün olabilir. Bu tür bebeklerde prenatal dönemde bazı formlara tanı koymak zor olabilir. (Microform olanlar bazen görülemez ) Ancak doğar doğmaz görüntüsünden tanı koymak kolaydır.Yarık dudak ve yarık damak şu şekilde görünebilir: Yüzün bir veya iki tarafını etkileyen dudak ve ağız çatısında (damak) bir yarık Dudakta sadece küçük bir çentik olarak görünen veya dudaktan üst diş eti ve damak yoluyla burnun dibine uzanan bir yarık Ağzın çatısında yüzün görünümünü etkilemeyen bir yarıkDaha az sıklıkta ise bir yarık sadece ağzın arkasında bulunan ve ağız astarı ile kaplanmış olan yumuşak damak (submukoz yarık damak) kaslarında oluşur. Bu tür yarıklar genellikle doğumda fark edilmez. Submukoz yarık damak belirtileri ve semptomları şunları içerebilir: Beslenmede zorluk Sıvıların veya yiyeceklerin burundan çıkma potansiyeli olan yutma zorluğu Nazal(burundan)konuşma sesi Kronik kulak enfeksiyonlarıTavşan dudağın risk faktörleri nelerdir? Tavşan dudak en çok kimlerde görülür? Dudak ve damak yarığı yaklaşık 1/1000 doğumda görülürken izole damak yarığı 1/2500 oranında izlenir. Dudak damak yarığı erkeklerde iki kat fazla görülürken izole damak yarığı ise kız çocuklarında iki kat fazla görülmektedir. Bunun nedeni de ağız içindeki mezodermal çıkıntıların embriyonel dönemde birleşmesinin kız bebeklerde bir hafta daha geç olmasıdır ki bu mezodermal çıkıntılar birleşmezse yarık damak ortaya çıkar. Yine yarık damak ve dudak Uzak Doğulularda daha sık, Afrikalı Amerikalılarda ise daha nadir izlenir. İzole yarık damakta böyle bir ayrım bulunmamaktadır.Dudak ve damak yarıklarının tedavisi nasıl uygulanır?Yarık dudak ve yarık damak tedavisinin amacı, çocuğun normal bir şekilde yemek yeme, konuşma ve duyma yeteneğini geliştirmek ve normal bir yüz görünümü elde etmektir.  Tavşan dudak rahatsızlığının tedavisi cerrahi olarak uygulanmaktadır. Ameliyata hazırlarken yarığı küçültmek veya ameliyata hazırlık olarak pedodontistler aracılığıyla nazoalveoler şekillendirme(NAŞ) ya da molding adı verilen bazı kalıplar ile yarığın ameliyata kadar aşırı genişlemesi bir miktar sınırlandırılabilmektedir.  Dudak yarığı ameliyatlarının çocuğun genel vücut gelişiminin ve dokularının cerrahiye izin verecek ve minimum skar (ameliyat izi) bırakacak en erken yaşta yapılması (3. ay bitimi) önemlidir. Damak yarığı ameliyatlarının ise yüz gelişimini etkilemeyecek kadar beklenmesi ancak yarığın konuşma fonksiyonları üzerindeki olumsuz etkisinden dolayı konuşmaya başlamadan önce yapılması (12-18 ay arası) idealdir. Bazı durumlarda aşamalı ameliyatlar veya bu dönemi kaçırmış olsa da çocuklar yine de ameliyatla tedavi edilebilmektedir. Gerek dudak yarığı gerek damak yarığı ameliyatında en önemli iki kriter, bebeğin ameliyat tarihinde yaşıtlarına göre gelişiminin ve ağırlığının normal sınırlara ulaşmış olması ve özellikle üst solunum yolu başta olmak üzere herhangi bir enfeksiyonunun bulunmamasıdır.Hastanede ameliyathane ortamında gerçekleştirilen operasyon genel anestezi altında uygulanır. Dudak -damak yarığını onarmak, etkilenen bölgeleri yeniden yapılandırmak ve ilgili komplikasyonları önlemek veya tedavi etmek için birkaç farklı cerrahi teknik ve prosedür kullanılır.TAVŞAN DUDAK (YARIK DUDAK ) İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULARTavşan dudak ve damak yarığı çeşitleri nelerdir?Anatomik yapıların birleşememesi ve kaynaşmaması sonucunda dudak ve damak yarıkları ortaya çıkmaktadır. Eğer bu birleşme hiç gerçekleşmezse tam (komplet), kısmen gerçekleşir ancak tamamlanamazsa kısmi (inkomplet) yarık dudak ve damak olarak sınıflandırılır. Yine üst dudakta birleşme hatları sağ ve solda konumlandığı için, dudak yarıkları da tek taraflı (sağ ya da sol) ve çift taraflı (hem sağ hem sol) olarak sınıflandırılırlar. Tam olmayan (inkomplet) yarıklar dudakta hafif bir çentik veya buruna ulaşmayan kısmi bir yarık, damakta ise küçük dil ve yumuşak damakta sınırlı bir yarık formunda iken; daha ağır tam (komplet) yarıklar dudaktan buruna kadar ilerleyen, damakta ise küçük dil, yumuşak ve set damağın tümünü içine alan bir yarık şeklindedir.-Tek Taraflı Dudak Yarığı – İnkomplet (tam olmayan) / Komplet (tam)-Çift Taraflı Dudak Yarığı – İnkomplet (tam olmayan) / Komplet (tam)-Damak Yarığı – İnkomplet (tam olmayan) / Komplet (tam)Tavşan dudak ve damak yarığı tedavisinin amacı nedir?Yarık dudağın cerrahi onarımı yüz hatlarının anatomisini normalleştirmeyi amaçlar. Dudak hem kozmetik hem de fonksiyonel bir organ olduğu için sonuç da hem kozmetiği hem de fonksiyonu oluşturmalıdır. Yarık dudak olgularında her zaman burun deformitesi de görüleceği için amaç çalışan dudak kaslarıyla birlikte dudak mukoza ve derisinin simetrik olarak oluşturulması, bu arada fitrum sütunları ve vermillion tüberkülü ile Cupid yayı adı verilen dudak alt ünitesinin estetik bir şekilde oluşturulması amaçlanır. Burun deliklerinin simetrisi, yeterli bir nazal döşeme ve columella uzunluğu ile simetrik ve yeterli bir burun ucu projeksiyonu ve simetrik burun kanatları burun tedavisindeki amaçlardır. Yarık damak tedavisindeki amaçlar Hava ve su geçirmez bir velofaringeal valv oluşturulması Duymanın muhafaza edilmesi Orta yüz büyümesinin muhafazası Fonksiyonel ve estetik açıdan yeterli bir üst diş arkı oluşturulması İleride düzgün bir konuşmanın ve sesin (fonasyonun) elde edilmesi.Yarık dudak ameliyatı kaç saat sürer? Yarık dudak tedavisi için farklı teknikler uygulanmakla ile birlikte temelde flep cerrahisi olarak tanımlanan, dokuların kaydırılma/ilerletme yöntemi transferi ve öncesinde ayrık bulunan dudak kaslarının onarımını içeren yöntemlerdir. Yarık taraftan doku ilerletmesi ve yarık olmayan taraftan dokuların çevrilmesi ya da ilerletilmesi ile yarık kapatılabilmektedir. Eş zamanlı olarak burun deformitesi mevcut olduğu için burun kıkırdaklarının da şekillendirilmesi de yapılabilmektedir. Burun delikleri şekillendirmede ameliyat sonrası silikondan yapılan özel burun deliği şekillendiriciler de çocuklara verilmektedir. Ameliyatlar yarıkların türüne ve çeşidine göre değişmekle birlikte yaklaşık 1-3 saat içinde tamamlanmaktadır.Dudak yarığı operasyonunun komplikasyonları var mıdır?Her ameliyatta olduğu kadar bu ameliyatın da kendine ait kanama, yara ayrışması, enfeksiyon gibi evrensel komplikasyon riskleri ve anestezi almış olmaya dair riskleri olabilmektedir. Ancak bu işlemin bu alanda deneyimli uzman plastik cerrahlar ve anestezistler tarafından gerçekleştirilmesi ile risk en aza inmektedir. Cerrahi girişim, dudak ve damak yarığı onarımında deneyimli bir plastik cerrah tarafından gerçekleştirilirse iyi bir sonuca ulaşmak mümkündür. Dudak yarığı onarımı sonrasında en sık görülen problem, dudağın her iki yanındaki simetrinin sağlanamamasıdır. Dudak onarımındaki temel amaç yarığın tek bir operasyonda kapatılmasıdır ancak zaman zaman ikinci bir işlem gerekli olabilmektedir. Damak yarığı onarımındaki temel amaç ise damaktaki açıklığın kapatılarak çocuğun beslenmesini ve düzgün konuşmasını sağlamaktır. Ameliyattan sonra damak yarıklı bütün çocuklar konuşma terapistine de yönlendirilmelidir. Zaman zaman çeşitli iyileşme problemleri ve konuşma bozuklukları ikinci bir girişimi gerektirebilmektedir.Damak yarığı ameliyatı kaç yaşında yapılır?Damak yarığı ameliyatı ortalama 12-18 ay arasında yapılmaktadır. Bununla beraber hala ülkemizde bu zaman aralığını kaçırmış birçok çocuk ve aile ameliyat için başvurmakta ve operasyonları başarıyla gerçekleştirilmektedir. Bunun ötesinde yetişkin yaşlarda bile yıllarca tedavi olmamış, korkmuş ya da tedavi edilebileceği kendisine anlatılamamış birçok hasta başarıyla ameliyat edilmektedir. Biz de ülkemizde bu durumdaki pek çok hastayı ameliyatla tedavi etmekteyiz. Ameliyat yaşının geçtiği düşünülmesine rağmen ameliyat olup tedavi edilen hastalarla ilgili makalemiz uluslararası bir dergide de yayınlanmıştır. Ural A, Bilgen F, Bekerecioğlu M. Evaluation of Adolescent and Adult Cleft Lip and Palate Patients in a Developing Country. J Craniofac Surg. 2020 Jul-Aug;31(5):1373-1375. doi: 10.1097/SCS.0000000000006375. PMID: 32282475).Damak yarığı ameliyatı,  farklı teknikler olsa da ortadaki yarık kısmı örtecek şekilde dokuların kenarlardan ortaya damarsal bütünlüğü korunarak ilerletilmesi yöntemleri ile yapılmaktadır. Ameliyatın temelini flep cerrahisi oluşturmaktadır. Dokuların kanlanmasının bozulmadan çevrilmesi önemlidir. Üç kat olarak onarım gerçekleştirilmektedir. Ağız içinden bakıldığında önce burun tarafı (nazal taban) onarılır, daha sonra asıl konuşma fonksiyonunu sağlayan damak kaslarının yanlış tutunduğu yerden, olması gereken şekilde kas onarımı yapılır. Son olarak en üstteki ağız içi pembe mukozasının onarımı yapılmaktadır. Emilen iplikler kullanıldığından dikiş alınması gibi bir duruma gerek kalmamaktadır. Kenarlarda kalan açıklıklar zaman içinde kendi kendine hızlıca iyileşerek kapanmaktadır. Ayrıca bu çocuklarda ameliyat öncesinde KBB uzmanları tarafından gerekli kontroller de yapılarak, ihtiyaç duyulduğu takdirde aynı ameliyatta miringostomi /kulak tüpü de takılabilmektedir.Tavşan dudak ameliyatından sonra nelere dikkat edilmelidir?Çocuklar cerrahi sonrasındaki ilk gece huzursuz bir dönem geçirebilir. Bu dönemi atlatmak için özelleşmiş servisler ve merkezlerde ya da bazen tedbir olarak ilk gece pediatrik yoğun bakımda takip yapılıp bu süreyi daha konforlu ve güvenli geçirmesi sağlanabilir. Çocuğun ellerini ameliyat sahasından uzak tutmak için dirseklerin bükülmesini önleyen bandajları kullanmak bir süre gerekli olabilmektedir. Kullanılan pansumanlar bir kaç gün sonra çıkarılmakta, cilt dikişleri ise 5-6 gün sonra ya kendiliğinden düşmekte ya da öncesinde ağrı azaltıcı bir krem sürülerek kolaylıkla alınmaktadır. Ameliyat sonrası ilk birkaç hafta boyunca çocukların beslenmesi ile ilgili öneriler çok fazla önem arz etmektedir. Ameliyat izi, ilk birkaç haftalık dönemde daha kırmızı ve geniş bir hale gelecektir. Bu görünüm zamanla azalacak ve daha belirsizleşecektir. Plastik cerrahların kullandığı teknikler ve materyaller tren rayı olarak tabir edilen halk arasında dikiş izi olarak bilinen izden kaçınmayı mümkün kılmaktadır.  Ancak onarım hattının çizgisel izi hiçbir zaman tamamen yok olmamaktadır. Birçok çocukta burun ve dudak bölgesindeki gölgelenmeler nedeniyle bu iz çoğu zaman kabul edilir kozmetik görüntüyle sonuçlanmakta ve daha az dikkat çeker bir şekle dönmektedir.Yarık damak konuşmaya engel midir?Dudak yarıkları başlıca kozmetik, dudak ve burun sorunlarına yol açarken; damak yarıklarında yaşanabilecek en önemli sorun konuşma bozukluğudur. Doğumdan hemen sonra en önemli konu beslenmedir. Diş-çene-yüz kemiklerinin gelişmesinde erişkin yaşına gelene kadar geri kalmalar olabilir. Dudak Damak yarıklı çocukların dudak damakları tam iyileşmesine rağmen büyüme çağı boyunca üst çene kemikleri ve diş gelişimleri takip edilmelidir. Bununla birlikte çene ilerletme geriletme (ortognatik cerrahiler) ve septorinoplasti (burun ameliyatları) çoğu zaman hayatlarının ileri evrelerinde tamamlayıcı tedavi olarak gerekli olmaktadır. Sadece dudak yarıklarında veya sadece damak yarıklarında sorunlar daha az olur. Ancak ikisi bir arada olduğunda bir miktar daha iyileşme hızları ya da nihai sonuçlar farklılık gösterebilir.Ameliyattan sonra dudak yarığı estetik ve işlevsel olarak tamamen düzelir mi?Yarık dudak ve damak ameliyatlarından sonra kaslar, deri ve mukoza olması gereken yerde tamir edilerek iyileşme sürecine girer. Dudak kasları tekrar kasılıp negatif basınç oluşturacak fizyolojik kas halkası(sfinkterini) oluşturmayı -ki bu en çok emmede önemlidir- başarır. Büyümeyle birlikte dudak yarıkları fizyolojik olarak tamamen düzelerek estetik bir görünüm alır. Anne karnından çıktıktan sonra yani embriyolojik dönemden sonra bir insanın geçirdiği bütün ameliyatlar ya da yaralanmalar az ya da çok belli bir izle iyileşir. Dudak bölgesi çoğu zaman bu izlerin az kaldığı ya da fizyolojik iyileşmeye yatkın olduğu yerlerdendir. Damak yarıkları da fonksiyonel olarak tamamen iyileşir. Nadir durumlarda fistül adı verilen küçük delikler damak yarığı ameliyatının en sık gözlenen ve beklenebilen bir komplikasyonu olsa da bu da ikincil düzeltme operasyonuyla giderilebilmektedir.Tavşan dudak önlenebilir mi?Tavşan dudağa sahip bebekleri olan ebeveynler, tekrar bir çocuk düşündüklerinde aynı sorun ile karşılaşma konusunda endişe yaşarlar. Birçok yarık dudak ve yarık damak vakası önlenemezken, ebeveynler bu riski azaltmak için genetik danışmanlık alma, doğum öncesi vitaminleri tüketme ve tütün ile alkol kullanmama gibi önerileri değerlendirilebilir. Tavşan dudak/ Yarık dudak nedir?Tavşan dudak ya da yarık dudak, hamilelik sırasında bozulmalara yol açan genetik faktörler sebebiyle yenidoğanlarda en sık görülen doğumsal anomalilerden biridir. Embriyolojik dönemde çeşitli nedenlerden dolayı bebeğin yüz bölgesindeki yapıların birleşme kusuru nedeniyle ortaya çıkan bir hastalıktır. Halk arasında tavşan dudaklılık olarak bilinir. Bir bebekte yarık dudak olması üzücü olabilir. Ancak bu sorunun düzeltilebileceği unutulmamalıdır. Çoğu bebekte, bir dizi ameliyat normal işlevi eski haline getirebilir ve minimum yara izi ile daha normal bir görünüm elde edebilir.Tavşan dudak neden olur? -Tavşan dudak hastalığı genetik midir?Yarık dudak ve yarık damak oluşumunda hem genetik faktörler hem de çevresel faktörler rol oynar.Genetik faktörler: Tüm yarıkların yüzde 5-10’unun sebebini oluşturmaktadır. Eğer ailede yarık dudak ve damak anomalisi varsa bebekte de olma riski artmaktadır. Eğer ailede böyle bir hikaye yoksa yarık mutant genler ve kromozomal delesyonlarla ya da trisomy D ve trisomy E gibi sendromal anomalilerle birlikte izole genetik anomali ile ortaya çıkabilir. Genetik olarak “Van Der Woude sendromu” adı verilen veya Pierre Robin sekansı olarak bilinen genetik durumlarla yakın ilişkisi kanıtlanmıştır. Biz de ülkemizde yine hastalarımızda yarık dudak hastalığının diğer tanımlanmış genetik mutasyonlar da bulunmakla birlikte sık suçlanan IRF 6 geni mutasyonlarıyla yakın ilişkisini araştırmalarımızda ortaya koyarak “Journal of Craniofacial Surgery” dergisinde yayınlayarak dünya literatürüne bildirmiş bulunmaktayız (Ural A, Bilgen F, Çakmakli S, Bekerecioğlu M. Van der Woude Syndrome With a Novel Mutation in the IRF6 Gene. J Craniofac Surg. 2019 Jul;30(5):e465-e467. doi: 10.1097/SCS.0000000000005552. PMID: 31299817).Çevresel faktörler: Yarık oluşumunda daha etkin rol oynarlar ve çoğu zaman spesifik bir neden bulunamaz. Deneysel olarak yüksek dozda kortizon, gebe hayvanların yavrularında yarık dudak damak oluşumuna neden olabilir.Hamilelik sırasında ilaç almak:  Retinoidler, antikonvülsanlar, Kortikosteroidler,  Benzodiazepinlerin alınması tavşan dudak oluşumu riskini artırır.Anne hastalıkları veya davranışları: Diyabet, gestasyonel diyabet, alkol ve tütün tüketimi, obezite, folik asit eksikliği riski yükseltirKızamıkçık enfeksiyonu: Annenin hamileliğin ilk 3 ayında geçireceği bir kızamıkçık enfeksiyonu dudak yarığı ve damak yarığı oluşumuna neden olur.Vitamin eksiklikleri ve sigara kullanımı: Sigara içmenin ve bazı vitamin eksikliklerinin de yarık oluşumunda etkisi olduğu gösterilmiştir. Ayrıca sosyoekonomik düzeyin düşük olduğu durumlarda yarık dudak damak görülme riski daha fazladır.Tavşan dudağının belirtileri nelerdir?-Tavşan dudağının tanısı nasıl konulur?Tavşan dudağın teşhisi doğumda iyi bir muayene ile konulabilir. Genellikle dudakta veya damakta bir yarık doğumda hemen fark edilir. Ancak gebelik döneminde yapılan detaylı ultrason ile özellikle dudak yarıklarını yakalamak mümkün olabilir. Bu tür bebeklerde prenatal dönemde bazı formlara tanı koymak zor olabilir. (Microform olanlar bazen görülemez ) Ancak doğar doğmaz görüntüsünden tanı koymak kolaydır.Yarık dudak ve yarık damak şu şekilde görünebilir:Daha az sıklıkta ise bir yarık sadece ağzın arkasında bulunan ve ağız astarı ile kaplanmış olan yumuşak damak (submukoz yarık damak) kaslarında oluşur. Bu tür yarıklar genellikle doğumda fark edilmez. Submukoz yarık damak belirtileri ve semptomları şunları içerebilir:Tavşan dudağın risk faktörleri nelerdir? Tavşan dudak en çok kimlerde görülür? Dudak ve damak yarığı yaklaşık 1/1000 doğumda görülürken izole damak yarığı 1/2500 oranında izlenir. Dudak damak yarığı erkeklerde iki kat fazla görülürken izole damak yarığı ise kız çocuklarında iki kat fazla görülmektedir. Bunun nedeni de ağız içindeki mezodermal çıkıntıların embriyonel dönemde birleşmesinin kız bebeklerde bir hafta daha geç olmasıdır ki bu mezodermal çıkıntılar birleşmezse yarık damak ortaya çıkar. Yine yarık damak ve dudak Uzak Doğulularda daha sık, Afrikalı Amerikalılarda ise daha nadir izlenir. İzole yarık damakta böyle bir ayrım bulunmamaktadır.Dudak ve damak yarıklarının tedavisi nasıl uygulanır?Yarık dudak ve yarık damak tedavisinin amacı, çocuğun normal bir şekilde yemek yeme, konuşma ve duyma yeteneğini geliştirmek ve normal bir yüz görünümü elde etmektir.  Tavşan dudak rahatsızlığının tedavisi cerrahi olarak uygulanmaktadır. Ameliyata hazırlarken yarığı küçültmek veya ameliyata hazırlık olarak pedodontistler aracılığıyla nazoalveoler şekillendirme(NAŞ) ya da molding adı verilen bazı kalıplar ile yarığın ameliyata kadar aşırı genişlemesi bir miktar sınırlandırılabilmektedir.  Dudak yarığı ameliyatlarının çocuğun genel vücut gelişiminin ve dokularının cerrahiye izin verecek ve minimum skar (ameliyat izi) bırakacak en erken yaşta yapılması (3. ay bitimi) önemlidir. Damak yarığı ameliyatlarının ise yüz gelişimini etkilemeyecek kadar beklenmesi ancak yarığın konuşma fonksiyonları üzerindeki olumsuz etkisinden dolayı konuşmaya başlamadan önce yapılması (12-18 ay arası) idealdir. Bazı durumlarda aşamalı ameliyatlar veya bu dönemi kaçırmış olsa da çocuklar yine de ameliyatla tedavi edilebilmektedir. Gerek dudak yarığı gerek damak yarığı ameliyatında en önemli iki kriter, bebeğin ameliyat tarihinde yaşıtlarına göre gelişiminin ve ağırlığının normal sınırlara ulaşmış olması ve özellikle üst solunum yolu başta olmak üzere herhangi bir enfeksiyonunun bulunmamasıdır.Hastanede ameliyathane ortamında gerçekleştirilen operasyon genel anestezi altında uygulanır. Dudak -damak yarığını onarmak, etkilenen bölgeleri yeniden yapılandırmak ve ilgili komplikasyonları önlemek veya tedavi etmek için birkaç farklı cerrahi teknik ve prosedür kullanılır.TAVŞAN DUDAK (YARIK DUDAK ) İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULARTavşan dudak ve damak yarığı çeşitleri nelerdir?Anatomik yapıların birleşememesi ve kaynaşmaması sonucunda dudak ve damak yarıkları ortaya çıkmaktadır. Eğer bu birleşme hiç gerçekleşmezse tam (komplet), kısmen gerçekleşir ancak tamamlanamazsa kısmi (inkomplet) yarık dudak ve damak olarak sınıflandırılır. Yine üst dudakta birleşme hatları sağ ve solda konumlandığı için, dudak yarıkları da tek taraflı (sağ ya da sol) ve çift taraflı (hem sağ hem sol) olarak sınıflandırılırlar. Tam olmayan (inkomplet) yarıklar dudakta hafif bir çentik veya buruna ulaşmayan kısmi bir yarık, damakta ise küçük dil ve yumuşak damakta sınırlı bir yarık formunda iken; daha ağır tam (komplet) yarıklar dudaktan buruna kadar ilerleyen, damakta ise küçük dil, yumuşak ve set damağın tümünü içine alan bir yarık şeklindedir.-Tek Taraflı Dudak Yarığı – İnkomplet (tam olmayan) / Komplet (tam)-Çift Taraflı Dudak Yarığı – İnkomplet (tam olmayan) / Komplet (tam)-Damak Yarığı – İnkomplet (tam olmayan) / Komplet (tam)Tavşan dudak ve damak yarığı tedavisinin amacı nedir?Yarık dudağın cerrahi onarımı yüz hatlarının anatomisini normalleştirmeyi amaçlar. Dudak hem kozmetik hem de fonksiyonel bir organ olduğu için sonuç da hem kozmetiği hem de fonksiyonu oluşturmalıdır. Yarık dudak olgularında her zaman burun deformitesi de görüleceği için amaç çalışan dudak kaslarıyla birlikte dudak mukoza ve derisinin simetrik olarak oluşturulması, bu arada fitrum sütunları ve vermillion tüberkülü ile Cupid yayı adı verilen dudak alt ünitesinin estetik bir şekilde oluşturulması amaçlanır. Burun deliklerinin simetrisi, yeterli bir nazal döşeme ve columella uzunluğu ile simetrik ve yeterli bir burun ucu projeksiyonu ve simetrik burun kanatları burun tedavisindeki amaçlardır.Yarık dudak ameliyatı kaç saat sürer? Yarık dudak tedavisi için farklı teknikler uygulanmakla ile birlikte temelde flep cerrahisi olarak tanımlanan, dokuların kaydırılma/ilerletme yöntemi transferi ve öncesinde ayrık bulunan dudak kaslarının onarımını içeren yöntemlerdir. Yarık taraftan doku ilerletmesi ve yarık olmayan taraftan dokuların çevrilmesi ya da ilerletilmesi ile yarık kapatılabilmektedir. Eş zamanlı olarak burun deformitesi mevcut olduğu için burun kıkırdaklarının da şekillendirilmesi de yapılabilmektedir. Burun delikleri şekillendirmede ameliyat sonrası silikondan yapılan özel burun deliği şekillendiriciler de çocuklara verilmektedir. Ameliyatlar yarıkların türüne ve çeşidine göre değişmekle birlikte yaklaşık 1-3 saat içinde tamamlanmaktadır.Dudak yarığı operasyonunun komplikasyonları var mıdır?Her ameliyatta olduğu kadar bu ameliyatın da kendine ait kanama, yara ayrışması, enfeksiyon gibi evrensel komplikasyon riskleri ve anestezi almış olmaya dair riskleri olabilmektedir. Ancak bu işlemin bu alanda deneyimli uzman plastik cerrahlar ve anestezistler tarafından gerçekleştirilmesi ile risk en aza inmektedir. Cerrahi girişim, dudak ve damak yarığı onarımında deneyimli bir plastik cerrah tarafından gerçekleştirilirse iyi bir sonuca ulaşmak mümkündür. Dudak yarığı onarımı sonrasında en sık görülen problem, dudağın her iki yanındaki simetrinin sağlanamamasıdır. Dudak onarımındaki temel amaç yarığın tek bir operasyonda kapatılmasıdır ancak zaman zaman ikinci bir işlem gerekli olabilmektedir. Damak yarığı onarımındaki temel amaç ise damaktaki açıklığın kapatılarak çocuğun beslenmesini ve düzgün konuşmasını sağlamaktır. Ameliyattan sonra damak yarıklı bütün çocuklar konuşma terapistine de yönlendirilmelidir. Zaman zaman çeşitli iyileşme problemleri ve konuşma bozuklukları ikinci bir girişimi gerektirebilmektedir.Damak yarığı ameliyatı kaç yaşında yapılır?Damak yarığı ameliyatı ortalama 12-18 ay arasında yapılmaktadır. Bununla beraber hala ülkemizde bu zaman aralığını kaçırmış birçok çocuk ve aile ameliyat için başvurmakta ve operasyonları başarıyla gerçekleştirilmektedir. Bunun ötesinde yetişkin yaşlarda bile yıllarca tedavi olmamış, korkmuş ya da tedavi edilebileceği kendisine anlatılamamış birçok hasta başarıyla ameliyat edilmektedir. Biz de ülkemizde bu durumdaki pek çok hastayı ameliyatla tedavi etmekteyiz. Ameliyat yaşının geçtiği düşünülmesine rağmen ameliyat olup tedavi edilen hastalarla ilgili makalemiz uluslararası bir dergide de yayınlanmıştır. Ural A, Bilgen F, Bekerecioğlu M. Evaluation of Adolescent and Adult Cleft Lip and Palate Patients in a Developing Country. J Craniofac Surg. 2020 Jul-Aug;31(5):1373-1375. doi: 10.1097/SCS.0000000000006375. PMID: 32282475).Damak yarığı ameliyatı,  farklı teknikler olsa da ortadaki yarık kısmı örtecek şekilde dokuların kenarlardan ortaya damarsal bütünlüğü korunarak ilerletilmesi yöntemleri ile yapılmaktadır. Ameliyatın temelini flep cerrahisi oluşturmaktadır. Dokuların kanlanmasının bozulmadan çevrilmesi önemlidir. Üç kat olarak onarım gerçekleştirilmektedir. Ağız içinden bakıldığında önce burun tarafı (nazal taban) onarılır, daha sonra asıl konuşma fonksiyonunu sağlayan damak kaslarının yanlış tutunduğu yerden, olması gereken şekilde kas onarımı yapılır. Son olarak en üstteki ağız içi pembe mukozasının onarımı yapılmaktadır. Emilen iplikler kullanıldığından dikiş alınması gibi bir duruma gerek kalmamaktadır. Kenarlarda kalan açıklıklar zaman içinde kendi kendine hızlıca iyileşerek kapanmaktadır. Ayrıca bu çocuklarda ameliyat öncesinde KBB uzmanları tarafından gerekli kontroller de yapılarak, ihtiyaç duyulduğu takdirde aynı ameliyatta miringostomi /kulak tüpü de takılabilmektedir.Tavşan dudak ameliyatından sonra nelere dikkat edilmelidir?Çocuklar cerrahi sonrasındaki ilk gece huzursuz bir dönem geçirebilir. Bu dönemi atlatmak için özelleşmiş servisler ve merkezlerde ya da bazen tedbir olarak ilk gece pediatrik yoğun bakımda takip yapılıp bu süreyi daha konforlu ve güvenli geçirmesi sağlanabilir. Çocuğun ellerini ameliyat sahasından uzak tutmak için dirseklerin bükülmesini önleyen bandajları kullanmak bir süre gerekli olabilmektedir. Kullanılan pansumanlar bir kaç gün sonra çıkarılmakta, cilt dikişleri ise 5-6 gün sonra ya kendiliğinden düşmekte ya da öncesinde ağrı azaltıcı bir krem sürülerek kolaylıkla alınmaktadır. Ameliyat sonrası ilk birkaç hafta boyunca çocukların beslenmesi ile ilgili öneriler çok fazla önem arz etmektedir. Ameliyat izi, ilk birkaç haftalık dönemde daha kırmızı ve geniş bir hale gelecektir. Bu görünüm zamanla azalacak ve daha belirsizleşecektir. Plastik cerrahların kullandığı teknikler ve materyaller tren rayı olarak tabir edilen halk arasında dikiş izi olarak bilinen izden kaçınmayı mümkün kılmaktadır.  Ancak onarım hattının çizgisel izi hiçbir zaman tamamen yok olmamaktadır. Birçok çocukta burun ve dudak bölgesindeki gölgelenmeler nedeniyle bu iz çoğu zaman kabul edilir kozmetik görüntüyle sonuçlanmakta ve daha az dikkat çeker bir şekle dönmektedir.Yarık damak konuşmaya engel midir?Dudak yarıkları başlıca kozmetik, dudak ve burun sorunlarına yol açarken; damak yarıklarında yaşanabilecek en önemli sorun konuşma bozukluğudur. Doğumdan hemen sonra en önemli konu beslenmedir. Diş-çene-yüz kemiklerinin gelişmesinde erişkin yaşına gelene kadar geri kalmalar olabilir. Dudak Damak yarıklı çocukların dudak damakları tam iyileşmesine rağmen büyüme çağı boyunca üst çene kemikleri ve diş gelişimleri takip edilmelidir. Bununla birlikte çene ilerletme geriletme (ortognatik cerrahiler) ve septorinoplasti (burun ameliyatları) çoğu zaman hayatlarının ileri evrelerinde tamamlayıcı tedavi olarak gerekli olmaktadır. Sadece dudak yarıklarında veya sadece damak yarıklarında sorunlar daha az olur. Ancak ikisi bir arada olduğunda bir miktar daha iyileşme hızları ya da nihai sonuçlar farklılık gösterebilir.Ameliyattan sonra dudak yarığı estetik ve işlevsel olarak tamamen düzelir mi?Yarık dudak ve damak ameliyatlarından sonra kaslar, deri ve mukoza olması gereken yerde tamir edilerek iyileşme sürecine girer. Dudak kasları tekrar kasılıp negatif basınç oluşturacak fizyolojik kas halkası(sfinkterini) oluşturmayı -ki bu en çok emmede önemlidir- başarır. Büyümeyle birlikte dudak yarıkları fizyolojik olarak tamamen düzelerek estetik bir görünüm alır. Anne karnından çıktıktan sonra yani embriyolojik dönemden sonra bir insanın geçirdiği bütün ameliyatlar ya da yaralanmalar az ya da çok belli bir izle iyileşir. Dudak bölgesi çoğu zaman bu izlerin az kaldığı ya da fizyolojik iyileşmeye yatkın olduğu yerlerdendir. Damak yarıkları da fonksiyonel olarak tamamen iyileşir. Nadir durumlarda fistül adı verilen küçük delikler damak yarığı ameliyatının en sık gözlenen ve beklenebilen bir komplikasyonu olsa da bu da ikincil düzeltme operasyonuyla giderilebilmektedir.Tavşan dudak önlenebilir mi?
12,061
638
Hastalıklar
Telogen Effluvium
Telogen effluvium bir çeşit kafa derisi hastalığıdır. Telojen saç folikülünün dinlenme fazı olarak bilinir. Saçlar dinlenme aşamasına vaktinden önce girdiğinde incelmeye ve dökülmeye başlar. Bu dökülme beklenen saç dökülme oranı olan günde 125 kıldan fazla olduğundan saçların büyük bir kısmı kısa zamanda dökülebilir. Bu dökülme daha çok başın üst bölgesinde kendini gösterir. Kadınlarda daha çok görülen bu saç hastalığı, avuçla saç dökülmesi olarak da ifade edilir.Telogen effluvium bir çeşit kafa derisi hastalığıdır. Telojen saç folikülünün dinlenme fazı olarak bilinir. Saçlar dinlenme aşamasına vaktinden önce girdiğinde incelmeye ve dökülmeye başlar. Bu dökülme beklenen saç dökülme oranı olan günde 125 kıldan fazla olduğundan saçların büyük bir kısmı kısa zamanda dökülebilir. Bu dökülme daha çok başın üst bölgesinde kendini gösterir. Kadınlarda daha çok görülen bu saç hastalığı, avuçla saç dökülmesi olarak da ifade edilir. Telogen Effluvium Nedir?Telogen effluvium, stres, hormonal değişim, ilaç kullanımı ve vücutta yaşanan bir değişiklik sonucunda kafa derisinde meydana gelen saç dökülmesi türüdür. Şiddetli şekilde saç dökülmesinin yanında saçta incelme de görülebilir. 3 aşamalı olan saç döngüsünde stres, hamilelik, yetersiz beslenme, kullanılan ilaçlar, hormonel değişiklikler, bazı hastalıklar gibi farklı sebeplerden kaynaklı değişiklik oluşur. Bu değişiklik de telogen effluvium’e sebep olur. Saç dökülmesi kendi başına bir şey ifade etmez. Tedavisi için dökülmeye neden olan durum ya da hastalıkları tedavi etmek gerekebilir. Geçici bir dökülme süreci olup tedavi sonrasında saçlar genellikle tekrar çıkar. Telogen Effluvium Neden Olur? Saçta büyüme (anajen), geçiş (katajen) ve dinlenme (telojen) aşaması olmak üzere 3 farklı aşama vardır. Normal şartlarda insanların saçlarının %15’i dinlenme aşamasındadır. Telogen eflluvium başladığında büyüme aşaması yavaşlar. Bunun anlamı ise geçiş aşamasına saçın daha az kılla geçecek olmasıdır. Böylece saç foliküllerinin sadece %30’u dinlenme aşamasına geçer ki bu saç dökülmesinin başladığı anlamına gelir. Bu durum kronik hale geldiğinde ise saçın dökülmesi 6 aydan fazla sürer. Saçlar gözle görülür şekilde incelir. Saç dökülmesinin bazı nedenlerini aşağıdaki gibi detaylandırmak mümkündür:  Şiddetli stres yaşanan dönemler, telogen effluvium için uygun ortam yaratır. Boşanma veya sevilen birinin kaybı, iş stresi gibi nedenlere bağlı olarak saç dökülmesi başlayabilir. Stresten saç dökülmesi stresli dönemden sonraki 2 ya da 4 yıl içinde gerçekleşir.   Çoğu kadının doğumdan birkaç ay sonra saç kaybetmesi de telogen effluvium olarak adlandırılır. Hamilelik sırasında saçlar daha fazla büyüse de doğumdan 3 ila 4 ay sonra meydana gelen hormonel değişiklikler saç kaybına sebep olabilir.  Özellikle yüksek ateşe sebep olan hastalıklar 2 –3 ay sonra saç dökülmesi olarak kendini gösterir.  Yetersiz beslenme ve anemi, saç dökülmesi olarak kendini gösterebilir. Protein, demir, çinko, B ve D vitaminlerinin ve temel besin eksikliği de telogen effluvium'e sebep olabilir.  Tiroidin aşırı(hipertiroidi) ya da yavaş(hipotiroidi) çalışması sonucunda vücutta telogen effluvium ortaya çıkabilir. Telogen effluvium'a sebep olan ilaç türleri arasında en bilineni kanser ilaçlarıdır. Bununla birlikte tansiyon ilaçları, antidepresanlar, antibiyotikler, beta-blokerler, retinoidler, ameliyat sırasında ve sonrasında kullanılan bazı ilaçlar da saç dökülmesine sebep olabilir.  Ani kilo kaybı genellikle anoreksiyada kendini gösterir. Vücut kilo kaybettiğinde yeterli besini alamadığı için saçlar dökülmeye başlar. Kadınlarda aşırı saç dökülmesi menopoza bağlı olabilir. Menopoz sırasında da vücutta bazı hormonal değişiklikler meydana gelir. Bu değişiklikler de telogen effluvium’a neden olabilir.   Tiroit bezini etkileyen durumların yanı sıra bazı otoimmün hastalıkları da saç dökülmesine sebep olabilir. Bunlar arasında en bilineni alopesi areata'dır. Otoimmün hastalığı olarak bilinen bu hastalık türünde direkt saç kökü zarar görür. Kafa derisinde dökülme meydana gelebileceği gibi vücudun herhangi bir yerinde de yoğun tüy kaybı görülebilir.  Traksiyon alopesi olarak bilinen sıkı saç modelleri ve postiş kullanımı, erkek tipi kellik olarak bilinen ve hem kadınlarda hem de erkeklerde sık görülen androgenetik alopesi'nin de telogen effluvium’e sebep olabildiği söylenir.  Metal ile uzun süreli temaslarda metal toksitesinden kaynaklı saç dökülmeleri görülebilir.  Telogen Effluvium Belirtileri Nelerdir?Telogen effluvium belirtileri, kişide normalin dışında saç kaybı olarak kendini gösterir. Tararken ve yıkarken ele gelen saç miktarı artmaya başlar. Saç derisinde ve saçta gözle görülür incelme fark edilir. Saçlar kurur ve her tarandığında tarağa gelen saç miktarı artar. Yastıkta, banyoda her geçen gün artarak çoğalan saçlar saç kaybının habercisidir. Bununla birlikte saç derisi sağlıklı görünümdedir. Saç diplerinde kaşıntı ve yanma, ağrı veya pullanma görülmez. Telogen effluvium teşhisi ise oldukça kolaydır. Saç derisindeki kıllara yapılacak çekme testi ve yapılacak kan testi ile hastalık teşhisi konabilir. Sonrasında ise hastalığın altında yatan gerçek neden araştırılarak ona yönelik tedavi uygulanır.  Telogen Effluvium Tedavisi Nasıl Olur?Telogen eflluvium tedavisine başlayabilmek için öncelikle altında yatan nedeni bulmak önemlidir. Sebep bulunduktan ve tedavi edildikten sonra ise saç döngüsünün normale dönmesi beklenir.  Nedene bağlı olarak tedavi şekilleri aşağıdaki gibidir: Nedeni stres ise stresi yönetmeyi öğrenmeye yardımcı olacak profesyonel destek almak.  Altında yatan sebep yetersiz beslenme ise beslenme eksikliklerini gidermeye yardımcı olacak bir diyeti doktor kontrolünde uygulamak. Et, yumurta, balık, baklagil, tahıl ürünleri ve fındık gibi protein açısından zengin besinleri diyete dahil ederek yeterli protein almak.  Demir açısından zengin gıdalar tüketmek. Demir eksikliği ve Telogen effluvium arasında bir bağlantı olduğu düşünülür. Kırmızı et, koyu yeşil yapraklı sebzeler, fasulye ve mercimek gibi baklagilleri tüketerek saç dökülmesinin önüne geçmeye yardımcı olabilmek de mümkündür.  Saç bakımı sırasında saç fazla ısıya maruz kaldıysa bu maruziyeti ortadan kaldırmak. Uygun tedavi uygulandığı takdirde saçların 3-4 ay içinde tekrar uzamaya başladığı görülür. Kafa derisinde yanma ve ağrı olması durumunda ise vakit kaybetmeden dermatoloji bölümden randevu almanızda fayda var. Bazı durumlarda ise dökülme hızı yavaşlar ancak tamamen ortadan kalkmaz. Örneklere bakıldığında telogen effluvium durumunda hastalarda kellik belirtileri görünse de saç kaybının %50’yi geçmediği söylenebilir.  Telogen Effluvium Hakkında Sık Sorulan Sorular Telogen effluviumdan sonra saçlar uzar mı? Saç dökülmesi çevre, hormonel değişiklikler, hastalık, beslenme gibi farklı sebeplere bağlı olarak ortaya çıkar. Telogen effluvium genellikle geçici bir süreç olsa da 6 aya kadar uzayabilir. Saç dökülmesine sebep olan nedenler ortadan kalktıktan sonra saçlar yeniden uzamaya başlar.  Genellikle vücudunuz fiziksel veya duygusal olarak stresli bir şey yaşadıktan birkaç ay sonra gerçekleşir. Ayrıca ani hormonsal değişikliklerden de kaynaklanabilir. Telogen effluvium nedeniyle saç dökülmesi genellikle geçicidir ve artık stresiniz olmadığında saçlarınız genellikle tedavi olmadan tekrar uzar. Telogen effluvium için hangi doktora gidilir? Telogen Effluvium için ilk gidilecek doktor dermatoloji uzmanıdır. Saç dökülmesine neyin sebep olduğu çeşitli testlerle tespit edilir. Bu testler arasında hastanın herhangi bir strese maruz kalıp kalmadığını öğrenmek için hayat hikayesi dinlenir. Fiziksel muayene ve saç çekme testi yapılır. Tüm bunlara ek olarak yapılan kan tahlilinde ise dökülmenin sebebinin herhangi bir patolojik durum olup olmadığı incelenir. Tüm veriler toplandıktan sonra ise tanı konularak tedavi yöntemi tespit edilir.   Telogen Effluvium Nedir?Telogen effluvium, stres, hormonal değişim, ilaç kullanımı ve vücutta yaşanan bir değişiklik sonucunda kafa derisinde meydana gelen saç dökülmesi türüdür. Şiddetli şekilde saç dökülmesinin yanında saçta incelme de görülebilir. 3 aşamalı olan saç döngüsünde stres, hamilelik, yetersiz beslenme, kullanılan ilaçlar, hormonel değişiklikler, bazı hastalıklar gibi farklı sebeplerden kaynaklı değişiklik oluşur. Bu değişiklik de telogen effluvium’e sebep olur. Saç dökülmesi kendi başına bir şey ifade etmez. Tedavisi için dökülmeye neden olan durum ya da hastalıkları tedavi etmek gerekebilir. Geçici bir dökülme süreci olup tedavi sonrasında saçlar genellikle tekrar çıkar. Telogen Effluvium Neden Olur? Saçta büyüme (anajen), geçiş (katajen) ve dinlenme (telojen) aşaması olmak üzere 3 farklı aşama vardır. Normal şartlarda insanların saçlarının %15’i dinlenme aşamasındadır. Telogen eflluvium başladığında büyüme aşaması yavaşlar. Bunun anlamı ise geçiş aşamasına saçın daha az kılla geçecek olmasıdır. Böylece saç foliküllerinin sadece %30’u dinlenme aşamasına geçer ki bu saç dökülmesinin başladığı anlamına gelir. Bu durum kronik hale geldiğinde ise saçın dökülmesi 6 aydan fazla sürer. Saçlar gözle görülür şekilde incelir. Saç dökülmesinin bazı nedenlerini aşağıdaki gibi detaylandırmak mümkündür: Telogen Effluvium Belirtileri Nelerdir?Telogen effluvium belirtileri, kişide normalin dışında saç kaybı olarak kendini gösterir. Tararken ve yıkarken ele gelen saç miktarı artmaya başlar. Saç derisinde ve saçta gözle görülür incelme fark edilir. Saçlar kurur ve her tarandığında tarağa gelen saç miktarı artar. Yastıkta, banyoda her geçen gün artarak çoğalan saçlar saç kaybının habercisidir. Bununla birlikte saç derisi sağlıklı görünümdedir. Saç diplerinde kaşıntı ve yanma, ağrı veya pullanma görülmez. Telogen effluvium teşhisi ise oldukça kolaydır. Saç derisindeki kıllara yapılacak çekme testi ve yapılacak kan testi ile hastalık teşhisi konabilir. Sonrasında ise hastalığın altında yatan gerçek neden araştırılarak ona yönelik tedavi uygulanır.  Telogen Effluvium Tedavisi Nasıl Olur?Telogen eflluvium tedavisine başlayabilmek için öncelikle altında yatan nedeni bulmak önemlidir. Sebep bulunduktan ve tedavi edildikten sonra ise saç döngüsünün normale dönmesi beklenir.  Nedene bağlı olarak tedavi şekilleri aşağıdaki gibidir:Uygun tedavi uygulandığı takdirde saçların 3-4 ay içinde tekrar uzamaya başladığı görülür. Kafa derisinde yanma ve ağrı olması durumunda ise vakit kaybetmeden dermatoloji bölümden randevu almanızda fayda var. Bazı durumlarda ise dökülme hızı yavaşlar ancak tamamen ortadan kalkmaz. Örneklere bakıldığında telogen effluvium durumunda hastalarda kellik belirtileri görünse de saç kaybının %50’yi geçmediği söylenebilir.  Telogen Effluvium Hakkında Sık Sorulan Sorular Telogen effluviumdan sonra saçlar uzar mı? Saç dökülmesi çevre, hormonel değişiklikler, hastalık, beslenme gibi farklı sebeplere bağlı olarak ortaya çıkar. Telogen effluvium genellikle geçici bir süreç olsa da 6 aya kadar uzayabilir. Saç dökülmesine sebep olan nedenler ortadan kalktıktan sonra saçlar yeniden uzamaya başlar.  Genellikle vücudunuz fiziksel veya duygusal olarak stresli bir şey yaşadıktan birkaç ay sonra gerçekleşir. Ayrıca ani hormonsal değişikliklerden de kaynaklanabilir. Telogen effluvium nedeniyle saç dökülmesi genellikle geçicidir ve artık stresiniz olmadığında saçlarınız genellikle tedavi olmadan tekrar uzar. Telogen effluvium için hangi doktora gidilir? Telogen Effluvium için ilk gidilecek doktor dermatoloji uzmanıdır. Saç dökülmesine neyin sebep olduğu çeşitli testlerle tespit edilir. Bu testler arasında hastanın herhangi bir strese maruz kalıp kalmadığını öğrenmek için hayat hikayesi dinlenir. Fiziksel muayene ve saç çekme testi yapılır. Tüm bunlara ek olarak yapılan kan tahlilinde ise dökülmenin sebebinin herhangi bir patolojik durum olup olmadığı incelenir. Tüm veriler toplandıktan sonra ise tanı konularak tedavi yöntemi tespit edilir.  
4,574
639
Hastalıklar
Tay-Sachs Hastalığı
Tay-Sachs hastalığı, beyin ve omurilik fonksiyonlarını etkileyen, bu hücrelerde harabiyete neden olan ölümcül bir hastalık olarak tanımlanıyor. Genetik bir rahatsızlık olan Tay-Sachs hastalığı, anne ve babanın her ikisinden alınan genlerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkıyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Anıl Doğan Bektaş, Tay-Sachs hastalığı ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.Tay-Sachs hastalığı, beyin ve omurilik fonksiyonlarını etkileyen, bu hücrelerde harabiyete neden olan ölümcül bir hastalık olarak tanımlanıyor. Genetik bir rahatsızlık olan Tay-Sachs hastalığı, anne ve babanın her ikisinden alınan genlerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkıyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Anıl Doğan Bektaş, Tay-Sachs hastalığı ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. Tay-Sachs Hastalığı nedir?1881 yılında, Worman Tay adında oftalmolog, dermatolog ve genel cerrah olan bir doktor bu hastalığı ilk kez tanımlamıştır. 12 aylık bir bebeğin göz muayenesinde, makula adı verilen retinaya yakın sarı lekede, simetrik değişiklikler gösteren kırmızı renkli noktasal yapılar fark etmiştir. Tay-Sachs hastalığı, beyin ve omurilik fonksiyonlarını etkileyen, bu hücrelerde harabiyete neden olan ölümcül bir hastalıktır. Genetik bir hastalık olan Tay-Sachs hastalığı, anne ve babanın her ikisinden alınan genlerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan, “otozomal resesif” kalıtılan bir hastalıktır.Hücre içinde lizozom adı verilen bir yapı vardır, bu yapının görevi genel tabirle vücutta zararlı ve biriken maddeleri parçalayıp geri dönüştürmektir. Hekzoaminidaz-A(HexA) denilen enzim de, lizozomdan salgılanır ve vücutta beyin ve omurilik sisteminde çok önemli bir rol oynar, çünkü Hekzoaminidaz-A(HexA) enzimi, GM2 Gangliyozid denilen bir yağ molekülünü parçalamakla görevlidir. Bu enzim, Tay-Sachs hastalığı olan bireylerde ya hiç yoktur, ya da aktivitesi belirgin olarak azalmıştır. GM2 Gangliyozid adı verilen bu yağlı yapı vücutta, özellikle de sinir sistemi hücrelerinde birikerek zehirlenme etkisi yaratır. Bu etki, birikim arttıkça artar. Bu artış da, nöronların hasarlanmasına ve ölmesine neden olur ve Tay-Sachs hastalığı bulguları ortaya çıkar. Enzimin hiç var olmaması ya da eksiklik düzeyine göre, hastalık bulguları daha erken ya da daha geç görülebilmektedir.Eğer gangliyozid denilen yağlı yapının birikimi daha erken gerçekleşirse, hem mental hem de motor gelişim problemleri 2-4 yaş arasında iyice belirginleşir. Bu tipin adı Tip 1 Gangliyozidoz olarak adlandırılır. Daha geç başlangıçlı olanı 5-15 yaşlar arasında başlar ve Tip2 Gangliyozidoz adını alır.Tay-Sachs hastalığı belirtileri nelerdir?İlk 6 ay neredeyse hiçbir belirti göstermezken, sonrasında gülümseme vb. sosyal becerilerde gerilik, desteksiz oturamama, emekleyememe, yürüyememe, ilerleyici körlük ve sağırlık, kas güçsüzlüğüne bağlı solunum yetmezliği ve felç gibi belirtiler görülür. Tay-Sachs hastalığında, doğumdan sonraki ilk aylarda tamamen normal olan bebekler, altı aylık dönemden sonra gülümseme, oturma, emekleme ve yürüme gibi fonksiyonları göstermeme, ileri derecede kas zayıflığı belirtileri ile ilk olarak aileleri tarafından fark edilir. Muayenede, gözde makulada, kiraz kırmızısı renginde “Cherry-red spot” nokta görünümü olup, ilerleyen dönemde bu bölgede küçülme ile kademeli olarak tamamen körlük gelişir. Semptomların ilerlemesi ve demansın belirginleşmesi ile yatağa bağımlı hale gelen olgular, genellikle 5 yaş altında-ortalama 3 yaş civarı- kaybedilir. Tay-Sachs’te, beyinde gangliyozid birikimi genellikle gri cevherdedir.Görülen bulgular genel olarak şunlardır: Gülümseme vb. zihinsel ve sosyal becerilerde gerilik Anormal irkilmeler Koordinasyon bozukluğu Nöbet geçirme Desteksiz oturamama, emekleyememe, yürüyememe Kaslarda işlev kaybı ve felç Büyüme geriliği Körlük ve sağırlık Demans Nefes alma ve yutma güçlüğüMuayenede göz dibinde makulada kiraz kırmızısı nokta görünümü oldukça belirleyicidir (Cherry-red spot)Tay-Sachs hastalığı kimlerde görülür?Hastalıkla ilgili en sık taşıyıcılık Askenazi Yahudilerindedir. (Doğu ve Orta Avrupa) Her 25 Askenazi Yahudisi’nden 1’i bu geni taşımaktadır. Tay-Sachs hastalığı her ne kadar nadir görülen bir hastalık olsa da, taşıyıcıların tüm dünyada yerleşik olması sebebiyle, yaygınlığında artış bulunmaktadır.Tay-Sachs hastalığı neden olur?Lizozom adı verilen organelden salgılanan Hekzoaminidaz-A enzimi eksikliği sebebiyle, sinir hücreleri ve sinir sisteminde anormal yağlı doku birikimi ve buna bağlı olarak sinir hücrelerinde hasarlanma ve ölüm gerçekleşmesidir.Tay-Sachs tanısı nasıl konulur?Manyetik rezonans görüntüleme (MRG) yol göstericidir. Biyokimyasal testlerde plazma ve beyaz kan hücrelerinde (lökositler) Hekzoaminidaz-A(HexA) aktivitesinin olmaması ya da çok az olması ise tanı koydurucudur.Tay-Sachs doğum öncesi tanısı nasıl konulur?Doğum öncesi dönemde, fetüste hasta geni olup olmadığının belirlenebilmesi için bazı testler vardır: Koryon Villus Örnekleme (CVS): Gebeliğin 10-13. haftalarında, vajinadan ya da karından plasental hücre örneği alınarak inceleme Amniyosentez: Gebeliğin 15-20. haftalarında, anne karnında fetüsü çevreleyen amniyon sıvısından örnek alıp inceleme Genetik testlerTay-Sachs tedavisi nasıldır?Agresif medikal tedavilerle sağ kalım uzatılabilse de, nörolojik fonksiyonlarda düzelme sağlanamaz. Tek efektif yol, Hekzoaminidaz-A(HexA) enziminin beyinden salınmasını sağlamaktır. Ancak kan-beyin bariyeri nedeniyle birçok molekülün beyne geçişi sınırlıdır. Gen tedavileri üzerine çok yoğun çalışmalar mevcuttur. Beyin hücrelerine bu enzimi nasıl salgılatacağını öğretecek DNA parçalarını, zararsız virüs taşıyıcılar ile kan beyin bariyerinin aşılması ve bu sayede eksik olan HexA enziminin salgılatılmasını sağlamaya yönelik çalışmalar vardır. Bazı bebeklerde denenmiş ve nörolojik anlamda olumlu sonuçlar da elde edildiği gösterilmiştir. Ancak kesin tedavisi şu an için mümkün görünmemektedir, daha çok yakınma ve bulgulara yönelik destek tedavileri yapılabilmektedir. Ağrılar için ağrı kesiciler Nöbet kontrolü için antiepileptikler Fizik tedavi Beslenme desteği Akciğerlerde biriken mukus için solunum desteği ve solunum fizyoterapisi Aile için psikolojik destek önemlidir.Tay-Sachs Hastalığı Hakkında Sıkça Sorulan SorularTay-Sachs hastalığı hangi organelde olur?Tay-Sachs hastalığı lizozom denilen, vücutta zararlı ve biriken maddeleri uzaklaştırmakla görevli salgılardan sorumlu organeldeki defekt sonucu görülür.Tay-Sachs hastalığı kalıtımsal mıdır?Tay-Sachs hastalığı kalıtımsaldır, anne ve babanın her ikisinden de ilişkili genin aktarılması ile görülür.Tay-Sachs hastalığı hangi enzim eksikliğinde görülür?Tay-Sachs hastalığı ekzoaminidaz-A enzimi eksikliği sebebiyle görülür.Tay-Sachs hastalığına sahip bireyler kaç yaşına kadar yaşar?Tay-Sachs hastalığında enzim eksikliği şiddetine göre değişmekle beraber erken başlangıçlı olanlar ilk 5 yaş içinde kaybedilirken, daha hafif formları erişkin yaşlara kadar yaşayabilirler.Tay-Sachs hastalığı hangi kromozomda oluşur?Tay-Sachs hastalığı 15. kromozomun (15q23-q24) uzun kolunda (q) oluşur.Tay-Sachs hastalığı evreleri nelerdir?Tay-Sachs hastalığı üç evreye ayrılır: Evre 1:  0-14 aylar Evre 2: 15-24 aylar Evre 3: 24 ay ve sonrası Tay-Sachs Hastalığı nedir?1881 yılında, Worman Tay adında oftalmolog, dermatolog ve genel cerrah olan bir doktor bu hastalığı ilk kez tanımlamıştır. 12 aylık bir bebeğin göz muayenesinde, makula adı verilen retinaya yakın sarı lekede, simetrik değişiklikler gösteren kırmızı renkli noktasal yapılar fark etmiştir. Tay-Sachs hastalığı, beyin ve omurilik fonksiyonlarını etkileyen, bu hücrelerde harabiyete neden olan ölümcül bir hastalıktır. Genetik bir hastalık olan Tay-Sachs hastalığı, anne ve babanın her ikisinden alınan genlerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan, “otozomal resesif” kalıtılan bir hastalıktır.Hücre içinde lizozom adı verilen bir yapı vardır, bu yapının görevi genel tabirle vücutta zararlı ve biriken maddeleri parçalayıp geri dönüştürmektir. Hekzoaminidaz-A(HexA) denilen enzim de, lizozomdan salgılanır ve vücutta beyin ve omurilik sisteminde çok önemli bir rol oynar, çünkü Hekzoaminidaz-A(HexA) enzimi, GM2 Gangliyozid denilen bir yağ molekülünü parçalamakla görevlidir. Bu enzim, Tay-Sachs hastalığı olan bireylerde ya hiç yoktur, ya da aktivitesi belirgin olarak azalmıştır. GM2 Gangliyozid adı verilen bu yağlı yapı vücutta, özellikle de sinir sistemi hücrelerinde birikerek zehirlenme etkisi yaratır. Bu etki, birikim arttıkça artar. Bu artış da, nöronların hasarlanmasına ve ölmesine neden olur ve Tay-Sachs hastalığı bulguları ortaya çıkar. Enzimin hiç var olmaması ya da eksiklik düzeyine göre, hastalık bulguları daha erken ya da daha geç görülebilmektedir.Eğer gangliyozid denilen yağlı yapının birikimi daha erken gerçekleşirse, hem mental hem de motor gelişim problemleri 2-4 yaş arasında iyice belirginleşir. Bu tipin adı Tip 1 Gangliyozidoz olarak adlandırılır. Daha geç başlangıçlı olanı 5-15 yaşlar arasında başlar ve Tip2 Gangliyozidoz adını alır.Tay-Sachs hastalığı belirtileri nelerdir?İlk 6 ay neredeyse hiçbir belirti göstermezken, sonrasında gülümseme vb. sosyal becerilerde gerilik, desteksiz oturamama, emekleyememe, yürüyememe, ilerleyici körlük ve sağırlık, kas güçsüzlüğüne bağlı solunum yetmezliği ve felç gibi belirtiler görülür. Tay-Sachs hastalığında, doğumdan sonraki ilk aylarda tamamen normal olan bebekler, altı aylık dönemden sonra gülümseme, oturma, emekleme ve yürüme gibi fonksiyonları göstermeme, ileri derecede kas zayıflığı belirtileri ile ilk olarak aileleri tarafından fark edilir. Muayenede, gözde makulada, kiraz kırmızısı renginde “Cherry-red spot” nokta görünümü olup, ilerleyen dönemde bu bölgede küçülme ile kademeli olarak tamamen körlük gelişir. Semptomların ilerlemesi ve demansın belirginleşmesi ile yatağa bağımlı hale gelen olgular, genellikle 5 yaş altında-ortalama 3 yaş civarı- kaybedilir. Tay-Sachs’te, beyinde gangliyozid birikimi genellikle gri cevherdedir.Görülen bulgular genel olarak şunlardır:Muayenede göz dibinde makulada kiraz kırmızısı nokta görünümü oldukça belirleyicidir (Cherry-red spot)Tay-Sachs hastalığı kimlerde görülür?Hastalıkla ilgili en sık taşıyıcılık Askenazi Yahudilerindedir. (Doğu ve Orta Avrupa) Her 25 Askenazi Yahudisi’nden 1’i bu geni taşımaktadır. Tay-Sachs hastalığı her ne kadar nadir görülen bir hastalık olsa da, taşıyıcıların tüm dünyada yerleşik olması sebebiyle, yaygınlığında artış bulunmaktadır.Tay-Sachs hastalığı neden olur?Lizozom adı verilen organelden salgılanan Hekzoaminidaz-A enzimi eksikliği sebebiyle, sinir hücreleri ve sinir sisteminde anormal yağlı doku birikimi ve buna bağlı olarak sinir hücrelerinde hasarlanma ve ölüm gerçekleşmesidir.Tay-Sachs tanısı nasıl konulur?Manyetik rezonans görüntüleme (MRG) yol göstericidir. Biyokimyasal testlerde plazma ve beyaz kan hücrelerinde (lökositler) Hekzoaminidaz-A(HexA) aktivitesinin olmaması ya da çok az olması ise tanı koydurucudur.Tay-Sachs doğum öncesi tanısı nasıl konulur?Doğum öncesi dönemde, fetüste hasta geni olup olmadığının belirlenebilmesi için bazı testler vardır:Tay-Sachs tedavisi nasıldır?Agresif medikal tedavilerle sağ kalım uzatılabilse de, nörolojik fonksiyonlarda düzelme sağlanamaz. Tek efektif yol, Hekzoaminidaz-A(HexA) enziminin beyinden salınmasını sağlamaktır. Ancak kan-beyin bariyeri nedeniyle birçok molekülün beyne geçişi sınırlıdır. Gen tedavileri üzerine çok yoğun çalışmalar mevcuttur. Beyin hücrelerine bu enzimi nasıl salgılatacağını öğretecek DNA parçalarını, zararsız virüs taşıyıcılar ile kan beyin bariyerinin aşılması ve bu sayede eksik olan HexA enziminin salgılatılmasını sağlamaya yönelik çalışmalar vardır. Bazı bebeklerde denenmiş ve nörolojik anlamda olumlu sonuçlar da elde edildiği gösterilmiştir. Ancak kesin tedavisi şu an için mümkün görünmemektedir, daha çok yakınma ve bulgulara yönelik destek tedavileri yapılabilmektedir.Tay-Sachs Hastalığı Hakkında Sıkça Sorulan SorularTay-Sachs hastalığı hangi organelde olur?Tay-Sachs hastalığı lizozom denilen, vücutta zararlı ve biriken maddeleri uzaklaştırmakla görevli salgılardan sorumlu organeldeki defekt sonucu görülür.Tay-Sachs hastalığı kalıtımsal mıdır?Tay-Sachs hastalığı kalıtımsaldır, anne ve babanın her ikisinden de ilişkili genin aktarılması ile görülür.Tay-Sachs hastalığı hangi enzim eksikliğinde görülür?Tay-Sachs hastalığı ekzoaminidaz-A enzimi eksikliği sebebiyle görülür.Tay-Sachs hastalığına sahip bireyler kaç yaşına kadar yaşar?Tay-Sachs hastalığında enzim eksikliği şiddetine göre değişmekle beraber erken başlangıçlı olanlar ilk 5 yaş içinde kaybedilirken, daha hafif formları erişkin yaşlara kadar yaşayabilirler.Tay-Sachs hastalığı hangi kromozomda oluşur?Tay-Sachs hastalığı 15. kromozomun (15q23-q24) uzun kolunda (q) oluşur.Tay-Sachs hastalığı evreleri nelerdir?
4,947
640
Hastalıklar
Tavuk karası hastalığı (gece körlüğü)
Tavuk Karası, halk arasında  "Gece Körlüğü" olarak bilinen, tıbbi literatürde ise "Retinitis Pigmentosa" olarak adlandırılan genetik bir hastalık olarak karşımıza çıkıyor. Bu hastalık erken evrede karanlıkta görmeyi sağlayan retinadaki ‘rod’ hücrelerinin zaman içinde artan kaybına bağlı olarak gece görememe şikayetleri ile başlıyor. İlerleyen evrelerde ise gündüz görüşünü sağlayan ‘kon’ hücrelerinin de kaybı ile devam ederek son evrede hastanın normal yaşantısını sürdüremeyeceği düzeyde görme kaybı ile sonuçlanmasına neden olabiliyor. Memorial Dicle Hastanesi Göz Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Op. Dr. Belgin Ekmekçiler, tavuk karası hastalığı ve merak edilenlerini yanıtladı.Tavuk Karası, halk arasında  "Gece Körlüğü" olarak bilinen, tıbbi literatürde ise "Retinitis Pigmentosa" olarak adlandırılan genetik bir hastalık olarak karşımıza çıkıyor. Bu hastalık erken evrede karanlıkta görmeyi sağlayan retinadaki ‘rod’ hücrelerinin zaman içinde artan kaybına bağlı olarak gece görememe şikayetleri ile başlıyor. İlerleyen evrelerde ise gündüz görüşünü sağlayan ‘kon’ hücrelerinin de kaybı ile devam ederek son evrede hastanın normal yaşantısını sürdüremeyeceği düzeyde görme kaybı ile sonuçlanmasına neden olabiliyor. Memorial Dicle Hastanesi Göz Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Op. Dr. Belgin Ekmekçiler, tavuk karası hastalığı ve merak edilenlerini yanıtladı. Tavuk karası (gece körlüğü) nedir?Işığı algılamaya yarayan retina içerisinde bulunan doku hücrelerinin hasar görmesi sonrası tavuk karası hastalığı oluşmaktadır. Genetik bozukluk ebeveynlerden aktarılmış ve olguların yarısından fazlası kalıtsaldır. Diğer bireylerde genetik bozukluk ise ilk defa bireyin kendisinde oluşmaktadır. Hastalık kalıtımsal olabileceği için akraba evlilikleri riski artırmaktadır. Kadınlara oranlar erkeklerde bu sağlık sorunu daha sık görülmektedir. Bazen göz dışında diğer organlarında etkilendiği sendrom olarak adlandırılan formları da bulunmaktadır. Hastalığın ortaya çıkma yaşı kişiden kişiye değişiklik göstermektedir. Aynı zamanda hastalığın ilerleme biçimi de olgudan olguya değişkenlik gösterir. Bu sağlık sorunu ile karşı karşıya kalan bireyleri bir kısmı erken yaşta görme yetisini kaybederken bir kısmı yaşam boyu görmesini sürdürebilmektedir. Genellikle ilerleme şekli ailede birbirini taklit etmektedir. Hastaların aile geçmişleri bilinir ise hastalığın seyri konusunda da tahmin yürütmek kolaylık sağlayacaktır.Tavuk karası (gece körlüğü) neden olur?Görme bozukluğunun altında yatan temel nedeni saptamak için uzman hekim tarafından fiziki muayene ve buna ek olarak hastalık öyküsü gereklidir.  Genetik geçişin önemli bir faktör sayıldığı tavuk karası hastalığında akraba evliliği sonrası risk faktörü artmaktadır. Bazı uzmanlara göre a vitamini eksikliği toplumda gece körlüğü olarak bilinen tavuk karası rahatsızlığını tetiklemektedir. Semptomların ortaya çıkmasından sonra kesin tanı ve tedavi sürecinin başlatılması adına hekim değerlendirmesi önem taşımaktadır.Tavuk karası (gece körlüğü) belirtileri nelerdir?Hastalığın ilk bulgusu genellikle geceleri az görme olarak bilinmektedir.  Hastalığın ilk evrelerinde henüz göz muayenesi bulguları bile oluşmadan hastada karanlık adaptasyonu sorunları başlamaktadır. Aydınlıktan, apartman boşluğuna girdiğinde ya da aydınlık odadan karanlık bir odaya girdiğinde önce hareket edemez, ancak bir süre bekledikten sonra ortama uyum sağlar. Aslında normalde sağlıklı insanlarda da böyle bir uyum sorunu söz konusudur. Ancak bu tür hastalar normalin çok üstünde bir sürede adapte olmaktadır. Hastalık ilerleyip rod hücre kaybı artmaya başladıkça hem göz muayenelerinde bulgular başlar hem de hasta artık gece görememeye başlar. İlerleyen evrelerde ise bireylerde tünel görüşü veya dürbün görüşüne (Periferal Görme kaybı) neden olmaktadır. Hastalığın son evresinde ise merkezi görme kaybı oluşur ve nadiren tam körlük ile sonuçlanmaktadır. En genel ve kapsayıcı olarak tavuk karası belirtileri şu şekilde sıralanabilir; Işığa karşı yoğun bir hassasiyet, Gece, gündüze oranla az görme, İlerleyen evrelerde gündüz görme yetisinin de azalması Görme alanında daralma ( önden bir ışığın görülmesi fakat yan tarafların karanlık görülmesi veya görülememesi vb.)Tavuk karası nasıl teşhis edilir?Tavuk karası belirtilerinin ortaya çıkmasından sonra bireylere ERG ve Görme alanı testleri ile kesin tanı konulabilmektedir. ERG testi esnasında yüze ve göz etrafına  elektrodlar yerleştirilerek göz ölçümü sağlanmaktadır. Ağrı ve acının çok hafif hissedildiği ERG testinin farklı tipleri vardır. Bu farklı testler farklı amaçlarla uygulanabilmektedir. Görme alanı testlerinde ise görme yetisinin seviyesi belirlenmektedir. Bu sayede görme bozukluğu veya kaybının olup olmadığı tespit edilmektedir. İlerleyen evrelerde direkt muayene ile de tanı konması sağlanmaktadır. Ailede hastalık var ise erken evrede bu testler yardımı ile hastalık tespit edilebilir ve taşıyıcı kişiler de belirlenerek akraba evlilikleri engellenebilir.Tavuk karası (gece körlüğü) tedavisi nasıl sağlanır?Tavuk karası hastalığını durdurabilecek hiçbir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. Sadece, bu hastalık sebebiyle oluşabilecek katarakt ve makula ödemi gibi tedavi edilebilecek ikincil hastalıklar için takip yapılır. Hastanın stresi azaltması, sigarayı kesmesi ve anti- ageing beslenme önerileri yanında yüksek A vitamini takviyesi önerilmektedir. Kesin bir tedavisi bulunmadığı için tüm hastalıklarda olduğu gibi birçok alternatif tedavi (akapunktur, sülük, damar cerrahileri...) ve bitkisel ilaç tedavisi tavsiye edilse de bu yöntemlerin hiçbirinin kanıtlanmış bir etkinliği bulunmamaktadır. Hastalığın son evresinde olan hastalar için gen tedavileri ve biyonik göz konusunda çalışmalar sürdürülmektedir. Şimdilik sonuçlar çok yeterli olmasa da ileride yüz güldürücü sonuçlar vermesi beklenmektedir.TAVUK KARASI HASTALIĞI HAKKINDA SIK SORULAN SORULARTavuk karası hastalığı anneden bebeğe geçer mi?Kalıtsal sağlık sorunlarından biridir. Anneden bebeğe veya babadan bebeğe geçme olasılığı vardır.Tavuk karası ehliyet alabilir mi?Gece körlüğünün var olması araç kullanmaya engel değildir. Ancak sürücü yönetmeliğine göre belirlenmiş saatler, zaman dilimleri bulunmaktadır. Bu zaman dilimleri içerisinde araç kullanabilmektedirler.Tavuk karası gen tedavisi var mıdır?İlerleyen teknolojik alt yapı ile birlikte bir tedavi sürecinin oluşturulması arzu edilmektedir. Ancak tam anlamıyla bu durumu ortadan kaldıracak bir gen tedavisinin bulunduğu söylenemez.  Tavuk karası (gece körlüğü) nedir?Işığı algılamaya yarayan retina içerisinde bulunan doku hücrelerinin hasar görmesi sonrası tavuk karası hastalığı oluşmaktadır. Genetik bozukluk ebeveynlerden aktarılmış ve olguların yarısından fazlası kalıtsaldır. Diğer bireylerde genetik bozukluk ise ilk defa bireyin kendisinde oluşmaktadır. Hastalık kalıtımsal olabileceği için akraba evlilikleri riski artırmaktadır. Kadınlara oranlar erkeklerde bu sağlık sorunu daha sık görülmektedir. Bazen göz dışında diğer organlarında etkilendiği sendrom olarak adlandırılan formları da bulunmaktadır. Hastalığın ortaya çıkma yaşı kişiden kişiye değişiklik göstermektedir. Aynı zamanda hastalığın ilerleme biçimi de olgudan olguya değişkenlik gösterir. Bu sağlık sorunu ile karşı karşıya kalan bireyleri bir kısmı erken yaşta görme yetisini kaybederken bir kısmı yaşam boyu görmesini sürdürebilmektedir. Genellikle ilerleme şekli ailede birbirini taklit etmektedir. Hastaların aile geçmişleri bilinir ise hastalığın seyri konusunda da tahmin yürütmek kolaylık sağlayacaktır.Tavuk karası (gece körlüğü) neden olur?Görme bozukluğunun altında yatan temel nedeni saptamak için uzman hekim tarafından fiziki muayene ve buna ek olarak hastalık öyküsü gereklidir.  Genetik geçişin önemli bir faktör sayıldığı tavuk karası hastalığında akraba evliliği sonrası risk faktörü artmaktadır. Bazı uzmanlara göre a vitamini eksikliği toplumda gece körlüğü olarak bilinen tavuk karası rahatsızlığını tetiklemektedir. Semptomların ortaya çıkmasından sonra kesin tanı ve tedavi sürecinin başlatılması adına hekim değerlendirmesi önem taşımaktadır.Tavuk karası (gece körlüğü) belirtileri nelerdir?Hastalığın ilk bulgusu genellikle geceleri az görme olarak bilinmektedir.  Hastalığın ilk evrelerinde henüz göz muayenesi bulguları bile oluşmadan hastada karanlık adaptasyonu sorunları başlamaktadır. Aydınlıktan, apartman boşluğuna girdiğinde ya da aydınlık odadan karanlık bir odaya girdiğinde önce hareket edemez, ancak bir süre bekledikten sonra ortama uyum sağlar. Aslında normalde sağlıklı insanlarda da böyle bir uyum sorunu söz konusudur. Ancak bu tür hastalar normalin çok üstünde bir sürede adapte olmaktadır. Hastalık ilerleyip rod hücre kaybı artmaya başladıkça hem göz muayenelerinde bulgular başlar hem de hasta artık gece görememeye başlar. İlerleyen evrelerde ise bireylerde tünel görüşü veya dürbün görüşüne (Periferal Görme kaybı) neden olmaktadır. Hastalığın son evresinde ise merkezi görme kaybı oluşur ve nadiren tam körlük ile sonuçlanmaktadır. En genel ve kapsayıcı olarak tavuk karası belirtileri şu şekilde sıralanabilir;Tavuk karası nasıl teşhis edilir?Tavuk karası belirtilerinin ortaya çıkmasından sonra bireylere ERG ve Görme alanı testleri ile kesin tanı konulabilmektedir. ERG testi esnasında yüze ve göz etrafına  elektrodlar yerleştirilerek göz ölçümü sağlanmaktadır. Ağrı ve acının çok hafif hissedildiği ERG testinin farklı tipleri vardır. Bu farklı testler farklı amaçlarla uygulanabilmektedir. Görme alanı testlerinde ise görme yetisinin seviyesi belirlenmektedir. Bu sayede görme bozukluğu veya kaybının olup olmadığı tespit edilmektedir. İlerleyen evrelerde direkt muayene ile de tanı konması sağlanmaktadır. Ailede hastalık var ise erken evrede bu testler yardımı ile hastalık tespit edilebilir ve taşıyıcı kişiler de belirlenerek akraba evlilikleri engellenebilir.Tavuk karası (gece körlüğü) tedavisi nasıl sağlanır?Tavuk karası hastalığını durdurabilecek hiçbir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. Sadece, bu hastalık sebebiyle oluşabilecek katarakt ve makula ödemi gibi tedavi edilebilecek ikincil hastalıklar için takip yapılır. Hastanın stresi azaltması, sigarayı kesmesi ve anti- ageing beslenme önerileri yanında yüksek A vitamini takviyesi önerilmektedir. Kesin bir tedavisi bulunmadığı için tüm hastalıklarda olduğu gibi birçok alternatif tedavi (akapunktur, sülük, damar cerrahileri...) ve bitkisel ilaç tedavisi tavsiye edilse de bu yöntemlerin hiçbirinin kanıtlanmış bir etkinliği bulunmamaktadır. Hastalığın son evresinde olan hastalar için gen tedavileri ve biyonik göz konusunda çalışmalar sürdürülmektedir. Şimdilik sonuçlar çok yeterli olmasa da ileride yüz güldürücü sonuçlar vermesi beklenmektedir.TAVUK KARASI HASTALIĞI HAKKINDA SIK SORULAN SORULARTavuk karası hastalığı anneden bebeğe geçer mi?Kalıtsal sağlık sorunlarından biridir. Anneden bebeğe veya babadan bebeğe geçme olasılığı vardır.Tavuk karası ehliyet alabilir mi?Gece körlüğünün var olması araç kullanmaya engel değildir. Ancak sürücü yönetmeliğine göre belirlenmiş saatler, zaman dilimleri bulunmaktadır. Bu zaman dilimleri içerisinde araç kullanabilmektedirler.Tavuk karası gen tedavisi var mıdır?İlerleyen teknolojik alt yapı ile birlikte bir tedavi sürecinin oluşturulması arzu edilmektedir. Ancak tam anlamıyla bu durumu ortadan kaldıracak bir gen tedavisinin bulunduğu söylenemez.
4,279
641
Hastalıklar
Testis İltihabı (Orşit)
Orşit ya da halk arasında testis iltihabı olarak bilinen sağlık sorunu, tek veya iki testiste birden ortaya çıkabiliyor. Sıklıkla bakterilerin neden olduğu bu hastalık virüslerle de bulaşabiliyor. Testis iltihabına özellikle kabakulak virüsü neden olabiliyor. Orşit, testislerin arka kısmında spermleri taşıyan ve depolayan tüp şeklindeki yapılardan da kaynaklanabiliyor. Memorial Kayseri Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Doç. Dr. Bülent Altunoluk, testis iltihabı ile ilgili bilgi verdi.Orşit ya da halk arasında testis iltihabı olarak bilinen sağlık sorunu, tek veya iki testiste birden ortaya çıkabiliyor. Sıklıkla bakterilerin neden olduğu bu hastalık virüslerle de bulaşabiliyor. Testis iltihabına özellikle kabakulak virüsü neden olabiliyor. Orşit, testislerin arka kısmında spermleri taşıyan ve depolayan tüp şeklindeki yapılardan da kaynaklanabiliyor. Memorial Kayseri Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Doç. Dr. Bülent Altunoluk, testis iltihabı ile ilgili bilgi verdi. Testis iltihabı (orşit)  nedir?Testislerin iltihaplanması sonucu ortaya çıkan enfeksiyonlara orşit adı verilmektedir. Genellikle bakterilere bağlı gelişmekte iken nadiren kabakulak gibi viral ajanlarla da oluşabilmektedir. Sıklıkla tek bir testis içerisinde ortaya çıkan orşit rahatsızlığı bazen de her iki testiste bulunabilmektedir. Ergenlik döneminden yetişkinliğe geçen erkek bireylerde görülen orşit kimi zaman kabakulak virüsünden kaynaklı olarak çocuklarda da görülmektedir.Testis iltihabının nedenleri nelerdir?Testis iltihabı sıklıkla, var olan idrar yolları enfeksiyonu sırasında bakterilerin testise taşınması ile oluşmaktadır. Gençlerde cinsel yolla bulaşan hastalıklara sebep olan bakteriler ön plandayken, yaşlılarda görülen testis iltihabı ise, prostattan kaynaklanan idrar yolu enfeksiyonunun testise ilerlemesi sonucunda oluşan enfeksiyonlardır. Viral sebeplerin en önemlilerinden biri de, kabakulak orşiti denilen ve kabakulak geçiren hastaların tek testisinin ya da iki testisinin birden iltihaplanması durumu olarak tanımlanmaktadır. Testis iltihabı birçok nedenden dolayı gelişebilmektedir. Orşite yatkınlık oluşturan durumlar kısaca şu şekilde ifade edilebilir; Üretral kateter (sonda) kullanımı İyi huylu prostat büyümesi (BPH) Sık idrar yolları enfeksiyonu geçirmek  Kabakulak aşısı olmamak ya da daha önce kabakulak hastalığı geçirmemek Birden fazla cinsel partner varlığı Hijyenik olmayan ortamlarda bulunmakTestis iltihabının belirtileri nelerdir?Bakteriyel ve viral kaynaklı olabilen orşitin ilerlemesi epididimoorşite (spermleri taşıyan ve depolama görevi bulunan tüp şeklindeki epididim adı verilen yapılarda rahatsızlık görülmesi) sebep olabilmektedir. Orşit belirtileri şunlar olabilmektedir; Testislerde ağrı ve şişlik Kasık bölgesinde ve alt karında ağrı Yüksek ateş İdrarda yanma Üretral akıntı olmasıTestis iltihabının teşhisi nasıl konulur?Hastalık öyküsü dinlendikten sonra fizik muayene ve gerekli laboratuvar testlerinin yapılması gerekmektedir. Tanı için uygulanan yöntemler şunlardır; Fiziki muayenede gözlenen testis ve epididim hassas, ağrılı, şiş ve kızarıktır İdrar tahlilinde iltihap hücreleri izlenebilir Cinsel yolla bulaşan hastalık öyküsü varsa üretral sürüntü alınmalıdır Skrotal renkli doppler ultrasonografi incelemesi ile etkilenen testis ve epididimde kanlanmada artış tanı koymada çok önemlidir.Testis iltihabının tedavisi var mı?Testis iltihabı tedavi edilmezse kendiliğinden geçmez. Üroloji uzmanı tarafından hastanın öyküsü alınıp gerekli testler yapılıp tanı konduktan sonra hemen tedaviye başlanmalıdır.Tedavinin genel prensipleri ise şunlardır; Uygun antibiyotik tedavisi Analjezik ve antiinflamatuar ilaçlar Yatak istirahati Skrotal elevasyon (etkilenen taraf testisinin yukarı kaldırılması) Soğuk kompres uygulaması (önerildiği kadar)Testis iltihabı tedavi edilmezse ne olur? Orşit ve epididimo-orşit zamanında ve yeterince tedavi edilmezse kronik bir hal alabilir. İlerleyen dönemde ara sıra ağrılı ve iltihabi ataklar gelişebilir. Enfeksiyon ilerleyip apse oluşumu gelişebilir. Bu durumda cerrahi işlem gerekebilir. Genç erkeklerde epididimit nedeniyle epididim kanallarının tıkanması sonucu kalıcı hasar meydana gelebilir ve infertiliteye (kısırlığa) yol açabilirTESTİS İLTİHABI HAKKINDA SIK SORULAN SORULARTestis iltihabı bitkisel tedavisi var mıdır?Ağrı veya kızarıklık gibi durumlarda bitkisel ürünlerin kullanılması bir süreliğine çözüm gibi görünse de enfeksiyon hastalıklarının kesinlikle tıbbi tedavisi sağlanmalıdır. Enfeksiyon tedavi edilmez ve şiddeti artarsa testislerde apse oluşumu başlayabilir. Apse oluşumu ise testislerin alınması gibi ciddi bir sonuç doğurabilir. Yani testis iltihabı erken dönemde tam bir tıbbi tedavi ve düzenli kontrol gerektirmektedir.Testis ağrısı psikolojik olur mu?Hastanın şikayetlerinin dinlenmesi, fizik muayene, görüntüleme yöntemleri, idrar tahlilleri ve cinsel yolla bulaşan hastalık taramaları sonuçlarında herhangi bir sorun görülmemesi durumunda testis ağrısının psikolojik kökenli olabileceği düşünülebilir. Fakat bazen altta yatan nedenin saptanması için farklı bir organdaki patolojinin yansıması olabileceği göz önünde bulundurularak diğer tıbbi disiplinlerden görüş istenebilir. Üroloji uzmanı tarafından değerlendirilen tanı kriterlerinde hastalığın saptanmaması ve farklı bir hastalık tespit edilmemesi sonrası ağrı nedeninin tam olarak detaylandırılması ve tedavisi için psikolojik destek alınması gerekebilir.Testis ağrısına evde ne iyi gelir?Testislerde meydana gelen ağrının nedeninin öğrenilerek soruna uygun tedavi uygulamak önemlidir. Nedeni bilinmeyen testis ağrılarında; ağrı kesici, antibiyotik, kas gevşetici gibi ilaçları kullanmak yerine uzanarak istirahat etmek, ılık su ile duş almak, soğuk kompres uygulamak daha doğru bir yöntemdir. Fakat testis ağrılarının nedeni acil müdahale gerektirebilecek testis torsiyonu (testisin kendi etrafında dönmesi sonucu testise giden kan akımının bozulması) gibi durumların atlanmasına yol açıp testis kaybına neden olabilir. Bu yüzden doğru tanı koyup gerekli tedavi için mutlaka üroloji uzmanına danışmak gerekir.  Testis iltihabı (orşit)  nedir?Testislerin iltihaplanması sonucu ortaya çıkan enfeksiyonlara orşit adı verilmektedir. Genellikle bakterilere bağlı gelişmekte iken nadiren kabakulak gibi viral ajanlarla da oluşabilmektedir. Sıklıkla tek bir testis içerisinde ortaya çıkan orşit rahatsızlığı bazen de her iki testiste bulunabilmektedir. Ergenlik döneminden yetişkinliğe geçen erkek bireylerde görülen orşit kimi zaman kabakulak virüsünden kaynaklı olarak çocuklarda da görülmektedir.Testis iltihabının nedenleri nelerdir?Testis iltihabı sıklıkla, var olan idrar yolları enfeksiyonu sırasında bakterilerin testise taşınması ile oluşmaktadır. Gençlerde cinsel yolla bulaşan hastalıklara sebep olan bakteriler ön plandayken, yaşlılarda görülen testis iltihabı ise, prostattan kaynaklanan idrar yolu enfeksiyonunun testise ilerlemesi sonucunda oluşan enfeksiyonlardır. Viral sebeplerin en önemlilerinden biri de, kabakulak orşiti denilen ve kabakulak geçiren hastaların tek testisinin ya da iki testisinin birden iltihaplanması durumu olarak tanımlanmaktadır. Testis iltihabı birçok nedenden dolayı gelişebilmektedir. Orşite yatkınlık oluşturan durumlar kısaca şu şekilde ifade edilebilir;Testis iltihabının belirtileri nelerdir?Bakteriyel ve viral kaynaklı olabilen orşitin ilerlemesi epididimoorşite (spermleri taşıyan ve depolama görevi bulunan tüp şeklindeki epididim adı verilen yapılarda rahatsızlık görülmesi) sebep olabilmektedir. Orşit belirtileri şunlar olabilmektedir;Testis iltihabının teşhisi nasıl konulur?Hastalık öyküsü dinlendikten sonra fizik muayene ve gerekli laboratuvar testlerinin yapılması gerekmektedir. Tanı için uygulanan yöntemler şunlardır;Testis iltihabının tedavisi var mı?Testis iltihabı tedavi edilmezse kendiliğinden geçmez. Üroloji uzmanı tarafından hastanın öyküsü alınıp gerekli testler yapılıp tanı konduktan sonra hemen tedaviye başlanmalıdır.Tedavinin genel prensipleri ise şunlardır;Testis iltihabı tedavi edilmezse ne olur?TESTİS İLTİHABI HAKKINDA SIK SORULAN SORULARTestis iltihabı bitkisel tedavisi var mıdır?Ağrı veya kızarıklık gibi durumlarda bitkisel ürünlerin kullanılması bir süreliğine çözüm gibi görünse de enfeksiyon hastalıklarının kesinlikle tıbbi tedavisi sağlanmalıdır. Enfeksiyon tedavi edilmez ve şiddeti artarsa testislerde apse oluşumu başlayabilir. Apse oluşumu ise testislerin alınması gibi ciddi bir sonuç doğurabilir. Yani testis iltihabı erken dönemde tam bir tıbbi tedavi ve düzenli kontrol gerektirmektedir.Testis ağrısı psikolojik olur mu?Hastanın şikayetlerinin dinlenmesi, fizik muayene, görüntüleme yöntemleri, idrar tahlilleri ve cinsel yolla bulaşan hastalık taramaları sonuçlarında herhangi bir sorun görülmemesi durumunda testis ağrısının psikolojik kökenli olabileceği düşünülebilir. Fakat bazen altta yatan nedenin saptanması için farklı bir organdaki patolojinin yansıması olabileceği göz önünde bulundurularak diğer tıbbi disiplinlerden görüş istenebilir. Üroloji uzmanı tarafından değerlendirilen tanı kriterlerinde hastalığın saptanmaması ve farklı bir hastalık tespit edilmemesi sonrası ağrı nedeninin tam olarak detaylandırılması ve tedavisi için psikolojik destek alınması gerekebilir.Testis ağrısına evde ne iyi gelir?
3,543
642
Hastalıklar
Testis Torsiyonu (Testis Dönmesi)
Testis torsiyonu, testislerin kendi ekseni etrafında dönmesi sonucu kan akışının engellenmesi durumudur. Acil tıbbi müdahale gerektiren bu durum, genellikle şiddetli ağrı ve şişlik ile kendini gösterir. Erken tanı ve müdahale, testis fonksiyonlarının korunması açısından hayati önem taşır. Testis torsiyonu yaşayan bireylerin, belirtileri fark ettiği anda derhal sağlık kuruluşuna başvurması gerekmektedir.’’Testis torsiyonu, testislerin kendi ekseni etrafında dönmesi sonucu kan akışının engellenmesi durumudur. Acil tıbbi müdahale gerektiren bu durum, genellikle şiddetli ağrı ve şişlik ile kendini gösterir. Erken tanı ve müdahale, testis fonksiyonlarının korunması açısından hayati önem taşır. Testis torsiyonu yaşayan bireylerin, belirtileri fark ettiği anda derhal sağlık kuruluşuna başvurması gerekmektedir.’’ Testis Torsiyonu Nedir?Testis torsiyonu, testisin kendi etrafında dönmesi ve kanı skrotuma getiren spermatik kordonun bükülmesi sonucu içindeki damarların kan dolaşımını engellemesi ile oluşan bir hastalıktır.Acil müdahale gerektiren hastalık, öncelikle testislerin iç kısmında bulunan skrotum olarak bilinen torba benzeri yapıda oluşan bozuklukla ilgilidir. Torba benzeri bu yapının beslenmesinde spermatik kord vasıtasıyla sağlanır. Korddan geçen kan akımının yavaşlaması ya da tamamen durması testis torsiyonunu açıklar.Eğer, kan akışının azalması uzun dönemli devam ederse ağrı ve şişkinlikle beraber erkek üreme organı zarar görebilir, işlevsiz hale gelebilir. Görülme sıklığına bakıldığında ergenlerde ve çocuklarda ortaya çıkar.Genel olarak, 4000 çocukta 1 görülen ve ağırlıkla 1 yaş civarında ve ergenlik döneminde ortaya çıkan testis torsiyonu, tek bir testiste ve sol tarafta yoğunlukla oluşmakla birlikte çok az bir oranla her iki tarafta da görülebilir.Bebeklerde testis torsiyonu nedir?Bebeğin doğumuyla beraber 3-5 gün içerisinde görülen rahatsızlık, testisin alt kutbunun skrotuma (testis torbası) sabitlenmemesiyle oluşur. Ayrıca, retraktil ya da inmemiş testis tanısı koyulan çocuklarda hastalık riski oldukça yüksektir. Bebeklerde testis torsiyonu diğer bir ifadeyle ekstra vajinal torsiyon ortalama olarak %5 oranında gözlemlenir. Yenidoğan bebeklerde bu hastalık %70 anne karnında oluşması dikkat çekicidir.Testis Torsiyonu Çeşitleri Nelerdir?Erkek üreme organlarından penisin her iki yanında yer alan testislerinin dönmesini ifade eden testis torsiyonu; anatomik olarak 2 farklı şekilde görülebilir. 2 farklı hastalık tipinde de klinik açıdan benzer belirtiler gözlemlenir ve tedavi şekilleri aynıdır. Bu kapsamda, testis torsiyonu oluşum şekliyle intravaginal ve ekstravaginal tipi olarak ortaya çıkar.İntravajinal (Testis Zarı İçi) Eril organı saran en önemli zar tunka vaginalistir. Bu zar içerisinde miktar olarak az da olsa sıvı yer alır. Sıvı ile çevrelenen üreme organı travmaya karşı koruma kalkanı oluşturur. Zarın zarar görmesiyle spermatik kordun, tunika vaginalis içinde dolanmasıyla görülen rahatsızlık intravaginal torsiyon olarak ifade edilir.Ekstravajinal (Testis Zarı Dışı)Spermatik kordun tunika vaginalisin dış kısmından kendi etrafından dönerse ekstravaginal torsiyonun ortaya çıkmasına neden olur.Testis Torsiyonu Neden Olur?Testis torsiyonu, testisin kendi ekseni etrafında dönmesi sonucu meydana gelir. Bu dönüşle birlikte kan akışında bir aksama meydana gelir. Testis torsiyonuna neden olan faktörler arasında ise genetik, ergenlik döneminde üreme organının hızla büyümesi ve yoğun fiziksel aktivite yer alır.Genel olarak testis torsiyonu hastalığının sebepleri aşağıdaki gibi listelenebilir: Genetik Ergenlik döneminde üreme organının hızla büyümesi Testislerde yaralanma veya travma Ağır spor yapılması ya da aşırı fiziksel aktivite Soğuk havalarTüm bu nedenlerin yanı sıra hiçbir sebep olmadan da testis torsiyonu meydana gelebilir.Testis Torsiyonu Belirtileri Nelerdir?Skrotumda meydana gelen ani ve şiddetli ağrı, skrotumda şişme, karın ağrısı, mide bulantısı ve kusma, testisin anormal bir şekilde konumlanması ve sık idrara çıkma gibi durumlar testis torsiyonu hastalığında ortaya çıkan belirtilerdir. Testis torsiyonu hastalığı yaygın olarak şu belirtilerle ortaya çıkar. Skrotumda (testis) meydana gelen ani ve şiddetli ağrı Skrotumun şişmesi Skrotumun derisinde gözle görülen kızarıklık ve morluk Mide bulantısı ve kusma Anatomik olarak dönme olan tarafın diğerine göre daha yukarıda yer alması Sık idrara çıkma Yüksek ateş görülmesi Skrotumaya denk gelen bir travmatik durumdan sonra görülmesi Kişi elle üreme organını kaldırdığında ağrının yükselmesi (Phren belirtisi) Erken yaşlarda uyku sırasında dayanılmaz ağrının duyulmasıgibi belirtiler ilk sırada gözlemlenir.Bebeklerde testis torsiyonu nasıl anlaşılır?Bebeklerde ilk belirtilerini kızarıklıkla gösteren hastalığın USG ile kan akımını değerlendirmek de çok mümkün değildir. Kesin bir tanı koymak için cerrahi müdahale zorunludur.  Testis Torsiyonu Nasıl Teşhis Edilir?   Doktor tarafından gerçekleştirilen fiziksel muayeneden sonra doppler ultrasonografi ile sintigrafi ile teşhis konulabilir. Testis torsiyonun tanısı tam anlamıyla koyulmuşsa hasta vakit kaybetmeden ameliyata alınmalıdır.Diğer bir taraftan, ilgili hastalık epididim bezinin iltihaplanması, fıtık, varikosel gibi rahatsızlıklarla benzer belirtiler gösterdiği için ayırt edilmesi oldukça önemlidir.Radyonüklit scan yöntemi ile acil olmayan durumlarda kan akışı ölçülerek hastalığın %90 teşhisi konulabilir.Testis Torsiyonu Tedavisi Nasıl Yapılır?Testis torsiyonu için hasta hızlı bir şekilde ameliyata alınmalıdır. Erken muayene ve 8 saatlik süreçte cerrahi müdahale kişiye uygulanabilirse üreme bezinin canlılığı zarar görmeden işlevini sürdürebilir.Ameliyat sonrasında dönen testisler normal şekline döndürülür, devamında ise normal pozisyona gelen kısmın torbaya dikiş atılarak sabitlenmesi sağlanır.Eğer kişi teşhiste gecikirse canlılığını kaybeden kısım ameliyata alındığında görülür ve çürümüş o kısmın alınması zorunlu hale gelir.Testis torsiyonu ameliyatı nasıl yapılır?Testis torsiyonu ameliyatı genellikle genel anestezi altında yapılır. Ameliyat sırasında kasık bölgesinde ya da torbanın üzerinden 3-5 cm'lik kesik açılır. Devamında, zar açılarak problemli kısım ters tarafa döndürülerek hasarlı bölgenin kanlanması sağlanır. Sağlam olan diğer tarafa da bir kesik açılarak kanlanması kontrol edilir ve ileride aynı problem olmaması için torbanın tabanına sabitleme işlemi yapılır. Dönen kısım sıcak uygulama altında yapılır ve bir süre sonra pembeleşen bölge kırmızıya dönmesi beklenir, dönmezse çürümüş olduğunu ifade eder, tamamen testis kesilerek çıkarılır.Testis Torsiyonu Ameliyatı Sonrası Yapılması Gerekenler Nelerdir?Testis torsiyonu ameliyatı sonrası iyileşme süreci oldukça hızlıdır. Ameliyat ortalama olarak yarım saat süreyi kapsar ve sonrasında komplikasyon yok denecek kadar azdır. Yaranın iltihaplanması ya da hafif ağrılar için ağrı kesici ve antibiyotik gibi ilaçlar tavsiye edilebilir.Testis Torsiyonu Hakkında Sık Sorulan SorularTestis torsiyonu tedavi edilmezse ne olur?Ciddi vakalar tedavi edilmezse testis çürüme yaparak canlılığını yitirir, erkeklerde kısırlık ve idrar problemlerinin temel nedenleri arasındadır.Testis torsiyonu için hangi doktora gidilir?Testis torsiyonu şüphesi varsa üroloji doktoruna giderek fiziksel muayene yapılır, sonrasında ise görüntüleme teknikleriyle hastalık kesinleşir.Testis torsiyonu kendi kendine geçer mi?Testis torsiyonu bazı hastalarda kendiliğinden düzelebilirken birçok vakada cerrahi operasyona ihtiyaç vardır.Testis torsiyonu kısırlığa neden olur mu?Testis torsiyonunda enfarktüs oluşması nedeniyle eril bezde çürüme olur ve enfeksiyon oluşur. Bu durum kısırlığa yol açabilir.Testis torsiyonu elle düzeltilir mi?Ciddi olmayan vakalarda doktor testis torsiyonu elle düzeltme işlemini yapabilir. Bu uygulama şekli geçici bir yöntem olması nedeniyle tekrarlandığında cerrahi operasyon şarttır.Testis torsiyonu tekrarlar mı?Skrotumaya yani torba bölümüne ameliyat sırasında sabitlenerek desteklendiğinde tekrarlama ihtimali düşüktür. Testis Torsiyonu Nedir?Testis torsiyonu, testisin kendi etrafında dönmesi ve kanı skrotuma getiren spermatik kordonun bükülmesi sonucu içindeki damarların kan dolaşımını engellemesi ile oluşan bir hastalıktır.Acil müdahale gerektiren hastalık, öncelikle testislerin iç kısmında bulunan skrotum olarak bilinen torba benzeri yapıda oluşan bozuklukla ilgilidir. Torba benzeri bu yapının beslenmesinde spermatik kord vasıtasıyla sağlanır. Korddan geçen kan akımının yavaşlaması ya da tamamen durması testis torsiyonunu açıklar.Eğer, kan akışının azalması uzun dönemli devam ederse ağrı ve şişkinlikle beraber erkek üreme organı zarar görebilir, işlevsiz hale gelebilir. Görülme sıklığına bakıldığında ergenlerde ve çocuklarda ortaya çıkar.Genel olarak, 4000 çocukta 1 görülen ve ağırlıkla 1 yaş civarında ve ergenlik döneminde ortaya çıkan testis torsiyonu, tek bir testiste ve sol tarafta yoğunlukla oluşmakla birlikte çok az bir oranla her iki tarafta da görülebilir.Bebeklerde testis torsiyonu nedir?Bebeğin doğumuyla beraber 3-5 gün içerisinde görülen rahatsızlık, testisin alt kutbunun skrotuma (testis torbası) sabitlenmemesiyle oluşur. Ayrıca, retraktil ya da inmemiş testis tanısı koyulan çocuklarda hastalık riski oldukça yüksektir. Bebeklerde testis torsiyonu diğer bir ifadeyle ekstra vajinal torsiyon ortalama olarak %5 oranında gözlemlenir. Yenidoğan bebeklerde bu hastalık %70 anne karnında oluşması dikkat çekicidir.Testis Torsiyonu Çeşitleri Nelerdir?Erkek üreme organlarından penisin her iki yanında yer alan testislerinin dönmesini ifade eden testis torsiyonu; anatomik olarak 2 farklı şekilde görülebilir. 2 farklı hastalık tipinde de klinik açıdan benzer belirtiler gözlemlenir ve tedavi şekilleri aynıdır. Bu kapsamda, testis torsiyonu oluşum şekliyle intravaginal ve ekstravaginal tipi olarak ortaya çıkar.İntravajinal (Testis Zarı İçi) Eril organı saran en önemli zar tunka vaginalistir. Bu zar içerisinde miktar olarak az da olsa sıvı yer alır. Sıvı ile çevrelenen üreme organı travmaya karşı koruma kalkanı oluşturur. Zarın zarar görmesiyle spermatik kordun, tunika vaginalis içinde dolanmasıyla görülen rahatsızlık intravaginal torsiyon olarak ifade edilir.Ekstravajinal (Testis Zarı Dışı)Spermatik kordun tunika vaginalisin dış kısmından kendi etrafından dönerse ekstravaginal torsiyonun ortaya çıkmasına neden olur.Testis Torsiyonu Neden Olur?Testis torsiyonu, testisin kendi ekseni etrafında dönmesi sonucu meydana gelir. Bu dönüşle birlikte kan akışında bir aksama meydana gelir. Testis torsiyonuna neden olan faktörler arasında ise genetik, ergenlik döneminde üreme organının hızla büyümesi ve yoğun fiziksel aktivite yer alır.Genel olarak testis torsiyonu hastalığının sebepleri aşağıdaki gibi listelenebilir:Tüm bu nedenlerin yanı sıra hiçbir sebep olmadan da testis torsiyonu meydana gelebilir.Testis Torsiyonu Belirtileri Nelerdir?Skrotumda meydana gelen ani ve şiddetli ağrı, skrotumda şişme, karın ağrısı, mide bulantısı ve kusma, testisin anormal bir şekilde konumlanması ve sık idrara çıkma gibi durumlar testis torsiyonu hastalığında ortaya çıkan belirtilerdir. Testis torsiyonu hastalığı yaygın olarak şu belirtilerle ortaya çıkar.gibi belirtiler ilk sırada gözlemlenir.Bebeklerde testis torsiyonu nasıl anlaşılır?Bebeklerde ilk belirtilerini kızarıklıkla gösteren hastalığın USG ile kan akımını değerlendirmek de çok mümkün değildir. Kesin bir tanı koymak için cerrahi müdahale zorunludur.  Testis Torsiyonu Nasıl Teşhis Edilir?   Doktor tarafından gerçekleştirilen fiziksel muayeneden sonra doppler ultrasonografi ile sintigrafi ile teşhis konulabilir. Testis torsiyonun tanısı tam anlamıyla koyulmuşsa hasta vakit kaybetmeden ameliyata alınmalıdır.Diğer bir taraftan, ilgili hastalık epididim bezinin iltihaplanması, fıtık, varikosel gibi rahatsızlıklarla benzer belirtiler gösterdiği için ayırt edilmesi oldukça önemlidir.Radyonüklit scan yöntemi ile acil olmayan durumlarda kan akışı ölçülerek hastalığın %90 teşhisi konulabilir.Testis Torsiyonu Tedavisi Nasıl Yapılır?Testis torsiyonu için hasta hızlı bir şekilde ameliyata alınmalıdır. Erken muayene ve 8 saatlik süreçte cerrahi müdahale kişiye uygulanabilirse üreme bezinin canlılığı zarar görmeden işlevini sürdürebilir.Ameliyat sonrasında dönen testisler normal şekline döndürülür, devamında ise normal pozisyona gelen kısmın torbaya dikiş atılarak sabitlenmesi sağlanır.Eğer kişi teşhiste gecikirse canlılığını kaybeden kısım ameliyata alındığında görülür ve çürümüş o kısmın alınması zorunlu hale gelir.Testis torsiyonu ameliyatı nasıl yapılır?Testis torsiyonu ameliyatı genellikle genel anestezi altında yapılır. Ameliyat sırasında kasık bölgesinde ya da torbanın üzerinden 3-5 cm'lik kesik açılır. Devamında, zar açılarak problemli kısım ters tarafa döndürülerek hasarlı bölgenin kanlanması sağlanır. Sağlam olan diğer tarafa da bir kesik açılarak kanlanması kontrol edilir ve ileride aynı problem olmaması için torbanın tabanına sabitleme işlemi yapılır. Dönen kısım sıcak uygulama altında yapılır ve bir süre sonra pembeleşen bölge kırmızıya dönmesi beklenir, dönmezse çürümüş olduğunu ifade eder, tamamen testis kesilerek çıkarılır.Testis Torsiyonu Ameliyatı Sonrası Yapılması Gerekenler Nelerdir?Testis torsiyonu ameliyatı sonrası iyileşme süreci oldukça hızlıdır. Ameliyat ortalama olarak yarım saat süreyi kapsar ve sonrasında komplikasyon yok denecek kadar azdır. Yaranın iltihaplanması ya da hafif ağrılar için ağrı kesici ve antibiyotik gibi ilaçlar tavsiye edilebilir.Testis Torsiyonu Hakkında Sık Sorulan SorularTestis torsiyonu tedavi edilmezse ne olur?Ciddi vakalar tedavi edilmezse testis çürüme yaparak canlılığını yitirir, erkeklerde kısırlık ve idrar problemlerinin temel nedenleri arasındadır.Testis torsiyonu için hangi doktora gidilir?Testis torsiyonu şüphesi varsa üroloji doktoruna giderek fiziksel muayene yapılır, sonrasında ise görüntüleme teknikleriyle hastalık kesinleşir.Testis torsiyonu kendi kendine geçer mi?Testis torsiyonu bazı hastalarda kendiliğinden düzelebilirken birçok vakada cerrahi operasyona ihtiyaç vardır.Testis torsiyonu kısırlığa neden olur mu?Testis torsiyonunda enfarktüs oluşması nedeniyle eril bezde çürüme olur ve enfeksiyon oluşur. Bu durum kısırlığa yol açabilir.Testis torsiyonu elle düzeltilir mi?Ciddi olmayan vakalarda doktor testis torsiyonu elle düzeltme işlemini yapabilir. Bu uygulama şekli geçici bir yöntem olması nedeniyle tekrarlandığında cerrahi operasyon şarttır.Testis torsiyonu tekrarlar mı?Skrotumaya yani torba bölümüne ameliyat sırasında sabitlenerek desteklendiğinde tekrarlama ihtimali düşüktür.
5,479
643
Hastalıklar
Tetik Parmak
Özellikle başparmak ve yüzük parmağında tendonların kalınlaşması sonucu parmakların eğip veya bükülürken ağrılı bir şekilde kasılması veya kitlenmesiyle yaşanan duruma tetik parmak adı verilir. Aynı zamanda tetik parmak sendromu adı da verilen bu durum, parmakların olağan hareketini engeller ve kasılma veya kilitlenme durumunda parmağı eski haline döndürmek sancılı bir sürece neden olur. Tetik parmak belirtileri arasında çıtlama, ağrı veya sertlik yer alır. Tetik parmak tedavisi için de genellikle parmakları dinlendirme, atel yöntemi ve tetik parmak egzersizleri uygulanır.Özellikle başparmak ve yüzük parmağında tendonların kalınlaşması sonucu parmakların eğip veya bükülürken ağrılı bir şekilde kasılması veya kitlenmesiyle yaşanan duruma tetik parmak adı verilir. Aynı zamanda tetik parmak sendromu adı da verilen bu durum, parmakların olağan hareketini engeller ve kasılma veya kilitlenme durumunda parmağı eski haline döndürmek sancılı bir sürece neden olur. Tetik parmak belirtileri arasında çıtlama, ağrı veya sertlik yer alır. Tetik parmak tedavisi için de genellikle parmakları dinlendirme, atel yöntemi ve tetik parmak egzersizleri uygulanır. Tetik Parmak Nedir?Tetik parmak, tendonların hareket ettiği kılıfta oluşan şişme sonucu tendonların rahat hareket edememesi ile ortaya çıkan, özellikle parmakları veya baş parmak büküldüğünde kasılmaya ve kilitlenmeye neden olan ağrılı bir durumdur. Tetik parmak durumu özellikle 45 yaş ve üstü kişiler ile diyabet veya romatoid artriti olan kişilerde ortaya çıkma eğilimi gösterir.Başparmak veya yüzük parmağı başta olmak üzere genellikle bütün parmaklarda görülebilen ve tıbbi olarak stenoz tenosinovit olarak dile getirilen tetik parmak aynı zamanda tetik parmak sendromu olarak da adlandırılır.Tetik parmak, en sık olarak 50 yaş üstü kadınlarda, şeker hastalığı olanlarda, düşük tiroid fonksiyonuna sahip kişilerde ve romatoid artrit hastalığından muzdarip bireylerde görülür. Belirtileri arasında en yaygın olarak ağrı görülen tetik parmak, aynı zamanda şişlik, çıtlama, patlama hissi ve sertlik gibi semptomlar da gösterir. En yaygın tedavi yöntemi olarak genellikle parmakların dinlendirilmesi, atel yöntemi ve tetik parmak egzersizleri önerilir.Tetik Parmak Neden Olur?Tendon veya içinde bulunduğu sinovyal kılıfta iltihaplanma ve şişme gibi bir tahriş oluştuğunda, tendon bu doku tabakasının içinde rahat hareket edemez ve bu durum parmağın veya başparmağın bükülmesini zorlaştırır. Kişi özellikle başparmağını veya diğer parmaklarını büktüğünde, iltihaplı tendonu daralmış bu kılıftan çekmeye çalışması da tetik parmak denilen kilitlenme ve ağrılı duruma neden olur.Tetik Parmak Belirtileri Nelerdir?Tetik parmak belirtileri arasında en yaygın olarak görülenleri sabahları parmaklarda sertlik, parmak hareketi sırasında duyulan ‘çıt’ sesi, etkilenen parmağın avuç içindeki yumru hissi ve parmağın bir anda kitlenmesidir.Bunlarla birlikte genel olarak tetik parmak belirtileri şunları içerir: Özellikle sabahları hissedilen parmak sertliği Parmakları hareket ettirirken gelen çıt sesi ve patlama hissi Parmağı hareket ettirip esnetirken yaşanan ağrı Parmağın hareket ettiremeyecek biçimde kitlenmesi Etkilenen parmakta hissedilen şişlik ve yumru Parmak tabanında hassasiyetTetik Parmak Nasıl Teşhis Edilir?Tetik parmak teşhisi için doktor öncelikle fiziki muayene sırasında kişinin parmaklarını rahat bir şekilde esnetip hareket ettirmesini ister. Bu hareket sırasında zorlanan ve parmaklarını neredeyse hiç hareket ettiremeyen kişiler için tetik parmak tanısı konulabilir. Tetik parmak teşhisi için doktor tarafından ayrıca ultrason veya röntgen gibi görüntüleme testleri istenebilir.Tetik Parmak EgzersizleriDoktor tarafından tetik parmak tanısı konduktan sonra bazı tetik parmak egzersizleri ve tıbbi olarak tetik parmak tedavisi uygulanır. Tetik parmak egzersizleri arasında en yaygın kabul edileni yumruk egzersizidir. Elinizi yumruk şekline getirdikten sonra olabildiğince geniş bir şekilde açmaya çalışın. Ağrıya ve daha fazla tahrişe sebep olmaması bu hareketi yavaş yapmanız önerilir. Tetik parmak egzersizlerinin ne sıklıkla yapılacağına doktor kontrolünde karar verilmesi daha sağlıklı bir iyileşme süreci geçirmenizi sağlayacaktır.Yumruk egzersizi dışında önerilen tetik parmak egzersizleri ise eklem hareket açıklığı egzersizleri, tendon kayması egzersizleri ve aktif hareket aralığı egzersizleridir.Tetik Parmak TedavisiTetik parmak egzersizleri dışında tetik parmak tedavisi için başvurulacak en yaygın yollar şöyledir:Dinlenme süreci: Tetik parmağa neden olan iş, aktivite veya görevlere bir süre ara vermek tendonların rahatlamasını ve iyileşmesini sağlayacaktır.Atel yöntemi: Etkilenen parmakları yerinde sabit tutmak ve eski haline geri dönmelerine yardımcı olmak için bir sabitleyici bir atel takmanız gerekebilir.Açma - germe egzersizleri: Doktor tarafında, tetik parmağa neden olan tendonlarınızın esnekliğini yeniden kazanmasına yardımcı olmak için size açma germe egzersizleri önerilebilir.İltihap önleyen ilaçlar: Reçetesiz satılan iltihap önleyici ilaçlar tetik parmağın neden olduğu ağrı ve şişliğin azalmasına yardımcı olur.Tetik parmak ameliyatı: Tetik parmak yaşana parmağın tabanına yakın küçük bir kesi atılarak, tendon kılıfının daralmış bölümünü kesilerek açılabilir. Tetik parmak ameliyatı genellikle daha şiddetli tetik parmak ameliyatı vakalarında uygulanır.Tetik Parmak Risk Faktörleri Hangileridir?Bazı kişilerde tetik parmak görülme riski daha yüksek olarak kabul edilir. Tetik parmak riski daha yüksek olan kişiler şöyle sıralanabilir: 45 yaş üstü kadınlar Şeker hastası olanlar Hipotiroid hastaları Romatoid artritle mücadele edenler Sürekli parmakları zorlayan tekrar hareketleri yapanlar (çiftçi, müzisyen)Tetik Parmak Hakkında Sık Sorulan SorularTetik parmak evde nasıl tedavi edilir?Tetik parmağı evde tedavi etmek için önerilen yöntemler arasında dinlenmek, buz kompresi, splint uygulaması ve ve tetik parmak egzersizleri gösterilir.Tetik parmak tehlikeli mi?Tetik parmak genellikle kendiliğinden geçmesi ile bilinen ancak bazı vakalarında tıbbi müdahaleye ihtiyaç duyabilen bir sorundur. Genellikle herhangi bir tehlike unsuru taşımaz.Tetik parmak ilerler mi?Büyük bir tehlike içermeyen tetik parmak, daha şiddetli vakalarında tedavi edilmezse günlük hayatı olumsuz etkileyek hareket kısıtılılığına sebebiyet verebilir. Özetlemek gerekirse tetik parmağın etkilendiği parmağı çok sağlıklı bir şekilde hareket ettiremeyebilirsiniz. Tetik Parmak Nedir?Tetik parmak, tendonların hareket ettiği kılıfta oluşan şişme sonucu tendonların rahat hareket edememesi ile ortaya çıkan, özellikle parmakları veya baş parmak büküldüğünde kasılmaya ve kilitlenmeye neden olan ağrılı bir durumdur. Tetik parmak durumu özellikle 45 yaş ve üstü kişiler ile diyabet veya romatoid artriti olan kişilerde ortaya çıkma eğilimi gösterir.Başparmak veya yüzük parmağı başta olmak üzere genellikle bütün parmaklarda görülebilen ve tıbbi olarak stenoz tenosinovit olarak dile getirilen tetik parmak aynı zamanda tetik parmak sendromu olarak da adlandırılır.Tetik parmak, en sık olarak 50 yaş üstü kadınlarda, şeker hastalığı olanlarda, düşük tiroid fonksiyonuna sahip kişilerde ve romatoid artrit hastalığından muzdarip bireylerde görülür. Belirtileri arasında en yaygın olarak ağrı görülen tetik parmak, aynı zamanda şişlik, çıtlama, patlama hissi ve sertlik gibi semptomlar da gösterir. En yaygın tedavi yöntemi olarak genellikle parmakların dinlendirilmesi, atel yöntemi ve tetik parmak egzersizleri önerilir.Tetik Parmak Neden Olur?Tendon veya içinde bulunduğu sinovyal kılıfta iltihaplanma ve şişme gibi bir tahriş oluştuğunda, tendon bu doku tabakasının içinde rahat hareket edemez ve bu durum parmağın veya başparmağın bükülmesini zorlaştırır. Kişi özellikle başparmağını veya diğer parmaklarını büktüğünde, iltihaplı tendonu daralmış bu kılıftan çekmeye çalışması da tetik parmak denilen kilitlenme ve ağrılı duruma neden olur.Tetik Parmak Belirtileri Nelerdir?Tetik parmak belirtileri arasında en yaygın olarak görülenleri sabahları parmaklarda sertlik, parmak hareketi sırasında duyulan ‘çıt’ sesi, etkilenen parmağın avuç içindeki yumru hissi ve parmağın bir anda kitlenmesidir.Bunlarla birlikte genel olarak tetik parmak belirtileri şunları içerir:Tetik Parmak Nasıl Teşhis Edilir?Tetik parmak teşhisi için doktor öncelikle fiziki muayene sırasında kişinin parmaklarını rahat bir şekilde esnetip hareket ettirmesini ister. Bu hareket sırasında zorlanan ve parmaklarını neredeyse hiç hareket ettiremeyen kişiler için tetik parmak tanısı konulabilir. Tetik parmak teşhisi için doktor tarafından ayrıca ultrason veya röntgen gibi görüntüleme testleri istenebilir.Tetik Parmak EgzersizleriDoktor tarafından tetik parmak tanısı konduktan sonra bazı tetik parmak egzersizleri ve tıbbi olarak tetik parmak tedavisi uygulanır. Tetik parmak egzersizleri arasında en yaygın kabul edileni yumruk egzersizidir. Elinizi yumruk şekline getirdikten sonra olabildiğince geniş bir şekilde açmaya çalışın. Ağrıya ve daha fazla tahrişe sebep olmaması bu hareketi yavaş yapmanız önerilir. Tetik parmak egzersizlerinin ne sıklıkla yapılacağına doktor kontrolünde karar verilmesi daha sağlıklı bir iyileşme süreci geçirmenizi sağlayacaktır.Yumruk egzersizi dışında önerilen tetik parmak egzersizleri ise eklem hareket açıklığı egzersizleri, tendon kayması egzersizleri ve aktif hareket aralığı egzersizleridir.Tetik Parmak TedavisiTetik parmak egzersizleri dışında tetik parmak tedavisi için başvurulacak en yaygın yollar şöyledir:Dinlenme süreci: Tetik parmağa neden olan iş, aktivite veya görevlere bir süre ara vermek tendonların rahatlamasını ve iyileşmesini sağlayacaktır.Atel yöntemi: Etkilenen parmakları yerinde sabit tutmak ve eski haline geri dönmelerine yardımcı olmak için bir sabitleyici bir atel takmanız gerekebilir.Açma - germe egzersizleri: Doktor tarafında, tetik parmağa neden olan tendonlarınızın esnekliğini yeniden kazanmasına yardımcı olmak için size açma germe egzersizleri önerilebilir.İltihap önleyen ilaçlar: Reçetesiz satılan iltihap önleyici ilaçlar tetik parmağın neden olduğu ağrı ve şişliğin azalmasına yardımcı olur.Tetik parmak ameliyatı: Tetik parmak yaşana parmağın tabanına yakın küçük bir kesi atılarak, tendon kılıfının daralmış bölümünü kesilerek açılabilir. Tetik parmak ameliyatı genellikle daha şiddetli tetik parmak ameliyatı vakalarında uygulanır.Tetik Parmak Risk Faktörleri Hangileridir?Bazı kişilerde tetik parmak görülme riski daha yüksek olarak kabul edilir. Tetik parmak riski daha yüksek olan kişiler şöyle sıralanabilir:Tetik Parmak Hakkında Sık Sorulan SorularTetik parmak evde nasıl tedavi edilir?Tetik parmağı evde tedavi etmek için önerilen yöntemler arasında dinlenmek, buz kompresi, splint uygulaması ve ve tetik parmak egzersizleri gösterilir.Tetik parmak tehlikeli mi?Tetik parmak genellikle kendiliğinden geçmesi ile bilinen ancak bazı vakalarında tıbbi müdahaleye ihtiyaç duyabilen bir sorundur. Genellikle herhangi bir tehlike unsuru taşımaz.Tetik parmak ilerler mi?Büyük bir tehlike içermeyen tetik parmak, daha şiddetli vakalarında tedavi edilmezse günlük hayatı olumsuz etkileyek hareket kısıtılılığına sebebiyet verebilir. Özetlemek gerekirse tetik parmağın etkilendiği parmağı çok sağlıklı bir şekilde hareket ettiremeyebilirsiniz.
4,059
644
Hastalıklar
Tırnak Tümörü
Tırnak derinin bir uzantısıdır. Tırnak plağı  matriks yani tırnak kökü hücrelerinden kaynağını alan keratin dokusunun sertleşip kompakt bir hale gelmesiyle oluşmaktadır. Parmak ucunda dokunma duyusunu sağlayan sinir hücrelerini yoğun bir şekilde bulunmaktadır. Tırnak bu hassas bölgeyi travmalardan korur, parmakların nesneleri tutma ve kavramasına da yardımcı olmaktadır. Tırnak tümörü tırnağın kökü ve tırnak yatağı derinin yapısının farklılaşmasından meydana gelmektedir. Tırnak tümörleri tırnak ve tırnak yatağında meydana gelen iyi ya da kötü huylu kitlelerdir. Memorial Şişli Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Necmettin Akdeniz, tırnak tümörleri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.Tırnak derinin bir uzantısıdır. Tırnak plağı  matriks yani tırnak kökü hücrelerinden kaynağını alan keratin dokusunun sertleşip kompakt bir hale gelmesiyle oluşmaktadır. Parmak ucunda dokunma duyusunu sağlayan sinir hücrelerini yoğun bir şekilde bulunmaktadır. Tırnak bu hassas bölgeyi travmalardan korur, parmakların nesneleri tutma ve kavramasına da yardımcı olmaktadır. Tırnak tümörü tırnağın kökü ve tırnak yatağı derinin yapısının farklılaşmasından meydana gelmektedir. Tırnak tümörleri tırnak ve tırnak yatağında meydana gelen iyi ya da kötü huylu kitlelerdir. Memorial Şişli Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Necmettin Akdeniz, tırnak tümörleri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. Tırnak tümörü nedirTırnak tümörü, tırnak plağının altında ve kenarlarında meydana gelen oluşumlara denmektedir. Özellikle tırnak matriksi denilen tırnağın ana hücrelerinin bulunduğu yerden ve tırnak plağının uzandığı tırnak yatağından kaynaklanan tümörlerdir. Tırnak tümörlerinin çoğu iyi huyludur. Tırnak tümörlerinin bazıları ellerde bazıları ise ayaklarda daha sık görülebilmektedir. Özellikle ayak ve el başparmaklarında ortaya çıkmaktadır. Tırnakta ciddi şekil bozukluğuna sebep olan tırnak tümörlerinin cerrahi olarak alınması gerekmektedir. İyi huylu (selim tümörler) ve kötü huylu (kanserler) tümörler tırnağı etkileyerek tırnağın yapısında (distrofi) ve renginde değişikliklere (dikolarasyon) yol açabilir.İyi huylu tırnak tümörleri:Miksoid tümörlerGlamos tümörleriPiyojenik granülomlarOnikomatrikomaKötü huylu tırnak tümörleri:Bowen hastalığıSkuamöz hücreli karsinomMalign melanomTırnak tümörünün nedenleri nelerdirDiğer deri kanserlerinde olduğu gibi tırnak tümörlerinin de en önemli nedeni güneş ışınlarıdır. Tırnakların da deri gibi güneş ışınlarının zararlı etkilerine karşı korunması gerekmektedir. Güneş korumalı kremler tırnaklar için de kullanılmalıdır. Özellikle hassas cilde sahip kişiler özellikle dikkatli olmalıdır.Tırnak tümörünün diğer nedenleri arasında kronik travmalar, kimyasal maruziyetler, radyasyon tedavileri, bağışıklık sistemini baskılayan lenfoma, lösemi gibi kanser türleri ve kemoterapi gibi immün sistemi etkileyen ilaçlar ve enfeksiyonlar (AİDS) bulunmaktadır. Bu nedenlerin dışında kronik her türlü yara ve kanamada kanser olasılığının düşünülmesi gerekmektedir.Tırnak tümörünün belirtileri nelerdir?  Tırnak tümörü özellikle tırnak yapısının bozulmasıyla fark edilmektedir. Tırnak tümörleri, tırnak yapısında ve şeklinde çatlama, kalınlaşma, kırılma gibi şekil bozuklukları, tırnak altında kitleler, şişlikler olarak belirti verebilmektedir. Kötü huylu tümörlerde ise tırnakta renk değişiklikleri ile birlikte tırnak altında şişlik oluşması ve kanama görülebilir. Tırnak plağı, tırnak yatağı ve tırnağın etrafında siyah ya da kahverengi renk değişikliklerinin olması ve etrafa yayılması ve iyileşmeyen yaralar da kötü huyu tırnak tümörlerinin belirtileri arasında bulunmaktadır.Tırnak tümörleri sıklıkla tırnak mantarı ile karıştırılmaktadır. Doğru tanı konulamayan tırnak tümörlerine tırnak mantarı tedavisi uygulanabilmektedir. Tırnak mantarı olarak değerlendirilen ve bu yönde tedavi uygulanan bir tırnak tümörünün erken aşamada tedavi edilmesi de gecikebilmektedir.Erken dönemde ve ilerlememiş iyi ya da kötü huylu tümörler kolaylıkla tedavi edilebilirken geç fark edilen tırnak kanseri yayılarak iç organlara dahi sıçrayabilmektedir.  Tırnak tümörlerinin geç fark edilmesi o parmağın ya da eklemin kesilmesine (ampütasyon) kadar gidebilmektedir.Tırnak tümörü tanısı nasıl konur? Tırnak tümörünün tanısını muayene, dermoskopik inceleme ve gerekli görülen durumlarda tırnak biyopsisi ile konmaktadır. Dermatoloji uzmanı bir hekim muayene ve dermoskop ile yapacağı dermoskopik inceleme sonrası çoğunlukla tırnak tümörü olup olmadığını belirleyebilmektedir. Kanserden şüphelenilen durumlarda tırnak ve tırnak altı biyopisisi yapılarak tanı kesinleştirilerek tümör en kısa sürede cerrahi yöntemlerle alınmaktadır. Tırnak tümörleri tedavisi nasıl yapılır?Tırnak tümörleri sıklıkla cerrahi olarak tedavi edilmektedir. Tümörün olduğu bölge lokal anestezi ile uyuşturulup tümör için uygun olan cerrahi işlemler yapılmaktadır. Tırnak tümörleri küretaj yöntemi, elektrokoter ile yakarak ya da radyoterapi ile tedavi edilebilmektedir. Tümörlerin türü değişse bile çoğunlukla en başarılı tedavi yaklaşımı tümörlerin cerrahi tedavisidir.Miksoid kistler sıvı içeren yarı saydam kistlerdir. İçindeki sıvının boşaltılmasıyla tedavi edilebilirler ama tekrarlama olasılıkları bulunmaktadır. Miksoid kistler cerrahi olarak tamamen çıkarılarak da tedavi edilebilirler.Piyojenik granülomlar kılcal damarların aşırı büyümesiyle oluşan hafif kabarık kızarık kanamalı kitlelerdir. Çevre dokuların şişmesine neden olurlar. Kolay kanama eğilimde olan bu tümörler küretaj ve elektrokoter ile ya da cerrahi olarak çıkarılabilirler. Piyojenik granülomlar bazen malign melanomunun amelanotik formuyla karışabilmektedir. Bu sebeple alınan tümörün patolojik incelemesinin yapılmasında fayda vardır.Glomüs tümörleri glomüs denilen damar yapılarında bulunan hücrelerden meydana gelmektedir. Damarların geçtiği her bölgede ortaya çıkabilirler. Ayak ve el tırnaklarındaki damarların glomüs yapılarında da oluşabilmektedir. Yerleşim yerine bağlı olarak ağrılı olabilirler. Tırnakta şişlik ve şekil bozukluğu da belirtileri arasına bulunabilir. Çoğunlukla iyi huyludur fakat boyutları küçük olduğu için teşhis edilmesi zor olabilmektedir. Tedavisi cerrahi olarak çıkarılmasıdır.Onimatrikoma tümörleri aşırı keratin üretiminden kaynaklanır. Tırnak altında koyu bir çizgi olarak ortaya çıkar ve tırnak plağı kalınlaşır. Tırnakta sararma,  şişkinlik, uzunlamasına çizgiler ve kıymık kanaması da onikomatrikoma tümörlerinde görülmektedir. Cerrahi olarak tümörün çıkarılmasıyla tedavi edilir.Kötü huylu tırnak kanserlerinde de tedavi tümörlere biyopsi yapılıp tümörün mümkün olan en kısa sürede cerrahi olarak alınmasıdır.  Kanserin evresine göre daha sonraki tedavi seçenekleri değerlendirilmektedir.Skuamöz hücreli karsinom kötü huylu bir tırnak kanseridir. En önemli nedenlerinden biri ultraviyole ışınlara fazla maruz kalmaktır. Erkeklerde kadınlara oranla 2 kat daha fazla görülmektedir. Tırnaklar dışında yüz, eller, kollar ve bacaklarda da ortaya çıkabilmektedir.Bowen hastalığı intraepidermal skuamöz hücreli karsinom da denir. Cilt kanserinin erken bir formudur. Genellikle cildin üst katmalarını etkileyen bir hastalıktır. Erken tespit edilip tümör çıkartıldığında tedavisi olumlu gelişmektedir.Malign melonom cilde, saça ve göze rengini veren melanin pigmentini üreten melanosit hücrelerinden kaynak alan bir kanserdir. Koyu tenli insanların bu hastalıktan etkilenme oranları daha yüksektir. En çok görüldüğü yaş grubu ise 40-70 yaş arasıdır. Tırnak yatağında meydana gelirse subungual melanom, tırnak plağının altında oluşursa ungual melanom, tırnak plağı ve deride görülürse periungual melanom olarak adlandırılır. Malign melanomun cerrahi olarak çıkarılması gerekmektedir.Tırnakta meydana gelen değişikliklerin bir uzman tarafında kontrol edilmesi, düzenli doktor muayeneleri tırnak kanserine karşı alınacak en iyi önlemler arasında bulunmaktadır. Tırnak tümörü nedirTırnak tümörü, tırnak plağının altında ve kenarlarında meydana gelen oluşumlara denmektedir. Özellikle tırnak matriksi denilen tırnağın ana hücrelerinin bulunduğu yerden ve tırnak plağının uzandığı tırnak yatağından kaynaklanan tümörlerdir. Tırnak tümörlerinin çoğu iyi huyludur. Tırnak tümörlerinin bazıları ellerde bazıları ise ayaklarda daha sık görülebilmektedir. Özellikle ayak ve el başparmaklarında ortaya çıkmaktadır. Tırnakta ciddi şekil bozukluğuna sebep olan tırnak tümörlerinin cerrahi olarak alınması gerekmektedir. İyi huylu (selim tümörler) ve kötü huylu (kanserler) tümörler tırnağı etkileyerek tırnağın yapısında (distrofi) ve renginde değişikliklere (dikolarasyon) yol açabilir.İyi huylu tırnak tümörleri:Miksoid tümörlerGlamos tümörleriPiyojenik granülomlarOnikomatrikomaKötü huylu tırnak tümörleri:Bowen hastalığıSkuamöz hücreli karsinomMalign melanomTırnak tümörünün nedenleri nelerdirDiğer deri kanserlerinde olduğu gibi tırnak tümörlerinin de en önemli nedeni güneş ışınlarıdır. Tırnakların da deri gibi güneş ışınlarının zararlı etkilerine karşı korunması gerekmektedir. Güneş korumalı kremler tırnaklar için de kullanılmalıdır. Özellikle hassas cilde sahip kişiler özellikle dikkatli olmalıdır.Tırnak tümörünün diğer nedenleri arasında kronik travmalar, kimyasal maruziyetler, radyasyon tedavileri, bağışıklık sistemini baskılayan lenfoma, lösemi gibi kanser türleri ve kemoterapi gibi immün sistemi etkileyen ilaçlar ve enfeksiyonlar (AİDS) bulunmaktadır. Bu nedenlerin dışında kronik her türlü yara ve kanamada kanser olasılığının düşünülmesi gerekmektedir.Tırnak tümörünün belirtileri nelerdir?  Tırnak tümörü özellikle tırnak yapısının bozulmasıyla fark edilmektedir. Tırnak tümörleri, tırnak yapısında ve şeklinde çatlama, kalınlaşma, kırılma gibi şekil bozuklukları, tırnak altında kitleler, şişlikler olarak belirti verebilmektedir. Kötü huylu tümörlerde ise tırnakta renk değişiklikleri ile birlikte tırnak altında şişlik oluşması ve kanama görülebilir. Tırnak plağı, tırnak yatağı ve tırnağın etrafında siyah ya da kahverengi renk değişikliklerinin olması ve etrafa yayılması ve iyileşmeyen yaralar da kötü huyu tırnak tümörlerinin belirtileri arasında bulunmaktadır.Tırnak tümörleri sıklıkla tırnak mantarı ile karıştırılmaktadır. Doğru tanı konulamayan tırnak tümörlerine tırnak mantarı tedavisi uygulanabilmektedir. Tırnak mantarı olarak değerlendirilen ve bu yönde tedavi uygulanan bir tırnak tümörünün erken aşamada tedavi edilmesi de gecikebilmektedir.Erken dönemde ve ilerlememiş iyi ya da kötü huylu tümörler kolaylıkla tedavi edilebilirken geç fark edilen tırnak kanseri yayılarak iç organlara dahi sıçrayabilmektedir.  Tırnak tümörlerinin geç fark edilmesi o parmağın ya da eklemin kesilmesine (ampütasyon) kadar gidebilmektedir.Tırnak tümörü tanısı nasıl konur? Tırnak tümörünün tanısını muayene, dermoskopik inceleme ve gerekli görülen durumlarda tırnak biyopsisi ile konmaktadır. Dermatoloji uzmanı bir hekim muayene ve dermoskop ile yapacağı dermoskopik inceleme sonrası çoğunlukla tırnak tümörü olup olmadığını belirleyebilmektedir. Kanserden şüphelenilen durumlarda tırnak ve tırnak altı biyopisisi yapılarak tanı kesinleştirilerek tümör en kısa sürede cerrahi yöntemlerle alınmaktadır. Tırnak tümörleri tedavisi nasıl yapılır?Tırnak tümörleri sıklıkla cerrahi olarak tedavi edilmektedir. Tümörün olduğu bölge lokal anestezi ile uyuşturulup tümör için uygun olan cerrahi işlemler yapılmaktadır. Tırnak tümörleri küretaj yöntemi, elektrokoter ile yakarak ya da radyoterapi ile tedavi edilebilmektedir. Tümörlerin türü değişse bile çoğunlukla en başarılı tedavi yaklaşımı tümörlerin cerrahi tedavisidir.Miksoid kistler sıvı içeren yarı saydam kistlerdir. İçindeki sıvının boşaltılmasıyla tedavi edilebilirler ama tekrarlama olasılıkları bulunmaktadır. Miksoid kistler cerrahi olarak tamamen çıkarılarak da tedavi edilebilirler.Piyojenik granülomlar kılcal damarların aşırı büyümesiyle oluşan hafif kabarık kızarık kanamalı kitlelerdir. Çevre dokuların şişmesine neden olurlar. Kolay kanama eğilimde olan bu tümörler küretaj ve elektrokoter ile ya da cerrahi olarak çıkarılabilirler. Piyojenik granülomlar bazen malign melanomunun amelanotik formuyla karışabilmektedir. Bu sebeple alınan tümörün patolojik incelemesinin yapılmasında fayda vardır.Glomüs tümörleri glomüs denilen damar yapılarında bulunan hücrelerden meydana gelmektedir. Damarların geçtiği her bölgede ortaya çıkabilirler. Ayak ve el tırnaklarındaki damarların glomüs yapılarında da oluşabilmektedir. Yerleşim yerine bağlı olarak ağrılı olabilirler. Tırnakta şişlik ve şekil bozukluğu da belirtileri arasına bulunabilir. Çoğunlukla iyi huyludur fakat boyutları küçük olduğu için teşhis edilmesi zor olabilmektedir. Tedavisi cerrahi olarak çıkarılmasıdır.Onimatrikoma tümörleri aşırı keratin üretiminden kaynaklanır. Tırnak altında koyu bir çizgi olarak ortaya çıkar ve tırnak plağı kalınlaşır. Tırnakta sararma,  şişkinlik, uzunlamasına çizgiler ve kıymık kanaması da onikomatrikoma tümörlerinde görülmektedir. Cerrahi olarak tümörün çıkarılmasıyla tedavi edilir.Kötü huylu tırnak kanserlerinde de tedavi tümörlere biyopsi yapılıp tümörün mümkün olan en kısa sürede cerrahi olarak alınmasıdır.  Kanserin evresine göre daha sonraki tedavi seçenekleri değerlendirilmektedir.Skuamöz hücreli karsinom kötü huylu bir tırnak kanseridir. En önemli nedenlerinden biri ultraviyole ışınlara fazla maruz kalmaktır. Erkeklerde kadınlara oranla 2 kat daha fazla görülmektedir. Tırnaklar dışında yüz, eller, kollar ve bacaklarda da ortaya çıkabilmektedir.Bowen hastalığı intraepidermal skuamöz hücreli karsinom da denir. Cilt kanserinin erken bir formudur. Genellikle cildin üst katmalarını etkileyen bir hastalıktır. Erken tespit edilip tümör çıkartıldığında tedavisi olumlu gelişmektedir.Malign melonom cilde, saça ve göze rengini veren melanin pigmentini üreten melanosit hücrelerinden kaynak alan bir kanserdir. Koyu tenli insanların bu hastalıktan etkilenme oranları daha yüksektir. En çok görüldüğü yaş grubu ise 40-70 yaş arasıdır. Tırnak yatağında meydana gelirse subungual melanom, tırnak plağının altında oluşursa ungual melanom, tırnak plağı ve deride görülürse periungual melanom olarak adlandırılır. Malign melanomun cerrahi olarak çıkarılması gerekmektedir.Tırnakta meydana gelen değişikliklerin bir uzman tarafında kontrol edilmesi, düzenli doktor muayeneleri tırnak kanserine karşı alınacak en iyi önlemler arasında bulunmaktadır.
5,561
645
Hastalıklar
Testis Kanseri
Testis kanseri, erkek üreme sisteminin bir parçası olan testislerde gelişen hücre büyümesi ile oluşan kanser türüdür. 15 ila 45 yaş arası erkeklerde en sık görülen kötü huylu kanserlerden biridir. Erkeklerde gelişen tümörlerinin %1'ini ve erkek üreme organında görülen kanserlerin %5'ini temsil eder. Testis kanserinde vakaların büyük çoğunluğunda hastalık tamamen tedavi edilebilir. Testis tümörünün gelişmesinde, ihtimali 3-14 kat artıran "kriptorşidizm” olarak ifade edilen inmemiş testisler, genetik, klinefelter sendromu ve kısırlık en yaygın etkenlerdir.karşı testiste daha önceden testis tümörü olması ve kısırlık gibi nedenler öne çıkmaktadır.Testis kanseri, erkek üreme sisteminin bir parçası olan testislerde gelişen hücre büyümesi ile oluşan kanser türüdür. 15 ila 45 yaş arası erkeklerde en sık görülen kötü huylu kanserlerden biridir. Erkeklerde gelişen tümörlerinin %1'ini ve erkek üreme organında görülen kanserlerin %5'ini temsil eder. Testis kanserinde vakaların büyük çoğunluğunda hastalık tamamen tedavi edilebilir. Testis tümörünün gelişmesinde, ihtimali 3-14 kat artıran "kriptorşidizm” olarak ifade edilen inmemiş testisler, genetik, klinefelter sendromu ve kısırlık en yaygın etkenlerdir.karşı testiste daha önceden testis tümörü olması ve kısırlık gibi nedenler öne çıkmaktadır. Testis Nedir?Testis, erkek üreme sisteminin bir parçası olup, skrotum adı verilen bir deri kesesi içinde penisin arkasında duran iki oval bezdir. Testisler sperm üretir ve depolar. Ayrıca bu işlevinin yanı sıra, yüz kıllarının, artan kas kütlesinin yanı sıra cinsel dürtü (libido) gelişiminden sorumlu olan testosteronu üretir. Sperm oluşumu ve testosteron salgılanması hipofizden salgılanan FSH ve LH hormonları tarafından kontrol edilir.Testis Kanseri Nedir?Testis kanseri, testislerde başlayan ve bazen vücudun diğer alanlarına da yayılabilen tümöral bir büyümedir. Testis kanseri, bir testisin dokularında kanserli (kötü huylu) hücreler geliştiğinde ortaya çıkar. Testis kanseri, 20 ila 35 yaş arası erkeklerde en sık görülen kanserdir. Hastalık genellikle başarıyla tedavi edilebilir. Testis kanserlerinin sağ testiste görülme sıklığı yüzde 52.3 iken sol testiste görülme sıklığı ise yüzde 47,7’dir.Her iki testiste de kanserli hücrelerin gelişimi meydana gelebilir, ancak bu durum %2-3 gibi bir oranla çok nadirdir.Testis Kanseri Türleri Nelerdir?Testis kanserlerinin yaklaşık yüzde 90 ila 95'i sperm üretiminde kullanılan ve “germ hücreleri” olarak adlandırılan hücrelerden meydana gelir. Testis kanserlerinde iki ana tür mevcuttur: Seminoma ve seminom dışı.Seminoma tümörleriSeminoma tümörleri şu iki temel özelliğe sahiptir: Seminom dışı tümörlerden daha yavaş gelişme eğilimindedir Genellikle 25 ile 45 yaşları arasında ortaya çıksa da ileri yaşlarda da görülebilirSeminom dışı tümörler (non-seminom)Seminom dışı tümörlerin özellikleri şunlardır: Seminoma kanserlerinden daha hızlı gelişme eğilimindedir Dört ana alt tip vardır: Teratom, koryokarsinom, yolk sac tümörü ve embriyonal karsinom Genellikle ergenliğin sonlarında ve 30’lu yaşların başlarında görülür.Diğer tümörlerKarışık tümörlerBazen bir testis kanseri, seminoma hücrelerinin ve seminom dışı hücrelerin bir karışımını veya seminom dışı hücrelerin (karışık tümörler) farklı alt tiplerinin bir kombinasyonunu içerebilir.Stromal tümörlerStromal tümörler testislerin destekleyici (yapısal) ve hormon üreten dokusunu oluşturan hücrelerde oluşur. Genellikle iyi huyludurlar ve ameliyatla çıkarılırlar.Bazı testis kanserleri, intratubüler germ hücreli neoplazi (ITGCN veya IGCN) adı verilen bir durum olarak başlar. Bu durumda hücreler anormaldir, ancak sperm hücrelerinin geliştiği alanın dışına yayılmazlar. ITGCN kanser değildir; ancak beş yıl içinde yaklaşık yüzde 50 olasılıkla testis kanserine dönüşme riski vardır. Testis kanseri teşhisi konan kişilerin yaklaşık yüzde 5 ila 10'u ITGCN'ye sahiptir. ITGCN, testis kanserine benzer risk faktörlerine sahiptir. ITGCN’yi teşhis etmek zordur zira hiçbir belirti görülmez, yalnızca bir doku örneğinin test edilmesiyle teşhis edilebilir.Testis Kanseri Neden Olur?Testis kanserinin nedenleri, ırk ve etnik köken, HIV/AIDS hastalıkları, inmemiş testis, yaş, ailede testis kanseri öyküsü, kısırlık, hipospadias olarak bilinen penis anormalliğidir.Testis Kanseri Belirtileri Nelerdir?Testis kanserinin ilk belirtisi genellikle şişmiş bir testis veya testisteki sert bir yumrudur. Testislerde genelde ağrı olmaz; ancak genellikle skrotumda yani erkeklerde testislerin bulunduğu torba benzeri organda ağrı veya rahatsızlık hissedilebilir.Testis kanseri belirtileri genel olarak şunlardır: Testislerden birinde ağrısız sert şişlik Skrotumda bir çekme veya rahatsızlık hissi Normalden daha büyük görünen bir testis Alt karın ve kasık bölgesinde hafif bir ağrı Skrotumda sıvı birikmesi (Hidrosel) Meme hassasiyeti veya meme dokusunda büyüme Sırt ağrısı Kilo kaybıTestis kanserinin evresine göre değişkenlik gösterebilen aşağıdakiler dahil başka semptomlar da gelişebilir: Öksürük Bir veya iki bacağın şişmesi veya bir kan pıhtısından nefes darlığı: Büyük bir damardaki kan pıhtısı, derin venöz tromboz veya DVT olarak adlandırılır. Akciğerdeki bir arterdeki kan pıhtısı, pulmoner emboli olarak adlandırılır. Bu durum nefes darlığına neden olur. Enfeksiyon: Testis enfeksiyonuna orşit denir. Epididim enfeksiyonuna epididimit denir. Enfeksiyondan şüpheleniliyorsa, hastaya antibiyotik reçete edilebilir. Antibiyotikler sorunu çözmezse, genellikle testis kanseri şüphesiyle başka testlere ihtiyaç olacaktır. Göğüslerde hassasiyet veya büyüme: Nadiren de olsa bazı testis tümörleri, jinekomasti denilen bir durum olan meme hassasiyetine veya meme dokusunun büyümesine neden olan hormonları üretir.Testis kanserinin erken evrede teşhis edilmesi tedavide başarı oranını artıracağından yukarıdaki belirtilerin görülmesi durumunda vakit kaybedilmeden doktora başvurmak gerekmektedir.Testis Kanseri Risk Faktörleri Nelerdir?Testis kanseri risk faktörleri genel olarak şunları içerir:YaşÇoğu vaka 15 ila 40 yaşları arasında ortaya çıkar. Testis kanseri, 20- 35 yaşları arasındaki erkeklerde en sık görülen kanser türüdür.Irk-Etnik yapıTestis kanseri gelişme riski beyaz erkeklerde, siyahi erkeklere nazaran 5 kat daha fazladır. Dünya çapında bu hastalığın gelişme riski Amerika ve Avrupa’da yüksek, Afrika veya Asya’da daha düşüktür.Ailede testis kanseri öyküsüAile geçmişi, testis kanseri gelişme riskini arttırır. Nitekim ailede bir erkekte testis kanseri görülmüşse, aynı ailede erkek kardeş ve/veya oğulda da testis kanseri görülme olasılığı artar.İnmemiş testis (kriptorşidizm)Doğumdan önce skrotuma inmeyen testisli erkekler yüksek risk altındadır. Bu durumu düzeltmek için ameliyat olan erkekler halen testis kanserine yakalanma riskini taşımaktadır.Anormal testis gelişimiTestislerin anormal gelişimine sebep olan koşullar testis kanseri riskini artırabilirHIV enfeksiyonu HIV enfeksiyonu kapan erkeklerde, özellikle AIDS olan hastalarda testis kanseri riski artmaktadır.Diğer testiste kanser hikayesiBir testiste kanser tedavisi görüp iyileşen erkeklerin yaklaşık yüzde 3 ila 4’ünün diğer testisinde de kanser tespit edilmektedir.Klinefelter sendromuKlinefelter sendromu da testis kanseri riskini artıran faktörlerdendir.Testis Kanseri Nasıl Teşhis Edilir?Testis tümörlerinde tanı için fizik muayene, testis ultrasonu ve kan testlerine ihtiyaç duyulur. Bu tetkiklerin yanı sıra, tümörün yayılma riskine karşı akciğer filmi ve tomografi de çekilir. Testiste ele gelen bir kitle saptandığı takdirde, tetkiklerle aksi ispat edilmediği sürece, bu kitlenin bir tümör olduğu kabul edilip, tedaviye bu şekilde başlanmaktadır.Vakit geçirmeden hastalıklı testisin alınması ve gerekli patolojik incelemenin yapılıp, tanının kesinleştirilmesi gerekmektedir. Zira testis kanseri tanısında 6 haftalık bir gecikme, kanser nedeniyle ölüm riskini 2 kat artırmaktadır.Tümör belirteç proteinlerinin seviyelerini ölçmek için aşağıdaki kan testleri de yapılacaktır. Alfa-fetoprotein (AFP) Beta-insan koryonik gonadotropin (beta-hCG) Laktat dehidrojenaz (LDH) Plasental alkalin fosfatazTüm testlerin (CT taraması, MRI taraması, göğüs röntgeni) ve patolojik incelemenin sonucuna göre hastalığın hangi evrede olduğu ve hücre yapısına göre değişiklik gösteren alt tipleri tanımlanmaktadır. Elde edilen sonuç doğrultusunda “kemoterapi” veya “radyoterapi” gibi ek bir tedaviye ihtiyaç duyulup duyulmadığı belirlenmektedir. Ameliyat sonrası tümörün evresine ve tipine göre iyi bir takip yapılmalıdır. Diğer kanser tiplerinde de olduğu gibi; erken tanı ve kısa sürede yapılan uygun tedavi ile başarı şansı çok yüksektir.Testis Kanseri TedavisiTestis kanseri tedavisinde temel tedavi yöntemi cerrahi yöntem yani ameliyattır. Kanserin yayılım göstermediği, sadece testiste bulunduğu 1. evrede, testisin alınması (orşidektomi) tek tedavi seçeneğidir. Kanser testisin ötesine yayılmışsa kanserin 2. ve 3. evresinde cerrahi ile birlikte kemoterapi ve/veya radyoterapi de uygulanır. Testis kanseri tekrarlayabilir veya vücudun diğer bölgelerine yayılabilir. Bu nedenle başarılı bir tedavinin ardından takip bakımı önemlidir.Evre 1, kanserin sadece testiste bulunduğu anlamına gelir. Evre 2 kanserin karın veya pelviste lenf düğümlerine yayılmıştır. Testis kanserinde Evre 3 ise, kanserin lenf düğümlerinin ötesine, akciğerler gibi vücudun diğer bölgelerine yayılmıştır.Cerrahi yöntem (ameliyat)Testis kanseri için ana tedavi, kanserden etkilenen testisi çıkarmak için yapılan Bu operasyona orşidektomi denir. Erken teşhis edilen testis kanserinde temel tedavi yönteminin ameliyat olduğu söylenebilir.Ameliyattan sonra, onkoloji umanı dahil olmak üzere bir uzman ekip tüm sonuçları inceleyecektir. Örneğin kanser daha da ilerlemişse karındaki lenf düğümlerini çıkarmak için başka bir cerrahi prosedüre daha ihtiyaç duyulabilir. KemoterapiKanser testisin dışına yayıldıysa veya ameliyattan sonra tekrarladıysa, genellikle testis kanserini tedavi etmek için kemoterapi uygulanabilir. Kanser yayılmamış olsa bile, doktor ihtiyaç duyması halinde hastaya bir kür kemoterapi uygulayabilir. Bunun nedeni ilerleyen süreçte testis kanserinin tekrarlama olasılığını azaltmaktır.RadyoterapiRadyoterapide, kanser hücrelerini öldürmek için radyasyon kullanır. Radyoterapi, seminomlar radyasyona çok duyarlı olduğu için seminom tip testis kanserlerini tedavi etmek için kullanılır. Ameliyattan sonra kanserin tekrarlamasını önlemek veya kanserin testisin ötesine yayıldığı durumlarda radyoterapi uygulanabilir.Testis Kanseri ile İlgili Sık Sorulan Sorular Testis kanserinin evreleri nelerdir?Evre 1: Evre 1’de tümör yalnızca testistedir.Evre 2: Evre 2’de tümör karın bölgesindeki lenf nodlarına yayılmıştır.Evre 3: Evre 3’te tümör karın bölgesindeki lenf nodlarına ve ötesine yayılmıştır (en sık olarak akciğere).Testis kanserinden sonra çocuk sahibi olabilir miyim?Orşidektomi ile tek testisin alınmasının ardından kısırlık ya da ereksiyon problemleri genellikle yaşanmaz. Zira diğer testis eksik olanı telafi etmek için daha fazla sperm ve daha fazla testosteron hormonu üretir. Ancak kemoterapi ve radyoterapi uygulamaları doğurganlığı düşürebilir. Öte yandan tedavi sırasında hem testisler hem de lenf düğümleri çıkarılırsa bu durumda da doğurganlık etkilenebilir.Testis kanseri önlenebilir mi?Testis kanserini önlemenin bir yolu yoktur; ancak erken teşhis önemlidir. Erkekler ayda bir kendi kendine testis muayenesi (TSE) yapmalıdır. Testislerde herhangi bir değişiklik fark edilirse (yumrular veya nodüller, sertlik, kalıcı ağrı veya testis büyümesi veya küçülmesi) zaman kaybedilmeden doktora başvurmak gerekmektedir.Kendi kendine testis muayenesi için en iyi zaman, banyo sırasında veya sonrasında testis torbasının derisinin gevşediği zamandır.Her bir testisi incelemek için iki el de kullanılmalıdır. İşaret ve orta parmaklar testisin altına ve başparmaklar testisin üstüne yerleştirilmelidir. Testisler parmakların arasında nazikçe döndürülmelidir. (Testislerin farklı boyutlarda olması normaldir.)Testisin üstünde ve arkasında kord benzeri bir yapı fark edebilir. Bu yapıya epididim denir. Epidim sperm depolar ve taşır, yumruyla karıştırılmamalıdır.Testiste ele gelen herhangi bir sertliğin kitle veya şişlik olup olmadığını kontrol edilmelidir. Herhangi bir yumru hissedildiğinde doktora başvurulmalıdır. (Topaklar bezelye büyüklüğünde veya daha büyük olabilir ve genellikle ağrısızdır.)Testis kanseri olan erkeklerde prognoz (iyileşme şansı) nedir?Bu kanser türü, vakaların yüzde 95'inden fazlasında başarıyla tedavi edilmektedir. Olumsuz risk faktörlerine sahip erkeklerin dahi ortalama olarak yüzde 50 iyileşme şansı vardır. Testis Nedir?Testis, erkek üreme sisteminin bir parçası olup, skrotum adı verilen bir deri kesesi içinde penisin arkasında duran iki oval bezdir. Testisler sperm üretir ve depolar. Ayrıca bu işlevinin yanı sıra, yüz kıllarının, artan kas kütlesinin yanı sıra cinsel dürtü (libido) gelişiminden sorumlu olan testosteronu üretir. Sperm oluşumu ve testosteron salgılanması hipofizden salgılanan FSH ve LH hormonları tarafından kontrol edilir.Testis Kanseri Nedir?Testis kanseri, testislerde başlayan ve bazen vücudun diğer alanlarına da yayılabilen tümöral bir büyümedir. Testis kanseri, bir testisin dokularında kanserli (kötü huylu) hücreler geliştiğinde ortaya çıkar. Testis kanseri, 20 ila 35 yaş arası erkeklerde en sık görülen kanserdir. Hastalık genellikle başarıyla tedavi edilebilir. Testis kanserlerinin sağ testiste görülme sıklığı yüzde 52.3 iken sol testiste görülme sıklığı ise yüzde 47,7’dir.Her iki testiste de kanserli hücrelerin gelişimi meydana gelebilir, ancak bu durum %2-3 gibi bir oranla çok nadirdir.Testis Kanseri Türleri Nelerdir?Testis kanserlerinin yaklaşık yüzde 90 ila 95'i sperm üretiminde kullanılan ve “germ hücreleri” olarak adlandırılan hücrelerden meydana gelir. Testis kanserlerinde iki ana tür mevcuttur: Seminoma ve seminom dışı.Seminoma tümörleriSeminoma tümörleri şu iki temel özelliğe sahiptir:Seminom dışı tümörler (non-seminom)Seminom dışı tümörlerin özellikleri şunlardır:Diğer tümörlerKarışık tümörlerBazen bir testis kanseri, seminoma hücrelerinin ve seminom dışı hücrelerin bir karışımını veya seminom dışı hücrelerin (karışık tümörler) farklı alt tiplerinin bir kombinasyonunu içerebilir.Stromal tümörlerStromal tümörler testislerin destekleyici (yapısal) ve hormon üreten dokusunu oluşturan hücrelerde oluşur. Genellikle iyi huyludurlar ve ameliyatla çıkarılırlar.Bazı testis kanserleri, intratubüler germ hücreli neoplazi (ITGCN veya IGCN) adı verilen bir durum olarak başlar. Bu durumda hücreler anormaldir, ancak sperm hücrelerinin geliştiği alanın dışına yayılmazlar. ITGCN kanser değildir; ancak beş yıl içinde yaklaşık yüzde 50 olasılıkla testis kanserine dönüşme riski vardır. Testis kanseri teşhisi konan kişilerin yaklaşık yüzde 5 ila 10'u ITGCN'ye sahiptir. ITGCN, testis kanserine benzer risk faktörlerine sahiptir. ITGCN’yi teşhis etmek zordur zira hiçbir belirti görülmez, yalnızca bir doku örneğinin test edilmesiyle teşhis edilebilir.Testis Kanseri Neden Olur?Testis kanserinin nedenleri, ırk ve etnik köken, HIV/AIDS hastalıkları, inmemiş testis, yaş, ailede testis kanseri öyküsü, kısırlık, hipospadias olarak bilinen penis anormalliğidir.Testis Kanseri Belirtileri Nelerdir?Testis kanserinin ilk belirtisi genellikle şişmiş bir testis veya testisteki sert bir yumrudur. Testislerde genelde ağrı olmaz; ancak genellikle skrotumda yani erkeklerde testislerin bulunduğu torba benzeri organda ağrı veya rahatsızlık hissedilebilir.Testis kanseri belirtileri genel olarak şunlardır:Testis kanserinin evresine göre değişkenlik gösterebilen aşağıdakiler dahil başka semptomlar da gelişebilir:Testis kanserinin erken evrede teşhis edilmesi tedavide başarı oranını artıracağından yukarıdaki belirtilerin görülmesi durumunda vakit kaybedilmeden doktora başvurmak gerekmektedir.Testis Kanseri Risk Faktörleri Nelerdir?Testis kanseri risk faktörleri genel olarak şunları içerir:YaşÇoğu vaka 15 ila 40 yaşları arasında ortaya çıkar. Testis kanseri, 20- 35 yaşları arasındaki erkeklerde en sık görülen kanser türüdür.Irk-Etnik yapıTestis kanseri gelişme riski beyaz erkeklerde, siyahi erkeklere nazaran 5 kat daha fazladır. Dünya çapında bu hastalığın gelişme riski Amerika ve Avrupa’da yüksek, Afrika veya Asya’da daha düşüktür.Ailede testis kanseri öyküsüAile geçmişi, testis kanseri gelişme riskini arttırır. Nitekim ailede bir erkekte testis kanseri görülmüşse, aynı ailede erkek kardeş ve/veya oğulda da testis kanseri görülme olasılığı artar.İnmemiş testis (kriptorşidizm)Doğumdan önce skrotuma inmeyen testisli erkekler yüksek risk altındadır. Bu durumu düzeltmek için ameliyat olan erkekler halen testis kanserine yakalanma riskini taşımaktadır.Anormal testis gelişimiTestislerin anormal gelişimine sebep olan koşullar testis kanseri riskini artırabilirHIV enfeksiyonu HIV enfeksiyonu kapan erkeklerde, özellikle AIDS olan hastalarda testis kanseri riski artmaktadır.Diğer testiste kanser hikayesiBir testiste kanser tedavisi görüp iyileşen erkeklerin yaklaşık yüzde 3 ila 4’ünün diğer testisinde de kanser tespit edilmektedir.Klinefelter sendromuKlinefelter sendromu da testis kanseri riskini artıran faktörlerdendir.Testis Kanseri Nasıl Teşhis Edilir?Testis tümörlerinde tanı için fizik muayene, testis ultrasonu ve kan testlerine ihtiyaç duyulur. Bu tetkiklerin yanı sıra, tümörün yayılma riskine karşı akciğer filmi ve tomografi de çekilir. Testiste ele gelen bir kitle saptandığı takdirde, tetkiklerle aksi ispat edilmediği sürece, bu kitlenin bir tümör olduğu kabul edilip, tedaviye bu şekilde başlanmaktadır.Vakit geçirmeden hastalıklı testisin alınması ve gerekli patolojik incelemenin yapılıp, tanının kesinleştirilmesi gerekmektedir. Zira testis kanseri tanısında 6 haftalık bir gecikme, kanser nedeniyle ölüm riskini 2 kat artırmaktadır.Tümör belirteç proteinlerinin seviyelerini ölçmek için aşağıdaki kan testleri de yapılacaktır.Tüm testlerin (CT taraması, MRI taraması, göğüs röntgeni) ve patolojik incelemenin sonucuna göre hastalığın hangi evrede olduğu ve hücre yapısına göre değişiklik gösteren alt tipleri tanımlanmaktadır. Elde edilen sonuç doğrultusunda “kemoterapi” veya “radyoterapi” gibi ek bir tedaviye ihtiyaç duyulup duyulmadığı belirlenmektedir. Ameliyat sonrası tümörün evresine ve tipine göre iyi bir takip yapılmalıdır. Diğer kanser tiplerinde de olduğu gibi; erken tanı ve kısa sürede yapılan uygun tedavi ile başarı şansı çok yüksektir.Testis Kanseri TedavisiTestis kanseri tedavisinde temel tedavi yöntemi cerrahi yöntem yani ameliyattır. Kanserin yayılım göstermediği, sadece testiste bulunduğu 1. evrede, testisin alınması (orşidektomi) tek tedavi seçeneğidir. Kanser testisin ötesine yayılmışsa kanserin 2. ve 3. evresinde cerrahi ile birlikte kemoterapi ve/veya radyoterapi de uygulanır. Testis kanseri tekrarlayabilir veya vücudun diğer bölgelerine yayılabilir. Bu nedenle başarılı bir tedavinin ardından takip bakımı önemlidir.Evre 1, kanserin sadece testiste bulunduğu anlamına gelir. Evre 2 kanserin karın veya pelviste lenf düğümlerine yayılmıştır. Testis kanserinde Evre 3 ise, kanserin lenf düğümlerinin ötesine, akciğerler gibi vücudun diğer bölgelerine yayılmıştır.Cerrahi yöntem (ameliyat)Testis kanseri için ana tedavi, kanserden etkilenen testisi çıkarmak için yapılan Bu operasyona orşidektomi denir. Erken teşhis edilen testis kanserinde temel tedavi yönteminin ameliyat olduğu söylenebilir.Ameliyattan sonra, onkoloji umanı dahil olmak üzere bir uzman ekip tüm sonuçları inceleyecektir. Örneğin kanser daha da ilerlemişse karındaki lenf düğümlerini çıkarmak için başka bir cerrahi prosedüre daha ihtiyaç duyulabilir. KemoterapiKanser testisin dışına yayıldıysa veya ameliyattan sonra tekrarladıysa, genellikle testis kanserini tedavi etmek için kemoterapi uygulanabilir. Kanser yayılmamış olsa bile, doktor ihtiyaç duyması halinde hastaya bir kür kemoterapi uygulayabilir. Bunun nedeni ilerleyen süreçte testis kanserinin tekrarlama olasılığını azaltmaktır.RadyoterapiRadyoterapide, kanser hücrelerini öldürmek için radyasyon kullanır. Radyoterapi, seminomlar radyasyona çok duyarlı olduğu için seminom tip testis kanserlerini tedavi etmek için kullanılır. Ameliyattan sonra kanserin tekrarlamasını önlemek veya kanserin testisin ötesine yayıldığı durumlarda radyoterapi uygulanabilir.Testis Kanseri ile İlgili Sık Sorulan Sorular Testis kanserinin evreleri nelerdir?Evre 1: Evre 1’de tümör yalnızca testistedir.Evre 2: Evre 2’de tümör karın bölgesindeki lenf nodlarına yayılmıştır.Evre 3: Evre 3’te tümör karın bölgesindeki lenf nodlarına ve ötesine yayılmıştır (en sık olarak akciğere).Testis kanserinden sonra çocuk sahibi olabilir miyim?Orşidektomi ile tek testisin alınmasının ardından kısırlık ya da ereksiyon problemleri genellikle yaşanmaz. Zira diğer testis eksik olanı telafi etmek için daha fazla sperm ve daha fazla testosteron hormonu üretir. Ancak kemoterapi ve radyoterapi uygulamaları doğurganlığı düşürebilir. Öte yandan tedavi sırasında hem testisler hem de lenf düğümleri çıkarılırsa bu durumda da doğurganlık etkilenebilir.Testis kanseri önlenebilir mi?Testis kanserini önlemenin bir yolu yoktur; ancak erken teşhis önemlidir. Erkekler ayda bir kendi kendine testis muayenesi (TSE) yapmalıdır. Testislerde herhangi bir değişiklik fark edilirse (yumrular veya nodüller, sertlik, kalıcı ağrı veya testis büyümesi veya küçülmesi) zaman kaybedilmeden doktora başvurmak gerekmektedir.Kendi kendine testis muayenesi için en iyi zaman, banyo sırasında veya sonrasında testis torbasının derisinin gevşediği zamandır.Her bir testisi incelemek için iki el de kullanılmalıdır. İşaret ve orta parmaklar testisin altına ve başparmaklar testisin üstüne yerleştirilmelidir. Testisler parmakların arasında nazikçe döndürülmelidir. (Testislerin farklı boyutlarda olması normaldir.)Testisin üstünde ve arkasında kord benzeri bir yapı fark edebilir. Bu yapıya epididim denir. Epidim sperm depolar ve taşır, yumruyla karıştırılmamalıdır.Testiste ele gelen herhangi bir sertliğin kitle veya şişlik olup olmadığını kontrol edilmelidir. Herhangi bir yumru hissedildiğinde doktora başvurulmalıdır. (Topaklar bezelye büyüklüğünde veya daha büyük olabilir ve genellikle ağrısızdır.)Testis kanseri olan erkeklerde prognoz (iyileşme şansı) nedir?Bu kanser türü, vakaların yüzde 95'inden fazlasında başarıyla tedavi edilmektedir. Olumsuz risk faktörlerine sahip erkeklerin dahi ortalama olarak yüzde 50 iyileşme şansı vardır.
8,418
646
Hastalıklar
Tetanoz
Halk arasında kazıklı humma olarak isimlendirilen tetanoz, hastanın sinir sistemini etkileyerek kaslarda şiddetli kasılmalara neden olur. Tedavi edilmeyen kirli yaralarda clostridium tetani bakterilerinin çoğalıp ürettiği toksinlerden kaynaklı bulaşıcı bir hastalıktır. Özellikle çene ve boyun kaslarında ağrılı kas kasılmaları oluşturan tetanoz, hastanın solunum sistemini de etkileyerek kişide hayati riske sebep olabilir. Tetanoz hastalığına karşı korunmanın en etkili yolu tetanoz aşısı yaptırmaktır.Halk arasında kazıklı humma olarak isimlendirilen tetanoz, hastanın sinir sistemini etkileyerek kaslarda şiddetli kasılmalara neden olur. Tedavi edilmeyen kirli yaralarda clostridium tetani bakterilerinin çoğalıp ürettiği toksinlerden kaynaklı bulaşıcı bir hastalıktır. Özellikle çene ve boyun kaslarında ağrılı kas kasılmaları oluşturan tetanoz, hastanın solunum sistemini de etkileyerek kişide hayati riske sebep olabilir. Tetanoz hastalığına karşı korunmanın en etkili yolu tetanoz aşısı yaptırmaktır. Tetanoz Nedir? Tetanoz, kas kasılmalarına neden olan bir toksin üreten Clostridium tetani adı verilen bakterinin vücuda girmesi ile ortaya çıkan enfeksiyon hastalığıdır. Merkezi sinir sistemini ile birlikte boyun ve çene kaslarını etkileyen tetanoz ölümcül sonuçlara neden olabilir. Clostridium tetani bakterisi iğne, çivi gibi ürünler nedeniyle oluşmuş yara kesiklerinden ya da toz, toprak veya gübre gibi çevrede bulunduğu doğal yapı üzerinden vücuda girerek ağrılı kas kasılmalarına neden olan toksin üretimine başlarlar. Bir diğer adı da çene kitlenmesi olarak bilinen tetanoz, boyun ve çene kaslarında kitlenmelere sebep olur ve ağzı açmayı zor hale getirir. Aynı zamanda tetanoz, hastanın solunum sistemini de etkileyerek hayati riske neden olabilir.Tetanozun Belirtileri Nelerdir?Tetanoz belirtileri genellikle enfeksiyon vücuda girdikten yaklaşık 7 ila 10 gün sonra ortaya çıkar. Ancak bu süre bazen daha uzun olabilir. Çene kaslarında spazm, yutkunma güçlüğü, baş ağrısı, midede kas kasılmaları, ateş, terleme ve sırt ya da boyunda oluşan spazm sertlikler gibi durumlar tetanozun yaygın belirtileridir. Bazı hastalarda kasılmalar çok kuvvetli şekilde ortaya çıkıp hastanın tüm vücudunu yay gibi gergin bir hale getirebilir. Hastanın tıbbi geçmişi tetanoz teşhisi için önemli olmaktadır.Clostridium tetani bakterisi vücuda girdikten sonra ortaya çıkan tetanoz belirtileri şunlardır: Çeneyi açmayı zorlaştıran çene spazmları Ani ve istemsiz kas kasılmaları Nefes almada güçlük Yutma güçlüğü Vücudun hemen hemen her noktasında kaslarda sertleşme Nöbetler Ateş ve terleme Omurganın geriye doğru eğilmesi Kanlı dışkılama Dokunma gibi uyaranlara karşı hassasiyet Kan basıncı değişiklikleri ve kalp atışında hızlanma Hafif uyarıcı durumlarında ortaya çıkan spazmlar Kalp atım hızında artışTetanoz Türleri Nelerdir?Klinik bulgulara göre dört ana sınıfta tetanoz türleri ise şöyle sıralanır: Jeneralize (yaygın) tetanoz Yenidoğan tetanozu Serebral tetanoz Lokalize tetanozJeneralize (yaygın) tetanoz nedir?Jeneralize tetanoz hastalığı tetanozun en yaygın görülen formudur. Hastalık en sık olarak çene kaslarındaki kasılmayla başlamaktadır. Daha sonra kasılmalar boyun, gövde, kol ve bacak kaslarına yaymaktadır. Çok şiddetli, tekrarlayan kasılmalar görülebilir. Jeneralize tetanoz hastalığına yakalanan kişinin uzun süre hastanede yatarak tedavi edilmesi gerekebilir. Uygun tedavi ve yoğun bakım desteğine rağmen hastaların en az %10-30’unun kaybedildiği bildirilmektedir.Maternal ve yenidoğan tetanozu nedir? Doğum sonrasında annede gelişen tetanoz hastalığı maternal tetanoz, bebekte gelişen tetanoz hastalığı ise yenidoğan tetanozu olarak adlandırılmaktadır. Annenin gebelik sırasında tetanoz aşısı yaptırması anneyi maternal tetanoz bebeği ise yenidoğan tetanozundan korunmaktadır.  Serebral veya sefalik tetanoz nedir?Serebral tetanoz hastalığı tutulumu kafa kas ve sinirleri ile sınırlıdır. En sık olarak kafa yaralanmaları, göz yaralanmaları, dişe yönelik girişimler, orta kulak iltihabı gibi nedenlerle ortaya çıkmaktadır.Lokalize tetanoz nedir?Tetanoz hastalığının en az görülen türü lokalize tetanozdur. Hastalık tek kas grubunda görülmektedir.Tetanoz Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?Tetanoz hastaları mutlaka bir hastanede tedavi edilmelidir. Hastalara hemen insan tetanoz immünglobulini ve tetanus aşısı uygulanır. Tetanus immunglobulini ve aşısı ayrı yerlerden ve farklı injektörlerle uygulanır. Tetanoz bağışıklık bırakmaz. Tetanoz hastalığını geçiren hastalara da tam tetanoz aşısı bağışıklama şeması uygulanır. Tetanoz tedavileri şunları içerir:Yaraların temizlenmesiTetanoz durumunda şüphelenildiğinde detaylı yara temizliği ve bakımı yapılır. Tetanoza neden olan bakteri o bölgeden temizlenir.Tetanoz aşısıTetanoz aşısı tetanoz toksoidi yani Clostridium tetani bakterisinin hastalığa neden olan toksininin hastalığa yol açmayan fakat bağışıklık oluşturan bir benzerini içerir. Tetanoz aşısı en güçlü bağışıklık oluşturan aşılardan biridir.Kasılmalar için ilaç takviyesiTetanozun yol açtığı kas kasılmalarını kontrol eden ilaçlar kullanılır. Bu durumda hastanın yoğun bakım koşullarında takibi gerekebilir.AntibiyotiklerYara enfeksiyonunun iyileşmesi ve Clostridium tetani bakterilerinin öldürülmesi için antibiyotikler kullanılabilir.Tetanoz Aşısı Nedir?Tetanoz aşısı, vücudun clostridium tetani bakterisinin ürettiği toksinin neden olduğu enfeksiyonla savaşabilmesi için vücudun antikor üretmesini sağlayan bir aşıdır.  Dört tür aşı, tetanoza karşı korunmaya yardımcı olur ve aynı zamanda diğer enfeksiyonlara karşı da koruma sağlar.Tetanoz Aşısının Yan Etkileri Nelerdir?Tetanoz aşısının uygulandığı kişilerin büyük çoğunluğunda ciddi yan etkiler ortaya çıkmasa da bazı hafif yan etkiler görülebilir. Tetanoz aşısı sonrasında görülebilen yan etkiler, aşı yapılan yerde kızarıklık, şişlik ve ağrı, hafif ateş, halsizlik, baş ağrısı, bulantı ve kusmadır.Tetanoz aşısı sonrasında görülen yan etkiler şunlardır: Aşının yapıldığı yerde ağrı ve şişlik Hafif ateş Halsizlik ve yorgunluk Mide bulantısı ve kusma Baş ağrısı Karın ağrısı İshal Kaslarda ve eklemlerde ağrıTetanoz Aşısı Ne İşe Yarar?Tetanoz aşısı Clostridium tetani bakterisinin yaralara yerleşip salgıladığı, tetanoz hastalığına neden olan tetanoz toksinine karşı bağışıklık oluşturur. Aşı tetanoz hastalığının ortaya çıkmasını önler.Tetanoz Hakkında Sık Sorulan SorularTetanoz aşısı kaç yıl korur?Tetanoz aşısı için koruma süresi 10 yıldır. Her 10 yılda bir tetanoz aşısı tekrar yaptırılmalıdır. Tetanoz aşısı 3 doz olarak yapılır. İlk doz yapıldıktan sonra 1-2 ay sonra ikinci doz ve sonraki 6-12 ay içerisinde üçüncü doz yapılacak şekilde uygulanır.Tetanoz aşısından sonra duş alınır mı?Tetanoz aşısı olduktan sonra uzman doktorun bir uyarısı olmadığı sürece duş alınabilir ya da banyo yapılabilmektedir.Tetanoz aşısı nereye yapılır?Tetanoz aşısı kas içi enjeksiyonla uygulanır. Bebeklerde ve küçük çocuklarda uyluğun dış kısmı olan vastus Lateralis kasına, yetişkinlerde ise üst kolun gövdeyle birleştiği yer olan deltoid kasına enjekte edilir.Tetanoz aşısı hangi durumlarda yapılır?Tetanoz aşısını doğru zamanda yaptırmak tetanozdan korunmanın en iyi yollarından biridir. Çocukluk çağında olunan aşılar sayesinde 10 yılda bir yapıldıktan sonra koruyuculuğunu devam ettirir. Bu yüzden bir yara, çizik ya da enfeksiyona açık olan yaraların korunmasın için tetanoz aşısı yaptırılmalıdır.Kimler tetanoz riski taşıyor?Tetanoz aşısı olmayan herkes için küçük bir yaralanma sonrası bile tetanoz hastalığına yakalanma riski vardır. Tetanoz hastalığı risk faktörleri şunlardır; Tıbbi gereklilik olduğu halde 6 saatten uzun bir süre cerrahi olarak temizlenmeyen ve dezenfekte edilmeyen yaralar Batıcı-delici tipte yaralar İçinde ölü doku barındıran yaralar Klinik olarak ciddi enfeksiyon bulguları olan yaralar Toprak veya gübre gibi Clostridium tetani bakterileri barındırma olasılığı bulunan maddelerle kirlenmiş yaralar Yanık, donma ve ateşli silah yaralanmaları  Tetanoz yaralanmadan ne kadar sonra ortaya çıkar?Tetanoz hastalığı genellikle yaralanmalardan 3-21 gün sonra ortaya çıkmaktadır. Bu süre ortalama 10 gündür. Fakat yaranın cinsine bağlı olarak bu süre bir günden birkaç aya kadar değişiklik gösterebilmektedir. Ciddi doku hasarı olan ve kirli yaralarda hastalığın ortaya çıkması için geçen süre daha kısa olabilmektedir. Bu tür yaralanmalarda daha ciddi bir tetanoz hastalığı görülmekte ve hastalığın sonucu da daha olumsuz olabilmektedir.Tetanozdan korunmak için neler yapılmalı?Tetanozu önlemenin tek etkili yolu aşı olmaktır. Tetanoz toksoidi güvenli, etkili ve ucuz bir aşıdır. Tetanoz aşısı bebekler ve çocuklar dahil tüm yaşlara, gebelere, bağışıklığı baskılanmış kişilere uygulanabilir. Tetanoz primer aşı şeması tamamlandıktan sonra da 10 yılda bir aşı tekrarlanmalıdır. Bir yaralanma durumunda doktora başvurmak, yaranın temizlenmesi ve gerektiğinde antibiyotik kullanımı da hem tetanoz hastalığı hem de yara infeksiyonlarının önlenmesinde önemlidir.Tetanoz aşısı dozları nedir?Tetanoz aşısı çocuklarda 2, 4, 6, 18, 48 aylar ve 13 yaşında uygulanır. Erişkinde 10 yılda bir tekrarlanır.Tetanoz aşısı nasıl uygulanır?Tetanoz aşısı erişkinde ve büyük çocuklarda sol kol üst dış yanında deltoid kasına uygulanır. Bebekler ve küçük çocuklarda ise uyluktan uygulanabilir.Tetanoz aşısı ne zaman yapılmalı?Tetanoz aşısı çocuklarda 2, 4, 6, 18, 48 aylar ve 13 yaşında uygulanır. Erişkinlerde 10 yılda bir tetanoz aşısı tekrarlanır. Daha önce tetanoz aşısı olmamış erişkinlere 3 doz aşı ile primer aşı şeması tamamlanır ve sonrasında 10 yılda bir aşı tekrarlanır. Tetanoz antikorları zamanla azalır, bu nedenle aşı tekrar dozları yapılmazsa ileri yaşlarda tetanoz gelişebilir.Tetanoz aşısı yapılmazsa ne olur?Tetanoz aşısı uygulanmazsa özellikle kirli yaralanmalar sonucunda ortaya çıkan tetanoz hastalığı ölümle sonuçlanabilir. Yaygın tetanoz hastalığında hastaların %10-30’u uygulanan tedavilere rağmen kaybedilebilir. Tetanoz hastalığından korunabilmek için herkese tetanoz aşısı uygulanmalı ve erişkinlerde 10 yılda bir aşı tekrarlanmalıdır.Tetanoz aşısı sonrasında gelişen ağrı için ne yapılabilir?Tetanoz aşısı sonrasında ortaya çıkan ağrı, ateş gibi yan etkiler için parasetamol ve ibuprofen kullanılabilir. Aşının uygulandığı bölgede ortaya çıkan ağrı ve şişlik için soğuk uygulama yapılabilir. Buz torbasını günde birkaç kez 20 dakika süreyle uygulayabilirsiniz. Buz veya buz torbasını cildinize direkt olarak uygulamamalısınız. Bir havlu veya ince bir kumaşa sararak kullanabilirsiniz.Çocuğum ne zaman tetanoz aşısı olmalı?Tetanoz aşısı çocukların rutin aşı takviminde mevcuttur. Çocuklara 2, 4, 6, 18, 48 aylar ve 13 yaşında tetanoz aşısı uygulanır. Daha sonra 10 yılda bir aşı tekrarlanır.Çocuklar neden tetanoz aşısı olmalı?Tetanoz ölümle sonuçlanabilen çok ciddi bir hastalıktır. Tetanoz aşısı ise hem çok güvenilir hem de çok etkilidir. Tetanoz aşısı hastalığın ortaya çıkmasını önler. Bu nedenle, tüm çocuklara zamanında ve aşı şemasına uygun şekilde tetanoz aşısı uygulanmalıdır.Hamileler ne zaman tetanoz aşısı olmalı?Gebeler tetanoza karşı aşılandığında, annede oluşan antikorlar bebeğe geçer. Böylece, gebelikte tetanoz aşısı uygulaması hem anneyi hem de bebeği tetanoz hastalığından korur. Sağlık Bakanlığı önerisi çocukluk çağında aşılanmamış, aşılanma durumu bilinmeyen, eksik aşılanmış veya tam aşılanmış ancak son 10 yıl içerisinde pekiştirme dozu almamış olan tüm gebelere Td (tetanoz-difteri) aşısı uygulanmasıdır. Hiç aşılanmamış gebelerin 4 hafta arayla en az iki doz Td aşısı olmaları sağlanmalıdır. İkinci doz doğumdan en az iki hafta önce tamamlanmalıdır.  Erişkinde tetanoz bağışıklamasının düşük olduğu ülkelerde gebelerin aşılanması yenidoğan tetanozunun önlenmesi için büyük önem taşımaktadır.Hangi aşılar tetanoza karşı korur?Yalnız tetanoz aşısı tetanoza karşı korur. Tetanoz aşısı farklı kombinasyonlar halinde sunulmaktadır. Örneğin, erişkinler için tetanoz-difteri, çocuklar için tetanoz, difteri, boğmaca, çocuk felci ve Haemophilus influenza tip B’ye karşı korunma sağlayan aşılar mevcuttur.Tetanoz aşıları güvenli midir?Tetanoz aşıları son derece güvenilirdir. Bazı kişilerde yan etki görülebilir. Tetanoz aşısında ağrı, şişlik, bazen ateş, baş ağrısı, halsizlik gibi günlük aktiviteyi etkilemeyen hafif yan etkiler ortaya çıkabilir. Tetanoz Nedir? Tetanoz, kas kasılmalarına neden olan bir toksin üreten Clostridium tetani adı verilen bakterinin vücuda girmesi ile ortaya çıkan enfeksiyon hastalığıdır. Merkezi sinir sistemini ile birlikte boyun ve çene kaslarını etkileyen tetanoz ölümcül sonuçlara neden olabilir. Clostridium tetani bakterisi iğne, çivi gibi ürünler nedeniyle oluşmuş yara kesiklerinden ya da toz, toprak veya gübre gibi çevrede bulunduğu doğal yapı üzerinden vücuda girerek ağrılı kas kasılmalarına neden olan toksin üretimine başlarlar. Bir diğer adı da çene kitlenmesi olarak bilinen tetanoz, boyun ve çene kaslarında kitlenmelere sebep olur ve ağzı açmayı zor hale getirir. Aynı zamanda tetanoz, hastanın solunum sistemini de etkileyerek hayati riske neden olabilir.Tetanozun Belirtileri Nelerdir?Tetanoz belirtileri genellikle enfeksiyon vücuda girdikten yaklaşık 7 ila 10 gün sonra ortaya çıkar. Ancak bu süre bazen daha uzun olabilir. Çene kaslarında spazm, yutkunma güçlüğü, baş ağrısı, midede kas kasılmaları, ateş, terleme ve sırt ya da boyunda oluşan spazm sertlikler gibi durumlar tetanozun yaygın belirtileridir. Bazı hastalarda kasılmalar çok kuvvetli şekilde ortaya çıkıp hastanın tüm vücudunu yay gibi gergin bir hale getirebilir. Hastanın tıbbi geçmişi tetanoz teşhisi için önemli olmaktadır.Clostridium tetani bakterisi vücuda girdikten sonra ortaya çıkan tetanoz belirtileri şunlardır:Tetanoz Türleri Nelerdir?Klinik bulgulara göre dört ana sınıfta tetanoz türleri ise şöyle sıralanır: Jeneralize (yaygın) tetanoz nedir?Jeneralize tetanoz hastalığı tetanozun en yaygın görülen formudur. Hastalık en sık olarak çene kaslarındaki kasılmayla başlamaktadır. Daha sonra kasılmalar boyun, gövde, kol ve bacak kaslarına yaymaktadır. Çok şiddetli, tekrarlayan kasılmalar görülebilir. Jeneralize tetanoz hastalığına yakalanan kişinin uzun süre hastanede yatarak tedavi edilmesi gerekebilir. Uygun tedavi ve yoğun bakım desteğine rağmen hastaların en az %10-30’unun kaybedildiği bildirilmektedir.Maternal ve yenidoğan tetanozu nedir? Doğum sonrasında annede gelişen tetanoz hastalığı maternal tetanoz, bebekte gelişen tetanoz hastalığı ise yenidoğan tetanozu olarak adlandırılmaktadır. Annenin gebelik sırasında tetanoz aşısı yaptırması anneyi maternal tetanoz bebeği ise yenidoğan tetanozundan korunmaktadır.  Serebral veya sefalik tetanoz nedir?Serebral tetanoz hastalığı tutulumu kafa kas ve sinirleri ile sınırlıdır. En sık olarak kafa yaralanmaları, göz yaralanmaları, dişe yönelik girişimler, orta kulak iltihabı gibi nedenlerle ortaya çıkmaktadır.Lokalize tetanoz nedir?Tetanoz hastalığının en az görülen türü lokalize tetanozdur. Hastalık tek kas grubunda görülmektedir.Tetanoz Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?Tetanoz hastaları mutlaka bir hastanede tedavi edilmelidir. Hastalara hemen insan tetanoz immünglobulini ve tetanus aşısı uygulanır. Tetanus immunglobulini ve aşısı ayrı yerlerden ve farklı injektörlerle uygulanır. Tetanoz bağışıklık bırakmaz. Tetanoz hastalığını geçiren hastalara da tam tetanoz aşısı bağışıklama şeması uygulanır. Tetanoz tedavileri şunları içerir:Yaraların temizlenmesiTetanoz durumunda şüphelenildiğinde detaylı yara temizliği ve bakımı yapılır. Tetanoza neden olan bakteri o bölgeden temizlenir.Tetanoz aşısıTetanoz aşısı tetanoz toksoidi yani Clostridium tetani bakterisinin hastalığa neden olan toksininin hastalığa yol açmayan fakat bağışıklık oluşturan bir benzerini içerir. Tetanoz aşısı en güçlü bağışıklık oluşturan aşılardan biridir.Kasılmalar için ilaç takviyesiTetanozun yol açtığı kas kasılmalarını kontrol eden ilaçlar kullanılır. Bu durumda hastanın yoğun bakım koşullarında takibi gerekebilir.AntibiyotiklerYara enfeksiyonunun iyileşmesi ve Clostridium tetani bakterilerinin öldürülmesi için antibiyotikler kullanılabilir.Tetanoz Aşısı Nedir?Tetanoz aşısı, vücudun clostridium tetani bakterisinin ürettiği toksinin neden olduğu enfeksiyonla savaşabilmesi için vücudun antikor üretmesini sağlayan bir aşıdır.  Dört tür aşı, tetanoza karşı korunmaya yardımcı olur ve aynı zamanda diğer enfeksiyonlara karşı da koruma sağlar.Tetanoz Aşısının Yan Etkileri Nelerdir?Tetanoz aşısının uygulandığı kişilerin büyük çoğunluğunda ciddi yan etkiler ortaya çıkmasa da bazı hafif yan etkiler görülebilir. Tetanoz aşısı sonrasında görülebilen yan etkiler, aşı yapılan yerde kızarıklık, şişlik ve ağrı, hafif ateş, halsizlik, baş ağrısı, bulantı ve kusmadır.Tetanoz aşısı sonrasında görülen yan etkiler şunlardır:Tetanoz Aşısı Ne İşe Yarar?Tetanoz aşısı Clostridium tetani bakterisinin yaralara yerleşip salgıladığı, tetanoz hastalığına neden olan tetanoz toksinine karşı bağışıklık oluşturur. Aşı tetanoz hastalığının ortaya çıkmasını önler.Tetanoz Hakkında Sık Sorulan SorularTetanoz aşısı kaç yıl korur?Tetanoz aşısı için koruma süresi 10 yıldır. Her 10 yılda bir tetanoz aşısı tekrar yaptırılmalıdır. Tetanoz aşısı 3 doz olarak yapılır. İlk doz yapıldıktan sonra 1-2 ay sonra ikinci doz ve sonraki 6-12 ay içerisinde üçüncü doz yapılacak şekilde uygulanır.Tetanoz aşısından sonra duş alınır mı?Tetanoz aşısı olduktan sonra uzman doktorun bir uyarısı olmadığı sürece duş alınabilir ya da banyo yapılabilmektedir.Tetanoz aşısı nereye yapılır?Tetanoz aşısı kas içi enjeksiyonla uygulanır. Bebeklerde ve küçük çocuklarda uyluğun dış kısmı olan vastus Lateralis kasına, yetişkinlerde ise üst kolun gövdeyle birleştiği yer olan deltoid kasına enjekte edilir.Tetanoz aşısı hangi durumlarda yapılır?Tetanoz aşısını doğru zamanda yaptırmak tetanozdan korunmanın en iyi yollarından biridir. Çocukluk çağında olunan aşılar sayesinde 10 yılda bir yapıldıktan sonra koruyuculuğunu devam ettirir. Bu yüzden bir yara, çizik ya da enfeksiyona açık olan yaraların korunmasın için tetanoz aşısı yaptırılmalıdır.Kimler tetanoz riski taşıyor?Tetanoz aşısı olmayan herkes için küçük bir yaralanma sonrası bile tetanoz hastalığına yakalanma riski vardır. Tetanoz hastalığı risk faktörleri şunlardır;Tetanoz yaralanmadan ne kadar sonra ortaya çıkar?Tetanoz hastalığı genellikle yaralanmalardan 3-21 gün sonra ortaya çıkmaktadır. Bu süre ortalama 10 gündür. Fakat yaranın cinsine bağlı olarak bu süre bir günden birkaç aya kadar değişiklik gösterebilmektedir. Ciddi doku hasarı olan ve kirli yaralarda hastalığın ortaya çıkması için geçen süre daha kısa olabilmektedir. Bu tür yaralanmalarda daha ciddi bir tetanoz hastalığı görülmekte ve hastalığın sonucu da daha olumsuz olabilmektedir.Tetanozdan korunmak için neler yapılmalı?Tetanozu önlemenin tek etkili yolu aşı olmaktır. Tetanoz toksoidi güvenli, etkili ve ucuz bir aşıdır. Tetanoz aşısı bebekler ve çocuklar dahil tüm yaşlara, gebelere, bağışıklığı baskılanmış kişilere uygulanabilir. Tetanoz primer aşı şeması tamamlandıktan sonra da 10 yılda bir aşı tekrarlanmalıdır. Bir yaralanma durumunda doktora başvurmak, yaranın temizlenmesi ve gerektiğinde antibiyotik kullanımı da hem tetanoz hastalığı hem de yara infeksiyonlarının önlenmesinde önemlidir.Tetanoz aşısı dozları nedir?Tetanoz aşısı çocuklarda 2, 4, 6, 18, 48 aylar ve 13 yaşında uygulanır. Erişkinde 10 yılda bir tekrarlanır.Tetanoz aşısı nasıl uygulanır?Tetanoz aşısı erişkinde ve büyük çocuklarda sol kol üst dış yanında deltoid kasına uygulanır. Bebekler ve küçük çocuklarda ise uyluktan uygulanabilir.Tetanoz aşısı ne zaman yapılmalı?Tetanoz aşısı çocuklarda 2, 4, 6, 18, 48 aylar ve 13 yaşında uygulanır. Erişkinlerde 10 yılda bir tetanoz aşısı tekrarlanır. Daha önce tetanoz aşısı olmamış erişkinlere 3 doz aşı ile primer aşı şeması tamamlanır ve sonrasında 10 yılda bir aşı tekrarlanır. Tetanoz antikorları zamanla azalır, bu nedenle aşı tekrar dozları yapılmazsa ileri yaşlarda tetanoz gelişebilir.Tetanoz aşısı yapılmazsa ne olur?Tetanoz aşısı uygulanmazsa özellikle kirli yaralanmalar sonucunda ortaya çıkan tetanoz hastalığı ölümle sonuçlanabilir. Yaygın tetanoz hastalığında hastaların %10-30’u uygulanan tedavilere rağmen kaybedilebilir. Tetanoz hastalığından korunabilmek için herkese tetanoz aşısı uygulanmalı ve erişkinlerde 10 yılda bir aşı tekrarlanmalıdır.Tetanoz aşısı sonrasında gelişen ağrı için ne yapılabilir?Tetanoz aşısı sonrasında ortaya çıkan ağrı, ateş gibi yan etkiler için parasetamol ve ibuprofen kullanılabilir. Aşının uygulandığı bölgede ortaya çıkan ağrı ve şişlik için soğuk uygulama yapılabilir. Buz torbasını günde birkaç kez 20 dakika süreyle uygulayabilirsiniz. Buz veya buz torbasını cildinize direkt olarak uygulamamalısınız. Bir havlu veya ince bir kumaşa sararak kullanabilirsiniz.Çocuğum ne zaman tetanoz aşısı olmalı?Tetanoz aşısı çocukların rutin aşı takviminde mevcuttur. Çocuklara 2, 4, 6, 18, 48 aylar ve 13 yaşında tetanoz aşısı uygulanır. Daha sonra 10 yılda bir aşı tekrarlanır.Çocuklar neden tetanoz aşısı olmalı?Tetanoz ölümle sonuçlanabilen çok ciddi bir hastalıktır. Tetanoz aşısı ise hem çok güvenilir hem de çok etkilidir. Tetanoz aşısı hastalığın ortaya çıkmasını önler. Bu nedenle, tüm çocuklara zamanında ve aşı şemasına uygun şekilde tetanoz aşısı uygulanmalıdır.Hamileler ne zaman tetanoz aşısı olmalı?Gebeler tetanoza karşı aşılandığında, annede oluşan antikorlar bebeğe geçer. Böylece, gebelikte tetanoz aşısı uygulaması hem anneyi hem de bebeği tetanoz hastalığından korur. Sağlık Bakanlığı önerisi çocukluk çağında aşılanmamış, aşılanma durumu bilinmeyen, eksik aşılanmış veya tam aşılanmış ancak son 10 yıl içerisinde pekiştirme dozu almamış olan tüm gebelere Td (tetanoz-difteri) aşısı uygulanmasıdır. Hiç aşılanmamış gebelerin 4 hafta arayla en az iki doz Td aşısı olmaları sağlanmalıdır. İkinci doz doğumdan en az iki hafta önce tamamlanmalıdır.  Erişkinde tetanoz bağışıklamasının düşük olduğu ülkelerde gebelerin aşılanması yenidoğan tetanozunun önlenmesi için büyük önem taşımaktadır.Hangi aşılar tetanoza karşı korur?Yalnız tetanoz aşısı tetanoza karşı korur. Tetanoz aşısı farklı kombinasyonlar halinde sunulmaktadır. Örneğin, erişkinler için tetanoz-difteri, çocuklar için tetanoz, difteri, boğmaca, çocuk felci ve Haemophilus influenza tip B’ye karşı korunma sağlayan aşılar mevcuttur.Tetanoz aşıları güvenli midir?Tetanoz aşıları son derece güvenilirdir. Bazı kişilerde yan etki görülebilir. Tetanoz aşısında ağrı, şişlik, bazen ateş, baş ağrısı, halsizlik gibi günlük aktiviteyi etkilemeyen hafif yan etkiler ortaya çıkabilir.
8,892
647
Hastalıklar
Tifo
Enfeksiyon hastalıkları, kişinin günlük hayatında sıklıkla karşılaştığı ve teşhisiyle birlikte tedavi edilmediği sürece ciddi tehlikeler doğurabilecek durumlara yol açabilir. Bakteriyel enfeksiyon hastalıklarından biri de tifodur. Salmonella tipi enfeksiyon hastalığı olan tifonun ateş, ishal ve kusma gibi belirtileri söz konusudur. İnsandan insana bulaşan bir hastalık olan tifonun antibiyotik ve aşı tedavisi mümkündür.Enfeksiyon hastalıkları, kişinin günlük hayatında sıklıkla karşılaştığı ve teşhisiyle birlikte tedavi edilmediği sürece ciddi tehlikeler doğurabilecek durumlara yol açabilir. Bakteriyel enfeksiyon hastalıklarından biri de tifodur. Salmonella tipi enfeksiyon hastalığı olan tifonun ateş, ishal ve kusma gibi belirtileri söz konusudur. İnsandan insana bulaşan bir hastalık olan tifonun antibiyotik ve aşı tedavisi mümkündür. Tifo Nedir?Tifo, ateş, kusma, ishal ve kızarıklık gibi belirtiler ortaya çıkaran, Salmonella bakterisinden alınan ve insandan insana geçen, aynı zamanda enterik ateş olarak da adlandırılan hayati riske neden olabilen bakteriyel bir enfeksiyondur. İçme suyuyla birlikte el yıkama alışkanlığının az olduğu, en fazla tifo vakası olan ve salgın meydana getiren bölgeler Afrika ve Güney Asya olarak kabul edilir. Daha sık görülen bu bölgelerdeki tifo vakaları özellikle çocuklar için ciddi bir tehlike oluşturur. Tifo hastalığının aşısı mevcut olup aynı zamanda antibiyotik tedavisiyle de iyileşmesi söz konusudur. Önemli olan tifo belirtileri ortaya çıktığında vakit kaybetmeden doktora başvurmaktır.Tifo Belirtileri Nelerdir?Tifo belirtileri genellikle hastalık bulaştıktan 1 ila 3 hafta içinde meydana gelir. Özellikle çocukları etkileyen tifo vakalarında kişinin ateşi çok yükselir.Erken belirtiler arasında ateş ve karın ağrısı yer alan tifo belirtileri şunlardır: 39 ila 40°C'e kadar çıkabilen yüksek ateş Halsizlik Mide ağrısı Öksürük İştahsızlık Döküntü Kas ağrıları Kızarıklık İshal Mide bulantısı Şişkinlik Karın ağrısı Kabızlık Baş ağrısıTifo Neden Olur? Tifo Nasıl Bulaşır?Tifo hastalığı, bulaşıcı bir enfeksiyon olarak görülür ve salmonella tyhpi bakterisinin neden olduğu bir hastalıktır. Hastalığın en büyük bulaşma nedeni içinde bakteri bulunan kontamine yemekler ve kirli içme sularıdır. Bakterilerin yer aldığı yiyecek veya içecek tükettiğinde bunlar önce bağırsaklara daha sonra da kana girer.Bulaşma yollarından bir diğeri de idrar veya dışkı yoluyla olur. Atık suların içinde bulunan idrar ve dışkılar içilen suya karışarak tifo hastalığının meydana gelmesine sebebiyet verebilir. Ayrıca aynı tuvaleti kullandığınız bir kişi elini yıkamadan bazı nesne ve yüzeylere dokunduğunda sizin temasınızla birlikte tifo hastalığı oluşabilir.Antibiyotik ve aşı tedavisi yoluyla iyileşebilen tifo hastalığının bakterilerini bazı insanlar yıllar boyunca vücudunda barındırabilir. Bu duruma kronik tifo adı verilir. Tifonun ayrıca sadece insandan insana bulaştığı da bilinmesi gereken bir gerçektir. Tifo hastalığı herhangi bir hayvandan bulaşmaz.Tifo Nasıl Teşhis Edilir?Tifo belirtileri yaşandıktan sonra uzman doktor fiziksel olarak hastayı muayene eder. Bu muayene sırasında doktor belirtilerinizi, seyahat geçmişinizi ve laboratuvar testlerinizi kontrol edecektir. Fiziksel muayenede kalp ve ciğerler dinlenebilir. Dışkı yoluyla bulaşabilen bir hastalık olan tifo hastalığının teşhisinde dışkı örneklerinin sonuçlarına bakılmakla birlikte duruma göre kan, idrar tahlili ve kemik iliği kültürü de istenebilir. Bu sürecin ardından hangi tedavinin uygulanacağına karar verilir.Tifo Tedavisi Nasıl Yapılır?Tifo hastalığının en sık tercih edilen tedavisi antibiyotik kullanımıdır. Doktorlar tifo tedavisinde hamile olan kadınlar hariç siprofloksasin önerir. Antibiyotik tedavisi dışında doktor, kişinin vücut dengesini koruması ve su kaybının telafi edilmesi için bol su içilmesini tavsiye eder. Daha ciddi tifo vakalarında ise kişinin hastaneye yatması gerekebilir.Tifo Hastalığı Komplikasyonları Nelerdir?Salmonella tyhpi bakterisinin neden olduğu ve ateş, ishal, kusma gibi belirtilerle ortaya çıkan tifo hastalığı zamanında teşhis yapılmayıp tedavi edilmezse bazı komplikasyonlar doğurabilir.Tifo hastalığı komplikasyonları şunlardır: İç kanama Bağırsaklarda delik Şişmiş safra kesesi Bronşit, zatürre ve diğer solunum problemleri Kalp iltihabı Kemik iltihabı Böbrek yetmezliğiTifo Hastalığı Nasıl Önlenir?Özellikle temiz suya ulaşımı kısıtlı olan ve en hijeni konusunda çok hassas olmayan ülkede tifo hastalığının görülme ihtimali daha yüksektir. Bu tarz ülkelere seyahat eden veya tifo riskinin yüksek olduğu yerde yaşayan insanların tifodan korunmak için bazı kurallara uyması gerekir.Tifo hastalığının nasıl önlenebileceğini sizler için sıraladık:AşılamaTifo hastalığının olduğu bir bölgede yaşıyor veya bu bölgelere seyahat edeceksiniz en iyi korunma yollarından biri aşılamadır.Musluk suyundan uzak durunSadece tifo için değil, birçok bakteriyel hastalığının önüne geçmek için musluk veya kuyudan gelen suları içmemeye özen gösterin.El hijyenine dikkat edinYemeklerden önce, yemek yaparken veya yemek sonrası ellerinizi yıkamayı ihmal etmeyin.Bulunduğunuz bölgeleri temiz tutunYemek yediğiniz ve yemek için kullanılan bölgeleri mutlaka temiz tutun.Kaynamış, şişelenmiş su; iyi pişmiş besinlerÖzellikle seyahat ederken kaynamış veya şişelenmiş suları içmeyi tercih edin. Yemeklerin iyi pişmiş olmasına dikkat etmeniz gerektiği gibi yemeklerden önce ve sonra da ellerinizi yıkayın.Uygulanması gereken tüm bu adımların yanı sıra içeceklere buz koymamak, sokak yemeklerinden mümkün olduğunca uzak durmak da tifo hastalığının önüne geçme konusunda etkili olabilecek yollardandır.Tifo Hakkında Sıkça Sorulan SorularTifo hastalığı geçer mi?Bulaşıcı bir bakteriyel enfeksiyon olan ve salmonella thypi bakterisi olarak insanlara bulaşan tifo hastalığında öncelik teşhis ve tedavidir. Erken teşhis sonrası uygulanan tedavilerin çoğunda tifo hastalığı iyileşir. Daha şiddetli ve tedavi edilmeyen vakalar ciddi sonuçlar ortaya çıkarabilir.Tifo kan tahlilinde belli olur mu?Tifo hastalığı için doktorun isteyeceği testler kan tahlili, idrar örneği ve kemik iliği kültürüdür.Tifo hastalığı ne kadar sürer?Tifo hastalığı, belirtileri 1 ila 3 hafta içinde çıkan ve iyileşme süresi 1 ayı bulabilen bir hastalıktır.Tifo tedavisine hangi bölüm bakar?Tifo tedavisi için Enfeksiyon Hastalıkları bölümü doktorlarından randevu alabilirsiniz. Tifo Nedir?Tifo, ateş, kusma, ishal ve kızarıklık gibi belirtiler ortaya çıkaran, Salmonella bakterisinden alınan ve insandan insana geçen, aynı zamanda enterik ateş olarak da adlandırılan hayati riske neden olabilen bakteriyel bir enfeksiyondur. İçme suyuyla birlikte el yıkama alışkanlığının az olduğu, en fazla tifo vakası olan ve salgın meydana getiren bölgeler Afrika ve Güney Asya olarak kabul edilir. Daha sık görülen bu bölgelerdeki tifo vakaları özellikle çocuklar için ciddi bir tehlike oluşturur. Tifo hastalığının aşısı mevcut olup aynı zamanda antibiyotik tedavisiyle de iyileşmesi söz konusudur. Önemli olan tifo belirtileri ortaya çıktığında vakit kaybetmeden doktora başvurmaktır.Tifo Belirtileri Nelerdir?Tifo belirtileri genellikle hastalık bulaştıktan 1 ila 3 hafta içinde meydana gelir. Özellikle çocukları etkileyen tifo vakalarında kişinin ateşi çok yükselir.Erken belirtiler arasında ateş ve karın ağrısı yer alan tifo belirtileri şunlardır:Tifo Neden Olur? Tifo Nasıl Bulaşır?Tifo hastalığı, bulaşıcı bir enfeksiyon olarak görülür ve salmonella tyhpi bakterisinin neden olduğu bir hastalıktır. Hastalığın en büyük bulaşma nedeni içinde bakteri bulunan kontamine yemekler ve kirli içme sularıdır. Bakterilerin yer aldığı yiyecek veya içecek tükettiğinde bunlar önce bağırsaklara daha sonra da kana girer.Bulaşma yollarından bir diğeri de idrar veya dışkı yoluyla olur. Atık suların içinde bulunan idrar ve dışkılar içilen suya karışarak tifo hastalığının meydana gelmesine sebebiyet verebilir. Ayrıca aynı tuvaleti kullandığınız bir kişi elini yıkamadan bazı nesne ve yüzeylere dokunduğunda sizin temasınızla birlikte tifo hastalığı oluşabilir.Antibiyotik ve aşı tedavisi yoluyla iyileşebilen tifo hastalığının bakterilerini bazı insanlar yıllar boyunca vücudunda barındırabilir. Bu duruma kronik tifo adı verilir. Tifonun ayrıca sadece insandan insana bulaştığı da bilinmesi gereken bir gerçektir. Tifo hastalığı herhangi bir hayvandan bulaşmaz.Tifo Nasıl Teşhis Edilir?Tifo belirtileri yaşandıktan sonra uzman doktor fiziksel olarak hastayı muayene eder. Bu muayene sırasında doktor belirtilerinizi, seyahat geçmişinizi ve laboratuvar testlerinizi kontrol edecektir. Fiziksel muayenede kalp ve ciğerler dinlenebilir. Dışkı yoluyla bulaşabilen bir hastalık olan tifo hastalığının teşhisinde dışkı örneklerinin sonuçlarına bakılmakla birlikte duruma göre kan, idrar tahlili ve kemik iliği kültürü de istenebilir. Bu sürecin ardından hangi tedavinin uygulanacağına karar verilir.Tifo Tedavisi Nasıl Yapılır?Tifo hastalığının en sık tercih edilen tedavisi antibiyotik kullanımıdır. Doktorlar tifo tedavisinde hamile olan kadınlar hariç siprofloksasin önerir. Antibiyotik tedavisi dışında doktor, kişinin vücut dengesini koruması ve su kaybının telafi edilmesi için bol su içilmesini tavsiye eder. Daha ciddi tifo vakalarında ise kişinin hastaneye yatması gerekebilir.Tifo Hastalığı Komplikasyonları Nelerdir?Salmonella tyhpi bakterisinin neden olduğu ve ateş, ishal, kusma gibi belirtilerle ortaya çıkan tifo hastalığı zamanında teşhis yapılmayıp tedavi edilmezse bazı komplikasyonlar doğurabilir.Tifo hastalığı komplikasyonları şunlardır:Tifo Hastalığı Nasıl Önlenir?Özellikle temiz suya ulaşımı kısıtlı olan ve en hijeni konusunda çok hassas olmayan ülkede tifo hastalığının görülme ihtimali daha yüksektir. Bu tarz ülkelere seyahat eden veya tifo riskinin yüksek olduğu yerde yaşayan insanların tifodan korunmak için bazı kurallara uyması gerekir.Tifo hastalığının nasıl önlenebileceğini sizler için sıraladık:AşılamaTifo hastalığının olduğu bir bölgede yaşıyor veya bu bölgelere seyahat edeceksiniz en iyi korunma yollarından biri aşılamadır.Musluk suyundan uzak durunSadece tifo için değil, birçok bakteriyel hastalığının önüne geçmek için musluk veya kuyudan gelen suları içmemeye özen gösterin.El hijyenine dikkat edinYemeklerden önce, yemek yaparken veya yemek sonrası ellerinizi yıkamayı ihmal etmeyin.Bulunduğunuz bölgeleri temiz tutunYemek yediğiniz ve yemek için kullanılan bölgeleri mutlaka temiz tutun.Kaynamış, şişelenmiş su; iyi pişmiş besinlerÖzellikle seyahat ederken kaynamış veya şişelenmiş suları içmeyi tercih edin. Yemeklerin iyi pişmiş olmasına dikkat etmeniz gerektiği gibi yemeklerden önce ve sonra da ellerinizi yıkayın.Uygulanması gereken tüm bu adımların yanı sıra içeceklere buz koymamak, sokak yemeklerinden mümkün olduğunca uzak durmak da tifo hastalığının önüne geçme konusunda etkili olabilecek yollardandır.Tifo Hakkında Sıkça Sorulan SorularTifo hastalığı geçer mi?Bulaşıcı bir bakteriyel enfeksiyon olan ve salmonella thypi bakterisi olarak insanlara bulaşan tifo hastalığında öncelik teşhis ve tedavidir. Erken teşhis sonrası uygulanan tedavilerin çoğunda tifo hastalığı iyileşir. Daha şiddetli ve tedavi edilmeyen vakalar ciddi sonuçlar ortaya çıkarabilir.Tifo kan tahlilinde belli olur mu?Tifo hastalığı için doktorun isteyeceği testler kan tahlili, idrar örneği ve kemik iliği kültürüdür.Tifo hastalığı ne kadar sürer?Tifo hastalığı, belirtileri 1 ila 3 hafta içinde çıkan ve iyileşme süresi 1 ayı bulabilen bir hastalıktır.Tifo tedavisine hangi bölüm bakar?Tifo tedavisi için Enfeksiyon Hastalıkları bölümü doktorlarından randevu alabilirsiniz.
4,319
648
Hastalıklar
Timus Bezi Kanseri
Halk arasında uykuluk olarak isimlendirilen timus bezinin vücutta önemli görevleri bulunuyor. Bağışıklık sisteminin vazgeçilmez bir organı olan timus bezi, çocukluk çağında daha büyükken, ergenlik döneminde görülmeyecek kadar küçülüyor. Çağımızın en ciddi hastalıklarından biri olan kanser, timus bezinde de görülebiliyor. Ancak timus bezi kanserleri tüm kanserler içinde en nadir görülen kanserleri oluşturuyor.  Timus bezi kanserinin en sık görülen türü ise timoma tümörü olarak biliniyor. Timoma tümörü çok yavaş ilerleyen bir hastalık olduğu için hastanın yaşam süresi diğer kanser türlerine göre daha uzun olabiliyor. Timus bezi kanserinin sebebi henüz tam olarak bilinmiyor. Her hastalıkta olduğu gibi timüs bezi kanserinin de erkenden fark edilmesi ve gerekli tedavi planlamasının yapılması hastaların yaşam kalitesi ve süresi açısından önem taşıyor. Memroial Şişli ve Bahçelievler Hastaneleri Göğüs Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Adnan Sayar, timus bezi, timus bezi kanserleri, timus bezi kanserinin nedenleri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.Halk arasında uykuluk olarak isimlendirilen timus bezinin vücutta önemli görevleri bulunuyor. Bağışıklık sisteminin vazgeçilmez bir organı olan timus bezi, çocukluk çağında daha büyükken, ergenlik döneminde görülmeyecek kadar küçülüyor. Çağımızın en ciddi hastalıklarından biri olan kanser, timus bezinde de görülebiliyor. Ancak timus bezi kanserleri tüm kanserler içinde en nadir görülen kanserleri oluşturuyor.  Timus bezi kanserinin en sık görülen türü ise timoma tümörü olarak biliniyor. Timoma tümörü çok yavaş ilerleyen bir hastalık olduğu için hastanın yaşam süresi diğer kanser türlerine göre daha uzun olabiliyor. Timus bezi kanserinin sebebi henüz tam olarak bilinmiyor. Her hastalıkta olduğu gibi timüs bezi kanserinin de erkenden fark edilmesi ve gerekli tedavi planlamasının yapılması hastaların yaşam kalitesi ve süresi açısından önem taşıyor. Memroial Şişli ve Bahçelievler Hastaneleri Göğüs Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Adnan Sayar, timus bezi, timus bezi kanserleri, timus bezi kanserinin nedenleri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. Timus bezi nedir?Vücutta iman tahtası olarak adlandırılan bölgenin arkasında, soluk borusunun önünde, tiroid bezinin altında ve kalbin önünde bulunan timüs bezi, halk arasında uykuluk olarak bilinmektedir. H harfini andıran kapsüllü küçük bir organ olan timüs bezi, pembe- gri renktedir. Doğum sırasında büyük olan timüs bezi, ergenlik döneminde küçülerek görünmez olabilmektedir. Yaşlı erişkinlerde yaklaşık 5 gram ağırlığında olduğu tahmin edilmektedir. Erkek çocuklarda boyutu kız çocuklarına göre biraz daha büyük olan timus bezi, çocuklarda 3 yaşına kadar direkt grafilerde görülebilmektedir. Timus bezi her ne kadar ergenlik sonrası boyutu küçülerek görünmez hale gelse de, işlevlerini ömür boyu sürdürmektedir.Timus bezinin görevleri nedir?Çok az bilinen organlardan birisi olan timus bezinin vücutta önemli görevleri bulunmaktadır. Bağışıklık sisteminin vazgeçilmez bir organı olan timüs bezi, doğum sırasında tam olarak gelişmiştir. Bağışıklık sisteminin en önemli elemanları olan T hücrelerin üretimini yapmaktadır. Timus bezi, vücut için yabancı olan mikroorganizmalara karşı antikor üretmektedir. Timus bezi hem bademcikler, adenoidler ve dalak ile birlikte lenfatik sistemin hem de endokrin sistemin bir parçasıdır. Vücutta enfekte veya kanserli hücrelerin yok edilmesine yardımcı olan T hücreleri, timus bezi tarafından üretilmektedir. Timus tarafından oluşturulan T hücreleri, bağışıklık sistemindeki diğer organların da düzgün bir şekilde büyümesine yardımcı olmaktadır.  Timus bezi kanseri nedir?Timus bezi kanseri nadir görülen bir kanser türüdür. Timus bezindeki kanserlerin iki çeşidi bulunmaktadır. Timus bezinde en sık görülen kansere tipine timoma kanseri denilmektedir. Timus bezinde çok nadir görülen diğer kanser tipine de timik karsinom adı verilmektedir.Timik karsinom nedir?Timik karsinom tümörleri, en nadir görülen timus bezi kanseridir. Timik karsinom tümörleri daha hızlı büyümektedir. Ayrıca vücudun diğer bölgelerine daha hızlı yayılabilmektedir. Bu nedenle timik karsinom tümörlerinin tedavi edilmeleri daha zordur. Timik karsinom ile otoimmün koşullara sahip olmak, timoma ile olduğundan çok daha nadirdir.  Timoma tümörü nedir?Timoma, timus bezinden kaynaklanan ve erişkinlerde mediasten bölgesinin kendisine ait en sık görülen tümörüdür. Kötü huylu olan bu hastalık çocukluk çağında çok nadir olarak görülmektedir.  Erkek ve kadınlarda eşit olarak görülen timoma tümörleri genellikle 50 ile 60’lı yaşlarda ortaya çıkmaktadır. Timoma tümörleri yavaş büyüdükleri için hastanın sağ kalım oranı diğer kanser türlerine göre daha yüksektir.  Timoma tümölerinin tanısı nasıl konulur?Timoma tümörleri çoğunlukla hiçbir belirti vermeden ilerlediklerinden, genellikle başka bir hastalık için yapılan tetkikler sırasında tesadüfen ortaya çıkmaktadır. Timus bezindeki büyüme çok fazla olmadıkça akciğer grafisinde de görülmemektedir. BT, MR ya da başka sebeple çekilen PET/CT’de timus bezindeki boyut ve şekil değişikliğinin fark edilmesi üzerine biyopsi yapılarak tanı konulmaktadır. İnce iğne aspirasyon biyopsisi, mediastinotomi ve VATS (video aracılı torakoskopik cerrahi)  ile biyopsi alınmaktadır.  İnce iğne aspirasyon biyopsisinin doğruluk oranı daha düşük olduğu için en sık VATS yöntemi kullanılmaktadır.Timoma tümörlerinin evreleri nelerdir?Timoma tümörü 4 evresi bulunmaktadır. Timoma tümörü evre 1: Timoma tümörü birinci evrede henüz daha kapsül içinde bulunmaktadır. Timoma tümörü Evre 2: Timoma tümörü ikinci evrede kapsüle yayılmış ve etrafındaki yağlı dokulara ilerlemiş olabilir. Timoma tümörü Evre 3: Timoma tümörü üçüncü evrede kapsül dışındaki çevre dokular, nefes borusu, akciğer ve kalp zarına kadar ulaşmış olabilir. Timoma tümörü Evre 4: Timoma tümörü dördüncü evrede akciğer zarı ve diğer uzak organlara kadar yayılabilir.Timoma tümörlerinin tedavisi nedir?Timoma tümörünün tedavisi evresine göre yapılmaktadır. Erken evrelerde teşhis edilen timoma tümörleri yalnızca cerrahi yöntemlerle tedavi edilmektedir. Torakoskopik ya da açık cerrahi yöntemi ile lezyon çıkarılmaktadır. Timoma tümörlerinin daha ileri evrelerinde ise kemoterapi veya kemoradyoterapi ile cerrahi tedavi kombine edilerek uygulanabilmektedir. Uzak organlara yayılım gösteren timomalar ise ameliyat edilmez.Timus bezi kanseri hakkında sık sorulan sorular Timoma tümörleri neden olur?Timoma tümörlerinin bilinen nedenleri henüz tam olarak bilinmemektedir. Yapılan bazı çalışmalarda nedeni ve potansiyel risk faktörleri tam olarak bilinemeyen timoma tümörine radyoterapi ve EBV virüsü ile erken yaşta enfekte olmanın risk oluşturabileceği belirlenmiştir.   Timoma tümörlerinin genetik bir hastalık olup olmadığı yani timoma ile kromozomlar arasındaki ilişkinin netleştirilmesi için çalışmalar yürütülmektedir.Timoma tümörleri hangi şikayetlere yol açar?Timoma tümörleri genellikle hastaların büyük bir kısmında hiçbir şikayet ya da belirtiye yol açmamaktadır. Ancak hastaların  %30 ile 35’i gibi bir oranında şu belirtilerle kendisini belli etmektedir: Öksürük Göğüs ağrısı Ses kısıklığıTimoma ile birlikte en sık görülen paraneoplastik sendrom ise “miyastenia gravis”tir. Paraneoplastik sendrom, tümörün kendisinin direkt yapmadığı ancak tümörden salınan hormon ya da maddelerin sebep olduğu etkilerdir. Timoma tümörlerinin %30 ila 50’sine miyastenia gravis eşlik etmektedir.Miyastenia gravis nedir?Miyastenia gravis, istemli kaslarda çabuk yorulma şeklinde ortaya çıkan, sinir-kas sistemi ile ilgili bir hastalıktır. En önemli bulgu yorulunca artan ve dinlenince geçen kas güçsüzlüğüdür. Hastalar genellikle sabahları uyandıklarında kendilerini iyi hissetmektedir. Ancak hastaların genel durumu gün içerisinde giderek kötüleşmektedir. Hastalık bir göz kapağı düşmesi şeklinde de ortaya çıkabilir. Belirtiler daha çok, yüz, göz, ağız çevresinde; dilde, çiğneme ve yutma kaslarında güçlük şeklinde kendini göstermektedir.Timus bezi kanseri ölümcül bir hastalık mıdır?Timus bezinin kanseri olan timoma tümörleri tedavi edilmediği takdirde ölümcül olabilmektedir. Ancak timoma tümörü yavaş büyüyen bir tümör olduğu için diğer kanser türlerine göre hastanın sağ kalım süresi uzundur. Özellikle erken evrelerde ameliyat edildiğinde hastanın sağ kalım süresi çok uzun olmaktadır.Timus bezi kanseri teşhis ve tedavisini hangi bölüm ve doktor gerçekleştirir?Timus bezi kanserinin teşhis ve tedavisi hastanelerin göğüs cerrahisi bölümünde göğüs cerrahi uzmanları tarafından yapılmaktadır.Timus bezi kanseri genetik bir hastalık mıdır?Timus bezi kanserlerinin kesin nedeni henüz tam olarak bilinmemektedir. Ancak radyoterapi ve EBV virüsü ile erken yaşta enfekte olan kişilerin risk faktörlerinin daha yüksek olduğu düşünülmektedir. Timus bezi tümörlerinin genetik bir hastalık olup olmadığı ise araştırılmaktadır.Timus bezi kanseri daha çok kadınlarda mı yoksa erkeklerde mi görülür?Timus bezi kanseri erkekler ve kadınlarda eşit oranda görülmektedir?Timus bezi kanseri hangi yaşlarda daha sık görülür?Timus bezi kanseri özellikle de timoma tümörleri çocukluk çağında görülmeyecek kadar nadirdir. Timoma tümörleri daha çok 50 ile 60’lı yaşlarda görülmektedir. Timus bezi nedir?Vücutta iman tahtası olarak adlandırılan bölgenin arkasında, soluk borusunun önünde, tiroid bezinin altında ve kalbin önünde bulunan timüs bezi, halk arasında uykuluk olarak bilinmektedir. H harfini andıran kapsüllü küçük bir organ olan timüs bezi, pembe- gri renktedir. Doğum sırasında büyük olan timüs bezi, ergenlik döneminde küçülerek görünmez olabilmektedir. Yaşlı erişkinlerde yaklaşık 5 gram ağırlığında olduğu tahmin edilmektedir. Erkek çocuklarda boyutu kız çocuklarına göre biraz daha büyük olan timus bezi, çocuklarda 3 yaşına kadar direkt grafilerde görülebilmektedir. Timus bezi her ne kadar ergenlik sonrası boyutu küçülerek görünmez hale gelse de, işlevlerini ömür boyu sürdürmektedir.Timus bezinin görevleri nedir?Çok az bilinen organlardan birisi olan timus bezinin vücutta önemli görevleri bulunmaktadır. Bağışıklık sisteminin vazgeçilmez bir organı olan timüs bezi, doğum sırasında tam olarak gelişmiştir. Bağışıklık sisteminin en önemli elemanları olan T hücrelerin üretimini yapmaktadır. Timus bezi, vücut için yabancı olan mikroorganizmalara karşı antikor üretmektedir. Timus bezi hem bademcikler, adenoidler ve dalak ile birlikte lenfatik sistemin hem de endokrin sistemin bir parçasıdır. Vücutta enfekte veya kanserli hücrelerin yok edilmesine yardımcı olan T hücreleri, timus bezi tarafından üretilmektedir. Timus tarafından oluşturulan T hücreleri, bağışıklık sistemindeki diğer organların da düzgün bir şekilde büyümesine yardımcı olmaktadır.  Timus bezi kanseri nedir?Timus bezi kanseri nadir görülen bir kanser türüdür. Timus bezindeki kanserlerin iki çeşidi bulunmaktadır. Timus bezinde en sık görülen kansere tipine timoma kanseri denilmektedir. Timus bezinde çok nadir görülen diğer kanser tipine de timik karsinom adı verilmektedir.Timik karsinom nedir?Timik karsinom tümörleri, en nadir görülen timus bezi kanseridir. Timik karsinom tümörleri daha hızlı büyümektedir. Ayrıca vücudun diğer bölgelerine daha hızlı yayılabilmektedir. Bu nedenle timik karsinom tümörlerinin tedavi edilmeleri daha zordur. Timik karsinom ile otoimmün koşullara sahip olmak, timoma ile olduğundan çok daha nadirdir.  Timoma tümörü nedir?Timoma, timus bezinden kaynaklanan ve erişkinlerde mediasten bölgesinin kendisine ait en sık görülen tümörüdür. Kötü huylu olan bu hastalık çocukluk çağında çok nadir olarak görülmektedir.  Erkek ve kadınlarda eşit olarak görülen timoma tümörleri genellikle 50 ile 60’lı yaşlarda ortaya çıkmaktadır. Timoma tümörleri yavaş büyüdükleri için hastanın sağ kalım oranı diğer kanser türlerine göre daha yüksektir.  Timoma tümölerinin tanısı nasıl konulur?Timoma tümörleri çoğunlukla hiçbir belirti vermeden ilerlediklerinden, genellikle başka bir hastalık için yapılan tetkikler sırasında tesadüfen ortaya çıkmaktadır. Timus bezindeki büyüme çok fazla olmadıkça akciğer grafisinde de görülmemektedir. BT, MR ya da başka sebeple çekilen PET/CT’de timus bezindeki boyut ve şekil değişikliğinin fark edilmesi üzerine biyopsi yapılarak tanı konulmaktadır. İnce iğne aspirasyon biyopsisi, mediastinotomi ve VATS (video aracılı torakoskopik cerrahi)  ile biyopsi alınmaktadır.  İnce iğne aspirasyon biyopsisinin doğruluk oranı daha düşük olduğu için en sık VATS yöntemi kullanılmaktadır.Timoma tümörlerinin evreleri nelerdir?Timoma tümörü 4 evresi bulunmaktadır.Timoma tümörlerinin tedavisi nedir?Timoma tümörünün tedavisi evresine göre yapılmaktadır. Erken evrelerde teşhis edilen timoma tümörleri yalnızca cerrahi yöntemlerle tedavi edilmektedir. Torakoskopik ya da açık cerrahi yöntemi ile lezyon çıkarılmaktadır. Timoma tümörlerinin daha ileri evrelerinde ise kemoterapi veya kemoradyoterapi ile cerrahi tedavi kombine edilerek uygulanabilmektedir. Uzak organlara yayılım gösteren timomalar ise ameliyat edilmez.Timus bezi kanseri hakkında sık sorulan sorular Timoma tümörleri neden olur?Timoma tümörlerinin bilinen nedenleri henüz tam olarak bilinmemektedir. Yapılan bazı çalışmalarda nedeni ve potansiyel risk faktörleri tam olarak bilinemeyen timoma tümörine radyoterapi ve EBV virüsü ile erken yaşta enfekte olmanın risk oluşturabileceği belirlenmiştir.   Timoma tümörlerinin genetik bir hastalık olup olmadığı yani timoma ile kromozomlar arasındaki ilişkinin netleştirilmesi için çalışmalar yürütülmektedir.Timoma tümörleri hangi şikayetlere yol açar?Timoma tümörleri genellikle hastaların büyük bir kısmında hiçbir şikayet ya da belirtiye yol açmamaktadır. Ancak hastaların  %30 ile 35’i gibi bir oranında şu belirtilerle kendisini belli etmektedir:Timoma ile birlikte en sık görülen paraneoplastik sendrom ise “miyastenia gravis”tir. Paraneoplastik sendrom, tümörün kendisinin direkt yapmadığı ancak tümörden salınan hormon ya da maddelerin sebep olduğu etkilerdir. Timoma tümörlerinin %30 ila 50’sine miyastenia gravis eşlik etmektedir.Miyastenia gravis nedir?Miyastenia gravis, istemli kaslarda çabuk yorulma şeklinde ortaya çıkan, sinir-kas sistemi ile ilgili bir hastalıktır. En önemli bulgu yorulunca artan ve dinlenince geçen kas güçsüzlüğüdür. Hastalar genellikle sabahları uyandıklarında kendilerini iyi hissetmektedir. Ancak hastaların genel durumu gün içerisinde giderek kötüleşmektedir. Hastalık bir göz kapağı düşmesi şeklinde de ortaya çıkabilir. Belirtiler daha çok, yüz, göz, ağız çevresinde; dilde, çiğneme ve yutma kaslarında güçlük şeklinde kendini göstermektedir.Timus bezi kanseri ölümcül bir hastalık mıdır?Timus bezinin kanseri olan timoma tümörleri tedavi edilmediği takdirde ölümcül olabilmektedir. Ancak timoma tümörü yavaş büyüyen bir tümör olduğu için diğer kanser türlerine göre hastanın sağ kalım süresi uzundur. Özellikle erken evrelerde ameliyat edildiğinde hastanın sağ kalım süresi çok uzun olmaktadır.Timus bezi kanseri teşhis ve tedavisini hangi bölüm ve doktor gerçekleştirir?Timus bezi kanserinin teşhis ve tedavisi hastanelerin göğüs cerrahisi bölümünde göğüs cerrahi uzmanları tarafından yapılmaktadır.Timus bezi kanseri genetik bir hastalık mıdır?Timus bezi kanserlerinin kesin nedeni henüz tam olarak bilinmemektedir. Ancak radyoterapi ve EBV virüsü ile erken yaşta enfekte olan kişilerin risk faktörlerinin daha yüksek olduğu düşünülmektedir. Timus bezi tümörlerinin genetik bir hastalık olup olmadığı ise araştırılmaktadır.Timus bezi kanseri daha çok kadınlarda mı yoksa erkeklerde mi görülür?Timus bezi kanseri erkekler ve kadınlarda eşit oranda görülmektedir?Timus bezi kanseri hangi yaşlarda daha sık görülür?Timus bezi kanseri özellikle de timoma tümörleri çocukluk çağında görülmeyecek kadar nadirdir. Timoma tümörleri daha çok 50 ile 60’lı yaşlarda görülmektedir.
5,889
649
Hastalıklar
Tip 1 Diyabet
Tip 1 diyabet pankreasın çok az ya da hiç insülin üretmediği, özellikle genetik faktörlerle birlikte diğer bazı nedenlerin sonucunda genellikle çocuklar, gençler ve erişkinlerde ortaya çıkan oluşan insüline bağımlı olunan otoimmün bir hastalıktır. Tip 1 diyabetin tam anlamıyla bir tedavisi olmasa da insülin, diyet ve yaşam tarzı değişiklikleriyle şeker kontrolünü yönetmek mümkündür.Tip 1 diyabet pankreasın çok az ya da hiç insülin üretmediği, özellikle genetik faktörlerle birlikte diğer bazı nedenlerin sonucunda genellikle çocuklar, gençler ve erişkinlerde ortaya çıkan oluşan insüline bağımlı olunan otoimmün bir hastalıktır. Tip 1 diyabetin tam anlamıyla bir tedavisi olmasa da insülin, diyet ve yaşam tarzı değişiklikleriyle şeker kontrolünü yönetmek mümkündür. Tip 1 Diyabet Nedir?İnsüline bağımlı diyabet olarak da bilinen tip 1 diyabet, bağışıklık sisteminin pankreastaki insülin yapan beta hücrelerine saldırması ile insülin üretiminin yetersiz ya da hiç olmadığı, insülin ihtiyacının takviye ile karşılanmak durumunda kalındığı kronik diyabet hastalığı türüdür. Tip 1 diyabete genellikle çocukluk ve ergenlik döneminde rastlanır.Kişinin vücudunda yeteri kadar insülin hormonu bulunmadığı durumlarda kanda çok fazla şeker birikmesi yaşanır, bu durum da hiperglisemiye (yüksek kan şekeri) neden olur. Vücut yediği yiyecekleri enerji için kullanamayacak duruma gelir ve tedavi edilmediği durumlarda tip 1 diyabet hastalığı ciddi riskleri beraberinde getirir. Bilinen belirgin bir tedavisi söz konusu olmayan tip 1 diyabet; insülin, ilaçlar, diyet listesi ve yaşam tarzı değişiklikleriyle birlikte kontrol altına alınabilen bir hastalık olarak kabul edilir.Tip 1 Diyabet Neden Olur?Otoimmün hastalık olan tip 1 diyabete bağışıklık sisteminde ki sorunun pankreastaki insülin üreten beta hücrelerine saldırması ve bunun sonucu olarak insülinin hiç ya da yetersiz üretilmesi neden olur. Tip 1 diyabet hastası olan kişilerde insülin yetersizliği meydana geldiği için bu hastalar ihtiyaç duydukları insülin ihtiyaçlarını ömür boyunca enjeksiyon yardımıyla dışardan karşılamak zorunda kalırlar.Ayrıca tip 1 diyabet hastalığı genetik faktörlerle birlikte stres ve travmaya bağlı olarak da tetiklenebilir. Toplumdaki diyabet vakalarının yaklaşık yüzde 10’unu oluşturan tip 1 diyabet hastalığı genellikle çocukluk döneminde ortaya çıksa da her yaştan insanı etkilediği de unutulmamalıdır.Tip 1 Diyabet Belirtileri Nelerdir?Pankreasın insülin hormonu üretemediği durumlarda meydana gelen tip 1 diyabet hastalığının yaygın görülen belirtileri kilo kaybı, çok fazla su içme, sık idrara çıkma, yorgunluk ve açlık hissi olarak karşımıza çıkar. Tip 1 diyabeti olan kişilerde karşılaşılabilecek belirtiler şunlardır: Kilo kaybı Ağız kuruluğu ve su içme ihtiyacı İdrara çıkmada artış Artan açlık hissi Yorgunluk ve halsizlik Görme bulanıklığı Nefes almada zorluk Cilt enfeksiyonları Yaraların yavaş iyileşmesi Vajinal mantar enfeksiyonları Sinirli olma gibi ruh hali değişimleri tip 1 diyabetin yaygın semptomlarıdır.Diğer yandan tedavi edilmeyen ve ilerleyen tip 1 diyabet vakaları diyabetle bağlantılı olan diyabetik ketoasidoz (DKA) olarak adlandırılan bir komplikasyona neden olarak tehlikeli bir alabilir ve bu komplikasyon da kişide bazı belirtiler ortaya çıkarabilir.Aşağıda yer alan ciddi semptomların yaşandığı durumlarda doktora başvurun: Nefeste oluşan meyvemsi bir koku Mide bulantısı ve kusma Karın ağrısı Uyuşukluk Nadir olarak bilinç kaybıTip 1 Diyabet Risk Faktörleri Nelerdir?Toplumdaki diyabet vakalarının yaklaşık yüzde 10’unu etkileyen ve kadın ve erkeklerde neredeyse eşit olarak görülen tip 1 diyabet hastalığının risk faktörleri arasında genetik yatkınlık, çocukluk-ergenlik çağında olmak ve stresli bir hayatın içinde yer almak gibi durumlar sayılabilir.Tip 1 Diyabet Teşhisi Nasıl Yapılır?Teşhis edilmesi nispeten kolay olan tip 1 diyabetin vücutta meydana getirdiği semptomlarla birlikte teşhisi için uygulanacak bazı yöntemler söz konusudur. Başta kan tahlili, kan şekeri testi ve idrar tahlili gibi yöntemlere başvurulan tip 1 diyabet teşhisinde kullanılan başlıca yöntemler şunlardır:Kan şekeri testiKandaki şeker miktarının kontrol edildiği kan şekeri testinde hastadan teste aç gelmesi istenir. Yapılan test sonucunda kan şekeri çok yüksek çıkarsa kişinin tip 1 diyabet hastalı olduğu tespit edilir.Glikosile hemoglobin testi (A1c)Kan şekeri testinin sonuçları tip 1 diyabet hastalığını ortaya çıkardığı durumda üç ay boyunca kişinin ortalama kan şekeri glikosile hemoglobin testi aracılığıyla ölçülür.Antikor testiTip 1 ve tip 2 diyabetin varlığını belirlemek için vücuttaki otoantikorların tespiti antikor testiyle yapılır. Vücudun dokusuna yanlışlıkla saldıran proteinler olarak bilinen otoantikorların bazıları tip 1 diyabet hastası olunduğunun göstergesidir. Otoantikorlar genellikle tip 2 diyabetli kişilerde bulunmaz.İdrar tahliliTip 1 diyabet teşhisinde glikoz kullanmak yerine vücuttaki ketonları belirlemek için idrar tahlili istenir. Yüksek miktarda keton varlığı kanın daha asidik hale gelmesine sebebiyet vererek kişinin sağlığını olumsuz etkileyebilir.Arteriyel kan gazıKandaki oksijen ve karbondioksit seviyesi ölçmeye yarayan arteriyel kan gazı, arterden numune alınmasıyla gerçekleştirilen bir işlemdir.Tip 1 Diyabet Tedavisi Nasıl Yapılır?Tıbbi olarak kesin bir tedavisi bulunmamakla birlikte Tip 1  diyabet hastası olan kişiler için olmazsa olmaz tedavi yöntemlerinin başında enjeksiyon yoluyla insülin takviyesi gelir. Her gün alınacak insülin takviyesinin dışında kan şekerini sağlıklı değer aralıklarında tutmak da tedavi yönteminin bir parçası olarak kabul edilir.Tip 1 diyabet hastalarının ömrü ve hayat kalitesi, kişiye göre belirlenecek tedavi yöntemi ve uygulamalarla daha da sağlıklı bir şekilde ilerleyebilir.Tip 1 diyabet tedavisi için uygulanacak tedavi yöntemleri şöyledir:İnsülin Tip 1 diyabet hastası olan kişiler günlük olarak kan şekerini dengede tutmak için insülin iğnesi kullanması gerekir.İnsülin çeşitleri ise aşağıdaki gibidir: Çoklu günlük enjeksiyonlar İnsülin kalemleri İnsülin pompaları Hızlı etki eden inhale insülinKan Şekeri TakibiKan şekeri ölçüm cihazı ve sürekli glikoz izleme yöntemiyle tip 1 diyabet hastasının kan şekeri seviyeleri olması gereken değer aralığında tutulmaya çalışılır.Karbonhidrat sayımıTip 1 diyabet tedavisi ve yönetimi için uygun insülin dozlarının belirlenmesi adına tüketilen yiyecek ve içeceklerdeki karbonhidratların sayımı yapılır. Çünkü insan vücudu karbonhidrat içeren yiyecek ve içecekleri sindirdiğinde, onları vücudun tercih ettiği enerji şekli olan glikoza dönüştürür. Bu durum da sonuç olarak kan şekeri seviyesini yükseltir. Tip 1 diyabetli kişilerin karbonhidrat tüketimi sebebiyle karbonhidrat tükettiklerinde kendilerine insülin dozları vermeleri gerekir.Tip 1 Diyabet Komplikasyonları Nelerdir?Tip 1 diyabetin vücutta meydana getirdiği yüksek kan şekeri sebebiyle oluşabilecek bazı komplikasyonlar söz konusudur.Tip 1 diyabetin olası komplikasyonları şöyle sıralanabilir: Katarakt ve glokom gibi göz rahatsızlıkları Kalp hastalıkları Yüksek tansiyon Böbrek hastalığı Ağız ve diş problemleri Cilt kuruluğu ve bakteri-mantar enfeksiyonları gibi cilt sorunları İnmeTip 1 Diyabet Hakkında Sık Sorulan SorularTip 1 ve tip 2 diyabet farkı nedir?Tip 1 diyabet durumunda vücutta insülin üretimi ya yetersizdir ya da hiç yoktur, tip 2 diyabet hastalarında ise insülin üretimi vardır ancak azdır.Tip 1 diyabet insülin gerektirir mi?Tip 1 diyabeti olan kişilerdeki insülin üretimi vücudun ihtiyaç duyduğunu karşılayamayacak kadar yetersiz olduğu için tip 1 diyabetli herkes kalıcı olarak insüline takviyesine ihtiyaç duyacaktır.Tip 1 diyabet tehlikeli midir?Tip 1 diyabet kontrol altında tutulmadığında çeşitli komplikasyonlara neden olabilir. Kalp hastalığı, inme, göz ve böbrek hastalığının ortaya çıkma riskini arttırır. Bu risklerin ortaya çıkmaması için yüksek şeker mutlaka kontrol altında tutulmalıdır.Tip 1 diyabetin genetik geçişi var mı?Tip 1 diyabeti bulunan bir kişinin kardeşinde de aynı hastalığın bulunma ihtimali genel nüfusta bir kişinin tip 1 diyabet olma riskinden 15 kat daha fazladır, dolayısı ile genetik faktörlerin hastalığa sahip olmakta önemli rol oynar.Tip 1 diyabet nasıl tedavi edilir?Tip 1 diyabeti bulunan kişiler için tedavi söz konusu değildir. Şeker hastalığında tüm mesele kandaki şeker seviyesini kontrol altına almaktır. Tip 1 diyabette bu kontrol ancak insülin takviyesi ile mümkündür. İnsülin enjeksiyon ya da pompa ile alınabilir.Tip 1 diyabet kilo aldırır mı?İnsülin takviyesi kilo aldırmaya başlatabilir. Aldığınız insülin oranı ve türü, beslenme programınız kilo alımının durumunu doğrudan etkiler. İnsülin bir büyüme hormonudur dolayısı ile de her büyüme hormonunda olduğu gibi insülinde de daha fazla kilo alınabilir. Tip 1 Diyabet Nedir?İnsüline bağımlı diyabet olarak da bilinen tip 1 diyabet, bağışıklık sisteminin pankreastaki insülin yapan beta hücrelerine saldırması ile insülin üretiminin yetersiz ya da hiç olmadığı, insülin ihtiyacının takviye ile karşılanmak durumunda kalındığı kronik diyabet hastalığı türüdür. Tip 1 diyabete genellikle çocukluk ve ergenlik döneminde rastlanır.Kişinin vücudunda yeteri kadar insülin hormonu bulunmadığı durumlarda kanda çok fazla şeker birikmesi yaşanır, bu durum da hiperglisemiye (yüksek kan şekeri) neden olur. Vücut yediği yiyecekleri enerji için kullanamayacak duruma gelir ve tedavi edilmediği durumlarda tip 1 diyabet hastalığı ciddi riskleri beraberinde getirir. Bilinen belirgin bir tedavisi söz konusu olmayan tip 1 diyabet; insülin, ilaçlar, diyet listesi ve yaşam tarzı değişiklikleriyle birlikte kontrol altına alınabilen bir hastalık olarak kabul edilir.Tip 1 Diyabet Neden Olur?Otoimmün hastalık olan tip 1 diyabete bağışıklık sisteminde ki sorunun pankreastaki insülin üreten beta hücrelerine saldırması ve bunun sonucu olarak insülinin hiç ya da yetersiz üretilmesi neden olur. Tip 1 diyabet hastası olan kişilerde insülin yetersizliği meydana geldiği için bu hastalar ihtiyaç duydukları insülin ihtiyaçlarını ömür boyunca enjeksiyon yardımıyla dışardan karşılamak zorunda kalırlar.Ayrıca tip 1 diyabet hastalığı genetik faktörlerle birlikte stres ve travmaya bağlı olarak da tetiklenebilir. Toplumdaki diyabet vakalarının yaklaşık yüzde 10’unu oluşturan tip 1 diyabet hastalığı genellikle çocukluk döneminde ortaya çıksa da her yaştan insanı etkilediği de unutulmamalıdır.Tip 1 Diyabet Belirtileri Nelerdir?Pankreasın insülin hormonu üretemediği durumlarda meydana gelen tip 1 diyabet hastalığının yaygın görülen belirtileri kilo kaybı, çok fazla su içme, sık idrara çıkma, yorgunluk ve açlık hissi olarak karşımıza çıkar. Tip 1 diyabeti olan kişilerde karşılaşılabilecek belirtiler şunlardır:Diğer yandan tedavi edilmeyen ve ilerleyen tip 1 diyabet vakaları diyabetle bağlantılı olan diyabetik ketoasidoz (DKA) olarak adlandırılan bir komplikasyona neden olarak tehlikeli bir alabilir ve bu komplikasyon da kişide bazı belirtiler ortaya çıkarabilir.Aşağıda yer alan ciddi semptomların yaşandığı durumlarda doktora başvurun:Tip 1 Diyabet Risk Faktörleri Nelerdir?Toplumdaki diyabet vakalarının yaklaşık yüzde 10’unu etkileyen ve kadın ve erkeklerde neredeyse eşit olarak görülen tip 1 diyabet hastalığının risk faktörleri arasında genetik yatkınlık, çocukluk-ergenlik çağında olmak ve stresli bir hayatın içinde yer almak gibi durumlar sayılabilir.Tip 1 Diyabet Teşhisi Nasıl Yapılır?Teşhis edilmesi nispeten kolay olan tip 1 diyabetin vücutta meydana getirdiği semptomlarla birlikte teşhisi için uygulanacak bazı yöntemler söz konusudur. Başta kan tahlili, kan şekeri testi ve idrar tahlili gibi yöntemlere başvurulan tip 1 diyabet teşhisinde kullanılan başlıca yöntemler şunlardır:Kan şekeri testiKandaki şeker miktarının kontrol edildiği kan şekeri testinde hastadan teste aç gelmesi istenir. Yapılan test sonucunda kan şekeri çok yüksek çıkarsa kişinin tip 1 diyabet hastalı olduğu tespit edilir.Glikosile hemoglobin testi (A1c)Kan şekeri testinin sonuçları tip 1 diyabet hastalığını ortaya çıkardığı durumda üç ay boyunca kişinin ortalama kan şekeri glikosile hemoglobin testi aracılığıyla ölçülür.Antikor testiTip 1 ve tip 2 diyabetin varlığını belirlemek için vücuttaki otoantikorların tespiti antikor testiyle yapılır. Vücudun dokusuna yanlışlıkla saldıran proteinler olarak bilinen otoantikorların bazıları tip 1 diyabet hastası olunduğunun göstergesidir. Otoantikorlar genellikle tip 2 diyabetli kişilerde bulunmaz.İdrar tahliliTip 1 diyabet teşhisinde glikoz kullanmak yerine vücuttaki ketonları belirlemek için idrar tahlili istenir. Yüksek miktarda keton varlığı kanın daha asidik hale gelmesine sebebiyet vererek kişinin sağlığını olumsuz etkileyebilir.Arteriyel kan gazıKandaki oksijen ve karbondioksit seviyesi ölçmeye yarayan arteriyel kan gazı, arterden numune alınmasıyla gerçekleştirilen bir işlemdir.Tip 1 Diyabet Tedavisi Nasıl Yapılır?Tıbbi olarak kesin bir tedavisi bulunmamakla birlikte Tip 1  diyabet hastası olan kişiler için olmazsa olmaz tedavi yöntemlerinin başında enjeksiyon yoluyla insülin takviyesi gelir. Her gün alınacak insülin takviyesinin dışında kan şekerini sağlıklı değer aralıklarında tutmak da tedavi yönteminin bir parçası olarak kabul edilir.Tip 1 diyabet hastalarının ömrü ve hayat kalitesi, kişiye göre belirlenecek tedavi yöntemi ve uygulamalarla daha da sağlıklı bir şekilde ilerleyebilir.Tip 1 diyabet tedavisi için uygulanacak tedavi yöntemleri şöyledir:İnsülin Tip 1 diyabet hastası olan kişiler günlük olarak kan şekerini dengede tutmak için insülin iğnesi kullanması gerekir.İnsülin çeşitleri ise aşağıdaki gibidir:Kan Şekeri TakibiKan şekeri ölçüm cihazı ve sürekli glikoz izleme yöntemiyle tip 1 diyabet hastasının kan şekeri seviyeleri olması gereken değer aralığında tutulmaya çalışılır.Karbonhidrat sayımıTip 1 diyabet tedavisi ve yönetimi için uygun insülin dozlarının belirlenmesi adına tüketilen yiyecek ve içeceklerdeki karbonhidratların sayımı yapılır. Çünkü insan vücudu karbonhidrat içeren yiyecek ve içecekleri sindirdiğinde, onları vücudun tercih ettiği enerji şekli olan glikoza dönüştürür. Bu durum da sonuç olarak kan şekeri seviyesini yükseltir. Tip 1 diyabetli kişilerin karbonhidrat tüketimi sebebiyle karbonhidrat tükettiklerinde kendilerine insülin dozları vermeleri gerekir.Tip 1 Diyabet Komplikasyonları Nelerdir?Tip 1 diyabetin vücutta meydana getirdiği yüksek kan şekeri sebebiyle oluşabilecek bazı komplikasyonlar söz konusudur.Tip 1 diyabetin olası komplikasyonları şöyle sıralanabilir:Tip 1 Diyabet Hakkında Sık Sorulan SorularTip 1 ve tip 2 diyabet farkı nedir?Tip 1 diyabet durumunda vücutta insülin üretimi ya yetersizdir ya da hiç yoktur, tip 2 diyabet hastalarında ise insülin üretimi vardır ancak azdır.Tip 1 diyabet insülin gerektirir mi?Tip 1 diyabeti olan kişilerdeki insülin üretimi vücudun ihtiyaç duyduğunu karşılayamayacak kadar yetersiz olduğu için tip 1 diyabetli herkes kalıcı olarak insüline takviyesine ihtiyaç duyacaktır.Tip 1 diyabet tehlikeli midir?Tip 1 diyabet kontrol altında tutulmadığında çeşitli komplikasyonlara neden olabilir. Kalp hastalığı, inme, göz ve böbrek hastalığının ortaya çıkma riskini arttırır. Bu risklerin ortaya çıkmaması için yüksek şeker mutlaka kontrol altında tutulmalıdır.Tip 1 diyabetin genetik geçişi var mı?Tip 1 diyabeti bulunan bir kişinin kardeşinde de aynı hastalığın bulunma ihtimali genel nüfusta bir kişinin tip 1 diyabet olma riskinden 15 kat daha fazladır, dolayısı ile genetik faktörlerin hastalığa sahip olmakta önemli rol oynar.Tip 1 diyabet nasıl tedavi edilir?Tip 1 diyabeti bulunan kişiler için tedavi söz konusu değildir. Şeker hastalığında tüm mesele kandaki şeker seviyesini kontrol altına almaktır. Tip 1 diyabette bu kontrol ancak insülin takviyesi ile mümkündür. İnsülin enjeksiyon ya da pompa ile alınabilir.Tip 1 diyabet kilo aldırır mı?İnsülin takviyesi kilo aldırmaya başlatabilir. Aldığınız insülin oranı ve türü, beslenme programınız kilo alımının durumunu doğrudan etkiler. İnsülin bir büyüme hormonudur dolayısı ile de her büyüme hormonunda olduğu gibi insülinde de daha fazla kilo alınabilir.
5,959
650
Hastalıklar
Tip 2 Diyabet
En sık görülen diyabet tipi olan tip 2 diyabet, insülin adı verilen hormonun yeterince üretilememesi veya insülin direncinin ortaya çıkmasına bağlı olarak kan şekeri seviyesinin çok yükseğe çıktığı metabolik bir hastalıktır. Kandaki glukoz oranındaki yükseliş bağışıklık sisteminde bozukluklara ve sinir sisteminde zararlara yol açabilir. Eskiden sadece yetişkinlerde görülen tip 2 diyabet, günümüzde çocuklarda da görülebilmektedir. Bu da obez çocuk sayısındaki artıştan kaynaklı olduğu bilinir.En sık görülen diyabet tipi olan tip 2 diyabet, insülin adı verilen hormonun yeterince üretilememesi veya insülin direncinin ortaya çıkmasına bağlı olarak kan şekeri seviyesinin çok yükseğe çıktığı metabolik bir hastalıktır. Kandaki glukoz oranındaki yükseliş bağışıklık sisteminde bozukluklara ve sinir sisteminde zararlara yol açabilir. Eskiden sadece yetişkinlerde görülen tip 2 diyabet, günümüzde çocuklarda da görülebilmektedir. Bu da obez çocuk sayısındaki artıştan kaynaklı olduğu bilinir. Tip 2 Diyabet Nedir?Tip 2 diyabet, pankreasın daha az insülin üretmesi ve hücrelerin insüline direnç göstermesi sonucu vücudun glukozu metabolize edememesi ile sonuçlanır, bu da kandaki şeker seviyesinin (glukoz) çok yükselmesine bağlı olarak ortaya çıkan ve ömür boyu tedavi gerektiren bir hastalıktır. En sık görülen diyabet türü olan tip 2 diyabet, insülin direnci olarak tanımlanan yüksek kan şekeri seviyeleri olarak bilinir. Tip 2 diyabete karşı kilo vermek, sağlıklı beslenme ve egzersiz yapmak hastalığın yönetimini kolaylaştırmada etkili olur. Yapılan diyet ya da egzersiz kan şekerinin kontrolünde yeterli değilse diyabet ilaçları ya da insülin tedavisi önerilebilir.Tip 2 Diyabet Belirtileri Nelerdir?Tip 2 diyabet, aşırı susama, sık idrar ihtiyacı ve yorgunluk gibi belirtiler gösterir. Bunlarla birlikte tip 2 diyabette ortaya çıkan yaygın semptomlar şöyle sıralanabilir: Ağız kuruluğu ve susama isteği Özellikle geceleri olmak üzere idrara çıkma sıklığının artması Yorgunluk ve halsizlik Görüşün bulanıklaşması Yaraların geç iyileşmesi Ayaklarda ya da ellerde uyuşma, karıncalanma Açıklanamayan kilo ve kas kütlesi kaybı Vücutta enfeksiyon gelişmesi Kaşıntılı ve kuru ciltTip 2 diyabet belirtileri birkaç yıl içerisinde yavaşça ortaya çıkar ve hafif şekilde ilerler. Bazı insanlarda belirtiler görülmeyebilir. Bunların yanında sağlık düzeninizi değiştirmek, ilaç kullanmak ve düzenli kontrolleri yaptırmak gerekebilir.Tip 2 Diyabet Neden Olur?Tip 2 diyabetin nedeni pankreasın daha az insülin üretmesi ve hücrelerin insüline direnç göstermesi ile insülin doğru şekilde kullanılamadığı için kandaki şeker düzeyinin yükselmesidir. Tip 2 diyabette kas, yağ ve karaciğerde yer alan hücrelerin insüline dirençli hale gelir. Bunun sonucunda hücrelere yeterince şeker alamadığında pankreas, kan şekerini normal değerde tutmak için yeterli miktarda insülin üretemez. Tip 2 diyabete şu faktörler de neden olmaktadır: Fazla kilo ve obezite Fiziksel olarak aktif olmamak İnsülin direnci Genetik yapı Vücuttaki yağ dağılımı Irk ve etnik köken Kan lipit seviyeleri Yaş Prediyabet (gizli şeker) Hamilelikle ilgili riskler Polikistik over sendromu Sigara kullanımı UykusuzlukTip 2 Diyabet Tanısı Nasıl Konur?Tip 2 diyabet, kan testi ve idrar tahlili orta çıkarak uzman doktor tarafından tanısı konulan bir hastalıktır. Tip 2 diyabet tanısı konulurken şu adımlardan yararlanılır:Açlık kan şekeri testiDiyabet şüphesi taşıyan kişilere açlık kan şekeri testi laboratuvar ortamında incelenen testler yapılabilir. Açlık kan şekeri testinde kişinin aç olduğu zamandaki kan şekerine bakılır. İncemeler sonucunda bu seviyenin 126 mg/dl ya da daha yüksek olması durumunda diyabet teşhisi konulabilir.Glukoz tolerans testiGlukoz tolerans testinde (OGTT) kişinin belli miktarda glukoz içmesinden sonra kan şekerinin nasıl tepki verdiği incelenir. OGTT incelemesi sonucunda 2 saatlik plazma glukoz dizeyinin 200 mg/dl ya da daha yüksek olması tip 2 diyabet göstergesidir.HbA1c ölçümüHbA1c, daha uzun vadeli olarak bakılan ortalama 2-3 ay içerisindeki kan şekeri düzeyini yansıtan ve tip 2 diyabeti ortaya çıkaran bir ölçümdür. Tip 2 diyabetin tanısı için hemoglobin A1c değerinin genellikle %6,5 ya da daha yüksek olması gerekir.İdrar tahliliİdrar tahlili sonucunda glukozun pozitif çıkması durumu tip 2 diyabetin bir işaretidir. İdrar içerisinde glukoz bulunmadığından bu şekilde tanısı konulabilir.Tip 2 Diyabeti Yönetmenin Yolları ve TedavisiTip 2 diyabeti, sağlıklı bir beslenme planının yanında hareket etmeyle yönetebilmek mümkündür. Bunların yanında uzman doktor kan şekeri kontrolü için enjekte edilebilir ilaçlar, insülin ve diyabet ilaçları verebilir. Tansiyon ve kolesterol kontrolünü sağlayarak testler yaptırmanız da takibi açısından önemlidir.Kan şekerinizi düzenli olarak kontrol edinUzman doktor sağlık geçmişinize tip 2 diyabetindeki durumunuza bakarak ne sıklıkla kan şekeri kontrolü yapmanız gerektiğiniz size söyleyecektir. Kan şekerini seviyesini belli aralıklarla kontrol etmek ve takibini sağlamak oluşabilecek komplikasyonlara karşı önlem almanızı sağlayacaktır.Stresi hayatınızdan uzaklaştırınStres, günlük hayatın bir parçası olsa da yönetmek tip 2 diyabet açısından önemlidir. Düzenli aralıklarla fiziksel aktivite yapmak, iyi uyku kalitesine sahip olmak stresin azalmasında etkili olur. Stresi yönetemediğiniz durumlarda ise uzman doktorlardan tavsiye almanız gerekebilir.Sağlıklı beslenin ve diyet yapınTip 2 diyabeti yönetebilmek için yağ bakımından az, kalorisi diğer besinlere oranla düşük, kepekli tahıllar barındıran ve sebze, meyve ağırlıklı beslenmek gerekir. Uzman doktor size tüketebileceğiniz besinleri belirterek, yasak listesini de sunacaktır.Bunların yanında düşük ya da yüksek kan şekeri belirtileri olduğunda ne yapılması konusunda kendinizi tanımak ve onu yönetmek mümkündür. Sorunları erkenden tespit ederek tip 2 diyabetin organlara zarar vermesi engelleyebilirsiniz.Tip 2 Diyabetin Neden Olduğu Komplikasyonlar Tip 2 diyabet, iyi yönetilmediği zamanlarda göz, sinirler, kan damarları, kalp ve böbreklere etki edebilir. Diyabetin ortaya çıkarabileceği çeşitli komplikasyonlar şöyle sıralanabilir:Kalp ve damar hastalıklarıDiyabet, kalp hastalıkları, inme, yüksek tansiyon ve ateroskleroz adı verilen bir durum olan kan damarlarının sertliği riskinin artmasıyla ilişkili olarak kabul edilir.Uzuvlarda sinir hasarı Kan şekeri kontrol edilmediği durumlarda zamanla sinirler zarar görebilir. Bu durum nöropati olarak adlandırılır. Ayak parmakları, parmak uçlarında karıncalanma, yanma, ağrı ve uyuşma gibi durumlar görülebilir. Bunların yanında kalp sinirlerinde hasar meydana geldiğinde ise kalp ritminde bozukluk, mide bulantısı, kusma, ishal ve kabızlık ortaya çıkabilmektedir.Böbrek hastalıklarıTip 2 diyabet, kronik böbrek hastalıklarına neden olabilir. İlerlemesi durumunda diyaliz veya böbrek nakli gerektirebilir.Göz hasarıTip 2 diyabet, glokom ve katarakt gibi ciddi göz hastalıkları riskinin artmasına neden olabilir. Daha da ilerlediği durumlarda retinanın kan damarlarına zarar vererek körlüğe sebebiyet verir.Cilt hastalıklarıTip 2 diyabet, bakteriyel ve fungal enfeksiyonlar içeren cilt sağlığı problemlerine sebebiyet verebilir. Tedavi ve takip edilmediği durumlarda geç iyileşen ciddi yaraların açılmasına neden olur.İşitme bozukluğuTip 2 diyabet işitme sorunları neden olabilir. Enfeksiyonların gelişmesine neden olarak bu duruma sebebiyet verir.Uyku apnesiTip 2 diyabeti olan kişilerde obstrüktif uyku apnesine sık şekilde rastlanır. Obezite, her iki duruma da sebep olan ana faktör olarak görülür. Obezite ve diyabetin bir arada olması durumunda uyku apnesinin görülme oranı da artmaktadır.BunamaTip 2 diyabet, Alzheimer hastalığı ve buna bağlı olarak buna riskinin artmasına neden olur. Kan şekeri kontrol edilmediği durumlarda hafıza etkilenerek bunama gibi hastalıkların ortaya çıkmasına neden olur.Tip 2 Diyabet Hakkında Sık Sorulan SorularTip 1 ve tip 2 diyabet farkı nedir?Tip 1 diyabet hastalığında vücutta insülin üretimi yoktur. Tip 2 diyabette ise insülin üretimi vardır fakat yeterli değildir.Tip 2 diyabet hastaları ne yememeli?Tip 2 diyabet olan kişilerin tuzlu gıdalardan, hazır besinlerden, çikolata gibi şeker içeren besinlerde uzak durmaları gerekir. Bunların yanında sucuk, sosis gibi şarküteri ürünlerinin yanında süt ürünleri tüketimini de sınırlandırmaları gerekir. Dondurma, reçel, bal gibi şekerli gıdaların tüketimi de tip 2 diyabetliler için iyi değildir.Tip 2 diyabet geçer mi?Şeker hastalıkları ortaya çıktıktan sonra ömür boyu devam eden bir hastalıktır ve tamamen geçirmeye yönelik bir tedavisi yoktur. Tip 2 diyabeti olan kişiler kilo verir ve daha aktif bir hayat sürerse kan şekerini kontrol altına alıp, etkilerini azaltabilirler ancak kalıcı olarak geçiremezler. Tip 2 Diyabet Nedir?Tip 2 diyabet, pankreasın daha az insülin üretmesi ve hücrelerin insüline direnç göstermesi sonucu vücudun glukozu metabolize edememesi ile sonuçlanır, bu da kandaki şeker seviyesinin (glukoz) çok yükselmesine bağlı olarak ortaya çıkan ve ömür boyu tedavi gerektiren bir hastalıktır. En sık görülen diyabet türü olan tip 2 diyabet, insülin direnci olarak tanımlanan yüksek kan şekeri seviyeleri olarak bilinir. Tip 2 diyabete karşı kilo vermek, sağlıklı beslenme ve egzersiz yapmak hastalığın yönetimini kolaylaştırmada etkili olur. Yapılan diyet ya da egzersiz kan şekerinin kontrolünde yeterli değilse diyabet ilaçları ya da insülin tedavisi önerilebilir.Tip 2 Diyabet Belirtileri Nelerdir?Tip 2 diyabet, aşırı susama, sık idrar ihtiyacı ve yorgunluk gibi belirtiler gösterir. Bunlarla birlikte tip 2 diyabette ortaya çıkan yaygın semptomlar şöyle sıralanabilir:Tip 2 diyabet belirtileri birkaç yıl içerisinde yavaşça ortaya çıkar ve hafif şekilde ilerler. Bazı insanlarda belirtiler görülmeyebilir. Bunların yanında sağlık düzeninizi değiştirmek, ilaç kullanmak ve düzenli kontrolleri yaptırmak gerekebilir.Tip 2 Diyabet Neden Olur?Tip 2 diyabetin nedeni pankreasın daha az insülin üretmesi ve hücrelerin insüline direnç göstermesi ile insülin doğru şekilde kullanılamadığı için kandaki şeker düzeyinin yükselmesidir. Tip 2 diyabette kas, yağ ve karaciğerde yer alan hücrelerin insüline dirençli hale gelir. Bunun sonucunda hücrelere yeterince şeker alamadığında pankreas, kan şekerini normal değerde tutmak için yeterli miktarda insülin üretemez. Tip 2 diyabete şu faktörler de neden olmaktadır:Tip 2 Diyabet Tanısı Nasıl Konur?Tip 2 diyabet, kan testi ve idrar tahlili orta çıkarak uzman doktor tarafından tanısı konulan bir hastalıktır. Tip 2 diyabet tanısı konulurken şu adımlardan yararlanılır:Açlık kan şekeri testiDiyabet şüphesi taşıyan kişilere açlık kan şekeri testi laboratuvar ortamında incelenen testler yapılabilir. Açlık kan şekeri testinde kişinin aç olduğu zamandaki kan şekerine bakılır. İncemeler sonucunda bu seviyenin 126 mg/dl ya da daha yüksek olması durumunda diyabet teşhisi konulabilir.Glukoz tolerans testiGlukoz tolerans testinde (OGTT) kişinin belli miktarda glukoz içmesinden sonra kan şekerinin nasıl tepki verdiği incelenir. OGTT incelemesi sonucunda 2 saatlik plazma glukoz dizeyinin 200 mg/dl ya da daha yüksek olması tip 2 diyabet göstergesidir.HbA1c ölçümüHbA1c, daha uzun vadeli olarak bakılan ortalama 2-3 ay içerisindeki kan şekeri düzeyini yansıtan ve tip 2 diyabeti ortaya çıkaran bir ölçümdür. Tip 2 diyabetin tanısı için hemoglobin A1c değerinin genellikle %6,5 ya da daha yüksek olması gerekir.İdrar tahliliİdrar tahlili sonucunda glukozun pozitif çıkması durumu tip 2 diyabetin bir işaretidir. İdrar içerisinde glukoz bulunmadığından bu şekilde tanısı konulabilir.Tip 2 Diyabeti Yönetmenin Yolları ve TedavisiTip 2 diyabeti, sağlıklı bir beslenme planının yanında hareket etmeyle yönetebilmek mümkündür. Bunların yanında uzman doktor kan şekeri kontrolü için enjekte edilebilir ilaçlar, insülin ve diyabet ilaçları verebilir. Tansiyon ve kolesterol kontrolünü sağlayarak testler yaptırmanız da takibi açısından önemlidir.Kan şekerinizi düzenli olarak kontrol edinUzman doktor sağlık geçmişinize tip 2 diyabetindeki durumunuza bakarak ne sıklıkla kan şekeri kontrolü yapmanız gerektiğiniz size söyleyecektir. Kan şekerini seviyesini belli aralıklarla kontrol etmek ve takibini sağlamak oluşabilecek komplikasyonlara karşı önlem almanızı sağlayacaktır.Stresi hayatınızdan uzaklaştırınStres, günlük hayatın bir parçası olsa da yönetmek tip 2 diyabet açısından önemlidir. Düzenli aralıklarla fiziksel aktivite yapmak, iyi uyku kalitesine sahip olmak stresin azalmasında etkili olur. Stresi yönetemediğiniz durumlarda ise uzman doktorlardan tavsiye almanız gerekebilir.Sağlıklı beslenin ve diyet yapınTip 2 diyabeti yönetebilmek için yağ bakımından az, kalorisi diğer besinlere oranla düşük, kepekli tahıllar barındıran ve sebze, meyve ağırlıklı beslenmek gerekir. Uzman doktor size tüketebileceğiniz besinleri belirterek, yasak listesini de sunacaktır.Bunların yanında düşük ya da yüksek kan şekeri belirtileri olduğunda ne yapılması konusunda kendinizi tanımak ve onu yönetmek mümkündür. Sorunları erkenden tespit ederek tip 2 diyabetin organlara zarar vermesi engelleyebilirsiniz.Tip 2 Diyabetin Neden Olduğu Komplikasyonlar Tip 2 diyabet, iyi yönetilmediği zamanlarda göz, sinirler, kan damarları, kalp ve böbreklere etki edebilir. Diyabetin ortaya çıkarabileceği çeşitli komplikasyonlar şöyle sıralanabilir:Kalp ve damar hastalıklarıDiyabet, kalp hastalıkları, inme, yüksek tansiyon ve ateroskleroz adı verilen bir durum olan kan damarlarının sertliği riskinin artmasıyla ilişkili olarak kabul edilir.Uzuvlarda sinir hasarı Kan şekeri kontrol edilmediği durumlarda zamanla sinirler zarar görebilir. Bu durum nöropati olarak adlandırılır. Ayak parmakları, parmak uçlarında karıncalanma, yanma, ağrı ve uyuşma gibi durumlar görülebilir. Bunların yanında kalp sinirlerinde hasar meydana geldiğinde ise kalp ritminde bozukluk, mide bulantısı, kusma, ishal ve kabızlık ortaya çıkabilmektedir.Böbrek hastalıklarıTip 2 diyabet, kronik böbrek hastalıklarına neden olabilir. İlerlemesi durumunda diyaliz veya böbrek nakli gerektirebilir.Göz hasarıTip 2 diyabet, glokom ve katarakt gibi ciddi göz hastalıkları riskinin artmasına neden olabilir. Daha da ilerlediği durumlarda retinanın kan damarlarına zarar vererek körlüğe sebebiyet verir.Cilt hastalıklarıTip 2 diyabet, bakteriyel ve fungal enfeksiyonlar içeren cilt sağlığı problemlerine sebebiyet verebilir. Tedavi ve takip edilmediği durumlarda geç iyileşen ciddi yaraların açılmasına neden olur.İşitme bozukluğuTip 2 diyabet işitme sorunları neden olabilir. Enfeksiyonların gelişmesine neden olarak bu duruma sebebiyet verir.Uyku apnesiTip 2 diyabeti olan kişilerde obstrüktif uyku apnesine sık şekilde rastlanır. Obezite, her iki duruma da sebep olan ana faktör olarak görülür. Obezite ve diyabetin bir arada olması durumunda uyku apnesinin görülme oranı da artmaktadır.BunamaTip 2 diyabet, Alzheimer hastalığı ve buna bağlı olarak buna riskinin artmasına neden olur. Kan şekeri kontrol edilmediği durumlarda hafıza etkilenerek bunama gibi hastalıkların ortaya çıkmasına neden olur.Tip 2 Diyabet Hakkında Sık Sorulan SorularTip 1 ve tip 2 diyabet farkı nedir?Tip 1 diyabet hastalığında vücutta insülin üretimi yoktur. Tip 2 diyabette ise insülin üretimi vardır fakat yeterli değildir.Tip 2 diyabet hastaları ne yememeli?Tip 2 diyabet olan kişilerin tuzlu gıdalardan, hazır besinlerden, çikolata gibi şeker içeren besinlerde uzak durmaları gerekir. Bunların yanında sucuk, sosis gibi şarküteri ürünlerinin yanında süt ürünleri tüketimini de sınırlandırmaları gerekir. Dondurma, reçel, bal gibi şekerli gıdaların tüketimi de tip 2 diyabetliler için iyi değildir.Tip 2 diyabet geçer mi?Şeker hastalıkları ortaya çıktıktan sonra ömür boyu devam eden bir hastalıktır ve tamamen geçirmeye yönelik bir tedavisi yoktur. Tip 2 diyabeti olan kişiler kilo verir ve daha aktif bir hayat sürerse kan şekerini kontrol altına alıp, etkilerini azaltabilirler ancak kalıcı olarak geçiremezler.
5,863
651
Hastalıklar
Toksoplazma
Toxoplasma gondii adı verilen parazitin neden olduğu bir enfeksiyon olan toksoplazma; genellikle hamileleri ve bağışıklık sistemi zayıf kişileri etkileyen, kedi dışkısı ve kontamine gıdalar yoluyla insana geçen bulaşıcı bir hastalıktır. Ateş, baş ağrısı, lenf bezlerinin şişmesi ve yorgunluk gibi grip benzeri semptomlar gösteren toksoplazma tedavisi genellikle ilaçlar yoluyla yapılır.Toxoplasma gondii adı verilen parazitin neden olduğu bir enfeksiyon olan toksoplazma; genellikle hamileleri ve bağışıklık sistemi zayıf kişileri etkileyen, kedi dışkısı ve kontamine gıdalar yoluyla insana geçen bulaşıcı bir hastalıktır. Ateş, baş ağrısı, lenf bezlerinin şişmesi ve yorgunluk gibi grip benzeri semptomlar gösteren toksoplazma tedavisi genellikle ilaçlar yoluyla yapılır. Toksoplazma Nedir?Toksoplazma; toxoplasma gondii adlı tek hücreli bir parazitin neden olduğu, az pişmiş enfekte et ya da enfekte kedi kakasından bulaşan paraziter bir enfeksiyondur. Gebelik esnasında bebeğe geçebilen parazit çoğunlukla herhangi bir semptom göstermez ancak kimi enfekte kişilerde ateş, yorgunluk, kas ağrısı, lenf bezlerinin şişmesi gibi belirtiler görünebilir.Özellikle hamile kadınlar ve zayıf bağışıklık sistemine sahip kişiler için riskli olabilecek komplikasyonlar gelişebilir. Erken tanı ve tedavi, komplikasyon riskini azaltır ve hastalığın etkilerini hafifletebilir.Konjenital Toksoplazma Nedir?Hamilelik sürecinde sağlık açısından dikkatli olunması gereken bazı konular vardır. Bunlardan birisi de konjenital toxoplasmadır. Anne adayının, hamilelik sırasında Toksoplazma gondii isimli parazitle enfekte olması sonucunda bebeğe zarar veren bu durum ciddi sonuçlara yol açabilir. Çünkü toksoplazma paraziti bebeğin beyin, göz ve diğer hayati organlarında hasara yol açabilir.Toksoplazma Nedenleri Nelerdir?Toksoplazma hastalığı; toxoplasma gondii adı verilen bir parazit sonucu meydana gelir. vardır. Bu parazit genellikle kedilerin bağırsaklarında bulunur dışkı yoluyla vücuttan atılır. Kedi dışkısı veya kediyse yakın temasta bulunan kişilerde daha çok görülen toksoplazma ayrıca kontamine gıdalar veya kirli sular yoluyla da insane geçer. Diğer yandan avlanan veya çiğ et tüketen kedilerden bulaşma ihtimali daha yüksektir. Ayrıca meyve ve sebze yüzeyinde de olabilir.Toksoplazma Nasıl Bulaşır?Toxoplasma gondii adı verilen parazitin neden olduğu bir hastalık olan toksoplazma; genellikle kedilerin bağırsaklarında bulunan bu parazitin vücuttan atılarak çevreye yayılması sonucu insanlara bulaşır. Kişiler kedi kumu temizlerken veya toprakla temas ederek bu paraziti vücuduna alabilir.Kedi dışkısı başta olmak üzere toksoplazmanın bulaşma yolları şöyledir:Kedi Dışkısı: Genellikle kedilerin bağırsaklarında yaşar ve enfekte kediler bu paraziti dışkılarıyla çevreye yayabilirler. İnsanlar, enfekte kedi kumu temizlerken veya toprakla temas ederken bu dışkılarla temas ettiğinde enfekte olabilirler. Bu nedenle, kedi kumu temizlerken eldiven giymek ve elleri iyi yıkamak önemlidir.İyi pişmemiş veya çiğ et: İyi pişmemiş veya çiğ et tüketimi, gondii parazitinin insana geçişine neden olabilir. Bu nedenle, etleri iyi pişirerek bu riski azaltmak önemlidir.Kirli su ve kontamine gıdalar: Parazit, kirli su yoluyla sebzeler ve meyveler üzerine bulaşabilir. Bu nedenle, bu tür gıdaları iyi bir şekilde yıkamak önemlidir.Temas: Enfekte hayvanlarla temas sonucu insana geçebilir. Özellikle çiftlik işleri gibi hayvanlarla sık temas gerektiren mesleklerde çalışanlar risk altındadır.Konjenital bulaşma: Toksoplazma gebelik sırasında olursa bebeğe geçebilir.Toksoplazma Belirtileri Nelerdir?Toksoplazma belirtileri genellikle griple benzer semptomlar gösterir ve en yaygın belirtileri arasında ateş, vücut ağrısı, şişmiş lenf bezleri, baş ağrısı ve yorgunluk bulunur.Gribe yakın semptomlar gösteren toksoplazma belirtileri şunları içerir: Ateş Lenf bezlerinin şişmesi Vücut ağrısı Baş ağrısı Halsizlik ve yorgunluk Deri döküntüsü Gözlerde ağrı Bulanık görme problemi Bilinç bulanıklığı Karaciğer ve dalak büyümesi Nöbet yaşanması Sarılık Gözlerde enfeksiyonToksoplazmanın daha şiddetli görülen durumlarında göz enfeksiyonu ve rahatsızlığı kişide körlüğe kadar gidebilir ancak bu durumun her toksoplazma hastası olan kişide yaşanacağının kesinliği yoktur.Ateş ve halsizlikEnfeksiyonunun belirtilerinden biri ateş ve halsizliktir. Bu semptomlar, bağışıklık sistemi sağlam olan kişilerde genellikle hafif seyreder.Lenf bezinin şişmesiEnfekte olan kişilerde lenf bezlerinin şiştiğini görmek yaygın bir durumdur. Şişmiş lenf bezleri genellikle boyun, koltuk altı veya kasık bölgelerinde hissedilir.Kas ve eklem ağrılarıEnfeksiyon, kas ve eklem ağrılarına neden olabilir. Bu semptomlar, özellikle enfeksiyonun yayıldığı durumlarda ortaya çıkabilir.Toksoplazma Risk Grupları Kimlerdir?Toksoplazma hastalığına yakalanma riski belirli gruplar için daha yüksektir.Hamilelerde toksoplazma riskiHamilelikte toksoplazma, anneden fetüse geçebilir. Bu nedenle hamile kadınlar, özellikle dikkatli olmalıdır.Zayıf bağışıklık sistemine sahip kişilerBağışıklık sistemi zayıf olan kişiler (HIV pozitif olanlar veya bağışıklık sistemini baskılayan ilaç kullananlar), Toxoplasmaya karşı daha savunmasızdır.Diğer risk faktörleriÖzellikle dışarıda serbest dolaşan kedilere sahip olan evler için, Toxoplasma enfeksiyonu riski artabilir. Toxoplasma gondii, kirli su veya gıdalar yoluyla insana bulaşabilir. Yetersiz pişirilmiş veya hijyenik olmayan gıdalar tüketmek enfeksiyon riskini artırabilir.Toksoplazma Tanı ve Teşhis Yöntemleri Nelerdir?Toksoplazma enfeksiyonunun teşhisi genelde laboratuvar testleriyle yapılmasıyla birlikte bazı durumlarda radyolojik incelemeler de kullanılabilir. Laboratuvar testleri Kan Testi: Kan testi yapılırken kandaki toxoplasma antikorlarına bakılır. Bu antikorların adı IGM ve IGG antikorlarıdır. Bu değerler enfeksiyonun var olup olmadığını gösterir. Amniyosentez: Hamilelik sırasında risk varsa test yapılır ve anti toksoplazma araştırılırmalıdır. Bu test, bebeğin enfekte olup olmadığını gösterir. Biyopsi: Bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerin organlarında enfeksiyona bağlı lezyonlar oluşabilir. Biyopsi ile lezyonlar incelenerek parazitin varlığına bakılır. Dışkı Örneği: Nadiren de olsa kullanılan bu yöntemde parazitin dışkıda olup olmadığına bakılır. Fakat bu yöntem tek başına değil de diğer testlerin yanında kullanılır. Çünkü tek başına tanı koymada yeterli değildir.Radyolojik incelemeler Görüntüleme: Doktorunuz beyninizde enfeksiyon olduğundan şüphelendiyse MR taraması yapmak isteyebilir. Bu sayede beyninizin detaylı bir görüntüsü elde edilir ve doktor tarafından değerlendirilir.Toksoplazma Tedavi Yöntemleri Nelerdir?Toksoplazma pozitif çıkanlar için tedavi yöntemleri uygulanmalıdır. Toksoplazma aşısı bulunmamakla birlikte sadece ilaç tedavisi vardır. Toxoplasma enfeksiyonunun tedavisi, genellikle hastanın bağışıklık durumuna, yaşına ve enfeksiyonun ciddiyetine bağlı olarak değişebilir.İlaç tedavisi Primetamin: Toxoplasma enfeksiyonunun tedavisinde sıklıkla kullanılan bir ilaçtır. Parazitin büyümesini engeller ve çoğalmasını durdurur. Genelde sulfadiazine isimli antibiyotikle birlikte kullanılır. Sulfadiazine: Toxoplasma enfeksiyon tedavisinde kullanılan bir antibiyotiktir. Primetamin ilacıyla birlikte kullanılırsa daha etkili olur.Tedavi sırasında alınması gereken önlemler İlaçları düzenli olarak ve doktorunuzun belirttiği şekilde almak önemlidir. Yan etkileri bildirmek ve doktor tavsiyelerine uygun olarak tedaviyi sürdürmek gerekir. Gıda güvenliği konusunda dikkatli olunmalıdır, çünkü enfeksiyon tekrarlanabilir. Tedavi süreci boyunca bağışıklık sistemi zayıflamış kişiler, dikkatli olmalı ve enfeksiyondan korunmaya çalışmalıdır.Alternatif ve destekleyici tedavilerToxoplasma enfeksiyonunun tedavisi için alternatif veya destekleyici tedaviler bazen kullanılabilir. Bu tedaviler arasında beslenme düzenlemeleri, bağışıklık sistemini güçlendiren takviyeler ve semptomların yönetimine yardımcı olan ilaçlar bulunur.Toksoplazma Tamamen Geçer mi?Toksoplazma, birçok kişide kendiliğinden iyileşir ve semptomlar kaybolur. Ancak, bu enfeksiyon bazı durumlarda tamamen vücuttan atılmaz ve bir kez enfekte olunduğunda, vücutta kalıcı hale gelebilir. Bağışıklık sistemi sağlıklı olan birçok insan, semptomsuz taşıyıcılar olabilir. Ancak bağışıklık sistemi zayıflamış kişiler veya hamile kadınlar için bu enfeksiyon daha ciddi komplikasyonlara yol açabilir.Toksoplazma Nasıl Önlenir?Toksoplazmaya yakalanmamak için dikkatli olunması ve bazı önlemler alınması gerekir.Hijyen ve temizlikElleri sabun ve su ile sık sık yıkamak, patojenlerin yayılmasını engeller.Beslenme ve gıda güvenliğiEtleri iyice pişirmek, potansiyel Toxoplasma kontaminasyonunu azaltır. Özellikle kırmızı et ve tavuk gibi etleri tam olarak pişirmek önemlidir.Patojen, kirli su veya toprakla temas sonucu meyve ve sebzelerin yüzeyine bulaşabilir. Bu nedenle, sebze ve meyveleri iyice yıkamak önemlidir.Hayvanlarla temasta dikkat edilmesi gerekenlerÖzellikle kedilerin dışkılarına temas etmekten kaçınmalı ve eğer temas etmeniz gerekiyorsa eldiven kullanmalısınız.Toksoplazma İle İlgili Sık Sorulan SorularToksoplazma enfeksiyonu bebeğe geçtiğinde ne olur?Toxoplasma anne tarafından bebeğe geçerse, fetüs risk altındadır. Bu, doğumsal anormalliklere ve çeşitli sağlık problemlerine neden olabilir. Erken tanı ve tedavi önemlidir.Hamilelikte geçirilen enfeksiyonun önemi nedir?Gebelikte toksoplazma enfeksiyonu, fetüs için ciddi komplikasyonlara neden olabilir. Erken teşhis ve tedavi, riskleri azaltabilir.Gebelikte fetüs için tanı mümkün mü?Evet, gebelik sırasında fetüsün Toxoplasma açısından taranması mümkündür. Bu, annenin enfekte olup olmadığını ve fetüsün risk altında olup olmadığını değerlendirmeye yardımcı olabilir.Toksoplazma nasıl bulaşır?Toxoplasma, enfekte hayvanların dışkısıyla temas, kontamine su veya gıda tüketimi gibi yollarla bulaşabilir. Kedi kumu ile çalışırken de bulaşma riski vardır.Toksoplazma ıgm negatif ne demek?Toxoplasma IgM negatif sonucu, genellikle aktif bir enfeksiyonun olmadığını gösterir.Toksoplazma testi nasıl yapılır?Toksoplazma testi, genellikle kan örnekleriyle yapılır. İlgili antikorların veya DNA’nın varlığına bakarak enfeksiyonu teşhis ederler.Toksoplazma ıgg negatif ne demek?Toxoplasma IgG negatif sonucu, kişinin Toxoplasma’ya karşı bağışıklık kazanmadığını veya daha önce maruz kalmadığını gösterebilir. Toksoplazma Nedir?Toksoplazma; toxoplasma gondii adlı tek hücreli bir parazitin neden olduğu, az pişmiş enfekte et ya da enfekte kedi kakasından bulaşan paraziter bir enfeksiyondur. Gebelik esnasında bebeğe geçebilen parazit çoğunlukla herhangi bir semptom göstermez ancak kimi enfekte kişilerde ateş, yorgunluk, kas ağrısı, lenf bezlerinin şişmesi gibi belirtiler görünebilir.Özellikle hamile kadınlar ve zayıf bağışıklık sistemine sahip kişiler için riskli olabilecek komplikasyonlar gelişebilir. Erken tanı ve tedavi, komplikasyon riskini azaltır ve hastalığın etkilerini hafifletebilir.Konjenital Toksoplazma Nedir?Hamilelik sürecinde sağlık açısından dikkatli olunması gereken bazı konular vardır. Bunlardan birisi de konjenital toxoplasmadır. Anne adayının, hamilelik sırasında Toksoplazma gondii isimli parazitle enfekte olması sonucunda bebeğe zarar veren bu durum ciddi sonuçlara yol açabilir. Çünkü toksoplazma paraziti bebeğin beyin, göz ve diğer hayati organlarında hasara yol açabilir.Toksoplazma Nedenleri Nelerdir?Toksoplazma hastalığı; toxoplasma gondii adı verilen bir parazit sonucu meydana gelir. vardır. Bu parazit genellikle kedilerin bağırsaklarında bulunur dışkı yoluyla vücuttan atılır. Kedi dışkısı veya kediyse yakın temasta bulunan kişilerde daha çok görülen toksoplazma ayrıca kontamine gıdalar veya kirli sular yoluyla da insane geçer. Diğer yandan avlanan veya çiğ et tüketen kedilerden bulaşma ihtimali daha yüksektir. Ayrıca meyve ve sebze yüzeyinde de olabilir.Toksoplazma Nasıl Bulaşır?Toxoplasma gondii adı verilen parazitin neden olduğu bir hastalık olan toksoplazma; genellikle kedilerin bağırsaklarında bulunan bu parazitin vücuttan atılarak çevreye yayılması sonucu insanlara bulaşır. Kişiler kedi kumu temizlerken veya toprakla temas ederek bu paraziti vücuduna alabilir.Kedi dışkısı başta olmak üzere toksoplazmanın bulaşma yolları şöyledir:Kedi Dışkısı: Genellikle kedilerin bağırsaklarında yaşar ve enfekte kediler bu paraziti dışkılarıyla çevreye yayabilirler. İnsanlar, enfekte kedi kumu temizlerken veya toprakla temas ederken bu dışkılarla temas ettiğinde enfekte olabilirler. Bu nedenle, kedi kumu temizlerken eldiven giymek ve elleri iyi yıkamak önemlidir.İyi pişmemiş veya çiğ et: İyi pişmemiş veya çiğ et tüketimi, gondii parazitinin insana geçişine neden olabilir. Bu nedenle, etleri iyi pişirerek bu riski azaltmak önemlidir.Kirli su ve kontamine gıdalar: Parazit, kirli su yoluyla sebzeler ve meyveler üzerine bulaşabilir. Bu nedenle, bu tür gıdaları iyi bir şekilde yıkamak önemlidir.Temas: Enfekte hayvanlarla temas sonucu insana geçebilir. Özellikle çiftlik işleri gibi hayvanlarla sık temas gerektiren mesleklerde çalışanlar risk altındadır.Konjenital bulaşma: Toksoplazma gebelik sırasında olursa bebeğe geçebilir.Toksoplazma Belirtileri Nelerdir?Toksoplazma belirtileri genellikle griple benzer semptomlar gösterir ve en yaygın belirtileri arasında ateş, vücut ağrısı, şişmiş lenf bezleri, baş ağrısı ve yorgunluk bulunur.Gribe yakın semptomlar gösteren toksoplazma belirtileri şunları içerir:Toksoplazmanın daha şiddetli görülen durumlarında göz enfeksiyonu ve rahatsızlığı kişide körlüğe kadar gidebilir ancak bu durumun her toksoplazma hastası olan kişide yaşanacağının kesinliği yoktur.Ateş ve halsizlikEnfeksiyonunun belirtilerinden biri ateş ve halsizliktir. Bu semptomlar, bağışıklık sistemi sağlam olan kişilerde genellikle hafif seyreder.Lenf bezinin şişmesiEnfekte olan kişilerde lenf bezlerinin şiştiğini görmek yaygın bir durumdur. Şişmiş lenf bezleri genellikle boyun, koltuk altı veya kasık bölgelerinde hissedilir.Kas ve eklem ağrılarıEnfeksiyon, kas ve eklem ağrılarına neden olabilir. Bu semptomlar, özellikle enfeksiyonun yayıldığı durumlarda ortaya çıkabilir.Toksoplazma Risk Grupları Kimlerdir?Toksoplazma hastalığına yakalanma riski belirli gruplar için daha yüksektir.Hamilelerde toksoplazma riskiHamilelikte toksoplazma, anneden fetüse geçebilir. Bu nedenle hamile kadınlar, özellikle dikkatli olmalıdır.Zayıf bağışıklık sistemine sahip kişilerBağışıklık sistemi zayıf olan kişiler (HIV pozitif olanlar veya bağışıklık sistemini baskılayan ilaç kullananlar), Toxoplasmaya karşı daha savunmasızdır.Diğer risk faktörleriÖzellikle dışarıda serbest dolaşan kedilere sahip olan evler için, Toxoplasma enfeksiyonu riski artabilir. Toxoplasma gondii, kirli su veya gıdalar yoluyla insana bulaşabilir. Yetersiz pişirilmiş veya hijyenik olmayan gıdalar tüketmek enfeksiyon riskini artırabilir.Toksoplazma Tanı ve Teşhis Yöntemleri Nelerdir?Toksoplazma enfeksiyonunun teşhisi genelde laboratuvar testleriyle yapılmasıyla birlikte bazı durumlarda radyolojik incelemeler de kullanılabilir. Laboratuvar testleriRadyolojik incelemelerToksoplazma Tedavi Yöntemleri Nelerdir?Toksoplazma pozitif çıkanlar için tedavi yöntemleri uygulanmalıdır. Toksoplazma aşısı bulunmamakla birlikte sadece ilaç tedavisi vardır. Toxoplasma enfeksiyonunun tedavisi, genellikle hastanın bağışıklık durumuna, yaşına ve enfeksiyonun ciddiyetine bağlı olarak değişebilir.İlaç tedavisiTedavi sırasında alınması gereken önlemlerAlternatif ve destekleyici tedavilerToxoplasma enfeksiyonunun tedavisi için alternatif veya destekleyici tedaviler bazen kullanılabilir. Bu tedaviler arasında beslenme düzenlemeleri, bağışıklık sistemini güçlendiren takviyeler ve semptomların yönetimine yardımcı olan ilaçlar bulunur.Toksoplazma Tamamen Geçer mi?Toksoplazma, birçok kişide kendiliğinden iyileşir ve semptomlar kaybolur. Ancak, bu enfeksiyon bazı durumlarda tamamen vücuttan atılmaz ve bir kez enfekte olunduğunda, vücutta kalıcı hale gelebilir. Bağışıklık sistemi sağlıklı olan birçok insan, semptomsuz taşıyıcılar olabilir. Ancak bağışıklık sistemi zayıflamış kişiler veya hamile kadınlar için bu enfeksiyon daha ciddi komplikasyonlara yol açabilir.Toksoplazma Nasıl Önlenir?Toksoplazmaya yakalanmamak için dikkatli olunması ve bazı önlemler alınması gerekir.Hijyen ve temizlikElleri sabun ve su ile sık sık yıkamak, patojenlerin yayılmasını engeller.Beslenme ve gıda güvenliğiEtleri iyice pişirmek, potansiyel Toxoplasma kontaminasyonunu azaltır. Özellikle kırmızı et ve tavuk gibi etleri tam olarak pişirmek önemlidir.Patojen, kirli su veya toprakla temas sonucu meyve ve sebzelerin yüzeyine bulaşabilir. Bu nedenle, sebze ve meyveleri iyice yıkamak önemlidir.Hayvanlarla temasta dikkat edilmesi gerekenlerÖzellikle kedilerin dışkılarına temas etmekten kaçınmalı ve eğer temas etmeniz gerekiyorsa eldiven kullanmalısınız.Toksoplazma İle İlgili Sık Sorulan SorularToksoplazma enfeksiyonu bebeğe geçtiğinde ne olur?Toxoplasma anne tarafından bebeğe geçerse, fetüs risk altındadır. Bu, doğumsal anormalliklere ve çeşitli sağlık problemlerine neden olabilir. Erken tanı ve tedavi önemlidir.Hamilelikte geçirilen enfeksiyonun önemi nedir?Gebelikte toksoplazma enfeksiyonu, fetüs için ciddi komplikasyonlara neden olabilir. Erken teşhis ve tedavi, riskleri azaltabilir.Gebelikte fetüs için tanı mümkün mü?Evet, gebelik sırasında fetüsün Toxoplasma açısından taranması mümkündür. Bu, annenin enfekte olup olmadığını ve fetüsün risk altında olup olmadığını değerlendirmeye yardımcı olabilir.Toksoplazma nasıl bulaşır?Toxoplasma, enfekte hayvanların dışkısıyla temas, kontamine su veya gıda tüketimi gibi yollarla bulaşabilir. Kedi kumu ile çalışırken de bulaşma riski vardır.Toksoplazma ıgm negatif ne demek?Toxoplasma IgM negatif sonucu, genellikle aktif bir enfeksiyonun olmadığını gösterir.Toksoplazma testi nasıl yapılır?Toksoplazma testi, genellikle kan örnekleriyle yapılır. İlgili antikorların veya DNA’nın varlığına bakarak enfeksiyonu teşhis ederler.Toksoplazma ıgg negatif ne demek?Toxoplasma IgG negatif sonucu, kişinin Toxoplasma’ya karşı bağışıklık kazanmadığını veya daha önce maruz kalmadığını gösterebilir.
6,859
652
Hastalıklar
Tiroid Kanseri
Tiroid kanseri, kelebek şeklinde olan ve boynun alt kısmında bulunan tiroid bezindeki hücrelerin kontrolden çıkıp anormal bir şekilde büyümesidir. Kadınlarda daha sık görülen tiroid kanseri genellikle tiroid bezinde büyüme, ses kısıklığı, öksürük ve nefes almada zorluk gibi belirtilerle kendini gösterir. Erken teşhis edildiği takdirde tedavide başarı oranı en yüksek olan kanser türleri arasında yer alan tiroid kanserinin tedavisi ise cerrahi ve radyoaktif iyot tedavisi yöntemlerini içerir.Tiroid kanseri, kelebek şeklinde olan ve boynun alt kısmında bulunan tiroid bezindeki hücrelerin kontrolden çıkıp anormal bir şekilde büyümesidir. Kadınlarda daha sık görülen tiroid kanseri genellikle tiroid bezinde büyüme, ses kısıklığı, öksürük ve nefes almada zorluk gibi belirtilerle kendini gösterir. Erken teşhis edildiği takdirde tedavide başarı oranı en yüksek olan kanser türleri arasında yer alan tiroid kanserinin tedavisi ise cerrahi ve radyoaktif iyot tedavisi yöntemlerini içerir. Tiroid Kanseri Nedir? Tiroid kanseri, tiroid bezindeki normal tiroid hücrelerinin, anormal hücrelere dönüşüp kontrol dışı büyümeleri ile tiroid bezinde ortaya çıkan kanser türüdür. Endokrin sisteminin bir parçası olan ve birçok hormonun salgılanmasını sağlayan tiroid hormonunda meydana tümörlü hücreler kansere dönüşerek vücuda olası zararlar verir. Tiroid bezi vücutta hormon üretimi konusunda önemli bir role sahip olan kelebek şeklinde görülen bir organdır ve kişinin metabolizma hızı, vücut sıcaklığı ve kalp atışını dengeler ve düzenler.Genellikle boyundaki tiroid bezinde ortaya çıkan şişlikle kendini gösteren tiroid kanseri, bazı vakalarda herhangi bir belirti bile göstermeyebilir. Belirti göstermeyen tiroid kanseri vakaları metastaz yapıp diğer organlara yayıldığında yorgunluk, iştah kaybı, mide bulantısı ve kusma gibi semptomlar ortaya çıkarabilir. Tiroid kanserinin gelişimine neden olan birçok etken yer alır. Kanserin erken evrede teşhis edilmesi, tedavi sürecinde başarı oranının artmasına yardımcı olur.Tedavideki başarı oranı yüksek olan tiroid kanseri, ameliyat, kemoterapi, radyasyon, hormon tedavisi ve radyoiyot gibi tedavi yöntemleri denenerek kişinin sağlığına kavuşturulması hedeflenir.Tiroid kanseri çeşitleri nelerdir?Tiroid kanseri çeşidi, kanser hücresinin yapısına, ilerleme hızına ve kişinin sağlık durumuna bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Tiroid kanseri çeşitleri şöyle sıralanabilir:Papiller tiroid kanseri: Sık görülen tiroid kanseri türleri arasında yer alır. Papiller tiroid kanseri, yavaş şekilde büyüme gösterebilir. Vücut içerisinde diğer organlara yayılma riski düşük olarak bilinir ve cerrahi müdahale sonucunda tedaviye yanıt verir.Foliküler tiroid kanseri: Vücutta iyot eksikliği olan bölgelerde görülen foliküler tiroid kanserinin kan yoluyla yayılma riski bulunur.Medüller tiroid kanseri: Kalıtsal faktörler nedeniyle görülen medüller tiroid kanseri, vücutta diğer organları etkilemesiyle bilinen tiroid kanseri türüdür.Anaplastik tiroid kanseri: Nadir olarak görülen tiroid kanser çeşidi olarak bilinir. Bu tiroid kanseri türü hızla büyüyerek çevre dokulara yayılma eğilimi gösteren bir yapıya sahiptir.Tiroid kanseri evreleri nedir?Tiroid kanseri evreleri, tedavi sürecini etkileyen en önemli etkenlerden biri olarak kabul edilir. Kanserin evresine bağlı olarak tedavi planı oluşturulabilir. Kanserin yayılma derecesine bağlı olarak evreleri şu şekilde değerlendirilir: Evre 1: Tiroid kanseri ilk evresinde tümör tiroid bezinde sınır olur. Böylelikle başka doku ve organlara yayılım göstermemiştir. Evre 2: Kanser, 2.evrede olduğunda ise tiroid bezi dışında çevre dokulara yayılmaya başlamış olma ihtimali bulunur. Evre 3: Tiroid kanseri 3.evresinde kanser hücreleri, tiroid bezi çevresinde yer alan lenf düğümlerine ve boyundaki dokulara yayılma göstermiştir. Evre 4: Bu evrede ise kanser, akciğerler veya kemikler gibi uzak organlara sıçramış olabilir.Tiroid Kanseri Neden Olur?Tiroid kanserleri tiroid nodüllerinden köken alan tümörlerdir. Ailede tiroid kanseri öyküsü olması, başka bir sebeple boyuna alınan radyasyon öyküsü ve hücresel düzeyde meydana gelen çeşitli mutasyonlar tiroid nodüllerinden kanser gelişimine neden olabilir.Tiroid kanserine yol açan faktörler şunlardır: Genetik faktör Cinsiyet (Kadınlarda daha yaygın görülür) Yüksek düzeyde radyasyona maruz kalma İyot eksikliği Zehirli guatr Obezite Özellikle baş ve boyun kanserlerinde uygulanan radyoterapilerGenetik faktörKişinin ailesinde tiroid kanseri öyküsü bulunuyorsa vücutta tiroid kanseri riski bulunabilir. Bazı kişilerde kalıtsal olarak bu genetik sendromlara sahip olabilir. Hücrelerde meydana gelebilecek mutasyonlar nedeniyle kanser oluşabilir.CinsiyetKadınlarda erkeklere oranla tiroid kanseri geliştirme riski daha yüksektir. Vücutta oluşan hormonal farklılıklar, özellikle östrojen hormonu kadınlarda tiroid bezinde anormal hücre büyümesine zemin hazırlayabilir.Yüksek düzeyde radyasyona maruz kalmaÖzellikle kişinin çocukluk döneminde yüksek dozda radyasyona maruz kalması tiroid kanseri riskinin artmasına neden olabilir. Radyasyon nedeniyle tiroid hücreleri genetik değişimlere sebep olarak kanser oluşumuna sebebiyet verebilir.İyot eksikliğiİyot vücutta tiroid hormonlarının üretiminde yer alan temel bir element olarak bilinir. Vücuda yeterli miktarda iyot alınmamasından kaynaklı olarak tiroid bezinde büyüme ve yapısal bozukluklar görülebilir. İyot eksikliği olan bölgelerde yaşayan kişilerde tiroid kanseri gelişme riski yüksektir.Zehirli guatrTiroid bezi içerisinde hormon üreten nodüllerin kontrolsüz bir biçimde çoğalması zehirli guatr olarak bilinir. Bu nodüller çeşitli faktörlere bağlı olarak kansere dönüşme riskine sahiptir.ObeziteKişinin fazla kilolu ya da obez olması tiroid kanseri geliştirme riskinin artmasına neden olabilir. Obezite nedeniyle vücutta hormon dengesizliği görülebilir. Bu da tiroid bezindeki hücrelerin kontrolsüz bir biçimde büyümesine neden olur.Baş ve boyun kanserlerinde uygulanan radyoterapilerBaş ve boyun bölgesine uygulanan radyoterapiler, tiroid bezinin zarar görmesine neden olabilir. Hücresel yapısının değişmesine neden olarak kansere zemin hazırlar. Özellikle çocukluk ve gençlik dönemlerinde radyoterapi gören kişilerin dikkat ederek düzenli kontrollerini yaptırması önerilir.Tiroid kanserine neden olan risk faktörleri nelerdir?Tiroid kanserine neden olan ve gelişimini etkileyen risk faktörleri bulunur. Bu risk faktörleri arasında genetik yatkınlık, cinsiyet ve radyasyon maruz kalma süresi yer alır. Özellikle çocukluk döneminde yüksek oranda radyasyona maruz kalan kişilerde ilerleyen yaşlarda tiroid kanseri riski artabilir. Bunların yanında kadınlarda erkeklere oranla daha sık tiroid kanseri görülebilir. Bu durum hormonlardan kaynaklıdır.Tiroid Kanseri Belirtileri Nelerdir?Tirod kanserinin belirtileri boyun bölgesinde bulunan tiroid bezinde şişlik, yorgunluk, ses kısıklığı, yutma güçlüğü ve boğaz ağrısıdır. Bazen de hiçbir belirti oluşturmadan doktorun elle muayenesi sırasında veya başka bir sebeple yapılan görüntüleme tetkikleri ile tesadüfen saptanabilir.Tiroid kanseri belirtileri genel olarak şunları içerir: Boyunda tiroid bezinde şişlik Tiroidin şişmesi sonucu ses kısıklığı veya seste değişiklik Yutma güçlüğü Boyun ve boğaz ağrısı Nefes almada zorluk Öksürük Yorgunluk ve halsizlik Agresiflik  İshal Kilo kaybı Yüzde kızarıklıkTiroid bezinde büyüme ve şişlikBoynun alt kısmında yer alan tiroid bezindeki hücrelerin anormal bir şekilde büyümesi tiroid kanserine yol açar. Tiroid bezindeki hücrelerin kanserli hücrelere dönüşmesi de bezin olduğu bölgede yumru, büyüme ve şişlik ortaya çıkarır.Nefes almada zorluk Genellikle genişlemiş ve tümörlü tiroid bezi hücrelerinin fiziksel tıkanmaya neden olması kişi nefes alırken güçlük çekebilir. Bu durum tiroid kanserinin yaygın belirtileri arasında gösterilir. Öksürük Tiroid kanseriyle tiroid bezinde şişme görülür. Şişmiş tiroid nefes borusuna ve yemek borusuna baskı yaparak öksürüğe, hırıltılı solunuma, nefes alma güçlüklerine veya yutma zorluğuna yol açabilir.Ses kısıklığıİyi veya kötü huylu bir tiroid nodülleri ses tellerine baskı yaparak tiroid kanserinde sık görülen ses kısıklığına ve buna bağlı ses değişikliklerine neden olabilir.Boyun ve boğaz ağrısı Tiroid kanserinde görülen semptomlar arasında boyun ve boğaz ağrısı da yer alır. Yorgunluk hissiTiroid kanseri olan hastalarda yorgunluk hissi, halsizlik ve enerji düşüklüğü de yaşanabilir.Tiroid kanseri 1. evre belirtileri nelerdir?Tiroid kanserinin en erken evresi olan 1. evresinde genellikle boyunda bir şişlik hissedilir. Bu evrede şişlik yavaş yavaş büyür ve ağrı beklenmez. Ek olarak tiroid kanserinin 1. evresinde boğaz ağrısı, yutma güçlüğü, nefes alırken zorlanma gibi belirtiler de görülebilir.Tiroid Kanseri Tanısı Nasıl Konur?Tiroid kanseri teşhisinde en önemli inceleme yöntemi tiroid bezine yönelik yapılan ultrasonografidir. Ultrasonografide tiroid nodülü saptanırsa ve nodül, kanser yönünden şüpheli özellikler taşıyorsa ince iğne aspirasyon biyopsisi yapılır. Tiroid ince iğne aspirasyon biyopsisi, tüm dünyada tiroid kanseri tanısı koymada altın standart yöntemdir. Biyopsi sonucu elde edilen örneğin sitoloji uzmanı tarafından değerlendirilmesi sonucu tiroid kanseri yönünden şüpheli gelmesi durumunda kesin tanı, ameliyatla alınan tiroid dokusunun patoloji uzmanı tarafından incelemesi ile konur.Tiroid kanserinin teşhisinde başlıca kullanılan yöntemler şunlardır: Tiroid bezinin yapısını değerlendirmek için ultrasonografiden yararlanılabilir Böylelikle tiroid nodülleri saptanır ve nodüllerin yapısı incelenir. Tiroid nodüllerinin kanserli olup olmadığını anlamak için aspirasyon biyosisi uygulanabilir Tiroid hormon düzeyleri ve kalsitonin gibi belirli hormonların seviyelerini tespit etmek için kan testleri yapılabilir Kanser dokusunun ne kadar yayılıp yayılmadığını kontrol etmek ve değerlendirmek için BT ve MR görüntülemelerinden yararlanılabilir.Tiroid Kanseri Tedavisi Nasıl Yapılır?Tiroid kanserinin birincil tedavisi, ameliyatla tiroid bezinin tamamının veya etkilenen yarısının çıkarılmasıdır. Boyundaki lenf bezlerine hastalık yayılımı varsa bunların da cerrahi yolla çıkarılması gerekir. Ameliyat sonrasında, bazı tiroid kanseri türlerinde radyoaktif iyot tedavisi (atom tedavisi) adı verilen ek bir tedaviye gerek duyulur. Bu tedaviye gereksinim kararı, patoloji sonucu ve hastalığın tekrarlama riskine göre takip eden hekim tarafından verilir. Genellikle, tedaviden belli bir süre önce tiroid ilacını kesip özel bir diyet yapmak gerekmektedir. Tedavi, etrafa radyasyon yayma olasılığı nedeni ile radyasyonu geçirmeyen bir ortamda verilir ve tedaviden sonra çevresindekilerin etkilenmesini önlemek amacıyla bir süre radyasyon tedbirleri alması gerekir. Tiroid ameliyatından sonra ömür boyu, hem vücudun tiroid hormonu ihtiyacını karşılamak hem de hastalığın tekrar etmesini önlemek amacıyla ağızdan tiroid hormonu tedavisi verilmektedir. Bunların dışında, tiroid kanseri izleminde radyoterapi ve kemoterapi gibi başka tedavilere çok nadir ihtiyaç duyulmaktadır.Tiroid kanserinde uygulanan tedavi yöntemleri şöyle sıralanabilir:Cerrahi müdahaleBirincil tedavi yöntemleri arasında yer alan cerrahi müdahale içerisinde tiroid bezinin tamamının ya da bir kısmının alınmasıyla gerçekleşir. Kanser türü lenf düğümlerine yayılmış durumdaysa lenf düğümleri alınabilir.  Radyoaktif iyot tedavisiBazı kanser türlerine yönelik olarak tiroid dokusunda kanser hücrelerinin yok edilmesi için yararlanılır. Bu tedavi süresince kişinin izole edilmesi önem taşır.Hormon tedavisiTiroid kanseri ameliyatı sonrasında tiroid hormonlarında yer alan eksikliği gidermek ve kanserin tekrarlamasını önlemek amacıyla hormon tedavisi uygulanabilir.Kemoterapi ve radyoterapiAnaplastik tiroid kanser türlerine karşı uygulanabilecek yöntemler arasında kemoterapi ve radyoterapi yer alır. Bu yöntemler genellikle ileri evrelerde tercih edilir.Tiroid Kanseri Hakkında Sık Sorulan SorularTiroid nedir?Tiroid, boynun alt kısmında, adem elması olarak bilinen bölgenin hemen altında soluk borusunun önünde kelebek şeklinde bir organdır. Tiroid, vücutta hayati fonksiyonları yöneten birçok hormonun üretilmesinden sorumludur. Bu hormonların üretimi vücudun daha işlevsel bir şekilde yönetilmesini sağlar. Tiroid bezinde meydana gelen anormallikler ise birçok organa zarar vererek sağlık açısından bir tehdit unsuru oluşturur. Bunların başında da tiroid kanseri gelir.Tiroid kanserinin kadın ve erkeklerde görülme sıklığı nedir?Tüm tiroid nodüllerinin yaklaşık yüzde 5’inde tiroid kanseri gelişmektedir. Kadınlarda erkeklerde 4 kat daha sık görülürler.Tiroid kanseri 4. evre belirtileri nelerdir?Tiroid kanserinin 4. evresi hastalığın ilerlediği ve diğer organlara da yayılabildiği evredir. Bu evrede hastaya agresif bir tedavi uygulanabilir. Tiroid kanserinin 4. evresinde boyunda şişliğin büyümesi, nefes alırken zorlanmanın daha da artması, sesin iyice kısılması ve bazı vakalarda kemik erimesi bile ortaya çıkabilir.Tiroid kanserlerinde takip nasıl olmalıdır?Tiroid kanseri hastaları düzenli takip edilmelidir. Takiplerde hastanın fizik muayenesi, kan testleri, boyun ultrasonografisi gibi tetkiklerin yanı sıra, bazı durumlarda nükleer tarama testleri ve başka görüntüleme yöntemleri de gerekebilmektedir. Takiplerin sıklığı ve hangi testlerin yapılacağı, takibi yapan hekim tarafından belirlenmelidir.Tiroid kanserine neden olabilen etkenlerden korunmak mümkün müdür?Tüm kanserlerde olduğu gibi sağlıklı beslenme ve hareketli bir yaşam tarzı kişiler tarafından benimsenmelidir. Bununla birlikte boyun bölgesinin radyasyon maruziyetinden korunması adına gerekli önlemler alınmalıdır.Tiroid kanseri sürecinde beslenme nasıl olmalıdır?Tiroid kanseri hastasında eğer ameliyat sonrası radyoaktif iyot tedavisi verilmesi planlanıyorsa iyottan fakir diyet ile beslenme tavsiye edilir. Ancak sonraki takiplerde hekim tarafından aksi söylenmediği sürece herkes için geçerli olan sağlıklı beslenme dışında özel bir diyet önerisi yoktur.Ailesinde tiroid kanseri olanlar ilk kontrollerini ne zaman yaptırmalıdır?Mümkün olan en kısa zamanda bir endokrinoloji uzmanı tarafından değerlendirilmeli ve gerekli testleri planlanmalıdır.Tiroid kanseri ölümcül müdür?Tiroid kanseri erken teşhis edilip kanserin evresine bağlı olarak uygun bir tedavi yöntemi belirlendiği durumlarda genellikle iyileşir ve hasta sağlığına kavuşur. Tiroid kanseri sıçrama yapar mı?Tiroid kanseri, tiroid dokusunun içinde gelişebileceği gibi yakındaki dokulara ve boyundaki lenf bezlerine de sıçrama yapabilir. Foliküler tiroid kanseri gibi tiroid kanserinin farklı tipleri akciğerlere ve kemiklere yayılım gösterebilir.Tiroid kanseri tamamen iyileşir mi?Tiroid kanseri erken teşhis ve uygun tedavi ile tamamen tedavi edilebilmektedir. Ancak tiroid kanserlerinin tekrarlama ihtimali de bulunmaktadır.Her tiroid kanser midir?Tiroid nodülleri genellikle iyi huyludur. Tiroid nodüllerinin büyük bir çoğunluğu sıvı ya da kolloid denilen depolanmış tiroid hormonu formuyla dolu kistlerdir. Katı nodüllerin kanser olma ihtimali daha fazladır.Tiroid kanseri ameliyatı kaç saat sürer?Tiroid kanseri ameliyatının süresi; tiroid kanserinin tipine, yaygınlığına ve uygulanacak cerrahi yönteme göre farklılık gösterebilmektedir. Genel olarak tiroid kanseri ameliyatı 2-3 saat arasında sürebilmektedir.Tiroid kanserinde ameliyat şart mı?Tiroid kanserinin türüne bağlı olarak kanserli olan tiroid dokusunun tamamen ya da kısmen alınması gerekebilir. Bu durum doktor tarafından belirlenerek cerrahi müdahale ile gerçekleşir. Cerrahi işlem sonrasında ise radyoaktif iyot tedavisi ve hormon tedavisi gibi ek tedaviler uygulanabilir.Tiroid kanseri vücudun diğer bölgelerine yayılabilir mi?Tiroid kanseri bulunduğu evreye ve çeşidine göre lenf düğümlerine, akciğerler ve kemiklere yayılım gösterebilir. Özellikle foliküler ve anaplastik tiroid kanserleri türlerinden yayılma olasılığı yüksek olarak bilinir.Tiroid kanseri tedavisinde radyoaktif iyot tedavisi neden uygulanır?Radyoaktif iyot tedavisi, tiroid kanseri ameliyatı sonrasında kalan kanser hücrelerinin yok edilmesi için uygulanabilir. Bu tedavi sonrasında kişinin belirli bir süre izole edilmesi istenebilir. Bu durum kişinin etrafa radyasyon yayma ihtimaline karşı yapılır. Tiroid Kanseri Nedir? Tiroid kanseri, tiroid bezindeki normal tiroid hücrelerinin, anormal hücrelere dönüşüp kontrol dışı büyümeleri ile tiroid bezinde ortaya çıkan kanser türüdür. Endokrin sisteminin bir parçası olan ve birçok hormonun salgılanmasını sağlayan tiroid hormonunda meydana tümörlü hücreler kansere dönüşerek vücuda olası zararlar verir. Tiroid bezi vücutta hormon üretimi konusunda önemli bir role sahip olan kelebek şeklinde görülen bir organdır ve kişinin metabolizma hızı, vücut sıcaklığı ve kalp atışını dengeler ve düzenler.Genellikle boyundaki tiroid bezinde ortaya çıkan şişlikle kendini gösteren tiroid kanseri, bazı vakalarda herhangi bir belirti bile göstermeyebilir. Belirti göstermeyen tiroid kanseri vakaları metastaz yapıp diğer organlara yayıldığında yorgunluk, iştah kaybı, mide bulantısı ve kusma gibi semptomlar ortaya çıkarabilir. Tiroid kanserinin gelişimine neden olan birçok etken yer alır. Kanserin erken evrede teşhis edilmesi, tedavi sürecinde başarı oranının artmasına yardımcı olur.Tedavideki başarı oranı yüksek olan tiroid kanseri, ameliyat, kemoterapi, radyasyon, hormon tedavisi ve radyoiyot gibi tedavi yöntemleri denenerek kişinin sağlığına kavuşturulması hedeflenir.Tiroid kanseri çeşitleri nelerdir?Tiroid kanseri çeşidi, kanser hücresinin yapısına, ilerleme hızına ve kişinin sağlık durumuna bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Tiroid kanseri çeşitleri şöyle sıralanabilir:Papiller tiroid kanseri: Sık görülen tiroid kanseri türleri arasında yer alır. Papiller tiroid kanseri, yavaş şekilde büyüme gösterebilir. Vücut içerisinde diğer organlara yayılma riski düşük olarak bilinir ve cerrahi müdahale sonucunda tedaviye yanıt verir.Foliküler tiroid kanseri: Vücutta iyot eksikliği olan bölgelerde görülen foliküler tiroid kanserinin kan yoluyla yayılma riski bulunur.Medüller tiroid kanseri: Kalıtsal faktörler nedeniyle görülen medüller tiroid kanseri, vücutta diğer organları etkilemesiyle bilinen tiroid kanseri türüdür.Anaplastik tiroid kanseri: Nadir olarak görülen tiroid kanser çeşidi olarak bilinir. Bu tiroid kanseri türü hızla büyüyerek çevre dokulara yayılma eğilimi gösteren bir yapıya sahiptir.Tiroid kanseri evreleri nedir?Tiroid kanseri evreleri, tedavi sürecini etkileyen en önemli etkenlerden biri olarak kabul edilir. Kanserin evresine bağlı olarak tedavi planı oluşturulabilir. Kanserin yayılma derecesine bağlı olarak evreleri şu şekilde değerlendirilir:Tiroid Kanseri Neden Olur?Tiroid kanserleri tiroid nodüllerinden köken alan tümörlerdir. Ailede tiroid kanseri öyküsü olması, başka bir sebeple boyuna alınan radyasyon öyküsü ve hücresel düzeyde meydana gelen çeşitli mutasyonlar tiroid nodüllerinden kanser gelişimine neden olabilir.Tiroid kanserine yol açan faktörler şunlardır:Genetik faktörKişinin ailesinde tiroid kanseri öyküsü bulunuyorsa vücutta tiroid kanseri riski bulunabilir. Bazı kişilerde kalıtsal olarak bu genetik sendromlara sahip olabilir. Hücrelerde meydana gelebilecek mutasyonlar nedeniyle kanser oluşabilir.CinsiyetKadınlarda erkeklere oranla tiroid kanseri geliştirme riski daha yüksektir. Vücutta oluşan hormonal farklılıklar, özellikle östrojen hormonu kadınlarda tiroid bezinde anormal hücre büyümesine zemin hazırlayabilir.Yüksek düzeyde radyasyona maruz kalmaÖzellikle kişinin çocukluk döneminde yüksek dozda radyasyona maruz kalması tiroid kanseri riskinin artmasına neden olabilir. Radyasyon nedeniyle tiroid hücreleri genetik değişimlere sebep olarak kanser oluşumuna sebebiyet verebilir.İyot eksikliğiİyot vücutta tiroid hormonlarının üretiminde yer alan temel bir element olarak bilinir. Vücuda yeterli miktarda iyot alınmamasından kaynaklı olarak tiroid bezinde büyüme ve yapısal bozukluklar görülebilir. İyot eksikliği olan bölgelerde yaşayan kişilerde tiroid kanseri gelişme riski yüksektir.Zehirli guatrTiroid bezi içerisinde hormon üreten nodüllerin kontrolsüz bir biçimde çoğalması zehirli guatr olarak bilinir. Bu nodüller çeşitli faktörlere bağlı olarak kansere dönüşme riskine sahiptir.ObeziteKişinin fazla kilolu ya da obez olması tiroid kanseri geliştirme riskinin artmasına neden olabilir. Obezite nedeniyle vücutta hormon dengesizliği görülebilir. Bu da tiroid bezindeki hücrelerin kontrolsüz bir biçimde büyümesine neden olur.Baş ve boyun kanserlerinde uygulanan radyoterapilerBaş ve boyun bölgesine uygulanan radyoterapiler, tiroid bezinin zarar görmesine neden olabilir. Hücresel yapısının değişmesine neden olarak kansere zemin hazırlar. Özellikle çocukluk ve gençlik dönemlerinde radyoterapi gören kişilerin dikkat ederek düzenli kontrollerini yaptırması önerilir.Tiroid kanserine neden olan risk faktörleri nelerdir?Tiroid kanserine neden olan ve gelişimini etkileyen risk faktörleri bulunur. Bu risk faktörleri arasında genetik yatkınlık, cinsiyet ve radyasyon maruz kalma süresi yer alır. Özellikle çocukluk döneminde yüksek oranda radyasyona maruz kalan kişilerde ilerleyen yaşlarda tiroid kanseri riski artabilir. Bunların yanında kadınlarda erkeklere oranla daha sık tiroid kanseri görülebilir. Bu durum hormonlardan kaynaklıdır.Tiroid Kanseri Belirtileri Nelerdir?Tirod kanserinin belirtileri boyun bölgesinde bulunan tiroid bezinde şişlik, yorgunluk, ses kısıklığı, yutma güçlüğü ve boğaz ağrısıdır. Bazen de hiçbir belirti oluşturmadan doktorun elle muayenesi sırasında veya başka bir sebeple yapılan görüntüleme tetkikleri ile tesadüfen saptanabilir.Tiroid kanseri belirtileri genel olarak şunları içerir:Tiroid bezinde büyüme ve şişlikBoynun alt kısmında yer alan tiroid bezindeki hücrelerin anormal bir şekilde büyümesi tiroid kanserine yol açar. Tiroid bezindeki hücrelerin kanserli hücrelere dönüşmesi de bezin olduğu bölgede yumru, büyüme ve şişlik ortaya çıkarır.Nefes almada zorluk Genellikle genişlemiş ve tümörlü tiroid bezi hücrelerinin fiziksel tıkanmaya neden olması kişi nefes alırken güçlük çekebilir. Bu durum tiroid kanserinin yaygın belirtileri arasında gösterilir. Öksürük Tiroid kanseriyle tiroid bezinde şişme görülür. Şişmiş tiroid nefes borusuna ve yemek borusuna baskı yaparak öksürüğe, hırıltılı solunuma, nefes alma güçlüklerine veya yutma zorluğuna yol açabilir.Ses kısıklığıİyi veya kötü huylu bir tiroid nodülleri ses tellerine baskı yaparak tiroid kanserinde sık görülen ses kısıklığına ve buna bağlı ses değişikliklerine neden olabilir.Boyun ve boğaz ağrısı Tiroid kanserinde görülen semptomlar arasında boyun ve boğaz ağrısı da yer alır. Yorgunluk hissiTiroid kanseri olan hastalarda yorgunluk hissi, halsizlik ve enerji düşüklüğü de yaşanabilir.Tiroid kanseri 1. evre belirtileri nelerdir?Tiroid kanserinin en erken evresi olan 1. evresinde genellikle boyunda bir şişlik hissedilir. Bu evrede şişlik yavaş yavaş büyür ve ağrı beklenmez. Ek olarak tiroid kanserinin 1. evresinde boğaz ağrısı, yutma güçlüğü, nefes alırken zorlanma gibi belirtiler de görülebilir.Tiroid Kanseri Tanısı Nasıl Konur?Tiroid kanseri teşhisinde en önemli inceleme yöntemi tiroid bezine yönelik yapılan ultrasonografidir. Ultrasonografide tiroid nodülü saptanırsa ve nodül, kanser yönünden şüpheli özellikler taşıyorsa ince iğne aspirasyon biyopsisi yapılır. Tiroid ince iğne aspirasyon biyopsisi, tüm dünyada tiroid kanseri tanısı koymada altın standart yöntemdir. Biyopsi sonucu elde edilen örneğin sitoloji uzmanı tarafından değerlendirilmesi sonucu tiroid kanseri yönünden şüpheli gelmesi durumunda kesin tanı, ameliyatla alınan tiroid dokusunun patoloji uzmanı tarafından incelemesi ile konur.Tiroid kanserinin teşhisinde başlıca kullanılan yöntemler şunlardır:Tiroid Kanseri Tedavisi Nasıl Yapılır?Tiroid kanserinin birincil tedavisi, ameliyatla tiroid bezinin tamamının veya etkilenen yarısının çıkarılmasıdır. Boyundaki lenf bezlerine hastalık yayılımı varsa bunların da cerrahi yolla çıkarılması gerekir. Ameliyat sonrasında, bazı tiroid kanseri türlerinde radyoaktif iyot tedavisi (atom tedavisi) adı verilen ek bir tedaviye gerek duyulur. Bu tedaviye gereksinim kararı, patoloji sonucu ve hastalığın tekrarlama riskine göre takip eden hekim tarafından verilir. Genellikle, tedaviden belli bir süre önce tiroid ilacını kesip özel bir diyet yapmak gerekmektedir. Tedavi, etrafa radyasyon yayma olasılığı nedeni ile radyasyonu geçirmeyen bir ortamda verilir ve tedaviden sonra çevresindekilerin etkilenmesini önlemek amacıyla bir süre radyasyon tedbirleri alması gerekir. Tiroid ameliyatından sonra ömür boyu, hem vücudun tiroid hormonu ihtiyacını karşılamak hem de hastalığın tekrar etmesini önlemek amacıyla ağızdan tiroid hormonu tedavisi verilmektedir. Bunların dışında, tiroid kanseri izleminde radyoterapi ve kemoterapi gibi başka tedavilere çok nadir ihtiyaç duyulmaktadır.Tiroid kanserinde uygulanan tedavi yöntemleri şöyle sıralanabilir:Cerrahi müdahaleBirincil tedavi yöntemleri arasında yer alan cerrahi müdahale içerisinde tiroid bezinin tamamının ya da bir kısmının alınmasıyla gerçekleşir. Kanser türü lenf düğümlerine yayılmış durumdaysa lenf düğümleri alınabilir.  Radyoaktif iyot tedavisiBazı kanser türlerine yönelik olarak tiroid dokusunda kanser hücrelerinin yok edilmesi için yararlanılır. Bu tedavi süresince kişinin izole edilmesi önem taşır.Hormon tedavisiTiroid kanseri ameliyatı sonrasında tiroid hormonlarında yer alan eksikliği gidermek ve kanserin tekrarlamasını önlemek amacıyla hormon tedavisi uygulanabilir.Kemoterapi ve radyoterapiAnaplastik tiroid kanser türlerine karşı uygulanabilecek yöntemler arasında kemoterapi ve radyoterapi yer alır. Bu yöntemler genellikle ileri evrelerde tercih edilir.Tiroid Kanseri Hakkında Sık Sorulan SorularTiroid nedir?Tiroid, boynun alt kısmında, adem elması olarak bilinen bölgenin hemen altında soluk borusunun önünde kelebek şeklinde bir organdır. Tiroid, vücutta hayati fonksiyonları yöneten birçok hormonun üretilmesinden sorumludur. Bu hormonların üretimi vücudun daha işlevsel bir şekilde yönetilmesini sağlar. Tiroid bezinde meydana gelen anormallikler ise birçok organa zarar vererek sağlık açısından bir tehdit unsuru oluşturur. Bunların başında da tiroid kanseri gelir.Tiroid kanserinin kadın ve erkeklerde görülme sıklığı nedir?Tüm tiroid nodüllerinin yaklaşık yüzde 5’inde tiroid kanseri gelişmektedir. Kadınlarda erkeklerde 4 kat daha sık görülürler.Tiroid kanseri 4. evre belirtileri nelerdir?Tiroid kanserinin 4. evresi hastalığın ilerlediği ve diğer organlara da yayılabildiği evredir. Bu evrede hastaya agresif bir tedavi uygulanabilir. Tiroid kanserinin 4. evresinde boyunda şişliğin büyümesi, nefes alırken zorlanmanın daha da artması, sesin iyice kısılması ve bazı vakalarda kemik erimesi bile ortaya çıkabilir.Tiroid kanserlerinde takip nasıl olmalıdır?Tiroid kanseri hastaları düzenli takip edilmelidir. Takiplerde hastanın fizik muayenesi, kan testleri, boyun ultrasonografisi gibi tetkiklerin yanı sıra, bazı durumlarda nükleer tarama testleri ve başka görüntüleme yöntemleri de gerekebilmektedir. Takiplerin sıklığı ve hangi testlerin yapılacağı, takibi yapan hekim tarafından belirlenmelidir.Tiroid kanserine neden olabilen etkenlerden korunmak mümkün müdür?Tüm kanserlerde olduğu gibi sağlıklı beslenme ve hareketli bir yaşam tarzı kişiler tarafından benimsenmelidir. Bununla birlikte boyun bölgesinin radyasyon maruziyetinden korunması adına gerekli önlemler alınmalıdır.Tiroid kanseri sürecinde beslenme nasıl olmalıdır?Tiroid kanseri hastasında eğer ameliyat sonrası radyoaktif iyot tedavisi verilmesi planlanıyorsa iyottan fakir diyet ile beslenme tavsiye edilir. Ancak sonraki takiplerde hekim tarafından aksi söylenmediği sürece herkes için geçerli olan sağlıklı beslenme dışında özel bir diyet önerisi yoktur.Ailesinde tiroid kanseri olanlar ilk kontrollerini ne zaman yaptırmalıdır?Mümkün olan en kısa zamanda bir endokrinoloji uzmanı tarafından değerlendirilmeli ve gerekli testleri planlanmalıdır.Tiroid kanseri ölümcül müdür?Tiroid kanseri erken teşhis edilip kanserin evresine bağlı olarak uygun bir tedavi yöntemi belirlendiği durumlarda genellikle iyileşir ve hasta sağlığına kavuşur. Tiroid kanseri sıçrama yapar mı?Tiroid kanseri, tiroid dokusunun içinde gelişebileceği gibi yakındaki dokulara ve boyundaki lenf bezlerine de sıçrama yapabilir. Foliküler tiroid kanseri gibi tiroid kanserinin farklı tipleri akciğerlere ve kemiklere yayılım gösterebilir.Tiroid kanseri tamamen iyileşir mi?Tiroid kanseri erken teşhis ve uygun tedavi ile tamamen tedavi edilebilmektedir. Ancak tiroid kanserlerinin tekrarlama ihtimali de bulunmaktadır.Her tiroid kanser midir?Tiroid nodülleri genellikle iyi huyludur. Tiroid nodüllerinin büyük bir çoğunluğu sıvı ya da kolloid denilen depolanmış tiroid hormonu formuyla dolu kistlerdir. Katı nodüllerin kanser olma ihtimali daha fazladır.Tiroid kanseri ameliyatı kaç saat sürer?Tiroid kanseri ameliyatının süresi; tiroid kanserinin tipine, yaygınlığına ve uygulanacak cerrahi yönteme göre farklılık gösterebilmektedir. Genel olarak tiroid kanseri ameliyatı 2-3 saat arasında sürebilmektedir.Tiroid kanserinde ameliyat şart mı?Tiroid kanserinin türüne bağlı olarak kanserli olan tiroid dokusunun tamamen ya da kısmen alınması gerekebilir. Bu durum doktor tarafından belirlenerek cerrahi müdahale ile gerçekleşir. Cerrahi işlem sonrasında ise radyoaktif iyot tedavisi ve hormon tedavisi gibi ek tedaviler uygulanabilir.Tiroid kanseri vücudun diğer bölgelerine yayılabilir mi?Tiroid kanseri bulunduğu evreye ve çeşidine göre lenf düğümlerine, akciğerler ve kemiklere yayılım gösterebilir. Özellikle foliküler ve anaplastik tiroid kanserleri türlerinden yayılma olasılığı yüksek olarak bilinir.Tiroid kanseri tedavisinde radyoaktif iyot tedavisi neden uygulanır?Radyoaktif iyot tedavisi, tiroid kanseri ameliyatı sonrasında kalan kanser hücrelerinin yok edilmesi için uygulanabilir. Bu tedavi sonrasında kişinin belirli bir süre izole edilmesi istenebilir. Bu durum kişinin etrafa radyasyon yayma ihtimaline karşı yapılır.
10,986
653
Hastalıklar
Tonsilit (Bademcik İltihabı)
Tonsilit, boğazın her iki arka bölümünde iki oval şekilli doku yastığı olan bademciğin iltihaplanıp şişmesidir. Bademcik enfeksiyonu anlamına gelen tonsilit, bakteri ve virüslerin vücuda girmesiyle meydana gelir. Akut, suvakut ve kronik olmak üzere türü bulunan tonsilit hastalığı, şiddetli boğaz ağrısı, kuruluk, kaşıntı ve bademciklerde kızarıklık ve şişme gibi belirtilerle ortaya çıkar. Tonsilit, boğazın her iki arka bölümünde iki oval şekilli doku yastığı olan bademciğin iltihaplanıp şişmesidir. Bademcik enfeksiyonu anlamına gelen tonsilit, bakteri ve virüslerin vücuda girmesiyle meydana gelir. Akut, suvakut ve kronik olmak üzere türü bulunan tonsilit hastalığı, şiddetli boğaz ağrısı, kuruluk, kaşıntı ve bademciklerde kızarıklık ve şişme gibi belirtilerle ortaya çıkar.  Tonsilit (Bademcik İltihabı) Nedir? Tonsilit, boğazın arka tarafında bulunan bademciklerin iltihaplanması ve şişmesidir. Yaygın nedeni bakteri ve virüslerdir.Tonsillit genellikle okul öncesi çağlardan ergenlik ortalarına kadar olan yaş gruplarındaki çocukları etkiler. Çocuklar birbirleriyle yakın temasta bulunduklarında bademcik iltihabına yol açan mikropları birbirine bulaştırarak hastalığa yakalanma risklerini artırırlar. Bademcik iltihabında bademciklerin şiş ve kırmızı görüntüsü yaygın belirtiler arasındadır. Ayrıca beyaz veya sarı lekelere sahip olmak, boğaz ağrısı, cızırtılı veya boğuk ses, yutma güçlüğü, ağız kokusu ve ateş de tonsilit belirtierindendir. Ayrıca boyundaki lenf düğümlerinde şişme ve hassasiyetle birlikte baş veya mide ağrısı da görülebilir.Bademcik enfeksiyonunda bakteri kaynaklı bir durumdan şüpheleniliyorsa, streptokok bakterisinin varlığına bakılır. Beta mikrobu olarak bilinen, streptokok cinsi bakteriler bademciklere yerleşerek tekrarlayan bademcik enfeksiyonlarına yol açabilir.Bademciklerden alınan sürüntüler ile yapılan hızlı testler ve boğaz kültürüyle bu durum belirlenir. Bu testlerle beraber hastanın kan değerlerinde bakılan kriterler de bakteriyel enfeksiyon lehine yönlendirebilir. CRP değeri kandaki enfeksiyon değerini gösterdiği için teşhis konusunda önemlidir. Lökosit ve nötrofil değerlerinin yükselmesi, lenfosit değerlerinin ise azalması bakteriyel enfeksiyonlarda görüldüğü için bakılan değerler arasındadır. Bakterilerin sebep olduğu bademcik enfeksiyonlarında bu sonuçlar doğrultusunda hastanın tedavi protokolü düzenlenmektedir. Bakteriyel enfeksiyonlardan kaynaklanan bademcik iltihabında antibiyotik tedavisine başlanmaktadır. Viral enfeksiyonlarda ise boğazdan alınan sürüntülerle yapılan hızlı testler ve daha detaylı incelemelerin yapıldığı boğaz kültürü testleri negatif çıkabilmektedir. Viral enfeksiyonlarda yine kan değerlerinde CRP ve Lökositi yükseltebilmektedir fakat nötrofiller düşmeye lenfositler ise yükselmeye başlamaktadır. Bu kriterler enfeksiyonun viral olduğunu göstermektedir ve tedavi buna göre düzenlenmektedir.  Ayrıca monospot adı verilen Epstein -Barr virüsünün varlığına bakılan özellikli bir testte bulunmaktadır.  Adenovirüs ve CMV gibi virüslerde yine bademcik enfeksiyonuna sebep olabilmektedir. Viral enfeksiyolarda tedavi, destek tedavisi adı verilen ağrı kesici ve ateş düşürücü ilaçlar, vitamin ve spreyler olarak düzenlenir.Subakut Tonsilit Nedir?1 ay ile 3 ay arasında devam eden tonsilitlere subakut tonsilit denmektedir. Bu duruma genelde viral enfeksiyonlar neden olmaktadır. Burada da tedavi yine viral enfeksiyonlardaki gibi devam etmektedir.Kronik Tonsilit Nedir?Bir yılda 7 defa, 2 yıl boyunca her sene 5 defa ya da 3 yıl boyunca her sene 3 defa tonsilit oluşuyorsa artık kronik hale gelmiş demektir. Kronik tonsilitin akut ataklarında tedavisinde yine akut tonsilitteki gibi tedavi uygulanmaktadır. Bakteriyel veya viral kaynaklı oluşuna göre ilaçlar değişebilmektedir. Bakteriyel kaynaklı kronik tonsilit beta streptokok bakterisinin bademciğe yerleşmesi sonucunda meydana gelmektedir. Hastanın uykusuzluk, stres, yorgunluk gibi çeşitli sebeplerle bağışıklık sisteminin zayıfladığı zamanlarda ya da hasta soğuğa maruz kaldığında ve ağız florası bozulmaya başladığında bakteri aktif hale gelebilmektedir. Böylece kronik tonsilitin alevlenme aşaması şeklinde kendini göstermektedir. Muayene bulguları ve test sonuçlarına göre bakteriyel kaynaklı bir enfeksiyonsa hastanın genel durumunu destekleyici tedavilere ek olarak antibiyotik tedavisiyle ortaya çıkan belirtiler toparlanmaktadır.Bademcik enfeksiyonları çocuklarda daha sık görülmektedir. Çocukların hijyen kurallarına tam uymamamaları, ellerini sık sık ağızlarına götürmeleri genel olarak üst solunum yolu enfeskiyonlarının çocuklarda erişkinlere göre daha sık görülmesine neden olmaktadır. Akut tonsilit ve kronik tonsilitte çocuklarda daha sık görülmektedir. 12- 13 yaşların üzerine çıkıldıkça bu hastalıkların görülme sıklığı azalabilmektedir.Aynı zamanda çocukluğunda hiç bademcik enfeksiyonu geçirmemiş bir erişkin belli bir yaştan sonra çok sık tonsilit atakları geçirmeye başlayabilmektedir. Bu bakterinin bademciklere yerleşmesi ve bağışıklık sisteminin zayıflamasıyla ilişkidir.Tonsilit (Bademcik İltihabı) Neden Olur?Bademcik iltihabı genellikle viral veya bakteriyel enfeksiyon kaynaklı meydana gelir. Buna neden olan başlıca bakteri A grubu streptokok bakterileridir. Bulaşıcı bir hastalık olan tonsilit, yakın temas sonucu damlacıkların kişiden kişiye geçmesi sonucunda oluşur. Bademcik iltihabına yol açan faktörler şöyle sıralanabilir: Streptokok bakterileri Adenovirüsler Enterovirüs Eppstein Barr Virüsü Kızamık virüsü Çocukluk çağında olunması  Mikroplarla yakın temas riski bulunan ortamlarda bulunmakTonsilit (Bademcik İltihabı) Belirtileri Nelerdir? Şiddetli boğaz ağrısı, kaşıntı, bademciklerde kızarıklık ve şişmeyle birlikte yutma güçlüğü ve yüksek ateş, bademcik iltihabı olarak bilinen tonsilitin sık görülen belirtileri arasındadır. Ayrıca boyun tutulması, genel vücut ağrıları ve halsizlik de görülebilir. Genel olarak bademcik iltihabında görülen belirtiler şu şekildedir: Şiddetli boğaz ağrısı, kuruluk ve kaşıntı Bademciklerde kızarıklık ve şişme Yüksek ateş Yutma güçlüğü Baş ağrısı Kulak ağrısı Ağız kokusu Boyun tutulması Halsizlik, yorgunluk Genel vücut, kas ve eklem ağrıları Kötü nefes ve ağız kokusuTonsilit (Bademcik İltihabı) Nasıl Teşhis Edilir? Hasta hikayesi, fizik muayene bulguları hastaya bakıldığı zaman tonsilit tanısının konulmasında genellikle yeterli olmaktadır. Enfeksiyonun viral mi bakteriyel mi oluşu ise alınan sürüntü örneklerinden ve yapılan testlerden sonra belirlenebilmektedir. Bu testler hızlı streptokok antijen testi ve detaylı boğaz kültürü testleridir. Röntgen incelemesi ve kan testleri de teşhis için yapılan tetkikler arasında yer almaktadır. Enfeksyonun bakteri mi, virüs kaynaklı mı olduğu belirlendikten sonra tedavi bu doğrultuda verilmektedir.Tonsilit (Bademcik İltihabı) Tedavisi Nasıl Yapılır?Akut bademcik enfeksiyonlarının toparlanma evresi 1 hafta civarında sürmektedir. İlaçla tedavinin başlamasının ardından 3-4 gün süren ateş ve ağrı devam edebilmektedir.Bakteriyel enfeksiyon tedavilerinde antibiyotikler, ağrı kesici ve ateş düşürücü ilaçlar, boğazı rahatlatan pastiller ve bağışıklık istemini güçlendirmek için C vitamini destekleri verilmektedir.Viral enfeksiyonlarda erişkin ve çocuklara verilen ilaçlar değişmekle birlikte ağrı kesici ve ateş düşürücü ilaçlar, bağışıklık sistemini destekleyen vitamin ve mineraller, boğazda oluşan ağrıları rahatlatmak için pastiller kullanılmaktadır. Daha ağır tablolarda serum verilebilmektedir.Bir erişkin ya da çocuk 1 sene içinde 7 defa ya da 3 sene boyunca her sene 5 defa bademcik enfeksiyonu geçirmişse bademcik operasyonu yapılmasına karar verilebilmektedir.Kronik tonsilitin akut atakları ilaç tedavileriyle düzeltilebilmektedir ama çok sık geçirilmesi vücuttaki diğer mekanizmaların bozulmasına yol açabilmektedir.Özellikle streptokok bakterisinin yol açtığı kronik tonsilit, akut romatizmal ateş denilen kronik başka bir hastalığa neden olabilmektedir.  Akut romatizmal ateş ise kalp ve kalp kapakçığına zarar veren, böbrek yetmezliğine sebep olabilen bir hastalıktır. Bütün bu hastalıkları da önleyebilmek adına hastanın genel hayat kalitesini artırmak adına bademcik operasyonu yapılması gerekmektedir.Ayrıca genellikle çocuklarda görülen ateşin sık sık yükseldiği nedeni bilinmeyen ateş tablosunda da bademcikler alınabilmektedir. Yüksek ateşin nedeni bademcik olarak düşünülmektedir. Bademciklerde bulgu olarak bir sorun olmaz ama çocuğa yapılan çeşitli testlerde CRP gibi değerler yüksek çıkmaktadır.Bademcik enfeksiyonuna bağlı olarak bazen bademcikler aşırı bir şekilde büyümektedir. Hasta da yutma zorluğu ya da ateş yapmamaktadır ama hastanın nefes yolunu kapatabilmektedir. Bu duruma öpüşen bademcik denmektedir. Öpüşen bademcik erişkin ve çocuk apnesini tetiklemektedir. Kaliteli uyku uyuyamaz hasta ve horlamaları artmaktadır. Bu tür durumlarda da yine bademciklerin alınması gerebilmektedir.Tonsilit (Bademcik İltihabı) Hakkında Sık Sorulan SorularTonsilit bulaşıcı mıdır?Tonsilit bulaşıcı bir hastalıktır. Tonsilite neden olan bakteri ve virüsler havadan damlacık yoluyla ya da hasta birine temas halinde sağlıklı bir insana bulaşabilir.Tonsilit belirtileri kaç gün sürer?Tonsilit ( bademcik iltihabı) belirtileri genellikle 3-4 gün sürer ama 10 güne kadar da uzayabilmektedir.Bademcik neden iltihaplanır?Virüs ve bakterilerin bademciklere yerleşerek enfeksiyona neden olmaları sonucu bademcikler iltihaplanmaktadır.Bademcik tek taraflı şişer mi? Adenovirüs ve Epstein -Barr virüslerinin neden olduğu bazı bademcik enfeksiyonlarında bademcikler tek taraflı olarak şişebilmektedir.  Tonsilit (Bademcik İltihabı) Nedir? Tonsilit, boğazın arka tarafında bulunan bademciklerin iltihaplanması ve şişmesidir. Yaygın nedeni bakteri ve virüslerdir.Bademcik enfeksiyonunda bakteri kaynaklı bir durumdan şüpheleniliyorsa, streptokok bakterisinin varlığına bakılır. Beta mikrobu olarak bilinen, streptokok cinsi bakteriler bademciklere yerleşerek tekrarlayan bademcik enfeksiyonlarına yol açabilir.Bademciklerden alınan sürüntüler ile yapılan hızlı testler ve boğaz kültürüyle bu durum belirlenir. Bu testlerle beraber hastanın kan değerlerinde bakılan kriterler de bakteriyel enfeksiyon lehine yönlendirebilir. CRP değeri kandaki enfeksiyon değerini gösterdiği için teşhis konusunda önemlidir. Lökosit ve nötrofil değerlerinin yükselmesi, lenfosit değerlerinin ise azalması bakteriyel enfeksiyonlarda görüldüğü için bakılan değerler arasındadır. Bakterilerin sebep olduğu bademcik enfeksiyonlarında bu sonuçlar doğrultusunda hastanın tedavi protokolü düzenlenmektedir. Bakteriyel enfeksiyonlardan kaynaklanan bademcik iltihabında antibiyotik tedavisine başlanmaktadır. Viral enfeksiyonlarda ise boğazdan alınan sürüntülerle yapılan hızlı testler ve daha detaylı incelemelerin yapıldığı boğaz kültürü testleri negatif çıkabilmektedir. Viral enfeksiyonlarda yine kan değerlerinde CRP ve Lökositi yükseltebilmektedir fakat nötrofiller düşmeye lenfositler ise yükselmeye başlamaktadır. Bu kriterler enfeksiyonun viral olduğunu göstermektedir ve tedavi buna göre düzenlenmektedir.  Ayrıca monospot adı verilen Epstein -Barr virüsünün varlığına bakılan özellikli bir testte bulunmaktadır.  Adenovirüs ve CMV gibi virüslerde yine bademcik enfeksiyonuna sebep olabilmektedir. Viral enfeksiyolarda tedavi, destek tedavisi adı verilen ağrı kesici ve ateş düşürücü ilaçlar, vitamin ve spreyler olarak düzenlenir.Subakut Tonsilit Nedir?1 ay ile 3 ay arasında devam eden tonsilitlere subakut tonsilit denmektedir. Bu duruma genelde viral enfeksiyonlar neden olmaktadır. Burada da tedavi yine viral enfeksiyonlardaki gibi devam etmektedir.Kronik Tonsilit Nedir?Bir yılda 7 defa, 2 yıl boyunca her sene 5 defa ya da 3 yıl boyunca her sene 3 defa tonsilit oluşuyorsa artık kronik hale gelmiş demektir. Kronik tonsilitin akut ataklarında tedavisinde yine akut tonsilitteki gibi tedavi uygulanmaktadır. Bakteriyel veya viral kaynaklı oluşuna göre ilaçlar değişebilmektedir. Bakteriyel kaynaklı kronik tonsilit beta streptokok bakterisinin bademciğe yerleşmesi sonucunda meydana gelmektedir. Hastanın uykusuzluk, stres, yorgunluk gibi çeşitli sebeplerle bağışıklık sisteminin zayıfladığı zamanlarda ya da hasta soğuğa maruz kaldığında ve ağız florası bozulmaya başladığında bakteri aktif hale gelebilmektedir. Böylece kronik tonsilitin alevlenme aşaması şeklinde kendini göstermektedir. Muayene bulguları ve test sonuçlarına göre bakteriyel kaynaklı bir enfeksiyonsa hastanın genel durumunu destekleyici tedavilere ek olarak antibiyotik tedavisiyle ortaya çıkan belirtiler toparlanmaktadır.Bademcik enfeksiyonları çocuklarda daha sık görülmektedir. Çocukların hijyen kurallarına tam uymamamaları, ellerini sık sık ağızlarına götürmeleri genel olarak üst solunum yolu enfeskiyonlarının çocuklarda erişkinlere göre daha sık görülmesine neden olmaktadır. Akut tonsilit ve kronik tonsilitte çocuklarda daha sık görülmektedir. 12- 13 yaşların üzerine çıkıldıkça bu hastalıkların görülme sıklığı azalabilmektedir.Aynı zamanda çocukluğunda hiç bademcik enfeksiyonu geçirmemiş bir erişkin belli bir yaştan sonra çok sık tonsilit atakları geçirmeye başlayabilmektedir. Bu bakterinin bademciklere yerleşmesi ve bağışıklık sisteminin zayıflamasıyla ilişkidir.Tonsilit (Bademcik İltihabı) Neden Olur?Bademcik iltihabı genellikle viral veya bakteriyel enfeksiyon kaynaklı meydana gelir. Buna neden olan başlıca bakteri A grubu streptokok bakterileridir. Bulaşıcı bir hastalık olan tonsilit, yakın temas sonucu damlacıkların kişiden kişiye geçmesi sonucunda oluşur. Bademcik iltihabına yol açan faktörler şöyle sıralanabilir:Tonsilit (Bademcik İltihabı) Belirtileri Nelerdir? Şiddetli boğaz ağrısı, kaşıntı, bademciklerde kızarıklık ve şişmeyle birlikte yutma güçlüğü ve yüksek ateş, bademcik iltihabı olarak bilinen tonsilitin sık görülen belirtileri arasındadır. Ayrıca boyun tutulması, genel vücut ağrıları ve halsizlik de görülebilir. Genel olarak bademcik iltihabında görülen belirtiler şu şekildedir:Tonsilit (Bademcik İltihabı) Nasıl Teşhis Edilir? Hasta hikayesi, fizik muayene bulguları hastaya bakıldığı zaman tonsilit tanısının konulmasında genellikle yeterli olmaktadır. Enfeksiyonun viral mi bakteriyel mi oluşu ise alınan sürüntü örneklerinden ve yapılan testlerden sonra belirlenebilmektedir. Bu testler hızlı streptokok antijen testi ve detaylı boğaz kültürü testleridir. Röntgen incelemesi ve kan testleri de teşhis için yapılan tetkikler arasında yer almaktadır. Enfeksyonun bakteri mi, virüs kaynaklı mı olduğu belirlendikten sonra tedavi bu doğrultuda verilmektedir.Tonsilit (Bademcik İltihabı) Tedavisi Nasıl Yapılır?Akut bademcik enfeksiyonlarının toparlanma evresi 1 hafta civarında sürmektedir. İlaçla tedavinin başlamasının ardından 3-4 gün süren ateş ve ağrı devam edebilmektedir.Bakteriyel enfeksiyon tedavilerinde antibiyotikler, ağrı kesici ve ateş düşürücü ilaçlar, boğazı rahatlatan pastiller ve bağışıklık istemini güçlendirmek için C vitamini destekleri verilmektedir.Viral enfeksiyonlarda erişkin ve çocuklara verilen ilaçlar değişmekle birlikte ağrı kesici ve ateş düşürücü ilaçlar, bağışıklık sistemini destekleyen vitamin ve mineraller, boğazda oluşan ağrıları rahatlatmak için pastiller kullanılmaktadır. Daha ağır tablolarda serum verilebilmektedir.Bir erişkin ya da çocuk 1 sene içinde 7 defa ya da 3 sene boyunca her sene 5 defa bademcik enfeksiyonu geçirmişse bademcik operasyonu yapılmasına karar verilebilmektedir.Kronik tonsilitin akut atakları ilaç tedavileriyle düzeltilebilmektedir ama çok sık geçirilmesi vücuttaki diğer mekanizmaların bozulmasına yol açabilmektedir.Özellikle streptokok bakterisinin yol açtığı kronik tonsilit, akut romatizmal ateş denilen kronik başka bir hastalığa neden olabilmektedir.  Akut romatizmal ateş ise kalp ve kalp kapakçığına zarar veren, böbrek yetmezliğine sebep olabilen bir hastalıktır. Bütün bu hastalıkları da önleyebilmek adına hastanın genel hayat kalitesini artırmak adına bademcik operasyonu yapılması gerekmektedir.Ayrıca genellikle çocuklarda görülen ateşin sık sık yükseldiği nedeni bilinmeyen ateş tablosunda da bademcikler alınabilmektedir. Yüksek ateşin nedeni bademcik olarak düşünülmektedir. Bademciklerde bulgu olarak bir sorun olmaz ama çocuğa yapılan çeşitli testlerde CRP gibi değerler yüksek çıkmaktadır.Bademcik enfeksiyonuna bağlı olarak bazen bademcikler aşırı bir şekilde büyümektedir. Hasta da yutma zorluğu ya da ateş yapmamaktadır ama hastanın nefes yolunu kapatabilmektedir. Bu duruma öpüşen bademcik denmektedir. Öpüşen bademcik erişkin ve çocuk apnesini tetiklemektedir. Kaliteli uyku uyuyamaz hasta ve horlamaları artmaktadır. Bu tür durumlarda da yine bademciklerin alınması gerebilmektedir.Tonsilit (Bademcik İltihabı) Hakkında Sık Sorulan SorularTonsilit bulaşıcı mıdır?Tonsilit bulaşıcı bir hastalıktır. Tonsilite neden olan bakteri ve virüsler havadan damlacık yoluyla ya da hasta birine temas halinde sağlıklı bir insana bulaşabilir.Tonsilit belirtileri kaç gün sürer?Tonsilit ( bademcik iltihabı) belirtileri genellikle 3-4 gün sürer ama 10 güne kadar da uzayabilmektedir.Bademcik neden iltihaplanır?Virüs ve bakterilerin bademciklere yerleşerek enfeksiyona neden olmaları sonucu bademcikler iltihaplanmaktadır.Bademcik tek taraflı şişer mi? Adenovirüs ve Epstein -Barr virüslerinin neden olduğu bazı bademcik enfeksiyonlarında bademcikler tek taraflı olarak şişebilmektedir. 
6,753
654
Hastalıklar
Tiroid
Tiroid, vücut için bir çok önemli fonksiyonda rol alan tiroid hormonlarını üreten endokrin sisteminin bir bezidir. Tiroid hormonları vücudun enerjiyi nasıl kullandığını belirleyen metabolizmayı, büyümeyi, gelişimi, kalp, kas ve sindirimi kontrol etme gibi hayati süreçlerde rol alır. Tiroid bezinde oluşabilecek tiroid hastalıkları olarak bilinir ve bunların arasında hipertiroid, hipotiroid, guatr ve tiroid kanseri yer almaktadır.Tiroid, vücut için bir çok önemli fonksiyonda rol alan tiroid hormonlarını üreten endokrin sisteminin bir bezidir. Tiroid hormonları vücudun enerjiyi nasıl kullandığını belirleyen metabolizmayı, büyümeyi, gelişimi, kalp, kas ve sindirimi kontrol etme gibi hayati süreçlerde rol alır. Tiroid bezinde oluşabilecek tiroid hastalıkları olarak bilinir ve bunların arasında hipertiroid, hipotiroid, guatr ve tiroid kanseri yer almaktadır. Tiroid Nedir?Tiroid, U veya H harfine benzeyen, boynun ön kısmında adem elmasının hemen altında bulunan, vücudun enerjiyi kullanma şeklini kontrol eden küçük kelebek şeklindeki endokrin bezidir. Endokrin sisteminin bir parçası olan tiroid bezi tiroksin ve triiyodotironin hormonlarının üretiminden sorumludurlar.Tiroid bezinin ana rolü vücudun tükettiği gıdaları enerjiye dönüştürme süresi olan metabolizma hızını kontrol etmek olup, ürettiği T3 ve T4 hormonlarıyla birlikte metabolizmanızın düzenlenmesine yardım eder. Bu hormonlarla birlikte ayrıca hipofiz bezi de, tiroide vücudun bu hormonlardan ne kadarına ihtiyaç duyduğunu söylemekle görevlidir.Metabolizmanın yanı sıra kalbin nasıl attığından kilo alımına, kolesterol seviyesinden adet döngüsüne kadar birçok fonksiyonun düzgün çalışmasına katkı sağlayan tiroid, bozulduğunda ve sorun yaşadığında çeşitli tiroid hastalıklarına neden olur.Tiroid hastalıklarının başında hipertiroid, hipotiroid, guatr ve tiroid kanseri gelir. Hipertiroiod tiroidin çok çalışması durumu iken hipotiroid ise tiroid bezinin olması gerektiğinden daha az çalıştığı durumu ifade eder. Örneğin bir diğer hastalık olan tiroidit de tiroid bezinin iltihaplanmasıdır. Tiroid bezi hangi hormonları üretir?Aynı zamanda bir endokrin bezi olarak bilinen tiroid bezi birçok hormonun üretilip salgılanmasında önemli bir rol üstlenir. Tiroid bezinin ürettiği ve salgıladığı hormonlar şu şekilde ifade edilebilir:Tiroksin (T4): T4 hormonu olarak da bilinen tiroksin, tiroidin ürettiği ve salgıladığı birincil hormondur. Tiroid bezi bu hormondan en iyi şekilde faydalansa da T4 hormonunun metabolizma üzerinde çok fazla etkisi yoktur. Eğer tiroid bezi T4'ü kan dolaşımına salgılarsa, deiyodinasyon adı verilen bir işlemle bu hormon T3'e dönüşebilir.Triiyodotironin (T3): Tiroid bezi T4'e kıyasla daha az miktarda T3 hormonu üretir ancak T3 hormonu metabolizma üzerinde T4'ten çok daha fazla etkiye sahiptir. Bu sebeple T3 hormonunun işlevsel bir şekilde çalışması metabolizma sağlığı açısından önemlidir. Ters triiyodotironin (RT3): Tiroid bezi T3'ün etkilerini tersine çeviren çok az miktarda ters triiyodotironin RT3 hormonu üretir.Kalsitonin hormonu: Kalsitonin hormonu, kandaki kalsiyum miktarını düzenlemeye yardımcı olan ve tiroid tarafından üretilip salgılanan bir hormondur.Tiroid hormonları üretmek için tiroid bezinin iyot, (en yaygın olarak iyotlu sofra tuzu) ve suda bulunan bir elemente ihtiyacı vardır. Çünkü tiroid bezi iyotu hapseder ve tiroid hormonlarına dönüştürür. Vücutta çok az veya çok fazla iyot varsa, bu durum tiroidinizin ürettiği ve salgıladığı hormon seviyesini etkileyebilir.Tiroid hormonlarının etkilediği vücut fonksiyonları şöyle sıralanabilir: Vücudun enerjiyi nasıl kullandığı (metabolizma) Kalp atış hızı Nefes alışverişi  Sindirim süreci  Vücut ısısı Beyin gelişimi ve zihinsel aktivite Cilt ve kemik sağlığı  DoğurganlıkTiroid bezi ile etkileşime giren diğer organ ve bezlerEndokrin sistemi bezlerden ve hormonlardan oluşan karmaşık bir ağ sistemidir. Birçok bez ve hormon, çalışmaya başlamaları için kendilerine sinyaller göndermek üzere diğer bezlere ve hormonlara ihtiyaç duyar. Ayrıca, belirli hormonlar diğer hormonları baskılayabilir. Vücudun tiroid hormonlarının seviyesini kontrol etmek için karmaşık bir sistemi vardır.İlk olarak, hipotalamus (beynin alt yüzeyinde bulunan bir parça) tiroid salgılatıcı hormonu (TRH) salgılar, bu da hipofiz bezinin bir kısmını tiroid uyarıcı hormon (TSH) salgılaması için uyarır. Bu uyarı sürecinden sonra TSH hormonu, vücutta yeterli iyot seviyesi varsa tiroid foliküler hücreleri tiroksin (T4) ve triiyodotironin (T3) salgılaması için uyarır.Tiroid bezi ve hormonları vücudun hemen hemen her organ sistemini etkiler. Bu etki şu şekilde açıklanabilir:Kardiyovasküler sistemi: Tiroid bezi kalbinizin dolaşım sistemi aracılığıyla pompaladığı kan miktarını (kalp debisi), kalp atış hızını, kalbin kasılma gücünü ve kuvvetini düzenlemeye yardımcı olur. Bu bilgiler ışığında tiroid bezinin kalp sağlığı için önemi yadsınamaz.Sinir sistemi: Tiroid bezi düzgün çalışmadığında, vücudun etkilenen bölgelerinde uyuşma, karıncalanma, ağrı veya yanma hissi gibi sinir sistemini etkileyen semptomlar ortaya çıkabilir. Bu sorunlar hipotiroid veya hipertiroid durumunda da görülebilir. Ayrıca, hipotiroidizm depresyona ve kaygıya da neden olabilir.Sindirim sistemi: Tiroid bezinin görevlerinden biri de besinlerin sindirim sisteminde nasıl hareket ettiğiyle ilgilidir. Tiroid bezinin sağlıklı çalıştığı durumlarda sindirim süreci de sağlıklı işler.Üreme sistemi: Tiroidin düzgün çalışmadığı senaryolarda özellikle kadınlarda düzensiz adet dönemleri ortaya çıkabilir ve doğurganlık sorunları görülebilir.Tiroid Belirtileri Nelerdir?T3 ve T4 hormonlarını üretmekle sorumlu olan tiroid normalden az ya da çok çalışması durumunda kişide fiziksel ve zihinsel durumu etkileyen bazı belirtiler görülür. Tiroid bezi çok çalışırsa sinirlilik hali, uyku sorunları, kilo kaybı, terleme, ısı hassasiyeti ve göz tahrişi gibi belirtiler görülürken, tiroid bezi az çalışırsa yorgunluk, hızlı kalp atışı, yoğun adet kanamaları, ses kısıklığı, soğuk hassasiyeti, kaç güçsüzlüğü ve saçlarda kırılganlık yaşanır.Tiroid belirtileri şunları içerir: Seste değişiklik Kilo alma Boyunda yumru veya şişlik oluşumu Çarpıntı Vücut ısısında değişiklik (üşüme, terleme) Yorgun hissetme ve halsizlik Depresif olma, kaygı ve huzursuzluk yaşama Saç dökülmesi Kas ve eklemlerde ağrı Adet dönemlerinde düzensizlik ve ağrı Kabızlık Cilt kuruluğu ve tırnakların kırılganlaşmasıTiroid Krizi Belirtileri Nelerdir?Tiroid krizinde ritim bozukluğu yanı sıra kalp atım hızının dakikada 140 atımı geçmesi (taşikardi), yüksek ateş, devamlı terleme, kilo kaybı, solunum sıkıntısı ve özellikle yaşlılarda aşırı yorgunluk ortaya çıkar.Tiroid krizinin belirtileri şunlardır: 40 derece ve üzeri yüksek ateş Kalbin dakikada 140 atımdan fazla atması (taşikardi) Endişe ve tedirginlik hissi Bilinçte bulanıklık Titreme İshal Kilo kaybı Kaslarda zayıflık Adet düzeninin bozulmasıTiroid Kanseri Nedir? En az ölümcül hastalıklar arasında yer alan ve tedavi başarısı çok yüksek olan tiroid kanseri, tiroid bezindeki hücrelerin kansere dönüşmesiyle meydana gelen bir hastalık olarak kabul edilir. Boyunda şişlik, yumru ve tiroid nodülü semptomlarıyla ortaya çıkan tiroid kanseri, teşhiş edildiğinde çoğunlukla ameliyatla tedavi edilir. Ameliyatın ardından radyoaktif iyot tedavisi ve bazı durumlarda harici radyasyon tedavisi uygulandığı durumlar da yaşanır.Tiroid Kanseri Belirtileri Nelerdir?Tiroid kanserinin gözle görülen en net belirtisi, boyunda meydana gelen şişlik, büyüme ve yumrulardır. Onun dışında yutkunma güçlüğü ve nefes alma zorluğu gibi belirtiler gösteren tiroid kanseri bazı durumlarda hiç belirti vermeden, yapılan başka görüntülemeler sırasında teşhis edilir.Tiroid kanseri belirtileri şunlardır: Boyunda şişlik, büyüme veya yumru Beklenmedik kilo kaybı Nefes alma zorluğu Yutkunma güçlüğü Ses kısıklığı Öksürük Yorgunluk Kemik erimesi İştah kaybı Kabızlık Mide bulantısı ve kusmaTiroid Hastalıkları Nelerdir?İyi ve kötü huylu olmak üzere iki farklı şekilde kendisini gösteren tiroid hastalıkları, kötü huylu olduğunda tiroid kanseri ortaya çıkar. İyi huylu tiroid hastalıkları ise tiroid bezinin performansına bağlı olarak az veya çok çalışması durumudur.Tiroid bezinin çok fazla tiroid hormonu durum hipertiroid olarak bilinirken tiroidini az hormon üretmesi durumu da hipotiroid olarak kabul edilir. Kötü huylu tiroid hastalığı ise tiroid kanseri olarak adlandırılır.Tiroid hastalıkları şu şekilde maddeler halinde açıklanabilir:Hipertiroid (Tiroid Yüksekliği)Hipertiroid (aşırı aktif tiroid), vücudun ihtiyaç duyulandan daha fazla tiroid hormonu üretmesi şeklinde açıklanır. Aynı zamanda metabolizmanın da daha hızlı çalışmasına neden olur. Tedavi edilebilir bir hastalık olan hipertiroidin nedenleri arasında ise otoimmün bir rahatsızlık olan graves, tiroid nodülleri, doğum sonrası tiroidit, diyet veya ilaçlar nedeniyle kanda fazla oluşan iyot, hipofiz bezinde yer alan iyi huylu tümörler yer alır.Hipotiroid (Tiroid Düşüklüğü)Tiroid bezinin yeterli hormonu üretmediği ve salmadığı durumu az çalışması durumu hipotiroid (az aktif tiroid) olarak tanımlanır. Bu durum aynı zamanda kişinin metabolizma hızının yavaşlamasına sebebiyet verir. Hipotiroidin nedenleri arasında haşimato hastalığı, tiroidit, iyot eksikliği, işlevsiz tiroid bezi ve tiroid bezinin çıkarılması yatar.TiroiditTiroidit, tiroid bezinin şişmesi başka bir deyişle iltihaplanmasıdır. Tiroid bezinin iltihaplanması durumunda kanda anormal seviyelerde yüksek veya düşük tiroid hormonu seviyeleri ortaya çıkar.GuatrTiroid bezinin şişmesi ve büyümesi olarak tanımlanan guatr, sıklıkla iyot eksikliği olan kişilerde görülür. Basit guatr, endemik guatr ve sporadik guatrlar olarak üç farklı çeşidi bulunan guatr hastalığı kadınlarda erkeklere oranla daha fazla rastlanır.Tiroid Kanseriİyi huylu tiroid hastalıklarının yanı sıra vücutta meydana gelen kötü huylu tiroid hastalığı ise tiroid kanseridir. Tiroid bezindeki hücrelerin kansere dönüşmesi olayı olan tiroid kanserinin en sık görülen çeşitleri papiller ve foliküller olan tiroid kanserinin az bir bölümü de medüller ve anaplastik şeklinde kendini gösterir. Bu çeşitler, kanserin büyüdüğü hücre tipine göre sınıflandırılır.Tiroid Hastalığı TürleriTiroid hastalığının türleri iki ana başlık altında toplanır. Bunlardan biri tiroidin az çalışması olan hipotiroid, diğeri ise tiroid bezinin çok çalışmasına neden olan hipertiroid hastalığıdır. Ancak her birinin bunlara neden olabilecek birkaç faktörü söz konusudur.Örneğin hipotiroidizme neden olabilecek durumlar şunlardır:Hashimoto hastalığı: Hashimoto, tiroid bezinin az çalışmasına neden olabilen ve ömür boyu süren (kronik) bir otoimmün rahatsızlıktır. Yaygın olarak iyotlu tuz ve diğer iyotla zenginleştirilmiş besinlerin bulunduğu ülkelerde hipotiroidizm hastalığı daha sık görülür.İyot eksikliği: Tiroid bezinin tiroid hormonu üretmek için iyota ihtiyacı vardır. Bu nedenle vücuttaki iyot eksikliği hipotiroidizme yol açabilir. Aynı zamanda iyot eksikliği guatra (büyümüş tiroid) da neden olabilen bir durumdur.Doğuştan hipotiroidizm: Bebeklerin doğumla birlikte hipotiroidizm hastası olarak dünyaya gelmesi görülebilir. "Doğuştan" ifadesi doğumdan itibaren mevcut olan bir hastalık anlamına gelir.Hipertiroidizme neden olabilecek durumlara örnek olarak şu hastalıklar verilebilir:Graves hastalığı: Graves hastalığı, aktif tiroid bezi anlamına gelen hipertiroide neden olan kronik bir otoimmün hastalıktır ve hipertiroidizmin en yaygın nedeni olarak kabul edilir.Tiroid nodülleri: Tiroid nodülleri tiroid bezindeki anormal yumrulardır. Nodüller aşırı bir şekilde aktifse hipertiroidizme yol açabilirler.Vücuttaki iyot miktarının artması: Vücut çok fazla iyota sahip olduğunda tiroid bezi ihtiyaç fazlası tiroid hormonu üretir. Ayrıca bazı kalp ilaçları da iyot yüksekliğinin sebebi olabilir.Farklı zamanlarda hem hipotiroidiye hem de hipertiroidiye neden olabilen faktörler ise şöyledir:Tiroidit: Tiroidit en özet haliyle tiroid bezinizin iltihaplanmasıdır (şişmesi). Genellikle ilk başta geçici hipertiroidizme ve ardından geçici veya kronik hipotiroidizme yol açabilir.Doğum sonrası tiroidit: Doğum sonrası tiroidit adı verilen bu durum, doğum yapan bazı ebeveynleri hamilelikten sonra etkileyen nadir bir durumdur. Doğum sonrası tiroidit genellikle önce hipertiroidizme ardından ise hipotiroidizme neden olabilir ana iki durum da geçici olarak değerlendirilir.Hipotiroid ve Hipertiroid BelirtileriTiroid hastalığı olan insanların vücudunda meydana gelebilecek bazı belirtiler söz konusudur. Bu belirtiler hipertiroid ve hipotiroid durumuna göre değişiklik gösterebilir.  Tiroid bezinin az çalışmasına neden olan hipotiroidi belirtileri yorgunluk, kilo artışı,, saç kuruluğu, soğuğa karşı hassasiyeti, kabızlık, depresyon ve ses kısıklığına neden olur. Aşırı aktif tiroid olarak da bilinen hipertiroidi belirtileri, sinirlilik ve kaygı hali, uyku sorunları, yorgunluk, kilo kaybı, ısıya karşı duyarlı olma, kas güçsüzlüğü ve ishaldir.Tiroid bezinin çok fazla tiroid hormonu üretmesi durumu olan hipertiroid belirtileri genel olarak şunlardır: Anksiyete ve sinirlilik hali Uyku problemleri Ani kilo kaybı Büyümüş tiroid bezi veya guatr Kas zayıflığı Titreme Terleme Adet düzensizliği Isıya karşı hassasiyet Görme problemi ve göz tahrişiTiroid bezinin az hormon üretmesi olarak tanımlanan hipotiroid belirtileri genek olarak işe şu şekildedir: Yorgunluk Kilo artışı Unutkanlık Sık ve ağır geçen adet dönemleri Saç kuruluğu Boğuk bir ses Isı hassasiyetiTiroid Yüksekliği Belirtileri Nelerdir?Hipertiroid yani tiroid yüksekliği, tiroid hormonunun fazla üretimi ve salgılanması durumudur. Bu durumun vücutta yarattığı bazı belirtiler mevcuttur. Bunların en yaygın olanları kilo kaybı, düzensiz kalp atışı, sinir ve kaygı hali, ısı hassasiyeti, terleme, ishal olma gibi bağırsak alışkanlığında değişiklik, kaslarda güçsüzlük, yorgunluk, uyku problemleri ve saçlarda dökülmedir.Tiroid yüksekliği belirtileri genel olarak şunları içerir: Kilo kaybı Hızlı kalp atışı (taşikardi) Düzensiz kalp hızı (aritmi) Agresiflik ve kaygı Terleme Isı hassasiyeti Bağırsak hareketlerinde değişim Yorgunluk Kas güçsüzlüğü Uyku sorunları İnce ve kırılgan saçlarTiroid Düşüklüğü Belirtileri Nelerdir?Tıbbi adı hipotiroid olan tiroid düşüklüğü, tiroid bezinin az çalışması ve az hormon üretmesidir. Bu durum da tiroid yüksekliğinde olduğu gibi bazı belirtiler yaşanmasına sebebiyet verebilir.Tüm vücutta yorgunluk, uyuşukluk ve üşüme hissi ile birlikte tiroid düşüklüğü durumunda, Cilt kuruluğu Yüksek kolesterol Eklem ve kas ağrısı Saç dökülmesi Tükenmişlik Soğuğa karşı duyarlılık Düzensiz rahim kanaması ve doğurganlık sorunları Kalp atış hızında azalma (bradikardi) Depresyon Kabızlık Ses boğukluğu Kas ağrıları ve güçsüzlük İşitme sorunları Kilo alınması Hafıza problemi belirtileri ortaya çıkar.Tiroid Krizi Nedir? Tiroid fırtınası ve tirotoksik olarak da adlandırılan tiroid krizi, tiroid bezinin kısa süre içerisinde çok fazla tiroid hormonu salgılamasıdır.Tiroid Krizi Belirtileri Nelerdir?Hızlı kalp atışı, ateş ve bayılma gibi semptomlar meydana getiren tiroid krizinin belirtileri şunlardır: 38 derece ve üstü ateş Kalbin göğüsten fırlayacakmış gibi atmaya başlaması (dakikada 140 atımı aşması-taşikardi) Terleme İshal ve kusma Karın ağrısı Sinirlilik Bilinç kaybı (bayılma) Uyku bozukluğuBir endokrin uzmanının muayenesi sonrası teşhis edilebilen tiroid krizinin, tan tahlillerinde bakılan T3 ve T4 değerlerinin yüksek, TSH hormonunun da düşük çıkması sonucu tanısı konur. Ayrıca kişiye tiroid ultrasonu da yapılmalıdır. Tiroid hastalıklarının ve tiroid krizinin tedavisinde ilk adım tiroid ilacıdır. Doğru ve düzenli bir şekilde kullanılan tiroid ilaçları hastayı rahatlatır ve hastalığın etkilerini azaltır. İlaç tedavisinden sonra radyokaktif iyot tedavisi veya ameliyat sürecine doktor kontrolünde karar verilir.Tiroid testleri nelerdir?Vücuttaki tiroid hormonunu ölçmek için yapılan bazı testler vardır. Bu testler şunlardır: TSH (Troid Uyarıcı Hormon) T3 ve T4 Testi (Triiyodotironin ve tiroksin) FT3 (Serbest T3) ve FT4 (Serbest t4)Bu testlerin dışında tiroid taraması adı verilen görüntüleme testleri ve tiroid ultrasonu da tiroid hormonu ölçümü ve olası hastalıkların teşhisinde faydalanılan yöntemlerdir.Tiroid Sorunları Nasıl Anlaşılır?Tiroid bezinin doğru çalışmaması fiziksel ve zihinsel bir takım belirtilere neden olur. Bunlar:Yorgunluk ve halsizlikTiroid bezinde yaşanan problemler, vücutta yorgunluk ve halsizlik belirtileri şeklinde kendisini gösterir.Uyku bozukluğu Gün içinde yoğun bir şekilde uykulu olmak, zor uyanmak, yorgun hissetmek ve uykuya dalma gibi problemler tiroid belirtileri arasında yer alır.Kilo kaybı veya kilo artışı Vücutta meydana gelen olağan dışı kilo kaybı veya kilo artışı tiroidin önde gelen belirtileri arasındadır.Depresif ve kaygılı bir ruh hali Depresyon halinde olunması, kaygılı bir ruh haline bürünmekle birlikte bunların yarattığı konsantrasyon eksikliği ve hafıza problemleri de dikkat edilmesi gereken tiroid belirtileri olarak kendisini gösterir.Kalp hızındaki değişimler veya çarpıntıTiroid hormonu ve tiroid bezi, kalp atış hızını doğduran etkiler. Hipotiroid hastalığı olan kişiler kalp atış hızlarının az olduğundan yakınırken hipertiroid problemi yaşayanlar ise kalp çarpıntısı şikayetinden muzdariptir.Boyunda şişlikBoyunda meydana gelen bir şişlik veya genişleme, tiroid hastalığının habercisi olabilir. Boyundaki şişlik bazı durumlarda nodül, yumru veya tiroid kanseriyle ilişkilendirilir. Bunların olmadığı senaryolarda boyunda meydana gelen şişlikler başka bir nedenden kaynaklanabilir.Saç dökülmesiTiroid hormonlarının dengesizliğinin bir başka göstergesi de saç dökülmesidir. Genellikle tiroid tedavisi yapıldıktan ve iyileşme sağlandıktan sonra saçlarda uzama yeniden başlar.Soğuğa karşı hassasiyetTiroid bezi bozuklukları, vücut ısısında değişikliğe neden olur. Hipotiroidi (az aktif tiroid) olan kişiler daha sık üşüdüklerini belirtirken hipertiroid (aşırı aktif tiroid) hastalığı yaşayan insanlar aşırı terleme problemiyle karşı karşıya kalırlar.Tiroid Hastalıklarında İlaç TedavisiTiroid rahatsızlıkları için kullanılan belli başlı ilaçlar şunlardır:Antitiroid ilaçlar: Bu ilaçlar hipertiroid vakası söz konusu olduğunda tiroid bezinin hormon üretme yeteneğini engellemeye yönelik verilen ilaçlardır.Beta-blokerler: Beta-bloker adı verilen ilaçlar hızlı kalp atışı gibi hipertiroidizm semptomlarını tedavi etmeye yardımcı olur ancak tiroid rahatsızlığının kendisini tamamen iyileştirmez.Radyoaktif iyot: Radyoaktif iyot ilacı tiroid hücrelerine zarar verir ve sonunda tiroid bezinin tahribatına yol açar. Bu ilaç da hipertiroidizm ve tiroid kanseri için bir tedavi seçeneği olabilir.Tiroid hormonu ilaçları: Tiroid hormonu ilaçları başlığını taşıyan bu ilaçlar, hipotiroidizm tedavisi için sentetik bir tiroid hormonu formudur. Tiroidektomi geçiren veya radyoaktif iyottan dolayı tiroidi çalışmayan kişiler genellikle bu ilaçları hayatlarının geri kalanında doktor kontrolünde almak durumundadır.Tiroid Hastalıklarında AmeliyatTiroid rahatsızlıklarıyla ilişkili en yaygın cerrahi türü tiroidektomidir. Tiroidektomi işlemi, tüm tiroid bezinin cerrahi olarak çıkarılmasıdır. Tiroidektomi, tiroid hastalığı için tedavi seçeneklerinden biridir ve öncelikle tiroid kanseri için birincil tercih tedavidir. Bir diğer cerrahi seçenek ise tiroid bezinin sadece bir kısmının çıkarıldığı lobektomidir.Radyasyon tedavisi ve kemoterapi Radyasyon tedavisi ve/veya kemoterapi tiroid kanseri için uygulanan tedavi seçenekleridir. Her iki tedavi de kanser hücrelerini öldürmeye ve büyümelerini engellemeye yöneliktir. Ancak tiroid kanseri vakalarının çoğu radyasyon veya kemoterapi gerektirmez.Tiroid Hakkında Sık Sorulan SorularTiroid nedir ne işe yarar?Tiroid, sağ ve sol iki lobdan oluşur ve adem elması olarak bilinen tiroid kıkırdağının altında yer alan, tiroid hormonlarını üreten kelebek şeklinde endokrin bezidir. Büyüme ve gelişim, metabolizma hızı, ısı dengesi ve vücudun enerjiyi kullanma şekli de dahil olmak üzere vücudun birçok fonksiyonunda rol alır.Tiroid bezinin büyüklüğü ne kadardır?Adem elması olarak bilinen kıkırdağın hemen altında konumlanan tiroid bezi yaklaşık 2 inç uzunluğundadır. Sağlıklı bir tiroid genellikle boğazdan dışarı çıkmaz ve boyun bölgesine bakarak görülmez. Ancak, bazı durumlar tiroidin büyümesine neden olabilir. Buna guatr adı verilir.Guatrınız varsa, aşağıdaki semptomları yaşayabilirsiniz: Boynun ön kısmında, adem elmasının hemen altında şişlik Boğaz bölgenizde sıkışma hissi Ses kısıklığı (tıslama) sorunuTiroid sorunlarının erken uyarı işaretleri nelerdir?Hipertiroid, hipotiroid veya guatr gibi farklı tiroid rahatsızlıklarının karakteristik semptomları söz konusudur ancak tiroid bezi kalp hızı, metabolizma ve vücut ısısı gibi belirli vücut sistemleri ve süreçlerinde büyük bir rol oynadığından, tiroid rahatsızlığının bir uyarı işareti olabilecek ve dikkat edilmesi gereken bazı semptomları söz konusudur.Tiroid sorunlarına işaret eden uyarıcı belirtiler şunlardır: Kalp atış hızının yavaş veya hızlı olması Açıklanamayan kilo kaybı veya kilo alımı Soğuk veya sıcağa tahammülsüzlük Depresyon, kaygı veya gerginlik Düzensiz adet dönemleri UykusuzlukBu belirtilerden herhangi birinin yaşandığı durumlarda tiroid fonksiyonunu kontrol etmek için kan testi yaptırabilirsiniz. Yapılacak kan testi ile tiroid bezinin nasıl çalıştığı ortaya çıkacaktır.Tiroid az çalışması belirtileri nelerdir?Tiroid bezinin az çalışması hipotiroidi hastalığıdır. Tiroid bezinin az çalıştığı durumda vücutta yorgunluk, halsizlik, sürekli kilo alınması, cilt kuruluğu, saç dökülmesi ve depresyon gibi belirtiler ortaya çıkar.Tiroid az çalışırsa ne olur?Tiroidin az çalışması az tiroid hormonu üretmesi ve salgılanması anlamına gelir ve bu durum hipotiroid olarak tanımlanır. Bu hormonların metabolizma hızı düzenleme etkisi olduğu için az hormon salgılandığında vücutta halsizlik, yorgunluk ve ses boğuklaşması gibi belirtiler gösterir ve tedavi edilmesi gerekir.Tiroid nodülü olanlar nelere dikkat etmeli?Tiroid nodülü iyi huylu olduğunda nefes darlığı ve boğazda takılma hissi yaşatır. Nodül büyük olursa da estetik anlamda ameliyatı gerekebilir. Tiroid nodülü olanlar nodülleri düzenli aralıklarla takip ettirmelidir.Tiroid tehlikeli bir hastalık mı?Tiroidin az veya çok çalışması bazı hastalıkların habercisi olabilir. O yüzden hipotiroid veya hipertiroid teşhisi konulduktan sonra mutlaka tedavi ettirilmesi gerekir.Tiroid ilerlerse ne olur?Özellikle hipertiroid (aşırı aktif tiroid) olan kişiler, tedavi görmediği ve hastalık ilerlediği takdirde kalp hastalıkları riski başta olmak üzere vücuttaki kilo kaybı da devam eder, daha ciddi sağlık sorunları da oluşabilir.Tiroid iyi gelmeyen yiyecekler nelerdir?Hipertiroid hastalığı olan insanlar iyot ve iyotlu gıdalardan mümkün olduğunda uzak durmalı, çay-kahve tüketmemeli ve sigarayı hayatlarından çıkarmalıdır.Tiroidin temel görevi nedir?Tiroidin temel görevi, vücudun tüketilen yiyecekleri enerjiye dönüştürme süreci olan metabolizmanın hızını (metabolik oran) kontrol etmektir. Vücuttaki tüm hücrelerin işlevsel bir şekilde çalışabilmesi için enerjiye ihtiyacı vardır. Tiroid düzgün çalışmadığında ise başta enerji seviyesi ve metabolizma hızı olmak üzere vücudun birçok bölümü etkilenebilir.Tiroid hastalıkları yutkunma güçlüğü yapar mı?Tiroid hastalıklarının yaygın belirtilerinden biri de yutkunma güçlüğüdür. Kişi bir şey yiyip içmediği sırada yutkunduğunda veya yemek sırasında yutkunurken tiroid bezlerinin de etkisiyle yutkunma güçlüğü hissedebilir. Bu güçlük ağrı ile de birleşebilir. Yutkunma güçlüğü ve ağrının uzun süre devam etmesi durumunda doktora danışmak gerekebilir.Tiroide hangi doktor bakar?Tiroid bezi ile ilgili şikayetleri olan kişiler Genel Cerrahi, Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları, İç Hastalıkları ve Kulak-Burun-Boğaz Hastalıkları bölümü doktorlarından randevu alabilir. Hastalığın teşhisi konusunda randevu alınan doktorlar tarafından farklı bölümlere yönlendirme de yapılabilir. Tiroid Nedir?Tiroid, U veya H harfine benzeyen, boynun ön kısmında adem elmasının hemen altında bulunan, vücudun enerjiyi kullanma şeklini kontrol eden küçük kelebek şeklindeki endokrin bezidir. Endokrin sisteminin bir parçası olan tiroid bezi tiroksin ve triiyodotironin hormonlarının üretiminden sorumludurlar.Tiroid bezinin ana rolü vücudun tükettiği gıdaları enerjiye dönüştürme süresi olan metabolizma hızını kontrol etmek olup, ürettiği T3 ve T4 hormonlarıyla birlikte metabolizmanızın düzenlenmesine yardım eder. Bu hormonlarla birlikte ayrıca hipofiz bezi de, tiroide vücudun bu hormonlardan ne kadarına ihtiyaç duyduğunu söylemekle görevlidir.Metabolizmanın yanı sıra kalbin nasıl attığından kilo alımına, kolesterol seviyesinden adet döngüsüne kadar birçok fonksiyonun düzgün çalışmasına katkı sağlayan tiroid, bozulduğunda ve sorun yaşadığında çeşitli tiroid hastalıklarına neden olur.Tiroid hastalıklarının başında hipertiroid, hipotiroid, guatr ve tiroid kanseri gelir. Hipertiroiod tiroidin çok çalışması durumu iken hipotiroid ise tiroid bezinin olması gerektiğinden daha az çalıştığı durumu ifade eder. Örneğin bir diğer hastalık olan tiroidit de tiroid bezinin iltihaplanmasıdır. Tiroid bezi hangi hormonları üretir?Aynı zamanda bir endokrin bezi olarak bilinen tiroid bezi birçok hormonun üretilip salgılanmasında önemli bir rol üstlenir. Tiroid bezinin ürettiği ve salgıladığı hormonlar şu şekilde ifade edilebilir:Tiroksin (T4): T4 hormonu olarak da bilinen tiroksin, tiroidin ürettiği ve salgıladığı birincil hormondur. Tiroid bezi bu hormondan en iyi şekilde faydalansa da T4 hormonunun metabolizma üzerinde çok fazla etkisi yoktur. Eğer tiroid bezi T4'ü kan dolaşımına salgılarsa, deiyodinasyon adı verilen bir işlemle bu hormon T3'e dönüşebilir.Triiyodotironin (T3): Tiroid bezi T4'e kıyasla daha az miktarda T3 hormonu üretir ancak T3 hormonu metabolizma üzerinde T4'ten çok daha fazla etkiye sahiptir. Bu sebeple T3 hormonunun işlevsel bir şekilde çalışması metabolizma sağlığı açısından önemlidir. Ters triiyodotironin (RT3): Tiroid bezi T3'ün etkilerini tersine çeviren çok az miktarda ters triiyodotironin RT3 hormonu üretir.Kalsitonin hormonu: Kalsitonin hormonu, kandaki kalsiyum miktarını düzenlemeye yardımcı olan ve tiroid tarafından üretilip salgılanan bir hormondur.Tiroid hormonları üretmek için tiroid bezinin iyot, (en yaygın olarak iyotlu sofra tuzu) ve suda bulunan bir elemente ihtiyacı vardır. Çünkü tiroid bezi iyotu hapseder ve tiroid hormonlarına dönüştürür. Vücutta çok az veya çok fazla iyot varsa, bu durum tiroidinizin ürettiği ve salgıladığı hormon seviyesini etkileyebilir.Tiroid hormonlarının etkilediği vücut fonksiyonları şöyle sıralanabilir:Tiroid bezi ile etkileşime giren diğer organ ve bezlerEndokrin sistemi bezlerden ve hormonlardan oluşan karmaşık bir ağ sistemidir. Birçok bez ve hormon, çalışmaya başlamaları için kendilerine sinyaller göndermek üzere diğer bezlere ve hormonlara ihtiyaç duyar. Ayrıca, belirli hormonlar diğer hormonları baskılayabilir. Vücudun tiroid hormonlarının seviyesini kontrol etmek için karmaşık bir sistemi vardır.İlk olarak, hipotalamus (beynin alt yüzeyinde bulunan bir parça) tiroid salgılatıcı hormonu (TRH) salgılar, bu da hipofiz bezinin bir kısmını tiroid uyarıcı hormon (TSH) salgılaması için uyarır. Bu uyarı sürecinden sonra TSH hormonu, vücutta yeterli iyot seviyesi varsa tiroid foliküler hücreleri tiroksin (T4) ve triiyodotironin (T3) salgılaması için uyarır.Tiroid bezi ve hormonları vücudun hemen hemen her organ sistemini etkiler. Bu etki şu şekilde açıklanabilir:Kardiyovasküler sistemi: Tiroid bezi kalbinizin dolaşım sistemi aracılığıyla pompaladığı kan miktarını (kalp debisi), kalp atış hızını, kalbin kasılma gücünü ve kuvvetini düzenlemeye yardımcı olur. Bu bilgiler ışığında tiroid bezinin kalp sağlığı için önemi yadsınamaz.Sinir sistemi: Tiroid bezi düzgün çalışmadığında, vücudun etkilenen bölgelerinde uyuşma, karıncalanma, ağrı veya yanma hissi gibi sinir sistemini etkileyen semptomlar ortaya çıkabilir. Bu sorunlar hipotiroid veya hipertiroid durumunda da görülebilir. Ayrıca, hipotiroidizm depresyona ve kaygıya da neden olabilir.Sindirim sistemi: Tiroid bezinin görevlerinden biri de besinlerin sindirim sisteminde nasıl hareket ettiğiyle ilgilidir. Tiroid bezinin sağlıklı çalıştığı durumlarda sindirim süreci de sağlıklı işler.Üreme sistemi: Tiroidin düzgün çalışmadığı senaryolarda özellikle kadınlarda düzensiz adet dönemleri ortaya çıkabilir ve doğurganlık sorunları görülebilir.Tiroid Belirtileri Nelerdir?T3 ve T4 hormonlarını üretmekle sorumlu olan tiroid normalden az ya da çok çalışması durumunda kişide fiziksel ve zihinsel durumu etkileyen bazı belirtiler görülür. Tiroid bezi çok çalışırsa sinirlilik hali, uyku sorunları, kilo kaybı, terleme, ısı hassasiyeti ve göz tahrişi gibi belirtiler görülürken, tiroid bezi az çalışırsa yorgunluk, hızlı kalp atışı, yoğun adet kanamaları, ses kısıklığı, soğuk hassasiyeti, kaç güçsüzlüğü ve saçlarda kırılganlık yaşanır.Tiroid belirtileri şunları içerir:Tiroid Krizi Belirtileri Nelerdir?Tiroid krizinde ritim bozukluğu yanı sıra kalp atım hızının dakikada 140 atımı geçmesi (taşikardi), yüksek ateş, devamlı terleme, kilo kaybı, solunum sıkıntısı ve özellikle yaşlılarda aşırı yorgunluk ortaya çıkar.Tiroid krizinin belirtileri şunlardır:Tiroid Kanseri Nedir? En az ölümcül hastalıklar arasında yer alan ve tedavi başarısı çok yüksek olan tiroid kanseri, tiroid bezindeki hücrelerin kansere dönüşmesiyle meydana gelen bir hastalık olarak kabul edilir. Boyunda şişlik, yumru ve tiroid nodülü semptomlarıyla ortaya çıkan tiroid kanseri, teşhiş edildiğinde çoğunlukla ameliyatla tedavi edilir. Ameliyatın ardından radyoaktif iyot tedavisi ve bazı durumlarda harici radyasyon tedavisi uygulandığı durumlar da yaşanır.Tiroid Kanseri Belirtileri Nelerdir?Tiroid kanserinin gözle görülen en net belirtisi, boyunda meydana gelen şişlik, büyüme ve yumrulardır. Onun dışında yutkunma güçlüğü ve nefes alma zorluğu gibi belirtiler gösteren tiroid kanseri bazı durumlarda hiç belirti vermeden, yapılan başka görüntülemeler sırasında teşhis edilir.Tiroid kanseri belirtileri şunlardır:Tiroid Hastalıkları Nelerdir?İyi ve kötü huylu olmak üzere iki farklı şekilde kendisini gösteren tiroid hastalıkları, kötü huylu olduğunda tiroid kanseri ortaya çıkar. İyi huylu tiroid hastalıkları ise tiroid bezinin performansına bağlı olarak az veya çok çalışması durumudur.Tiroid bezinin çok fazla tiroid hormonu durum hipertiroid olarak bilinirken tiroidini az hormon üretmesi durumu da hipotiroid olarak kabul edilir. Kötü huylu tiroid hastalığı ise tiroid kanseri olarak adlandırılır.Tiroid hastalıkları şu şekilde maddeler halinde açıklanabilir:Hipertiroid (Tiroid Yüksekliği)Hipertiroid (aşırı aktif tiroid), vücudun ihtiyaç duyulandan daha fazla tiroid hormonu üretmesi şeklinde açıklanır. Aynı zamanda metabolizmanın da daha hızlı çalışmasına neden olur. Tedavi edilebilir bir hastalık olan hipertiroidin nedenleri arasında ise otoimmün bir rahatsızlık olan graves, tiroid nodülleri, doğum sonrası tiroidit, diyet veya ilaçlar nedeniyle kanda fazla oluşan iyot, hipofiz bezinde yer alan iyi huylu tümörler yer alır.Hipotiroid (Tiroid Düşüklüğü)Tiroid bezinin yeterli hormonu üretmediği ve salmadığı durumu az çalışması durumu hipotiroid (az aktif tiroid) olarak tanımlanır. Bu durum aynı zamanda kişinin metabolizma hızının yavaşlamasına sebebiyet verir. Hipotiroidin nedenleri arasında haşimato hastalığı, tiroidit, iyot eksikliği, işlevsiz tiroid bezi ve tiroid bezinin çıkarılması yatar.TiroiditTiroidit, tiroid bezinin şişmesi başka bir deyişle iltihaplanmasıdır. Tiroid bezinin iltihaplanması durumunda kanda anormal seviyelerde yüksek veya düşük tiroid hormonu seviyeleri ortaya çıkar.GuatrTiroid bezinin şişmesi ve büyümesi olarak tanımlanan guatr, sıklıkla iyot eksikliği olan kişilerde görülür. Basit guatr, endemik guatr ve sporadik guatrlar olarak üç farklı çeşidi bulunan guatr hastalığı kadınlarda erkeklere oranla daha fazla rastlanır.Tiroid Kanseriİyi huylu tiroid hastalıklarının yanı sıra vücutta meydana gelen kötü huylu tiroid hastalığı ise tiroid kanseridir. Tiroid bezindeki hücrelerin kansere dönüşmesi olayı olan tiroid kanserinin en sık görülen çeşitleri papiller ve foliküller olan tiroid kanserinin az bir bölümü de medüller ve anaplastik şeklinde kendini gösterir. Bu çeşitler, kanserin büyüdüğü hücre tipine göre sınıflandırılır.Tiroid Hastalığı TürleriTiroid hastalığının türleri iki ana başlık altında toplanır. Bunlardan biri tiroidin az çalışması olan hipotiroid, diğeri ise tiroid bezinin çok çalışmasına neden olan hipertiroid hastalığıdır. Ancak her birinin bunlara neden olabilecek birkaç faktörü söz konusudur.Örneğin hipotiroidizme neden olabilecek durumlar şunlardır:Hashimoto hastalığı: Hashimoto, tiroid bezinin az çalışmasına neden olabilen ve ömür boyu süren (kronik) bir otoimmün rahatsızlıktır. Yaygın olarak iyotlu tuz ve diğer iyotla zenginleştirilmiş besinlerin bulunduğu ülkelerde hipotiroidizm hastalığı daha sık görülür.İyot eksikliği: Tiroid bezinin tiroid hormonu üretmek için iyota ihtiyacı vardır. Bu nedenle vücuttaki iyot eksikliği hipotiroidizme yol açabilir. Aynı zamanda iyot eksikliği guatra (büyümüş tiroid) da neden olabilen bir durumdur.Doğuştan hipotiroidizm: Bebeklerin doğumla birlikte hipotiroidizm hastası olarak dünyaya gelmesi görülebilir. "Doğuştan" ifadesi doğumdan itibaren mevcut olan bir hastalık anlamına gelir.Hipertiroidizme neden olabilecek durumlara örnek olarak şu hastalıklar verilebilir:Graves hastalığı: Graves hastalığı, aktif tiroid bezi anlamına gelen hipertiroide neden olan kronik bir otoimmün hastalıktır ve hipertiroidizmin en yaygın nedeni olarak kabul edilir.Tiroid nodülleri: Tiroid nodülleri tiroid bezindeki anormal yumrulardır. Nodüller aşırı bir şekilde aktifse hipertiroidizme yol açabilirler.Vücuttaki iyot miktarının artması: Vücut çok fazla iyota sahip olduğunda tiroid bezi ihtiyaç fazlası tiroid hormonu üretir. Ayrıca bazı kalp ilaçları da iyot yüksekliğinin sebebi olabilir.Farklı zamanlarda hem hipotiroidiye hem de hipertiroidiye neden olabilen faktörler ise şöyledir:Tiroidit: Tiroidit en özet haliyle tiroid bezinizin iltihaplanmasıdır (şişmesi). Genellikle ilk başta geçici hipertiroidizme ve ardından geçici veya kronik hipotiroidizme yol açabilir.Doğum sonrası tiroidit: Doğum sonrası tiroidit adı verilen bu durum, doğum yapan bazı ebeveynleri hamilelikten sonra etkileyen nadir bir durumdur. Doğum sonrası tiroidit genellikle önce hipertiroidizme ardından ise hipotiroidizme neden olabilir ana iki durum da geçici olarak değerlendirilir.Hipotiroid ve Hipertiroid BelirtileriTiroid hastalığı olan insanların vücudunda meydana gelebilecek bazı belirtiler söz konusudur. Bu belirtiler hipertiroid ve hipotiroid durumuna göre değişiklik gösterebilir.  Tiroid bezinin az çalışmasına neden olan hipotiroidi belirtileri yorgunluk, kilo artışı,, saç kuruluğu, soğuğa karşı hassasiyeti, kabızlık, depresyon ve ses kısıklığına neden olur. Aşırı aktif tiroid olarak da bilinen hipertiroidi belirtileri, sinirlilik ve kaygı hali, uyku sorunları, yorgunluk, kilo kaybı, ısıya karşı duyarlı olma, kas güçsüzlüğü ve ishaldir.Tiroid bezinin çok fazla tiroid hormonu üretmesi durumu olan hipertiroid belirtileri genel olarak şunlardır:Tiroid bezinin az hormon üretmesi olarak tanımlanan hipotiroid belirtileri genek olarak işe şu şekildedir:Tiroid Yüksekliği Belirtileri Nelerdir?Hipertiroid yani tiroid yüksekliği, tiroid hormonunun fazla üretimi ve salgılanması durumudur. Bu durumun vücutta yarattığı bazı belirtiler mevcuttur. Bunların en yaygın olanları kilo kaybı, düzensiz kalp atışı, sinir ve kaygı hali, ısı hassasiyeti, terleme, ishal olma gibi bağırsak alışkanlığında değişiklik, kaslarda güçsüzlük, yorgunluk, uyku problemleri ve saçlarda dökülmedir.Tiroid yüksekliği belirtileri genel olarak şunları içerir:Tiroid Düşüklüğü Belirtileri Nelerdir?Tıbbi adı hipotiroid olan tiroid düşüklüğü, tiroid bezinin az çalışması ve az hormon üretmesidir. Bu durum da tiroid yüksekliğinde olduğu gibi bazı belirtiler yaşanmasına sebebiyet verebilir.Tüm vücutta yorgunluk, uyuşukluk ve üşüme hissi ile birlikte tiroid düşüklüğü durumunda,Tiroid Krizi Nedir? Tiroid fırtınası ve tirotoksik olarak da adlandırılan tiroid krizi, tiroid bezinin kısa süre içerisinde çok fazla tiroid hormonu salgılamasıdır.Tiroid Krizi Belirtileri Nelerdir?Hızlı kalp atışı, ateş ve bayılma gibi semptomlar meydana getiren tiroid krizinin belirtileri şunlardır:Bir endokrin uzmanının muayenesi sonrası teşhis edilebilen tiroid krizinin, tan tahlillerinde bakılan T3 ve T4 değerlerinin yüksek, TSH hormonunun da düşük çıkması sonucu tanısı konur. Ayrıca kişiye tiroid ultrasonu da yapılmalıdır. Tiroid hastalıklarının ve tiroid krizinin tedavisinde ilk adım tiroid ilacıdır. Doğru ve düzenli bir şekilde kullanılan tiroid ilaçları hastayı rahatlatır ve hastalığın etkilerini azaltır. İlaç tedavisinden sonra radyokaktif iyot tedavisi veya ameliyat sürecine doktor kontrolünde karar verilir.Tiroid testleri nelerdir?Vücuttaki tiroid hormonunu ölçmek için yapılan bazı testler vardır. Bu testler şunlardır:Bu testlerin dışında tiroid taraması adı verilen görüntüleme testleri ve tiroid ultrasonu da tiroid hormonu ölçümü ve olası hastalıkların teşhisinde faydalanılan yöntemlerdir.Tiroid Sorunları Nasıl Anlaşılır?Tiroid bezinin doğru çalışmaması fiziksel ve zihinsel bir takım belirtilere neden olur. Bunlar:Yorgunluk ve halsizlikTiroid bezinde yaşanan problemler, vücutta yorgunluk ve halsizlik belirtileri şeklinde kendisini gösterir.Uyku bozukluğu Gün içinde yoğun bir şekilde uykulu olmak, zor uyanmak, yorgun hissetmek ve uykuya dalma gibi problemler tiroid belirtileri arasında yer alır.Kilo kaybı veya kilo artışı Vücutta meydana gelen olağan dışı kilo kaybı veya kilo artışı tiroidin önde gelen belirtileri arasındadır.Depresif ve kaygılı bir ruh hali Depresyon halinde olunması, kaygılı bir ruh haline bürünmekle birlikte bunların yarattığı konsantrasyon eksikliği ve hafıza problemleri de dikkat edilmesi gereken tiroid belirtileri olarak kendisini gösterir.Kalp hızındaki değişimler veya çarpıntıTiroid hormonu ve tiroid bezi, kalp atış hızını doğduran etkiler. Hipotiroid hastalığı olan kişiler kalp atış hızlarının az olduğundan yakınırken hipertiroid problemi yaşayanlar ise kalp çarpıntısı şikayetinden muzdariptir.Boyunda şişlikBoyunda meydana gelen bir şişlik veya genişleme, tiroid hastalığının habercisi olabilir. Boyundaki şişlik bazı durumlarda nodül, yumru veya tiroid kanseriyle ilişkilendirilir. Bunların olmadığı senaryolarda boyunda meydana gelen şişlikler başka bir nedenden kaynaklanabilir.Saç dökülmesiTiroid hormonlarının dengesizliğinin bir başka göstergesi de saç dökülmesidir. Genellikle tiroid tedavisi yapıldıktan ve iyileşme sağlandıktan sonra saçlarda uzama yeniden başlar.Soğuğa karşı hassasiyetTiroid bezi bozuklukları, vücut ısısında değişikliğe neden olur. Hipotiroidi (az aktif tiroid) olan kişiler daha sık üşüdüklerini belirtirken hipertiroid (aşırı aktif tiroid) hastalığı yaşayan insanlar aşırı terleme problemiyle karşı karşıya kalırlar.Tiroid Hastalıklarında İlaç TedavisiTiroid rahatsızlıkları için kullanılan belli başlı ilaçlar şunlardır:Antitiroid ilaçlar: Bu ilaçlar hipertiroid vakası söz konusu olduğunda tiroid bezinin hormon üretme yeteneğini engellemeye yönelik verilen ilaçlardır.Beta-blokerler: Beta-bloker adı verilen ilaçlar hızlı kalp atışı gibi hipertiroidizm semptomlarını tedavi etmeye yardımcı olur ancak tiroid rahatsızlığının kendisini tamamen iyileştirmez.Radyoaktif iyot: Radyoaktif iyot ilacı tiroid hücrelerine zarar verir ve sonunda tiroid bezinin tahribatına yol açar. Bu ilaç da hipertiroidizm ve tiroid kanseri için bir tedavi seçeneği olabilir.Tiroid hormonu ilaçları: Tiroid hormonu ilaçları başlığını taşıyan bu ilaçlar, hipotiroidizm tedavisi için sentetik bir tiroid hormonu formudur. Tiroidektomi geçiren veya radyoaktif iyottan dolayı tiroidi çalışmayan kişiler genellikle bu ilaçları hayatlarının geri kalanında doktor kontrolünde almak durumundadır.Tiroid Hastalıklarında AmeliyatTiroid rahatsızlıklarıyla ilişkili en yaygın cerrahi türü tiroidektomidir. Tiroidektomi işlemi, tüm tiroid bezinin cerrahi olarak çıkarılmasıdır. Tiroidektomi, tiroid hastalığı için tedavi seçeneklerinden biridir ve öncelikle tiroid kanseri için birincil tercih tedavidir. Bir diğer cerrahi seçenek ise tiroid bezinin sadece bir kısmının çıkarıldığı lobektomidir.Radyasyon tedavisi ve kemoterapi Radyasyon tedavisi ve/veya kemoterapi tiroid kanseri için uygulanan tedavi seçenekleridir. Her iki tedavi de kanser hücrelerini öldürmeye ve büyümelerini engellemeye yöneliktir. Ancak tiroid kanseri vakalarının çoğu radyasyon veya kemoterapi gerektirmez.Tiroid Hakkında Sık Sorulan SorularTiroid nedir ne işe yarar?Tiroid, sağ ve sol iki lobdan oluşur ve adem elması olarak bilinen tiroid kıkırdağının altında yer alan, tiroid hormonlarını üreten kelebek şeklinde endokrin bezidir. Büyüme ve gelişim, metabolizma hızı, ısı dengesi ve vücudun enerjiyi kullanma şekli de dahil olmak üzere vücudun birçok fonksiyonunda rol alır.Tiroid bezinin büyüklüğü ne kadardır?Adem elması olarak bilinen kıkırdağın hemen altında konumlanan tiroid bezi yaklaşık 2 inç uzunluğundadır. Sağlıklı bir tiroid genellikle boğazdan dışarı çıkmaz ve boyun bölgesine bakarak görülmez. Ancak, bazı durumlar tiroidin büyümesine neden olabilir. Buna guatr adı verilir.Guatrınız varsa, aşağıdaki semptomları yaşayabilirsiniz:Tiroid sorunlarının erken uyarı işaretleri nelerdir?Hipertiroid, hipotiroid veya guatr gibi farklı tiroid rahatsızlıklarının karakteristik semptomları söz konusudur ancak tiroid bezi kalp hızı, metabolizma ve vücut ısısı gibi belirli vücut sistemleri ve süreçlerinde büyük bir rol oynadığından, tiroid rahatsızlığının bir uyarı işareti olabilecek ve dikkat edilmesi gereken bazı semptomları söz konusudur.Tiroid sorunlarına işaret eden uyarıcı belirtiler şunlardır:Bu belirtilerden herhangi birinin yaşandığı durumlarda tiroid fonksiyonunu kontrol etmek için kan testi yaptırabilirsiniz. Yapılacak kan testi ile tiroid bezinin nasıl çalıştığı ortaya çıkacaktır.Tiroid az çalışması belirtileri nelerdir?Tiroid bezinin az çalışması hipotiroidi hastalığıdır. Tiroid bezinin az çalıştığı durumda vücutta yorgunluk, halsizlik, sürekli kilo alınması, cilt kuruluğu, saç dökülmesi ve depresyon gibi belirtiler ortaya çıkar.Tiroid az çalışırsa ne olur?Tiroidin az çalışması az tiroid hormonu üretmesi ve salgılanması anlamına gelir ve bu durum hipotiroid olarak tanımlanır. Bu hormonların metabolizma hızı düzenleme etkisi olduğu için az hormon salgılandığında vücutta halsizlik, yorgunluk ve ses boğuklaşması gibi belirtiler gösterir ve tedavi edilmesi gerekir.Tiroid nodülü olanlar nelere dikkat etmeli?Tiroid nodülü iyi huylu olduğunda nefes darlığı ve boğazda takılma hissi yaşatır. Nodül büyük olursa da estetik anlamda ameliyatı gerekebilir. Tiroid nodülü olanlar nodülleri düzenli aralıklarla takip ettirmelidir.Tiroid tehlikeli bir hastalık mı?Tiroidin az veya çok çalışması bazı hastalıkların habercisi olabilir. O yüzden hipotiroid veya hipertiroid teşhisi konulduktan sonra mutlaka tedavi ettirilmesi gerekir.Tiroid ilerlerse ne olur?Özellikle hipertiroid (aşırı aktif tiroid) olan kişiler, tedavi görmediği ve hastalık ilerlediği takdirde kalp hastalıkları riski başta olmak üzere vücuttaki kilo kaybı da devam eder, daha ciddi sağlık sorunları da oluşabilir.Tiroid iyi gelmeyen yiyecekler nelerdir?Hipertiroid hastalığı olan insanlar iyot ve iyotlu gıdalardan mümkün olduğunda uzak durmalı, çay-kahve tüketmemeli ve sigarayı hayatlarından çıkarmalıdır.Tiroidin temel görevi nedir?Tiroidin temel görevi, vücudun tüketilen yiyecekleri enerjiye dönüştürme süreci olan metabolizmanın hızını (metabolik oran) kontrol etmektir. Vücuttaki tüm hücrelerin işlevsel bir şekilde çalışabilmesi için enerjiye ihtiyacı vardır. Tiroid düzgün çalışmadığında ise başta enerji seviyesi ve metabolizma hızı olmak üzere vücudun birçok bölümü etkilenebilir.Tiroid hastalıkları yutkunma güçlüğü yapar mı?Tiroid hastalıklarının yaygın belirtilerinden biri de yutkunma güçlüğüdür. Kişi bir şey yiyip içmediği sırada yutkunduğunda veya yemek sırasında yutkunurken tiroid bezlerinin de etkisiyle yutkunma güçlüğü hissedebilir. Bu güçlük ağrı ile de birleşebilir. Yutkunma güçlüğü ve ağrının uzun süre devam etmesi durumunda doktora danışmak gerekebilir.Tiroide hangi doktor bakar?Tiroid bezi ile ilgili şikayetleri olan kişiler Genel Cerrahi, Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları, İç Hastalıkları ve Kulak-Burun-Boğaz Hastalıkları bölümü doktorlarından randevu alabilir. Hastalığın teşhisi konusunda randevu alınan doktorlar tarafından farklı bölümlere yönlendirme de yapılabilir.
16,637
655
Hastalıklar
Tortikolis (Eğri Boyun Hastalığı)
Tortikolis, daha çok bebeklerde görülen ve boyun kaslarının spazmı sonucu boyunun asimetrik bir şekilde bir tarafa yatık olduğu, ağrılı ve distonik bir durumdur. Eğri boyun hastalığı sonradan da gelişebilir. Tortikolis semptomları genellikle sert ve şişmiş boyun kasları olarak karşımıza çıkar. Tortikolisin nedeni türüne bağlı olarak değişir ve tedavi seçenekleri arasında genellikle hafif kas gerilmeleri ve pozisyon değişiklikleri gösterilir.Tortikolis, daha çok bebeklerde görülen ve boyun kaslarının spazmı sonucu boyunun asimetrik bir şekilde bir tarafa yatık olduğu, ağrılı ve distonik bir durumdur. Eğri boyun hastalığı sonradan da gelişebilir. Tortikolis semptomları genellikle sert ve şişmiş boyun kasları olarak karşımıza çıkar. Tortikolisin nedeni türüne bağlı olarak değişir ve tedavi seçenekleri arasında genellikle hafif kas gerilmeleri ve pozisyon değişiklikleri gösterilir. Tortikolis (Eğri Boyun Hastalığı) Nedir?Eğri boyun hastalığı olarak da bilinen tortikolis; boyun kaslarının kasılmasıyla birlikte boynun bükülüp başın belli bir tarafa eğilip bükülmesine neden olan ağrılı ve acı veren bir durumdur. Genellikle bebeklerde yaygın olarak görülen bir durum olan tortikolis yenidoğanlarda bebeğin anne karnındaki pozisyonundan dolayı veya zorlu bir süreç sonrasında meydana gelebileceği gibi sonradan da gelişebilir.Yaygın tortikolis semptomları arasında baş hareketlerinin kısıtlanması, baş ağrısı veya boyun ağrısı yer alır. Bazen kendiliğinden geçebilen tortikolis belirtileri, etkilenen kaslara botulinum toksininin enjekte edilmesiyle de azalabilir. Tortikolisin tedavi seçenekleri genellikle egzersizler, pozisyon değişiklikleri, fizik tedavi veya ameliyattır.En sık görülen tortikolis çeşidi doğumda meydana gelen konjenital tortikolistir. Doğum dışında daha sonra bebeklik veya çocukluk döneminde ortaya çıkan tortikolis ise edinilmiş tortikolis olarak bilinir.Tortikolis (Eğri Boyun Hastalığı) Çeşitleri Nelerdir?Boyun eğriliği anlamına gelen tortikolis, kendi içinde konjetinal tortikolis ve edinilmiş tortikolis olarak ikiye ayrılır.Konjenital tortikolis: Genellikle doğuştan meydana gelen konjenital tortikolis, bebeğin dünyaya geldikten sonraki ilk 2 ayında baş ve boyun hareketi yeteneğini kazanmasıyla ortaya çıkar.Edinilmiş tortikolis: Konjenitalin aksine daha sonra meydana gelen edinilmiş tortikolis, yaralanma, viral enfeksiyon veya iltihaplanmayla birlikte oluşur.Tortikolis Neden Olur?Genellikle bebekler veya çocuklarda boynun belirli bir tarafa eğilmesi durumu olan tortikolisin kesin bir nedeni söz konusu değildir ancak bebeklerin sternokleidomastoid kaslarından (SCM) birinin kısalması özellikle konjenital tortikolisi meydana getirir.Edinilmiş tortikollis ise viral bir enfeksiyondan, yaralanmadan veya anormal bir hareketten dolayı servikal bağların tahriş olmasından kaynaklanabilir.Genel olarak tortikolis nedenleri şunları içerir: Sternokleidomastoid kaslarının kısalması Bebeğin rahimde konumlanma şekli Bebeğin boyun kaslarında kan toplanması Bebeğin kas dokusunun kalınlaşması Anormal hareket ve uyku pozisyonunda gariplik Viral enfeksiyonlar Boyunda kas spazmı Boyun fıtığı Gastroözofageal reflü Yaralanmalar Bazı ilaçlara karşı reaksiyonTortikolis (Eğri Boyun Hastalığı) Belirtileri Nelerdir?Eğri boyun hastalığının gözle görülür en net belirtisi bebeğin boynunun bir tarafa doğru belirgin bir şekilde eğilmesidir. Bunlarla birlikte boyunda acı, ağrı, boyun hareketlerinde kısıtlanma durumu da tortikolis belirtileri arasında sıralanabilir.Tortikolis belirtileri şu şekilde özetlenebilir: Başın belirtli bir tarafa doğru eğilmesi Baş ve boyun hareketlerinin kısıtlanması Bebek veya çocukların bir omuzunun diğerinde daha yüksek olması Boyun kaslarında gerginlik, sertlik veya şişlik Yüz hatlarında düzensiz özellikler Boyun ağrısı Baş ağrısı Kafa titremesiTortikolis Nasıl Teşhis Edilir?Tortikolis teşhisi için öncelikle doktor tarafından fizik muayene yapılır. Bu muayene sırasında bebeğin kafasının ne kadar bükülüp eğildiğine bakılır. Ayrıca bebeğinizin boynunu incelenerek şişmiş veya sert kasların yapısı incelenir. Durumun ciddiyetine bağlı olarak bebek için doktor tarafından aşağıdaki testler istenebilir: Boyun röntgeni Baş ve boyun için bilgisayarlı tomografi (BT) taraması Baş ve boyun için manyetik rezonans görüntüleme (MRI) taramasıTortikolis Nasıl Tedavi Edilir?Özellikle konjenital tortikollisin tedavisi için genellikle boynun gerilmesine ve düzeltilmesine yardımcı olmak adına fizik tedaviyi uygulamalarıyla birlikte açma germe egzersizleri tercih edilir. Edinilmiş tortikollisin tedavisinde ise amaç, altta yatan nedenin (enfeksiyon için antibiyotikler gibi) tedavisine ve semptomların hafifletilmesidir.Nadir de olsa, kasın uzatılması veya gevşetilmesi için ameliyat da gerekebilir ancak bu durum tortikolisin şiddetine bağlıdır.Semptomlara bağlı olarak edinilmiş tortikolis tedavisi için şu yöntemler uygulanabilir: Antibiyotikler Ağrı kesici ilaçlar Sert boyun kaslarını gevşetmek için botulinum toksini enjeksiyonları Isı terapisi Masaj Tortikolis yastığı Boyunluk Fizik tedavi Uyku pozisyonu önerileriTortikolis tedavisi için uygulanacak fizik tedavi programları, örneğin bebek bezi değişiklikleri sırasında, belirli bir programa göre evde yapabileceğiniz özel egzersizleri içerir genellikle doktor kontrolünde yapılmalıdır. Ayrıca, bebeğinizi nasıl tutacağınızı ve çevresini, onu başını çevirmeye ve SCM kasını germeye teşvik edecek şekilde nasıl hareketler yapılması gerektiği de yine doktor kontrolünde gerçekleşmelidir çünkü yapılacak yanlış bir uygulama boyun eğriliğini ve semptomlarını daha da artırabilir.Tortikolis Hakkında Sık Sorulan SorularTortikolis ne demek?Tortikolis, eğri boyun hastalığı olarak bilinen, boyun kaslarının kasılmasıyla birlikte boynun bir tarafa doğru eğilmesidir.Tortikolis geçer mi?Tıbben tortikolis olarak adlandırılan eğri boyun hastalığı, genellikle doğru tedavi yöntemleriyle iyileşebilen bir durumdur ve kalıcı olmaz.Tortikolis masajı nedir?Parmakları boynun eğildiği bölgenin kasları boyunca gezdirin ve başparmaklarınızı dar noktalara hafifçe ve acıtmadan bastırın. Tortikolis masajında amaç kas gerginliğini azaltmak, esnekliği ve hareket açıklığını artırmaktır.Tortikolis tedavi edilmezse ne olur?Tortikolis, semptomlara zamanında müdahale edilip tedavi edilmediği takdirde yüzde simetri bozukluğu ve kafa yapısında bozukluk meydana getirebilir.Tortikolise hangi bölüm bakar?Bebeğiniz veya çocuğunuzda tortikolis durumu varsa ortopedi ve travmatoloji bölümüne başvurabilirsiniz. Tortikolis (Eğri Boyun Hastalığı) Nedir?Eğri boyun hastalığı olarak da bilinen tortikolis; boyun kaslarının kasılmasıyla birlikte boynun bükülüp başın belli bir tarafa eğilip bükülmesine neden olan ağrılı ve acı veren bir durumdur. Genellikle bebeklerde yaygın olarak görülen bir durum olan tortikolis yenidoğanlarda bebeğin anne karnındaki pozisyonundan dolayı veya zorlu bir süreç sonrasında meydana gelebileceği gibi sonradan da gelişebilir.Yaygın tortikolis semptomları arasında baş hareketlerinin kısıtlanması, baş ağrısı veya boyun ağrısı yer alır. Bazen kendiliğinden geçebilen tortikolis belirtileri, etkilenen kaslara botulinum toksininin enjekte edilmesiyle de azalabilir. Tortikolisin tedavi seçenekleri genellikle egzersizler, pozisyon değişiklikleri, fizik tedavi veya ameliyattır.En sık görülen tortikolis çeşidi doğumda meydana gelen konjenital tortikolistir. Doğum dışında daha sonra bebeklik veya çocukluk döneminde ortaya çıkan tortikolis ise edinilmiş tortikolis olarak bilinir.Tortikolis (Eğri Boyun Hastalığı) Çeşitleri Nelerdir?Boyun eğriliği anlamına gelen tortikolis, kendi içinde konjetinal tortikolis ve edinilmiş tortikolis olarak ikiye ayrılır.Konjenital tortikolis: Genellikle doğuştan meydana gelen konjenital tortikolis, bebeğin dünyaya geldikten sonraki ilk 2 ayında baş ve boyun hareketi yeteneğini kazanmasıyla ortaya çıkar.Edinilmiş tortikolis: Konjenitalin aksine daha sonra meydana gelen edinilmiş tortikolis, yaralanma, viral enfeksiyon veya iltihaplanmayla birlikte oluşur.Tortikolis Neden Olur?Genellikle bebekler veya çocuklarda boynun belirli bir tarafa eğilmesi durumu olan tortikolisin kesin bir nedeni söz konusu değildir ancak bebeklerin sternokleidomastoid kaslarından (SCM) birinin kısalması özellikle konjenital tortikolisi meydana getirir.Edinilmiş tortikollis ise viral bir enfeksiyondan, yaralanmadan veya anormal bir hareketten dolayı servikal bağların tahriş olmasından kaynaklanabilir.Genel olarak tortikolis nedenleri şunları içerir:Tortikolis (Eğri Boyun Hastalığı) Belirtileri Nelerdir?Eğri boyun hastalığının gözle görülür en net belirtisi bebeğin boynunun bir tarafa doğru belirgin bir şekilde eğilmesidir. Bunlarla birlikte boyunda acı, ağrı, boyun hareketlerinde kısıtlanma durumu da tortikolis belirtileri arasında sıralanabilir.Tortikolis belirtileri şu şekilde özetlenebilir:Tortikolis Nasıl Teşhis Edilir?Tortikolis teşhisi için öncelikle doktor tarafından fizik muayene yapılır. Bu muayene sırasında bebeğin kafasının ne kadar bükülüp eğildiğine bakılır. Ayrıca bebeğinizin boynunu incelenerek şişmiş veya sert kasların yapısı incelenir. Durumun ciddiyetine bağlı olarak bebek için doktor tarafından aşağıdaki testler istenebilir:Tortikolis Nasıl Tedavi Edilir?Özellikle konjenital tortikollisin tedavisi için genellikle boynun gerilmesine ve düzeltilmesine yardımcı olmak adına fizik tedaviyi uygulamalarıyla birlikte açma germe egzersizleri tercih edilir. Edinilmiş tortikollisin tedavisinde ise amaç, altta yatan nedenin (enfeksiyon için antibiyotikler gibi) tedavisine ve semptomların hafifletilmesidir.Nadir de olsa, kasın uzatılması veya gevşetilmesi için ameliyat da gerekebilir ancak bu durum tortikolisin şiddetine bağlıdır.Semptomlara bağlı olarak edinilmiş tortikolis tedavisi için şu yöntemler uygulanabilir:Tortikolis tedavisi için uygulanacak fizik tedavi programları, örneğin bebek bezi değişiklikleri sırasında, belirli bir programa göre evde yapabileceğiniz özel egzersizleri içerir genellikle doktor kontrolünde yapılmalıdır. Ayrıca, bebeğinizi nasıl tutacağınızı ve çevresini, onu başını çevirmeye ve SCM kasını germeye teşvik edecek şekilde nasıl hareketler yapılması gerektiği de yine doktor kontrolünde gerçekleşmelidir çünkü yapılacak yanlış bir uygulama boyun eğriliğini ve semptomlarını daha da artırabilir.Tortikolis Hakkında Sık Sorulan SorularTortikolis ne demek?Tortikolis, eğri boyun hastalığı olarak bilinen, boyun kaslarının kasılmasıyla birlikte boynun bir tarafa doğru eğilmesidir.Tortikolis geçer mi?Tıbben tortikolis olarak adlandırılan eğri boyun hastalığı, genellikle doğru tedavi yöntemleriyle iyileşebilen bir durumdur ve kalıcı olmaz.Tortikolis masajı nedir?Parmakları boynun eğildiği bölgenin kasları boyunca gezdirin ve başparmaklarınızı dar noktalara hafifçe ve acıtmadan bastırın. Tortikolis masajında amaç kas gerginliğini azaltmak, esnekliği ve hareket açıklığını artırmaktır.Tortikolis tedavi edilmezse ne olur?Tortikolis, semptomlara zamanında müdahale edilip tedavi edilmediği takdirde yüzde simetri bozukluğu ve kafa yapısında bozukluk meydana getirebilir.Tortikolise hangi bölüm bakar?Bebeğiniz veya çocuğunuzda tortikolis durumu varsa ortopedi ve travmatoloji bölümüne başvurabilirsiniz.
4,057
656
Hastalıklar
Topuk Dikeni
Topuk dikeni, kalsiyum birikintilerinin topuk kemiğinin plantar fasyaya bağlandığı yerde hareket kısıtlılığına neden olacak şekilde kemik çıkıntısı (yumru) ve kemik büyümesi oluşturmasıdır. Topuk dikeni, genellikle ayak bağlarında aşırı yüklenmeye bağlı oluşan stres sonucu meydana gelir. Topuk dikeninin ilk ve en erken belirtisi topukta meydana gelen ve akşama doğru daha da şiddetlenen ağrıdır. Sabahları ilk adımı atarken meydana gelen keskin bir ağrı da topuk dikeninin en karakteristik belirtisi olarak gösterilir.Topuk dikeni, kalsiyum birikintilerinin topuk kemiğinin plantar fasyaya bağlandığı yerde hareket kısıtlılığına neden olacak şekilde kemik çıkıntısı (yumru) ve kemik büyümesi oluşturmasıdır. Topuk dikeni, genellikle ayak bağlarında aşırı yüklenmeye bağlı oluşan stres sonucu meydana gelir. Topuk dikeninin ilk ve en erken belirtisi topukta meydana gelen ve akşama doğru daha da şiddetlenen ağrıdır. Sabahları ilk adımı atarken meydana gelen keskin bir ağrı da topuk dikeninin en karakteristik belirtisi olarak gösterilir. Topuk Dikeni Nedir?Topuk dikeni, obezite, düz taban ve topuk kemiğini ayak parmaklarındaki kemiklere (plantar fasya) bağlayan bağ iltihaplanması gibi nedenlerle ayak topuğunda kalsiyum birikmesine bağlı meydana gelen kemik çıkıntısı veya kemik büyümesidir. Dinlenme halindeyken sessiz kalan; ancak hareket edildiğinde kendini hissettiren ağrılarla belirti veren ve ağrının gün sonuna doğru şiddetini artırdığı ortopedik bir sorun olan topuk dikeni, günlük hayatta kişinin hareketlerini kısıtlayan bir sağlık sorunudur.Topuk kısmında çivi ya da taş olduğu hissini veren topuk dikeninde yaygın görülen ilk belirti topukta meydana gelen ağrıdır. Bu ağrı genellikle gün sonuna doğru şiddetini artırır. Genellikle ayak bağlarına baskı yapılması ve kemiklerde oluşan stres ve zorlanma sonucu meydana gelen topuk dikeni, sert bir zeminde yalın ayak bir şekilde yürüme sonucunda da tetiklenir. Şiddetli bir ağrı yaşanmadığı sürece kişilerin fark etmediği topuk dikeni, erken teşhisle tedavyi mümkün kılan bir hastalıktır. Önemli olan, teşhis sonrası uygun tedavi yöntemi belirlenerek sürecin ilerlemesidir. İstirahat, buz kompresi, topuğu sabitleyici cihazlar, ağrı kesici kremler ve masaj, topuk dikenine iyi gelen yöntemler arasında sıralanabilir. Bu yöntemlerin doğru bir şekilde uygulanması, topuk dikeni şikayetlerinin hızlı bir şekilde azalmasını sağlar.Topuk Dikeni Neden Olur?Topuk dikenin nedeni derinin altında bulunan bağ doku olan fasyanın gerilmesi veya topuk kemiğini kaplayan zarın yırtılması ile oluşan iltihaptır. İltihaplanma ile artan kalsiyum birikintisi topuk dikeni olarak bilinen kemikli bir büyümeye neden olur. Ççok fazla hareket etmek ya da aşırı hareketsizlik, obezite, sert zeminde koşu yapma, ortopedik olmayan ayakkabı kullanımı, topuğa baskı uygulayan anormal yürüyüşler, düz taban veya yüksek kemerli ayağa sahip olmak ve uzun süreler ayakta durmak topuk dikeninin yaygın nedenleridir.Topuk dikeni nedenleri şunlardır: Ayak kasları ve bağlarında gerginlik, zorlanma veya stres Sert zeminde yürüyüş veya koşu yapma Topuğa fazla baskı uygulatan anormal yürüyüşler Ortopedik ya da kemer desteği olmayan ayakkabı kullanımı Düz taban ya da yüksek kemerli ayağa sahip olma Çok sık parmak arası terlik kullanımı Gün içinde uzun süre ayakta durma Uzun süreler ayakta durma Plantar fasiit olarak bilinen topuk iltihaplanması Diyabet ve artrit gibi hastalıklar ObeziteAyak kasları ve bağlarında gerginlik, zorlanma, stresAyak kaslarındaki bağlarda ve özellikle plantar fasyadaki gerginlik ve aşırı zorlanma topuk dikenine ve buna bağlı olarak şiddetli ağrılara sebep olabilir.Sert zeminde yalın ayak yürümekSert yüzeylerde yürümek başta olmak üzere, koşmak veya atlamaktan kaynaklanan tekrarlayan zorlanma ve stres, topuk dikeninin yaygın bir nedenidir.Ortopedik ya da kemer desteği olmayan ayakkabı kullanımıSert tabanlı bir ayakkabı tercih etmek, topuk kemiklerine zarar vererek topuk dikeni oluşumuna yol açabilir. Bu duruma örnek olarak kadınlarda babet, erkeklerde sert tabanlı kösele ayakkabılar verilebilir.Egzersiz sırasında yanlış ayakkabı kullanımıEgzersiz yaparken ayak bağları ve kasları zorlanır. Bu zorlanmanın üstüne yanlış ayakkabı kullanımı da eklenirse plantar fasya hasar alır ve topuk dikeni görülebilir.Kilo alımı ve obeziteFazla kilolar, topuk kemiğine çok fazla baskı uygular. Bu durum fibröz dokunun (plantar fasya) iltihaplanmasına yol açabilir ve beraberinde yoğun topuk ağrısı yaşatır.Topukta meydana gelen yaralanmalarTopukta, kemikte ve bağlarda meydana gelen yaralanmalar da topuk dikenini tetikleyen nedenler arasındadır.Günün büyük bölümünü ayakta geçirmek Özellikle topuk bölgesine aniden yüklenme olduğunda veya uzun süre ayakta kalınması sonucu fasya adı verilen liflerde baskı oluşur ve topuk dikeni ortaya çıkar.Topuk Dikeni Belirtileri Nelerdir?Topuk dikeninin ilk ve en önemli belirtisi topukta ağrı görülmesidir. Özellikle sabah kalkınca ayak tabanı ağrısı ve topukta batma tarzında ağrı hissedilmesi, ve ayağın aşırı kullanımı sonrası gün sonunda topukta ağrıya neden olur. Bir diğer tipik belirtisi topuğun alt kısmında kemiksi bir çıkıntı meydana gelmesidir.Topuk dikeni belirtileri şunları içerir: Sabah kalktıktan sonra ya da uzun dinlenme sonrası atılan ilk adımda şiddetli topuk ağrısı Ayağın topuğa yakın bölgesinde ağrı Topuğun alt kısmında veya arkasında küçük, kemiksi çıkıntı Topuk bölgesinde sıcaklık hissi Uzun yürüyüşler sonrası artan topuk ağrısı Topukta iltihaplanma Sinirlerin etkilendiği durumda uyuşma veya karıncalanma Egzersiz ve aktivite ile ağrıda artış Ağrıyla birlikte yürümenin zorlaşmasıTopuk dikeni olup olmadığını nasıl anlarız?Topuk dikeninin ilk ve en önemli belirtisi topukta ağrı görülmesidir. Topuk dikeni ağrısı iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Birincisi sabah kalkınca ayak tabanı ağrısı ve topukta batma tarzında ağrı hissedilmesi, ikincisi ise ayağın aşırı kullanılması ile beraber gün sonunda topukta artan ağrıdır.Topuk Dikeni Tanısı Nasıl Konulur?Topuk dikeninin tanısında ortopedik muayene çok önemlidir. Devamlı ya da zaman zaman topukta oluşan ağrı sonucunda topuk dikeninden şüphelenilmesi durumunda mutlaka bir Ortopedi ve Travmatoloji uzmanına danışılmalıdır. Genellikle hastanın şikayeti, muayene esnasında üstüne bastıktan sonra hastanın ayak topuğunda ağrı görülmesi ve topukta batma hissetmesi topuk dikeni ile ilgili fikir sahibi olunmasını sağlar. Bunlara ek olarak topuk dikeni röntgen görüntüsü, yani röntgen filmlerinde dikensi çıkıntıların olması teşhise kesinlik kazandırır. Nadiren bazı hastalardan ayak tabanı zarının topuk kemiğine yapıştığı yerdeki ödemi ya da var olabilecek yırtıkları görmek için MR da istenir. Ancak MR sıklıkla istenen bir tetkik değildir.  Topuk Dikeni Tedavisi Nasıl Yapılır?Topuk dikeni tedavisi için seçenekler arasında istirahat, egzersiz, kişiye özel ayak sabitleyici, antiinflamatuar ilaçlar ve kortizon enjeksiyonları yer alır. Bunlarla birlikte ağrısı kesici kremler ve masaj uygulamaları da topuk dikenine iyi gelen tedavi yöntemlerindendir. Bu tedavi yöntemleri başarısız olursa hastanın durumuna göre ameliyat gerekli olabilir.Günde 4-5 sefer beş dakika boyunca ayak parmaklarını geriye doğru gerdirerek egzersiz yapmalı ve topuğa buzla masaj uygulanmalıdır.Topuk dikenine iyi gelen tedavi yöntemleri aşağıdaki gibidir: Ağrıyı kötüleştiren aktiviteleri azaltmak için dinlenmek Buz paketleri ile kompres uygulamak Baldır ve plantar fasyayı geren esneme hareketleri uygulamak Kişiye özel topuk dikeni tabanlık ve ortez kullanmak Atel taktırmak Fizik tedavi Antiinflamatuar ilaçlar Kortizon enjeksiyonları Ağrı kesici kremler Masaj uygulamaları Topuk kısmı silikonlu terlikler Gerekirse ameliyatTopuk dikeninde iğne tedavisi nasıl uygulanır?Birinci basamak tedaviden fayda görmeyen hastalara ikinci basamak tedavisinde yer alan topuk dikeni iğnesi uygulanır. Bu tedavide kortizon ve PRP olmak üzere iki farklı içerikle enjeksiyon yapılabilse de genellikle kortizon iğneleri kullanılır. İlk uygulama sonrasında ağrısı devam eden hastalara 10-15 gün sonra tekrar enjeksiyon yapılabilir. Ancak bu iğneler en fazla iki ya da üç kez tekrarlanır. Çünkü ilaca bağlı yan etkilerin yanı sıra kortizon, topuk dikeninde yırtıklara neden olabilir. Kortizondan fayda görmeyen hastalara PRP enjeksiyonu uygulanabilir. İğne tedavisi hastaları rahatlatırken, ağrıları uzun süre ortadan kaldırıp, tamamen de geçirebilir.ESWT nedir?İğne tedavisinden fayda görmeyen hastalara ESWT (Extracorporeal Shock Wave Therapy) tedavisi uygulanır. ESWT tedavisi şok dalgası, ses dalgası, halk arasında da “Topuk dikeni kırdırma ya da topuk dikeni kırma ” olarak da tabir edilen bir tedavi yöntemidir. Bu tedavideki hedef; topuk altında röntgen filminde görülen çıkıntıyı kırmak değil, yüksek enerjili ses dalgaları ile ayak tabanı zarının topuğa yapıştığı yerde iyileştirmeyi hızlandırmak için kontrollü bir zedelenme, yani mikro kanamalar yaratmaktır. Radyofrekans uygulaması nasıl yapılır?Topuk dikeni tedavisinde kullanılan bir diğer tedavi yöntemi de radyofrekans uygulamasıdır. Bu uygulamada ses dalgaları ile o bölgedeki sinirleri hissizleştirmeye yönelik bir işlem yapılır. Daha büyük iğneler ile girilip, radyofrekans yöntemiyle kontrollü bir ısı yaratarak o bölgedeki duyu ve ağrı sinirleri hissizleştirilerek tedavi uygulanır.Topuk dikeninin cerrahi tedavi yöntemi var mıdır?Bütün bu tedavi yöntemlerinden fayda görmeyen hastalara topuk dikeni ameliyatı uygulanır. Bu ameliyatla taban zarının topuğa yapıştığı o bölge kesilerek gevşetilir ve hastanın rahatlaması sağlanır. Ancak cerrahi tedavi çok nadir olarak uygulanır.Topuk Dikeni Nasıl Geçer?Topuğun epsom tuzu ya da elma sirkesi içinde bekletilmesi, hindistan cevizi yağı ile ovalanması, balık yağı, omega-3 ve D vitamini içeren besin tüketimi ve takviye alımı topuk dikenini geçirmeye yardım eden doğal yöntemler arasında yer alırlar. Topuk dikenini geçirmeye yardım eden doğal yöntemler şunlardır: Buz kompresi uygulamak Ayağı epsom tuzu içerisinde bekletmek Topuğu su ile seyretilen elma sirkesi içine sokmak Hindistan cevizi yağı ile topuk masajı yapmak Omega-3, D vitamini, balık yağı ve magnezyum takviyesi almak Antiinflamatuar ilaçlar kullanmak Keten tohumuTopuk Dikeni Hakkında Sık Sorulan Sorular Topuk dikeni en çok kimlerde görülür?Topuk dikeni özellikle erken yaşlarda ayak sağlığına önem vermemiş kişilerde görülebilir. Topuk dikeni tanısının en çok kimlerde görüldüğü şöyle sıralanabilir. Daha çok 40 yaşın üzerindeki kişilerde Aşırı kilolu kişiler Doğru ayakkabı tercihi yapmayan kişiler Uzun süreli ayakta kalmayı gerektiren işlerde çalışanlar Ayağında yapısal bozukluk olanlar (Düztabanlık, ayak tabanı yüksekliği)   Yürüme bozukluğu olan kişiler Bazı romatizmal hastalık tanısı konulan kişilerTopuk dikenine neler neden olur?Topuk dikeninin yaygın nedenleri ayak bağlarında aşırı yüklenmeye ve strese neden olan yürüme veya koşma gibi aktivitelerde artış, yürünülen ve koşulan yüzeyin sertliği, ayak yapısı, ayakkabı türü ve aşırı kilodur.Topuk dikeni nasıl anlaşılır?Topuk dikeni en belirgin şekilde topukta meydana gelen şiddetli ve keskin bir ağrıyla kendini gösterir. Bu ağrı sabah atılan ilk adımda ortaya çıkabilir. Bununla birlikte akşama doğru şiddeti artan bir ağrı da görülebilir. Ağrı ile birlikte yanma, batma, uyuşma, iltihaplanma, kemik çıkıntısı gibi belirtiler de topuk dikenini gösterir.Topuk dikeninin iyileşmesi ne kadar sürer?Tedaviden sonra genellikle hastaların şikayetleri üç hafta içinde azalır.Tedavi işlemlerinde anestezi uygulanıyor mu? Topuk dikeni için yapılan enjeksiyonlar ağrılı olmaktadır. Bu sebeple hastanın ağrı duymaması için önce krem sürülür, ardından soğutucu ve hissizleştirici sprey sıkılarak, yavaş yavaş uyuşturucu iğne yapılır. Uyuşturma sonrasında topuğa iğne tedavisi uygulanır.ESWT yani ses dalgası tedavisinde hastanın ağrı duymaması için ayak bileğine giden sinirleri uyuşturacak lokal anestezi uygulanır. Radyofrekans yönteminde de tabana giden sinirlerin uyuşturulması gerekir.Hastalar normal hayatlarına ne zaman dönebilir?Hastalar iğne tedavisinden hemen sonra günlük hayatlarına geri dönebilir ama ses dalgası (ESWT) yöntemi sonrasında hastanın bir gün istirahat etmesi gerekir.Topuk dikeni iğne tedavisi kronik hastalarda uygulanabilir mi?Şeker ve tansiyon hastalarına iğne tedavisi ile kortizon verildiğinde dikkatli olunmalıdır. Çünkü kortizon hasta bünyesinde şeker ve tansiyon değerlerini etkiler. Hastada iyi kontrol edilmemiş bir şeker hastalığı varsa mutlaka endokrinoloji doktoru ile görüşüldükten sonra tedavi uygulanmalıdır.Bununla birlikte tansiyon hastalarında kortizon kullanımı vücutta tuz tutulmasına sebep olur. Bu durum tansiyon değerlerinin birkaç gün boyunca olumsuz etkilenmesine yol açabilir. İğne tedavisi uygulanacak olan hastaların şeker ve tansiyonları kontrol altında olmalıdır.Ayrıca kan sulandırıcı ilaç kullanan ve iğne ile ses dalgası tedavisi uygulanacak olan hastaların, kan sulandırıcı ilaç kullanımı kardiyoloji doktoruna danışılarak azaltılmalıdır. İlaç kullanımı azaltıldıktan sonra hastalara tedavi uygulanmalıdır. Çünkü yapılan işlemlerden sonra kanama riski ortaya çıkabilir.Topuk dikeni tedavisinde yaşla ilgili herhangi bir sınır var mıdır?Çocuk hastalarda topuk dikeni rahatsızlığı görülmez. Topuk dikeni orta ileri yaş grubunun hastalığıdır ve bütün tedaviler bu yaş grubuna uygulanır.Bu işlemlerin riskleri nelerdir?Kortizon tedavisinin uzun süreli kullanımı vücutta yan etkiler ortaya çıkarmaktadır. Ancak tek seferlik yapılan kortizonların çok ağır yan etkileri yoktur. Sadece tansiyon ve şeker hastalarında bir iki günlük olumsuz etkisi olabilir. Ayrıca iğne tedavisinde de kanama riski vardır. Ancak ygulama bölgesinde ana damarlar olmadığı için ciddi bir kanama riski barındırmaz.Topuk dikeni ve topuk ağrısı için hangi doktora gidilir?Topuk dikeni için Ortopedi ve Travmatoloji ile Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon doktorlarına başvurmak gerekir.  Topuk dikeni için uygulanan tedaviler güvenli midir?Topuk dikeni tedavisi için uygulanan bütün yöntemler güvenlidir.Topuk dikeni kırılır mı?Halk arasında topuk dikeninin, yani röntgende görülen o sivriliğin kırıldığı inancı vardır. Ses dalgası tedavisinin hedefi hiçbir zaman o kemiği kırmak değildir. Oradaki topuk zarının yapıştığı ağrılı olan bölgede bir zedelenme yaratarak iyileşmeyi sağlamaktır.Topuk dikeni ağrısı kendiliğinden geçer mi? Topuk dikeni ağrısı başlangıç seviyesindeyse, uygun ayakkabı seçimi yapıldığından kendiliğinden geçebilir. Bu ağrı çoğunlukla sert tabanlı ayakkabıların giyilmesi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Ağrı yapan ayakkabının belirlenip, yumuşak tabanlı bir ayakkabıyla değiştirilmesi topuk dikeni ağrısının geçmesini sağlayabilir. Ancak kronikleşmiş uzun süreli olan ağrılar için mutlaka tedavi gerekmektedir.Topuk dikeninin karıştırıldığı hastalıklar var mıdır?Topuk dikeni hastalığı ayak tabanına giden bazı sinirlerin sıkışması hastalığı, yani tarsal tünel ile karıştırılabilmektedir. Bu iki hastalığın birbirinden ayırt edilmesini sağlayan bazı belirti farklılıkları bulunmaktadır. Topuk dikeninde ayak tabanında uyuşukluk olmazken, ağrı sadece topukta görülür. Tarsal tünelde ise uyuşukluk tüm ayak tabanında meydana gelirken, ağrı ayak tabanında ve ayak ucunda da hissedilir. Bunlara ek olarak tarsal tünelde ayak tabanı yanması da belirtiler arasında yer alır.PRP enjeksiyonu nedir?PRP ya da trombosit bakımından zengin plazma tedavisi, kişinin kendisinden alınan kanın çeşitli işlemlerden geçirilerek vücutta tedavisi planlanan dokulara enjeksiyonu şeklinde uygulanan tedavi yöntemidir. İyileşmeyi artıran bir tedavi yöntemi olan PRP enjeksiyonlarının hedefi topuktaki iyileşmeyen dokunun iyileşmesinin hızlandırılması ve ağrının dindirilmesidir.ESWT topuk dikenine kalıcı çözüm sağlar mı?Bu alanda en yaygın olan tedavi türlerinden biri de şok dalga tedavisidir.  Şok dalgaları tedavisi olan “ESWT”, vücut dışında üretildikten sonra bir uygulama başlığı ile vücudun istenilen bölgesine uygulanan basınç dalgalarının kullanıldığı bir fizik tedavi yöntemidir. Sağlık sorunu nedeniyle enjeksiyon uygulanması sakıncalı olan hastalara veya bu tedaviden olumlu cevap alamayan kişilere, ESWT yani şok dalga tedavisi denilen yöntem uygulanabilir.nUzun yıllar böbrek taşlarını kırmak amacı ile kullanılan bu teknik, tedavide %85 kalıcı iyileşme sağlar. Tedaviye erken başlanması başarı şansını artırırken; işlem 3- 5 seans devam etmekte ve 1 hafta ara ile yapılan seanslar ortalama 20 dakika sürmektedir.Cerrahi müdahale olmaksızın, anestezi alınmadan, ilaçsız ve kısa sürede iyileşme sağlayan şok dalga tedavisinden sonra tekrarlama şansı düşüktür.Şok dalga tedavisi (ESWT) seanslarında neler yapılır?ESWT yani şok dalga tedavisi denilen yöntem uygulanabilir.  Halk arasında bu işlemde röntgende topuğa batmış bir diken gibi  görülen kemik çıkıntısının kırıldığı düşünülmektedir.  Seanslar esnasında yapılan şey topuk bölgesinde ağrıya neden olan iyileşmeyen dokunun, kontrollü bir şekilde yeniden tahrip edilerek iyileşme hızının artırılmasıdır. Bu tedavide topuğa uygulanacak yaklaşık 2000-3000 ses dalgasıyla o bölgenin içinde bir kanama başlatılır. Nitekim topuk dikeni şikayetine sahip olan hastaların çoğu şok dalga tedavisi  işleminden başarılı sonuçlar alabilmektedir.Şok dalga tedavisi (ESWT) kimlere uygulanmaz?Şok dalga tedavisinin; hamilelikte, kanserli hastalarda, hemofili gibi kan hastalığı olanlarda, kanama eğilimini arttıran ilaç kullananlarda, uygulama alanı üzerinde enfeksiyonu olanlarda ve kalp pili olan kişilerde uygulanması doğru değildir.Topuk dikeni hastaları ameliyat olur mu ?Topuk dikeni tedavisinde ameliyat en son seçenektir.  Zira masaj ve enjeksiyon tedavilerinden olumlu cevap alamayan hastaların birçoğu şok dalga tedavisiyle kalıcı iyileşme sağlamaktadır. Ameliyata ihtiyaç duyulmadan topuk dikeni tedavisinde olumlu sonuçlar alınabilmektedir. Hastaların sadece yüzde 1’inden daha azı ameliyata gereksinim duyar.Topuk dikeni hastalığında topukta kaşıntı görülür mü?Topuk kaşıntısı bu hastalığın belirtileri arasında yer almaz. Topuk dikeni önlenebilir mi?Topuk dikeni için ayakkabı seçimi büyük önem taşır. Yumuşak tabanlı spor ayakkabı gibi içindeki taban kısmı yumuşak ayakkabılar seçilmeli. Spor ayakkabısı giyilemeyecek iş gibi ortamlarda ise ayakkabıların içi silikon topukluklarla desteklenmeli Sert, düz ve yüksek topuklu ayakkabılar giyilmemeli. Fazla kilo almaktan kaçınılmalı Evde yalınayak gezilmemeli, mutlaka yumuşak tabanlı terlikler tercih edilmeli Ayakta bir basış bozukluğu ve ayak ağrısı varsa mutlaka bunu dengeleyecek bir tabanlık yaptırılmalıTopuk dikeni büyür mü?Topuk dikenine neden olan durumu ortadan kaldırmak için bir tedavi uygulanmazsa, kalsiyum birikintilerinin depolanmaya devam etmesi nedeniyle, topuk dikeninin büyümeye devam etmesi mümkündür . Topuk Dikeni Nedir?Topuk dikeni, obezite, düz taban ve topuk kemiğini ayak parmaklarındaki kemiklere (plantar fasya) bağlayan bağ iltihaplanması gibi nedenlerle ayak topuğunda kalsiyum birikmesine bağlı meydana gelen kemik çıkıntısı veya kemik büyümesidir. Dinlenme halindeyken sessiz kalan; ancak hareket edildiğinde kendini hissettiren ağrılarla belirti veren ve ağrının gün sonuna doğru şiddetini artırdığı ortopedik bir sorun olan topuk dikeni, günlük hayatta kişinin hareketlerini kısıtlayan bir sağlık sorunudur.Topuk kısmında çivi ya da taş olduğu hissini veren topuk dikeninde yaygın görülen ilk belirti topukta meydana gelen ağrıdır. Bu ağrı genellikle gün sonuna doğru şiddetini artırır. Genellikle ayak bağlarına baskı yapılması ve kemiklerde oluşan stres ve zorlanma sonucu meydana gelen topuk dikeni, sert bir zeminde yalın ayak bir şekilde yürüme sonucunda da tetiklenir. Şiddetli bir ağrı yaşanmadığı sürece kişilerin fark etmediği topuk dikeni, erken teşhisle tedavyi mümkün kılan bir hastalıktır. Önemli olan, teşhis sonrası uygun tedavi yöntemi belirlenerek sürecin ilerlemesidir. İstirahat, buz kompresi, topuğu sabitleyici cihazlar, ağrı kesici kremler ve masaj, topuk dikenine iyi gelen yöntemler arasında sıralanabilir. Bu yöntemlerin doğru bir şekilde uygulanması, topuk dikeni şikayetlerinin hızlı bir şekilde azalmasını sağlar.Topuk Dikeni Neden Olur?Topuk dikenin nedeni derinin altında bulunan bağ doku olan fasyanın gerilmesi veya topuk kemiğini kaplayan zarın yırtılması ile oluşan iltihaptır. İltihaplanma ile artan kalsiyum birikintisi topuk dikeni olarak bilinen kemikli bir büyümeye neden olur. Ççok fazla hareket etmek ya da aşırı hareketsizlik, obezite, sert zeminde koşu yapma, ortopedik olmayan ayakkabı kullanımı, topuğa baskı uygulayan anormal yürüyüşler, düz taban veya yüksek kemerli ayağa sahip olmak ve uzun süreler ayakta durmak topuk dikeninin yaygın nedenleridir.Topuk dikeni nedenleri şunlardır:Ayak kasları ve bağlarında gerginlik, zorlanma, stresAyak kaslarındaki bağlarda ve özellikle plantar fasyadaki gerginlik ve aşırı zorlanma topuk dikenine ve buna bağlı olarak şiddetli ağrılara sebep olabilir.Sert zeminde yalın ayak yürümekSert yüzeylerde yürümek başta olmak üzere, koşmak veya atlamaktan kaynaklanan tekrarlayan zorlanma ve stres, topuk dikeninin yaygın bir nedenidir.Ortopedik ya da kemer desteği olmayan ayakkabı kullanımıSert tabanlı bir ayakkabı tercih etmek, topuk kemiklerine zarar vererek topuk dikeni oluşumuna yol açabilir. Bu duruma örnek olarak kadınlarda babet, erkeklerde sert tabanlı kösele ayakkabılar verilebilir.Egzersiz sırasında yanlış ayakkabı kullanımıEgzersiz yaparken ayak bağları ve kasları zorlanır. Bu zorlanmanın üstüne yanlış ayakkabı kullanımı da eklenirse plantar fasya hasar alır ve topuk dikeni görülebilir.Kilo alımı ve obeziteFazla kilolar, topuk kemiğine çok fazla baskı uygular. Bu durum fibröz dokunun (plantar fasya) iltihaplanmasına yol açabilir ve beraberinde yoğun topuk ağrısı yaşatır.Topukta meydana gelen yaralanmalarTopukta, kemikte ve bağlarda meydana gelen yaralanmalar da topuk dikenini tetikleyen nedenler arasındadır.Günün büyük bölümünü ayakta geçirmek Özellikle topuk bölgesine aniden yüklenme olduğunda veya uzun süre ayakta kalınması sonucu fasya adı verilen liflerde baskı oluşur ve topuk dikeni ortaya çıkar.Topuk Dikeni Belirtileri Nelerdir?Topuk dikeninin ilk ve en önemli belirtisi topukta ağrı görülmesidir. Özellikle sabah kalkınca ayak tabanı ağrısı ve topukta batma tarzında ağrı hissedilmesi, ve ayağın aşırı kullanımı sonrası gün sonunda topukta ağrıya neden olur. Bir diğer tipik belirtisi topuğun alt kısmında kemiksi bir çıkıntı meydana gelmesidir.Topuk dikeni belirtileri şunları içerir:Topuk dikeni olup olmadığını nasıl anlarız?Topuk dikeninin ilk ve en önemli belirtisi topukta ağrı görülmesidir. Topuk dikeni ağrısı iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Birincisi sabah kalkınca ayak tabanı ağrısı ve topukta batma tarzında ağrı hissedilmesi, ikincisi ise ayağın aşırı kullanılması ile beraber gün sonunda topukta artan ağrıdır.Topuk Dikeni Tanısı Nasıl Konulur?Topuk dikeninin tanısında ortopedik muayene çok önemlidir. Devamlı ya da zaman zaman topukta oluşan ağrı sonucunda topuk dikeninden şüphelenilmesi durumunda mutlaka bir Ortopedi ve Travmatoloji uzmanına danışılmalıdır. Genellikle hastanın şikayeti, muayene esnasında üstüne bastıktan sonra hastanın ayak topuğunda ağrı görülmesi ve topukta batma hissetmesi topuk dikeni ile ilgili fikir sahibi olunmasını sağlar. Bunlara ek olarak topuk dikeni röntgen görüntüsü, yani röntgen filmlerinde dikensi çıkıntıların olması teşhise kesinlik kazandırır. Nadiren bazı hastalardan ayak tabanı zarının topuk kemiğine yapıştığı yerdeki ödemi ya da var olabilecek yırtıkları görmek için MR da istenir. Ancak MR sıklıkla istenen bir tetkik değildir.  Topuk Dikeni Tedavisi Nasıl Yapılır?Topuk dikeni tedavisi için seçenekler arasında istirahat, egzersiz, kişiye özel ayak sabitleyici, antiinflamatuar ilaçlar ve kortizon enjeksiyonları yer alır. Bunlarla birlikte ağrısı kesici kremler ve masaj uygulamaları da topuk dikenine iyi gelen tedavi yöntemlerindendir. Bu tedavi yöntemleri başarısız olursa hastanın durumuna göre ameliyat gerekli olabilir.Günde 4-5 sefer beş dakika boyunca ayak parmaklarını geriye doğru gerdirerek egzersiz yapmalı ve topuğa buzla masaj uygulanmalıdır.Topuk dikenine iyi gelen tedavi yöntemleri aşağıdaki gibidir:Topuk dikeninde iğne tedavisi nasıl uygulanır?Birinci basamak tedaviden fayda görmeyen hastalara ikinci basamak tedavisinde yer alan topuk dikeni iğnesi uygulanır. Bu tedavide kortizon ve PRP olmak üzere iki farklı içerikle enjeksiyon yapılabilse de genellikle kortizon iğneleri kullanılır. İlk uygulama sonrasında ağrısı devam eden hastalara 10-15 gün sonra tekrar enjeksiyon yapılabilir. Ancak bu iğneler en fazla iki ya da üç kez tekrarlanır. Çünkü ilaca bağlı yan etkilerin yanı sıra kortizon, topuk dikeninde yırtıklara neden olabilir. Kortizondan fayda görmeyen hastalara PRP enjeksiyonu uygulanabilir. İğne tedavisi hastaları rahatlatırken, ağrıları uzun süre ortadan kaldırıp, tamamen de geçirebilir.ESWT nedir?İğne tedavisinden fayda görmeyen hastalara ESWT (Extracorporeal Shock Wave Therapy) tedavisi uygulanır. ESWT tedavisi şok dalgası, ses dalgası, halk arasında da “Topuk dikeni kırdırma ya da topuk dikeni kırma ” olarak da tabir edilen bir tedavi yöntemidir. Bu tedavideki hedef; topuk altında röntgen filminde görülen çıkıntıyı kırmak değil, yüksek enerjili ses dalgaları ile ayak tabanı zarının topuğa yapıştığı yerde iyileştirmeyi hızlandırmak için kontrollü bir zedelenme, yani mikro kanamalar yaratmaktır. Radyofrekans uygulaması nasıl yapılır?Topuk dikeni tedavisinde kullanılan bir diğer tedavi yöntemi de radyofrekans uygulamasıdır. Bu uygulamada ses dalgaları ile o bölgedeki sinirleri hissizleştirmeye yönelik bir işlem yapılır. Daha büyük iğneler ile girilip, radyofrekans yöntemiyle kontrollü bir ısı yaratarak o bölgedeki duyu ve ağrı sinirleri hissizleştirilerek tedavi uygulanır.Topuk dikeninin cerrahi tedavi yöntemi var mıdır?Bütün bu tedavi yöntemlerinden fayda görmeyen hastalara topuk dikeni ameliyatı uygulanır. Bu ameliyatla taban zarının topuğa yapıştığı o bölge kesilerek gevşetilir ve hastanın rahatlaması sağlanır. Ancak cerrahi tedavi çok nadir olarak uygulanır.Topuk Dikeni Nasıl Geçer?Topuğun epsom tuzu ya da elma sirkesi içinde bekletilmesi, hindistan cevizi yağı ile ovalanması, balık yağı, omega-3 ve D vitamini içeren besin tüketimi ve takviye alımı topuk dikenini geçirmeye yardım eden doğal yöntemler arasında yer alırlar. Topuk dikenini geçirmeye yardım eden doğal yöntemler şunlardır:Topuk Dikeni Hakkında Sık Sorulan Sorular Topuk dikeni en çok kimlerde görülür?Topuk dikeni özellikle erken yaşlarda ayak sağlığına önem vermemiş kişilerde görülebilir. Topuk dikeni tanısının en çok kimlerde görüldüğü şöyle sıralanabilir.Topuk dikenine neler neden olur?Topuk dikeninin yaygın nedenleri ayak bağlarında aşırı yüklenmeye ve strese neden olan yürüme veya koşma gibi aktivitelerde artış, yürünülen ve koşulan yüzeyin sertliği, ayak yapısı, ayakkabı türü ve aşırı kilodur.Topuk dikeni nasıl anlaşılır?Topuk dikeni en belirgin şekilde topukta meydana gelen şiddetli ve keskin bir ağrıyla kendini gösterir. Bu ağrı sabah atılan ilk adımda ortaya çıkabilir. Bununla birlikte akşama doğru şiddeti artan bir ağrı da görülebilir. Ağrı ile birlikte yanma, batma, uyuşma, iltihaplanma, kemik çıkıntısı gibi belirtiler de topuk dikenini gösterir.Topuk dikeninin iyileşmesi ne kadar sürer?Tedaviden sonra genellikle hastaların şikayetleri üç hafta içinde azalır.Tedavi işlemlerinde anestezi uygulanıyor mu? Topuk dikeni için yapılan enjeksiyonlar ağrılı olmaktadır. Bu sebeple hastanın ağrı duymaması için önce krem sürülür, ardından soğutucu ve hissizleştirici sprey sıkılarak, yavaş yavaş uyuşturucu iğne yapılır. Uyuşturma sonrasında topuğa iğne tedavisi uygulanır.ESWT yani ses dalgası tedavisinde hastanın ağrı duymaması için ayak bileğine giden sinirleri uyuşturacak lokal anestezi uygulanır. Radyofrekans yönteminde de tabana giden sinirlerin uyuşturulması gerekir.Hastalar normal hayatlarına ne zaman dönebilir?Hastalar iğne tedavisinden hemen sonra günlük hayatlarına geri dönebilir ama ses dalgası (ESWT) yöntemi sonrasında hastanın bir gün istirahat etmesi gerekir.Topuk dikeni iğne tedavisi kronik hastalarda uygulanabilir mi?Şeker ve tansiyon hastalarına iğne tedavisi ile kortizon verildiğinde dikkatli olunmalıdır. Çünkü kortizon hasta bünyesinde şeker ve tansiyon değerlerini etkiler. Hastada iyi kontrol edilmemiş bir şeker hastalığı varsa mutlaka endokrinoloji doktoru ile görüşüldükten sonra tedavi uygulanmalıdır.Bununla birlikte tansiyon hastalarında kortizon kullanımı vücutta tuz tutulmasına sebep olur. Bu durum tansiyon değerlerinin birkaç gün boyunca olumsuz etkilenmesine yol açabilir. İğne tedavisi uygulanacak olan hastaların şeker ve tansiyonları kontrol altında olmalıdır.Ayrıca kan sulandırıcı ilaç kullanan ve iğne ile ses dalgası tedavisi uygulanacak olan hastaların, kan sulandırıcı ilaç kullanımı kardiyoloji doktoruna danışılarak azaltılmalıdır. İlaç kullanımı azaltıldıktan sonra hastalara tedavi uygulanmalıdır. Çünkü yapılan işlemlerden sonra kanama riski ortaya çıkabilir.Topuk dikeni tedavisinde yaşla ilgili herhangi bir sınır var mıdır?Çocuk hastalarda topuk dikeni rahatsızlığı görülmez. Topuk dikeni orta ileri yaş grubunun hastalığıdır ve bütün tedaviler bu yaş grubuna uygulanır.Bu işlemlerin riskleri nelerdir?Kortizon tedavisinin uzun süreli kullanımı vücutta yan etkiler ortaya çıkarmaktadır. Ancak tek seferlik yapılan kortizonların çok ağır yan etkileri yoktur. Sadece tansiyon ve şeker hastalarında bir iki günlük olumsuz etkisi olabilir. Ayrıca iğne tedavisinde de kanama riski vardır. Ancak ygulama bölgesinde ana damarlar olmadığı için ciddi bir kanama riski barındırmaz.Topuk dikeni ve topuk ağrısı için hangi doktora gidilir?Topuk dikeni için Ortopedi ve Travmatoloji ile Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon doktorlarına başvurmak gerekir.  Topuk dikeni için uygulanan tedaviler güvenli midir?Topuk dikeni tedavisi için uygulanan bütün yöntemler güvenlidir.Topuk dikeni kırılır mı?Halk arasında topuk dikeninin, yani röntgende görülen o sivriliğin kırıldığı inancı vardır. Ses dalgası tedavisinin hedefi hiçbir zaman o kemiği kırmak değildir. Oradaki topuk zarının yapıştığı ağrılı olan bölgede bir zedelenme yaratarak iyileşmeyi sağlamaktır.Topuk dikeni ağrısı kendiliğinden geçer mi? Topuk dikeni ağrısı başlangıç seviyesindeyse, uygun ayakkabı seçimi yapıldığından kendiliğinden geçebilir. Bu ağrı çoğunlukla sert tabanlı ayakkabıların giyilmesi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Ağrı yapan ayakkabının belirlenip, yumuşak tabanlı bir ayakkabıyla değiştirilmesi topuk dikeni ağrısının geçmesini sağlayabilir. Ancak kronikleşmiş uzun süreli olan ağrılar için mutlaka tedavi gerekmektedir.Topuk dikeninin karıştırıldığı hastalıklar var mıdır?Topuk dikeni hastalığı ayak tabanına giden bazı sinirlerin sıkışması hastalığı, yani tarsal tünel ile karıştırılabilmektedir. Bu iki hastalığın birbirinden ayırt edilmesini sağlayan bazı belirti farklılıkları bulunmaktadır. Topuk dikeninde ayak tabanında uyuşukluk olmazken, ağrı sadece topukta görülür. Tarsal tünelde ise uyuşukluk tüm ayak tabanında meydana gelirken, ağrı ayak tabanında ve ayak ucunda da hissedilir. Bunlara ek olarak tarsal tünelde ayak tabanı yanması da belirtiler arasında yer alır.PRP enjeksiyonu nedir?PRP ya da trombosit bakımından zengin plazma tedavisi, kişinin kendisinden alınan kanın çeşitli işlemlerden geçirilerek vücutta tedavisi planlanan dokulara enjeksiyonu şeklinde uygulanan tedavi yöntemidir. İyileşmeyi artıran bir tedavi yöntemi olan PRP enjeksiyonlarının hedefi topuktaki iyileşmeyen dokunun iyileşmesinin hızlandırılması ve ağrının dindirilmesidir.ESWT topuk dikenine kalıcı çözüm sağlar mı?Bu alanda en yaygın olan tedavi türlerinden biri de şok dalga tedavisidir.  Şok dalgaları tedavisi olan “ESWT”, vücut dışında üretildikten sonra bir uygulama başlığı ile vücudun istenilen bölgesine uygulanan basınç dalgalarının kullanıldığı bir fizik tedavi yöntemidir. Sağlık sorunu nedeniyle enjeksiyon uygulanması sakıncalı olan hastalara veya bu tedaviden olumlu cevap alamayan kişilere, ESWT yani şok dalga tedavisi denilen yöntem uygulanabilir.nUzun yıllar böbrek taşlarını kırmak amacı ile kullanılan bu teknik, tedavide %85 kalıcı iyileşme sağlar. Tedaviye erken başlanması başarı şansını artırırken; işlem 3- 5 seans devam etmekte ve 1 hafta ara ile yapılan seanslar ortalama 20 dakika sürmektedir.Cerrahi müdahale olmaksızın, anestezi alınmadan, ilaçsız ve kısa sürede iyileşme sağlayan şok dalga tedavisinden sonra tekrarlama şansı düşüktür.Şok dalga tedavisi (ESWT) seanslarında neler yapılır?ESWT yani şok dalga tedavisi denilen yöntem uygulanabilir.  Halk arasında bu işlemde röntgende topuğa batmış bir diken gibi  görülen kemik çıkıntısının kırıldığı düşünülmektedir.  Seanslar esnasında yapılan şey topuk bölgesinde ağrıya neden olan iyileşmeyen dokunun, kontrollü bir şekilde yeniden tahrip edilerek iyileşme hızının artırılmasıdır. Bu tedavide topuğa uygulanacak yaklaşık 2000-3000 ses dalgasıyla o bölgenin içinde bir kanama başlatılır. Nitekim topuk dikeni şikayetine sahip olan hastaların çoğu şok dalga tedavisi  işleminden başarılı sonuçlar alabilmektedir.Şok dalga tedavisi (ESWT) kimlere uygulanmaz?Şok dalga tedavisinin; hamilelikte, kanserli hastalarda, hemofili gibi kan hastalığı olanlarda, kanama eğilimini arttıran ilaç kullananlarda, uygulama alanı üzerinde enfeksiyonu olanlarda ve kalp pili olan kişilerde uygulanması doğru değildir.Topuk dikeni hastaları ameliyat olur mu ?Topuk dikeni tedavisinde ameliyat en son seçenektir.  Zira masaj ve enjeksiyon tedavilerinden olumlu cevap alamayan hastaların birçoğu şok dalga tedavisiyle kalıcı iyileşme sağlamaktadır. Ameliyata ihtiyaç duyulmadan topuk dikeni tedavisinde olumlu sonuçlar alınabilmektedir. Hastaların sadece yüzde 1’inden daha azı ameliyata gereksinim duyar.Topuk dikeni hastalığında topukta kaşıntı görülür mü?Topuk kaşıntısı bu hastalığın belirtileri arasında yer almaz. Topuk dikeni önlenebilir mi?Topuk dikeni için ayakkabı seçimi büyük önem taşır. Yumuşak tabanlı spor ayakkabı gibi içindeki taban kısmı yumuşak ayakkabılar seçilmeli. Spor ayakkabısı giyilemeyecek iş gibi ortamlarda ise ayakkabıların içi silikon topukluklarla desteklenmeliTopuk dikeni büyür mü?Topuk dikenine neden olan durumu ortadan kaldırmak için bir tedavi uygulanmazsa, kalsiyum birikintilerinin depolanmaya devam etmesi nedeniyle, topuk dikeninin büyümeye devam etmesi mümkündür .
13,200
657
Hastalıklar
Trahom hastalığı
20. yüzyıl başlarında ve Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde önemli bir halk sağlığı sorunu olan trahom hastalığına günümüzde pek rastlanmıyor. Kör edici trahom granüler konjonktivit ve Mısır oftalmisi olarak da adlandırılan bu rahatsızlık göz kapaklarının içini döşeyen zarın üzerinde başlayıp devam ediyor. Trahom hastalığı, tedavi edilmezse kişide ilerleyen süreçte gözde körlüğü de sebep olabiliyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Göz Hastalıkları Bölümü’nden Op. Dr. Mahmut Odabaşı, trahom hastalığı ile ilgili bilgi verdi.20. yüzyıl başlarında ve Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde önemli bir halk sağlığı sorunu olan trahom hastalığına günümüzde pek rastlanmıyor. Kör edici trahom granüler konjonktivit ve Mısır oftalmisi olarak da adlandırılan bu rahatsızlık göz kapaklarının içini döşeyen zarın üzerinde başlayıp devam ediyor. Trahom hastalığı, tedavi edilmezse kişide ilerleyen süreçte gözde körlüğü de sebep olabiliyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Göz Hastalıkları Bölümü’nden Op. Dr. Mahmut Odabaşı, trahom hastalığı ile ilgili bilgi verdi. Trahom hastalığı nedir?Günümüzde artık görülmeyen trahom hastalığı, göz kapaklarının içini döşeyen zarın üzerinde başlayan ve devam eden tedavi edilmezse ilerleyen süreçte gözün körlüğüne bile sebep olabilen bulaşıcı bir hastalıktır.Trahom hastalığı neden olur?Bu hastalığa neden olan mikrop Chlamidya trochomatistir. Hasta kişilerle temas yoluyla bulaşabilmektedir.Trahom hastalığı belirtileri nelerdir?Hastalık gözün konjunktiva denen zarında yoğun bozulmalar ve konjonktivite yapar, zamanla bu enfeksiyon kötü şekilde iyileşir, kapak içlerinde göze sürtünecek bozuk alanlara sebep olur. Bu enfeksiyon sonrası göz kapakları içe veya dışa dönebilir. Zamanla kornea ülserleri ve pannus denilen lezyonla körlük oluşur. Belirtilere ek olarak ağrı kapakta şişlik ve kaşıntı gözde sulanma çapaklanma görülmektedir.Trahom hastalığı tedavisi nasıldır?Erken dönemde teşhisi konulan trahom hastalıklarında antibiyotikli göz merhemi ve antibiyotik hap tedavisi hastalığı iyileştirecektir.Trahom hastalığının tanısı nasıl konulur?Göz kapağında şişlik, ağrı ve kaşıntı olan bireyler mutlaka göz doktoruna başvurmalıdır. Doktor muayenesi ve çeşitli cihazlarla yapılan tetkikler sonucu hastalığın tanısı konulabilmektedir.Trahom hastalığı hakkında sık sorulan sorularTrahom hastalığı nasıl bulaşır?Hastalığa neden olan bakteri, hastalık bulaşmış kişinin gözleri veya burnuyla doğrudan veya dolaylı yollardan temas edilmesiyle yayılabilir. Bulaş direkt temas veya karasineklerle olmakta ve hastalığın yaygın olduğu yerlere seyahatlerde bulaşma daha olasıdır.Trahom uygun tanı ve tedavi edilmezse ne olur?Göz kapağının içinde sürekli olarak bir yara yüzeyi bozulmuş bir alan (skar pannus) oluşabilir ve hastalığım ileri evrelerinde bu yaralar kötü iyileşerek göz kapağındaİçe doğru katlanmaya sebep olabilir. Kirpiklerin gözün içine doğru dönüp korneaya batmasına ve bu uzun sürdüğünde görmede bulanıklığa hatta müdahale edilmezse korneaya bağlı körlüğe kadar ilerleyebilir.  Trahom hastalığı nedir?Günümüzde artık görülmeyen trahom hastalığı, göz kapaklarının içini döşeyen zarın üzerinde başlayan ve devam eden tedavi edilmezse ilerleyen süreçte gözün körlüğüne bile sebep olabilen bulaşıcı bir hastalıktır.Trahom hastalığı neden olur?Bu hastalığa neden olan mikrop Chlamidya trochomatistir. Hasta kişilerle temas yoluyla bulaşabilmektedir.Trahom hastalığı belirtileri nelerdir?Hastalık gözün konjunktiva denen zarında yoğun bozulmalar ve konjonktivite yapar, zamanla bu enfeksiyon kötü şekilde iyileşir, kapak içlerinde göze sürtünecek bozuk alanlara sebep olur. Bu enfeksiyon sonrası göz kapakları içe veya dışa dönebilir. Zamanla kornea ülserleri ve pannus denilen lezyonla körlük oluşur. Belirtilere ek olarak ağrı kapakta şişlik ve kaşıntı gözde sulanma çapaklanma görülmektedir.Trahom hastalığı tedavisi nasıldır?Erken dönemde teşhisi konulan trahom hastalıklarında antibiyotikli göz merhemi ve antibiyotik hap tedavisi hastalığı iyileştirecektir.Trahom hastalığının tanısı nasıl konulur?Göz kapağında şişlik, ağrı ve kaşıntı olan bireyler mutlaka göz doktoruna başvurmalıdır. Doktor muayenesi ve çeşitli cihazlarla yapılan tetkikler sonucu hastalığın tanısı konulabilmektedir.Trahom hastalığı hakkında sık sorulan sorularTrahom hastalığı nasıl bulaşır?Hastalığa neden olan bakteri, hastalık bulaşmış kişinin gözleri veya burnuyla doğrudan veya dolaylı yollardan temas edilmesiyle yayılabilir. Bulaş direkt temas veya karasineklerle olmakta ve hastalığın yaygın olduğu yerlere seyahatlerde bulaşma daha olasıdır.Trahom uygun tanı ve tedavi edilmezse ne olur?Göz kapağının içinde sürekli olarak bir yara yüzeyi bozulmuş bir alan (skar pannus) oluşabilir ve hastalığım ileri evrelerinde bu yaralar kötü iyileşerek göz kapağındaİçe doğru katlanmaya sebep olabilir. Kirpiklerin gözün içine doğru dönüp korneaya batmasına ve bu uzun sürdüğünde görmede bulanıklığa hatta müdahale edilmezse korneaya bağlı körlüğe kadar ilerleyebilir.
1,932
658
Hastalıklar
Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)
“Travma”  kelimesi, sözlük anlamı olarak ‘Bir doku veya organdaki yapıyı, biçimi bozan ve dıştan mekanik bir tepki sonucu oluşan yara’ şeklinde tanımlanmakta olup, tıpta fiziksel ve ruhsal travmalar olarak iki farklı anlamda karşımıza çıkmaktadır.“Travma”  kelimesi, sözlük anlamı olarak ‘Bir doku veya organdaki yapıyı, biçimi bozan ve dıştan mekanik bir tepki sonucu oluşan yara’ şeklinde tanımlanmakta olup, tıpta fiziksel ve ruhsal travmalar olarak iki farklı anlamda karşımıza çıkmaktadır. Amerikan Psikiyatri Birliği’nin yayını DSM-V’de ise travma, gerçek bir ölüm veya ölüm tehdidi, ciddi yaralanma veya cinsel şiddete maruziyet şeklinde tanımlanmıştır. Travma sonrası stres bozukluğu uzman yardımı alınarak çözülebilecek, ciddiye alınması gereken bir durumdur. Memorial Bahçelievler Hastanesi Psikoloji Bölümü’nden Klinik Psikolog Arzu Beyribey, travma sonrası stres bozukluğu ve tedavisi hakkında bilgi verdi.Travmayla Oluşan Ruhsal BozukluklarTravma sonucunda bireyler,  şahsi, toplumsal ve biyolojik etkenlerle, travmanın tipine, şiddetine, yaşanma şekli ve farklı bazı etkenlere bağlı olarak çeşitli tepkiler vermektedirler.  Bunlar, doğrudan travma ile ilişkilendirilen;  travma sonrası stres bozukluğu (TSSB),  uyum bozuklukları ile dolaylı olarak travma ile ilişkilendirilen; depresyon, dissosiyatif bozukluk, borderline kişilik bozukluğu, konversiyon bozukluğu, somatizasyon bozukluğu, yeme bozuklukları ve anksiyete bozuklukları ile psikotik bozukluklardır.Travma Sonrası Stres BozukluğuTravma sonrası stres bozukluğu, doğa ya da insan kaynaklı yaşanan zorlayıcı olayların tetiklediği zihinsel bir sağlık problemi olup; buna deprem, sel ve büyük yangınlar gibi doğal afetler ya da savaşlar, işkenceler, taciz veya tecavüzler, ölümcül hastalıklar, kazalar veya cinayet gibi travmatik olaylar neden olabilmektedir.Bu kişiler, olay sonrasında sosyal yaşamlarına uyum sağlamakta zorluklar yaşayabilmekte,  başlarına gelen bu durumu zihinlerinde ya da bilinç dışında tekrar tekrar hissedebilmektedir.  Ya da bazen, yaşadıkları olayı hatırlamamaya çalışmakta,  kaçınma davranışı sergilemektedirler.Travma sonrası stres bozukluğu kişinin iş ve sosyal yaşamına ve hayatının birçok alanına olumsuz yansıyabilmektedir.Bireyin bu durum karşısında,  hayatında tekrar kontrol duygusunu kazanmasına yardımcı olacak şekilde psikoterapi tedavisi uygulanabilmekte,  gerek duyulduğunda farmakolojik destek te (ilaç tedavisi) eklenebilmektedir.Travma Sonrası Stres Bozukluğu  (TSSB) Nedir?19. yüzyılda şiddetli biçimde yaşanan travmanın psikolojik ve psikofizyolojik etkileri giderek daha çok ilgi çekmeye başlamıştır. TSSB, kişinin aşırı travmatik bir stresörle karşılaşması neticesinde,  olayların kişiye sıkıntı verecek şekilde yeniden yaşantılanması, bireyin kaçınma davranışı sergilemesi,  duygulanımda zaman zaman küntlük ile birlikte,  otonomik, disforik ve bilişsel bulguların değişik derecelerde baş göstermesi ile ortaya çıkan bir ruhsal bozukluktur.Travmatik olay yaşayan kişinin olaydan sonra üzülmesi uyumakta, yemek yemekte ya da keyif alınan şeyleri yapmakta bir süreliğine sorun yaşanmasına yol açabilmektedir. Bu semptomların birkaç aydan uzun sürmesi durumunda,  kişinin yaşamı olumsuz etkilenebilmektedir. Bu tür durumdaki hastaların profesyonel yardım alması önerilmektedir.  Travma Sonrası Stres Bozukluğunun Nedenleri Nelerdir?Travma sonrası stres bozukluğuna nedeni insani veya doğa kaynaklı olabilir. İnsanların başına gelen bu tür tehlikeli olaylar yaşamı tehdit edici, şok edici veya çok korkutucu olabilir. Kişilerde travma sonrası stres bozukluğuna şunlar neden olabilmektedir: Şiddetli seller, depremler veya tsunamiler gibi doğal afetler Ciddi trafik kazaları Yangın Savaş Terör saldırıları Fiziksel istismarlar (işkence gibi) Cinsel saldırı veya tecavüz Ölümcül hastalıklar Cinayetler Sevilen birinin ani ölümü ya da kaybıTravma Sonrası Stres Bozukluğu Ne Kadar Yaygındır?Toplumdaki olaylar insanların en az yarısının travmatik bir olay yaşamasına neden olabilmektedir. Araştırmalar erkeklerin %10'u ve kadınların %20'sinin travma sonrası stres bozukluğu yaşadığını ortaya koymaktadır. Kadınlar, çocukluk döneminde erkeklerden daha sık ihmal veya istismar yaşamaktadır. Ayrıca cinsel saldırı ve aile içi şiddete daha sık maruz kalmaktadır. Bu durumda bir uzmandan yardım alınması büyük önem taşımaktadır.Travma Sonrası Stres Bozukluğu Belirtileri Nelerdir?Travma sonrası stres bozukluğu belirtileri, yaşanan olaydan sonraki ilk bir ay içinde de yıllar sonra da ortaya çıkmayabilir. Travma sonrası stres bozukluğu belirtileri, kişinin sosyal veya iş durumlarında ve ilişkilerde önemli sorunlara neden olur. Travma sonrası stres bozukluğunun belirtileri kişiden kişiye göre farklılıklar gösterir.TSSB yaşayan bireylerde, hipokampus ( beynin hafıza merkezi) boyut olarak daha küçük görünerek, bu kısmında meydana gelen değişikliklerin korku ve endişe, hafıza sorunları ve geri dönüşlerle ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Arızalı hipokampus, geri dönüşlerin ve kâbusların düzgün bir şekilde işlenmesini engelleyebilir, böylece ürettikleri kaygının zamanla azalması engellenebilir. Travma öncesinde bulunmayan sıkıntı ve huzursuzluk duyguları: Tahammülsüzlük, öfke patlamaları, uyku ve konsantrasyon sorunları, aşırı tetikte olma şeklinde gözlemlenebilmektedir.    Travmatik olayı yeniden yaşama: Geceleri kâbus olarak ya da gündüz olayı düşünme şeklinde ayrıntıların hatırlanmasıdır. Bu sırada gerçeklik duygusu kaybolabilir. Bir koku,  nesne, ses vb. sebebiyle, kaygı ve başka şiddetli duygular oluşabilir. Kaçınma: Yaşanan olumsuz deneyimi hatırlatabilecek durumlardan uzak durma isteğidir.   Duygusal kısıtlılık belirtileri: Eskiden yapılan faaliyetlere ya da diğer insanlara,  geleceğe ilişkin ilginin azalmasıdır. Depresyona benzeyen yabancılaşma, uzaklaşma duyguları oluşabilir.  Ayrıca sıkça suçluluk hissi ile bastırılmış öfke söz konusu olabilmektedir.Travma Sonrası Stres Bozukluğu Nasıl Teşhis Edilir?Travmatik bir olay yaşayan ya da çevresindeki sevdiklerinin yaşadığına şahit olan kişiler psikoloji uzmanından yardım almalıdır. Alanında yetkin psikoloji/ psikiyatri uzmanı, hasta ile yaptığı sözlü terapiler sonrası tanı koyabilir. Travma sonrası stres bozukluğu teşhisi konulması için belirtilerin bir aydan uzun sürmesi ve kişinin yaşamını etkilemesi gerekir.Travma Sonrası Stres Bozukluğu Önlenebilir mi?Travma sonrası stres bozukluğu travmatik bir olaydan sonra kesin önlenebilir diyemeyiz.  Ancak bazı araştırmalar, alınacak bazı önlemlerin daha sonra travmaya bağlı stres bozukluğunu önlemeye yardımcı olduğunu göstermiştir. Bu önlemler şunlardır; Bir uzman desteği alın Duygularınızı yönetebileceğinize inanın Travmadan hayata dair dersler çıkartmaya çalışın Olayın geçmişte kaldığını kendinize hatırladın Olumlu duygulara odaklanın Duygularınızı yakın dostlarınızla paylaşın  Hayatınızdaki önemli insanlarla sürekli iletişim halinde kalın Kendinizi bir kurban olarak değil, hayatta kalan biri olarak düşünmeye çalışınTravma Sonrası Stres Bozukluğunun Tedavisi Nedir?Travma sonrası stres bozukluğu olan kişilerin durumu, tedavi olmaması durumda zamanla kötüleşebilmektedir. Travmatik olay yıllar önce olsa bile, tedavi yardımcı olabilmektedir. Travma sonrası stres bozukluğunun öncelikli tedavisi travma odaklı terapidir. Ancak bazı hastalarda ilaç ve terapi birleştirilerek tedaviye devam edilir.  Burada, olay ve olayın kişi için anlamı incelenir. Uygulanan en etkili terapi yöntemleri şunlardır:BDT (Bilişsel Davranışçı Terapi)Kişinin var olan şemaları ile tehdit edici olay sırasındaki algısını örtüştürme ve travmayla gelişen uyarılma ile kişinin bunu normal düzeyde tutma isteği arasındaki çatışmadan kaynaklanan sorun çözülmeye çalışılır.  Travmatik deneyim,  bireyin önceden var olan, dünyaya ve kendilik algısına ait mevcut bilişsel şemalarını bozduğundan, kişinin hayata uyumunu bozacak nitelikte yeni şemalar oluşturmuştur. Burada yöntem olarak, kaygı yatışıncaya kadar travma ile ilgili endişe veren uyaranlarla yüzleştirilme yapılmaktadır. Sonra da bu olumsuz deneyim sonucunda yerleşmiş olan sorunlu bilişsel süreçlerin yerini, daha adaptif bilişsel süreçlerin alması sağlanmaktadır.Maruz bırakma, genelde bireyin travmayla bağlantılı anılarını gözünde yeniden canlandırarak anlatması veya yazmasının sağlanması şeklinde gerçekleştirilir.EMDRİlk olarak 1987 yılında Francine Shapiro adlı bir klinik psikolog tarafından travmatik yaşantıların tedavisinde kullanılan yöntem, olayla ilgili ilk algının ve çarpıtılmış düşüncelerin de depolandığı varsayımıyla,  göz hareketleri ve diğer iki yönlü ses ya da dokunma uyaranı eklenerek, bilgi işlemeyi uyarıp, donmuş bilginin duyarsızlaştırılmasını amaçlar. Böylece, olumsuz etki nötrlenerek, olumlu düşünce yeniden konumlanır. Amerikan Psikiyatri Birliği’nin yayını DSM-V’de ise travma, gerçek bir ölüm veya ölüm tehdidi, ciddi yaralanma veya cinsel şiddete maruziyet şeklinde tanımlanmıştır. Travma sonrası stres bozukluğu uzman yardımı alınarak çözülebilecek, ciddiye alınması gereken bir durumdur. Memorial Bahçelievler Hastanesi Psikoloji Bölümü’nden Klinik Psikolog Arzu Beyribey, travma sonrası stres bozukluğu ve tedavisi hakkında bilgi verdi.Travmayla Oluşan Ruhsal BozukluklarTravma sonucunda bireyler,  şahsi, toplumsal ve biyolojik etkenlerle, travmanın tipine, şiddetine, yaşanma şekli ve farklı bazı etkenlere bağlı olarak çeşitli tepkiler vermektedirler.  Bunlar, doğrudan travma ile ilişkilendirilen;  travma sonrası stres bozukluğu (TSSB),  uyum bozuklukları ile dolaylı olarak travma ile ilişkilendirilen; depresyon, dissosiyatif bozukluk, borderline kişilik bozukluğu, konversiyon bozukluğu, somatizasyon bozukluğu, yeme bozuklukları ve anksiyete bozuklukları ile psikotik bozukluklardır.Travma Sonrası Stres BozukluğuTravma sonrası stres bozukluğu, doğa ya da insan kaynaklı yaşanan zorlayıcı olayların tetiklediği zihinsel bir sağlık problemi olup; buna deprem, sel ve büyük yangınlar gibi doğal afetler ya da savaşlar, işkenceler, taciz veya tecavüzler, ölümcül hastalıklar, kazalar veya cinayet gibi travmatik olaylar neden olabilmektedir.Bu kişiler, olay sonrasında sosyal yaşamlarına uyum sağlamakta zorluklar yaşayabilmekte,  başlarına gelen bu durumu zihinlerinde ya da bilinç dışında tekrar tekrar hissedebilmektedir.  Ya da bazen, yaşadıkları olayı hatırlamamaya çalışmakta,  kaçınma davranışı sergilemektedirler.Travma sonrası stres bozukluğu kişinin iş ve sosyal yaşamına ve hayatının birçok alanına olumsuz yansıyabilmektedir.Bireyin bu durum karşısında,  hayatında tekrar kontrol duygusunu kazanmasına yardımcı olacak şekilde psikoterapi tedavisi uygulanabilmekte,  gerek duyulduğunda farmakolojik destek te (ilaç tedavisi) eklenebilmektedir.Travma Sonrası Stres Bozukluğu  (TSSB) Nedir?19. yüzyılda şiddetli biçimde yaşanan travmanın psikolojik ve psikofizyolojik etkileri giderek daha çok ilgi çekmeye başlamıştır. TSSB, kişinin aşırı travmatik bir stresörle karşılaşması neticesinde,  olayların kişiye sıkıntı verecek şekilde yeniden yaşantılanması, bireyin kaçınma davranışı sergilemesi,  duygulanımda zaman zaman küntlük ile birlikte,  otonomik, disforik ve bilişsel bulguların değişik derecelerde baş göstermesi ile ortaya çıkan bir ruhsal bozukluktur.Travmatik olay yaşayan kişinin olaydan sonra üzülmesi uyumakta, yemek yemekte ya da keyif alınan şeyleri yapmakta bir süreliğine sorun yaşanmasına yol açabilmektedir. Bu semptomların birkaç aydan uzun sürmesi durumunda,  kişinin yaşamı olumsuz etkilenebilmektedir. Bu tür durumdaki hastaların profesyonel yardım alması önerilmektedir.  Travma Sonrası Stres Bozukluğunun Nedenleri Nelerdir?Travma sonrası stres bozukluğuna nedeni insani veya doğa kaynaklı olabilir. İnsanların başına gelen bu tür tehlikeli olaylar yaşamı tehdit edici, şok edici veya çok korkutucu olabilir. Kişilerde travma sonrası stres bozukluğuna şunlar neden olabilmektedir:Travma Sonrası Stres Bozukluğu Ne Kadar Yaygındır?Toplumdaki olaylar insanların en az yarısının travmatik bir olay yaşamasına neden olabilmektedir. Araştırmalar erkeklerin %10'u ve kadınların %20'sinin travma sonrası stres bozukluğu yaşadığını ortaya koymaktadır. Kadınlar, çocukluk döneminde erkeklerden daha sık ihmal veya istismar yaşamaktadır. Ayrıca cinsel saldırı ve aile içi şiddete daha sık maruz kalmaktadır. Bu durumda bir uzmandan yardım alınması büyük önem taşımaktadır.Travma Sonrası Stres Bozukluğu Belirtileri Nelerdir?Travma sonrası stres bozukluğu belirtileri, yaşanan olaydan sonraki ilk bir ay içinde de yıllar sonra da ortaya çıkmayabilir. Travma sonrası stres bozukluğu belirtileri, kişinin sosyal veya iş durumlarında ve ilişkilerde önemli sorunlara neden olur. Travma sonrası stres bozukluğunun belirtileri kişiden kişiye göre farklılıklar gösterir.TSSB yaşayan bireylerde, hipokampus ( beynin hafıza merkezi) boyut olarak daha küçük görünerek, bu kısmında meydana gelen değişikliklerin korku ve endişe, hafıza sorunları ve geri dönüşlerle ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Arızalı hipokampus, geri dönüşlerin ve kâbusların düzgün bir şekilde işlenmesini engelleyebilir, böylece ürettikleri kaygının zamanla azalması engellenebilir.Ayrıca sıkça suçluluk hissi ile bastırılmış öfke söz konusu olabilmektedir.Travma Sonrası Stres Bozukluğu Nasıl Teşhis Edilir?Travmatik bir olay yaşayan ya da çevresindeki sevdiklerinin yaşadığına şahit olan kişiler psikoloji uzmanından yardım almalıdır. Alanında yetkin psikoloji/ psikiyatri uzmanı, hasta ile yaptığı sözlü terapiler sonrası tanı koyabilir. Travma sonrası stres bozukluğu teşhisi konulması için belirtilerin bir aydan uzun sürmesi ve kişinin yaşamını etkilemesi gerekir.Travma Sonrası Stres Bozukluğu Önlenebilir mi?Travma sonrası stres bozukluğu travmatik bir olaydan sonra kesin önlenebilir diyemeyiz.  Ancak bazı araştırmalar, alınacak bazı önlemlerin daha sonra travmaya bağlı stres bozukluğunu önlemeye yardımcı olduğunu göstermiştir. Bu önlemler şunlardır;Travma Sonrası Stres Bozukluğunun Tedavisi Nedir?Travma sonrası stres bozukluğu olan kişilerin durumu, tedavi olmaması durumda zamanla kötüleşebilmektedir. Travmatik olay yıllar önce olsa bile, tedavi yardımcı olabilmektedir. Travma sonrası stres bozukluğunun öncelikli tedavisi travma odaklı terapidir. Ancak bazı hastalarda ilaç ve terapi birleştirilerek tedaviye devam edilir.  Burada, olay ve olayın kişi için anlamı incelenir. Uygulanan en etkili terapi yöntemleri şunlardır:BDT (Bilişsel Davranışçı Terapi)Kişinin var olan şemaları ile tehdit edici olay sırasındaki algısını örtüştürme ve travmayla gelişen uyarılma ile kişinin bunu normal düzeyde tutma isteği arasındaki çatışmadan kaynaklanan sorun çözülmeye çalışılır.  Travmatik deneyim,  bireyin önceden var olan, dünyaya ve kendilik algısına ait mevcut bilişsel şemalarını bozduğundan, kişinin hayata uyumunu bozacak nitelikte yeni şemalar oluşturmuştur. Burada yöntem olarak, kaygı yatışıncaya kadar travma ile ilgili endişe veren uyaranlarla yüzleştirilme yapılmaktadır. Sonra da bu olumsuz deneyim sonucunda yerleşmiş olan sorunlu bilişsel süreçlerin yerini, daha adaptif bilişsel süreçlerin alması sağlanmaktadır.Maruz bırakma, genelde bireyin travmayla bağlantılı anılarını gözünde yeniden canlandırarak anlatması veya yazmasının sağlanması şeklinde gerçekleştirilir.EMDR
5,965
659
Hastalıklar
Trikotillomani (Saç Koparma Hastalığı)
Saç yolma hastalığı veya trikotillomani, bir çeşit dürtü kontrol bozukluğudur. Bu hastalığa sahip kişiler, stres veya sıkıntı zamanlarında saçlarını koparma eğilimindedir. Trikotillomani tedavi gerektiren ciddi bir durumdur. Hem psikolojik hem de fiziksel sonuçları vardır. Uygun tedavi ile trikotillomani kontrol altına alınabilir. Bu yazıda trikottillomani nedir, sebepleri ve tedavileri hakkında detaylı bilgileri bulabilirsiniz.Saç yolma hastalığı veya trikotillomani, bir çeşit dürtü kontrol bozukluğudur. Bu hastalığa sahip kişiler, stres veya sıkıntı zamanlarında saçlarını koparma eğilimindedir. Trikotillomani tedavi gerektiren ciddi bir durumdur. Hem psikolojik hem de fiziksel sonuçları vardır. Uygun tedavi ile trikotillomani kontrol altına alınabilir. Bu yazıda trikottillomani nedir, sebepleri ve tedavileri hakkında detaylı bilgileri bulabilirsiniz. Trikotillomani (Saç Koparma Hastalığı) Nedir?Halk arasında saç yolma hastalığı olarak bilinen trikotillomani, obsesif kompulsif bozukluk sınıfına giren, kişinin stres veya kaygıyla başa çıkma şekli olarak dürtüsel bir şekilde kendi saçını, kaşını veya kirpiğini yolması ile sonuçlanan akıl sağlığı bozukluğudur. Sürekli tekrar eden bir davranış olduğu için vücutta bulunan kıl veya saçların yolunması sonucunda bölgede kıl ve saç kaybı yaşanır.İlk defa Dermatolog Hallopeau tarafından literatüre kazandırılan bu hastalıkta, kişide saç yolma davranışı öncesinde yoğun kaygı ve gerginlik söz konusuyken, davranışı gerçekleştirdikten sonra bu gerginlik ortadan kalkar. Bu davranışın tekrarlayıcı ve uzun süreler boyunca yapılması kıl köklerinin zarar görmesiyle sonuçlanabilir. Trikotillomani (Saç Koparma Hastalığı) Kimlerde Görülür?Saç yolma hastalığı çocuk ve ergenlerde sık görülür fakat yetişkinlerde de görülebilen bir rahatsızlıktır. Bebeklerde de kimi zaman saç çekme davranışı görülmektedir. Bu geçici bir davranıştır, geçmediği taktirde bir uzman tarafından muayene edilmelidir.  Trikotillomani (Saç Koparma Hastalığı) Belirtileri Nelerdir?Ruh sağlığı çalışanlarının, ruhsal bozukluklar hakkında tanı ve teşhis aşamasında kullandığı DSM-5'e göre Trikotillomani, Obsesif kompülsif bozukluklar kategorisinde yer almaktadır. Belirtileri şu şekildedir;  Sürekli, yineleyici şekilde saç yolma, koparma davranışını gerçekleştirme Normalde saç ve kıllarla kaplı olması gereken bölgenin kelleşmesi Gerginlik hissiyatıyla beraber saçlarını koparması ve kopardıktan sonra bireyde rahatlama, haz alma durumunun gözlenmesi Saçları kıvırma, çekme, yolma isteği  Saç yolma ya da saç yitiminin başka bir sağlık sorununa, ruhsal bozukluğa bağlanamaz.   Saç ve kılların yenmesi sonucunda mide ve bağırsaklarda bazı rahatsızlıkların gözlenmesiİlerleyen süreçte deride ve ciltte ciddi, geri dönülemez hasarlar meydana gelebilir. Trikotillomani (Saç Koparma Hastalığı) Nedenleri Nelerdir?Trikotilomani hastalığı hakkında çalışmalar günümüzde devam etmektedir. Günümüze kadar yapılan çalışmalarda bu hastalığın bazı nedenleri sayılabilir. Kimi uzmanlara göre saç koparma davranışının öğrenilerek geliştirildiğini belirtilir. Genel bağlamda trikotillomani sebepleri olarak hastaların duygu düzenlemede problemler yaşamalarına bağlı olarak üzüntü, kızgınlık, suçluluk, mutluluk gibi duyguları kontrol etmekte zorlandıkları düşünülmektedir.  Genetik ve çevresel etkilerUzmanlar tarafından yapılan çalışmaların sonucunda trikotillomani tanısı almış bireylerin ailelerinde de saç yolma davranışı sergilediğini bulunmuştur. Gerçekleştirilen ikiz çalışmaları genetik faktörlerin saç koparma hastalığı sebepleri olabileceği hakkında önemli sonuçları gösterdi.  Diğer psikiyatrik hastalıkarla ilişkisiTrikotillomani dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, madde kullanım bozuklukları, yeme bozuklukları ve dürtü kontrol bozuklukları ile ilişkili olabilir. İlişkili oldukları psikolojik sorunlar kişiden kişiye değişebilir.  Stres ve anksiyete ile ilişkisiÇocuklarda ve yetişkinlerde trikotillomaniye eşlik eden rahatsızlık anksiyete bozukluğudur. Tekrarlayan bir şekilde devam eden saç yolma davranışını kaygı, öfke ve stres gibi duygular tetikleyebilir. Özellikle bu stres veya kaygıyı bastırmak ya da gidermek amacıyla tekrarlayan saç yolma davranışı sergilenebilir. Trikotillomanide Risk Faktörleri Nelerdir?Yüksek stres altında bulunmak, genetik faktörler, problem çözme becerisinin zayıf olması gibi risk faktörleri trikotillomani hastalığına sebebiyet verebilir. Kişiden kişiye değişkenlik gösterebilir. Trikotillomani (Saç Koparma Hastalığı) Teşhis ve Tarama YöntemleriSaç koparma hastalığı tanısı, hastanın muayenesi yapılıp öyküsü alındıktan sonra konulur. Tanı koyarken hasta kimi zaman utanç, alay edilme, suçluluk gibi duygular yaşadıkları görülür. Değerlendirme sürecinde ise saç ve kıl yolmanın ne kadar şiddette ve sıklıkta olduğu, süresi, yolunan saç miktarı, dürtünün özellikleri, eşlik eden hastalıklar vb. gibi durumlar araştırılır. Değerlendirme sürecinde kimi zaman test ve ölçeklerde kullanılır. Klinik değerlendirme süreciHastalığın tedavisi için öncelikli olarak doğru tanının konulması gerekir. Bu süreçte uzmanlar tarafından klinik ortamlarında değerlendirmeler gerçekleştirilir. Psikolojik testler ve ölçeklerKlinik değerlendirme sürecinde uzmanların kullandığı test ve ölçekler değişiklik gösterebilir. Kullanılan ölçeklerde Türkiye'de yaşayan hastalara uygun, Türkiye'ye uyarlanmış olmasına özen gösterilir. Trikotillomani (Saç Koparma Hastalığı) TedavisiTrikotilomani tedavisi olan bir rahatsızlıktır. Saç koparma hastalığı tedavisi, ruh sağlığı çalışanları tarafından gerçekleştirilen psikoterapi yöntemleri veya gerektiği taktirde uzman tavsiyesinde ilaçlar kullanılır. Hastaya ve ailesine ise psikoeğitimler verilerek hastalık hakkında doğru, detaylı bilgi edinmesi sağlanır.Bu psikoeğitimler tedavinin ilk basamağını oluşturur.  Daha sonraki süreçte tercih edilen yöntemlere göre tedavi gerçekleştirilir. Kimi zaman terapi yöntemleri kullanılırken kimi zaman ilaçlı tedavi gerçekleştirilmektedir. Farklı saç koparma hastalığından kurtulma yolları vardır. Bilişsel davranışçı terapi yöntemiBilişsel Davranışçı terapi, psikoterapi türlerinden biridir. Bilişsel davranışçı terapide belirli sorunları belirleyerek danışan - terapist işbirliği içerisinde duygu, düşünce, davranışlar çalışılır. Kişide güncel olarak sıkıntı yaratan durum hakkında konuşulur. Hastalığı saptamada işbirliği içerisinde olmak önemlidir. Bundan dolayı Trikotillomani hastasının işbirliğine açık, hastalığının farkında ve iyileşme odaklı olması önemlidir. Terapi seansları esnasında saç yolma davranışının yoğun olduğu zamanlar tespit edilerek buradaki dürtüsel tepkilere karşı tepki ve farkındalık oluşturulur. Bu seansların dışında ev ödevleri verilerek seans içerisinde ki duygu, düşünce ve davranışların pekiştirilmesi amaçlanır. İlaç tedavisiTerapi yöntemlerinin dışında ilaçlı (psikofarmakolojik) tedavilerde uygulanabilir. Bu konun uzmanlarına danışarak ilaçlı tedaviye başlayabilirsiniz. Dikkat edilmesi gereken en önemli husus ise ilacın yan etkileridir.  Destek grupları ve kendine yardım stratejileriBilişsel Davranışçı terapi başta olmak üzere birçok terapi türünde temel hedefler arasında hastanın kendine yardım etmesi amaçlanır. Bunu nasıl gerçekleştireceği konusunda psikoeğitim seansları düzenlenerek hastanın problemle baş etme stratejileri geliştirilmeye çalışılır. Bireysel görüşmelerin dışında benzer rahatsızlıklardan muzdarip hastaların bir araya gelirler. Başta birbirlerine destek olmak gibi birçok amaca hizmet eden destek gruplarıyla da tedavi gerçekleştirilebilir.  Trikotillomanin Kişiye ve Aileye Etkisi Trikotilomani hastalığı sadece fiziksel görünüşü değil aynı zamanda duygusal bağlamda da kişiyi etkiler. Hastalığa sahip kişiler bir süre sonra içine kapanık bir yaşam sürdürmeye başlayabilirler. Diğerleri ile iletişimi minimum seviyeye indirebilirler. Burada aile bağlarında bir zayıflama söz konusu olabilir. Böyle durumlarda bir uzmandan destek almak gerekebilir.  Sosyal ve duygusal etkileriTrikotillomani hastalığı saç kaybına neden olur. Oluşan bu fiziksel görüntü hastanın sosyal çevresinden kendisini soyutlamasına sebep olabilir. Yalnız ve içine kapanık bir birey haline gelebilir. Aynaya baktığında birey görüntüsünü beğenmediğinden dolayı sosyal ortamlardan uzak durmak isteyebilir. Bunun dışında elbette Trikotillomani duyguları da etkileyerek bireyin olumsuz duygu durumunda olmasına sebebiyet verir. Ebeveynler ve aileler için stratejilerTrikotillomani görüldüğü taktirde bir uzman tarafından destek almak bu süreci daha rahat atlatmayı sağlar. Özellikle ailelere ve çocuğa verilen psikoeğitimler hastalığı ve tedavi süreci hakkında daha detaylı ve doğru bilgi edinmede yardımcı olur. Bunun dışında Trikotillomani hakkında bilimsel yayınları okumakta süreç hakkında daha detaylı bilgi edinmeyi sağlar. Bu rahatsızlığın sebebi çocuğun içsel dünyasında yaşamış olduğu , başa çıkamadığı durum, duygu, düşünceler olabileceği gibi olumsuz aile tutumları da sebebiyet verebilir. Bu noktada ailenin ve ebeveynlerinde gözden geçirmesi gereken sorunlar olabilir.Trikotillomani (Saç Koparma Hastalığı) Hakkında Sık Sorulan SorularTrikotillomaninin yaygınlığı nedir?Gerçekleştirilen bilimsel çalışmalara göre farklı yaş gruplarda farklı yaygınlık düzeyi vardır. üniversite öğrencilerinde bu sıklık %1-3 arasındayken çocuklarda ise %1 olduğu belirtilmiştir. Cinsiyetler arası görülme yaygınlığı ise tartışmalı bir süreçtir.  Trikotillomani (saç koparma hastalığı) tedavisi ne kadar sürer?Trikotillomani (saç koparma hastalığı) tedavi süresi değişkenlik gösterebilir. Hastalığın sıklığı, süresi, eşlik eden tanılar gibi hastadan hastaya değişen süreçler tedavi süresini farklılaştırır. Trikotillomani (Saç Koparma Hastalığı) ile nasıl başa çıkılır?Trikotillomani bir saç koparma hastalığı olarak bilinir. Hastalığın tedavinin bir uzman tarafından gerçekleştirilmesi en sağlıklı yöntem olur. Bu konuda uzman psikiyatrist ve psikologlardan destek almanız sürecin rahat ve kolay bir şekilde atlatılmasını sağlar. Trikotillomani tedavi edilmezse ne olur?Halk arasında saç koparma hastalığı olarak bilinen trikotillomaniye sahip bireyler istemsizce vücutta bulunan kılları yolma eğilimi içerisindedir. Tedavinin gerçekleştirilememesi kalıcı kelliğe sebebiyet verebilir. İlerleyen durumlarda bölgede zarar gören dokular enfeksiyon kapabilir. Bu da ciddi yaralanmalara sebebiyet verebilir. Trikotillomani (Saç Koparma Hastalığı) tedavisi ne kadar sürer?Bir uzman tarafından gerçekleştirilen tedaviler, uzmanın kullandığı tedavi yöntemine göre değişiklik gösterebilir. Tedavi planı yapılırken hastanın yaşı, şiddet, eşlik eden tanılar etkilidir. Bunun dışında hastalığın seviyesi, hastanın durumu, tedaviye istekliliği gibi durumlar tedavi süresini etkilemektedir. Saç koparma hastalığı tekrarlar mı?Saç koparma hastalığı belirli sıklıklarla gerçekleşip bir süre sonra bu davranış ortadan kalkıyor olabilir. Hastalık tedavi edilmediği taktirde tekrarlayabilir, şiddetlenebilir. Trikotillomani sonrası saç çıkar mı?  Trikotillomani hastaları tekrarlayan bir şekilde saçlarını yolarlar. Bu durum kıl köklerine kalıcı zararlar verebilir. Zamanla bölgede kellik görülebilir. Fakat zamanında fark edilerek tedavinin gerçekleştirildiği durumlarda kıl köklerini kurtarmak mümkündür. Trikotillomani genetik mi?Bilimsel ortamlarda yapılan ikiz çalışmalarında genetik faktörlerin bu hastalığın görülmesinde rol oynayabileceğini düşündürmüştür.  Trikotillomani (Saç Koparma Hastalığı) OKB mi?Ruh sağlığı çalışanlarının hastalıkları tanımlamak için kullandıkları DSM-5'te Trikotillomani OKB sınıfında yer alan ayrı bir tanı olarak karşımıza çıkmaktadır.İnsanlar neden saçlarını koparırlar?Farklı sebeplerden dolayı insanlar saçlarını koparırlar. Klinik ortamlarda gerçekleştirilen test ve ölçekler sonucunda nedenleri hakkında daha detaylı bilgi alınabilir. Trikotillomani özellikleri nelerdir?Trikotillomani halk arasında saç koparma hastalığı olarak bilinir. Temel bağlamda ise bireylerin yaşadığı stres, kaygı gibi olumsuz hayat deneyimleriyle başa çıkamadıkları taktirde saçlarını yolabilirler.  Trikotillomani (Saç Koparma Hastalığı) Nedir?Halk arasında saç yolma hastalığı olarak bilinen trikotillomani, obsesif kompulsif bozukluk sınıfına giren, kişinin stres veya kaygıyla başa çıkma şekli olarak dürtüsel bir şekilde kendi saçını, kaşını veya kirpiğini yolması ile sonuçlanan akıl sağlığı bozukluğudur. Sürekli tekrar eden bir davranış olduğu için vücutta bulunan kıl veya saçların yolunması sonucunda bölgede kıl ve saç kaybı yaşanır.İlk defa Dermatolog Hallopeau tarafından literatüre kazandırılan bu hastalıkta, kişide saç yolma davranışı öncesinde yoğun kaygı ve gerginlik söz konusuyken, davranışı gerçekleştirdikten sonra bu gerginlik ortadan kalkar. Bu davranışın tekrarlayıcı ve uzun süreler boyunca yapılması kıl köklerinin zarar görmesiyle sonuçlanabilir. Trikotillomani (Saç Koparma Hastalığı) Kimlerde Görülür?Saç yolma hastalığı çocuk ve ergenlerde sık görülür fakat yetişkinlerde de görülebilen bir rahatsızlıktır. Bebeklerde de kimi zaman saç çekme davranışı görülmektedir. Bu geçici bir davranıştır, geçmediği taktirde bir uzman tarafından muayene edilmelidir.  Trikotillomani (Saç Koparma Hastalığı) Belirtileri Nelerdir?Ruh sağlığı çalışanlarının, ruhsal bozukluklar hakkında tanı ve teşhis aşamasında kullandığı DSM-5'e göre Trikotillomani, Obsesif kompülsif bozukluklar kategorisinde yer almaktadır. Belirtileri şu şekildedir; İlerleyen süreçte deride ve ciltte ciddi, geri dönülemez hasarlar meydana gelebilir. Trikotillomani (Saç Koparma Hastalığı) Nedenleri Nelerdir?Trikotilomani hastalığı hakkında çalışmalar günümüzde devam etmektedir. Günümüze kadar yapılan çalışmalarda bu hastalığın bazı nedenleri sayılabilir. Kimi uzmanlara göre saç koparma davranışının öğrenilerek geliştirildiğini belirtilir. Genel bağlamda trikotillomani sebepleri olarak hastaların duygu düzenlemede problemler yaşamalarına bağlı olarak üzüntü, kızgınlık, suçluluk, mutluluk gibi duyguları kontrol etmekte zorlandıkları düşünülmektedir.  Genetik ve çevresel etkilerUzmanlar tarafından yapılan çalışmaların sonucunda trikotillomani tanısı almış bireylerin ailelerinde de saç yolma davranışı sergilediğini bulunmuştur. Gerçekleştirilen ikiz çalışmaları genetik faktörlerin saç koparma hastalığı sebepleri olabileceği hakkında önemli sonuçları gösterdi.  Diğer psikiyatrik hastalıkarla ilişkisiTrikotillomani dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, madde kullanım bozuklukları, yeme bozuklukları ve dürtü kontrol bozuklukları ile ilişkili olabilir. İlişkili oldukları psikolojik sorunlar kişiden kişiye değişebilir.  Stres ve anksiyete ile ilişkisiÇocuklarda ve yetişkinlerde trikotillomaniye eşlik eden rahatsızlık anksiyete bozukluğudur. Tekrarlayan bir şekilde devam eden saç yolma davranışını kaygı, öfke ve stres gibi duygular tetikleyebilir. Özellikle bu stres veya kaygıyı bastırmak ya da gidermek amacıyla tekrarlayan saç yolma davranışı sergilenebilir. Trikotillomanide Risk Faktörleri Nelerdir?Yüksek stres altında bulunmak, genetik faktörler, problem çözme becerisinin zayıf olması gibi risk faktörleri trikotillomani hastalığına sebebiyet verebilir. Kişiden kişiye değişkenlik gösterebilir. Trikotillomani (Saç Koparma Hastalığı) Teşhis ve Tarama YöntemleriSaç koparma hastalığı tanısı, hastanın muayenesi yapılıp öyküsü alındıktan sonra konulur. Tanı koyarken hasta kimi zaman utanç, alay edilme, suçluluk gibi duygular yaşadıkları görülür. Değerlendirme sürecinde ise saç ve kıl yolmanın ne kadar şiddette ve sıklıkta olduğu, süresi, yolunan saç miktarı, dürtünün özellikleri, eşlik eden hastalıklar vb. gibi durumlar araştırılır. Değerlendirme sürecinde kimi zaman test ve ölçeklerde kullanılır. Klinik değerlendirme süreciHastalığın tedavisi için öncelikli olarak doğru tanının konulması gerekir. Bu süreçte uzmanlar tarafından klinik ortamlarında değerlendirmeler gerçekleştirilir. Psikolojik testler ve ölçeklerKlinik değerlendirme sürecinde uzmanların kullandığı test ve ölçekler değişiklik gösterebilir. Kullanılan ölçeklerde Türkiye'de yaşayan hastalara uygun, Türkiye'ye uyarlanmış olmasına özen gösterilir. Trikotillomani (Saç Koparma Hastalığı) TedavisiTrikotilomani tedavisi olan bir rahatsızlıktır. Saç koparma hastalığı tedavisi, ruh sağlığı çalışanları tarafından gerçekleştirilen psikoterapi yöntemleri veya gerektiği taktirde uzman tavsiyesinde ilaçlar kullanılır. Hastaya ve ailesine ise psikoeğitimler verilerek hastalık hakkında doğru, detaylı bilgi edinmesi sağlanır.Bu psikoeğitimler tedavinin ilk basamağını oluşturur.  Daha sonraki süreçte tercih edilen yöntemlere göre tedavi gerçekleştirilir. Kimi zaman terapi yöntemleri kullanılırken kimi zaman ilaçlı tedavi gerçekleştirilmektedir. Farklı saç koparma hastalığından kurtulma yolları vardır. Bilişsel davranışçı terapi yöntemiBilişsel Davranışçı terapi, psikoterapi türlerinden biridir. Bilişsel davranışçı terapide belirli sorunları belirleyerek danışan - terapist işbirliği içerisinde duygu, düşünce, davranışlar çalışılır. Kişide güncel olarak sıkıntı yaratan durum hakkında konuşulur. Hastalığı saptamada işbirliği içerisinde olmak önemlidir. Bundan dolayı Trikotillomani hastasının işbirliğine açık, hastalığının farkında ve iyileşme odaklı olması önemlidir. Terapi seansları esnasında saç yolma davranışının yoğun olduğu zamanlar tespit edilerek buradaki dürtüsel tepkilere karşı tepki ve farkındalık oluşturulur. Bu seansların dışında ev ödevleri verilerek seans içerisinde ki duygu, düşünce ve davranışların pekiştirilmesi amaçlanır. İlaç tedavisiTerapi yöntemlerinin dışında ilaçlı (psikofarmakolojik) tedavilerde uygulanabilir. Bu konun uzmanlarına danışarak ilaçlı tedaviye başlayabilirsiniz. Dikkat edilmesi gereken en önemli husus ise ilacın yan etkileridir.  Destek grupları ve kendine yardım stratejileriBilişsel Davranışçı terapi başta olmak üzere birçok terapi türünde temel hedefler arasında hastanın kendine yardım etmesi amaçlanır. Bunu nasıl gerçekleştireceği konusunda psikoeğitim seansları düzenlenerek hastanın problemle baş etme stratejileri geliştirilmeye çalışılır. Bireysel görüşmelerin dışında benzer rahatsızlıklardan muzdarip hastaların bir araya gelirler. Başta birbirlerine destek olmak gibi birçok amaca hizmet eden destek gruplarıyla da tedavi gerçekleştirilebilir.  Trikotillomanin Kişiye ve Aileye Etkisi Trikotilomani hastalığı sadece fiziksel görünüşü değil aynı zamanda duygusal bağlamda da kişiyi etkiler. Hastalığa sahip kişiler bir süre sonra içine kapanık bir yaşam sürdürmeye başlayabilirler. Diğerleri ile iletişimi minimum seviyeye indirebilirler. Burada aile bağlarında bir zayıflama söz konusu olabilir. Böyle durumlarda bir uzmandan destek almak gerekebilir.  Sosyal ve duygusal etkileriTrikotillomani hastalığı saç kaybına neden olur. Oluşan bu fiziksel görüntü hastanın sosyal çevresinden kendisini soyutlamasına sebep olabilir. Yalnız ve içine kapanık bir birey haline gelebilir. Aynaya baktığında birey görüntüsünü beğenmediğinden dolayı sosyal ortamlardan uzak durmak isteyebilir. Bunun dışında elbette Trikotillomani duyguları da etkileyerek bireyin olumsuz duygu durumunda olmasına sebebiyet verir. Ebeveynler ve aileler için stratejilerTrikotillomani görüldüğü taktirde bir uzman tarafından destek almak bu süreci daha rahat atlatmayı sağlar. Özellikle ailelere ve çocuğa verilen psikoeğitimler hastalığı ve tedavi süreci hakkında daha detaylı ve doğru bilgi edinmede yardımcı olur. Bunun dışında Trikotillomani hakkında bilimsel yayınları okumakta süreç hakkında daha detaylı bilgi edinmeyi sağlar. Bu rahatsızlığın sebebi çocuğun içsel dünyasında yaşamış olduğu , başa çıkamadığı durum, duygu, düşünceler olabileceği gibi olumsuz aile tutumları da sebebiyet verebilir. Bu noktada ailenin ve ebeveynlerinde gözden geçirmesi gereken sorunlar olabilir.Trikotillomani (Saç Koparma Hastalığı) Hakkında Sık Sorulan SorularTrikotillomaninin yaygınlığı nedir?Gerçekleştirilen bilimsel çalışmalara göre farklı yaş gruplarda farklı yaygınlık düzeyi vardır. üniversite öğrencilerinde bu sıklık %1-3 arasındayken çocuklarda ise %1 olduğu belirtilmiştir. Cinsiyetler arası görülme yaygınlığı ise tartışmalı bir süreçtir.  Trikotillomani (saç koparma hastalığı) tedavisi ne kadar sürer?Trikotillomani (saç koparma hastalığı) tedavi süresi değişkenlik gösterebilir. Hastalığın sıklığı, süresi, eşlik eden tanılar gibi hastadan hastaya değişen süreçler tedavi süresini farklılaştırır. Trikotillomani (Saç Koparma Hastalığı) ile nasıl başa çıkılır?Trikotillomani bir saç koparma hastalığı olarak bilinir. Hastalığın tedavinin bir uzman tarafından gerçekleştirilmesi en sağlıklı yöntem olur. Bu konuda uzman psikiyatrist ve psikologlardan destek almanız sürecin rahat ve kolay bir şekilde atlatılmasını sağlar. Trikotillomani tedavi edilmezse ne olur?Halk arasında saç koparma hastalığı olarak bilinen trikotillomaniye sahip bireyler istemsizce vücutta bulunan kılları yolma eğilimi içerisindedir. Tedavinin gerçekleştirilememesi kalıcı kelliğe sebebiyet verebilir. İlerleyen durumlarda bölgede zarar gören dokular enfeksiyon kapabilir. Bu da ciddi yaralanmalara sebebiyet verebilir. Trikotillomani (Saç Koparma Hastalığı) tedavisi ne kadar sürer?Bir uzman tarafından gerçekleştirilen tedaviler, uzmanın kullandığı tedavi yöntemine göre değişiklik gösterebilir. Tedavi planı yapılırken hastanın yaşı, şiddet, eşlik eden tanılar etkilidir. Bunun dışında hastalığın seviyesi, hastanın durumu, tedaviye istekliliği gibi durumlar tedavi süresini etkilemektedir. Saç koparma hastalığı tekrarlar mı?Saç koparma hastalığı belirli sıklıklarla gerçekleşip bir süre sonra bu davranış ortadan kalkıyor olabilir. Hastalık tedavi edilmediği taktirde tekrarlayabilir, şiddetlenebilir. Trikotillomani sonrası saç çıkar mı?  Trikotillomani hastaları tekrarlayan bir şekilde saçlarını yolarlar. Bu durum kıl köklerine kalıcı zararlar verebilir. Zamanla bölgede kellik görülebilir. Fakat zamanında fark edilerek tedavinin gerçekleştirildiği durumlarda kıl köklerini kurtarmak mümkündür. Trikotillomani genetik mi?Bilimsel ortamlarda yapılan ikiz çalışmalarında genetik faktörlerin bu hastalığın görülmesinde rol oynayabileceğini düşündürmüştür.  Trikotillomani (Saç Koparma Hastalığı) OKB mi?Ruh sağlığı çalışanlarının hastalıkları tanımlamak için kullandıkları DSM-5'te Trikotillomani OKB sınıfında yer alan ayrı bir tanı olarak karşımıza çıkmaktadır.İnsanlar neden saçlarını koparırlar?Farklı sebeplerden dolayı insanlar saçlarını koparırlar. Klinik ortamlarda gerçekleştirilen test ve ölçekler sonucunda nedenleri hakkında daha detaylı bilgi alınabilir. Trikotillomani özellikleri nelerdir?Trikotillomani halk arasında saç koparma hastalığı olarak bilinir. Temel bağlamda ise bireylerin yaşadığı stres, kaygı gibi olumsuz hayat deneyimleriyle başa çıkamadıkları taktirde saçlarını yolabilirler. 
8,681
660
Hastalıklar
Torasik Outlet (Çıkış) Sendromu
Sıra dışı bulgu ve belirtilerle seyretmesi nedeniyle tanı konulması zor olan bir hastalık olan torasik çıkış sendromu, kola giden damar ve sinir yapılarının göğüs kafesi çıkışında köprücük kemiği ve 1. kaburga arasında sıkışmasıyla meydana geliyor. Kadınlarda erkeklerden üç kat daha fazla görülüyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Op. Dr. Mehmet Burak Yalçın, torasik çıkış sendromu ve tedavisi hakkında önemli bilgiler verdi.Sıra dışı bulgu ve belirtilerle seyretmesi nedeniyle tanı konulması zor olan bir hastalık olan torasik çıkış sendromu, kola giden damar ve sinir yapılarının göğüs kafesi çıkışında köprücük kemiği ve 1. kaburga arasında sıkışmasıyla meydana geliyor. Kadınlarda erkeklerden üç kat daha fazla görülüyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Op. Dr. Mehmet Burak Yalçın, torasik çıkış sendromu ve tedavisi hakkında önemli bilgiler verdi. Torasik (outlet) çıkış sendromu nedir? Kola giden damar, sinir yapılarının göğüs kafesi çıkışında köprücük kemiği ve 1. kaburga arasında sıkışmasına torasik çıkış sendromu denmektedir. Kadınlarda erkeklerden üç kat daha fazla görülmektedir. Toplumda yaklaşık %1-2 sıklıkta görülmektedir.Torasik (outlet) çıkış sendromu belirtileri nelerdir?Torasik çıkış sendromu hastalarının yaklaşık %95’inde nörolojik (sinirsel), %5 civarında ise damarsal yapılar etkilenir. Hastanın şikayetleri yani bulgular sıkışan yapı ile ilgilidir. Eğer atar damar sıkışması varsa kolda soğukluk, uyuşukluk, yorgunluk olurken toplar damar basısında kolda ödem ve morarma şikayetleri ön planda olabilir. Sinir sıkışmasında ise kolda uyuşma, karıncalanma, ağrı gibi şikayetleri daha belirgin olmaktadır. Bunun yanında boyun ve omuz ağrıları da olabilir. Kolun yukarı kalkması, uzanma ve ağırlık taşıma ile ağrıda artma görülebilmektedir.Torasik (outlet) çıkış sendromu tanısı nasıl konulur?Tanı için pek çok özel test tanımlanmıştır. Bu testlerle birlikte grafi, ultrason, bilgisayarlı tomografi (BT), manyetik rezonans (MR), elektromiyografi (EMG) gibi tetkiklerle teşhis konulabilir. Tanısı zor konulan bir hastalıktır.  Belirti ve bulgularındaki farklılık nedeniyle detaylı muayene ve tetkiklerle bile tanıda gecikme yaşanabilmektedir.Torasik (outlet) çıkış sendromu tedavisi nasıldır?Torasik çıkış sendromu vakalarında bazı yaşam tarzı değişiklikleri faydalı olabilmektedir. Örneğin obeziteden kaynaklanan torasik çıkış sendromunda kilo vermek, tekrarlayan hareketler sonucu meydana gelen torasik çıkış sendromunda tekrarlayan aktivitelerden ve baş üstü aktivitelerden kaçınmak, duruş bozukluğu varlığında duruş bozukluğunu düzeltmeye yönelik egzersizler gibi basit yaşam tarzı değişiklikleriyle giderilebilmektedir. Ek olarak, fizik tedavi, ağrı kesici ve kas gevşetici ilaçlar da fayda sağlayabilir. Bunlarla yanıt alınamazsa ve/veya basıya bağlı kas zayıflığı, ilerleyici sinir hasarı varsa ameliyat ile basının kaldırılması gerekli olacaktır. Ameliyatta ise boyun üst bölgesinde sıkışmaya sebep olan bantlar serbestleştirilir ve birinci kaburganın çıkarılması işlemi yapılır. İşlem, koltuk altından yapılan bir kesi ya da köprücük kemiğinin üzerinden yapılan bir kesi gerçekleştirilir.Torasik (outlet) çıkış sendromu hakkında sıkça sorulan sorular Torasik (outlet) çıkış sendromu neden olur?Torasik çıkış sendromu her yaşta görülebilir. Çoğu hastada altta yatan anatomik yatkınlığın üzerine eklenen kronik tekrarlayan travma sonrası meydana gelir. Hastaların %70’i hastalığa yumuşak doku anormallikleri sebep olurken yaklaşık %30 hastada kemik anormallikleri hastalığa sebep olmaktadır.Anatomik özellikler: Doğuştan gelen kalıtsal kusurlar, ilk kaburga (servikal kaburga) üzerinde bulunan ekstra bir kaburga veya omurgayı kaburgaya bağlayan anormal derecede sıkı fibrotik bant içerebilir.Duruş bozukluğu: Omuzları düşürmek veya başı öne doğru tutmak göğüs çıkış bölgesinde baskıya neden olabilir.Travma: Araba kazası gibi travmatik bir olay, torasik çıkıştaki sinirleri sıkıştıran iç değişikliklere neden olabilir.Tekrarlayan aktivite: Aynı şeyi tekrar tekrar yapmak, zamanla vücut dokusunu yıpratabilir. Bilgisayarda yazı yazmak, kolları baş üstü kaldırmak (örnek olarak; baş seviyesinden daha yüksek rafa bir şeyler koymak) gibi bir hareketi sürekli olarak yinelemek torasik çıkış sendromuna neden olacaktır. Beysbol atıcıları ve yüzücüler gibi sporcularda yıllarca tekrarlayan hareketlerden dolayı torasik çıkış sendromu geliştirebilir.Obezite: Aşırı kilo, ağır sırt çantası veya omuzda ağır çanta taşımak yine torasik çıkışta basıya sebep olabilir.Gebelik: Eklemler hamilelik sırasında gevşediğinden, torasik çıkış sendromu belirtileri ilk önce hamileyken ortaya çıkabilir.Tümöral lezyonlar: Akciğer üst kısmında ve koltuk altı bölgesinde görülen tümörler benzer şekilde basıya sebep olabilir.Torasik (outlet) çıkış sendromuna ne iyi gelir? Kilo vermek, tekrarlayan aktivitelerden ve baş üstü aktivitelerden kaçınmak, duruş bozukluğuna yönelik egzersizler, fizik tedavi, ağrı kesici ve kas gevşetici ilaçlar fayda sağlayabilir. Bunlarla yanıt alınamazsa ve/veya basıya bağlı kas zayıflığı, ilerleyici sinir hasarı varsa ameliyat ile basının kaldırılması gerekli olacaktır.Torasik (outlet) çıkış sendromu testi nedir?Torasik çıkış sendromuna özgü pek çok özel test tanımlanmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:Adson TestiAdson testi şöyle gerçekleştirilmektedir: Derin nefes alınır, Boyun arkaya doğru eğilir, Ağrılı yöne baş çevrilir, Nabız kaybolursa test pozitiftir yani bası vardır anlamına gelir. Adson testi, %50 semptomsuz kişide pozitiftir.Kostoklaviküler ManevraOmuzlar arkaya ve aşağıya doğru hasta tarafından gerdirilmektedir. (Sırt çantası taşır gibi). Klavikula kosta arası basının belirtisi olmaktadır.Hiperabduksiyon Manevrası (Wright 1945)Hiperabduksiyon manevrası şöyle gerçekleştirilmektedir: Derin nefes alınır, Baş ters yöne çevrilir, Kola abduksiyon ve eksternal rotasyon yaptırılır. Subkorakoid bası, aksiller arter basısını gösterir.Allen BelirtisiKol 90 derece abduksiyonda, dirsek bükük, kol dış rotasyonda, baş ters tarafa dönük, nabız kontrolü yapılmaktadır. Bu testlerle birlikte grafi, ultrason, bilgisayarlı tomografi (BT), manyetik rezonans (MR), elektromiyografi (EMG) gibi tetkiklerle de teşhis konulabilmektedir.Torasik (outlet) çıkış sendromuna neden olan kaslar hangileridir?Torasik (outlet) çıkış sendromu Boyna yakın bölüm olan proksimaldeki basılar skalen kaslar etkisiyle olabilirken, aşağıda distalde pectoralis minör kası etkisiyle de olabilmektedir. Torasik (outlet) çıkış sendromu nedir? Kola giden damar, sinir yapılarının göğüs kafesi çıkışında köprücük kemiği ve 1. kaburga arasında sıkışmasına torasik çıkış sendromu denmektedir. Kadınlarda erkeklerden üç kat daha fazla görülmektedir. Toplumda yaklaşık %1-2 sıklıkta görülmektedir.Torasik (outlet) çıkış sendromu belirtileri nelerdir?Torasik çıkış sendromu hastalarının yaklaşık %95’inde nörolojik (sinirsel), %5 civarında ise damarsal yapılar etkilenir. Hastanın şikayetleri yani bulgular sıkışan yapı ile ilgilidir. Eğer atar damar sıkışması varsa kolda soğukluk, uyuşukluk, yorgunluk olurken toplar damar basısında kolda ödem ve morarma şikayetleri ön planda olabilir. Sinir sıkışmasında ise kolda uyuşma, karıncalanma, ağrı gibi şikayetleri daha belirgin olmaktadır. Bunun yanında boyun ve omuz ağrıları da olabilir. Kolun yukarı kalkması, uzanma ve ağırlık taşıma ile ağrıda artma görülebilmektedir.Torasik (outlet) çıkış sendromu tanısı nasıl konulur?Tanı için pek çok özel test tanımlanmıştır. Bu testlerle birlikte grafi, ultrason, bilgisayarlı tomografi (BT), manyetik rezonans (MR), elektromiyografi (EMG) gibi tetkiklerle teşhis konulabilir. Tanısı zor konulan bir hastalıktır.  Belirti ve bulgularındaki farklılık nedeniyle detaylı muayene ve tetkiklerle bile tanıda gecikme yaşanabilmektedir.Torasik (outlet) çıkış sendromu tedavisi nasıldır?Torasik çıkış sendromu vakalarında bazı yaşam tarzı değişiklikleri faydalı olabilmektedir. Örneğin obeziteden kaynaklanan torasik çıkış sendromunda kilo vermek, tekrarlayan hareketler sonucu meydana gelen torasik çıkış sendromunda tekrarlayan aktivitelerden ve baş üstü aktivitelerden kaçınmak, duruş bozukluğu varlığında duruş bozukluğunu düzeltmeye yönelik egzersizler gibi basit yaşam tarzı değişiklikleriyle giderilebilmektedir. Ek olarak, fizik tedavi, ağrı kesici ve kas gevşetici ilaçlar da fayda sağlayabilir. Bunlarla yanıt alınamazsa ve/veya basıya bağlı kas zayıflığı, ilerleyici sinir hasarı varsa ameliyat ile basının kaldırılması gerekli olacaktır. Ameliyatta ise boyun üst bölgesinde sıkışmaya sebep olan bantlar serbestleştirilir ve birinci kaburganın çıkarılması işlemi yapılır. İşlem, koltuk altından yapılan bir kesi ya da köprücük kemiğinin üzerinden yapılan bir kesi gerçekleştirilir.Torasik (outlet) çıkış sendromu hakkında sıkça sorulan sorular Torasik (outlet) çıkış sendromu neden olur?Torasik çıkış sendromu her yaşta görülebilir. Çoğu hastada altta yatan anatomik yatkınlığın üzerine eklenen kronik tekrarlayan travma sonrası meydana gelir. Hastaların %70’i hastalığa yumuşak doku anormallikleri sebep olurken yaklaşık %30 hastada kemik anormallikleri hastalığa sebep olmaktadır.Anatomik özellikler: Doğuştan gelen kalıtsal kusurlar, ilk kaburga (servikal kaburga) üzerinde bulunan ekstra bir kaburga veya omurgayı kaburgaya bağlayan anormal derecede sıkı fibrotik bant içerebilir.Duruş bozukluğu: Omuzları düşürmek veya başı öne doğru tutmak göğüs çıkış bölgesinde baskıya neden olabilir.Travma: Araba kazası gibi travmatik bir olay, torasik çıkıştaki sinirleri sıkıştıran iç değişikliklere neden olabilir.Tekrarlayan aktivite: Aynı şeyi tekrar tekrar yapmak, zamanla vücut dokusunu yıpratabilir. Bilgisayarda yazı yazmak, kolları baş üstü kaldırmak (örnek olarak; baş seviyesinden daha yüksek rafa bir şeyler koymak) gibi bir hareketi sürekli olarak yinelemek torasik çıkış sendromuna neden olacaktır. Beysbol atıcıları ve yüzücüler gibi sporcularda yıllarca tekrarlayan hareketlerden dolayı torasik çıkış sendromu geliştirebilir.Obezite: Aşırı kilo, ağır sırt çantası veya omuzda ağır çanta taşımak yine torasik çıkışta basıya sebep olabilir.Gebelik: Eklemler hamilelik sırasında gevşediğinden, torasik çıkış sendromu belirtileri ilk önce hamileyken ortaya çıkabilir.Tümöral lezyonlar: Akciğer üst kısmında ve koltuk altı bölgesinde görülen tümörler benzer şekilde basıya sebep olabilir.Torasik (outlet) çıkış sendromuna ne iyi gelir? Kilo vermek, tekrarlayan aktivitelerden ve baş üstü aktivitelerden kaçınmak, duruş bozukluğuna yönelik egzersizler, fizik tedavi, ağrı kesici ve kas gevşetici ilaçlar fayda sağlayabilir. Bunlarla yanıt alınamazsa ve/veya basıya bağlı kas zayıflığı, ilerleyici sinir hasarı varsa ameliyat ile basının kaldırılması gerekli olacaktır.Torasik (outlet) çıkış sendromu testi nedir?Torasik çıkış sendromuna özgü pek çok özel test tanımlanmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:Adson TestiAdson testi şöyle gerçekleştirilmektedir:Kostoklaviküler ManevraOmuzlar arkaya ve aşağıya doğru hasta tarafından gerdirilmektedir. (Sırt çantası taşır gibi). Klavikula kosta arası basının belirtisi olmaktadır.Hiperabduksiyon Manevrası (Wright 1945)Hiperabduksiyon manevrası şöyle gerçekleştirilmektedir:Allen BelirtisiKol 90 derece abduksiyonda, dirsek bükük, kol dış rotasyonda, baş ters tarafa dönük, nabız kontrolü yapılmaktadır. Bu testlerle birlikte grafi, ultrason, bilgisayarlı tomografi (BT), manyetik rezonans (MR), elektromiyografi (EMG) gibi tetkiklerle de teşhis konulabilmektedir.Torasik (outlet) çıkış sendromuna neden olan kaslar hangileridir?Torasik (outlet) çıkış sendromu Boyna yakın bölüm olan proksimaldeki basılar skalen kaslar etkisiyle olabilirken, aşağıda distalde pectoralis minör kası etkisiyle de olabilmektedir.
4,542
661
Hastalıklar
Tourette Sendromu
Tourette sendromu, istemsizce ve tekrarlayan biçimde sesler çıkarma ya da hareketlerde bulunma gibi tik olarak bilinen davranışlara neden olan nörolojik bir bozukluktur. Daha çok çocukluk veya ergenlik döneminde başlayan ancak yetişkin yaşlarda da ortaya çıkabilen bir hastalıktır. Genetik sebeplerden kaynaklanan tourette sendromunda göz kırpma, dokunma gibi hareketler ve bağırma ya da boğaz temizleme gibi sesler çıkarma daha sık görülmektedir. 10'lu yaşlardan sonra şiddetlenen tourette sendromu çoğu vakada 20 yaşından sonra azalma gösterir.Tourette sendromu, istemsizce ve tekrarlayan biçimde sesler çıkarma ya da hareketlerde bulunma gibi tik olarak bilinen davranışlara neden olan nörolojik bir bozukluktur. Daha çok çocukluk veya ergenlik döneminde başlayan ancak yetişkin yaşlarda da ortaya çıkabilen bir hastalıktır. Genetik sebeplerden kaynaklanan tourette sendromunda göz kırpma, dokunma gibi hareketler ve bağırma ya da boğaz temizleme gibi sesler çıkarma daha sık görülmektedir. 10'lu yaşlardan sonra şiddetlenen tourette sendromu çoğu vakada 20 yaşından sonra azalma gösterir. Tourette Sendromu Nedir?Tourette sendromu, basitçe istemsiz tikler ile karakterize nörolojik bir hastalıktır. Tik adı verilen, üzerinde kontrolün bulunmadığı, tekrarlayan ani ve istenmeyen hareketler ve sesler çıkarmaya neden olur. Bu tikler göz kırpma, omuz silkme gibi motor tikler ve değişik sesler çıkarılması gibi tekrarlayan vokal tikleri içermektedir. Tourette sendromu, bakteriyel enfeksiyon, beyin kimyasallarının metabolizmasındaki anormallikler ve genetik faktörler nedeniyle sıklıkla 5-9 yaşlarında başlar ve erkek çocuklarda daha sık görülür.Tourette sendromu genetik bir hastalıktır. Hastalığa sebep olan gen değişikliğinin anne-babadan çocuğa geçtiği veya bu gen değişikliğinin anne karnında iken meydana geldiğini göstermektedir. Ayrıca tourette sendromu olan hastalarda bazı beyin bölgelerinde dopamin ile ilişkili sinir ağlarında değişiklikler gözlenmiştir. Tourette Sendromu Belirtileri Nelerdir?Tourette sendromu olan kişilerde tik isteği öncesinde bir dürtü söz konusudur. Uyarıcı bu dürtüler ancak dürtüsü yaklaşan tiki gerçekleştirdikten sonra durur.İlk belirtileri baş ve boyun bölgesinde ortaya çıkan motor tikler olan tourette sendromunun belirtileri şunlardır: Ani, kısa ve aralıklı hareketler veya sesler Göz kırpma Yüz ekşitme Omuz silkme Öksürme Boğaz temizleme Kafasını veya uzuvlarını sallama Zıplama Eşyalara veya insanlara dokunmaTourette sendromunda görülen tikler 2 türe ayrılır. Bunlar motor ve vokal tiklerdir:Motor Tikler:  Motor tikler vücudun hareketleridir. Motor tiklerin örnekleri arasında göz kırpma, omuz silkme, başı veya bir kolu sallama gibi hareketler yer alır.Vokal Tikler: Vokal tikler, bir kişinin sesiyle yaptığı tiklerdir. Vokal tiklerin örnekleri arasında mırıldanma, boğazı temizleme, öksürme veya bir kelime veya cümleyi bağırma sayılabilir.Tikler etkilenen kas gruplarına göre basit tikler ve karmaşık tikler olarak da ikiye ayrılır.Basit tikler: Tek bir kas grubunun hareketi ile olan tikler basit tik olmaktadır. Göz kısmak veya koklamak basit tiklere örnek verilebilir.Karmaşık tikler: Birden çok kas grubunun veya vücut parçasının dahil olduğu, bir dizi hareket gibi gözlenenler tiklerdir. Bir kolu çekerken başı sallamak ve sonra yukarı zıplamak karmaşık tiklere örnek sayılabilir.Tourette Sendromu ile İlişkili Durumlar Nelerdir?Tourette sendromu ile birlikte en yaygın gözlenen bazı bozukluklar şunlardır: Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) (Konsantrasyon, hiperaktivite ve dürtüsellik ile ilgili sorunlar) Obsesif Kompulsif Bozukluk veya Davranışlar (OKB) (kişiye davranışları tekrar tekrar veya belirli bir şekilde yapma ihtiyacı hissettiren tekrarlayıcı, istenmeyen düşünce, fikir veya duyumlardır. Tekrarlayan davranışlar arasında el yıkama, bir şeyleri kontrol etme ve temizlik yer alabilir ve günlük yaşamı önemli ölçüde etkileyebilir.) Anksiyete (belirsiz bir sonu olabilecek bir durum veya olay hakkında korku, huzursuzluk veya endişe) Zeka ile ilgili olmayan okuma, yazma ve aritmetik problemleri gibi öğrenme güçlükleriTourette Sendromu Neden Olur?Tourette sendromunun nedeni hala kesin olarak bilinmemedir. Tourette sendromunun beyindeki dopamin ve serotonin de dahil olmak üzere sinir uyarılarını (nörotransmiterler) ileten kimyasallar da düzensizlikten kaynaklandığı düşünülmektedir. Kalıtsal bir hastalık olaan tourette sendromunda genetik yatkınlıkta nedenlerden biri olarak görülmektedir.Aile geçmişi ve cinsiyeti tourette sendromunda rol oynamaktadır. Risk faktörü olarak yer alan cinsiyet erkeklerde kadınlara oranla neredeyse 4 kat daha fazla görülme potansiyeline sahiptir. Genetik yatkınlık nedeniyle de ailede bir tik bozukluğu söz konusu olması kişide tourette sendromu gelişmesinde rol oynar.Tourette Sendromu Nasıl Teşhis Edilir?Tourette sendromunda teşhis için tiklerin en az bir yıldır devam ediyor olması hastalık tanısı için dikkate alınan bulgulardan biri olup, tiklerin sebebinin başka bir rahatsızlıktan kaynaklanıp kaynaklanmadığını anlamak için  Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRI) ve elektroensefalogram (EEG) çekilir.DSM-5 kirtelerine göre tourette sendromu konulabilmesi için birden fazla göz kırpma, omuz silkme gibi motor tik ve ses tiklerinin olması  ve bunların en az 1 yıldır devam etmesi gerekmektedir.Tourette Sendromu Tedavisi Nasıldır?Tourette sendromu için doğrudan bir tedavi olmamasına rağmen, tikleri yönetmeye yardımcı olacak tedaviler mevcuttur. Tourette Sendorumu olan birçok kişide günlük yaşamlarının önüne geçmeyen tikler vardır ve bu nedenle herhangi bir tedaviye ihtiyaç duymazlar.Ancak, tikler kişiye ve kişinin gündelik hayatına zarar verecek şiddetteyse kullanılabilecek ilaç tedavisi ve davranışsal tedaviler mevcuttur. Tourette sendromunun tedavisinde hastalıkla ilgili çocuğa ve ailesine bilgi vermek, çocuğa nasıl davranılması gerektiği konusunda eğitim vermek, davranışçı önerilerde bulunmak ve tikler şiddetli olduğu, çocuğun okul ve sosyal yaşamında belirgin zorluklara yol açtığı durumlarda da ilaç tedavisi kullanmak önerilmektedir.Davranışsal terapide alışkanlığı tersine çevirmek için tikleri tetikleyen dürtüyü çözmeye yönelik eğitim söz konusudur. Bir diğeri ise tiki yapmadan dürtü geçene kadar dürtüyü tolere etmeyi sağlayan tepki önlemedir. Yakınında Tourette Sendromu Olanlar Nasıl Davranmalı?Aşağıda sıralanan önerilerin Tourette sendromu olan çocuklar ve gençler için faydalı olduğu gösterilmiştir:Bir aktiviteye dahil olmak: Çalışmalar çocuklardaki/gençlerdeki tiklerin bir aktivite ve uğraş içinde iken hafiflediğini ve daha az ortaya çıktığını göstermektedir. O nedenle spor, egzersiz, yazarlık, resim yapma gibi yaratıcı faaliyetler ve hobi önerilmektedir.Destek bulmak: Tourette sendromu olan başka çocuklarla veya ailelerle bir araya gelmek farklı baş etme yöntemlerini öğrenmek ve hastalık belirtileri ile başa çıkmada yalnız olunmadığını hissetmek için iyi bir yol olabilir.Yardım eli uzatmak: Tourette sendromu ile başa çıkmaya çalışan çocuklar ve gençler, özellikle başka sorunlar yaşayan diğer gençlerin duygu ve düşüncelerini daha kolay anlayabilir hale gelirler. Bu özel duyarlılık gönüllü işler için kullanılabilir. Kendini farklı hisseden diğer insanlara yardımcı olmak kendine güveni artırıp, yalnızlık, “başkalarından farklı olma” gibi hisleri azaltabilir.Tourette Sendromu ile İlgili Sık Sorulan Sorular Tourette sendromu nasıl bir hastalıktır?Tourette sendromu, tik olarak da bilinen istemsizce tekrarlayan sesler çıkarmasına ve hareketler yapmasına neden nörolojik kalıtsal bir hastalıktır.Tourette sendromunda en sık görülen belirtiler nelerdir?Tourette sendromunda belirtiler kişiden kişiye göre değişiklik gösterir. Tourette sendromunda görülen yaygın motor tikleri göz kırpma, baş sallama ve yüz hareketleri iken vokal tikler ise boğaz temizleme ve ses çıkarmadır.Tik nedir?Tik ani, hızlı, tekrarlayıcı, istemsiz kas kasılmaları (motor tikler) ve sesler (ses tikleri) için kullanılan terimdir. Çok kısa sürer, bir saniyeden uzun sürmesi çok nadirdir. Göz kırpma, yüzde gözlenen diğer kasılmalar, burun çekme, boğaz temizleme tiklere örnek olarak verilebilir. Tikler genellikle nöbetler halinde gelir ve tiklerin olmadığı ara dönemler de bulunmaktadır. Kısa süreliğine baskılanabilen tikler, duygusal değişiklikler ve stres durumlarında artış gösterebilir.Tikler geçer mi?Evet, çoğu kişide tikler kaybolur. Tikler çoğunlukla çocukluk döneminde başlar ve genç-erişkin döneme kadar tiklerin şiddetinde belirgin bir azalma gözlenir.Tüm tikler hastalık mıdır?Tüm tikler hastalık değildir. Şiddeti, sıklığı, kişinin gündelik hayatında ve sosyal yaşamında yarattığı zorluk derecesine göre tik bozukluğu tanısı konur.Tourette sendromu en sık kimlerde görülür?Tourette sendromu, tüm ırk ve etnik gruplardan insanları etkileyebilir. Erkekler kızlardan üç ila beş kat daha sık etkilenir. Bu sendrom en sık 5-9 yaş arasındaki erkek çocuklarda görülür.Tourette sendromu geçer mi?Tourette sendromu iyileşebilir. 10’lu yaşlardan sonra Tourette sendromunun neden olduğu tikler biraz artış gösterebilir; ancak 19-20 yaşlarından sonra tikler kaybolabilir veya şiddeti ve sıklığı belirgin derecede azalır.Tourette sendromu ilerler mi?Tourette sendromu nadiren kötü bir seyir izleyebilir. Tiklerin sıklığı ve şiddetinde artışın olduğu dönemler gözlenebilir. Ergenlik döneminden sonra azalması beklenmesine karşın bazı hastalarda tikler devam edebilir.Tourette sendromu tanılı hastalarda zeka düzeyi normal midir?Evet Tourette sendromu olan hastalarda zeka düzeyi normaldir. Tourette sendromu zihin becerileri ile ilgili bir bozukluk değildir.Tourette sendromu bitkisel tedavi ile tedavi edilir mi?Tourette sendromunu tedavi edecek herhangi bir bitkisel tedavi yöntemi bulunmamaktadır.Tourette sendromu nasıl geçer?Genellikle ergenlik döneminden sonra genç-yetişkin döneme girilmesi ile belirtiler kaybolur.Tourette sendromu tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkileri var mıdır?Her ilaç tedavisinde gözlenebileceği gibi Tourette sendromu için verilen ilaç tedavilerinde de yan etki gözlenebilir. Böyle bir durumda mutlaka doktorunuza başvurmanız önerilir.Bebeklerde tourette sendromu görülür mü?Hayır, bebeklerde Tourette sendromu görülmez.  Tourette sendromunun belirtileri 3 yaşından sonra başlar.Tourette sendromunda en sık hangi tikler görülür?En sık yüz, boyun ve vücudun üst tarafındaki kas kasılmaları veya boğaz temizleme, burun çekme, hırıltı sesi çıkarma, bağırma gibi ses tikleri görülür.Tourette sendromu görülen kişilerin cezai ehliyeti ya da askerlik görevi var mıdır? Tourette sendromu görülen kişilerin başka bir ruhsal-nörolojik rahatsızlığı yok ise cezai ehliyeti vardır.  Tourette sendromunun olması tek başına askerlik görevinden muaf olunmasına neden olmaz. Tiklerin niteliği, sıklığı, şiddeti gibi muayene sonucunda belirlenen özelliklere göre askerlik görevi ile ilgili bir karar verilir.Tourette sendromunun görülme sıklığı nedir?Tourette Sendromunun görülme sıklığı 10 binde 4-5 kadardır.Tourette sendromunda beslenme nasıl olmalıdır?Tourette sendromlu çocukların beslenmesi, normal sağlıklı herhangi bir çocuğun beslenmesinden farklı değildir.Tourette sondromunun stres ile ilgisi var mıdır?Stres ve duygusal değişikliklerde tikler şiddetlenebilir, daha sık gözlenebilir veya tikler başladığında daha uzun sürebilir.Tourette sendromu ve tikler kişinin günlük hayatını nasıl etkiler?Çoğu insan Torette sendromunun ne olduğunu, belirtilerinin neler olduğunu ve tiklerin nasıl ortaya çıktığını bilmez. Bu nedenle etraflarında tik sahibi olan kişilere nasıl davranacaklarını bilemeyebilirler. Tourette sendromu olan bir çocuk, tikleri başladığında rahatsız edici bakış ve yorumlarla karşılaşabilir ve utanmış hissedebilir. Her seferinde bulunduğu ortamlarda durumunu açıklamak veya şaka ve alaylarla baş etmek zorunda kalabilir. Tikler çaba ile kısa süreliğine bastırılabilir. Ancak bastırmaya çalışmak çocuk için oldukça rahatsız edicidir. Genellikle bastırmadan hemen sonra şiddetli ve uzun süren bir tik nöbeti gözlenir.  Bu gibi durumlar çocuğun hayatının kısıtlanmasına ve sosyal olarak içe çekilmesine neden olabilir.Tourette sendromunda tikler kontrol edilebilir mi?Tikler kısa süre için kontrol edilip baskılanabilir. Ancak bu baskılama süreci kişi için çok rahatsız edicidir. Ayrıca çoğunlukla baskılamanın hemen ardından şiddetli ve daha uzun süren bir tik nöbeti gözlenir.Tourette sendromu zekayı etkiler mi?Tourette sendromunda tiklerin erken başlangıcı ve eşlik eden hastalıkların varlığı bilişsel performansta bazı eksikliklere neden oluyor. Tourette Sendromu Nedir?Tourette sendromu, basitçe istemsiz tikler ile karakterize nörolojik bir hastalıktır. Tik adı verilen, üzerinde kontrolün bulunmadığı, tekrarlayan ani ve istenmeyen hareketler ve sesler çıkarmaya neden olur. Bu tikler göz kırpma, omuz silkme gibi motor tikler ve değişik sesler çıkarılması gibi tekrarlayan vokal tikleri içermektedir. Tourette sendromu, bakteriyel enfeksiyon, beyin kimyasallarının metabolizmasındaki anormallikler ve genetik faktörler nedeniyle sıklıkla 5-9 yaşlarında başlar ve erkek çocuklarda daha sık görülür.Tourette sendromu genetik bir hastalıktır. Hastalığa sebep olan gen değişikliğinin anne-babadan çocuğa geçtiği veya bu gen değişikliğinin anne karnında iken meydana geldiğini göstermektedir. Ayrıca tourette sendromu olan hastalarda bazı beyin bölgelerinde dopamin ile ilişkili sinir ağlarında değişiklikler gözlenmiştir. Tourette Sendromu Belirtileri Nelerdir?Tourette sendromu olan kişilerde tik isteği öncesinde bir dürtü söz konusudur. Uyarıcı bu dürtüler ancak dürtüsü yaklaşan tiki gerçekleştirdikten sonra durur.İlk belirtileri baş ve boyun bölgesinde ortaya çıkan motor tikler olan tourette sendromunun belirtileri şunlardır:Tourette sendromunda görülen tikler 2 türe ayrılır. Bunlar motor ve vokal tiklerdir:Motor Tikler:  Motor tikler vücudun hareketleridir. Motor tiklerin örnekleri arasında göz kırpma, omuz silkme, başı veya bir kolu sallama gibi hareketler yer alır.Vokal Tikler: Vokal tikler, bir kişinin sesiyle yaptığı tiklerdir. Vokal tiklerin örnekleri arasında mırıldanma, boğazı temizleme, öksürme veya bir kelime veya cümleyi bağırma sayılabilir.Tikler etkilenen kas gruplarına göre basit tikler ve karmaşık tikler olarak da ikiye ayrılır.Basit tikler: Tek bir kas grubunun hareketi ile olan tikler basit tik olmaktadır. Göz kısmak veya koklamak basit tiklere örnek verilebilir.Karmaşık tikler: Birden çok kas grubunun veya vücut parçasının dahil olduğu, bir dizi hareket gibi gözlenenler tiklerdir. Bir kolu çekerken başı sallamak ve sonra yukarı zıplamak karmaşık tiklere örnek sayılabilir.Tourette Sendromu ile İlişkili Durumlar Nelerdir?Tourette sendromu ile birlikte en yaygın gözlenen bazı bozukluklar şunlardır:Tourette Sendromu Neden Olur?Tourette sendromunun nedeni hala kesin olarak bilinmemedir. Tourette sendromunun beyindeki dopamin ve serotonin de dahil olmak üzere sinir uyarılarını (nörotransmiterler) ileten kimyasallar da düzensizlikten kaynaklandığı düşünülmektedir. Kalıtsal bir hastalık olaan tourette sendromunda genetik yatkınlıkta nedenlerden biri olarak görülmektedir.Aile geçmişi ve cinsiyeti tourette sendromunda rol oynamaktadır. Risk faktörü olarak yer alan cinsiyet erkeklerde kadınlara oranla neredeyse 4 kat daha fazla görülme potansiyeline sahiptir. Genetik yatkınlık nedeniyle de ailede bir tik bozukluğu söz konusu olması kişide tourette sendromu gelişmesinde rol oynar.Tourette Sendromu Nasıl Teşhis Edilir?Tourette sendromunda teşhis için tiklerin en az bir yıldır devam ediyor olması hastalık tanısı için dikkate alınan bulgulardan biri olup, tiklerin sebebinin başka bir rahatsızlıktan kaynaklanıp kaynaklanmadığını anlamak için  Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRI) ve elektroensefalogram (EEG) çekilir.DSM-5 kirtelerine göre tourette sendromu konulabilmesi için birden fazla göz kırpma, omuz silkme gibi motor tik ve ses tiklerinin olması  ve bunların en az 1 yıldır devam etmesi gerekmektedir.Tourette Sendromu Tedavisi Nasıldır?Tourette sendromu için doğrudan bir tedavi olmamasına rağmen, tikleri yönetmeye yardımcı olacak tedaviler mevcuttur. Tourette Sendorumu olan birçok kişide günlük yaşamlarının önüne geçmeyen tikler vardır ve bu nedenle herhangi bir tedaviye ihtiyaç duymazlar.Ancak, tikler kişiye ve kişinin gündelik hayatına zarar verecek şiddetteyse kullanılabilecek ilaç tedavisi ve davranışsal tedaviler mevcuttur. Tourette sendromunun tedavisinde hastalıkla ilgili çocuğa ve ailesine bilgi vermek, çocuğa nasıl davranılması gerektiği konusunda eğitim vermek, davranışçı önerilerde bulunmak ve tikler şiddetli olduğu, çocuğun okul ve sosyal yaşamında belirgin zorluklara yol açtığı durumlarda da ilaç tedavisi kullanmak önerilmektedir.Davranışsal terapide alışkanlığı tersine çevirmek için tikleri tetikleyen dürtüyü çözmeye yönelik eğitim söz konusudur. Bir diğeri ise tiki yapmadan dürtü geçene kadar dürtüyü tolere etmeyi sağlayan tepki önlemedir. Yakınında Tourette Sendromu Olanlar Nasıl Davranmalı?Aşağıda sıralanan önerilerin Tourette sendromu olan çocuklar ve gençler için faydalı olduğu gösterilmiştir:Bir aktiviteye dahil olmak: Çalışmalar çocuklardaki/gençlerdeki tiklerin bir aktivite ve uğraş içinde iken hafiflediğini ve daha az ortaya çıktığını göstermektedir. O nedenle spor, egzersiz, yazarlık, resim yapma gibi yaratıcı faaliyetler ve hobi önerilmektedir.Destek bulmak: Tourette sendromu olan başka çocuklarla veya ailelerle bir araya gelmek farklı baş etme yöntemlerini öğrenmek ve hastalık belirtileri ile başa çıkmada yalnız olunmadığını hissetmek için iyi bir yol olabilir.Yardım eli uzatmak: Tourette sendromu ile başa çıkmaya çalışan çocuklar ve gençler, özellikle başka sorunlar yaşayan diğer gençlerin duygu ve düşüncelerini daha kolay anlayabilir hale gelirler. Bu özel duyarlılık gönüllü işler için kullanılabilir. Kendini farklı hisseden diğer insanlara yardımcı olmak kendine güveni artırıp, yalnızlık, “başkalarından farklı olma” gibi hisleri azaltabilir.Tourette Sendromu ile İlgili Sık Sorulan Sorular Tourette sendromu nasıl bir hastalıktır?Tourette sendromu, tik olarak da bilinen istemsizce tekrarlayan sesler çıkarmasına ve hareketler yapmasına neden nörolojik kalıtsal bir hastalıktır.Tourette sendromunda en sık görülen belirtiler nelerdir?Tourette sendromunda belirtiler kişiden kişiye göre değişiklik gösterir. Tourette sendromunda görülen yaygın motor tikleri göz kırpma, baş sallama ve yüz hareketleri iken vokal tikler ise boğaz temizleme ve ses çıkarmadır.Tik nedir?Tik ani, hızlı, tekrarlayıcı, istemsiz kas kasılmaları (motor tikler) ve sesler (ses tikleri) için kullanılan terimdir. Çok kısa sürer, bir saniyeden uzun sürmesi çok nadirdir. Göz kırpma, yüzde gözlenen diğer kasılmalar, burun çekme, boğaz temizleme tiklere örnek olarak verilebilir. Tikler genellikle nöbetler halinde gelir ve tiklerin olmadığı ara dönemler de bulunmaktadır. Kısa süreliğine baskılanabilen tikler, duygusal değişiklikler ve stres durumlarında artış gösterebilir.Tikler geçer mi?Evet, çoğu kişide tikler kaybolur. Tikler çoğunlukla çocukluk döneminde başlar ve genç-erişkin döneme kadar tiklerin şiddetinde belirgin bir azalma gözlenir.Tüm tikler hastalık mıdır?Tüm tikler hastalık değildir. Şiddeti, sıklığı, kişinin gündelik hayatında ve sosyal yaşamında yarattığı zorluk derecesine göre tik bozukluğu tanısı konur.Tourette sendromu en sık kimlerde görülür?Tourette sendromu, tüm ırk ve etnik gruplardan insanları etkileyebilir. Erkekler kızlardan üç ila beş kat daha sık etkilenir. Bu sendrom en sık 5-9 yaş arasındaki erkek çocuklarda görülür.Tourette sendromu geçer mi?Tourette sendromu iyileşebilir. 10’lu yaşlardan sonra Tourette sendromunun neden olduğu tikler biraz artış gösterebilir; ancak 19-20 yaşlarından sonra tikler kaybolabilir veya şiddeti ve sıklığı belirgin derecede azalır.Tourette sendromu ilerler mi?Tourette sendromu nadiren kötü bir seyir izleyebilir. Tiklerin sıklığı ve şiddetinde artışın olduğu dönemler gözlenebilir. Ergenlik döneminden sonra azalması beklenmesine karşın bazı hastalarda tikler devam edebilir.Tourette sendromu tanılı hastalarda zeka düzeyi normal midir?Evet Tourette sendromu olan hastalarda zeka düzeyi normaldir. Tourette sendromu zihin becerileri ile ilgili bir bozukluk değildir.Tourette sendromu bitkisel tedavi ile tedavi edilir mi?Tourette sendromunu tedavi edecek herhangi bir bitkisel tedavi yöntemi bulunmamaktadır.Tourette sendromu nasıl geçer?Genellikle ergenlik döneminden sonra genç-yetişkin döneme girilmesi ile belirtiler kaybolur.Tourette sendromu tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkileri var mıdır?Her ilaç tedavisinde gözlenebileceği gibi Tourette sendromu için verilen ilaç tedavilerinde de yan etki gözlenebilir. Böyle bir durumda mutlaka doktorunuza başvurmanız önerilir.Bebeklerde tourette sendromu görülür mü?Hayır, bebeklerde Tourette sendromu görülmez.  Tourette sendromunun belirtileri 3 yaşından sonra başlar.Tourette sendromunda en sık hangi tikler görülür?En sık yüz, boyun ve vücudun üst tarafındaki kas kasılmaları veya boğaz temizleme, burun çekme, hırıltı sesi çıkarma, bağırma gibi ses tikleri görülür.Tourette sendromu görülen kişilerin cezai ehliyeti ya da askerlik görevi var mıdır? Tourette sendromu görülen kişilerin başka bir ruhsal-nörolojik rahatsızlığı yok ise cezai ehliyeti vardır.  Tourette sendromunun olması tek başına askerlik görevinden muaf olunmasına neden olmaz. Tiklerin niteliği, sıklığı, şiddeti gibi muayene sonucunda belirlenen özelliklere göre askerlik görevi ile ilgili bir karar verilir.Tourette sendromunun görülme sıklığı nedir?Tourette Sendromunun görülme sıklığı 10 binde 4-5 kadardır.Tourette sendromunda beslenme nasıl olmalıdır?Tourette sendromlu çocukların beslenmesi, normal sağlıklı herhangi bir çocuğun beslenmesinden farklı değildir.Tourette sondromunun stres ile ilgisi var mıdır?Stres ve duygusal değişikliklerde tikler şiddetlenebilir, daha sık gözlenebilir veya tikler başladığında daha uzun sürebilir.Tourette sendromu ve tikler kişinin günlük hayatını nasıl etkiler?Çoğu insan Torette sendromunun ne olduğunu, belirtilerinin neler olduğunu ve tiklerin nasıl ortaya çıktığını bilmez. Bu nedenle etraflarında tik sahibi olan kişilere nasıl davranacaklarını bilemeyebilirler. Tourette sendromu olan bir çocuk, tikleri başladığında rahatsız edici bakış ve yorumlarla karşılaşabilir ve utanmış hissedebilir. Her seferinde bulunduğu ortamlarda durumunu açıklamak veya şaka ve alaylarla baş etmek zorunda kalabilir. Tikler çaba ile kısa süreliğine bastırılabilir. Ancak bastırmaya çalışmak çocuk için oldukça rahatsız edicidir. Genellikle bastırmadan hemen sonra şiddetli ve uzun süren bir tik nöbeti gözlenir.  Bu gibi durumlar çocuğun hayatının kısıtlanmasına ve sosyal olarak içe çekilmesine neden olabilir.Tourette sendromunda tikler kontrol edilebilir mi?Tikler kısa süre için kontrol edilip baskılanabilir. Ancak bu baskılama süreci kişi için çok rahatsız edicidir. Ayrıca çoğunlukla baskılamanın hemen ardından şiddetli ve daha uzun süren bir tik nöbeti gözlenir.Tourette sendromu zekayı etkiler mi?Tourette sendromunda tiklerin erken başlangıcı ve eşlik eden hastalıkların varlığı bilişsel performansta bazı eksikliklere neden oluyor.
8,587
662
Hastalıklar
Trigeminal Nevralji
Trigeminal nevralji, yüzün bazı kısımlarına sinir sinyali sağlayan trigeminal sinirin hasar görmesi sonucu yüz bölgesinde ani ve şiddetli ağrı ataklarına neden olan kronik ağrı bozukluğudur. Yüz bölgesinde elektrik şokuna benzer bir ağrıdır, bazen o kadar şiddetli olur ki, kişi yemek yiyemez veya içemez. Trigeminal nevralji durumunda ani ve şiddetli yüz ağrısı ortaya çıkar. Genellikle diş ağrısı ile de karıştırılan trigeminal nevralji yüzünden birçok hasta gereksiz yere dişlerini çektirir. Trigeminal nevraljinin en tipik belirtisi yüzde elektrik çarpmış hissi veren ağrıdır. Ağrı ile birlikte batma, yanma ve acı da hissedilebilir. Ağrı kesici ilaçlarla kontrol altına alınamayan trigeminal nevralji ağrıları için cerrahi seçeneklerin de bulunduğu tedavi yöntemleri bulunmaktadır.Trigeminal nevralji, yüzün bazı kısımlarına sinir sinyali sağlayan trigeminal sinirin hasar görmesi sonucu yüz bölgesinde ani ve şiddetli ağrı ataklarına neden olan kronik ağrı bozukluğudur. Yüz bölgesinde elektrik şokuna benzer bir ağrıdır, bazen o kadar şiddetli olur ki, kişi yemek yiyemez veya içemez. Trigeminal nevralji durumunda ani ve şiddetli yüz ağrısı ortaya çıkar. Genellikle diş ağrısı ile de karıştırılan trigeminal nevralji yüzünden birçok hasta gereksiz yere dişlerini çektirir. Trigeminal nevraljinin en tipik belirtisi yüzde elektrik çarpmış hissi veren ağrıdır. Ağrı ile birlikte batma, yanma ve acı da hissedilebilir. Ağrı kesici ilaçlarla kontrol altına alınamayan trigeminal nevralji ağrıları için cerrahi seçeneklerin de bulunduğu tedavi yöntemleri bulunmaktadır. Trigeminal Nevralji Nedir?Trigeminal nevralji, trigeminal sinirin beyin sapına girdiği yere yakın yerde yaşanan baskı nedeniyle yüzde şiddetli ve ani ağrıya neden olan sinirsel bir hastalık ve kronik bir ağrı bozukluğudur. Trigeminal nevralji vakalarında yüzün bir yarımında ani, şiddetli ve elektrik çarpmasına benzer ağrı atakları yaşanır. Bu ağrı atakları trigeminal nevraljinin en belirgin semptomudur. Bu ağrı atakları aynı zamanda acı, batma ve yan hissi de yaşatır. Ağrı ataklarının süresi birkaç saniyeden birkaç dakikaya kadar değişmekle beraber bu atakların sıklığı da hastadan hastaya değişkenlik gösterir.Trigeminal nevraljinin çok şiddetli ağrılara yol açması ve rastgele ataklarla seyretmesi, bu hastalığı yaşam kalitesini etkileyen büyük bir rahatsızlık haline getirir. Genellikle diş ağrısıyla karıştırılan trigeminal nevralji yüzünden hastaların dişlerini gereksiz yere çektirdiği görülür.Ağrı kesici ilaçlar hastalığın şiddetli ağrılarını dindirse de ağrıların geçmediği vakalarda cerrahi seçenekler de denenebilir.Trigeminal Nevralji Neden Olur?Trigeminal nevralji, kafatasının içerisindeki yüz siniri olan trigeminal sinire beyincik sapı tarafından baskı yapılması sonucunda meydana gelir. Bu baskı aynı zamanda vasküler kompresyon olarak da ifade edilir. Multipl skleroz veya belirli sinirleri koruyan miyelin kılıfına zarar veren benzer bir durum trigeminal nevraljiye neden olabilir. Ayrıca trigeminal sinire baskı yapan bir tümör de trigeminal nevraljiye yol açabilir.Trigeminal nevraljiye yol açan faktörler şöyledir: MS hastalığı Miyelin kılıfının zarar görmesi Trigeminal sinire baskı yapan tümör Felç veya yüz travması Sigara tüketimi Yüksek tansiyon Yaşlılık Genetik faktörTrigeminal Nevralji Belirtileri Nelerdir?Yüzde elektrik çarpmasına benzer şiddetli, saplanır hissi veren veya zonklama tarzında ağrı atakları trigeminal nevraljinin en yaygın görülen belirtisidir. Bu ağrılar yüze dokunma, çiğneme, konuşma veya diş fırçalama ile tetiklenen ani ağrı ataklarıdır. Ağrı ile birlikte batma, yanma, acı ve yüz spazmları da belirtiler arasındadır. Trigeminal nevralji belirtisi genellikle birkaç saniye süren, yüzün bir yarımında hissedilen ani ve şiddetli elektrik çarpması şeklinde bir ağrıdır. Trigeminal nevralji belirtileri arasında sayılan bu tür ağrıların ardından dakikalara yayılan zonklamalar hissedilebilir.Trigeminal nevralji belirtileri şöyledir: Yüzün bir yarısında elektrik çarpmasına benzer ağrı atakları Yüze dokunma, çiğneme, konuşma veya diş fırçalama ile tetiklenen ani ağrı atakları Yüz spazmlarıyla birlikte ortaya çıkan ağrı Yüzün bir bölgesinde karıncalanma ve uyuşmaBu ağrı atakları hiçbir uyaran yokken oluşabildiği gibi; Hafif dokunma Yemek yeme Diş fırçalama Tıraş olma ya da makyaj yapma Hatta rüzgar esmesiyle bile ortaya çıkabilir.Ağrının çene, burun ve yanakta görülmesi tipik trigeminal nevralji belirtileri arasındadır. Ancak bazı durumlarda ağrı tüm yüzü kapsayabilir. Ağrıların sıklığı belirgin bir biçimde değişkenlik göstermektedir. Bazı hastalarda ağrı atakları her 10 dakikada bir tekrarlayabilirken bazı hastaların günler süren ağrısız dönemleri olabilir.Trigeminal Nevralji Teşhisi Nasıl Konulur?Migren, gerilim baş ağrısı, çene eklem rahatsızlığı gibi birçok hastalık tek taraflı yüz ağrısına sebep olabilir. Trigeminal nevraljinin diğer yüz ve baş ağrısına yol açan sebeplerden ayrılması uzman bir doktor muayenesinde hastanın şikayetlerinin ve belirtilerinin değerlendirilmesi ile yapılır. Trigeminal sinire yönelik yapılan MR görüntülemeleri ile tanı doğrulanabilir. Bu özellikli MR görüntülemelerinde trigeminal sinire baskı yapan damar oluşumları görüntülenebilmektedir.Trigeminal Nevralji Tedavisi Nasıl Olur?Trigeminal nevraljide öncelikle ağrının dindirilmesi için ilaç tedavisi yapılır. Etkili olan ilaçlar epilepsi ilaçları olabilir. Pek çok hastanın ağrısı bu ilaçlarla yatışmaktadır. İlaç tedavisi ile hasta rahatlıyorsa, bu ilaçlar hayat boyu da kullanılabilir. Ancak trigeminal nevralji ağrı ataklarının geçtiği dönemlerde ilaçlara ara verilmekle birlikte ataklar başladığında ilaçlar yeniden kullanılmaktadır. İlaç kullanıldığı süre içerisinde olası yan etkiler uzman doktor kontrolünde periyodik olarak değerlendirilmelidir.Zaman içerisinde birçok hastada ilaç etkinliği giderek azalır ve ilaca rağmen şiddetli ağrı olur. Cerrahi tedavi gerekliliği burada devreye girer. Cerrahi tedavi seçenekleri arasında mikrovasküler dekompresyon, foramen ovale ponksiyonu ile balon kompresyon, radyofrekans veya alkol uygulamaları bulunur. Mikrovasküler dekompresyon özellikle genç ve radyolojik olarak trigeminal sinire damar basısı gösterilmiş hastalarda öncelikle tercih edilmelidir. Yapılan cerrahi ile ömür boyu ağrısız bir yaşam söz konusudur. Bu yöntemde Trigeminal sinir mikro cerrahi teknikle ortaya konur ve siniri sıkıştıran damar yapıları özel bir materyal ile sinirden uzaklaştırılır ve bu sayede olguların hemen tamamında ömür boyu ağrısız dönem elde edilebilir.Diğer cerrahi tedavi yöntemi ise foromen ovale fonksiyonudur. Ağız kenarından girilerek yanak içinden ilerlendikten sonra kafa tabanındaki foramenovale ismindeki anatomik yapıdan geçilerek kafa tabanına ulaşılır ve sinir gangliyonu komşuluğa katater yerleştirilir. Daha sonrasında balon ile komprese edilerek veya radyofrekans uygulayarak ya da alkol kullanarak sinir ablasyonu sağlanır. Bu mikro cerrahi yönteme göre çok daha kısa süreli süren daha hızlıca yapılabilen cerrahi riskleri daha düşük olan ama ağrısız dönemin daha kısa olabildiği bir tekniktir. Trigeminal Nevralji Hakkında Sık Sorulan Sorular Trigeminal Nevralji ne demek?Trigeminal nevralji, trigeminal sinirin hasar görmesi sonucu keskin, vurucu veya elektrik çarpmasına benzeyen, ani ve şiddetli bir yüz ağrısı ortaya çıkaran sinirsel bir hastalıktır.Trigeminal nevralji hastalığı için hangi doktora gidilmelidir?Trigeminal nevralji belirtileri özellikle diş ağrısı başta olmak üzere farklı hastalıklarla karıştırılabilmektedir. Trigeminal nevralji ağrısı yüzünden birçok dişini gereksiz yere çektiren hastalar bulunmaktadır. Trigeminal nevralji belirtilerini ayırt etmek için Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahisi veya Nöroloji bölümü doktorlarının muayenesi önemlidir. Trigeminal nevralji tedavisinde ilk olarak ilaç kullanılmaktadır.Zira hastanın ağrısını bir an önce kesmek doktorun birinci önceliği olmalıdır. İlaç kullanılarak bazı olgularda bu hızlıca sağlanabilir. İlaç tedavisinin yeterli olmadığı durumlarda cerrahi yöntemler kullanılabilmektedir.Trigeminal nevralji hastalığı tedavi edilmezse ne olur?Trigeminal Nevralji tedavi edilmediğinde ve hastalık tedavisiz kaldığında ağrı ataklarının süresi ve sıklığı artabilir.Trigeminal nevralji kendiliğinden geçer mi?Bazen bu ağrılar kendiliğinden geçer ancak ağrı sürecinde ağrı atakları insan hayatını olumsuz etkilediğinden tedavi edilmelidir.Trigeminal nevralji ağrısı nasıl geçer?Trigeminal nevralji hastalığının tedavisinde farklı yöntemler kullanılabilmektedir. İlaç, trigeminal cerrahi ameliyatı, sinir blokajı veya radyo cerrahi gibi tedavi yöntemleri bulunmaktadır. Tedavi seçeneği hastaya ve hastalığın durumuna göre şekillendirilebilir.Trigeminal nevralji hastalığında radyofrekans tedavisi kullanılır mı?Radyofrekans rizotomi: Lokal anestezi eşliğinde uygulanır. Balon kompresyon işlemindekine benzer bir yöntemle bu sefer sinirde bir miktar ısı hasarı yaratılır. Etkinliği balon kompresyon ile benzerdir ancak sinirde oluşan kalıcı hasar nedeniyle komplikasyon oranları daha yüksektir.Trigeminal nevralji ilaç tedavisiyle geçer mi?Trigeminal nevralji teşhisi konduğunda ilaçla tedavi yöntemi denenmelidir. Tipik trigeminal nevralji tedavisinde genellikle karbamazepin gibi epilepsi ilaçları ve gabapentin gibi nöropatik ağrı ilaçları tercih edilmektedir. İlaç tedavileri trigeminal nevralji belirtilerini azaltmak için kullanılır. Günümüzde ilaç tedavileri bazı durumlarda etkin olarak hastalığı baskılayabilmektedir. Ancak bazı hastalarda ilaç tedavileri yeterli faydayı sağlayamayabilir. Bu ilaçlar sadece belirtileri baskıladıkları için hastalık ilaç tedavisi altında ilerleyebilir ve ilaçların dozunu artırmak gerekebilir. Hastadan hastaya değişmekle birlikte bu ilaçların uyku ve halsizlik gibi yan etkileri mevcuttur.Trigeminal nevralji balon kompresyon tedavisi ne demektir?Genel anestezi altında yanaktan bir iğne ile trigeminal sinirin 3. kısmının yüzden çıkış noktasına girilir. Sinirin yanında birkaç dakikalığına bir balon şişirilir ve sinirin bu bölümüne baskı uygulanır. Şişirilen balon sinire kalıcı hasar vermemekle birlikte sinirin ağrılara neden olan liflerinde myelin kaybı yaratarak ağrının geçmesini sağlar. Hastalığın tekrarlama riski mikrovasküler dekompresyon ameliyatı kadar düşük olmasa da oldukça etkin ve komplikasyonu az bir tedavi yöntemidir. Tekrarlanabilir bir yöntem olması hastalık nüksederse de uygulanabilmesini sağlar.Trigeminal Nevralji Radyocerrahi (Gamma Knife) Tedavisi ne demektir?Radyoaktif ışınlar aracılığıyla trigeminal sinirin kafatası içerisindeki kısmının hasarlanması esasına dayanır. Günübirlik bir işlemdir. Etkisinin birkaç yıl içerisinde başlaması ve nispeten daha az etkin olması zayıf yönleridir.Trigeminal Nevralji'nin bitkisel veya doğal tedavisi var mıdır?Trigeminal nevralji hastalığını tedavi eden ya da trigeminal nevralji ağrılarını azaltan bilimsel olarak ispatlanmış bitkisel tedavi yöntemi bulunmamaktadır. Trigeminal nevralji tedavisinde akupunktur, yoga gibi yöntemler için de yeterli bilimsel veri bulunmamaktadır.Trigeminal Nevralji baş ağrısı yapar mı?Trigeminal nevralji baş ağrısına neden olabilir. Baş ağrısı yaptığı için de migren ya da küme tipi baş ağrısı ile karıştırılabilmektedir. Doktorun tecrübesi ve iyi bir muayene ile bunun migren veya küme tipi baş ağrısından ayrılması sağlanır.Trigeminal Nevralji ameliyatı riskleri nelerdir?Her cerrahi işlemin riski bulunmaktadır. Bir cerrahi operasyon öncesi hasta mutlaka bütün olarak değerlendirilmelidir. Hipertansiyon, diyabet ve kronik akciğer hastalıkları gibi cerrahi işleme bağlı oluşabilecek kötü sonuçları artırabilecek rahatsızlıklar iyi değerlendirilmelidir. Gerekirse öncelikle bu hastalıklar tedavi edilip sonrasında cerrahi işlem uygulanmalıdır. Ayrıca anestezi ve dahili riskler dışında her cerrahi işlemin cerrahi prosedüre bağlı riskleri de bulunmaktadır. Yaşanabilecek bütün riskler cerrahın tecrübesi ve özeniyle azaltılabilir.Trigeminal Nevralji tedavisinde mikrovasküler cerrahi teknikle yapılan ameliyatlarda; Yara yeri problemleri Beyin omurilik sıvısı kaçağı Geçici yüz felci oluşması gibi riskler yaşanabilmektedir.Cerrahin bu risklere karşı dikkatli olması gerekmektedir. Bu riskler gerekli özen gösterilerek hastaların tama yakın bir kısmında engellenebilir. Ama bu oran hiçbir zaman sıfır değildir.Trigeminal Nevralji Foramen ovale fonksiyonu ile yapılan ablosyon tedavilerinde; Ağrının geçmemesi Yüzde hissizlik Gözde kuruma Çok az bir ihtimal de olsa yüzde kalıcı ağrı gelişmesi yaşanabilir.Bununla birlikte ablasyon için balon kompresyon tercih edildiğinde yüzde kalıcı ağrı oluşma ihtimali sıfıra çok yakındır. Radyofrekans ve alkol uygulamalarında bu açıdan risk daha yüksektir.Trigeminal Nevralji ameliyatı ne kadar sürer?Tgeminal nevralji ameliyatının süresi tercih edilecek tedavi yöntemine göre farklılık göstermektedir. Trigeminal nevralji mikrovalküser cerrahi ameliyatı 2-4 saat sürebilmektedir. Ablosyan yönteminde ise süre 30 dakikadır.Trigeminal Nevralji ameliyatı sonrası nelere dikkat etmek gerekir?Trigeminal Nevralji ameliyatın erken dönemindeki olası riskler gerçekleşmediği durumda hastanın ağrısı da geçtiyse ilave bir önlem almaya gerek bulunmamaktadır.Trigeminal Nevralji hastalığı kulak ağrısı yapar mı?Trigeminal Nevralji kulak ağrısı yapmaz. Ancak hastalar yüzlerindeki ağrıyı kulak ağrısı ile karıştırabilirler.Trigeminal Nevralji diş ağrısı yapar mı? Trigeminal nevralji diş ağrısı yapmaz. Ancak neden olduğu ağrı genellikle diş ağrısı ile karıştırılabilir. Birçok hasta ne yazık ki birkaç dişini çektirdikten sonra doğru tanıyı alır. Trigeminal Nevralji Nedir?Trigeminal nevralji, trigeminal sinirin beyin sapına girdiği yere yakın yerde yaşanan baskı nedeniyle yüzde şiddetli ve ani ağrıya neden olan sinirsel bir hastalık ve kronik bir ağrı bozukluğudur. Trigeminal nevralji vakalarında yüzün bir yarımında ani, şiddetli ve elektrik çarpmasına benzer ağrı atakları yaşanır. Bu ağrı atakları trigeminal nevraljinin en belirgin semptomudur. Bu ağrı atakları aynı zamanda acı, batma ve yan hissi de yaşatır. Ağrı ataklarının süresi birkaç saniyeden birkaç dakikaya kadar değişmekle beraber bu atakların sıklığı da hastadan hastaya değişkenlik gösterir.Trigeminal nevraljinin çok şiddetli ağrılara yol açması ve rastgele ataklarla seyretmesi, bu hastalığı yaşam kalitesini etkileyen büyük bir rahatsızlık haline getirir. Genellikle diş ağrısıyla karıştırılan trigeminal nevralji yüzünden hastaların dişlerini gereksiz yere çektirdiği görülür.Ağrı kesici ilaçlar hastalığın şiddetli ağrılarını dindirse de ağrıların geçmediği vakalarda cerrahi seçenekler de denenebilir.Trigeminal Nevralji Neden Olur?Trigeminal nevralji, kafatasının içerisindeki yüz siniri olan trigeminal sinire beyincik sapı tarafından baskı yapılması sonucunda meydana gelir. Bu baskı aynı zamanda vasküler kompresyon olarak da ifade edilir. Multipl skleroz veya belirli sinirleri koruyan miyelin kılıfına zarar veren benzer bir durum trigeminal nevraljiye neden olabilir. Ayrıca trigeminal sinire baskı yapan bir tümör de trigeminal nevraljiye yol açabilir.Trigeminal nevraljiye yol açan faktörler şöyledir:Trigeminal Nevralji Belirtileri Nelerdir?Yüzde elektrik çarpmasına benzer şiddetli, saplanır hissi veren veya zonklama tarzında ağrı atakları trigeminal nevraljinin en yaygın görülen belirtisidir. Bu ağrılar yüze dokunma, çiğneme, konuşma veya diş fırçalama ile tetiklenen ani ağrı ataklarıdır. Ağrı ile birlikte batma, yanma, acı ve yüz spazmları da belirtiler arasındadır. Trigeminal nevralji belirtisi genellikle birkaç saniye süren, yüzün bir yarımında hissedilen ani ve şiddetli elektrik çarpması şeklinde bir ağrıdır. Trigeminal nevralji belirtileri arasında sayılan bu tür ağrıların ardından dakikalara yayılan zonklamalar hissedilebilir.Trigeminal nevralji belirtileri şöyledir:Bu ağrı atakları hiçbir uyaran yokken oluşabildiği gibi;Ağrının çene, burun ve yanakta görülmesi tipik trigeminal nevralji belirtileri arasındadır. Ancak bazı durumlarda ağrı tüm yüzü kapsayabilir. Ağrıların sıklığı belirgin bir biçimde değişkenlik göstermektedir. Bazı hastalarda ağrı atakları her 10 dakikada bir tekrarlayabilirken bazı hastaların günler süren ağrısız dönemleri olabilir.Trigeminal Nevralji Teşhisi Nasıl Konulur?Migren, gerilim baş ağrısı, çene eklem rahatsızlığı gibi birçok hastalık tek taraflı yüz ağrısına sebep olabilir. Trigeminal nevraljinin diğer yüz ve baş ağrısına yol açan sebeplerden ayrılması uzman bir doktor muayenesinde hastanın şikayetlerinin ve belirtilerinin değerlendirilmesi ile yapılır. Trigeminal sinire yönelik yapılan MR görüntülemeleri ile tanı doğrulanabilir. Bu özellikli MR görüntülemelerinde trigeminal sinire baskı yapan damar oluşumları görüntülenebilmektedir.Trigeminal Nevralji Tedavisi Nasıl Olur?Trigeminal nevraljide öncelikle ağrının dindirilmesi için ilaç tedavisi yapılır. Etkili olan ilaçlar epilepsi ilaçları olabilir. Pek çok hastanın ağrısı bu ilaçlarla yatışmaktadır. İlaç tedavisi ile hasta rahatlıyorsa, bu ilaçlar hayat boyu da kullanılabilir. Ancak trigeminal nevralji ağrı ataklarının geçtiği dönemlerde ilaçlara ara verilmekle birlikte ataklar başladığında ilaçlar yeniden kullanılmaktadır. İlaç kullanıldığı süre içerisinde olası yan etkiler uzman doktor kontrolünde periyodik olarak değerlendirilmelidir.Zaman içerisinde birçok hastada ilaç etkinliği giderek azalır ve ilaca rağmen şiddetli ağrı olur. Cerrahi tedavi gerekliliği burada devreye girer. Cerrahi tedavi seçenekleri arasında mikrovasküler dekompresyon, foramen ovale ponksiyonu ile balon kompresyon, radyofrekans veya alkol uygulamaları bulunur. Mikrovasküler dekompresyon özellikle genç ve radyolojik olarak trigeminal sinire damar basısı gösterilmiş hastalarda öncelikle tercih edilmelidir. Yapılan cerrahi ile ömür boyu ağrısız bir yaşam söz konusudur. Bu yöntemde Trigeminal sinir mikro cerrahi teknikle ortaya konur ve siniri sıkıştıran damar yapıları özel bir materyal ile sinirden uzaklaştırılır ve bu sayede olguların hemen tamamında ömür boyu ağrısız dönem elde edilebilir.Diğer cerrahi tedavi yöntemi ise foromen ovale fonksiyonudur. Ağız kenarından girilerek yanak içinden ilerlendikten sonra kafa tabanındaki foramenovale ismindeki anatomik yapıdan geçilerek kafa tabanına ulaşılır ve sinir gangliyonu komşuluğa katater yerleştirilir. Daha sonrasında balon ile komprese edilerek veya radyofrekans uygulayarak ya da alkol kullanarak sinir ablasyonu sağlanır. Bu mikro cerrahi yönteme göre çok daha kısa süreli süren daha hızlıca yapılabilen cerrahi riskleri daha düşük olan ama ağrısız dönemin daha kısa olabildiği bir tekniktir. Trigeminal Nevralji Hakkında Sık Sorulan Sorular Trigeminal Nevralji ne demek?Trigeminal nevralji, trigeminal sinirin hasar görmesi sonucu keskin, vurucu veya elektrik çarpmasına benzeyen, ani ve şiddetli bir yüz ağrısı ortaya çıkaran sinirsel bir hastalıktır.Trigeminal nevralji hastalığı için hangi doktora gidilmelidir?Trigeminal nevralji belirtileri özellikle diş ağrısı başta olmak üzere farklı hastalıklarla karıştırılabilmektedir. Trigeminal nevralji ağrısı yüzünden birçok dişini gereksiz yere çektiren hastalar bulunmaktadır. Trigeminal nevralji belirtilerini ayırt etmek için Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahisi veya Nöroloji bölümü doktorlarının muayenesi önemlidir. Trigeminal nevralji tedavisinde ilk olarak ilaç kullanılmaktadır.Zira hastanın ağrısını bir an önce kesmek doktorun birinci önceliği olmalıdır. İlaç kullanılarak bazı olgularda bu hızlıca sağlanabilir. İlaç tedavisinin yeterli olmadığı durumlarda cerrahi yöntemler kullanılabilmektedir.Trigeminal nevralji hastalığı tedavi edilmezse ne olur?Trigeminal Nevralji tedavi edilmediğinde ve hastalık tedavisiz kaldığında ağrı ataklarının süresi ve sıklığı artabilir.Trigeminal nevralji kendiliğinden geçer mi?Bazen bu ağrılar kendiliğinden geçer ancak ağrı sürecinde ağrı atakları insan hayatını olumsuz etkilediğinden tedavi edilmelidir.Trigeminal nevralji ağrısı nasıl geçer?Trigeminal nevralji hastalığının tedavisinde farklı yöntemler kullanılabilmektedir. İlaç, trigeminal cerrahi ameliyatı, sinir blokajı veya radyo cerrahi gibi tedavi yöntemleri bulunmaktadır. Tedavi seçeneği hastaya ve hastalığın durumuna göre şekillendirilebilir.Trigeminal nevralji hastalığında radyofrekans tedavisi kullanılır mı?Radyofrekans rizotomi: Lokal anestezi eşliğinde uygulanır. Balon kompresyon işlemindekine benzer bir yöntemle bu sefer sinirde bir miktar ısı hasarı yaratılır. Etkinliği balon kompresyon ile benzerdir ancak sinirde oluşan kalıcı hasar nedeniyle komplikasyon oranları daha yüksektir.Trigeminal nevralji ilaç tedavisiyle geçer mi?Trigeminal nevralji teşhisi konduğunda ilaçla tedavi yöntemi denenmelidir. Tipik trigeminal nevralji tedavisinde genellikle karbamazepin gibi epilepsi ilaçları ve gabapentin gibi nöropatik ağrı ilaçları tercih edilmektedir. İlaç tedavileri trigeminal nevralji belirtilerini azaltmak için kullanılır. Günümüzde ilaç tedavileri bazı durumlarda etkin olarak hastalığı baskılayabilmektedir. Ancak bazı hastalarda ilaç tedavileri yeterli faydayı sağlayamayabilir. Bu ilaçlar sadece belirtileri baskıladıkları için hastalık ilaç tedavisi altında ilerleyebilir ve ilaçların dozunu artırmak gerekebilir. Hastadan hastaya değişmekle birlikte bu ilaçların uyku ve halsizlik gibi yan etkileri mevcuttur.Trigeminal nevralji balon kompresyon tedavisi ne demektir?Genel anestezi altında yanaktan bir iğne ile trigeminal sinirin 3. kısmının yüzden çıkış noktasına girilir. Sinirin yanında birkaç dakikalığına bir balon şişirilir ve sinirin bu bölümüne baskı uygulanır. Şişirilen balon sinire kalıcı hasar vermemekle birlikte sinirin ağrılara neden olan liflerinde myelin kaybı yaratarak ağrının geçmesini sağlar. Hastalığın tekrarlama riski mikrovasküler dekompresyon ameliyatı kadar düşük olmasa da oldukça etkin ve komplikasyonu az bir tedavi yöntemidir. Tekrarlanabilir bir yöntem olması hastalık nüksederse de uygulanabilmesini sağlar.Trigeminal Nevralji Radyocerrahi (Gamma Knife) Tedavisi ne demektir?Radyoaktif ışınlar aracılığıyla trigeminal sinirin kafatası içerisindeki kısmının hasarlanması esasına dayanır. Günübirlik bir işlemdir. Etkisinin birkaç yıl içerisinde başlaması ve nispeten daha az etkin olması zayıf yönleridir.Trigeminal Nevralji'nin bitkisel veya doğal tedavisi var mıdır?Trigeminal nevralji hastalığını tedavi eden ya da trigeminal nevralji ağrılarını azaltan bilimsel olarak ispatlanmış bitkisel tedavi yöntemi bulunmamaktadır. Trigeminal nevralji tedavisinde akupunktur, yoga gibi yöntemler için de yeterli bilimsel veri bulunmamaktadır.Trigeminal Nevralji baş ağrısı yapar mı?Trigeminal nevralji baş ağrısına neden olabilir. Baş ağrısı yaptığı için de migren ya da küme tipi baş ağrısı ile karıştırılabilmektedir. Doktorun tecrübesi ve iyi bir muayene ile bunun migren veya küme tipi baş ağrısından ayrılması sağlanır.Trigeminal Nevralji ameliyatı riskleri nelerdir?Her cerrahi işlemin riski bulunmaktadır. Bir cerrahi operasyon öncesi hasta mutlaka bütün olarak değerlendirilmelidir. Hipertansiyon, diyabet ve kronik akciğer hastalıkları gibi cerrahi işleme bağlı oluşabilecek kötü sonuçları artırabilecek rahatsızlıklar iyi değerlendirilmelidir. Gerekirse öncelikle bu hastalıklar tedavi edilip sonrasında cerrahi işlem uygulanmalıdır. Ayrıca anestezi ve dahili riskler dışında her cerrahi işlemin cerrahi prosedüre bağlı riskleri de bulunmaktadır. Yaşanabilecek bütün riskler cerrahın tecrübesi ve özeniyle azaltılabilir.Trigeminal Nevralji tedavisinde mikrovasküler cerrahi teknikle yapılan ameliyatlarda;Cerrahin bu risklere karşı dikkatli olması gerekmektedir. Bu riskler gerekli özen gösterilerek hastaların tama yakın bir kısmında engellenebilir. Ama bu oran hiçbir zaman sıfır değildir.Trigeminal Nevralji Foramen ovale fonksiyonu ile yapılan ablosyon tedavilerinde; Bununla birlikte ablasyon için balon kompresyon tercih edildiğinde yüzde kalıcı ağrı oluşma ihtimali sıfıra çok yakındır. Radyofrekans ve alkol uygulamalarında bu açıdan risk daha yüksektir.Trigeminal Nevralji ameliyatı ne kadar sürer?Tgeminal nevralji ameliyatının süresi tercih edilecek tedavi yöntemine göre farklılık göstermektedir. Trigeminal nevralji mikrovalküser cerrahi ameliyatı 2-4 saat sürebilmektedir. Ablosyan yönteminde ise süre 30 dakikadır.Trigeminal Nevralji ameliyatı sonrası nelere dikkat etmek gerekir?Trigeminal Nevralji ameliyatın erken dönemindeki olası riskler gerçekleşmediği durumda hastanın ağrısı da geçtiyse ilave bir önlem almaya gerek bulunmamaktadır.Trigeminal Nevralji hastalığı kulak ağrısı yapar mı?Trigeminal Nevralji kulak ağrısı yapmaz. Ancak hastalar yüzlerindeki ağrıyı kulak ağrısı ile karıştırabilirler.Trigeminal Nevralji diş ağrısı yapar mı? Trigeminal nevralji diş ağrısı yapmaz. Ancak neden olduğu ağrı genellikle diş ağrısı ile karıştırılabilir. Birçok hasta ne yazık ki birkaç dişini çektirdikten sonra doğru tanıyı alır.
9,477
663
Hastalıklar
Tremor (Titreme Hastalığı)
Titreme hastalığı olarak da bilinen tremor, kas spazmı ve seğirmeden farklı olarak ortaya çıkarak vücudun istemsiz hareket etmesine neden olur. Yaşam tarzı ya da çeşitli faktörlerden dolayı inme ve Parkinson hastalıkların sonucunda titreme görülebilir. Nörolojik bir durum olan titreme hastalıklarının birçoğunda tedavi, titremeyi yönetebilmeyi sağlamak üzerindir.Titreme hastalığı olarak da bilinen tremor, kas spazmı ve seğirmeden farklı olarak ortaya çıkarak vücudun istemsiz hareket etmesine neden olur. Yaşam tarzı ya da çeşitli faktörlerden dolayı inme ve Parkinson hastalıkların sonucunda titreme görülebilir. Nörolojik bir durum olan titreme hastalıklarının birçoğunda tedavi, titremeyi yönetebilmeyi sağlamak üzerindir. Tremor (Titreme Hastalığı) Nedir?Titreme hastalığı olarak da geçen tremor, en yaygın olarak ellerde görülen ama kol, bacak, kafa ve ses tellerini de etkileyerek istemsiz ve kontrol edilemeyen sallanma veya titreme hareketlerine neden olan nörolojik bozukluktur.Tremor, yaşamı tehdit etmese de zorluklara neden olarak sakatlıklara yol açabilir. Bunun yanında titreme, yazma, yemek yeme, tıraş olma ve giyinme gibi günlük yaşam görevlerini zorlaştırabilir.Tremor (Titreme Hastalığı) Çeşitleri Nelerdir?Titreme hastalığı, istirahat ve aksiyon tremoru olarak ikiye ayrılır. İstirahat tremoru, uzun süre hareketsiz kalındığında ya da uzanıldığında oluşur. Bu çeşitte kişi hareket ettiği zaman titreme yok olur. Genel olarak el ve parmakların etkilendiği bilinir. Kollar yatay şekilde tutarken ya da hareket sırasında ortaya çıkan çeşit ise aksiyon tremoru olarak isimlendirilir. Aksiyon tremoru aynı zaman şu alt kategorileri barındırır:İntansiyonel TremorAmaçlı olarak yapılan hareketler sırasında meydana gelen titreme intansiyonel tremor olarak adlandırılır.Postural TremorHeyecan, gerginlik ve korku durumlarında bir uzvun yer çekimine karşı belli bir pozisyonun korunması ile ortaya çıkan tremor türüdür.Göreve Özgü TremorBelli bir etkinlik esnasında görülen ve ortaya çıkan titreme göreve özgü tremor olarak isimlendirilir.İzometrik TremorBir objenin ya da ağır bir ürünün aynı pozisyonda uzun süre tutulması durumunda ortaya çıkan titreme izometrik tremordur.Titreme hastalığı aynı zamanda görünüm ve nedenlerine göre şu şekilde sınıflandırılır:Esansiyel TremorEsansiyel tremor, kas koordinasyonunu kontrol eden beyinciğin beyin ilgili bölümleri ile doğru iletişim kuramamasına bağlı olarak, istemsiz titreme ve ritmik sallanmaya neden olan nörolojik bir durumdur. En yaygın hareket bozukluklarından biri olarak bilinir. Nörolojik belirtiler olmadan hareket esnasında hem ellerde hem de kollarda oluşan titreme esansiyel tremor belirtisidir. Aynı zamanda kişinin kafasını, sesini ya da alt uzuvlarını da etkileyebilmektedir. Titreme her yaşta başlasa da, ilk olarak ergenlik döneminde ya da orta yaşta (40-50 yaş arası) ortaya çıkar. Esansiyel titreme, nedeni kesin olarak bilinmese de kalıtsal olabilmektedir. Bu durum hafif olarak kalabilir ya da faktörlere bağlı olarak zamanla kötüleşebilir.Distonik TitremeDistonik tremor, beyinden gelen mesajların yanlış olması sonucunda kasların aşırı aktif olmasına neden olarak anormal duruşlara ya da istenmeyen hareketlere sebep olduğu bir hareket bozukluğudur. Distonik tremor genellikle genç ya da orta yaşlı kişilerde görülür ve vücuttaki herhangi bir kası etkileyebilir.Serebellar TitremeSerebellar tremor, yazı yazma gibi amaçlı bir hareketin sonunda kötüleşerek kollar, bacaklar, eller veya ayakların titremesidir. İnme, tümör, hastalık ya da kalıtsal bir bozukluktan kaynaklanır.Fonksiyonel TitremePsikojenik tremor olarak da bilinen fonksiyonel tremor herhangi bir tremor şeklinde ortaya çıkabilir. Semptomları farklılık gösterse de aniden başlar ve zamanla artabilir. Titreme durumu dikkat ile artabilir ya da kişinin dikkati dağıldığında azalıp kaybolabilir.Geliştirilmiş Fizyolojik TitremeArtmış fizyolojik tremor tipik olarak bilinen bu titreme türü, hem el hem de parmaklarda ortaya çıkar. Nörolojik bir sorundan değil, kullanılan ilaçlara, alkol yoksunluğuna ya da aşırı aktif tiroid, hipoglisemi gibi tıbbi problemler sonucunda görülür.Parkinson TitremesiParkinson titremesi, Parkinson hastalığının ilk belirtisi olarak ortaya çıkar. Tüm Parkinson hastalarında görülmeyebilir. En çok elleri etkileyen Parkinson titremesi, çene, dudak, yüz ve bacakları da içerir. Bu titreme stres durumlarında ve duygusal anlarda daha da kötüleşebilir.Ortostatik TitremeOrtostatik tremor, kas kasılması sonucunda ortaya çıkan bu titreme ayağa kalkıldığında bacaklarda meydana gelir. Bu titreme durumu genellikle kişiler oturduğunda ya da yürüdüğünde durma eğilimindedir.Tremor (Titreme Hastalığı) Neden Olur?Titreme hastalığı olarak da bilinen tremorun en yaygın nedenleri, genetik yatkınlık, multipl skleroz, parkinson hastalığı, inme, travmatik beyin hasarı gibi nörolojik sorunlar, böbrek yetmezliği ve hipertiroidizm gibi hastalıklar yanı sıra alkol yoksunluğu, anksiyete ve paniktir.Titreme hastalığına sebep olan diğer nedenler şu şekilde listelenebilir: Astım, kemoterapi, kortikosteroidler, bazı psikiyatrik ve nörolojik bozukluklar için kullanılan ilaçlar Cıva, manganez, kurşun, arsenik gibi ağır metaller, diğer nörotoksinler ve böcek ilaçlarına maruz kalmak Aşırı kafein tüketimi Tiroid bozukluğu Karaciğer veya böbrek yetmezliği Diyabet Stres, kaygı veya yorgunluk titremeye neden olur.Tremor (Titreme Hastalığı) Belirtileri Nelerdir?Titreme hastalığının en yaygın belirtileri şöyle sıralanır: Eller, kollar, başın, bacakların ya da gövdenin ritmik sallanması Titrek ses Yazma ya da çizme zorluğu Araç, gereçleri ya da diğer öğeleri tutmada ve kontrol etmede zorlukBazı durumlarda stres, güçlü duygular, fiziksel yorgunluk, belirli hareketler yapma sonucunda titreme tetiklenebilir.Tremor (Titreme Hastalığı) Nasıl Teşhis Edilir?Titreme hastalığını teşhis etmek için uzman doktor fiziki muayene yaparak ve kişinin tıbbi geçmişini gözden geçirir. Nörolojik muayenenin de ardından kas yapısı, gücü, refleksleri, dengesi ve konuşması test edilir. Bu testlerle titremenin kaslar dinlenirken mi yoksa hareket halindeyken mi meydana geldiği, titremenin vücuttaki yeri, tremorun görünümü ortaya çıkarılır.Uzman doktor, titremenin neden olduğu faktörleri belirlemek için kan veya idrar örnekleri talep edebilir. Teşhis ile birlikte titremenin beyindeki hasarın sonucu olup olmadığını belirlemeye yardımcı olabilir. Ek testlerle, el yazısı ile ilgili zorluk, çatal ve bardak tutma becerisi gibi herhangi bir işlevsel sınırlamanın belirlenmesi teşhise yardımcı olur.Tremor (Titreme Hastalığı) Tedavisi Nasıl Olur?Birçok tremor türünün tedavisi olmamasına rağmen, semptomları yönetmeye yardımcı olacak tedaviler bulunur. Bunun yanında altta yatan hastalığı ya da problemi teşhis edip tedavi etmek de titremenin azalmasına yardımcı olur. Titreme hastalığına karşı şu tedavi yöntemlerinden yararlanılır: Bazı beta bloke edici, anti-nöbet, sakinleştirici ilaçlar titremenin yavaşlamasını sağlayabilir. Titreme ilaçlara cevap vermediğinde ya da günlük hayatı etkilediğinde cerrahi işlemler yapılabilir. Derin beyin stimülasyonu yani halk arasında beyin pili, tremorun cerrahi tedavisinin en yaygın şeklidir. Beynin bazı istemsiz hareketleri koordine eden talamusa frekanslı elektrik sinyalleri gönderilir. Beyin pili, parkinson tremoru, esansiyel tremor ve distoniyi tedavi etmek için kullanılır. Botoks enjeksiyonları, titreminin yüz ya da kafada olması durumunda uygulanabilir. Fizik tedavi ile birlikte kas spazmı sonucunda oluşan titreminin kontrolü için kasların güçlendirilmesi hedeflenir.Tremor (Titreme Hastalığı) Nasıl Geçer?Yaşam tarzı değişiklikleri ve sağlıklı beslenme ile birlikte tremorun yarattığı titreme hafifletilebilir. Titreme hastalığını geçirmenin yolları şöyle sıralanır: Fiziksel, konuşma ve mesleki terapi alın Kafeini ortadan kaldırın ya da azaltın Tabak, kaşık ya da daha ağır gereçler gibi özel yardımcı araçlardan yararlanın İlaçları zamanında alın Titremeyi şiddetlendirebilecek stresi veya stresli durumları azaltın Düğme yerine giyinmeyi kolaylaştıran giysiler giyin Bağcıksız ayakkabılar tercih edin Yeterli uyku alın Fiziksel aktiviteye önem verinTremor (Titreme Hastalığı) Hakkında Sık Sorulan SorularEl titreme hastalığı hangi bölüm?El titremesi için Nöroloji bölümüne gitmek gerekir. Tremor (Titreme Hastalığı) Nedir?Titreme hastalığı olarak da geçen tremor, en yaygın olarak ellerde görülen ama kol, bacak, kafa ve ses tellerini de etkileyerek istemsiz ve kontrol edilemeyen sallanma veya titreme hareketlerine neden olan nörolojik bozukluktur.Tremor, yaşamı tehdit etmese de zorluklara neden olarak sakatlıklara yol açabilir. Bunun yanında titreme, yazma, yemek yeme, tıraş olma ve giyinme gibi günlük yaşam görevlerini zorlaştırabilir.Tremor (Titreme Hastalığı) Çeşitleri Nelerdir?Titreme hastalığı, istirahat ve aksiyon tremoru olarak ikiye ayrılır. İstirahat tremoru, uzun süre hareketsiz kalındığında ya da uzanıldığında oluşur. Bu çeşitte kişi hareket ettiği zaman titreme yok olur. Genel olarak el ve parmakların etkilendiği bilinir. Kollar yatay şekilde tutarken ya da hareket sırasında ortaya çıkan çeşit ise aksiyon tremoru olarak isimlendirilir. Aksiyon tremoru aynı zaman şu alt kategorileri barındırır:İntansiyonel TremorAmaçlı olarak yapılan hareketler sırasında meydana gelen titreme intansiyonel tremor olarak adlandırılır.Postural TremorHeyecan, gerginlik ve korku durumlarında bir uzvun yer çekimine karşı belli bir pozisyonun korunması ile ortaya çıkan tremor türüdür.Göreve Özgü TremorBelli bir etkinlik esnasında görülen ve ortaya çıkan titreme göreve özgü tremor olarak isimlendirilir.İzometrik TremorBir objenin ya da ağır bir ürünün aynı pozisyonda uzun süre tutulması durumunda ortaya çıkan titreme izometrik tremordur.Titreme hastalığı aynı zamanda görünüm ve nedenlerine göre şu şekilde sınıflandırılır:Esansiyel TremorEsansiyel tremor, kas koordinasyonunu kontrol eden beyinciğin beyin ilgili bölümleri ile doğru iletişim kuramamasına bağlı olarak, istemsiz titreme ve ritmik sallanmaya neden olan nörolojik bir durumdur. En yaygın hareket bozukluklarından biri olarak bilinir. Nörolojik belirtiler olmadan hareket esnasında hem ellerde hem de kollarda oluşan titreme esansiyel tremor belirtisidir. Aynı zamanda kişinin kafasını, sesini ya da alt uzuvlarını da etkileyebilmektedir. Titreme her yaşta başlasa da, ilk olarak ergenlik döneminde ya da orta yaşta (40-50 yaş arası) ortaya çıkar. Esansiyel titreme, nedeni kesin olarak bilinmese de kalıtsal olabilmektedir. Bu durum hafif olarak kalabilir ya da faktörlere bağlı olarak zamanla kötüleşebilir.Distonik TitremeDistonik tremor, beyinden gelen mesajların yanlış olması sonucunda kasların aşırı aktif olmasına neden olarak anormal duruşlara ya da istenmeyen hareketlere sebep olduğu bir hareket bozukluğudur. Distonik tremor genellikle genç ya da orta yaşlı kişilerde görülür ve vücuttaki herhangi bir kası etkileyebilir.Serebellar TitremeSerebellar tremor, yazı yazma gibi amaçlı bir hareketin sonunda kötüleşerek kollar, bacaklar, eller veya ayakların titremesidir. İnme, tümör, hastalık ya da kalıtsal bir bozukluktan kaynaklanır.Fonksiyonel TitremePsikojenik tremor olarak da bilinen fonksiyonel tremor herhangi bir tremor şeklinde ortaya çıkabilir. Semptomları farklılık gösterse de aniden başlar ve zamanla artabilir. Titreme durumu dikkat ile artabilir ya da kişinin dikkati dağıldığında azalıp kaybolabilir.Geliştirilmiş Fizyolojik TitremeArtmış fizyolojik tremor tipik olarak bilinen bu titreme türü, hem el hem de parmaklarda ortaya çıkar. Nörolojik bir sorundan değil, kullanılan ilaçlara, alkol yoksunluğuna ya da aşırı aktif tiroid, hipoglisemi gibi tıbbi problemler sonucunda görülür.Parkinson TitremesiParkinson titremesi, Parkinson hastalığının ilk belirtisi olarak ortaya çıkar. Tüm Parkinson hastalarında görülmeyebilir. En çok elleri etkileyen Parkinson titremesi, çene, dudak, yüz ve bacakları da içerir. Bu titreme stres durumlarında ve duygusal anlarda daha da kötüleşebilir.Ortostatik TitremeOrtostatik tremor, kas kasılması sonucunda ortaya çıkan bu titreme ayağa kalkıldığında bacaklarda meydana gelir. Bu titreme durumu genellikle kişiler oturduğunda ya da yürüdüğünde durma eğilimindedir.Tremor (Titreme Hastalığı) Neden Olur?Titreme hastalığı olarak da bilinen tremorun en yaygın nedenleri, genetik yatkınlık, multipl skleroz, parkinson hastalığı, inme, travmatik beyin hasarı gibi nörolojik sorunlar, böbrek yetmezliği ve hipertiroidizm gibi hastalıklar yanı sıra alkol yoksunluğu, anksiyete ve paniktir.Titreme hastalığına sebep olan diğer nedenler şu şekilde listelenebilir:Tremor (Titreme Hastalığı) Belirtileri Nelerdir?Titreme hastalığının en yaygın belirtileri şöyle sıralanır:Bazı durumlarda stres, güçlü duygular, fiziksel yorgunluk, belirli hareketler yapma sonucunda titreme tetiklenebilir.Tremor (Titreme Hastalığı) Nasıl Teşhis Edilir?Titreme hastalığını teşhis etmek için uzman doktor fiziki muayene yaparak ve kişinin tıbbi geçmişini gözden geçirir. Nörolojik muayenenin de ardından kas yapısı, gücü, refleksleri, dengesi ve konuşması test edilir. Bu testlerle titremenin kaslar dinlenirken mi yoksa hareket halindeyken mi meydana geldiği, titremenin vücuttaki yeri, tremorun görünümü ortaya çıkarılır.Uzman doktor, titremenin neden olduğu faktörleri belirlemek için kan veya idrar örnekleri talep edebilir. Teşhis ile birlikte titremenin beyindeki hasarın sonucu olup olmadığını belirlemeye yardımcı olabilir. Ek testlerle, el yazısı ile ilgili zorluk, çatal ve bardak tutma becerisi gibi herhangi bir işlevsel sınırlamanın belirlenmesi teşhise yardımcı olur.Tremor (Titreme Hastalığı) Tedavisi Nasıl Olur?Birçok tremor türünün tedavisi olmamasına rağmen, semptomları yönetmeye yardımcı olacak tedaviler bulunur. Bunun yanında altta yatan hastalığı ya da problemi teşhis edip tedavi etmek de titremenin azalmasına yardımcı olur. Titreme hastalığına karşı şu tedavi yöntemlerinden yararlanılır:Tremor (Titreme Hastalığı) Nasıl Geçer?Yaşam tarzı değişiklikleri ve sağlıklı beslenme ile birlikte tremorun yarattığı titreme hafifletilebilir. Titreme hastalığını geçirmenin yolları şöyle sıralanır:Tremor (Titreme Hastalığı) Hakkında Sık Sorulan SorularEl titreme hastalığı hangi bölüm?El titremesi için Nöroloji bölümüne gitmek gerekir.
5,201
664
Hastalıklar
Trismus (Çene Kilitlenmesi)
Trismus yani çene kilitlenmesi, çenede yer alan eklemleri çevreleyen kaslarda spazmlar görülmesi durumudur. Çenenin tam olarak açılmadığı trismus, enfeksiyon, darbe ve başka türlü koşullar nedeniyle meydana gelebilir. Trismus, çenede ağrı ve kilitlenme şeklindeki belirtilerle görülür. Kişinin ağzını açamaması nedeniyle konuşma ve besin tüketimi konusunda sorunlara yol açabilir. Tedaviye ne kadar erken başlanırsa sonuç da o kadar hızlı bir şekilde görülür.Trismus yani çene kilitlenmesi, çenede yer alan eklemleri çevreleyen kaslarda spazmlar görülmesi durumudur. Çenenin tam olarak açılmadığı trismus, enfeksiyon, darbe ve başka türlü koşullar nedeniyle meydana gelebilir. Trismus, çenede ağrı ve kilitlenme şeklindeki belirtilerle görülür. Kişinin ağzını açamaması nedeniyle konuşma ve besin tüketimi konusunda sorunlara yol açabilir. Tedaviye ne kadar erken başlanırsa sonuç da o kadar hızlı bir şekilde görülür. Trismus (Çene Kilitlenmesi) Nedir?Trismus, yüz ve çene kasları ile sinirlerdeki hasar nedeniyle çenenin tam olarak açılamaması durumudur. Halk arasında çene kilitlenmesi olarak da bilinen trismus, kişinin yemek yeme, konuşma ve ağız hijyenine müdahalenin azalmasına ve zorlaşmasına neden olur. Diş apseler, enfeksiyon ve darbeler trismusa sebebiyet verebilir. Bunun yanında eklem bozuklukları, kas-iskelet sistemi sorunları ve baş ve boyun bölgesine uygulanan radyoterapi de çene kitlenmesinin nedenleri arasında sayılır. Trismus, günlük yaşamı olumsuz etkileyen bir sorun olarak görülür. Bu nedenle, rahatsızlığın altta yatan nedenini belirleyerek uygun tedavi yöntemlerini uygulamak gerekir.Trismus vücudu nasıl etkiler?Kişinin normalde ağız açıklığı 40 ila 60 mm arasında yer alır. Trismus yani çene kitlenmesi yaşandığı durumda ise ağız açma açıklığı 20 ila 30 mm genişliğine düşer. Bu durum kişinin beslenmesine ve konuşmasına önemli derecede etki eder. Trismus, çoğunlukla birkaç hafta içinde kaybolabilir. Kronik ya da uzun süreli trimus olan bazı kişilerde konuşamama kaynaklı olarak da depresyon gelişebilir.Trismus (Çene Kilitlenmesi) Belirtileri Nelerdir?Trismusun en yaygın görülen belirtisi, çenenin normal hareketinin kısıtlanması ve açılmamasıdır. Bunun yanında çeşitli sebeplerden dolayı ortaya çıkan trismus belirtileri arasında çenede hissedilen ağrı olarak tanımlanabilir. Trismus yani çene kilitlenmesi belirtileri şöyle sıralanabilir: Yemek yeme, konuşma ve diş fırçalama gibi günlük aktiviteleri zorlaştıran çene açma güçlüğü Çene, yüz veya kulak bölgesinde hissedilen ağrı Çene kaslarında sertlik ve spazmlar Çene veya yüz bölgesinde şişlik ve enflamasyon Çenenin yana hareket ettirilmesinde zorluk Baş Ağrısı Çene hareketlerinin kısıtlanmasına bağlı olarak yutma güçlüğü Kulak çınlaması (tinnitus) ve işitme problemleriBu trismus belirtileri, hastalığın şiddetine ve altta yatan nedenine bağlı olarak değişiklik gösterebilir.Trismus (Çene Kilitlenmesi) Neden Olur?Trismus yani çene kilitlenmesi çene kasları, temporomandibular eklem (TME) veya çevre dokuların zarar görmesi gibi çeşitli nedenlere bağlı olarak görülebilir. Trismusun başlıca nedenleri şöyle açıklanabilir: Diş apsesi, enfeksiyon gibi diş problemleri Temporomandibular eklem (TME) bozuklukları Travma ve yaralanmalar Radyoterapi Kas ve sinir sistemi bozukluklarıDiş ProblemleriDişte meydana gelen apseler ve enfeksiyonlar çenedeki kasların hareketinin kısıtlanmasına neden olabilir. Bunun yanında diş problemleri kişinin çene kaslarında spazma sebebiyet verir. Özellikle alt yirmilik dişlerin çekimi sonrasında trismus gelişebilir.Temporomandibular eklem (TME) bozukluklarıTME disfonksiyonu veya artriti, çenenin kasılarak açılmasını engelleyen ve ağrıya neden olan durumlar arasında yer alır. Bu da trismusa zemin hazırlar.Travma ve yaralanmalarTravma, çeneye darbe ya da yaralanmalar sonucunda çene ya da yüz bölgesinde yer alan kasların zarar görmesine neden olan trismusa neden olabilir.RadyoterapiÖzellikle baş ve boyun bölgesine uygulanan radyoterapi, kaslarda ve bağ dokularda fibrozis (doku sertleşmesi) neden olarak trismus yani çene kitlenmesini doğurabilir.Kas ve sinir sistemi bozukluklarıMiyofasiyal ağrı sendromu, Parkinson, MS gibi sinir sistemi hastalıkları, stres ve anksiyete, çene kaslarında istemsiz kasılmalara neden olarak trismus oluşmasını zemin hazırlar.Trismus (Çene Kilitlenmesi) Tedavisi Nasıl Olur?Trismus yani çene kitlenmesi tedavisi, altta yatan nedenine bağlı olarak değişiklik gösterir. Tedavi, genellikle bir dizi yöntem ve yaklaşımı içerir. Çoğunlukla geçici bir durum olan trismus, erken tedaviye ile hızlı bir şekilde iyileşme sağlanabilir.Çene germe egzersizlerinden yararlanma Bir fizyoterapist eşliğinde yapılan çene egzersizleri, çene kaslarının esnekliğini artmasını sağlayarak ve hareket kabiliyetini geri kazandırılmasını amaçlar. Günlük olarak tekrarlanan basit çene açma-kapama ve yan hareket egzersizleri kasları esnetir ve güçlenmesinde etkili olur.İlaç tedavisiUzman doktor trismus tanısının ardından kişiye kas gevşetici, ağrı kesici veya antiinflamatuar ilaç önerebilir.Beslenme değişiklikleriYumuşak gıda diyetinin uygulanması ve sert, gevrek yiyeceklerden kaçınılması, trismus semptomlarının düzelene kadar ağrıyı hafifletmek için yapılması önerilir.Trismus tedavisinde, multidisipliner bir yaklaşım önemlidir. Diş hekimleri, çene cerrahları, fizyoterapistler ve psikologların birlikte çalışmasıyla beraber hastanın en iyi sonucu alması sağlanır.Trismus (Çene Kilitlenmesi) Hakkında Sık Sorulan SorularTrismus ne kadar sürede geçer?Trismus, yani ağız açma güçlüğü yaşandığı durumda 2 ila 3 haftada içerisinde kendiliğinden düzelme gösterir.Trismus önlenebilir mi?Trismus önlenmesi mümkün bir hastalık türüdür. Ağız hijyenini sağlamak, düzenli diş kontrolleri yaptırmak, diş enfeksiyonlarını erken tedavi etmek ve çene travmalarından kaçınmak trismus riskini azaltabilir. Trismus (Çene Kilitlenmesi) Nedir?Trismus, yüz ve çene kasları ile sinirlerdeki hasar nedeniyle çenenin tam olarak açılamaması durumudur. Halk arasında çene kilitlenmesi olarak da bilinen trismus, kişinin yemek yeme, konuşma ve ağız hijyenine müdahalenin azalmasına ve zorlaşmasına neden olur. Diş apseler, enfeksiyon ve darbeler trismusa sebebiyet verebilir. Bunun yanında eklem bozuklukları, kas-iskelet sistemi sorunları ve baş ve boyun bölgesine uygulanan radyoterapi de çene kitlenmesinin nedenleri arasında sayılır. Trismus, günlük yaşamı olumsuz etkileyen bir sorun olarak görülür. Bu nedenle, rahatsızlığın altta yatan nedenini belirleyerek uygun tedavi yöntemlerini uygulamak gerekir.Trismus vücudu nasıl etkiler?Kişinin normalde ağız açıklığı 40 ila 60 mm arasında yer alır. Trismus yani çene kitlenmesi yaşandığı durumda ise ağız açma açıklığı 20 ila 30 mm genişliğine düşer. Bu durum kişinin beslenmesine ve konuşmasına önemli derecede etki eder. Trismus, çoğunlukla birkaç hafta içinde kaybolabilir. Kronik ya da uzun süreli trimus olan bazı kişilerde konuşamama kaynaklı olarak da depresyon gelişebilir.Trismus (Çene Kilitlenmesi) Belirtileri Nelerdir?Trismusun en yaygın görülen belirtisi, çenenin normal hareketinin kısıtlanması ve açılmamasıdır. Bunun yanında çeşitli sebeplerden dolayı ortaya çıkan trismus belirtileri arasında çenede hissedilen ağrı olarak tanımlanabilir. Trismus yani çene kilitlenmesi belirtileri şöyle sıralanabilir: Bu trismus belirtileri, hastalığın şiddetine ve altta yatan nedenine bağlı olarak değişiklik gösterebilir.Trismus (Çene Kilitlenmesi) Neden Olur?Trismus yani çene kilitlenmesi çene kasları, temporomandibular eklem (TME) veya çevre dokuların zarar görmesi gibi çeşitli nedenlere bağlı olarak görülebilir. Trismusun başlıca nedenleri şöyle açıklanabilir:Diş ProblemleriDişte meydana gelen apseler ve enfeksiyonlar çenedeki kasların hareketinin kısıtlanmasına neden olabilir. Bunun yanında diş problemleri kişinin çene kaslarında spazma sebebiyet verir. Özellikle alt yirmilik dişlerin çekimi sonrasında trismus gelişebilir.Temporomandibular eklem (TME) bozukluklarıTME disfonksiyonu veya artriti, çenenin kasılarak açılmasını engelleyen ve ağrıya neden olan durumlar arasında yer alır. Bu da trismusa zemin hazırlar.Travma ve yaralanmalarTravma, çeneye darbe ya da yaralanmalar sonucunda çene ya da yüz bölgesinde yer alan kasların zarar görmesine neden olan trismusa neden olabilir.RadyoterapiÖzellikle baş ve boyun bölgesine uygulanan radyoterapi, kaslarda ve bağ dokularda fibrozis (doku sertleşmesi) neden olarak trismus yani çene kitlenmesini doğurabilir.Kas ve sinir sistemi bozukluklarıMiyofasiyal ağrı sendromu, Parkinson, MS gibi sinir sistemi hastalıkları, stres ve anksiyete, çene kaslarında istemsiz kasılmalara neden olarak trismus oluşmasını zemin hazırlar.Trismus (Çene Kilitlenmesi) Tedavisi Nasıl Olur?Trismus yani çene kitlenmesi tedavisi, altta yatan nedenine bağlı olarak değişiklik gösterir. Tedavi, genellikle bir dizi yöntem ve yaklaşımı içerir. Çoğunlukla geçici bir durum olan trismus, erken tedaviye ile hızlı bir şekilde iyileşme sağlanabilir.Çene germe egzersizlerinden yararlanma Bir fizyoterapist eşliğinde yapılan çene egzersizleri, çene kaslarının esnekliğini artmasını sağlayarak ve hareket kabiliyetini geri kazandırılmasını amaçlar. Günlük olarak tekrarlanan basit çene açma-kapama ve yan hareket egzersizleri kasları esnetir ve güçlenmesinde etkili olur.İlaç tedavisiUzman doktor trismus tanısının ardından kişiye kas gevşetici, ağrı kesici veya antiinflamatuar ilaç önerebilir.Beslenme değişiklikleriYumuşak gıda diyetinin uygulanması ve sert, gevrek yiyeceklerden kaçınılması, trismus semptomlarının düzelene kadar ağrıyı hafifletmek için yapılması önerilir.Trismus tedavisinde, multidisipliner bir yaklaşım önemlidir. Diş hekimleri, çene cerrahları, fizyoterapistler ve psikologların birlikte çalışmasıyla beraber hastanın en iyi sonucu alması sağlanır.Trismus (Çene Kilitlenmesi) Hakkında Sık Sorulan SorularTrismus ne kadar sürede geçer?Trismus, yani ağız açma güçlüğü yaşandığı durumda 2 ila 3 haftada içerisinde kendiliğinden düzelme gösterir.Trismus önlenebilir mi?Trismus önlenmesi mümkün bir hastalık türüdür. Ağız hijyenini sağlamak, düzenli diş kontrolleri yaptırmak, diş enfeksiyonlarını erken tedavi etmek ve çene travmalarından kaçınmak trismus riskini azaltabilir.
3,823
665
Hastalıklar
Tularemi
Tavşan ateşi olarak da tabir edilen tularemi, kemirgenler ve tavşanlar gibi küçük memelilerde ve eklem bacaklılarda bulunan francisella tularensis bakterisinin neden olduğu ve insanlara bulaşabilen ateşli zoonotik bir hastalıktır. Hayvanlardan insanlara bulaşan bir hastalık olan tularemi, cilde, akciğerlere, gözlere ve lenf düğümlerine saldırabilen nadir bir hastalık olarak da bilinir. Tularemi hastalığının yaygın görülen belirtileri ateş, döküntü, lenf düğümlerinde şişme, boğaz ağrısı, öksürük ve gözlerde sulanmadır. Tularemi’ye yakalana kişiler mümkün olan en kısa sürede antibiyotiklerle tedavi edilmelidir.Tavşan ateşi olarak da tabir edilen tularemi, kemirgenler ve tavşanlar gibi küçük memelilerde ve eklem bacaklılarda bulunan francisella tularensis bakterisinin neden olduğu ve insanlara bulaşabilen ateşli zoonotik bir hastalıktır. Hayvanlardan insanlara bulaşan bir hastalık olan tularemi, cilde, akciğerlere, gözlere ve lenf düğümlerine saldırabilen nadir bir hastalık olarak da bilinir. Tularemi hastalığının yaygın görülen belirtileri ateş, döküntü, lenf düğümlerinde şişme, boğaz ağrısı, öksürük ve gözlerde sulanmadır. Tularemi’ye yakalana kişiler mümkün olan en kısa sürede antibiyotiklerle tedavi edilmelidir. Tularemi Nedir?Tularemi (tavşan ateşi), küçük, çubuk şeklinde, hareketsiz bakteri Francisella tularensis'in neden olduğu, hayvanlardan insanlara geçen nadir fakat bulaşıcı bir ateşli zoonotik hastalıktır. Lenf düğümlerinin ağrılı bir şekilde şişmesine neden olarak bakterilerin enfekte ettiği yere göre akciğerler, cilt, gözler, boğaz ve bağırsaklarda daha sık görülen tularemi bu bölgelerde birtakım semptomlar ortaya çıkarır.İnsanlara, francisella tularensis enfeksiyonlarına sahip tavşanlar, geyik sinekleri ve kenelerden geçen tularemi, ayrıca enfekte olan kemirgen hayvanlardan da bulaşabilir. Bunun yanı sıra bakterilerle kontamine olmuş yiyecek ve sulardan da tularemi hastalığı bulaşabilir. İşi, yaşam tarzı veya hobileri gereği enfekte olmuş hayvan ve böceklerle yakın temasta olan kişilerde daha yaygın olarak görülen tularemi ayrıca bağışıklık sistemi zayıf kişileri de yakalar. Şiddetli tularemi vakalarında beyin ve kalp de dahil olmak üzere herhangi bir organda iltihap da meydana gelebilir.Tularemi’nin yaygın görülen klinik belirtileri arasında ateş, lenf bezlerinde şişlik, boğaz ağrısı, öksürük, döküntüler, gözlerde sulanma ve nefes darlığı yer alır. Tularemi hastalığının etkilendiği bölgeye göre bu belirtilerin sayısı artabilir.Meydana gelen belirtiler, hastalığın şiddeti ve etkilediği bölgeden bağımsız olarak tularemi hastalığına yakalanan kişiler vakit kaybetmeden antibiyotik yoluyla tedavi edilmelidir.Tularemi Neden Olur?Tularemi, francisella tularensis bakterisinin enfekte hayvanlardan insanları geçmesi sonucunda meydana gelen ateşli bir hastalıktır. Vakaların çoğunluğu kırsal alanlarda meydana gelir ve keneler ve sineklerin ısırması veya enfekte kemirgenler ve yabani tavşanlarla edilen temastan kaynaklanır.Hayvanlardan geçen francisella tularensis bakterisi vücudun belirli bölgelerinde birtakım belirti ve komplikasyonlar geliştirir. Belirtilerin yok edilmesi ve enfeksiyonun iyileştirilmesi için kişiye antibiyotik tedavisi uygulanır.Tularemi Çeşitleri Nelerdir?Tularemi’nin enfekte olma durumu ve belirtilerin hangi bölgede meydana gelmesine bağlı olarak kendi içinde ayrıldığı bazı türleri bulunur.Tularemi türleri şu şekildedir:Ülseroglandüler tularemi: Tularemi’nin en sık görülen çeşididir ve cilt ve lenf bezlerini etkiler.Glandüler tularemi: Yalnızca lenf bezlerini etkiler.Oküloglandüler tularemi: Gözde meydana gelen oküloglandüler tularemi, gözü etkiler ve kontamine su veya vücut sıvılarının bulaşması sonucu oluşur.Orofaringeal tularemi: Kontamine besinler ve kirlenmiş su içmekten veya ellerinizi yıkamadan ağzınıza götürmenin sonucunda meydana gelir. Boğaz ağrısına ve bazen de sindirim (gastrointestinal) semptomlarına neden olabilir.Pnömonik tularemi: Pnömonik tularemi, tulareminin en ciddi versiyonudur. Zatürreye benzer semptomlar gösterir ve mutlak tedavi gerektirir.Tifo tularemi: Tifo tularemisi yüksek ateş meydana getirir ve vücudunuzun birçok bölümünü etkiler.Tularemi Belirtileri Nelerdir?Tularemi, vücudu etkilediği bölgelere göre farklı farklı belirtiler gösterir. Sık görülen ve kişiyi en çok etkileyen tularemi belirtileri ateş, döküntü ve lenf bezlerinde şişmedir. Bunların dışında gözlerde iltihaplanma, boğaz ağrısı, öksürük, ishal, kusma, karın ağrısı ve nefes darlığı da tularemi belirtileri arasında sayılır.Tularemi hastalığı şu belirtilerle ortaya çıkar: Ateş Lenf bezlerinde şişme Gözlerde iltihaplanma Boğaz ağrısı Öksürük İshal Mide bulantısı ve kusma Karın ağrısı Nefes darlığı Kas ağrıları Bilinç bulanıklığı Göz ağrısı Işığa duyarlılık Gözlerde açık yara (kornea ülseri)Tularemi Nasıl Teşhis Edilir?Tularemi tanısı için öncelikle doktor tarafından hastanın muayenesi yapılır. Muayenede hastanın belirtileri, şikayetleri ve hastalığın etkilendiği bölgeler incelenir. Muayenenin ardından hastalığın kesin tanısı için bazı testler istenebilir.Tularemi teşhisinde istenebilecek test yöntemleri şunlardır: Kan tahlili Biyopsi Burun veya boğaz sürüntüsü Plevral sıvı testiAyrıca pnömonik tularemi’nin meydana getirebileceği olası zatürre teşhisi için de göğüs röntgeni istenebilir.Tularemi Tedavisi Nasıl Yapılır?Tulareminin tedavisi, iğneyle (enjeksiyon) verilen veya ağızdan hap şeklinde alınan geniş spektrumlu antibiyotikleri içerir. Ciddi komplikasyonlar söz konusuysa başka tedavilere ihtiyacınız olabilir. Ancak tularemi hastalığının başlıca tedavisi antibiyotiktir. Hastalığın türü, belirtileri ve olası şiddeti düşünüldüğünde tularemi tedavisi vakit kaybetmeden yapılmalıdır.Tularemi Hakkında Sık Sorulan SorularTularemi hastalığı nedir?Tularemi hastalığı, hayvanlardan insanlara francisella tularensis adlı bakterinin vücuda girmesiyle geçen, nadir görülen ancak ateş, döküntü ve lenf bezlerinde şişme gibi belirtilere sebep olan zoonotik bir hastalıktır.Tularemi bulaşıcı mı?Tularemi hayvandan insana geçer ancak kişiden kişiye bir bulaşma söz konusu değildir. Bu sebeple tularemi hastalığına yakalanan kişilerin izole edilmesine gerek yoktur ancak kısa sürede tedavi edilmeleri gerekir.Tularemi ne yapar?Tularemi hastalığı kişide ateş, döküntü, lenf bezlerinde şişme, boğaz ağrısı, öksürük ve nefes darlığı gibi semptomlar ortaya çıkarır.Tularemi hangi hayvandan bulaşır?Tularemi genel olarak tavşanlar başta olmak üzere kemirgen hayvanlardan insanlara bulaşan bir hastalıktır. Tularemi Nedir?Tularemi (tavşan ateşi), küçük, çubuk şeklinde, hareketsiz bakteri Francisella tularensis'in neden olduğu, hayvanlardan insanlara geçen nadir fakat bulaşıcı bir ateşli zoonotik hastalıktır. Lenf düğümlerinin ağrılı bir şekilde şişmesine neden olarak bakterilerin enfekte ettiği yere göre akciğerler, cilt, gözler, boğaz ve bağırsaklarda daha sık görülen tularemi bu bölgelerde birtakım semptomlar ortaya çıkarır.İnsanlara, francisella tularensis enfeksiyonlarına sahip tavşanlar, geyik sinekleri ve kenelerden geçen tularemi, ayrıca enfekte olan kemirgen hayvanlardan da bulaşabilir. Bunun yanı sıra bakterilerle kontamine olmuş yiyecek ve sulardan da tularemi hastalığı bulaşabilir. İşi, yaşam tarzı veya hobileri gereği enfekte olmuş hayvan ve böceklerle yakın temasta olan kişilerde daha yaygın olarak görülen tularemi ayrıca bağışıklık sistemi zayıf kişileri de yakalar. Şiddetli tularemi vakalarında beyin ve kalp de dahil olmak üzere herhangi bir organda iltihap da meydana gelebilir.Tularemi’nin yaygın görülen klinik belirtileri arasında ateş, lenf bezlerinde şişlik, boğaz ağrısı, öksürük, döküntüler, gözlerde sulanma ve nefes darlığı yer alır. Tularemi hastalığının etkilendiği bölgeye göre bu belirtilerin sayısı artabilir.Meydana gelen belirtiler, hastalığın şiddeti ve etkilediği bölgeden bağımsız olarak tularemi hastalığına yakalanan kişiler vakit kaybetmeden antibiyotik yoluyla tedavi edilmelidir.Tularemi Neden Olur?Tularemi, francisella tularensis bakterisinin enfekte hayvanlardan insanları geçmesi sonucunda meydana gelen ateşli bir hastalıktır. Vakaların çoğunluğu kırsal alanlarda meydana gelir ve keneler ve sineklerin ısırması veya enfekte kemirgenler ve yabani tavşanlarla edilen temastan kaynaklanır.Hayvanlardan geçen francisella tularensis bakterisi vücudun belirli bölgelerinde birtakım belirti ve komplikasyonlar geliştirir. Belirtilerin yok edilmesi ve enfeksiyonun iyileştirilmesi için kişiye antibiyotik tedavisi uygulanır.Tularemi Çeşitleri Nelerdir?Tularemi’nin enfekte olma durumu ve belirtilerin hangi bölgede meydana gelmesine bağlı olarak kendi içinde ayrıldığı bazı türleri bulunur.Tularemi türleri şu şekildedir:Ülseroglandüler tularemi: Tularemi’nin en sık görülen çeşididir ve cilt ve lenf bezlerini etkiler.Glandüler tularemi: Yalnızca lenf bezlerini etkiler.Oküloglandüler tularemi: Gözde meydana gelen oküloglandüler tularemi, gözü etkiler ve kontamine su veya vücut sıvılarının bulaşması sonucu oluşur.Orofaringeal tularemi: Kontamine besinler ve kirlenmiş su içmekten veya ellerinizi yıkamadan ağzınıza götürmenin sonucunda meydana gelir. Boğaz ağrısına ve bazen de sindirim (gastrointestinal) semptomlarına neden olabilir.Pnömonik tularemi: Pnömonik tularemi, tulareminin en ciddi versiyonudur. Zatürreye benzer semptomlar gösterir ve mutlak tedavi gerektirir.Tifo tularemi: Tifo tularemisi yüksek ateş meydana getirir ve vücudunuzun birçok bölümünü etkiler.Tularemi Belirtileri Nelerdir?Tularemi, vücudu etkilediği bölgelere göre farklı farklı belirtiler gösterir. Sık görülen ve kişiyi en çok etkileyen tularemi belirtileri ateş, döküntü ve lenf bezlerinde şişmedir. Bunların dışında gözlerde iltihaplanma, boğaz ağrısı, öksürük, ishal, kusma, karın ağrısı ve nefes darlığı da tularemi belirtileri arasında sayılır.Tularemi hastalığı şu belirtilerle ortaya çıkar:Tularemi Nasıl Teşhis Edilir?Tularemi tanısı için öncelikle doktor tarafından hastanın muayenesi yapılır. Muayenede hastanın belirtileri, şikayetleri ve hastalığın etkilendiği bölgeler incelenir. Muayenenin ardından hastalığın kesin tanısı için bazı testler istenebilir.Tularemi teşhisinde istenebilecek test yöntemleri şunlardır:Ayrıca pnömonik tularemi’nin meydana getirebileceği olası zatürre teşhisi için de göğüs röntgeni istenebilir.Tularemi Tedavisi Nasıl Yapılır?Tulareminin tedavisi, iğneyle (enjeksiyon) verilen veya ağızdan hap şeklinde alınan geniş spektrumlu antibiyotikleri içerir. Ciddi komplikasyonlar söz konusuysa başka tedavilere ihtiyacınız olabilir. Ancak tularemi hastalığının başlıca tedavisi antibiyotiktir. Hastalığın türü, belirtileri ve olası şiddeti düşünüldüğünde tularemi tedavisi vakit kaybetmeden yapılmalıdır.Tularemi Hakkında Sık Sorulan SorularTularemi hastalığı nedir?Tularemi hastalığı, hayvanlardan insanlara francisella tularensis adlı bakterinin vücuda girmesiyle geçen, nadir görülen ancak ateş, döküntü ve lenf bezlerinde şişme gibi belirtilere sebep olan zoonotik bir hastalıktır.Tularemi bulaşıcı mı?Tularemi hayvandan insana geçer ancak kişiden kişiye bir bulaşma söz konusu değildir. Bu sebeple tularemi hastalığına yakalanan kişilerin izole edilmesine gerek yoktur ancak kısa sürede tedavi edilmeleri gerekir.Tularemi ne yapar?Tularemi hastalığı kişide ateş, döküntü, lenf bezlerinde şişme, boğaz ağrısı, öksürük ve nefes darlığı gibi semptomlar ortaya çıkarır.Tularemi hangi hayvandan bulaşır?Tularemi genel olarak tavşanlar başta olmak üzere kemirgen hayvanlardan insanlara bulaşan bir hastalıktır.
4,406
666
Hastalıklar
Tüberküloz
Verem hastalığı, akciğerlere saldıran Mycobacterium tuberculosis adlı bakterinin neden olduğu hava yoluyla yayılan bulaşıcı bir akciğer hastalığıdır. Tüberküloz (verem), enfekte bir kişinin öksürmesi veya hapşırması sonucu ortaya çıkan küçük damlacıkların solunmasıyla yayılır. Tedavi edilebilen bir hastalık olan verem hastalığı öksürük, kanlı balgam, ateş, göğüs ağrısı ve kilo kaybı gibi belirtilerle karakterizedir.Verem hastalığı, akciğerlere saldıran Mycobacterium tuberculosis adlı bakterinin neden olduğu hava yoluyla yayılan bulaşıcı bir akciğer hastalığıdır. Tüberküloz (verem), enfekte bir kişinin öksürmesi veya hapşırması sonucu ortaya çıkan küçük damlacıkların solunmasıyla yayılır. Tedavi edilebilen bir hastalık olan verem hastalığı öksürük, kanlı balgam, ateş, göğüs ağrısı ve kilo kaybı gibi belirtilerle karakterizedir. Verem Hastalığı (Tüberküloz) Nedir?Tüberküloz, halk arasında bilinen adı ile verem hastalığı, Mycobacterium tuberculosis isimli bakterinin neden olduğu hava yoluyla yayılan bulaşıcı bir akciğer hastalığıdır. Bakteriyel bir enfeksiyon olan verem hastalığı genellikle akciğerlere saldırır. Akciğerlerin yanı sıra omurga, beyin ve diğer organlara da zarar verebilir.  Toplu alanlarda bulunmak da hastalık riskini yükseltir. Tedavisi antibiyotik yoluyla mümkün olan tüberküloz tedavi edilmezse ölüme kadar gidebilen bir hastalıktır. en sık akciğerlerin etkilendiği ve öksürük belirtisi ile kendini gösteren, enVerem Hastalığı (Tüberküloz) Aşamaları Nelerdir?Tüberküloz (verem hastalığı) hastalığının üç aşaması söz konusudur ve her aşamada farklı belirtiler ortaya çıkabilir. Bu aşamalar şöyle özetlenebilir:Birincil Tüberküloz EnfeksiyonuTüberküloz hastalığında ilk aşama birincil enfeksiyon olarak adlandırılır. Bu aşamada bağışıklık sistemi vücuda giren mikropları yakalar ve onunla mücadele eder. Ancak bazı mikroplar hayatta kalabilir. Düşük ateş, yorgunluk ve öksürük gibi belirtiler bu aşamada görülebilir.Gizli Tüberküloz EnfeksiyonuGizli tüberküloz enfeksiyonu, birincil tüberküloz enfeksiyonunu takiben ortaya çıkar. Bu aşamada bağışıklık sistemi hücreleri akciğer dokusunun çevresine bir duvar örer. Bağışıklık sistemi mikropları kontrol altında tutmaya çalışır ancak bazıları yine hayatta kalabilir. Bu aşamada bir semptom görülmeden hastalık meydana gelebilir.Aktif Tüberküloz EnfeksiyonuBu aşamada bağışıklık sistemi mikroplarla mücadele edemeyecek noktaya gelir ve hastalık yayılır. Tüberküloz hastalığının başkalarına bulaşma durumu bu aşamada ortaya çıkar. Genellikle gizli enfeksiyon aşamasından sonra yaşanır. Öksürük, ateş, titreme gibi yaygın belirtiler bu aşamada ortaya çıkar.Verem Hastalığı (Tüberküloz) Neden Olur?Verem yani tüberküloz, öksürük, hapşırma gibi havayolu ile insandan insana bulaşan mycobacterium tuberculosis isimli bakterinin genellikle akciğerlere saldırması ile ortaya çıkar. Kolay bulaşan bir hastalık olmayan tüberkülozun vücuda girmesi için enfekte olan bir kişiyle çok fazla zaman geçirilmiş olması gerekir.Bağışıklık sistemi zayıf olan kişilere daha çok bulaşan tüberküloz, özellikle Afrika bölgelerinde sık görüldüğü için bu bölgelere yapılan seyahatler sonrasında da bulaşabilir. Afrika bölgelerinde AIDS hastalığı da yaygın olarak görüldüğü için tüberküloz hastalığının AIDS gibi bağışıklık sistemini düşüren hastalıklara bağlı olarak da yaşanma ihtimalinin artması mümkündür.Verem (Tüberküloz) Belirtileri Nelerdir?Verem hastalığının yaygın belirtileri en az 3 haftadır süren öksürük, kanlı balgam, göğüs ağrısı, nefes darlığı, ateş, gece terlemeleri, beklenmedik kilo kaybı, belirsiz nedenli hasta hissetme ve tükenmişliktir.Verem belirtileri şunlardır: 3 haftadan uzun süren şiddetli öksürük Kanlı balgam Göğüs ağrısı ve nefes darlığı İştahsızlık ve istemsiz kilo kaybı Ateş Titreme Gece terlemeleri Yorgunluk ve halsizlik Boyundaki lenf bezlerinde şişlik İyi hissetmeme Ses kısıklığı Sırt ağrısıVerem Hastalığı (Tüberküloz) Bulaşıcı mıdır?Tüberküloz yani verem bulaşıcı bir hastalıktır. Aktif bakteri barındıran verem hastası olan bir kişinin öksürmesi, hapşırması veya tükürmesi gibi damlacık çıkartılan durumlarda hava yolu ile yayılır ve bu damlacıkları soluyan kişi enfekte olarak verem hastalığına yakalanır. Tüberküloza yakalanmak için enfekte olan kişiyle uzun zaman geçirmiş olmanız gerekir. Bununla birlikte önemli detaylardan biri de sadece aktif akciğer enfeksiyonu olan kişilerin hastalığı bulaştırabilir olduğudur.Ayrıca kalabalık ortamlarda çok fazla zaman geçirmek de tüberküloz hastalığının bulaşma riskini artırır ve hastalık daha kolay bir şekilde yayılır. Tüm bunların bir araya gelmesinin yanı sıra hastalık özellikle bağışıklık sistemi düşük olan insanları yakalar. Enfekte olan biriyle zaman geçirilse dahi bağışıklık sisteminin kuvvetli olması hastalığın bulaşmasını engelleyebilir.Verem Hastalığı (Tüberküloz) Nasıl Bulaşır?Verem yani tüberküloz enfekte bir kişinin öksürmesi veya hapşırma gibi hava yolu yoluyla yayılan bir akciğer hastalığıdır. Hastalığın bulaşabilmesi için kişinin vücudunda bakterinin aktif olması gerekir. Tüberküloz hastası olan bir kişinin öksürmesi, hapşırması, tükürmesi veya şarkı söylemesi gibi durumlarda bakteri hava yolu ile yayılır ve yakınındaki kişi bunu soluduğunda enfekte olarak hastalığa maruz kalır.Verem Hastalığı (Tüberküloz) Risk Faktörleri Nelerdir?Tüberküloz genel olarak herkese bulaşabilir ancak bazı risk gruplarını daha da yakından ve derinden etkileyebilir.Tüberküloz risk faktörleri şöyle sıralanabilir: Ailede aktif tüberküloz vakası varsa, Afrika, Doğu Avrupa, Rusya ve Asya gibi tüberkülozun yaygın görüldüğü bölgelere seyahat ettiyseniz, Tüberkülozun yayılma ihtimalinin daha yüksek olduğu yerlerle (Evsizler, HIV’li kişiler, hapishaneler vb.) temas halindeyseniz, Bir hastane veya bakımevinde çalışıyorsanız, Aşırı sigara ve alkol tüketiyorsanız, Diyabet hastasıysanız, Şiddetli böbrek hastalığınız söz konusuysa, Kemoterapi tedavisi görüyorsanız, Yetersiz besleniyorsanız,Tüberküloz hastalığına yakalanma ihtimaliniz daha yüksektir demektir. Yukarıda belirtilen durumlar söz konusu olmasa bile bağışıklık sisteminin zayıflığı da tüberküloz hastalığına yakalanma ihtimalini artıran faktörler arasına girer. Güçlü bir bağışıklık sistemi, en büyük destekçiniz olacaktır.Verem Hastalığı (Tüberküloz) Nasıl Teşhis Edilir?Tüberküloz hastalığının teşhisi için uzman doktor öncelikle hastayı fiziksel olarak muayene eder. Göğüs dinlemesi, lenf bezlerinin şişliğinin kontrol edilmesi ve belirtiler hakkında sorular sorulması başlıca teşhis aşamalarındandır.Fiziksel muayene sonrası tüberküloz hastalığının en yaygın teşhis yöntemleri kan testi gibi görülse de kolay bir şekilde uygulanan cilt testi kişinin hastalığa yakalanıp yakalanmadığını rahatlıklar ortaya çıkarır.Tüberkülin adlı madde kolun iç kısmındaki derinin altına enjekte edilerek derinin boyutu, pozitif veya negatif bir testi belirlemek için tercih edilir. PPD testi olarak bilinen bu test, kişinin bağışıklık sisteminin tüberküloza tepkisini ölçmekle birlikte vücudun antikor üretip üretmediğini ortaya koyar. Sonuçlar pozitif çıkarsa kişi tüberkoluz olarak değerlendirilir.Cilt testiyle birlikte tüberküloz hastalığının teşhisinde başvurulan yollar şöyledir: Kan testi Akciğer röntgeni Balgam testleri BT taramasıTüm bunlarla birlikte nefes testi, idrar tahlili ve omurga-beyin çevresindeki sıvının testi de teşhis yolunda başvurulan yöntemler olarak tercih edilebilir.Verem Hastalığı (Tüberküloz) Nasıl Tedavi Edilir?Tüberküloz hastalığı için en etkili tedavi yöntemi ilaçtır. Normal bir enfeksiyon hastalığına göre ilaç tedavisi daha uzun süren ve 6 ayı bulabilen tüberkülozda dört farklı ilacın kullanımıyla birlikte mikropların yok edilmesi amaçlanır. Çünkü bazı bakteriler vücuda girdikten sonra çok fazla direnç gösterebilir. Buradaki önemli noktalardan biri doktorun verdiği ilaçları eksiksiz ve düzenli bir şekilde kullanmaktır.Tüberküloz tedavisinin yan etkileri var mı?Tüberküloz tedavisinde birden fazla ilaç kullanımı söz konusu olduğu için bazı semptomlar ortaya çıkabilir ancak bu durum kişiden kişiye değişir. Deri döküntüleri Mide bulantısı Cilt kaşıntısı Sarılık İdrarda koyulukVerem Hastalığı (Tüberküloz) Hakkında Sıkça Sorulan SorularTüberküloz nedir?Tüberküloz mycobacterium'un neden olduğu bulaşıcı bir akciğer enfeksiyonudur.Tüberküloz (verem) bulaşıcı mı?Evet, tüberküloz hava yoluyla insandan insana bulaşan ve özellikle akciğerleri etkileyen bulaşıcı bir enfeksiyon hastalığıdır.Verem öldürür mü?Verem hastalığı tedavi edilebilir bir hastalıktır ancak doğru bir teşhis ve tedavi uygulanmazsa yaşamı tehdit eden bir hastalıktır ve ölümle sonuçlanabilir.Tüberküloz testi pozitif çıkarsa ne olur?Tüberküloz için uygulanan cilt ve kan testlerinde pozitif sonucu çıkması tüberküloz hastalığına yakalanıldığı anlamına gelir. Bu sonucun ardından doktor tedavi sürecine başlar.Tüberküloz tedavisi kaç ay sürer?En az dört tane ilaç kullanılan tüberküloz tedavisi diğer enfeksiyonlar gibi olmadığı için 6 ayı bulabilen bir iyileşme süresi söz konusudur. İlaçlar düzensiz veya eksik kullanılırsa hastalık nüksedebilir veya kişinin çevresine hastalığı bulaştırma durumu devam eder. Verem Hastalığı (Tüberküloz) Nedir?Tüberküloz, halk arasında bilinen adı ile verem hastalığı, Mycobacterium tuberculosis isimli bakterinin neden olduğu hava yoluyla yayılan bulaşıcı bir akciğer hastalığıdır. Bakteriyel bir enfeksiyon olan verem hastalığı genellikle akciğerlere saldırır. Akciğerlerin yanı sıra omurga, beyin ve diğer organlara da zarar verebilir.  Toplu alanlarda bulunmak da hastalık riskini yükseltir. Tedavisi antibiyotik yoluyla mümkün olan tüberküloz tedavi edilmezse ölüme kadar gidebilen bir hastalıktır. en sık akciğerlerin etkilendiği ve öksürük belirtisi ile kendini gösteren, enVerem Hastalığı (Tüberküloz) Aşamaları Nelerdir?Tüberküloz (verem hastalığı) hastalığının üç aşaması söz konusudur ve her aşamada farklı belirtiler ortaya çıkabilir. Bu aşamalar şöyle özetlenebilir:Birincil Tüberküloz EnfeksiyonuTüberküloz hastalığında ilk aşama birincil enfeksiyon olarak adlandırılır. Bu aşamada bağışıklık sistemi vücuda giren mikropları yakalar ve onunla mücadele eder. Ancak bazı mikroplar hayatta kalabilir. Düşük ateş, yorgunluk ve öksürük gibi belirtiler bu aşamada görülebilir.Gizli Tüberküloz EnfeksiyonuGizli tüberküloz enfeksiyonu, birincil tüberküloz enfeksiyonunu takiben ortaya çıkar. Bu aşamada bağışıklık sistemi hücreleri akciğer dokusunun çevresine bir duvar örer. Bağışıklık sistemi mikropları kontrol altında tutmaya çalışır ancak bazıları yine hayatta kalabilir. Bu aşamada bir semptom görülmeden hastalık meydana gelebilir.Aktif Tüberküloz EnfeksiyonuBu aşamada bağışıklık sistemi mikroplarla mücadele edemeyecek noktaya gelir ve hastalık yayılır. Tüberküloz hastalığının başkalarına bulaşma durumu bu aşamada ortaya çıkar. Genellikle gizli enfeksiyon aşamasından sonra yaşanır. Öksürük, ateş, titreme gibi yaygın belirtiler bu aşamada ortaya çıkar.Verem Hastalığı (Tüberküloz) Neden Olur?Verem yani tüberküloz, öksürük, hapşırma gibi havayolu ile insandan insana bulaşan mycobacterium tuberculosis isimli bakterinin genellikle akciğerlere saldırması ile ortaya çıkar. Kolay bulaşan bir hastalık olmayan tüberkülozun vücuda girmesi için enfekte olan bir kişiyle çok fazla zaman geçirilmiş olması gerekir.Bağışıklık sistemi zayıf olan kişilere daha çok bulaşan tüberküloz, özellikle Afrika bölgelerinde sık görüldüğü için bu bölgelere yapılan seyahatler sonrasında da bulaşabilir. Afrika bölgelerinde AIDS hastalığı da yaygın olarak görüldüğü için tüberküloz hastalığının AIDS gibi bağışıklık sistemini düşüren hastalıklara bağlı olarak da yaşanma ihtimalinin artması mümkündür.Verem (Tüberküloz) Belirtileri Nelerdir?Verem hastalığının yaygın belirtileri en az 3 haftadır süren öksürük, kanlı balgam, göğüs ağrısı, nefes darlığı, ateş, gece terlemeleri, beklenmedik kilo kaybı, belirsiz nedenli hasta hissetme ve tükenmişliktir.Verem belirtileri şunlardır:Verem Hastalığı (Tüberküloz) Bulaşıcı mıdır?Tüberküloz yani verem bulaşıcı bir hastalıktır. Aktif bakteri barındıran verem hastası olan bir kişinin öksürmesi, hapşırması veya tükürmesi gibi damlacık çıkartılan durumlarda hava yolu ile yayılır ve bu damlacıkları soluyan kişi enfekte olarak verem hastalığına yakalanır. Tüberküloza yakalanmak için enfekte olan kişiyle uzun zaman geçirmiş olmanız gerekir. Bununla birlikte önemli detaylardan biri de sadece aktif akciğer enfeksiyonu olan kişilerin hastalığı bulaştırabilir olduğudur.Ayrıca kalabalık ortamlarda çok fazla zaman geçirmek de tüberküloz hastalığının bulaşma riskini artırır ve hastalık daha kolay bir şekilde yayılır. Tüm bunların bir araya gelmesinin yanı sıra hastalık özellikle bağışıklık sistemi düşük olan insanları yakalar. Enfekte olan biriyle zaman geçirilse dahi bağışıklık sisteminin kuvvetli olması hastalığın bulaşmasını engelleyebilir.Verem Hastalığı (Tüberküloz) Nasıl Bulaşır?Verem yani tüberküloz enfekte bir kişinin öksürmesi veya hapşırma gibi hava yolu yoluyla yayılan bir akciğer hastalığıdır. Hastalığın bulaşabilmesi için kişinin vücudunda bakterinin aktif olması gerekir. Tüberküloz hastası olan bir kişinin öksürmesi, hapşırması, tükürmesi veya şarkı söylemesi gibi durumlarda bakteri hava yolu ile yayılır ve yakınındaki kişi bunu soluduğunda enfekte olarak hastalığa maruz kalır.Verem Hastalığı (Tüberküloz) Risk Faktörleri Nelerdir?Tüberküloz genel olarak herkese bulaşabilir ancak bazı risk gruplarını daha da yakından ve derinden etkileyebilir.Tüberküloz risk faktörleri şöyle sıralanabilir:Tüberküloz hastalığına yakalanma ihtimaliniz daha yüksektir demektir. Yukarıda belirtilen durumlar söz konusu olmasa bile bağışıklık sisteminin zayıflığı da tüberküloz hastalığına yakalanma ihtimalini artıran faktörler arasına girer. Güçlü bir bağışıklık sistemi, en büyük destekçiniz olacaktır.Verem Hastalığı (Tüberküloz) Nasıl Teşhis Edilir?Tüberküloz hastalığının teşhisi için uzman doktor öncelikle hastayı fiziksel olarak muayene eder. Göğüs dinlemesi, lenf bezlerinin şişliğinin kontrol edilmesi ve belirtiler hakkında sorular sorulması başlıca teşhis aşamalarındandır.Fiziksel muayene sonrası tüberküloz hastalığının en yaygın teşhis yöntemleri kan testi gibi görülse de kolay bir şekilde uygulanan cilt testi kişinin hastalığa yakalanıp yakalanmadığını rahatlıklar ortaya çıkarır.Tüberkülin adlı madde kolun iç kısmındaki derinin altına enjekte edilerek derinin boyutu, pozitif veya negatif bir testi belirlemek için tercih edilir. PPD testi olarak bilinen bu test, kişinin bağışıklık sisteminin tüberküloza tepkisini ölçmekle birlikte vücudun antikor üretip üretmediğini ortaya koyar. Sonuçlar pozitif çıkarsa kişi tüberkoluz olarak değerlendirilir.Cilt testiyle birlikte tüberküloz hastalığının teşhisinde başvurulan yollar şöyledir:Tüm bunlarla birlikte nefes testi, idrar tahlili ve omurga-beyin çevresindeki sıvının testi de teşhis yolunda başvurulan yöntemler olarak tercih edilebilir.Verem Hastalığı (Tüberküloz) Nasıl Tedavi Edilir?Tüberküloz hastalığı için en etkili tedavi yöntemi ilaçtır. Normal bir enfeksiyon hastalığına göre ilaç tedavisi daha uzun süren ve 6 ayı bulabilen tüberkülozda dört farklı ilacın kullanımıyla birlikte mikropların yok edilmesi amaçlanır. Çünkü bazı bakteriler vücuda girdikten sonra çok fazla direnç gösterebilir. Buradaki önemli noktalardan biri doktorun verdiği ilaçları eksiksiz ve düzenli bir şekilde kullanmaktır.Tüberküloz tedavisinin yan etkileri var mı?Tüberküloz tedavisinde birden fazla ilaç kullanımı söz konusu olduğu için bazı semptomlar ortaya çıkabilir ancak bu durum kişiden kişiye değişir.Verem Hastalığı (Tüberküloz) Hakkında Sıkça Sorulan SorularTüberküloz nedir?Tüberküloz mycobacterium'un neden olduğu bulaşıcı bir akciğer enfeksiyonudur.Tüberküloz (verem) bulaşıcı mı?Evet, tüberküloz hava yoluyla insandan insana bulaşan ve özellikle akciğerleri etkileyen bulaşıcı bir enfeksiyon hastalığıdır.Verem öldürür mü?Verem hastalığı tedavi edilebilir bir hastalıktır ancak doğru bir teşhis ve tedavi uygulanmazsa yaşamı tehdit eden bir hastalıktır ve ölümle sonuçlanabilir.Tüberküloz testi pozitif çıkarsa ne olur?Tüberküloz için uygulanan cilt ve kan testlerinde pozitif sonucu çıkması tüberküloz hastalığına yakalanıldığı anlamına gelir. Bu sonucun ardından doktor tedavi sürecine başlar.Tüberküloz tedavisi kaç ay sürer?En az dört tane ilaç kullanılan tüberküloz tedavisi diğer enfeksiyonlar gibi olmadığı için 6 ayı bulabilen bir iyileşme süresi söz konusudur. İlaçlar düzensiz veya eksik kullanılırsa hastalık nüksedebilir veya kişinin çevresine hastalığı bulaştırma durumu devam eder.
6,351
667
Hastalıklar
Turner Sendromu
Turner sendromu, kadınları etkileyen eksik X kromozom kaynaklı olarak ortaya çıkan genetik bir kromozom bozukuğudur. Boy kısalığı, meme gelişiminin olmaması turner sendromu belirtileri olarak tanımlanabilir. Bunların yanında yumurtalıkların gelişmemesi ve kalp problemlerinin oluşması da Turner sendromunu işaret eden sorunlar arasında yer alır. Turner sendromu tedavisi genellikle hormon tedavisini içerir.Turner sendromu, kadınları etkileyen eksik X kromozom kaynaklı olarak ortaya çıkan genetik bir kromozom bozukuğudur. Boy kısalığı, meme gelişiminin olmaması turner sendromu belirtileri olarak tanımlanabilir. Bunların yanında yumurtalıkların gelişmemesi ve kalp problemlerinin oluşması da Turner sendromunu işaret eden sorunlar arasında yer alır. Turner sendromu tedavisi genellikle hormon tedavisini içerir. Turner Sendromu Nedir?Turner sendromu, yalnızca kadınları etkileyen, X kromozomlarından (cinsiyet kromozomu) birinin eksik veya kusurlu olması nedeniyle, boy kısalığı, yumurtalıkların gelişmemesi ve kalp kusurlarına neden olan kromozom bozukluğudur. Erkek ve kadınlar iki kromozomla doğar. Kadınlar iki X kromozomu ile doğarken erkekler bir X ve bir Y kromozomu ile doğar. Doğuştan yumurtalık hipoplazi sendromu olarak da bilinen turner sendromu ise X kromozomlarından biri kısmen ya da tamamen eksik olduğunda ortaya çıkar.Boy kısalığı, kısırlık, östrojen (kadınlık hormonu) eksikliği ile ortaya çıkan Turner sendromu tipik olarak 5 yaşında fark edilir. Zekayı etkilemese de hafıza ve gelişimsel sorunlara yol açabilir. Bunların yanında kalp problemleri de görülebilir. Ortalama yaşam süresini kısaltan bir durum olsa da takip ve tedavi edilmesi durumunda sağlığın korunmasına yardımcı olur.Turner Sendromu Neden Olur?Turner sendromu, cinsiyet kromozomu olan X kromozomlarından birinin eksik ya da kısmen eksik olması durumunda ortaya çıkar. X kromozomu kadınların yumurtalığında, erkeklerin ise sperminde bulunduğundan bu hastalık anne ya da babadan geçmektedir. Bu durum hücrelerin yapısal bozukluklarından kaynaklanır.Turner Sendromu Belirtileri Nelerdir?Turner sendromunun en belirgin ve en yaygın görülen belirtisi boy kısalığıdır. TS’li tüm kadınların çocukluk ve ergenlik döneminde geç ve yavaş gelişim böylelikle gecikmiş ergenlik görülür. Ortalama yetişkin boylarından daha kısa olurlar. Turner sendromunun ana belirtileri şöyle sıralanabilir: Boy kısalığı Meme gelişimi bozukluğu Adet dönemleri dengesizliği Az işleve sahip ya da işlevsiz yumurtalıklar Gecikmiş ergenlik Göz tembelliği ya da sarkık göz kapakları gibi göz problemleri Diş problemler Skolyoz Cilt beni gibi deri sorunları Belirli bir parmak veya ayak parmağında parmak ekleminin olmaması Dar tırnaklar ve ayak tırnakları Küçük alt çene Ellerin ve ayakların şişmesi Alışılmadık derecede kısa ve geniş boyun Damakta çukurluk İşitme problemleri Yüksek tansiyon Çölyak hastalığı Böbrek sorunları Tiroit bezinin az çalışması Diyabet Öğrenmede güçlük Özgüven eksikliği Kemik erimesiTurner Sendromu Türleri Nelerdir?Turner sendromunun (TS) türü, X kromozomundaki soruna bağlı olarak ortaya çıkar. Turner sendromu belirtileri şöyle sıralanır:MonozomiBu türde hücrenin iki yerine yalnızca bir X kromozomu bulunur. TS'li kişilerin yaklaşık %45'inde monozomi vardır. Annenin yumurtasından ya da babanın sperminden X kromozomu olmadan rastgele oluşmaktadır. Döllenme sonrası bebeğin hücreleri de bu kusuru içermektedir.Mozaik Turner sendromuX mozaikçiliği olarak da adlandırılan bu tip, Turner sendromu vakalarının yaklaşık %30'unu oluşturmaktadır. Bu türde bebekte bazı hücreler çift X kromozomuyken diğer hücrelerde sadece bir tane bulunur. Bu durum hamileliğin erken döneminde hücre bölünmesi sırasında rastgele gerçekleşir.Kalıtsal Turner sendromuNadiren kalıtsal olarak bebeklere Turner sendromu geçebilir yani bebeğin ebeveynleri onunla doğmuş ve geçmiştir. Bu tip genellikle X kromozomunun eksikliği nedeniyle olur.Turner Sendromlu Kişilerde Görülen Hastalıklar Nelerdir? Turner sendromu olan (TS) kişilerde, yaşamı tehdit eden kalp ve kan damarı sorunları oluşabilir. Kardiyovasküler problemlerde üç yerine iki aort kapağı, aortum dar olması, vücudun ana arterinin bir bölümü olan aortik arkın uzaması, hipertansiyon ve kemik sorunları görülür. Turner sendromuna sahip olan kişiler, sağlıklı kemikler için egzersiz yapmalı, yeterli kalsiyum ve D vitamini almalıdır. Kemik problemleri olarak özellikle östrojen tedavisi almamış kadınlarda kırık ve osteoporoz riski, skolyoz ortaya çıkabilir. Aynı zamanda Turner sendromu, hipotiroidizm, çölyak hastalığı, inflamatuar bağırsak hastalığı gibi otoimmün bozukluklara neden olabilir. Orta kulak enfeksiyonları yaygın olarak görülen Turne sendromunda, yetişkinlerin %50'den fazlasında sensörinöral işitme kaybı gelişebilir. TS'li kişilerin yaklaşık %30 ila %40'ında böbrek-üriner sisteminde yapısal problemler görülür. İdrar akışı ile ilgili sorunlar böbrek enfeksiyonlarına yol açabilmektedir. Obezite, insülin direnci, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol , yüksek trigliseritler ve Tip 2 diyabet gibi metabolik sendrom içeren hastalıklara neden olur. Bunların yanında fiziksel kaygıları, sağlık sorunları ve kısırlık nedeniyle düşük benlik, anksiyete ve depresyona sahip olabilirler. Uzağı görememe, renk körlüğü gibi görme sorunları ortaya çıkabilir.Turner Sendromu (TS) Nasıl Teşhis Edilir?İlk olarak ebeveynler kız çocuklarında Turner sendromu semptomlarını fark eder. Bazı durumlarda hemen fark edilirken ve bazı durumlarda erken çocukluk ortaya çıkar. Anne ve babalar ilk aşamada ellerde ya da ayaklarda şişlik ve boyunda deri perdesi, kısa boy, büyümede duraklama, meme gelişiminin olmaması, adet görülmemesini durumlarıyla hastalığın ortaya çıkmasına yardımcı olur.Karyotip analizi adı verilen genetik bir test sayesinde Turner sendromu teşhisini yapılır. Kan alımıyla gerçekleşen bu testte X kromozomlarından birinin tamamen mi yoksa kısmen mi eksik olduğu ortaya çıkarılır.Turner Sendromu Nasıl Tedavi Edilir?Turner sendromu (TS) tedavisi genellikle hormonlara odaklanmaktadır. TS tedavisi şunları içermektedir:Büyüme hormonuBüyüme hormonu enjeksiyonları kişinin boyunu uzatarak, birkaç santim artmış olmasını sağlayabilir. Tedaviye ne kadar erken başlanırsa o kadar etkili olmaktadır.Östrojen tedavisiTurner sendromu olan kişiler kadınlık hormonu olan östrojene ihtiyaç duyar. Bu tür hormon replasman tedavisi sayesinde kız çocuklarının göğüslerinin gelişmesine ve adet görmeye başlamalarına yardımcı olabilir. Ayrıca rahimlerinin tipik bir boyuta gelmesine yardım eder. Östrojen replasmanı aynı zamanda beyin gelişimini, kalp, karaciğer fonksiyonunu ve iskelet sağlığının da iyileşmesini sağlar.Döngüsel progestinlerProgesteron hormonu, kan testlerinde yetersiz çıktığında ortalama olarak 11 veya 12 yaşında önerilir. Progestinler döngüsel adet dönemlerinin oluşmasına yardımcı olur. Tedavi genellikle çok düşük dozlarla başlar ve ardından normal ergenliğe geçişi sağlamak için kademeli olarak artırılır.Turner Sendromu (TS) Hakkında Sık Sorulan SorularTurner Sendromu Kalıtsal mı?Turner sendromu kalıtsal değildir fakat genetik bir bozukluktur. Kalıtsal olan genetik durum, bir ebeveynin mutasyona uğramış veya değiştirilmiş bir geni aktarması anlamına gelir. Turner sendromu, kromozom değişimi doğumdan önce rastgele gerçekleşmektedir.Turner Sendromlu Bir Kadın Hamile Kalabilir mi?Turner sendromu olan kadınlar genellikle kısır olduğundan gebelik yaşayamazlar. Fakat bazı kadınlar özel dölleme teknikleri kullanılarak hamile kalabilmektedir.Turner Sendromu Önlenebilir mi?Turner sendromu doğuştan oluşan bir problem olduğundan önlenememektedir. Ebeveynler bu hatanın olmasını engellemek için hiçbir şey yapamamaktadır.İleri Yaşta Hamile Kalmak Turner Sendromlu Bebek Sahibi Olma Riskini Artırır mı?Annenin yaşı arttıkça Turner sendromlu bebek sahibi olma riski artma söz konusu değildir.Turner Sendromlu Kişilerde Gelişimsel Gecikmeler Olur mu?Turner sendromlu olan kişiler tipik olarak normal zekaya sahiptir. Fakat görsel motor ve becerilerde sorun yaşayabilirler. Araba kullanmada zorlanabilir, sakarlık yaşayabilirler. Bunların yanında yüz ifadelerini anlamada, planlama ve yönetmede güçlük çekebilirler. Turner Sendromu Nedir?Turner sendromu, yalnızca kadınları etkileyen, X kromozomlarından (cinsiyet kromozomu) birinin eksik veya kusurlu olması nedeniyle, boy kısalığı, yumurtalıkların gelişmemesi ve kalp kusurlarına neden olan kromozom bozukluğudur. Erkek ve kadınlar iki kromozomla doğar. Kadınlar iki X kromozomu ile doğarken erkekler bir X ve bir Y kromozomu ile doğar. Doğuştan yumurtalık hipoplazi sendromu olarak da bilinen turner sendromu ise X kromozomlarından biri kısmen ya da tamamen eksik olduğunda ortaya çıkar.Boy kısalığı, kısırlık, östrojen (kadınlık hormonu) eksikliği ile ortaya çıkan Turner sendromu tipik olarak 5 yaşında fark edilir. Zekayı etkilemese de hafıza ve gelişimsel sorunlara yol açabilir. Bunların yanında kalp problemleri de görülebilir. Ortalama yaşam süresini kısaltan bir durum olsa da takip ve tedavi edilmesi durumunda sağlığın korunmasına yardımcı olur.Turner Sendromu Neden Olur?Turner sendromu, cinsiyet kromozomu olan X kromozomlarından birinin eksik ya da kısmen eksik olması durumunda ortaya çıkar. X kromozomu kadınların yumurtalığında, erkeklerin ise sperminde bulunduğundan bu hastalık anne ya da babadan geçmektedir. Bu durum hücrelerin yapısal bozukluklarından kaynaklanır.Turner Sendromu Belirtileri Nelerdir?Turner sendromunun en belirgin ve en yaygın görülen belirtisi boy kısalığıdır. TS’li tüm kadınların çocukluk ve ergenlik döneminde geç ve yavaş gelişim böylelikle gecikmiş ergenlik görülür. Ortalama yetişkin boylarından daha kısa olurlar. Turner sendromunun ana belirtileri şöyle sıralanabilir:Turner Sendromu Türleri Nelerdir?Turner sendromunun (TS) türü, X kromozomundaki soruna bağlı olarak ortaya çıkar. Turner sendromu belirtileri şöyle sıralanır:MonozomiBu türde hücrenin iki yerine yalnızca bir X kromozomu bulunur. TS'li kişilerin yaklaşık %45'inde monozomi vardır. Annenin yumurtasından ya da babanın sperminden X kromozomu olmadan rastgele oluşmaktadır. Döllenme sonrası bebeğin hücreleri de bu kusuru içermektedir.Mozaik Turner sendromuX mozaikçiliği olarak da adlandırılan bu tip, Turner sendromu vakalarının yaklaşık %30'unu oluşturmaktadır. Bu türde bebekte bazı hücreler çift X kromozomuyken diğer hücrelerde sadece bir tane bulunur. Bu durum hamileliğin erken döneminde hücre bölünmesi sırasında rastgele gerçekleşir.Kalıtsal Turner sendromuNadiren kalıtsal olarak bebeklere Turner sendromu geçebilir yani bebeğin ebeveynleri onunla doğmuş ve geçmiştir. Bu tip genellikle X kromozomunun eksikliği nedeniyle olur.Turner Sendromlu Kişilerde Görülen Hastalıklar Nelerdir?Turner Sendromu (TS) Nasıl Teşhis Edilir?İlk olarak ebeveynler kız çocuklarında Turner sendromu semptomlarını fark eder. Bazı durumlarda hemen fark edilirken ve bazı durumlarda erken çocukluk ortaya çıkar. Anne ve babalar ilk aşamada ellerde ya da ayaklarda şişlik ve boyunda deri perdesi, kısa boy, büyümede duraklama, meme gelişiminin olmaması, adet görülmemesini durumlarıyla hastalığın ortaya çıkmasına yardımcı olur.Karyotip analizi adı verilen genetik bir test sayesinde Turner sendromu teşhisini yapılır. Kan alımıyla gerçekleşen bu testte X kromozomlarından birinin tamamen mi yoksa kısmen mi eksik olduğu ortaya çıkarılır.Turner Sendromu Nasıl Tedavi Edilir?Turner sendromu (TS) tedavisi genellikle hormonlara odaklanmaktadır. TS tedavisi şunları içermektedir:Büyüme hormonuBüyüme hormonu enjeksiyonları kişinin boyunu uzatarak, birkaç santim artmış olmasını sağlayabilir. Tedaviye ne kadar erken başlanırsa o kadar etkili olmaktadır.Östrojen tedavisiTurner sendromu olan kişiler kadınlık hormonu olan östrojene ihtiyaç duyar. Bu tür hormon replasman tedavisi sayesinde kız çocuklarının göğüslerinin gelişmesine ve adet görmeye başlamalarına yardımcı olabilir. Ayrıca rahimlerinin tipik bir boyuta gelmesine yardım eder. Östrojen replasmanı aynı zamanda beyin gelişimini, kalp, karaciğer fonksiyonunu ve iskelet sağlığının da iyileşmesini sağlar.Döngüsel progestinlerProgesteron hormonu, kan testlerinde yetersiz çıktığında ortalama olarak 11 veya 12 yaşında önerilir. Progestinler döngüsel adet dönemlerinin oluşmasına yardımcı olur. Tedavi genellikle çok düşük dozlarla başlar ve ardından normal ergenliğe geçişi sağlamak için kademeli olarak artırılır.Turner Sendromu (TS) Hakkında Sık Sorulan SorularTurner Sendromu Kalıtsal mı?Turner sendromu kalıtsal değildir fakat genetik bir bozukluktur. Kalıtsal olan genetik durum, bir ebeveynin mutasyona uğramış veya değiştirilmiş bir geni aktarması anlamına gelir. Turner sendromu, kromozom değişimi doğumdan önce rastgele gerçekleşmektedir.Turner Sendromlu Bir Kadın Hamile Kalabilir mi?Turner sendromu olan kadınlar genellikle kısır olduğundan gebelik yaşayamazlar. Fakat bazı kadınlar özel dölleme teknikleri kullanılarak hamile kalabilmektedir.Turner Sendromu Önlenebilir mi?Turner sendromu doğuştan oluşan bir problem olduğundan önlenememektedir. Ebeveynler bu hatanın olmasını engellemek için hiçbir şey yapamamaktadır.İleri Yaşta Hamile Kalmak Turner Sendromlu Bebek Sahibi Olma Riskini Artırır mı?Annenin yaşı arttıkça Turner sendromlu bebek sahibi olma riski artma söz konusu değildir.Turner Sendromlu Kişilerde Gelişimsel Gecikmeler Olur mu?Turner sendromlu olan kişiler tipik olarak normal zekaya sahiptir. Fakat görsel motor ve becerilerde sorun yaşayabilirler. Araba kullanmada zorlanabilir, sakarlık yaşayabilirler. Bunların yanında yüz ifadelerini anlamada, planlama ve yönetmede güçlük çekebilirler.
5,067
668
Hastalıklar
Uyku Apnesi
Uyku apnesi, üst solunum yolunu içeren hava yollarının tıkanması nedeniyle horlamanın yaşandığı, uyku sırasında solunumun tekrar tekrar kesilip geri başladığı solunum bozukluğudur. En yaygın türü obstrüktif uyku apnesidir. Sabahları yorgun uyanma, dikkatsizlik gibi sorunlara neden olabilen uyku apnesi tedavi edilmediği takdirde felç, kalp krizi ve ölüme yol açabilir.Uyku apnesi, üst solunum yolunu içeren hava yollarının tıkanması nedeniyle horlamanın yaşandığı, uyku sırasında solunumun tekrar tekrar kesilip geri başladığı solunum bozukluğudur. En yaygın türü obstrüktif uyku apnesidir. Sabahları yorgun uyanma, dikkatsizlik gibi sorunlara neden olabilen uyku apnesi tedavi edilmediği takdirde felç, kalp krizi ve ölüme yol açabilir. Uyku Apnesi Nedir?Uyku apnesi, uyku sırasında solunum yollarındaki kasların gevşemesi ve akciğerlere hava akışının engellenmesi sonucu solunumun tekrar tekrar durup başladığı bir uyku bozukluğudur. Üst solunum yolunun açık kalmasını sağlayan kaslarda yaşanan gevşeme ile dil kökü veya yumuşak damağın veya aşırı büyümüş bademciklerin hava yolunu tıkaması sonucunda en az 10 saniye nefes alamamak uyku apnesi olarak adlandırılır. Bu tıkanıklık, birkaç saniyeden dakikalara kadar sürebilir. 1 saat içerisinde 30 veya daha fazla kezde gerçekleşebilir. Uyku apnesi sırasında solunum çabası sürse de, bir süre sonra daha da artan bu çaba beyni uyarır ve hava yolu açılır. Solunumu durana kadar horlayan kişi, gürültülü bir homurdanma ile yeniden nefes almaya ve horlamaya devam eder. Gerekli önlemler alınmadığında uyku apnesinin dikkatsizliğe yol açarak trafik kazası riskini 7-8 kat arttırdığı ve iş kazalarına neden olduğu biliniyor. Uyku apnesinin görülme sıklığı %1-4 olsa da, diyabet hastalığının %3, astım sıklığının yaklaşık %5 olduğu düşünülürse ne kadar önemli bir sorun olduğu daha iyi anlaşılabilir.Uyku Apnesi Nasıl Olur?Uyku apnesi boğazda bulunan yumuşak dokuları destekleyen dil ve damak kaslarının geçici olarak gevşemesi ile hava yollarının daralıp kapanmasına bağlı nefes almanın geçici olarak kesilmesine neden olur. Obstrüktif uyku apnesi hava yollarının tıkanması, merkezi apne ise beynin solunumu doğru şekilde kontrol edememesi sonucu gerçekleşir.Uyku Apnesi Türleri Nelerdir?Uyku esnasında nefes almayı durduran uyku apnesinin 3 tipi bulunur. Bunlar santral, obstrüktif (tıkayıcı) ve mikst (karma) olarak açıklanır.Santral uyku apnesiSantral uyku apnesi, uyku esnasında nefes alma dürtüsünü gerçekleştiren kasların sinyal göndermemesi durumunda ortaya çıkan uyku apnesi tipidir.Obstrüktif uyku apnesi (Tıkayıcı)Uyku kalitesinde ciddi etkisi bulunan obstrüktif uyku apnesi, hava yolundaki işlev kaybından dolayı oksijenin vücuda az girmesine neden olan apne tipidir. Uykunun kesilmesinden kaynaklı olarak ataklara da neden olur.Mikst uyku apnesi (Karma)Mikst uyku apnesi, kişilerde obstrüktif ve santral uyku apnesi ile beraber görülen apne türüdür.Uyku Apnesi Neden Olur?Uyku apnesinin nedeni, boğazdaki kasların havanın geçeceği alanı kapatacak şekilde gevşemesidir. Üst solunum yolundaki darlıklar çocukluktan itibaren, solunum yolunun yıpranmasına sebep olabilir ve bu da uyku apne sendromuna neden olabilir. İşte uyku apnesinin yaygın nedenleri: Fazla kilo(obezite) Burun tıkanıklığı Büyük bademciklere ve geniz etine sahip olmak Boyun çevresi kalın olan kişilerin hava yollarının dar olması Yaşlılık Cinsiyet (erkeklerde uyku apnesi olasığı 2-3 kat daha fazladır) Genetik yatkınlık Yüksek tansiyon ve diyabet gibi tıbbi sorunlar Alkol kullanmak Sigara içmek uyku apnesi nedenleri arasında gösterilebilir. Uyku apnesi sadece yetişkinlerde değil, çocuklarda da görülebilir. Uyku apne sendromu olan kişide horlama, 3-4 kat daha fazla, çok kaba ve gürültülü şekilde gerçekleşir. Horlamanın yanı sıra nefes darlığı, sık sık iç çekme, el kol hareketleriyle çırpınarak uyanmaya çalışma, sık ve uzun süreli solunum durmaları, sabah yorgun uyanmak da uyku apne sendromu yaşayan kişilerde görülür. Uyku apnesinin tam nedeni sayılmasa da, uyku apne sendromlu hastaların %30-50'sinde hipertansiyon görülmektedir.Uyku Apnesinin Belirtileri Nelerdir?En önemli semptomu uykuda solunumun durması olan uyku apnesinin belirtileri şunlardır: Yüksek sesle horlama Uyku sırasında nefes nefese kalma ile ani uyanışlar Ağız kuruluğu ile uyanmak Sabahları uyanıldığında baş ağrısı Ağız kuruluğu Gündüzleri uyku hali (hipersomni) Uyku sırasında nefes almanın durması Sinirlilik hali Libido azalması Konsantre olma zorluğu Geceleri huzursuz hissetmeAyrıca baş ağrısı, unutkanlık, konsantrasyon bozukluğu, depresyon, sabah dinç uyanamama ve aşırı derecede uykulu olmak ve yorgunluk hali ise uyku apnesinin gündüz gözlenebilen belirtileri arasındadır. Uyku apnesi belirtilerinin görüldüğü kişiler gün içerisinde birçok ciddi tablo ile karşılaşılabilmektedir. Uykuda ani ölüm, inme, kalp krizi ve kalp yetmezliği, eğer hasta obez ise kilo vermede zorluk, akciğer hastalarında solunum yetmezliği, cinsel isteksizlik ve iktidarsızlık, kontrol altına alınamayan diyabet bu olumsuzluklara örnek olarak gösterilebilir. Bunun yanı sıra, uyku apnesi kişide gündüz sürekli yorgunluk ve konsantrasyon eksikliğine neden olacağı için trafik ve iş kazalarına da neden olabilmektedir.Uyku Apnesi Kimlerde Görülür?Uyku apnesi, uyurken üst solunum yolunun tıkanması nedeniyle solunumun tekrar tekrar kesilmesi başlamasıyla ortaya çıkan ciddi bir uyku bozukluğudur. Her yaşta görülebilen uyku apnesi, özellikle 40-70 yaş aralığındaki kişilerde daha fazla yaşanmaktadır. Kilolu ve yaşlı olmak uyku apnesine zemin hazırlar. Bunun yanında erkeklerde kadınlara oranla daha fazla görülür. Kadınlarda menopoz sonrası dönemde uyku apnesi görülme sıklığı artabilir.Uyku Apnesi Nelere Sebep Olur?Uykuda solunum durmaları; kalp atımında düzensizlik ve ileri yaşlarda ritim bozukluğuna bağlı olarak uykuda ani ölümlere neden olmaktadır. Bununla birlikte; Geceleri sık idrara çıkma Gece aşırı terleme, Sabah yorgun ve uykulu uyanma, Gündüz isteksizlik, Sıkıntı ve gerginliğe yol açmaktadır.Gündüz uykulu hal, trafik kazalarına yol açmaktadır. Uzun dönemde uyku apne sendromu; yüksek tansiyon, kalp krizi, beyin damar tıkanıkları sonucu felçler gibi ciddi problemleri de ortaya çıkarmaktadır. Uykuda solunum durması olan hastalarda gece boyunca ortaya çıkan düşük oksijen düzeyi, hastanın kalp ve damar sisteminde yüklenmeye yol açmakta, hastaların yarıya yakınında zaman içinde kalp büyümesine ve hipertansiyona sebep olmaktadır.Hipertansiyonun, bu hastalarda %30-40 oranlarında ve hatta bazı çalışmalarda %50’ye varan oranlarda görüldüğü bilinmektedir. Hastaların kalp ritimleri incelendiğinde apne sırasında oluşan bradikardiyi uyanıklık sırasında taşikardi izlemektedir. Bradi-taşi-aritmi denen bu ritim bozukluğuna bazen daha değişik ritim bozuklukları da eklenebilmektedir. Kalp ritmindeki bozukluklar, bazen hastanın uykuda kaybedilmesine dahi sebep olmaktadır.Uyku Apnesi Tanısı Nasıl Konulur?Uyku apnesi testi, hastalığın tespiti ve tedavisi sürecinde en önemli aşamadır. "Polisomnografi" denilen uyku apnesi testi tüm gece boyunca beyin aktivitesinin ve solunumsal olayların kaydedildiği bir testtir. Bu testle birlikte elektroensefalografi (EEG), elektrookülografi (EOG), elektrokardiyografi (EKG), elektromiyografi (EMG), göğüs ve karın hareketleri kaydını içeren solunum eforu, burun ve ağızdan hava akımı kaydı, oksijen satürasyonu, vücut pozisyonu gibi 8 parametrenin gece boyunca 7 saat süre ile takibi sağlanmaktadır.Uyku apnesi testi olan Polisomnografi yani uyku testi, uyku sırasında beyin dalgaları, göz hareketleri, ağız ve burundan hava akımı, horlama, kalp hızı, bacak hareketleri ve oksijen seviyelerinin ölçümü esasına dayanır. Uyku apnesi testini yaptırabilmek için hastaların bir gece uyku odasında kalmaları gerekir. Test sırasında vücudun çeşitli noktalarına bağlanan kablolarla alınan sinyaller odanın dışındaki bilgisayara aktarılır. Sabaha kadar alınan bu kayıtların incelenmesiyle, uyku süresince solunumun kaç defa durduğu, ne kadar süre ile durduğu, durduğunda oksijen değerlerinin ve kalp hızının nasıl etkilendiği ve derin uykuya dalınıp dalınmadığı gibi birçok parametreye bakılabilir.Uyku Apnesi Nasıl Tedavi Edilir?Uyku apnesi tedavisinde ilk yapılması gereken obezite söz konusu ise bu durumun aşılmasıdır. Eğer üst solunum yollarında belirgin anatomik darlıklar var ise hastanın Kulak Burun Boğaz uzmanı tarafından cerrahi girişim yönünden değerlendirilmesi gerekir.Celon metodu yani bipolar radyo frekans ile termoterapi yöntemi ve plazma yöntemleriyle yapılan cerrahi tedavi bunladan biridir. Horlama ve uyku apnesi için uygulanan cerrahi tedavinin başarısı, cerrahiye uygun hastanın belirlenmesine ve ameliyatta kullanılan cihazlara bağlı olmaktadır. Cerrahide kullanılan cihazların dokuda fazla hasar oluşturmaması, ameliyat sonrası dönemde hastanın ağrılarının daha az olmasında oldukça önemlidir. Ayrıca uyku apnesi cihazları da tedavide kullanılmaktadır.İleri derecede uyku apnesi tedavisinde ise pozitif hava basıncı (CPAP) tedavisi uygulanmalıdır. Tedavi etkisine ve hastanın tercihine göre otomatik ayarlarda düzenleme yapılarak ya da sabit basınçlı cihaza geçilerek hasta takibe alınmalıdır. Uyku apnesi makinesi olarak da bilinen CPAP cihazı kullanmakta güçlük çeken ya da hafif derece vakalarda ağız içi aparey ile alt çene öne alınarak dilin geriye düşüp üst solunum yolunu tıkaması önlenebilir. Uyku apnesinin özgün tedavisi, hava yolunu devamlı açık tutacak şekilde basınçlı hava veren cihazların kullanımıyla sağlanmaktadır.PAP (pozitif havayolu basıncı) cihazları yani halk dilinde uyku apnesi maskesi üst hava yollarının uyku sırasında açık kalmasını sağlayarak uyku apnesini önlemektedir. Gece boyunca yüze sıkıca oturan silikon bir maskeyle basınçlı hava veren bu cihazlar, başlangıçta hasta için rahatsız edici görünebilmektedir. Buna rağmen, sabah dinlenmiş ve uykusunu almış olarak uyanan hastalar cihazı kolaylıkla kabul etmektedir. Hastaya hangi cihazın uygun olduğunu tespit etmek ve apnelerin yok olduğu veya minimum sayıya indiğini görmek için ikinci bir gecenin uyku laboratuvarında geçirilmesi gerekmektedir.  Cihazla uyku apnesi tedavisinin ardından uyku apnesi sorunundan kurtulan kişilerin yaşam kaliteleri yeniden yükselmektedir.Uyku Apnesi ile Başa Çıkmak için Yapılabilecekler Nelerdir?Hayat kalitesini artırmak ve bu durumla başa çıkabilmek için uyku apnesine karşı şu önlemler alınabilir: Kilo kontrolü sağlayın Hava nemlendiricisinden yararlanın Uyurken pozisyonunuza dikkat edin Sigara ve alkolden uzak durunUyku Apnesine Ne İyi Gelir?Uyku apnesi semptomlarını hafifletmek için doğal yöntemlerden yararlanabilirsiniz. Bu yöntemler sağlıklı bir uyku geçirmenizi sağlayarak iyileşmenize yardımcı olacaktır.Oda ısısını ayarlayınUyku apnesi olan kişiler oda sıcaklığı 16 derece civarında olduğunda daha iyi uyumaktadır. Odanı ne çok sıcak ne de çok soğuk olması uyku verimliliğini artırır.Lavantadan yararlanınKaygıyı azaltmada etkili olan lavanta, kişinin rahatlamasını sağlayarak uyku moduna geçmesini kolaylaştırır. Saf lavanta yağını havluya birkaç damla döktükten sonra yastık kılıfınızın içine koyun ve o şekilde uyuyun.Magnezyum desteği alınUyku apnesine sahip olan kişiler düşük magnezyum seviyesine sahip olduğundan magnezyum içeren besinler tüketmek bu kişiler için önemlidir. Muz, lahana, ıspanak, avokado ve kuruyemişler magnezyum açısından zengin gıdalar olup uyku apnesine iyi gelir.Doğal baldan yararlanarak boğazınızı rahatlatınAntioksidan görevi gören bal, uyku apnesine sahip kişilerin boğazını yatıştırarak rahat bir uyku geçirmelerine katkı sağlar.Yoga gibi egzersizlerden yararlanın Boğaz kaslarının gevşeyerek boğazdaki dokuların hava geçişini engellemesine neden olan uyku apnesine karşı yoga gibi egzersizlerden yararlanabilirsiniz.Uyku Apnesi Hakkında Sık Sorulan SorularUyku apnesi ve horlama arasındaki fark nedir?Uyku apnesi, uyku sırasında nefes almada 10 saniye veya daha fazla duraklamalarla kendini gösteren ve huzursuz uykuya neden olan bir uyku bozukluğudur. Uyku sırasında tekrarlayan solunum kesintilerine neden olur. Pek çok sebeple ortaya çıkabilen horlama ise uyku esnasından hava yollarında oluşan titreşimin sebep olduğu gürültü olarak tanımlanır.Uyku apnesi ve şişmanlık arasındaki ilişki nedir?Obezite ve uyku apnesi arasında doğrudan bir ilişki bulunur. Bunun sebebi ise kilolu ve obez kişilerde üst solunum yollarındaki yer alan yağ birikintilerinin hava yollarını daraltmasından kaynaklanır. Bu bölgede kas aktivitesinde azalma olduğundan, uyku apnesine yol açabilmektedir.Uyku apnesi neden meydana gelir?Uyku apnesi birçok sebepten meydana gelebilir fakat en önemlisi boğazda hava geçişinin olduğu bölgenin kapanması ve gevşemesinden dolayıdır.Uyku apnesi öldürür mü?Uyku apnesine müdahale edilmezse ve gerekli önlemler alınmazsa felç ya da ani ölümlere sebebiyet verebilir.Uyku apnesi olan hangi pozisyonda uyumalı?Uyku apnesi olan kişilerin yüz üstü uyuması önerilmektedir. Böylece solunum yolları açık kalarak hava geçişi sağlanması hedeflenir.Uyku apnesi psikolojik olabilir mi?Psikolojik ya da sosyal sorunlar uyku apnesini tetikleyebilmektedir.Apne nedir?Solunumun geçici olarak durmasına apne denilmektedir. Genellikle uyku apnesi olarak bilinmektedir.Uyku apnesi nasıl önlenir?Uyku apnesi, alınacak basit önemler sayesinde önlenebilir. Hastalık için değiştirilebilir risk faktörlerinden en önemlisi obezitedir. Uyku apnesi kilo verilerek %50 oranında azaltılabilir. Ayrıca, alkol ve uyku ilaçlarından kaçınmak, sigarayı bırakmak ve sırt üstü yatmamak da rahatsızlığı azaltır. Horlamayı azaltan ve burun açıklığını sağlayan spreyler veya elastik bantlar uyku apnesi tedavisi için yeterli olmaz.Uyku apnesi olduğumu nasıl anlarım?Uyku apnesinin belirtilerinin hasta tarafından fark edilmesi zordur. Bu konuda kişinin uyku durumunu bilen eşi, ebeveynleri, çocukları ya da yakınları tarafından doğru bilgi sağlanmalıdır. Uyku apnesinin varlığından söz edebilmek için 3 önemli soruyu cevaplandırmak çok önemlidir. Horlama, uykuda nefes durması ve gündüz artmış uyku hali var mı? Bu 3 soruya “evet” yanıtı veriliyorsa, bu durum uyku apnesi ile karşı karşıya olunduğu anlamına gelecektir.  Bunun için en kısa sürede bir uzman doktora başvurulmalıdır.Çocuklarda uyku apnesi olur mu?Evet, çocuklarda uyku apnesi olur. Çocukların özellikle gece uykuları yakın takibe alınmalıdır. Çocuğun uykuda ağzının açık uyuyup uyumadığı, horlama ya da hırıltılı nefes almalar belli periyodlarla kontrol edilmelidir. Geniz eti ve bademciklerin büyük olduğu durumların uyku apnesine yol açabileceği unutulmamalıdır. Doktora gitmeden önce çocuğun uyku anının videoya alınması teşhis açısından önemli bir ayrıntıdır.Uyku apnesi olan ne yapmalı?Tüm hastalara genel olarak kilo verilmesi, sigara ve alkolün bırakılması önerilmektedir. Diyabet, hipertansiyon, yüksek kolesterol, obezite gibi hastalıklar açısından riski yüksek olan kişilerde uyku apne sendromunun teşhis ve tedavisi büyük önem taşımaktadır.Uyku sorunları nelere yol açar?Uyku apnesi sağlıklı uykuyu bozar. Oysa uyku bedensel dinlenmeye zemin hazırladığı gibi zihinsel fonksiyonların da yenilendiği bir dönemdir. Sağlıklı bir vücut için ve günün kaliteli geçebilmesi için uykunun süresinden ziyade kalitesinin artırılması daha önemlidir. Kronik uykusuzluk; gündüz dikkat eksikliği, konsantrasyon güçlüğü, aşırı sinirlilik, iş performansında düşme, depresyon, yüksek tansiyon ve metabolik bozukluklara kadar birçok soruna neden olabilmektedir. Uyku Apnesi Nedir?Uyku apnesi, uyku sırasında solunum yollarındaki kasların gevşemesi ve akciğerlere hava akışının engellenmesi sonucu solunumun tekrar tekrar durup başladığı bir uyku bozukluğudur. Üst solunum yolunun açık kalmasını sağlayan kaslarda yaşanan gevşeme ile dil kökü veya yumuşak damağın veya aşırı büyümüş bademciklerin hava yolunu tıkaması sonucunda en az 10 saniye nefes alamamak uyku apnesi olarak adlandırılır. Bu tıkanıklık, birkaç saniyeden dakikalara kadar sürebilir. 1 saat içerisinde 30 veya daha fazla kezde gerçekleşebilir. Uyku apnesi sırasında solunum çabası sürse de, bir süre sonra daha da artan bu çaba beyni uyarır ve hava yolu açılır. Solunumu durana kadar horlayan kişi, gürültülü bir homurdanma ile yeniden nefes almaya ve horlamaya devam eder. Gerekli önlemler alınmadığında uyku apnesinin dikkatsizliğe yol açarak trafik kazası riskini 7-8 kat arttırdığı ve iş kazalarına neden olduğu biliniyor. Uyku apnesinin görülme sıklığı %1-4 olsa da, diyabet hastalığının %3, astım sıklığının yaklaşık %5 olduğu düşünülürse ne kadar önemli bir sorun olduğu daha iyi anlaşılabilir.Uyku Apnesi Nasıl Olur?Uyku apnesi boğazda bulunan yumuşak dokuları destekleyen dil ve damak kaslarının geçici olarak gevşemesi ile hava yollarının daralıp kapanmasına bağlı nefes almanın geçici olarak kesilmesine neden olur. Obstrüktif uyku apnesi hava yollarının tıkanması, merkezi apne ise beynin solunumu doğru şekilde kontrol edememesi sonucu gerçekleşir.Uyku Apnesi Türleri Nelerdir?Uyku esnasında nefes almayı durduran uyku apnesinin 3 tipi bulunur. Bunlar santral, obstrüktif (tıkayıcı) ve mikst (karma) olarak açıklanır.Santral uyku apnesiSantral uyku apnesi, uyku esnasında nefes alma dürtüsünü gerçekleştiren kasların sinyal göndermemesi durumunda ortaya çıkan uyku apnesi tipidir.Obstrüktif uyku apnesi (Tıkayıcı)Uyku kalitesinde ciddi etkisi bulunan obstrüktif uyku apnesi, hava yolundaki işlev kaybından dolayı oksijenin vücuda az girmesine neden olan apne tipidir. Uykunun kesilmesinden kaynaklı olarak ataklara da neden olur.Mikst uyku apnesi (Karma)Mikst uyku apnesi, kişilerde obstrüktif ve santral uyku apnesi ile beraber görülen apne türüdür.Uyku Apnesi Neden Olur?Uyku apnesinin nedeni, boğazdaki kasların havanın geçeceği alanı kapatacak şekilde gevşemesidir. Üst solunum yolundaki darlıklar çocukluktan itibaren, solunum yolunun yıpranmasına sebep olabilir ve bu da uyku apne sendromuna neden olabilir. İşte uyku apnesinin yaygın nedenleri:Uyku apnesi sadece yetişkinlerde değil, çocuklarda da görülebilir. Uyku apne sendromu olan kişide horlama, 3-4 kat daha fazla, çok kaba ve gürültülü şekilde gerçekleşir. Horlamanın yanı sıra nefes darlığı, sık sık iç çekme, el kol hareketleriyle çırpınarak uyanmaya çalışma, sık ve uzun süreli solunum durmaları, sabah yorgun uyanmak da uyku apne sendromu yaşayan kişilerde görülür. Uyku apnesinin tam nedeni sayılmasa da, uyku apne sendromlu hastaların %30-50'sinde hipertansiyon görülmektedir.Uyku Apnesinin Belirtileri Nelerdir?En önemli semptomu uykuda solunumun durması olan uyku apnesinin belirtileri şunlardır:Ayrıca baş ağrısı, unutkanlık, konsantrasyon bozukluğu, depresyon, sabah dinç uyanamama ve aşırı derecede uykulu olmak ve yorgunluk hali ise uyku apnesinin gündüz gözlenebilen belirtileri arasındadır. Uyku apnesi belirtilerinin görüldüğü kişiler gün içerisinde birçok ciddi tablo ile karşılaşılabilmektedir. Uykuda ani ölüm, inme, kalp krizi ve kalp yetmezliği, eğer hasta obez ise kilo vermede zorluk, akciğer hastalarında solunum yetmezliği, cinsel isteksizlik ve iktidarsızlık, kontrol altına alınamayan diyabet bu olumsuzluklara örnek olarak gösterilebilir. Bunun yanı sıra, uyku apnesi kişide gündüz sürekli yorgunluk ve konsantrasyon eksikliğine neden olacağı için trafik ve iş kazalarına da neden olabilmektedir.Uyku Apnesi Kimlerde Görülür?Uyku apnesi, uyurken üst solunum yolunun tıkanması nedeniyle solunumun tekrar tekrar kesilmesi başlamasıyla ortaya çıkan ciddi bir uyku bozukluğudur. Her yaşta görülebilen uyku apnesi, özellikle 40-70 yaş aralığındaki kişilerde daha fazla yaşanmaktadır. Kilolu ve yaşlı olmak uyku apnesine zemin hazırlar. Bunun yanında erkeklerde kadınlara oranla daha fazla görülür. Kadınlarda menopoz sonrası dönemde uyku apnesi görülme sıklığı artabilir.Uyku Apnesi Nelere Sebep Olur?Uykuda solunum durmaları; kalp atımında düzensizlik ve ileri yaşlarda ritim bozukluğuna bağlı olarak uykuda ani ölümlere neden olmaktadır. Bununla birlikte;Gündüz uykulu hal, trafik kazalarına yol açmaktadır. Uzun dönemde uyku apne sendromu; yüksek tansiyon, kalp krizi, beyin damar tıkanıkları sonucu felçler gibi ciddi problemleri de ortaya çıkarmaktadır. Uykuda solunum durması olan hastalarda gece boyunca ortaya çıkan düşük oksijen düzeyi, hastanın kalp ve damar sisteminde yüklenmeye yol açmakta, hastaların yarıya yakınında zaman içinde kalp büyümesine ve hipertansiyona sebep olmaktadır.Hipertansiyonun, bu hastalarda %30-40 oranlarında ve hatta bazı çalışmalarda %50’ye varan oranlarda görüldüğü bilinmektedir. Hastaların kalp ritimleri incelendiğinde apne sırasında oluşan bradikardiyi uyanıklık sırasında taşikardi izlemektedir. Bradi-taşi-aritmi denen bu ritim bozukluğuna bazen daha değişik ritim bozuklukları da eklenebilmektedir. Kalp ritmindeki bozukluklar, bazen hastanın uykuda kaybedilmesine dahi sebep olmaktadır.Uyku Apnesi Tanısı Nasıl Konulur?Uyku apnesi testi, hastalığın tespiti ve tedavisi sürecinde en önemli aşamadır. "Polisomnografi" denilen uyku apnesi testi tüm gece boyunca beyin aktivitesinin ve solunumsal olayların kaydedildiği bir testtir. Bu testle birlikte elektroensefalografi (EEG), elektrookülografi (EOG), elektrokardiyografi (EKG), elektromiyografi (EMG), göğüs ve karın hareketleri kaydını içeren solunum eforu, burun ve ağızdan hava akımı kaydı, oksijen satürasyonu, vücut pozisyonu gibi 8 parametrenin gece boyunca 7 saat süre ile takibi sağlanmaktadır.Uyku apnesi testi olan Polisomnografi yani uyku testi, uyku sırasında beyin dalgaları, göz hareketleri, ağız ve burundan hava akımı, horlama, kalp hızı, bacak hareketleri ve oksijen seviyelerinin ölçümü esasına dayanır. Uyku apnesi testini yaptırabilmek için hastaların bir gece uyku odasında kalmaları gerekir. Test sırasında vücudun çeşitli noktalarına bağlanan kablolarla alınan sinyaller odanın dışındaki bilgisayara aktarılır. Sabaha kadar alınan bu kayıtların incelenmesiyle, uyku süresince solunumun kaç defa durduğu, ne kadar süre ile durduğu, durduğunda oksijen değerlerinin ve kalp hızının nasıl etkilendiği ve derin uykuya dalınıp dalınmadığı gibi birçok parametreye bakılabilir.Uyku Apnesi Nasıl Tedavi Edilir?Uyku apnesi tedavisinde ilk yapılması gereken obezite söz konusu ise bu durumun aşılmasıdır. Eğer üst solunum yollarında belirgin anatomik darlıklar var ise hastanın Kulak Burun Boğaz uzmanı tarafından cerrahi girişim yönünden değerlendirilmesi gerekir.Celon metodu yani bipolar radyo frekans ile termoterapi yöntemi ve plazma yöntemleriyle yapılan cerrahi tedavi bunladan biridir. Horlama ve uyku apnesi için uygulanan cerrahi tedavinin başarısı, cerrahiye uygun hastanın belirlenmesine ve ameliyatta kullanılan cihazlara bağlı olmaktadır. Cerrahide kullanılan cihazların dokuda fazla hasar oluşturmaması, ameliyat sonrası dönemde hastanın ağrılarının daha az olmasında oldukça önemlidir. Ayrıca uyku apnesi cihazları da tedavide kullanılmaktadır.İleri derecede uyku apnesi tedavisinde ise pozitif hava basıncı (CPAP) tedavisi uygulanmalıdır. Tedavi etkisine ve hastanın tercihine göre otomatik ayarlarda düzenleme yapılarak ya da sabit basınçlı cihaza geçilerek hasta takibe alınmalıdır. Uyku apnesi makinesi olarak da bilinen CPAP cihazı kullanmakta güçlük çeken ya da hafif derece vakalarda ağız içi aparey ile alt çene öne alınarak dilin geriye düşüp üst solunum yolunu tıkaması önlenebilir. Uyku apnesinin özgün tedavisi, hava yolunu devamlı açık tutacak şekilde basınçlı hava veren cihazların kullanımıyla sağlanmaktadır.PAP (pozitif havayolu basıncı) cihazları yani halk dilinde uyku apnesi maskesi üst hava yollarının uyku sırasında açık kalmasını sağlayarak uyku apnesini önlemektedir. Gece boyunca yüze sıkıca oturan silikon bir maskeyle basınçlı hava veren bu cihazlar, başlangıçta hasta için rahatsız edici görünebilmektedir. Buna rağmen, sabah dinlenmiş ve uykusunu almış olarak uyanan hastalar cihazı kolaylıkla kabul etmektedir. Hastaya hangi cihazın uygun olduğunu tespit etmek ve apnelerin yok olduğu veya minimum sayıya indiğini görmek için ikinci bir gecenin uyku laboratuvarında geçirilmesi gerekmektedir.  Cihazla uyku apnesi tedavisinin ardından uyku apnesi sorunundan kurtulan kişilerin yaşam kaliteleri yeniden yükselmektedir.Uyku Apnesi ile Başa Çıkmak için Yapılabilecekler Nelerdir?Hayat kalitesini artırmak ve bu durumla başa çıkabilmek için uyku apnesine karşı şu önlemler alınabilir:Uyku Apnesine Ne İyi Gelir?Uyku apnesi semptomlarını hafifletmek için doğal yöntemlerden yararlanabilirsiniz. Bu yöntemler sağlıklı bir uyku geçirmenizi sağlayarak iyileşmenize yardımcı olacaktır.Oda ısısını ayarlayınUyku apnesi olan kişiler oda sıcaklığı 16 derece civarında olduğunda daha iyi uyumaktadır. Odanı ne çok sıcak ne de çok soğuk olması uyku verimliliğini artırır.Lavantadan yararlanınKaygıyı azaltmada etkili olan lavanta, kişinin rahatlamasını sağlayarak uyku moduna geçmesini kolaylaştırır. Saf lavanta yağını havluya birkaç damla döktükten sonra yastık kılıfınızın içine koyun ve o şekilde uyuyun.Magnezyum desteği alınUyku apnesine sahip olan kişiler düşük magnezyum seviyesine sahip olduğundan magnezyum içeren besinler tüketmek bu kişiler için önemlidir. Muz, lahana, ıspanak, avokado ve kuruyemişler magnezyum açısından zengin gıdalar olup uyku apnesine iyi gelir.Doğal baldan yararlanarak boğazınızı rahatlatınAntioksidan görevi gören bal, uyku apnesine sahip kişilerin boğazını yatıştırarak rahat bir uyku geçirmelerine katkı sağlar.Yoga gibi egzersizlerden yararlanın Boğaz kaslarının gevşeyerek boğazdaki dokuların hava geçişini engellemesine neden olan uyku apnesine karşı yoga gibi egzersizlerden yararlanabilirsiniz.Uyku Apnesi Hakkında Sık Sorulan SorularUyku apnesi ve horlama arasındaki fark nedir?Uyku apnesi, uyku sırasında nefes almada 10 saniye veya daha fazla duraklamalarla kendini gösteren ve huzursuz uykuya neden olan bir uyku bozukluğudur. Uyku sırasında tekrarlayan solunum kesintilerine neden olur. Pek çok sebeple ortaya çıkabilen horlama ise uyku esnasından hava yollarında oluşan titreşimin sebep olduğu gürültü olarak tanımlanır.Uyku apnesi ve şişmanlık arasındaki ilişki nedir?Obezite ve uyku apnesi arasında doğrudan bir ilişki bulunur. Bunun sebebi ise kilolu ve obez kişilerde üst solunum yollarındaki yer alan yağ birikintilerinin hava yollarını daraltmasından kaynaklanır. Bu bölgede kas aktivitesinde azalma olduğundan, uyku apnesine yol açabilmektedir.Uyku apnesi neden meydana gelir?Uyku apnesi birçok sebepten meydana gelebilir fakat en önemlisi boğazda hava geçişinin olduğu bölgenin kapanması ve gevşemesinden dolayıdır.Uyku apnesi öldürür mü?Uyku apnesine müdahale edilmezse ve gerekli önlemler alınmazsa felç ya da ani ölümlere sebebiyet verebilir.Uyku apnesi olan hangi pozisyonda uyumalı?Uyku apnesi olan kişilerin yüz üstü uyuması önerilmektedir. Böylece solunum yolları açık kalarak hava geçişi sağlanması hedeflenir.Uyku apnesi psikolojik olabilir mi?Psikolojik ya da sosyal sorunlar uyku apnesini tetikleyebilmektedir.Apne nedir?Solunumun geçici olarak durmasına apne denilmektedir. Genellikle uyku apnesi olarak bilinmektedir.Uyku apnesi nasıl önlenir?Uyku apnesi, alınacak basit önemler sayesinde önlenebilir. Hastalık için değiştirilebilir risk faktörlerinden en önemlisi obezitedir. Uyku apnesi kilo verilerek %50 oranında azaltılabilir. Ayrıca, alkol ve uyku ilaçlarından kaçınmak, sigarayı bırakmak ve sırt üstü yatmamak da rahatsızlığı azaltır. Horlamayı azaltan ve burun açıklığını sağlayan spreyler veya elastik bantlar uyku apnesi tedavisi için yeterli olmaz.Uyku apnesi olduğumu nasıl anlarım?Uyku apnesinin belirtilerinin hasta tarafından fark edilmesi zordur. Bu konuda kişinin uyku durumunu bilen eşi, ebeveynleri, çocukları ya da yakınları tarafından doğru bilgi sağlanmalıdır. Uyku apnesinin varlığından söz edebilmek için 3 önemli soruyu cevaplandırmak çok önemlidir. Horlama, uykuda nefes durması ve gündüz artmış uyku hali var mı? Bu 3 soruya “evet” yanıtı veriliyorsa, bu durum uyku apnesi ile karşı karşıya olunduğu anlamına gelecektir.  Bunun için en kısa sürede bir uzman doktora başvurulmalıdır.Çocuklarda uyku apnesi olur mu?Evet, çocuklarda uyku apnesi olur. Çocukların özellikle gece uykuları yakın takibe alınmalıdır. Çocuğun uykuda ağzının açık uyuyup uyumadığı, horlama ya da hırıltılı nefes almalar belli periyodlarla kontrol edilmelidir. Geniz eti ve bademciklerin büyük olduğu durumların uyku apnesine yol açabileceği unutulmamalıdır. Doktora gitmeden önce çocuğun uyku anının videoya alınması teşhis açısından önemli bir ayrıntıdır.Uyku apnesi olan ne yapmalı?Tüm hastalara genel olarak kilo verilmesi, sigara ve alkolün bırakılması önerilmektedir. Diyabet, hipertansiyon, yüksek kolesterol, obezite gibi hastalıklar açısından riski yüksek olan kişilerde uyku apne sendromunun teşhis ve tedavisi büyük önem taşımaktadır.Uyku sorunları nelere yol açar?Uyku apnesi sağlıklı uykuyu bozar. Oysa uyku bedensel dinlenmeye zemin hazırladığı gibi zihinsel fonksiyonların da yenilendiği bir dönemdir. Sağlıklı bir vücut için ve günün kaliteli geçebilmesi için uykunun süresinden ziyade kalitesinin artırılması daha önemlidir. Kronik uykusuzluk; gündüz dikkat eksikliği, konsantrasyon güçlüğü, aşırı sinirlilik, iş performansında düşme, depresyon, yüksek tansiyon ve metabolik bozukluklara kadar birçok soruna neden olabilmektedir.
11,318
669
Hastalıklar
Uçuk Hastalığı (Herpes Simpleks)
Herpes bir diğer adıyla uçuk, Herpes simpleks virüsleri olan HSV-1 veya HSV-2 virüsünün cilt teması ya da cinsel yolla bulaşmasıyla yayılan, ano-genital ciltte küçük, ağrılı kabarcıklara veya açık yaralarla karakterize enfeksiyondur. HSV-1 yaygın olarak ağız içindeki veya çevresinde yaralara neden olurken, daha nadir olarak genital uçuğa da neden olabilir. Bu virüs özellikle tükürük veya yüzeylerdeki virüsle temas yoluyla bulaşmaktadır.Herpes bir diğer adıyla uçuk, Herpes simpleks virüsleri olan HSV-1 veya HSV-2 virüsünün cilt teması ya da cinsel yolla bulaşmasıyla yayılan, ano-genital ciltte küçük, ağrılı kabarcıklara veya açık yaralarla karakterize enfeksiyondur. HSV-1 yaygın olarak ağız içindeki veya çevresinde yaralara neden olurken, daha nadir olarak genital uçuğa da neden olabilir. Bu virüs özellikle tükürük veya yüzeylerdeki virüsle temas yoluyla bulaşmaktadır. Uçuk (Herpes Simpleks) Nedir?Uçuk, herpes simpleks isimli virüsün neden olduğu, genelde ağız çevresinde (dudak, diş eti, ağızda) veya cinsel organlarda kabarcık ve iltihaplı yaralar ile kendini gösteren bulaşıcı yaralara neden olan viral bir virüstür. Herpes Simpleks virüsünün sekiz tipi olup, klinik olarak en sık üç tipine rastlanmaktadır.Uçuk Virüsü Türleri Nelerdir?HSV 1 daha çok ağız, burun ve çevresinde izlenirken, HSV 2 genital bölgede yerleşmektedir. HSV 3 ise Zona denilen rahatsızlığa yol açan, sinirlerde yerleşen tipidir. Bu tip diğerlerinden farklı olarak içi su dolu keseler şeklinde değil, kızarıklık ve iğne batması şeklinde hissedilen diğerlerinden daha keskin ağrılar yapan bir tipidir.Kuşak şeklinde belirli bir alanı tutar ve öncelikle ağrılar başlar. Daha sonra ağrı duyulan alanlarda nokta nokta kızarıklıklar başlayarak sınırlı ve belirli bir alanı kaplayan döküntü oluşur. Virüsün tuttuğu bölgeye uyan cilt bölgesinde yerleşir. Bir süre devam ettikten sonra öncelikle ağrılar, ardından döküntü iz bırakmadan iyileşir.Uçuk Neden Çıkar?Uçuk çıkmasının nedenleri, herpes simpleks virüsü, hastalık sonucu ortaya çıkan yüksek ateş, çok fazla korkmak gibi duygusal ve fiziksel stres, zayıf bağışıklık sistemi, güneş ışığına maruziyet ve adet dönemi gibi hormonel değişiklikler yaşanmasıdır.Uçuk Belirtileri Nelerdir?Uçuk belirtileri genellikle enfeksiyondan dört ila yedi gün sonra ortaya çıkar. Bazı durumlarda semptomların görülmesi aylar sürebilir. Uçuk yaraları (lezyonlar) tipik olarak bir hafta ila 10 gün sürer. Uçuk çoğunlukla dudaklar, dil veya ağzın içini kaplayan mukoza zarının (ağız mukozası) çevresinde görülür. Uçuk yaraları ilk olarak, bir veya iki gün sonra patlayan içi sıvı dolu kabarcıklar olarak ortaya çıkar. Yaralar, virüsün bulunduğu sıvıyı dışarı çıkarır. Birkaç gün sonra yaralar kabuk oluşturacaktır. Virüs oldukça bulaşıcıdır Nitekim ciltten cilde temas yoluyla hızlıca yayılır.  Uçuk belirtileri özetle şöyledir: Deride su toplanması, kaşıntı ve ateş yükselmesi Dudaklarda, diş etlerinde özetle ağız çevresinde su dolu kabarcıklar- kızarıklar görülmesi Dudaklarda ve ağızda tahriş olma şikayeti Kas ağrısı Uçuk Virüsü Nasıl Bulaşır?Herpes Simpleks virüs denilen virüsün neden olduğu cilt ve mukozalarda gözlenen içi su dolu keselerden ibaret bulaşıcı bir hastalıktır ve temasla bulaşır. Öpüşme, cinsel ilişki, aynı havluyu kullanma gibi virüsü taşıyan birey ile temas doğrultusunda virüsler alınır.Virüsler deri ve/ veya mukozalardaki çatlaklardan vücuda girerler. Sinir hücrelerini tutarak bu sinirlerin lifleri boyunca ilerlerler. Liflerin ganglion denilen ana merkezlerine yerleşirler. Ardından o bölgeye ait cilt ya da mukoza bölgesinde lezyonlarını oluşturmaya başlarlar. Virüsler yerleştikleri yerde ölmezler. Yapılan tedaviler de virüslerin yok edilmesini değil hastalık oluşturmalarını önlemek ya da en azından azaltmak amacıyla yapılabilmektedir.Uçuk Virüsü Risk Faktörleri Nelerdir? Cinsel partner sayısının artması Yaşın ilerlemesi Düşük gelir Eğitim seviyesinin düşük olması Siyahi ya da Hispanik etnik kökenli olma Kadın olma Erkek eşcinsel faaliyet HIV enfeksiyonuUçuk Virüsü Nasıl Oluşur?Virüs alındıktan kısa bir süre sonra (2- 12 gün kadar zaman aralığında) içi su dolu keseler ve kaşıntılı lezyonlar oluşmaya başlar. Hastanın bağışıklık durumunun kuvvetine göre bir miktar yayılır. Virüsle temas eden bireylerin yarısından fazlasında ise herhangi bir şikayet olmamaktadır.Hasta hastalık nedeni olan virüsü vücuduna almış, sinir sistemine yerleşmiş vaziyettedir. Cinsel ilişkiye girdiği bireylere virüs bulaştırmaktadır. Bağışıklık sistemi baskılandığı herhangi bir durumda ise hastalık belirtileri ortaya çıkacaktır. Bazen bu süreci hasta hiç yaşamaz .Ancak virüsü taşıyıcılığı devam etmektedir.Bazen de yılda en az dört ayrı atak yaşarlar.Uçuk Tanısı Nasıl Konulur?Uçuk şikayetlerinde klinik bulgular (sulu, hemen kabuklanan kaşıntı veya yangılı içi su dolu kesecikler gibi) ve laboratuvar bulguları ile tanı koyulabilir. Laboratuvar testleri arasında yaradan sürüntü ile yapılacak kültür çalışmaları vardır. Sitolojik tanıda HSV Tip1 ve Tip2’ye karşı oluşmuş antikorların varlığı ve PCR ayırıcı tanıda frengi, fix ilaç allerjileri, travma, temas alerjileri düşünülmelidir.Uçuğa Ne İyi Gelir? Uçuk Nasıl Geçer?Uçuk tedavisinde asiklovir, famciclovir, penciclovir, valasiklovir içeriğine sahip etkili antiviral ilaç ve kremler uygulanır. Topikal krem ve ilaçlar dışında, aloe vera jeli, uçucu yağlar, buz kompresi, bal ve E ile C vitamini takviyesi uçuğu geçiren yöntemlerdir.Uçuk İçin Kullanılabilecek Doğal YöntemlerProbiyotiklerElma sirkesinin, virüs, bakteri ve mikroplarla savaşma özelliği bulunur. Güçlü bir yapısı bulunan elma sirkesini  doğrudan uçuğa uygulamamak gerekir. Doğrudan uygulandığında tahrişe sebep olabilmektedir. Yoğurt ve lahana turşusu gibi probiyotik içeren besinler de bağışıklık sistemini güçlendirir ve uçuğun oluşmasını engeller.ÇinkoÇinko oksit kremi herpes virüsü kaynaklı uçukların tedavisinde etkili olmaktadır. Böylelikle bağışıklığın güçlenmesinde de önemli bir rol oynayan çinko, içerdiği kremler ve takviyeler sayesinde uçuğa iyi gelir.Uçucu yağlarBitkilerin bileşiklerinden ortaya çıkan konsantre uçucu yağlar, uçuğa sebep olan herpes virüsüne karşı yok edici özelliklere sahiptir. Bunun yanında uçucu yağlar virüslerin çoğalmasını yavaşlatarak, önlemede etkili olur. Antiviral etkiye sahip aşağıdaki uçucu yağlar uçuğa iyi gelir: Nane yağı Çay ağacı yağı Karanfil yağı Fesleğen yağı Kekik yağı Çördük yağı Biberiye yağı Sandal ağacı yağı Okaliptüs yağıE ve C vitamini içeren besinler uçuğa iyi gelirE vitamini içeren besinler tüketmek, cildin rahatlamasını sağlayarak uçuğun neden olduğu ağrının giderilmesinde etkilidir. Bu besinlerin içerisindeki antioksidan sayesinde uçuktaki iltihaplanmanın iyileşmesine yardımcı olur. E vitamini içeren besinler arasında; avokado, ayçiçeği çekirdeği, ıspanak ve tatlı patates bulunur.Uçuğun iyileşmesini hızlandırmak için C vitamininden yararlanabilirsiniz. Portakal başta olmak üzere, lahana, yeşil biber, brokoli, greyfurt, kivi ve çilek bol miktarda C vitamini içerir.Bunların yanında sarımsak, vanilya özü, bal, propolis, kanuka balı ve arı sütü de uçuğa iyi gelen şeyler arasında yer alır.Uçuk Virüsünden Nasıl Korunulur?Herpes Virüsünün tam bir tedavisi mümkün olmamaktadır. Bu nedenle öncelikle virüsü kapmamaya özen göstermek gerekmektedir. Uçuk virüsü kapmamak için şu hususlara dikkat edilmelidir: Yabancılar ile temastan kaçınmak, cinsel ilişkide prezervatif kullanmak, ortak havlu vs. kullanımından uzak durmak gerekmektedir. Virüsü aldığımızı düşündüğümüz bireyi mutlaka bu durum hakkında bilgilendirmeli, kendisinin hastalık ihtimali hakkında dikkatini çekmeliyiz. Hastalığı kapma halinde veya nüksü önlemek için de bağışık sistemi güçlendirilmeli, aşırı alkol, aşırı yorgunluk, beslenme bozukluğu, stres gibi durumlardan uzak kalmaya özen göstermeliyiz. Hastalık lezyonlarının en büyük sıkıntılarından biri de kolayca bakteri ile tekrar infekte olabilerek daha derin, daha geniş ve daha çok iz bırakan ülsreler haline gelebilmeleridir. Bu nedenle el ile temastan olabildiğince uzak durmalı, aktif lezyonların olduğu dönemde kağıt havluları tercih etmeli ve temastan kaçınmalıyız. Bakteri varlığında doktor kontrolünde antibiyotikleri kullanmalıyız. Genital bölgede yer alan bütün yaralar önemlidir. Burada en korkutucu olanı, başka hastalıkların herpes zannedilerek atlanması ihtimalidir. Bu nedenle her genital bölgede izlenen yara da mutlaka doktor muayenesi gerekmektedir. Ayrıca bir diğer önemli husus da, herpes infeksiyonu varlığında olası diğer cinsel yolla bulaşan hastalıkların da alınmış olma ihtimalidir.Uçuk ile İlgili Sık Sorulan SorularDudakta uçuk neden çıkar?Dudak uçukları genellikle herpes simpleks virüsü sonucu ortaya çıkan cilt lezyonlarıdır. Güneş ışığına veya çok soğuk rüzgara maruz kalma, bağışıklık sisteminin zayıflaması, hormonel sorunlar, korku ve stres uçuğu tetikleyen etkenlerdir. Herpes İnfeksiyonu yaygın mıdır?Herpes Simpleks infeksiyonunun bireylerde saptanarak çok doğru bir yaygınlık rdml taraması yapmak zordur. Bu zorluğun en önde gelen nedenlerinden bir tanesi infeksiyonun hastalık alındıktan sonra belirti ortaya çıkarmadan kalarak taşıyıcılık oluşturmasıdır. Hastalığa sahip bireylerin yarısından fazlası ( ~% 65 i) hastalığa sahip olduklarını bilmezler. Ayrıca HSV 2 ile temas etmiş bireylerde hastalık oluşsa bile korku ve utanç gibi nedenlerle hastalıklarını saklamaları gibi bir durum da söz konusudur. Bu nedenle hastalık hakkında başvuru aslında virüsü taşıyan birey sayısından çok daha azdır. HSV infeksiyonu toplumlar arasında da farklı oranlarda görülmektedir. ABD’de % 20’lerde olan bu oran, İsveç’te % 35’lerde, Brezilya’da % 40’lardadır. Ülkemizde ise ne yazık ki bilimsel bir istatistik bulunmamaktadır. Ancak tahmin edilen oran % 30’lardadır. Sosyokültürel seviyesi düşük toplumlarda daha sık izlenmektedir. Gelir ve eğitim düzeyi düşük populasyon da hedef noktasıdır.Genital bölge uçukları için nelere dikkat edilmelidir?Genelde Herpes Simpleks virüs bulaştığında her iki tipi de alınabilmektedir. Ayrıca özellikle HSV 2 denilen genital bölge uçuklarında cinsel temas ile virüs alındığı unutulmamalı ve yine cinsel temasla bulaşabilecek başka hastalıklar da akla getirilmelidir. Zira, HSV 2 virüsü kadar kolay bulaşabilen ve tehlikeli seyreden başka bir takım virüs hastalıkları da aynı kişiden alınmış olabilir ( Sarılık , AİDS, Frengi gibi). Bu nedenle HSV 2 görülen bireylerde diğer cinsel yolla bulaşan hastalıkların da testler ile taranması doğru olacaktır.Genital herpes ile enfekte olan çoğu kişide herhangi bir belirti görülmez, ancak bazı kişiler şunları yaşayabilir: Genital bölgede batma veya karıncalanma Küçük ağrılı kırmızı yaralara dönüşen genital bölgede küçük kabarcıklar Cinsel organlarda kızarıklık veya çatlak cilt gibi görünen yaralarUçuk virüsü hangi durumlarda kendini gösterir?Yeterli beslenememe durumunda, aşırı A vitamini alındığında, aşırı alkol tüketiminde, yoğun stres dönemlerinde, grip vs. gibi bağışıklık sistemini yoran bazı hastalıklarda, adet dönemlerinde, sık cinsel ilişkiye girildiği dönemlerde, kişisel hijyen bozukluğunda hastalık tekrarlamaya başlar. Belirtiler en şiddetli ilk infeksiyonu aldığında görülse de bağışıklık sistemi burada ana rol oynadığından herhangi bir nüksde de şiddetlenebilir. Hastalık belirtileri 20 gün kadar sürebilmekte ve kadınlarda bu dönemde rahim ağzında olabilen yaralar yüzünden akıntı, ağrılı cinsel ilişki gibi şikayetler belirebilmektedir.Gebelikte hastalıkla temas edilmesi veya hastalığın bu dönemde nüksetmesi gibi durumlarda ne yapılabilir?Hastalık gebeliğin ilk üç ayında geçirilirse fetus üzerinde çok ciddi hasar oluşturması iddia edilmiş olsa da bu konu da bilimsel veriler bulunmamaktadır. Ayrıca bu hasarların ultrason ile tespiti de mümkün olmayabilir. Bu nedenle tüm gebeler gebeliğin ilk döneminde bu infeksiyonun geçirilip geçirilmediği yönünde taranmalıdır. Virüsün yeni alındığı aktif infeksiyonun geçirildiği vakalarda gebeliğin sonlandırılması düşünülebilir. Hastalığı daha önce almış ve bağışıklanmış bireylerde fetus açısından bir tehlike bulunmamaktadır. Bu gebelerin gebelikleri sırasında hastalığın nüksünü yaşamaları durumunda herhangi bir tedavi uygulanmamakta sadece destek yaklaşımları benimsenmektedir. Doğuma yakın genital uçuk geçiren gebelerde ise eğer lezyonlar mevcutken doğum başlarsa bu gebelerde bebeğin temas ederek virüsü almalarını engellemek için sezaryen tercih edilmelidir. Ayrıca bebeğin doğum sonrasında da bu virüsle temasını en aza indirmek için çok dikkat edilmelidir.Herpes simpleks enfeksiyonlarının bulaşıcılık dönemi ne kadar sürer?Tükürükte virüs salgılanması, stomatitin iyileşmesinden sonra 7 haftaya kadar sürebilir. Primer genital lezyonu olan hastalar 7-10 gün süreyle enfektiftir. Tekrarlayan hastalığı olanlar, her atakta 4-7 gün boyunca bulaşıcıdır.Uçuk virüslerinin kuluçka süresi ne kadardır?Uçuk virüslerinin kuluçka süresi 2 ila 12 gün arasında değişir.Uçuk virüsü türleri organlara nasıl etki eder?HSV 1 ise yüz, dudaklar, burun ve ağız içinde içi su dolu kabarcıklar oluşturur. Bu kabarcıklar çok kısa süre içerisinde açılıp üzerleri ülserleşir ve yakınlarındaki diğer küçük ülserlerle birleşme eğilimi gösterirler. Ardından üzeri sulanan bu yaralar kabuklaşır. Kabuklar sarı beyaz renktedir. Daha sonra kabuklar kendiliğinden yumuşayarak düşerler. İlk başta yerlerinde kahverengi bir leke bırakır . Daha sonra kahverengi bir ize dönüşür. HSV 2 ise genital bölgeyi tutar. Kasıklar, kadında vajina dış dudakları, iç kısmı, anüs ile vajina arasındaki bölgeyi, rahim ağzını, erkekte penisin özellikle gövdeye yakın kısmını, nadiren penis başı ve testisleri, kalçaları tutabilir. Uçuk (Herpes Simpleks) Nedir?Uçuk, herpes simpleks isimli virüsün neden olduğu, genelde ağız çevresinde (dudak, diş eti, ağızda) veya cinsel organlarda kabarcık ve iltihaplı yaralar ile kendini gösteren bulaşıcı yaralara neden olan viral bir virüstür. Herpes Simpleks virüsünün sekiz tipi olup, klinik olarak en sık üç tipine rastlanmaktadır.Uçuk Virüsü Türleri Nelerdir?HSV 1 daha çok ağız, burun ve çevresinde izlenirken, HSV 2 genital bölgede yerleşmektedir. HSV 3 ise Zona denilen rahatsızlığa yol açan, sinirlerde yerleşen tipidir. Bu tip diğerlerinden farklı olarak içi su dolu keseler şeklinde değil, kızarıklık ve iğne batması şeklinde hissedilen diğerlerinden daha keskin ağrılar yapan bir tipidir.Kuşak şeklinde belirli bir alanı tutar ve öncelikle ağrılar başlar. Daha sonra ağrı duyulan alanlarda nokta nokta kızarıklıklar başlayarak sınırlı ve belirli bir alanı kaplayan döküntü oluşur. Virüsün tuttuğu bölgeye uyan cilt bölgesinde yerleşir. Bir süre devam ettikten sonra öncelikle ağrılar, ardından döküntü iz bırakmadan iyileşir.Uçuk Neden Çıkar?Uçuk çıkmasının nedenleri, herpes simpleks virüsü, hastalık sonucu ortaya çıkan yüksek ateş, çok fazla korkmak gibi duygusal ve fiziksel stres, zayıf bağışıklık sistemi, güneş ışığına maruziyet ve adet dönemi gibi hormonel değişiklikler yaşanmasıdır.Uçuk Belirtileri Nelerdir?Uçuk belirtileri genellikle enfeksiyondan dört ila yedi gün sonra ortaya çıkar. Bazı durumlarda semptomların görülmesi aylar sürebilir. Uçuk yaraları (lezyonlar) tipik olarak bir hafta ila 10 gün sürer. Uçuk çoğunlukla dudaklar, dil veya ağzın içini kaplayan mukoza zarının (ağız mukozası) çevresinde görülür. Uçuk yaraları ilk olarak, bir veya iki gün sonra patlayan içi sıvı dolu kabarcıklar olarak ortaya çıkar. Yaralar, virüsün bulunduğu sıvıyı dışarı çıkarır. Birkaç gün sonra yaralar kabuk oluşturacaktır. Virüs oldukça bulaşıcıdır Nitekim ciltten cilde temas yoluyla hızlıca yayılır.  Uçuk belirtileri özetle şöyledir:Uçuk Virüsü Nasıl Bulaşır?Herpes Simpleks virüs denilen virüsün neden olduğu cilt ve mukozalarda gözlenen içi su dolu keselerden ibaret bulaşıcı bir hastalıktır ve temasla bulaşır. Öpüşme, cinsel ilişki, aynı havluyu kullanma gibi virüsü taşıyan birey ile temas doğrultusunda virüsler alınır.Virüsler deri ve/ veya mukozalardaki çatlaklardan vücuda girerler. Sinir hücrelerini tutarak bu sinirlerin lifleri boyunca ilerlerler. Liflerin ganglion denilen ana merkezlerine yerleşirler. Ardından o bölgeye ait cilt ya da mukoza bölgesinde lezyonlarını oluşturmaya başlarlar. Virüsler yerleştikleri yerde ölmezler. Yapılan tedaviler de virüslerin yok edilmesini değil hastalık oluşturmalarını önlemek ya da en azından azaltmak amacıyla yapılabilmektedir.Uçuk Virüsü Risk Faktörleri Nelerdir?Uçuk Virüsü Nasıl Oluşur?Virüs alındıktan kısa bir süre sonra (2- 12 gün kadar zaman aralığında) içi su dolu keseler ve kaşıntılı lezyonlar oluşmaya başlar. Hastanın bağışıklık durumunun kuvvetine göre bir miktar yayılır. Virüsle temas eden bireylerin yarısından fazlasında ise herhangi bir şikayet olmamaktadır.Hasta hastalık nedeni olan virüsü vücuduna almış, sinir sistemine yerleşmiş vaziyettedir. Cinsel ilişkiye girdiği bireylere virüs bulaştırmaktadır. Bağışıklık sistemi baskılandığı herhangi bir durumda ise hastalık belirtileri ortaya çıkacaktır. Bazen bu süreci hasta hiç yaşamaz .Ancak virüsü taşıyıcılığı devam etmektedir.Bazen de yılda en az dört ayrı atak yaşarlar.Uçuk Tanısı Nasıl Konulur?Uçuk şikayetlerinde klinik bulgular (sulu, hemen kabuklanan kaşıntı veya yangılı içi su dolu kesecikler gibi) ve laboratuvar bulguları ile tanı koyulabilir. Laboratuvar testleri arasında yaradan sürüntü ile yapılacak kültür çalışmaları vardır. Sitolojik tanıda HSV Tip1 ve Tip2’ye karşı oluşmuş antikorların varlığı ve PCR ayırıcı tanıda frengi, fix ilaç allerjileri, travma, temas alerjileri düşünülmelidir.Uçuğa Ne İyi Gelir? Uçuk Nasıl Geçer?Uçuk tedavisinde asiklovir, famciclovir, penciclovir, valasiklovir içeriğine sahip etkili antiviral ilaç ve kremler uygulanır. Topikal krem ve ilaçlar dışında, aloe vera jeli, uçucu yağlar, buz kompresi, bal ve E ile C vitamini takviyesi uçuğu geçiren yöntemlerdir.Uçuk İçin Kullanılabilecek Doğal YöntemlerProbiyotiklerElma sirkesinin, virüs, bakteri ve mikroplarla savaşma özelliği bulunur. Güçlü bir yapısı bulunan elma sirkesini  doğrudan uçuğa uygulamamak gerekir. Doğrudan uygulandığında tahrişe sebep olabilmektedir. Yoğurt ve lahana turşusu gibi probiyotik içeren besinler de bağışıklık sistemini güçlendirir ve uçuğun oluşmasını engeller.ÇinkoÇinko oksit kremi herpes virüsü kaynaklı uçukların tedavisinde etkili olmaktadır. Böylelikle bağışıklığın güçlenmesinde de önemli bir rol oynayan çinko, içerdiği kremler ve takviyeler sayesinde uçuğa iyi gelir.Uçucu yağlarBitkilerin bileşiklerinden ortaya çıkan konsantre uçucu yağlar, uçuğa sebep olan herpes virüsüne karşı yok edici özelliklere sahiptir. Bunun yanında uçucu yağlar virüslerin çoğalmasını yavaşlatarak, önlemede etkili olur. Antiviral etkiye sahip aşağıdaki uçucu yağlar uçuğa iyi gelir:E ve C vitamini içeren besinler uçuğa iyi gelirE vitamini içeren besinler tüketmek, cildin rahatlamasını sağlayarak uçuğun neden olduğu ağrının giderilmesinde etkilidir. Bu besinlerin içerisindeki antioksidan sayesinde uçuktaki iltihaplanmanın iyileşmesine yardımcı olur. E vitamini içeren besinler arasında; avokado, ayçiçeği çekirdeği, ıspanak ve tatlı patates bulunur.Uçuğun iyileşmesini hızlandırmak için C vitamininden yararlanabilirsiniz. Portakal başta olmak üzere, lahana, yeşil biber, brokoli, greyfurt, kivi ve çilek bol miktarda C vitamini içerir.Bunların yanında sarımsak, vanilya özü, bal, propolis, kanuka balı ve arı sütü de uçuğa iyi gelen şeyler arasında yer alır.Uçuk Virüsünden Nasıl Korunulur?Herpes Virüsünün tam bir tedavisi mümkün olmamaktadır. Bu nedenle öncelikle virüsü kapmamaya özen göstermek gerekmektedir. Uçuk virüsü kapmamak için şu hususlara dikkat edilmelidir:Uçuk ile İlgili Sık Sorulan SorularDudakta uçuk neden çıkar?Dudak uçukları genellikle herpes simpleks virüsü sonucu ortaya çıkan cilt lezyonlarıdır. Güneş ışığına veya çok soğuk rüzgara maruz kalma, bağışıklık sisteminin zayıflaması, hormonel sorunlar, korku ve stres uçuğu tetikleyen etkenlerdir. Herpes İnfeksiyonu yaygın mıdır?Herpes Simpleks infeksiyonunun bireylerde saptanarak çok doğru bir yaygınlık rdml taraması yapmak zordur. Bu zorluğun en önde gelen nedenlerinden bir tanesi infeksiyonun hastalık alındıktan sonra belirti ortaya çıkarmadan kalarak taşıyıcılık oluşturmasıdır. Hastalığa sahip bireylerin yarısından fazlası ( ~% 65 i) hastalığa sahip olduklarını bilmezler. Ayrıca HSV 2 ile temas etmiş bireylerde hastalık oluşsa bile korku ve utanç gibi nedenlerle hastalıklarını saklamaları gibi bir durum da söz konusudur. Bu nedenle hastalık hakkında başvuru aslında virüsü taşıyan birey sayısından çok daha azdır. HSV infeksiyonu toplumlar arasında da farklı oranlarda görülmektedir. ABD’de % 20’lerde olan bu oran, İsveç’te % 35’lerde, Brezilya’da % 40’lardadır. Ülkemizde ise ne yazık ki bilimsel bir istatistik bulunmamaktadır. Ancak tahmin edilen oran % 30’lardadır. Sosyokültürel seviyesi düşük toplumlarda daha sık izlenmektedir. Gelir ve eğitim düzeyi düşük populasyon da hedef noktasıdır.Genital bölge uçukları için nelere dikkat edilmelidir?Genelde Herpes Simpleks virüs bulaştığında her iki tipi de alınabilmektedir. Ayrıca özellikle HSV 2 denilen genital bölge uçuklarında cinsel temas ile virüs alındığı unutulmamalı ve yine cinsel temasla bulaşabilecek başka hastalıklar da akla getirilmelidir. Zira, HSV 2 virüsü kadar kolay bulaşabilen ve tehlikeli seyreden başka bir takım virüs hastalıkları da aynı kişiden alınmış olabilir ( Sarılık , AİDS, Frengi gibi). Bu nedenle HSV 2 görülen bireylerde diğer cinsel yolla bulaşan hastalıkların da testler ile taranması doğru olacaktır.Genital herpes ile enfekte olan çoğu kişide herhangi bir belirti görülmez, ancak bazı kişiler şunları yaşayabilir:Uçuk virüsü hangi durumlarda kendini gösterir?Yeterli beslenememe durumunda, aşırı A vitamini alındığında, aşırı alkol tüketiminde, yoğun stres dönemlerinde, grip vs. gibi bağışıklık sistemini yoran bazı hastalıklarda, adet dönemlerinde, sık cinsel ilişkiye girildiği dönemlerde, kişisel hijyen bozukluğunda hastalık tekrarlamaya başlar. Belirtiler en şiddetli ilk infeksiyonu aldığında görülse de bağışıklık sistemi burada ana rol oynadığından herhangi bir nüksde de şiddetlenebilir. Hastalık belirtileri 20 gün kadar sürebilmekte ve kadınlarda bu dönemde rahim ağzında olabilen yaralar yüzünden akıntı, ağrılı cinsel ilişki gibi şikayetler belirebilmektedir.Gebelikte hastalıkla temas edilmesi veya hastalığın bu dönemde nüksetmesi gibi durumlarda ne yapılabilir?Hastalık gebeliğin ilk üç ayında geçirilirse fetus üzerinde çok ciddi hasar oluşturması iddia edilmiş olsa da bu konu da bilimsel veriler bulunmamaktadır. Ayrıca bu hasarların ultrason ile tespiti de mümkün olmayabilir. Bu nedenle tüm gebeler gebeliğin ilk döneminde bu infeksiyonun geçirilip geçirilmediği yönünde taranmalıdır. Virüsün yeni alındığı aktif infeksiyonun geçirildiği vakalarda gebeliğin sonlandırılması düşünülebilir. Hastalığı daha önce almış ve bağışıklanmış bireylerde fetus açısından bir tehlike bulunmamaktadır. Bu gebelerin gebelikleri sırasında hastalığın nüksünü yaşamaları durumunda herhangi bir tedavi uygulanmamakta sadece destek yaklaşımları benimsenmektedir. Doğuma yakın genital uçuk geçiren gebelerde ise eğer lezyonlar mevcutken doğum başlarsa bu gebelerde bebeğin temas ederek virüsü almalarını engellemek için sezaryen tercih edilmelidir. Ayrıca bebeğin doğum sonrasında da bu virüsle temasını en aza indirmek için çok dikkat edilmelidir.Herpes simpleks enfeksiyonlarının bulaşıcılık dönemi ne kadar sürer?Tükürükte virüs salgılanması, stomatitin iyileşmesinden sonra 7 haftaya kadar sürebilir. Primer genital lezyonu olan hastalar 7-10 gün süreyle enfektiftir. Tekrarlayan hastalığı olanlar, her atakta 4-7 gün boyunca bulaşıcıdır.Uçuk virüslerinin kuluçka süresi ne kadardır?Uçuk virüslerinin kuluçka süresi 2 ila 12 gün arasında değişir.Uçuk virüsü türleri organlara nasıl etki eder?HSV 1 ise yüz, dudaklar, burun ve ağız içinde içi su dolu kabarcıklar oluşturur. Bu kabarcıklar çok kısa süre içerisinde açılıp üzerleri ülserleşir ve yakınlarındaki diğer küçük ülserlerle birleşme eğilimi gösterirler. Ardından üzeri sulanan bu yaralar kabuklaşır. Kabuklar sarı beyaz renktedir. Daha sonra kabuklar kendiliğinden yumuşayarak düşerler. İlk başta yerlerinde kahverengi bir leke bırakır . Daha sonra kahverengi bir ize dönüşür. HSV 2 ise genital bölgeyi tutar. Kasıklar, kadında vajina dış dudakları, iç kısmı, anüs ile vajina arasındaki bölgeyi, rahim ağzını, erkekte penisin özellikle gövdeye yakın kısmını, nadiren penis başı ve testisleri, kalçaları tutabilir.
9,681
670
Hastalıklar
Uyku terörü
Uyku terörü, uyku esnasında çığlık atma, yoğun korku ve fiziksel aktiviteler ile kendini gösteriyor.  Gece terörü olarak da bilinen uyku terörü, genellikle uyurgezerlik ile eşleştiriliyor. Uyurgezerlik gibi, uyku terörü de uyku sırasında istenmeyen bir olay olan parasomni olarak ifade ediliyor. Memorial Antalya Hastanesi Nöroloji Bölümü’nden Uz. Dr. Özden Yener Çakmak, uyku terörü hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.Uyku terörü, uyku esnasında çığlık atma, yoğun korku ve fiziksel aktiviteler ile kendini gösteriyor.  Gece terörü olarak da bilinen uyku terörü, genellikle uyurgezerlik ile eşleştiriliyor. Uyurgezerlik gibi, uyku terörü de uyku sırasında istenmeyen bir olay olan parasomni olarak ifade ediliyor. Memorial Antalya Hastanesi Nöroloji Bölümü’nden Uz. Dr. Özden Yener Çakmak, uyku terörü hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı. Uyku terörü nedir? Parasomniler genellikle uykuya geçiş sırasında ortaya çıkan istenilmeyen anormal davranışların, fiziksel aktivitelerin ve çarpıntı, terleme, ciltte kızarıklık, göz bebeğinde büyüme gibi otonomik belirtilerin ortaya çıkması olarak tanımlanmaktadır. Uyku terörü parasomni başlığı altında yer almaktadır.Uyku terörünün belirtileri nelerdir? Uyku terörü, uykunun ilk saatlerinde NREM uykuda meydana gelen, ağlama ya da yüksek sesli çığlıkla başlayan, otonomik belirtilerde artışın eşlik ettiği ani korku ataklarıdır. Uyku terörü yaşayan kişiler korkarak, çığlık atarak ya da ani, kendine ve çevresine zarar verebilecek koşma, fırlama, yanındaki kişiye vurma  gibi hareketler yaparak kalkarlar. Kişi bu sırada dış uyaranlara yanıtsızdır ve genellikle zorlukla uyandırılırlar. Kişi uyandığında konfuzyon ve korku hali yaşayabilir. Ek olarak otonom sistem uyarılmasın bağlı terleme, ciltte kızarıklık, çarpıntı, göz bebeğinde büyüme gibi belirtiler de eşlik eder. Uyku terörü kimlerde görülür?Uyku terörü genellikle çocukluk çağında görülür. Başlangıç yaşı sıklıkla 3-12 yaş arasındadır. Erkek çocuklarında daha sıktır. Ergenlik döneminde ise genellikle düzelme eğilimindedir. Erişkinlerde ise çok daha nadirdir. Yaşam boyu görülme sıklığı erişkinlerde %1’in altındadır.Uyku terörü neden olur? Risk faktörleri nelerdir?Uyku terörünün nedeni net olarak bilinmemekle beraber genetik faktörlerin önemli olduğu ya da eşlikçi psikiyatrik hastalıklara eşlik edebildiği bilinmektedir.Birinci derece akrabalarda görülme riski, ailesinde uyku terörü olmayanlara göre fazladır.Şizoid, borderline ve bağımlı kişilik bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu, yaygın anksiyete bozukluğu ve uyurgezerlik ile birlikteliği sık olarak bildirilmektedirAyrıca uyku apne sendromu, yorgunluk, huzursuz bacak sendromu, alkol ve madde kullanımı ile de birlikteliği sık görülür.Uyku teröründe tanısı nasıl konulmaktadır?Uyku teröründe tanıda en önemli basamak hasta ve yatak eşinden alınan öyküdür. Video kaydı da tanı koymada yardımcı olabilir. Tıbbi hastalıkların sorgulanması, madde ve alkol kullanımı, psikiyatrik hastalıkların sorgulanması, nörolojik açıdan ayrıntılı değerlendirme doğru tanı açısından önem taşımaktadır. Tanıdan emin olunamıyorsa polisomnografi ile uyku kaydı tanıda çok yardımcı olabilir. Uyku teröründe tedavi nasıl  planlanır? Tedavide ilk adım hastanın güvenliğinin sağlanmasıdır. Hastaya o sırada zarar verebilecek nesneler uyuduğu ortamdan uzaklaştırılmalıdır.  Uyku hijyeni bu hastalarda önemlidir, bu açıdan bilgilendirme yararlı olacaktır. Eğer ataklar aynı saatlerde ortaya çıkıyor ise o saatten 15 dakika önce kişinin uyandırılması ve bir süre uyanık kalmasının sağlanması da fayda sağlayabilir. Alkol ya da madde bağımlılığı gibi tetikleyiciler var ise tedavi bunların bırakılması ile başarılabilir.Tetikleyici olabilecek faktörlerin (depresyon, anksiyete, uyku apnesi vb) tespiti ve tedavisi de önemlidir. Uyku terörü atakları nadir ise bu öneriler yeterli olabilir.Ancak atak sıklığı fazla  ve kişinin işlevselliğini bozacak seviyelerde ise antidepresanlar tedavide denenebilir. Benzodiazepinler tedavide etkin bir seçenek olsa da, bağımlılık ve kesildikten sonra atakların tetiklenmesine yol açabileceğinden ilk tercih olarak kullanılmaz.Uyku terörü hakkında sık sorulan sorular Uyku terörü esnasında ne yapılmalıdır?Kişinin o sırada yanında olan yakınının bu sırada sakinliğini koruması önemlidir.  Atakların  genellikle  20 sn ila 5 dakika arasında süreceği bilinmelidir. Uyku terörü yaşayan kişinin o anda uyandırılması oldukça güçtür. Aileye kişiyi o sırada uyandırmaya ve sakinleştirmeye çalışmalarının yararı olmadığı anlatılmadır. Sadece kişinin o esnada hareketlerle zarar görmemesi için güvenli ortam yaratılmalıdır. Atak sonlandığında uyku hali ve zihin bulanıklığı devam edebilir, bir süre sonra hastanın tekrar uykuya dalacağı bilinmelidir. Genellikle uyku terörü yaşayan birey sabah yaşananı hatırlamayacaktır.Bebeklerde uyku terörü nedir?Uyku terörü genellikle 3 yaş sonrası görülür. Ancak nadir de olsa  daha erken dönemde görülen vakalar da vardır. Bebek  ya da çocuk o sırada çığlık atabilir, korkmuş bir ifade ile etrafa bakabilir. Ancak ebeveynlerin bilmesi gereken o sırada uyanıklık olmadığıdır.  Bu nedenle bu sürede sakin olunmalı, olayın  bitiminde çocuk sakinleştirilmelidir. Çocuklarda uyku terörü olduğu zaman nasıl tedavi edilir? Öncelikle yetişkinlerde uygulanan koruyucu  yöntemler çocukluk çağında da çok önemlidir. Çocuğun o sırada kendine zarar vermemesi için güvenli bir uyku odası hazırlanmalıdır. Hareketlerin olduğu dönemde ebeveynler çocukların kendine zarar vermesini engellemek için onu sıkıca tutabilirler. Uykusuzluğun bunu tetikleyebileceği bilinmeli ve uyku saatleri ve uyku hijyenine dikkat edilmelidir. Bu yöntemlerle tedavi sağlanamıyor ve 2-3 aydan daha uzun süredir sık ataklar yaşanıyorsa çocuk psikiyatrisi ya da çocuk nörolojisine başvurulmalı ve organik nedenlerin ayırıcı tanısı yapılarak tedavi planlanmalıdır. Uyku terörü ve epilepsi arasındaki fark nedir?Uykuda görülen motor hareketlerin ayırıcı tanısı her klinisyen için çok önemlidir. Uyku terörü gibi NREM uyku sırasında görülen parasomniler özellikle uyku sırasında ortaya çıkan bazı epilepsilerle (nokturnal frontal lob nöbetler) karışabilir. Nokturnal frontal nöbetlerin başlangıç yaşı parasomnilerden biraz daha geçtir ve genellikle 10 ile 16 yaş arasındadır. Aile öyküsü bulunma olasılığı yüksektir. Parasomniler ile karışabileceği gibi birlikte görülme olasılığı da vardır. Nokturnal frontal lob nöbetleri de uyku terörü ile benzer şekilde uykunun başlangıç döneminde yani NREM uykusunda ortaya çıkar. Muayene ve EEG ile ayrım yapılabilir.  Ayrım yapılamayan hastalarda ya da epilepsi tedavisine rağmen nöbetler kontrol altına alınamadığında tam kanallı elektroensefalografi video polisomnografi tanıda altın standarttır.  Uyku terörü nedir? Parasomniler genellikle uykuya geçiş sırasında ortaya çıkan istenilmeyen anormal davranışların, fiziksel aktivitelerin ve çarpıntı, terleme, ciltte kızarıklık, göz bebeğinde büyüme gibi otonomik belirtilerin ortaya çıkması olarak tanımlanmaktadır. Uyku terörü parasomni başlığı altında yer almaktadır.Uyku terörünün belirtileri nelerdir? Uyku terörü, uykunun ilk saatlerinde NREM uykuda meydana gelen, ağlama ya da yüksek sesli çığlıkla başlayan, otonomik belirtilerde artışın eşlik ettiği ani korku ataklarıdır. Uyku terörü yaşayan kişiler korkarak, çığlık atarak ya da ani, kendine ve çevresine zarar verebilecek koşma, fırlama, yanındaki kişiye vurma  gibi hareketler yaparak kalkarlar. Kişi bu sırada dış uyaranlara yanıtsızdır ve genellikle zorlukla uyandırılırlar. Kişi uyandığında konfuzyon ve korku hali yaşayabilir. Ek olarak otonom sistem uyarılmasın bağlı terleme, ciltte kızarıklık, çarpıntı, göz bebeğinde büyüme gibi belirtiler de eşlik eder. Uyku terörü kimlerde görülür?Uyku terörü genellikle çocukluk çağında görülür. Başlangıç yaşı sıklıkla 3-12 yaş arasındadır. Erkek çocuklarında daha sıktır. Ergenlik döneminde ise genellikle düzelme eğilimindedir. Erişkinlerde ise çok daha nadirdir. Yaşam boyu görülme sıklığı erişkinlerde %1’in altındadır.Uyku terörü neden olur? Risk faktörleri nelerdir?Uyku terörünün nedeni net olarak bilinmemekle beraber genetik faktörlerin önemli olduğu ya da eşlikçi psikiyatrik hastalıklara eşlik edebildiği bilinmektedir.Birinci derece akrabalarda görülme riski, ailesinde uyku terörü olmayanlara göre fazladır.Şizoid, borderline ve bağımlı kişilik bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu, yaygın anksiyete bozukluğu ve uyurgezerlik ile birlikteliği sık olarak bildirilmektedirAyrıca uyku apne sendromu, yorgunluk, huzursuz bacak sendromu, alkol ve madde kullanımı ile de birlikteliği sık görülür.Uyku teröründe tanısı nasıl konulmaktadır?Uyku teröründe tanıda en önemli basamak hasta ve yatak eşinden alınan öyküdür. Video kaydı da tanı koymada yardımcı olabilir. Tıbbi hastalıkların sorgulanması, madde ve alkol kullanımı, psikiyatrik hastalıkların sorgulanması, nörolojik açıdan ayrıntılı değerlendirme doğru tanı açısından önem taşımaktadır. Tanıdan emin olunamıyorsa polisomnografi ile uyku kaydı tanıda çok yardımcı olabilir. Uyku teröründe tedavi nasıl  planlanır? Tedavide ilk adım hastanın güvenliğinin sağlanmasıdır. Hastaya o sırada zarar verebilecek nesneler uyuduğu ortamdan uzaklaştırılmalıdır.  Uyku hijyeni bu hastalarda önemlidir, bu açıdan bilgilendirme yararlı olacaktır. Eğer ataklar aynı saatlerde ortaya çıkıyor ise o saatten 15 dakika önce kişinin uyandırılması ve bir süre uyanık kalmasının sağlanması da fayda sağlayabilir. Alkol ya da madde bağımlılığı gibi tetikleyiciler var ise tedavi bunların bırakılması ile başarılabilir.Tetikleyici olabilecek faktörlerin (depresyon, anksiyete, uyku apnesi vb) tespiti ve tedavisi de önemlidir. Uyku terörü atakları nadir ise bu öneriler yeterli olabilir.Ancak atak sıklığı fazla  ve kişinin işlevselliğini bozacak seviyelerde ise antidepresanlar tedavide denenebilir. Benzodiazepinler tedavide etkin bir seçenek olsa da, bağımlılık ve kesildikten sonra atakların tetiklenmesine yol açabileceğinden ilk tercih olarak kullanılmaz.Uyku terörü hakkında sık sorulan sorular Uyku terörü esnasında ne yapılmalıdır?Kişinin o sırada yanında olan yakınının bu sırada sakinliğini koruması önemlidir.  Atakların  genellikle  20 sn ila 5 dakika arasında süreceği bilinmelidir. Uyku terörü yaşayan kişinin o anda uyandırılması oldukça güçtür. Aileye kişiyi o sırada uyandırmaya ve sakinleştirmeye çalışmalarının yararı olmadığı anlatılmadır. Sadece kişinin o esnada hareketlerle zarar görmemesi için güvenli ortam yaratılmalıdır. Atak sonlandığında uyku hali ve zihin bulanıklığı devam edebilir, bir süre sonra hastanın tekrar uykuya dalacağı bilinmelidir. Genellikle uyku terörü yaşayan birey sabah yaşananı hatırlamayacaktır.Bebeklerde uyku terörü nedir?Uyku terörü genellikle 3 yaş sonrası görülür. Ancak nadir de olsa  daha erken dönemde görülen vakalar da vardır. Bebek  ya da çocuk o sırada çığlık atabilir, korkmuş bir ifade ile etrafa bakabilir. Ancak ebeveynlerin bilmesi gereken o sırada uyanıklık olmadığıdır.  Bu nedenle bu sürede sakin olunmalı, olayın  bitiminde çocuk sakinleştirilmelidir. Çocuklarda uyku terörü olduğu zaman nasıl tedavi edilir?Uyku terörü ve epilepsi arasındaki fark nedir?Uykuda görülen motor hareketlerin ayırıcı tanısı her klinisyen için çok önemlidir. Uyku terörü gibi NREM uyku sırasında görülen parasomniler özellikle uyku sırasında ortaya çıkan bazı epilepsilerle (nokturnal frontal lob nöbetler) karışabilir. Nokturnal frontal nöbetlerin başlangıç yaşı parasomnilerden biraz daha geçtir ve genellikle 10 ile 16 yaş arasındadır. Aile öyküsü bulunma olasılığı yüksektir. Parasomniler ile karışabileceği gibi birlikte görülme olasılığı da vardır. Nokturnal frontal lob nöbetleri de uyku terörü ile benzer şekilde uykunun başlangıç döneminde yani NREM uykusunda ortaya çıkar. Muayene ve EEG ile ayrım yapılabilir.  Ayrım yapılamayan hastalarda ya da epilepsi tedavisine rağmen nöbetler kontrol altına alınamadığında tam kanallı elektroensefalografi video polisomnografi tanıda altın standarttır.
4,672
671
Hastalıklar
Tükürük Bezi Kanseri
Vücudumuz için önemli bir sıvı olan tükürük; konuşma, tat alma ve beslenmede önemli bir rol üstleniyor. Tükürüğün salgılanmasını sağlayan tükürük bezlerinde ise iyi huylu ya da kötü huylu kitleler ortaya çıkabiliyor.  Genellikle 60-70’li yaşlarda görülen tükürük bezi kanserine erkeklerde daha sık rastlanıyor. Kötü huylu seyreden malign tükürük bezi kanserlerinde erken teşhis ve tedaviye erken sürede başlanması ile tedavinin başarısı artırılabiliyor. Hastalığın tedavi planı ise kanserin evresine göre belirleniyor. Memorial Ankara Hastanesi KBB Bölümü’nden Doç. Dr. Erdal Seren, tükürük bezi kanseri hakkında bilgi verdi.Vücudumuz için önemli bir sıvı olan tükürük; konuşma, tat alma ve beslenmede önemli bir rol üstleniyor. Tükürüğün salgılanmasını sağlayan tükürük bezlerinde ise iyi huylu ya da kötü huylu kitleler ortaya çıkabiliyor.  Genellikle 60-70’li yaşlarda görülen tükürük bezi kanserine erkeklerde daha sık rastlanıyor. Kötü huylu seyreden malign tükürük bezi kanserlerinde erken teşhis ve tedaviye erken sürede başlanması ile tedavinin başarısı artırılabiliyor. Hastalığın tedavi planı ise kanserin evresine göre belirleniyor. Memorial Ankara Hastanesi KBB Bölümü’nden Doç. Dr. Erdal Seren, tükürük bezi kanseri hakkında bilgi verdi. Tükürük ve tükürük bezi nedir?Tükürük, ağızda üretilen ve içinde ihtiva ettiği su, sodyum, klorür, kalsiyum, potasyum, bikarbonat, immün globulin A, albumin, ptiyalin ve musin gibi önemli görevleri olan maddeler nedeniyle vücudumuz için önemli olan bir tür sıvıdır. Tükürük ağız içini sürekli olarak nemli tutar, ağız içindeki besinlerin kayganlaşmasını ve besinlerin içindeki bazı molekülleri çözerek, bunların tat alma organcıklarına ulaşmalarını sağlar. Yutma işlemini kolaylaştırdığı gibi dil ve dudakların hareketlerini serbestleştirerek, konuşmayı da kolaylaştırır. Dişleri ve ağız içini sürekli yıkayarak, bunların temiz kalmasını sağlar.Tükürük salgısı tükürük bezleri tarafından yapılır. Ağız boşluğu, burun, sinüsler, yutak, gırtlak, nefes borusu ve bronş mukozasında bulunan sayıları 400-600 arasında değişen minör tükürük bezlerinin yanı sıra yüzümüzün her bir tarafına yerleşmiş, küçük kanallarla ağız boşluğuna bağlanan büyük tükürük bezlerimiz de bulunmaktadır. Bunlar her iki kulağımızın önünde birer tane (Parotis bezi), her iki çene altında birer tane (Submandibuler bez), her iki dilaltında birer tane (Sublingual bez)  olmak üzere toplam 6 adettir.Tükürük bezi ne işe yarar?Tükürük bezleri tükürük salgısını üretir. Sağlıklı bir insanın günlük olarak 1000–1500 cc kadar tükürük ürettiği bilinir. Tükürük bezleri, ağız içerisindeki temizliği, asidi ve besinlerin mideye gitmesini sağlar. Ağız kokusundan sindirime varıncaya kadar pek çok görevi olan tükürük, sağlık açısından çok önemlidir.Tükürük bezi kanseri nedir?Tükürük bezi kanseri, ağzımızda tükürük salgısı yapan, büyük (üç çift) ve küçük ( bine yakın) dediğimiz tükürük bezlerinden birinin kanserleşmesi sonucu oluşan bir durumdur.Tükürük bezi tümör çeşitleri nelerdir?Tümörler, iyi huylu (benign) ve kötü huylu (malign) olarak ikiye ayrılır. İyi huylu tümörler daha yavaş büyür ve çevre ya da uzak bölge organlara metastaz (sıçrama) yapmazlar. Kötü huylu tümörler (malign) ise daha hızlı büyür, bölgesel lenf bezelerine ve uzak organlara (akciğer, karaciğer, beyin, kemik vb..) metastaz (sıçrama) yapma potansiyeline sahiptirler.Tükürük bezi kanserinin belirtileri nelerdir?Daha yavaş büyüyen iyi huylu tümörler çoğu kez kapsül adı verilen ince, zarımsı bir kılıfla çevrilidir ve çevre dokulara yayılma (invazyon) yapmaz. Genellikle etraf dokuları itip kendilerine yer açarak büyür. Bu büyüme aylar, hatta yıllar içerisinde oluşur. İyi huylu tümörler ağrıya neden olmaz, hastalar çok nadiren ağrıdan yakınır. Ağrı olma durumu da genellikle tümörün kendinden ziyade dolaylı nedenlere bağlı olmaktadır.Kötü huylu tümörler (malign) daha hızlı büyür, bölgesel lenf bezelerine ve uzak organlara (akciğer, karaciğer, beyin, kemik vb..) metastaz (sıçrama) yapma potansiyeline sahiptirler. Çevre dokulara yayılma gösterirler ve onların fonksiyonlarını bozarak gelişirler. Örneğin, bulundukları yere komşu sinirlere ulaştıklarında onların fonksiyonlarını bozarlar. Ayrıca kötü huylu tümörler belli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra ağrıya da neden olmaya başlarlar. Bu ağrı tümörün kemik, çene eklemi gibi yapıları işgal etmesine bağlı oluşabileceği gibi doğrudan baş, yüz bölgesinde de ya da ağrı duyusunu taşıyan sinirlere ulaşmasıyla da ortaya çıkabilir.Tükürük bezi kanserinin nedenleri nelerdir?Tükürük bezi kanserlerinin nedenleri bilinmemekle birlikte, bazı durumların bu riski arttırdığı düşünülmektedir. Bunların başında iyi huylu tümörlerin uzun süre tükürük bezi içerisinde kalmış olması gelir. Bu nedenle tümörün iyi huylu olduğu bilinse de, tükürük bezinden çıkarılıp alınması tercih edilmektedir. Radyasyon maruziyeti de tükürük kanseri ihtimalini arttıran sebeplerdendir. Sigara kullanımı çoğu kanserin görülme ihtimalini arttırdığı gibi tükürük bezi kanseri ihtimalini de arttırır.Tükürük bezi kanserinin tanısı nasıl konulur?Tükürük bezi kanserlerinin erken teşhisi genellikle hastada oluşturacağı şikayetler doğrultusunda olmaktadır. Kişide baş-boyun bölgesinde meydana gelecek şişlikler veya ağrı gibi şikayetlerle doktora başvurması sonucunda yapılan ayrıntılı incelemeler ile hastalık teşhis edilebilir.  Ayrıntılı alınan anamnezden sonra hasta muayene edilir. Fizik muayenede tükürük bezlerinde şişlik, büyüme olup olmadığına bakılır ve büyüme, şişlik varsa şişliğin boyutları, sınırları incelenir. Muayenelerde bilateral yani iki taraflı muayene ile mukayeseli gidilmesi gerekir.Tükürük bezi kanserlerinde görüntüleme yöntemlerinden de faydalanılır. Özellikle Bilgisayarlı Tomografi (BT) ve Manyetik Rezonans görüntüleme (MR) ile tümör dokusu ve çevre dokuları incelenir. Tükürük bezi kanserlerinde kesin tanı için histopatolojik inceleme yapılır. Biyopsi yani dokudan örnek alınıp incelenmesi ile tanıya gidilir. Tükürük bezi kanseri teşhisi konulduktan sonra kanserin evrelemesinin yapılması için de MR faydalı olmaktadır.Tükürük bezi kanserinin tedavisi nasıl uygulanır?Tedavide hastalığın evresine göre tedavi planı çizilir. Hastalığın evrelemesinde de tümörün çapı, çevre dokulara yayılma yapıp yapmadığı, lenf nodu yayılımı, tümörün histolojik tipi gibi durumlar etkili olmaktadır. Bunların sonucunda belirlenen evreleme ile tedavi planı oluşturulur. Tedavide cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi seçenekleri mevcuttur. Hastalarda çoğunlukla bu tedavi metodları bir araya getirilerek uygulanır.Tükürük bezi kanseri ile ilgili sık sorulan sorular Tükürük bezi tümörleri tehlikeli midir?Tükürük bezi tümörleri genellikle iyi huyludurlar. Tükürük bezlerindeki tümörler içerisinde en sık olarak parotis bezi tümörü görülür. Bu tümörler iyi huyludurlar. Agresif seyretmezler ve başka bölgeye yayılımı nadir görülür. İyi huylu tümörlerde tedavisiz vakalarda çok az bir ihtimal de olsa maligniteye yani kansere dönüşme ihtimali vardır. Bu nedenle tükürük bezindeki tümör oluşumlarının değerlendirilmesinin yapılması ve uygun tedavi seçeneği ile tedavisinin başlanması önemlidir. Kötü huylu seyreden malign tükürük bezi kanserlerinde de erken teşhis ve tedaviye erken sürede başlanması ile tedavinin başarısı fazlasıyla arttırılır. Bu nedenle özellikle kulak ön bölgesinde, çene altında şişlik, yutmada güçlük, yüzde hissizlik, uyuşma gibi şikayetlerde en erken dönemde hastaneye başvuru oldukça önemlidir.Tükürük bezi kanseri öldürür mü?Tükürük bezi tümörleri genellikle iyi huyludur. Bu tümörlerin tedavi sonucu hayatta kalma oranı yüzde 95’lerdedir. Kötü seyirli, tedavisine geç başlanmış veya tedavi edilmemiş malign tükürük bezi kanserlerinde başarı oranı yüzde 50’lerdedir.En sık hangi tükürük bezlerinde kanser görülür?Majör ve minör tükürük bezlerinin en sık benign tümörü pleomorfik adenom olup, tüm tükürük bezi tümörlerinin yüzde 50’sini ve tüm parotis tümörlerinin yüzde 65’ini oluşturmaktadır.  Majör ve minör tükürük bezlerinin en sık malign tümörü mukoepidermoid karsinom olup, tüm tükürük bezi tümörlerinin yüzde 10’unu ve tüm malign tükürük bezi tümörlerinin yüzde 35’ini oluşturmaktadır. Bu tümör de en sık parotiste ortaya çıkar.Tükürük bezlerindeki her tümör kanser midir?Tükürük bezindeki her tümör kanser değildir. Her şişlik kötü huylu olmayabilir. Bunların azımsanamayacak bir bölümü, özellikle, kulak önü tükürük bezlerindekilerin (parotis bezi) büyük bir bölümü iyi huylu şişliklerdir. Bu nedenle üzerinde önemle durulan konu, şişliklerin iyi ya da kötü huylu olup olmadığıdır.Tükürük bezi kanserinin risk faktörleri nelerdir?İyonize radyasyona maruz kalma tükürük bezi kanserlerinde en çok suçlanan etiyolojik faktördür. Kauçuk sektörü çalışanlarında, asbeste maruz kalan madencilerde, tesisatçılar ve kereste işinde çalışan kişilerde de maruziyet sebebiyle ikincil risk artmaktadır.Benign tükürük bezi tümörü ne anlama gelmektedir?Tükürük bezi kaynaklı tümörler genellikle 50-70 yaşlarında yavaş büyüyen kitleler olarak ortaya çıkarlar. Tanıda muayene ve radyolojik tetkiklerin yanı sıra ince iğne biyopsisi önemli yer tutmaktadır. İğne biyopsisi ile tümörün iyi ya da kötü huylu olduğunun ayrımı yapılmakta tedavi planı bu doğrultuda şekillenmektedir.İyi huylu tükürük bezi tümörlerin büyük kısmı 30-60 yaşları arasında ve kadınlarda daha fazla görülen mikst tümör ya da pleomorfik adenom adı verilen tümördür. Genel olarak bütün iyi huylu tümörlerde cerrahi tedavi uygulanmaktadır. Bu ameliyat sırasında tümörün bulunduğu tükürük bezi bütün olarak çıkartılmaktadır. İyi huylu parotis tümörlerinde derin lobun tümör tarafından tutulumu yoksa cerrahide sadece yüzeyel lob çıkartılmaktadır.Maling tükürük bezi tümörü ne anlama gelmektedir?Kötü huylu tümörler tümörün klinik davranışına, yayılma hızına ve yapısal değişiklik derecesine göre düşük, orta ve yüksek dereceli (grade) olarak gruplandırılmaktadır. Yüksek dereceli tümörler daha saldırgan, çevre dokulara ve boyun lenf bezlerine yayılma eğiliminde, uzak metastaz riski yüksek olan tümörlerdir. Malign tükürük bezi tümörlerinin tedavisinde ilk seçenek cerrahidir. Ameliyat sırasında tümörün çevresinde tümör yayılmamış normal doku içerecek şekilde geniş olarak çıkartılması gerekir. Tümör tarafından tutulum olmadığı sürece ameliyat bölgesinden geçen yüz siniri, dil duyusunu alan sinir gibi önemli sinirler korunmalıdır. Boyundaki lenf bezlerinde saptanmış tümör sıçraması saptanan ve belirgin tutulum saptanmamış olsa bile boyun lenf bezlerine metastaz yapma riski yüksek olan tümörlerde ameliyat sırasında komşu lenf bezleri de çıkartılır (boyun diseksiyonu ameliyatı). Radyoterapi küçük tümörlerde nadir olarak asıl tedavi olarak seçilebilir. Büyük ve yayılma riski yüksek tümörlerde ise cerrahi sonrasında ameliyat bölgesine radyoterapi verilerek aynı bölgede tümör tekrarının önlenmesi amaçlanmaktadır.Diğer sağlık problemleri nedeni ile ameliyata uygun olmayan hastalarda ve tümörün ileri derecede bölgesel yayılım ve/veya uzak metastaz yapmış olduğu hastalarda ilaç tedavisi (kemoterapi) tercih edilebilmektedir.Tükürük bezi kanserinin görülme sıklığı nedir? Kötü huylu tükürük bezi tümörleri baş ve boyun bölgesinde görülen kötü huylu tümörlerin yüzde 3-4 ünü oluştururlar. Kötü huylu tükürük bezi tümörleri en sık yüzde 75-80 parotis bezinde, yüzde 20 oranında çene altı tükürük bezinde ve nadiren dilaltı ya da minör bezlerde izlenmektedir. Malign tükürük bezi tömörü olan hastaların çoğunluğu 60-70 yaş aralığındaki hastalardır. Erkeklerde daha sık görülür.Tükürük bezi kanseri yüz felcine sebep olur mu?Yüz kaslarımızı çalıştıran sinir olan fasiyal sinir büyük tükürük bezimiz olan parotis bezinin içinde seyretmektedir.  Parotis bezinin maling tümörleri eğer serin loba doğru yayılıp, yüz sinirini tutarsa yüz felci görülebilir.Tükürük bezi kanseri şüphesinde hangi doktora gidilmelidir?Kulak burun boğaz hastalıkları uzmanına başvurması gerekir.Tükürük bezi kanserinde biyopsi nasıl yapılır?Bu işlem açık biyopsi, ince iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB), kor biyopsi ve donuk kesit biyopsi ile yapılabilir. Günümüzde sıklıkla parotis ve submandibuler bezlerdeki kitleler için genellikle İİAB uygulanan biyopsi yöntemidir. Minör tükürük bezlerinde daha çok forseps yardımıyla açık biyopsi (insizyonel) tercih edilir.Tükürük bezi kanserinde ince iğne aspirasyon biyopsisi, tümörün yayılmasına yol açar mı?İğne biyopsisi, uzun yıllardır bütün dünyada milyonlarca hastaya uygulanmış ve halen de uygulanan bir teşhis yöntemidir. Şimdiye kadar tümörün yayılımına yol açtığına dair bilimsel bir kanıta rastlanmamıştır. Bu nedenle hekimler tarafından güvenle uygulanmaktadır.Tükürük bezi kanseri önlenebilir mi?Tükürük bezi kanserinin nedenleri ne yazık ki henüz bilinmemektedir. Dolayısıyla nasıl önlenebileceği konusunda herhangi bir şey söylenemez. Sigarayla gırtlak kanseri ya da akciğer kanseri arasında nasıl bir neden sonuç ilişkisi varsa, dolayısıyla önlem almak mümkünse de tükürük bezi kanseri için böyle bir ilişki söz konusu değildir. Tükürük bezi kanserleri için alınabilecek tek önlem, tükürük bezi içindeki tümörün çok gecikmeden müdahale ederek cerrahi bir işlem ile vücuttan çıkartılmasıdır.Tükürük bezi kanseri erken teşhis edilebilir mi?Kulak önünde, çene altında ya da ağız, boğaz gibi bölgelerde şişlik, kitle fark eden hasta bir süre sonra hekime başvurduğunda teşhis süreci başlayacaktır. Muayene ile tükürük bezi tümöründen şüphelenen hekim, genellikle ultrason, MR (manyetik rezonans) ya da BT (bilgisayarlı tomografi) gibi radyolojik görüntüleme araçlarına başvurur. Bu tümör tanısını güçlendirmede muayeneden sonra ikinci adım olacaktır. Ardından kimi zaman, iğne biyopsisi ile kitleden hücre ya da doku örneği almak, teşhisi kesinleştirmek ve tedavi öncesi planlamaları en doğru şekilde yapabilmek için gerekli olacaktır.Tükürük bezi kanseri metastaz yapar mı?Kötü huylu tümörler (malign, habis) daha hızlı büyürler, bölgesel lenf bezelerine ve uzak organlara (akciğer, karaciğer, beyin, kemik vb..) metastaz (sıçrama) yapma potansiyeline sahiptirler. Çevre dokulara yayılım (invazyon) gösterirler ve onların fonksiyonlarını bozarak gelişirler.Tükürük bezi kanseri cerrahisinden sonra yüzde iz kalır mı?Parotis bezi ameliyatlarında kulak önünden başlayıp çene arkasından çene altına doğru uzanan bir kesi yapılır. Ameliyat bitiminde bu kesi estetik dikiş diye tabir ettiğimiz cilt altı dikişle kapatılır ve minimal bir izle iyileşme gözlenir. Bu kesi kulağın arkasına denk getirilerek iz kalma olasılığı çok çok düşürülebilir. Yine benzer şekilde submandibular bez ameliyatlarında çene altına yaklaşık 3 cmlik bir kesi yapılır ve cilt altı dikiş ile kapatılır. İyileşme sonrası kalan iz önemsenmeyecek kadar azdır.Tükürük bezi ameliyatından sonra tükürük bezlerinin alınması ne gibi sonuçlar doğurur? Parotis ve submandibuler bezinin tek taraflı alınması, tükürük yetersizliği ve ağız kuruluğu gibi sorunlara yol açmaz. Yüzün diğer tarafındaki tükürük bezleri ve mikroskobik tükürük bezleri eksik olan bezin işlevini üstlenir. Tükürük bezi ameliyatlarının geç döneminde beslenme, konuşma gibi fonksiyonlar etkilenmez.Tükürük bezi kanseri ameliyatı ne kadar sürer?Tükürük bezi kanser ve tümörlerine yaklaşırken öncelikle kanserli dokunun nerede olduğuna bakılır. İkinci olarak ise bu tümör iyi huylu mu yoksa kötü huylu mudur, ayırt edilmeye çalışılır. Bu safhalardan sonra ise tedavi seçenekleri masaya yatırılarak hasta için en uygun ve en az kayba yol açacak tedavi şekli bulunur. Bu tedavi, hastaya en az organ, en az iş gücü kaybı ve en az sıkıntı yaşatacak, kısacası yaşam kalitesini minimum düzeyde etkileyecek bir tedavi şekli olmalıdır.Daha sonra ele alınan işlemlerde ise, bu tümörün bulunduğu bölgede ne kadar yayıldığı, çevredeki bölgeye, özellikle boyun lenf düğümleri, vücutta herhangi başka bir bölgeye yayılıp yayılmadığı belirlenmeye çalışılır. Bu bilgiler elde edildikten sonra hastanın genel durumu da göz önüne alınarak tedavi planı ortaya çıkarılmaktadır.Tükürük bezi kanseri ameliyatında hastanede yatış süresi ne kadardır?Cerrahinin özelliğine bağlı olarak ortalama yatış süresi genellikle 2-4 gündür.Ameliyattan sonra nelere dikkat edilmelidir?Ameliyat sonrasında, ameliyat sahasındaki kan ve sıvı birikimini dışarıya almak için dren adı verilen bir borucuk yerleştirilir. Dren çoğu kez, 24 ile 48 saat arası bir sürenin sonunda çıkartılır. Ancak sahada birikim olmasını önlemek için sargılı bir pansuman 3-4 gün daha kalacaktır. Ciltte dikişiler var ise hekimin tercihine göre 5. ile 7. günlerde alınır.Bu süre zarfında toplam 3 veya 4 kez pansuman yeterli olmaktadır. Eğer cilt kesisi kendinden eriyen özel ipliklerle gizli şekilde kapatıldıysa dikişlerin alınmasına gerek olmayacaktır. Hasta ameliyatın haftasında çoğu kez rahatlıkla banyo yapabilir hale gelir. Enfeksiyon ihtimaline karşı 3-4 gün kadar antibiyotik verilmesi uygun görülebilir.Ameliyattan uyandıktan sonra hastaya, anestezi etkisini atlatana kadar 3-4 saatlik bir süre boyunca ağızdan gıda ya da sıvı verilmez. Ameliyat günü ilerleyen saatlerde genellikle yumuşak, sıvı gıdalarla beslenen hasta çoğu kez ertesi günden itibaren normal gıdalar ile beslenmeye geçer. Ancak özellikle kötü huylu tümörler nedeniyle yapılan çok kapsamlı cerrahilerden sonra hastanın kendine gelmesi ve eski beslenme düzenine geçmesi daha uzun sürebilir.Genel olarak yüz ve boyun bölgesinde yapılan ameliyatlarda, kesinin planlanması ve ameliyat sonrası dikilerek kapatılması, kozmetik kaygılar göz önünde bulundurularak özel itina ile yapılmaktadır. Buna karşın, geç dönemde oluşabilecek yara izinden (nedbe dokusu) kaçınmak için hastalardan kesi bölgesini bir yıl kadar güneşe göstermemeleri istenir. Açık havalarda dışarı çıktıklarında yüksek koruma faktörlü kremler ile veya eşarp, fular gibi aksesuarlarla korumaları önerilmektedir. Ayrıca, bazı krem ve jel şeklindeki ilaçların, yara dokusunu daha az belirgin hale getirebilmesi mümkündür. Tükürük ve tükürük bezi nedir?Tükürük, ağızda üretilen ve içinde ihtiva ettiği su, sodyum, klorür, kalsiyum, potasyum, bikarbonat, immün globulin A, albumin, ptiyalin ve musin gibi önemli görevleri olan maddeler nedeniyle vücudumuz için önemli olan bir tür sıvıdır. Tükürük ağız içini sürekli olarak nemli tutar, ağız içindeki besinlerin kayganlaşmasını ve besinlerin içindeki bazı molekülleri çözerek, bunların tat alma organcıklarına ulaşmalarını sağlar. Yutma işlemini kolaylaştırdığı gibi dil ve dudakların hareketlerini serbestleştirerek, konuşmayı da kolaylaştırır. Dişleri ve ağız içini sürekli yıkayarak, bunların temiz kalmasını sağlar.Tükürük salgısı tükürük bezleri tarafından yapılır. Ağız boşluğu, burun, sinüsler, yutak, gırtlak, nefes borusu ve bronş mukozasında bulunan sayıları 400-600 arasında değişen minör tükürük bezlerinin yanı sıra yüzümüzün her bir tarafına yerleşmiş, küçük kanallarla ağız boşluğuna bağlanan büyük tükürük bezlerimiz de bulunmaktadır. Bunlar her iki kulağımızın önünde birer tane (Parotis bezi), her iki çene altında birer tane (Submandibuler bez), her iki dilaltında birer tane (Sublingual bez)  olmak üzere toplam 6 adettir.Tükürük bezi ne işe yarar?Tükürük bezleri tükürük salgısını üretir. Sağlıklı bir insanın günlük olarak 1000–1500 cc kadar tükürük ürettiği bilinir. Tükürük bezleri, ağız içerisindeki temizliği, asidi ve besinlerin mideye gitmesini sağlar. Ağız kokusundan sindirime varıncaya kadar pek çok görevi olan tükürük, sağlık açısından çok önemlidir.Tükürük bezi kanseri nedir?Tükürük bezi kanseri, ağzımızda tükürük salgısı yapan, büyük (üç çift) ve küçük ( bine yakın) dediğimiz tükürük bezlerinden birinin kanserleşmesi sonucu oluşan bir durumdur.Tükürük bezi tümör çeşitleri nelerdir?Tümörler, iyi huylu (benign) ve kötü huylu (malign) olarak ikiye ayrılır. İyi huylu tümörler daha yavaş büyür ve çevre ya da uzak bölge organlara metastaz (sıçrama) yapmazlar. Kötü huylu tümörler (malign) ise daha hızlı büyür, bölgesel lenf bezelerine ve uzak organlara (akciğer, karaciğer, beyin, kemik vb..) metastaz (sıçrama) yapma potansiyeline sahiptirler.Tükürük bezi kanserinin belirtileri nelerdir?Daha yavaş büyüyen iyi huylu tümörler çoğu kez kapsül adı verilen ince, zarımsı bir kılıfla çevrilidir ve çevre dokulara yayılma (invazyon) yapmaz. Genellikle etraf dokuları itip kendilerine yer açarak büyür. Bu büyüme aylar, hatta yıllar içerisinde oluşur. İyi huylu tümörler ağrıya neden olmaz, hastalar çok nadiren ağrıdan yakınır. Ağrı olma durumu da genellikle tümörün kendinden ziyade dolaylı nedenlere bağlı olmaktadır.Kötü huylu tümörler (malign) daha hızlı büyür, bölgesel lenf bezelerine ve uzak organlara (akciğer, karaciğer, beyin, kemik vb..) metastaz (sıçrama) yapma potansiyeline sahiptirler. Çevre dokulara yayılma gösterirler ve onların fonksiyonlarını bozarak gelişirler. Örneğin, bulundukları yere komşu sinirlere ulaştıklarında onların fonksiyonlarını bozarlar. Ayrıca kötü huylu tümörler belli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra ağrıya da neden olmaya başlarlar. Bu ağrı tümörün kemik, çene eklemi gibi yapıları işgal etmesine bağlı oluşabileceği gibi doğrudan baş, yüz bölgesinde de ya da ağrı duyusunu taşıyan sinirlere ulaşmasıyla da ortaya çıkabilir.Tükürük bezi kanserinin nedenleri nelerdir?Tükürük bezi kanserlerinin nedenleri bilinmemekle birlikte, bazı durumların bu riski arttırdığı düşünülmektedir. Bunların başında iyi huylu tümörlerin uzun süre tükürük bezi içerisinde kalmış olması gelir. Bu nedenle tümörün iyi huylu olduğu bilinse de, tükürük bezinden çıkarılıp alınması tercih edilmektedir. Radyasyon maruziyeti de tükürük kanseri ihtimalini arttıran sebeplerdendir. Sigara kullanımı çoğu kanserin görülme ihtimalini arttırdığı gibi tükürük bezi kanseri ihtimalini de arttırır.Tükürük bezi kanserinin tanısı nasıl konulur?Tükürük bezi kanserlerinin erken teşhisi genellikle hastada oluşturacağı şikayetler doğrultusunda olmaktadır. Kişide baş-boyun bölgesinde meydana gelecek şişlikler veya ağrı gibi şikayetlerle doktora başvurması sonucunda yapılan ayrıntılı incelemeler ile hastalık teşhis edilebilir.  Ayrıntılı alınan anamnezden sonra hasta muayene edilir. Fizik muayenede tükürük bezlerinde şişlik, büyüme olup olmadığına bakılır ve büyüme, şişlik varsa şişliğin boyutları, sınırları incelenir. Muayenelerde bilateral yani iki taraflı muayene ile mukayeseli gidilmesi gerekir.Tükürük bezi kanserlerinde görüntüleme yöntemlerinden de faydalanılır. Özellikle Bilgisayarlı Tomografi (BT) ve Manyetik Rezonans görüntüleme (MR) ile tümör dokusu ve çevre dokuları incelenir. Tükürük bezi kanserlerinde kesin tanı için histopatolojik inceleme yapılır. Biyopsi yani dokudan örnek alınıp incelenmesi ile tanıya gidilir. Tükürük bezi kanseri teşhisi konulduktan sonra kanserin evrelemesinin yapılması için de MR faydalı olmaktadır.Tükürük bezi kanserinin tedavisi nasıl uygulanır?Tedavide hastalığın evresine göre tedavi planı çizilir. Hastalığın evrelemesinde de tümörün çapı, çevre dokulara yayılma yapıp yapmadığı, lenf nodu yayılımı, tümörün histolojik tipi gibi durumlar etkili olmaktadır. Bunların sonucunda belirlenen evreleme ile tedavi planı oluşturulur. Tedavide cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi seçenekleri mevcuttur. Hastalarda çoğunlukla bu tedavi metodları bir araya getirilerek uygulanır.Tükürük bezi kanseri ile ilgili sık sorulan sorular Tükürük bezi tümörleri tehlikeli midir?Tükürük bezi tümörleri genellikle iyi huyludurlar. Tükürük bezlerindeki tümörler içerisinde en sık olarak parotis bezi tümörü görülür. Bu tümörler iyi huyludurlar. Agresif seyretmezler ve başka bölgeye yayılımı nadir görülür. İyi huylu tümörlerde tedavisiz vakalarda çok az bir ihtimal de olsa maligniteye yani kansere dönüşme ihtimali vardır. Bu nedenle tükürük bezindeki tümör oluşumlarının değerlendirilmesinin yapılması ve uygun tedavi seçeneği ile tedavisinin başlanması önemlidir. Kötü huylu seyreden malign tükürük bezi kanserlerinde de erken teşhis ve tedaviye erken sürede başlanması ile tedavinin başarısı fazlasıyla arttırılır. Bu nedenle özellikle kulak ön bölgesinde, çene altında şişlik, yutmada güçlük, yüzde hissizlik, uyuşma gibi şikayetlerde en erken dönemde hastaneye başvuru oldukça önemlidir.Tükürük bezi kanseri öldürür mü?Tükürük bezi tümörleri genellikle iyi huyludur. Bu tümörlerin tedavi sonucu hayatta kalma oranı yüzde 95’lerdedir. Kötü seyirli, tedavisine geç başlanmış veya tedavi edilmemiş malign tükürük bezi kanserlerinde başarı oranı yüzde 50’lerdedir.En sık hangi tükürük bezlerinde kanser görülür?Majör ve minör tükürük bezlerinin en sık benign tümörü pleomorfik adenom olup, tüm tükürük bezi tümörlerinin yüzde 50’sini ve tüm parotis tümörlerinin yüzde 65’ini oluşturmaktadır.  Majör ve minör tükürük bezlerinin en sık malign tümörü mukoepidermoid karsinom olup, tüm tükürük bezi tümörlerinin yüzde 10’unu ve tüm malign tükürük bezi tümörlerinin yüzde 35’ini oluşturmaktadır. Bu tümör de en sık parotiste ortaya çıkar.Tükürük bezlerindeki her tümör kanser midir?Tükürük bezindeki her tümör kanser değildir. Her şişlik kötü huylu olmayabilir. Bunların azımsanamayacak bir bölümü, özellikle, kulak önü tükürük bezlerindekilerin (parotis bezi) büyük bir bölümü iyi huylu şişliklerdir. Bu nedenle üzerinde önemle durulan konu, şişliklerin iyi ya da kötü huylu olup olmadığıdır.Tükürük bezi kanserinin risk faktörleri nelerdir?İyonize radyasyona maruz kalma tükürük bezi kanserlerinde en çok suçlanan etiyolojik faktördür. Kauçuk sektörü çalışanlarında, asbeste maruz kalan madencilerde, tesisatçılar ve kereste işinde çalışan kişilerde de maruziyet sebebiyle ikincil risk artmaktadır.Benign tükürük bezi tümörü ne anlama gelmektedir?Tükürük bezi kaynaklı tümörler genellikle 50-70 yaşlarında yavaş büyüyen kitleler olarak ortaya çıkarlar. Tanıda muayene ve radyolojik tetkiklerin yanı sıra ince iğne biyopsisi önemli yer tutmaktadır. İğne biyopsisi ile tümörün iyi ya da kötü huylu olduğunun ayrımı yapılmakta tedavi planı bu doğrultuda şekillenmektedir.İyi huylu tükürük bezi tümörlerin büyük kısmı 30-60 yaşları arasında ve kadınlarda daha fazla görülen mikst tümör ya da pleomorfik adenom adı verilen tümördür. Genel olarak bütün iyi huylu tümörlerde cerrahi tedavi uygulanmaktadır. Bu ameliyat sırasında tümörün bulunduğu tükürük bezi bütün olarak çıkartılmaktadır. İyi huylu parotis tümörlerinde derin lobun tümör tarafından tutulumu yoksa cerrahide sadece yüzeyel lob çıkartılmaktadır.Maling tükürük bezi tümörü ne anlama gelmektedir?Kötü huylu tümörler tümörün klinik davranışına, yayılma hızına ve yapısal değişiklik derecesine göre düşük, orta ve yüksek dereceli (grade) olarak gruplandırılmaktadır. Yüksek dereceli tümörler daha saldırgan, çevre dokulara ve boyun lenf bezlerine yayılma eğiliminde, uzak metastaz riski yüksek olan tümörlerdir. Malign tükürük bezi tümörlerinin tedavisinde ilk seçenek cerrahidir. Ameliyat sırasında tümörün çevresinde tümör yayılmamış normal doku içerecek şekilde geniş olarak çıkartılması gerekir. Tümör tarafından tutulum olmadığı sürece ameliyat bölgesinden geçen yüz siniri, dil duyusunu alan sinir gibi önemli sinirler korunmalıdır. Boyundaki lenf bezlerinde saptanmış tümör sıçraması saptanan ve belirgin tutulum saptanmamış olsa bile boyun lenf bezlerine metastaz yapma riski yüksek olan tümörlerde ameliyat sırasında komşu lenf bezleri de çıkartılır (boyun diseksiyonu ameliyatı). Radyoterapi küçük tümörlerde nadir olarak asıl tedavi olarak seçilebilir. Büyük ve yayılma riski yüksek tümörlerde ise cerrahi sonrasında ameliyat bölgesine radyoterapi verilerek aynı bölgede tümör tekrarının önlenmesi amaçlanmaktadır.Diğer sağlık problemleri nedeni ile ameliyata uygun olmayan hastalarda ve tümörün ileri derecede bölgesel yayılım ve/veya uzak metastaz yapmış olduğu hastalarda ilaç tedavisi (kemoterapi) tercih edilebilmektedir.Tükürük bezi kanserinin görülme sıklığı nedir? Kötü huylu tükürük bezi tümörleri baş ve boyun bölgesinde görülen kötü huylu tümörlerin yüzde 3-4 ünü oluştururlar. Kötü huylu tükürük bezi tümörleri en sık yüzde 75-80 parotis bezinde, yüzde 20 oranında çene altı tükürük bezinde ve nadiren dilaltı ya da minör bezlerde izlenmektedir. Malign tükürük bezi tömörü olan hastaların çoğunluğu 60-70 yaş aralığındaki hastalardır. Erkeklerde daha sık görülür.Tükürük bezi kanseri yüz felcine sebep olur mu?Yüz kaslarımızı çalıştıran sinir olan fasiyal sinir büyük tükürük bezimiz olan parotis bezinin içinde seyretmektedir.  Parotis bezinin maling tümörleri eğer serin loba doğru yayılıp, yüz sinirini tutarsa yüz felci görülebilir.Tükürük bezi kanseri şüphesinde hangi doktora gidilmelidir?Kulak burun boğaz hastalıkları uzmanına başvurması gerekir.Tükürük bezi kanserinde biyopsi nasıl yapılır?Bu işlem açık biyopsi, ince iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB), kor biyopsi ve donuk kesit biyopsi ile yapılabilir. Günümüzde sıklıkla parotis ve submandibuler bezlerdeki kitleler için genellikle İİAB uygulanan biyopsi yöntemidir. Minör tükürük bezlerinde daha çok forseps yardımıyla açık biyopsi (insizyonel) tercih edilir.Tükürük bezi kanserinde ince iğne aspirasyon biyopsisi, tümörün yayılmasına yol açar mı?İğne biyopsisi, uzun yıllardır bütün dünyada milyonlarca hastaya uygulanmış ve halen de uygulanan bir teşhis yöntemidir. Şimdiye kadar tümörün yayılımına yol açtığına dair bilimsel bir kanıta rastlanmamıştır. Bu nedenle hekimler tarafından güvenle uygulanmaktadır.Tükürük bezi kanseri önlenebilir mi?Tükürük bezi kanserinin nedenleri ne yazık ki henüz bilinmemektedir. Dolayısıyla nasıl önlenebileceği konusunda herhangi bir şey söylenemez. Sigarayla gırtlak kanseri ya da akciğer kanseri arasında nasıl bir neden sonuç ilişkisi varsa, dolayısıyla önlem almak mümkünse de tükürük bezi kanseri için böyle bir ilişki söz konusu değildir. Tükürük bezi kanserleri için alınabilecek tek önlem, tükürük bezi içindeki tümörün çok gecikmeden müdahale ederek cerrahi bir işlem ile vücuttan çıkartılmasıdır.Tükürük bezi kanseri erken teşhis edilebilir mi?Kulak önünde, çene altında ya da ağız, boğaz gibi bölgelerde şişlik, kitle fark eden hasta bir süre sonra hekime başvurduğunda teşhis süreci başlayacaktır. Muayene ile tükürük bezi tümöründen şüphelenen hekim, genellikle ultrason, MR (manyetik rezonans) ya da BT (bilgisayarlı tomografi) gibi radyolojik görüntüleme araçlarına başvurur. Bu tümör tanısını güçlendirmede muayeneden sonra ikinci adım olacaktır. Ardından kimi zaman, iğne biyopsisi ile kitleden hücre ya da doku örneği almak, teşhisi kesinleştirmek ve tedavi öncesi planlamaları en doğru şekilde yapabilmek için gerekli olacaktır.Tükürük bezi kanseri metastaz yapar mı?Kötü huylu tümörler (malign, habis) daha hızlı büyürler, bölgesel lenf bezelerine ve uzak organlara (akciğer, karaciğer, beyin, kemik vb..) metastaz (sıçrama) yapma potansiyeline sahiptirler. Çevre dokulara yayılım (invazyon) gösterirler ve onların fonksiyonlarını bozarak gelişirler.Tükürük bezi kanseri cerrahisinden sonra yüzde iz kalır mı?Parotis bezi ameliyatlarında kulak önünden başlayıp çene arkasından çene altına doğru uzanan bir kesi yapılır. Ameliyat bitiminde bu kesi estetik dikiş diye tabir ettiğimiz cilt altı dikişle kapatılır ve minimal bir izle iyileşme gözlenir. Bu kesi kulağın arkasına denk getirilerek iz kalma olasılığı çok çok düşürülebilir. Yine benzer şekilde submandibular bez ameliyatlarında çene altına yaklaşık 3 cmlik bir kesi yapılır ve cilt altı dikiş ile kapatılır. İyileşme sonrası kalan iz önemsenmeyecek kadar azdır.Tükürük bezi ameliyatından sonra tükürük bezlerinin alınması ne gibi sonuçlar doğurur? Parotis ve submandibuler bezinin tek taraflı alınması, tükürük yetersizliği ve ağız kuruluğu gibi sorunlara yol açmaz. Yüzün diğer tarafındaki tükürük bezleri ve mikroskobik tükürük bezleri eksik olan bezin işlevini üstlenir. Tükürük bezi ameliyatlarının geç döneminde beslenme, konuşma gibi fonksiyonlar etkilenmez.Tükürük bezi kanseri ameliyatı ne kadar sürer?Tükürük bezi kanser ve tümörlerine yaklaşırken öncelikle kanserli dokunun nerede olduğuna bakılır. İkinci olarak ise bu tümör iyi huylu mu yoksa kötü huylu mudur, ayırt edilmeye çalışılır. Bu safhalardan sonra ise tedavi seçenekleri masaya yatırılarak hasta için en uygun ve en az kayba yol açacak tedavi şekli bulunur. Bu tedavi, hastaya en az organ, en az iş gücü kaybı ve en az sıkıntı yaşatacak, kısacası yaşam kalitesini minimum düzeyde etkileyecek bir tedavi şekli olmalıdır.Daha sonra ele alınan işlemlerde ise, bu tümörün bulunduğu bölgede ne kadar yayıldığı, çevredeki bölgeye, özellikle boyun lenf düğümleri, vücutta herhangi başka bir bölgeye yayılıp yayılmadığı belirlenmeye çalışılır. Bu bilgiler elde edildikten sonra hastanın genel durumu da göz önüne alınarak tedavi planı ortaya çıkarılmaktadır.Tükürük bezi kanseri ameliyatında hastanede yatış süresi ne kadardır?Cerrahinin özelliğine bağlı olarak ortalama yatış süresi genellikle 2-4 gündür.Ameliyattan sonra nelere dikkat edilmelidir?Ameliyat sonrasında, ameliyat sahasındaki kan ve sıvı birikimini dışarıya almak için dren adı verilen bir borucuk yerleştirilir. Dren çoğu kez, 24 ile 48 saat arası bir sürenin sonunda çıkartılır. Ancak sahada birikim olmasını önlemek için sargılı bir pansuman 3-4 gün daha kalacaktır. Ciltte dikişiler var ise hekimin tercihine göre 5. ile 7. günlerde alınır.Bu süre zarfında toplam 3 veya 4 kez pansuman yeterli olmaktadır. Eğer cilt kesisi kendinden eriyen özel ipliklerle gizli şekilde kapatıldıysa dikişlerin alınmasına gerek olmayacaktır. Hasta ameliyatın haftasında çoğu kez rahatlıkla banyo yapabilir hale gelir. Enfeksiyon ihtimaline karşı 3-4 gün kadar antibiyotik verilmesi uygun görülebilir.Ameliyattan uyandıktan sonra hastaya, anestezi etkisini atlatana kadar 3-4 saatlik bir süre boyunca ağızdan gıda ya da sıvı verilmez. Ameliyat günü ilerleyen saatlerde genellikle yumuşak, sıvı gıdalarla beslenen hasta çoğu kez ertesi günden itibaren normal gıdalar ile beslenmeye geçer. Ancak özellikle kötü huylu tümörler nedeniyle yapılan çok kapsamlı cerrahilerden sonra hastanın kendine gelmesi ve eski beslenme düzenine geçmesi daha uzun sürebilir.Genel olarak yüz ve boyun bölgesinde yapılan ameliyatlarda, kesinin planlanması ve ameliyat sonrası dikilerek kapatılması, kozmetik kaygılar göz önünde bulundurularak özel itina ile yapılmaktadır. Buna karşın, geç dönemde oluşabilecek yara izinden (nedbe dokusu) kaçınmak için hastalardan kesi bölgesini bir yıl kadar güneşe göstermemeleri istenir. Açık havalarda dışarı çıktıklarında yüksek koruma faktörlü kremler ile veya eşarp, fular gibi aksesuarlarla korumaları önerilmektedir. Ayrıca, bazı krem ve jel şeklindeki ilaçların, yara dokusunu daha az belirgin hale getirebilmesi mümkündür.
13,473
672
Hastalıklar
Tüylü (Saçlı) Hücreli Lösemi
Yüksek ateş, nefes darlığı, kemik ağrıları ve vücudun çeşitli bölgelerinde morarmalarla kendini gösterebilen bir kan hastalığı türü olan Tüylü Hücreli (saçlı) Lösemi başlangıç aşamalarında belirti vermeyebiliyor. Adını lösemi hücrelerinin mikroskopta gözlemlenen şeklinden alan bu hastalık, toplam lösemi vakalarının yüzde 2’sini oluşturuyor. Memorial Ataşehir Hastanesi Hematoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Hakan İsmail Sarı, Kronik Lenfositik Lösemi (KLL) hakkında bilgi verdi.Yüksek ateş, nefes darlığı, kemik ağrıları ve vücudun çeşitli bölgelerinde morarmalarla kendini gösterebilen bir kan hastalığı türü olan Tüylü Hücreli (saçlı) Lösemi başlangıç aşamalarında belirti vermeyebiliyor. Adını lösemi hücrelerinin mikroskopta gözlemlenen şeklinden alan bu hastalık, toplam lösemi vakalarının yüzde 2’sini oluşturuyor. Memorial Ataşehir Hastanesi Hematoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Hakan İsmail Sarı, Kronik Lenfositik Lösemi (KLL) hakkında bilgi verdi. Tüylü (Saçlı) hücreli lösemi nedir?İngilizce adı ile “Hairy Cell Leukemia” olarak bilinin Tüylü (Saçlı) hücreli lösemi, kemik iliğinde aşırı miktarda anormal beyaz kan hücresi üreten ve bağışıklık sistemini zayıflatarak enfeksiyonlara, kansızlığa ve kanamaya daha duyarlı hale getiren nadir görülen, yavaş ve sinsi ilerleyen bir kan kanseri türüdür. Tüylü hücreli lösemi, lösemi vakalarının yaklaşık olarak %2'sini meydana getirir. Bu durum erkeklerde kadınlara göre daha yaygındır ve genellikle orta ve ileri yaşlarda ortaya çıkar. Ülkemize ait sıklık açısından net bir veri bulunmamaktadır. ABD'de her yıl yaklaşık 1.000 yeni vaka bildirilmektedir. "Tüylü" adı, lösemi hücrelerinin mikroskopta gözlemlenen şekline dayanır; hücrelerin tüylü bir görünüm sergilemesi nedeniyle bu isim kullanılır.Tüylü Hücreli (Saçlı) Lösemi Nedenleri Nelerdir?Tüylü hücreli löseminin kesin nedeni henüz bilinmemekle birlikte, araştırmacılar bazı faktörlerin bu hastalığın gelişmesine katkıda bulunduğunu düşünmektedirler.Bu faktörlerden en önemlisi, V600E adı verilen bir mutasyona sahip BRAF adlı bir genle ilgilidir. Bu genetik mutasyon, tüylü hücreli lösemi vakalarının büyük bir kısmından sorumlu olarak görülmektedir. Genetik faktörlerin bu hastalığın gelişiminde rol oynadığına inanılsa da, tam olarak nasıl etkilediği hala tam olarak anlaşılamamıştır. Ayrıca, bazı demografik faktörlerin de tüylü hücreli lösemi riskini etkilediği düşünülmektedir. Özellikle erkekler ve orta yaşlı bireyler, bu hastalığı geliştirme olasılığı daha yüksek olan gruplardır.Tüylü Hücreli (Saçlı) Lösemi Belirtileri Nelerdir?Tüylü hücreli lösemi, yavaş ilerleyen bir hastalık olup, başlangıç aşamalarında genellikle belirgin belirtiler göstermez. Ancak, hastalık ilerledikçe çeşitli belirtiler ve bulgular ortaya çıkmaya başlar. İşte tüylü hücreli lösemi ile ilişkili olabilecek bazı belirtiler ve bulgular: Sık enfeksiyonlar: Bağışıklık sisteminin zayıflaması nedeniyle hastalar sık sık enfeksiyonlara yakalanabilirler. Ateş: Hastalık sürecinde yüksek ateş görülebilir. Nefes darlığı: Hastalar, nefes alıp vermede güçlük çekebilirler. Yorgunluk veya zayıflık: Hasta, enerji eksikliği ve zayıflık hissedebilir. Kemik ağrısı: Özellikle kaburgaların altında kemik ağrısı yaşanabilir. Kolay morarma: Morarmaların kolay oluşması ve iyileşmesinin uzun sürmesi söz konusu olabilir. Kolay kanama: Küçük yaralanmalarda bile kanamanın durması güçleşebilir. Karaciğer veya dalak büyümesi: Hastalığın ilerlemesiyle karaciğer ve dalak boyutlarında büyüme gözlemlenebilir. Aşırı terleme: Özellikle geceleri ve atlet değiştirecek düzeyde yoğun terleme yaşanabilir. Ağrısız kitleler: Boyun, koltuk altı, karın veya kasık bölgesinde ağrısız şişlikler oluşabilir (nadir görülür). Kilo kaybı: Hastalık nedeniyle bilinmeyen bir sebeple kilo kaybı yaşanabilir.Eğer bu belirtilerden biri veya birkaçı sizde veya tanıdığınız birinde görülüyorsa, doktorunuza danışmanız önemlidir. Tüylü hücreli lösemi teşhisi konulması durumunda, uygun tedavi seçenekleri hakkında doktorunuzla konuşabilirsiniz.Tüylü Hücreli Lösemi Tanısı Nasıl Konulur?Tüylü hücreli lösemi tanısı, doktorunuzun gerçekleştirdiği fizik muayene, tıbbi geçmiş soruşturması ve kan ile kemik iliği hücrelerini inceleyen testler sayesinde konulabilir.Tıbbi Geçmiş: Doktorunuz, sizinle tıbbi geçmişinizi ve sağlık alışkanlıklarınızı, daha önce yaşadığınız hastalıkları ve tedavileri konuşarak bilgi toplar.Fizik Muayene: Doktorunuz, genel vücut muayenenizi yaparak fiziksel sağlığınızı alışılmadık bulgular veya belirtiler açısından değerlendirir. Bu sırada lenf bezleri, dalak ve karaciğerinizde büyüme olup olmadığına bakılır.Tam Kan Sayımı: Kan örneği alınarak kırmızı kan hücreleri, beyaz kan hücreleri ve trombositlerin sayısı, hemoglobin miktarı ve hematokrit oranı ölçülür.Kan Biyokimya Testleri: Organlar ve dokuların kan dolaşımına saldığı belirli maddelerin seviyelerini ölçen kan analizi yapılır. Alışılmadık seviyelerdeki maddeler, hastalığın tanısına yardımcı olabilir.Periferik Kan Yayması: Periferik kan yayması testi, tüylü hücreli lösemi tanısında kullanılan önemli bir testtir. Hastaların anlayabileceği şekilde açıklamak gerekirse; periferik kan yayması, doktorların kan örneklerindeki hücreleri mikroskop altında inceleyerek anormal hücrelerin varlığını tespit etmelerine yardımcı olur.Tüylü hücreli lösemi durumunda, hastanın kanındaki beyaz kan hücreleri (akyuvarlar) anormal bir yapıya sahip olabilir. Bu anormal hücreler, mikroskop altında tüylü bir görünüm sergiler, bu nedenle hastalığa "tüylü hücreli lösemi" adı verilir. Periferik kan yayması testi, doktorların bu tüylü hücreleri gözlemlemelerine ve tanıyı doğrulamalarına yardımcı olur.Test sırasında, hastadan alınan bir kan örneği laboratuvarda işlenir ve özel bir cam lam üzerine yayılır. Daha sonra, lam mikroskop altına konularak kan hücreleri incelenir. Bu inceleme, doktorların beyaz kan hücrelerinin miktarını ve türünü değerlendirmelerine ve anormal hücrelerin varlığını belirlemelerine olanak tanır.Periferik kan yayması testi, tüylü hücreli lösemi teşhisi için önemli bir adımdır, ancak genellikle başka testlerle birlikte kullanılır. Bu diğer testler, daha doğru bir teşhis ve uygun tedavi yöntemlerinin belirlenmesine yardımcı olmak için hastanın genetik ve biyokimyasal özelliklerini değerlendirmeyi amaçlar. Bu nedenle, periferik kan yayması testi, tüylü hücreli lösemi tanısında kilit bir rol oynayan kapsamlı bir değerlendirme sürecinin bir parçasıdır.Kemik İliği Aspirasyon ve Biyopsi İşlemi: Tüylü hücreli lösemi tanısında, kemik iliği aspirasyon ve biyopsi işlemi önemli bir adımdır. Bu işlem, doktorların hastanın kemik iliğindeki anormal hücrelerin varlığını incelemelerine ve hastalığın doğru bir şekilde teşhis edilmesine yardımcı olur.Kemik iliği aspirasyon ve biyopsi işlemi, hastanın leğen kemiğinin arka kısmından (çoğunlukla) özel bir iğne kullanarak kemik iliği örneklerinin alındığı ve incelendiği bir süreçtir. Kemik iliği, süngerimsi bir doku olup, çeşitli kan hücrelerinin üretildiği büyük kemiklerin içinde bulunur. Bu işlem, tüylü hücreli lösemi gibi kan ve kemik iliği kanserlerinin teşhis edilmesinde ve izlenmesinde kullanılır.İşlem sırasında, hastanın cildi ve cilt altı dokuları uyuşturulur ve iğne ilerletilerek kemik iliğine ulaşılır. Kemik iliği aspirasyonunda, doktor, enjektör (şırınga) kullanarak kemik iliğinin sıvı kısmından örnek alır. Bu işlem genellikle birkaç dakika sürer ve bazen birden fazla deneme gerekebilir.Kemik iliği biyopsisinde, daha büyük bir iğne kullanılır ve bu iğne ile kemik iliğinden katı bir doku örneği alınır. Bu örnek, genellikle 1,5-2,5 cm uzunluğunda bir parçadır ve biyopsi işlemi de yalnızca birkaç dakika sürer.Kemik iliği örnekleri alındıktan sonra, hematolog ve patolog tarafından mikroskop altında incelenir. Bu inceleme sırasında, tüylü hücreli lösemi hücrelerinin varlığı araştırılır ve sağlıklı kan hücrelerinin durumu izlenir. Tüylü hücreli lösemi hastalarında, hastalığın bir özelliği olarak aspirasyon materyali bazen yetersiz miktarda alınabilir. Bu durumda, sadece biyopsi örneği kullanılabilir.Sitogenetik Analiz: Kan ve/veya kemik iliği örnekleri, genetik anormallikleri aramak için mikroskop altında analiz edilir.İmmünhistokimya: Kemik iliği hücrelerinin yüzeyindeki belirteçler analiz edilir ve hücre türlerinin belirlenmesine yardımcı olur.Akış Sitometrisi: Akış sitometrisi, tüylü hücreli lösemi tanısında kullanılan önemli ve etkili bir laboratuvar testidir. Hücrelerin belirli özelliklerini, özellikle yüzey proteinleri ve hücre içindeki moleküllerin miktarını analiz etmek için kullanılır.Tüylü hücreli lösemi tanısında, akış sitometrisi testi, hastanın kan veya kemik iliği örneklerinden alınan hücrelerin incelenmesi için kullanılır. Bu test sayesinde, tüylü hücreli lösemiye özgü hücre yüzeyi proteinlerinin varlığı ve miktarı tespit edilebilir.Test sırasında, hücre örnekleri floresan boyalarla işaretlenir ve bir ışık demeti kullanarak tarama yapılır. Bu süreç sırasında, tüylü hücreli lösemi hücrelerinin karakteristik yüzey proteinleri ve diğer özellikleri belirlenir. Bu bulgular, doktorların tüylü hücreli lösemi hücrelerinin varlığını doğrulamasına ve hastalığın şiddetini ve yayılımını değerlendirmesine yardımcı olur.Bilgisayarlı Tomografi (BT) Taraması: Farklı açılardan çekilen X-ışını görüntüleri ile organ ve dokuların durumu değerlendirilir.Gen Mutasyonu TestiTüylü hücreli lösemi hastalarında sıklıkla rastlanan bir faktör olan BRAF genindeki mutasyonları tespit etmek için kullanılan gen mutasyonu testi, kan veya kemik iliği örneklerinin laboratuvar ortamında incelenmesine dayanır. Bu test, tüylü hücreli lösemi hastalarının yaklaşık %80-90'ında BRAF geninde meydana gelen mutasyonların saptanmasına yardımcı olur.BRAF genindeki mutasyonlar, tüylü hücreli lösemi hücrelerinin kontrolsüz bir şekilde büyümesine ve çoğalmasına yol açabilir. Bu nedenle, gen mutasyonu testi, hastalığın teşhisinde ve tedavi stratejilerinin belirlenmesinde önemli bir rol oynar. Test sonuçları, doktorların daha spesifik ve etkili tedavi seçeneklerini değerlendirmelerine olanak tanır, böylece hastaların iyileşme süreçlerini optimize eder.Tüylü Hücreli Lösemi Tedavisi Nasıl Yapılır?Tüylü hücreli lösemi, yavaş ilerleyen bir kan kanseri türüdür ve her hastaya tedavi uygulanması gerekmez. Bazı durumlarda, hastaların düşük belirti ve semptomlarla yaşayabileceği ve tedaviye ihtiyaç duymayacakları dönemler olabilir.“Bekle - gör” yaklaşımıTüylü hücreli lösemi hastaları için, belirtilerin az olduğu veya hiç olmadığı durumlarda, doktorlar genellikle "bekle ve gör" adı verilen yaklaşımı tercih edebilirler. Bu süreçte, hastalar düzenli olarak izlenir ve kan testleri yapılır, ancak aktif tedavi uygulanmaz. Eğer hastalık ilerlemeye başlar ve belirtiler ortaya çıkar veya şiddetlenirse, doktorlar tedaviye başvurabilirler.Tüylü Hücreli Lösemi Tedavisinin Gerekli Olduğu Durumlar Aşağıdaki durumlar, tüylü hücreli lösemi tedavisine başlama kararı verilmesine yol açabilecek durumlardır:Sık enfeksiyonlar: Tüylü hücreli lösemi hastalarının bağışıklık sistemi zayıflayabilir ve sık enfeksiyonlara yol açabilir. Bu durumda, hastalığın kontrol altına alınması için tedaviye başlamak gerekebilir.Aşırı yorgunluk ve halsizlik: Hastalar, tüylü hücreli lösemi nedeniyle anemi geliştirirse, aşırı yorgunluk ve halsizlik yaşayabilirler. Bu durumda, hastalığın ilerlemesini durdurmak ve yaşam kalitesini artırmak için tedaviye başlanabilir.Kanama ve morarma: Tüylü hücreli lösemi, kan pıhtılaşma hücreleri olan trombositlerin düşük seviyelerine neden olabilir. Bu durumda, kolay kanama ve morarma meydana gelebilir ve tedavi gerekebilir.Karaciğer ve dalak büyümesi: Tüylü hücreli lösemi, karaciğer ve dalakta büyümeye yol açabilir. Bu durumda, rahatsızlık ve ağrıya neden olabilir ve tedavi uygulanması gerekebilir.Hızlı hastalık ilerlemesi: Eğer hastalık hızla ilerliyor ve hastanın yaşam kalitesini önemli ölçüde etkiliyorsa, tedaviye başlamak gerekebilir.Sonuç olarak, tüylü hücreli lösemi tedavisine başlama kararı, hastanın semptomlarının şiddetine, genel sağlık durumuna ve yaşam kalitesine bağlıdır. Doktorunuz, sizin için en uygun tedavi planını belirlemeye yardımcı olacaktır.Eğer tedaviye başlama kararı verilirse, tüylü hücreli lösemi tedavisi genellikle şunları içerebilir:Kemoterapi: Kanser hücrelerinin büyümesini durduran veya yavaşlatan ilaçlar kullanılır. Tüylü hücreli lösemide kullanılan kemoterapi ilaçları genellikle kladribin ve pentostatin gibi pürin analoglarıdır.Biyolojik tedavi: Bağışıklık sisteminin kanserle savaşmasına yardımcı olan ilaçlar kullanılır. Tüylü hücreli lösemi için kullanılan biyolojik tedaviler arasında interferon alfa ve rituksimab gibi monoklonal antikorlar bulunmaktadır.Hedefe yönelik tedavi: BRAF genindeki mutasyonları hedefleyen ve tüylü hücreli lösemi hücrelerinin büyümesini ve yayılmasını engelleyen ilaçlar kullanılabilir. Örneğin, vemurafenib, dabrafenib, trametinib gibi BRAF inhibitörleri bu amaçla kullanılabilir.Destekleyici tedaviler: Anemi, düşük trombosit sayısı ve enfeksiyonlar gibi tüylü hücreli lösemi semptomlarını yönetmeye yardımcı olmak için kullanılan tedavilerdir. Bu tedaviler, kan transfüzyonları, trombosit transfüzyonları ve enfeksiyonlarla savaşmak için antibiyotikler içerebilir.Tedavi sürecinde, doktorunuz hastalığın seyrini ve tedavinin etkinliğini izlemek için düzenli testler yapacaktır. Tedavi planı, hastanın ihtiyaçlarına ve tedaviye verdiği yanıta göre ayarlanabilir. Unutmayın ki, her hastanın tüylü hücreli lösemi ile yaşadığı deneyim farklıdır ve sizinle doktorunuz arasındaki iletişim, en iyi tedavi planının belirlenmesinde kilit rol oynar. Tüylü (Saçlı) hücreli lösemi nedir?İngilizce adı ile “Hairy Cell Leukemia” olarak bilinin Tüylü (Saçlı) hücreli lösemi, kemik iliğinde aşırı miktarda anormal beyaz kan hücresi üreten ve bağışıklık sistemini zayıflatarak enfeksiyonlara, kansızlığa ve kanamaya daha duyarlı hale getiren nadir görülen, yavaş ve sinsi ilerleyen bir kan kanseri türüdür. Tüylü hücreli lösemi, lösemi vakalarının yaklaşık olarak %2'sini meydana getirir. Bu durum erkeklerde kadınlara göre daha yaygındır ve genellikle orta ve ileri yaşlarda ortaya çıkar. Ülkemize ait sıklık açısından net bir veri bulunmamaktadır. ABD'de her yıl yaklaşık 1.000 yeni vaka bildirilmektedir. "Tüylü" adı, lösemi hücrelerinin mikroskopta gözlemlenen şekline dayanır; hücrelerin tüylü bir görünüm sergilemesi nedeniyle bu isim kullanılır.Tüylü Hücreli (Saçlı) Lösemi Nedenleri Nelerdir?Tüylü hücreli löseminin kesin nedeni henüz bilinmemekle birlikte, araştırmacılar bazı faktörlerin bu hastalığın gelişmesine katkıda bulunduğunu düşünmektedirler.Bu faktörlerden en önemlisi, V600E adı verilen bir mutasyona sahip BRAF adlı bir genle ilgilidir. Bu genetik mutasyon, tüylü hücreli lösemi vakalarının büyük bir kısmından sorumlu olarak görülmektedir. Genetik faktörlerin bu hastalığın gelişiminde rol oynadığına inanılsa da, tam olarak nasıl etkilediği hala tam olarak anlaşılamamıştır. Ayrıca, bazı demografik faktörlerin de tüylü hücreli lösemi riskini etkilediği düşünülmektedir. Özellikle erkekler ve orta yaşlı bireyler, bu hastalığı geliştirme olasılığı daha yüksek olan gruplardır.Tüylü Hücreli (Saçlı) Lösemi Belirtileri Nelerdir?Tüylü hücreli lösemi, yavaş ilerleyen bir hastalık olup, başlangıç aşamalarında genellikle belirgin belirtiler göstermez. Ancak, hastalık ilerledikçe çeşitli belirtiler ve bulgular ortaya çıkmaya başlar. İşte tüylü hücreli lösemi ile ilişkili olabilecek bazı belirtiler ve bulgular:Eğer bu belirtilerden biri veya birkaçı sizde veya tanıdığınız birinde görülüyorsa, doktorunuza danışmanız önemlidir. Tüylü hücreli lösemi teşhisi konulması durumunda, uygun tedavi seçenekleri hakkında doktorunuzla konuşabilirsiniz.Tüylü Hücreli Lösemi Tanısı Nasıl Konulur?Tüylü hücreli lösemi tanısı, doktorunuzun gerçekleştirdiği fizik muayene, tıbbi geçmiş soruşturması ve kan ile kemik iliği hücrelerini inceleyen testler sayesinde konulabilir.Tıbbi Geçmiş: Doktorunuz, sizinle tıbbi geçmişinizi ve sağlık alışkanlıklarınızı, daha önce yaşadığınız hastalıkları ve tedavileri konuşarak bilgi toplar.Fizik Muayene: Doktorunuz, genel vücut muayenenizi yaparak fiziksel sağlığınızı alışılmadık bulgular veya belirtiler açısından değerlendirir. Bu sırada lenf bezleri, dalak ve karaciğerinizde büyüme olup olmadığına bakılır.Tam Kan Sayımı: Kan örneği alınarak kırmızı kan hücreleri, beyaz kan hücreleri ve trombositlerin sayısı, hemoglobin miktarı ve hematokrit oranı ölçülür.Kan Biyokimya Testleri: Organlar ve dokuların kan dolaşımına saldığı belirli maddelerin seviyelerini ölçen kan analizi yapılır. Alışılmadık seviyelerdeki maddeler, hastalığın tanısına yardımcı olabilir.Periferik Kan Yayması: Periferik kan yayması testi, tüylü hücreli lösemi tanısında kullanılan önemli bir testtir. Hastaların anlayabileceği şekilde açıklamak gerekirse; periferik kan yayması, doktorların kan örneklerindeki hücreleri mikroskop altında inceleyerek anormal hücrelerin varlığını tespit etmelerine yardımcı olur.Tüylü hücreli lösemi durumunda, hastanın kanındaki beyaz kan hücreleri (akyuvarlar) anormal bir yapıya sahip olabilir. Bu anormal hücreler, mikroskop altında tüylü bir görünüm sergiler, bu nedenle hastalığa "tüylü hücreli lösemi" adı verilir. Periferik kan yayması testi, doktorların bu tüylü hücreleri gözlemlemelerine ve tanıyı doğrulamalarına yardımcı olur.Test sırasında, hastadan alınan bir kan örneği laboratuvarda işlenir ve özel bir cam lam üzerine yayılır. Daha sonra, lam mikroskop altına konularak kan hücreleri incelenir. Bu inceleme, doktorların beyaz kan hücrelerinin miktarını ve türünü değerlendirmelerine ve anormal hücrelerin varlığını belirlemelerine olanak tanır.Periferik kan yayması testi, tüylü hücreli lösemi teşhisi için önemli bir adımdır, ancak genellikle başka testlerle birlikte kullanılır. Bu diğer testler, daha doğru bir teşhis ve uygun tedavi yöntemlerinin belirlenmesine yardımcı olmak için hastanın genetik ve biyokimyasal özelliklerini değerlendirmeyi amaçlar. Bu nedenle, periferik kan yayması testi, tüylü hücreli lösemi tanısında kilit bir rol oynayan kapsamlı bir değerlendirme sürecinin bir parçasıdır.Kemik İliği Aspirasyon ve Biyopsi İşlemi: Tüylü hücreli lösemi tanısında, kemik iliği aspirasyon ve biyopsi işlemi önemli bir adımdır. Bu işlem, doktorların hastanın kemik iliğindeki anormal hücrelerin varlığını incelemelerine ve hastalığın doğru bir şekilde teşhis edilmesine yardımcı olur.Kemik iliği aspirasyon ve biyopsi işlemi, hastanın leğen kemiğinin arka kısmından (çoğunlukla) özel bir iğne kullanarak kemik iliği örneklerinin alındığı ve incelendiği bir süreçtir. Kemik iliği, süngerimsi bir doku olup, çeşitli kan hücrelerinin üretildiği büyük kemiklerin içinde bulunur. Bu işlem, tüylü hücreli lösemi gibi kan ve kemik iliği kanserlerinin teşhis edilmesinde ve izlenmesinde kullanılır.İşlem sırasında, hastanın cildi ve cilt altı dokuları uyuşturulur ve iğne ilerletilerek kemik iliğine ulaşılır. Kemik iliği aspirasyonunda, doktor, enjektör (şırınga) kullanarak kemik iliğinin sıvı kısmından örnek alır. Bu işlem genellikle birkaç dakika sürer ve bazen birden fazla deneme gerekebilir.Kemik iliği biyopsisinde, daha büyük bir iğne kullanılır ve bu iğne ile kemik iliğinden katı bir doku örneği alınır. Bu örnek, genellikle 1,5-2,5 cm uzunluğunda bir parçadır ve biyopsi işlemi de yalnızca birkaç dakika sürer.Kemik iliği örnekleri alındıktan sonra, hematolog ve patolog tarafından mikroskop altında incelenir. Bu inceleme sırasında, tüylü hücreli lösemi hücrelerinin varlığı araştırılır ve sağlıklı kan hücrelerinin durumu izlenir. Tüylü hücreli lösemi hastalarında, hastalığın bir özelliği olarak aspirasyon materyali bazen yetersiz miktarda alınabilir. Bu durumda, sadece biyopsi örneği kullanılabilir.Sitogenetik Analiz: Kan ve/veya kemik iliği örnekleri, genetik anormallikleri aramak için mikroskop altında analiz edilir.İmmünhistokimya: Kemik iliği hücrelerinin yüzeyindeki belirteçler analiz edilir ve hücre türlerinin belirlenmesine yardımcı olur.Akış Sitometrisi: Akış sitometrisi, tüylü hücreli lösemi tanısında kullanılan önemli ve etkili bir laboratuvar testidir. Hücrelerin belirli özelliklerini, özellikle yüzey proteinleri ve hücre içindeki moleküllerin miktarını analiz etmek için kullanılır.Tüylü hücreli lösemi tanısında, akış sitometrisi testi, hastanın kan veya kemik iliği örneklerinden alınan hücrelerin incelenmesi için kullanılır. Bu test sayesinde, tüylü hücreli lösemiye özgü hücre yüzeyi proteinlerinin varlığı ve miktarı tespit edilebilir.Test sırasında, hücre örnekleri floresan boyalarla işaretlenir ve bir ışık demeti kullanarak tarama yapılır. Bu süreç sırasında, tüylü hücreli lösemi hücrelerinin karakteristik yüzey proteinleri ve diğer özellikleri belirlenir. Bu bulgular, doktorların tüylü hücreli lösemi hücrelerinin varlığını doğrulamasına ve hastalığın şiddetini ve yayılımını değerlendirmesine yardımcı olur.Bilgisayarlı Tomografi (BT) Taraması: Farklı açılardan çekilen X-ışını görüntüleri ile organ ve dokuların durumu değerlendirilir.Gen Mutasyonu TestiTüylü hücreli lösemi hastalarında sıklıkla rastlanan bir faktör olan BRAF genindeki mutasyonları tespit etmek için kullanılan gen mutasyonu testi, kan veya kemik iliği örneklerinin laboratuvar ortamında incelenmesine dayanır. Bu test, tüylü hücreli lösemi hastalarının yaklaşık %80-90'ında BRAF geninde meydana gelen mutasyonların saptanmasına yardımcı olur.BRAF genindeki mutasyonlar, tüylü hücreli lösemi hücrelerinin kontrolsüz bir şekilde büyümesine ve çoğalmasına yol açabilir. Bu nedenle, gen mutasyonu testi, hastalığın teşhisinde ve tedavi stratejilerinin belirlenmesinde önemli bir rol oynar. Test sonuçları, doktorların daha spesifik ve etkili tedavi seçeneklerini değerlendirmelerine olanak tanır, böylece hastaların iyileşme süreçlerini optimize eder.Tüylü Hücreli Lösemi Tedavisi Nasıl Yapılır?Tüylü hücreli lösemi, yavaş ilerleyen bir kan kanseri türüdür ve her hastaya tedavi uygulanması gerekmez. Bazı durumlarda, hastaların düşük belirti ve semptomlarla yaşayabileceği ve tedaviye ihtiyaç duymayacakları dönemler olabilir.“Bekle - gör” yaklaşımıTüylü hücreli lösemi hastaları için, belirtilerin az olduğu veya hiç olmadığı durumlarda, doktorlar genellikle "bekle ve gör" adı verilen yaklaşımı tercih edebilirler. Bu süreçte, hastalar düzenli olarak izlenir ve kan testleri yapılır, ancak aktif tedavi uygulanmaz. Eğer hastalık ilerlemeye başlar ve belirtiler ortaya çıkar veya şiddetlenirse, doktorlar tedaviye başvurabilirler.Tüylü Hücreli Lösemi Tedavisinin Gerekli Olduğu Durumlar Aşağıdaki durumlar, tüylü hücreli lösemi tedavisine başlama kararı verilmesine yol açabilecek durumlardır:Sık enfeksiyonlar: Tüylü hücreli lösemi hastalarının bağışıklık sistemi zayıflayabilir ve sık enfeksiyonlara yol açabilir. Bu durumda, hastalığın kontrol altına alınması için tedaviye başlamak gerekebilir.Aşırı yorgunluk ve halsizlik: Hastalar, tüylü hücreli lösemi nedeniyle anemi geliştirirse, aşırı yorgunluk ve halsizlik yaşayabilirler. Bu durumda, hastalığın ilerlemesini durdurmak ve yaşam kalitesini artırmak için tedaviye başlanabilir.Kanama ve morarma: Tüylü hücreli lösemi, kan pıhtılaşma hücreleri olan trombositlerin düşük seviyelerine neden olabilir. Bu durumda, kolay kanama ve morarma meydana gelebilir ve tedavi gerekebilir.Karaciğer ve dalak büyümesi: Tüylü hücreli lösemi, karaciğer ve dalakta büyümeye yol açabilir. Bu durumda, rahatsızlık ve ağrıya neden olabilir ve tedavi uygulanması gerekebilir.Hızlı hastalık ilerlemesi: Eğer hastalık hızla ilerliyor ve hastanın yaşam kalitesini önemli ölçüde etkiliyorsa, tedaviye başlamak gerekebilir.Sonuç olarak, tüylü hücreli lösemi tedavisine başlama kararı, hastanın semptomlarının şiddetine, genel sağlık durumuna ve yaşam kalitesine bağlıdır. Doktorunuz, sizin için en uygun tedavi planını belirlemeye yardımcı olacaktır.Eğer tedaviye başlama kararı verilirse, tüylü hücreli lösemi tedavisi genellikle şunları içerebilir:Kemoterapi: Kanser hücrelerinin büyümesini durduran veya yavaşlatan ilaçlar kullanılır. Tüylü hücreli lösemide kullanılan kemoterapi ilaçları genellikle kladribin ve pentostatin gibi pürin analoglarıdır.Biyolojik tedavi: Bağışıklık sisteminin kanserle savaşmasına yardımcı olan ilaçlar kullanılır. Tüylü hücreli lösemi için kullanılan biyolojik tedaviler arasında interferon alfa ve rituksimab gibi monoklonal antikorlar bulunmaktadır.Hedefe yönelik tedavi: BRAF genindeki mutasyonları hedefleyen ve tüylü hücreli lösemi hücrelerinin büyümesini ve yayılmasını engelleyen ilaçlar kullanılabilir. Örneğin, vemurafenib, dabrafenib, trametinib gibi BRAF inhibitörleri bu amaçla kullanılabilir.Destekleyici tedaviler: Anemi, düşük trombosit sayısı ve enfeksiyonlar gibi tüylü hücreli lösemi semptomlarını yönetmeye yardımcı olmak için kullanılan tedavilerdir. Bu tedaviler, kan transfüzyonları, trombosit transfüzyonları ve enfeksiyonlarla savaşmak için antibiyotikler içerebilir.
9,451
673
Hastalıklar
Ureaplasma
Mikroskopla bile görülemeyecek kadar küçük olan ureaplasma, genellikle ürogenital (idrar ve üreme) yollarında yaşayan bakterilerdir. Ureaplasma, vücutta herhangi bir rahatsızlığa neden olmadığı sürece bir tedavi gerekmez. Ancak bazı durumlarda bu bakteriler olması gerekenden daha hızlı çoğalarak çeşitli hastalıklara neden olabilir. Genellikle cinsel yolla bulaşan ureaplasma, cinsel olarak aktif kadın ve erkek yetişkinler arasında yaygındır. Çocuklar ve cinsel olarak henüz aktif olmayan yetişkinler arasında nadir görülüyor. Zayıflamış bağışıklık sistemi olan HIV pozitif veya organ nakli olmuş kişiler yüksek ureaplasma enfeksiyonu riskine sahiptir. Vücuda vajina veya üretra yoluyla giren ureaplasma bakterileri tek hücreli ve hücre duvarı olmayan mikroorganizmalar olduğu için tedavisinde kullanılan penisilin ve antibiyotiklerin birçoğuna karşı direnç gösterebiliyor. Bu nedenle ureaplasma tedavisine başlanmadan önce kullanılacak antibiyotiğin yapılacak kültür testleri sonucunca belirlenmesi gerekiyor. Kültürle birlikte yapılan antibiyogram testinde mikroorganizmanın hangi antibiyotiğe duyarlı hangisine dirençli olduğu araştırılabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Doç. Dr. Fatih Yanaral, ureaplasma bakterisi kaynaklı sağlık problemleri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.Mikroskopla bile görülemeyecek kadar küçük olan ureaplasma, genellikle ürogenital (idrar ve üreme) yollarında yaşayan bakterilerdir. Ureaplasma, vücutta herhangi bir rahatsızlığa neden olmadığı sürece bir tedavi gerekmez. Ancak bazı durumlarda bu bakteriler olması gerekenden daha hızlı çoğalarak çeşitli hastalıklara neden olabilir. Genellikle cinsel yolla bulaşan ureaplasma, cinsel olarak aktif kadın ve erkek yetişkinler arasında yaygındır. Çocuklar ve cinsel olarak henüz aktif olmayan yetişkinler arasında nadir görülüyor. Zayıflamış bağışıklık sistemi olan HIV pozitif veya organ nakli olmuş kişiler yüksek ureaplasma enfeksiyonu riskine sahiptir. Vücuda vajina veya üretra yoluyla giren ureaplasma bakterileri tek hücreli ve hücre duvarı olmayan mikroorganizmalar olduğu için tedavisinde kullanılan penisilin ve antibiyotiklerin birçoğuna karşı direnç gösterebiliyor. Bu nedenle ureaplasma tedavisine başlanmadan önce kullanılacak antibiyotiğin yapılacak kültür testleri sonucunca belirlenmesi gerekiyor. Kültürle birlikte yapılan antibiyogram testinde mikroorganizmanın hangi antibiyotiğe duyarlı hangisine dirençli olduğu araştırılabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Doç. Dr. Fatih Yanaral, ureaplasma bakterisi kaynaklı sağlık problemleri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. Ureaplasma nedir?Ureaplasma, genellikle vücutta yaşayan bakterilerin bir parçasıdır ve çoğunlukla herhangi bir sorun oluşturmaz ve tedavi gerektirmez. Ancak bazı durumlarda ureaplasma bakterisi olması gerekenden daha hızlı çoğalarak çeşitli hastalıklara neden olabilir. Ureaplasma, cinsel yolla bulaşabilen hem kadın hem de erkeklerde genital enfeksiyonlara sebep olabilen mikroorganizmalardır.Ureaplasma, mikoplazma olarak bilinen bir bakteri sınıfının üyesidir. Tek hücreli ve hücre duvarı olmayan mikroorganizmalardır. Bu özellikleri onlara penisilin ve antibiyotiklerin birçoğuna karşı direnç göstermelerini sağlar. İnsanlarda 14 farklı ureaplasma türü tanımlanmıştır. En yaygın 2 türü Ureaplasma urealyticum ve Ureaplasma parvumdur. Bunlar genetik testler ve diğer laboratuvar özellikleri ile birbirlerinden ayırt edilebilir. Ureaplasma urealyticumun cinsel yolla bulaşma olasılığı ve şikayet oluşturma olasılığı daha yüksektir. Bilinen en küçük mikroorganizmalar oldukları için standart kültür ortamlarında değil ancak daha karmaşık yapıdaki kültür ortamlarında üretilebilirler.Ureaplasma nasıl bulaşır?Ureaplasma, birçok sağlıklı erkek ve kadının ağız ve genital organlarında bulunur. Zararsız bakteriler olduğu için herhangi bir belirtiye neden olmaz, tedavi gerektirmez. Bakteriyi taşıyan kişiler arasında doğrudan temas ile bulaşma olabilir. Bununla birlikte en önemli bulaş yolu korunmasız cinsel ilişki sırasında direkt temas iledir. Bir diğer nadir bulaşma yolu ise hamilelik ve doğum sırasında anneden bebeğe geçiştir.Ureaplasma enfeksiyonunun belirtileri nelerdir?Ureaplasma enfeksiyonları nadiren bulgu verir. Çoğu zaman herhangi bir yakınmaya neden olmaz ve sadece alınan kültürlerde belirlenebilir. Ureaplasmanın belirtileri şunlardır; Her iki cinsiyette de idrar yolu (üretra) enfeksiyonları İdrar yaparken yanma ve akıntı  Penis ucunda ıslaklık Kötü kokulu akıntı Kasık ağrıları Böbrek ve sırt ağrısı Genital bölgede kaşıntı ve yanma Testislerde ağrı ve hassasiyet Ağrılı cinsel ilişki görülebilir.Ayrıca ureaplasma enfeksiyonu erkeklerde üretrit ve bazen epididimit dahil olmak üzere üreme sistemi enfeksiyonlarına da neden olabilir. Kadınlarda, bakteriyel vajinoz, servisit, pelvik inflamatuar hastalık ve kısırlık gibi durumlara da yol açabilir.Ureaplasma enfeksiyonu nasıl teşhis edilir?Ureaplasma enfeksiyonlarının tanısı alınan sürüntü veya biyopsi incelemesi ile konulur. Test için örnek üretra, vajina, uterus veya idrar örneğinden alınabilir. Ureaplasmanın küçük boyutu nedeniyle mikroskop altında görülmesi neredeyse imkansızdır. Ureaplasmayı tanımlamak, özel laboratuvar testleri ve ekipmanı gerektirir.Ureaplasma enfeksiyonunun tedavisi nedir?Herhangi bir semptomu olmayan kişilerde tedavi her zaman gerekli olmayabilir. Bu durum özellikle ureaplasma bakterilerinin vücutta zararsız bir şekilde var olduğu zamanlarda geçerlidir. Tedavi başlanacak ise tercih edilecek antibiyotiğe kültür sonucuna göre karar vermek en uygunudur. Kültürle birlikte yapılan antibiyogram testinde mikroorganizmanın hangi antibiyotiğe duyarlı hangisine dirençli olduğu araştırılır. Ureaplasma enfeksiyonlarının tedavileri antibiotiklerle yapılmaktadır. Tedaviye cevap alınamadığı durumlarda farklı ilaçlarla tedaviye destek verilebilir. Antibiyotik tedavisi sonrasında devam eden dirençli enfeksiyonlarda eş (cinsel partner) tedavisi ve ikinci bir kür uygulaması gerekebilir.Ureaplasma ile ilgili sık sorulan sorularUreaplasma enfeksiyonu kimlerde sık görülür?İlişki sırasında genital bölgelerde açık yaraların olması, ureaplasma enfeksiyonunun enfekte olma ihtimalini yükseltmektedir. Özellikle immün (bağışıklık) sistemi zayıf olan kadın ve erkekler ile yenidoğanlarda ortaya çıkan hastalıkların etkileri daha fazladır. Ureaplasma cinsel yolla bulaşan bir hastalık olduğundan özellikle çok eşli cinsel yaşamı olan ve korunmasız ilişkiye girenlerde enfeksiyon riski fazladır. Prezervatif kullanımı enfeksiyon riskini azaltsa da, tam koruma sağlayamadığı akılda tutulmalıdır.Ne zaman ureaplasma enfeksiyonu testi yaptırılmalı?Belirti yoksa şüpheli cinsel temastan 14 gün sonra bu testin yaptırılması önerilir. Şikayet varsa erken tanı ve tedavi amacıyla doktorunuz ile vakit kaybetmeden görüşmelisiniz.Ureaplasma tedavi sonrası tekrar test yaptırmam gerekiyor mu?Antibiyotik tedavisine başladıktan 4-5 hafta sonra bir kontrol testi yapılabilir, ancak rutin olarak önerilmez. Kontrol testi sırasında pozitif ureaplasma sonucu, özellikle herhangi bir semptom yoksa endişe konusu olmamalıdır. Böyle bir durum, kişideki ureaplasma enfeksiyonunun bir hastalığın nedeninden çok normal florada olduğunu düşündürür.Ureaplasma tedavisi sonrası tekrar cinsel ilişki için ne kadar beklemem gerekiyor?İdeal olarak antibiyotik tedavisi süresince, en az 7 gün, herhangi bir cinsel temastan kaçınmalısınız.Ureaplasma enfeksiyonu hayati risklere neden olabilir mi?Her iki cinsiyette de en sık üretrite sebebiyet verebilir. Böbrek iltihaplarına, eklem iltihaplarına, pelvik kaslarda iltihaplara neden olabilir. Kadınlarda genital ve pelvik enfeksiyonlar oluşturabilir. Düşük ve tekrarlayan gebelik kayıpları, erkekte sperm bozuklukları ve kısırlık, erken doğum, su kesesinin erken patlaması gözlenebilir.Ureaplasma enfeksiyonu bakımından kadınlar mı erkekler mi daha fazla risk altında?Kadınların ureaplasma kaynaklı hastalık riski, erkeklerden daha yüksektir. Yapılan çalışmalarda herhangi bir yakınması olmayan cinsel yönden aktif kadınların %40-80’inde Ureaplasma saptandığı bildirilmiştir. Erkeklerde enfeksiyon ve kolonizasyonun görülme sıklığı daha düşüktür, enfeksiyon riski yaklaşık %10-20 oranındadır.Ureaplasma enfeksiyonu kısırlık yapar mı?Ureaplasmanın kısırlığa neden olup olmadığı konusu tartışmalıdır. Ureaplasma enfeksiyonları kadınlarda nadiren kısırlık (infertilite) problemlerine neden olabilir. Bu durum daha çok diğer mikroorganizmaların da tabloya eşlik ettiği şiddetli enfeksiyon durumlarda izlenmektedir. Öte yandan erkeklerde sperm sayı ve hareketini bozarak çocuk sahibi olmayı güçleştirebilir. Ureaplasma nedir?Ureaplasma, genellikle vücutta yaşayan bakterilerin bir parçasıdır ve çoğunlukla herhangi bir sorun oluşturmaz ve tedavi gerektirmez. Ancak bazı durumlarda ureaplasma bakterisi olması gerekenden daha hızlı çoğalarak çeşitli hastalıklara neden olabilir. Ureaplasma, cinsel yolla bulaşabilen hem kadın hem de erkeklerde genital enfeksiyonlara sebep olabilen mikroorganizmalardır.Ureaplasma, mikoplazma olarak bilinen bir bakteri sınıfının üyesidir. Tek hücreli ve hücre duvarı olmayan mikroorganizmalardır. Bu özellikleri onlara penisilin ve antibiyotiklerin birçoğuna karşı direnç göstermelerini sağlar. İnsanlarda 14 farklı ureaplasma türü tanımlanmıştır. En yaygın 2 türü Ureaplasma urealyticum ve Ureaplasma parvumdur. Bunlar genetik testler ve diğer laboratuvar özellikleri ile birbirlerinden ayırt edilebilir. Ureaplasma urealyticumun cinsel yolla bulaşma olasılığı ve şikayet oluşturma olasılığı daha yüksektir. Bilinen en küçük mikroorganizmalar oldukları için standart kültür ortamlarında değil ancak daha karmaşık yapıdaki kültür ortamlarında üretilebilirler.Ureaplasma nasıl bulaşır?Ureaplasma, birçok sağlıklı erkek ve kadının ağız ve genital organlarında bulunur. Zararsız bakteriler olduğu için herhangi bir belirtiye neden olmaz, tedavi gerektirmez. Bakteriyi taşıyan kişiler arasında doğrudan temas ile bulaşma olabilir. Bununla birlikte en önemli bulaş yolu korunmasız cinsel ilişki sırasında direkt temas iledir. Bir diğer nadir bulaşma yolu ise hamilelik ve doğum sırasında anneden bebeğe geçiştir.Ureaplasma enfeksiyonunun belirtileri nelerdir?Ureaplasma enfeksiyonları nadiren bulgu verir. Çoğu zaman herhangi bir yakınmaya neden olmaz ve sadece alınan kültürlerde belirlenebilir. Ureaplasmanın belirtileri şunlardır;Ayrıca ureaplasma enfeksiyonu erkeklerde üretrit ve bazen epididimit dahil olmak üzere üreme sistemi enfeksiyonlarına da neden olabilir. Kadınlarda, bakteriyel vajinoz, servisit, pelvik inflamatuar hastalık ve kısırlık gibi durumlara da yol açabilir.Ureaplasma enfeksiyonu nasıl teşhis edilir?Ureaplasma enfeksiyonlarının tanısı alınan sürüntü veya biyopsi incelemesi ile konulur. Test için örnek üretra, vajina, uterus veya idrar örneğinden alınabilir. Ureaplasmanın küçük boyutu nedeniyle mikroskop altında görülmesi neredeyse imkansızdır. Ureaplasmayı tanımlamak, özel laboratuvar testleri ve ekipmanı gerektirir.Ureaplasma enfeksiyonunun tedavisi nedir?Herhangi bir semptomu olmayan kişilerde tedavi her zaman gerekli olmayabilir. Bu durum özellikle ureaplasma bakterilerinin vücutta zararsız bir şekilde var olduğu zamanlarda geçerlidir. Tedavi başlanacak ise tercih edilecek antibiyotiğe kültür sonucuna göre karar vermek en uygunudur. Kültürle birlikte yapılan antibiyogram testinde mikroorganizmanın hangi antibiyotiğe duyarlı hangisine dirençli olduğu araştırılır. Ureaplasma enfeksiyonlarının tedavileri antibiotiklerle yapılmaktadır. Tedaviye cevap alınamadığı durumlarda farklı ilaçlarla tedaviye destek verilebilir. Antibiyotik tedavisi sonrasında devam eden dirençli enfeksiyonlarda eş (cinsel partner) tedavisi ve ikinci bir kür uygulaması gerekebilir.Ureaplasma ile ilgili sık sorulan sorularUreaplasma enfeksiyonu kimlerde sık görülür?İlişki sırasında genital bölgelerde açık yaraların olması, ureaplasma enfeksiyonunun enfekte olma ihtimalini yükseltmektedir. Özellikle immün (bağışıklık) sistemi zayıf olan kadın ve erkekler ile yenidoğanlarda ortaya çıkan hastalıkların etkileri daha fazladır. Ureaplasma cinsel yolla bulaşan bir hastalık olduğundan özellikle çok eşli cinsel yaşamı olan ve korunmasız ilişkiye girenlerde enfeksiyon riski fazladır. Prezervatif kullanımı enfeksiyon riskini azaltsa da, tam koruma sağlayamadığı akılda tutulmalıdır.Ne zaman ureaplasma enfeksiyonu testi yaptırılmalı?Belirti yoksa şüpheli cinsel temastan 14 gün sonra bu testin yaptırılması önerilir. Şikayet varsa erken tanı ve tedavi amacıyla doktorunuz ile vakit kaybetmeden görüşmelisiniz.Ureaplasma tedavi sonrası tekrar test yaptırmam gerekiyor mu?Antibiyotik tedavisine başladıktan 4-5 hafta sonra bir kontrol testi yapılabilir, ancak rutin olarak önerilmez. Kontrol testi sırasında pozitif ureaplasma sonucu, özellikle herhangi bir semptom yoksa endişe konusu olmamalıdır. Böyle bir durum, kişideki ureaplasma enfeksiyonunun bir hastalığın nedeninden çok normal florada olduğunu düşündürür.Ureaplasma tedavisi sonrası tekrar cinsel ilişki için ne kadar beklemem gerekiyor?İdeal olarak antibiyotik tedavisi süresince, en az 7 gün, herhangi bir cinsel temastan kaçınmalısınız.Ureaplasma enfeksiyonu hayati risklere neden olabilir mi?Her iki cinsiyette de en sık üretrite sebebiyet verebilir. Böbrek iltihaplarına, eklem iltihaplarına, pelvik kaslarda iltihaplara neden olabilir. Kadınlarda genital ve pelvik enfeksiyonlar oluşturabilir. Düşük ve tekrarlayan gebelik kayıpları, erkekte sperm bozuklukları ve kısırlık, erken doğum, su kesesinin erken patlaması gözlenebilir.Ureaplasma enfeksiyonu bakımından kadınlar mı erkekler mi daha fazla risk altında?Kadınların ureaplasma kaynaklı hastalık riski, erkeklerden daha yüksektir. Yapılan çalışmalarda herhangi bir yakınması olmayan cinsel yönden aktif kadınların %40-80’inde Ureaplasma saptandığı bildirilmiştir. Erkeklerde enfeksiyon ve kolonizasyonun görülme sıklığı daha düşüktür, enfeksiyon riski yaklaşık %10-20 oranındadır.Ureaplasma enfeksiyonu kısırlık yapar mı?
5,205
674
Hastalıklar
Üretra Darlığı
Mesanedeki idrarın dışarı atılmasını sağlamaya yardımcı tüp olan üretra, normal koşullarda idrarın içinden serbestçe dışarı akabilmesi için yeterli genişliği sahiptir ancak bazı koşullar ve sebepler ortaya çıktığında bu bölgede daralma meydana gelir ve akış bozulabilir. Erkeklerde daha sık görülen üretra darlığı, üretraya uygulanan tıbbi bir prosedür, takılan kateterin uzun süre kullanımı, travma ve cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar sebebiyle ortaya çıkabilir.Mesanedeki idrarın dışarı atılmasını sağlamaya yardımcı tüp olan üretra, normal koşullarda idrarın içinden serbestçe dışarı akabilmesi için yeterli genişliği sahiptir ancak bazı koşullar ve sebepler ortaya çıktığında bu bölgede daralma meydana gelir ve akış bozulabilir. Erkeklerde daha sık görülen üretra darlığı, üretraya uygulanan tıbbi bir prosedür, takılan kateterin uzun süre kullanımı, travma ve cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar sebebiyle ortaya çıkabilir. Azalan idrar akışı, mesanenin tam boşaltılamaması, idrar yaparken ağrı ve yanma hissi ise bu daralmanın ve sonucunda ise hastalığın belirtileri arasında yer alır. Hastalığın tedavisinde bazı vakalarda takip ve gözlem önerilirken, bazı vakalarda ise invaziv veya non invaziv cerrahi tedaviler uygulanır. Memorial Ankara Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Op. Dr. Emrah Yakut, üretra darlığı ile ilgili bilgi verdi.Üretra mesanede bulunan idrarın dışarı çıkmasını sağlayan kanaldır. Anatomik olarak üreme yapılarıyla bağlantılı olan üretranın özellikleri erkekler ve kadınlar arasında farklılık gösterir. Erkeklerdeki üretra yaklaşık 18 ila 20 cm uzunluğunda olurken, kadın üretrası vajina duvarına gömülüdür ve açıklığı labia arasında yer alır. Kadın üretrası, erkeğinkinden çok daha kısadır ve sadece 4 cm uzunluğunda olmaktadır.Üretra darlığı nedir?Üretra darlığı, mesanede bulunan idrarın, üretra adı verilen tüp şeklindeki kanalda meydana gelen daralma sonucunda dışarı atılamaması durumudur. İdrarı mesaneden penisin ucuna taşıyan tüp olan üretra, prostat bezinden ve penisin altından geçmektedir. Çok yavaş idrar akışına veya mesanenin tamamen boşaltılamamasına neden olan üretra darlığı, kişilerde ağrı, kanama ve idrar yapma korkusuna neden olabilir. Üretra darlığının nedenleri nelerdir? Üretranın daralmasına neden olan sebepler aşağıdaki şekilde sıralanabilir: Endoskop gibi bir aletin üretraya sokulmasını içeren tıbbi bir prosedür Mesanede biriken idrarın boşaltılması için üretradan girişi yapılan bir kataterin fazla ve uzun süreyle kullanılması Üretrada ya da pelviste oluşabilecek bir travma veya yaralanma Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar Geçirilmiş prostat ameliyatı Radyasyon tedavisi Üretra veya prostatta oluşan kanserlerÜretra darlığının belirtilerini şöyle özetleyebiliriz; Azalan idrar akışı veya idrarın püskürür şekilde yapılması Mesanenin tam boşaltılamaması, İdrar yaparken ağrı ve zorlanma Ani ve sık idrara çıkma isteği İdrar yolu enfeksiyonu Menide kan görülmesi Alt karın ve pelvik bölgede ağrı oluşması Penisin şişmesiŞiddetli üretra darlığı vakalarında ise bazı hastalar idrara hiçbir şekilde çıkamamaktadır. Buna idrar retansiyonu denir ve bu durum tıbbi olarak acil bir durum oluşturur.Kişilerde oluşan üretral darlığın teşhis edilmesi için öncelikle bir üroloji uzmanı tarafından fiziki muayene yapılması gerekmektedir. Fiziksel muayeneye ek olarak bazı testler ve görüntüleme yöntemleri de kullanılmaktadır.Bu test ve yöntemlerden bazıları şunlardır:Retrograd Üretrogram(X- Işınları ile görüntüleme testi)Üretra darlığının uzunluğunu ve yoğunluğunu değerlendirmek amacıyla kontrast boya ile yapılan “retrograd üretrogram” adı verilen X- ışınları ile görüntüleme testi uygulanır.İdrar Akış Testi ve Ultrasonİdrar akışının üretral darlıktan nasıl etkilendiğini görmek için yapılır.Sistoskopiİdrar yaptıktan sonra mesanede idrar kalıp kalmadığını belirlemek ve ultrason ve darlığın yeri ile görünümünü tespit etmek için lokal anestezi altında uygulanan sistoskopi, bu tanı yöntem ve testleri arasında yer almaktadır.Üretra darlığının tedavisi nasıl uygulanır?Üretra darlığının boyutu ve görüntüleme yöntemlerindeki bulgular tedaviyi şekillendirir.    Darlığın ciddiyetine bağlı olarak, daha az invaziv seçeneklerden tam üretroplastiye (ameliyat) kadar uzanan birden fazla tedavi seçeneği bulunmaktadır. Üretra darlığı için tedavi seçenekleri şunları içerir:Takip ve gözlem: Yapılan tetkikler sonucunda üretra darlığı olduğu kesinleşen ancak idrar akış hızı 10 ml/saniyeden yüksek, mesane kalınlığı normal ve mesanede tam boşaltımı olan hastalar için tedavi gerekmemektedir. Ancak bu hastaların gözlem ve takipleri düzenli olarak yapılmalıdır.Üretranın genişletilmesi: Cerrahi olmayan birincil tedavi şekli üretranın genişletilmesidir. Dilatör adı verilen tıbbi bir alet kullanılarak üretra genişletilebilmektedir. Günübirlik gerçekleştirilen bu yöntemde kullanılan aletle zamanla farklı boyutlarda dilatörler kullanılarak üretranın genişliği kademeli olarak artırılır.Üretrotomi: Genel anestezi altında uygulanan üretrotomi, ince bir teleskopun üretraya geçirilmesi ile gerçekleştirilmektedir. Üretrayı genişletmek için darlığı kesmek üzere teleskoptan küçük bir bıçak geçirilerek darlık yaratan kısım çıkarılır. Bu yöntemde en iyi sonuçlar genellikle kısa darlık durumlarında alınır. Ancak bu işlem sonucunda üretra darlığı tekrar oluşabilir.Üretroplasti: Diğer tedavi seçeneklerinin işe yaramadığı durumlarda, aynı zamanda daha uzun ve daha şiddetli olan darlık durumlarında uygulanan üretroplasti ameliyatında, üretranın darlık ve skar dokusu olan kısım cerrahi ile çıkarılır. Hastane ortamında genel anestezi altında yapılan bu ameliyat hastalıklı bölgenin çıkarılmasını kapsar ve üretra daha sonra yeniden şekillendirilir. Ameliyatın sonucu ise darlığın boyutuna ve yerine, daha önce uygulanan tedavilere ve hekimin deneyimine bağlı olarak değişebilir. Ameliyattan sonra bir veya iki gün hastanede kalınabilir. Bununla birlikte 2-3 hafta boyunca idrar sondası takılabilir.İdrar akış saptırma: Şiddetli vakalarda, tam bir üriner diversiyon prosedürü gerekli olabilmektedir. Bu ameliyat, idrar akışını karındaki bir açıklığa kalıcı olarak yeniden yönlendirir. Üreterleri açıklığa bağlamaya yardımcı olmak için bağırsakların bir kısmı kullanılır. Üriner diversiyon genellikle yalnızca mesane ciddi şekilde hasar görmüşse veya çıkarılması gerekiyorsa gerçekleştirilir.Üretra darlığının risk faktörleri aşağıdaki gibi sıralanmaktadır; Bir veya daha fazla cinsel yolla bulaşan enfeksiyonların varlığı Yakın zamanda kateter yerleştirilmesi Enfeksiyonlara bağlı oluşan şişlik ve tahriş Prostat büyümesiÜretra Darlığı İle İlgili Diğer SorularÜretra darlığı önlenebilir mi?Vücudun pelvik bölgesinin yaralanmasını önleyerek, bazı üretral darlık formlarını önlemek mümkün olabilir. Bununla birlikte güvenli cinsel hayatın sağlanması ve enfeksiyon riskinin azaltılması, darlık durumunu azaltabilir. Üretral darlığı hızlı bir şekilde tedavi etmek, böbrek veya mesane komplikasyonlarının önlenmesine yardımcı olabilir.Kadınlarda üretra darlığı görülür mü?Üretral darlık erkeklerde kadınlara göre çok daha yaygındır. En çok erkeklerde görülen üretra darlığı çok çok seyrek olmakla birlikte kadınlarda da izlenebilmektedir. Kadınlarda üretra darlığının nedenleri ve tedavileri erkeklerinkinden farklı olmaktadır. Bu durum kadınlarda idrar sıkışıklığı ve sıklığı, yavaş akış, idrar yapmak için itme ihtiyacı ve ayrıca idrar yolu enfeksiyonu ile ağrı gibi rahatsız edici idrar sorunlarına neden olabilir.Üretra darlığının tedavi edilmemesi ne gibi sonuçlar doğurur?Tedavi edilmeyen üretra darlığı zamanla kalıcı mesane hasarına, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonlarına (İYE), idrarda kana, böbreklerde idrar birikmesine veya böbrek hasarına neden olabilir.Üretra darlığının bitkisel tedavi yöntemleri var mıdır?Üretra darlığının bitkisel tedavi yöntemleri ile tedavi edildiği yönünde bilimsel bir çalışma bulunmamaktadır.Üretra darlığı kendiliğinden iyileşir mi?Üretra darlığı kendiliğinden iyileşmez. İyileşmenin sağlanabilmesi için tedavi ve cerrahi gerekmektedir.Üretra darlığı tehlikeli midir?Boşaltım sisteminde önemli bir yer tutan üretrada oluşacak darlıklar, tedavi edilmediği takdirde böbrek fonksiyonlarının zarar görmesine neden olur. Bu sebeple tedavi edildiğinde tehlikesi ortadan kalkan üretra darlığı, tedavi uygulanmadığında ciddi komplikasyonlara sebep olur.Üretra darlığı ameliyatı cinselliği etkiler mi? Üretra darlığı ameliyatlarının cinselliği etkilemesi beklenmez.Üretra darlığı hangi yaşlarda görülür? Üretra darlığı ağırlıklı olarak 50 yaş üzeri erkeklerde görülmekle beraber genç erkeklerde de görülebilmektedir. Azalan idrar akışı, mesanenin tam boşaltılamaması, idrar yaparken ağrı ve yanma hissi ise bu daralmanın ve sonucunda ise hastalığın belirtileri arasında yer alır. Hastalığın tedavisinde bazı vakalarda takip ve gözlem önerilirken, bazı vakalarda ise invaziv veya non invaziv cerrahi tedaviler uygulanır. Memorial Ankara Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Op. Dr. Emrah Yakut, üretra darlığı ile ilgili bilgi verdi.Üretra mesanede bulunan idrarın dışarı çıkmasını sağlayan kanaldır. Anatomik olarak üreme yapılarıyla bağlantılı olan üretranın özellikleri erkekler ve kadınlar arasında farklılık gösterir. Erkeklerdeki üretra yaklaşık 18 ila 20 cm uzunluğunda olurken, kadın üretrası vajina duvarına gömülüdür ve açıklığı labia arasında yer alır. Kadın üretrası, erkeğinkinden çok daha kısadır ve sadece 4 cm uzunluğunda olmaktadır.Üretra darlığı nedir?Üretra darlığı, mesanede bulunan idrarın, üretra adı verilen tüp şeklindeki kanalda meydana gelen daralma sonucunda dışarı atılamaması durumudur. İdrarı mesaneden penisin ucuna taşıyan tüp olan üretra, prostat bezinden ve penisin altından geçmektedir. Çok yavaş idrar akışına veya mesanenin tamamen boşaltılamamasına neden olan üretra darlığı, kişilerde ağrı, kanama ve idrar yapma korkusuna neden olabilir. Üretra darlığının nedenleri nelerdir? Üretranın daralmasına neden olan sebepler aşağıdaki şekilde sıralanabilir:Üretra darlığının belirtilerini şöyle özetleyebiliriz;Şiddetli üretra darlığı vakalarında ise bazı hastalar idrara hiçbir şekilde çıkamamaktadır. Buna idrar retansiyonu denir ve bu durum tıbbi olarak acil bir durum oluşturur.Kişilerde oluşan üretral darlığın teşhis edilmesi için öncelikle bir üroloji uzmanı tarafından fiziki muayene yapılması gerekmektedir. Fiziksel muayeneye ek olarak bazı testler ve görüntüleme yöntemleri de kullanılmaktadır.Bu test ve yöntemlerden bazıları şunlardır:Retrograd Üretrogram(X- Işınları ile görüntüleme testi)Üretra darlığının uzunluğunu ve yoğunluğunu değerlendirmek amacıyla kontrast boya ile yapılan “retrograd üretrogram” adı verilen X- ışınları ile görüntüleme testi uygulanır.İdrar Akış Testi ve Ultrasonİdrar akışının üretral darlıktan nasıl etkilendiğini görmek için yapılır.Sistoskopiİdrar yaptıktan sonra mesanede idrar kalıp kalmadığını belirlemek ve ultrason ve darlığın yeri ile görünümünü tespit etmek için lokal anestezi altında uygulanan sistoskopi, bu tanı yöntem ve testleri arasında yer almaktadır.Üretra darlığının tedavisi nasıl uygulanır?Üretra darlığının boyutu ve görüntüleme yöntemlerindeki bulgular tedaviyi şekillendirir.    Darlığın ciddiyetine bağlı olarak, daha az invaziv seçeneklerden tam üretroplastiye (ameliyat) kadar uzanan birden fazla tedavi seçeneği bulunmaktadır. Üretra darlığı için tedavi seçenekleri şunları içerir:Takip ve gözlem: Yapılan tetkikler sonucunda üretra darlığı olduğu kesinleşen ancak idrar akış hızı 10 ml/saniyeden yüksek, mesane kalınlığı normal ve mesanede tam boşaltımı olan hastalar için tedavi gerekmemektedir. Ancak bu hastaların gözlem ve takipleri düzenli olarak yapılmalıdır.Üretranın genişletilmesi: Cerrahi olmayan birincil tedavi şekli üretranın genişletilmesidir. Dilatör adı verilen tıbbi bir alet kullanılarak üretra genişletilebilmektedir. Günübirlik gerçekleştirilen bu yöntemde kullanılan aletle zamanla farklı boyutlarda dilatörler kullanılarak üretranın genişliği kademeli olarak artırılır.Üretrotomi: Genel anestezi altında uygulanan üretrotomi, ince bir teleskopun üretraya geçirilmesi ile gerçekleştirilmektedir. Üretrayı genişletmek için darlığı kesmek üzere teleskoptan küçük bir bıçak geçirilerek darlık yaratan kısım çıkarılır. Bu yöntemde en iyi sonuçlar genellikle kısa darlık durumlarında alınır. Ancak bu işlem sonucunda üretra darlığı tekrar oluşabilir.Üretroplasti: Diğer tedavi seçeneklerinin işe yaramadığı durumlarda, aynı zamanda daha uzun ve daha şiddetli olan darlık durumlarında uygulanan üretroplasti ameliyatında, üretranın darlık ve skar dokusu olan kısım cerrahi ile çıkarılır. Hastane ortamında genel anestezi altında yapılan bu ameliyat hastalıklı bölgenin çıkarılmasını kapsar ve üretra daha sonra yeniden şekillendirilir. Ameliyatın sonucu ise darlığın boyutuna ve yerine, daha önce uygulanan tedavilere ve hekimin deneyimine bağlı olarak değişebilir. Ameliyattan sonra bir veya iki gün hastanede kalınabilir. Bununla birlikte 2-3 hafta boyunca idrar sondası takılabilir.İdrar akış saptırma: Şiddetli vakalarda, tam bir üriner diversiyon prosedürü gerekli olabilmektedir. Bu ameliyat, idrar akışını karındaki bir açıklığa kalıcı olarak yeniden yönlendirir. Üreterleri açıklığa bağlamaya yardımcı olmak için bağırsakların bir kısmı kullanılır. Üriner diversiyon genellikle yalnızca mesane ciddi şekilde hasar görmüşse veya çıkarılması gerekiyorsa gerçekleştirilir.Üretra darlığının risk faktörleri aşağıdaki gibi sıralanmaktadır;Üretra Darlığı İle İlgili Diğer SorularÜretra darlığı önlenebilir mi?Vücudun pelvik bölgesinin yaralanmasını önleyerek, bazı üretral darlık formlarını önlemek mümkün olabilir. Bununla birlikte güvenli cinsel hayatın sağlanması ve enfeksiyon riskinin azaltılması, darlık durumunu azaltabilir. Üretral darlığı hızlı bir şekilde tedavi etmek, böbrek veya mesane komplikasyonlarının önlenmesine yardımcı olabilir.Kadınlarda üretra darlığı görülür mü?Üretral darlık erkeklerde kadınlara göre çok daha yaygındır. En çok erkeklerde görülen üretra darlığı çok çok seyrek olmakla birlikte kadınlarda da izlenebilmektedir. Kadınlarda üretra darlığının nedenleri ve tedavileri erkeklerinkinden farklı olmaktadır. Bu durum kadınlarda idrar sıkışıklığı ve sıklığı, yavaş akış, idrar yapmak için itme ihtiyacı ve ayrıca idrar yolu enfeksiyonu ile ağrı gibi rahatsız edici idrar sorunlarına neden olabilir.Üretra darlığının tedavi edilmemesi ne gibi sonuçlar doğurur?Tedavi edilmeyen üretra darlığı zamanla kalıcı mesane hasarına, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonlarına (İYE), idrarda kana, böbreklerde idrar birikmesine veya böbrek hasarına neden olabilir.Üretra darlığının bitkisel tedavi yöntemleri var mıdır?Üretra darlığının bitkisel tedavi yöntemleri ile tedavi edildiği yönünde bilimsel bir çalışma bulunmamaktadır.Üretra darlığı kendiliğinden iyileşir mi?Üretra darlığı kendiliğinden iyileşmez. İyileşmenin sağlanabilmesi için tedavi ve cerrahi gerekmektedir.Üretra darlığı tehlikeli midir?Boşaltım sisteminde önemli bir yer tutan üretrada oluşacak darlıklar, tedavi edilmediği takdirde böbrek fonksiyonlarının zarar görmesine neden olur. Bu sebeple tedavi edildiğinde tehlikesi ortadan kalkan üretra darlığı, tedavi uygulanmadığında ciddi komplikasyonlara sebep olur.Üretra darlığı ameliyatı cinselliği etkiler mi? Üretra darlığı ameliyatlarının cinselliği etkilemesi beklenmez.Üretra darlığı hangi yaşlarda görülür?
5,783
675
Hastalıklar
Ülser
Ülser, mide asidinin koruyucu mide zarını aşındırması sonucu ince bağırsağın üst kısmı veya midenin koruyucu astarında meydana gelen tahrip, doku kaybı ve açık yaralardır. Genellikle midenin üst kısmında yoğun yanma ve ağrıyla ortaya çıkan ülser, erkeklerde kadınlara oranla daha yaygın olarak görülür. Dengesiz beslenme, hızlı yemek yemek, besinleri çiğnemeden tüketmek ve uzun süre aç kalmak gibi faktörler ülser nedenleri arasındadır. Ülser tedavisinde çoğunlukla kullanılan yöntem ilaç tedavisidir. İlaç tedavisinin dışında asit ve pepsin salgısını engellemek için bu salgıyı uyaran sinirin (vagus siniri) kesilmesi de bir diğer ülser tedavisi alternatifidir.Ülser, mide asidinin koruyucu mide zarını aşındırması sonucu ince bağırsağın üst kısmı veya midenin koruyucu astarında meydana gelen tahrip, doku kaybı ve açık yaralardır. Genellikle midenin üst kısmında yoğun yanma ve ağrıyla ortaya çıkan ülser, erkeklerde kadınlara oranla daha yaygın olarak görülür. Dengesiz beslenme, hızlı yemek yemek, besinleri çiğnemeden tüketmek ve uzun süre aç kalmak gibi faktörler ülser nedenleri arasındadır. Ülser tedavisinde çoğunlukla kullanılan yöntem ilaç tedavisidir. İlaç tedavisinin dışında asit ve pepsin salgısını engellemek için bu salgıyı uyaran sinirin (vagus siniri) kesilmesi de bir diğer ülser tedavisi alternatifidir. Ülser Nedir?Ülser, genellikle H. pylori bakterisi veya steroid olmayan antiinflamatuar ilaçlar nedeniyle, mide zarı ve onikiparmak bağırsağının mide asidine karşı korunmasız kaldığı ve mide astarının hasar gördüğü bir hastalıktır. Midede oluşan ülserler gastrik ülser, onikiparmak bağırsağında oluşan ülserler duoedenum ülseri veya bulber ülser olarak adlandırılır. Ülserlerin boyutu 3-5 mm’den 5 cm’e varan genişliktedir.Erkeklerde kadınlara oranla 3 kat daha fazla görülen ülser hastalığı, özellikle 30-50 yaş grubunda daha görülmesiyle birlikte 60 yaş civarında özellikle kadınlarda daha çok ortaya çıkmaktadır.Günlük hayatta kişiyi rahatsız edici bir şekilde ortaya çıkan ülserin meydana gelen ilk belirtisi midenin üst kısmında yanmayla birlikte yaşanan ağrıdır. Yaygın nedeni dengesiz ve sağlıksız beslenme olarak kabul edilen ülser tedavisi genellikle ilaç tedavisiyle kontrol altına alınmaya çalışılır.Peptik Ülser Nedir?Peptik ülser mide, ince bağırsak veya yemek borusunun iç yüzeyinin mide asidi tarafından tahrip edilmesi sonucu meydana gelen açık yaralardır. Ülserlerin en yaygın nedeni olarak midede  helicobacter pylori (H pylori) adı verilen bakteriler tarafından meydana gelen enfeksiyonlardır. Peptik ülserin sık karşılaşılan belirtisi ise karın ağrısıdır.Peptik ülser tedavi edilmediği takdirde iç kanama gibi ciddi komplikasyonlara neden olabilirler. Bu sebeple ülser şikayetiyle karşılaşıldığı zaman gastroenteroloji uzmanına danışmak gerekir.Ülser Neden Olur?Ülser, genellikle helikobakter pilori adlı bakterinin neden olmasıyla midenin ürettiği sindirim suları ile midenin iç yüzeyini koruyan çeşitli faktörler arasında dengesizlik yaşandığında meydana gelir. Bu durumun sonucunda mide astarı, onikiparmak bağırsağının ilk kısmı olan duodenum tahrip olur ve açık yaralar oluşur.Helikobakter pilori başta olmak üzere ülsere neden olan durumlar arasında genetik faktör, sağlıksız beslenme, hızlı yemek yemek ve uzun süre aç kalmak bulunur.Ülser nedenleri şu şekilde sıralanabilir: Genetik Sağlıksız ve düzensiz beslenme Hızlı yemek yemek Besinleri çiğnemeden tüketmek Uzun süre aç kalmak Sigara ve alkol tüketimi Kafein, yağlı ve baharatlı yiyecekler Stres Çevre kirliliği Bazı ağrı kesici ve kortizon ilaçlarıÜlser Belirtileri Nelerdir?Özellikle yemek yedikten sonra mide ağrısı, midede yanma, midede şişkinlik hissi ve gaz şikayetleri ülserin yaygın belirtileridir. Ülserde sık karşılaşılan diğer belirtiler, mide bulantısı, kusma, az yemeye rağmen çabuk doyma, iştahsızlık ve kilo kaybıdır.Midede yanma hissiyle başlayan ülser belirtileri şu şekildedir: Midenin üst kısmında yanma ve ağrı Yemek yedikten sonra şişkinlik, hazımsızlık ve gaz Az yemek yense bile çabuk gelen tokluk hissi Mide bulantısı ve kusma İştahsızlık Kilo kaybı Baş dönmesi Geğirme veya asit reflü Yorgunluk ve nefes darlığı Dışkı renginde değişiklikMidenin üst kısmında yanma ve ağrıÜlser hastalığında mide asidinin yemek borunuza kaçması ve mide astarında meydana gelen tahribat sebebiyle yaygın olarak görülen midede yanma ve ağrı belirtisi yaşanır.Şişkinlik, hazımsızlık ve gazÜlserle birlikte midenin koruyucu astarının tahrip olup açık yaralar oluşması sonucunda özellikle yemek yedikten sonra şişkinlik, hazımsızlık, gaz ve geğirme gibi semptomlar ortaya çıkar ve bu durumlar kişiyi rahatsız edici boyuta ulaşabilir.Çabuk gelen tokluk hissiÖzellikle peptik ülserler, yiyeceklerin sindirim kanalından geçişini engelleyerek kolayca doyup tokluk hissi oluşmasına, kusmaya ve iltihap nedeniyle midenin şişip yara izi bırakarak kilo vermenize neden olabilir.Mide bulantısı ve kusmaHelikobakter pilori adlı bakterinin mideyi tahriş edici etkileri sebebiyle ülser hastalarında mide ve bulantısı ve kusma belirtileri görülebilir.İştah kaybıBazı mide ülserleri, meydana gelen iltihaplanma nedeniyle sindirim sisteminde blokaj oluşturur ve bu durum yiyeceklerin mideden geçmesini engelleyerek iştah azalması ve kilo kaybına neden olabilir.Baş dönmesiBazı ülserler midenin iç yüzeyinde kanama meydana getirir ve bu da baş dönmesi semptomu olarak kendisini gösterir.Yorgunluk ve nefes darlığı Mide ülserlerinin en sık görülen komplikasyonu iç kanamadır. İç kanamalar da anemiye neden olabilir ve yorgunluk, nefes darlığı gibi belirtiler ortaya çıkabilir.Ülser Teşhisi Nasıl Yapılır?Ülser teşhisinin en doğru yöntemi ülserin direkt olarak görülmesine ve gerektiği zaman doku örneği alınmasına olanak sağlayan endoskopidir. Bazı ülser vakalarından baryumlu mide duedenum grafisi de endoskopi sonrasında yardımcı olabilir. Ülserin mide kanserine dönüşmesini önlemede ülserin endoskopi ile erken teşhis edilebilmesi çok önemlidir.Ülsere Ne İyi Gelir?Elma, armut, yulaf ezmesi ve lif oranı yüksek besinler ülsere iyi gelir. Lif, şişkinliği ve ağrıyı hafifletirken midenizdeki asit miktarını azaltabilir. Yapılan çalışmalar aynı zamanda lif açısından zengin bir beslenmenin ülserleri önlemeye yardımcı olabileceğini de göstermiştir.Ülsere iyi besinler aşağıdaki gibidir: Elma, armut Yulaf ezmesi Lif oranı yüksek besinler Tatlı patates Kırmızı biber Deniz ürünleri Flavonoid içeren baklagiller, lahana ve brokoli Bal Sarımsak Kızılcık Damla sakızıYukarıda yer alan besinlerin tüketimi konusunda doktora danışmak daha sağlıklı bir süreç yönetilmesine yardımcı olacaktır.Ülser Diyeti Nasıl Yapılır? Ülser Hastaları Ne Yemeli?Mide yanmasını önlemek için içilen süt bile ülser rahatsızlığını ileri seviyelere götürebilir. Bu nedenle ülser hastaları midelerine iyi gelmeyen, mide salgısını artıran her türlü gıda ve içecekten kesinlikle uzak durmalıdır. Ekşi, acı, soğanlı yiyecekler şikayetleri artırıyorsa onlardan uzak bir beslenme rutini oluşturulmalıdır. Sigara içmek ülser tedavisini bloke ederek ülserin iyileşmesini geciktirmektedir. Alkol alımı da yüzeysel mukoza direncini bozduğu için gastrit ve ülser gibi hastalıkların tedavisini zorlu hale getirir. Özellikle akut ülserde kesinlikle alkol kullanımından uzak durulmalıdır.Ülser Tedavisi Nasıl Yapılır?Ülser tanısı klinik, laboratuvar ve görüntüleme yöntemleri ile konduktan sonra üst gastrointestinal sistem endoskopisi (gastroskopi) altın standart kabul edilir. Gastroskopi ile ülserler direkt görülebilir, biyopsi alınabilir ve mukozadaki mikroskobik değişiklikler ve helikobacter pozitif bulunursa enfeksiyona yönelik antibiyotik tedavisi ve mide asidini baskılayan ilaçlar kullanılabilir. Ayrıca ülser kanamalarında gastroskopi sırasında endoskopik tedavi yöntemleri uygulanarak kanamanın durdurulması sağlanabilir. Tedavide helicobakter pylorimide asidini baskılayan ilaçlar ve pozitif bulunursa enfeksiyona yönelik antibiyotik tedavisi verilir.Ülser tedavisinde kullanılan ilaçlar H2 reseptör blokerleri ve proton pompa inhibitörleridir. Ülser ilaçları mide asitlerini azaltarak kişinin yakınmalarını rahatlatır. Bunun yanı sıra mide asidinin ülser üzerine etkisini ortadan kaldırarak, iyileşmeyi sağlar.Çoğu ülser ilaç tedavisi ile iyileşir. İlaç tedavisinin dışında uygulanan diğer yöntem ise asit ve pepsin salgısını engellemek için bu salgıyı uyaran sinirin (vagus siniri) kesilmesine dayanır. Ancak tekrar riski olabilmektedir.  Bazı ülser vakaları kanama, stenoz (daralma -tıkanma) , delinme gibi sorunlara yol açarsa ameliyat gerekebilir. Ülserler kronik ve tekrarlayıcıdır. Hayatı kısaltmaktan çok hayat kalitesini azaltır. Tedavi edilemeyen bir ülserin iyileşmesi 10- 15 yıl kadar sürer. Bunun yanı sıra ülser diyeti de ülser tedavisinde yardımcıdır.Ülser Hakkında Sık Sorulan SorularMide ülseri belirtileri nelerdir?Mide ülserinde, midede ağrı ve yanma hissi en yaygın belirtidir. Ayrıca bulantı, kusma ile gelen rahatlama, iştahsızlık, kilo kaybı, şişkinlik ve gaz, sık acıkma ve yemek yedikten sonra mide ağrısı gibi belirtilerde yaygındır. Mide ekşimesi ve yanması Yemek sonrasında midede ağrı Bulantı ve kusma Hazımsızlık ve şişkinlik Geğirme ve gaz çıkarma ihtiyacı İştahsızlık Kilo kaybı Baş dönmesi Kusmukta veya dışkıda kanÜlser ne demek?Ülser, mide ya da ince bağırsağın, mide asidi ve pepsin gibi sıvılar tarafından tahrip edilip, doku kaybının oluşmasıdır.Stres ülser yapar mı?Yoğun stres altında yaşayan kişilerde ülser belirtilerinin görüldüğü değerlendirilir. Ancak ülserin en temel nedeni helikobakter pilori adlı bakterinin meydana getirdiği enfeksiyondur.Ülser ağrısı nasıl olur? Ülserin özellikle tok karnına gelen, karnın üst kısmında kemirme ve yanma şeklinde ortaya çıkan bir ağrısı vardır. Özellikle öğün aralarında kendini daha çok gösteren ülser ağrıları, onikiparmak ülseri olan kişileri gecenin herhangi bir saatinde uyandırabilir türden şiddetlidir.Ülser kendiliğinden geçer mi?Ülser nadir bir şekilde kendiliğinden geçme özelliği olan bir hastalıktır. Ülser hastalığının iyileşmesi için doktor kontrolünde tedavi olunması ve semptomlarla birlikte olası komplikasyonların iyileştirilmesi gerekir.Ülser hastaları oruç tutabilir mi? Peptik ülser; mide veya oniki parmak bağırsağında (duodenum), bazen de yemek borusunda oluşan bir yaradır. En sık on iki parmak bağırsağının başlangıç kısmında ve midede görülür. Açlık ağrıları şeklinde veya özellikle gece uyandıran ve sırta yayılan karın ağrıları, yanma, kaynama, hazımsızlık, halsizlik şeklinde ortaya çıkabilir. Ağrılar midenin boş olduğu zamanlarda, öğün aralarında veya yemekten sonra belirginleşir. Birkaç dakika ya da birkaç saat devam edebilir. Açlık, özellikle 12 parmak bağırsağı ülserinin seyrini olumsuz yönde etkiler. Ramazan aylarında birçok kimsede ülser ağrılarında artma, kanama, ülserin delinmesi gibi sorunlar ortaya çıkar. Ülkemiz hastanelerinde, ramazan aylarında ülserin delinmesi veya ülser kanaması nedeniyle yatan hastaların sayısında belirgin bir artış gözlenir. Ülserli hastaların oruç tutmamaları doğru olur ya da özel veya ciddi önlemlerin alınması gerekir.İlaçların ülsere etkisi nedir? İlaçların çoğunun özellikle aspirin, kan sulandırıcı ilaçlar, antiromatizmal ilaçlar ve bazı antibiyotiklerin mide, bağırsak ve yemek borusu üzerine irritan etkileri vardır. En çok görülen sorunlar bu bölgelerde oluşan ülserler, bu ülserlere bağlı ağrı, yanma ve kanamalardır. Geçmişte gastrointestinal sistem kanaması, gastrit-ülser-reflü öyküsü olan kişilerde ilaç kullanımlarında daha fazla dikkatli olmak gereklidir. Hastanın öykü ve değerlendirilmesine göre hekim tarafından sindirim sistemi yan etkileri daha az olan ilaçların seçimi bazen de beraberinde mide koruyucu ilaçların verilmesi planlanabilir.Ülseratif kolit mide ülseriyle ilgili mi? Bağışıklık sisteminin sağlıklı dokulara saldırması sonucu oluştuğu düşünülen ülseratif kolit, inflamatuar kalın bağırsak hastalığıdır. Ülseratif kolit kolan yani kalın bağırsağın, rektumun veya her ikisinin de iltihaplandığı zaman oluşmaktadır. Meydana gelen iltihap kalın bağırsağın iç yüzeyinde ülser yani küçük yaraların oluşmasına yol acar. Kalın bağırsakta oluşan iltihap, bağırsak içi hareketlerin hızlanmasına neden olur ve sık sık boşalmasına yol acar. Bağırsak yüzeyindeki hücreler bu boşaltım sırasında yok olması ülser oluşumu da artırır. Yani ülseratif kolit, mide ülseriyle ilgili değildir. Ülseratif kolit tedavisi ve ülseratif kolit belirtileri mide ülserinden farklı bir prosedür içermektedir. Ülser Nedir?Ülser, genellikle H. pylori bakterisi veya steroid olmayan antiinflamatuar ilaçlar nedeniyle, mide zarı ve onikiparmak bağırsağının mide asidine karşı korunmasız kaldığı ve mide astarının hasar gördüğü bir hastalıktır. Midede oluşan ülserler gastrik ülser, onikiparmak bağırsağında oluşan ülserler duoedenum ülseri veya bulber ülser olarak adlandırılır. Ülserlerin boyutu 3-5 mm’den 5 cm’e varan genişliktedir.Erkeklerde kadınlara oranla 3 kat daha fazla görülen ülser hastalığı, özellikle 30-50 yaş grubunda daha görülmesiyle birlikte 60 yaş civarında özellikle kadınlarda daha çok ortaya çıkmaktadır.Günlük hayatta kişiyi rahatsız edici bir şekilde ortaya çıkan ülserin meydana gelen ilk belirtisi midenin üst kısmında yanmayla birlikte yaşanan ağrıdır. Yaygın nedeni dengesiz ve sağlıksız beslenme olarak kabul edilen ülser tedavisi genellikle ilaç tedavisiyle kontrol altına alınmaya çalışılır.Peptik Ülser Nedir?Peptik ülser mide, ince bağırsak veya yemek borusunun iç yüzeyinin mide asidi tarafından tahrip edilmesi sonucu meydana gelen açık yaralardır. Ülserlerin en yaygın nedeni olarak midede  helicobacter pylori (H pylori) adı verilen bakteriler tarafından meydana gelen enfeksiyonlardır. Peptik ülserin sık karşılaşılan belirtisi ise karın ağrısıdır.Peptik ülser tedavi edilmediği takdirde iç kanama gibi ciddi komplikasyonlara neden olabilirler. Bu sebeple ülser şikayetiyle karşılaşıldığı zaman gastroenteroloji uzmanına danışmak gerekir.Ülser Neden Olur?Ülser, genellikle helikobakter pilori adlı bakterinin neden olmasıyla midenin ürettiği sindirim suları ile midenin iç yüzeyini koruyan çeşitli faktörler arasında dengesizlik yaşandığında meydana gelir. Bu durumun sonucunda mide astarı, onikiparmak bağırsağının ilk kısmı olan duodenum tahrip olur ve açık yaralar oluşur.Helikobakter pilori başta olmak üzere ülsere neden olan durumlar arasında genetik faktör, sağlıksız beslenme, hızlı yemek yemek ve uzun süre aç kalmak bulunur.Ülser nedenleri şu şekilde sıralanabilir:Ülser Belirtileri Nelerdir?Özellikle yemek yedikten sonra mide ağrısı, midede yanma, midede şişkinlik hissi ve gaz şikayetleri ülserin yaygın belirtileridir. Ülserde sık karşılaşılan diğer belirtiler, mide bulantısı, kusma, az yemeye rağmen çabuk doyma, iştahsızlık ve kilo kaybıdır.Midede yanma hissiyle başlayan ülser belirtileri şu şekildedir:Midenin üst kısmında yanma ve ağrıÜlser hastalığında mide asidinin yemek borunuza kaçması ve mide astarında meydana gelen tahribat sebebiyle yaygın olarak görülen midede yanma ve ağrı belirtisi yaşanır.Şişkinlik, hazımsızlık ve gazÜlserle birlikte midenin koruyucu astarının tahrip olup açık yaralar oluşması sonucunda özellikle yemek yedikten sonra şişkinlik, hazımsızlık, gaz ve geğirme gibi semptomlar ortaya çıkar ve bu durumlar kişiyi rahatsız edici boyuta ulaşabilir.Çabuk gelen tokluk hissiÖzellikle peptik ülserler, yiyeceklerin sindirim kanalından geçişini engelleyerek kolayca doyup tokluk hissi oluşmasına, kusmaya ve iltihap nedeniyle midenin şişip yara izi bırakarak kilo vermenize neden olabilir.Mide bulantısı ve kusmaHelikobakter pilori adlı bakterinin mideyi tahriş edici etkileri sebebiyle ülser hastalarında mide ve bulantısı ve kusma belirtileri görülebilir.İştah kaybıBazı mide ülserleri, meydana gelen iltihaplanma nedeniyle sindirim sisteminde blokaj oluşturur ve bu durum yiyeceklerin mideden geçmesini engelleyerek iştah azalması ve kilo kaybına neden olabilir.Baş dönmesiBazı ülserler midenin iç yüzeyinde kanama meydana getirir ve bu da baş dönmesi semptomu olarak kendisini gösterir.Yorgunluk ve nefes darlığı Mide ülserlerinin en sık görülen komplikasyonu iç kanamadır. İç kanamalar da anemiye neden olabilir ve yorgunluk, nefes darlığı gibi belirtiler ortaya çıkabilir.Ülser Teşhisi Nasıl Yapılır?Ülser teşhisinin en doğru yöntemi ülserin direkt olarak görülmesine ve gerektiği zaman doku örneği alınmasına olanak sağlayan endoskopidir. Bazı ülser vakalarından baryumlu mide duedenum grafisi de endoskopi sonrasında yardımcı olabilir. Ülserin mide kanserine dönüşmesini önlemede ülserin endoskopi ile erken teşhis edilebilmesi çok önemlidir.Ülsere Ne İyi Gelir?Elma, armut, yulaf ezmesi ve lif oranı yüksek besinler ülsere iyi gelir. Lif, şişkinliği ve ağrıyı hafifletirken midenizdeki asit miktarını azaltabilir. Yapılan çalışmalar aynı zamanda lif açısından zengin bir beslenmenin ülserleri önlemeye yardımcı olabileceğini de göstermiştir.Ülsere iyi besinler aşağıdaki gibidir:Yukarıda yer alan besinlerin tüketimi konusunda doktora danışmak daha sağlıklı bir süreç yönetilmesine yardımcı olacaktır.Ülser Diyeti Nasıl Yapılır? Ülser Hastaları Ne Yemeli?Mide yanmasını önlemek için içilen süt bile ülser rahatsızlığını ileri seviyelere götürebilir. Bu nedenle ülser hastaları midelerine iyi gelmeyen, mide salgısını artıran her türlü gıda ve içecekten kesinlikle uzak durmalıdır. Ekşi, acı, soğanlı yiyecekler şikayetleri artırıyorsa onlardan uzak bir beslenme rutini oluşturulmalıdır. Sigara içmek ülser tedavisini bloke ederek ülserin iyileşmesini geciktirmektedir. Alkol alımı da yüzeysel mukoza direncini bozduğu için gastrit ve ülser gibi hastalıkların tedavisini zorlu hale getirir. Özellikle akut ülserde kesinlikle alkol kullanımından uzak durulmalıdır.Ülser Tedavisi Nasıl Yapılır?Ülser tanısı klinik, laboratuvar ve görüntüleme yöntemleri ile konduktan sonra üst gastrointestinal sistem endoskopisi (gastroskopi) altın standart kabul edilir. Gastroskopi ile ülserler direkt görülebilir, biyopsi alınabilir ve mukozadaki mikroskobik değişiklikler ve helikobacter pozitif bulunursa enfeksiyona yönelik antibiyotik tedavisi ve mide asidini baskılayan ilaçlar kullanılabilir. Ayrıca ülser kanamalarında gastroskopi sırasında endoskopik tedavi yöntemleri uygulanarak kanamanın durdurulması sağlanabilir. Tedavide helicobakter pylorimide asidini baskılayan ilaçlar ve pozitif bulunursa enfeksiyona yönelik antibiyotik tedavisi verilir.Ülser tedavisinde kullanılan ilaçlar H2 reseptör blokerleri ve proton pompa inhibitörleridir. Ülser ilaçları mide asitlerini azaltarak kişinin yakınmalarını rahatlatır. Bunun yanı sıra mide asidinin ülser üzerine etkisini ortadan kaldırarak, iyileşmeyi sağlar.Çoğu ülser ilaç tedavisi ile iyileşir. İlaç tedavisinin dışında uygulanan diğer yöntem ise asit ve pepsin salgısını engellemek için bu salgıyı uyaran sinirin (vagus siniri) kesilmesine dayanır. Ancak tekrar riski olabilmektedir.  Bazı ülser vakaları kanama, stenoz (daralma -tıkanma) , delinme gibi sorunlara yol açarsa ameliyat gerekebilir. Ülserler kronik ve tekrarlayıcıdır. Hayatı kısaltmaktan çok hayat kalitesini azaltır. Tedavi edilemeyen bir ülserin iyileşmesi 10- 15 yıl kadar sürer. Bunun yanı sıra ülser diyeti de ülser tedavisinde yardımcıdır.Ülser Hakkında Sık Sorulan SorularMide ülseri belirtileri nelerdir?Mide ülserinde, midede ağrı ve yanma hissi en yaygın belirtidir. Ayrıca bulantı, kusma ile gelen rahatlama, iştahsızlık, kilo kaybı, şişkinlik ve gaz, sık acıkma ve yemek yedikten sonra mide ağrısı gibi belirtilerde yaygındır.Ülser ne demek?Ülser, mide ya da ince bağırsağın, mide asidi ve pepsin gibi sıvılar tarafından tahrip edilip, doku kaybının oluşmasıdır.Stres ülser yapar mı?Yoğun stres altında yaşayan kişilerde ülser belirtilerinin görüldüğü değerlendirilir. Ancak ülserin en temel nedeni helikobakter pilori adlı bakterinin meydana getirdiği enfeksiyondur.Ülser ağrısı nasıl olur? Ülserin özellikle tok karnına gelen, karnın üst kısmında kemirme ve yanma şeklinde ortaya çıkan bir ağrısı vardır. Özellikle öğün aralarında kendini daha çok gösteren ülser ağrıları, onikiparmak ülseri olan kişileri gecenin herhangi bir saatinde uyandırabilir türden şiddetlidir.Ülser kendiliğinden geçer mi?Ülser nadir bir şekilde kendiliğinden geçme özelliği olan bir hastalıktır. Ülser hastalığının iyileşmesi için doktor kontrolünde tedavi olunması ve semptomlarla birlikte olası komplikasyonların iyileştirilmesi gerekir.Ülser hastaları oruç tutabilir mi? Peptik ülser; mide veya oniki parmak bağırsağında (duodenum), bazen de yemek borusunda oluşan bir yaradır. En sık on iki parmak bağırsağının başlangıç kısmında ve midede görülür. Açlık ağrıları şeklinde veya özellikle gece uyandıran ve sırta yayılan karın ağrıları, yanma, kaynama, hazımsızlık, halsizlik şeklinde ortaya çıkabilir. Ağrılar midenin boş olduğu zamanlarda, öğün aralarında veya yemekten sonra belirginleşir. Birkaç dakika ya da birkaç saat devam edebilir. Açlık, özellikle 12 parmak bağırsağı ülserinin seyrini olumsuz yönde etkiler. Ramazan aylarında birçok kimsede ülser ağrılarında artma, kanama, ülserin delinmesi gibi sorunlar ortaya çıkar. Ülkemiz hastanelerinde, ramazan aylarında ülserin delinmesi veya ülser kanaması nedeniyle yatan hastaların sayısında belirgin bir artış gözlenir. Ülserli hastaların oruç tutmamaları doğru olur ya da özel veya ciddi önlemlerin alınması gerekir.İlaçların ülsere etkisi nedir? İlaçların çoğunun özellikle aspirin, kan sulandırıcı ilaçlar, antiromatizmal ilaçlar ve bazı antibiyotiklerin mide, bağırsak ve yemek borusu üzerine irritan etkileri vardır. En çok görülen sorunlar bu bölgelerde oluşan ülserler, bu ülserlere bağlı ağrı, yanma ve kanamalardır. Geçmişte gastrointestinal sistem kanaması, gastrit-ülser-reflü öyküsü olan kişilerde ilaç kullanımlarında daha fazla dikkatli olmak gereklidir. Hastanın öykü ve değerlendirilmesine göre hekim tarafından sindirim sistemi yan etkileri daha az olan ilaçların seçimi bazen de beraberinde mide koruyucu ilaçların verilmesi planlanabilir.Ülseratif kolit mide ülseriyle ilgili mi? Bağışıklık sisteminin sağlıklı dokulara saldırması sonucu oluştuğu düşünülen ülseratif kolit, inflamatuar kalın bağırsak hastalığıdır. Ülseratif kolit kolan yani kalın bağırsağın, rektumun veya her ikisinin de iltihaplandığı zaman oluşmaktadır. Meydana gelen iltihap kalın bağırsağın iç yüzeyinde ülser yani küçük yaraların oluşmasına yol acar. Kalın bağırsakta oluşan iltihap, bağırsak içi hareketlerin hızlanmasına neden olur ve sık sık boşalmasına yol acar. Bağırsak yüzeyindeki hücreler bu boşaltım sırasında yok olması ülser oluşumu da artırır. Yani ülseratif kolit, mide ülseriyle ilgili değildir. Ülseratif kolit tedavisi ve ülseratif kolit belirtileri mide ülserinden farklı bir prosedür içermektedir.
8,873
676
Hastalıklar
Uyuz Hastalığı
Uyuz hastalığı, sarcoptes scabiei(uyuz böceği) adlı mikroskobik akarın deriyi istila edip, yuva yaptığı bölgede şiddetli kaşıntıya neden olduğu bulaşıcı bir deri hastalığıdır. Uyuzun en sık görülen belirtileri geceleri şiddetlenen yoğun kaşıntı, kızarıklık ve deri döküntüsü ile içi sıvı dolu kabarcıklar oluşmasıdır.Uyuz hastalığı, sarcoptes scabiei(uyuz böceği) adlı mikroskobik akarın deriyi istila edip, yuva yaptığı bölgede şiddetli kaşıntıya neden olduğu bulaşıcı bir deri hastalığıdır. Uyuzun en sık görülen belirtileri geceleri şiddetlenen yoğun kaşıntı, kızarıklık ve deri döküntüsü ile içi sıvı dolu kabarcıklar oluşmasıdır. Uyuz Hastalığı Nedir? Uyuz, cildin üst tabakasına yuva yapan mikroskobik boyutlardaki sarcoptes scabiei adlı böceğin neden olduğu cilt hastalığıdır. Uyuz belirtileri özellikle geceleri şiddetlenen kaşıntı, cilt üzerinde kırmızı döküntüler ve cilt yüzeyinde gözle görülebilen iz gibi kabarık çizgilerdir. Kaşıntı ve döküntü belirtileri el ve ayak parmakları arası, bilekler, koltuk altı, göbek deliği çevresi, bel, meme ucu ve kasık bölgesi gibi deri kıvrımlarında daha yoğundur.Çok bulaşıcı bir hastalık olan uyuz hastalığı cilt teması yoluyla yayılır. Uzun süre ten tene ya da doğrudan temasta bulunma, kişisel eşyalarının paylaşılması uyuzun bulaşma yollarındandır.Uyuz Türleri Nelerdir?Uyuzun 3 formu bulunmaktadır. Bunlar halk arasında uyuz olarak anılan klasik uyuz, nodüler ve kabuklu (norveç) uyuzudur.Klasik UyuzKlasik uyuz hastalığında, vücutta yuvalanan akar sayısı genellikle 10-15 arasındadır. Akarların yerleşerek açtığı tüneller yani yuvalar cilt tabakası genellikle bilekler, eller veya ayaklarda bulunur. Bu yuvalar birkaç milimetreden 1 cm'ye kadar uzunlukta ince, dalgalı ve hafif pullu çizgiler şeklinde olur. Kaşıntının başlaması vücudun akar dışkılarına tepki verme süresi olan 4 ila 6 hafta içinde ortaya çıkar. Klasik uyuz vakalarında akarların yuvalandığı bölgelerde yoğun kaşıntı ve döküntü en tipik belirtidir. Kaşıntı özellikle geceleri daha yoğundur ve deride kırmızı döküntüler meydana gelir. Kabuklu (Norveç)Bu tip genellikle zayıf bağışıklığı bulunan, özellikle yaşlı ve engellilerde görülen şiddetli uyuz türüdür. Geniş bir cilt alanını kaplayan kabuklu alanlar oluşturma eğilimindedir. Akarlar dirençle karşılaşmadığı için çok hızlı çoğalırlar. Klasik uyuzlarda yaygın olan 10 ila 15 akar yerine milyonlarca akar çoğalabilir. Dokunulduğunda dağılabilen gri renkteki kalın kabuklar en tipik  belirtisidir.NodülerNodüler uyuz, klasik uyuza göre belirtilerin yaygınlığı daha azdır ve daha çok genital bölgeyi içeren kalıcı, sert ve kaşıntılı nodüller söz konusudur. Nodüler uyuz, bulaştıktan sonra tedavi edilse dahi uzun süre boyunca varlığını sürdürrmeye devam edebilir.Uyuz Neden Olur?Uyuz, küçük, sekiz bacaklı, sarcoptes scabiei von hominis akarlarının derinin altına yerleşip yumurtlaması ile ortaya çıkan cilt hastalığıdır. Uyuz olan biri ile doğrudan temas, ya da o kişinin kişisel eşyalarının paylaşımı uyuzun yayılmasının nedenidir.Özellikle sonbahar ve kış mevsimlerinde artış gösteren uyuz hastalığı; kalabalık olan okul, hastane ve askeri kışla gibi bölgelerde daha çok görülür. Ayrıca merak edilen konulardan biri de evcil hayvanlardan uyuz bulaşıp bulaşmadığı konusudur. Evcil hayvanlar insanlara uyuz bulaştırmaz. Hayvanları etkileyen uyuz akarları insanlarda hayatta kalmayıp bir çoğalma gerçekleştirmez. Bununla birlikte, uyuz olan bir hayvanla temas etmek, akar derinin altına girerse kısa süreli kaşıntıya neden olabilir ancak birkaç gün içinde akar ölür ve tedaviye gerek kalmaz.Uyuz Nasıl Bulaşır?Uyuz hastalığı doğrudan cilt teması sonucu yayılır. Uyuz böcekleri uzun süren doğrudan ten teması ya da havlu, çarşaf, kıyafet gibi kişisel eşyaların kullanılması ile bulaşır. Ortalama olarak 15-20 dakikalık bir temas süresi uyuzun bulaşması için yeterlidir. Özellikle yatak, çarşaf, yastık ve havlu gibi kişisel eşyalar, aynı evde, okulda, iş yerinde bulunmak ya da toplu taşıma araçları gibi kalabalık ve yakın bulunulmak zorunda kalınan insan gruplarının olduğu yerlerde çok daha kolay yayılırlar.Uyuz Belirtileri Nelerdir?Uyuz hastalığının belirtileri, şiddetli kaşıntı, sivilce benzeri kızarık ve döküntüler, içi sıvı dolu lezyonlar ile uyuzun yuvalandığı yerlerde ciltte iz gibi grimsi-beyaz kabarık çizgilerdir. Uyuzun tipik belirtisi olan kaşıntı geceleri ve sıcak banyo sonrasında dahada artar. İlk kez uyuz hastalığına yakalanan kişilerde dört ila sekiz hafta, daha önce de uyuz olunduysa 1-4 gün içerisinde ortaya çıkan uyuz belirtileri şunlardır: Özellikle geceleri şiddetlenen kaşıntı Parmak araları, bilekler, koltuk altı, göbek deliği çevresi ve meme ucu gibi deri kıvrımlarında görülen döküntüler Ciltte iz gibi grimsi-beyaz kabarık çizgiler Sıcak banyo ile kaşıntının artması Kaşıma sonucu enfekte olan şişlik ve yaralar Genital bölgede içi sıvı dolu lezyonlar oluşması Kalın kabuklar oluşması Bebek ve çocukların baş, yüz, boyun, avuç içi ve ayak tabanlarında kaşıntı ve kızarıklık görülür.Şiddetli kaşıntıKaşıntı uyuzun en yaygın belirtisidir. Uyuz varlığında kaşıntı isteği geceleri kişiyi uykusundan uyandıracak kadar artar. Vücut ısısında ki artış kaşıntının daha şiddetlenmesine neden olur ve geceleri pijama, kalın çarşaf ve battaniye gibi kullanımlar vücut ısısındaki artışın nedeni olabilir.Sivilce benzeri döküntü ve kızarıklıklarDöküntü ve ciltte kızarıklıklar uyuz belirtilerindendir. Vücutta yuvalanan uyuz akarlarına karşı vücudun geliştirdiği reaksiyonun bir sonucudur. Bu döküntüler daha çok bilekler, parmak araları, koltuk altı ve dirsek kıvrımları, kasık bölgesi ve popo kıvrımlarıdır. Döküntüler, kurdeşen, sivilce, ısırık veya pula benzeyen cilt lekesi şeklinde bir görüntü verir.Grimsi-beyaz iz gibi kabarık çizgilerBir başka uyuz belirtisi cilt yüzeyinde iz gibi görünen grimsi-beyaz bazende ten rengi çizgilerdir. Sıcak banyo sonrası kaşıntıda artışUyuz vakalarında geceleri ve sıcak su ile temas sonrasında ciltte kaşıntı artar.Genital bölgede içi sıvı dolu lezyonlar görülmesiVücuda yerleşen uyuz böcekleri tünel oluşturdukları yerlere yumurta ve bu tünellere dışkılar bırakırlar. Vücudun akarlara, yumurtalara ve dışkıya karşı geliştirdiği reaksiyon sonucu küçük kaşıntılı şişlik ve kabarcıklar meydana gelir.Kaşıma sonucu enfekte olan yara ve şişliklerŞiddeti artan kaşıntıyla birlikte kaşınan bölgenin enfekte olmaya başlar. Oluşan enfeksiyon şişlik ve yaralara sebebiyet verir. Döküntülerin neden olduğu deri üstünde koyu lekeler oluışmasıCilde yayılan küçük kırmızı döküntüler bir süre sonra koyu lekelere dönüşebilir. Uyuz Belirtileri Neye Benzer?Uyuz hastalığına neden olan sarcoptes scabiei isimli akar vücuda yerleştikten sonra yaşanan uyuz belirtileri, şiddetli kaşıntının eşlik ettiği, cilt üstünden gözle görülebilen 1 ila 10 mm. uzunluğunda grimsi-beyaz veya ten renginde çizgiler, sivilce benzeri kaşıntılı kırmızı döküntülerdir. Bu bulgular parmak araları başta olmak üzere, el, ayak, bilek, dirsek, göbek, bel, kalça ve koltuk altı gibi bölgelerde daha fazla görülürler.Uyuz Belirtileri Vücudun Hangi Bölgelerinde Görülür?Uyuz hastalığında özellikle parmak araları, bilek çevresi, kol altı, bel çevresi, kasık ve kalça gibi kıvrımlı bölgelerde yoğunlaşan kaşıntı uyuzun en karakteristik belirtisidir ve kaşıntı geceleri şiddetlenir, bir diğer uyuz belirtisi olan sivilce benzeri döküntüler vücudun her yerinde görülebilir.Uyuza olan kişilerde ortaya çıkan döküntülerin vücutta yaygın olarak görüldüğü yerler şuralardır:  Parmak araları Koltuk altı Bilek içleri Bel Meme ucu çevresi Kalça Diz Cinsel organ etrafı Ayak tabanlarıBebeklerde, küçük çocuklarda ve yaşlılarda uyuz döküntülerinin görüldüğü yerler ise şuralardır: Baş bölgesi Yüz Boyun Avuç içi Ve ayak tabanlarıUyuz Nasıl Geçer?Uyuz hastalığı, doktor önerisi ile uyuz böceklerini öldürebilen permetrin gibi antiparaziter uyuz kremi ve losyonların cilde uygulanması ya da antiparaziter hap olan ivermektin ile geçirilebilir.Uyuz Hastalığı Tanısı Nasıl Konur?Parmak araları, koltuk altı, bilekler, meme ucu çevresi ve kalça gibi kıvrımlı bölgelerde geceleri dahada şiddetlenerek uykudan uyandıran kaşıntı, döküntü ve kabarcıklar uyuz hastalığı için en belirgin fiziksel bulgulardır. Uyuz böceğinin yerleştiği tünellerin ucunda kir birikimine benzer grimsi siyah nokta benzeri oluşumlar gözlenir. Bu fiziksel bulgular tanılayıcı niteliktedir. Vücuttaki uyuz varlığını kesinleştirmek için lezyonların dermatoskopi cihazı ile büyütülerek incelenmesi veya mikroskobik olarak değerlendirilmesi tanıyı resmileştirir.Uyuz Tanısı için Mürekkep Testi Nedir?Uyuz akarlarının yuvaları bir mürekkep testi kullanılarak tespit edilebilir. Kaşıntılı bölgeye mürekkep döküp, daha sonra alkollü bir bezle silinir. İlgili bölgede uyuz yuvası bulunuyorsa mürekkebin bir kısmı kalacak ve yuvaya doğru akarak koyu bir çizgi halinde görüncektir. Koyu çizgiler oluşursa bu teşhisi doğrulamak için etkilenen bölgeden bir deri örneği alınarak mikroskop altında doğrulanabilir.Uyuz Nasıl Tedavi Edilir?Doktorunuz bir insektisit olan permetrin krem veya losyonu boyundan aşağı uygulatıp, ciltte 8-24 saat arasında bekletitirerek akarlar ve bıraktıkları yumurtaların öldürerek hastalığı tedavi etmeyi önerebilir. Ya da başka bir tedavi yöntemi olarak antiparaziter hap olan ivermektin'i önce tek bir dozda ve ardından 1-2 hafta sonra ikinci bir doz vererek tedavi planını uygulamayı tercih edebilir. Uyuz hastalığının tedavisinde doktor talimatları ile hareket etmek, doktor onayı olmadan herhangi bir ilacı kullanmak tehlikeli olabilir.İlaç tedavisi başlandığında dikkat edilmesi gereken, son 3 gün içerisinde giyilen kıyafet, yastık yorgan kılıflarınız, ayakkabınız kısacası deriniz ile temas eden her şeyi 3 gün süre ile plastik bir torbaya atıp ağzını kapatarak hava almamasını sağlayarak(akarlar insan vücudu dışında 3 gün süre ile yaşayabilir) ya da en az 60 derece sıcaklıkta yıkayarak, akarların ölmesini sağlamanız gerekir.Uyuz Tedavisinde Kullanılan Yöntemler Lokal uygulanan antiparaziter losyonlar (en sık permetrin etken maddeli uyuz kremi veya sülfür-katran içeren klasik majistral ilaçlar) Ağızdan alınan tablet formunda sistemik antiparaziter ilaçlar (ivermektin etken maddeli)  Hijyen önlemleri (ilaçları sürmeden önce ilk olarak keselenerek banyo yapmalıdır. Banyodan sonra deri kurulanmalı ve sonrasında kulak arkasından itibaren ayak parmak uçları dahil tüm vücuda uyuz ilacını sürülmelidir) Tırnaklar uzunsa kısa kesilmelidir. Kaşıntı için antihistamink haplar veya topikal steroidlerUyuz Tedavisi İçin Kullanılan İlaçlar Nelerdir?Uyuz tedavisinde en sık kullanılan tedaviler permetrin içeren kremlerdir. Bunun yanında kükürt ve benzil benzoat içeren kremler de kullanılmaktadır. Bazı durumlarda ivermectin içeren haplardan da fayda sağlanmaktadır.En etkili uyuz ilacı nedir?Uyuz tedavisinde, uyuz akarları ve bıraktıkları yumurtaları öldürebildiği için tercih edilen ilaçtır permetrin krem %5'dir.Gebelikte uyuz tedavisi nasıl yapılır?Gebelik döneminde görülen uyuz tablosunda kükürtlü kremler ve permetrinli kremler kullanılabilir. Önerilen dozlardan fazla kullanmamak gerekir.Uyuz Nasıl Önlenir?Uyuz hastalığı ten teması, yatak çarşafları, havlu ve kıyafet gibi vücudunda uyuz akarı bulunan bir kişinin kişisel eşyaların kullanımı ile bulaşır. Bu nedenle uyuz hastalığından korunmak için özellikle toplu taşıma alanlarında, kalabalık ortamlarda hijyene dikkat edilmelidr. Uyuz temas yolu ile bulaştığı için bu kişilerle temastan kaçınılmalı, havlu, nevresim iç çamaşırı gibi kişisel eşyalar ortak kullanılmamalıdır.ÖZET:Akarlar deriye yerleştikten sonra belirtilerin ortaya çıkması zaman alır. İlk kez uyuz akarına maruz kalındı ise 4-8 hafta, daha öncede uyuz olundu ise 1-4 gün içerisinde ortaya çıkan uyuz belirtileri, kaşıntı, ciltte kızarıklık ve döküntü, cilt üstünde kabarık çizgiler halinde grimsi-beyaz izler, kaşıntının geceleri ve sıcak su ile temas sonrası daha fazla artmasıdır.Uyuz olan kişiler şu semptomları yaşayacaktır:Özellikle geceleri artan şiddetli kaşıntıKaşıntı uyuzun en yaygın semptomudur. Kişi kaşıntı dürtüsünü kontrol edemez, geceleri o kadar yoğunlaşır ki kişi uyumakta zorlanır ve/veya uyuduysa uykudan uyandırır.DöküntülerUyuz çizgi halinde şişliklere neden olan döküntülere neden olur. Pullu lekeleride andıran döküntüler genelde sivilceye benzerler.Enfeksiyon geliştirebilen yaralarKaşıntı isteği o kadar fazladır ki, kaşıdıkça deride yara oluşabilir. Bazı yaralarda enfeksiyon geliştirebilir.Kaşıntı ve döküntülerin daha çok kıvrımlı bölgelerde yoğunlaşmasıUyuzun neden olduğu kaşıntı ve döküntü belirtileri daha çok parmak araları, tırnak etrafındaki deriler, dirsekler ve bilekler, kalça, penis ve meme uçlarının çevresinde görülür.Uyuzun tedavisinde;En etkili yöntem Permetrin krem %5'dir. Uyuz Belirtileri Hakkında Sıkça Sorulan Sorular Uyuzun ilk belirtileri nelerdir?Uyuz hastalığının ilk belirtileri yoğun kaşınma isteği ve deri kıvrımlarında ortaya çıkan küçük kırmızı sivilce benzeri döküntülerdir. Uyuz yumurta bırakıp çoğaldıkça, akarlarının yuvalandığı bölgede deri üstünde tümsekli çizgiler görünür hale gelir.Uyuz hastalığı nasıl yayılır?Uyuz, uzun süren cilt teması ile yayılır. Vücudunda uyuz akarı bulunan bir kişinin kullandığı giysi, çarşaf, yorgan veya havluyu kullanmakta uyuzun yayılmasının yaygın nedenidir.Uyuz kaşıntısına ne iyi gelir?Uyuz hastalığında kaşıntı şiddetini azaltmak için tedavi planı içerisinde antihistaminik alerji hapları, kalamin losyonu gibi reçetesiz cilt kremleri kullanmak kaşıntıyı hafifletmeye yardımcı olabilir.Uyuz hastalığına nasıl yakalanılır?Uyuz hastalığı bir cilt hastalığı olup, ten tene temas uyuz akarının bulaşmasına neden olur. Uyuz böcekleri cildin üst tabakasında yuva yaparak yumurtaları bırakır. Uyuz akarları en hızlı nasıl öldürülür?Vücuda yerleşen uyuz akarları için en yaygın yöntem permetrin kullanımıdır. Uyuz tedavisinde yaygın olan tercih edilen permetrin vücutta yuvalanan akarları ve onların bıraktığı yumurtaları öldürür. Uyuz ve egzama arasındaki fark nedir?Egzamanın ciltte bıraktığı izler kırmızı, mor, kahverengi veya kül grisihalinde olur ve ciltte kuru ve pullu izlere neden olur. Uyuz ise pembe yada kırmızı, sivilce benzeri döküntü ve sıvıyla dolu kabarık şişliklere neden olur.Uyuz ve ürtiker arasındaki fark nasıl anlaşılır?Kurdeşenden farklı olarak, derinin altına yuvalanan akarın neden olduğu uyuz hastalığında kaşıntı ve kırmızı, pembe renkli döküntüler ortaya çıkar, uyuz ısırıklarının ciltteki reaksiyonu deri kıvrımları olan parmak aralarında, bileklerde, dirseklerde ve diz üstünde ve cinsel organ çevresinde görülür.Kaşıntılarımın uyuz olup olmadığını nasıl anlarım?Uyuz hastalığında yoğun kaşıntı ana semptomdur. Cilt kıvrımlarında görülen yayılmış biçimde küçük kırmızı, inişli çıkışlı döküntüler söz konusudur. Kaşıntı yoksa uyuz hastalığı değildir.Vücutta uyuz varlığı nasıl anlaşılır?Uyuzun tanıyı kolaylaştıran belirtileri yoğun kaşıntı(geceleri daha da şiddetlenir) ve sivilce benzeri deri döküntüleridir. Bu belirtilere sahipseniz tanı ve tedavi için bir cildiye doktoruna görünmeniz gerekmektedir:Uyuz hastalığı kendiliğinden geçer mi?Hayır, uyuz hastalığı kendiliğinden geçmez veya iyileşmez. Tedavi edilmediğinde kaşıntıya bağlı deri yüzeyinde oluşan yaralar sebebi ile bakteriyel enfeksiyonlar da meydana gelebilir. Bu nedenle uyuz hastalığı varsa mutlaka uzman bir hekime görünülmelidir.Uyuz ilk nerede başlar?Halk arasında uyuz böceği olarak bilinen sarcoptes scabiei von hominis akarı, cildin üst kısmında görünerek uyuz hastalığını ortaya çıkarır. Akar ciltte daha da ilerleyerek kaşıntıya neden olmaya başlar. Tedavi edilmediği takdirde kaşıntılar döküntü ve yara oluşumuna yol açar.Uyuz hastalığı belirtileri ne kadar sürede ortaya çıkar?Uyuz paraziti sağlıklı insana bulaştığında deri altına girerek tüneller açar ve hızla üremeye başlar. Eğer kişi ilk kez uyuz hastalığına yakalanmışsa semptomlar kendini 2-6 hafta arasında göstermeye başlar ancak daha önce uyuz hastalığı geçiren kişiler uyuz belirtilerini genellikle 1-4 gün içinde yaşamaya başlar.Uyuz bulaşıcı mı?Uyuz hastalığı son derece bulaşıcı bir hastalıktır. Hastalığın bulaşma şekli yakın temas şeklinde olabileceği gibi ortak kullanılan yatak, çarşaf, havlu ve kıyafetler de hastalığı bulaştırabilir. Bunun nedeni ise akarın insan vücudu dışında 1-2 gün kadar yaşayabilmesidir.Uyuz geçtikten sonra kaşıntı ne kadar sürer?Uyuzda antiparaziter tedavi ile uyuz böcekleri (akarlar) ve yumurtaları gitse de kaşıntı hemen kesilmez. Derideki duyarlanma (alerji) bir süre daha devam eder ve kaşıntıların tamamen geçmesi 2-4 haftayı bulabilir.Uyuz hastalığı hayvanlardan bulaşır mı? Evcil hayvanlar da uyuz olabilir. Ancak hayvanlarda gözlenen uyuz akarı türü ile insan uyuz akarı farklıdır. Dolayısı ile hayvandan insana uyuz geçse de kısa süreli kaşıntı dışında herhangi bir parazit enfeksiyonuna yol açmaz.Uyuz tedavisinde eşyalar kaç derecede yıkanmalı? Uyuz tedavi sürecinde son bir hafta içerisinde kullanılmış tüm kıyafet, çamaşır ve yatak takımlarının en az 60 derecede yıkanması ve ütülenmesi gereklidir. Yıkanamayacak eşyaların ağzı bağlı şekilde hava almadan 7 gün saklanması yeterli olur.Uyuz vücutta nasıl yaşar?Uyuz böceğinin yaşam döngüsü erkek ve dişi parazitin çiftleşmesi ile başlar. Çiftleşme sonrası erkek uyuz böceği ölür, dişi uyuz böcekleri ortalama 4-6 hafta yaşarlar. Dişi böcek (sarkopt) 30 dakikada tünel açabilir. Dişiler deri altında kazdıkları tünellere her gün 2-4 yumurta bırakırlar. Yumurtalardan 2-4 gün sonra larvalar çıkar ve 10-14 gün sonra erişkin parazit gelişir. Dişi sarkopt canlı deride dakikada 2,5 cm yol kat edebilir. Uyuz böceği zıplayamaz veya uçamaz. Uyuzlu bir kişide normalde 10-12 uyuz böceği bulunur. Çocuklarda ortalama 20 uyuz böceği bulunur ve daha çok el ve ayak gibi bölgelerde yerleşim gösterir. Ama bağışıklık sistemi zayıf kişilerde, kortizon tedavisi görenlerde ve kabuklu uyuzu olanlarda milyonlarca uyuz böceği görülebilir. Her yaşta görülebilir. Sosyoekonomik düzeyi düşük ve hijyen koşullarının iyi olmadığı topluluklarda daha sık gözlenir.Uyuz hastalığı için hangi doktora gidilir?Uyuz hastalığının tedavisi için hastanelerin Deri ve Zührevi Hastalıkları (Dermatoloji) hastalıklar bölümünden randevu alınması gereklidir.Uyuz en hızlı nasıl iyileşir?Uyuz tedavisinde tercih edilen ilaç permetrin kremdir. Permetrin uyuz akarlarını ve yumurtalarını öldürmeye yardım eder.Uyuz yataktan bulaşır mı?Uyuz, doğrudan cilt teması yolu ile yayılan bir hastalıktır. Uyuz akarları gözle görülemediği için yatakta olup olmadığını göremezsiniz ancak evet yataklar kontamine olabilir. Sadece yataktan değil, kontamine olmuş herhangi bir nesneden de bulaşabilir. Uyuz saçta yaşar mı?Uyuz daha çok vücutta görülür. Saçta uyuz varlığı genelde olmaz. Uyuz kaşıntısı şiddetlidir ve genellikle geceleri daha da kötüleşir. Saçınızda rahatsız edici bir kaşıntı varsa bunun nedeni BİT olabilir.Uyuz kaşıntısı hangi durumlarda şiddetlenir?Uyuz kaşıntısı genellikle geceleri veya sıcak bir banyo veya duştan sonra daha da kötüleşir. Uyuz vücutta nasıl görünür?Uyuz cilt altında yoğun kaşıntının yaşandığı sivilce, böcek ısırığı, kurdeşen gibi görünebilen küçük, kırmızı şişlikler ve döküntü olarak kendini belli eder.Uyuz ne kadar sürede geçer?Doğru ve eksiksiz tedavi yöntemi uygulandığında vücutta yuvalanan akarların ve bıraktığı yumurtaların tamamen ölmesi 4 haftaya kadar sürebilir. 1 ayı geçtiği halde semptomlar hala yok olmadıysa vücutta hala akar böceği bulunuyor olabilir.Uyuz olan bir kişi uyuzu nasıl bulaştırabilir?Uyuz böceği yuvalandığı bir vücuttan bir başka vücuda uzun süreli ve cilt teması yolu ile ile yayılır.Uyuz böceği çıplak gözle görülebilir mi?Uyuz böcekleri çıplak gözle görülemeyecek kadar küçüktür. Uyuz böcekleri cilt yüzeyinde tüneller kazar ve bu tünellere yumurtalar bırakır. Bu duruma karşı cildin gösterdiği alerjik reaksiyon sonucu ciltte kaşıntı başlar ve vücutta uyuz varlığı bu şekilde fark edilebilir.  Uyuz Hastalığı Nedir? Uyuz, cildin üst tabakasına yuva yapan mikroskobik boyutlardaki sarcoptes scabiei adlı böceğin neden olduğu cilt hastalığıdır. Uyuz belirtileri özellikle geceleri şiddetlenen kaşıntı, cilt üzerinde kırmızı döküntüler ve cilt yüzeyinde gözle görülebilen iz gibi kabarık çizgilerdir. Kaşıntı ve döküntü belirtileri el ve ayak parmakları arası, bilekler, koltuk altı, göbek deliği çevresi, bel, meme ucu ve kasık bölgesi gibi deri kıvrımlarında daha yoğundur.Çok bulaşıcı bir hastalık olan uyuz hastalığı cilt teması yoluyla yayılır. Uzun süre ten tene ya da doğrudan temasta bulunma, kişisel eşyalarının paylaşılması uyuzun bulaşma yollarındandır.Uyuz Türleri Nelerdir?Uyuzun 3 formu bulunmaktadır. Bunlar halk arasında uyuz olarak anılan klasik uyuz, nodüler ve kabuklu (norveç) uyuzudur.Klasik UyuzKlasik uyuz hastalığında, vücutta yuvalanan akar sayısı genellikle 10-15 arasındadır. Akarların yerleşerek açtığı tüneller yani yuvalar cilt tabakası genellikle bilekler, eller veya ayaklarda bulunur. Bu yuvalar birkaç milimetreden 1 cm'ye kadar uzunlukta ince, dalgalı ve hafif pullu çizgiler şeklinde olur. Kaşıntının başlaması vücudun akar dışkılarına tepki verme süresi olan 4 ila 6 hafta içinde ortaya çıkar. Klasik uyuz vakalarında akarların yuvalandığı bölgelerde yoğun kaşıntı ve döküntü en tipik belirtidir. Kaşıntı özellikle geceleri daha yoğundur ve deride kırmızı döküntüler meydana gelir. Kabuklu (Norveç)Bu tip genellikle zayıf bağışıklığı bulunan, özellikle yaşlı ve engellilerde görülen şiddetli uyuz türüdür. Geniş bir cilt alanını kaplayan kabuklu alanlar oluşturma eğilimindedir. Akarlar dirençle karşılaşmadığı için çok hızlı çoğalırlar. Klasik uyuzlarda yaygın olan 10 ila 15 akar yerine milyonlarca akar çoğalabilir. Dokunulduğunda dağılabilen gri renkteki kalın kabuklar en tipik  belirtisidir.NodülerNodüler uyuz, klasik uyuza göre belirtilerin yaygınlığı daha azdır ve daha çok genital bölgeyi içeren kalıcı, sert ve kaşıntılı nodüller söz konusudur. Nodüler uyuz, bulaştıktan sonra tedavi edilse dahi uzun süre boyunca varlığını sürdürrmeye devam edebilir.Uyuz Neden Olur?Uyuz, küçük, sekiz bacaklı, sarcoptes scabiei von hominis akarlarının derinin altına yerleşip yumurtlaması ile ortaya çıkan cilt hastalığıdır. Uyuz olan biri ile doğrudan temas, ya da o kişinin kişisel eşyalarının paylaşımı uyuzun yayılmasının nedenidir.Özellikle sonbahar ve kış mevsimlerinde artış gösteren uyuz hastalığı; kalabalık olan okul, hastane ve askeri kışla gibi bölgelerde daha çok görülür. Ayrıca merak edilen konulardan biri de evcil hayvanlardan uyuz bulaşıp bulaşmadığı konusudur. Evcil hayvanlar insanlara uyuz bulaştırmaz. Hayvanları etkileyen uyuz akarları insanlarda hayatta kalmayıp bir çoğalma gerçekleştirmez. Bununla birlikte, uyuz olan bir hayvanla temas etmek, akar derinin altına girerse kısa süreli kaşıntıya neden olabilir ancak birkaç gün içinde akar ölür ve tedaviye gerek kalmaz.Uyuz Nasıl Bulaşır?Uyuz hastalığı doğrudan cilt teması sonucu yayılır. Uyuz böcekleri uzun süren doğrudan ten teması ya da havlu, çarşaf, kıyafet gibi kişisel eşyaların kullanılması ile bulaşır. Ortalama olarak 15-20 dakikalık bir temas süresi uyuzun bulaşması için yeterlidir. Özellikle yatak, çarşaf, yastık ve havlu gibi kişisel eşyalar, aynı evde, okulda, iş yerinde bulunmak ya da toplu taşıma araçları gibi kalabalık ve yakın bulunulmak zorunda kalınan insan gruplarının olduğu yerlerde çok daha kolay yayılırlar.Uyuz Belirtileri Nelerdir?Uyuz hastalığının belirtileri, şiddetli kaşıntı, sivilce benzeri kızarık ve döküntüler, içi sıvı dolu lezyonlar ile uyuzun yuvalandığı yerlerde ciltte iz gibi grimsi-beyaz kabarık çizgilerdir. Uyuzun tipik belirtisi olan kaşıntı geceleri ve sıcak banyo sonrasında dahada artar. İlk kez uyuz hastalığına yakalanan kişilerde dört ila sekiz hafta, daha önce de uyuz olunduysa 1-4 gün içerisinde ortaya çıkan uyuz belirtileri şunlardır:Şiddetli kaşıntıKaşıntı uyuzun en yaygın belirtisidir. Uyuz varlığında kaşıntı isteği geceleri kişiyi uykusundan uyandıracak kadar artar. Vücut ısısında ki artış kaşıntının daha şiddetlenmesine neden olur ve geceleri pijama, kalın çarşaf ve battaniye gibi kullanımlar vücut ısısındaki artışın nedeni olabilir.Sivilce benzeri döküntü ve kızarıklıklarDöküntü ve ciltte kızarıklıklar uyuz belirtilerindendir. Vücutta yuvalanan uyuz akarlarına karşı vücudun geliştirdiği reaksiyonun bir sonucudur. Bu döküntüler daha çok bilekler, parmak araları, koltuk altı ve dirsek kıvrımları, kasık bölgesi ve popo kıvrımlarıdır. Döküntüler, kurdeşen, sivilce, ısırık veya pula benzeyen cilt lekesi şeklinde bir görüntü verir.Grimsi-beyaz iz gibi kabarık çizgilerBir başka uyuz belirtisi cilt yüzeyinde iz gibi görünen grimsi-beyaz bazende ten rengi çizgilerdir. Sıcak banyo sonrası kaşıntıda artışUyuz vakalarında geceleri ve sıcak su ile temas sonrasında ciltte kaşıntı artar.Genital bölgede içi sıvı dolu lezyonlar görülmesiVücuda yerleşen uyuz böcekleri tünel oluşturdukları yerlere yumurta ve bu tünellere dışkılar bırakırlar. Vücudun akarlara, yumurtalara ve dışkıya karşı geliştirdiği reaksiyon sonucu küçük kaşıntılı şişlik ve kabarcıklar meydana gelir.Kaşıma sonucu enfekte olan yara ve şişliklerŞiddeti artan kaşıntıyla birlikte kaşınan bölgenin enfekte olmaya başlar. Oluşan enfeksiyon şişlik ve yaralara sebebiyet verir. Döküntülerin neden olduğu deri üstünde koyu lekeler oluışmasıCilde yayılan küçük kırmızı döküntüler bir süre sonra koyu lekelere dönüşebilir. Uyuz Belirtileri Neye Benzer?Uyuz hastalığına neden olan sarcoptes scabiei isimli akar vücuda yerleştikten sonra yaşanan uyuz belirtileri, şiddetli kaşıntının eşlik ettiği, cilt üstünden gözle görülebilen 1 ila 10 mm. uzunluğunda grimsi-beyaz veya ten renginde çizgiler, sivilce benzeri kaşıntılı kırmızı döküntülerdir. Bu bulgular parmak araları başta olmak üzere, el, ayak, bilek, dirsek, göbek, bel, kalça ve koltuk altı gibi bölgelerde daha fazla görülürler.Uyuz Belirtileri Vücudun Hangi Bölgelerinde Görülür?Uyuz hastalığında özellikle parmak araları, bilek çevresi, kol altı, bel çevresi, kasık ve kalça gibi kıvrımlı bölgelerde yoğunlaşan kaşıntı uyuzun en karakteristik belirtisidir ve kaşıntı geceleri şiddetlenir, bir diğer uyuz belirtisi olan sivilce benzeri döküntüler vücudun her yerinde görülebilir.Uyuza olan kişilerde ortaya çıkan döküntülerin vücutta yaygın olarak görüldüğü yerler şuralardır: Bebeklerde, küçük çocuklarda ve yaşlılarda uyuz döküntülerinin görüldüğü yerler ise şuralardır:Uyuz Nasıl Geçer?Uyuz hastalığı, doktor önerisi ile uyuz böceklerini öldürebilen permetrin gibi antiparaziter uyuz kremi ve losyonların cilde uygulanması ya da antiparaziter hap olan ivermektin ile geçirilebilir.Uyuz Hastalığı Tanısı Nasıl Konur?Parmak araları, koltuk altı, bilekler, meme ucu çevresi ve kalça gibi kıvrımlı bölgelerde geceleri dahada şiddetlenerek uykudan uyandıran kaşıntı, döküntü ve kabarcıklar uyuz hastalığı için en belirgin fiziksel bulgulardır. Uyuz böceğinin yerleştiği tünellerin ucunda kir birikimine benzer grimsi siyah nokta benzeri oluşumlar gözlenir. Bu fiziksel bulgular tanılayıcı niteliktedir. Vücuttaki uyuz varlığını kesinleştirmek için lezyonların dermatoskopi cihazı ile büyütülerek incelenmesi veya mikroskobik olarak değerlendirilmesi tanıyı resmileştirir.Uyuz Tanısı için Mürekkep Testi Nedir?Uyuz akarlarının yuvaları bir mürekkep testi kullanılarak tespit edilebilir. Kaşıntılı bölgeye mürekkep döküp, daha sonra alkollü bir bezle silinir. İlgili bölgede uyuz yuvası bulunuyorsa mürekkebin bir kısmı kalacak ve yuvaya doğru akarak koyu bir çizgi halinde görüncektir. Koyu çizgiler oluşursa bu teşhisi doğrulamak için etkilenen bölgeden bir deri örneği alınarak mikroskop altında doğrulanabilir.Uyuz Nasıl Tedavi Edilir?Doktorunuz bir insektisit olan permetrin krem veya losyonu boyundan aşağı uygulatıp, ciltte 8-24 saat arasında bekletitirerek akarlar ve bıraktıkları yumurtaların öldürerek hastalığı tedavi etmeyi önerebilir. Ya da başka bir tedavi yöntemi olarak antiparaziter hap olan ivermektin'i önce tek bir dozda ve ardından 1-2 hafta sonra ikinci bir doz vererek tedavi planını uygulamayı tercih edebilir. Uyuz hastalığının tedavisinde doktor talimatları ile hareket etmek, doktor onayı olmadan herhangi bir ilacı kullanmak tehlikeli olabilir.İlaç tedavisi başlandığında dikkat edilmesi gereken, son 3 gün içerisinde giyilen kıyafet, yastık yorgan kılıflarınız, ayakkabınız kısacası deriniz ile temas eden her şeyi 3 gün süre ile plastik bir torbaya atıp ağzını kapatarak hava almamasını sağlayarak(akarlar insan vücudu dışında 3 gün süre ile yaşayabilir) ya da en az 60 derece sıcaklıkta yıkayarak, akarların ölmesini sağlamanız gerekir.Uyuz Tedavisinde Kullanılan YöntemlerUyuz Tedavisi İçin Kullanılan İlaçlar Nelerdir?Uyuz tedavisinde en sık kullanılan tedaviler permetrin içeren kremlerdir. Bunun yanında kükürt ve benzil benzoat içeren kremler de kullanılmaktadır. Bazı durumlarda ivermectin içeren haplardan da fayda sağlanmaktadır.En etkili uyuz ilacı nedir?Uyuz tedavisinde, uyuz akarları ve bıraktıkları yumurtaları öldürebildiği için tercih edilen ilaçtır permetrin krem %5'dir.Gebelikte uyuz tedavisi nasıl yapılır?Gebelik döneminde görülen uyuz tablosunda kükürtlü kremler ve permetrinli kremler kullanılabilir. Önerilen dozlardan fazla kullanmamak gerekir.Uyuz Nasıl Önlenir?Uyuz hastalığı ten teması, yatak çarşafları, havlu ve kıyafet gibi vücudunda uyuz akarı bulunan bir kişinin kişisel eşyaların kullanımı ile bulaşır. Bu nedenle uyuz hastalığından korunmak için özellikle toplu taşıma alanlarında, kalabalık ortamlarda hijyene dikkat edilmelidr. Uyuz temas yolu ile bulaştığı için bu kişilerle temastan kaçınılmalı, havlu, nevresim iç çamaşırı gibi kişisel eşyalar ortak kullanılmamalıdır.ÖZET:Akarlar deriye yerleştikten sonra belirtilerin ortaya çıkması zaman alır. İlk kez uyuz akarına maruz kalındı ise 4-8 hafta, daha öncede uyuz olundu ise 1-4 gün içerisinde ortaya çıkan uyuz belirtileri, kaşıntı, ciltte kızarıklık ve döküntü, cilt üstünde kabarık çizgiler halinde grimsi-beyaz izler, kaşıntının geceleri ve sıcak su ile temas sonrası daha fazla artmasıdır.Uyuz olan kişiler şu semptomları yaşayacaktır:Özellikle geceleri artan şiddetli kaşıntıKaşıntı uyuzun en yaygın semptomudur. Kişi kaşıntı dürtüsünü kontrol edemez, geceleri o kadar yoğunlaşır ki kişi uyumakta zorlanır ve/veya uyuduysa uykudan uyandırır.DöküntülerUyuz çizgi halinde şişliklere neden olan döküntülere neden olur. Pullu lekeleride andıran döküntüler genelde sivilceye benzerler.Enfeksiyon geliştirebilen yaralarKaşıntı isteği o kadar fazladır ki, kaşıdıkça deride yara oluşabilir. Bazı yaralarda enfeksiyon geliştirebilir.Kaşıntı ve döküntülerin daha çok kıvrımlı bölgelerde yoğunlaşmasıUyuzun neden olduğu kaşıntı ve döküntü belirtileri daha çok parmak araları, tırnak etrafındaki deriler, dirsekler ve bilekler, kalça, penis ve meme uçlarının çevresinde görülür.Uyuzun tedavisinde;En etkili yöntem Permetrin krem %5'dir. Uyuz Belirtileri Hakkında Sıkça Sorulan Sorular Uyuzun ilk belirtileri nelerdir?Uyuz hastalığının ilk belirtileri yoğun kaşınma isteği ve deri kıvrımlarında ortaya çıkan küçük kırmızı sivilce benzeri döküntülerdir. Uyuz yumurta bırakıp çoğaldıkça, akarlarının yuvalandığı bölgede deri üstünde tümsekli çizgiler görünür hale gelir.Uyuz hastalığı nasıl yayılır?Uyuz, uzun süren cilt teması ile yayılır. Vücudunda uyuz akarı bulunan bir kişinin kullandığı giysi, çarşaf, yorgan veya havluyu kullanmakta uyuzun yayılmasının yaygın nedenidir.Uyuz kaşıntısına ne iyi gelir?Uyuz hastalığında kaşıntı şiddetini azaltmak için tedavi planı içerisinde antihistaminik alerji hapları, kalamin losyonu gibi reçetesiz cilt kremleri kullanmak kaşıntıyı hafifletmeye yardımcı olabilir.Uyuz hastalığına nasıl yakalanılır?Uyuz hastalığı bir cilt hastalığı olup, ten tene temas uyuz akarının bulaşmasına neden olur. Uyuz böcekleri cildin üst tabakasında yuva yaparak yumurtaları bırakır. Uyuz akarları en hızlı nasıl öldürülür?Vücuda yerleşen uyuz akarları için en yaygın yöntem permetrin kullanımıdır. Uyuz tedavisinde yaygın olan tercih edilen permetrin vücutta yuvalanan akarları ve onların bıraktığı yumurtaları öldürür. Uyuz ve egzama arasındaki fark nedir?Egzamanın ciltte bıraktığı izler kırmızı, mor, kahverengi veya kül grisihalinde olur ve ciltte kuru ve pullu izlere neden olur. Uyuz ise pembe yada kırmızı, sivilce benzeri döküntü ve sıvıyla dolu kabarık şişliklere neden olur.Uyuz ve ürtiker arasındaki fark nasıl anlaşılır?Kurdeşenden farklı olarak, derinin altına yuvalanan akarın neden olduğu uyuz hastalığında kaşıntı ve kırmızı, pembe renkli döküntüler ortaya çıkar, uyuz ısırıklarının ciltteki reaksiyonu deri kıvrımları olan parmak aralarında, bileklerde, dirseklerde ve diz üstünde ve cinsel organ çevresinde görülür.Kaşıntılarımın uyuz olup olmadığını nasıl anlarım?Uyuz hastalığında yoğun kaşıntı ana semptomdur. Cilt kıvrımlarında görülen yayılmış biçimde küçük kırmızı, inişli çıkışlı döküntüler söz konusudur. Kaşıntı yoksa uyuz hastalığı değildir.Vücutta uyuz varlığı nasıl anlaşılır?Uyuzun tanıyı kolaylaştıran belirtileri yoğun kaşıntı(geceleri daha da şiddetlenir) ve sivilce benzeri deri döküntüleridir. Bu belirtilere sahipseniz tanı ve tedavi için bir cildiye doktoruna görünmeniz gerekmektedir:Uyuz hastalığı kendiliğinden geçer mi?Hayır, uyuz hastalığı kendiliğinden geçmez veya iyileşmez. Tedavi edilmediğinde kaşıntıya bağlı deri yüzeyinde oluşan yaralar sebebi ile bakteriyel enfeksiyonlar da meydana gelebilir. Bu nedenle uyuz hastalığı varsa mutlaka uzman bir hekime görünülmelidir.Uyuz ilk nerede başlar?Halk arasında uyuz böceği olarak bilinen sarcoptes scabiei von hominis akarı, cildin üst kısmında görünerek uyuz hastalığını ortaya çıkarır. Akar ciltte daha da ilerleyerek kaşıntıya neden olmaya başlar. Tedavi edilmediği takdirde kaşıntılar döküntü ve yara oluşumuna yol açar.Uyuz hastalığı belirtileri ne kadar sürede ortaya çıkar?Uyuz paraziti sağlıklı insana bulaştığında deri altına girerek tüneller açar ve hızla üremeye başlar. Eğer kişi ilk kez uyuz hastalığına yakalanmışsa semptomlar kendini 2-6 hafta arasında göstermeye başlar ancak daha önce uyuz hastalığı geçiren kişiler uyuz belirtilerini genellikle 1-4 gün içinde yaşamaya başlar.Uyuz bulaşıcı mı?Uyuz hastalığı son derece bulaşıcı bir hastalıktır. Hastalığın bulaşma şekli yakın temas şeklinde olabileceği gibi ortak kullanılan yatak, çarşaf, havlu ve kıyafetler de hastalığı bulaştırabilir. Bunun nedeni ise akarın insan vücudu dışında 1-2 gün kadar yaşayabilmesidir.Uyuz geçtikten sonra kaşıntı ne kadar sürer?Uyuzda antiparaziter tedavi ile uyuz böcekleri (akarlar) ve yumurtaları gitse de kaşıntı hemen kesilmez. Derideki duyarlanma (alerji) bir süre daha devam eder ve kaşıntıların tamamen geçmesi 2-4 haftayı bulabilir.Uyuz hastalığı hayvanlardan bulaşır mı? Evcil hayvanlar da uyuz olabilir. Ancak hayvanlarda gözlenen uyuz akarı türü ile insan uyuz akarı farklıdır. Dolayısı ile hayvandan insana uyuz geçse de kısa süreli kaşıntı dışında herhangi bir parazit enfeksiyonuna yol açmaz.Uyuz tedavisinde eşyalar kaç derecede yıkanmalı? Uyuz tedavi sürecinde son bir hafta içerisinde kullanılmış tüm kıyafet, çamaşır ve yatak takımlarının en az 60 derecede yıkanması ve ütülenmesi gereklidir. Yıkanamayacak eşyaların ağzı bağlı şekilde hava almadan 7 gün saklanması yeterli olur.Uyuz vücutta nasıl yaşar?Uyuz böceğinin yaşam döngüsü erkek ve dişi parazitin çiftleşmesi ile başlar. Çiftleşme sonrası erkek uyuz böceği ölür, dişi uyuz böcekleri ortalama 4-6 hafta yaşarlar. Dişi böcek (sarkopt) 30 dakikada tünel açabilir. Dişiler deri altında kazdıkları tünellere her gün 2-4 yumurta bırakırlar. Yumurtalardan 2-4 gün sonra larvalar çıkar ve 10-14 gün sonra erişkin parazit gelişir. Dişi sarkopt canlı deride dakikada 2,5 cm yol kat edebilir. Uyuz böceği zıplayamaz veya uçamaz. Uyuzlu bir kişide normalde 10-12 uyuz böceği bulunur. Çocuklarda ortalama 20 uyuz böceği bulunur ve daha çok el ve ayak gibi bölgelerde yerleşim gösterir. Ama bağışıklık sistemi zayıf kişilerde, kortizon tedavisi görenlerde ve kabuklu uyuzu olanlarda milyonlarca uyuz böceği görülebilir. Her yaşta görülebilir. Sosyoekonomik düzeyi düşük ve hijyen koşullarının iyi olmadığı topluluklarda daha sık gözlenir.Uyuz hastalığı için hangi doktora gidilir?Uyuz hastalığının tedavisi için hastanelerin Deri ve Zührevi Hastalıkları (Dermatoloji) hastalıklar bölümünden randevu alınması gereklidir.Uyuz en hızlı nasıl iyileşir?Uyuz tedavisinde tercih edilen ilaç permetrin kremdir. Permetrin uyuz akarlarını ve yumurtalarını öldürmeye yardım eder.Uyuz yataktan bulaşır mı?Uyuz, doğrudan cilt teması yolu ile yayılan bir hastalıktır. Uyuz akarları gözle görülemediği için yatakta olup olmadığını göremezsiniz ancak evet yataklar kontamine olabilir. Sadece yataktan değil, kontamine olmuş herhangi bir nesneden de bulaşabilir. Uyuz saçta yaşar mı?Uyuz daha çok vücutta görülür. Saçta uyuz varlığı genelde olmaz. Uyuz kaşıntısı şiddetlidir ve genellikle geceleri daha da kötüleşir. Saçınızda rahatsız edici bir kaşıntı varsa bunun nedeni BİT olabilir.Uyuz kaşıntısı hangi durumlarda şiddetlenir?Uyuz kaşıntısı genellikle geceleri veya sıcak bir banyo veya duştan sonra daha da kötüleşir. Uyuz vücutta nasıl görünür?Uyuz cilt altında yoğun kaşıntının yaşandığı sivilce, böcek ısırığı, kurdeşen gibi görünebilen küçük, kırmızı şişlikler ve döküntü olarak kendini belli eder.Uyuz ne kadar sürede geçer?Doğru ve eksiksiz tedavi yöntemi uygulandığında vücutta yuvalanan akarların ve bıraktığı yumurtaların tamamen ölmesi 4 haftaya kadar sürebilir. 1 ayı geçtiği halde semptomlar hala yok olmadıysa vücutta hala akar böceği bulunuyor olabilir.Uyuz olan bir kişi uyuzu nasıl bulaştırabilir?Uyuz böceği yuvalandığı bir vücuttan bir başka vücuda uzun süreli ve cilt teması yolu ile ile yayılır.Uyuz böceği çıplak gözle görülebilir mi?Uyuz böcekleri çıplak gözle görülemeyecek kadar küçüktür. Uyuz böcekleri cilt yüzeyinde tüneller kazar ve bu tünellere yumurtalar bırakır. Bu duruma karşı cildin gösterdiği alerjik reaksiyon sonucu ciltte kaşıntı başlar ve vücutta uyuz varlığı bu şekilde fark edilebilir. 
15,321
677
Hastalıklar
Üreter Taşı
Böbreklerde oluştuktan sonra idrar kanalına düşen üreter taşları, dayanılmaz bir ağrıya neden olarak yaşam kalitesini olumsuz etkiliyor. Farklı nedenlerle oluşan üreter taşları; cinsine, büyüklüğüne ve bulunduğu yere göre farklı yöntemlerle tedavi edilebiliyor. Memorial Kayseri Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Doç. Dr. Bülent Altunoluk, üreter taşlarıyla ilgili bilgi verdi.Böbreklerde oluştuktan sonra idrar kanalına düşen üreter taşları, dayanılmaz bir ağrıya neden olarak yaşam kalitesini olumsuz etkiliyor. Farklı nedenlerle oluşan üreter taşları; cinsine, büyüklüğüne ve bulunduğu yere göre farklı yöntemlerle tedavi edilebiliyor. Memorial Kayseri Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Doç. Dr. Bülent Altunoluk, üreter taşlarıyla ilgili bilgi verdi. Üreter taşı nedir?Böbrekte üretilen idrarı mesaneye taşıyan ve boşaltım sırasında idrarın dışarı atılmasına yardımcı olan idrar borusuna üreter denilmektedir. Kanın temizlenmesi sürecinde mineral ve tuzlardan oluşan sert tortular, vücut dışına atılamadığı için böbrek taşlarına neden olmaktadır. Böbrek taşları genelde sağ ve sol üretere düştüklerinde fark edilmekte, tıkayıcı etkileri nedeniyle sorun haline gelmektedir. Yani böbreklerde oluşan ve üretere düşerek rahatsızlığa neden olan taşlar, üreter taşı olarak adlandırılır. İdrar yolunun bazı noktaları normalden daha dardır. Bu dar noktalar; üreterin böbrek ile birleştiği, orta bölümde damarları çaprazladığı ve üreterin mesaneye giriş yaptığı yerlerdir. Böbreklerden çıkan taşlar bu dar noktalarda üreterin tıkanmasına neden olabilir. Bu darlık noktalarında sıkışan taşlar bazı durumlarda kendiliğinden düşebilecek kadar küçükken, bazı durumlarda müdahale olmadığı sürece düşmeyip tıkanıklığa neden olacak kadar büyük boyutlu olabilir.Üreter taşı neden olur?İdrardaki mineral ve tuz seviyelerinin yükselmesi, üriter taşlarına neden olmaktadır. Yer değiştirme sırasında bu taşlar idrar borusuna düşerek ve orada birikerek üreter taşı oluşturur. Yeteri kadar sıvı alınamaması, üreter taşlarının oluşmasında önemli bir etkendir. Vücudun ihtiyacı olan yeterli miktardaki suyun alınmaması, idrarla atılan maddelerin birikmesine neden olmaktadır. Bunlar da idrardaki yoğunluğu artırarak taş oluşumunu tetiklemektedir. Ayrıca aşırı miktarda terleyen kişiler ve sıcak iklim kuşaklarında yaşayanlar risk grubu içerisindedir. Bazı hastalıklar ve sorunlar nedeniyle idrarında sistin, oksalat, ürik asit veya kalsiyum oranı yüksek olanlarda üreter taşı oluşma riski yüksektir. Beslenme üreter taşlarının oluşmasında etkilidir. Sodyum, protein ve şeker oranı yüksek besinlerin tüketilmesi, taş oluşumuna neden olabilmektedir. Yüksek oranda tuz tüketimi böbreklerden atılan kalsiyumu artırdığı için, böbrek taşı oluşumuna zemin hazırlamaktadır.Üreter taşı kimlerde olur?Yapılan araştırmalarda toplumda her 10 kişiden 1’indi herhangi bir aşamada taş oluştuğu belirlenmiştir. En çok 30 ile 50 yaş arasında taş oluşma ihtimali artmaktadır. Yenidoğan dönemi dahil bebeklerde, çocuklarda, gençlerde, yaşlılarda yani her yaşta üreter taşı görülebilmektedir. Yapılan araştırmalarda kadınlara oranla erkeklerde daha çok üreter taşı oluştuğu belirlenmiştir. Erkeklerde, kadınlara oranla 3 kat daha fazla üreter taşı görülmektedir. Bu fark son yıllarda yaşam tarzı ve beslenme alışkanlıklarındaki değişiklikler nedeniyle azalmaktadır. Ailesinde üreter taşı olanlarda taş düşürme oranı yüksektir. Genetik nedenler taş oluşumunda önemli bir nedendir. Kronik idrar yolu enfeksiyonu, Crohn hastalığı ve renal tübüler asidoz hastalığı gibi sorunlar üreter taşlarına neden olabilmektedir. Obez ve aşırı kilolularda üreter taşlarının oluşma oranı yüksektir. Uzun süre kalsiyum takviyesi alanlar ile yüksek miktarda D vitamini kullanmak üreter taşlarının oluşmasını tetiklemektedir.Üreter taşının belirtileri nelerdir?Taşlar genelde idrar yoluna düştüklerinde belirti vermektedir. Taşlar üreteri tıkayarak idrar geçişini engelledikleri aşamada şiddetli ağrı başlamaktadır.   Taşın en önemli belirtisi şiddetli ağrıdır. Ağrı böbreklerde, sırtta, kaburgaların altında, kasıklarda ve karnın altında yoğun bir şekilde hissedilmektedir. Özellikle idrar yaparken seviyesi artan ağrı belirleyici bir belirtidir. Ağrı seviyesinde dalgalanmalar olabilmektedir. Mide bulantısı ve kusma önemli bir belirtidir.  İdrar rengi ve kokusu değişebilmektedir. Sürekli olarak idrar olmadığı halde tuvalete gitme hissi ile her defasında az miktarda çıkan idrar belirtiler arasındadır. İdrar yaparken oluşan yanma hissi oluşmaktadır.Üreter taşının çeşitleri nelerdir?Üreter taşları gibi taşın yapısına göre çeşitlendirilir. Üreter taşlarının yaklaşık olarak % 75’i kalsiyum oksalat taşlarıdır. Çok nadir de olsa fosfat ve ürik asit taşları da görülmektedir. Ayrıca üreter taşları kanalda bulunduğu yere göre üst uç, orta kesim ve alt uç taşları olarak sınıflandırılabilir.Üreter taşının teşhisi nasıl yapılır?Üreter taşının teşhisinde ilk aşama hastanın şikayetlerinin dinlenmesidir. Ardından fiziksel muayene yapılır. Fiziksel muayene sırasında karın ve böbreklerin bulunduğu bölgelere elle vurulduğunda hissedilen ağrı taşın varlığına işaret eder. Özellikle taşın bulunduğu tarafta şiddetli ve keskin bir ağrı vardır. İdrar ve kan tahlili gibi laboratuvar testleri de teşhis için kullanılan yöntemler arasındadır. Özellikle idrar tahlili sonucunda idrarda kanama görülmesi üreter taşının varlığından şüphelenilmesine neden olmaktadır. Kesin tanı için yararlanılan görüntüleme yöntemleri hem teşhis hem de taşın büyüklüğü ve yerinin belirlenmesi amacıyla kullanılmaktadır. Röntgen grafisi düşük oranda taşların durumu hakkında bilgi verebilmektedir. Ultrasonografi ise sadece idrar yolunun alt ve üst bölgelerinin görüntülenmesinde etkili olurken, orta üreter hakkında net görüntü veremeyebilir. Bu amaçla son yıllarda ilaçsız olarak çekilen Bilgisayarlı Tomografi (BT) incelemesiyle en net sonuç alınmaktadır.Üreter taşının tedavisi nasıl yapılır?Üreter taşının tedavisi taşların kanaldaki yeri, sayısı ve boyutlarına göre değişiklik gösterebilir. Genel olarak 5 milimetrenin altındaki taşlar kendiliğinden düşer. Bütün taşlar için tedaviye gerek yoktur. Eğer taş, rahatsızlığa neden oluyorsa ve doğal yollarla düşmüyorsa tedavi süreci başlar. Üreter taşının tedavisi için şok dalgaları ile taş kırma (ESWL) ve endoskopik üreter taşı tedavisi (URS) yapılabilir. Hangi tedavinin uygun olduğu birçok faktöre bağlıdır. ESWL yönteminde dışarıdan ses ya da şok dalgaları verilerek taşın kırılması hedeflenir. ESWL uygulamasında üreter taşlarının boyutları ve yeri büyük önem taşır. Böbrek çıkış noktasının yakınında ve üst kısımda bulunan taşlarda bu yöntemin başarılı sonuçlar vermektedir. Mesanenin yakınında ve üreterin alt ucunda yer alan taşlar için genellikle endoskopik cerrahi yöntemine başvurulur. Üreteroskopik litotripsi ya da kapalı üreter taşı ameliyatı olarak da bilinen yöntem, optik kamera yardımıyla idrar kanalına girerek hem taşın görüntülenmesi hem de aynı anda kırılarak temizlenmesi işlemini içeren cerrahi bir tedavi yöntemidir.Üreter taşı hakkında sık sorulan sorularÜreter taşının olduğu nasıl anlaşılır?Eğer hasta daha önceden taş düşürmüşse, ortaya çıkan belirtilerden yine taş düşürdüğünden şüphelenebilir. Daha önce taş öyküsü yoksa yukarda bahsedilen belirtiler varsa üriner sistem taş hastalığından şüphelenmek gerekir.Üreter taşı nasıl düşürülür?Üreter kanaldaki 5 milimetrenin altındaki taşlar kendiliğinden düşebilmektedir. Bol su ve hareket, taşların düşmesine yardımcı olur. Üreter kanalları genişletici ilaçlar sayesinde de taş düşürmek mümkündür. Ancak 5 milimetrenin üstündeki taşlar operasyon yolu ile alınmaktadır.Üreter taşının bitkisel tedavisi var mı?Üreter taşlarının düşmesini kolaylaştıran çeşitli bitkisel tedaviler bulunabilmektedir. Hangisinin uygun olduğunun belirlenmesi için uzman hekime danışılması gerekir.Üreter taşı alınmazsa sorun olur mu?Üreter taşının düşmemesi ya da alınmaması sonrası böbrekte oluşan geçici tıkanıklık kalıcı hale gelip geri dönüşü olmayan böbrek hasarına ve böbrek yetmezliğine neden olabilir. O yüzden eğer üreter taşı kanalı tam tıkayıp idrar akımını engelliyorsa taşa en kısa zamanda müdahale edilmesi gerekmektedir. Taşın düşmesi beklenecekse böbrek fonksiyonları yakın takip edilmeli ve ultrasonografi ile böbrekte şişlik olup olmadığı ya da şişliğin artıp artmadığı gözlenmelidir.Üreter taşı hamilelerde olursa ne olur?Gebenin daha önce taş öyküsü varsa tekrar taş olabileceğinden şüphelenilmelidir. Genellikle gebeliğin sonlarında oluşan taşlar sorun olmaktadır. Gebelik nedeniyle radyasyon içeren görüntüleme teknikleri kullanılamayacağı için sadece USG ile böbreğin şişip şişmediği takip edilmelidir. Anne adayının ağrıları, böbrekteki şişlik oranı yakından takip edilmelidir. Ağrılarında artış varsa ya da böbrekte şişlik artıyorsa üreter taşı düşünülerek endoskopik işlem yapılmalıdır.Üreter taşı çocuklarda olur mu?Üriner sistem taşları 10 yaşın altında erkeklerde, 10 yaşın üzerinde ise kızlarda daha sık görülmektedir. Ailede taş öyküsünün varlığı önemlidir. Çocuklarda taş hastalığının tedavisi erişkinlerdekine benzer şekilde yapılmaktadır. Sadece endoskopik işlemlerde kullanılan enstrümanlar daha küçük boyuttadır.Üreter taşının düştüğünü nasıl anlarız?Ağrılar bir anda kesildiyse, idrar yaparken bir parçanın çıktığı hissedilirse ve uzun süredir ağrı olmuyorsa böbrek taşının düştüğü sonucuna varılır.Üreter taşına hangi durumlarda müdahale gereklidir?Üreter taşı idrar yolundan geçemeyecek kadar büyükse, ilaç tedavisi görülmesine ve yeterince beklenilmesine rağmen ağrı devam ediyorsa ve taş üreterden mesaneye doğru ilerlemiyorsa, böbrek fonksiyonları bozulmuşsa, üre değeri yükselmişse müdahale kesinlikle gereklidir.Kanala düşen böbrek taşı kaç günde düşer?Üreterde doğuştan gelen veya sonradan oluşan darlık ile açılanma gibi anatomik bozukluk yoksa ortalama 5 milimetreden küçük taşlar kendiliğinden düşebilmektedir. Ancak kaç günde düşeceği konusunda net bir bilgi verilmez. Üreter taşı nedir?Böbrekte üretilen idrarı mesaneye taşıyan ve boşaltım sırasında idrarın dışarı atılmasına yardımcı olan idrar borusuna üreter denilmektedir. Kanın temizlenmesi sürecinde mineral ve tuzlardan oluşan sert tortular, vücut dışına atılamadığı için böbrek taşlarına neden olmaktadır. Böbrek taşları genelde sağ ve sol üretere düştüklerinde fark edilmekte, tıkayıcı etkileri nedeniyle sorun haline gelmektedir. Yani böbreklerde oluşan ve üretere düşerek rahatsızlığa neden olan taşlar, üreter taşı olarak adlandırılır. İdrar yolunun bazı noktaları normalden daha dardır. Bu dar noktalar; üreterin böbrek ile birleştiği, orta bölümde damarları çaprazladığı ve üreterin mesaneye giriş yaptığı yerlerdir. Böbreklerden çıkan taşlar bu dar noktalarda üreterin tıkanmasına neden olabilir. Bu darlık noktalarında sıkışan taşlar bazı durumlarda kendiliğinden düşebilecek kadar küçükken, bazı durumlarda müdahale olmadığı sürece düşmeyip tıkanıklığa neden olacak kadar büyük boyutlu olabilir.Üreter taşı neden olur?İdrardaki mineral ve tuz seviyelerinin yükselmesi, üriter taşlarına neden olmaktadır. Yer değiştirme sırasında bu taşlar idrar borusuna düşerek ve orada birikerek üreter taşı oluşturur.Üreter taşı kimlerde olur?Yapılan araştırmalarda toplumda her 10 kişiden 1’indi herhangi bir aşamada taş oluştuğu belirlenmiştir. En çok 30 ile 50 yaş arasında taş oluşma ihtimali artmaktadır. Yenidoğan dönemi dahil bebeklerde, çocuklarda, gençlerde, yaşlılarda yani her yaşta üreter taşı görülebilmektedir. Üreter taşının belirtileri nelerdir?Taşlar genelde idrar yoluna düştüklerinde belirti vermektedir. Taşlar üreteri tıkayarak idrar geçişini engelledikleri aşamada şiddetli ağrı başlamaktadır.  Üreter taşının çeşitleri nelerdir?Üreter taşları gibi taşın yapısına göre çeşitlendirilir. Üreter taşlarının yaklaşık olarak % 75’i kalsiyum oksalat taşlarıdır. Çok nadir de olsa fosfat ve ürik asit taşları da görülmektedir. Ayrıca üreter taşları kanalda bulunduğu yere göre üst uç, orta kesim ve alt uç taşları olarak sınıflandırılabilir.Üreter taşının teşhisi nasıl yapılır?Üreter taşının teşhisinde ilk aşama hastanın şikayetlerinin dinlenmesidir. Ardından fiziksel muayene yapılır. Fiziksel muayene sırasında karın ve böbreklerin bulunduğu bölgelere elle vurulduğunda hissedilen ağrı taşın varlığına işaret eder. Özellikle taşın bulunduğu tarafta şiddetli ve keskin bir ağrı vardır. İdrar ve kan tahlili gibi laboratuvar testleri de teşhis için kullanılan yöntemler arasındadır. Özellikle idrar tahlili sonucunda idrarda kanama görülmesi üreter taşının varlığından şüphelenilmesine neden olmaktadır. Kesin tanı için yararlanılan görüntüleme yöntemleri hem teşhis hem de taşın büyüklüğü ve yerinin belirlenmesi amacıyla kullanılmaktadır. Röntgen grafisi düşük oranda taşların durumu hakkında bilgi verebilmektedir. Ultrasonografi ise sadece idrar yolunun alt ve üst bölgelerinin görüntülenmesinde etkili olurken, orta üreter hakkında net görüntü veremeyebilir. Bu amaçla son yıllarda ilaçsız olarak çekilen Bilgisayarlı Tomografi (BT) incelemesiyle en net sonuç alınmaktadır.Üreter taşının tedavisi nasıl yapılır?Üreter taşının tedavisi taşların kanaldaki yeri, sayısı ve boyutlarına göre değişiklik gösterebilir. Genel olarak 5 milimetrenin altındaki taşlar kendiliğinden düşer. Bütün taşlar için tedaviye gerek yoktur. Eğer taş, rahatsızlığa neden oluyorsa ve doğal yollarla düşmüyorsa tedavi süreci başlar.Üreter taşı hakkında sık sorulan sorularÜreter taşının olduğu nasıl anlaşılır?Eğer hasta daha önceden taş düşürmüşse, ortaya çıkan belirtilerden yine taş düşürdüğünden şüphelenebilir. Daha önce taş öyküsü yoksa yukarda bahsedilen belirtiler varsa üriner sistem taş hastalığından şüphelenmek gerekir.Üreter taşı nasıl düşürülür?Üreter kanaldaki 5 milimetrenin altındaki taşlar kendiliğinden düşebilmektedir. Bol su ve hareket, taşların düşmesine yardımcı olur. Üreter kanalları genişletici ilaçlar sayesinde de taş düşürmek mümkündür. Ancak 5 milimetrenin üstündeki taşlar operasyon yolu ile alınmaktadır.Üreter taşının bitkisel tedavisi var mı?Üreter taşlarının düşmesini kolaylaştıran çeşitli bitkisel tedaviler bulunabilmektedir. Hangisinin uygun olduğunun belirlenmesi için uzman hekime danışılması gerekir.Üreter taşı alınmazsa sorun olur mu?Üreter taşının düşmemesi ya da alınmaması sonrası böbrekte oluşan geçici tıkanıklık kalıcı hale gelip geri dönüşü olmayan böbrek hasarına ve böbrek yetmezliğine neden olabilir. O yüzden eğer üreter taşı kanalı tam tıkayıp idrar akımını engelliyorsa taşa en kısa zamanda müdahale edilmesi gerekmektedir. Taşın düşmesi beklenecekse böbrek fonksiyonları yakın takip edilmeli ve ultrasonografi ile böbrekte şişlik olup olmadığı ya da şişliğin artıp artmadığı gözlenmelidir.Üreter taşı hamilelerde olursa ne olur?Gebenin daha önce taş öyküsü varsa tekrar taş olabileceğinden şüphelenilmelidir. Genellikle gebeliğin sonlarında oluşan taşlar sorun olmaktadır. Gebelik nedeniyle radyasyon içeren görüntüleme teknikleri kullanılamayacağı için sadece USG ile böbreğin şişip şişmediği takip edilmelidir. Anne adayının ağrıları, böbrekteki şişlik oranı yakından takip edilmelidir. Ağrılarında artış varsa ya da böbrekte şişlik artıyorsa üreter taşı düşünülerek endoskopik işlem yapılmalıdır.Üreter taşı çocuklarda olur mu?Üriner sistem taşları 10 yaşın altında erkeklerde, 10 yaşın üzerinde ise kızlarda daha sık görülmektedir. Ailede taş öyküsünün varlığı önemlidir. Çocuklarda taş hastalığının tedavisi erişkinlerdekine benzer şekilde yapılmaktadır. Sadece endoskopik işlemlerde kullanılan enstrümanlar daha küçük boyuttadır.Üreter taşının düştüğünü nasıl anlarız?Ağrılar bir anda kesildiyse, idrar yaparken bir parçanın çıktığı hissedilirse ve uzun süredir ağrı olmuyorsa böbrek taşının düştüğü sonucuna varılır.Üreter taşına hangi durumlarda müdahale gereklidir?Üreter taşı idrar yolundan geçemeyecek kadar büyükse, ilaç tedavisi görülmesine ve yeterince beklenilmesine rağmen ağrı devam ediyorsa ve taş üreterden mesaneye doğru ilerlemiyorsa, böbrek fonksiyonları bozulmuşsa, üre değeri yükselmişse müdahale kesinlikle gereklidir.Kanala düşen böbrek taşı kaç günde düşer?
6,395
678
Hastalıklar
Üretra Kanseri
Üretra kanseri, üretranın dokularında kanserli hücrelerin oluştuğu, ürolojik kanserler içinde en nadir görülen kanser türüdür. Erkeklerde kadınlara göre daha sık görülmekle birlikte, özellikle ileri yaş (60 yaş üstü) ve mesane kanseri öyküsü olan kişilerde gelişme riski daha yüksek olan bir kanserdir. Sık idrar yolu enfeksiyonu ve HPV (insan papilloma virüsü) gibi cinsel yolla bulaşan bazı hastalıklar da üretrada kronik iltihaplanmaya neden olarak kanser riskini artıran faktörlerdir. Hiçbir belirti vermeden ilerleyebilen üretra kanseri belirtileri idrarda kan, sık, zayıf ya da kesintili idrar yapma, üretradan akıntı veya üretranın etrafında yani kasık tarafında gelişen lenf nodu şişlikleridir. Üratra kanseri erken teşhis edilerek tedavi edilmediği takdirde hayati riske neden olabiliyor.Üretra kanseri, üretranın dokularında kanserli hücrelerin oluştuğu, ürolojik kanserler içinde en nadir görülen kanser türüdür. Erkeklerde kadınlara göre daha sık görülmekle birlikte, özellikle ileri yaş (60 yaş üstü) ve mesane kanseri öyküsü olan kişilerde gelişme riski daha yüksek olan bir kanserdir. Sık idrar yolu enfeksiyonu ve HPV (insan papilloma virüsü) gibi cinsel yolla bulaşan bazı hastalıklar da üretrada kronik iltihaplanmaya neden olarak kanser riskini artıran faktörlerdir. Hiçbir belirti vermeden ilerleyebilen üretra kanseri belirtileri idrarda kan, sık, zayıf ya da kesintili idrar yapma, üretradan akıntı veya üretranın etrafında yani kasık tarafında gelişen lenf nodu şişlikleridir. Üratra kanseri erken teşhis edilerek tedavi edilmediği takdirde hayati riske neden olabiliyor. Üretra Nedir?Üretra, mesanede depolanan idrarı vücudun dışına atan içi boş bir tüptür. Üretra, erkeklerde 8 inç uzunluğundadır ve mesaneden prostat yoluyla penisin ucuna kadar uzanır. Kadınlarda ise 1,5 inç uzunluğunda olan üretra, vajinanın hemen üstünde bulunur.  Üretra Kanseri Nedir?Üratra kanseri, idrarı mesaneden vücudun dışına taşıyan dar bir tüp olan üretrayı kaplayan dokulardaki kanserli (malign) hücrelerin çoğaldığı, üratrada gelişen bir kanser türüdür. Tüm ürolojik kanserler içinde en nadir görülen bir kanserdir.Üretna Kanseri Neden Olur?Üretra kanserinin sağlıklı hücrelerin kontrolsüz bir şekilde büyümeye başlaması ve bu hücrelerin bir araya toplanarak tümör oluşturmasıyla meydana gelir ancak bu hücrelerin neden hızla büyüyerek üretra kanserine neden olduğu henüz kesin olarak bilinmemektedir.Üretra kanseri hastaları üzerinde uzun zamandır yapılan araştırmalarda üretra kanserine neden olduğu düşünülen faktörler şunlardır: 60 yaş üstünde olanlar genç yaştakilere göre daha çok üretra kanseri riski taşır. Mesane kanseri hikayesi olan hastalarda üretra kanseri riski yüksektir. Ayrıca mesane kanseri tedavisi görenlerde mesane alınsa bile sonradan üretra kanseri gelişebilir. HPV (insan papilloma virüsü) gibi cinsel yolla bulaşan hastalıklar üratra kanseri riskini artırabilir. Sık idrar yolu enfeksiyonu geçirenlerde üretra kanseri riski daha yüksektir. Üretada kronik iltihaplanmalar üratra kanserine neden olabilir. Üratdaki darlık erkeklerde kronik şişme ve iltihaplanmaya neden olabileceği için üretra kanser riskini artırabilir. Üretradaki kitle kadınlarda üretra kanser riskleri artırabilir. Siyahi insanlarda üretra kanseri riski beyaz ırka göre iki kat daha fazladır.Üretra Kanseri Belirtileri Nelerdir?Tümörler büyüdükçe ortaya çıkan üretra kanseri belirtileri, geceleri daha sık idrara çıkma, idrar akışını başlatmada zorlanma, zayıf veya kesikli şekilde idrar çıkışı, idrar kaçırma, üretradan akıntı, üretrada kanama, idrarda kan ile kasık bölgesinde ağrısız şişlik veya kitle gelişmesidir. İdrardan kan gelmesi Üratradan akıntı veya kanama Sık idrara çıkma ve idrarın tamamını yapmadan idrara çıkma isteği İdrar yaparken sorun yaşamak İdrar yaparken ağrı veya düşük akış İdrar kaçırma Kasıkta büyüyen lenf bezleri Cinsel organ ile anüs arasındaki bölgede yumru veya büyümeYukarıdaki belirtilerin çoğu başka bir hastalıktan da kaynaklanabilir. Ancak bu belirtiler ihmal edilmeden bu alanda deneyimli bir üroloji uzmanına başvurularak kanser olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Çünkü üretra kanseri erken teşhisle tedavi edilmediği takdirde hayati risklere neden olabilmektedir.  Üretra Kanseri Nasıl Teşhis Edilir?Üretra kanseri belirtileri çoğu zaman başka hastalıkların belirtileri ile benzerlik gösterdiği için hastalar çoğu zaman farklı hastalıklarla ilgili tedavi görmektedir. Bu tedaviler idrar yolu enfeksiyonları veya erkeklerde iyi huylu prostat hiperplazisi olabilmektedir. Bu tedavilerden sonuç alınamayan hastalar detaylı bir şekilde muayene edilmelidir. Hastanın doktora başvurma nedenleri, risk faktörleri ve ailede hastalık geçmişi hakkında bilgiler edinildikten sonra hasta fiziki olarak muayene edilmektedir. Erkeklere dijital rektal muayene, kadınlara pelvik muayene yapılarak üretra çevresindeki tümörler hakkında bilgi sahibi olunmaktadır. Ayrıca kesin tanı için doktorunuz şu test ve işlemlerin yapılmasını isteyebilir: İdrar testi Kan testi Ultrason Endoskopik muayene (sistoskopi veya üreteroskopi) CT tarama BiyopsiÇoğu kanser türünde olduğu gibi üretra kanserinin de kesin tanısı için en önemli tetkik biyopsidir. Kesin olarak üretra kanseri teşhisi konduktan sonra kanser hakkında daha fazla bilgi edinmek için başka testlerde yapılabilmektedir. Bu testlerle kanserin evresi, kanserin ne kadar yayıldığı (metastaz yaptığı) belirlenmektedir. Üretra kanseri tamamen evrelendirildikten sonra, doktoru hasta ile tedavi planlaması yaparak en kısa zamanda tedavi sürecini başlatmaktadır.Üretra Kanseri Tedavisi Nasıl Yapılır?Üretra kanseri tedavisi seçenekleri sahip olduğunuz üretra kanserin tipine, üretrada nerede olduğuna, cinsiyetinize, test sonuçlarınıza ve kanserin evresine göre planlanmaktadır. Üretra kanserinde uygulanan tedavi yöntemleri tümörlü dokunun üretra içinden temizlendiği cerrahi tedavi, radyasyon tedavisi, kemoterapi, gözetim ve tedavi sonrası takiptir.Cerrahi tedaviÜretra kanserinin en yaygın tedavisi ameliyattır. Kanserli tümör, ameliyat ile üratranın içinden veya dışından temizlenmektedir. Ayrıca cerrahi yöntemle üretra etrafındaki kanserden etkilenen lenf düğümleri temizlenmektedir.Radyasyon tedavisiRadyasyon tedavisi ile yoğun enerji ışınlarıyla kanser hücreleri yok edilir. Üretra kanserinde radyasyon genellikle cerrahi veya kemoterapi ile birlikte kullanılmaktadır.KemoterapiÜratra kanser tümörlerini önleyici ilaçlar, ameliyat öncesi tümörü küçültmek hastalığın nüksetmesini önlemek için de ameliyattan sonra kullanılmaktadır.GözetimÜretral kanser tedavisinde bazı durumlarda hasta sadece gözetim altında tutulmaktadır. Bu durum kanserin hemen tedavi edilmediği anlamına gelmektedir. Yani tümör hastada herhangi bir soruna yol açmıyorsa, büyüme veya yayılma eğilimi göstermiyorsa hasta doktoru tarafından düzenli olarak muayene ve testler ile gözetim altında tutulmaktadır. Tümörün büyümeye başlaması ya da yayılma eğilimine girmesinin tespit edilmesi durumunda hastaya diğer tedavi seçenekleri uygulanmaktadır.Tedavi sonra takipÜretra kanseri tedavisi ile tümörü tamamen çıkarılabilir. Ancak bu durum kanserin nüksetme olasılığını ortadan kaldırmamaktadır. Bu nedenle kanserin tekrarlama riskini erken yakalamak ve olası yayılmayı önlemek hasta doktoru tarafından mutlaka kontrol altında tutulmalıdır.Üretna Kanseri ile İlgili Sık Sorulan SorularÜretra kanseri tedavisinin yan etkileri nelerdir? Üretra kanseri tedavi sürecinde hastanın gördüğü kemoterapi ve diğer ilaç tedavileri dolayısıyla saç dökülmeleri, ağız başta olmak üzere vücudun çeşitli yerlerinde yaralar, kusma, iştahsızlık ve gerginlik gibi yan etkiler olabilir.Üretra kanseri ölümcül bir hastalık mıdır?Üretra kanseri, ilk başta hiçbir belirti vermeden ilerleyebilen sinsi bir hastalıktır. Üretra kanseri erken teşhis edildiğinde cerrahi işlem başta olmak üzere kemoterapi ve radyoterapi ile tedavi edilebiliyor.Üretra kanseri nükseder mi?Üretra kanseri tedavi edildikten sonra hastalığın tekrarlama olasılığı, kanserli tümörün ilk veresi ve konumuna bağlıdır. Küçük evreli ve ön üretradaki kanserin tekrarlama riski daha düşüktür.Üretra kanseri erkeklerde mi kadınlarda mı daha sık görülür?Üretra, erkeklerde 8 inç, kadınlarda ise 1,5 inç büyüklüğündedir. Erkeklerde üretra kanseri kadınlardan daha sık görülür. Üretra Nedir?Üretra, mesanede depolanan idrarı vücudun dışına atan içi boş bir tüptür. Üretra, erkeklerde 8 inç uzunluğundadır ve mesaneden prostat yoluyla penisin ucuna kadar uzanır. Kadınlarda ise 1,5 inç uzunluğunda olan üretra, vajinanın hemen üstünde bulunur.  Üretra Kanseri Nedir?Üratra kanseri, idrarı mesaneden vücudun dışına taşıyan dar bir tüp olan üretrayı kaplayan dokulardaki kanserli (malign) hücrelerin çoğaldığı, üratrada gelişen bir kanser türüdür. Tüm ürolojik kanserler içinde en nadir görülen bir kanserdir.Üretna Kanseri Neden Olur?Üretra kanserinin sağlıklı hücrelerin kontrolsüz bir şekilde büyümeye başlaması ve bu hücrelerin bir araya toplanarak tümör oluşturmasıyla meydana gelir ancak bu hücrelerin neden hızla büyüyerek üretra kanserine neden olduğu henüz kesin olarak bilinmemektedir.Üretra kanseri hastaları üzerinde uzun zamandır yapılan araştırmalarda üretra kanserine neden olduğu düşünülen faktörler şunlardır:Üretra Kanseri Belirtileri Nelerdir?Tümörler büyüdükçe ortaya çıkan üretra kanseri belirtileri, geceleri daha sık idrara çıkma, idrar akışını başlatmada zorlanma, zayıf veya kesikli şekilde idrar çıkışı, idrar kaçırma, üretradan akıntı, üretrada kanama, idrarda kan ile kasık bölgesinde ağrısız şişlik veya kitle gelişmesidir.Yukarıdaki belirtilerin çoğu başka bir hastalıktan da kaynaklanabilir. Ancak bu belirtiler ihmal edilmeden bu alanda deneyimli bir üroloji uzmanına başvurularak kanser olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Çünkü üretra kanseri erken teşhisle tedavi edilmediği takdirde hayati risklere neden olabilmektedir.  Üretra Kanseri Nasıl Teşhis Edilir?Üretra kanseri belirtileri çoğu zaman başka hastalıkların belirtileri ile benzerlik gösterdiği için hastalar çoğu zaman farklı hastalıklarla ilgili tedavi görmektedir. Bu tedaviler idrar yolu enfeksiyonları veya erkeklerde iyi huylu prostat hiperplazisi olabilmektedir. Bu tedavilerden sonuç alınamayan hastalar detaylı bir şekilde muayene edilmelidir. Hastanın doktora başvurma nedenleri, risk faktörleri ve ailede hastalık geçmişi hakkında bilgiler edinildikten sonra hasta fiziki olarak muayene edilmektedir. Erkeklere dijital rektal muayene, kadınlara pelvik muayene yapılarak üretra çevresindeki tümörler hakkında bilgi sahibi olunmaktadır. Ayrıca kesin tanı için doktorunuz şu test ve işlemlerin yapılmasını isteyebilir:Çoğu kanser türünde olduğu gibi üretra kanserinin de kesin tanısı için en önemli tetkik biyopsidir. Kesin olarak üretra kanseri teşhisi konduktan sonra kanser hakkında daha fazla bilgi edinmek için başka testlerde yapılabilmektedir. Bu testlerle kanserin evresi, kanserin ne kadar yayıldığı (metastaz yaptığı) belirlenmektedir. Üretra kanseri tamamen evrelendirildikten sonra, doktoru hasta ile tedavi planlaması yaparak en kısa zamanda tedavi sürecini başlatmaktadır.Üretra Kanseri Tedavisi Nasıl Yapılır?Üretra kanseri tedavisi seçenekleri sahip olduğunuz üretra kanserin tipine, üretrada nerede olduğuna, cinsiyetinize, test sonuçlarınıza ve kanserin evresine göre planlanmaktadır. Üretra kanserinde uygulanan tedavi yöntemleri tümörlü dokunun üretra içinden temizlendiği cerrahi tedavi, radyasyon tedavisi, kemoterapi, gözetim ve tedavi sonrası takiptir.Cerrahi tedaviÜretra kanserinin en yaygın tedavisi ameliyattır. Kanserli tümör, ameliyat ile üratranın içinden veya dışından temizlenmektedir. Ayrıca cerrahi yöntemle üretra etrafındaki kanserden etkilenen lenf düğümleri temizlenmektedir.Radyasyon tedavisiRadyasyon tedavisi ile yoğun enerji ışınlarıyla kanser hücreleri yok edilir. Üretra kanserinde radyasyon genellikle cerrahi veya kemoterapi ile birlikte kullanılmaktadır.KemoterapiÜratra kanser tümörlerini önleyici ilaçlar, ameliyat öncesi tümörü küçültmek hastalığın nüksetmesini önlemek için de ameliyattan sonra kullanılmaktadır.GözetimÜretral kanser tedavisinde bazı durumlarda hasta sadece gözetim altında tutulmaktadır. Bu durum kanserin hemen tedavi edilmediği anlamına gelmektedir. Yani tümör hastada herhangi bir soruna yol açmıyorsa, büyüme veya yayılma eğilimi göstermiyorsa hasta doktoru tarafından düzenli olarak muayene ve testler ile gözetim altında tutulmaktadır. Tümörün büyümeye başlaması ya da yayılma eğilimine girmesinin tespit edilmesi durumunda hastaya diğer tedavi seçenekleri uygulanmaktadır.Tedavi sonra takipÜretra kanseri tedavisi ile tümörü tamamen çıkarılabilir. Ancak bu durum kanserin nüksetme olasılığını ortadan kaldırmamaktadır. Bu nedenle kanserin tekrarlama riskini erken yakalamak ve olası yayılmayı önlemek hasta doktoru tarafından mutlaka kontrol altında tutulmalıdır.Üretna Kanseri ile İlgili Sık Sorulan SorularÜretra kanseri tedavisinin yan etkileri nelerdir? Üretra kanseri tedavi sürecinde hastanın gördüğü kemoterapi ve diğer ilaç tedavileri dolayısıyla saç dökülmeleri, ağız başta olmak üzere vücudun çeşitli yerlerinde yaralar, kusma, iştahsızlık ve gerginlik gibi yan etkiler olabilir.Üretra kanseri ölümcül bir hastalık mıdır?Üretra kanseri, ilk başta hiçbir belirti vermeden ilerleyebilen sinsi bir hastalıktır. Üretra kanseri erken teşhis edildiğinde cerrahi işlem başta olmak üzere kemoterapi ve radyoterapi ile tedavi edilebiliyor.Üretra kanseri nükseder mi?Üretra kanseri tedavi edildikten sonra hastalığın tekrarlama olasılığı, kanserli tümörün ilk veresi ve konumuna bağlıdır. Küçük evreli ve ön üretradaki kanserin tekrarlama riski daha düşüktür.Üretra kanseri erkeklerde mi kadınlarda mı daha sık görülür?Üretra, erkeklerde 8 inç, kadınlarda ise 1,5 inç büyüklüğündedir. Erkeklerde üretra kanseri kadınlardan daha sık görülür.
5,219
679
Hastalıklar
Üveit
Üveit, gözlerde şişlik, kırmızılık ve iltihap meydana getirerek ağrılara neden olur. Bazı durumlar üveit riskini artırarak, bilinmeyen bir sebep olmadan görülebilir. Tedavi yöntemleri sayesinde bu süreç geçirilebilir ve görme kaybının önüne geçilir. Bazı üveit çeşitleri tedavi sonrasında da tekrar oluşabilmektedir. Tedavi edilmeyen üveit ise gözde ciddi hasarlara neden olarak körlüğe neden olabilir.Üveit, gözlerde şişlik, kırmızılık ve iltihap meydana getirerek ağrılara neden olur. Bazı durumlar üveit riskini artırarak, bilinmeyen bir sebep olmadan görülebilir. Tedavi yöntemleri sayesinde bu süreç geçirilebilir ve görme kaybının önüne geçilir. Bazı üveit çeşitleri tedavi sonrasında da tekrar oluşabilmektedir. Tedavi edilmeyen üveit ise gözde ciddi hasarlara neden olarak körlüğe neden olabilir. Üveit Nedir?Üveit, göz duvarında ki orta doku tabakası olan uvea tabakasının iltihaplanması ile göz kızarıklığı, ağrı ve bulanık görmeye neden olan bir tür göz iltihabıdır. Şişlik ve kızarıklık gibi belirtilerle ortaya çıkan üveit, gözün diğer kısımlarını da etkileyebilir. Üveit, göz dokusunu etkileyerek ağrı ve tahribe sebebiyet verir. Üveit daha çok 20 ila 60 yaş arasındaki insanlarda görülür.Uvea Nedir? Uvea, sklera yani gözün beyaz kısmı ile gözün arkasındaki ışığa duyarlı tabaka olan retinanın arasında bulunan gözün orta tabakasıdır. Uvea tabakasının üç bölümü bulunur: İris (gözün renkli kısmı) Siliyer cisim (gözün merceğin odaklanmasına yardımcı olan kısmı) Koroid (gözün retinayı skleraya bağlayan kısmı)Üveit Belirtileri Nelerdir?Üveit belirtileri, göz kızarıklığı, göz ağrısı, ışık hassasiyeti, görüşün bulanıklaşması, uçuşan cisimler görülmesi ve görüşün azalmasıdır. Üveit hastalığının en yaygın belirtileri şöyle sıralanır: Göz ağrısı Göz kızarıklığı Işığa duyarlılık Bulanık görme Gözlerde yaşarma Göz kamaşması Görüş alanınızda hareket eden küçük şekiller Görüş alanınızın yanındaki nesneleri görme yeteneğinin kaybıÜveit semptomları aniden ya da birkaç gün içinde yavaş yavaş gelişebilir. Bir ya da iki göz üveitten etkilenebilir.Üveit Neden Olur?Üveit hastalığının olası nedenleri enfeksiyon, yaralanma, otoimmün bozukluklar veya inflamatuar hastalıklardır. virüs ve bakteri enfeksiyonu nedeniyle ortaya çıkabilir. Üveit probleminin yaşandığı kişilerde çoğunlukla bağışıklık sistemine bağlı bir sorun görülür. Bağışıklık sisteminin dengesi bozulduğundan otoimmün hastalıklar ortaya çıkar ve üveit hastalığıyla ilişkilendirilen şu hastalıklar görülür: Sedef hastalığı Artrit Romatizma eklem iltihabı Ankilozan spondilit Ülseratif kolit Kawasaki hastalığı Crohn hastalığı Sarkoidoz Behçet hastalığıEnfeksiyonlar da üveite neden olur. Bu durumlarda üveit görülebilir: AIDS Herpes virüsü CMV Retiniti Batı Nil Virüsü Frengi Toksoplazma Tüberküloz HistoplazmozBunların yanında göze nüfuz eden bir toksin maddeye maruz kalması, göz ameliyatı, morarma, incinme ve travma da üveit nedenleri arasında yer alır.Üveit Türleri Nelerdir?Üveit hastalığı göz iltihabının meydana geldiği yere göre sınıflandırılır. Üveit türleri şöyle sıralanır:Ön Üveit (Anterior Üveit)İltihap olarak ortaya çıkar ve eğer hafifse kendi kendine düzelebilir. Tedaviyle ortadan kaybolabilir.  Aşağıdaki durumlar olduğunda ön üveit yaygın olarak görülür: Ankilozan spondilit (AS) Sarkoidoz ve juvenil idiopatik artrit (JİA) gibi otoimmün hastalıklar İnflamatuar bağırsak hastalığı gibi gastrointestinal bozukluklar Herpes virüsü (uçuk veya genital herpes) ya da suçiçeği virüsü gibi enfeksiyonlarOrta SeviyeÖzellikle genç yetişkin bireyle orta dereceli üveite daha yatkın olur. Gözün ortasında iltihaplanmaya neden olan bu durum ayrıca gözün içerisindeki sıvı dolu boşluk olan vitrözü de etkilemektedir. Orta seviye üveitte semptomlar düzelebilir, kaybolabilir ya da sonrada daha da kötüleşebilir. Orta seviye üveiti olan her üç kişiden birinde multipl skleroz (MS) ve sarkoidoz görülebilir.Arka Üveit (Posterior Üveit)Az görülen bir üveit türü olan posterior üveit, gözün iç kısmını etkiler. Aynı zamanda en şiddetlisi olan arka üveit, retinayı, optik siniri ve koroidi etkileyebilir. Birdshot koryoretinopati, herpes, lupuz, frengi ve tüberküloz durumlarda arka üveit görülebilir. Bulanık görme ve görme azalması arka üveit belirtileri arasında yer alır.Üveit Tanısı Nasıl Konur?Uzman doktor, ilk aşamada göz muayenesi sırasında gözünüzün iç kısmına bakar. Sonrasında görme kaybını kontrol etmek için görme keskinliği testini yapar. Bunların yanında şu üveit teşhisi için şu testlerden de yararlanabilir: Göz içi basıncını ölçmek için tonometri Mikroskopla gözün içini incelemek için yapılan yarık lamba muayenesi Göz bebeklerini genişletmek amacıyla bakılan göz muayenesi Enfeksiyonları ya da otoimmün hastalıkları belirlemek için kan testleri İnflamatuar nedenleri aramak için göğüs veya beyin görüntülenmesi Gözün arkasındaki kan damarlarının görüntülerini almak için fundus floresein anjiyografi (FFA) Sıvının aktığı gözün ön kısmını incelemek için gonyoskopi Gözün arka kısmının ayrıntılı görüntülerini elde etmek için Optik koherens tomografi (OCT)Üveit Tedavisi Nasıl Olur?Gözde üveit, tedavi edilmediği durumlarda körlüğe yol açabilir. Gözlerde kızarıklık, iltihaplanma ya da ağrı varsa hemen uzman doktora başvurmak önemlidir. Çoğu zamanda tedaviler yardımıyla kaybedilen görüş geri kazandırılır. Bunun yanında tedaviler doku hasarının önlenmesine karşı koruyarak ağrının hafiflemesini sağlar. Üveit hastalığı tedavisi hastalığın türüne bağlı olarak farklılık gösterir: Antibiyotikler, antiviraller ya da antifungaller ilaçlar bir enfeksiyonun sebep olduğu üveiti tedavi etmede kullanılır Göz damlaları ağrının azalmasını sağlar ve şişliği azaltabilir. Bunun yanında ön üveitte ortaya çıkabilecek bir komplikasyon olan iris ve merceğin birbirine yapışmasını da önler. Steroid antiinflamatuar ilaçlar göz iltihabını hafifletmede etkilidir. Damla, merhem, ağızdan alınan haplar, gözün içine yapılan enjeksiyonlar şeklinde görülebilir. İmmünosupresan ilaçlar, bağışıklık sisteminin otoimmün hastalıklara ya da iltihaplanmaya karşı tepkisini dindirir.Üveit Hakkında Sık Sorulan Sorular Üveit Tedavi Edilmezse Hangi Hastalıklara Neden Olur?Tedavi edilmediği durumda üveit, glokom, katarakt, optik sinir hasarı, kalıcı görme kaybı, retina şişmesi gibi komplikasyonlara neden olabilir. Bu durum görme kaybına kadar ulaşabilmektedir.Üveit Hastalığı Tehlikeli mi?Üveit hastalığı tedavi edilmediği durumlarda gözlerdeki dokulara zarar vererek kalıcı görme kaybına neden olabilir. Bu yüzden tehlikeli olarak görülür. Üveit Nedir?Üveit, göz duvarında ki orta doku tabakası olan uvea tabakasının iltihaplanması ile göz kızarıklığı, ağrı ve bulanık görmeye neden olan bir tür göz iltihabıdır. Şişlik ve kızarıklık gibi belirtilerle ortaya çıkan üveit, gözün diğer kısımlarını da etkileyebilir. Üveit, göz dokusunu etkileyerek ağrı ve tahribe sebebiyet verir. Üveit daha çok 20 ila 60 yaş arasındaki insanlarda görülür.Uvea Nedir? Uvea, sklera yani gözün beyaz kısmı ile gözün arkasındaki ışığa duyarlı tabaka olan retinanın arasında bulunan gözün orta tabakasıdır. Uvea tabakasının üç bölümü bulunur:Üveit Belirtileri Nelerdir?Üveit belirtileri, göz kızarıklığı, göz ağrısı, ışık hassasiyeti, görüşün bulanıklaşması, uçuşan cisimler görülmesi ve görüşün azalmasıdır. Üveit hastalığının en yaygın belirtileri şöyle sıralanır:Üveit semptomları aniden ya da birkaç gün içinde yavaş yavaş gelişebilir. Bir ya da iki göz üveitten etkilenebilir.Üveit Neden Olur?Üveit hastalığının olası nedenleri enfeksiyon, yaralanma, otoimmün bozukluklar veya inflamatuar hastalıklardır. virüs ve bakteri enfeksiyonu nedeniyle ortaya çıkabilir. Üveit probleminin yaşandığı kişilerde çoğunlukla bağışıklık sistemine bağlı bir sorun görülür. Bağışıklık sisteminin dengesi bozulduğundan otoimmün hastalıklar ortaya çıkar ve üveit hastalığıyla ilişkilendirilen şu hastalıklar görülür:Enfeksiyonlar da üveite neden olur. Bu durumlarda üveit görülebilir:Bunların yanında göze nüfuz eden bir toksin maddeye maruz kalması, göz ameliyatı, morarma, incinme ve travma da üveit nedenleri arasında yer alır.Üveit Türleri Nelerdir?Üveit hastalığı göz iltihabının meydana geldiği yere göre sınıflandırılır. Üveit türleri şöyle sıralanır:Ön Üveit (Anterior Üveit)İltihap olarak ortaya çıkar ve eğer hafifse kendi kendine düzelebilir. Tedaviyle ortadan kaybolabilir.  Aşağıdaki durumlar olduğunda ön üveit yaygın olarak görülür:Orta SeviyeÖzellikle genç yetişkin bireyle orta dereceli üveite daha yatkın olur. Gözün ortasında iltihaplanmaya neden olan bu durum ayrıca gözün içerisindeki sıvı dolu boşluk olan vitrözü de etkilemektedir. Orta seviye üveitte semptomlar düzelebilir, kaybolabilir ya da sonrada daha da kötüleşebilir. Orta seviye üveiti olan her üç kişiden birinde multipl skleroz (MS) ve sarkoidoz görülebilir.Arka Üveit (Posterior Üveit)Az görülen bir üveit türü olan posterior üveit, gözün iç kısmını etkiler. Aynı zamanda en şiddetlisi olan arka üveit, retinayı, optik siniri ve koroidi etkileyebilir. Birdshot koryoretinopati, herpes, lupuz, frengi ve tüberküloz durumlarda arka üveit görülebilir. Bulanık görme ve görme azalması arka üveit belirtileri arasında yer alır.Üveit Tanısı Nasıl Konur?Uzman doktor, ilk aşamada göz muayenesi sırasında gözünüzün iç kısmına bakar. Sonrasında görme kaybını kontrol etmek için görme keskinliği testini yapar. Bunların yanında şu üveit teşhisi için şu testlerden de yararlanabilir:Üveit Tedavisi Nasıl Olur?Gözde üveit, tedavi edilmediği durumlarda körlüğe yol açabilir. Gözlerde kızarıklık, iltihaplanma ya da ağrı varsa hemen uzman doktora başvurmak önemlidir. Çoğu zamanda tedaviler yardımıyla kaybedilen görüş geri kazandırılır. Bunun yanında tedaviler doku hasarının önlenmesine karşı koruyarak ağrının hafiflemesini sağlar. Üveit hastalığı tedavisi hastalığın türüne bağlı olarak farklılık gösterir:Üveit Hakkında Sık Sorulan Sorular Üveit Tedavi Edilmezse Hangi Hastalıklara Neden Olur?Tedavi edilmediği durumda üveit, glokom, katarakt, optik sinir hasarı, kalıcı görme kaybı, retina şişmesi gibi komplikasyonlara neden olabilir. Bu durum görme kaybına kadar ulaşabilmektedir.Üveit Hastalığı Tehlikeli mi?Üveit hastalığı tedavi edilmediği durumlarda gözlerdeki dokulara zarar vererek kalıcı görme kaybına neden olabilir. Bu yüzden tehlikeli olarak görülür.
4,044
680
Hastalıklar
Varikosel
Varikosel, testis torbasında yer alan kanı boşaltmakla görevli toplardamarların varis benzeri genişlemesi ve şişmesidir. Damarlar testislerden oksijeni tükenmiş olan kanın taşınmasında önemli rol oynar. Bu kan testislerde birikir ve dışarı çıkamayarak şişlik oluşturur. Genellikle testis torbasında (skrotal) şişliğe neden olan varikosel, kasık bölgesinden başlayarak bacağa doğru yayılan bir ağrı belirtisiyle görülür. Varikosel ergenlik döneminde oluşur ve zamanla gelişebilir.Varikosel, testis torbasında yer alan kanı boşaltmakla görevli toplardamarların varis benzeri genişlemesi ve şişmesidir. Damarlar testislerden oksijeni tükenmiş olan kanın taşınmasında önemli rol oynar. Bu kan testislerde birikir ve dışarı çıkamayarak şişlik oluşturur. Genellikle testis torbasında (skrotal) şişliğe neden olan varikosel, kasık bölgesinden başlayarak bacağa doğru yayılan bir ağrı belirtisiyle görülür. Varikosel ergenlik döneminde oluşur ve zamanla gelişebilir. Varikosel Nedir? Varikosel, testisleri tutan skrotum olarak bilinen deri torbasındaki pampiniform pleksus adı verilen damarlar anormal şekilde büyümesi ve şişmesidir. Bu toplardamarlar, oksijeni tükenmiş kirli kanı uzaklaştırmaya yarar. Kan testislerden dışarı çıkarılamadığında damarlarda toplanır ve varikosel oluşur. Varikosel, testis toplardamarlarının bacaklardaki varis tarzı genişlemesine klinik olarak verilen isimdir. Testis ısısının ve kan akımının bozulması, kirli kan içindeki toksik maddelerin testiste birikmesi ile testis fonksiyonlarını etkiler bu da sperm ve testosteron üretimini bozar.Bunun yanında varikosel, rahatsızlıklara veya ağrılara neden olarak, testisin zayıf gelişmesine, düşük sperm üretimine veya kısırlığa yol açabilir. Bu komplikasyonları gidermek için varikosel tedavisinde cerrahi müdahale önerilebilir.Varikosel Belirtileri Nelerdir?Varikosel, skrotumda ağrı, şişme, testislerde sıcaklık gibi belirtilerle ortaya çıkar. Zaman içerisinde varikoselin neden olduğu damarlardaki genişleme, dışarıdan görülecek kadar belirginleşebilir.Varikosel belirtileri şunlardır: Testislerde rahatsızlık hissi ve keskin ağrı Uzun süreler ayakta kalmadan kaynaklı damarların genişlemesi Testis derisinde şişlik Testiste genişlemiş damarların olduğu tarafın diğerinden küçük olması Kısırlık (infertilite) Bacaklarda görülen varisVarikosel belirtilerinden biri olan testislerin küçülmesi nadir de olsa bazı hastalarda görülebilir. Testislerde oluşan ağrı genellikle uzanıldığında hafifler. Uzun süre ayakta kalma, spor ya da cinsel aktivite gibi efor gerektiren durumların ardından yaşanan ağrılar da varikosele işaret edebilir. Ağrı yol yürümek, egzersiz, cinsel aktivite sonrası daha belirgin olarak hissedilebilir.Varikosel Neden Olur?Varikoselin nedeni tam olarak belli değildir. Genellikle testislerde spermatik korddaki belirli damarların içindeki hatalı bir anahtarın (valf) buna neden olabileceğini düşünülmektedir. Spermatik kord, testislerinizi yerinde tutan bir doku bandı olarak bilinir. Bu damarlar kanı testislerden vücuda geri dönmesini sağlar. Valf ise bir tür açma - kapama anahtarı görevi görerek kanın kalbe doğru geri hareket etmesine yardımcı olan iki adet kanat benzeri yapıya sahiptir. Bir valf olması düzgün çalışmadığında testislerdeki damarlarda kan birikir ve zamanla şişmeye neden olur.Varikosel, çocuk sahibi olan bireylerde yetişkin yaşlarda bile %15-20 oranında görülür. Kısırlık nedeniyle başvuran erkeklerde ise yüzde % 30-40 oranında izlenir. İkincil infertilite yani daha önce çocuk sahibi olup tekrar çocuk istemi ile başvuranlarda ise bu oran % 60’a kadar çıkabilir.Varikosel % 90 sol testiste görülürken % 8-9 oranında iki taraflı (bilateral) olarak izlenir. Sadece sağ tarafta görülmesi oranı ise % 1-2 oranındadır. Varikoselin daha çok sol tarafta görülmesi bir takım anatomik faktörlere bağlıdır. Sol taraftaki testisinin sağ taraftakine göre bir miktar daha aşağıda olması Testisin sol tarafındaki toplardamarın sağ tarafa göre daha uzun seyretmesi. Sol taraf testis toplardamarın karın içerisindeki diğer komşu organlarla anatomik ilişkisi. Sol taraf testis damarının boşalma şeklinin anatomik yapısı gibi özelliklerden varikoselin daha çok sol tarafta görülme nedenleri arasındadır.Varikosel Nasıl Anlaşılır?Varikoseli anlamak için kişi kendi kendini muayene ederek testis üzerindeki düzensizlik, şişlik veya ağrıdan belirleyebilir. Bu belirtilerin görülmesi durumunda uzman doktora başvurulması gerekir. Varikosel muayenesi, genital muayenenin bir parçası olarak yapılmaktadır. Hasta 21 -22 derecelik oda ısısında ayakta pozisyonda muayene edilmelidir. Hasta ayakta ve dik olarak dururken testisler ve genital bölge gözlemlenir. Hasta, hem normal pozisyonda hem de ıkınma manevraları yaptırılarak göz ve elle kontrol edilir. Normal ve ıkınma manevraları ile damarsal yapıda genişleme olup olmadığı belirlenmelidir. Bu işlemlerle varikoselin varlığı klinik olarak konulur. Bununla birlikte klinik tanıyı desteklemek, varikoselin derecesini belirlemek ve ameliyat kararı için Skrotal Doppler ultrasonografi çekimi yapılır.Varikosel Tedavisi Nasıldır?Varikosel tanısının ardından ilk olarak testis boyutları arasında bir fark olup olmadığı ve testisin kıvamına bakılmalıdır. Sperm parametrelerinin değerlendirildiği semen analizinin yapılması tedavide belirleyici olmaktadır. Hastanın sperm parametrelerinde bir sorun yoksa ameliyat edilip edilmemesi tartışmalıdır. Varikosel tedavisi şunları içerir: Sperm parametrelerini ve spermin bulunduğu ortamı düzeltici antioksidan ilaçlar ve beslenme yöntemlerini önerilebilir. Ameliyat kararı hastaya göre değişen bir durumdur.   Varikosel teşhisi koyulan ancak infertilite problemi olmayan ya da sperm parametrelerindeki bozulma sınırda olan hasta grubunda destek tedaviler önerilebilir. Çok şiddetli sperm kaybı yaşamamış, sperm hareketinin tamamen kaybolmadığı ve sperm şekil bozukluğu minimum seviyede olan hastalar için antioksidan ajanlar verilebilir. Varikosel teşhisi konulmuş ve sperm parametreleri bozuk, kısırlık yaşayan hastalarda ameliyat önerilebilir. Bu tür hastalarda rahatsızlığın giderilmesi için egzersiz, beslenme düzenini ve yaşam tarzındaki değişikliklerin herhangi bir yararı bulunmamaktadır. Varikosel İle İlgili Sık Sorulan Sorular Varikosel ne demek?Varikosel, pampiniform pleksus adı verilen, testislerdeki kanı boşaltan toplardamarların genişlemesi ve büyümesidir. Varikosel testislerdeki kan akışını etkiler, testislerin küçülmesine ve sperm kalitesinin azalmasına neden olur.Varikosel ağrısı nasıldır?Varikosel ağrısı testiste olan rahatsız edici künt nitelikte kendi belli eden bir ağrıdır. Bu ağrı genelde kasık bölgesinde ve testiste hissedilebildiği gibi zaman zaman bacağa doğru da yayılabilir. Varikosel ağrıları ağrı kesicilerle geçebilir. Yaşanan ağrı farklı rahatsızlıklarla karıştırılabilir. Testis ağrısı nedeniyle başvuran bir hastada varikoseli varlığının yanında; Fıtık İdrar yolu veya mesaneye düşmüş ürener sistem taşları (böbrek taşları) Orşit yani testis enfeksiyonu Testis damarsal yapısının kendi etrafında dönerek kanlanmaya neden olup olmadığı değerlendirilmelidir.Bu tür rahatsızlıkların yarattığı ağrılar varikosel ağrılarıyla karıştırılabilir. Kişinin idrar çıkarmada şikayetinin olup olmadığı, testiste olan şişliğin artıp artmadığı, ağrının ani başlayıp başlamadığı gibi bir takım sorgulamaların yapılması ve laboratuvar yöntemleri ayırıcı tanıyı sağlayabilmektedir. Yaşanan her ağrı varikosel olmak zorunda değildir.Varikoselde testis görüntüsü nasıl olur?Varikosel testiste herhangi bir değişiklik yapmamaktadır. Ancak ileri evde varikosel hastalarında, aynı bacaklardaki varis gibi testislerde damarlar yüzeysel olarak görülür hale gelir. Varisleşmiş genişlemiş damarlar cilt üzerinden ele gelir ve görüntü verir.Varikosel daha çok kimlerde görülür?Varikoselin daha çok şu kişilerde görülebilir: Kilolu kişiler Yüksek ağırlıklı spor yapan kişiler Kronik astımı ve öksürük nöbetleri geçirenler Kronik kabızlık yaşayanlar Varis hastalığında olduğu gibi meslek hastalığı olarak değerlendirebilir. Ayakta kalmayı gerektiren öğretmen, polis gibi meslek gruplarında daha sık yaşanmaktadır.Bilateral varikosel nedir?Varikosel % 90 sol testiste görülürken % 8-9 oranında iki taraflı yani görülebilir. Varikoselin iki taraflı ortaya çıkması bilateral olarak isimlendirilir.Varikosele iyi gelen besinler var mı?Beslenmenin varikosel oluşumuyla ya da tedavisiyle ilgisi bulunmamaktadır. Sadece kronik kabızlığı olan kişiler bu gurupta değerlendirebilir. Kabızlığı çözücü lifli veya zeytinyağlı beslenme dolaylı olarak dolaylı yoldan fayda sağlayabilir.Varikosel kısırlığa neden olur mu?Varikosel tedavi edilebilir kısırlık nedenleri arasında birinci sırada yer almaktadır. Varikosel erkek kısırlığına neden oluyorsa bu durumda ameliyat kararı verilebilir. Ancak her varikoselin kısırlık nedeni olmadığı ve ameliyattan sonra her hastada sperm değerlerinde düzelme olmayabileceği dikkate alınmalıdır.Varikosel sertleşmeye engel midir?Varikosel, sperm ve hormon üreten testisin fonksiyonlarında bozukluk yaratabilir. Kronikleşmiş varikosel ileri dönemlerde testis boyutlarında küçülmeye neden olarak sperm üretimi yanında ve testosteron adı verilen erkeklik hormonun üretilmesinde azalmaya da neden olabilir. Kronikleşmiş varikosel tedavi edilmezse testosteron düşüklüğü ile birlikte ereksiyon ve cinsel istek kaybına sebep olur.Varikoselin dereceleri nelerdir? Klinik ortamda yapılan muayeneye göre varikosel 3 evre yani Grade olarak değerlendirilmektedir. Derece (Grade 1) : Ayakta muayene olan hastada herhangi bir belirti olmayıp, ıkındırıldığı zaman elle varikoselin tespit edildiği durumdur. Derece (Grade 2 ) : Ayakta gözle hafif derecede varikosel görülmektedir. Ikındırma manevrası sonucu elle belirgin olarak damarların görülür hale geldiği durumdur. Derece (Grade 3) : Ayakta muayene olan hasta hiç ıkındırılmadan damarların görülür halde olduğu, ıkındırma manevrası sonunda bu görüntünün daha da belirgin hale geldiği durumdur.  Hangi hastalar için varikosel ameliyatı kararı verilir?Varikosel ameliyatına karar verebilmek için muayenede varikosel varlığının ortaya konulması ve hastada kısırlık sorununu olması gereklidir. Bu durum tespit edilen hastalarda aşağıdaki kriterlerin de desteği ile ameliyat kararı verilebilir: Testis boyutlarında küçülme, testis kıvamında yumuşama olması Doppler Ultrasonografi ile damar genişlemesinin 3 mm. Üzerinde olması. Doppler incelemede kan geri kaçışının belirlenmesi Semen analizinde sperm parametrelerinin bozul olmasıBunun yanında varikoseli olmasına rağmen daha önce yarımcı üreme yöntemi uygulanan ancak başarısız olan hastalarda bu başarısızlık sperm faktörüne bağlı olarak ortaya çıktığı biliniyorsa yeni bir uygulama öncesinde risk faktörü olarak varikoselin tedavisi önerilebilir.Varikosel ameliyatı nasıl yapılır?Varikosel ameliyatı mikrocerrahi yöntemle yapılmaktadır. Kasık bölgesinde 2 cm.’lik bir kesiden girilerek testis damarlarına ulaşılır. Mikroskop altında genişlemiş toplardamarlar diğer damarlardan ayrılarak bağlanır.Varikosel ameliyatı ne kadar sürer?Varikosel ameliyatı mikrocerrahi yöntemlerle yapıldığı için o bölgede bulunan tüm damarların bağlanması gerekir. Ameliyatın tek taraflı ya da çift taraflı olması ve bağlanan damar sayısı ile ilişkili olarak süre 1-2,5 saat arasında değişebilmektedir.Varikosel ameliyatının riskleri var mıdır?Varikosel ameliyatı mikrocerrahi yöntemle yapıldığı için komplikasyon oranı son derece azdır. En önemli risk testis atardamarının bağlanması ve buna bağlı ameliyat sonrası testis küçülmesi ve kanlanmasının bozulmasıdır. Ancak ameliyat mikrocerrahi yöntemle gerçekleştirildiği için atardamar ve toplardamar ayrımı çok net yapılabilmektedir.Varikoselin farklı tedavi yöntemleri var mıdır?Varikoselin farklı cerrahi ve radyolojik yöntemlerle tedavisi yapılmaktadır.Varikosel embolizasyonu; Kasıktan girişimsel radyoloji yöntemleriyle girilerek, genişlemiş damarların içerisine tıkayıcı madde enjeksiyonu yapılabilir. Ancak bu yöntemde, tıkayıcı maddenin mobilize olması yani başka yerlere gitmesi, maddenin zaman içinde etkinliğinin kaybolması, ağrı ve alerjik reaksiyon gibi yan etikler yaşanabilmektedir. Bu tedavi yaklaşımı uluslararası kılavuzlarda çok fazla önerilmemektedir.Mikrocerrahi haricinde de başvurulan cerrahi yöntemler bulunmaktadır.  Kasık bölgesinden, yüksek kasık bölgesinden ya da laparoskopik yaklaşımlar vardır. Ancak alt kasık bölgesinden mikroskop altında yapılan ameliyat altın standart olarak kabul edilmektedir.Varikosel tekrarlar mı?Varikoselin farklı tedavi yöntemleri vardır ancak mikrocerrahi yöntemiyle yapılan ameliyatlarda nüks etme ihtimali neredeyse sıfıra yakındır.Varikoselin iyileşme süresi ne kadardır?Mikrocerrahi yöntemiyle yapılan ameliyatın ardından hasta 2-3 gün içinde normal aktivitesine 1 hafta 10 gün içerisinde ise rutin iş hayatına dönebilmektedir. Ağır efor gerektiren, egzersiz gibi aktivitelerin gerçekleştirilmesi ise 4-6 haftayı bulabilir.Varikosel ameliyatı sonrası spermler ne zaman düzelir?Varikosel ameliyatının sperm üzerindeki etkisini değerlendirmek için sperm yapım süresi göz önüne alınmalıdır. Testiste ana germ hücresinden olgun sperm yapımına kadar geçen süre ortalama 90 gün olarak kabul edilir. Bu yüzden ameliyattan sonra 3 ayda bir sperm parametrelerini kontrol edilir. Varikosel sonrası sperm üretimi bakımından en iyi iyileşme 6. ayda ortaya çıkmaktadır. 6. ayda sperm parametrelerinde düzelme varsa artışın daha belirgin hale geldiği 9. ve 12. aylar beklenmelidir. Ancak,  ameliyattan 6 ay sonra sperm parametrelerinde bir değişiklik yoksa hastada ameliyata bağlı ek bir iyileşme beklenmemelidir. Hastayı diğer tedavi alternatiflerine yönlendirmek gerekir. Ameliyattan sonra %60-70 oranında hastanın sperm parametrelerinde düzelme görülür. % 30 - 40 oranında hastada her hangi bir düzelme görülmezken %1’den daha az hastada varikosel ameliyatından sonra daha kötüye gidiş izlenebilir. Çok nadir görülen bu durum daha çok çift taraflı varikosel yaşayan hastalarda meydana gelmektedir.Ameliyat sonrası hastaların dikkat etmesi gereken durumlar nelerdir?Varikosel ameliyatı sonrası erken dönemde doktor önerisine uyarak sportif aktivite, ağır egzersiz gerektiren işler ve cinsel aktiviteden uzak durmak gerekir. Cinsel aktivite için 15-20 günlük bir süreç, efor gerektiren spor ve diğer egzersizler için de 4-6 hafta uzak beklenmesi uygundur. Bunların dışında doktorun tavsiye edeceği tedavi yöntemlerine uymak gerekir.Ameliyat sonrası yumurtalıkta ağrı yaşanır mı?Cerrahi bir girişim olan varikosel ameliyatında özelikle testis bölgesindeki sinirsel dokuların zedelenmesine bağlı olarak bir miktar nevralji tarzında ağrı olabilir. Bunun yanında sadece testis ağrısı şikayeti yaşayan hastaların ameliyat edilmesi doğru bir yaklaşım değildir. Bu tür hastalarda ağrının altında yatan çok fazla neden bulunabilmektedir. Bu tür hastalarda ameliyat sonrası da ağrı devam etmektedir. Başarısız ameliyatın en önemli nedeni kısırlık problemi olmadığı buna karşın tek başına ağrı yaşayan hastalardır.Varikosel ameliyatı sonrası şişlik yaşanır mı?Ameliyat sonrası testis bağ dokusunun serbestleşmesine bağlı ameliyat edilen tarafta testis sarkması normal karşılanabilir. Ancak şişlik, testis etrafında normal olan sıvının artması yani Hidrosel gelişmesidir. Mikrocerrahi yöntemi dışında uygulanan yöntemlerde daha fazla yaşanan bir durumdur.Varikosel ameliyatı olanların çocuğu olur mu?Ameliyat sonra hastaların % 60-70’inde sperm parametresinde düzelme olur. Eğer 6. ayda sperm parametrelerinde bir iyileşme yoksa, hastanın sperm parametrelerine göre yaş faktörü, kadın faktörü gibi durumlar göz önünde bulundurularak aşılama ya da tüp bebek gibi yöntemlere yönlendirmekte fayda vardır. Genel durumu değerlendirmek için doktora gelen ve sperm parametreleri bozuk varikosel tanısı konulan genç bir hasta normal yollarla çocuk sahibi olmak istiyorsa bu tür hastalara varikosel ameliyatı önerilebilir.Varikosel tedavi edilmezse ne olur?Varikosel kronik bir durumdur ve kendi kendine düzelmesi söz konusu değildir. Tedavi edilmezse ilerleyerek testis boyutlarında küçülme, varikosel boyutunda genişleme, sperm parametrelerinde daha fazla azalma, ileri dönemlerde testiste hormonal bozulmalara neden olabilir.Varikosel gençlerde ve çocuklarda ortaya çıkar mı?Varikoselin önemli bir problemi de gençlerde izlenmesidir. Çocuk yaş grubunda % 1’den az görülen varikosel 13-15 yaş gurubunda %15 oranında izlenmektedir. 16-17 yaş grubunda ortaya çıkan varikoselin testis üzerine olan etkisi değerlendirmek oldukça zordur. Bu yaş gurubunda sperm üretimi tam olarak başlamadığı için sperm fonksiyonunu değerlendirmek çok sağlıklı olmamaktadır. Ayrıca bu yaş aralığındaki gençlerde semen analizi yapmak etik olarak da doğru değildir. Ameliyat kararının verilmesi zor olan gençlerde; testis boyutlarını ve testis kıvamını değerlendirirken radyolojik olarak varikoselin derecesini belirlemek gerekir. Varikosel Nedir? Varikosel, testisleri tutan skrotum olarak bilinen deri torbasındaki pampiniform pleksus adı verilen damarlar anormal şekilde büyümesi ve şişmesidir. Bu toplardamarlar, oksijeni tükenmiş kirli kanı uzaklaştırmaya yarar. Kan testislerden dışarı çıkarılamadığında damarlarda toplanır ve varikosel oluşur. Varikosel, testis toplardamarlarının bacaklardaki varis tarzı genişlemesine klinik olarak verilen isimdir. Testis ısısının ve kan akımının bozulması, kirli kan içindeki toksik maddelerin testiste birikmesi ile testis fonksiyonlarını etkiler bu da sperm ve testosteron üretimini bozar.Bunun yanında varikosel, rahatsızlıklara veya ağrılara neden olarak, testisin zayıf gelişmesine, düşük sperm üretimine veya kısırlığa yol açabilir. Bu komplikasyonları gidermek için varikosel tedavisinde cerrahi müdahale önerilebilir.Varikosel Belirtileri Nelerdir?Varikosel, skrotumda ağrı, şişme, testislerde sıcaklık gibi belirtilerle ortaya çıkar. Zaman içerisinde varikoselin neden olduğu damarlardaki genişleme, dışarıdan görülecek kadar belirginleşebilir.Varikosel belirtileri şunlardır:Varikosel belirtilerinden biri olan testislerin küçülmesi nadir de olsa bazı hastalarda görülebilir. Testislerde oluşan ağrı genellikle uzanıldığında hafifler. Uzun süre ayakta kalma, spor ya da cinsel aktivite gibi efor gerektiren durumların ardından yaşanan ağrılar da varikosele işaret edebilir. Ağrı yol yürümek, egzersiz, cinsel aktivite sonrası daha belirgin olarak hissedilebilir.Varikosel Neden Olur?Varikoselin nedeni tam olarak belli değildir. Genellikle testislerde spermatik korddaki belirli damarların içindeki hatalı bir anahtarın (valf) buna neden olabileceğini düşünülmektedir. Spermatik kord, testislerinizi yerinde tutan bir doku bandı olarak bilinir. Bu damarlar kanı testislerden vücuda geri dönmesini sağlar. Valf ise bir tür açma - kapama anahtarı görevi görerek kanın kalbe doğru geri hareket etmesine yardımcı olan iki adet kanat benzeri yapıya sahiptir. Bir valf olması düzgün çalışmadığında testislerdeki damarlarda kan birikir ve zamanla şişmeye neden olur.Varikosel, çocuk sahibi olan bireylerde yetişkin yaşlarda bile %15-20 oranında görülür. Kısırlık nedeniyle başvuran erkeklerde ise yüzde % 30-40 oranında izlenir. İkincil infertilite yani daha önce çocuk sahibi olup tekrar çocuk istemi ile başvuranlarda ise bu oran % 60’a kadar çıkabilir.Varikosel % 90 sol testiste görülürken % 8-9 oranında iki taraflı (bilateral) olarak izlenir. Sadece sağ tarafta görülmesi oranı ise % 1-2 oranındadır. Varikoselin daha çok sol tarafta görülmesi bir takım anatomik faktörlere bağlıdır.Varikosel Nasıl Anlaşılır?Varikoseli anlamak için kişi kendi kendini muayene ederek testis üzerindeki düzensizlik, şişlik veya ağrıdan belirleyebilir. Bu belirtilerin görülmesi durumunda uzman doktora başvurulması gerekir. Varikosel muayenesi, genital muayenenin bir parçası olarak yapılmaktadır. Hasta 21 -22 derecelik oda ısısında ayakta pozisyonda muayene edilmelidir. Hasta ayakta ve dik olarak dururken testisler ve genital bölge gözlemlenir. Hasta, hem normal pozisyonda hem de ıkınma manevraları yaptırılarak göz ve elle kontrol edilir. Normal ve ıkınma manevraları ile damarsal yapıda genişleme olup olmadığı belirlenmelidir. Bu işlemlerle varikoselin varlığı klinik olarak konulur. Bununla birlikte klinik tanıyı desteklemek, varikoselin derecesini belirlemek ve ameliyat kararı için Skrotal Doppler ultrasonografi çekimi yapılır.Varikosel Tedavisi Nasıldır?Varikosel tanısının ardından ilk olarak testis boyutları arasında bir fark olup olmadığı ve testisin kıvamına bakılmalıdır. Sperm parametrelerinin değerlendirildiği semen analizinin yapılması tedavide belirleyici olmaktadır. Hastanın sperm parametrelerinde bir sorun yoksa ameliyat edilip edilmemesi tartışmalıdır. Varikosel tedavisi şunları içerir:Varikosel İle İlgili Sık Sorulan Sorular Varikosel ne demek?Varikosel, pampiniform pleksus adı verilen, testislerdeki kanı boşaltan toplardamarların genişlemesi ve büyümesidir. Varikosel testislerdeki kan akışını etkiler, testislerin küçülmesine ve sperm kalitesinin azalmasına neden olur.Varikosel ağrısı nasıldır?Varikosel ağrısı testiste olan rahatsız edici künt nitelikte kendi belli eden bir ağrıdır. Bu ağrı genelde kasık bölgesinde ve testiste hissedilebildiği gibi zaman zaman bacağa doğru da yayılabilir. Varikosel ağrıları ağrı kesicilerle geçebilir. Yaşanan ağrı farklı rahatsızlıklarla karıştırılabilir. Testis ağrısı nedeniyle başvuran bir hastada varikoseli varlığının yanında;Bu tür rahatsızlıkların yarattığı ağrılar varikosel ağrılarıyla karıştırılabilir. Kişinin idrar çıkarmada şikayetinin olup olmadığı, testiste olan şişliğin artıp artmadığı, ağrının ani başlayıp başlamadığı gibi bir takım sorgulamaların yapılması ve laboratuvar yöntemleri ayırıcı tanıyı sağlayabilmektedir. Yaşanan her ağrı varikosel olmak zorunda değildir.Varikoselde testis görüntüsü nasıl olur?Varikosel testiste herhangi bir değişiklik yapmamaktadır. Ancak ileri evde varikosel hastalarında, aynı bacaklardaki varis gibi testislerde damarlar yüzeysel olarak görülür hale gelir. Varisleşmiş genişlemiş damarlar cilt üzerinden ele gelir ve görüntü verir.Varikosel daha çok kimlerde görülür?Varikoselin daha çok şu kişilerde görülebilir:Bilateral varikosel nedir?Varikosel % 90 sol testiste görülürken % 8-9 oranında iki taraflı yani görülebilir. Varikoselin iki taraflı ortaya çıkması bilateral olarak isimlendirilir.Varikosele iyi gelen besinler var mı?Beslenmenin varikosel oluşumuyla ya da tedavisiyle ilgisi bulunmamaktadır. Sadece kronik kabızlığı olan kişiler bu gurupta değerlendirebilir. Kabızlığı çözücü lifli veya zeytinyağlı beslenme dolaylı olarak dolaylı yoldan fayda sağlayabilir.Varikosel kısırlığa neden olur mu?Varikosel tedavi edilebilir kısırlık nedenleri arasında birinci sırada yer almaktadır. Varikosel erkek kısırlığına neden oluyorsa bu durumda ameliyat kararı verilebilir. Ancak her varikoselin kısırlık nedeni olmadığı ve ameliyattan sonra her hastada sperm değerlerinde düzelme olmayabileceği dikkate alınmalıdır.Varikosel sertleşmeye engel midir?Varikosel, sperm ve hormon üreten testisin fonksiyonlarında bozukluk yaratabilir. Kronikleşmiş varikosel ileri dönemlerde testis boyutlarında küçülmeye neden olarak sperm üretimi yanında ve testosteron adı verilen erkeklik hormonun üretilmesinde azalmaya da neden olabilir. Kronikleşmiş varikosel tedavi edilmezse testosteron düşüklüğü ile birlikte ereksiyon ve cinsel istek kaybına sebep olur.Varikoselin dereceleri nelerdir? Klinik ortamda yapılan muayeneye göre varikosel 3 evre yani Grade olarak değerlendirilmektedir.Hangi hastalar için varikosel ameliyatı kararı verilir?Varikosel ameliyatına karar verebilmek için muayenede varikosel varlığının ortaya konulması ve hastada kısırlık sorununu olması gereklidir. Bu durum tespit edilen hastalarda aşağıdaki kriterlerin de desteği ile ameliyat kararı verilebilir:Bunun yanında varikoseli olmasına rağmen daha önce yarımcı üreme yöntemi uygulanan ancak başarısız olan hastalarda bu başarısızlık sperm faktörüne bağlı olarak ortaya çıktığı biliniyorsa yeni bir uygulama öncesinde risk faktörü olarak varikoselin tedavisi önerilebilir.Varikosel ameliyatı nasıl yapılır?Varikosel ameliyatı mikrocerrahi yöntemle yapılmaktadır. Kasık bölgesinde 2 cm.’lik bir kesiden girilerek testis damarlarına ulaşılır. Mikroskop altında genişlemiş toplardamarlar diğer damarlardan ayrılarak bağlanır.Varikosel ameliyatı ne kadar sürer?Varikosel ameliyatı mikrocerrahi yöntemlerle yapıldığı için o bölgede bulunan tüm damarların bağlanması gerekir. Ameliyatın tek taraflı ya da çift taraflı olması ve bağlanan damar sayısı ile ilişkili olarak süre 1-2,5 saat arasında değişebilmektedir.Varikosel ameliyatının riskleri var mıdır?Varikosel ameliyatı mikrocerrahi yöntemle yapıldığı için komplikasyon oranı son derece azdır. En önemli risk testis atardamarının bağlanması ve buna bağlı ameliyat sonrası testis küçülmesi ve kanlanmasının bozulmasıdır. Ancak ameliyat mikrocerrahi yöntemle gerçekleştirildiği için atardamar ve toplardamar ayrımı çok net yapılabilmektedir.Varikoselin farklı tedavi yöntemleri var mıdır?Varikoselin farklı cerrahi ve radyolojik yöntemlerle tedavisi yapılmaktadır.Varikosel embolizasyonu; Kasıktan girişimsel radyoloji yöntemleriyle girilerek, genişlemiş damarların içerisine tıkayıcı madde enjeksiyonu yapılabilir. Ancak bu yöntemde, tıkayıcı maddenin mobilize olması yani başka yerlere gitmesi, maddenin zaman içinde etkinliğinin kaybolması, ağrı ve alerjik reaksiyon gibi yan etikler yaşanabilmektedir. Bu tedavi yaklaşımı uluslararası kılavuzlarda çok fazla önerilmemektedir.Mikrocerrahi haricinde de başvurulan cerrahi yöntemler bulunmaktadır.  Kasık bölgesinden, yüksek kasık bölgesinden ya da laparoskopik yaklaşımlar vardır. Ancak alt kasık bölgesinden mikroskop altında yapılan ameliyat altın standart olarak kabul edilmektedir.Varikosel tekrarlar mı?Varikoselin farklı tedavi yöntemleri vardır ancak mikrocerrahi yöntemiyle yapılan ameliyatlarda nüks etme ihtimali neredeyse sıfıra yakındır.Varikoselin iyileşme süresi ne kadardır?Mikrocerrahi yöntemiyle yapılan ameliyatın ardından hasta 2-3 gün içinde normal aktivitesine 1 hafta 10 gün içerisinde ise rutin iş hayatına dönebilmektedir. Ağır efor gerektiren, egzersiz gibi aktivitelerin gerçekleştirilmesi ise 4-6 haftayı bulabilir.Varikosel ameliyatı sonrası spermler ne zaman düzelir?Varikosel ameliyatının sperm üzerindeki etkisini değerlendirmek için sperm yapım süresi göz önüne alınmalıdır. Testiste ana germ hücresinden olgun sperm yapımına kadar geçen süre ortalama 90 gün olarak kabul edilir. Bu yüzden ameliyattan sonra 3 ayda bir sperm parametrelerini kontrol edilir. Varikosel sonrası sperm üretimi bakımından en iyi iyileşme 6. ayda ortaya çıkmaktadır. 6. ayda sperm parametrelerinde düzelme varsa artışın daha belirgin hale geldiği 9. ve 12. aylar beklenmelidir. Ancak,  ameliyattan 6 ay sonra sperm parametrelerinde bir değişiklik yoksa hastada ameliyata bağlı ek bir iyileşme beklenmemelidir. Hastayı diğer tedavi alternatiflerine yönlendirmek gerekir. Ameliyattan sonra %60-70 oranında hastanın sperm parametrelerinde düzelme görülür. % 30 - 40 oranında hastada her hangi bir düzelme görülmezken %1’den daha az hastada varikosel ameliyatından sonra daha kötüye gidiş izlenebilir. Çok nadir görülen bu durum daha çok çift taraflı varikosel yaşayan hastalarda meydana gelmektedir.Ameliyat sonrası hastaların dikkat etmesi gereken durumlar nelerdir?Varikosel ameliyatı sonrası erken dönemde doktor önerisine uyarak sportif aktivite, ağır egzersiz gerektiren işler ve cinsel aktiviteden uzak durmak gerekir. Cinsel aktivite için 15-20 günlük bir süreç, efor gerektiren spor ve diğer egzersizler için de 4-6 hafta uzak beklenmesi uygundur. Bunların dışında doktorun tavsiye edeceği tedavi yöntemlerine uymak gerekir.Ameliyat sonrası yumurtalıkta ağrı yaşanır mı?Cerrahi bir girişim olan varikosel ameliyatında özelikle testis bölgesindeki sinirsel dokuların zedelenmesine bağlı olarak bir miktar nevralji tarzında ağrı olabilir. Bunun yanında sadece testis ağrısı şikayeti yaşayan hastaların ameliyat edilmesi doğru bir yaklaşım değildir. Bu tür hastalarda ağrının altında yatan çok fazla neden bulunabilmektedir. Bu tür hastalarda ameliyat sonrası da ağrı devam etmektedir. Başarısız ameliyatın en önemli nedeni kısırlık problemi olmadığı buna karşın tek başına ağrı yaşayan hastalardır.Varikosel ameliyatı sonrası şişlik yaşanır mı?Ameliyat sonrası testis bağ dokusunun serbestleşmesine bağlı ameliyat edilen tarafta testis sarkması normal karşılanabilir. Ancak şişlik, testis etrafında normal olan sıvının artması yani Hidrosel gelişmesidir. Mikrocerrahi yöntemi dışında uygulanan yöntemlerde daha fazla yaşanan bir durumdur.Varikosel ameliyatı olanların çocuğu olur mu?Ameliyat sonra hastaların % 60-70’inde sperm parametresinde düzelme olur. Eğer 6. ayda sperm parametrelerinde bir iyileşme yoksa, hastanın sperm parametrelerine göre yaş faktörü, kadın faktörü gibi durumlar göz önünde bulundurularak aşılama ya da tüp bebek gibi yöntemlere yönlendirmekte fayda vardır. Genel durumu değerlendirmek için doktora gelen ve sperm parametreleri bozuk varikosel tanısı konulan genç bir hasta normal yollarla çocuk sahibi olmak istiyorsa bu tür hastalara varikosel ameliyatı önerilebilir.Varikosel tedavi edilmezse ne olur?Varikosel kronik bir durumdur ve kendi kendine düzelmesi söz konusu değildir. Tedavi edilmezse ilerleyerek testis boyutlarında küçülme, varikosel boyutunda genişleme, sperm parametrelerinde daha fazla azalma, ileri dönemlerde testiste hormonal bozulmalara neden olabilir.Varikosel gençlerde ve çocuklarda ortaya çıkar mı?Varikoselin önemli bir problemi de gençlerde izlenmesidir. Çocuk yaş grubunda % 1’den az görülen varikosel 13-15 yaş gurubunda %15 oranında izlenmektedir. 16-17 yaş grubunda ortaya çıkan varikoselin testis üzerine olan etkisi değerlendirmek oldukça zordur. Bu yaş gurubunda sperm üretimi tam olarak başlamadığı için sperm fonksiyonunu değerlendirmek çok sağlıklı olmamaktadır. Ayrıca bu yaş aralığındaki gençlerde semen analizi yapmak etik olarak da doğru değildir. Ameliyat kararının verilmesi zor olan gençlerde; testis boyutlarını ve testis kıvamını değerlendirirken radyolojik olarak varikoselin derecesini belirlemek gerekir.
11,103
681
Hastalıklar
Vajinal Mantar
Kadınlarda sık görülen sorunlardan birisi vajinal mantardır. Enfeksiyon türü olarak ortaya çıkan vajinal mantar, tekrar ederek ilaçlara karşı dirençli hale gelebilir. Bu yüzde doğru tedavi yöntemini belirlemek ve ona göre uygulama yapmak önemlidir. Kadınlarda sık görülen sorunlardan birisi vajinal mantardır. Enfeksiyon türü olarak ortaya çıkan vajinal mantar, tekrar ederek ilaçlara karşı dirençli hale gelebilir. Bu yüzde doğru tedavi yöntemini belirlemek ve ona göre uygulama yapmak önemlidir.  Vajinal mantar nedir?Vajinal mantar, özellikle kandida albikans isimli bir mantar hücrelerinin yol açtığı toplumdaki birçok kadını etkileyebilen ve vajinada bulunan vulvada kaşıntı, akıntı ve tahrişe sebep olan enfeksiyon türüdür.Çoğu zaman basit bir ilaç ya da bitkisel tedavi ile ortadan kalkar. Ancak kimi zaman sık tekrar eder, ilaçlara direnç gelişir, kronik mantar enfeksiyonu haline gelir ve kadının yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilir.Vajinal mantar belirtileri nelerdir?Kadınlar, yaşam boyunca en az bir defa vajinal mantarla karşı karşıya kalır. Vajinal mantar şu belirtilerle kendini gösterir: Vajinal bölgede yanma Vajina ve çevresinde kaşıntı Alışılmadık yoğun beyaz bir akıntı Sık idrara çıkma ve idrar yaparken yanma Vajina bölgesinde ağrı, kızarıklık, şişlik ya da döküntü Cinsel ilişki sırasında ağrı gibi belirtileri ile ortaya çıkar.Vajinal mantar neden olur?Vajinal mantar sebepleri arasında en sık görüleni Candida albicans adı verilen bir maya hücresidir. Vajinal mantar enfeksiyonu olan 10 kadının dokuzunda  bu maya hücresi saptanmaktadır. Normalde vücudumuzda bu maya hücresi vajinal florada bulunur. Diğer bakteriler ile bir denge içinde sorunsuz olarak bir aradadır.Bazı nedenlerle bu dengenin bozulması normalde sessiz olan herhangi bir şikayete neden olmayan maya hücrelerinin aşırı şekilde çoğalmasına yol açar. Denge bozulur ve hastada mantar enfeksiyonu belirtileri görülmeye başlar.    Stres, Gebelik, Bağışıklık sistemini etkileyen hastalıklar, Antibiyotik kullanımı, Bazı doğum kontrol hapları, Yanlış hijyen kuralları, Genital temizliğin yanlış yapılması İntim likit denilen florayı bozan sabunların kullanılması, Sıkı dar naylon iç çamaşırı kullanımı Havuz deniz sonrası ıslak mayo ile kalmak Kandida mantar hücrelerinin artmasına neden olabilir.Vajinal mantar teşhisi nasıldır?Vajinal mantar teşhisinde Kadın Hastalıkları ve Doğum doktorunun akıntıyı görmesi ve buna göre değerlendirme yapması büyük önem taşır. Bu nedenle adet olunmayan bir dönemde kadın doğum masasında doktor değerlendirmesi büyük önem taşır. Doktor gerek görürse kültür, smear testi yapar.Vajinal mantar nasıl tedavi edilir?En sık Candida albicans maya hücresinden kaynaklanan vajinal mantar ilaç tedavisi kolayla giderilebilir. Önemli olan vajinal mantar enfeksiyonunu kronikleştirmemektir.  Çünkü kronik vajinal mantar enfeksiyon hastanın yaşam kalitesini oldukça olumsuz etkiler ve tedavisi kolay olmayabilir.Enfeksiyonun kronikleşmemesi için en önemli husus vajinal mantar enfeksiyonuna sebep olan etkenin ortadan kaldırılmasıdır. Örneğin antibiyotik kullanımı mantara yol açmışsa antibiyotik tedavisinden mümkün olduğunca kaçınılmalı, naylon çamaşır giymek vajinal mantara neden oluyorsa pamuklu iç çamaşırları tercih etmek tedavinin bir parçası olabilir.Unutulmamalıdır ki ilaçlar geçici ya da kısmen çözüm sağlar, kalıcı ve sürekli sağlık ve tedavi için kadının kendini tanıması hijyen kurallarına dikkat etmesi ve vajinal mantar enfeksiyonuna neden olan durumlardan uzak durması gerekir.Vajinal mantar tedavisinde kullanılan yöntemler; Vajinal mantar krem tedavisi, Vajinal mantar fitil tedavisi, Vajinal mantar hapı, Vajinal mantar doğal bitkisel tedavileri olarak sıralanabilir.Vajinal mantar tedavi edilmezse ne olur?Vajinal mantar hastalığı tedavi edilmezse makata kalçalara yayılım gösterebilir. Tedavide daha da geç kalınırsa kronik - tam iyileşmeyen bir enfeksiyon halini alabilir. Bu nedenle tüm hastalıklarda olduğu gibi erken teşhis ve tedavi vajinal mantar enfeksiyonları içinde önemlidir.Vajinal mantarı engel olmak için neler yapılabilir?Vajinal mantar enfeksiyonuna engel olmak için; Stres kontrolü, huzurlu yaşam, Mümkün olduğunca  antibiyotik tedavisinden kaçınma, Sağlıklı beslenme ve spor Hijyen kurallarına uyulması, İntim genital bölge temizleyicilerinin kullanılmaması, Vajinal duş yapılmaması, genital temizliğin normal su ile önden arkaya doğru dıştan yapılması, Pamuklu iç çamaşırları kullanılması Islak mayo ile uzun süre kalınmaması, Ortak kullanılan tuvaletler, epilasyon merkezleri, saunalar enfeksiyon kaynağı olabileceği için bu alanların kullanımında maksimum özenin gösterilmesi büyük önem taşımaktadır.Vajinal mantar tedavisi için hangi doktora gidilmelidir?Genellikle yaz aylarında görülen vajinal mantar için Kadın Hastalıkları ve Doğum doktoruna gidilmelidir. Genelde hastanın şikayetleriyle tanı konulabilmektedir. Ancak gerekirse doktor ek tetkikler isteyebilir.Vajinal mantar evde tedavi edilebilir mi?Üstte sıralanan bilgiler ışığında vajinal mantarın evde tedavisi tek başına zaman alabilir. Bu nedenle vajinal mantar akıntı şikayeti olan hastaların jinekolojik muayene sonrası uygun ilaç tedavisi alması daha mantıklı gözükmektedir.Ancak Kadın Hastalıkları ve Doğum doktoruna gitmeden önce evde tedavi olmayı tercih eden hastalar elma sirkesi doğal tedavisini deneyebilirler. Bu tür tedavilerde yan etkilerin ortaya çıkabileceği unutulmamalıdır. İstenmeyen bir yan etki görüldüğünde mutlaka doktora başvurulması gerekmektedir. Bunun yanında şu doğal ürünlerden yararlanabilirler: Çay Ağacı YağıÇay ağacı yağı antifungal özelliği sayesinde vajinal mantar tedavisinde evde kullanılabilecek yöntemler arasında yer alır. Probiyotik TakviyelerProbiyotik takviyeler, mantar ve diğer vajinal mantar gibi enfeksiyonları önlemeye yardımcı olur. Kekik YağıKekik yağı, antifungal bileşenleri sayesinde vajinal mantar için kullanılabilir. Vajinal mantar bulaşıcı mıdır?Vajinal mantar tuvalet, hamam, sauna gibi ortak kullanım alanları ve cinsel birliktelik yolu ile bulaşabilir.Vajinal mantar hakkında sık sorulan sorularVajinal mantar akıntısı nasıl anlaşılır?Hastadan hastaya farklılıklar gösterebilmekle birlikte vajinal mantar akıntısı çoğu zaman; Beyaz krem rengindedir. Kimi zaman krem gibi kıvamlı olabilir. Çökelek, peynir kesiği gibi pütür pütür olabilir. Vajinal mantar, genellikle kokulu akıntı yapmamakla birlikte nadir de olsa ekşimsi bir koku olabilir. Vajinal mantar kaşıntısına ne iyi gelir?Vajinal mantar kaşıntısında öncelikle vajinal krem tedavisi ve vajinal mantarın bitkisel tedavi yöntemleri tercih edilmelidir.Ancak vajinal mantar kaşıntısında sadece krem kullanmak ya da bitkisel tedavi uygulamak çoğu zaman tek başına çözüm sağlamaz. Çünkü enfeksiyon vajinanın iç kısmından kaynaklanmaktadır. Eğer vajinal mantar enfeksiyonu olan kadın cinsel yönden aktif ise fitil tedavisi Daha önce cinsel birliktelik yaşamamış ise vajinal mantar hapı olarak adlandırılan ağızdan alınan ilaç tedavisi kullanmak gerekir. Tedaviye destek olarak vajinal mantar kremleri kullanılır. Ayrıca vajinal mantar doğal ve bitkisel tedavi seçenekleri de tedaviye destek olarak kullanılabilir.Vajinal mantar krem tedavisi etkili midir?Vajinal mantar enfeksiyonu çoğu zaman vajinal kaşıntı, kızarıklık ve yanma batma hissine sebep olur. Vajinal mantar krem tedavisi çoğu zaman 2-3 gün içinde bu şikayetleri azaltır. Ancak tek başına krem tedavisi yeterli olmayabilir. Çünkü enfeksiyon vajinanın iç kısmından kaynaklanmaktadır. Asıl enfeksiyon çözülmediği sürece hastanın vajinal kaşıntı, akıntı, kızarıklık şikayetleri tekrar edecektir.Vajinal mantar fitil tedavisi gerekli midir? Nasıl yapılır?Cinsel yönden aktif hastalarda vajinal mantar fitil tedavisi öncelikle tercih edilmelidir. Fitil kullanımı vajinal mantar tedavisinde oldukça etkilidir. Lokal olarak etki gösterir yani  gereksiz yere tüm vücuda ilaç dağılmaz etki etmez karaciğere zararı olmaz. Çoğu zaman kısa süreli bir tedavi ile çözüme gidilir.Fitiller tercihen gece yatarken vajinaya hazneye bir eldiven ile yağlı bir krem vasıtası ile olabildiğince ilerletilir.Vajinal mantarda fitil tedavisi sonrası akıntı bir miktar artış gösterebilir.  Yanma hissi olabilir.  Vajinal fitilin bir kısmı dışa çıkabilir. Yaşanan bu durumların hepsi normaldir.Vajinal mantar hapı kimlere önerilir? Çocuklarda görülen vajinal mantar enfeksiyonlarında Cinsel yönden aktif olmayan kadınlarda Vajinismus sorunu olan hastalarda Vajinal fitil tedavisi ve vajinal krem tedavisi ile tedavi olamayan hastalara Kronik vajinal mantar enfeksiyonu olan kadınlara vajinal mantar tedavisi önerilir.Vajinal mantar doğal bitkisel tedavi yöntemleri ile tedavi edilebilir mi?Hastaların çoğu vajinal mantarı evde tedavi etme yönünde eğilim içindedir. Bu nedenle bugüne kadar çok farklı doğal bitkisel tedavi yöntemleri denenmiştir. Avrupa ve ABD’de bitkisel tedavi yani fitoterapi olarak isimlendirilen birçok çalışma yapılmaktadır. Vajinal mantarın doğal ve bitkisel yollarla tedavisi üzerine de birçok çalışma bulunmaktadır.Vajinal mantar tedavisinde doğal ve bitkisel yöntemler ele alındığında farklı yöntemlerin denendiği görülmektedir. Sirke Limon suyu Kızılcık Sarımsak Zeytinyağı Bal Aloe vera Probiyotik yoğurt Ozon yağı Kefir Maydanoz kürü Çörek otu Hindistan cevizi yağı Soğan kürü Kantaron yağı üzerine tıp literatüründe 17 adet bilimsel çalışma yapılmıştır.Bazı çalışmalarda hastanın vajinal mantar tedavisinde sirke kullanılarak tedavi edildiği ifade edilmektedir. 2017 yılında Altern Ther Health Med dergisinde yayınlanan bu olgu sunumunda 32 yaşında mantar enfeksiyonu olan evli 5 yıldır ilaçlara yanıt vermeyen kronik vajinal mantar enfeksiyonu olan hastaya elma sirkesi ile tam bir tedavi imkanı sağlandığı belirtilmiştir.Sonuç olarak, vajinal mantarın doğal bitkisel tedavileri için denenen tedavi seçenekleri oldukça uzundur. Üstte sözü edilen yayın ışığında elma sirkesi vajinal mantar enfeksiyonlarının tedavisinde faydalı olabilir ve denenebilir.Ancak istenmeyen yan etkiler, kullanım şeklinin kolay olmaması, reçete ile eczaneden alınan ilaçlar gibi standart belli bir dozunun olmaması ve doğal ve bitkisel tedavilerin sağlık bakanlığı tarafından onaylanmamış olması nedenleri ile vajinal mantar tedavisinde doğal ve bitkisel tedaviler ilaç tedavilerine tamamlayıcı ya da destek tedavi olarak denenebilirler.Doğal ve bitkisel tedavinin istenmeyen yan etkileri ortaya çıkabilir. Bu gibi sorunlar yaşandığı zaman mutlaka zaman kaybetmeden mutlaka doktora başvurulmalıdır.En iyi vajinal mantar ilacı nedir?Vajinal mantar ilacı hastanın durumuna ve rahatsızlığının boyutuna göre değişebilmektedir. Bu nedenle en iyi vajinal mantar ilacı hastanın kadın doğum uzmanı tarafından değerlendirmesi sonucu hastaya özel yazacağı ilaç tedavisidir. Tıpta hastalık yoktur hasta vardır. Tedaviler hastaya özel olmalıdır.Vajinal mantar ameliyatı var mıdır?Vajinal mantar enfeksiyon hastalığıdır. İlaçla tedavi edilir.  Vajinal mantar ameliyatı yoktur.Vajinal mantar bol su içerek tedavi edilebilir mi?Vajinal mantar enfeksiyonları idrar yollarını etkileyebilir. idrar yaparken yanma sızı ve sık idrara çıkmaya neden olabilir. Bu şikayetlerin önlenmesi ve tedavisinde günde en az 2 litre su içmek bol sıvı tüketmek faydalıdır.Ancak tek başına su içmek vajinal mantarın tedavisini kesin olarak sağlamaz.Vajinal mantar diyeti var mıdır?İnsan vücudu bir bütündür. Uyku, beslenme alışkanlıkları, stres ve spor bağışıklık sistemini direk etkiler.  Bağışıklık sisteminin kötü olması ve şeker hastalığına yatkınlık vajinal mantar enfeksiyonlarının sık ve uzun süreli olmasına neden olur. Vajinal mantar enfeksiyonu geçiren hastaların bağışıklık sistemini güçlendirici bol vitaminli  ( özellikle C vitamini ) sebze ve meyveleri tüketmeleri, doğal, az işlenmiş yemekleri tercih etmeleri, fast food gibi sağlıksız ürünlerden uzak olmaları, tatlı, yağlı, pasta, kek, kurabiye, aşırı tatlı meyveler,  dondurma gibi kan şekerini yükselten gıdalardan uzak kalmaları tedaviye katkı sağlayacaktır.Hamilelikte vajinal mantar neden olur? Gebelikte Vajinal Mantar Tedavisi Nasıl Yapılır? Tüm kadınlarda olduğu gibi hamilelerde vajinal mantar enfeksiyonu olabilir. Hatta hormonların değişmesi ile vajinal flora değişir. Kadın hamilelikte vajinal mantara daha yatkın hale gelir. Özellikle düşük riski olan ve bu nedenle vajinal fitil, krem kullanan gebeler vajinal mantar enfeksiyonuna daha sık yakalanır. Hamilelikte vajinal mantar tedavisinde ağızdan alınan ilaçlar tercih edilmez. Tek kullanımlık bebeğe zarar vermeyen vajinal fitiller ve  kremler tercih edilmelidir.Gebelikte sık vajinal mantar enfeksiyonu var ise kültür testi yapılmalı ve gebelik diyabeti açısından kan testleri yapılmalıdır.Bebeklerde vajinal mantar ve bebeklerde vajinal mantar tedavisiBebeklerde vajinal mantar enfeksiyonu kimi zaman görülebilir. Başka nedenlerle kullanılan antibiyotikler Bebek bezinin uzun süre değiştirilmemesi Alerjik bebek bezi kullanımı İyi durulanmamış bebek çamaşırları Ya da kullanılan sabunlar bebeklerde ve kız çocuklarında vajinal mantar enfeksiyonuna yol açabilir.Tedavisinde bebeğe zararı olmayan krem tedavisi uygun olur.Emziren Annelerde Vajinal Mantar Tedavisi Nasıldır? Vajinal mantar kremi emziren anneler için ideal tedavilerden birisidir. Vajinal mantar hapı tedavisi emziren annelerde önerilir. Gerekirse fitil tedavisi yapılabilir.Diyabet Vajinal Mantar Enfeksiyonuna Neden Olur mu?Diyabet hastalığında kan şekeri takibi ve kontrolü çok önemlidir. Bunun içinde sağlıklı beslenme ve spor önemlidir.  Kadın Hastalıkları ve Doğum doktorunun önerdiği diyabet ilaçları düzenli zamanında alınmalıdır.Uzun süre kan şekeri yüksek seyreden diyabet hastalarında vajinal mantar enfeksiyonlarında artış görülür. Ayrıca diyabetik hastalarda geçmeyen ve tekrarlayan vajinal mantar enfeksiyonuna daha sık rastlanır.Bu nedenle tekrarlayan vajinal mantar sorunu olan hastalarda diyabet yönünden de inceleme gereklidir.Kronik (Tekrarlayan) ya da Geçmeyen Vajinal Mantar Neden Olur? Vajinal mantara sebep olan etken ortadan kaldırılmadığı sürece enfeksiyon geçmez ya da sık tekrar eder. Bu nedenle vajinal mantara neden olan altta yatan rahatsızlık ne ise bunun önlenmesi veya yapılmaması öncelikle önemlidir.Kronik - geçmeyen vajinal mantar enfeksiyonu olan hastalarda; Ayrıntılı muayene Kültür ve smear testleri alınması Diyabet şeker hastalığı yönünden inceleme yapılmalsı Bağışıklık sistemini olumsuz etkileyen bir hastalık olup olmadığını anlamak için kan sayımı idrar testi vitamin eksikliği testleri ve HIV gibi viral enfeksiyon varlığı tespiti için gerekli testler yapılması önemlidir.Vajinal Mantar Neden Tekrarlar?Vajinal mantara neden olan mikroorganizma sürekli olarak vücutta bulunur. Yani dışardan enfeksiyon almaya gerek yoktur. Candida adı verilen bu mikroorganizma fırsat bulunca veya gerekli koşullar oluşunca hızlı bir şekilde çoğalmaya başlar ve vajinal mantara neden olur. Bu nedenle bağışıklık sisteminin zayıf düşmesinin önlenmesi vajinal mantarın tekrarlamasının önlenmesinde büyük önem taşır.Vajinal Mantar Cinsel İlişkide Acıya Neden Olur mu?Vajinal mantar cinsel sağlık bakımından önemlidir. Tahriş ve kızarıklığa neden olur. Bu nedenle ciltte çatlaklar oluşur ödem meydana gelir. Bunlarda vajinal mantarda cinsel ilişkide acıya sebep olur.Vajinal Mantar Adet Gecikmesine Neden Olur mu?Vajinal mantar hastalığı adet gecikmesine neden olmaz.Vajinal Mantar Varken Adet Olmak Zararlı mıdır? Vajinal Mantar Adet Olunca Geçer mi?Vajinal mantar varken adet olmak çözüm sağlamaz. Yani vajinal mantar adet olunca geçmez. Belki adet süresince geçici bir rahatlama olabilir. Ama çoğu zaman oluşan nem ve sık ped değiştirmeye bağlı olarak acı batma yanma hissi artar.Vajinal mantar varken adet olmanın diğer bir sorunu da tedavi için kullanılan fitil tedavisine ara vermek gerekir. Adet döneminde vajinal mantar fitil tedavisine ara verilmelidir. Adet bitiminde tedaviye kalınan yerden devam edilir.Vajinal Mantar Yumurtalık Ağrısı Yapar mı?Cinsel sağlık bakımından oldukça önemli olan vajinal mantarda yumurtalık ağrısı yaşanmamaktadır.Vajinal Mantar Gebeliğe Engel mi?Tek başına vajinal mantar gebelik oluşmasına engel olmaz. Ancak cinsel birliktelik esnasında acı, yanma, batma olursa gebelik için gerekli olan sağlıklı birliktelik gerçekleşmeyebilir.Vajinal Mantar Kısırlık Yapar mı?Vajinal mantar hastalığı kısırlık yapmaz.Vajinal Mantar Kendiliğinden Geçer mi? Birçok enfeksiyon hastalığında olduğu gibi kişinin bağışıklık sistemi güçlü ise ve vajinal mantara neden olan neden ortadan kalkmışsa vajinal mantar kendiliğinden geçebilir. Ancak bu çoğu kez uzun zaman alır. Kimi zaman bu bekleme süreci içinde hastalık daha da ilerleyebilir. Bu nedenle vajinal mantar varsa kendiliğinden geçmesi beklenmemelidir.Vajinal Mantar Makata Bulaşır mı?Vajinal mantar zamanında tedavi edilmez ise ya da kortizonlu kremler kullanılırsa makata bulaşabilir ve yayılım gösterebilir.Vajinal Mantar Varken Denize Girilebilir mi?Vajinal mantar varken denize girilir. Sakıncası yoktur. Ancak deniz sonrası duş alınmalı,  ıslak mayo ile kalınmamalı, dış genital bölge iyice kurulanmalı ve kuru rahat çamaşırlar giyilmelidir.Vajinal Mantar Rahim Ağzı Kanserine Yol Açar mı?Vajinal mantar rahim ağzı kanseri arasında ilişki yoktur. Vajinal mantar rahim ağzı kanseri yapmaz.Antibiyotik Kullanımı Vajinal Mantara Neden Olur mu?Antibiyotik kullanımı vajinal mantara sıklıkla neden olur. Bu nedenle gereksiz yere antibiyotik kullanımından kaçınılmalıdır.Vajinal Mantar Boğaz Ağrısına Neden Olur mu?Vajinal mantar ile boğaz ağrısı arasında direkt bir ilişki yoktur ancak boğaz ağrısı çoğu zaman solum sistemi hastalıklarını habercisidir. Solunum yolu enfeksiyonları, bağışıklık sistemini zayıflatarak vajinal mantara neden olabilir.Vajinal Mantar Erkekten Geçer mi?Mantar enfeksiyonu nemi sever. O nedenle kadınlarda daha sık gözükür. Cinsel birliktelik esnasında erkeğe geçebilir. Ancak erkekte kadındaki gibi yoğun belirti vermeyebilir.Erkeklerde Mantar Belirtileri Nelerdir?Mantar enfeksiyonu erkekte çoğu zaman belirti vermez. En çok görülen belirtisi dış genital bölgede kaşıntı, kızarıklık ve pul pul cilt dökülmeleridir. Akıntı çoğu kez yoktur. Tahriş, kaşımaya bağlı ciltte çatlaklar oluşur ise acı hissi de vardır.Vajinal Mantar Bulaşıcı mıdır? Özellikle cinsel birliktelik sonrası bulaşma olabilir. Ortak kullanılan havlu çamaşırlar Ortak kullanım alanları ( Tuvalet, sauna hamam.) diğer bulaşıcı yollarıdır.Vajinal Mantar Bacak Ağrısına Neden Olur mu?Vajinal mantar hastalığı bacak ağrısına neden olmaz.Vajinal mantar Ağrı Yapar mı?Genel olarak vajinal mantar ağrıya neden olmaz. Ancak eşlik eden idrar yolu enfeksiyonu varsa idrar yaparken sızı ve kasık ağrısı görülebilir.Vajinal Mantar Ne Kadar Sürede Geçer?Vajinal mantar uygun tedavi edilirse 1-2 gün içinde şikayetler azalmaya başlar. 7-10 gün içinde tam bir iyileşmenin olması beklenir.  Vajinal Akıntı Nedir? Vajinada Kahverengi Akıntı Neden Olur? Vajinal akıntı, vajina ve rahim ağzından çıkan berrak veya beyazımsı sıvı şeklinde tanımlanır. Berra... Devamını Oku Vajinal mantar nedir?Vajinal mantar, özellikle kandida albikans isimli bir mantar hücrelerinin yol açtığı toplumdaki birçok kadını etkileyebilen ve vajinada bulunan vulvada kaşıntı, akıntı ve tahrişe sebep olan enfeksiyon türüdür.Çoğu zaman basit bir ilaç ya da bitkisel tedavi ile ortadan kalkar. Ancak kimi zaman sık tekrar eder, ilaçlara direnç gelişir, kronik mantar enfeksiyonu haline gelir ve kadının yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilir.Vajinal mantar belirtileri nelerdir?Kadınlar, yaşam boyunca en az bir defa vajinal mantarla karşı karşıya kalır. Vajinal mantar şu belirtilerle kendini gösterir:Vajinal mantar neden olur?Vajinal mantar sebepleri arasında en sık görüleni Candida albicans adı verilen bir maya hücresidir. Vajinal mantar enfeksiyonu olan 10 kadının dokuzunda  bu maya hücresi saptanmaktadır. Normalde vücudumuzda bu maya hücresi vajinal florada bulunur. Diğer bakteriler ile bir denge içinde sorunsuz olarak bir aradadır.Bazı nedenlerle bu dengenin bozulması normalde sessiz olan herhangi bir şikayete neden olmayan maya hücrelerinin aşırı şekilde çoğalmasına yol açar. Denge bozulur ve hastada mantar enfeksiyonu belirtileri görülmeye başlar.   Vajinal mantar teşhisi nasıldır?Vajinal mantar teşhisinde Kadın Hastalıkları ve Doğum doktorunun akıntıyı görmesi ve buna göre değerlendirme yapması büyük önem taşır. Bu nedenle adet olunmayan bir dönemde kadın doğum masasında doktor değerlendirmesi büyük önem taşır. Doktor gerek görürse kültür, smear testi yapar.Vajinal mantar nasıl tedavi edilir?En sık Candida albicans maya hücresinden kaynaklanan vajinal mantar ilaç tedavisi kolayla giderilebilir. Önemli olan vajinal mantar enfeksiyonunu kronikleştirmemektir.  Çünkü kronik vajinal mantar enfeksiyon hastanın yaşam kalitesini oldukça olumsuz etkiler ve tedavisi kolay olmayabilir.Enfeksiyonun kronikleşmemesi için en önemli husus vajinal mantar enfeksiyonuna sebep olan etkenin ortadan kaldırılmasıdır. Örneğin antibiyotik kullanımı mantara yol açmışsa antibiyotik tedavisinden mümkün olduğunca kaçınılmalı, naylon çamaşır giymek vajinal mantara neden oluyorsa pamuklu iç çamaşırları tercih etmek tedavinin bir parçası olabilir.Unutulmamalıdır ki ilaçlar geçici ya da kısmen çözüm sağlar, kalıcı ve sürekli sağlık ve tedavi için kadının kendini tanıması hijyen kurallarına dikkat etmesi ve vajinal mantar enfeksiyonuna neden olan durumlardan uzak durması gerekir.Vajinal mantar tedavisinde kullanılan yöntemler;Vajinal mantar tedavi edilmezse ne olur?Vajinal mantar hastalığı tedavi edilmezse makata kalçalara yayılım gösterebilir. Tedavide daha da geç kalınırsa kronik - tam iyileşmeyen bir enfeksiyon halini alabilir. Bu nedenle tüm hastalıklarda olduğu gibi erken teşhis ve tedavi vajinal mantar enfeksiyonları içinde önemlidir.Vajinal mantarı engel olmak için neler yapılabilir?Vajinal mantar enfeksiyonuna engel olmak için;Vajinal mantar tedavisi için hangi doktora gidilmelidir?Genellikle yaz aylarında görülen vajinal mantar için Kadın Hastalıkları ve Doğum doktoruna gidilmelidir. Genelde hastanın şikayetleriyle tanı konulabilmektedir. Ancak gerekirse doktor ek tetkikler isteyebilir.Vajinal mantar evde tedavi edilebilir mi?Üstte sıralanan bilgiler ışığında vajinal mantarın evde tedavisi tek başına zaman alabilir. Bu nedenle vajinal mantar akıntı şikayeti olan hastaların jinekolojik muayene sonrası uygun ilaç tedavisi alması daha mantıklı gözükmektedir.Ancak Kadın Hastalıkları ve Doğum doktoruna gitmeden önce evde tedavi olmayı tercih eden hastalar elma sirkesi doğal tedavisini deneyebilirler. Bu tür tedavilerde yan etkilerin ortaya çıkabileceği unutulmamalıdır. İstenmeyen bir yan etki görüldüğünde mutlaka doktora başvurulması gerekmektedir. Bunun yanında şu doğal ürünlerden yararlanabilirler: Çay Ağacı YağıÇay ağacı yağı antifungal özelliği sayesinde vajinal mantar tedavisinde evde kullanılabilecek yöntemler arasında yer alır. Probiyotik TakviyelerProbiyotik takviyeler, mantar ve diğer vajinal mantar gibi enfeksiyonları önlemeye yardımcı olur. Kekik YağıKekik yağı, antifungal bileşenleri sayesinde vajinal mantar için kullanılabilir. Vajinal mantar bulaşıcı mıdır?Vajinal mantar tuvalet, hamam, sauna gibi ortak kullanım alanları ve cinsel birliktelik yolu ile bulaşabilir.Vajinal mantar hakkında sık sorulan sorularVajinal mantar akıntısı nasıl anlaşılır?Hastadan hastaya farklılıklar gösterebilmekle birlikte vajinal mantar akıntısı çoğu zaman;Vajinal mantar kaşıntısına ne iyi gelir?Vajinal mantar kaşıntısında öncelikle vajinal krem tedavisi ve vajinal mantarın bitkisel tedavi yöntemleri tercih edilmelidir.Ancak vajinal mantar kaşıntısında sadece krem kullanmak ya da bitkisel tedavi uygulamak çoğu zaman tek başına çözüm sağlamaz. Çünkü enfeksiyon vajinanın iç kısmından kaynaklanmaktadır.Vajinal mantar krem tedavisi etkili midir?Vajinal mantar enfeksiyonu çoğu zaman vajinal kaşıntı, kızarıklık ve yanma batma hissine sebep olur. Vajinal mantar krem tedavisi çoğu zaman 2-3 gün içinde bu şikayetleri azaltır. Ancak tek başına krem tedavisi yeterli olmayabilir. Çünkü enfeksiyon vajinanın iç kısmından kaynaklanmaktadır. Asıl enfeksiyon çözülmediği sürece hastanın vajinal kaşıntı, akıntı, kızarıklık şikayetleri tekrar edecektir.Vajinal mantar fitil tedavisi gerekli midir? Nasıl yapılır?Cinsel yönden aktif hastalarda vajinal mantar fitil tedavisi öncelikle tercih edilmelidir. Fitil kullanımı vajinal mantar tedavisinde oldukça etkilidir. Lokal olarak etki gösterir yani  gereksiz yere tüm vücuda ilaç dağılmaz etki etmez karaciğere zararı olmaz. Çoğu zaman kısa süreli bir tedavi ile çözüme gidilir.Fitiller tercihen gece yatarken vajinaya hazneye bir eldiven ile yağlı bir krem vasıtası ile olabildiğince ilerletilir.Vajinal mantarda fitil tedavisi sonrası akıntı bir miktar artış gösterebilir.  Yanma hissi olabilir.  Vajinal fitilin bir kısmı dışa çıkabilir. Yaşanan bu durumların hepsi normaldir.Vajinal mantar hapı kimlere önerilir?Vajinal mantar doğal bitkisel tedavi yöntemleri ile tedavi edilebilir mi?Hastaların çoğu vajinal mantarı evde tedavi etme yönünde eğilim içindedir. Bu nedenle bugüne kadar çok farklı doğal bitkisel tedavi yöntemleri denenmiştir. Avrupa ve ABD’de bitkisel tedavi yani fitoterapi olarak isimlendirilen birçok çalışma yapılmaktadır. Vajinal mantarın doğal ve bitkisel yollarla tedavisi üzerine de birçok çalışma bulunmaktadır.Vajinal mantar tedavisinde doğal ve bitkisel yöntemler ele alındığında farklı yöntemlerin denendiği görülmektedir.Bazı çalışmalarda hastanın vajinal mantar tedavisinde sirke kullanılarak tedavi edildiği ifade edilmektedir. 2017 yılında Altern Ther Health Med dergisinde yayınlanan bu olgu sunumunda 32 yaşında mantar enfeksiyonu olan evli 5 yıldır ilaçlara yanıt vermeyen kronik vajinal mantar enfeksiyonu olan hastaya elma sirkesi ile tam bir tedavi imkanı sağlandığı belirtilmiştir.Sonuç olarak, vajinal mantarın doğal bitkisel tedavileri için denenen tedavi seçenekleri oldukça uzundur. Üstte sözü edilen yayın ışığında elma sirkesi vajinal mantar enfeksiyonlarının tedavisinde faydalı olabilir ve denenebilir.Ancak istenmeyen yan etkiler, kullanım şeklinin kolay olmaması, reçete ile eczaneden alınan ilaçlar gibi standart belli bir dozunun olmaması ve doğal ve bitkisel tedavilerin sağlık bakanlığı tarafından onaylanmamış olması nedenleri ile vajinal mantar tedavisinde doğal ve bitkisel tedaviler ilaç tedavilerine tamamlayıcı ya da destek tedavi olarak denenebilirler.Doğal ve bitkisel tedavinin istenmeyen yan etkileri ortaya çıkabilir. Bu gibi sorunlar yaşandığı zaman mutlaka zaman kaybetmeden mutlaka doktora başvurulmalıdır.En iyi vajinal mantar ilacı nedir?Vajinal mantar ilacı hastanın durumuna ve rahatsızlığının boyutuna göre değişebilmektedir. Bu nedenle en iyi vajinal mantar ilacı hastanın kadın doğum uzmanı tarafından değerlendirmesi sonucu hastaya özel yazacağı ilaç tedavisidir. Tıpta hastalık yoktur hasta vardır. Tedaviler hastaya özel olmalıdır.Vajinal mantar ameliyatı var mıdır?Vajinal mantar enfeksiyon hastalığıdır. İlaçla tedavi edilir.  Vajinal mantar ameliyatı yoktur.Vajinal mantar bol su içerek tedavi edilebilir mi?Vajinal mantar enfeksiyonları idrar yollarını etkileyebilir. idrar yaparken yanma sızı ve sık idrara çıkmaya neden olabilir. Bu şikayetlerin önlenmesi ve tedavisinde günde en az 2 litre su içmek bol sıvı tüketmek faydalıdır.Ancak tek başına su içmek vajinal mantarın tedavisini kesin olarak sağlamaz.Vajinal mantar diyeti var mıdır?İnsan vücudu bir bütündür. Uyku, beslenme alışkanlıkları, stres ve spor bağışıklık sistemini direk etkiler.  Bağışıklık sisteminin kötü olması ve şeker hastalığına yatkınlık vajinal mantar enfeksiyonlarının sık ve uzun süreli olmasına neden olur. Vajinal mantar enfeksiyonu geçiren hastaların bağışıklık sistemini güçlendirici bol vitaminli  ( özellikle C vitamini ) sebze ve meyveleri tüketmeleri, doğal, az işlenmiş yemekleri tercih etmeleri, fast food gibi sağlıksız ürünlerden uzak olmaları, tatlı, yağlı, pasta, kek, kurabiye, aşırı tatlı meyveler,  dondurma gibi kan şekerini yükselten gıdalardan uzak kalmaları tedaviye katkı sağlayacaktır.Hamilelikte vajinal mantar neden olur? Gebelikte Vajinal Mantar Tedavisi Nasıl Yapılır? Tüm kadınlarda olduğu gibi hamilelerde vajinal mantar enfeksiyonu olabilir. Hatta hormonların değişmesi ile vajinal flora değişir. Kadın hamilelikte vajinal mantara daha yatkın hale gelir. Özellikle düşük riski olan ve bu nedenle vajinal fitil, krem kullanan gebeler vajinal mantar enfeksiyonuna daha sık yakalanır. Hamilelikte vajinal mantar tedavisinde ağızdan alınan ilaçlar tercih edilmez. Tek kullanımlık bebeğe zarar vermeyen vajinal fitiller ve  kremler tercih edilmelidir.Gebelikte sık vajinal mantar enfeksiyonu var ise kültür testi yapılmalı ve gebelik diyabeti açısından kan testleri yapılmalıdır.Bebeklerde vajinal mantar ve bebeklerde vajinal mantar tedavisiBebeklerde vajinal mantar enfeksiyonu kimi zaman görülebilir.Tedavisinde bebeğe zararı olmayan krem tedavisi uygun olur.Emziren Annelerde Vajinal Mantar Tedavisi Nasıldır? Vajinal mantar kremi emziren anneler için ideal tedavilerden birisidir. Vajinal mantar hapı tedavisi emziren annelerde önerilir. Gerekirse fitil tedavisi yapılabilir.Diyabet Vajinal Mantar Enfeksiyonuna Neden Olur mu?Diyabet hastalığında kan şekeri takibi ve kontrolü çok önemlidir. Bunun içinde sağlıklı beslenme ve spor önemlidir.  Kadın Hastalıkları ve Doğum doktorunun önerdiği diyabet ilaçları düzenli zamanında alınmalıdır.Uzun süre kan şekeri yüksek seyreden diyabet hastalarında vajinal mantar enfeksiyonlarında artış görülür. Ayrıca diyabetik hastalarda geçmeyen ve tekrarlayan vajinal mantar enfeksiyonuna daha sık rastlanır.Bu nedenle tekrarlayan vajinal mantar sorunu olan hastalarda diyabet yönünden de inceleme gereklidir.Kronik (Tekrarlayan) ya da Geçmeyen Vajinal Mantar Neden Olur? Vajinal mantara sebep olan etken ortadan kaldırılmadığı sürece enfeksiyon geçmez ya da sık tekrar eder. Bu nedenle vajinal mantara neden olan altta yatan rahatsızlık ne ise bunun önlenmesi veya yapılmaması öncelikle önemlidir.Kronik - geçmeyen vajinal mantar enfeksiyonu olan hastalarda;Vajinal Mantar Neden Tekrarlar?Vajinal mantara neden olan mikroorganizma sürekli olarak vücutta bulunur. Yani dışardan enfeksiyon almaya gerek yoktur. Candida adı verilen bu mikroorganizma fırsat bulunca veya gerekli koşullar oluşunca hızlı bir şekilde çoğalmaya başlar ve vajinal mantara neden olur. Bu nedenle bağışıklık sisteminin zayıf düşmesinin önlenmesi vajinal mantarın tekrarlamasının önlenmesinde büyük önem taşır.Vajinal Mantar Cinsel İlişkide Acıya Neden Olur mu?Vajinal mantar cinsel sağlık bakımından önemlidir. Tahriş ve kızarıklığa neden olur. Bu nedenle ciltte çatlaklar oluşur ödem meydana gelir. Bunlarda vajinal mantarda cinsel ilişkide acıya sebep olur.Vajinal Mantar Adet Gecikmesine Neden Olur mu?Vajinal mantar hastalığı adet gecikmesine neden olmaz.Vajinal Mantar Varken Adet Olmak Zararlı mıdır? Vajinal Mantar Adet Olunca Geçer mi?Vajinal mantar varken adet olmak çözüm sağlamaz. Yani vajinal mantar adet olunca geçmez. Belki adet süresince geçici bir rahatlama olabilir. Ama çoğu zaman oluşan nem ve sık ped değiştirmeye bağlı olarak acı batma yanma hissi artar.Vajinal mantar varken adet olmanın diğer bir sorunu da tedavi için kullanılan fitil tedavisine ara vermek gerekir. Adet döneminde vajinal mantar fitil tedavisine ara verilmelidir. Adet bitiminde tedaviye kalınan yerden devam edilir.Vajinal Mantar Yumurtalık Ağrısı Yapar mı?Cinsel sağlık bakımından oldukça önemli olan vajinal mantarda yumurtalık ağrısı yaşanmamaktadır.Vajinal Mantar Gebeliğe Engel mi?Tek başına vajinal mantar gebelik oluşmasına engel olmaz. Ancak cinsel birliktelik esnasında acı, yanma, batma olursa gebelik için gerekli olan sağlıklı birliktelik gerçekleşmeyebilir.Vajinal Mantar Kısırlık Yapar mı?Vajinal mantar hastalığı kısırlık yapmaz.Vajinal Mantar Kendiliğinden Geçer mi? Birçok enfeksiyon hastalığında olduğu gibi kişinin bağışıklık sistemi güçlü ise ve vajinal mantara neden olan neden ortadan kalkmışsa vajinal mantar kendiliğinden geçebilir. Ancak bu çoğu kez uzun zaman alır. Kimi zaman bu bekleme süreci içinde hastalık daha da ilerleyebilir. Bu nedenle vajinal mantar varsa kendiliğinden geçmesi beklenmemelidir.Vajinal Mantar Makata Bulaşır mı?Vajinal mantar zamanında tedavi edilmez ise ya da kortizonlu kremler kullanılırsa makata bulaşabilir ve yayılım gösterebilir.Vajinal Mantar Varken Denize Girilebilir mi?Vajinal mantar varken denize girilir. Sakıncası yoktur. Ancak deniz sonrası duş alınmalı,  ıslak mayo ile kalınmamalı, dış genital bölge iyice kurulanmalı ve kuru rahat çamaşırlar giyilmelidir.Vajinal Mantar Rahim Ağzı Kanserine Yol Açar mı?Vajinal mantar rahim ağzı kanseri arasında ilişki yoktur. Vajinal mantar rahim ağzı kanseri yapmaz.Antibiyotik Kullanımı Vajinal Mantara Neden Olur mu?Antibiyotik kullanımı vajinal mantara sıklıkla neden olur. Bu nedenle gereksiz yere antibiyotik kullanımından kaçınılmalıdır.Vajinal Mantar Boğaz Ağrısına Neden Olur mu?Vajinal mantar ile boğaz ağrısı arasında direkt bir ilişki yoktur ancak boğaz ağrısı çoğu zaman solum sistemi hastalıklarını habercisidir. Solunum yolu enfeksiyonları, bağışıklık sistemini zayıflatarak vajinal mantara neden olabilir.Vajinal Mantar Erkekten Geçer mi?Mantar enfeksiyonu nemi sever. O nedenle kadınlarda daha sık gözükür. Cinsel birliktelik esnasında erkeğe geçebilir. Ancak erkekte kadındaki gibi yoğun belirti vermeyebilir.Erkeklerde Mantar Belirtileri Nelerdir?Mantar enfeksiyonu erkekte çoğu zaman belirti vermez. En çok görülen belirtisi dış genital bölgede kaşıntı, kızarıklık ve pul pul cilt dökülmeleridir. Akıntı çoğu kez yoktur. Tahriş, kaşımaya bağlı ciltte çatlaklar oluşur ise acı hissi de vardır.Vajinal Mantar Bulaşıcı mıdır?Vajinal Mantar Bacak Ağrısına Neden Olur mu?Vajinal mantar hastalığı bacak ağrısına neden olmaz.Vajinal mantar Ağrı Yapar mı?Genel olarak vajinal mantar ağrıya neden olmaz. Ancak eşlik eden idrar yolu enfeksiyonu varsa idrar yaparken sızı ve kasık ağrısı görülebilir.Vajinal Mantar Ne Kadar Sürede Geçer?Vajinal mantar uygun tedavi edilirse 1-2 gün içinde şikayetler azalmaya başlar. 7-10 gün içinde tam bir iyileşmenin olması beklenir.  Vajinal Akıntı Nedir? Vajinada Kahverengi Akıntı Neden Olur? Vajinal akıntı, vajina ve rahim ağzından çıkan berrak veya beyazımsı sıvı şeklinde tanımlanır. Berra... Devamını Oku Vajinal Akıntı Nedir? Vajinada Kahverengi Akıntı Neden Olur?Vajinal akıntı, vajina ve rahim ağzından çıkan berrak veya beyazımsı sıvı şeklinde tanımlanır. Berra...
12,913
682
Hastalıklar
Vajinismus
Vajinismus, vajinayı çevreleyen kaslarda istem dışı meydana gelen kas kasılmaları sonucu vajinanın daralmasıdır. Bu kasılmalar cinsel ilişki öncesi veya anında, fitil veya tampon yerleştirirken veya herhangi bir şekilde vajinaya bir şeyin temas etmesi gibi çok çeşitli durumlarda yaşanabilir. Tedavi edilebilir bir rahatsızlık olan vajinismus, pelvik taban ve kasları rahatlatan kegel egzersizi, nefes egzersizleri ve psikoseksüel terapi gibi yöntemlerle tedavi edilebilir.Vajinismus, vajinayı çevreleyen kaslarda istem dışı meydana gelen kas kasılmaları sonucu vajinanın daralmasıdır. Bu kasılmalar cinsel ilişki öncesi veya anında, fitil veya tampon yerleştirirken veya herhangi bir şekilde vajinaya bir şeyin temas etmesi gibi çok çeşitli durumlarda yaşanabilir. Tedavi edilebilir bir rahatsızlık olan vajinismus, pelvik taban ve kasları rahatlatan kegel egzersizi, nefes egzersizleri ve psikoseksüel terapi gibi yöntemlerle tedavi edilebilir. Vajinismus Nedir?Vajinismus, vajinaya penis, tampon, fitil veya doktorun elle muayenesi de dahil olmak üzere herhangi bir şeyin girmeye çalıştığı anda vajinanın tamamen istemsiz bir şekilde kasılması ve vajinaya girişin zorlanmasıdır. İstatistiksel olarak vajinismusun nedeninin %90'ı psikolojik, %10'u ise vajinayı etkileyen hastalıklar ile ilgilidir.Genellikle yanlış ve sağlıksız cinsel mesajların bilinçaltına yerleşerek, vajina çevresindeki kasları refleks olarak kasması gibi faktörlerin sebep olduğu vajinismus hastalığında kişi özellikle cinsel ilişki sırasında kendini geri çekme ve hatta cinsel ilişkiye girmekten kaçınma gibi belirtiler yaşar.İstem dışı vajina refleksi olan vajinismus, cinsel ilişki esnasında, tamponla, doktor muayenesi ve kendi parmağı ile bile tetiklenebilir. Vajinada oluşan spazm, vajina girişini kapatarak cinsel ilişkiyi imkansız hale getirir. Devam edilmesi halinde ağrıya neden olur. Ayrıca vücudun diğer kas gruplarında da spazmlar oluşturarak bazen soluk almada dahi zorluk yaşatabilir. Vajinismus durumunun bitmesiyle ile birlikte kaslar gevşeyerek eski normal duruma geri döner.Kadınlarda vajinismus değişik formlarda görülebilir. Bazıları sadece cinsel ilişki esnasında oluşur ancak doktor muayenesi ve tampon koyma esnasında sorun yasamazlar. Bazıları ise hiçbir nesnenin girişine izin vermezler. Kimi durumlarda da kısmen penis girişine izin verir; ancak ilişki ağrılı olur.Vajinismus Türleri Nelerdir?Daha önce cinsel ilişkisi olmuş veya olmamış her kadın vajinismus sorunuyla karşı karşıya kalabilir. Kas kasılması nedeniyle daha önce hiçbir şekilde ağrısız cinsel ilişkisi olmaya tiplere ‘primer vajinismus’ adı verilir. Bu durum, birincil tip cinsel ilişki veya ilk jinekolojik muayenede ortaya çıkar. ‘Sekonder vajinismus’ denilen tür ise, daha önce normal ağrısız cinsel ilişkisi olup vajinismusun daha sonra ortaya çıktığı durumları tanımlar. Bazen travma ve cerrahi işlem sonrası primer sorunlar tamamıyla ortadan kalksa dahi cinsel ilişkiye giremezler.Primer (birincil) vajinismusCinsel ilişkinin gerçekleşmemesi durumu olarak isimlendirilen primer vajinismus, yaşam boyu vajinismus olarak da bilinir. Kadınlar evliliklerine rağmen aylarca bakire olarak kalabilir ve bu durum evlilikte büyük sorunlara neden olur.Sekonder (ikincil) vajinismus Kadınların geçmişte yaşadığı düşük, kürtaj, ve taciz gibi cinsel travmalar sonucunda gelişen vanijismus türüdür. Sekonder vajinismus nadir olarak görülse de bazı kadınlarda doğal yollarla gebe kalıp vajinal yolla doğum yapsalar da cinsel ilişki sırasında sorun yaşayabilirler.Vajinismus bazen kadınların ruhsal ve psikolojik durumuna, karşı cinse olan ilgi düzeyine, ilişkide rahat hissedip hissetmediklerine bağlı olarak da değişiklik gösterir. Bu durum ise ‘durumsal vajinismus’ olarak adlandırılır.Vajinismus Belirtileri Nelerdir?Vajinal kaslarda istemsiz ve tekrarlayan kasılma ya da spazmın yaşandığı bir cinsel sağlık durumu olan vajinismusun yaygın belirtileri cinsel ilişkiden kaçınma veya cinsel ilişki sırasında bacaklarını kapatma ve kendini geri çekmedir.  Cinsel ilişki sırasında bacaklarını kapatma, kendini geri çekme Vajinal muayene olamama Cinsel ilişkiden kaçınma Cinsel ilişki sırasında panik hali Cinsel ilişkinin ağrılı olması Smear testi yaptıramamaVajinismus Neden Olur?Çoğu kadın için vajina kaslarının istem dışı, bilinçsizce kasılması bir sürpriz olur. Kadın cinsel istek duyduğu halde ilişki gerçekleşmez. Bu reaksiyonun temelinde değişik, yanlış ve sağlıksız cinsel mesajların ya da kötü tecrübelerin bilinçaltına yerleşerek, vajina çevresindeki kasları refleks olarak kasması yatar. Vajinismusa ağrı korkusu, hamilelik korkusu, cinsel kötü kullanım (abuse), tıbbi veya fiziksel durumlar olduğu gibi aşırı heyecan, yetersiz seks eğitimi, aşırı tutucu veya dengesiz eğitim, evdeki şiddet ortamı, aile korkusu ya da güvensizlik gibi çok çeşitli nedenler de olabilir.Vajinismus kimlerde görülür?Vajinismus görülme oranı cinsellik konusuna kapalı olan toplumlarda,  bilgi sahibi olan eğitimli toplumlara göre daha yüksektir. Cinsel Tıp Enstitüsü Vajinismus Bilgi Anketi’nin son verileri ülkemizde yaşayan her 10 kadından birinin vajinismus sorunu yaşadığını göstermektedir. Bilinmeyen şeyler korkuya neden olur. Cinselliğe dair eğitimin yeterli olmadığı toplumlarda olduğu gibi cinselliğe ait bilgisizlik, cinsel organların yerinin ve yapısının bilinememesi bile tek başına vajinismusa neden olabilir.Vajinismus İle İlişkili Diğer Cinsel Problemler Nelerdir?Vajinismus nedeniyle cinsel ilişkiye girememe durumu aparoni, bunun yanında cinsel ilişki esnasında ağrı, batma ve yanma hissi olan disparoni ve kızlık zarı etrafında gelişen ve sebebi net olarak bilinmeyen yangı olan vulvar vestibulitis sendromu görülebilir.Aparoni (Apreunia)Bazı faktörlerden dolayı kişinin cinsel ilişkiye girememe durumu aparoni olarak isimlendirilir. Bu durum erkek, kadın ya da çiftlerin arasındaki bazı nedenlerden kaynaklanabilir.Disparoni (Dyspareunia)Cinsel ilişki esnasında ağrı, batma ve yanma hissi gibi kişiye rahatsızlık veren şikayetler disparoni olarak adlandırılır. Bu durum ağrılı cinsel ilişki olarak da bilinir.Vulvar Vestibulitis Sendromu (VVS)Kızlık zarı etrafında gelişen ve sebebi net olarak bilinmeyen yangı durumlarına vulvar vestibulit sendromu görülür. İlişki sırasında ağrı ve acı gibi şikayetlerle ortaya çıkarVajinismus Teşhisi Nasıl Konulur?Tanı alanında uzman bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanı tarafından basit bir jinekolojik değerlendirme ile konulabilmektedir. Hastanın anamnezi ve jinekolojik muayene ile teşhis yoluna gidilir. Teşhiste herhangi bir cihaz ya da alet kullanılmaz.Vajinismus Tedavisi Nasıl Olur?Vajinismus tedavi edilebilir bir sorun olmasıyla hastalığın tedavisi  kadın hastalıkları ve doğum uzmanları ve psikologlar tarafından da yürütülebilir.Genel anlamda vajinismus tedavileri şöyle sıralanabilir:Himen’in alınması: Vajinismusu olan pek çok kadın, kızlık zarı yani “himen”in alınmasıyla bu sorunun üstesinden geleceklerini sanıyor veya bu şekilde yönlendirilmektedir. Ancak kızlık zarının alınması ile sorun daha da artabilmektedir. Çoğu zaman zarın alınması nedbe dokusu oluşmasına ve dolayısıyla daha çok ağrıya neden olur. Çok ender durumlarda rijit ve kalın himen varsa cerrahi olarak alınabilir. Ancak bu işlem de vajinismusun iyileşeceği anlamına gelmez.Psikoterapi: Gevşeme, öğrenilmesi gereken bir beceridir. Gevşemeyi bilmeyen birine bunu söylemekle sonuç alınamaz. Bu nedenle psikoterapi tek başına etkin tedavi metodu değildir. Gevşemeyi bilmeyen birinde başaramama korkusu ankisiyeteye neden olur. Dolayısıyla kalp atışları artar, kaslar gerilir, soluma yüzeyselledir ve tansiyonun yükselmesine neden olur. Vajinismus, pelvik taban kaslarının istem dışı kasılması sonucu oluştuğu için tedavide bu kasların gevşemesine yönelik olmalıdır.Vajinismus tedavi yöntemleri arasında yer alan psikoterapi ne kadar sürer?Bugün, en etkin tedavinin cinsel tedaviler konusunda uzmanlaşmış terapistler tarafından yapılan cinsel terapiler olduğu ve terapilerin başında psikoterapi olduğu kabul edilmektedir. Doğru ve uygun tedavi ile başarı oranları %100 ve tedavi süresi ortalama 8–10 haftadır.Anestezik kremler vajinismusu tedavi eder mi?Vajinismusla ilgili yeterli bilgi ve deneyimi olmayan profesyonellerin; tedaviyi zorlaştıracak, kişilerde hayal kırıklığı yaratacak ya da gereksiz müdahalelere yönlendirerek maddi ve manevi zarar görmelerine neden olacak sözleri ve uygulamaları olabilmektedir. Anestezik kremlerin kullanımı, ilişki sırasında sarhoş olma, genel anestezi altında cinsel birleşme ve vajinaya botoks uygulanma gibi öneriler vajinismus için önerilmeyen tedavi uygulamalarıdır.Vajinismus için Egzersizler Nelerdir?Vajinismus tedavisi için uygulanması gereken bazı egzersizler mevcuttur. Bu egzersizler şu şekilde sıralanabilir: Kegel egzersizleri: Kegel egzersizi, pelvik tabanı (Pubococcygeus) kaslarını güçlendirme ve kontrol etmeye yönelik egzersizlerdir. Solunum egzersizleri: Solunumu kontrol etmeye yönelik egzersizlerdir. Gevşeme egzersizleri: Tüm vücut kaslarında gevşemeyi öğrenmeye yönelik egzersizlerdir. Botoks uygulanması: Chlostridium botolinum adli bakteriden elde edilen toksin olup enjekte edilen kaslarda kismi felç oluşturarak gevşemeye neden olur. Botoks etkisini kas-sinir bileşkelerindeki kas kasılmasını sağlayan asetilkolin maddesi üzerinden sağlar. Vajinismuslu kadınlarda genel anestezi altında yapılır. Etki süresi 2-6 aydır. Yan etki olarak idrar veya gaita kaçırması görülebilir. Etkisi ortadan kalktıktan sonra vajinismus tekrar oluşabilir Vajinal dilatatörler: Çeşitli ölçülerde vajinal dilatatörler kullanılarak kendi kendine eğitim ve gevşeme yöntemidir.Uygun tedavinin planlanması için, ağrılı ilişkiye neden olan diğer tıbbi ve fiziksel durumların ekarte edilmesi gerekir. Ağrılı cinsel birleşmeye neden olan bazı durumlar söyle sıralanabilir: Vulvodiniya/vestibulodiniya, pelvis iltihabi hastalıkları (PID), over kisti, mesane veya idrar yolları enfeksiyonları, vajina atrofisi, vajina kuruluğu, vajina prolapsusu, rijit veya kalın himen, doğum travması, vulva kanseri, vajina enfeksiyonları, derideki hastalıklar (Lichen skleroz, egzama, sedef ), eklemleri tutan ve eklem hareketlerini kısıtlayan romatizma hastalıkları.Vajinismusta herkese aynı tedavi mi uygulanır?Vajinismus sebebe yönelik uygun bir tedavi tekniği ile adım adım çözülmelidir. Vajinismus cinsel tedaviler arasında en yüz güldürücü sonuç veren cinsel sorunlardan birisidir. Vajinismus sorunu kişiye özeldir. Bu yüzden vajinismus tedavisi de problemin kaynağına yönelik ve kişiye özel olmalıdır.Vajinismus tedavilerinde ürojinekolojik rehabilitasyon nedir?Fizik tedavinin son zamanlarda gelişmekte olan dallarından biridir. Bu dalda pelvik tabanı kaslarının gevşekliği sonucu oluşan idrar kaçırmaları (Inkontinans), pelvik iltihabi hastalıkları, hamilelik öncesi ve sonrası oluşan kas güçsüzlükleri, vücut deformasyonlarını önleme-düzeltme ve oluşan ağrıları azaltmaya yönelik egzersiz ve fizik tedavi uygulamaları, doğum kusmalarını (Hiperemezis gravidarum) önleme, doğum esnasında ağrıları azaltmaya yönelik fizik tedavi yöntemleri uygulanır.Vajinismus Hakkında Sık Sorulan Sorular Vajinismus nasıl bir hastalıktır?Vajinismus, vajinayı çevreleyen kaslarda kadının isteği dışında oluşan spazmdır. Kaslardaki spazm vajinayı çok fazla daraltır ve bu durum cinsel aktivite ve tıbbi muayene de dahil olmak üzere vajinaya girişi engeller. Vajinismus olan kadınlarda vajinayı giriş anında vajinanın giriş bölgesini çevreleyen kaslarda tekrarlayan istemsiz kasılmalar yaşanır ve bu durum cinsel birleşmeyi zorlaştırır ve hatta engeller. Vajinismus bilinçli yapılan veya yaşanan bir durum değildir.Vajinismus tedavisi sonrası iyileşme süreci nasıldır?Vajinismus tedavisi sonrası iyileşme süresi doktorun uyguladığı yönteme göre farklılık gösterir. Bu sorunun altında hem psikolojik hem de fiziksel nedenler yatmaktadır. Vajinismus tedavileri, ortalama 3- 4 gün sürer. Kadınlar yaşadıkları sorunlardan kurtularak vajinismus sonrası normal hayata adapte olmaya çalışacaklardır.Vajinismus için hangi doktora gidilmelidir?Vajinismus yaşadığını düşünen ve belirtileri gösteren kişilerde teşhis konması için Kadın Hastalıkları ve Doğum bölümüne gitmeleri gerekir.Vajinismus ile hamile kalınabilir mi?Vajinismus yaşayan kadınlarda hamilelik potansiyeli açısında bir sorun yoktur. Sadece cinsel ilişki yaşanmadığından sperm hücreleri rahime ulaşamayarak gebeliğin gerçekleşmesine olanak vermemektedir.Vajinismus ne sıklıkta görülüyor?Görünme sıklığı tam olarak bilinmemekle birlikte yüzde 10 olduğu tahmin ediliyor. Çeşitli raporlarda bu konuda değişik istatistiklere yer verilmektedir. Bunun nedeni çiftlerin vajinismustan utanç duyarak gizli tutmalarıdır. Bu da tıbbi yardım almalarını geciktiriyor ve zorlaştırıyor. Dünya üzerindeki bütün toplumlarda yüz binlerce kadında vajinismusun bir formu görülmektedir.Vajinismus nedeni tam olarak nedir?Cinsel eğitimsizliğin, cinsellikle ilgili tutucu değer yargılarının, cinsel mitlerin yaygınlığının (örn: vajen kaslarının istemsiz kasılıp penisin içeride kalacağı düşüncesi), kadınların kendi cinsel organlarının tanımamalarının, bekaret kavramına verilen abartılı önemin, cinsel deneyimin aşamalı gelişmeyip doğrudan cinsel birleşmeyle başlamasının, genel cinsellik anlayışımızdaki tabuların bunda rolü olduğu söylenebilir.Vajinismus hastalığı olanlar nasıl davranır?Vajinismuslu kadınların çoğunda vajinal penetrasyona (giriş) ilişkin korku vardır. Bu nedenle vajinismuslu kadınlar tampon kullanamaz ve jinekolojik muayeneden kaçınırlar. Çoğu, genital bölgelerinin çirkin ve rahatsızlık verici bir görüntüsü olduğuna inanırlar. Vajenlerin çok küçük, penisin ise iri olduğunu düşündüklerinden cinsel birleşmenin ağrılı ve kanlı olacağından endişe ederler.Vajinismus cinsel ilişkiyi nasıl etkiler?Vajinismuslu olgular da çoğunlukla sınırlı da olsa uyarılma ve orgazm yaşarlar. Bu nedenle, cinsel birleşme sağlanmasa da doyurucu bir cinsel yaşam sürdürebilirler. Vajinismus sorunu çözülmediğinde; eşlerinde erken boşalma, cinsel ilgi ve istek azalması ya da erektil yetmezlik gibi sorunların görülme sıklığı oldukça fazladır.Vajinismus kaç gün sürer?Vajinismus kendiliğinden geçmeyebilir. Bunun için tedavi gerekmektedir. Tedavinin süreci ise ortalama 3 gün sürebilir. Vajinismus Nedir?Vajinismus, vajinaya penis, tampon, fitil veya doktorun elle muayenesi de dahil olmak üzere herhangi bir şeyin girmeye çalıştığı anda vajinanın tamamen istemsiz bir şekilde kasılması ve vajinaya girişin zorlanmasıdır. İstatistiksel olarak vajinismusun nedeninin %90'ı psikolojik, %10'u ise vajinayı etkileyen hastalıklar ile ilgilidir.Genellikle yanlış ve sağlıksız cinsel mesajların bilinçaltına yerleşerek, vajina çevresindeki kasları refleks olarak kasması gibi faktörlerin sebep olduğu vajinismus hastalığında kişi özellikle cinsel ilişki sırasında kendini geri çekme ve hatta cinsel ilişkiye girmekten kaçınma gibi belirtiler yaşar.İstem dışı vajina refleksi olan vajinismus, cinsel ilişki esnasında, tamponla, doktor muayenesi ve kendi parmağı ile bile tetiklenebilir. Vajinada oluşan spazm, vajina girişini kapatarak cinsel ilişkiyi imkansız hale getirir. Devam edilmesi halinde ağrıya neden olur. Ayrıca vücudun diğer kas gruplarında da spazmlar oluşturarak bazen soluk almada dahi zorluk yaşatabilir. Vajinismus durumunun bitmesiyle ile birlikte kaslar gevşeyerek eski normal duruma geri döner.Kadınlarda vajinismus değişik formlarda görülebilir. Bazıları sadece cinsel ilişki esnasında oluşur ancak doktor muayenesi ve tampon koyma esnasında sorun yasamazlar. Bazıları ise hiçbir nesnenin girişine izin vermezler. Kimi durumlarda da kısmen penis girişine izin verir; ancak ilişki ağrılı olur.Vajinismus Türleri Nelerdir?Daha önce cinsel ilişkisi olmuş veya olmamış her kadın vajinismus sorunuyla karşı karşıya kalabilir. Kas kasılması nedeniyle daha önce hiçbir şekilde ağrısız cinsel ilişkisi olmaya tiplere ‘primer vajinismus’ adı verilir. Bu durum, birincil tip cinsel ilişki veya ilk jinekolojik muayenede ortaya çıkar. ‘Sekonder vajinismus’ denilen tür ise, daha önce normal ağrısız cinsel ilişkisi olup vajinismusun daha sonra ortaya çıktığı durumları tanımlar. Bazen travma ve cerrahi işlem sonrası primer sorunlar tamamıyla ortadan kalksa dahi cinsel ilişkiye giremezler.Primer (birincil) vajinismusCinsel ilişkinin gerçekleşmemesi durumu olarak isimlendirilen primer vajinismus, yaşam boyu vajinismus olarak da bilinir. Kadınlar evliliklerine rağmen aylarca bakire olarak kalabilir ve bu durum evlilikte büyük sorunlara neden olur.Sekonder (ikincil) vajinismus Kadınların geçmişte yaşadığı düşük, kürtaj, ve taciz gibi cinsel travmalar sonucunda gelişen vanijismus türüdür. Sekonder vajinismus nadir olarak görülse de bazı kadınlarda doğal yollarla gebe kalıp vajinal yolla doğum yapsalar da cinsel ilişki sırasında sorun yaşayabilirler.Vajinismus bazen kadınların ruhsal ve psikolojik durumuna, karşı cinse olan ilgi düzeyine, ilişkide rahat hissedip hissetmediklerine bağlı olarak da değişiklik gösterir. Bu durum ise ‘durumsal vajinismus’ olarak adlandırılır.Vajinismus Belirtileri Nelerdir?Vajinal kaslarda istemsiz ve tekrarlayan kasılma ya da spazmın yaşandığı bir cinsel sağlık durumu olan vajinismusun yaygın belirtileri cinsel ilişkiden kaçınma veya cinsel ilişki sırasında bacaklarını kapatma ve kendini geri çekmedir. Vajinismus Neden Olur?Çoğu kadın için vajina kaslarının istem dışı, bilinçsizce kasılması bir sürpriz olur. Kadın cinsel istek duyduğu halde ilişki gerçekleşmez. Bu reaksiyonun temelinde değişik, yanlış ve sağlıksız cinsel mesajların ya da kötü tecrübelerin bilinçaltına yerleşerek, vajina çevresindeki kasları refleks olarak kasması yatar. Vajinismusa ağrı korkusu, hamilelik korkusu, cinsel kötü kullanım (abuse), tıbbi veya fiziksel durumlar olduğu gibi aşırı heyecan, yetersiz seks eğitimi, aşırı tutucu veya dengesiz eğitim, evdeki şiddet ortamı, aile korkusu ya da güvensizlik gibi çok çeşitli nedenler de olabilir.Vajinismus kimlerde görülür?Vajinismus görülme oranı cinsellik konusuna kapalı olan toplumlarda,  bilgi sahibi olan eğitimli toplumlara göre daha yüksektir. Cinsel Tıp Enstitüsü Vajinismus Bilgi Anketi’nin son verileri ülkemizde yaşayan her 10 kadından birinin vajinismus sorunu yaşadığını göstermektedir. Bilinmeyen şeyler korkuya neden olur. Cinselliğe dair eğitimin yeterli olmadığı toplumlarda olduğu gibi cinselliğe ait bilgisizlik, cinsel organların yerinin ve yapısının bilinememesi bile tek başına vajinismusa neden olabilir.Vajinismus İle İlişkili Diğer Cinsel Problemler Nelerdir?Vajinismus nedeniyle cinsel ilişkiye girememe durumu aparoni, bunun yanında cinsel ilişki esnasında ağrı, batma ve yanma hissi olan disparoni ve kızlık zarı etrafında gelişen ve sebebi net olarak bilinmeyen yangı olan vulvar vestibulitis sendromu görülebilir.Aparoni (Apreunia)Bazı faktörlerden dolayı kişinin cinsel ilişkiye girememe durumu aparoni olarak isimlendirilir. Bu durum erkek, kadın ya da çiftlerin arasındaki bazı nedenlerden kaynaklanabilir.Disparoni (Dyspareunia)Cinsel ilişki esnasında ağrı, batma ve yanma hissi gibi kişiye rahatsızlık veren şikayetler disparoni olarak adlandırılır. Bu durum ağrılı cinsel ilişki olarak da bilinir.Vulvar Vestibulitis Sendromu (VVS)Kızlık zarı etrafında gelişen ve sebebi net olarak bilinmeyen yangı durumlarına vulvar vestibulit sendromu görülür. İlişki sırasında ağrı ve acı gibi şikayetlerle ortaya çıkarVajinismus Teşhisi Nasıl Konulur?Tanı alanında uzman bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanı tarafından basit bir jinekolojik değerlendirme ile konulabilmektedir. Hastanın anamnezi ve jinekolojik muayene ile teşhis yoluna gidilir. Teşhiste herhangi bir cihaz ya da alet kullanılmaz.Vajinismus Tedavisi Nasıl Olur?Vajinismus tedavi edilebilir bir sorun olmasıyla hastalığın tedavisi  kadın hastalıkları ve doğum uzmanları ve psikologlar tarafından da yürütülebilir.Genel anlamda vajinismus tedavileri şöyle sıralanabilir:Himen’in alınması: Vajinismusu olan pek çok kadın, kızlık zarı yani “himen”in alınmasıyla bu sorunun üstesinden geleceklerini sanıyor veya bu şekilde yönlendirilmektedir. Ancak kızlık zarının alınması ile sorun daha da artabilmektedir. Çoğu zaman zarın alınması nedbe dokusu oluşmasına ve dolayısıyla daha çok ağrıya neden olur. Çok ender durumlarda rijit ve kalın himen varsa cerrahi olarak alınabilir. Ancak bu işlem de vajinismusun iyileşeceği anlamına gelmez.Psikoterapi: Gevşeme, öğrenilmesi gereken bir beceridir. Gevşemeyi bilmeyen birine bunu söylemekle sonuç alınamaz. Bu nedenle psikoterapi tek başına etkin tedavi metodu değildir. Gevşemeyi bilmeyen birinde başaramama korkusu ankisiyeteye neden olur. Dolayısıyla kalp atışları artar, kaslar gerilir, soluma yüzeyselledir ve tansiyonun yükselmesine neden olur. Vajinismus, pelvik taban kaslarının istem dışı kasılması sonucu oluştuğu için tedavide bu kasların gevşemesine yönelik olmalıdır.Vajinismus tedavi yöntemleri arasında yer alan psikoterapi ne kadar sürer?Bugün, en etkin tedavinin cinsel tedaviler konusunda uzmanlaşmış terapistler tarafından yapılan cinsel terapiler olduğu ve terapilerin başında psikoterapi olduğu kabul edilmektedir. Doğru ve uygun tedavi ile başarı oranları %100 ve tedavi süresi ortalama 8–10 haftadır.Anestezik kremler vajinismusu tedavi eder mi?Vajinismusla ilgili yeterli bilgi ve deneyimi olmayan profesyonellerin; tedaviyi zorlaştıracak, kişilerde hayal kırıklığı yaratacak ya da gereksiz müdahalelere yönlendirerek maddi ve manevi zarar görmelerine neden olacak sözleri ve uygulamaları olabilmektedir. Anestezik kremlerin kullanımı, ilişki sırasında sarhoş olma, genel anestezi altında cinsel birleşme ve vajinaya botoks uygulanma gibi öneriler vajinismus için önerilmeyen tedavi uygulamalarıdır.Vajinismus için Egzersizler Nelerdir?Vajinismus tedavisi için uygulanması gereken bazı egzersizler mevcuttur. Bu egzersizler şu şekilde sıralanabilir:Uygun tedavinin planlanması için, ağrılı ilişkiye neden olan diğer tıbbi ve fiziksel durumların ekarte edilmesi gerekir. Ağrılı cinsel birleşmeye neden olan bazı durumlar söyle sıralanabilir: Vulvodiniya/vestibulodiniya, pelvis iltihabi hastalıkları (PID), over kisti, mesane veya idrar yolları enfeksiyonları, vajina atrofisi, vajina kuruluğu, vajina prolapsusu, rijit veya kalın himen, doğum travması, vulva kanseri, vajina enfeksiyonları, derideki hastalıklar (Lichen skleroz, egzama, sedef ), eklemleri tutan ve eklem hareketlerini kısıtlayan romatizma hastalıkları.Vajinismusta herkese aynı tedavi mi uygulanır?Vajinismus sebebe yönelik uygun bir tedavi tekniği ile adım adım çözülmelidir. Vajinismus cinsel tedaviler arasında en yüz güldürücü sonuç veren cinsel sorunlardan birisidir. Vajinismus sorunu kişiye özeldir. Bu yüzden vajinismus tedavisi de problemin kaynağına yönelik ve kişiye özel olmalıdır.Vajinismus tedavilerinde ürojinekolojik rehabilitasyon nedir?Fizik tedavinin son zamanlarda gelişmekte olan dallarından biridir. Bu dalda pelvik tabanı kaslarının gevşekliği sonucu oluşan idrar kaçırmaları (Inkontinans), pelvik iltihabi hastalıkları, hamilelik öncesi ve sonrası oluşan kas güçsüzlükleri, vücut deformasyonlarını önleme-düzeltme ve oluşan ağrıları azaltmaya yönelik egzersiz ve fizik tedavi uygulamaları, doğum kusmalarını (Hiperemezis gravidarum) önleme, doğum esnasında ağrıları azaltmaya yönelik fizik tedavi yöntemleri uygulanır.Vajinismus Hakkında Sık Sorulan Sorular Vajinismus nasıl bir hastalıktır?Vajinismus, vajinayı çevreleyen kaslarda kadının isteği dışında oluşan spazmdır. Kaslardaki spazm vajinayı çok fazla daraltır ve bu durum cinsel aktivite ve tıbbi muayene de dahil olmak üzere vajinaya girişi engeller. Vajinismus olan kadınlarda vajinayı giriş anında vajinanın giriş bölgesini çevreleyen kaslarda tekrarlayan istemsiz kasılmalar yaşanır ve bu durum cinsel birleşmeyi zorlaştırır ve hatta engeller. Vajinismus bilinçli yapılan veya yaşanan bir durum değildir.Vajinismus tedavisi sonrası iyileşme süreci nasıldır?Vajinismus tedavisi sonrası iyileşme süresi doktorun uyguladığı yönteme göre farklılık gösterir. Bu sorunun altında hem psikolojik hem de fiziksel nedenler yatmaktadır. Vajinismus tedavileri, ortalama 3- 4 gün sürer. Kadınlar yaşadıkları sorunlardan kurtularak vajinismus sonrası normal hayata adapte olmaya çalışacaklardır.Vajinismus için hangi doktora gidilmelidir?Vajinismus yaşadığını düşünen ve belirtileri gösteren kişilerde teşhis konması için Kadın Hastalıkları ve Doğum bölümüne gitmeleri gerekir.Vajinismus ile hamile kalınabilir mi?Vajinismus yaşayan kadınlarda hamilelik potansiyeli açısında bir sorun yoktur. Sadece cinsel ilişki yaşanmadığından sperm hücreleri rahime ulaşamayarak gebeliğin gerçekleşmesine olanak vermemektedir.Vajinismus ne sıklıkta görülüyor?Görünme sıklığı tam olarak bilinmemekle birlikte yüzde 10 olduğu tahmin ediliyor. Çeşitli raporlarda bu konuda değişik istatistiklere yer verilmektedir. Bunun nedeni çiftlerin vajinismustan utanç duyarak gizli tutmalarıdır. Bu da tıbbi yardım almalarını geciktiriyor ve zorlaştırıyor. Dünya üzerindeki bütün toplumlarda yüz binlerce kadında vajinismusun bir formu görülmektedir.Vajinismus nedeni tam olarak nedir?Cinsel eğitimsizliğin, cinsellikle ilgili tutucu değer yargılarının, cinsel mitlerin yaygınlığının (örn: vajen kaslarının istemsiz kasılıp penisin içeride kalacağı düşüncesi), kadınların kendi cinsel organlarının tanımamalarının, bekaret kavramına verilen abartılı önemin, cinsel deneyimin aşamalı gelişmeyip doğrudan cinsel birleşmeyle başlamasının, genel cinsellik anlayışımızdaki tabuların bunda rolü olduğu söylenebilir.Vajinismus hastalığı olanlar nasıl davranır?Vajinismuslu kadınların çoğunda vajinal penetrasyona (giriş) ilişkin korku vardır. Bu nedenle vajinismuslu kadınlar tampon kullanamaz ve jinekolojik muayeneden kaçınırlar. Çoğu, genital bölgelerinin çirkin ve rahatsızlık verici bir görüntüsü olduğuna inanırlar. Vajenlerin çok küçük, penisin ise iri olduğunu düşündüklerinden cinsel birleşmenin ağrılı ve kanlı olacağından endişe ederler.Vajinismus cinsel ilişkiyi nasıl etkiler?Vajinismuslu olgular da çoğunlukla sınırlı da olsa uyarılma ve orgazm yaşarlar. Bu nedenle, cinsel birleşme sağlanmasa da doyurucu bir cinsel yaşam sürdürebilirler. Vajinismus sorunu çözülmediğinde; eşlerinde erken boşalma, cinsel ilgi ve istek azalması ya da erektil yetmezlik gibi sorunların görülme sıklığı oldukça fazladır.Vajinismus kaç gün sürer?Vajinismus kendiliğinden geçmeyebilir. Bunun için tedavi gerekmektedir. Tedavinin süreci ise ortalama 3 gün sürebilir.
10,160
683
Hastalıklar
Varis
Varis, genellikle tansiyon yüksekliğine bağlı olarak, baldır ve uyluğun iç kısmında toplardamarların genişlemesi, uzaması, kıvrılması ve ciltte görünür hale gelmesidir. Variste damarlardaki artan kan basıncı toplardamardaki kapakçığın yetmezliğine neden olur, bu durum bacaklarda şişme, genişleme ve boğumlu damarlara neden olur. Yaş, genetik faktör, hamilelik, obezite, hareketsizlik veya uzun süre ayakta kalmakta damarlarda varis oluşumunu tetikler. Bilinenin aksine genellikle iyi huylu bir durum olan varis, bazı vakalarda kan pıhtılaşmasına yol açabilir ancak varis çorabı giyerek veya egzersiz yaparak varisin önüne geçmek mümkündür.Varis, genellikle tansiyon yüksekliğine bağlı olarak, baldır ve uyluğun iç kısmında toplardamarların genişlemesi, uzaması, kıvrılması ve ciltte görünür hale gelmesidir. Variste damarlardaki artan kan basıncı toplardamardaki kapakçığın yetmezliğine neden olur, bu durum bacaklarda şişme, genişleme ve boğumlu damarlara neden olur. Yaş, genetik faktör, hamilelik, obezite, hareketsizlik veya uzun süre ayakta kalmakta damarlarda varis oluşumunu tetikler. Bilinenin aksine genellikle iyi huylu bir durum olan varis, bazı vakalarda kan pıhtılaşmasına yol açabilir ancak varis çorabı giyerek veya egzersiz yaparak varisin önüne geçmek mümkündür. Varis Nedir?Varis, bacaklarda bulunan toplardamarın kalıcı olarak genişlemesi, bükülmesi ve ağrılı hale gelmesidir. Derinin hemen altında yer alan toplardamarların şişmesi ve bükümlü hale gelmesi olarak tanımlanan varis, damarlardaki kan basıncının artması sonucu meydana gelir. İlgili damarlara kan akışı engellendiğinde, damardaki kanın tek yönde hareket etmesini sağlayan kapakçıklar olması gerektiği gibi çalışamaz da basıncın artmasına neden olur. Masa başında uzun süre çalışma, çok fazla ayakta durma ve hareketsizlik varis için risk faktörüdür.Damardaki kan basıncı arttıkça damarların duvarları zayıflar. Damar genişledikçe, yavaşlayan kan damarda birikir ve birikerek damarın şişmesine, bükülmesine ve kıvrılmasına neden olarak mavi veya morumsu damarlar olarak bilinen varise neden olur.Varisli damarlar, tek başına damarlar olabileceği gibi, aslında çoğu zaman toplardamar sisteminin yetersizliğinin (venöz yetersizlik) bir belirtisidir. Daha çok bacaklarda görülen varis, vücudun herhangi bir yerinde de meydana gelebilir. Acı veren veya kaşıntılı bir şekilde ortaya çıkabilen varisli damarları çevreleyen örümcek damarları, cildinizin yüzeyine yakın görünen daha küçük kırmızı veya mor çizgilerdir.Üç sınıfta toplanan varis, bacaklarda sadece yüzeyde estetik görünüm anlamında rahatsızlık veren örümcek görünümlü kılcal damarlar (telenjiektaziler), venöz yetmezliğin yani toplardamar yetmezliğinin önemli bir belirtisi olan daha geniş, kabarık damarlar (pakeler) ve bunların her ikisinin bir arada bulunduğu daha da şiddetli vakalardır.Estetik olarak her ne kadar kötü ve rahatsız edici olsalar da varisli damarlar çoğu genellikle iyi huyludur ve herhangi bir tehlike barındırmaz. Ancak bazı durumlarda şiddetli varisli damarlar kan pıhtılaşması gibi ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Varisli damar semptomlarının çoğu evde uygulanacak egzersiz hareketleri ve varis çorabıyla hafifletilebilir. Bazı varis vakalarında ise enjeksiyon, lazer tedavisi veya ameliyata başvurulabilir.Varis Neden Olur?Latince "varix" (kıvrım yapmış toplardamar) kelimesinden türetilen varis, toplardamarların organik bir sebep olmadan genişlemesi, uzaması ve kıvrımlı hal almasıdır. Varis oluşumuna sebep olan yaygın nedenler, yaş, genetik faktör, hamilelik, uzun süre ayakta kalma, obezite ve hormon tedavileri gibi damarlardaki kan kasıncının artıran durumlardır. Damardaki kan basıncı arttıkça zayıflayan duvarlar damarın büyümesine yol açar ve şişmiş şekilde kıvrımlı morumsu varis damarları ortaya çıkar.Varis nedenleri şunlardır: Yaş Cinsiyet (Kadınlarda daha sık) Genetik faktör Hamilelik Uzun süre hareketsizlik Sürekli ayakta durmak Obezite Sigara tüketimi Dar kıyafetler giymek Hormon tedavileri Doğum kontrol hapları KabızlıkYaşİleri yaşa bağlı olarak yaşlı bireylerin damarlarındaki kan akışı zayıflar ve kan istediği gibi bir akış gerçekleştirmez. Bu durum da yaşlı kişilerde varis görülme riskini artırır.CinsiyetErkeklere nazaran kadınlarda daha sık varis görülmesinin nedeni hormonlarda meydana gelen değişimlerdir. Özellikle hamilelik ve sonrasında artışa geçen hormonlar varis oluşumuna yol açar.Genetik faktörAilesinde varis sorunuyla karşılaşan ebeveyniniz varsa sizde de varis görülme riski fazladır. Genetik, varis oluşumunda önemli bir rol oynar.HamilelikHamilelik sürecinde kadınların damarlarındaki kan akışında ciddi oranda bir artış söz konusudur. Bu artışa bağlı olarak damarlarda basınç artar. Tüm bu hareketlilik varis oluşumunu hızlandırır.Uzun süre hareketsiz kalmak Uzun süre ayakta hareketsiz kalmaya bağlı olarak toplardamarlardaki kapaçıklarda yetersizlik oluşur ve bu kişilerde varis daha yaygın bir şekilde görülür.Sürekli ayakta durmak Uzun süre ayakta durmak veya oturmak bacaklardaki kan dolaşımını azaltarak bacaklarda varisli damar oluşumuna neden olabilir.ObeziteAşırı kilolu obez kişilerin damarlarında daha çok baskı oluşur. Bu baskı sonucunda da varisli damarlar meydana gelebilir.Sigara tüketimiSigaranın içindeki temel kimyasal olan olan nikotin, kan damarlarının daha da daralmasına neden olur ve bunun sonucunda varis daha yaygın hale gelir.Dar kıyafetler giymek Dar kıyafetler giyildiği takdirde kanın bacaklara doğru akışı engellenir. Bu engelleme ise bacaklarda kan birikmesine yol açarak ağrı, şişlik ve varisli damarlara yol açabilir.Varise Yol Açan Faktörler Nelerdir?Kapakçık yetersizliği ve toplardamarda tansiyon yüksekliği varise zemin hazırlayan önemli faktörlerdir. Toplardamarlarda her 10-15 santimetrede bir kapakçık bulunmaktadır. Bu kapakçıklar kavuşamazsa kan geriye kaçar. Sonuç olarak kapakçıkta veya kapakçığın duvarında oluşan hasar kapakçık hareketlerini bozar ve varise neden olur. Uzun süre ayakta hareketsiz kalmaya bağlı olarak ortaya çıkan toplardamarlarda tansiyon yüksekliği de ayaklarda yanma, dolgunluk, ağrı ve şişmeye yol açarak varis oluşumunu hızlandırmaktadır.Varis, kadınlarda, erkeklere göre 4 kat fazla görülür. Kadınlardaki en önemli nedenlerin başında hamilelik gelmektedir. Çalışan annelerin de iş yaşamında uzun süre masa başında oturması ve ayakta kalma zorunluluğu, toplardamarları güçsüz bırakarak, varis oluşumuna yol açar. Varis %90 oranında ailesel yatkınlıktan kaynaklanır. Anne karnında organlar gelişip büyürken, tamamen hastalık kodları hücrelere yazılmakta ve biyolojik saat gelince de hastalık kendini göstermektedir. Bazı faktörler, biyolojik saati erkene çeker ve bazen de tamamlayarak, hastalığın oluşmasına zemin hazırlar.Varis, yerçekimi ve durgunluk hastalığıdır. Hareket etmek yerçekimini yenen ve onu kısa bir süre için de yok hale getiren yaşam belirtisidir. Varis, yerçekimine bağlı olarak kanın, ayak ve baldırlarda durgunlaşarak, damarları genişletmesiyle oluşur. Yer çekimi oldukça varisin gerçekleşmesi kaçınılmazdır ancak haraketli bir yaşam şekli benimsemek, bunu geciktirir ve öteler. Yaşanılan bölge özellikle de sıcak iklimler, dinlenmeye zaman ayrılmayan hareketsiz yaşam, sürekli ayakta durmayı gerektiren meslekler (kuaför, fırıncı, bankacı, cerrah, hemşire), giyim şekilleri (dar ve sıkı kıyafetler) aşırı kilo alımı (özellikle göbek çevresinin genişliği) ve sigara tüketimi (sigara atardamarları büzen, toplardamarları zayıflatan bir etkiye sahiptir) varis oluşumunu hızlandıran faktörlerdir. Sandalyede oturmak sıradan bir davranış gibi görülse de kan, toplardamarlardan ayaklara ve kalbe doğru önce yatay, sonra dikey,  sonra yatay ve tekrar dikey olarak döner. Kıvrılma ve katlanmalar da eklendiğinde fizyolojiyi zorlayan bir geometrik kan akışı ortaya çıkar. Yalnızca sandalyede uzun vakitler geçirilmesi bile varis hastalığını %75 artırmaktadır.Varis oluşumuna yol açabilen faktörler özetle şu şekildedir: Varis olanların % 90’ında aile öyküsü bulunmaktadır. Yaş ilerledikçe belli bir biyolojik dönemde varisler ortaya çıkmaktadır. Varisler erkeklere oranla kadınlarda 4 kat daha fazla görülmektedir. Erkekler tedavi konusunda doktora başvurmada geç kalırken, kadınlarda görselliği bozduğu için erken teşhis ve tedavi oranı daha yüksektir. Uzun süre yüksek topuklu ayakkabı giyen kadınlarda baldır kasları çalışmadığından varis ortaya çıkar. Yani bacak adalelerinin zayıflaması önemli bir faktördür. Hamilelik döneminde hareketsizlik ve aşırı kilo kadınlarda varise neden olmaktadır. Özellikle çalışan anne adaylarının uzun süre oturması ya da uzun süre ayakta kalması varisin oluşmasında etkilidir. Kronik kabızlık, sigara, doğum kontrol hapları ve hormon tedavisinin varislere neden olduğu düşünülmektedir. Aşırı sıkı pantolon ve/veya çorap giymek de varise neden olabilmektedir. Obezite de varislere yol açan faktörler arasındadır. Yaz dönemindeki sıcak hava varise yol açabilen faktörler arasında yer alır.Varis Belirtileri Nelerdir?Bacak damarlarında daha önce görülmeyen mavi veya morumsu şişlikler, damar çevresinde kaşıntı, bacaklarda ağrı, ayaklarda yanma, bacaklarda ağırlık hissi ve özellikle geceleri artan bacak krampları yaygın varis belirtileridir. Genel olarak varis belirtileri şunları içerir: Bacaklarda rahatsızlık, ağırlık ve ağrı hissi Bacak damarlarında mavi veya morumsu şişlikler Özellikle bileklerde başlayıp gün sonunda yukarı çıkan bacaklarda şişlik Yine ayak bileklerinde pigmentasyon denilen kalıcı mor renk değişiklikleri  Damar çevresinde kaşıntı, ağrı ve yanma hissi Özellikle geceleri artan bacak krampları Daha ileri varislerde bacaklarda yaralar  Damarlarda ani kanamalarVaris kimlerde görülür?Varis hemen herkeste görülebilir. Tamamen normal bir toplulukta detaylı tüm vücut taraması yapıldığında farklı yerlerde ve derecelerde küçük de olsa varis görülme oranı %70-75'e kadar çıkabilir.Ancak klinik olarak varisler; Kadınlarda, Hamilelik sonrası artan hormon seviyelerinde, Hareketsiz yaşam tarzı ile birlikte, Ailesinde varis olanlarda, Uzun süre hareketsiz ve ayakta kalınan mesleklerde, (hostes, öğretmen, berber, cerrah gibi) Ve son zamanlarda aslında yine hareketsiz uzun oturulan işlerde (bilgisayar başında saatler geçiren bankacı, muhasebeci gibi) çalışanlarda da daha çok görülür.Varis Çeşitleri Nelerdir?Varisler primer veya sekonder olabilir. Primer varislerin nedenleri hakkında çeşitli teoriler olmasına rağmen esas nedenler, kesin olarak belli değildir. Günümüzde en çok kabul gören teori kalıtımsal ven duvarındaki zayıflık ve venlerdeki kapakçık yetmezliği, venöz hipertansiyondur.Sekonder veya edinsel variköziteler, venöz kapakçıkların travma, derin ven trombozu veya enflamasyon gibi nedenlere bağlı hasar alması sonucu meydana gelir. Bir ekstremitede kıvrım yapmış belirgin variköz oluşumlarının yanında daha küçük çaplı telenjiektazik, retiküler tarzda oluşumlar da bulunabilir. Bu oluşumlar elle hissedilemeyen, ciltte yüzeyel yerleşim gösteren, 1 milimetre veya daha küçük çaplı mavi veya kırmızı çizgisel renk değişiklikleri olarak görülürler.Bölgesel olarak yıldız şekilli veya örümcek ağına benzer yaygın çizgisel oluşumlar olup tüm bacağı sarabilirler. Hastadan hastaya değişmekle birlikte bir ekstremitede bu oluşumlar, birlikte veya ayrı ayrı yerleşim gösterebilirler.Varis çeşitleri genelde iki tür olarak sınıflanabilir. Bacakların yüzeyel toplardamarlarının yetersizliği nedeniyle gelişen varislerde yüzeyel damarlar kalınlaşıp cilt altından cilde doğru kalın, kıvrımlı ve kabarık damarlar oluştururlar. Bu tip varisler derin damar sistemini de zamanla bozabileceğinden belli bir seviyeden sonra müdahale gerektirirler. Bacak sağlığı için risk oluşturabilirler. Daha çok hormonal sistemin etkisiyle, genetik ve yapısal etkilerle ortaya çıkan ve artan ince yüzeyel varislere ise “Telenjiektazi” veya Örümcek görünümlü (Spider veins)” varisler de denebilir. Bunlar daha çok estetik anlamda sıkıntı yaratırlar. Yani görüntüsü rahatsız eder. Bacak sağlığı veya genel sağlık açısından ciddi bir tehdit oluşturmazlar.Varis riskini artıran durumlar nelerdir?Kalıtım, yani aileden genetik geçiş varis için belki de en önemli risk faktörüdür. Ailede varis varsa kişide de olma ihtimali %45 ile %90 arasındadır. Varis kadınlarda erkeklere oranla 4 kat fazla görülmektedir. Hamilelik ve obezite, doğum kontrol hapları ve hormon tedavileri de varis hastalığına yatkınlığı artırmaktadır. Dolayısıyla bunlar bir araya toplandığında hamilelik geçirmiş olan kadınlarda, ailede de varis hikayesi varsa risk belirgin derecede artmaktadır. Geçirilen her bir hamilelik, hem hormonal etkileri hem de her seferinde vücuda getirdiği ciddi yükler ile birlikte riski daha da yükseltir.Diğer bir risk faktörü de uzun sürelerle hareketsiz ayakta veya oturarak çalışmaktır. Günde 4 saatten fazla ayakta kalanlarda varis gelişme riski 2,7 kat artmaktadır. Geçmişte varis; öğretmenler, hostesler, diş hekimleri ve cerrahlar gibi belli meslek grupları ile özdeşleşirdi. Bu tip mesleklerde uzun saatler boyunca hareket etmeden ayakta durulduğu için durum böyleydi. Ancak ofis ortamlarında saatlerce bilgisayar başında geçirilen modern çalışma ortamı artık hemen herkesi riskli hale getirmiştir. Tüm riskler kadınlarda daha belirgin gibi görünürken, modern ofis ortamında hareketsiz yaşayan, spor alışkanlıkları olmayan erkekler de risk altındadır. Genetik geçişin erkekler için de geçerli olduğunu da unutmamak gerekir.Epidemiyolojik çalışmalarda varis patofizyolojisinde rol oynayan birçok etken öne sürülmüştür. Bu çalışmalarda aile öyküsü (kalıtım), riskli yaşam tarzı ve sigara kullanımı, venöz yetmezlik tespit edilen hastalarda daha yüksek oranlarda saptandığı için önde gelen risk faktörleri olarak gösterilmiştir. Aile öyküsünün pozitif olduğu hastalarda, varis görülme riski 4.4 kat daha fazladır. Uzun süre ayakta kalmak ya da uzun süre oturarak iş yapmak bir risk faktörü olduğu gibi, günde 4 saatten fazla ayakta kalanlarda yüksek grade venöz yetmezlik gelişme riskini 2.7 kat artırır. Uzun süre ayakta durmak Hamilelik Şişmanlık Oturarak çalışmak Hareketsizlik Yaşlılık İlaç kullanımı (Doğum kontrol hapları, menopoz döneminde kullanılan hormon replasman tedavileri)Varis Tanısı Nasıl Konulur? Varis teşhisi için hekim tarafından yapılan klinik muayene ilk aşamada en önemlisidir. Muayenede hekim, hasta şikayetlerinin hastanın görünen varislerinin şiddeti ile bağlantılı olabileceğini düşünüyorsa “Doppler Ultrasonografi (USG)” yapılmasını isteyecektir. Bu tetkik vücuda herhangi bir ilaç verilmeden, enjeksiyon vs yapılmadan uygulanan bir tetkiktir. Bacağa bir jel sürülerek ses ötesi dalgalar veren bir ultrason probunun bacağın üzerinde yumuşakça gezdirilmesi ile yapılır. Burada da önemli olan, bu tetkikin tecrübeli bir hekim tarafından sabırla, zaman ayırarak ve özellikle sonradan hastayı ayağa da kaldırarak, ölçümlerin tam yapılmasıdır.Varis, toplardamarların içerisindeki kapakçıkların tam ve düzgün çalışmaması olduğundan, bu kapakların çalışmasının hasta ayakta iken de değerlendirilmesi çok önemlidir. Varis kliniği hakkında yeterli deneyimi olmayan kişilerce ideal şartlarda yapılmamış bir “Doppler Ultrasonografi” sonucu tek başına çok yanıltıcı olabileceği gibi gereksiz bir ameliyata da sebep olabilir.Varis Tedavisi Nasıl Yapılır?Varis tedavisinde ciltte sadece örümcek şeklinde varisler (telenjiektaziler) var ve doppler’de iç kısımdaki ana damarlarda ciddi bir kaçak yoksa bu sadece estetik bir sorundur. Bu damarlara deri üzerinden lazer uygulamaları yapılabilir.  Varis için daha geniş olanlarda köpük skleroterapi uygulaması yapılabilir. Yine poliklinik ortamında yapılan bu uygulamada ince damarları içeriden tahriş edecek şekilde bir ilaç uygulaması çok ince iğneler ile yapılır. Bu damarlar zaman içinde pıhtılaşarak zamanla vücut tarafından ortadan kaldırılır. Ortalama 2 ay gibi bir sürede varisli alanların çoğu ortadan kalkmış olur.  Daha ileri boyuttaki varislerde de safen ven denilen damarların ortadan kaldırılması gerekir. Klasik yöntem damarın hastalıklı bölümünün çıkarılıp alınması (stripping) yöntemidir. Diğer yöntem ise bu damarın yerinde bırakılarak damar içerisinden yapılan müdahale ile yakılarak pıhtılaştırılması veya kapatılmasıdır. Endovenöz yöntemler denen bu yöntemlerde lazer, radyofrekans ve bazen de damar içi tutkal uygulamaları tercih edilebilir. Hangi yöntemin hasta için uygun olduğuna hekim, muayene ve Doppler USG bulgularına göre hasta bazında karar vermektedir. Damarlardaki yetersizliğin yeri, derecesi ve damar çapları tedavi seçeneklerinin belirlenmesinde çok önemlidir.İleri derecede varislerde bacakta ödem de olabilir. Bu durumda bazı ilaçlar kullanılabilir. Damarların kan basıncına karşı daha sıkı durmasını sağlayan vazotonik ilaçlar kullanılabilir. Bu ilaçlar ağrı ve ağırlık hissine faydalı olacağı gibi ödemi de azaltacaklardır.Özetle varis tedavisi için uygulanabilecek tedavi yöntemleri şunları içerir: İlaçlar Varis Çorabı (Varis ve kronik venöz yetmezlikte uygulanan yöntemlerin hiç birisi tek başına varis çorabı uygulaması olmadan başarılı olamaz. Bu nedenle varis çorabı uygulamaları venöz yetmezlik tedavisinde altın standart olarak kabul edilebilir. Varis çorapları değişik basınç aralıklarında bulunurlar ve hastanın şikayetlerinin ve hastalığının derecesine göre ihtiyaç duyulan basınç aralıklarında kullanılır.) Skleroterapi Lazer Cerrahi TedaviElevasyon (ayakları yukarı kaldırma)Yerçekiminin etkisine karşı alınan basit bir önlemdir. Toplardamardaki tansiyonu düşürür. Ayakların kalp seviyesinden yüksek olacak şekilde bir yastıkla desteklenmesi ya da yatağın ayak uç tarafına bir yorgan koyarak yükselti yapmak yararlı olacaktır. Huzursuz ayak sendromu olarak tarif edilen, bir yanda şeker hastalığı, diğer yanda da bel fıtığına işaret eden mekanik nedenlerin yanında varis de bir etkendir. Burada dikkat edilmesi gereken şey, dizin kalp seviyesinde ve ayakların da bu seviyeden daha yukarıda olmasıdır. Bu uygulama, özellikle kalp yetmezliği ve atardamar tansiyon yüksekliği olanlarda sıkıntı oluşturabilir. Öksürük başlaması uyarıcıdır. Kalp yetmezliği olan hastalarda kalbe dönen kan miktarının ani artmasıyla kişi akciğer ödemine girerek solunum sıkıntısı çekebilir, bu nedenle dikkatli olunmalıdır. Tansiyon hastalarında ise ayakları kaldırmanın; özellikle ensede ağrı, dolgunluk ve sertliğe, kan basıncının artmasına yol açtığı bilinmektedir. Dikkat edilmediği takdirde hastada beyin kanaması oluşabilir.Varis çorabıVaris tedavisinin en önemli aşamasıdır. Mutlaka yapılması gereken bir uygulama olup tedavinin vazgeçilmezidir. Günlük uygulamada çok faydalıdır, kişiyi rahatlatır. Ayakları dinlendirir, yorgunluğu alır. Varis sorunu olan tüm hastaların varis çorabı giymeyi kabullenmesi önemlidir. Çorabın esas etkisi varislerin genişlemesini engellemesidir. Böylece kanın, genişlemiş damarlarda göllenmesine mani olur.Aynı zamanda damar duvarlarını birbirine yaklaştırarak kapakçıklarda geriye kaçışı engeller. Böylece ayaklarda şişme olmaz, dolaşım bozukluğu ortadan kalkar. Genellikle diz altı varis çorabı önerilmektedir. Çünkü geriye kaçarak göllenen kanın oluşturduğu basınç, her iki ayak bileği iç tarafında daha sıklıkla hissedilir. Diz altı varis çorabı da bunun için idealdir. Ancak kasıklarda bulunan kapakçıkta kaçak varsa, kilotlu olanı tercih edilmelidir. Kilotlu varis çorabı kasık bölgesine bası yaparak hem damarın genişlemesini engellemekte, hem de daha alttaki sağlam kapakçığı destekleyerek onun bozulmasını önlemektedir. Böylece süreci durdurucu özelliğinin yanı sıra aynı zamanda tedavi edicidir. Basınç olarak daha sıklıkla orta basınçlı olanı tercih edilmelidir. Dinlendirici denilen hafif basınçlı olanı, varis başlangıcı düşünülen, varis çorabı kullanmak istemeyen veya yaşlı olup giyme zorluğu yaşayan kişilere önerilmektedir. Yüksek basınçlı olanlar tamamen tedavi edici boyuttadır. Sıklıkla yarası olan hastalarda kullanılmaktadır.İyi bir varis çorabı, giyilen bacakta asla kıvrıntı oluşturmaz. Bacaları sütun gibi yapar. Eğer kıvrıntı yapıyor yağlı bölgelerde veya en üst kısmındaki lastik bölümü iz bırakacak kadar sıkıyorsa bu varis çorabı fayda değil zarar verir, uygun değildir. Sıkan bölümlerin alt kısmında ödem artarak variköz yapıları çoğaltabilir.İlaç tedavisiBurada amaç öncelikle hastanın şikayetlerini azaltmak, yok etmektir. Mevcut ilaçlar da bu anlamda gerekli rahatlamayı sağlamaktadır. İlaçlar, damar düz kaslarını kuvvetlendirici özelliktedir. Aynı zamanda antiinflamatuar, ağrı kesici, ödem giderici özellikleri olanlar vardır. Sonrasında amaç, damar duvarı tonusunu artırarak geriye kaçağı yani reflüyü azaltmaktır. İlaç kullanımı sonrası özellikle kendine dikkat eden hastaların %70 civarında ağrılar, kramplar, dolgunluk, sıcaklık hissi, kaybolur. %30 hastada ise mevcut varislerin bir kısmının sönmesi ile reflü kaybolur. Bu kişilerde zamanla tam iyileşme sağlanarak varislerin büyük kısmının ortadan kalkması mümkündür.Cerrahi tedaviCerrahi tedavi gerektiren varislerde, damarlar ameliyat ile tamamen çıkarılır ve geriye sadece kanamalar kalır. Onlar da zamanla kaybolur. Öncelikle varislerin tedavisinde klasik cerrahi yöntemin uygulanması gerekmektedir. Açık cerrahide asıl sorun tam anlamıyla çözülmektedir. Ancak oluşan varislerin bir kısmı canlı kalmaktadır. Burada ameliyatsız yapılan işlemler akla gelmektedir. Bu işlemler asıl ameliyatı tamamlayıcı nitelikteki işlemlerdir.Varis Çorabının Varis Tedavisine EtkisiVaris çorapları hali hazırda varis tedavisinde önemlidir. İç damarlarda yetersizlik olduğunda kanın yukarıya çıkışı zorlandığından aşağıdan yukarıya doğru kanı yönlendirecek şekilde özel örülmüş varis çorapları dolaşıma destek sağlar ve damar üzerinde devam eden yüksek basıncı engelleyerek hastalığın daha da ileri seviyelere çıkmasını engeller.Varis çorapları hastalığı tamamen ortadan kaldırmaz, sadece ilerlemesini yavaşlatır veya engeller. Dolayısıyla çoraba uyum önemlidir. Diğer taraftan varis çorapları sıkı çoraplar olduğundan giyilmesi her zaman çok kolay değildir ve bu nedenle hastalar sıklıkla bu tedaviye devam etmek konusunda isteksiz olurlar. Bu nedenle varis çok ileri seviyelere gelmeden, halen müdahale şansı var iken yapılacak müdahaleler sizi ömür boyu çorap kullanımından da koruyabilir.Atkestanesi, kırmızı üzüm ekstresi gibi ürünler de doktor tarafından uygun görülürse varis için kullanılabilir. Bunlar da daha çok hastalık belirtilerini rahatlatmakta faydalı olabilmekte ancak esas damar yetersizliğinin çözümünde kullanılmamaktadır.Varis Tedavisinde Kullanılan Yöntemler Nelerdir?Varisin seviyesine ve tipine göre tedavi seçenekleri değişir. Hafif seviyede varislerde hayat tarzı ile ilgili bazı değişiklikler yaparak ilerlemesini engellemek ilk seçenektir. Özellikle daha fazla hareket edilmesi en önemli faktördür. Yine ilerlemeyi engellemek için bacağa dışarıdan basınç desteği veren sıkı varis çorapları (kompresyon çorapları) kullanılabilir. Bacakta ödem de oluyorsa vazotonik ilaçlar olarak isimlendirilen bir grup ilaç kullanılabilir. Ayrıca atkestanesinden yapılan kapsül ve merhemler de hastanın rahatsızlık hissini azaltmaya yönelik kullanılabilir.Bacaklarda varislerin ortadan kaldırılması yönünde bir girişim yapılacak ise yine farklı seçenekler vardır. Bunlar:İğne tedavisi (skleroterapi)Cildin yüzeyine yakın olan ve cilt üzerinde görülebilen kılcal damarlar varislerinin tedavisinde kullanılan bir yöntemdir. Ciltte herhangi bir kesi ya da ize yol açmadan, hastaların estetik görünümü korunarak başarılı sonuçlar veren bir uygulamadır. İğne enjeksiyonu ile damar içine verilen ilaç, hastalıklı olan toplardamarın kapanmasını sağlar, varisler bir süre sonra cilt yüzeyinde görülmez olur.Köpük tedavisiİki ayrı işlem ile yapılabilen skleroterapi, damar içine ilacın sıvı olarak enjekte edilerek veya kimyasal maddenin hava ile teması sonrası oluşturulan köpüğün toplardamar içine uygulanması ile de gerçekleştirilmektedir. Bu işlem, ‘köpükle varis tedavisi’ olarak adlandırılır. Köpük tedavisi daha geniş damarlarda kullanılabilmektedir. Varisin ameliyat dışı tedavileri arasında günümüzde çok sık kullanılan köpük tedavisi, kılcal damarların yanı sıra orta genişlikte damarlara uygulanmaktadır. İğneler kullanılarak damar içine verilen özel köpürtülmüş ilaçlar, varisli damar iç yüzeyinde yanıklar oluşturur ve bu sayede hastalıklı damarın kapanmasını sağlar.Radyofrekans tedavisiRadyofrekans (radyo dalgaları) olarak bilinen yöntemde ise ameliyata gerek kalmadan daha ince varis damarları tedavi edilebilmektedir. İşlemde, damar içine ısı enerjisi verilerek damar iç yüzeyi yakılmakta ve hastalıklı bölgenin kapanması sağlanmaktadır.Lazer tedavisiCilt üzerinden herhangi bir girişimsel işlem ya da kesi gerçekleştirmeden uygulanan lazer teknolojileri de hastaların başarılı ve konforlu bir tedavi süreci geçirmelerini sağladığı için en çok tercih edilen seçenekler arasında yer almaktadır. Hangi yöntemin hangi hastada uygun olduğu, hastalığın bacağın neresinde hangi seviyede olduğuna ve doktorun tecrübe ve tercihlerine göre değişiklik gösterebilir. Uygun ve seçilmiş hastalarda, cerrahi gerektirmeyen durumlarda uygulanan ameliyatsız varis tedavileri olan; iğne, köpük tedavisi, radyofrekans ve lazer yöntemlerinde başarı oranı %100’e yakındır. Bu işlemlerin gerçekleştirilmesinde; uygun hastanın seçimi, hastanın tercihi ve varis damarının çapı gibi kriterler önemlidir. Hastalar cerrahi dışı varis tedavileri ile konforlu bir iyileşme süreci geçirmekte ve günlük yaşamlarına çabuk adapte olabilmektedir.Varisten Korunmak İçin Nelere Dikkat Edilmeli?Genetik olarak varise yatkın olmak, varis hastası olunacağı anlamına gelmemektedir. Yaşam tarzı ve tercihleri burada çok önemlidir. Aşırı kilo alıp vermekten kaçınmak, düzenli yürüyüşler yapmak, bacak kaslarını kuvvetli tutmak, gün içerisinde uzun saatler bilgisayar başında çalışılıyorsa mutlaka 1-2 saatlik aralarla ayağa kalkıp dolaşmak gereklidir. Masa altına yükseklik koyarak bacakları biraz daha yüksekte tutmak önerilmektedir. Kadınlarda da özellikle hamilelik döneminde yine hareketli olmak, aşırı kilo alımından kaçınmak ve özellikle son dönemde varis çorabı ile bacaklara destek olmak önemlidir. Varis sorununu önlemek ve hafifletmek için bol bol yürüyüş yapmak önerilir. Ayakta uzun saatler boyunca hareket şekilde kalınmamalıdır. Günde en az iki litre sıvı tüketilmeli, sigara kullanımından kaçınılmalıdır. Bir saatten daha uzun süre oturulmamalıdır. Dar pantolonlar, çoraplar ve iç çamaşırları kullanılmamalıdır. Uzanırken ayaklarınızın altına yükselti sağlayacak yastık gibi desteklerin koyulması da varisten korunmaya yardımcı olur. Uzun süre ayakta kalma veya hareketsiz kalma durumlarında ise ayaklara pompa etkisi sağlayacak egzersizlerin yapılması önemlidir. Yüzme, bisiklet vb.  sürekliliği olan hareketler tercih edilmeli. Özellikle yaz mevsimindeki aşırı sıcak havalarda güneşte uzun süreli temastan kaçınılmalıdır. Varisten korunmak için bacaklar soğuk suyla temas ettirilmelidir zira bacaklara uygulanan soğuk su kanın kalbe dönüşünü hızlandırır.Varis Hakkında Sık Sorulan Sorular Varis nasıl geçer?Oluşmuş varisler kendiliğinden kaybolmazlar. Ortadan kalkması isteniyorsa kişinin varis çeşidine uygun tedavi yöntemlerden birisi uygulanacak şekilde müdahale gerektirir. Temel hedef varisin oluşmamasını sağlamak, oluşmuş ise de ilerlemesini engellemek yönünde olmalıdır.Genç yaşta varis neden olur?Varis sadece ilerleyen yaşlarda değil genç yaşta da görülebilir. Bunun çeşitli nedenleri vardır. Ailede varis hikayesi varsa, çok hareketsiz bir yaşam sürülüyor ise, uzun süre ayakta veya oturarak sabit durulan mesleklerde çalışılıyor ise ve hamilelik dönemlerinde genç hastalarda varis oluşma ihtimali yükselir.Varis ağrısına ne iyi gelir?Varis aslında çok da ağrı yapmaz. Ancak gün sonuna doğru bacakta ağrı olarak da tarif edilen bir dolgunluk ve rahatsızlık hissi yaratır. En iyi gelen şey bacakların uzatılarak dinlendirilmesi olacaktır. Uzanıldığı zaman toplardamar sisteminde basınç düşeceğinden rahatsızlık da azalacaktır. Hatta bacakların altına hafif bir yükseklik de konulursa daha da iyi olur. Duş alımı sırasında en son aşamada normal duş suyundan biraz daha soğuk bir su ile bacaklar yıkanırsa bu da rahatsızlık hissine iyi gelecektir. Ayrıca vazotonik ilaçlar ve atkestanesi ekstresi ile yapılan kremler de bacaktaki ağrı hissinin giderilmesine yardımcı olur.Varıs çorabı ne işe yarar?Varis çorabı, aşağıdan yukarıya doğru kanı yönlendirecek şekilde özel örülmüş olduğu için kan dolaşımına destek sağlar ve bacaklardaki kirli kanın dokular arasında birikip kalmasını önler. Ayrıca varis çorabı damar üzerinde devam eden yüksek basıncını engelleyerek hastalığın daha da ileri seviyelere çıkmasını engeller.Varis için hangi doktora gdilir?Varis için Kalp Damar Cerrahisi ve Girişimsel Radyoloji doktorlarından randevu alabilirsiniz.Zayıflayınca varis geçer mi?Varise neden olan durumların arasında obezite de yer alır. Sağlıklı beslenip kilo vererek, varisli damarların iyileşmesine katkı sağlamak mümkündür.Varis en çok hangi yaş grubunda görülür?En fazla hangi yaş grubunda görülür? Variköz venler önemli bir sağlık problemidir. Erişkinlerdeki sıklığı değişik coğrafi varyasyonlar göstermekle beraber yaşla giderek artar. Bacak varisleri, muayenehane pratiğinde en sık karşılaşılan damar hastalığıdır. Yetişkin nüfusun yüzde 15-20’ sini etkiler. Kadınlarda erkeklere oranla 2-4 kat daha fazla görülürken ailesel geçiş oranı yüzde 50’ den fazladır. Alt ekstremitenin venöz hastalıkları erişkinlerin yaklaşık yüzde 17’sini etkilemektedir. Variköz venlerin etiolojisinde gebelik, obezite, postür bozuklukları, konstipasyon gibi çeşitli hipotezler ileri sürülmüştür.Varis sülükle tedavi edilir mi?Varis nedeniyle meydana gelen şişmeler nedeniyle sülük tedavisi uygulanması, varisin ortaya çıkma nedeni ortadan kaldırmayacağı için yanlış bir uygulamadır.Varis kaynaklı şikayetler nelerdir?Hastaların en yaygın semptomları bacaklarının görüntüsünün bozulması ve uzun süre ayakta durunca ortaya çıkan bacak ağrısı ve bacaklarda ağırlaşma hissidir. Semptomlar anatomik defektin derecesiyle ilişkili olmayabilir. Bazen hasta variköz damarı zedeleyebilir. Bu durumda belirgin bir kanama görülebilir. Bacak varislerinin bir komplikasyonu yüzeyel tromboflebittir; ciddi bir ağrı ve hareket kısıtlılığına yol açabilir. Uzun süreli bacak varislerinde kronik ayak bileği şişliği, staz dermatiti ve bacak ülserleri gelişebilir. Uzun süre ayakta durma veya obezite (şişmanlık) tüm bacak varislerinin daha semptomatik hale gelmesine neden olurlar. Ağrı Kaşıntı Ayak bileğinde şişme Gece krampları Yüzeyel tromboflebitler Venöz ayak bileği cilt değişiklikleri (pigmentasyon, egzama, lipodermatoskleroz ve açık yara) Kanama Varis Nedir?Varis, bacaklarda bulunan toplardamarın kalıcı olarak genişlemesi, bükülmesi ve ağrılı hale gelmesidir. Derinin hemen altında yer alan toplardamarların şişmesi ve bükümlü hale gelmesi olarak tanımlanan varis, damarlardaki kan basıncının artması sonucu meydana gelir. İlgili damarlara kan akışı engellendiğinde, damardaki kanın tek yönde hareket etmesini sağlayan kapakçıklar olması gerektiği gibi çalışamaz da basıncın artmasına neden olur. Masa başında uzun süre çalışma, çok fazla ayakta durma ve hareketsizlik varis için risk faktörüdür.Damardaki kan basıncı arttıkça damarların duvarları zayıflar. Damar genişledikçe, yavaşlayan kan damarda birikir ve birikerek damarın şişmesine, bükülmesine ve kıvrılmasına neden olarak mavi veya morumsu damarlar olarak bilinen varise neden olur.Varisli damarlar, tek başına damarlar olabileceği gibi, aslında çoğu zaman toplardamar sisteminin yetersizliğinin (venöz yetersizlik) bir belirtisidir. Daha çok bacaklarda görülen varis, vücudun herhangi bir yerinde de meydana gelebilir. Acı veren veya kaşıntılı bir şekilde ortaya çıkabilen varisli damarları çevreleyen örümcek damarları, cildinizin yüzeyine yakın görünen daha küçük kırmızı veya mor çizgilerdir.Üç sınıfta toplanan varis, bacaklarda sadece yüzeyde estetik görünüm anlamında rahatsızlık veren örümcek görünümlü kılcal damarlar (telenjiektaziler), venöz yetmezliğin yani toplardamar yetmezliğinin önemli bir belirtisi olan daha geniş, kabarık damarlar (pakeler) ve bunların her ikisinin bir arada bulunduğu daha da şiddetli vakalardır.Estetik olarak her ne kadar kötü ve rahatsız edici olsalar da varisli damarlar çoğu genellikle iyi huyludur ve herhangi bir tehlike barındırmaz. Ancak bazı durumlarda şiddetli varisli damarlar kan pıhtılaşması gibi ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Varisli damar semptomlarının çoğu evde uygulanacak egzersiz hareketleri ve varis çorabıyla hafifletilebilir. Bazı varis vakalarında ise enjeksiyon, lazer tedavisi veya ameliyata başvurulabilir.Varis Neden Olur?Latince "varix" (kıvrım yapmış toplardamar) kelimesinden türetilen varis, toplardamarların organik bir sebep olmadan genişlemesi, uzaması ve kıvrımlı hal almasıdır. Varis oluşumuna sebep olan yaygın nedenler, yaş, genetik faktör, hamilelik, uzun süre ayakta kalma, obezite ve hormon tedavileri gibi damarlardaki kan kasıncının artıran durumlardır. Damardaki kan basıncı arttıkça zayıflayan duvarlar damarın büyümesine yol açar ve şişmiş şekilde kıvrımlı morumsu varis damarları ortaya çıkar.Varis nedenleri şunlardır:Yaşİleri yaşa bağlı olarak yaşlı bireylerin damarlarındaki kan akışı zayıflar ve kan istediği gibi bir akış gerçekleştirmez. Bu durum da yaşlı kişilerde varis görülme riskini artırır.CinsiyetErkeklere nazaran kadınlarda daha sık varis görülmesinin nedeni hormonlarda meydana gelen değişimlerdir. Özellikle hamilelik ve sonrasında artışa geçen hormonlar varis oluşumuna yol açar.Genetik faktörAilesinde varis sorunuyla karşılaşan ebeveyniniz varsa sizde de varis görülme riski fazladır. Genetik, varis oluşumunda önemli bir rol oynar.HamilelikHamilelik sürecinde kadınların damarlarındaki kan akışında ciddi oranda bir artış söz konusudur. Bu artışa bağlı olarak damarlarda basınç artar. Tüm bu hareketlilik varis oluşumunu hızlandırır.Uzun süre hareketsiz kalmak Uzun süre ayakta hareketsiz kalmaya bağlı olarak toplardamarlardaki kapaçıklarda yetersizlik oluşur ve bu kişilerde varis daha yaygın bir şekilde görülür.Sürekli ayakta durmak Uzun süre ayakta durmak veya oturmak bacaklardaki kan dolaşımını azaltarak bacaklarda varisli damar oluşumuna neden olabilir.ObeziteAşırı kilolu obez kişilerin damarlarında daha çok baskı oluşur. Bu baskı sonucunda da varisli damarlar meydana gelebilir.Sigara tüketimiSigaranın içindeki temel kimyasal olan olan nikotin, kan damarlarının daha da daralmasına neden olur ve bunun sonucunda varis daha yaygın hale gelir.Dar kıyafetler giymek Dar kıyafetler giyildiği takdirde kanın bacaklara doğru akışı engellenir. Bu engelleme ise bacaklarda kan birikmesine yol açarak ağrı, şişlik ve varisli damarlara yol açabilir.Varise Yol Açan Faktörler Nelerdir?Kapakçık yetersizliği ve toplardamarda tansiyon yüksekliği varise zemin hazırlayan önemli faktörlerdir. Toplardamarlarda her 10-15 santimetrede bir kapakçık bulunmaktadır. Bu kapakçıklar kavuşamazsa kan geriye kaçar. Sonuç olarak kapakçıkta veya kapakçığın duvarında oluşan hasar kapakçık hareketlerini bozar ve varise neden olur. Uzun süre ayakta hareketsiz kalmaya bağlı olarak ortaya çıkan toplardamarlarda tansiyon yüksekliği de ayaklarda yanma, dolgunluk, ağrı ve şişmeye yol açarak varis oluşumunu hızlandırmaktadır.Varis, kadınlarda, erkeklere göre 4 kat fazla görülür. Kadınlardaki en önemli nedenlerin başında hamilelik gelmektedir. Çalışan annelerin de iş yaşamında uzun süre masa başında oturması ve ayakta kalma zorunluluğu, toplardamarları güçsüz bırakarak, varis oluşumuna yol açar. Varis %90 oranında ailesel yatkınlıktan kaynaklanır. Anne karnında organlar gelişip büyürken, tamamen hastalık kodları hücrelere yazılmakta ve biyolojik saat gelince de hastalık kendini göstermektedir. Bazı faktörler, biyolojik saati erkene çeker ve bazen de tamamlayarak, hastalığın oluşmasına zemin hazırlar.Varis, yerçekimi ve durgunluk hastalığıdır. Hareket etmek yerçekimini yenen ve onu kısa bir süre için de yok hale getiren yaşam belirtisidir. Varis, yerçekimine bağlı olarak kanın, ayak ve baldırlarda durgunlaşarak, damarları genişletmesiyle oluşur. Yer çekimi oldukça varisin gerçekleşmesi kaçınılmazdır ancak haraketli bir yaşam şekli benimsemek, bunu geciktirir ve öteler. Yaşanılan bölge özellikle de sıcak iklimler, dinlenmeye zaman ayrılmayan hareketsiz yaşam, sürekli ayakta durmayı gerektiren meslekler (kuaför, fırıncı, bankacı, cerrah, hemşire), giyim şekilleri (dar ve sıkı kıyafetler) aşırı kilo alımı (özellikle göbek çevresinin genişliği) ve sigara tüketimi (sigara atardamarları büzen, toplardamarları zayıflatan bir etkiye sahiptir) varis oluşumunu hızlandıran faktörlerdir. Sandalyede oturmak sıradan bir davranış gibi görülse de kan, toplardamarlardan ayaklara ve kalbe doğru önce yatay, sonra dikey,  sonra yatay ve tekrar dikey olarak döner. Kıvrılma ve katlanmalar da eklendiğinde fizyolojiyi zorlayan bir geometrik kan akışı ortaya çıkar. Yalnızca sandalyede uzun vakitler geçirilmesi bile varis hastalığını %75 artırmaktadır.Varis oluşumuna yol açabilen faktörler özetle şu şekildedir:Varis Belirtileri Nelerdir?Bacak damarlarında daha önce görülmeyen mavi veya morumsu şişlikler, damar çevresinde kaşıntı, bacaklarda ağrı, ayaklarda yanma, bacaklarda ağırlık hissi ve özellikle geceleri artan bacak krampları yaygın varis belirtileridir. Genel olarak varis belirtileri şunları içerir:Varis kimlerde görülür?Varis hemen herkeste görülebilir. Tamamen normal bir toplulukta detaylı tüm vücut taraması yapıldığında farklı yerlerde ve derecelerde küçük de olsa varis görülme oranı %70-75'e kadar çıkabilir.Ancak klinik olarak varisler;Varis Çeşitleri Nelerdir?Varisler primer veya sekonder olabilir. Primer varislerin nedenleri hakkında çeşitli teoriler olmasına rağmen esas nedenler, kesin olarak belli değildir. Günümüzde en çok kabul gören teori kalıtımsal ven duvarındaki zayıflık ve venlerdeki kapakçık yetmezliği, venöz hipertansiyondur.Sekonder veya edinsel variköziteler, venöz kapakçıkların travma, derin ven trombozu veya enflamasyon gibi nedenlere bağlı hasar alması sonucu meydana gelir. Bir ekstremitede kıvrım yapmış belirgin variköz oluşumlarının yanında daha küçük çaplı telenjiektazik, retiküler tarzda oluşumlar da bulunabilir. Bu oluşumlar elle hissedilemeyen, ciltte yüzeyel yerleşim gösteren, 1 milimetre veya daha küçük çaplı mavi veya kırmızı çizgisel renk değişiklikleri olarak görülürler.Bölgesel olarak yıldız şekilli veya örümcek ağına benzer yaygın çizgisel oluşumlar olup tüm bacağı sarabilirler. Hastadan hastaya değişmekle birlikte bir ekstremitede bu oluşumlar, birlikte veya ayrı ayrı yerleşim gösterebilirler.Varis çeşitleri genelde iki tür olarak sınıflanabilir.Varis riskini artıran durumlar nelerdir?Kalıtım, yani aileden genetik geçiş varis için belki de en önemli risk faktörüdür. Ailede varis varsa kişide de olma ihtimali %45 ile %90 arasındadır. Varis kadınlarda erkeklere oranla 4 kat fazla görülmektedir. Hamilelik ve obezite, doğum kontrol hapları ve hormon tedavileri de varis hastalığına yatkınlığı artırmaktadır. Dolayısıyla bunlar bir araya toplandığında hamilelik geçirmiş olan kadınlarda, ailede de varis hikayesi varsa risk belirgin derecede artmaktadır. Geçirilen her bir hamilelik, hem hormonal etkileri hem de her seferinde vücuda getirdiği ciddi yükler ile birlikte riski daha da yükseltir.Diğer bir risk faktörü de uzun sürelerle hareketsiz ayakta veya oturarak çalışmaktır. Günde 4 saatten fazla ayakta kalanlarda varis gelişme riski 2,7 kat artmaktadır. Geçmişte varis; öğretmenler, hostesler, diş hekimleri ve cerrahlar gibi belli meslek grupları ile özdeşleşirdi. Bu tip mesleklerde uzun saatler boyunca hareket etmeden ayakta durulduğu için durum böyleydi. Ancak ofis ortamlarında saatlerce bilgisayar başında geçirilen modern çalışma ortamı artık hemen herkesi riskli hale getirmiştir. Tüm riskler kadınlarda daha belirgin gibi görünürken, modern ofis ortamında hareketsiz yaşayan, spor alışkanlıkları olmayan erkekler de risk altındadır. Genetik geçişin erkekler için de geçerli olduğunu da unutmamak gerekir.Epidemiyolojik çalışmalarda varis patofizyolojisinde rol oynayan birçok etken öne sürülmüştür. Bu çalışmalarda aile öyküsü (kalıtım), riskli yaşam tarzı ve sigara kullanımı, venöz yetmezlik tespit edilen hastalarda daha yüksek oranlarda saptandığı için önde gelen risk faktörleri olarak gösterilmiştir. Aile öyküsünün pozitif olduğu hastalarda, varis görülme riski 4.4 kat daha fazladır. Uzun süre ayakta kalmak ya da uzun süre oturarak iş yapmak bir risk faktörü olduğu gibi, günde 4 saatten fazla ayakta kalanlarda yüksek grade venöz yetmezlik gelişme riskini 2.7 kat artırır.Varis Tanısı Nasıl Konulur? Varis teşhisi için hekim tarafından yapılan klinik muayene ilk aşamada en önemlisidir. Muayenede hekim, hasta şikayetlerinin hastanın görünen varislerinin şiddeti ile bağlantılı olabileceğini düşünüyorsa “Doppler Ultrasonografi (USG)” yapılmasını isteyecektir. Bu tetkik vücuda herhangi bir ilaç verilmeden, enjeksiyon vs yapılmadan uygulanan bir tetkiktir. Bacağa bir jel sürülerek ses ötesi dalgalar veren bir ultrason probunun bacağın üzerinde yumuşakça gezdirilmesi ile yapılır. Burada da önemli olan, bu tetkikin tecrübeli bir hekim tarafından sabırla, zaman ayırarak ve özellikle sonradan hastayı ayağa da kaldırarak, ölçümlerin tam yapılmasıdır.Varis, toplardamarların içerisindeki kapakçıkların tam ve düzgün çalışmaması olduğundan, bu kapakların çalışmasının hasta ayakta iken de değerlendirilmesi çok önemlidir. Varis kliniği hakkında yeterli deneyimi olmayan kişilerce ideal şartlarda yapılmamış bir “Doppler Ultrasonografi” sonucu tek başına çok yanıltıcı olabileceği gibi gereksiz bir ameliyata da sebep olabilir.Varis Tedavisi Nasıl Yapılır?Varis tedavisinde ciltte sadece örümcek şeklinde varisler (telenjiektaziler) var ve doppler’de iç kısımdaki ana damarlarda ciddi bir kaçak yoksa bu sadece estetik bir sorundur. Bu damarlara deri üzerinden lazer uygulamaları yapılabilir.  Varis için daha geniş olanlarda köpük skleroterapi uygulaması yapılabilir. Yine poliklinik ortamında yapılan bu uygulamada ince damarları içeriden tahriş edecek şekilde bir ilaç uygulaması çok ince iğneler ile yapılır. Bu damarlar zaman içinde pıhtılaşarak zamanla vücut tarafından ortadan kaldırılır. Ortalama 2 ay gibi bir sürede varisli alanların çoğu ortadan kalkmış olur.  Daha ileri boyuttaki varislerde de safen ven denilen damarların ortadan kaldırılması gerekir. Klasik yöntem damarın hastalıklı bölümünün çıkarılıp alınması (stripping) yöntemidir. Diğer yöntem ise bu damarın yerinde bırakılarak damar içerisinden yapılan müdahale ile yakılarak pıhtılaştırılması veya kapatılmasıdır. Endovenöz yöntemler denen bu yöntemlerde lazer, radyofrekans ve bazen de damar içi tutkal uygulamaları tercih edilebilir. Hangi yöntemin hasta için uygun olduğuna hekim, muayene ve Doppler USG bulgularına göre hasta bazında karar vermektedir. Damarlardaki yetersizliğin yeri, derecesi ve damar çapları tedavi seçeneklerinin belirlenmesinde çok önemlidir.İleri derecede varislerde bacakta ödem de olabilir. Bu durumda bazı ilaçlar kullanılabilir. Damarların kan basıncına karşı daha sıkı durmasını sağlayan vazotonik ilaçlar kullanılabilir. Bu ilaçlar ağrı ve ağırlık hissine faydalı olacağı gibi ödemi de azaltacaklardır.Özetle varis tedavisi için uygulanabilecek tedavi yöntemleri şunları içerir:Elevasyon (ayakları yukarı kaldırma)Yerçekiminin etkisine karşı alınan basit bir önlemdir. Toplardamardaki tansiyonu düşürür. Ayakların kalp seviyesinden yüksek olacak şekilde bir yastıkla desteklenmesi ya da yatağın ayak uç tarafına bir yorgan koyarak yükselti yapmak yararlı olacaktır. Huzursuz ayak sendromu olarak tarif edilen, bir yanda şeker hastalığı, diğer yanda da bel fıtığına işaret eden mekanik nedenlerin yanında varis de bir etkendir. Burada dikkat edilmesi gereken şey, dizin kalp seviyesinde ve ayakların da bu seviyeden daha yukarıda olmasıdır. Bu uygulama, özellikle kalp yetmezliği ve atardamar tansiyon yüksekliği olanlarda sıkıntı oluşturabilir. Öksürük başlaması uyarıcıdır. Kalp yetmezliği olan hastalarda kalbe dönen kan miktarının ani artmasıyla kişi akciğer ödemine girerek solunum sıkıntısı çekebilir, bu nedenle dikkatli olunmalıdır. Tansiyon hastalarında ise ayakları kaldırmanın; özellikle ensede ağrı, dolgunluk ve sertliğe, kan basıncının artmasına yol açtığı bilinmektedir. Dikkat edilmediği takdirde hastada beyin kanaması oluşabilir.Varis çorabıVaris tedavisinin en önemli aşamasıdır. Mutlaka yapılması gereken bir uygulama olup tedavinin vazgeçilmezidir. Günlük uygulamada çok faydalıdır, kişiyi rahatlatır. Ayakları dinlendirir, yorgunluğu alır. Varis sorunu olan tüm hastaların varis çorabı giymeyi kabullenmesi önemlidir. Çorabın esas etkisi varislerin genişlemesini engellemesidir. Böylece kanın, genişlemiş damarlarda göllenmesine mani olur.Aynı zamanda damar duvarlarını birbirine yaklaştırarak kapakçıklarda geriye kaçışı engeller. Böylece ayaklarda şişme olmaz, dolaşım bozukluğu ortadan kalkar. Genellikle diz altı varis çorabı önerilmektedir. Çünkü geriye kaçarak göllenen kanın oluşturduğu basınç, her iki ayak bileği iç tarafında daha sıklıkla hissedilir. Diz altı varis çorabı da bunun için idealdir. Ancak kasıklarda bulunan kapakçıkta kaçak varsa, kilotlu olanı tercih edilmelidir. Kilotlu varis çorabı kasık bölgesine bası yaparak hem damarın genişlemesini engellemekte, hem de daha alttaki sağlam kapakçığı destekleyerek onun bozulmasını önlemektedir. Böylece süreci durdurucu özelliğinin yanı sıra aynı zamanda tedavi edicidir. Basınç olarak daha sıklıkla orta basınçlı olanı tercih edilmelidir. Dinlendirici denilen hafif basınçlı olanı, varis başlangıcı düşünülen, varis çorabı kullanmak istemeyen veya yaşlı olup giyme zorluğu yaşayan kişilere önerilmektedir. Yüksek basınçlı olanlar tamamen tedavi edici boyuttadır. Sıklıkla yarası olan hastalarda kullanılmaktadır.İyi bir varis çorabı, giyilen bacakta asla kıvrıntı oluşturmaz. Bacaları sütun gibi yapar. Eğer kıvrıntı yapıyor yağlı bölgelerde veya en üst kısmındaki lastik bölümü iz bırakacak kadar sıkıyorsa bu varis çorabı fayda değil zarar verir, uygun değildir. Sıkan bölümlerin alt kısmında ödem artarak variköz yapıları çoğaltabilir.İlaç tedavisiBurada amaç öncelikle hastanın şikayetlerini azaltmak, yok etmektir. Mevcut ilaçlar da bu anlamda gerekli rahatlamayı sağlamaktadır. İlaçlar, damar düz kaslarını kuvvetlendirici özelliktedir. Aynı zamanda antiinflamatuar, ağrı kesici, ödem giderici özellikleri olanlar vardır. Sonrasında amaç, damar duvarı tonusunu artırarak geriye kaçağı yani reflüyü azaltmaktır. İlaç kullanımı sonrası özellikle kendine dikkat eden hastaların %70 civarında ağrılar, kramplar, dolgunluk, sıcaklık hissi, kaybolur. %30 hastada ise mevcut varislerin bir kısmının sönmesi ile reflü kaybolur. Bu kişilerde zamanla tam iyileşme sağlanarak varislerin büyük kısmının ortadan kalkması mümkündür.Cerrahi tedaviCerrahi tedavi gerektiren varislerde, damarlar ameliyat ile tamamen çıkarılır ve geriye sadece kanamalar kalır. Onlar da zamanla kaybolur. Öncelikle varislerin tedavisinde klasik cerrahi yöntemin uygulanması gerekmektedir. Açık cerrahide asıl sorun tam anlamıyla çözülmektedir. Ancak oluşan varislerin bir kısmı canlı kalmaktadır. Burada ameliyatsız yapılan işlemler akla gelmektedir. Bu işlemler asıl ameliyatı tamamlayıcı nitelikteki işlemlerdir.Varis Çorabının Varis Tedavisine EtkisiVaris çorapları hali hazırda varis tedavisinde önemlidir. İç damarlarda yetersizlik olduğunda kanın yukarıya çıkışı zorlandığından aşağıdan yukarıya doğru kanı yönlendirecek şekilde özel örülmüş varis çorapları dolaşıma destek sağlar ve damar üzerinde devam eden yüksek basıncı engelleyerek hastalığın daha da ileri seviyelere çıkmasını engeller.Varis çorapları hastalığı tamamen ortadan kaldırmaz, sadece ilerlemesini yavaşlatır veya engeller. Dolayısıyla çoraba uyum önemlidir. Diğer taraftan varis çorapları sıkı çoraplar olduğundan giyilmesi her zaman çok kolay değildir ve bu nedenle hastalar sıklıkla bu tedaviye devam etmek konusunda isteksiz olurlar. Bu nedenle varis çok ileri seviyelere gelmeden, halen müdahale şansı var iken yapılacak müdahaleler sizi ömür boyu çorap kullanımından da koruyabilir.Atkestanesi, kırmızı üzüm ekstresi gibi ürünler de doktor tarafından uygun görülürse varis için kullanılabilir. Bunlar da daha çok hastalık belirtilerini rahatlatmakta faydalı olabilmekte ancak esas damar yetersizliğinin çözümünde kullanılmamaktadır.Varis Tedavisinde Kullanılan Yöntemler Nelerdir?Varisin seviyesine ve tipine göre tedavi seçenekleri değişir. Hafif seviyede varislerde hayat tarzı ile ilgili bazı değişiklikler yaparak ilerlemesini engellemek ilk seçenektir. Özellikle daha fazla hareket edilmesi en önemli faktördür. Yine ilerlemeyi engellemek için bacağa dışarıdan basınç desteği veren sıkı varis çorapları (kompresyon çorapları) kullanılabilir. Bacakta ödem de oluyorsa vazotonik ilaçlar olarak isimlendirilen bir grup ilaç kullanılabilir. Ayrıca atkestanesinden yapılan kapsül ve merhemler de hastanın rahatsızlık hissini azaltmaya yönelik kullanılabilir.Bacaklarda varislerin ortadan kaldırılması yönünde bir girişim yapılacak ise yine farklı seçenekler vardır. Bunlar:İğne tedavisi (skleroterapi)Cildin yüzeyine yakın olan ve cilt üzerinde görülebilen kılcal damarlar varislerinin tedavisinde kullanılan bir yöntemdir. Ciltte herhangi bir kesi ya da ize yol açmadan, hastaların estetik görünümü korunarak başarılı sonuçlar veren bir uygulamadır. İğne enjeksiyonu ile damar içine verilen ilaç, hastalıklı olan toplardamarın kapanmasını sağlar, varisler bir süre sonra cilt yüzeyinde görülmez olur.Köpük tedavisiİki ayrı işlem ile yapılabilen skleroterapi, damar içine ilacın sıvı olarak enjekte edilerek veya kimyasal maddenin hava ile teması sonrası oluşturulan köpüğün toplardamar içine uygulanması ile de gerçekleştirilmektedir. Bu işlem, ‘köpükle varis tedavisi’ olarak adlandırılır. Köpük tedavisi daha geniş damarlarda kullanılabilmektedir. Varisin ameliyat dışı tedavileri arasında günümüzde çok sık kullanılan köpük tedavisi, kılcal damarların yanı sıra orta genişlikte damarlara uygulanmaktadır. İğneler kullanılarak damar içine verilen özel köpürtülmüş ilaçlar, varisli damar iç yüzeyinde yanıklar oluşturur ve bu sayede hastalıklı damarın kapanmasını sağlar.Radyofrekans tedavisiRadyofrekans (radyo dalgaları) olarak bilinen yöntemde ise ameliyata gerek kalmadan daha ince varis damarları tedavi edilebilmektedir. İşlemde, damar içine ısı enerjisi verilerek damar iç yüzeyi yakılmakta ve hastalıklı bölgenin kapanması sağlanmaktadır.Lazer tedavisiCilt üzerinden herhangi bir girişimsel işlem ya da kesi gerçekleştirmeden uygulanan lazer teknolojileri de hastaların başarılı ve konforlu bir tedavi süreci geçirmelerini sağladığı için en çok tercih edilen seçenekler arasında yer almaktadır. Hangi yöntemin hangi hastada uygun olduğu, hastalığın bacağın neresinde hangi seviyede olduğuna ve doktorun tecrübe ve tercihlerine göre değişiklik gösterebilir. Uygun ve seçilmiş hastalarda, cerrahi gerektirmeyen durumlarda uygulanan ameliyatsız varis tedavileri olan; iğne, köpük tedavisi, radyofrekans ve lazer yöntemlerinde başarı oranı %100’e yakındır. Bu işlemlerin gerçekleştirilmesinde; uygun hastanın seçimi, hastanın tercihi ve varis damarının çapı gibi kriterler önemlidir. Hastalar cerrahi dışı varis tedavileri ile konforlu bir iyileşme süreci geçirmekte ve günlük yaşamlarına çabuk adapte olabilmektedir.Varisten Korunmak İçin Nelere Dikkat Edilmeli?Genetik olarak varise yatkın olmak, varis hastası olunacağı anlamına gelmemektedir. Yaşam tarzı ve tercihleri burada çok önemlidir. Aşırı kilo alıp vermekten kaçınmak, düzenli yürüyüşler yapmak, bacak kaslarını kuvvetli tutmak, gün içerisinde uzun saatler bilgisayar başında çalışılıyorsa mutlaka 1-2 saatlik aralarla ayağa kalkıp dolaşmak gereklidir. Masa altına yükseklik koyarak bacakları biraz daha yüksekte tutmak önerilmektedir. Kadınlarda da özellikle hamilelik döneminde yine hareketli olmak, aşırı kilo alımından kaçınmak ve özellikle son dönemde varis çorabı ile bacaklara destek olmak önemlidir.Varis Hakkında Sık Sorulan Sorular Varis nasıl geçer?Oluşmuş varisler kendiliğinden kaybolmazlar. Ortadan kalkması isteniyorsa kişinin varis çeşidine uygun tedavi yöntemlerden birisi uygulanacak şekilde müdahale gerektirir. Temel hedef varisin oluşmamasını sağlamak, oluşmuş ise de ilerlemesini engellemek yönünde olmalıdır.Genç yaşta varis neden olur?Varis sadece ilerleyen yaşlarda değil genç yaşta da görülebilir. Bunun çeşitli nedenleri vardır. Ailede varis hikayesi varsa, çok hareketsiz bir yaşam sürülüyor ise, uzun süre ayakta veya oturarak sabit durulan mesleklerde çalışılıyor ise ve hamilelik dönemlerinde genç hastalarda varis oluşma ihtimali yükselir.Varis ağrısına ne iyi gelir?Varis aslında çok da ağrı yapmaz. Ancak gün sonuna doğru bacakta ağrı olarak da tarif edilen bir dolgunluk ve rahatsızlık hissi yaratır. En iyi gelen şey bacakların uzatılarak dinlendirilmesi olacaktır. Uzanıldığı zaman toplardamar sisteminde basınç düşeceğinden rahatsızlık da azalacaktır. Hatta bacakların altına hafif bir yükseklik de konulursa daha da iyi olur. Duş alımı sırasında en son aşamada normal duş suyundan biraz daha soğuk bir su ile bacaklar yıkanırsa bu da rahatsızlık hissine iyi gelecektir. Ayrıca vazotonik ilaçlar ve atkestanesi ekstresi ile yapılan kremler de bacaktaki ağrı hissinin giderilmesine yardımcı olur.Varıs çorabı ne işe yarar?Varis çorabı, aşağıdan yukarıya doğru kanı yönlendirecek şekilde özel örülmüş olduğu için kan dolaşımına destek sağlar ve bacaklardaki kirli kanın dokular arasında birikip kalmasını önler. Ayrıca varis çorabı damar üzerinde devam eden yüksek basıncını engelleyerek hastalığın daha da ileri seviyelere çıkmasını engeller.Varis için hangi doktora gdilir?Varis için Kalp Damar Cerrahisi ve Girişimsel Radyoloji doktorlarından randevu alabilirsiniz.Zayıflayınca varis geçer mi?Varise neden olan durumların arasında obezite de yer alır. Sağlıklı beslenip kilo vererek, varisli damarların iyileşmesine katkı sağlamak mümkündür.Varis en çok hangi yaş grubunda görülür?En fazla hangi yaş grubunda görülür? Variköz venler önemli bir sağlık problemidir. Erişkinlerdeki sıklığı değişik coğrafi varyasyonlar göstermekle beraber yaşla giderek artar. Bacak varisleri, muayenehane pratiğinde en sık karşılaşılan damar hastalığıdır. Yetişkin nüfusun yüzde 15-20’ sini etkiler. Kadınlarda erkeklere oranla 2-4 kat daha fazla görülürken ailesel geçiş oranı yüzde 50’ den fazladır. Alt ekstremitenin venöz hastalıkları erişkinlerin yaklaşık yüzde 17’sini etkilemektedir. Variköz venlerin etiolojisinde gebelik, obezite, postür bozuklukları, konstipasyon gibi çeşitli hipotezler ileri sürülmüştür.Varis sülükle tedavi edilir mi?Varis nedeniyle meydana gelen şişmeler nedeniyle sülük tedavisi uygulanması, varisin ortaya çıkma nedeni ortadan kaldırmayacağı için yanlış bir uygulamadır.Varis kaynaklı şikayetler nelerdir?Hastaların en yaygın semptomları bacaklarının görüntüsünün bozulması ve uzun süre ayakta durunca ortaya çıkan bacak ağrısı ve bacaklarda ağırlaşma hissidir. Semptomlar anatomik defektin derecesiyle ilişkili olmayabilir. Bazen hasta variköz damarı zedeleyebilir. Bu durumda belirgin bir kanama görülebilir. Bacak varislerinin bir komplikasyonu yüzeyel tromboflebittir; ciddi bir ağrı ve hareket kısıtlılığına yol açabilir. Uzun süreli bacak varislerinde kronik ayak bileği şişliği, staz dermatiti ve bacak ülserleri gelişebilir. Uzun süre ayakta durma veya obezite (şişmanlık) tüm bacak varislerinin daha semptomatik hale gelmesine neden olurlar.
21,057
684
Hastalıklar
Vaskülit
Vaskülit, vücuttaki tüm damarları etkileyebildiğinden bu durumdan tek bir hastalık olarak söz edilmiyor. Çünkü birden fazla rahatsızlığa ve hastalık grubuna sebep olabiliyor. Bu nedenle hayatı tehdit edici organ hasarları gelişmeden ve geç kalınmadan tedavisi gerçekleşmesi gerekiyor.Vaskülit, vücuttaki tüm damarları etkileyebildiğinden bu durumdan tek bir hastalık olarak söz edilmiyor. Çünkü birden fazla rahatsızlığa ve hastalık grubuna sebep olabiliyor. Bu nedenle hayatı tehdit edici organ hasarları gelişmeden ve geç kalınmadan tedavisi gerçekleşmesi gerekiyor. Vaskülit nedir?Kan damar (atar damar, toplar damar ve kılcal damar) duvarlarının iltihabı anlamına gelen vaskülit, damarlarda kalınlaşma, daralma, zayıflama gibi değişiklikler yaparak damarların hasarlanmasına yol açar. Bunun sonucunda damarın beslediği doku ve organlara kan akışı sınırlanacağı için doku ve organ hasarı meydana gelir. Herhangi bir yerde herhangi bir tip ve büyüklükte damar etkilenebileceği için vaskülitler tek bir hastalık değil, çok geniş ve çeşitli hastalıkların oluşturduğu bir grup hastalıktır. Bir organ da, birden çok organ ve sistem de etkilenebilir. Akut (kısa süreli) veya kronik (uzun süreli) olabilir. Behçet hastalığı, dev hücreli arterit (temporal arterit), Takayasu hastalığı, poliarteritis nodoza, granulomatöz polianjiit, eozinofilik granülomatöz polianjiit, henoch schönlein purpurası, kütanöz küçük damar vasküliti bazı vaskülitlere örnek olarak sayılabilir. Her yaştan, her ırktan insanı etkileyebilir ama bazı özel vaskülit türlerinin belli yaş gruplarında görülme ihtimali daha fazladır.Vaskülit belirtileri nelerdir?Ateş, baş ağrısı, yorgunluk, halsizlik, kilo kaybı, nefes darlığı, kanlı balgam, kronik sinüzit, kanlı kabuklu burun akıntıları, tekrarlayan ağız aftları, cinsel bölgede yaralar, kronik kulak enfeksiyonları, işitme kaybı, eklem ağrıları ve şişmeleri, kas ağrıları, gece terlemesi, deri döküntüleri, deride yaralar, vücutta uyuşma ve kas kuvvetsizliği, gözde kızarıklık, görme kaybı gibi belirtilerin biri veya birkaçı beraber görülebilir.Vaskülitin tanısı nasıl konur?Tanıda bulgular, klinik muayene, laboratuvar testler, bazen biyopsi ve görüntüleme teknikleri (grafiler, EKO, doppler, BT anjiyo, MR anjiyo) birlikte değerlendirilir. Vaskülitler nadir görülen hastalıklar olduğu için benzer bulgu belirtilere sebep olan diğer hastalıklarla ayırıcı tanısı iyi yapılmalıdır. Özellikle tanı konulamamış, sistemleri etkileyen bir hastalık söz konusu olduğunda vaskülit akla gelmelidir. Bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaç verileceğinden özellikle enfeksiyonların dışlanması çok önemlidir.Vaskülitin tedavisi nasıldır?Vaskülitin tedavisi tutulan damara, hasar gören organ-sistemine ve hastalığın şiddetine göre farklılık gösterir. Bazı vaskülit türleri kendiliğinden gerilerken ve basit ağrı kesiciler dışında tedavi vermek gerekmezken bazılarında hayatı tehdit edici organ hasarları gelişmeden sitotoksik ve kortizon içeren ilaçlarla hızlıca tedaviye başlanıp damar iltihabı kontrol altına alınmalıdır. Vaskülitlerin bazıları tekrarlama eğilimi gösterdiği için genellikle uzun süreli devam tedavileri verilir. Bazı vaskülitlerin beraberinde kronik hepatit B ve kronik hepatit C enfeksiyonları olabilir, böyle durumlarda önce bu enfeksiyonların tedavisi yapılmalıdır. Bazen de vaskülitin altından kanser hastalıkları, romatoid artrit ve bağ doku hastalıkları gibi romatizmal hastalıklar çıkabilir. Yine öncelikle bu altta yatan hastalıklar tedavi edilmelidir.Vaskülit hakkında sıkça sorulan sorularVaskülit neden ortaya çıkar?Vaskülitlerin kesin nedeni henüz bilinmemektedir. İmmün sistem (bağışıklık sistemi) yanlış çalışarak damarları yabancı bir işgalci olarak algılar ve onlara savaş açar. Kişinin genetik yatkınlığı, enfeksiyonlar gibi bazı çevresel faktörler varlığında ortaya çıkabilir. Sigara içmek, kronik hepatit B ve hepatit C taşıyıcısı olmak, romatoid artrit, sistemik lupus eritematozus gibi diğer romatizmal hastalıklara sahip olmak vaskülitin ortaya çıkmasına sebep olabilir. Bazı yabancı maddeler, ilaçlar ve kanserler de vaskülite sebep olabilir.Vaskülit neye yol açar?  Bazı vaskülitler tedavi edilmezse organ hasarları (böbrek yetmezliği, akciğer hasarı), kan pıhtılaşmaları , inme, anevrizma denilen damar genişlemeleri, kalıcı görme kaybı, ve ciddi enfeksiyonlara yol açabilir.Vaskülit için ne yemeli ne yememeli?Vaskülitin özel bir diyeti yoktur.Sağlıklı, akdeniz tipi beslenme, lifli gıdalardan , az yağlı süt ürünlerinden, yağsız et ürünlerinden, meyve ve sebzeden bol ve dengeli beslenme önemlidir. Yağlı ve şekerli gıdalardan uzak durulmalıdır. Bol su içilmelidir. Alkol verilen iltihap baskılayıcı ilaçlarla beraber karaciğeri etkileyebileceği için tüketilmemelidir. Bu hastalar genellikle kortizon kullandıklarından dolayı tuzsuz yemeli, yine kortizonlu ilaçların kemik erimesi yan etkilerinden dolayı kalsiyum ve D vitamini destekleri almaları yararlıdır.Vaskülite ne iyi gelir?Düzenli egzersiz yapılması (yürüyüş, yüzme, aerobik, pilates, bisiklet, dans)  mutluluk verdiği,  kemik erimesinden koruduğu,  formda kalmayı ve dinç olmayı sağladığı için vaskülit hastalarında yararlıdır. Herkes kendine iyi gelen sevdiği egzersizi yapmalı, kendini egzersiz konusunda aşırı zorlamamalıdır. Vaskülit yorgunluk ve halsizlik yapabileceği için vaskülit hastaları aynı zamanda yeteri kadar dinlenmeli, uykularına dikkat etmelidir. Sigara, damar duvarlarında daralmaya ve akciğer hastalığına yol açacağı için sigarayı bırakmak çok elzemdir. Sosyal destek, aile ve arkadaşlarla olabildiğince çok vakit geçirmek stresin azaltılmasında etkilidir. Vasküliti olan diğer hastalarla hasta grupları oluşturmak onlarla bir araya gelmek yine hastaların kendilerini yalnız hissetmemeleri açısından yararlı olabilir. Vaskülit nedir?Kan damar (atar damar, toplar damar ve kılcal damar) duvarlarının iltihabı anlamına gelen vaskülit, damarlarda kalınlaşma, daralma, zayıflama gibi değişiklikler yaparak damarların hasarlanmasına yol açar. Bunun sonucunda damarın beslediği doku ve organlara kan akışı sınırlanacağı için doku ve organ hasarı meydana gelir. Herhangi bir yerde herhangi bir tip ve büyüklükte damar etkilenebileceği için vaskülitler tek bir hastalık değil, çok geniş ve çeşitli hastalıkların oluşturduğu bir grup hastalıktır. Bir organ da, birden çok organ ve sistem de etkilenebilir. Akut (kısa süreli) veya kronik (uzun süreli) olabilir. Behçet hastalığı, dev hücreli arterit (temporal arterit), Takayasu hastalığı, poliarteritis nodoza, granulomatöz polianjiit, eozinofilik granülomatöz polianjiit, henoch schönlein purpurası, kütanöz küçük damar vasküliti bazı vaskülitlere örnek olarak sayılabilir. Her yaştan, her ırktan insanı etkileyebilir ama bazı özel vaskülit türlerinin belli yaş gruplarında görülme ihtimali daha fazladır.Vaskülit belirtileri nelerdir?Ateş, baş ağrısı, yorgunluk, halsizlik, kilo kaybı, nefes darlığı, kanlı balgam, kronik sinüzit, kanlı kabuklu burun akıntıları, tekrarlayan ağız aftları, cinsel bölgede yaralar, kronik kulak enfeksiyonları, işitme kaybı, eklem ağrıları ve şişmeleri, kas ağrıları, gece terlemesi, deri döküntüleri, deride yaralar, vücutta uyuşma ve kas kuvvetsizliği, gözde kızarıklık, görme kaybı gibi belirtilerin biri veya birkaçı beraber görülebilir.Vaskülitin tanısı nasıl konur?Tanıda bulgular, klinik muayene, laboratuvar testler, bazen biyopsi ve görüntüleme teknikleri (grafiler, EKO, doppler, BT anjiyo, MR anjiyo) birlikte değerlendirilir. Vaskülitler nadir görülen hastalıklar olduğu için benzer bulgu belirtilere sebep olan diğer hastalıklarla ayırıcı tanısı iyi yapılmalıdır. Özellikle tanı konulamamış, sistemleri etkileyen bir hastalık söz konusu olduğunda vaskülit akla gelmelidir. Bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaç verileceğinden özellikle enfeksiyonların dışlanması çok önemlidir.Vaskülitin tedavisi nasıldır?Vaskülitin tedavisi tutulan damara, hasar gören organ-sistemine ve hastalığın şiddetine göre farklılık gösterir. Bazı vaskülit türleri kendiliğinden gerilerken ve basit ağrı kesiciler dışında tedavi vermek gerekmezken bazılarında hayatı tehdit edici organ hasarları gelişmeden sitotoksik ve kortizon içeren ilaçlarla hızlıca tedaviye başlanıp damar iltihabı kontrol altına alınmalıdır. Vaskülitlerin bazıları tekrarlama eğilimi gösterdiği için genellikle uzun süreli devam tedavileri verilir. Bazı vaskülitlerin beraberinde kronik hepatit B ve kronik hepatit C enfeksiyonları olabilir, böyle durumlarda önce bu enfeksiyonların tedavisi yapılmalıdır. Bazen de vaskülitin altından kanser hastalıkları, romatoid artrit ve bağ doku hastalıkları gibi romatizmal hastalıklar çıkabilir. Yine öncelikle bu altta yatan hastalıklar tedavi edilmelidir.Vaskülit hakkında sıkça sorulan sorularVaskülit neden ortaya çıkar?Vaskülitlerin kesin nedeni henüz bilinmemektedir. İmmün sistem (bağışıklık sistemi) yanlış çalışarak damarları yabancı bir işgalci olarak algılar ve onlara savaş açar. Kişinin genetik yatkınlığı, enfeksiyonlar gibi bazı çevresel faktörler varlığında ortaya çıkabilir. Sigara içmek, kronik hepatit B ve hepatit C taşıyıcısı olmak, romatoid artrit, sistemik lupus eritematozus gibi diğer romatizmal hastalıklara sahip olmak vaskülitin ortaya çıkmasına sebep olabilir. Bazı yabancı maddeler, ilaçlar ve kanserler de vaskülite sebep olabilir.Vaskülit neye yol açar?  Bazı vaskülitler tedavi edilmezse organ hasarları (böbrek yetmezliği, akciğer hasarı), kan pıhtılaşmaları , inme, anevrizma denilen damar genişlemeleri, kalıcı görme kaybı, ve ciddi enfeksiyonlara yol açabilir.Vaskülit için ne yemeli ne yememeli?Vaskülitin özel bir diyeti yoktur.Sağlıklı, akdeniz tipi beslenme, lifli gıdalardan , az yağlı süt ürünlerinden, yağsız et ürünlerinden, meyve ve sebzeden bol ve dengeli beslenme önemlidir. Yağlı ve şekerli gıdalardan uzak durulmalıdır. Bol su içilmelidir. Alkol verilen iltihap baskılayıcı ilaçlarla beraber karaciğeri etkileyebileceği için tüketilmemelidir. Bu hastalar genellikle kortizon kullandıklarından dolayı tuzsuz yemeli, yine kortizonlu ilaçların kemik erimesi yan etkilerinden dolayı kalsiyum ve D vitamini destekleri almaları yararlıdır.Vaskülite ne iyi gelir?Düzenli egzersiz yapılması (yürüyüş, yüzme, aerobik, pilates, bisiklet, dans)  mutluluk verdiği,  kemik erimesinden koruduğu,  formda kalmayı ve dinç olmayı sağladığı için vaskülit hastalarında yararlıdır. Herkes kendine iyi gelen sevdiği egzersizi yapmalı, kendini egzersiz konusunda aşırı zorlamamalıdır. Vaskülit yorgunluk ve halsizlik yapabileceği için vaskülit hastaları aynı zamanda yeteri kadar dinlenmeli, uykularına dikkat etmelidir. Sigara, damar duvarlarında daralmaya ve akciğer hastalığına yol açacağı için sigarayı bırakmak çok elzemdir. Sosyal destek, aile ve arkadaşlarla olabildiğince çok vakit geçirmek stresin azaltılmasında etkilidir. Vasküliti olan diğer hastalarla hasta grupları oluşturmak onlarla bir araya gelmek yine hastaların kendilerini yalnız hissetmemeleri açısından yararlı olabilir.
4,161
685
Hastalıklar
Veba
Veba, 1347-1351 yılları arasındaki aşırı nüfus artışı ve kıtlık nedeniyle Ortaçağ Avrupası’nda hızla yayılan büyük bir salgın hastalıktır. Halk arasında kara ölüm olarak adlandırılan veba hastalığı ile ilgili salgının yaşandığı birkaç yıl içinde tarihte yaşanmış savaşlardan bile daha çok insan hayatını kaybetmiştir. Ortaçağ şartlarındaki verilere göre kara ölüm veba salgınından tahminen 100 milyon insanın hayatını kaybettiği düşünülmektedir. İnsanları ve diğer tüm memelileri etkileyen veba, daha çok hayvanlarda bulunan yersinia pestis bakterisinden kaynaklanan bir hastalıktır. Yersinia pestis bakterisini daha çok taşıyan kemirgen pirelerinin ısırması ile insanlara bulaşan veba hastalığı tedavi edilmediği takdirde ölümcül bir hastalık olabilir. Veba hastalığı günümüzde en yaygın olarak Afrika, Asya ve Amerika’nın bazı bölgelerinde görülebilmektedir. Türkiye’de ise uzun yıllardır veba hastalığına rastlanmamıştır.Veba, 1347-1351 yılları arasındaki aşırı nüfus artışı ve kıtlık nedeniyle Ortaçağ Avrupası’nda hızla yayılan büyük bir salgın hastalıktır. Halk arasında kara ölüm olarak adlandırılan veba hastalığı ile ilgili salgının yaşandığı birkaç yıl içinde tarihte yaşanmış savaşlardan bile daha çok insan hayatını kaybetmiştir. Ortaçağ şartlarındaki verilere göre kara ölüm veba salgınından tahminen 100 milyon insanın hayatını kaybettiği düşünülmektedir. İnsanları ve diğer tüm memelileri etkileyen veba, daha çok hayvanlarda bulunan yersinia pestis bakterisinden kaynaklanan bir hastalıktır. Yersinia pestis bakterisini daha çok taşıyan kemirgen pirelerinin ısırması ile insanlara bulaşan veba hastalığı tedavi edilmediği takdirde ölümcül bir hastalık olabilir. Veba hastalığı günümüzde en yaygın olarak Afrika, Asya ve Amerika’nın bazı bölgelerinde görülebilmektedir. Türkiye’de ise uzun yıllardır veba hastalığına rastlanmamıştır. Veba hastalığı nedir?Veba, Yersinia pestis bakterisinin neden olduğu akut, şiddetli bulaşıcı bir hastalıktır. Veba hastalığı, genellikle Yersinia pestis bakterisini taşıyan pirelerin insanları ve hayvanları ısırması ile bulaşmaktadır. Ayrıca enfekte olan insandan insana ve enfekte olan hayvanla temas eden insana da bulaşan veba hastalığı çok kısa süre içerisinde ölüme yol açabilecek ciddi sonuçları olan bir bakteriyel enfeksiyondur. Veba hastalığının 3 çeşidi bulunmaktadır. Bunlardan birisi en yaygın şekilde görülen hıyarcıklı vebadır. Hıyarcıklı veba ya da diğer adıyla bubonik veba hastanın kasıklarında, koltuk altlarında veya boynunda bulunan lenf düğümlerinin şişmesine ve hassaslaşmasına neden olur. En nadir görülen ve en ölümcül veba türü olan pnömonik veba ise hastanın akciğerlerini etkiler ve insandan insana bulaşabilir. Septisemik veba hastalığında ise bakteriler doğrudan kan dolaşımına girerek çoğalmaktadır. Veba hastalığı günümüzde en yaygın olarak Afrika, Asya ve Amerika’nın bazı bölgelerinde hala görülebilmektedir. Vebanın çeşitleri nelerdir?Zoonotik bir hastalık olan vebanın(insanlara hayvanlar aracılığıyla bulaşan hastalık) üç çeşidi şunlardır;Hıyarcıklı Veba Hastalığın en sık görülen şekli hıyarcıklı veba olarak adlandırılır. Hasta, veba bakterisine maruz kaldıktan sonra belirtiler genellikle 2-6 gün içinde ortaya çıkmaktadır. Hıyarcıklı veba, lenfatik sistemi enfekte ederek lenf düğümlerinin iltihaplanmasına neden olmaktadır. Tedavi edilmediği takdirde kana karışarak septisemik vebaya veya akciğere yayılarak pnömonik vebaya neden olabilir. hıyarcıklı vebanın en önemli belirtileri şunlardır; Ani başlayan ateş Titreme Halsizlik Baş ağrısı Kas ağrısıPnömonik VebaPnömonik veba kişiden kişiye solunum yoluyla bulaşabilen vebadır. Yersinia pestis bakterisi akciğere yayıldığında hastalığın en ölümcül şekli olan pnömonik veba ortaya çıkmaktadır. Pnömonik veba hastalığının tedavi edilmemesi hastada çoklu organ yetmezliği, solunum güçlüğü nedeniyle ölüme neden olmaktadır. Pnömonik veba hastalığının en belirgin belirtileri şunlardır; Ateş Titreme Hızlı kalp atışı Nefes almakta zorlanma Öksürük Göğüs ağrısı Şiddetli baş ağrısı Kanlı balgamSeptisemik VebaSeptisemik veba yersinia pestis bakterilerinin kan dolaşımına yayılması ile ortaya çıkmaktadır. Septisemik veba hastalığı hızla ilerlemektedir. Bu nedenle hızlı bir şekilde teşhis edilerek tedavi edilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde hastanın ölümüne yol açmaktadır. Septisemik veba hastalığının belirtileri şunlardır; İshal Mide bulantısı Kusma Karın ağrısı Yüksek ateş Titreme Bitkinlik Baş ağrısı Kas ağrısıVeba hastalığı nasıl bulaşır?Veba hastalığı, yersinia pestis bakterisinden kaynaklanmaktadır. Bakteriyel enfeksiyon kaynaklı hastalıklar içinde en ciddi seyreden hastalıklardan birisi veba hastalığıdır. Yersinia pestis bakterisi vahşi kemirgenlerde ve pirelerinde bulunmaktadır. Sıçanlar, sincaplar, veya çayır köpekleri de en yaygın olarak enfekte olan kemirgenlerden bazılarıdır. Tavşanlar da bakterileri taşıyabilmektedir. Veba hastalığı genellikle insanlara enfekte pirelerin ısırması ile bulaşmaktadır. Enfekte hayvan dokusuyla doğrudan temas da veba hastalığına neden olmaktadır.  Pnömonik veba, insandan insana daha kolay bulaşabilen vebanın çeşididir. Öksüren pnömonik vebalı bir hastadan saçılan damlacıkları soluyan sağlıklı bir kişi hastalığa yakalanmaktadır. Veba hastalığının en önemli bulaşma nedenleri şunlardır; Pire ısırıkları Pnömonik vebalı insanlara maruz kalma Enfekte karkasların işlenmesi Enfekte evcil kedilerden kaynaklanan çizikler veya ısırıklar Vebaya neden olan basiller içeren aerosollere maruz kalma İnsanlarda bir başka potansiyel veba bulaşma yolu, 2014 yılında, enfekte bir köpekle temas olarak bildirilmiştir.Veba hastalığı şüphesiyle ne zaman doktora görünmek gerekir?Veba hastalığının olduğu bir bölgeye seyahat ettiyseniz, orada bulunduysanız ve kendinizi hasta hissetmeye başlamışsanız hemen bir hastaneye giderek tıbbi yardım almanız gerekir. Çünkü veba hastalığı ciddi komplikasyonları olan ve ölüme neden olabilecek bir hastalıktır. Veba hastalığı nasıl teşhis edilir?Veba hastalığı teşhisi koymak için öncelikle hastanın veba görülen bir bölgede bulunup bulunmadığı sorgulanmalıdır. Daha sonra hastadaki karakteristik klinik bulgular ve hastadan alınan kan ile yapılan test veba hastalığı teşhisi koymasının sağlamaktadır. Ayrıca; hastanın hıyarcıklı veba olup olmadığını belirlemek için şişmiş lenf düğümlerinden sıvı örneği alınarak laboratuvara incelenmek için gönderilmektedir. Hastanın pnömonik veba olup olmadığını kontrol etmek için de burnunuzdan, ağzınızdan veya boğazınızdan aşağıya sokulan bir tüp ile solunum yollarınızdan sıvı çekilerek bronkoskopi yapılması gerekebilmektedir. Hastanın veba olmasından şüphelenen doktor test sonuçları çıkmadan yani teşhis doğrulanmadan hemen antibiyotik tedavisine başlamaktadır. Çünkü veba hastalığı hızla ilerleyen ve erken tedavi edilmesi gereken bir salgın hastalıktır.Veba hastalığının tedavisi nasıldır?Bakteriyel bir enfeksiyon hastalığı olan veba, kişide hayati tehlike yaratmaktadır. Bu nedenle hastalığın bu komplikasyonlarından kaçınmak için hızlı bir şekilde veba tedavisine başlanması gerekmektedir. Erken teşhis edilerek antibiyotik tedavisine başlanan veba hastalığı tedavi edilebilmektedir.  Veba tedavi edilmediği takdirde hıyarcıklı veba kan dolaşımına yayılarak septisemik vebaya veya akciğerlere yayılarak pnömonik vebaya neden olmaktadır. Tedavi edilmeyen veba hastalığında hasta ilk semptomun ortaya çıkmasından 24 saat içinde hayatını kaybedebilir.  Veba hastalığı tedavisi genellikle güçlü ve etkili antibiyotikler ile tedavi edilmektedir. Ayrıca hastaya intravenöz sıvılar, oksijen ve bazen de solunum desteği verilebilmektedir. Sağlık personeli veba hastalığına yakalanmamak veya yayılmasını önlemek için de sıkı önlemler ile hastayı tedavi etmektedir. Hastanın ateşi normale döndükten sonra tedaviye birkaç hafta daha devam edilmektedir. Pnömonik vebalı hastalar diğer hastalardan izole edilmektedir. Pnömonik veba hastalığı olan kişi ile temas eden herkes de takip altına alınarak önleyici tedbir olarak genellikle antibiyotik verilmektedir.Veba hastalığı hakkında sık sorulan sorular Veba hastalığından korunmak için neler yapılmalı?Bu nedenle hastalığı bulaştırma riski olan kemirgen hayvanların kontrol altında tutulması gerekmektedir.  Evcil hayvanları pirelerden uzak tutmak için mutlaka önlem alınması gerekmektedir.  Çünkü açık havada serbest dolaşan evcil hayvanların veba bulaşmış pire veya hayvanlarla temas etme olasılığı daha yüksektir. Veba hastalığının günümüzde hala görüldüğü bir bölgeye seyahat edilmesi durumunda dışarıda serbestçe dolaşan evcil hayvanlara karşı önlem almak gerekir, herhangi bir ısırık ya da tırmalama durumunda en yakın hastaneye kontrole gitmek gerekmektedir.Veba tedavi edilebiliyor mu?Veba antibiyotiklerle tedavi edilebilen bakteriyel bir hastalıktır.Veba hastalığının aşısı var mı?Veba aşıları yaygın kullanımda değildir. Aşı Yersinia pestis’le çalışan laboratuvar çalışanları gibi özel gruplara uygulanmaktadır. Veba hastalığı riski taşıyan kişilere enfeksiyonun gelişmesini engellemek için antibiyotik tedavisi uygulanmaktadır.Veba bulaşıcı bir hastalık mıdır?Veba infekte hayvanlardan veya insanlardan infekte pireler veya infekte vücut sıvılarıyla temas yoluyla bulaşabilen çok bulaşıcı ve uygun şekilde tedavi edilmezse öldürücü olabilen bir hastalıktır.Veba hastalığı günümüzde görülüyor mu?Veba hastalığı Ortaçağ Avrupa’sında 1347-1351 yılları arasında tahminen 100 milyon insanın hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Büyük oranda kontrol altına alınan veba hastalığı günümüzde Afrika, Asya ve Amerika’nın belli bölgelerinde görülmektedir.Veba hastalığı ülkemizde görülüyor mu?Veba hastalığı Türkiye’de uzun zamandan beri görülmemektedir.Veba hastalığı erkekler de daha çok görülür kadınlarda mı?Veba hastalığı hem erkekleri hem de kadınları etkiler.  Ancak tarihsel olarak erkekler arasında biraz daha yaygın oluğu görülmüştür.Veba hastalığı insandan insana bulaşır mı?Veba hastalığı öncelikle infekte pirelerin ısırması ile bulaşmaktadır. İnfekte vücut sıvılara ile temas veya akciğer vebası olan kişilerin öksürüğüyle çıkan bakterilerin solunması gibi yollarla insandan insana da bulaşabilir.Veba hastalığı evcil hayvanlardan bulaşır mı?Veba ikiyüzden fazla hayvan türünü hastalandırabilir. Bakteri vahşi kemirgenlerde bulunur, zaman zaman evcil hayvanlara bulaşabilir. Tavşanlar vebaya çok duyarlıdır. Vahşi etoburlar da vebaya yakalanabilirler. Kediler ve köpekler Yersina pestis bakterileri ile infekte olabilir ve hastalığı taşıyabilir. Kediler vebaya çok duyarlıdır ve hastalanan kedilerin yarısı hastalık sonucu ölür. Köpekler ise vebaya daha dayanıklıdır. Bununla birlikte, hastalık hafif seyretse de hastalığı kendileri veya taşıdıkları pireler yoluyla bulaştırabilirler.  Koyunlar, keçiler, develer vebaya yakalanabilir.  Evcil hayvanlar eğer enfekte olurlarsa hastalığı temas ettikleri insanlara, sahiplerine, veterinerlere bulaştırabilirler. Veba hastalığı nedir?Veba, Yersinia pestis bakterisinin neden olduğu akut, şiddetli bulaşıcı bir hastalıktır. Veba hastalığı, genellikle Yersinia pestis bakterisini taşıyan pirelerin insanları ve hayvanları ısırması ile bulaşmaktadır. Ayrıca enfekte olan insandan insana ve enfekte olan hayvanla temas eden insana da bulaşan veba hastalığı çok kısa süre içerisinde ölüme yol açabilecek ciddi sonuçları olan bir bakteriyel enfeksiyondur. Veba hastalığının 3 çeşidi bulunmaktadır. Bunlardan birisi en yaygın şekilde görülen hıyarcıklı vebadır. Hıyarcıklı veba ya da diğer adıyla bubonik veba hastanın kasıklarında, koltuk altlarında veya boynunda bulunan lenf düğümlerinin şişmesine ve hassaslaşmasına neden olur. En nadir görülen ve en ölümcül veba türü olan pnömonik veba ise hastanın akciğerlerini etkiler ve insandan insana bulaşabilir. Septisemik veba hastalığında ise bakteriler doğrudan kan dolaşımına girerek çoğalmaktadır. Veba hastalığı günümüzde en yaygın olarak Afrika, Asya ve Amerika’nın bazı bölgelerinde hala görülebilmektedir. Vebanın çeşitleri nelerdir?Zoonotik bir hastalık olan vebanın(insanlara hayvanlar aracılığıyla bulaşan hastalık) üç çeşidi şunlardır;Hıyarcıklı Veba Hastalığın en sık görülen şekli hıyarcıklı veba olarak adlandırılır. Hasta, veba bakterisine maruz kaldıktan sonra belirtiler genellikle 2-6 gün içinde ortaya çıkmaktadır. Hıyarcıklı veba, lenfatik sistemi enfekte ederek lenf düğümlerinin iltihaplanmasına neden olmaktadır. Tedavi edilmediği takdirde kana karışarak septisemik vebaya veya akciğere yayılarak pnömonik vebaya neden olabilir. hıyarcıklı vebanın en önemli belirtileri şunlardır;Pnömonik VebaPnömonik veba kişiden kişiye solunum yoluyla bulaşabilen vebadır. Yersinia pestis bakterisi akciğere yayıldığında hastalığın en ölümcül şekli olan pnömonik veba ortaya çıkmaktadır. Pnömonik veba hastalığının tedavi edilmemesi hastada çoklu organ yetmezliği, solunum güçlüğü nedeniyle ölüme neden olmaktadır. Pnömonik veba hastalığının en belirgin belirtileri şunlardır;Septisemik VebaSeptisemik veba yersinia pestis bakterilerinin kan dolaşımına yayılması ile ortaya çıkmaktadır. Septisemik veba hastalığı hızla ilerlemektedir. Bu nedenle hızlı bir şekilde teşhis edilerek tedavi edilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde hastanın ölümüne yol açmaktadır. Septisemik veba hastalığının belirtileri şunlardır;Veba hastalığı nasıl bulaşır?Veba hastalığı, yersinia pestis bakterisinden kaynaklanmaktadır. Bakteriyel enfeksiyon kaynaklı hastalıklar içinde en ciddi seyreden hastalıklardan birisi veba hastalığıdır. Yersinia pestis bakterisi vahşi kemirgenlerde ve pirelerinde bulunmaktadır. Sıçanlar, sincaplar, veya çayır köpekleri de en yaygın olarak enfekte olan kemirgenlerden bazılarıdır. Tavşanlar da bakterileri taşıyabilmektedir. Veba hastalığı genellikle insanlara enfekte pirelerin ısırması ile bulaşmaktadır. Enfekte hayvan dokusuyla doğrudan temas da veba hastalığına neden olmaktadır.  Pnömonik veba, insandan insana daha kolay bulaşabilen vebanın çeşididir. Öksüren pnömonik vebalı bir hastadan saçılan damlacıkları soluyan sağlıklı bir kişi hastalığa yakalanmaktadır. Veba hastalığının en önemli bulaşma nedenleri şunlardır;Veba hastalığı şüphesiyle ne zaman doktora görünmek gerekir?Veba hastalığının olduğu bir bölgeye seyahat ettiyseniz, orada bulunduysanız ve kendinizi hasta hissetmeye başlamışsanız hemen bir hastaneye giderek tıbbi yardım almanız gerekir. Çünkü veba hastalığı ciddi komplikasyonları olan ve ölüme neden olabilecek bir hastalıktır. Veba hastalığı nasıl teşhis edilir?Veba hastalığı teşhisi koymak için öncelikle hastanın veba görülen bir bölgede bulunup bulunmadığı sorgulanmalıdır. Daha sonra hastadaki karakteristik klinik bulgular ve hastadan alınan kan ile yapılan test veba hastalığı teşhisi koymasının sağlamaktadır. Ayrıca; hastanın hıyarcıklı veba olup olmadığını belirlemek için şişmiş lenf düğümlerinden sıvı örneği alınarak laboratuvara incelenmek için gönderilmektedir. Hastanın pnömonik veba olup olmadığını kontrol etmek için de burnunuzdan, ağzınızdan veya boğazınızdan aşağıya sokulan bir tüp ile solunum yollarınızdan sıvı çekilerek bronkoskopi yapılması gerekebilmektedir. Hastanın veba olmasından şüphelenen doktor test sonuçları çıkmadan yani teşhis doğrulanmadan hemen antibiyotik tedavisine başlamaktadır. Çünkü veba hastalığı hızla ilerleyen ve erken tedavi edilmesi gereken bir salgın hastalıktır.Veba hastalığının tedavisi nasıldır?Bakteriyel bir enfeksiyon hastalığı olan veba, kişide hayati tehlike yaratmaktadır. Bu nedenle hastalığın bu komplikasyonlarından kaçınmak için hızlı bir şekilde veba tedavisine başlanması gerekmektedir. Erken teşhis edilerek antibiyotik tedavisine başlanan veba hastalığı tedavi edilebilmektedir.  Veba tedavi edilmediği takdirde hıyarcıklı veba kan dolaşımına yayılarak septisemik vebaya veya akciğerlere yayılarak pnömonik vebaya neden olmaktadır. Tedavi edilmeyen veba hastalığında hasta ilk semptomun ortaya çıkmasından 24 saat içinde hayatını kaybedebilir.  Veba hastalığı tedavisi genellikle güçlü ve etkili antibiyotikler ile tedavi edilmektedir. Ayrıca hastaya intravenöz sıvılar, oksijen ve bazen de solunum desteği verilebilmektedir. Sağlık personeli veba hastalığına yakalanmamak veya yayılmasını önlemek için de sıkı önlemler ile hastayı tedavi etmektedir. Hastanın ateşi normale döndükten sonra tedaviye birkaç hafta daha devam edilmektedir. Pnömonik vebalı hastalar diğer hastalardan izole edilmektedir. Pnömonik veba hastalığı olan kişi ile temas eden herkes de takip altına alınarak önleyici tedbir olarak genellikle antibiyotik verilmektedir.Veba hastalığı hakkında sık sorulan sorular Veba hastalığından korunmak için neler yapılmalı?Bu nedenle hastalığı bulaştırma riski olan kemirgen hayvanların kontrol altında tutulması gerekmektedir.  Evcil hayvanları pirelerden uzak tutmak için mutlaka önlem alınması gerekmektedir.  Çünkü açık havada serbest dolaşan evcil hayvanların veba bulaşmış pire veya hayvanlarla temas etme olasılığı daha yüksektir. Veba hastalığının günümüzde hala görüldüğü bir bölgeye seyahat edilmesi durumunda dışarıda serbestçe dolaşan evcil hayvanlara karşı önlem almak gerekir, herhangi bir ısırık ya da tırmalama durumunda en yakın hastaneye kontrole gitmek gerekmektedir.Veba tedavi edilebiliyor mu?Veba antibiyotiklerle tedavi edilebilen bakteriyel bir hastalıktır.Veba hastalığının aşısı var mı?Veba aşıları yaygın kullanımda değildir. Aşı Yersinia pestis’le çalışan laboratuvar çalışanları gibi özel gruplara uygulanmaktadır. Veba hastalığı riski taşıyan kişilere enfeksiyonun gelişmesini engellemek için antibiyotik tedavisi uygulanmaktadır.Veba bulaşıcı bir hastalık mıdır?Veba infekte hayvanlardan veya insanlardan infekte pireler veya infekte vücut sıvılarıyla temas yoluyla bulaşabilen çok bulaşıcı ve uygun şekilde tedavi edilmezse öldürücü olabilen bir hastalıktır.Veba hastalığı günümüzde görülüyor mu?Veba hastalığı Ortaçağ Avrupa’sında 1347-1351 yılları arasında tahminen 100 milyon insanın hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Büyük oranda kontrol altına alınan veba hastalığı günümüzde Afrika, Asya ve Amerika’nın belli bölgelerinde görülmektedir.Veba hastalığı ülkemizde görülüyor mu?Veba hastalığı Türkiye’de uzun zamandan beri görülmemektedir.Veba hastalığı erkekler de daha çok görülür kadınlarda mı?Veba hastalığı hem erkekleri hem de kadınları etkiler.  Ancak tarihsel olarak erkekler arasında biraz daha yaygın oluğu görülmüştür.Veba hastalığı insandan insana bulaşır mı?Veba hastalığı öncelikle infekte pirelerin ısırması ile bulaşmaktadır. İnfekte vücut sıvılara ile temas veya akciğer vebası olan kişilerin öksürüğüyle çıkan bakterilerin solunması gibi yollarla insandan insana da bulaşabilir.Veba hastalığı evcil hayvanlardan bulaşır mı?Veba ikiyüzden fazla hayvan türünü hastalandırabilir. Bakteri vahşi kemirgenlerde bulunur, zaman zaman evcil hayvanlara bulaşabilir. Tavşanlar vebaya çok duyarlıdır. Vahşi etoburlar da vebaya yakalanabilirler. Kediler ve köpekler Yersina pestis bakterileri ile infekte olabilir ve hastalığı taşıyabilir. Kediler vebaya çok duyarlıdır ve hastalanan kedilerin yarısı hastalık sonucu ölür. Köpekler ise vebaya daha dayanıklıdır. Bununla birlikte, hastalık hafif seyretse de hastalığı kendileri veya taşıdıkları pireler yoluyla bulaştırabilirler.  Koyunlar, keçiler, develer vebaya yakalanabilir.  Evcil hayvanlar eğer enfekte olurlarsa hastalığı temas ettikleri insanlara, sahiplerine, veterinerlere bulaştırabilirler.
7,288
686
Hastalıklar
Ventriküler Septal Defekt(VSD)
Kalbin iki karıncığı (ventrikül) arasında delik bulunması olarak tanımlanan Ventriküler Septal Defekt (VSD), bin canlı doğumun yaklaşık %8’inde görülen yaygın olan doğumsal kalp hastalığıdır. Anne karnındaki bebeğin normal gelişimde, kalbin hazneleri arasındaki duvar doğum gerçekleşmeden kapanmaktadır. Bu sayede doğum sırasında oksijence zengin kanın oksijence fakir kanla karışması engellenir. Delik kapanmadığında kalpte daha yüksek basınca veya vücuda giden oksijenin azalmasına neden olabilir. Diğer birçok farklı doğuştan kalp hastalığına da sıklıkla eşlik eder.Kalbin iki karıncığı (ventrikül) arasında delik bulunması olarak tanımlanan Ventriküler Septal Defekt (VSD), bin canlı doğumun yaklaşık %8’inde görülen yaygın olan doğumsal kalp hastalığıdır. Anne karnındaki bebeğin normal gelişimde, kalbin hazneleri arasındaki duvar doğum gerçekleşmeden kapanmaktadır. Bu sayede doğum sırasında oksijence zengin kanın oksijence fakir kanla karışması engellenir. Delik kapanmadığında kalpte daha yüksek basınca veya vücuda giden oksijenin azalmasına neden olabilir. Diğer birçok farklı doğuştan kalp hastalığına da sıklıkla eşlik eder. Ventriküler Septal Defekt (VSD) vakalarında cerrahi zamanlama, deliğin büyüklüğü, yeri ve önem derecesine göre değişmekle birlikte genellikle yaklaşık 4 ay ve sonrasında yapılır ve delik kapatılır. Çok düşük kilolu ve deliğin tam kapatılmasına engel olacak ek patolojiler varsa, bu hastalarda, pulmoner hipertansiyondan korunma amacıyla, kalp akciğer makinesi kullanmadan (kapalı kalp ameliyatı) akciğer ana atar damarını daraltma (pulmoner bantlama) ilk tercih olarak düşünülebilir.Memorial Ataşehir Hastanesi Çocuk Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Hakan Ceyran, kalpte delik olarak bilinen Ventriküler Septal Defekt (VSD) hakkında bilgi verdi.Ventriküler Septal Defekt (VSD) nedenleri nelerdir? Ventriküler Septal Defekt (VSD) nedeni kromozom anomalileri, akraba evlilikleri gibi genetik faktörlerle birlikte, hamilelik döneminde bilinçsiz kullanılan ilaçlardan kaynaklanabilmektedir. Ventriküler Septal Defekt (VSD) hamilelik sürecinde bebeğin gelişimi sırasında meydana gelmektedir.Ventriküler Septal Defekt (VSD) belirtileri nelerdir?Tipi ve boyutuna göre farklı klinik belirtiler verebileceği gibi, Ventriküler Septal Defekt (VSD) hastalarında delikten dolayı, sol kalpten, sağ kalbe extra kan geçişi olduğundan, akciğerlere fazla miktarda kan gider. Bu nedenle aşağıdaki belirtiler görülebilir: Sık tekrarlayan akciğer enfeksiyonları Büyüme ve gelişme geriliği Sistolik üfürüm yani kalbin kasılması sırasında yaşanan üfürüm Hızlı nefes alma ve nefes darlığıVentriküler Septal Defekt (VSD) teşhisi nasıl yapılır?Muayenede duyulan sistolik üfürüm (kalbin kasılması sırasında oluşan üfürüm) ile Ventriküler Septal Defektin (VSD) ilk ön tanısı konulur. Kesin tanı ise hastaya yapılacak olan ekokardiyografi ile konulmaktadır. Ekokardiyografi ile kalpteki delik sayısı, Ventriküler Septal Defektin (VSD) tipi, boyutu, kalpteki delikten geçen kanın yönü ve miktarı, kalp boşluklarında Ventriküler Septal Defekte (VSD) bağlı oluşan değişiklikler değerlendirilebilir.Ventriküler Septal Defekt (VSD) tedavisi nedir?Ventriküler Septal Defekt (VSD) tedavisi, deliğin büyüklüğü, yeri ve önem derecesine göre değişmekle birlikte genellikle yaklaşık 4 ay sonrasında yapılır ve delik kapatılır. Bunların bir kısmı anjio/şemsiye yöntemi ile kapatılabilirken, çoğu açık kalp ameliyatı ile kapatılır. Tedavi edilmez ise akciğer kan basıncında artış ve kalp yetmezliği gelişebilir.Küçük boyutlu olanlarında ise kendiliğinden kapanabileceği için klinik olarak takip edilebilmektedir.Atrial Septal defekt (ASD) mi Ventriküler Septal Defekt (VSD) mi tehlikeli?Ventriküler Septal Defekt (VSD) daha tehlikelidir. Atrial Septal defekt (ASD) uzun yıllar asemptomatik kalabilir. Pulmoner hipertansiyon Atrial Septal defektlerde (ASD) ileri yaşlarda görülürken Ventriküler Septal Defektlerde (VSD) çok erken yaşlarda, hatta bebeklik döneminde bile gelişebilir ve tedavi şansını ortadan kaldırabilir.Ventriküler Septal Defekt (VSD) ameliyatı nasıl yapılır?Ventriküler Septal Defekt (VSD) ameliyatı açık kalp cerrahisi ile yani kalp durdurularak yapılır. Ventriküler Septal Defekt (VSD) ameliyatlarının büyük bir çoğunluğunun tedavisinde açık kalp ameliyatı tercih edilmektedir. Kalp odacıkları arasındaki delik kapatılırken bir yama ya da dikiş kullanılabilir. Akciğer ve kalp fonksiyonlarının durdurulduğu süreçte, bu görevleri kalp akciğer makinası sağlamaktadır.Ventriküler Septal Defektlerin (VSD) bir kısmı anjio / şemsiye yöntemiyle de tedavi edilebilmektedir. Açık kalp ameliyatına gerek kalmayan bu yöntemde genellikle kasık damarına yerleştirilen katater yardımıyla kalpteki delik kapatılabilmektedir.Kalpteki delik kaç mm olursa ameliyat gerekir?Ameliyat için kalpteki deliğin büyüklüğü önem arz etmektedir. Ancak kalpteki deliğin kaç mm olmasından ziyade, akciğere giden kan miktarı ve oluşan sağ / sol kalp şant oranı ameliyat kararını belirler.Ventriküler Septal Defekt (VSD) ameliyatı olan bebeklerde nelere dikkat etmek gerekir?Ventriküler Septal Defektler (VSD) ameliyatı geçiren bebeklerin ameliyattan sonraki yakın dönemde sağlıklı ortamlarda tutulması önemlidir. Bu nedenle, hasta bireyler ve kalabalık ortamlardan iki hafta süreyle uzak tutulmaları önerilir.Bu ameliyatı olan çocuklarda uzun dönemde özel önlem almadan ve artmış bir risk olmadan, yaşıtlarıyla benzer fiziksel aktivitelerde bulunabilirler. Ancak bu çocuklar düzenli olarak çocuk kardiyoloji uzmanı tarafından düzenli olarak takip edilmelidir.Ventriküler Septal Defekt (VSD) ameliyatı kaç saat sürer?Ventriküler Septal Defektler (VSD) ameliyatı süresi kalpteki delik sayısına göre değişebilmektedir. Ancak genel olarak Ventriküler Septal Defektler (VSD) ameliyatı hastanın ameliyathaneye girmesi ve çıkması ile birlikte yaklaşık 3 saati bulur.Ventriküler Septal Defektler (VSD)  ameliyatı olanlar spor yapabilir mi?Ventriküler Septal Defekt (VSD) ameliyatı sonrası ilk üç ayda ağır spor önerilmez. Sonrasında tamamen normal yaşam koşullarında, dilediği sporu yapabilir.Bebeklerde Ventriküler Septal Defekt (VSD) ameliyatı sonrası görülebilen riskler nelerdir?Ventriküler Septal Defekt (VSD) ameliyatından sonra, çok düşük yüzde ile kalp ritim bozuklukları, deliğin tam kapanmama durumu görülebilir.Ventriküler Septal Defekt (VSD) ilaç tedavisi var mıdır?Ventriküler Septal Defektin (VSD) medikal tedavisi bulunmamaktadır ancak bu hastalığa bağlı gelişen kalp yetmezliği durumlarında ve tedavi edilmeyen VSD’lerde ortaya çıkan Pulmoner hipertansiyonda ilaç tedavisi uygulanır.Bebeklerde Ventriküler Septal Defekt (VSD)  ne zaman kapanır?Küçük deliklerin yarıya yakını kendiliğinden kapanabilir. Bir yaşın üzerinde kapanmayan deliklerin yakın ve dikkatli takibi ve tedavisi gerekir.Ventriküler Septal Defekt (VSD) tipleri nelerdir? Her iki ventrikülü(karıncık) ayıran ve septum diye adlandırılan yapı üzerindeki delikler lokasyonlarına göre VSD çeşitlerini oluşturur. Perimembranöz septum denilen bölgedeki delikler bu isimle anılır ve en sık görülen VSD tipidir. Müsküler VSD, birden çok, irili ufaklı deliklerin adlandırdığı tiptir. İnlet ve outlet VSD’ler kalbin orta kesimi ile çıkış bölümünde yer alan VSD’ler için kullanılır.Ventriküler Septal Defekt (VSD) görülme sıklığı nedir?Ventriküler Septal Defekt (VSD) yaklaşık her bin canlı doğumda 2 kişide görülebilmektedir.Ventriküler Septal Defekt (VSD) büyür mü?VSD küçülebilir ama büyümez. Ancak çocukla birlikte ölçüsü değişebilir.VSD kapatılmazsa ne olur? Komplikasyonları nelerdir?Kendiliğinden kapanmayan ve önem arz eden tüm VSD’ler kapatılmalıdır. Kapatılmazsa erken dönemde, sık tekrarlayan akciğer enfeksiyonları, büyüme ve gelişme geriliği gibi durumlar ortaya çıkabilir. Sonrasında ise Pulmoner hipertansiyon, endokardit ve kalp yetmezliğne bağlı çok ciddi durumlar gelişebilir. Ventriküler Septal Defekt (VSD) vakalarında cerrahi zamanlama, deliğin büyüklüğü, yeri ve önem derecesine göre değişmekle birlikte genellikle yaklaşık 4 ay ve sonrasında yapılır ve delik kapatılır. Çok düşük kilolu ve deliğin tam kapatılmasına engel olacak ek patolojiler varsa, bu hastalarda, pulmoner hipertansiyondan korunma amacıyla, kalp akciğer makinesi kullanmadan (kapalı kalp ameliyatı) akciğer ana atar damarını daraltma (pulmoner bantlama) ilk tercih olarak düşünülebilir.Memorial Ataşehir Hastanesi Çocuk Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Hakan Ceyran, kalpte delik olarak bilinen Ventriküler Septal Defekt (VSD) hakkında bilgi verdi.Ventriküler Septal Defekt (VSD) nedenleri nelerdir? Ventriküler Septal Defekt (VSD) nedeni kromozom anomalileri, akraba evlilikleri gibi genetik faktörlerle birlikte, hamilelik döneminde bilinçsiz kullanılan ilaçlardan kaynaklanabilmektedir. Ventriküler Septal Defekt (VSD) hamilelik sürecinde bebeğin gelişimi sırasında meydana gelmektedir.Ventriküler Septal Defekt (VSD) belirtileri nelerdir?Tipi ve boyutuna göre farklı klinik belirtiler verebileceği gibi, Ventriküler Septal Defekt (VSD) hastalarında delikten dolayı, sol kalpten, sağ kalbe extra kan geçişi olduğundan, akciğerlere fazla miktarda kan gider. Bu nedenle aşağıdaki belirtiler görülebilir:Ventriküler Septal Defekt (VSD) teşhisi nasıl yapılır?Muayenede duyulan sistolik üfürüm (kalbin kasılması sırasında oluşan üfürüm) ile Ventriküler Septal Defektin (VSD) ilk ön tanısı konulur. Kesin tanı ise hastaya yapılacak olan ekokardiyografi ile konulmaktadır. Ekokardiyografi ile kalpteki delik sayısı, Ventriküler Septal Defektin (VSD) tipi, boyutu, kalpteki delikten geçen kanın yönü ve miktarı, kalp boşluklarında Ventriküler Septal Defekte (VSD) bağlı oluşan değişiklikler değerlendirilebilir.Ventriküler Septal Defekt (VSD) tedavisi nedir?Ventriküler Septal Defekt (VSD) tedavisi, deliğin büyüklüğü, yeri ve önem derecesine göre değişmekle birlikte genellikle yaklaşık 4 ay sonrasında yapılır ve delik kapatılır. Bunların bir kısmı anjio/şemsiye yöntemi ile kapatılabilirken, çoğu açık kalp ameliyatı ile kapatılır. Tedavi edilmez ise akciğer kan basıncında artış ve kalp yetmezliği gelişebilir.Küçük boyutlu olanlarında ise kendiliğinden kapanabileceği için klinik olarak takip edilebilmektedir.Atrial Septal defekt (ASD) mi Ventriküler Septal Defekt (VSD) mi tehlikeli?Ventriküler Septal Defekt (VSD) daha tehlikelidir. Atrial Septal defekt (ASD) uzun yıllar asemptomatik kalabilir. Pulmoner hipertansiyon Atrial Septal defektlerde (ASD) ileri yaşlarda görülürken Ventriküler Septal Defektlerde (VSD) çok erken yaşlarda, hatta bebeklik döneminde bile gelişebilir ve tedavi şansını ortadan kaldırabilir.Ventriküler Septal Defekt (VSD) ameliyatı nasıl yapılır?Ventriküler Septal Defekt (VSD) ameliyatı açık kalp cerrahisi ile yani kalp durdurularak yapılır. Ventriküler Septal Defekt (VSD) ameliyatlarının büyük bir çoğunluğunun tedavisinde açık kalp ameliyatı tercih edilmektedir. Kalp odacıkları arasındaki delik kapatılırken bir yama ya da dikiş kullanılabilir. Akciğer ve kalp fonksiyonlarının durdurulduğu süreçte, bu görevleri kalp akciğer makinası sağlamaktadır.Ventriküler Septal Defektlerin (VSD) bir kısmı anjio / şemsiye yöntemiyle de tedavi edilebilmektedir. Açık kalp ameliyatına gerek kalmayan bu yöntemde genellikle kasık damarına yerleştirilen katater yardımıyla kalpteki delik kapatılabilmektedir.Kalpteki delik kaç mm olursa ameliyat gerekir?Ameliyat için kalpteki deliğin büyüklüğü önem arz etmektedir. Ancak kalpteki deliğin kaç mm olmasından ziyade, akciğere giden kan miktarı ve oluşan sağ / sol kalp şant oranı ameliyat kararını belirler.Ventriküler Septal Defekt (VSD) ameliyatı olan bebeklerde nelere dikkat etmek gerekir?Ventriküler Septal Defektler (VSD) ameliyatı geçiren bebeklerin ameliyattan sonraki yakın dönemde sağlıklı ortamlarda tutulması önemlidir. Bu nedenle, hasta bireyler ve kalabalık ortamlardan iki hafta süreyle uzak tutulmaları önerilir.Bu ameliyatı olan çocuklarda uzun dönemde özel önlem almadan ve artmış bir risk olmadan, yaşıtlarıyla benzer fiziksel aktivitelerde bulunabilirler. Ancak bu çocuklar düzenli olarak çocuk kardiyoloji uzmanı tarafından düzenli olarak takip edilmelidir.Ventriküler Septal Defekt (VSD) ameliyatı kaç saat sürer?Ventriküler Septal Defektler (VSD) ameliyatı süresi kalpteki delik sayısına göre değişebilmektedir. Ancak genel olarak Ventriküler Septal Defektler (VSD) ameliyatı hastanın ameliyathaneye girmesi ve çıkması ile birlikte yaklaşık 3 saati bulur.Ventriküler Septal Defektler (VSD)  ameliyatı olanlar spor yapabilir mi?Ventriküler Septal Defekt (VSD) ameliyatı sonrası ilk üç ayda ağır spor önerilmez. Sonrasında tamamen normal yaşam koşullarında, dilediği sporu yapabilir.Bebeklerde Ventriküler Septal Defekt (VSD) ameliyatı sonrası görülebilen riskler nelerdir?Ventriküler Septal Defekt (VSD) ameliyatından sonra, çok düşük yüzde ile kalp ritim bozuklukları, deliğin tam kapanmama durumu görülebilir.Ventriküler Septal Defekt (VSD) ilaç tedavisi var mıdır?Ventriküler Septal Defektin (VSD) medikal tedavisi bulunmamaktadır ancak bu hastalığa bağlı gelişen kalp yetmezliği durumlarında ve tedavi edilmeyen VSD’lerde ortaya çıkan Pulmoner hipertansiyonda ilaç tedavisi uygulanır.Bebeklerde Ventriküler Septal Defekt (VSD)  ne zaman kapanır?Küçük deliklerin yarıya yakını kendiliğinden kapanabilir. Bir yaşın üzerinde kapanmayan deliklerin yakın ve dikkatli takibi ve tedavisi gerekir.Ventriküler Septal Defekt (VSD) tipleri nelerdir? Her iki ventrikülü(karıncık) ayıran ve septum diye adlandırılan yapı üzerindeki delikler lokasyonlarına göre VSD çeşitlerini oluşturur. Perimembranöz septum denilen bölgedeki delikler bu isimle anılır ve en sık görülen VSD tipidir. Müsküler VSD, birden çok, irili ufaklı deliklerin adlandırdığı tiptir. İnlet ve outlet VSD’ler kalbin orta kesimi ile çıkış bölümünde yer alan VSD’ler için kullanılır.Ventriküler Septal Defekt (VSD) görülme sıklığı nedir?Ventriküler Septal Defekt (VSD) yaklaşık her bin canlı doğumda 2 kişide görülebilmektedir.Ventriküler Septal Defekt (VSD) büyür mü?VSD küçülebilir ama büyümez. Ancak çocukla birlikte ölçüsü değişebilir.VSD kapatılmazsa ne olur? Komplikasyonları nelerdir?
5,306
687
Hastalıklar
Von Willebrand (VWD) hastalığı
Toplumda en yaygın görülen kanama bozukluğu olan Von Willebrand hastalığı (vWH), kalıtsal bir rahatsızlıktır. Ebeveynlerden yalnızca birisinin mutasyona uğramış bir gene sahip olması, doğacak çocuğun Von Willebrand hastalığı ile dünyaya gelmesine neden olabilir. Belirtileri her yaşta ortaya çıkabilen Von Willebrand hastalığının ene önemli semptomları, vücutta büyük morluklar veya kolayca morarma, sık ya da uzun süreli burun kanamaları, diş eti kanamaları, ve adet dönemi kanamalarıdır. Von Willebrand hastalığının(vWD) kesin tedavisi bulunmamaktadır. Ancak hastalık genellikle ilaçlarla ve bazı basit yaşam tarzı önlemleriyle kontrol altına alınabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi’nden Doç. Dr. Mehmet Buğrahan Düz, Von Willebrand (vWD) hastalığının nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.Toplumda en yaygın görülen kanama bozukluğu olan Von Willebrand hastalığı (vWH), kalıtsal bir rahatsızlıktır. Ebeveynlerden yalnızca birisinin mutasyona uğramış bir gene sahip olması, doğacak çocuğun Von Willebrand hastalığı ile dünyaya gelmesine neden olabilir. Belirtileri her yaşta ortaya çıkabilen Von Willebrand hastalığının ene önemli semptomları, vücutta büyük morluklar veya kolayca morarma, sık ya da uzun süreli burun kanamaları, diş eti kanamaları, ve adet dönemi kanamalarıdır. Von Willebrand hastalığının(vWD) kesin tedavisi bulunmamaktadır. Ancak hastalık genellikle ilaçlarla ve bazı basit yaşam tarzı önlemleriyle kontrol altına alınabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi’nden Doç. Dr. Mehmet Buğrahan Düz, Von Willebrand (vWD) hastalığının nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. Von Willebrand (vWD) hastalığı nedir?Von Willebrand (vWD) hastalığı, kanın düzgün pıhtılaşmadığı bir kan hastalığıdır. Kan, gerektiğinde kanın pıhtılaşmasına yardımcı olan birçok protein içerir. Bu proteinlerden biri de Von Willebrand faktörüdür. Bunun eksikliği neticesinde Von Willebrand(vWD) hastalığı ortaya çıkar.Von Willebrand hastalığının sebepleri nelerdir?Von Willebrand hastalığının sebebi, kanın pıhtılaşmasında önemli rol oynayan bir protein olan Von Willebrand faktörünü kontrol eden gendeki mutasyonlardır. Bu protein düşük seviyelerde olduğunda veya olması gerektiği gibi çalışmadığında, trombosit adı verilen küçük kan hücreleri bir yaralanma meydana geldiğinde düzgün bir şekilde birbirine yapışamaz veya kendilerini kan damarı duvarlarına normal şekilde bağlayamazlar. Bu, pıhtılaşma sürecinin uzamasına veya bazen kontrolsüz kanamaya neden olabilir. von Willebrand hastalığı olan birçok insan, pıhtılaşmaya yardımcı olan başka bir protein olan düşük faktör VIII seviyelerine de sahiptir.Faktör VIII, hemofili adı verilen başka bir kalıtsal pıhtılaşma bozukluğunda rol oynar. Ancak esas olarak erkekleri etkileyen hemofilinin aksine, Von Willebrand hastalığı erkekleri ve kadınları etkiler ve genellikle daha hafiftir.Nadiren Von Willebrand hastalığı, bir ebeveynden etkilenmiş bir geni aktarmaksızın yaşamın ilerleyen dönemlerinde gelişebilir. Bu edinilmiş Von Willebrand sendromu olarak bilinir ve muhtemelen altta yatan bir tıbbi durumdan mevcuttur.Von Willebrand hastalığı bakımından kimler daha fazla risk altındadır?Von Willebrand hastalığı için ana risk faktörü aile öyküsüdür. Hastalığın geni ebeveynlerden çocuğa geçmektedir. Bu rahatsızlık genellikle "otozomal dominant kalıtsal" bir hastalıktır ve yalnızca bir ebeveynde mutasyona uğramış bir gen varsa ortaya çıkabilir. Kişi von Willebrand hastalığı genine sahipse, bu geni çocuklarınıza aktarma riski %50'dir. Daha şiddetli ve nadir tipi olan "otozomal resesif Von Willebrand hastalığında ise, anne ve babanın her ikisinin de mutasyonu çocuklarına aktarması söz konusudur.Von Willebrand hastalığı belirtileri nelerdir?Von Willebrand hastalığı(vWD) semptomları her yaşta başlayabilir. Semptomlar çok hafif veya zor fark edilenden sık ve şiddetliye kadar değişebilir. Von Willebrand hastalığının(vWD) ana belirtileri şunlardır; Vücutta büyük morluklar veya kolayca morarma Sık veya uzun süreli burun kanamaları Diş eti kanaması Vücut kesiklerinde ağır veya uzun süreli kanamalar Kadınlarda adet dönemi kanamalarının uzaması Doğum sırasında veya sonrasında görülen kanamalar Diş çekimi veya ameliyattan sonra ağır ya da uzun süreli kanamalar Bazı insanlarda bağırsakta ortaya çıkan kanama Eklem içi ve kaslara ağrılı kanamalarVon Willebrand hastalığı nasıl teşhis edilir?Von Willebrand hastalığı(vWD) şikayeti ile gelen hastanın kişisel ve aile kanama geçmişi olağandışı morarma gibi belirtiler sorgulanır. Bundan sonra kanın nasıl pıhtılaştığını ölçecek bazı kan testleri istenir. Testlerde kanda bulunan pıhtılaşma proteinlerinin miktarı ve pıhtılaşma proteinlerinin düzgün çalışıp çalışmadığı hakkında bilgi edinilir. Ayrıca, bazı ilaçlar kanama bozukluğu olmayan kişilerde bile kanamaya neden olabileceğinden, kanamaya yol açabilecek veya tabloyu daha da kötüleştirebilecek ilaçlar ve diğer faktörlerde değerlendirilir.Von Willebrand hastalığının tedavisi nedir?Von Willebrand hastalığı(vWD) kesin tedavisi yoktur. Ancak hastalık genellikle ilaçlarla ve bazı basit yaşam tarzı önlemleriyle kontrol altına alınabilir.Kanamaları durdurmaya yardımcı olabilecek 3 ana ilaç vardır. Bu ilaçlar burun spreyi veya enjeksiyon, tablet, gargara veya enjeksiyon ile Von Willebrand faktör konsantresidir. Bu ilaçlar kanama riskini azaltmak için bir işlem veya ameliyattan önce de kullanılabilir. Şiddetli vWD varsa, ciddi kanamaları önlemeye yardımcı olmak için bunları düzenli olarak almak gerekebilir.Von Willebrand hastalığı genetik midir?Von Willebrand hastalığı(vWD) genetik veya kazanılmış yani sonradan edinilmiş olabilir. Hastalarının büyük kısmında genetik mutasyonlar gösterilir. Ancak nadiren ailesel olmayan vWD hastaları da bildirilmiştir. Bu duruma kazanılmış vWD hastalığı adı verilir. Bu durumun altında yatan başka bir hastalık olduğu ve bunun vWD hastalığını tetiklemesi ile ortaya çıkması beklenir.Von Willebrand hastalığı ölümcül müdür?Von Willebrand hastalığı (vWD), günlük yaşamı veya yaşam beklentisini etkilemez. Hastaların problemlerin ne zaman ortaya çıkabileceğini (ameliyat, diş prosedürleri, menstrüasyon, travmatik yaralanma) öngörmeleri ve bu durumlarda ne yapacakları konusunda doktorlarının tavsiyelerine uymaları gerekir. Nadir olan daha şiddetli formlarında ise komplikasyon ortaya çıkma ihtimali daha yüksektir. Bu nedenle yüksek yaralanma olasılığı ile ilişkili temas sporlarından ve aktivitelerden kaçınmalıdır.Von Willebrand hastalığı bulaşıcı mıdır?Von Willebrand hastalığı(vWD) bulaşıcı bir hastalık değildir.Von Willebrand faktor yüksekliği ne demek?vWD antijeninin ve vWD aktivitesinin artan konsantrasyonları tanısal olarak kabul edilmez. vWD, birçok akut faz reaktanından biridir. Yani, enfeksiyonlar, iltihaplanma, travma ve fiziksel ve duygusal stresörlerle geçici olarak artabilir ancak bunun klinik üzerine bir etkisi beklenmez.Von Willebrand faktör nedir?Von Willebrand faktör trombositin damar çeperine bağlanarak pıhtılaşma reaksiyonlarını başlatmada rol oıynayan bir proteindir. Bu proteinin düşük seviyelerine sahip olduğunuzda veya olması gerektiği gibi çalışmadığında, trombosit adı verilen küçük kan hücreleri bir yaralanma meydana geldiğinde düzgün bir şekilde birbirine yapışamaz veya kendilerini kan damarı duvarlarına normal şekilde bağlayamazlar.Von Willebrand hastalığı ülkemizde çok görülür mü?Von Willebrand hastalığı(vWD) ülkemizde yapılan çalışmalarda hastalık sıklığının % 0.44-1 olduğu görülmüştür. Von Willebrand (vWD) hastalığı nedir?Von Willebrand (vWD) hastalığı, kanın düzgün pıhtılaşmadığı bir kan hastalığıdır. Kan, gerektiğinde kanın pıhtılaşmasına yardımcı olan birçok protein içerir. Bu proteinlerden biri de Von Willebrand faktörüdür. Bunun eksikliği neticesinde Von Willebrand(vWD) hastalığı ortaya çıkar.Von Willebrand hastalığının sebepleri nelerdir?Von Willebrand hastalığının sebebi, kanın pıhtılaşmasında önemli rol oynayan bir protein olan Von Willebrand faktörünü kontrol eden gendeki mutasyonlardır. Bu protein düşük seviyelerde olduğunda veya olması gerektiği gibi çalışmadığında, trombosit adı verilen küçük kan hücreleri bir yaralanma meydana geldiğinde düzgün bir şekilde birbirine yapışamaz veya kendilerini kan damarı duvarlarına normal şekilde bağlayamazlar. Bu, pıhtılaşma sürecinin uzamasına veya bazen kontrolsüz kanamaya neden olabilir. von Willebrand hastalığı olan birçok insan, pıhtılaşmaya yardımcı olan başka bir protein olan düşük faktör VIII seviyelerine de sahiptir.Faktör VIII, hemofili adı verilen başka bir kalıtsal pıhtılaşma bozukluğunda rol oynar. Ancak esas olarak erkekleri etkileyen hemofilinin aksine, Von Willebrand hastalığı erkekleri ve kadınları etkiler ve genellikle daha hafiftir.Nadiren Von Willebrand hastalığı, bir ebeveynden etkilenmiş bir geni aktarmaksızın yaşamın ilerleyen dönemlerinde gelişebilir. Bu edinilmiş Von Willebrand sendromu olarak bilinir ve muhtemelen altta yatan bir tıbbi durumdan mevcuttur.Von Willebrand hastalığı bakımından kimler daha fazla risk altındadır?Von Willebrand hastalığı için ana risk faktörü aile öyküsüdür. Hastalığın geni ebeveynlerden çocuğa geçmektedir. Bu rahatsızlık genellikle "otozomal dominant kalıtsal" bir hastalıktır ve yalnızca bir ebeveynde mutasyona uğramış bir gen varsa ortaya çıkabilir. Kişi von Willebrand hastalığı genine sahipse, bu geni çocuklarınıza aktarma riski %50'dir. Daha şiddetli ve nadir tipi olan "otozomal resesif Von Willebrand hastalığında ise, anne ve babanın her ikisinin de mutasyonu çocuklarına aktarması söz konusudur.Von Willebrand hastalığı belirtileri nelerdir?Von Willebrand hastalığı(vWD) semptomları her yaşta başlayabilir. Semptomlar çok hafif veya zor fark edilenden sık ve şiddetliye kadar değişebilir. Von Willebrand hastalığının(vWD) ana belirtileri şunlardır;Von Willebrand hastalığı nasıl teşhis edilir?Von Willebrand hastalığı(vWD) şikayeti ile gelen hastanın kişisel ve aile kanama geçmişi olağandışı morarma gibi belirtiler sorgulanır. Bundan sonra kanın nasıl pıhtılaştığını ölçecek bazı kan testleri istenir. Testlerde kanda bulunan pıhtılaşma proteinlerinin miktarı ve pıhtılaşma proteinlerinin düzgün çalışıp çalışmadığı hakkında bilgi edinilir. Ayrıca, bazı ilaçlar kanama bozukluğu olmayan kişilerde bile kanamaya neden olabileceğinden, kanamaya yol açabilecek veya tabloyu daha da kötüleştirebilecek ilaçlar ve diğer faktörlerde değerlendirilir.Von Willebrand hastalığının tedavisi nedir?Von Willebrand hastalığı(vWD) kesin tedavisi yoktur. Ancak hastalık genellikle ilaçlarla ve bazı basit yaşam tarzı önlemleriyle kontrol altına alınabilir.Kanamaları durdurmaya yardımcı olabilecek 3 ana ilaç vardır. Bu ilaçlar burun spreyi veya enjeksiyon, tablet, gargara veya enjeksiyon ile Von Willebrand faktör konsantresidir. Bu ilaçlar kanama riskini azaltmak için bir işlem veya ameliyattan önce de kullanılabilir. Şiddetli vWD varsa, ciddi kanamaları önlemeye yardımcı olmak için bunları düzenli olarak almak gerekebilir.Von Willebrand hastalığı genetik midir?Von Willebrand hastalığı(vWD) genetik veya kazanılmış yani sonradan edinilmiş olabilir. Hastalarının büyük kısmında genetik mutasyonlar gösterilir. Ancak nadiren ailesel olmayan vWD hastaları da bildirilmiştir. Bu duruma kazanılmış vWD hastalığı adı verilir. Bu durumun altında yatan başka bir hastalık olduğu ve bunun vWD hastalığını tetiklemesi ile ortaya çıkması beklenir.Von Willebrand hastalığı ölümcül müdür?Von Willebrand hastalığı (vWD), günlük yaşamı veya yaşam beklentisini etkilemez. Hastaların problemlerin ne zaman ortaya çıkabileceğini (ameliyat, diş prosedürleri, menstrüasyon, travmatik yaralanma) öngörmeleri ve bu durumlarda ne yapacakları konusunda doktorlarının tavsiyelerine uymaları gerekir. Nadir olan daha şiddetli formlarında ise komplikasyon ortaya çıkma ihtimali daha yüksektir. Bu nedenle yüksek yaralanma olasılığı ile ilişkili temas sporlarından ve aktivitelerden kaçınmalıdır.Von Willebrand hastalığı bulaşıcı mıdır?Von Willebrand hastalığı(vWD) bulaşıcı bir hastalık değildir.Von Willebrand faktor yüksekliği ne demek?vWD antijeninin ve vWD aktivitesinin artan konsantrasyonları tanısal olarak kabul edilmez. vWD, birçok akut faz reaktanından biridir. Yani, enfeksiyonlar, iltihaplanma, travma ve fiziksel ve duygusal stresörlerle geçici olarak artabilir ancak bunun klinik üzerine bir etkisi beklenmez.Von Willebrand faktör nedir?Von Willebrand faktör trombositin damar çeperine bağlanarak pıhtılaşma reaksiyonlarını başlatmada rol oıynayan bir proteindir. Bu proteinin düşük seviyelerine sahip olduğunuzda veya olması gerektiği gibi çalışmadığında, trombosit adı verilen küçük kan hücreleri bir yaralanma meydana geldiğinde düzgün bir şekilde birbirine yapışamaz veya kendilerini kan damarı duvarlarına normal şekilde bağlayamazlar.Von Willebrand hastalığı ülkemizde çok görülür mü?
4,657
688
Hastalıklar
Vulva Kanseri
Vulva,labium minör (iç dudaklar), labium majorada (dış dudaklar) ve perineumu (vajina ile anüs arasındaki deri) içeren dış genital bölgedir. Vulva kanseri de bu bölgelerde meydana gelen kanser türüdür. Kanser türleri arasında çok yaygın olarak görülmeyen vulva kanseri genellikle HPV virüsü sonucu meydana gelir. En yaygın vulva kanseri belirtileri arasında genital bölgede kaşıntıya neden olan ağrı ve şişlik yer alır. Ağrı, cinsel ilişki sırasında ortaya çıkabileceği gibi normal zamanda da yaşanabilir. Erken tanı, vulva kanseri için kapsamlı tedaviye ihtiyaç duyulma olasılığını azaltır. Vulva kanserinin tedavisi ise genellikle kanseri ve çevredeki az miktarda sağlıklı dokuyu çıkarmak için yapılan ameliyattır.Vulva,labium minör (iç dudaklar), labium majorada (dış dudaklar) ve perineumu (vajina ile anüs arasındaki deri) içeren dış genital bölgedir. Vulva kanseri de bu bölgelerde meydana gelen kanser türüdür. Kanser türleri arasında çok yaygın olarak görülmeyen vulva kanseri genellikle HPV virüsü sonucu meydana gelir. En yaygın vulva kanseri belirtileri arasında genital bölgede kaşıntıya neden olan ağrı ve şişlik yer alır. Ağrı, cinsel ilişki sırasında ortaya çıkabileceği gibi normal zamanda da yaşanabilir. Erken tanı, vulva kanseri için kapsamlı tedaviye ihtiyaç duyulma olasılığını azaltır. Vulva kanserinin tedavisi ise genellikle kanseri ve çevredeki az miktarda sağlıklı dokuyu çıkarmak için yapılan ameliyattır. Vulva Kanseri Nedir?Vulva kanseri, kadınların cinsel organının dış yüzey bölgesi olan vulvadaki hücrelerin anormal büyümesi sonucu kaşıntıyla birlikte ağrılı bir şekilde ortaya çıkan ve nadir görülen bir kanser türüdür.Vulvar kanseri genellikle vulvada sıklıkla kaşıntıya neden olan bir şişlik veya ağrı belirtisiyle ortaya çıkar. Her yaşta ortaya çıkabilme ihtimaline rağmen vulva kanseri sık olarak yaşlı kadınlarda meydana gelir. En yaygın nedeni hücrelerin mutasyona uğraması olarak görülen vulva kanseri HPV virüsüne maruz kalınması ve yoğun sigara tüketimi sonucu da meydana gelebilir.Vulva kanseri tedavisi genellikle kanserin ve çevresindeki az miktardaki sağlıklı dokunun alınması için yapılan ameliyatla söz konusu olur. Bazen ise vulva kanseri ameliyatı vulvanın tamamının çıkarılmasını gerektirebilir. Vulva kanseri ne kadar erken teşhis edilirse, tedavi için kapsamlı bir ameliyata ihtiyaç duyulması olasılığı da o kadar az olur.Vulva Kanseri Neden Olur?Vulva kanseri, dış genital bölge olan vulvadaki hücrelerin anormal büyümesiyle ortaya çıkan mutasyonlar sonucu meydana gelir. Bununla birlikte kişinin HPV virüsüne yakalanması, HIV enfeksiyonu, bağışıklık düşüklüğü ve sigara tüketimi de vulva kanserine neden olan durumlar arasında yer alır.Vulva kanseri nedenleri genel olarak şunlardır: Vulvadaki hücrelerin kontrolsüz ve anormal büyümesi HPV virüsüne maruz kalınması HIV enfeksiyonu Yaş faktörü Liken skleroz Vulvar intraepitelyal neoplazi (VIN) Bağışıklık düşüklüğü Aşırı sigara tüketimiVulva Kanseri Türleri Nelerdir?Vulva kanseri türleri kendi içinde ikiye ayrılır. Yaygın olarak görülen vulva kanseri türleri vulvar skuamöz hücreli karsinom ve vulvar melanomdur.Vulva kanseri türleri şöyledir:Vulvar skuamöz hücreli karsinomVulva kanserinin yaklaşık %90'ı skuamöz hücreli karsinomdur. Cildin yüzeyindeki hücrelerde gelişir ve yaygın olarak görülür.Vulvar melanomVulva kanserinin yaklaşık %5'i melanom olarak kabul edilir. Vulvar melanomlar hızla gelişme özelliği gösterir ve vücudun diğer bölgelerine yayılma riski daha yüksektir.Yaygın olarak görülmeyen diğer vulva kanseri türleri ise aşağıdaki gibidir: Bazal hücreli karsinom Bartholin bezi adenokarsinomu Vulvanın Paget hastalığı Sarkom Verrüköz karsinomVulva Kanseri Belirtileri Nelerdir?Vulva kanserinin kişide meydana getirdiği yaygın belirtiler kaşıntıyla birlikte ortaya çıkan şişlik ve ağrıdır. Anormal kanamalar, genital bölgede yanma, vulva derisinde renk değişimi ve geçmeyen yaralar da vulva kanseri belirtileri olarak sayılır.Cildin dış katmanında ki anormal büyüme ve değişiklikler ile fark edilebilen vulva kanserinin belirtileri şunlardır: Dış genital bölgede kaşıntı, yanma ve kanama Dış genital bölgedeki deri renginin anormal kırmızı veya beyaza dönmesi Vulvada döküntü, siğil gibi cilt değişiklikleri ve asimetrik görünüm Vulva derisinin daha kırmızı veya beyaz bir renge dönüşmesi Cinsel ilişki veya idrar yaparken pelviste ağrı veya hassasiyetYukarıda yer alan belirtileri yaşadığınız takdirde bir jinekoloji uzmanına danışmanızda fayda vardır. Doktorunuz yapılacak tetkiklerin ardından vulva kanserinin teşhisini yapıp bir tedavi süreci belirleyecektir.Vulva Kanseri Nasıl Teşhis Edilir?Vulva kanserinin teşhisi için doktor tarafından öncelikle dış genital bölge olan vulvanın fiziksel muayenesi yapılır. Vulva meydana gelen olası değişimler inceledikten sonra doktor kesin tanı için bazı testler isteyebilir.Vulva kanseri teşhisinde faydalanılan yöntemler şu şekildedir:Tıbbi geçmişDoktor tarafından alışkanlıklar ve hastalıklar da dahil olmak üzere genel sağlık durumu hakkında sorular sorulur.Pelvik muayeneVulvaya bakarak rahim, vajina, yumurtalıklar, mesane ve rektum hissedilerek fiziksel olarak vulvadaki kanser belirtileri belirlenmeye çalışılır.KolposkopiKolposkop adı verilen bir büyütme aracı vajina, vulva ve rahim ağzınızdaki kritik bölgelere yakından bakarak teşhis için fikir verir. Bu işleme vulvoskopi adı da verilir.BiyopsiBiyopsi işleminde mikroskop altında incelenmesi için vulvadan bir miktar doku alınarak laboratuvara gönderilir.Görüntüleme testleri X-ışınları, CT ve PET taramaları, MRI'lar, vulva kanserinin varlığını veya ne kadar yayıldığını öğrenilmesi için vücudun ayrıntılı görüntülerini alır.Vulva Kanseri Tedavisi Nasıl Yapılır?Vulva kanseri tedavisi genellikle vulvadan bir miktar parça alınmasını içeren ameliyattır. Bununla birlikte radyasyon, kemoterapi gibi yöntemler de vulva kanseri tedavisi seçenekleri arasında yer alır.Vulva kanseri tedavi seçenekleri şöyle sıralanabilir:AmeliyatEn yaygın olarak tercih edilen tedavi yöntemi ameliyattır. Ameliyatın amacı vulvadaki kanserli dokunun çıkarılmasıdır. Vulva kanseri ameliyatı da kendi içinde şu şekilde ayrılır: Ultrason cerrahi aspirasyonu: Ses dalgaları tümörü küçük parçalara ayırır ve doktor tarafından bu küçük parçalar çıkarılır Lazer ameliyatı: Lenf düğümleri, vulvanın bazı kısımları veya diğer organlar gibi etkilenen dokuyu kesmek veya çıkarmak için bir lazer kullanılır. Bu tedavi invaziv tümörler için kullanılmaz. Eksizyon: Eksizyon işlemi sırasında tümör ve etrafındaki doku alınır. Geniş bir lokal eksizyon, dokunun bir kısmını çıkarır. Radikal bir lokal eksizyon ise büyük miktarda dokuyu ve lenf düğümlerini çıkarmakla ilgilidir.VulvektomiVulvektomi işlemi sırasında vulvanın bir kısmı veya tamamı çıkarılır. Vulvektomi de kendi içinde türlere ayrılır:Vulvektomi derisi yüzülerek vulvanızdaki derinin üst katmanını alınır.Basit vulvektomi yöntemiyle tüm vulva ve derinin hemen altındaki doku çıkarılır.Kısmi veya değiştirilmiş radikal vulvektomi, vulvanızın çoğunun ve yakındaki lenf düğümlerinin çıkarılmasını kapsar.Radikal vulvektomi ise vulvanın tamamını ve yakındaki lenf düğümlerini çıkarmaktır.Pelvik ekzenterasyon işleminde vulva ve lenf düğümlerinizin yanı sıra yakındaki organlardan bir veya daha fazlası çıkarılır: Bu bölgeler alt kolon, rektum, mesane, rahim, rahim ağzı veya vajinadır.Radyasyon tedavisiRadyasyon tedavisi, vulva kanserini yok etmek için için yüksek ve güçlü X ışınları kullanır. Vücudunuzun içine, kanserin üzerine veya yakınına radyoaktif bir iğne veya tohum yerleştirilerek bu işlem gerçekleştirilir.KemoterapiKemoterapi tedavisindeki ilaç kullanımıyla kanser hücrelerini öldürmek veya büyümesini durdurmak amaçlanır. Bu ilaçlar genellikle ağızdan alınır. Bazı kemoterapi ilaçları cildinize sürdüğünüz losyon veya krem ​​şeklinde de olabilir.Biyolojik tedavi veya immünoterapi Biyolojik tedavi veya immünoterapi uygulaması ise vücudun kansere karşı savunmasını güçlendirmek için bağışıklığı yükseltmeye yönelik bir uygulamadır.Vulva Kanseri Hakkında Sık Sorulan SorularVulva nedir?Vulva, kadınların cinsel organının dış yüzey bölgesi olan dış genital bölgesidir. Klitoris, vajinal açıklık, idrar yolu ve bunları koruyan labia majora (dış dudaklar), labia minora (iç dudaklar) ile vajina ve anüs arasındaki perineum adı verilen alanı içerir. Perineum vajina girişi ile anüs arasındaki bölgeye verilen isimdir. Vulva'yı kapsayan bu alanlar adet görmeyi, doğum yapmayı, idrar çıkışını ve cinsel haz yaşanması sağlar.Vulva kanserinde ilk bulgu nedir?Vulva kanserinin göstergesi sayılabilecek ilk belirtiler geçmeyen kaşıntıyla birlikte ortaya çıkan vulvadaki ağrı ve şişliktir.Vulva kanseri nerede olur?Vulva kanseri, kadınların genital bölgesinde meydana gelen ve kasık bölgesindeki lenf düğümlerinde meydana gelir.Vulva kanseri hastaları ne kadar yaşar?Vulva kanserinde kritik nokta erken teşhisle birlikte kanserin ilerlemesini ve yayılmasını durdurmaktır. Birçok kanserde olduğu için vulva kanseri de diğer organlara yayılım gösterdiğinde hayati tehlikeye sebep olabilir. Vulva Kanseri Nedir?Vulva kanseri, kadınların cinsel organının dış yüzey bölgesi olan vulvadaki hücrelerin anormal büyümesi sonucu kaşıntıyla birlikte ağrılı bir şekilde ortaya çıkan ve nadir görülen bir kanser türüdür.Vulvar kanseri genellikle vulvada sıklıkla kaşıntıya neden olan bir şişlik veya ağrı belirtisiyle ortaya çıkar. Her yaşta ortaya çıkabilme ihtimaline rağmen vulva kanseri sık olarak yaşlı kadınlarda meydana gelir. En yaygın nedeni hücrelerin mutasyona uğraması olarak görülen vulva kanseri HPV virüsüne maruz kalınması ve yoğun sigara tüketimi sonucu da meydana gelebilir.Vulva kanseri tedavisi genellikle kanserin ve çevresindeki az miktardaki sağlıklı dokunun alınması için yapılan ameliyatla söz konusu olur. Bazen ise vulva kanseri ameliyatı vulvanın tamamının çıkarılmasını gerektirebilir. Vulva kanseri ne kadar erken teşhis edilirse, tedavi için kapsamlı bir ameliyata ihtiyaç duyulması olasılığı da o kadar az olur.Vulva Kanseri Neden Olur?Vulva kanseri, dış genital bölge olan vulvadaki hücrelerin anormal büyümesiyle ortaya çıkan mutasyonlar sonucu meydana gelir. Bununla birlikte kişinin HPV virüsüne yakalanması, HIV enfeksiyonu, bağışıklık düşüklüğü ve sigara tüketimi de vulva kanserine neden olan durumlar arasında yer alır.Vulva kanseri nedenleri genel olarak şunlardır:Vulva Kanseri Türleri Nelerdir?Vulva kanseri türleri kendi içinde ikiye ayrılır. Yaygın olarak görülen vulva kanseri türleri vulvar skuamöz hücreli karsinom ve vulvar melanomdur.Vulva kanseri türleri şöyledir:Vulvar skuamöz hücreli karsinomVulva kanserinin yaklaşık %90'ı skuamöz hücreli karsinomdur. Cildin yüzeyindeki hücrelerde gelişir ve yaygın olarak görülür.Vulvar melanomVulva kanserinin yaklaşık %5'i melanom olarak kabul edilir. Vulvar melanomlar hızla gelişme özelliği gösterir ve vücudun diğer bölgelerine yayılma riski daha yüksektir.Yaygın olarak görülmeyen diğer vulva kanseri türleri ise aşağıdaki gibidir:Vulva Kanseri Belirtileri Nelerdir?Vulva kanserinin kişide meydana getirdiği yaygın belirtiler kaşıntıyla birlikte ortaya çıkan şişlik ve ağrıdır. Anormal kanamalar, genital bölgede yanma, vulva derisinde renk değişimi ve geçmeyen yaralar da vulva kanseri belirtileri olarak sayılır.Cildin dış katmanında ki anormal büyüme ve değişiklikler ile fark edilebilen vulva kanserinin belirtileri şunlardır:Yukarıda yer alan belirtileri yaşadığınız takdirde bir jinekoloji uzmanına danışmanızda fayda vardır. Doktorunuz yapılacak tetkiklerin ardından vulva kanserinin teşhisini yapıp bir tedavi süreci belirleyecektir.Vulva Kanseri Nasıl Teşhis Edilir?Vulva kanserinin teşhisi için doktor tarafından öncelikle dış genital bölge olan vulvanın fiziksel muayenesi yapılır. Vulva meydana gelen olası değişimler inceledikten sonra doktor kesin tanı için bazı testler isteyebilir.Vulva kanseri teşhisinde faydalanılan yöntemler şu şekildedir:Tıbbi geçmişDoktor tarafından alışkanlıklar ve hastalıklar da dahil olmak üzere genel sağlık durumu hakkında sorular sorulur.Pelvik muayeneVulvaya bakarak rahim, vajina, yumurtalıklar, mesane ve rektum hissedilerek fiziksel olarak vulvadaki kanser belirtileri belirlenmeye çalışılır.KolposkopiKolposkop adı verilen bir büyütme aracı vajina, vulva ve rahim ağzınızdaki kritik bölgelere yakından bakarak teşhis için fikir verir. Bu işleme vulvoskopi adı da verilir.BiyopsiBiyopsi işleminde mikroskop altında incelenmesi için vulvadan bir miktar doku alınarak laboratuvara gönderilir.Görüntüleme testleri X-ışınları, CT ve PET taramaları, MRI'lar, vulva kanserinin varlığını veya ne kadar yayıldığını öğrenilmesi için vücudun ayrıntılı görüntülerini alır.Vulva Kanseri Tedavisi Nasıl Yapılır?Vulva kanseri tedavisi genellikle vulvadan bir miktar parça alınmasını içeren ameliyattır. Bununla birlikte radyasyon, kemoterapi gibi yöntemler de vulva kanseri tedavisi seçenekleri arasında yer alır.Vulva kanseri tedavi seçenekleri şöyle sıralanabilir:AmeliyatEn yaygın olarak tercih edilen tedavi yöntemi ameliyattır. Ameliyatın amacı vulvadaki kanserli dokunun çıkarılmasıdır. Vulva kanseri ameliyatı da kendi içinde şu şekilde ayrılır:VulvektomiVulvektomi işlemi sırasında vulvanın bir kısmı veya tamamı çıkarılır. Vulvektomi de kendi içinde türlere ayrılır:Vulvektomi derisi yüzülerek vulvanızdaki derinin üst katmanını alınır.Basit vulvektomi yöntemiyle tüm vulva ve derinin hemen altındaki doku çıkarılır.Kısmi veya değiştirilmiş radikal vulvektomi, vulvanızın çoğunun ve yakındaki lenf düğümlerinin çıkarılmasını kapsar.Radikal vulvektomi ise vulvanın tamamını ve yakındaki lenf düğümlerini çıkarmaktır.Pelvik ekzenterasyon işleminde vulva ve lenf düğümlerinizin yanı sıra yakındaki organlardan bir veya daha fazlası çıkarılır: Bu bölgeler alt kolon, rektum, mesane, rahim, rahim ağzı veya vajinadır.Radyasyon tedavisiRadyasyon tedavisi, vulva kanserini yok etmek için için yüksek ve güçlü X ışınları kullanır. Vücudunuzun içine, kanserin üzerine veya yakınına radyoaktif bir iğne veya tohum yerleştirilerek bu işlem gerçekleştirilir.KemoterapiKemoterapi tedavisindeki ilaç kullanımıyla kanser hücrelerini öldürmek veya büyümesini durdurmak amaçlanır. Bu ilaçlar genellikle ağızdan alınır. Bazı kemoterapi ilaçları cildinize sürdüğünüz losyon veya krem ​​şeklinde de olabilir.Biyolojik tedavi veya immünoterapi Biyolojik tedavi veya immünoterapi uygulaması ise vücudun kansere karşı savunmasını güçlendirmek için bağışıklığı yükseltmeye yönelik bir uygulamadır.Vulva Kanseri Hakkında Sık Sorulan SorularVulva nedir?Vulva, kadınların cinsel organının dış yüzey bölgesi olan dış genital bölgesidir. Klitoris, vajinal açıklık, idrar yolu ve bunları koruyan labia majora (dış dudaklar), labia minora (iç dudaklar) ile vajina ve anüs arasındaki perineum adı verilen alanı içerir. Perineum vajina girişi ile anüs arasındaki bölgeye verilen isimdir. Vulva'yı kapsayan bu alanlar adet görmeyi, doğum yapmayı, idrar çıkışını ve cinsel haz yaşanması sağlar.Vulva kanserinde ilk bulgu nedir?Vulva kanserinin göstergesi sayılabilecek ilk belirtiler geçmeyen kaşıntıyla birlikte ortaya çıkan vulvadaki ağrı ve şişliktir.Vulva kanseri nerede olur?Vulva kanseri, kadınların genital bölgesinde meydana gelen ve kasık bölgesindeki lenf düğümlerinde meydana gelir.Vulva kanseri hastaları ne kadar yaşar?Vulva kanserinde kritik nokta erken teşhisle birlikte kanserin ilerlemesini ve yayılmasını durdurmaktır. Birçok kanserde olduğu için vulva kanseri de diğer organlara yayılım gösterdiğinde hayati tehlikeye sebep olabilir.
5,882
689
Hastalıklar
Vitiligo
Vitiligo deride beyaz lekeler halinde kendini belli eden bir bağışıklık sistemi hastalığıdır. Yalnızca deriyi etkileyen bu hastalığın yayılımı, vitiligonun türüne ve kişiye göre farklılık gösterebilmektedir. Bütün vücutta görülebildiği gibi bölgesel olarak da kalabilmektedir. Vitiligo kişinin estetik ve psikoloji açıdan olumsuz etkilenmesine yol açmaktadır. Vitiligoda uygulanan tedaviler lekelerin büyümesini ve cilt tonundaki renk değişimlerini önlenmeye yöneliktir. Vitiligo deride beyaz lekeler halinde kendini belli eden bir bağışıklık sistemi hastalığıdır. Yalnızca deriyi etkileyen bu hastalığın yayılımı, vitiligonun türüne ve kişiye göre farklılık gösterebilmektedir. Bütün vücutta görülebildiği gibi bölgesel olarak da kalabilmektedir. Vitiligo kişinin estetik ve psikoloji açıdan olumsuz etkilenmesine yol açmaktadır. Vitiligoda uygulanan tedaviler lekelerin büyümesini ve cilt tonundaki renk değişimlerini önlenmeye yöneliktir.  Vitiligo Hastalığı Nedir? Ciltte beyaz lekeler, yamalar şeklinde kendini belli eden otoimmün, genetik ve çevresel faktörlerden etkilenen bir hastalıktır. Halk arasında ala ya da alaca hastalığı olarak adlandırılmaktadır. Otoimmün hastalıklar, bağışıklık sisteminin kendi hücrelerini düşman gibi algılayıp saldırması sonucu oluşmaktadır. Yani vücut kendisiyle savaşmaktadır. Bu durumda hastalıkların tedavisini zorlaştırmaktadır. Her hastalığın seyri birbirinden farklı olmaktadır.Vitiligo dışında otoimmün hastalıklar arasında şeker, çölyak, sedef ve Hashimoto tiroiditi gibi rahatsızlıklar bulunmaktadır. Vitiligo bu hastalıklara eşlik de edebilmektedir.Vitiligo hastalığında bağışıklık hücreleri deriye renk veren melanosit hücrelerine saldırmaktadır. Sadece cildi etkilemektedir ve bulaşıcı değildir. 10 ila 30 yaş arasında ortaya çıkabilmektedir. Daha erken ya da daha yaşlarda da görülebilmektedir. Genelde stres tetiklemektedir. Erken dönemde fark edilmesi ve tedaviye başlanması bu hastalıkta önemlidir.Vitiligo Belirtileri Nelerdir? Vitiligonun şüphesiz en karakteristik belirtisi ten renginde parça parça açılmalar ve beyaz yamalı bir görünüm meydana gelmesidir. Bununla birlikte saç derisi, kirpikler, kaşlar ve sakallardaki kılların erken beyazlaması veya grileşmesi de vitiligo belirgin semptomlarıdır.Vitiligo şu belirtilerle ortaya çıkar: Ten renginde parça parça açılmalar ve beyaz yamalı görüntüler Saç derisi, kirpik, kaş ve sakalların erken beyazlaması veya grileşmesi Ağız ve burnun içini kaplayan dokularda (mukoza zarları) renk kaybı Göz retinasında anormal renk değişimiVitiligoda meydana gelen parça parça açılmalar kişinin ten renginden daha beyaz ve açık, sanki deride bir soyulma meydana gelmiş gibi olur. Bununla birlikte saç derisi, kirpik, kaş ve sakal kıllarında erken bir beyazlama yaşanır. Vitiligo Neden Olur?Vitiligo, cilt pigmentini veya rengini kaybetmesine neden olan kronik bir otoimmün bozukluktur. Derinin dış katmanı olan epidermisteki melanin üreten hücrelerin yer yer azalması ya da kaybolması sonucunda ortaya çıkar. Bunun nedeni bağışıklık sisteminin melanositlerin (pigment üreten cilt hücreleri) saldırıp, bunları yok etmesidir. Bu durum cildin süt beyazı bir renge dönüşmesine neden olur. Genetik geçişli olan vitiligonun risk faktörleri arasında immünolojik ve çevresel faktörler yer almaktadır. Stres bu hastalığın en büyük tetikleyicilerinden biridir.  Çevresel faktörlerin içinde ise oksidatif stres yaratan maddeler bulunmaktadır. Gen mutasyonu tetikleyicilerden biridir.Temelde vitiligo hastalığının çevresel koşullar, genetik veya farklı faktörlere bağlı olarak bağışıklık sistemi hücrelerinin cilde renk veren hücreleri yabancı olarak algılayıp yok etmeye çalışması nedeniyle oluşmaktadır. Bağışıklık sistemi hücrelerinin bunu neden yaptığı henüz bilinmemektedir. Bu da hastalığın tedavisini zorlaştırmaktadır.Vitiligo Nasıl Teşhis Edilir?Bir dermatoloji uzmanı var olan renk açılmalarını klinik olarak değerlendirerek vitiligo hastalığını %90 oranında teşhis edebilir. Teşhisin kesinleştirilmesi için yardımcı tanı yöntemleri bulunmaktadır.Wood ışığı muayenesi bunlardan biridir. Wood ışığı ultraviyole bir ışıktır ve bu yönteme pigmentasyonla ilgili hastalıklarda hızlı sonuç vermesinden dolayı sık başvurulmaktadır. Wood ışığı çıplak gözle görülmeyen bazı maddeleri, florasan verme özelliklerinden yararlanarak görünür hale getirmektedir. Wood ışığıyla bakıldığı zaman eğer lekeler tırnağın beyaz kısmı olan pulpayla aynı oranda belirginleşiyorsa vitiligo teşhisi daha güçlenmektedir. Bu ışıkla bakıldığında lekelenmelerden bir değişiklik yoksa lekelenmelerle ilerleyen başka hastalıklar olabilmektedir.Vitiligo hastalığı ile karışabilen diğer hastalıklardan ayırabilmek ve vitiligo teşhisini kesinleştirebilmek için deri biyopsisi gibi patolojik incelemelerde yapılabilmektedir.Vitiligo Nasıl Tedavi Edilir?Hastalığın erken teşhisi ve tedavisi önemlidir. Vitiligo sosyal ve psikolojik anlamda da kişileri etkileyen bir hastalıktır. Vitiligo tedavisi için uygulanabilecek birçok yöntem bulunmaktadır. Vitiligo tedavilerinde amaç derinin renk bütünlüğünü sağlamaktır. Lekelerin çoğalmaması ve var olanların belirginliğinin artmaması için ilk kural güneşten korunmak şarttır. Cilde renk veren hücreler aynı zamanda cildi ultraviyole güneş ışınlarına karşı korumaktadır. Vitiligonun tedavisinde yapılması gereken ilk şey güneş ışınlarından korunmaktır. Çünkü deride açılmanın olduğu bölgelerde artık deriye renk veren ve cildi koruyan hücreler bulunmamaktadır. Ultraviyole ışınlar bu bölgelerde yanık yaparak travmaya neden olmaktadır. Ayrıca var olan lekelerin belirginliğini artırmaktadır.Vitiligonun birinci basamak tedavilerine topikal kremlerle başlanmaktadır. Topikal immünomodülatörlerden topikal kortikosteroidlere kadar değişen geniş bir yelpazede ilaçlar kullanmaktadır. Antioksidan maddeler içeren bitkisel kökenli vitiligo kremleri de bulunmaktadır.Diğer bir tedavi yöntemi puva tedavisidir. Puva tedavisi kontrollü ultraviyole ışın cihazlarıyla uygulanmaktadır. Genel puva tedavisi solaryum benzeri kapalı bir kabinde yapılmaktadır. Tedavi öncesinde hastaya ışığa duyarlandırıcılı ilaç verilmektedir. Puva ışını lekelerin kenar dokularındaki deriye renk veren hücreleri yani melanositleri aktive ederek vitiligolu bölgelere renk veren hücre göçünü sağlamaktadır. Puva ışınıyla ayrıca birçok cilt hastalığın tedavisi yapılabilmektedir.Vitiligo tedavisinde immunsupresif ( bağışıklık sistemini baskılayan) ajanlar ve immünmodülatör (bağışıklık sisteminin gücünü baskılayan ya da artıran) ilaçlarda bulunmaktadır. Bu ilaçlar bağışıklığı baskılayarak tedavi ettikleri için çok iyi değerlendirilerek kullanılmaları gerekmektedir. Bütün bu ilaçlar ve ışın tedavileri derinin eski rengine dönmesi için yapılmaktadır.Bu tedavilerin işe yaramadığı ve vitiligonun çok yayıldığı durumlarda depigmantasyon tedavisi başvurulabilmektedir. Lekelerin çok büyük olduğu ve bütün vücuda yayıldığı hastalarda depigmantasyon yöntemiyle vücut rengi eşitlenmektedir. Bu yöntemle tüm vücut beyazlatılarak ten rengi eşitlenmektedir. Bu yöntemi dünyaca ünlü şarkıcı Michael Jackson uygulatmıştır. Bu işlem sonrası hastaların renk kaybı kalıcıdır ve güneşten her zaman çok iyi korunmaları gerekmektedir.Vitiligonun cerrahi tedavisi de mevcuttur. Punch greft uygulamalarıyla derinin rengini kaybettiği bölgelere vücudun başka alanından alınan derilerin konulmasıyla vitiligolu bölgenin yeniden renklenmesinin sağlanmaktadır. Kök hücre nakilleri de yapılabilmektedir.Vitiligo tedavisinde beslenmenin de katkıları olmaktadır. Bağırsaklar T lenfosit ve mukoza altı içerikleri nedeniyle 2. beyin olarak görülmektedir. Beslenme ve gastrointestinal sistemle ilgili negatifliklerin günümüzde birçok hastalıkla bağlantısı olduğu üzerinde durulmaktadır. Bir takım serbest oksijen radikalleri oksidatif stres yaratarak buna neden olmaktadır. Oksidatif streste, serbest radikaller sağlıklı hücrelere saldırarak inflamasyon yaratmaktadır. Zaten hastalığın zemininde de bir inflamasyon söz konusudur. Oksidan maddelerin neden olduğu inflamasyonu azaltmak adına, bir detoks şeklinde antioksidan mekanizmalar beslenmeyle devreye sokulabilmektedir. Vitiligo gibi lekelenmelerle giden hastalıklarda antioksidandan zengin sebze ve meyve ağırlıklı beslenmenin tedaviye olumlu katkıları olmaktadır.Tedavi sonrası nelere dikkat edilir?Vitiligo kişinin hayatı boyunca beraber olacağı bir hastalıktır. Kişinin hayatı boyunca dikkat etmesi gereken unsurlar bulunmaktadır. Bağışıklık sistemini onarmak güçlü tutmak bu hastalıkta önem taşır. Antioksidanlardan zengin, sağlıklı ve doğal beslenme, düzenli egzersiz ve uyku bağışıklık sistemini destekleyen ve kuvvetli olmasını sağlayan olmazsa olmazlardır. Güneş ışınları yani ultraviyole ışınlar da deride travma etkisi yaratarak vitiligoyu tetikleyebilmektedir. Deriye renk veren ve ultraviyole ışınlardan koruyan pigmentleri olmaması cilt kanseri riskini de artırmaktadır. Bu yüzden güneşten korunmak vitiligo hastaları için her zaman çok önemlidir.Vitiligo Hakkında Sık Sorulan SorularVitiligo nasıl anlaşılır?Vitiligo hastalığının anlaşılması ten renginde yaşanan renk değişimine bağlıdır. Ten renginden daha beyaz ve açık, bölgesel olarak parça parça renk açılmaları varsa bu durum vitiligoya işarettir. Meydana gelen açılmalar sanki deride bir soyulma varmış görüntüsü yaratır.Beyaz lekeler neden olur?Beyaz leke genelde vitiligo nedeniyle görülür ancak her beyaz leke vitiligo değildir. Beyaz lekeler, cildin güneşe maruz kalması, mantar enfeksiyonu veya topikal olarak uygulanan stereoid kaynaklı olabileceği gibi, pityriasis alba veya milia gibi farklı deri hastalıkları kaynaklı olarak da oluşabilir.Vitiligo ilerleyen bir hastalık mıdır?Vitilogo hastalığının yayılımını öngörmek ne yazık ki mümkün olmamaktadır. Ufak bir bölgede lokal olarak kalabildiği gibi bütün vücuda da yayılabilmektedir. Bu gibi endişeler stres kaynağı oldukları için hastalığı ilerletici seyir sergilemektedir. Vitiligo hastalığı travmayla artan hastalık kategorisinde yer almaktadır. Buna köbnerizasyon denmektedir. Çarpma, sıkıştırma gibi travmalar sonrası yeni lekelenmeler ortaya çıkabilmektedir. Güneş ışınlarıda yanığa neden olarak travma etkisi yaratır ve yeni lekelere neden olabilir. hastalığın ilerlemesini önlemek için, travma yaratacak etkilerden kaçınmak, stresten uzak durmak ve güneşten çok iyi korunmak gereklidir.Vitiligo bulaşıcı bir hastalık mıdır? Vitiligo sadece cildi etkilemektedir ve bulaşıcı değildir. Vitiligo bir bağışıklık sistemi hastalığıdır. Nedeni tam olarak bilinememektedir. Bağışıklık hücreleri deriye renk veren melanosit hücrelerine saldırmaktadır. En önemli tetikleyicilerinden biri strestir. Erken dönemde fark edilmesi ve tedaviye başlanması bu hastalıkta önemlidir.Vitiligonun cerrahi tedavisi var mıdır? Vitiligonun cerrahi tedavisi vardır. Punch greft uygulaması denilen bir yöntemle derinin rengini kaybettiği bölgelere vücudun başka alanından alınan derilerin konulmasıyla renk kaybı olan bölgenin yeniden renklenmesi sağlanabilmektedir. Vitiligo Hastalığı Nedir? Ciltte beyaz lekeler, yamalar şeklinde kendini belli eden otoimmün, genetik ve çevresel faktörlerden etkilenen bir hastalıktır. Halk arasında ala ya da alaca hastalığı olarak adlandırılmaktadır. Otoimmün hastalıklar, bağışıklık sisteminin kendi hücrelerini düşman gibi algılayıp saldırması sonucu oluşmaktadır. Yani vücut kendisiyle savaşmaktadır. Bu durumda hastalıkların tedavisini zorlaştırmaktadır. Her hastalığın seyri birbirinden farklı olmaktadır.Vitiligo dışında otoimmün hastalıklar arasında şeker, çölyak, sedef ve Hashimoto tiroiditi gibi rahatsızlıklar bulunmaktadır. Vitiligo bu hastalıklara eşlik de edebilmektedir.Vitiligo hastalığında bağışıklık hücreleri deriye renk veren melanosit hücrelerine saldırmaktadır. Sadece cildi etkilemektedir ve bulaşıcı değildir. 10 ila 30 yaş arasında ortaya çıkabilmektedir. Daha erken ya da daha yaşlarda da görülebilmektedir. Genelde stres tetiklemektedir. Erken dönemde fark edilmesi ve tedaviye başlanması bu hastalıkta önemlidir.Vitiligo Belirtileri Nelerdir? Vitiligonun şüphesiz en karakteristik belirtisi ten renginde parça parça açılmalar ve beyaz yamalı bir görünüm meydana gelmesidir. Bununla birlikte saç derisi, kirpikler, kaşlar ve sakallardaki kılların erken beyazlaması veya grileşmesi de vitiligo belirgin semptomlarıdır.Vitiligo şu belirtilerle ortaya çıkar:Vitiligoda meydana gelen parça parça açılmalar kişinin ten renginden daha beyaz ve açık, sanki deride bir soyulma meydana gelmiş gibi olur. Bununla birlikte saç derisi, kirpik, kaş ve sakal kıllarında erken bir beyazlama yaşanır. Vitiligo Neden Olur?Vitiligo, cilt pigmentini veya rengini kaybetmesine neden olan kronik bir otoimmün bozukluktur. Derinin dış katmanı olan epidermisteki melanin üreten hücrelerin yer yer azalması ya da kaybolması sonucunda ortaya çıkar. Bunun nedeni bağışıklık sisteminin melanositlerin (pigment üreten cilt hücreleri) saldırıp, bunları yok etmesidir. Bu durum cildin süt beyazı bir renge dönüşmesine neden olur. Genetik geçişli olan vitiligonun risk faktörleri arasında immünolojik ve çevresel faktörler yer almaktadır. Stres bu hastalığın en büyük tetikleyicilerinden biridir.  Çevresel faktörlerin içinde ise oksidatif stres yaratan maddeler bulunmaktadır. Gen mutasyonu tetikleyicilerden biridir.Temelde vitiligo hastalığının çevresel koşullar, genetik veya farklı faktörlere bağlı olarak bağışıklık sistemi hücrelerinin cilde renk veren hücreleri yabancı olarak algılayıp yok etmeye çalışması nedeniyle oluşmaktadır. Bağışıklık sistemi hücrelerinin bunu neden yaptığı henüz bilinmemektedir. Bu da hastalığın tedavisini zorlaştırmaktadır.Vitiligo Nasıl Teşhis Edilir?Bir dermatoloji uzmanı var olan renk açılmalarını klinik olarak değerlendirerek vitiligo hastalığını %90 oranında teşhis edebilir. Teşhisin kesinleştirilmesi için yardımcı tanı yöntemleri bulunmaktadır.Wood ışığı muayenesi bunlardan biridir. Wood ışığı ultraviyole bir ışıktır ve bu yönteme pigmentasyonla ilgili hastalıklarda hızlı sonuç vermesinden dolayı sık başvurulmaktadır. Wood ışığı çıplak gözle görülmeyen bazı maddeleri, florasan verme özelliklerinden yararlanarak görünür hale getirmektedir. Wood ışığıyla bakıldığı zaman eğer lekeler tırnağın beyaz kısmı olan pulpayla aynı oranda belirginleşiyorsa vitiligo teşhisi daha güçlenmektedir. Bu ışıkla bakıldığında lekelenmelerden bir değişiklik yoksa lekelenmelerle ilerleyen başka hastalıklar olabilmektedir.Vitiligo hastalığı ile karışabilen diğer hastalıklardan ayırabilmek ve vitiligo teşhisini kesinleştirebilmek için deri biyopsisi gibi patolojik incelemelerde yapılabilmektedir.Vitiligo Nasıl Tedavi Edilir?Hastalığın erken teşhisi ve tedavisi önemlidir. Vitiligo sosyal ve psikolojik anlamda da kişileri etkileyen bir hastalıktır. Vitiligo tedavisi için uygulanabilecek birçok yöntem bulunmaktadır. Vitiligo tedavilerinde amaç derinin renk bütünlüğünü sağlamaktır. Lekelerin çoğalmaması ve var olanların belirginliğinin artmaması için ilk kural güneşten korunmak şarttır. Cilde renk veren hücreler aynı zamanda cildi ultraviyole güneş ışınlarına karşı korumaktadır. Vitiligonun tedavisinde yapılması gereken ilk şey güneş ışınlarından korunmaktır. Çünkü deride açılmanın olduğu bölgelerde artık deriye renk veren ve cildi koruyan hücreler bulunmamaktadır. Ultraviyole ışınlar bu bölgelerde yanık yaparak travmaya neden olmaktadır. Ayrıca var olan lekelerin belirginliğini artırmaktadır.Vitiligonun birinci basamak tedavilerine topikal kremlerle başlanmaktadır. Topikal immünomodülatörlerden topikal kortikosteroidlere kadar değişen geniş bir yelpazede ilaçlar kullanmaktadır. Antioksidan maddeler içeren bitkisel kökenli vitiligo kremleri de bulunmaktadır.Diğer bir tedavi yöntemi puva tedavisidir. Puva tedavisi kontrollü ultraviyole ışın cihazlarıyla uygulanmaktadır. Genel puva tedavisi solaryum benzeri kapalı bir kabinde yapılmaktadır. Tedavi öncesinde hastaya ışığa duyarlandırıcılı ilaç verilmektedir. Puva ışını lekelerin kenar dokularındaki deriye renk veren hücreleri yani melanositleri aktive ederek vitiligolu bölgelere renk veren hücre göçünü sağlamaktadır. Puva ışınıyla ayrıca birçok cilt hastalığın tedavisi yapılabilmektedir.Vitiligo tedavisinde immunsupresif ( bağışıklık sistemini baskılayan) ajanlar ve immünmodülatör (bağışıklık sisteminin gücünü baskılayan ya da artıran) ilaçlarda bulunmaktadır. Bu ilaçlar bağışıklığı baskılayarak tedavi ettikleri için çok iyi değerlendirilerek kullanılmaları gerekmektedir. Bütün bu ilaçlar ve ışın tedavileri derinin eski rengine dönmesi için yapılmaktadır.Bu tedavilerin işe yaramadığı ve vitiligonun çok yayıldığı durumlarda depigmantasyon tedavisi başvurulabilmektedir. Lekelerin çok büyük olduğu ve bütün vücuda yayıldığı hastalarda depigmantasyon yöntemiyle vücut rengi eşitlenmektedir. Bu yöntemle tüm vücut beyazlatılarak ten rengi eşitlenmektedir. Bu yöntemi dünyaca ünlü şarkıcı Michael Jackson uygulatmıştır. Bu işlem sonrası hastaların renk kaybı kalıcıdır ve güneşten her zaman çok iyi korunmaları gerekmektedir.Vitiligonun cerrahi tedavisi de mevcuttur. Punch greft uygulamalarıyla derinin rengini kaybettiği bölgelere vücudun başka alanından alınan derilerin konulmasıyla vitiligolu bölgenin yeniden renklenmesinin sağlanmaktadır. Kök hücre nakilleri de yapılabilmektedir.Vitiligo tedavisinde beslenmenin de katkıları olmaktadır. Bağırsaklar T lenfosit ve mukoza altı içerikleri nedeniyle 2. beyin olarak görülmektedir. Beslenme ve gastrointestinal sistemle ilgili negatifliklerin günümüzde birçok hastalıkla bağlantısı olduğu üzerinde durulmaktadır. Bir takım serbest oksijen radikalleri oksidatif stres yaratarak buna neden olmaktadır. Oksidatif streste, serbest radikaller sağlıklı hücrelere saldırarak inflamasyon yaratmaktadır. Zaten hastalığın zemininde de bir inflamasyon söz konusudur. Oksidan maddelerin neden olduğu inflamasyonu azaltmak adına, bir detoks şeklinde antioksidan mekanizmalar beslenmeyle devreye sokulabilmektedir. Vitiligo gibi lekelenmelerle giden hastalıklarda antioksidandan zengin sebze ve meyve ağırlıklı beslenmenin tedaviye olumlu katkıları olmaktadır.Tedavi sonrası nelere dikkat edilir?Vitiligo kişinin hayatı boyunca beraber olacağı bir hastalıktır. Kişinin hayatı boyunca dikkat etmesi gereken unsurlar bulunmaktadır. Bağışıklık sistemini onarmak güçlü tutmak bu hastalıkta önem taşır. Antioksidanlardan zengin, sağlıklı ve doğal beslenme, düzenli egzersiz ve uyku bağışıklık sistemini destekleyen ve kuvvetli olmasını sağlayan olmazsa olmazlardır. Güneş ışınları yani ultraviyole ışınlar da deride travma etkisi yaratarak vitiligoyu tetikleyebilmektedir. Deriye renk veren ve ultraviyole ışınlardan koruyan pigmentleri olmaması cilt kanseri riskini de artırmaktadır. Bu yüzden güneşten korunmak vitiligo hastaları için her zaman çok önemlidir.Vitiligo Hakkında Sık Sorulan SorularVitiligo nasıl anlaşılır?Vitiligo hastalığının anlaşılması ten renginde yaşanan renk değişimine bağlıdır. Ten renginden daha beyaz ve açık, bölgesel olarak parça parça renk açılmaları varsa bu durum vitiligoya işarettir. Meydana gelen açılmalar sanki deride bir soyulma varmış görüntüsü yaratır.Beyaz lekeler neden olur?Beyaz leke genelde vitiligo nedeniyle görülür ancak her beyaz leke vitiligo değildir. Beyaz lekeler, cildin güneşe maruz kalması, mantar enfeksiyonu veya topikal olarak uygulanan stereoid kaynaklı olabileceği gibi, pityriasis alba veya milia gibi farklı deri hastalıkları kaynaklı olarak da oluşabilir.Vitiligo ilerleyen bir hastalık mıdır?Vitilogo hastalığının yayılımını öngörmek ne yazık ki mümkün olmamaktadır. Ufak bir bölgede lokal olarak kalabildiği gibi bütün vücuda da yayılabilmektedir. Bu gibi endişeler stres kaynağı oldukları için hastalığı ilerletici seyir sergilemektedir. Vitiligo hastalığı travmayla artan hastalık kategorisinde yer almaktadır. Buna köbnerizasyon denmektedir. Çarpma, sıkıştırma gibi travmalar sonrası yeni lekelenmeler ortaya çıkabilmektedir. Güneş ışınlarıda yanığa neden olarak travma etkisi yaratır ve yeni lekelere neden olabilir. hastalığın ilerlemesini önlemek için, travma yaratacak etkilerden kaçınmak, stresten uzak durmak ve güneşten çok iyi korunmak gereklidir.Vitiligo bulaşıcı bir hastalık mıdır? Vitiligo sadece cildi etkilemektedir ve bulaşıcı değildir. Vitiligo bir bağışıklık sistemi hastalığıdır. Nedeni tam olarak bilinememektedir. Bağışıklık hücreleri deriye renk veren melanosit hücrelerine saldırmaktadır. En önemli tetikleyicilerinden biri strestir. Erken dönemde fark edilmesi ve tedaviye başlanması bu hastalıkta önemlidir.Vitiligonun cerrahi tedavisi var mıdır? Vitiligonun cerrahi tedavisi vardır. Punch greft uygulaması denilen bir yöntemle derinin rengini kaybettiği bölgelere vücudun başka alanından alınan derilerin konulmasıyla renk kaybı olan bölgenin yeniden renklenmesi sağlanabilmektedir.
7,835
690
Hastalıklar
Vulvar Egzama (Rahim Egzaması)
Halk arasında “Rahim egzaması” olarak anılan vulvar egzama, vulva denilen vajinanın etrafı ve dış kısmında görülen kaşıntı, ağrı ve kızarıklığa yol açan bir cilt rahatsızlığıdır. Farklı tipleri bulunan vulvar egzamanın sebepleri, aşırı aktif bir bağışıklık sisteminden kokulu sabun kullanımına kadar birçok farklı tetikleyici olabilir. Nedene bağlı olarak tedavisi şekillenen vulvar egzamanın semptomları yaşam tarzı değişikliklerinin yapılması ile de hafifleyebilir. Memorial Ankara Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Doç. Dr. Kudret Erkenekli, vulvar egzama ile ilgili bilgi verdi.Halk arasında “Rahim egzaması” olarak anılan vulvar egzama, vulva denilen vajinanın etrafı ve dış kısmında görülen kaşıntı, ağrı ve kızarıklığa yol açan bir cilt rahatsızlığıdır. Farklı tipleri bulunan vulvar egzamanın sebepleri, aşırı aktif bir bağışıklık sisteminden kokulu sabun kullanımına kadar birçok farklı tetikleyici olabilir. Nedene bağlı olarak tedavisi şekillenen vulvar egzamanın semptomları yaşam tarzı değişikliklerinin yapılması ile de hafifleyebilir. Memorial Ankara Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Doç. Dr. Kudret Erkenekli, vulvar egzama ile ilgili bilgi verdi. Vulvar egzama (rahim egzaması) nedir?Atopik dermatit olarak da adlandırılan egzama, ciltte kaşıntılı ve kırmızı lekelere neden olan yaygın bir cilt problemidir. Vücudun birçok bölgesinde görülebilen egzama, vajinanın dış kısmında da görülebilir. Buna vulvar egzama, halk dilinde ise rahim egzaması denilmektedir. Bu durumda vajinanın etrafındaki yumuşak deri kıvrımları ağrılı, kırmızı ve kaşıntılı hale gelir; ince çatlaklar, kırmızı lekeler, vajinal akıntı ve kabuk oluşumuna neden olur. Vulvar egzama, vulvanın derisini ve çevresini etkiler. Vulvar egzama sadece vulva ile sınırlı olmamakta, aynı zamanda anal açıklığın çevresinde ve kalçaların arasında görülebilmektedir.Vulvar egzama tipleri nelerdir?Vulvada ortaya çıkan farklı türde egzama tipleri vardır. Bunlar; atopik egzama, seboreik dermatit, alerjik kontakt dermatit ve tahriş edici kontakt dermatit dahil olmak üzere genital bölgeyi etkileyebilecek farklı egzama türleridir. Vulvar egzama durumu cildin ağrılı, kaşıntılı ve kırmızı olmasına neden olur. Birçok neden vulvada böyle sonuçlara sebep olduğu için uzman bir hekimin mutlaka mantar enfeksiyonu veya cinsel yolla bulaşan enfeksiyon gibi olasılıkları dışlaması için muayene önem taşır.Vulvar egzamanın belirtileri nelerdir? Vulvada görülen egzama belirtileri diğer egzama belirtileri ile benzerlik göstermektedir. Bu belirtiler şu şekilde sıralanabilir:- Vajinal ve vulvar bölge çevresinde iltihaplı, rengi bozulmuş cilt-Vajinal ve vulvar bölge çevresinde kuru, pullu veya kabarmış cilt-Vajinal ve vulvar bölge çevresinde kaşıntı-Etkilenen cildin sızması veya kabuklanması-Etkilenen cildin şişmesi- Tampon, spekulum kullanırken veya seks sırasında ağrı- Eğer egzama bir tahrişten kaynaklanıyorsa vajina veya vulvada yanma da meydana gelebilir- Anüs çevresi ve kalçalar dahil olmak üzere vücudunun diğer bölgelerinde de bu semptomlar görülebilir.-Semptomlar hafif ila şiddetli arasında değişebilir. Sebep atopik dermatit ise kişi, semptomların kötüleştiği ve remisyon dönemleriyle değişen alevlenmeler yaşayabilir. Ayrıca kaşıma, etkilenen cildin kanamasına ve enfekte olmasına neden olabilir.Vulvar egzamanın nedenleri nelerdir? “Vajinada egzama neden olur?”, “Rahimde egzama neden olur” sık sorulan sorular arasında yer almaktadır. Halk arasında rahim egzaması olarak bilinen vulva egzaması veya atopik vulvar dermatit, aşırı aktif bir bağışıklık sisteminden kaynaklanır. Bu aktiflikte genetik ve çevresel faktörlerin rol oynadığı düşünülür. Bazı tahriş edici maddeler veya alerjenler egzama semptomlarını tetikleyebilmekte, bu tetikleyiciler de kişiden kişiye göre değişebilmektedir.Vulva egzamasının tetikleyici etkenler şu şekilde sıralanabilir: Sabun, banyo köpükleri, kokulu deterjanlar ve yumuşatıcılar Yetişkin ve bebek mendilleri Naylon, sentetik, yün iç çamaşırları Vajinal salgılar, akıntılar ve ter Spermisitler veya kayganlaştırıcılar Kokular Lateks Sıcak veya soğuk hava sıcaklıkları Kokulu kişisel bakım ürünleri Nikel dahil bazı metaller Sürtünme StresVulvar egzamanın tanısı nasıl konulur?Vulvar egzamanın tanısı en basit şekilde fiziki muayene yolu ile konulmaktadır. Uzman hekim muayene sırasında vajina etrafındaki deriyi kontrol eder. Çatlama, kalınlaşma, kızarıklık veya pullanma gibi cilt değişiklikleri muayenede aranır. Bununla birlikte mantar, yaşa veya cinsel yolla bulaşan enfeksiyon ihtimallerini dışlamak için vajinal akıntıdan örnek alınarak teste gönderilir. Bu arada uzman hekim hastadan hastalık öyküsünü, alerji geçmişini ve kullandığı ürünleri ve alışkanlıklarını öğrenir. Gereken durumlarda egzama olan bölgede etkilenen deriden küçük bir örnek alınarak biyopsiye gönderilebilir. Bu testler semptomların egzamadan mı yoksa başka bir durumdan mı kaynaklandığı belirlemeye yardımcı olabilmektedir.Vulvar egzamanın tedavisi nasıl uygulanır?Vulvar egzamanın yani rahim egzaması tedavisi nedene bağlı olarak belirlenmektedir. Bir kişinin semptomlarının şiddeti ve egzamanın etkilediği vücut bölgesinin alanı tedavi planını şekillendirmekte,  insanların birden fazla tedaviyi denemeleri gerekebilmektedir.Kontakt dermatit veya alerjik reaksiyon durumunda, tahriş edici maddelerden kaçınmak için kişinin sabun ve deterjan gibi kullandığı ürünleri değiştirmesi gerekir. Eğer egzamadan bir enfeksiyon sorumluysa, uzman hekim antibiyotik veya topikal kremler kullanılmasını isteyebilir. Atopik dermatit için ise birçok tedavi bulunmaktadır. Hekimler semptomları yönetmek ve komplikasyonları önlemek için nemlendirici kremler, steroid kremler gibi topikal tedaviler, antihistaminikler, oral veya enjekte edilebilir ilaç tedavilerini uygulayabilmektedir.VULVAR EGZAMA (RAHİM EGZAMASI) İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULAR Vulva egzamasının risk faktörleri nelerdir? Şu durumlar vulvar egzama riskini artırmaktadır:-Duygusal stres-Fiziksel tahriş ediciler-Çok fazla sabun, özellikle parfümlü sabun kullanımı-Ailede egzama, saman nezlesi, astım veya gıda alerjisi öyküsü bulunması -Naylon, sentetik iç çamaşırı giymek-Dar pantolon giymek-Vücudun diğer bölgelerinde egzama çıkmasıVulvar egzama semptomları nasıl azaltılabilir?Tedavinin yanı sıra yaşam tarzı değişiklikleri de vulva egzaması semptomlarını azaltmaya yardımcı olabilir:Cilt bakımı:  Uygun cilt bakımının yapılması vulva egzaması için önem taşır. Egzama olan alanı temiz ve tahriş edici maddelerden uzak tutmak etkileşimi azaltır. Ilık su ile her gün banyo yapmak veya duş almak, hafif-kokusuz cilt bakım ürünleri kullanmak, banyodan sonra nemlendirici sürmek egzamanın etkilerinin azalmasını sağlar.Tetikleyicilerden kaçınmak: Egzamanın oluşmasına neden olan tetikleyici faktörlerden uzak durmak semptomların azalmasına katkı verir.-Vajina ve anüs çevresindeki cildi sadece yumuşak ve kokusuz temizleyiciler ile yıkamak,-Sabun, ıslak mendil, vajinal duş, vajinal deodorant gibi kokulu ürünlerden uzak durmak,-Ağdadan kaçınmak-Günlük pedler ve regl döneminde kullanılan pedler sık sık değiştirmek-Pamuk, ipek veya bambudan yapılmış iç çamaşırlarını tercih etmek-Dar pantolon, tayt veya tanga gibi kıyafetleri giymemek-Kokusuz çamaşır deterjanı kullanmak ve yumuşatıcı kullanmamak-Nikel içerikli piercingleri kullanmamak-Stresi en aza indirecek adımlar atmak egzama semptomlarının hafifletilmesine destek olur.Cinsel yaşama dikkat etmek: Lateks malzemeden oluşan prezervatif, diyafram ve servikal kapaklar bazı insanlarda alerjik semptomlara yol açabilir. Bu sebeple alerjisi olanlar farklı malzemeden yapılmış alerjik olmayan ürünler kullanmalıdır. Ayrıca bazı sperm öldürücü olan spermisitler cildi tahriş edebilir. Eğer bu ürünler semptomları tetikliyorsa, farklı içerikli ürünler kullanılmaya dikkat edilmelidir. Bununla birlikte seks sırasında kullanılacak olan su veya silikon bazlı kayganlaştırıcıların kullanımı, sürtünmeyi ve rahatsızlığı azaltmaya destek olur. Bazı kişilerde meni ile temas etmek de vulvar egzamayı artırabilir. Bu durumun önüne geçmek için prezervatif kullanılabilir.Psikolojik destek: Vulvar egzama kişilerin ruh halini ve zihinsel sağlığını olumsuz yönde etkileyebilir. Kişiler bu hastalık ile ilgili strese girip, endişe ve utanma duyguları yaşayabilir. Bu durumun aşılması ve stresten kurtulmak için psikolojik destek fayda sağlayabilir.Vulvar egzamayı önlemek için neler yapılabilir?Her zaman önlenemeyen vulvar egzama, kolay bir şekilde tedavi edilebilir. Antihistaminikler ve kortizon kremler kaşıntı ve kızarıklığın giderilmesine ve cildin temizlenmesine yardımcı olur. Stres bazen egzamayı tetikleyebilir veya daha da kötüleştirebilir. Bu nedenle stresi düzenli egzersiz yapmak, yeterince uyumak veya rahatlamak için zaman ayırmak gibi sağlıklı yollarla yönetmek gerekir. Ayrıca cilt bakımı ve banyo rutininde değişiklikler yapmak da semptomların hafifletilmesinde rol oynar.Vulvar egzama ne kadar yaygındır? Vulvar egzama çok yaygın bir cilt hastalığıdır. Tetikleyici faktörleri çok fazla olduğu için kadınlar hayatlarının bir noktasında bununla karşılaşabilirler.Vulvar egzamanın iyileşmesi ne kadar sürer?Vulvar egzamanın iyileşme süreci, altta yatan sebebe bağlı olarak değişmektedir. Kıyafetlerden kaynaklanan tahriş sebebiyle oluşan egzama semptomları tahriş edici maddeyi çıkardıktan sonra ilk 2 hafta içinde ortadan kalkar.Vulvar egzama kendi kendine geçer mi?Vulvar egzama, nedene bağlı olarak ilaç tedavisi uygulanmadan geçebilir. Alerjik reaksiyon veya hassasiyetten kaynaklanan egzamalar, etken faktörler ekarte edildikten sonra kendiliğinden kaybolur. Ancak bir enfeksiyon veya cilt rahatsızlığı egzamanın sebebini oluşturuyorsa, mutlaka ilaç kullanımı gerekir. Vulvar egzama (rahim egzaması) nedir?Atopik dermatit olarak da adlandırılan egzama, ciltte kaşıntılı ve kırmızı lekelere neden olan yaygın bir cilt problemidir. Vücudun birçok bölgesinde görülebilen egzama, vajinanın dış kısmında da görülebilir. Buna vulvar egzama, halk dilinde ise rahim egzaması denilmektedir. Bu durumda vajinanın etrafındaki yumuşak deri kıvrımları ağrılı, kırmızı ve kaşıntılı hale gelir; ince çatlaklar, kırmızı lekeler, vajinal akıntı ve kabuk oluşumuna neden olur. Vulvar egzama, vulvanın derisini ve çevresini etkiler. Vulvar egzama sadece vulva ile sınırlı olmamakta, aynı zamanda anal açıklığın çevresinde ve kalçaların arasında görülebilmektedir.Vulvar egzama tipleri nelerdir?Vulvada ortaya çıkan farklı türde egzama tipleri vardır. Bunlar; atopik egzama, seboreik dermatit, alerjik kontakt dermatit ve tahriş edici kontakt dermatit dahil olmak üzere genital bölgeyi etkileyebilecek farklı egzama türleridir. Vulvar egzama durumu cildin ağrılı, kaşıntılı ve kırmızı olmasına neden olur. Birçok neden vulvada böyle sonuçlara sebep olduğu için uzman bir hekimin mutlaka mantar enfeksiyonu veya cinsel yolla bulaşan enfeksiyon gibi olasılıkları dışlaması için muayene önem taşır.Vulvar egzamanın belirtileri nelerdir? Vulvada görülen egzama belirtileri diğer egzama belirtileri ile benzerlik göstermektedir. Bu belirtiler şu şekilde sıralanabilir:- Vajinal ve vulvar bölge çevresinde iltihaplı, rengi bozulmuş cilt-Vajinal ve vulvar bölge çevresinde kuru, pullu veya kabarmış cilt-Vajinal ve vulvar bölge çevresinde kaşıntı-Etkilenen cildin sızması veya kabuklanması-Etkilenen cildin şişmesi- Tampon, spekulum kullanırken veya seks sırasında ağrı- Eğer egzama bir tahrişten kaynaklanıyorsa vajina veya vulvada yanma da meydana gelebilir- Anüs çevresi ve kalçalar dahil olmak üzere vücudunun diğer bölgelerinde de bu semptomlar görülebilir.-Semptomlar hafif ila şiddetli arasında değişebilir. Sebep atopik dermatit ise kişi, semptomların kötüleştiği ve remisyon dönemleriyle değişen alevlenmeler yaşayabilir. Ayrıca kaşıma, etkilenen cildin kanamasına ve enfekte olmasına neden olabilir.Vulvar egzamanın nedenleri nelerdir? “Vajinada egzama neden olur?”, “Rahimde egzama neden olur” sık sorulan sorular arasında yer almaktadır. Halk arasında rahim egzaması olarak bilinen vulva egzaması veya atopik vulvar dermatit, aşırı aktif bir bağışıklık sisteminden kaynaklanır. Bu aktiflikte genetik ve çevresel faktörlerin rol oynadığı düşünülür. Bazı tahriş edici maddeler veya alerjenler egzama semptomlarını tetikleyebilmekte, bu tetikleyiciler de kişiden kişiye göre değişebilmektedir.Vulva egzamasının tetikleyici etkenler şu şekilde sıralanabilir:Vulvar egzamanın tanısı nasıl konulur?Vulvar egzamanın tanısı en basit şekilde fiziki muayene yolu ile konulmaktadır. Uzman hekim muayene sırasında vajina etrafındaki deriyi kontrol eder. Çatlama, kalınlaşma, kızarıklık veya pullanma gibi cilt değişiklikleri muayenede aranır. Bununla birlikte mantar, yaşa veya cinsel yolla bulaşan enfeksiyon ihtimallerini dışlamak için vajinal akıntıdan örnek alınarak teste gönderilir. Bu arada uzman hekim hastadan hastalık öyküsünü, alerji geçmişini ve kullandığı ürünleri ve alışkanlıklarını öğrenir. Gereken durumlarda egzama olan bölgede etkilenen deriden küçük bir örnek alınarak biyopsiye gönderilebilir. Bu testler semptomların egzamadan mı yoksa başka bir durumdan mı kaynaklandığı belirlemeye yardımcı olabilmektedir.Vulvar egzamanın tedavisi nasıl uygulanır?Vulvar egzamanın yani rahim egzaması tedavisi nedene bağlı olarak belirlenmektedir. Bir kişinin semptomlarının şiddeti ve egzamanın etkilediği vücut bölgesinin alanı tedavi planını şekillendirmekte,  insanların birden fazla tedaviyi denemeleri gerekebilmektedir.Kontakt dermatit veya alerjik reaksiyon durumunda, tahriş edici maddelerden kaçınmak için kişinin sabun ve deterjan gibi kullandığı ürünleri değiştirmesi gerekir. Eğer egzamadan bir enfeksiyon sorumluysa, uzman hekim antibiyotik veya topikal kremler kullanılmasını isteyebilir. Atopik dermatit için ise birçok tedavi bulunmaktadır. Hekimler semptomları yönetmek ve komplikasyonları önlemek için nemlendirici kremler, steroid kremler gibi topikal tedaviler, antihistaminikler, oral veya enjekte edilebilir ilaç tedavilerini uygulayabilmektedir.VULVAR EGZAMA (RAHİM EGZAMASI) İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULAR Vulva egzamasının risk faktörleri nelerdir? Şu durumlar vulvar egzama riskini artırmaktadır:-Duygusal stres-Fiziksel tahriş ediciler-Çok fazla sabun, özellikle parfümlü sabun kullanımı-Ailede egzama, saman nezlesi, astım veya gıda alerjisi öyküsü bulunması -Naylon, sentetik iç çamaşırı giymek-Dar pantolon giymek-Vücudun diğer bölgelerinde egzama çıkmasıVulvar egzama semptomları nasıl azaltılabilir?Tedavinin yanı sıra yaşam tarzı değişiklikleri de vulva egzaması semptomlarını azaltmaya yardımcı olabilir:Cilt bakımı:  Uygun cilt bakımının yapılması vulva egzaması için önem taşır. Egzama olan alanı temiz ve tahriş edici maddelerden uzak tutmak etkileşimi azaltır. Ilık su ile her gün banyo yapmak veya duş almak, hafif-kokusuz cilt bakım ürünleri kullanmak, banyodan sonra nemlendirici sürmek egzamanın etkilerinin azalmasını sağlar.Tetikleyicilerden kaçınmak: Egzamanın oluşmasına neden olan tetikleyici faktörlerden uzak durmak semptomların azalmasına katkı verir.-Vajina ve anüs çevresindeki cildi sadece yumuşak ve kokusuz temizleyiciler ile yıkamak,-Sabun, ıslak mendil, vajinal duş, vajinal deodorant gibi kokulu ürünlerden uzak durmak,-Ağdadan kaçınmak-Günlük pedler ve regl döneminde kullanılan pedler sık sık değiştirmek-Pamuk, ipek veya bambudan yapılmış iç çamaşırlarını tercih etmek-Dar pantolon, tayt veya tanga gibi kıyafetleri giymemek-Kokusuz çamaşır deterjanı kullanmak ve yumuşatıcı kullanmamak-Nikel içerikli piercingleri kullanmamak-Stresi en aza indirecek adımlar atmak egzama semptomlarının hafifletilmesine destek olur.Cinsel yaşama dikkat etmek: Lateks malzemeden oluşan prezervatif, diyafram ve servikal kapaklar bazı insanlarda alerjik semptomlara yol açabilir. Bu sebeple alerjisi olanlar farklı malzemeden yapılmış alerjik olmayan ürünler kullanmalıdır. Ayrıca bazı sperm öldürücü olan spermisitler cildi tahriş edebilir. Eğer bu ürünler semptomları tetikliyorsa, farklı içerikli ürünler kullanılmaya dikkat edilmelidir. Bununla birlikte seks sırasında kullanılacak olan su veya silikon bazlı kayganlaştırıcıların kullanımı, sürtünmeyi ve rahatsızlığı azaltmaya destek olur. Bazı kişilerde meni ile temas etmek de vulvar egzamayı artırabilir. Bu durumun önüne geçmek için prezervatif kullanılabilir.Psikolojik destek: Vulvar egzama kişilerin ruh halini ve zihinsel sağlığını olumsuz yönde etkileyebilir. Kişiler bu hastalık ile ilgili strese girip, endişe ve utanma duyguları yaşayabilir. Bu durumun aşılması ve stresten kurtulmak için psikolojik destek fayda sağlayabilir.Vulvar egzamayı önlemek için neler yapılabilir?Her zaman önlenemeyen vulvar egzama, kolay bir şekilde tedavi edilebilir. Antihistaminikler ve kortizon kremler kaşıntı ve kızarıklığın giderilmesine ve cildin temizlenmesine yardımcı olur. Stres bazen egzamayı tetikleyebilir veya daha da kötüleştirebilir. Bu nedenle stresi düzenli egzersiz yapmak, yeterince uyumak veya rahatlamak için zaman ayırmak gibi sağlıklı yollarla yönetmek gerekir. Ayrıca cilt bakımı ve banyo rutininde değişiklikler yapmak da semptomların hafifletilmesinde rol oynar.Vulvar egzama ne kadar yaygındır? Vulvar egzama çok yaygın bir cilt hastalığıdır. Tetikleyici faktörleri çok fazla olduğu için kadınlar hayatlarının bir noktasında bununla karşılaşabilirler.Vulvar egzamanın iyileşmesi ne kadar sürer?Vulvar egzamanın iyileşme süreci, altta yatan sebebe bağlı olarak değişmektedir. Kıyafetlerden kaynaklanan tahriş sebebiyle oluşan egzama semptomları tahriş edici maddeyi çıkardıktan sonra ilk 2 hafta içinde ortadan kalkar.Vulvar egzama kendi kendine geçer mi?
6,643
691
Hastalıklar
Vulvodini
Vulvodini, kadın genital organında yani vulva bölgesinde gelişen uzun süreli ağrı olarak tanımlanır. Bu ağrının belirgin bir nedeni olmasa da sinir hasarı, hormonal değişiklikler, enfeksiyon ve psikolojik faktörlere bağlı olarak gelişebilir. Yanma, batma veya kaşıntı hissi, sürekli olarak ağrı, genital bölgede rahatsızlık veya baskı hissi gibi belirtiler vulvodiniyi işaret eder. Ağrı kişinin günlük hayatının etkilenmesine neden olarak rahatsızlık verebilir. Bu durum aylarca hatta yıllarca sürebilir. Vulvodini tedavisi, ilaçlar, fizik tedavi ve terapi gibi yöntemlerle tedavi edilebilir.Vulvodini, kadın genital organında yani vulva bölgesinde gelişen uzun süreli ağrı olarak tanımlanır. Bu ağrının belirgin bir nedeni olmasa da sinir hasarı, hormonal değişiklikler, enfeksiyon ve psikolojik faktörlere bağlı olarak gelişebilir. Yanma, batma veya kaşıntı hissi, sürekli olarak ağrı, genital bölgede rahatsızlık veya baskı hissi gibi belirtiler vulvodiniyi işaret eder. Ağrı kişinin günlük hayatının etkilenmesine neden olarak rahatsızlık verebilir. Bu durum aylarca hatta yıllarca sürebilir. Vulvodini tedavisi, ilaçlar, fizik tedavi ve terapi gibi yöntemlerle tedavi edilebilir. Vulvodini Nedir?Vulvodini, vulvada veya vajinada üç aydan uzun süreli olmak üzere görülen kronik ağrı ve rahatsızlık hissidir. Vulvodini yüzünden vulvada görülen vajinal ağrı, enfeksiyon ve cilt rahatsızlıkları kişinin yaşam kalitesini etkileyebilir. Vulvodini, yanma, batma, sürekli olan ağrı, tahriş hissi gibi belirtilerle kendini gösterebilir. Belirtileri kişiden kişiye farklılık göstererek, ağrı hafif veya dayanılmaz derecede şiddetli hale gelebilir. Bunu yanında vulvodini, sosyal ve duygusal yaşam üzerinde büyük etkiler yaratabilir. Kişinin cinsel hayatını ve ilişkilerini olumsuz etkileyebilen vulvodini, tedavisi içerisinde psikolojik danışmanlık da yer alır.Vulvodini tipleri nelerdir?Ağrının nereden kaynaklandığına bağlı olarak iki tip vulvodini bulunur. Bunlar lokalize vulvodini ve genel vulvodini olarak incelenir. Vulvodini tipleri şöyle açıklanabilir:Lokalize vulvodini: Ağrı, vulvar vestibulit ya da klitoris gibi tek bir noktada gelişebilir. Vulvar vestibulit, vajinal dudaklar ve üretra arasında yer alan deri olarak bilinir. Klitoris ise vulvanın tepesindeki küçük, boncuk benzeri organdır. Lokalize vulvodini bazen lokalize vulvar ağrı sendromu olarak da isimlendirilebilir.Genel vulvodini: Ağrı tek bir noktada izole olmadan vajinanın her bölgesinde hissedilebilir. Bu durum kişinin hayat kalitesine yansır.Vulvodini Belirtileri Nelerdir?Vulvodini belirtileri, yanma, sızlama, cinsel ilişki esnasında ağrı, otururken rahatsızlık duyma ve batma şeklinde ortaya çıkabilir. Ağrının şiddeti kişiden kişiye farklılık göstererek hafiften dayanılmaz düzeylere kadar değişebilir. Vulvodini belirtileri şöyle sıralanabilir: Genital bölgede rahatsız edici yanma hissi Vulva bölgesinde hissedilen sıcaklık Genital bölgede hissedilen batma ve sızlama hissi Cildin kaşınması ve kaşıntıya bağlı tahriş Vulva bölgesinde ağırlık veya dolgunluk hissi Cinsel ilişki sırasında ağrı (disparoni) Uzun süre oturulduğunda rahatsızlık duyma Sürekli veya aralıklı ağrı Zonklama hissiBu belirtiler genital bölgenin bir bölümünde ya da genel olarak görülebilir. Kişinin cinsel hayatını, günlük aktivitelerini etkileyerek rahatsızlık hissi verebilir. Bu belirtiler üç aydan uzun süredir devam ettiği durumda jinekoloğa başvurmak önemlidir.Vulvodini Neden Olur?Vulvodi nedeni kesin olarak ortaya konmasa da biyolojik, psikolojik ve çevresel faktörlere bağlı olarak gelişebilir. Bunların yanında sinir sistemine, hormonal bozukluklara ve pelvik kaslara bağlı olarak da oluşabilir. Vulvodini nedenleri şöyle sıralanabilir:Sinir hasarı oluşması veya sinirlerde aşırı hassasiyetSinir uçlarının aşırı duyarlı hale gelmesini kişinin vulva bölgesinde kronik ağrılara neden olabilir. Bu ağrıların uzun sürelere devam etmesi durumu da vulvodini gelişmesine sebebiyet verir. Geçirilen travmalar, enfeksiyonlar veya doğum sırasında sinir hasarı bu duruma zemin hazırlar.Pelvik taban kaslarının gergin olması Pelvik taban kaslarının aşırı bir şekilde kasılması veya spazm gelişmesi, vulva bölgesine baskı yaparak ağrılar neden olabilir. Bu durum genellikle stresli bir yaşam ya da fiziksel bir travma sonucunda görülür.Hormonal değişiklikler ve bozukluklarHormonal olarak vücutta değişime neden olan menopoz, bunların yanında doğum kontrol haplarının kullanımı ve doğum sonrasında görülen hormonların dengesizliği sonucunda vulvada hassasiyet meydana gelebilir. Bu durum vulvodiniye neden olarak kişiye rahatsızlık verir.Kronik enfeksiyon gelişmesi veya enflamasyonKişinin geçirmiş olduğu ya da var olan mantar enfeksiyonları sinir uçlarını hassas bir hale getirebilir. Bu vajinal enfeksiyonlar uzun süreli ağrılar yaratır. İyileşmiş olsa bile bu enfeksiyonlar sinirlerde kalıcı değişiklikler yapabilir. Bu da vulvodini oluşmasına neden olur.Stres ve kaygı gibi psikolojik durumlarAnksiyete, stres, depresyon gibi durumlar ağrı eşiğinin düşmesin neden olarak vulvodini tetiklenmesine sebep olur. Bu durum ağrıların şiddetlenmesine ve kişinin günlük yaşamın etkilenmesin zemin hazırlar.Alerjik reaksiyonlar ve tahrişVulva bölgesinde kullanılan sabunlar, parfümler, pedler ve deterjanlar gibi malzemeler kronik tahrişe neden olabilir. Bu da vulvodini gelişmene sebebiyet verir.Vulvodini Nasıl Teşhis Edilir?Vulvodini teşhisi, jinekolog ya da kadın hastalıkları uzmanının değerlendirmesinin ardından yapılır. Doktor, kişinin belirtileri, şikayetlerini ve sağlık geçmişini dinledikten sonra çeşitli testlerin uygulanmasının isteyebilir. Vulvodiniyi teşhis etmek için kullanılan testler şöyle sıralanabilir: Vajina ve serviksi değerlendirmek için fiziksel muayene Vulvanın bazı kısımlarına nazikçe bir pamuklu çubuk sürerek ve temasın ne zaman ağrılı olduğunu öğrenme yani pamuk çubuk testi uygulama Enfeksiyonu test etmek için sürüntü örnekleriDoktor, vulvodini ile ilgisi olmayan ve ağrınıza neden olabilecek durumları dışlayabilmek için vulva bölgesinde kolposkopisini veya biyopsisini isteyebilir.Vulvodini Tedavisi Nasıl Olur?Vulvodini tedavisi, kişiden kişiye ve nedenine bağlı olarak farklılık gösterir. Tedavinin amacı genellikle ağrının azalmasına yardımcı olmak ve kişinin günlük yaşam kalitesini artırmaktır. Vulvodini tam olarak iyileşmese bile farklı tedavi yöntemleri sayesinde semptomları hafifletilebilir. Vulvodini tedavisinde kullanılan başlıca yöntemler şöyle sıralanabilir: Antidepresanlar ve antiepileptik ilaçlar, sinirlerin hassasiyetini azaltmak için kullanılır Lokal olarak uygulanan lidokain kremler gibi topikal anestezikler, ağrıyı geçici olarak hafiflemesine yardımcı olur Ağrı kesici ilaçlar ve anti-enflamatuar ilaçlar da destekleyici tedavi olarak önerilebilir Pelvik taban kaslarının gevşetilmesi ve güçlendirilmesi için fizik tedavi de etkilidir Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) gibi yöntemler, ağrının psikolojik etkilerini azaltmada kullanılır Pamuklu iç çamaşırı kullanmak, sabun ve parfüm içermeyen ürünlerle temizlik yapmak ve stresten uzak durmak semptomların hafiflemesini sağlar.Vulvodini tedavisinde cerrahi müdahale, ağrının geçmediği durumda uygulanabilir. Bu işlem esnasında ağrının yoğun olduğu bölge çıkarılır.Vulvodini Hakkında Sık Sorulan SorularVulvodini ne zaman geçer?Vulvodini tedaviye bağlı olarak haftalar veya aylar içinde hafifleme gösterebilir. Tedavi sürecinde ilaçlar, fizyoterapi ve psikolojik destekle semptomlar kontrol altına alınabilir. Bazı durumlarda kişilerin sağlık durumuna bağlı olarak uzun süreli takip gerekebilir.Vulvodini nasıl anlaşılır?Vulvodini, vulva bölgesinde gelişerek üç aydan uzun süren, nedeni bilinmeyen ağrı ile anlaşılır. Bu ağrı yanma, batma veya kaşıntı şeklinde ortaya çıkabilir. Cinsel ilişki, tampon kullanma veya oturma gibi durumlarda artar. Vulvodini Nedir?Vulvodini, vulvada veya vajinada üç aydan uzun süreli olmak üzere görülen kronik ağrı ve rahatsızlık hissidir. Vulvodini yüzünden vulvada görülen vajinal ağrı, enfeksiyon ve cilt rahatsızlıkları kişinin yaşam kalitesini etkileyebilir. Vulvodini, yanma, batma, sürekli olan ağrı, tahriş hissi gibi belirtilerle kendini gösterebilir. Belirtileri kişiden kişiye farklılık göstererek, ağrı hafif veya dayanılmaz derecede şiddetli hale gelebilir. Bunu yanında vulvodini, sosyal ve duygusal yaşam üzerinde büyük etkiler yaratabilir. Kişinin cinsel hayatını ve ilişkilerini olumsuz etkileyebilen vulvodini, tedavisi içerisinde psikolojik danışmanlık da yer alır.Vulvodini tipleri nelerdir?Ağrının nereden kaynaklandığına bağlı olarak iki tip vulvodini bulunur. Bunlar lokalize vulvodini ve genel vulvodini olarak incelenir. Vulvodini tipleri şöyle açıklanabilir:Lokalize vulvodini: Ağrı, vulvar vestibulit ya da klitoris gibi tek bir noktada gelişebilir. Vulvar vestibulit, vajinal dudaklar ve üretra arasında yer alan deri olarak bilinir. Klitoris ise vulvanın tepesindeki küçük, boncuk benzeri organdır. Lokalize vulvodini bazen lokalize vulvar ağrı sendromu olarak da isimlendirilebilir.Genel vulvodini: Ağrı tek bir noktada izole olmadan vajinanın her bölgesinde hissedilebilir. Bu durum kişinin hayat kalitesine yansır.Vulvodini Belirtileri Nelerdir?Vulvodini belirtileri, yanma, sızlama, cinsel ilişki esnasında ağrı, otururken rahatsızlık duyma ve batma şeklinde ortaya çıkabilir. Ağrının şiddeti kişiden kişiye farklılık göstererek hafiften dayanılmaz düzeylere kadar değişebilir. Vulvodini belirtileri şöyle sıralanabilir:Bu belirtiler genital bölgenin bir bölümünde ya da genel olarak görülebilir. Kişinin cinsel hayatını, günlük aktivitelerini etkileyerek rahatsızlık hissi verebilir. Bu belirtiler üç aydan uzun süredir devam ettiği durumda jinekoloğa başvurmak önemlidir.Vulvodini Neden Olur?Vulvodi nedeni kesin olarak ortaya konmasa da biyolojik, psikolojik ve çevresel faktörlere bağlı olarak gelişebilir. Bunların yanında sinir sistemine, hormonal bozukluklara ve pelvik kaslara bağlı olarak da oluşabilir. Vulvodini nedenleri şöyle sıralanabilir:Sinir hasarı oluşması veya sinirlerde aşırı hassasiyetSinir uçlarının aşırı duyarlı hale gelmesini kişinin vulva bölgesinde kronik ağrılara neden olabilir. Bu ağrıların uzun sürelere devam etmesi durumu da vulvodini gelişmesine sebebiyet verir. Geçirilen travmalar, enfeksiyonlar veya doğum sırasında sinir hasarı bu duruma zemin hazırlar.Pelvik taban kaslarının gergin olması Pelvik taban kaslarının aşırı bir şekilde kasılması veya spazm gelişmesi, vulva bölgesine baskı yaparak ağrılar neden olabilir. Bu durum genellikle stresli bir yaşam ya da fiziksel bir travma sonucunda görülür.Hormonal değişiklikler ve bozukluklarHormonal olarak vücutta değişime neden olan menopoz, bunların yanında doğum kontrol haplarının kullanımı ve doğum sonrasında görülen hormonların dengesizliği sonucunda vulvada hassasiyet meydana gelebilir. Bu durum vulvodiniye neden olarak kişiye rahatsızlık verir.Kronik enfeksiyon gelişmesi veya enflamasyonKişinin geçirmiş olduğu ya da var olan mantar enfeksiyonları sinir uçlarını hassas bir hale getirebilir. Bu vajinal enfeksiyonlar uzun süreli ağrılar yaratır. İyileşmiş olsa bile bu enfeksiyonlar sinirlerde kalıcı değişiklikler yapabilir. Bu da vulvodini oluşmasına neden olur.Stres ve kaygı gibi psikolojik durumlarAnksiyete, stres, depresyon gibi durumlar ağrı eşiğinin düşmesin neden olarak vulvodini tetiklenmesine sebep olur. Bu durum ağrıların şiddetlenmesine ve kişinin günlük yaşamın etkilenmesin zemin hazırlar.Alerjik reaksiyonlar ve tahrişVulva bölgesinde kullanılan sabunlar, parfümler, pedler ve deterjanlar gibi malzemeler kronik tahrişe neden olabilir. Bu da vulvodini gelişmene sebebiyet verir.Vulvodini Nasıl Teşhis Edilir?Vulvodini teşhisi, jinekolog ya da kadın hastalıkları uzmanının değerlendirmesinin ardından yapılır. Doktor, kişinin belirtileri, şikayetlerini ve sağlık geçmişini dinledikten sonra çeşitli testlerin uygulanmasının isteyebilir. Vulvodiniyi teşhis etmek için kullanılan testler şöyle sıralanabilir:Doktor, vulvodini ile ilgisi olmayan ve ağrınıza neden olabilecek durumları dışlayabilmek için vulva bölgesinde kolposkopisini veya biyopsisini isteyebilir.Vulvodini Tedavisi Nasıl Olur?Vulvodini tedavisi, kişiden kişiye ve nedenine bağlı olarak farklılık gösterir. Tedavinin amacı genellikle ağrının azalmasına yardımcı olmak ve kişinin günlük yaşam kalitesini artırmaktır. Vulvodini tam olarak iyileşmese bile farklı tedavi yöntemleri sayesinde semptomları hafifletilebilir. Vulvodini tedavisinde kullanılan başlıca yöntemler şöyle sıralanabilir:Vulvodini tedavisinde cerrahi müdahale, ağrının geçmediği durumda uygulanabilir. Bu işlem esnasında ağrının yoğun olduğu bölge çıkarılır.Vulvodini Hakkında Sık Sorulan SorularVulvodini ne zaman geçer?Vulvodini tedaviye bağlı olarak haftalar veya aylar içinde hafifleme gösterebilir. Tedavi sürecinde ilaçlar, fizyoterapi ve psikolojik destekle semptomlar kontrol altına alınabilir. Bazı durumlarda kişilerin sağlık durumuna bağlı olarak uzun süreli takip gerekebilir.Vulvodini nasıl anlaşılır?Vulvodini, vulva bölgesinde gelişerek üç aydan uzun süren, nedeni bilinmeyen ağrı ile anlaşılır. Bu ağrı yanma, batma veya kaşıntı şeklinde ortaya çıkabilir. Cinsel ilişki, tampon kullanma veya oturma gibi durumlarda artar.
4,900
692
Hastalıklar
Yemek Borusu Kanseri (Özofagus)
Özofagus olarak da ifade edilen yemek borusu kanseri, anormal hücre büyümesine bağlı olarak yemek borusunda meydana gelen kanser türüdür. Yemek borusu kanseri en sık görülen kanserler arasında 7.sırada yer alır. Yemek borusu kanserinin yaygın belirtileri arasında kilo kaybı, zor yutkunma ve ağrı yer alır. Sigara ve aşırı alkol tüketimi yemek borusu kanseri riskini artırır. En sık görülen akciğer kanserinde ülkemizde her yıl 30-40 bin yeni hasta ortaya çıkarken, yemek borusu (özofagus) kanserinde yılda 4-5 bin yeni hasta görülmektedir.Özofagus olarak da ifade edilen yemek borusu kanseri, anormal hücre büyümesine bağlı olarak yemek borusunda meydana gelen kanser türüdür. Yemek borusu kanseri en sık görülen kanserler arasında 7.sırada yer alır. Yemek borusu kanserinin yaygın belirtileri arasında kilo kaybı, zor yutkunma ve ağrı yer alır. Sigara ve aşırı alkol tüketimi yemek borusu kanseri riskini artırır. En sık görülen akciğer kanserinde ülkemizde her yıl 30-40 bin yeni hasta ortaya çıkarken, yemek borusu (özofagus) kanserinde yılda 4-5 bin yeni hasta görülmektedir. Yemek Borusu (Özofagus) Kanseri Nedir?Boyundan başlayıp mideye kadar uzanan ve yaklaşık 25-30 cm uzunluğundaki yemek borusunda meydana gelen kanserler yemek borusu kanseri veya özofagus kanseri olarak isimlendirilir. Yemek borusu mide ve boğaz arasındaki bağlantıyı sağlar. Hücre büyümesine bağlı olarak bu bağlantıda sorun yaşanabilir ve yemek borusu kanseri ortaya çıkabilir. Agresif bir kanser türü olan yemek borusu kanseri başlangıçta belirti göstermeyebilir ve erken tanı konusunda dezavantaj yaratabilir. En yaygın yemek borusu kanseri belirtileri arasında ise ani kilo kaybı, kişinin güçlükle yutkunması, öksürük ve ses kısıklığı yer alır. Birçok kanser türünde olduğu gibi yemek borusu kanserinde de erken teşhis edildiğinde tedavi başarı şansı artar.Yemek Borusu Kanseri (Özofagus) Neden Olur?Hücre tipine göre yemek borusu kanserinin nedenlerinde de değişiklik olabilir. Yemek borusu kanserine yakalanma riskini artıran en temel faktörler sigara ve alkol tüketimidir. Ayrıca aşırı sıcak içecekler tüketmek ve hem yanmış hem de tütsülenmiş gıdaların tüketilmesi de yemek borusu kanserine yol açabilir.  Yassı hücreli (Skuamoz) yemek borusu kanserinin nedenleri arasında; Alkol ve sigara kullanımı Aşırı sıcak içecek tüketmek Yanmış-tütsülenmiş gıda tüketimi sayılır.Adenokarsinom yemek borusu kanserleri ise genellikle reflüden kaynaklanmaktadır. Toplumun yaklaşık %20’sinde reflü görülmektedir, ancak her reflü hastası yemek borusu kanseri olacak demek değildir. Uzun süreli reflü (asit ve safra), alkol ve sigara kullanımı ile birleştiğinde Barrett özofagusa (BARRETT) neden olabilmektedir. Barrett özofagus yemek borusu kanseri için önemli bir risk nedenidir.Yemek borusu kanseri nedenlerinin önemli bir kısmı engellenebilir etkenlerdir. Bunun dışında birtakım hastalıklar ve genetik etkenler çok nadir olarak görülür.Et ağırlıklı beslenmek, mangalda hazırlanmış yanmış gıdaları çok tüketmek mide ve kolon kanserinde olduğu gibi yemek borusu kanseri için de risk faktörleri arasındadır.Yemek Borusu Kanserinin Evreleri Nelerdir?Yemek borusu kanseri 4 evreden oluşmaktadır. Yemek borusu kanseri evre 1: Yemek borusu kanseri belirtileri çok geç ortaya çıktığı için evre 1 yemek borusu kanseri teşhisi çok zordur. Hastalık sadece yemek borusunun iç zarında bulunmaktadır. Kas yapısına ulaşmamıştır. Evre 1 yemek borusu kanserlerinin tedavisinde yemek borusunu tamamen çıkartmak yerine endoskopla ağızdan girilerek sadece hastalıklı zarı çıkartmak mümkündür. Yemek borusu kanseri evde 2: Yemek borusu kanseri 2. evrede hastalık zarı aşarak kas dokusuna ulaşmıştır.   Yemek borusu kanseri evre 3: Bu evrede tümör çok küçük değildir. Hastalık yemek borusundadır ancak çevredeki lenf bezlerine de sıçramıştır. Evre 3 yemek borusu kanserleri tedavisinde önce kemoterapi radyoterapi uygulanmaktadır. Tümör ve lenf bezlerindeki hastalığın gerilemesi hedeflenmektedir. Gerileme sağlanırsa tümörün ameliyata çıkartılması gerekir. Yemek borusu kanseri evre 4: Evre 4 yemek borusu kanserlerinde tümör vücudun uzak bölgelerine metastaz yapmıştır. Yemek borusu kanseri en çok karaciğer, kemik, akciğer ve mide girişindeki lenf bezlerine sıçrama yapmaktadır. Bu aşamada ameliyat şansı pek kalmamaktadır. Kemoterapi ile tedavi uygulanmaktadır.  Yemek Borusu Kanseri (Özofagus) Belirtileri Nelerdir?Yemek borusu (özofagus) kanserinin en önemli ve yaygın belirtisi yutma güçlüğüdür. Yutma sırasında ağrı da olabilir. Yemek borusu kanserinin diğer belirtileri arasında takılma hissi yaşanması, öksürük, ses kısıklığı, şiddetli reflü, ani kilo kaybı, göğüste yanma, mide bulantısı-kusma ve ağza asidik bir tat gelmesi bulunur.Tümör yemek borusunun %60-70’ini kapamadığı durumlarda genellikle belirti vermez. Yemek borusu kanseri belirtileri çok geç ortaya çıktığı için hastaların birçoğunda tümör ileri evrelerde belirlenebilmektedir. Yaşlı kişilerde gece yastığa salya akması ve yutarken acıma da yemek borusu kanserinin ilk belirtileri olabilir.Tümörün ortaya çıktığı bölgeye bağlı olarak yemek borusu kanseri belirtileri farklılık gösterebilir.Yemek borusu kanserinde görülen özofagus kanseri belirtileri şunlardır: Ağrılı yutma güçlüğü Yutkunmada takılma hissi Öksürük Ses kısıklığı Şiddetli reflü Hazımsızlık Ani ve ciddi kilo kaybı Göğüste yanma Mide bulantısı ve kusma Ağza asidik tat gelmesi Nadir de olsa bağırsak kanaması Yaşlılarda gece salya akıntısı Kanser kemiklere sıçramışsa kemik ağrısıYemek borusu kanseri belirtileri arasında çok nadir de olsa bazen kanama görülebilmektedir. Bu kanama ağızdan kan gelmesinden ziyade bağırsak kanaması olarak görülür.Yemek Borusu Kanseri (Özofagus) Nasıl Teşhis Edilir?Yemek borusu kanserinin teşhisi endoskopik kontrolle yapılır. Endoskopik görüntüleme ile doktorun yemek borusunun içini görmesi teşhis için yeterli olabilmektedir. Ancak yemek borusu kanseri teşhisini kesinleştirmek için alınan parçanın patolojik olarak incelenmesi gerekmektedir.Yemek borusu kanserinin hangi evrede olduğunu yani yemek borusu duvarında ne kadar ilerlediğini belirleyebilmek için EUS denilen endoskopik ultrason görüntüleme yöntemi kullanılır. EUS yemek borusu kanserinin hangi evrede olduğunu belirlenebilmesinde önemli bilgiler vermektedir.Ayrıca tedavi veya yemek borusu kanseri ameliyatı olacak her hastanın Bilgisayarlı Tomografi ve Pet CT tetkiki yaptırması gerektirmektedir.Yemek Borusu Kanseri (Özofagus) Tedavisi Nasıl Yapılır?Yemek borusu kanserinin tedavisi evresi ve bulunduğu bölgeye göre farklılık göstermektedir. Adenokarsinom veya yassı hücreli (skuamöz) 3. evre yemek borusu kanserlerinde öncelikle kemoradyoterapi denilen çok yüksek olmayan radyoterapi dozuyla kemoterapi birleştirildiği bir tedavi uygulanmaktadır. Bu tedaviden ciddi yanıtlar alınmaktadır. Kemoradyoterapi tedavisiyle ameliyata uygun hale gelen hastalarda yemek borusu kanseri ameliyatı yapılmaktadır.Evre 4 özofagus kanserlerinde genellikle ameliyat yapılamamaktadır. Bu hasta grubu kemoterapi ve radyoterapi tedavisi uygulanmaktadır. Evre 1-2-3 yemek borusu kanserlerinde tedavi tümörün bulunduğu bölgeye planlanmaktadır.Boyun bölgesi yemek borusu kanserleri tedavisiKanserin yemek borusunun boyun bölgesinde yerleştiği durumlarda hastalar genellikle ameliyatla tedavi edilmemektedir. Yapılan araştırmalar boyun bölgesi yemek borusu kanserlerinde ameliyat veya kemoradyoterapi tedavisinin arasında bir fark olmadığını ortaya koyar. Boyun bölgesinde ortaya çıkan özofagus kanserlerinde kemoradyoterapi yöntemi ile hastaların önemli bir kısmında ciddi başarı elde edilmektedir. Ancak kemoterapi ve radyoterapinin yeterli olmadığı durumlarda ameliyat tercih edilebilir.Yemek borusunun boyun bölgesinde oluşan tümörler ses bölgesinin arkasında olduğu için bu ameliyatlarda gırtlak, tiroid, yutak bölümünün bir kısmı ve soluk borusunun bir kısmı da çıkartıldığı için hastaların hayatının kalan bölümünde boynundan nefes alması gerekmektedir.Hastanın ağzından beslenebilmesi için yemek borusu kanseri ameliyatında yemek borusunun sadece bir kısmı çıkartılıp ince veya kalın bağırsaktan yemek borusu yapılabilir. Bazen de yemek borusu komple çıkartılıp mideden dil köküne kadar yemek borusu yapılabilmektedir.Göğüs bölgesi yemek borusu kanserleri tedavisi Göğüs bölgesinde yani yemek borusunun ortasında ortaya çıkan tümörlerin tedavisinde tümörün soluk borusunun ikiye bölünme bölgesinin üzerinde veya altında olmasına göre tedavi değişmektedir. Tümör soluk borusunun üzerindeyse kemoradyoterapi tedavisi tercih edilmektedir. Tümör soluk borusunun altında olduğu durumlarda ameliyata başvurulur.Göğüs bölgesi yemek borusu kanseri ameliyatında lenf bezleri (en az 16 adet) ile birlikte yemek borusu tamamın çıkartılmaktadır. Daha sonra mideden yemek borusu yapılarak hastanın ağzından beslenmesi sağlanabilmektedir.Mideye yakın yemek borusu kanserleri tedavisiMideye yakın bölgelerde yani alt bölge yemek borusu kanserlerinde tedavi tümörün mideye sıçramasına göre planlanmaktadır.Tümör midenin 2 cm ve daha fazlasına yayıldığı durumlarda yapılan ameliyatlarda yemek borusunun önemli bir bölümü ile birlikte midenin tamamının çıkartılması gerekmektedir. Bu hastalara ince veya kalın bağırsaktan yeni yemek borusu yapılması gerekmektedir. Bu hastaların özel bir beslenme rejimi uygulamaları ve az-sık gıda tüketmeleri gerekmektedir. Bununla beraber hemen hemen her şeyi yemeleri mümkün olmaktadır.Yemek Borusu Kanseri (Özofagus) Hakkında Sık Sorulan Sorular Yemek borusu kanseri kimlerde daha çok görülür?Çok sıcak çay içmek, sebzeden fakir et ağırlıklı beslenme bu bölgede yemek borusu kanserinin görülmesinde önemli rol oynamaktadır. Türkiye’nin doğusundan başlayan ve Türki Cumhuriyetler denilen bölgeyi de içine alarak Çin’e kadar uzanan bölgede yassı hücreli yemek borusu kanseri Dünya geneline göre daha sık görülmektedir. Bahsedilen bölgenin dağlık ve soğuk olması nedeniyle aşırı sıcak içeceklerin çok fazla tüketilmesi önemli bir etkendir. Sıcak içeceklerin tüketilmesine sigara ve alkolün de eklendiği durumlarda yemek borusu kanserinin görülme sıklığı artmaktadır.Genellikle yemek borusu kanseri 60 yaş üstü hastalığıdır, bu yaş altında daha nadir görülür. Erkeklerde daha sık görülmesine rağmen Doğu illerimizde sıcak çay içimine bağlı olarak kadınlarda da neredeyse aynı oranda ortaya çıkabilmektedir. Genç nüfusta nadir görülen yemek borusu kanseri ailesinde özellikle yemek borusu kanseri, kolon kanseri olan kişilerde daha sık görülebilmektedir.Yemek borusu kanserinin çeşitleri nelerdir?Yemek borusu kanseri köken aldığı hücre tipine ve ortaya çıktığı bölgeye göre sınıflandırılır. Yemek borusu kanseri genel olarak yassı hücreli (skuamoz) ve Adenokarsinom yemek borusu kanseri olmak üzere ikiye ayrılır. Yassı hücreli (Skuamoz) yemek borusu kanseri: Yemek borusunun içini kaplayan yassı hücrelerden oluşmuş ince zar dokusundan kaynaklanan kanserdir. Türkiye’de yassı hücreli yemek borusu kanseri daha sık görülmektedir. Adenokarsinom yemek borusu kanseri: Yemek borusunun alt bölgesindeki mukoza (yani iç zar tabakası) mide asidine ve safraya maruz kaldığında şekil değiştirerek salgı bezlerine ve mide iç zarına benzemeye başlar. Bu şekle dönüşen hücrelerden kaynaklanan kanserdir.  Batı ülkelerinde Adenokarsinom tipi yemek borusu kanseri yassı hücreli (Skuamoz) yemek borusu kanserine göre daha sık görülmektedir.Bu iki tip yemek borusu kanserinin haricinde kas dokusundan kaynaklanan farklı tipleri çok nadir görülmektedir.Yemek borusu kanserini köken aldığı hücrelere göre ayırmanın yanında yemek borusundaki yerine göre ayırmak da mümkündür. Boyunda Göğüs içi yemek borusunda Alt uç - mide girişiMide asidi ve safra reflüsünün hasarı mideye yakın olduğu için adenokarsinom yemek borusu kanseri genellikle midenin girişinde veya yemek borusunun alt bölümünde görülmektedir. Yassı hücreli (Skuamoz) yemek borusu kanseri ise üst bölge veya orta kısımda ortaya çıkmaktadır.Yemek borusu kanseri kan tahliliyle belli olur mu?Yemek borusu kanseri kan tahliliyle belli olmaz. Bunun için başta endoskopik yöntemler olmak üzere farklı tanı süreçleri söz konusudur.Yemek borusu kanserinin erken teşhisi için neler yapılmalıdır?Türkiye’de yemek borusu kanserinin erken teşhisi için bir tarama programı bulunmamaktadır. Ancak kişisel olarak alınabilecek önlemlerin başında endoskopik kontrollerin yaptırılması gelmektedir.  Reflüye bağlı olarak gelişen Barrett özofagusu (BARRETT) hastalarında, gelişebilecek bir yemek borusu kanserini erken teşhis etmek için yıllık endoskopi ile takip edilmesi önemlidir.Yassı hücreli (Skuamoz) yemek borusu kanserinin yaygın olarak görüldüğü Doğu illerinde rutin endoskopik kontroller erken teşhis için hayati önem taşımaktadır.Yemek borusu kanseri için hangi bölüm ve doktora gidilmelidir?Yemek borusunun kanseri hastalarının önemli bir kısmı birçok bölümün işbirliği halinde hareket ettiği bir tedavi sürecinden geçmektedir. Multidisipliner bir tedavi yaklaşımı gereken yemek borusu kanserlerinde göğüs ve yemek borusu cerrahisinin yanında; gastroenteroloji, medikal onkoloji, radyasyon onkolojisi ve genel cerrahi beraber çalışabilmektedir.Diyet ve beslenme bölümünün bu süreçteki desteği çok önemlidir. Özellikli mikrocerrahi gerektiren durumlarda (mesela ince bağırsaktan yemek borusu yapılması), Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Bölümünden de destek alınmaktadır. Yemek borusu kanserinin tedavisinde çok özellikli cerrahi yaklaşımlar bulunduğu için bu konuda deneyimli doktorların ve alt yapının yeterli olduğu hastanelerin tercih edilmesi önemlidir.Yemek borusu kanseri ameliyatı nasıl yapılır?Bağırsak ameliyatlarında olduğu gibi yemek borusunun bir kısmı kesilip geri kalan kısmı ile birleştirilemez. Ameliyatla çıkartılan yemek borusunun yerine muhakkak yeni bir yemek borusu yapılmalıdır. Temel amaç bağırsak devamlılığını sağlamaktır. Yemek borusu çıkartıldığında mide, ince ve kalın bağırsak veya nadir de olsa ciltten yemek borusu kanseri yapılabilmektedir.Çok nadiren tümörün çıkartılmadığı durumlarda yandan bağırsak devamlılığı sağlanıp hastanın ağzından yemek yiyebilmesi sağlanabilmektedir. Gelişen teknoloji sayesinde artık bu durum stent takılarak giderilebilmektedir.Tam tıkalı tümör çıkmayacak ve stent konulamayacak durumlarda beslenmenin sağlanması için mideye tüp yerleştirilerek (gastrostomi) yiyecekler doğrudan mideye verilebilmektedir.Kapalı yemek borusu kanseri ameliyatı nasıl yapılır?Yemek Borusu Hastalıkları Merkezi’nde yemek borusu kanseri ameliyatlarının büyük bir çoğunluğu (%80-90) kapalı olarak yapılmaktadır. Dünya genelinde kapalı yemek borusu kanseri ameliyatları göğüs bölgesine 6, karın bölgesine açılan 4 delikten gerçekleştirilmektedir. Memorial Ataşehir Hastanesi Yemek Borusu Hastalıkları Merkezi’nde kapalı yemek borusu kanseri ameliyatı karın bölgesine açılan 3 delikten, göğse ise açılan tek delikten yapılabilmektedir. Ameliyatın karın bölümü 45 dakika-1 saat, göğüs bölümü 1-1,5 saat sürmektedir. Kapalı yemek borusu kanseri ameliyatı kanama miktarı, ameliyat süresi ve travmayı da azaltarak gelişebilecek komplikasyonları azaltmaktadır.Yemek borusu kanseri ameliyatının riskleri nelerdir?Yemek borusu kanseri ameliyatı vücudun en önemli ameliyatlarından biridir. En önemli riski yemek borusu ile mide veya yeni yemek borusu olan bağırsak arasındaki birleşme bölgesinde kaçak olmasıdır. Yemek borusu kanseri ameliyatlarında ses kısıklığı riski de bulunmaktadır. Ancak bu risk %10’dan azdır ve ses kısıklığı genellikle geçicidir. Uzun süreli ses kısıklıklarında küçük bir işlemle ses kısıklığı giderilebilmektedir. Büyük bir ameliyatın sonucu olarak zatürre, kalpte ritim bozuklukları ve lenf kaçakları görülebilir.Yemek borusu kanseri öldürür mü?Kanser insanların aklında ölümü çağrıştırmaktadır. Yemek borusu kanserinin 1. Evre, 2. Evre ve ameliyat edilebilen bir kısım 3. Evre hastalarının önemli bir bölümü hastalıktan kurtulma şansına sahiptir. Ancak yemek borusu kanseri belirti vermeden ilerleyen bir hastalıktır. Belirtiler belirgin şekilde ancak 4. evrede ortaya çıkmaktadır.Her hastalık kişiye özel şartlar taşımaktadır. Tümörün tipi, tümörün evresi ve bulunduğu bölgenin yanında hastanın yaşı, eşlik eden rahatsızlıkların olup olmaması gibi çok sayıda kritere göre yaşam süresi değişmektedir.Bunlardan bağımsız olarak yapılan araştırmalarda yemek borusu kanserinde 5 yıllık sağ kalım oranları şu şekildedir;Evre 1 yemek borusu kanseri: %80-90Evre 2 yemek borusu kanseri: %50-60Evre 3 yemek borusu kanseri: %30-40Evre 4 yemek borusu kanseri: % 5Hastalık ilk 2-3 yıl geri gelmezse genellikle bir daha tekrarlamaz. Bu yüzden tedaviden sonraki ilk 2-3 yıl çok önemlidir.Yemek borusu kanseri için bitkisel tedavi var mıdır? Yemek borusu kanserinin bitkisel tedavisi bulunmamaktadır. Ancak sebzeden ağırlıklı beslenmek çok önemlidir ve antiinflammatuar bitkiler olan soğan sarımsak, zerdeçal gibi yiyecekleri tüketilmesi kanserle mücadelede destek sağlayabilmektedir.Şekerden ağırlıklı pekmez, bal, şekerli hoşaf, şerbeti tatlılar gibi yiyeceklerden uzak durulması gerekmektedir. Bunun yerine protein ve sebze ağırlıklı besinlerin tüketilmesi önemlidir.Yemek borusu kanseri ameliyatı sonrası dikkat edilmesi gerekenler Yemek borusu kanseri ameliyatı sonrasında hastaların tükettikleri besinlere dikkat etmesi gerekmektedir. Anti inflammatuar besinler tüketip şekerden uzak dururken kaliteli uyku, egzersiz ve düzenli sağlık kontrolleri ihmal edilmemelidir.  Yemek borusu kanseri sonrasında asitli içeceklerden uzak durulmalıdır. Hastaların hayat boyu mide koruyucu ilaç kullanmaları gerekmektedir.Ameliyat sonrası yiyecekler doğrudan mideye girdiği için emilimde yaşanan sorunlar nedeniyle hastalarda %10 kilo kaybı, bazen gıda çeşidine göre ani ishaller yaşanmaktadır. Sorun yaşamamak için bal pekmez, şerbetli tatlılar gibi gıdalardan uzak durmalıdır. Az az ve sık sık yemek gerekmektedir. Hastalarda genellikle yiyecek kısıtlamasına değil miktar kısıtlamasına gidilmektedir Yemek Borusu (Özofagus) Kanseri Nedir?Boyundan başlayıp mideye kadar uzanan ve yaklaşık 25-30 cm uzunluğundaki yemek borusunda meydana gelen kanserler yemek borusu kanseri veya özofagus kanseri olarak isimlendirilir. Yemek borusu mide ve boğaz arasındaki bağlantıyı sağlar. Hücre büyümesine bağlı olarak bu bağlantıda sorun yaşanabilir ve yemek borusu kanseri ortaya çıkabilir. Agresif bir kanser türü olan yemek borusu kanseri başlangıçta belirti göstermeyebilir ve erken tanı konusunda dezavantaj yaratabilir. En yaygın yemek borusu kanseri belirtileri arasında ise ani kilo kaybı, kişinin güçlükle yutkunması, öksürük ve ses kısıklığı yer alır. Birçok kanser türünde olduğu gibi yemek borusu kanserinde de erken teşhis edildiğinde tedavi başarı şansı artar.Yemek Borusu Kanseri (Özofagus) Neden Olur?Hücre tipine göre yemek borusu kanserinin nedenlerinde de değişiklik olabilir. Yemek borusu kanserine yakalanma riskini artıran en temel faktörler sigara ve alkol tüketimidir. Ayrıca aşırı sıcak içecekler tüketmek ve hem yanmış hem de tütsülenmiş gıdaların tüketilmesi de yemek borusu kanserine yol açabilir.  Yassı hücreli (Skuamoz) yemek borusu kanserinin nedenleri arasında;Adenokarsinom yemek borusu kanserleri ise genellikle reflüden kaynaklanmaktadır. Toplumun yaklaşık %20’sinde reflü görülmektedir, ancak her reflü hastası yemek borusu kanseri olacak demek değildir. Uzun süreli reflü (asit ve safra), alkol ve sigara kullanımı ile birleştiğinde Barrett özofagusa (BARRETT) neden olabilmektedir. Barrett özofagus yemek borusu kanseri için önemli bir risk nedenidir.Yemek borusu kanseri nedenlerinin önemli bir kısmı engellenebilir etkenlerdir. Bunun dışında birtakım hastalıklar ve genetik etkenler çok nadir olarak görülür.Et ağırlıklı beslenmek, mangalda hazırlanmış yanmış gıdaları çok tüketmek mide ve kolon kanserinde olduğu gibi yemek borusu kanseri için de risk faktörleri arasındadır.Yemek Borusu Kanserinin Evreleri Nelerdir?Yemek borusu kanseri 4 evreden oluşmaktadır.Yemek Borusu Kanseri (Özofagus) Belirtileri Nelerdir?Yemek borusu (özofagus) kanserinin en önemli ve yaygın belirtisi yutma güçlüğüdür. Yutma sırasında ağrı da olabilir. Yemek borusu kanserinin diğer belirtileri arasında takılma hissi yaşanması, öksürük, ses kısıklığı, şiddetli reflü, ani kilo kaybı, göğüste yanma, mide bulantısı-kusma ve ağza asidik bir tat gelmesi bulunur.Tümör yemek borusunun %60-70’ini kapamadığı durumlarda genellikle belirti vermez. Yemek borusu kanseri belirtileri çok geç ortaya çıktığı için hastaların birçoğunda tümör ileri evrelerde belirlenebilmektedir. Yaşlı kişilerde gece yastığa salya akması ve yutarken acıma da yemek borusu kanserinin ilk belirtileri olabilir.Tümörün ortaya çıktığı bölgeye bağlı olarak yemek borusu kanseri belirtileri farklılık gösterebilir.Yemek borusu kanserinde görülen özofagus kanseri belirtileri şunlardır:Yemek borusu kanseri belirtileri arasında çok nadir de olsa bazen kanama görülebilmektedir. Bu kanama ağızdan kan gelmesinden ziyade bağırsak kanaması olarak görülür.Yemek Borusu Kanseri (Özofagus) Nasıl Teşhis Edilir?Yemek borusu kanserinin teşhisi endoskopik kontrolle yapılır. Endoskopik görüntüleme ile doktorun yemek borusunun içini görmesi teşhis için yeterli olabilmektedir. Ancak yemek borusu kanseri teşhisini kesinleştirmek için alınan parçanın patolojik olarak incelenmesi gerekmektedir.Yemek borusu kanserinin hangi evrede olduğunu yani yemek borusu duvarında ne kadar ilerlediğini belirleyebilmek için EUS denilen endoskopik ultrason görüntüleme yöntemi kullanılır. EUS yemek borusu kanserinin hangi evrede olduğunu belirlenebilmesinde önemli bilgiler vermektedir.Ayrıca tedavi veya yemek borusu kanseri ameliyatı olacak her hastanın Bilgisayarlı Tomografi ve Pet CT tetkiki yaptırması gerektirmektedir.Yemek Borusu Kanseri (Özofagus) Tedavisi Nasıl Yapılır?Yemek borusu kanserinin tedavisi evresi ve bulunduğu bölgeye göre farklılık göstermektedir. Adenokarsinom veya yassı hücreli (skuamöz) 3. evre yemek borusu kanserlerinde öncelikle kemoradyoterapi denilen çok yüksek olmayan radyoterapi dozuyla kemoterapi birleştirildiği bir tedavi uygulanmaktadır. Bu tedaviden ciddi yanıtlar alınmaktadır. Kemoradyoterapi tedavisiyle ameliyata uygun hale gelen hastalarda yemek borusu kanseri ameliyatı yapılmaktadır.Evre 4 özofagus kanserlerinde genellikle ameliyat yapılamamaktadır. Bu hasta grubu kemoterapi ve radyoterapi tedavisi uygulanmaktadır. Evre 1-2-3 yemek borusu kanserlerinde tedavi tümörün bulunduğu bölgeye planlanmaktadır.Boyun bölgesi yemek borusu kanserleri tedavisiKanserin yemek borusunun boyun bölgesinde yerleştiği durumlarda hastalar genellikle ameliyatla tedavi edilmemektedir. Yapılan araştırmalar boyun bölgesi yemek borusu kanserlerinde ameliyat veya kemoradyoterapi tedavisinin arasında bir fark olmadığını ortaya koyar. Boyun bölgesinde ortaya çıkan özofagus kanserlerinde kemoradyoterapi yöntemi ile hastaların önemli bir kısmında ciddi başarı elde edilmektedir. Ancak kemoterapi ve radyoterapinin yeterli olmadığı durumlarda ameliyat tercih edilebilir.Yemek borusunun boyun bölgesinde oluşan tümörler ses bölgesinin arkasında olduğu için bu ameliyatlarda gırtlak, tiroid, yutak bölümünün bir kısmı ve soluk borusunun bir kısmı da çıkartıldığı için hastaların hayatının kalan bölümünde boynundan nefes alması gerekmektedir.Hastanın ağzından beslenebilmesi için yemek borusu kanseri ameliyatında yemek borusunun sadece bir kısmı çıkartılıp ince veya kalın bağırsaktan yemek borusu yapılabilir. Bazen de yemek borusu komple çıkartılıp mideden dil köküne kadar yemek borusu yapılabilmektedir.Göğüs bölgesi yemek borusu kanserleri tedavisi Göğüs bölgesinde yani yemek borusunun ortasında ortaya çıkan tümörlerin tedavisinde tümörün soluk borusunun ikiye bölünme bölgesinin üzerinde veya altında olmasına göre tedavi değişmektedir. Tümör soluk borusunun üzerindeyse kemoradyoterapi tedavisi tercih edilmektedir. Tümör soluk borusunun altında olduğu durumlarda ameliyata başvurulur.Göğüs bölgesi yemek borusu kanseri ameliyatında lenf bezleri (en az 16 adet) ile birlikte yemek borusu tamamın çıkartılmaktadır. Daha sonra mideden yemek borusu yapılarak hastanın ağzından beslenmesi sağlanabilmektedir.Mideye yakın yemek borusu kanserleri tedavisiMideye yakın bölgelerde yani alt bölge yemek borusu kanserlerinde tedavi tümörün mideye sıçramasına göre planlanmaktadır.Tümör midenin 2 cm ve daha fazlasına yayıldığı durumlarda yapılan ameliyatlarda yemek borusunun önemli bir bölümü ile birlikte midenin tamamının çıkartılması gerekmektedir. Bu hastalara ince veya kalın bağırsaktan yeni yemek borusu yapılması gerekmektedir. Bu hastaların özel bir beslenme rejimi uygulamaları ve az-sık gıda tüketmeleri gerekmektedir. Bununla beraber hemen hemen her şeyi yemeleri mümkün olmaktadır.Yemek Borusu Kanseri (Özofagus) Hakkında Sık Sorulan Sorular Yemek borusu kanseri kimlerde daha çok görülür?Çok sıcak çay içmek, sebzeden fakir et ağırlıklı beslenme bu bölgede yemek borusu kanserinin görülmesinde önemli rol oynamaktadır. Türkiye’nin doğusundan başlayan ve Türki Cumhuriyetler denilen bölgeyi de içine alarak Çin’e kadar uzanan bölgede yassı hücreli yemek borusu kanseri Dünya geneline göre daha sık görülmektedir. Bahsedilen bölgenin dağlık ve soğuk olması nedeniyle aşırı sıcak içeceklerin çok fazla tüketilmesi önemli bir etkendir. Sıcak içeceklerin tüketilmesine sigara ve alkolün de eklendiği durumlarda yemek borusu kanserinin görülme sıklığı artmaktadır.Genellikle yemek borusu kanseri 60 yaş üstü hastalığıdır, bu yaş altında daha nadir görülür. Erkeklerde daha sık görülmesine rağmen Doğu illerimizde sıcak çay içimine bağlı olarak kadınlarda da neredeyse aynı oranda ortaya çıkabilmektedir. Genç nüfusta nadir görülen yemek borusu kanseri ailesinde özellikle yemek borusu kanseri, kolon kanseri olan kişilerde daha sık görülebilmektedir.Yemek borusu kanserinin çeşitleri nelerdir?Yemek borusu kanseri köken aldığı hücre tipine ve ortaya çıktığı bölgeye göre sınıflandırılır. Yemek borusu kanseri genel olarak yassı hücreli (skuamoz) ve Adenokarsinom yemek borusu kanseri olmak üzere ikiye ayrılır.Bu iki tip yemek borusu kanserinin haricinde kas dokusundan kaynaklanan farklı tipleri çok nadir görülmektedir.Yemek borusu kanserini köken aldığı hücrelere göre ayırmanın yanında yemek borusundaki yerine göre ayırmak da mümkündür.Mide asidi ve safra reflüsünün hasarı mideye yakın olduğu için adenokarsinom yemek borusu kanseri genellikle midenin girişinde veya yemek borusunun alt bölümünde görülmektedir. Yassı hücreli (Skuamoz) yemek borusu kanseri ise üst bölge veya orta kısımda ortaya çıkmaktadır.Yemek borusu kanseri kan tahliliyle belli olur mu?Yemek borusu kanseri kan tahliliyle belli olmaz. Bunun için başta endoskopik yöntemler olmak üzere farklı tanı süreçleri söz konusudur.Yemek borusu kanserinin erken teşhisi için neler yapılmalıdır?Türkiye’de yemek borusu kanserinin erken teşhisi için bir tarama programı bulunmamaktadır. Ancak kişisel olarak alınabilecek önlemlerin başında endoskopik kontrollerin yaptırılması gelmektedir.  Reflüye bağlı olarak gelişen Barrett özofagusu (BARRETT) hastalarında, gelişebilecek bir yemek borusu kanserini erken teşhis etmek için yıllık endoskopi ile takip edilmesi önemlidir.Yassı hücreli (Skuamoz) yemek borusu kanserinin yaygın olarak görüldüğü Doğu illerinde rutin endoskopik kontroller erken teşhis için hayati önem taşımaktadır.Yemek borusu kanseri için hangi bölüm ve doktora gidilmelidir?Yemek borusunun kanseri hastalarının önemli bir kısmı birçok bölümün işbirliği halinde hareket ettiği bir tedavi sürecinden geçmektedir. Multidisipliner bir tedavi yaklaşımı gereken yemek borusu kanserlerinde göğüs ve yemek borusu cerrahisinin yanında; gastroenteroloji, medikal onkoloji, radyasyon onkolojisi ve genel cerrahi beraber çalışabilmektedir.Diyet ve beslenme bölümünün bu süreçteki desteği çok önemlidir. Özellikli mikrocerrahi gerektiren durumlarda (mesela ince bağırsaktan yemek borusu yapılması), Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Bölümünden de destek alınmaktadır. Yemek borusu kanserinin tedavisinde çok özellikli cerrahi yaklaşımlar bulunduğu için bu konuda deneyimli doktorların ve alt yapının yeterli olduğu hastanelerin tercih edilmesi önemlidir.Yemek borusu kanseri ameliyatı nasıl yapılır?Bağırsak ameliyatlarında olduğu gibi yemek borusunun bir kısmı kesilip geri kalan kısmı ile birleştirilemez. Ameliyatla çıkartılan yemek borusunun yerine muhakkak yeni bir yemek borusu yapılmalıdır. Temel amaç bağırsak devamlılığını sağlamaktır. Yemek borusu çıkartıldığında mide, ince ve kalın bağırsak veya nadir de olsa ciltten yemek borusu kanseri yapılabilmektedir.Çok nadiren tümörün çıkartılmadığı durumlarda yandan bağırsak devamlılığı sağlanıp hastanın ağzından yemek yiyebilmesi sağlanabilmektedir. Gelişen teknoloji sayesinde artık bu durum stent takılarak giderilebilmektedir.Tam tıkalı tümör çıkmayacak ve stent konulamayacak durumlarda beslenmenin sağlanması için mideye tüp yerleştirilerek (gastrostomi) yiyecekler doğrudan mideye verilebilmektedir.Kapalı yemek borusu kanseri ameliyatı nasıl yapılır?Yemek Borusu Hastalıkları Merkezi’nde yemek borusu kanseri ameliyatlarının büyük bir çoğunluğu (%80-90) kapalı olarak yapılmaktadır. Dünya genelinde kapalı yemek borusu kanseri ameliyatları göğüs bölgesine 6, karın bölgesine açılan 4 delikten gerçekleştirilmektedir. Memorial Ataşehir Hastanesi Yemek Borusu Hastalıkları Merkezi’nde kapalı yemek borusu kanseri ameliyatı karın bölgesine açılan 3 delikten, göğse ise açılan tek delikten yapılabilmektedir. Ameliyatın karın bölümü 45 dakika-1 saat, göğüs bölümü 1-1,5 saat sürmektedir. Kapalı yemek borusu kanseri ameliyatı kanama miktarı, ameliyat süresi ve travmayı da azaltarak gelişebilecek komplikasyonları azaltmaktadır.Yemek borusu kanseri ameliyatının riskleri nelerdir?Yemek borusu kanseri ameliyatı vücudun en önemli ameliyatlarından biridir. En önemli riski yemek borusu ile mide veya yeni yemek borusu olan bağırsak arasındaki birleşme bölgesinde kaçak olmasıdır. Yemek borusu kanseri ameliyatlarında ses kısıklığı riski de bulunmaktadır. Ancak bu risk %10’dan azdır ve ses kısıklığı genellikle geçicidir. Uzun süreli ses kısıklıklarında küçük bir işlemle ses kısıklığı giderilebilmektedir. Büyük bir ameliyatın sonucu olarak zatürre, kalpte ritim bozuklukları ve lenf kaçakları görülebilir.Yemek borusu kanseri öldürür mü?Kanser insanların aklında ölümü çağrıştırmaktadır. Yemek borusu kanserinin 1. Evre, 2. Evre ve ameliyat edilebilen bir kısım 3. Evre hastalarının önemli bir bölümü hastalıktan kurtulma şansına sahiptir. Ancak yemek borusu kanseri belirti vermeden ilerleyen bir hastalıktır. Belirtiler belirgin şekilde ancak 4. evrede ortaya çıkmaktadır.Her hastalık kişiye özel şartlar taşımaktadır. Tümörün tipi, tümörün evresi ve bulunduğu bölgenin yanında hastanın yaşı, eşlik eden rahatsızlıkların olup olmaması gibi çok sayıda kritere göre yaşam süresi değişmektedir.Bunlardan bağımsız olarak yapılan araştırmalarda yemek borusu kanserinde 5 yıllık sağ kalım oranları şu şekildedir;Evre 1 yemek borusu kanseri: %80-90Evre 2 yemek borusu kanseri: %50-60Evre 3 yemek borusu kanseri: %30-40Evre 4 yemek borusu kanseri: % 5Hastalık ilk 2-3 yıl geri gelmezse genellikle bir daha tekrarlamaz. Bu yüzden tedaviden sonraki ilk 2-3 yıl çok önemlidir.Yemek borusu kanseri için bitkisel tedavi var mıdır? Yemek borusu kanserinin bitkisel tedavisi bulunmamaktadır. Ancak sebzeden ağırlıklı beslenmek çok önemlidir ve antiinflammatuar bitkiler olan soğan sarımsak, zerdeçal gibi yiyecekleri tüketilmesi kanserle mücadelede destek sağlayabilmektedir.Şekerden ağırlıklı pekmez, bal, şekerli hoşaf, şerbeti tatlılar gibi yiyeceklerden uzak durulması gerekmektedir. Bunun yerine protein ve sebze ağırlıklı besinlerin tüketilmesi önemlidir.Yemek borusu kanseri ameliyatı sonrası dikkat edilmesi gerekenler Yemek borusu kanseri ameliyatı sonrasında hastaların tükettikleri besinlere dikkat etmesi gerekmektedir. Anti inflammatuar besinler tüketip şekerden uzak dururken kaliteli uyku, egzersiz ve düzenli sağlık kontrolleri ihmal edilmemelidir.  Yemek borusu kanseri sonrasında asitli içeceklerden uzak durulmalıdır. Hastaların hayat boyu mide koruyucu ilaç kullanmaları gerekmektedir.Ameliyat sonrası yiyecekler doğrudan mideye girdiği için emilimde yaşanan sorunlar nedeniyle hastalarda %10 kilo kaybı, bazen gıda çeşidine göre ani ishaller yaşanmaktadır. Sorun yaşamamak için bal pekmez, şerbetli tatlılar gibi gıdalardan uzak durmalıdır. Az az ve sık sık yemek gerekmektedir. Hastalarda genellikle yiyecek kısıtlamasına değil miktar kısıtlamasına gidilmektedir
12,640
693
Hastalıklar
Wilms Tümörü (Nefroblastom)
Nefroblastom olarak da bilinen Wilms tümörü, çocukluk çağında ortaya çıkan kötü huylu bir böbrek tümörüdür. Nadir görülmekle birlikte çocukluk çağında böbreklerde oluşan tümörlerin büyük bir bölümü Wilms tümörüdür. Wilms tümörü (Nefroblastom) daha çok 3-5 yaş aralıklarında görülmekle birlikte, daha erken veya daha geç yaşlarda da kendini gösterebilmektedir. Genellikle karın bölgesinde şişlik ve kitle hissi belirtileri ile ortaya çıkan Wilms tümörü (Nefroblastom) tek böbrekte olabidliği gibi, her iki böbrekte de görülebilmektedir. Memorial Ataşehir / Bahçelievler Çocuk Cerrahi Bölümü’nden Prof. Dr. Feryal Gün Soysal, çocuklarda görülen Wilms tümörü (Nefroblastom) hakkında bilgi verdi.Nefroblastom olarak da bilinen Wilms tümörü, çocukluk çağında ortaya çıkan kötü huylu bir böbrek tümörüdür. Nadir görülmekle birlikte çocukluk çağında böbreklerde oluşan tümörlerin büyük bir bölümü Wilms tümörüdür. Wilms tümörü (Nefroblastom) daha çok 3-5 yaş aralıklarında görülmekle birlikte, daha erken veya daha geç yaşlarda da kendini gösterebilmektedir. Genellikle karın bölgesinde şişlik ve kitle hissi belirtileri ile ortaya çıkan Wilms tümörü (Nefroblastom) tek böbrekte olabidliği gibi, her iki böbrekte de görülebilmektedir. Memorial Ataşehir / Bahçelievler Çocuk Cerrahi Bölümü’nden Prof. Dr. Feryal Gün Soysal, çocuklarda görülen Wilms tümörü (Nefroblastom) hakkında bilgi verdi. Wilms Tümörü (Nefroblastom) nelerdir?Wilms tümörü çocuklarda en sık görülen böbrek kanseri türüdür. Wilms tümörü  (Nefroblastom) genellikle tek böbrekte görülür. Ancak nadir de olsa her iki böbrekte de ortaya çıkabilmektedir. Son yıllarda tedavi başarısında en fazla gelişme gösteren kanser türlerinden birisi olan Wilms tümörü (Nefroblastom) genellikle şişlik ve kitli hissi belirtileri vermektedir.Wilms Tümörü (Nefroblastom) nedenleri nelerdir?Wilms Tümörü (Nefroblastom) nedeni net olarak belli değildir. Ancak genetik faktörlerden kaynaklandığı düşünülmektedir. Doğum kusuru sendromları çocuklarda Wilms tümörü görülme riskini artırabilmektedir. Wilms Tümörü (Nefroblastom) nedenleri tam olarak bilinmemekle birlikte risk faktörleri genel olarak şu şekilde sıralanabilir; Ailede Wilms tümörü öyküsü: Ailede Wilms tümörü (Nefroblastom) geçmişinin bulunması risk faktörlerini artıran nedenler arasındadır. Yaş: Çocuklarda Wilms tümörü daha çok 3-5 yaşları arasında görülmektedir. Wilms Tümörü (Nefroblastom) bu yaşlardan önce ya da sonra da ortaya çıkabilmektedir. Cinsiyet: Wilms Tümörü (Nefroblastom) her iki cinsiyette de görülmekle birlikte kız çocuklarında ortaya çıkma oranı erkeklere göre daha fazladır. Irk: Wilms Tümörü (Nefroblastom) Afrika kökenli çocuklarda daha fazla görülmektedir. İnmemiş testis, peygamber sünneti olarak bilinen hipospadias, gözün renkli bölgesinin tamamen veya kısmen yokluğu (aniridia) gibi doğum kusurları da Wilms Tümörü (Nefroblastom) riskini artıran faktörler arasındadır.Wilms Tümörü (Nefroblastom) belirtileri nelerdir?Wilms Tümörü (Nefroblastom) belirtileri çocuktan çocuğa farklılık gösterebilmektedir. Bazı çocuklarda Wilms Tümörü (Nefroblastom) hiçbir belirti göstermeden de ilerleyebilir ancak hastaların büyük bir çoğunluğunda aşağıdaki belirtilerin bir veya bir kaçı görülmektedir.Wilms Tümörü (Nefroblastom) belirtileri genel olarak şu şekilde sıralanabilir; Karın bölgesinde hissedilebilen kitle varlığı, Wilms Tümörü (Nefroblastom) belirtileri arasında en yaygın olarak görülenidir. Karın bölgesinde şişme de kitle varlığı gibi Wilms Tümörü (Nefroblastom) belirtileri arasında sık karşılaşılan bir durumdur. Karın ağrısı, birçok nedenden kaynaklanabileceği gibi Wilms tümörü belirtileri arasındadır. Mide bulantısı veya kusma çocuklarda sık yaşanan sorunlar arasındadır. Ancak diğer belirtilerle birlikte Wilms tümöründe de mide bulantısı ve kusma belirtisi yaşanabilmektedir.Wilms tümöründe sık görülen bu belirtilerin yanında; Yüksek ateş İştahsızlık Yüksek tansiyon (Hipertansiyon) İdrarda kan Nefes darlığı gibi belirtiler de yaşanabilmektedir.Wilms Tümörü (Nefroblastom) teşhisi nasıl yapılır?Wilms tümörü teşhis etmek ve hastalığın evresini belirlemek için çeşitli testler yapılmaktadır.Wilms tümörü teşhisinde doktorun fiziki muayenesi ve aile öyküsü önemlidir.Kan ve idrar testleri ile Wilms tümörü teşhis edilmemektedir. Ancak yapılacak kan ve idrar testleri ile böbreklerin çalışma durumu belirlenebilir. Ultrason: Wilms tümörünün teşhisi için genellikle yapılan ilk görüntüleme ultrason tetkikidir. Ultrason ile kitlenin yeri ve içeriği belirlenebilir. Manyetik Rezonans (MR): Wilms tümörünün özellikle böbreğe yakın herhangi bir büyük kan damarında olup olmadığını belirlemek için Manyetik Rezonans (MR) çekilebilir. Bilgisayarlı Tomografi (BT):  Tümörün bulunmasında ve kanserin yayılıp yayılmadığını (metastaz yapıp yapmadığını) görmek için bilgisayarlı tomografi görüntülemesinden faydalanılabilir. Biyopsi: Tümörün evrelemesi için tümörden alınan küçük bir parça laboratuvarda incelenir. Röntgen: Akciğer metastazı olup olmadığını belirlemek için röntgen görüntülemişinden faydalanılabilir. Kemik taraması: Hastalığın kemiklerde metastaz yapıp yapmadığının belirlenmesi için kemik taraması testi yapılabilir.Wilms Tümörü (Nefroblastom) tedavisi nasıldır?Wilms Tümörü (Nefroblastom) tedavisi hastalığın evresine ve histolojisine bağlı olarak değişmektedir. Ancak genellikle Wilms Tümörü (Nefroblastom) tedavisinde ilk basamak cerrahi tedavidir. Sonrasında radyoterapi ve gerekirse kemoterapi uygulanmaktadır. Çoğu Wilms tümörü olumlu histolojiye sahiptir, yani tedavi edilmesi daha kolaydır. Wilms tümörü her iki böbrekte de olduğunda, genellikle tümörün mümkün olduğu kadar çoğu alınır ve böbrek naklinden kaçınmak için mümkün olduğu kadar sağlıklı böbrek dokusu korunur. İlerlemiş hastalarda cerrahiden önce tümörü küçültmek için önce kemoterapi uygulanabilmektedir.WILMS TÜMÖRÜ (NEFROBLASTOM) HAKKINDA SIK SORULAN SORULARWilms Tümörü (Nefroblastom) ameliyatı nasıldır? Wilms tümörü ameliyatı tümörün yeri, büyüklüğü gibi faktörlere göre farklılık gösterebilmektedir. Genel olarak Wilms tümörü ameliyatlarında uygulanan yöntemler şu şekilde sıralanabilir; Kısmi nefrektomi: Wilms tümörü nedeniyle etkilenen böbreğin sadece bir kısmının çıkarıldığı bir cerrahi işlemdir. Kısmi nefrektomi ameliyatı ile tümör ve çevresinde etkilenen dokular çıkartılmaktadır. Radikal nefrektomi: Radikal bir nefrektomi ameliyatında tümörden etkilenen böbrek cerrahi yöntemle tamamen çıkartılmaktadır. Tümörden etkilenen böbrekle beraber, üreterin bir kısmı, böbrek üstü bezi ve çevresindeki dokularda çıkartılabilmektedir. Her iki böbreğin alınması: Wilms tümörünün her iki böbreği de etkilediği durumlarda uygulanan bir cerrahi yöntemdir. Ameliyatla tümörden etkilenen her iki böbrek çıkartılmaktadır. Bu durumda çocuğun diyalize girmesi ya da böbrek nakli olması gerekmektedir.Wilms tümörü (Nefroblastom) tekrarlar mı?Wilms tümörü tedaviden sonra tekrarlayabilmektedir. Tümörün tipi, büyüklüğü, tedaviye verdiği yanıta göre tümörün tekrarlama (nüks) ihtimali değişmektedir. Wilms tümörünün tekrarlaması durumunda (nüks) yeni ilaç tedavileri, ek doz radyoterapi ve tekrar cerrahi uygulanabilmektedir.Wilms tümörü (Nefroblastom) ölümcül müdür?Wilms tümörü son yıllarda tedavi başarısı en fazla artan kanser türlerinin başında gelmektedir. Kanserin evresi, tipi, tümörün büyüklüğü gibi faktörlere bağlı olarak hastaların büyük bir kısmında tam iyileşme sağlanmaktadır. Wilms tümörü olan çocukların çoğu hayatta kalır ve normal, sağlıklı yaşamlarına devam eder.Wilms tümörü (Nefroblastom) evreleri nelerdir?Wilms tümörü evreleri genel olarak şu şekilde sıralanabilir; Evre 1 Wilms tümörü (Nefroblastom) tümörü: Tümör sadece bir böbreği etkilemektedir. Cerrahi ile tümörün tamamı çıkartılabilir. Evre 2 Wilms tümörü (Nefroblastom) tümörü: Tümör böbrekle birlikte etrafındaki alana da yayılım göstermektedir. Cerrahi yöntemle tümör ve çevre dokular temizlenebilmektedir. Evre 3 Wilms tümörü (Nefroblastom) tümörü:  Kanser böbreğin dışına karın bölgesine yayılım göstermiştir. Tümörün tamamının cerrahi işlemle çıkartılması mümkün olmayabilmektedir. Evre 4 Wilms tümörü (Nefroblastom) tümörü: Kanser, akciğerler, kemikler veya beyin gibi vücudun daha uzak bölgelerine veya karın dışındaki lenf bezlerine metastaz yapmıştır. Evre 5 Wilms tümörü (Nefroblastom) tümörü. Wilms tümörü her iki böbrekte de mevcuttur.Wilms tümörü (Nefroblastom) akciğer metastazı yapar mı?Wilms tümörü vücudun farklı bölgelerine yayılım gösterebilmektedir. Wilms tümörü akciğer, kemikler ya da beyinde metastaz yapabilmektedir. Wilms tümörü (Nefroblastom) ameliyatının riskleri nelerdir? Her ameliyatta olduğu gibi Wilms tümörü ameliyat sırasında da kanama, büyük kan damarlarında veya diğer organlarda yaralanmalar veya anestezi reaksiyonları gibi komplikasyonlar yaşanabilmektedir. Konunun uzmanı cerrahların gerçekleştirdiği Wilms tümörü ameliyatlarında bu tür komplikasyonların yaşanma ihtimali çok düşük olmakla beraber ameliyatın riskleri arasında sayılabilmektedir. Wilms tümörü ameliyatından sonra ağrı yaşanabilmektedir. Ancak bu ağrılar ilaçlarla kontrol altına alınabilmektedir. Wilms tümörü ameliyatında sonra nadir de olsa iç kanama, kan pıhtıları, enfeksiyonlar gibi riskler bulunmaktadır. Bu riskler cerrahi işlemlerin ortak riskleri arasındadır. Her iki böbrekte tümör olduğu durumlarda böbreklerin tamamen çıkartılması diyaliz ya da böbrek nakli gerektirebilmektedir.Wilms tümörü (Nefroblastom) ameliyatından sonra nelere dikkat edilmelidir? Wilms tümörünün tedavisinden sonra takipler çok önemlidir. Tümörün nüks edip etmediğinin belirlenmesi için doktorun öngöreceği aralıklarla fiziksel muayene ve görüntüleme testlerini içeren bir takip programı uygulanmalıdır. Wilms tümörü ameliyatında böbreğinin bir kısmı veya tamamı alındıysa, kalan böbrek dokusunun ne kadar iyi çalıştığını kontrol etmek için kan ve idrar testleri yapılmaktadır. Wilms Tümörü (Nefroblastom) nelerdir?Wilms tümörü çocuklarda en sık görülen böbrek kanseri türüdür. Wilms tümörü  (Nefroblastom) genellikle tek böbrekte görülür. Ancak nadir de olsa her iki böbrekte de ortaya çıkabilmektedir. Son yıllarda tedavi başarısında en fazla gelişme gösteren kanser türlerinden birisi olan Wilms tümörü (Nefroblastom) genellikle şişlik ve kitli hissi belirtileri vermektedir.Wilms Tümörü (Nefroblastom) nedenleri nelerdir?Wilms Tümörü (Nefroblastom) nedeni net olarak belli değildir. Ancak genetik faktörlerden kaynaklandığı düşünülmektedir. Doğum kusuru sendromları çocuklarda Wilms tümörü görülme riskini artırabilmektedir. Wilms Tümörü (Nefroblastom) nedenleri tam olarak bilinmemekle birlikte risk faktörleri genel olarak şu şekilde sıralanabilir;Wilms Tümörü (Nefroblastom) belirtileri nelerdir?Wilms Tümörü (Nefroblastom) belirtileri çocuktan çocuğa farklılık gösterebilmektedir. Bazı çocuklarda Wilms Tümörü (Nefroblastom) hiçbir belirti göstermeden de ilerleyebilir ancak hastaların büyük bir çoğunluğunda aşağıdaki belirtilerin bir veya bir kaçı görülmektedir.Wilms Tümörü (Nefroblastom) belirtileri genel olarak şu şekilde sıralanabilir;Wilms tümöründe sık görülen bu belirtilerin yanında;Wilms Tümörü (Nefroblastom) teşhisi nasıl yapılır?Wilms tümörü teşhis etmek ve hastalığın evresini belirlemek için çeşitli testler yapılmaktadır.Wilms tümörü teşhisinde doktorun fiziki muayenesi ve aile öyküsü önemlidir.Kan ve idrar testleri ile Wilms tümörü teşhis edilmemektedir. Ancak yapılacak kan ve idrar testleri ile böbreklerin çalışma durumu belirlenebilir.Wilms Tümörü (Nefroblastom) tedavisi nasıldır?Wilms Tümörü (Nefroblastom) tedavisi hastalığın evresine ve histolojisine bağlı olarak değişmektedir. Ancak genellikle Wilms Tümörü (Nefroblastom) tedavisinde ilk basamak cerrahi tedavidir. Sonrasında radyoterapi ve gerekirse kemoterapi uygulanmaktadır. Çoğu Wilms tümörü olumlu histolojiye sahiptir, yani tedavi edilmesi daha kolaydır. Wilms tümörü her iki böbrekte de olduğunda, genellikle tümörün mümkün olduğu kadar çoğu alınır ve böbrek naklinden kaçınmak için mümkün olduğu kadar sağlıklı böbrek dokusu korunur. İlerlemiş hastalarda cerrahiden önce tümörü küçültmek için önce kemoterapi uygulanabilmektedir.WILMS TÜMÖRÜ (NEFROBLASTOM) HAKKINDA SIK SORULAN SORULARWilms Tümörü (Nefroblastom) ameliyatı nasıldır?Wilms tümörü (Nefroblastom) tekrarlar mı?Wilms tümörü tedaviden sonra tekrarlayabilmektedir. Tümörün tipi, büyüklüğü, tedaviye verdiği yanıta göre tümörün tekrarlama (nüks) ihtimali değişmektedir. Wilms tümörünün tekrarlaması durumunda (nüks) yeni ilaç tedavileri, ek doz radyoterapi ve tekrar cerrahi uygulanabilmektedir.Wilms tümörü (Nefroblastom) ölümcül müdür?Wilms tümörü son yıllarda tedavi başarısı en fazla artan kanser türlerinin başında gelmektedir. Kanserin evresi, tipi, tümörün büyüklüğü gibi faktörlere bağlı olarak hastaların büyük bir kısmında tam iyileşme sağlanmaktadır. Wilms tümörü olan çocukların çoğu hayatta kalır ve normal, sağlıklı yaşamlarına devam eder.Wilms tümörü (Nefroblastom) evreleri nelerdir?Wilms tümörü evreleri genel olarak şu şekilde sıralanabilir;Wilms tümörü (Nefroblastom) akciğer metastazı yapar mı?Wilms tümörü vücudun farklı bölgelerine yayılım gösterebilmektedir. Wilms tümörü akciğer, kemikler ya da beyinde metastaz yapabilmektedir. Wilms tümörü (Nefroblastom) ameliyatının riskleri nelerdir?
5,270
694
Hastalıklar
Wilson Hastalığı
Nadir görülen bir hastalık olan Wilson Hastalığı (WH) vücutta bakır birikimi ile seyreden bir hastalık olup, sıklıkla 5 ile 45 yaş arasında görülüyor. Genetik geçişli olan bu rahatsızlık, karaciğer ve beyin başta olmak üzere göz ve diğer çeşitli organlarda tutulumlara sebep olabiliyor. Erken teşhis sonrası gerekli tedavi planlaması yapılmadığı takdirde; siroz, karaciğer yetmezliği, ileri beyin hasarı ve maalesef ölüme sebebiyet verebiliyor. Özellikle bu hastalıkla ilgili aile öyküsü olanların tarama yaptırması erken teşhis aşısından büyük önem taşıyor. Memorial Ankara Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü Uzmanları, Wilson Hastalığı ile ilgili bilgi verdi.Nadir görülen bir hastalık olan Wilson Hastalığı (WH) vücutta bakır birikimi ile seyreden bir hastalık olup, sıklıkla 5 ile 45 yaş arasında görülüyor. Genetik geçişli olan bu rahatsızlık, karaciğer ve beyin başta olmak üzere göz ve diğer çeşitli organlarda tutulumlara sebep olabiliyor. Erken teşhis sonrası gerekli tedavi planlaması yapılmadığı takdirde; siroz, karaciğer yetmezliği, ileri beyin hasarı ve maalesef ölüme sebebiyet verebiliyor. Özellikle bu hastalıkla ilgili aile öyküsü olanların tarama yaptırması erken teşhis aşısından büyük önem taşıyor. Memorial Ankara Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü Uzmanları, Wilson Hastalığı ile ilgili bilgi verdi. Wilson hastalığı nedir?Wilson Hastalığı (WH) bakır metabolizmasının bozulması sonucu oluşan genetik bir  hastalıktır. Karaciğer ve beyin başta olmak üzere daha pek çok organda biriken bakırın yol açtığı organ hasarları, çeşitli yakınma ve bulgulara yol açar. WH tedavi edilmediği takdirde ölümcül seyirli olabilir.WH nadir bir hastalık olup çeşitli toplumlarda görülme sıklığı % 0.3-0.7 arasında bildirilmiştir. Hastalığın en sık görülme yaşları 5 ile 45 yaş arasıdır ancak çok nadir olarak 3 yaştan 63 yaşa kadar olgular da bildirilmiştir. Hastalığa ait bulgular 6-10 yaşlarında saptanabilmekte, erken tanı alamayan hastalarda ise sıklıkla 20-30’lu yaşlarda karaciğer ve beyin tutulumuna bağlı şikayet ve bulgular ortaya çıkmaktadır.  B akır nedir, vücudumuzda ne işe yarar?Bakır diyetimizle birlikte vücudumuza aldığımız bir eser elementtir. Yediğimiz ve içtiğimizle birlikte günlük 1-2 mg bakır alırız ancak vücudumuzun günlük ihtiyacı 0.75 mg kadardır. Diyetle alınan bakır ince bağırsaklarda emilip, kan dolaşımı ile karaciğere taşınır. Fazla bakırın %90’ı karaciğerden safrayla birlikte atılır ve dışkı ile vücuttan uzaklaştırılır. İdrar yoluyla bakır atılımı ise sadece %10 kadardır. Karaciğerden atılım yetersiz kaldığında idrardan bakır atılımı artar ancak bu, fazla bakırı vücuttan uzaklaştırılabilmesine yetmez.Bakır vücutta bağ dokusunun çalışması, hücrelerde serbest radikallerin temizlenmesi, elektron transferi, pigment üretimi ve beyinde sinir iletimi gibi yaşamsal birçok işlev için gereklidir. Öte yandan bakırın fazlası da vücut için zararlı olup vücuttan uzaklaştırılması gereklidir. İşte karaciğerde gerçekleşen atılım mekanizmasını işler halde tutan proteinlerin yapılmasını veya çalışmasını bozan genetik mutasyonlar Wilson Hastalığına sebep olur. W ilson hastalığı neden olur?WH otomozal resesif geçişli kalıtsal bir hastalıktır. Hastalığın ortaya çıkması için anne ve babanın her ikisinde de hastalığı taşıyan genetik mutasyonun olması gereklidir. Bu durumda doğacak çocuklar %25 olasılıkla sağlıklı, % 50 olasılıkla taşıyıcı ve%25 olasılıkla da maalesef hasta olacaktır.Hastalığın kaynağı, 13.kromozomdaki ATP7B geninde yer alan mutasyonlardır. ATP7B geni, vücudumuzda karaciğer hücrelerinde bakır atılımından sorumlu protein olan ATPaz2 proteinini kodlar. ATP7B geninde 250’den fazla mutasyon çeşidi bildirilmiş olup bu mutasyonların yaklaşık yarısı; ATPaz2 proteinindeki aminoasit dizilimini değiştirerek, proteinin 3 boyutlu yapısını ve stabilitesini bozarak onun düzgün çalışmasını engeller. ATPaz2 transport proteini, aposerüloplazmine (serülopazminin öncülü) 6 adet bakır atomu bağlanmasını sağlayarak onu serüloplazmine dönüşür. Serüloplazmin kanda bakırı taşıyan ana proteindir. WH’da yeterince aposerüplopazmin dönüşümü olmadığı için kanda serülopazmin seviyesi düşük çıkar. ATPaz2 fazla bakırı karaciğer hücreleri olan hepatositlerin içerisindeki veziküllerde depolayarak eksositozla safra kanaliküllerine ve buradan da safra yoluyla vücuttan dışarı atılmasını sağlar. ATPaz2 aktivitesi eksikliğinde ise fazla bakır safrayla atılamaz ve karaciğer hücresi içerisinde birikmeye başlar. Bakırın karaciğer hücrelerinde birikimi, hücre içinde serbest radikallerin oluşumuna neden olur. Serbest radikaller hücrelere zararlı olup zamanla hücrenin harabiyetine yol açar. Süregiden ve ilerleyen karaciğer hasarı kronik hepatite, fulminan hepatite ve uzun yıllar içerisinde karaciğer sirozuna ilerler. Hepatosit hasarı sonucu dökülen serbest bakır; hücrelerarası mesafeye ve buradan da dolaşıma geçerek kan yoluyla diğer organlar taşınır, beyin ve çeşitli diğer organlarda birikerek buralarda da hasara yol açarW ilson hastalığının belirtileri nelerdir?WH’nın belirtileri tutulum görülen organa göre değişiklik gösterebilir. Tutulum en sık karaciğer, beyin, göz ve çeşitli diğer organlarda ortaya çıkar.Karaciğer birikiminde görülen belirtilerKaraciğer tutulumu %42 civarında bildirilmiş olup daha sıklıkla çocuklarda görülmektedir. WH’na bağlı karaciğer tutulumu erken dönemde hastada herhangi bir şikayete yol açmayabilir veya erken dönemde sebebi açıklanamayan karaciğer enzim yüksekliği ile karaciğer yağlanması görülebilir. Hastalarda yorgunluk, güçsüzlük, iştahsızlık, bulantı veya karın ağrısı gibi özgül olmayan yakınmalar da görülebilir.Karaciğerdeki hasarın aylar yıllar içerisinde daha ciddi boyutlara ulaşması ile birlikte gözlerde sarılık, inatçı kaşıntı, bacaklarda belirgin şişlik (ödem), karında sıvı birikime bağlı şişlik (asit), çeşitli kanamalar ve karaciğer yetmezliğine bağlı beyin sorunları (bilişsel fonksiyonlarda azalma, davranış değişiklikleri, sürekli uyku hali veya koma) ortaya çıkabilir. Bunlar karaciğer sirozunu düşündüren bulgulardır.Bazı hastalara ise öncesinde bilinen WH tanısı olmadan, karaciğerde biriken bakır günler veya haftalar içerisinde, hızlı ilerleyen ağır bir hepatite yol açabilir ki bu durum fulminan hepatit olarak adlandırılır. Bu durumdaki hastalarda daha siroz gelişimi olmaksızın komaya kadar ilerleyebilen ciddi bilinç değişiklikleri görülebilir. Fulminan hepatit erken dönemde uygun tedavi edilemez ise sıklıkla ölümcül bir klinik tablodur.WH’na  bağlı karaciğer hastalığının karaciğer kanseri için de bir risk faktörü olduğu unutulmamalıdır.Beyin birikiminde görülen belirtilerNörolojik tutulum %34 civarında bildirilmiş olup daha sıklıkla 20-30’lu yaşlardaki erişkinlerde görülür. WH’da karaciğerde fazla miktarda biriken bakır, karaciğer hücrelerinde oluşan hasar nedeniyle kan dolaşıma da geçmeye başlar. Dolaşımda artan bakır karaciğerden sonra en sık olarak beyinde birikir. Beyinde bazal ganlionlarda tutuluma bağlı ellerde titreme, hareket bozuklukları, istemsiz kas spazmları, kaslarda koordinasyon ve motor kontrol bozuklukları, yutma güçlüğü gibi belirti ve bulgular ortaya çıkabilir.WH’da hastalarının %20’sinde psikiyatrik bulgular da görülebilmektedir. Beyin korteksinde bakır birikimi sonucunda; duygu durum bozuklukları, kaygı bozuklukları, depresyon, kişilik değişimleri, anti sosyal ve agresif davranışlar,  fobik bozukluklar, kompulsif bozukluklar, demans ve psikoz görülebilir.Çocuklarda okul performansında düşme ile hipofoni denilen cılız–fısıltılı sesle konuşma hastalığın erken tanınmasında önemli bulgular olabilir. Öte yandan WH çocuğun zekasını etkileyen bir hastalık değildir. Beyin tutulumu ile ilgili yani Nörolojik tablonun ortaya çıkması için daha önce karaciğerdeki yani Hepatolojik tablonun ortaya çıkması şart değildir. Karaciğerdeki tutulum henüz belirgin bir yakınmaya sebep olmadan beyin yakınmalarının daha önce görülebileceği unutulmamalıdır. Doğal olarak bu hastalarda karaciğer ilişkili bir yakınma olmasa bile bakır atılım bozukluğu temelde karaciğer kaynaklı olduğundan yapılan araştırmalarda karaciğer hastalığı da saptanabilir.Göz birikiminde görülen belirtilerGözde bakır birikimine bağlı kornea tabakasında Kayser-Fleischer Halkası görülebilir. Bu halka bazen gözle de görülebilse de esas olarak Göz uzmanı tarafından biyomikroskop denilen cihazla yapılan ayrıntılı göz muayenesinde değerlendirilmelidir. Bu bulgunun varlığı aynı zamanda hastalığın tanısı için değerli bir kriterdir. Ancak tanı için şart olmayıp hastaların yüzde sadece %40-60’ında saptanabilir. Yine WH dışında nadir başka karaciğer hastalıklarında da Kayser- Fleischer Halkası görülebilir. Diğer organlarda görülen belirtilerWH’nın  diğer organlarda tutulum yapması da bazı belirtileri ortaya çıkarabilir. Bunların arasında kırmızı kan hücrelerinin yıkımına bağlı hemoliz, böbrek bulguları, eklem bulguları, kemik erimesi, kalp tutulumu, Endokrinolojik bozukluklar ve pankreas tutulumu da görülebilir.Wilson Hastalığı kimlerde görülür?Wilson hastalığı, yaş grubu uyan herkeste görülebilir. Ancak bilinen aile öyküsü olanlarda risk daha fazladır. Aile öyküsü olan kişiler bir şikayeti olmasa dahi mutlaka tarama yaptırmalıdır. Bununla birlikte ailede yeni bir vaka çıkması durumunda da mutlaka aile taraması gerçekleştirilmelidir. Aile taramasına 5 yaşında başlanması tavsiye edilir.W ilson hastalığı tanısı nasıl konulur?WH tanısı için başlangıçta çeşitli kan ve idrar tahlilleri yapılır. Karaciğer ve beynin görüntülenmesi için ultrasonografi, Bilgisayarlı Tomografi ve Manyetik Rezonans gibi Radyolojik değerlendirmeler yapılır. WH tanısını destekler bulgular varsa karaciğerden biyopsi alınarak bakır birikimi saptanır. İleri genetik araştırmalarla hastalığa sebep olan genetik mutasyon saptanabilir.Kan tahlillerinde başlangıçta sadece karaciğer enzimlerinde yükseklik görülebilir. Kanda hepatosit hasarı sonrası serbest veya bağlı olmayan bakır arttığından serum bakır düzeyi yüksek çıkar. Kanda seruloplazmin düzeyinin düşüklüğü tanı kriterlerinden biridir. Karaciğerden yeterince bakır atılamadığı için böbrekten bakır atılımı artar, 24 saatlik idrarda bakır atılımının yüksek çıkması yine tanı için çok değerlidir. Göz muayenesinde Kayser-Fleischer Halkası tespit edilmesi de tanıyı destekler. Son olarak karaciğerden iğne biyopsi yapılarak alınan karaciğer dokusunda da biriken bakır miktarı kantitatif olarak saptanabilir.Karaciğer görüntülemelerinde normal karaciğerden; karaciğerde büyüme (hepatomegali) veya küçülme, dalakta büyüme (splenomegali), karaciğer ana damarında (portal) hipertansiyon bulguları, karında sıvı birikimi (asit) veya karaciğer kanserine dek değişebilen bulgular saptanabilir.Nörolojik bulguları olan hastalarda beyin Manyetik Rezonans (MR) görüntülemesinde beyinde bakır birikimi saptanabilir. Pratik olarak,1) gözde Kayser-Fleischer Halkası,2) Manyetik Rezonans görüntülemede beyinde bakır birikimi bulguları,3) kanda seruloplazmin düşüklüğü4) karaciğer biyopsisinde bakır birikimi kriterlerinin 4’ünden 2 tanesinin varlığı WH tanısının konulması için yeterlidir. Wilson hastalığı nasıl tedavi edilir? Hastalığın kesin çözümü var mıdır?Wilson hastalığı erken teşhis edilebilirse, tedavi edilebilir bir siroz ve beyin hastalığı sebebidir. Ancak hastalığın tamamen ortadan kaldırılması mümkün olmayıp özellikle ileri karaciğer ve/veya beyin hasarı oluşmadan başlanacak tedavi ile istenmeyen durumların önüne geçilebilir. Hastalığın tedavisinde öncelikle düşük bakır içeren özel diyetler uygulanır. Bağırsaktan bakır emilimini azaltmak için bazı ilaçlar kullanılır. Tedavinin en önemli kısmı ise vücutta birikmiş bakırı azaltan, şelatör ajanların kullanımıdır. Şelatör ajanlar böbreklerden kolayca atılabilen ilaçlardır, dolaşımdaki serbest bakıra bağlanabilme özellikleri sayesinde idrarla bakır atılımını arttırırlar.Hastalığın tedavisinde kullanılan ilaçların etken maddeleri arasında olan Çinko, bağırsakta bakır emilimini azaltır. Birikmiş olan bakırın azaltılması için kullanılan şelatör ajanlar ise D-penisilamin veya Trientine isimli ilaçlardır. Bu ilaçlar etkili olmaları yanında, kimi ciddi yan etkilere de sahip olup mutlaka düzenli takip altında kullanılması gereken ilaçlardır. Gebelikte D-penisilamin kullanılabilir ancak stabil hastalarda hamilelik sonuna kadar sadece Çinko alınması daha güvenlidir.Karaciğer sirozu ve buna bağlı komplikasyonlar gelişen ve klinik durumu uygun hastalarda karaciğer nakli de tedavi seçenekleri arasındadır.Wilson hastalığı ile ilgili sık sorulan sorularWilson Hastalığı diyeti nedir?Wilson Hastalığında yüksek bakır içeren sakatat, kabuklu deniz ürünleri, kepekli tahıllar, fasulye, bezelye, patates, çikolata, fındık, fıstık ve mantar gibi gıdalardan kaçınılması gerekir. Bununla birlikte bakır içeren mutfak eşyalarının kullanılmaması, şebeke suyu taşıyan boruların da bakır içeriği açısından kontrol edilmesi gerekir.Wilson hastalığı tehlikeli midir?Wilson hastalığı tedavi edilmediği zaman ölümcül tehlike oluşturabilir.Vücutta bakır fazlalığı nasıl atılır?Vücuttaki bakır fazlalığının yüzde 90'ı safrayla karaciğerden atılmakla beraber dışkıyla uzaklaşır.Wilson hastalığı olan kişi neleri yememeli?Yüksek miktarda bakır içeren deniz ürünleri, tahıllar, bezelye, patates, fındık, fıstık gibi besinler Wilson hastalığında tüketilmemelidir.Bakır hangi besinlerde bulunur?Yeşil yapraklı sebzeler, sakatatlar, kabuklu deniz ürünleri, baklagiller, fındık, bitter çikolata gibi besinlerde bakır bulunmaktadır.Bakır olduğu nasıl anlaşılır?Bakır fazlalığı karaciğer, beyin, göz gibi organlarda belirti verebilir. Yorgunluk, iştahsızlık, bulantı, ödem, karında şişlik, istemsiz kas spazmları, yutma güçlükleri, motor kontrol bozuklukları, kemik erimesi, hemoliz durumları görülebilir. Bu belirtilerle birlikte kanda ve idrarda bakır değerlerine bakılır. Böylece bakır olduğu anlaşılır.Wilson hastalığı hangi mineral ile ilişkili?Wilson hastalığı bakır ile ilişkilidir.Wilson hastalığının tedavisi var mı?Wilsonda ilaç tedavileri vardır. Ciddi anlamda karaciğer hasarı durumunda karaciğer nakli yapılmalıdır.Wilson Hastalığının komplikasyonları nelerdir?WH’nın komplikasyonları karaciğer sirozu, portal hipertansiyon, karaciğer kanseri ve karaciğer yetersizliğidir. Beyin tutulumu durumunda ise progresif ilerleyici beyin hasarına bağlı Nöropsikiyatrik hastalıklar oluşur.Wilson Hastalığı bitkisel yollarla tedavi edilebilir mi?Wh’nın tedavisinde bilimsel kanıtı olan bitkisel ilaç veya tedavi yöntemleri bulunmamaktadır.Wilson Hastalığı bulaşıcı mıdır?WH genetik bir hastalıktır ve kimseye bulaşmaz sadece aile öyküsü olan kişilerde, genetik benzerlik nedeniyle hastalığın görülme riski artar.Wilson Hastalığı karaciğer nakli gerektirir mi?Fulminan hepatite bağlı hızlı gelişen ve diğer tedavilere yanıt vermeyen karaciğer yetmezliğinde karaciğer nakli hayat kurtarıcı olabilir. Yine ilerlemiş karaciğer sirozunda veya erken evre karaciğer kanserinde klinik durumu uygun hastalarda karaciğer naklinin tedavide yeri vardır. Belirgin karaciğer hasarı bulunmaksızın esas olarak Nöropsikiyatrik hastalığın tedavisi için karaciğer nakli yapılması çok etkili değildir ve genellikle tavsiye edilmez.Wilson Hastalığı tedavi süresi ne kadardır?WH kronik bir hastalık olup, hastanın tedavisi ve düzenli takibi hayat boyu devam etmelidir.Bakır eksikliğinde hangi hastalık ortaya çıkar?Bakır eksikliği de vücutta sorunlara sebep olur. Aşırı yorgunluk, kırılgan kemikler, sık hastalanma, düzensiz kalp atışları, böbrek veya karaciğer hasarı bakır eksikliğinden kaynaklanabilir.Wilson Hastalığı gebeliğe nasıl etki eder?Wilson Hastalığında hem erkeklerde hem de kadınlarda bazı endokrin organ tutulumlarına bağlı hormonal bozukluklar görülebilir. Bu hormonal bozukluklar infertiliteye (kısırlık) yol açabilir. Gebe kalan hastalarda tekrarlayan düşükler ortaya çıkabilir.Hastalığa bağlı karaciğer sirozu gelişen bayan hastalarda da infertilite riski ve gebe kalındığında doğumla ilgili riskler daha yüksektir. Hastalığın tedavisi için kullanılan ilaçlarlar da gebelik ve doğum sürecini olumsuz etkileyebilir. Çocuk doğurma yaşında olan veya gebe kalan hastaların takibi mutlaka bu konuda tecrübeli bir ekip tarafından yürütülmelidir. Wilson hastalığı nedir?Wilson Hastalığı (WH) bakır metabolizmasının bozulması sonucu oluşan genetik bir  hastalıktır. Karaciğer ve beyin başta olmak üzere daha pek çok organda biriken bakırın yol açtığı organ hasarları, çeşitli yakınma ve bulgulara yol açar. WH tedavi edilmediği takdirde ölümcül seyirli olabilir.WH nadir bir hastalık olup çeşitli toplumlarda görülme sıklığı % 0.3-0.7 arasında bildirilmiştir. Hastalığın en sık görülme yaşları 5 ile 45 yaş arasıdır ancak çok nadir olarak 3 yaştan 63 yaşa kadar olgular da bildirilmiştir. Hastalığa ait bulgular 6-10 yaşlarında saptanabilmekte, erken tanı alamayan hastalarda ise sıklıkla 20-30’lu yaşlarda karaciğer ve beyin tutulumuna bağlı şikayet ve bulgular ortaya çıkmaktadır.  B akır nedir, vücudumuzda ne işe yarar?Bakır diyetimizle birlikte vücudumuza aldığımız bir eser elementtir. Yediğimiz ve içtiğimizle birlikte günlük 1-2 mg bakır alırız ancak vücudumuzun günlük ihtiyacı 0.75 mg kadardır. Diyetle alınan bakır ince bağırsaklarda emilip, kan dolaşımı ile karaciğere taşınır. Fazla bakırın %90’ı karaciğerden safrayla birlikte atılır ve dışkı ile vücuttan uzaklaştırılır. İdrar yoluyla bakır atılımı ise sadece %10 kadardır. Karaciğerden atılım yetersiz kaldığında idrardan bakır atılımı artar ancak bu, fazla bakırı vücuttan uzaklaştırılabilmesine yetmez.Bakır vücutta bağ dokusunun çalışması, hücrelerde serbest radikallerin temizlenmesi, elektron transferi, pigment üretimi ve beyinde sinir iletimi gibi yaşamsal birçok işlev için gereklidir. Öte yandan bakırın fazlası da vücut için zararlı olup vücuttan uzaklaştırılması gereklidir. İşte karaciğerde gerçekleşen atılım mekanizmasını işler halde tutan proteinlerin yapılmasını veya çalışmasını bozan genetik mutasyonlar Wilson Hastalığına sebep olur. W ilson hastalığı neden olur?WH otomozal resesif geçişli kalıtsal bir hastalıktır. Hastalığın ortaya çıkması için anne ve babanın her ikisinde de hastalığı taşıyan genetik mutasyonun olması gereklidir. Bu durumda doğacak çocuklar %25 olasılıkla sağlıklı, % 50 olasılıkla taşıyıcı ve%25 olasılıkla da maalesef hasta olacaktır.Hastalığın kaynağı, 13.kromozomdaki ATP7B geninde yer alan mutasyonlardır. ATP7B geni, vücudumuzda karaciğer hücrelerinde bakır atılımından sorumlu protein olan ATPaz2 proteinini kodlar. ATP7B geninde 250’den fazla mutasyon çeşidi bildirilmiş olup bu mutasyonların yaklaşık yarısı; ATPaz2 proteinindeki aminoasit dizilimini değiştirerek, proteinin 3 boyutlu yapısını ve stabilitesini bozarak onun düzgün çalışmasını engeller. ATPaz2 transport proteini, aposerüloplazmine (serülopazminin öncülü) 6 adet bakır atomu bağlanmasını sağlayarak onu serüloplazmine dönüşür. Serüloplazmin kanda bakırı taşıyan ana proteindir. WH’da yeterince aposerüplopazmin dönüşümü olmadığı için kanda serülopazmin seviyesi düşük çıkar. ATPaz2 fazla bakırı karaciğer hücreleri olan hepatositlerin içerisindeki veziküllerde depolayarak eksositozla safra kanaliküllerine ve buradan da safra yoluyla vücuttan dışarı atılmasını sağlar. ATPaz2 aktivitesi eksikliğinde ise fazla bakır safrayla atılamaz ve karaciğer hücresi içerisinde birikmeye başlar. Bakırın karaciğer hücrelerinde birikimi, hücre içinde serbest radikallerin oluşumuna neden olur. Serbest radikaller hücrelere zararlı olup zamanla hücrenin harabiyetine yol açar. Süregiden ve ilerleyen karaciğer hasarı kronik hepatite, fulminan hepatite ve uzun yıllar içerisinde karaciğer sirozuna ilerler. Hepatosit hasarı sonucu dökülen serbest bakır; hücrelerarası mesafeye ve buradan da dolaşıma geçerek kan yoluyla diğer organlar taşınır, beyin ve çeşitli diğer organlarda birikerek buralarda da hasara yol açarW ilson hastalığının belirtileri nelerdir?WH’nın belirtileri tutulum görülen organa göre değişiklik gösterebilir. Tutulum en sık karaciğer, beyin, göz ve çeşitli diğer organlarda ortaya çıkar.Karaciğer birikiminde görülen belirtilerKaraciğer tutulumu %42 civarında bildirilmiş olup daha sıklıkla çocuklarda görülmektedir. WH’na bağlı karaciğer tutulumu erken dönemde hastada herhangi bir şikayete yol açmayabilir veya erken dönemde sebebi açıklanamayan karaciğer enzim yüksekliği ile karaciğer yağlanması görülebilir. Hastalarda yorgunluk, güçsüzlük, iştahsızlık, bulantı veya karın ağrısı gibi özgül olmayan yakınmalar da görülebilir.Karaciğerdeki hasarın aylar yıllar içerisinde daha ciddi boyutlara ulaşması ile birlikte gözlerde sarılık, inatçı kaşıntı, bacaklarda belirgin şişlik (ödem), karında sıvı birikime bağlı şişlik (asit), çeşitli kanamalar ve karaciğer yetmezliğine bağlı beyin sorunları (bilişsel fonksiyonlarda azalma, davranış değişiklikleri, sürekli uyku hali veya koma) ortaya çıkabilir. Bunlar karaciğer sirozunu düşündüren bulgulardır.Bazı hastalara ise öncesinde bilinen WH tanısı olmadan, karaciğerde biriken bakır günler veya haftalar içerisinde, hızlı ilerleyen ağır bir hepatite yol açabilir ki bu durum fulminan hepatit olarak adlandırılır. Bu durumdaki hastalarda daha siroz gelişimi olmaksızın komaya kadar ilerleyebilen ciddi bilinç değişiklikleri görülebilir. Fulminan hepatit erken dönemde uygun tedavi edilemez ise sıklıkla ölümcül bir klinik tablodur.WH’na  bağlı karaciğer hastalığının karaciğer kanseri için de bir risk faktörü olduğu unutulmamalıdır.Beyin birikiminde görülen belirtilerNörolojik tutulum %34 civarında bildirilmiş olup daha sıklıkla 20-30’lu yaşlardaki erişkinlerde görülür. WH’da karaciğerde fazla miktarda biriken bakır, karaciğer hücrelerinde oluşan hasar nedeniyle kan dolaşıma da geçmeye başlar. Dolaşımda artan bakır karaciğerden sonra en sık olarak beyinde birikir. Beyinde bazal ganlionlarda tutuluma bağlı ellerde titreme, hareket bozuklukları, istemsiz kas spazmları, kaslarda koordinasyon ve motor kontrol bozuklukları, yutma güçlüğü gibi belirti ve bulgular ortaya çıkabilir.WH’da hastalarının %20’sinde psikiyatrik bulgular da görülebilmektedir. Beyin korteksinde bakır birikimi sonucunda; duygu durum bozuklukları, kaygı bozuklukları, depresyon, kişilik değişimleri, anti sosyal ve agresif davranışlar,  fobik bozukluklar, kompulsif bozukluklar, demans ve psikoz görülebilir.Çocuklarda okul performansında düşme ile hipofoni denilen cılız–fısıltılı sesle konuşma hastalığın erken tanınmasında önemli bulgular olabilir. Öte yandan WH çocuğun zekasını etkileyen bir hastalık değildir. Beyin tutulumu ile ilgili yani Nörolojik tablonun ortaya çıkması için daha önce karaciğerdeki yani Hepatolojik tablonun ortaya çıkması şart değildir. Karaciğerdeki tutulum henüz belirgin bir yakınmaya sebep olmadan beyin yakınmalarının daha önce görülebileceği unutulmamalıdır. Doğal olarak bu hastalarda karaciğer ilişkili bir yakınma olmasa bile bakır atılım bozukluğu temelde karaciğer kaynaklı olduğundan yapılan araştırmalarda karaciğer hastalığı da saptanabilir.Göz birikiminde görülen belirtilerGözde bakır birikimine bağlı kornea tabakasında Kayser-Fleischer Halkası görülebilir. Bu halka bazen gözle de görülebilse de esas olarak Göz uzmanı tarafından biyomikroskop denilen cihazla yapılan ayrıntılı göz muayenesinde değerlendirilmelidir. Bu bulgunun varlığı aynı zamanda hastalığın tanısı için değerli bir kriterdir. Ancak tanı için şart olmayıp hastaların yüzde sadece %40-60’ında saptanabilir. Yine WH dışında nadir başka karaciğer hastalıklarında da Kayser- Fleischer Halkası görülebilir. Diğer organlarda görülen belirtilerWH’nın  diğer organlarda tutulum yapması da bazı belirtileri ortaya çıkarabilir. Bunların arasında kırmızı kan hücrelerinin yıkımına bağlı hemoliz, böbrek bulguları, eklem bulguları, kemik erimesi, kalp tutulumu, Endokrinolojik bozukluklar ve pankreas tutulumu da görülebilir.Wilson Hastalığı kimlerde görülür?Wilson hastalığı, yaş grubu uyan herkeste görülebilir. Ancak bilinen aile öyküsü olanlarda risk daha fazladır. Aile öyküsü olan kişiler bir şikayeti olmasa dahi mutlaka tarama yaptırmalıdır. Bununla birlikte ailede yeni bir vaka çıkması durumunda da mutlaka aile taraması gerçekleştirilmelidir. Aile taramasına 5 yaşında başlanması tavsiye edilir.W ilson hastalığı tanısı nasıl konulur?WH tanısı için başlangıçta çeşitli kan ve idrar tahlilleri yapılır. Karaciğer ve beynin görüntülenmesi için ultrasonografi, Bilgisayarlı Tomografi ve Manyetik Rezonans gibi Radyolojik değerlendirmeler yapılır. WH tanısını destekler bulgular varsa karaciğerden biyopsi alınarak bakır birikimi saptanır. İleri genetik araştırmalarla hastalığa sebep olan genetik mutasyon saptanabilir.Kan tahlillerinde başlangıçta sadece karaciğer enzimlerinde yükseklik görülebilir. Kanda hepatosit hasarı sonrası serbest veya bağlı olmayan bakır arttığından serum bakır düzeyi yüksek çıkar. Kanda seruloplazmin düzeyinin düşüklüğü tanı kriterlerinden biridir. Karaciğerden yeterince bakır atılamadığı için böbrekten bakır atılımı artar, 24 saatlik idrarda bakır atılımının yüksek çıkması yine tanı için çok değerlidir. Göz muayenesinde Kayser-Fleischer Halkası tespit edilmesi de tanıyı destekler. Son olarak karaciğerden iğne biyopsi yapılarak alınan karaciğer dokusunda da biriken bakır miktarı kantitatif olarak saptanabilir.Karaciğer görüntülemelerinde normal karaciğerden; karaciğerde büyüme (hepatomegali) veya küçülme, dalakta büyüme (splenomegali), karaciğer ana damarında (portal) hipertansiyon bulguları, karında sıvı birikimi (asit) veya karaciğer kanserine dek değişebilen bulgular saptanabilir.Nörolojik bulguları olan hastalarda beyin Manyetik Rezonans (MR) görüntülemesinde beyinde bakır birikimi saptanabilir. Pratik olarak,1) gözde Kayser-Fleischer Halkası,2) Manyetik Rezonans görüntülemede beyinde bakır birikimi bulguları,3) kanda seruloplazmin düşüklüğü4) karaciğer biyopsisinde bakır birikimi kriterlerinin 4’ünden 2 tanesinin varlığı WH tanısının konulması için yeterlidir. Wilson hastalığı nasıl tedavi edilir? Hastalığın kesin çözümü var mıdır?Wilson hastalığı erken teşhis edilebilirse, tedavi edilebilir bir siroz ve beyin hastalığı sebebidir. Ancak hastalığın tamamen ortadan kaldırılması mümkün olmayıp özellikle ileri karaciğer ve/veya beyin hasarı oluşmadan başlanacak tedavi ile istenmeyen durumların önüne geçilebilir. Hastalığın tedavisinde öncelikle düşük bakır içeren özel diyetler uygulanır. Bağırsaktan bakır emilimini azaltmak için bazı ilaçlar kullanılır. Tedavinin en önemli kısmı ise vücutta birikmiş bakırı azaltan, şelatör ajanların kullanımıdır. Şelatör ajanlar böbreklerden kolayca atılabilen ilaçlardır, dolaşımdaki serbest bakıra bağlanabilme özellikleri sayesinde idrarla bakır atılımını arttırırlar.Hastalığın tedavisinde kullanılan ilaçların etken maddeleri arasında olan Çinko, bağırsakta bakır emilimini azaltır. Birikmiş olan bakırın azaltılması için kullanılan şelatör ajanlar ise D-penisilamin veya Trientine isimli ilaçlardır. Bu ilaçlar etkili olmaları yanında, kimi ciddi yan etkilere de sahip olup mutlaka düzenli takip altında kullanılması gereken ilaçlardır. Gebelikte D-penisilamin kullanılabilir ancak stabil hastalarda hamilelik sonuna kadar sadece Çinko alınması daha güvenlidir.Karaciğer sirozu ve buna bağlı komplikasyonlar gelişen ve klinik durumu uygun hastalarda karaciğer nakli de tedavi seçenekleri arasındadır.Wilson hastalığı ile ilgili sık sorulan sorularWilson Hastalığı diyeti nedir?Wilson Hastalığında yüksek bakır içeren sakatat, kabuklu deniz ürünleri, kepekli tahıllar, fasulye, bezelye, patates, çikolata, fındık, fıstık ve mantar gibi gıdalardan kaçınılması gerekir. Bununla birlikte bakır içeren mutfak eşyalarının kullanılmaması, şebeke suyu taşıyan boruların da bakır içeriği açısından kontrol edilmesi gerekir.Wilson hastalığı tehlikeli midir?Wilson hastalığı tedavi edilmediği zaman ölümcül tehlike oluşturabilir.Vücutta bakır fazlalığı nasıl atılır?Vücuttaki bakır fazlalığının yüzde 90'ı safrayla karaciğerden atılmakla beraber dışkıyla uzaklaşır.Wilson hastalığı olan kişi neleri yememeli?Yüksek miktarda bakır içeren deniz ürünleri, tahıllar, bezelye, patates, fındık, fıstık gibi besinler Wilson hastalığında tüketilmemelidir.Bakır hangi besinlerde bulunur?Yeşil yapraklı sebzeler, sakatatlar, kabuklu deniz ürünleri, baklagiller, fındık, bitter çikolata gibi besinlerde bakır bulunmaktadır.Bakır olduğu nasıl anlaşılır?Bakır fazlalığı karaciğer, beyin, göz gibi organlarda belirti verebilir. Yorgunluk, iştahsızlık, bulantı, ödem, karında şişlik, istemsiz kas spazmları, yutma güçlükleri, motor kontrol bozuklukları, kemik erimesi, hemoliz durumları görülebilir. Bu belirtilerle birlikte kanda ve idrarda bakır değerlerine bakılır. Böylece bakır olduğu anlaşılır.Wilson hastalığı hangi mineral ile ilişkili?Wilson hastalığı bakır ile ilişkilidir.Wilson hastalığının tedavisi var mı?Wilsonda ilaç tedavileri vardır. Ciddi anlamda karaciğer hasarı durumunda karaciğer nakli yapılmalıdır.Wilson Hastalığının komplikasyonları nelerdir?WH’nın komplikasyonları karaciğer sirozu, portal hipertansiyon, karaciğer kanseri ve karaciğer yetersizliğidir. Beyin tutulumu durumunda ise progresif ilerleyici beyin hasarına bağlı Nöropsikiyatrik hastalıklar oluşur.Wilson Hastalığı bitkisel yollarla tedavi edilebilir mi?Wh’nın tedavisinde bilimsel kanıtı olan bitkisel ilaç veya tedavi yöntemleri bulunmamaktadır.Wilson Hastalığı bulaşıcı mıdır?WH genetik bir hastalıktır ve kimseye bulaşmaz sadece aile öyküsü olan kişilerde, genetik benzerlik nedeniyle hastalığın görülme riski artar.Wilson Hastalığı karaciğer nakli gerektirir mi?Fulminan hepatite bağlı hızlı gelişen ve diğer tedavilere yanıt vermeyen karaciğer yetmezliğinde karaciğer nakli hayat kurtarıcı olabilir. Yine ilerlemiş karaciğer sirozunda veya erken evre karaciğer kanserinde klinik durumu uygun hastalarda karaciğer naklinin tedavide yeri vardır. Belirgin karaciğer hasarı bulunmaksızın esas olarak Nöropsikiyatrik hastalığın tedavisi için karaciğer nakli yapılması çok etkili değildir ve genellikle tavsiye edilmez.Wilson Hastalığı tedavi süresi ne kadardır?WH kronik bir hastalık olup, hastanın tedavisi ve düzenli takibi hayat boyu devam etmelidir.Bakır eksikliğinde hangi hastalık ortaya çıkar?Bakır eksikliği de vücutta sorunlara sebep olur. Aşırı yorgunluk, kırılgan kemikler, sık hastalanma, düzensiz kalp atışları, böbrek veya karaciğer hasarı bakır eksikliğinden kaynaklanabilir.Wilson Hastalığı gebeliğe nasıl etki eder?Wilson Hastalığında hem erkeklerde hem de kadınlarda bazı endokrin organ tutulumlarına bağlı hormonal bozukluklar görülebilir. Bu hormonal bozukluklar infertiliteye (kısırlık) yol açabilir. Gebe kalan hastalarda tekrarlayan düşükler ortaya çıkabilir.Hastalığa bağlı karaciğer sirozu gelişen bayan hastalarda da infertilite riski ve gebe kalındığında doğumla ilgili riskler daha yüksektir. Hastalığın tedavisi için kullanılan ilaçlarlar da gebelik ve doğum sürecini olumsuz etkileyebilir. Çocuk doğurma yaşında olan veya gebe kalan hastaların takibi mutlaka bu konuda tecrübeli bir ekip tarafından yürütülmelidir.
11,639
695
Hastalıklar
Yalan Söyleme Hastalığı (Mitomani)
Bazı insanlar diğerlerinden daha sık yalan söylese de, bu genellikle bir zihinsel sağlık durumunun işareti olmuyor. Ancak patolojik yalan yani yalan söyleme hastalığının farklı bir şekilde değerlendirilmesi gerekiyor. Yalan söyleme hastalığı (mitomani) kişilik bozukluğu gibi altta yatan bir zihinsel sağlık durumunun bir işareti olabiliyor. Yalan söyleme hastalığı “Patolojik yalan”; antisosyal, narsisistik ve histrionik kişilik bozuklukları dahil olmak üzere çeşitli kişilik bozukluğunun bir belirtisi olarak görülüyor. Borderline kişilik bozukluğu gibi diğer durumlar da sık sık yalan söylemeye yol açabiliyor. Memorial Antalya Hastanesi Psikiyatri Bölümü’nden Uz. Dr. Seda Yavuz, yalan söyleme hastalığı hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.Bazı insanlar diğerlerinden daha sık yalan söylese de, bu genellikle bir zihinsel sağlık durumunun işareti olmuyor. Ancak patolojik yalan yani yalan söyleme hastalığının farklı bir şekilde değerlendirilmesi gerekiyor. Yalan söyleme hastalığı (mitomani) kişilik bozukluğu gibi altta yatan bir zihinsel sağlık durumunun bir işareti olabiliyor. Yalan söyleme hastalığı “Patolojik yalan”; antisosyal, narsisistik ve histrionik kişilik bozuklukları dahil olmak üzere çeşitli kişilik bozukluğunun bir belirtisi olarak görülüyor. Borderline kişilik bozukluğu gibi diğer durumlar da sık sık yalan söylemeye yol açabiliyor. Memorial Antalya Hastanesi Psikiyatri Bölümü’nden Uz. Dr. Seda Yavuz, yalan söyleme hastalığı hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı. Yalan Söyleme Hastalığı (Mitomani) Nedir?Yalan söyleme hastalığı yani patolojik yalan, yalan söylemenin alışkanlık haline gelmesi durumudur. Psikiyatride mitomani olarak adlandırılır. Bu belirtiye sahip kişilere mitoman denir. Mitomani, Yunanca muthos (efsane) ve Latince mania (delilik) kelimelerinin birleştirilmesinden meydana gelmiştir.Yalan Söyleme Hastalığı (Mitomani) Kimlerde Görülür?Yalan söyleme hastalığı(mitomani) yani “Patolojik yalan” kendi başına bir hastalık değildir, başka psikiyatrik rahatsızlıkların belirtisi olabilmektedir. Bazı kişilik bozuklukları, dürtü kontrol bozuklukları, anksiyete bozuklukları veya depresyon görülen psikiyatri hastalarında yalan söyleme davranışı görülebilir.Patolojik yalancı, hikayelerini genellikle insanları etkileyeceğine inandığı bir şekilde süsleyen kişidir. Patolojik bir yalancı, normal bir yalancıdan farklı olabilir, çünkü patolojik bir yalancı, söylediği yalanın -en azından toplum içinde- doğru olduğuna inanır ve rol yapar. Diğer yandan yalan söyleme hastalığı olan mitoman kişi, söylediği şeylerin yalan olduğunu fark etmeden de bu yalanları söyleyebilir. Onun için söylediği yalanlar normaldir ve ortada herhangi bir sorun yoktur. Yalan artık kişilerin içine işlemiş ve hayatının bir parçası olmuştur. Başka bir kişi yalan söylediği konusunda telkinde bulunsa da yalan söylemediği konusunda kendince deliller sunmaya çalışır. Yalan Söyleme Hastalığı (Mitomani) Belirtileri Nelerdir?Patolojik olarak yalan söyleyen mitoman insanlar, günlük olağan iletişimlerinde yalana başvurabilirler ve çoğunlukla bu yalanlara ihtiyaç duyarlar. Yalanlar ve abartmalar olmadan konuşmalarını sürdüremezler. Dahası, patolojik yalancılık o kadar davranışın bir parçası haline gelir ki onlar için yalansız ve abartısız bir konuşmalar ve iletişim sıkıcıdır. Bu yalanlar onların hayatının merkezinde yer alır. Birey o yalanların içinde kendine hayali bir dünya oluşturur ve söyledikleri yalanlara inanmaya başlarlar.Yalan söyleme hastalığı olan kişilerin özellikleri ve bu kişilerde ortaya çıkan belirtiler şu şekildedir: Çok rahat yalan söylerler Söyledikleri yalana kendileri de inanırlar Yalan artık onların bir parçası olmuştur Yalan söylerken herhangi bir utanma, çekince veya yüz kızarması olmaz Söylediği yalanlara inanılmasını sağlamak için büyük çaba sarf etme  Yalan ortaya çıksa bile pişmanlık duymamaBu belirtiye sahip kişiler genellikle odak noktası olmak isterler. Dikkatleri üzerine çekmek için yoğun bir istek ve arzu duyan kişi bunu başarabilmek adına olayları inanılmayacak derecede büyütmeye, abartmaya, dramatize etmeye başlar. Bunu sağlamak için de mecburen yalana başvurur.Patolojik yalancılar genellikle kendilerini doğruyu söylediklerine ikna ederler ve bu da yalan makinesi testlerini ve diğer sorgulamaları değiştirebilir. Bir yalanı yakalandığında, patolojik yalancılar düşmanca davranmaya veya yalan söyledikleri gerçeğini göz ardı etmeye çalışırlar.Yalan Söyleme Hastalığı (Mitomani) Nasıl Tedavi Edilir?Kişiler “yalan söyleme” şikayetiyle çok nadiren doktora başvururlar. Daha sıklıkla karşılaşılan, kişilerin mecburen tedaviye gelmesi veya getirilmesi ve eşlik eden diğer belirtiler konuşulurken ortaya çıkmasıdır.Mitomani tedavisinde dikkat edilmesi gereken en önemli unsurlardan biri yalan söyleme davranışının başka bir psikiyatrik hastalığın belirtisi olup olmadığı eğer eşlik eden bir ruhsal rahatsızlık varsa buna yönelik; antidepresan, antipsikotik veya sakinleştirici ilaçlar kullanılabilir. Mitomanik kişilerin tedavisinde psikoterapi oldukça önemlidir. Ayrıca teşhis sonrası hasta yakınlarının da psikolojik yönden desteklenmesi gerekir.Mitomaninin terapisinde kişilerin kötülük yapma amacıyla değil; psikolojik bir dürtüyle yalan söylediği kabul edilerek, fark edilen yalanlara kızgınlıkla veya suçlamayla tepki gösterilmemelidir. Mitomanik kişilerin yalan söylediği fark edildiğinde, konuşma daha fazla devam ettirilmeden, o noktada sona erdirilebilir. Bu davranış esnasında, yalan söylemeye devam edildiği takdirde, kendisiyle konuşulmayacağı belirtilebilir. Bu gibi negatif pekiştirme davranışlarıyla kişilere doğruyu söyleme alıştırılabilir.Mitomani hastalarıyla yalan konusunda konuşulurken destekleyici olunması faydalıdır. Kendilerine başkalarını etkilemelerine gerek olmadığı hatırlatılabilir. Yargılamadan veya utandırmadan, kişilere bu durumla alakalı profesyonel yardım alınması teşvik edilebilir.Yalan Söyleme Hastalığı (Mitomani) Hakkında Sık Sorulan SorularMitomani ne demek?Mitomani, kronik olarak yalan söyleme hastalığıdır. Mitoman kişilerin söylediğinin neredeyse üçte ikisi yalan haline gelmiştir ve bu durum sürekli bir şekilde devam eder. Üstelik bu yalanları söyleyen kişiler söyledikleri yalana kendileri de inanır.Yalan söylemek hastalık mıdır?Yalan söylemenin en açık nedeni çevre üzerinde etkili olabilmek, çıkar sağlayabilmek için diğerlerini kandırmaya çalışmaktır. Bir suçlunun cezadan kaçabilmek için suçunu inkar etmesi ya da bir satıcının malını satabilmek için abartılı özellikler uydurması gibi örnekler verilebilir. Ancak patolojik yalan, tekrarlı ve belirgin şekilde işe yarar bir tarafı olmadan söylenir.Yalan söyleme hastalığının görülme sıklığı nedir?“Patolojik yalan” üzerine yapılmış çok az çalışma vardır. Genel popülasyonda yalan söyleme hastalığının görülme sıklığının bilinmemesine karşın, 1000 çocuk suçlu üzerinde tekrarlanan araştırmada görülme sıklığı %1’e yakın çıkmıştır. 72 vaka üzerinde yapılan başka bir çalışmada yalan söyleme davranışının başlama yaşının 16, farkına varılma yaşının ise 22 olduğu bulunmuştur.Yalan söyleme hastalığı olan birine nasıl yaklaşılmalıdır? Öfkelenmemeye çalışın. Ne kadar sinir bozucu olursa olsun, patolojik bir yalancıyla karşılaştığınızda öfkenizin sizi yenmesine izin vermemek önemlidir. Bu durumun sizinle ilgili olmadığını unutmayın. Yardımcı ve destek olmaya çalışın. Tıbbi yardım almasını önerin.Yalan söyleme hastalığı nasıl anlaşılır?Yalan söyleme hastalığı olan bireyler oldukça abartılı ifadeler kullanır ve inandırıcı olmaya çalışırlar. Bu kişilerin ikna kabiliyeti yüksektir. Yalan söylediklerini düşünmeden anlattıklarına kendiler de inanabilir ve karşı tarafı da inandırabilirler. Tekrarlayan yalanlar ve bunları ortaya çıkması ile kişide yalan söyleme hastalığı yani mitomani olduğu anlaşılabilir. Yalan Söyleme Hastalığı (Mitomani) Nedir?Yalan söyleme hastalığı yani patolojik yalan, yalan söylemenin alışkanlık haline gelmesi durumudur. Psikiyatride mitomani olarak adlandırılır. Bu belirtiye sahip kişilere mitoman denir. Mitomani, Yunanca muthos (efsane) ve Latince mania (delilik) kelimelerinin birleştirilmesinden meydana gelmiştir.Yalan Söyleme Hastalığı (Mitomani) Kimlerde Görülür?Yalan söyleme hastalığı(mitomani) yani “Patolojik yalan” kendi başına bir hastalık değildir, başka psikiyatrik rahatsızlıkların belirtisi olabilmektedir. Bazı kişilik bozuklukları, dürtü kontrol bozuklukları, anksiyete bozuklukları veya depresyon görülen psikiyatri hastalarında yalan söyleme davranışı görülebilir.Patolojik yalancı, hikayelerini genellikle insanları etkileyeceğine inandığı bir şekilde süsleyen kişidir. Patolojik bir yalancı, normal bir yalancıdan farklı olabilir, çünkü patolojik bir yalancı, söylediği yalanın -en azından toplum içinde- doğru olduğuna inanır ve rol yapar. Diğer yandan yalan söyleme hastalığı olan mitoman kişi, söylediği şeylerin yalan olduğunu fark etmeden de bu yalanları söyleyebilir. Onun için söylediği yalanlar normaldir ve ortada herhangi bir sorun yoktur. Yalan artık kişilerin içine işlemiş ve hayatının bir parçası olmuştur. Başka bir kişi yalan söylediği konusunda telkinde bulunsa da yalan söylemediği konusunda kendince deliller sunmaya çalışır. Yalan Söyleme Hastalığı (Mitomani) Belirtileri Nelerdir?Patolojik olarak yalan söyleyen mitoman insanlar, günlük olağan iletişimlerinde yalana başvurabilirler ve çoğunlukla bu yalanlara ihtiyaç duyarlar. Yalanlar ve abartmalar olmadan konuşmalarını sürdüremezler. Dahası, patolojik yalancılık o kadar davranışın bir parçası haline gelir ki onlar için yalansız ve abartısız bir konuşmalar ve iletişim sıkıcıdır. Bu yalanlar onların hayatının merkezinde yer alır. Birey o yalanların içinde kendine hayali bir dünya oluşturur ve söyledikleri yalanlara inanmaya başlarlar.Yalan söyleme hastalığı olan kişilerin özellikleri ve bu kişilerde ortaya çıkan belirtiler şu şekildedir:Bu belirtiye sahip kişiler genellikle odak noktası olmak isterler. Dikkatleri üzerine çekmek için yoğun bir istek ve arzu duyan kişi bunu başarabilmek adına olayları inanılmayacak derecede büyütmeye, abartmaya, dramatize etmeye başlar. Bunu sağlamak için de mecburen yalana başvurur.Patolojik yalancılar genellikle kendilerini doğruyu söylediklerine ikna ederler ve bu da yalan makinesi testlerini ve diğer sorgulamaları değiştirebilir. Bir yalanı yakalandığında, patolojik yalancılar düşmanca davranmaya veya yalan söyledikleri gerçeğini göz ardı etmeye çalışırlar.Yalan Söyleme Hastalığı (Mitomani) Nasıl Tedavi Edilir?Kişiler “yalan söyleme” şikayetiyle çok nadiren doktora başvururlar. Daha sıklıkla karşılaşılan, kişilerin mecburen tedaviye gelmesi veya getirilmesi ve eşlik eden diğer belirtiler konuşulurken ortaya çıkmasıdır.Mitomani tedavisinde dikkat edilmesi gereken en önemli unsurlardan biri yalan söyleme davranışının başka bir psikiyatrik hastalığın belirtisi olup olmadığı eğer eşlik eden bir ruhsal rahatsızlık varsa buna yönelik; antidepresan, antipsikotik veya sakinleştirici ilaçlar kullanılabilir. Mitomanik kişilerin tedavisinde psikoterapi oldukça önemlidir. Ayrıca teşhis sonrası hasta yakınlarının da psikolojik yönden desteklenmesi gerekir.Mitomaninin terapisinde kişilerin kötülük yapma amacıyla değil; psikolojik bir dürtüyle yalan söylediği kabul edilerek, fark edilen yalanlara kızgınlıkla veya suçlamayla tepki gösterilmemelidir. Mitomanik kişilerin yalan söylediği fark edildiğinde, konuşma daha fazla devam ettirilmeden, o noktada sona erdirilebilir. Bu davranış esnasında, yalan söylemeye devam edildiği takdirde, kendisiyle konuşulmayacağı belirtilebilir. Bu gibi negatif pekiştirme davranışlarıyla kişilere doğruyu söyleme alıştırılabilir.Mitomani hastalarıyla yalan konusunda konuşulurken destekleyici olunması faydalıdır. Kendilerine başkalarını etkilemelerine gerek olmadığı hatırlatılabilir. Yargılamadan veya utandırmadan, kişilere bu durumla alakalı profesyonel yardım alınması teşvik edilebilir.Yalan Söyleme Hastalığı (Mitomani) Hakkında Sık Sorulan SorularMitomani ne demek?Mitomani, kronik olarak yalan söyleme hastalığıdır. Mitoman kişilerin söylediğinin neredeyse üçte ikisi yalan haline gelmiştir ve bu durum sürekli bir şekilde devam eder. Üstelik bu yalanları söyleyen kişiler söyledikleri yalana kendileri de inanır.Yalan söylemek hastalık mıdır?Yalan söylemenin en açık nedeni çevre üzerinde etkili olabilmek, çıkar sağlayabilmek için diğerlerini kandırmaya çalışmaktır. Bir suçlunun cezadan kaçabilmek için suçunu inkar etmesi ya da bir satıcının malını satabilmek için abartılı özellikler uydurması gibi örnekler verilebilir. Ancak patolojik yalan, tekrarlı ve belirgin şekilde işe yarar bir tarafı olmadan söylenir.Yalan söyleme hastalığının görülme sıklığı nedir?“Patolojik yalan” üzerine yapılmış çok az çalışma vardır. Genel popülasyonda yalan söyleme hastalığının görülme sıklığının bilinmemesine karşın, 1000 çocuk suçlu üzerinde tekrarlanan araştırmada görülme sıklığı %1’e yakın çıkmıştır. 72 vaka üzerinde yapılan başka bir çalışmada yalan söyleme davranışının başlama yaşının 16, farkına varılma yaşının ise 22 olduğu bulunmuştur.Yalan söyleme hastalığı olan birine nasıl yaklaşılmalıdır?Yalan söyleme hastalığı nasıl anlaşılır?Yalan söyleme hastalığı olan bireyler oldukça abartılı ifadeler kullanır ve inandırıcı olmaya çalışırlar. Bu kişilerin ikna kabiliyeti yüksektir. Yalan söylediklerini düşünmeden anlattıklarına kendiler de inanabilir ve karşı tarafı da inandırabilirler. Tekrarlayan yalanlar ve bunları ortaya çıkması ile kişide yalan söyleme hastalığı yani mitomani olduğu anlaşılabilir.
5,037
696
Hastalıklar
Yılancık Hastalığı (Erizipel)
Yılancık hastalığı, deride kızarıklık, şişlik, ısı artışı ve ağrıya neden olan bakteriyel deri enfeksiyonudur. Genellikle derinin üst dermis tabakasını etkileyen, ciltte kabarıklık ve kızarıklık ile ortaya çıkar. Cildin üst tabakasını etkilemekle birlikte yüzeysel lenfatik damarları da etkileyebilir. Yılancık hastalığında yaygın görülen belirtiler arasında ateş, kabarıklık, kızarıklık, döküntü, titreme ve baş ağrısı yer alır.Yılancık hastalığı, deride kızarıklık, şişlik, ısı artışı ve ağrıya neden olan bakteriyel deri enfeksiyonudur. Genellikle derinin üst dermis tabakasını etkileyen, ciltte kabarıklık ve kızarıklık ile ortaya çıkar. Cildin üst tabakasını etkilemekle birlikte yüzeysel lenfatik damarları da etkileyebilir. Yılancık hastalığında yaygın görülen belirtiler arasında ateş, kabarıklık, kızarıklık, döküntü, titreme ve baş ağrısı yer alır. Yılancık Hastalığı Nedir?Tıbbi adı erizipel olan yılancık hastalığı, ciltte kabarıklık, döküntü ve kızarıklığa yol açan, A grubu Streptococcus bakterisinin neden olduğu bulaşıcı bir deri enfeksiyonudur. Ateş, titreme, baş ağrısı ve kusma gibi belirtiler de gösterebilir.Yılancık hastalığı genellikle derinin üst dermiş tabakasını etkiler. Bununla birlikte yüzeysel lenfatik damarlarda da meydana geldiği görülürken cildin herhangi bir bölgesinde de ortaya çıkabilir.Yılancık hastalığının karakteristik belirtisi ciltte meydana gelen kabarıklık, döküntü ve kızarıklıklardır. Bunların yanı sıra ateş, titreme, baş ağrısı ve kusma görüldüğü de olabilir.Yılancık hastalığı, yaygın ve bulaşıcı bir deri enfeksiyonu olduğu için tedavi edilmezse ciddileşip ciltte hasar bırakabilir.Yılancık Hastalığı Neden Olur?Yılancık hastalığı, cilt ve deri altı dokuların yoğun ödemli lokal iltihaplandığı akut ateşli bir hastalıktır ve nedeni A grubu streptokok bakterileridir. Bu bakterilerin cilde sızmasıyla meydana gelen yılancık hastalığı hem çocuklar hem de yetişkinlerde görülebilir.A grubu streptokok bakterisi dışında yılancık hastalığına yakalanma riskinin arttığı durumlar da söz konusudur.Yılancık hastalığı şu faktörlere bağlı olarak da ortaya çıkabilir: Venöz hastalıklar (egzama) Obezite Diyabet Gebelik Alkol bağımlılığı Cerrahi yaralanmalar Radyoterapi yan etkileriYılancık Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Yılancık hastalığında görülen tipik belirtiler ciltte kabarıklık, kızarıklık ve deri döküntüleridir. Enfeksiyon yayılırsa kızarıklıklar artabilir, şişlikler oluşabilir ve ağrı meydana gelebilir. Belirtilerin arttığı senaryoda doktora başvurmak gerekir.Yılancık hastalığı belirtileri şu şekilde sıralanabilir: Ciltte kabarıklık, kızarıklık ve deri döküntüleri Enfeksiyon yayılırsa şişlik ve ağrı Ateş ve titreme Baş ağrısı Yorgunluk Kusma LenfanjitCiltte kabarıklık, kızarıklık ve deri döküntüleri A grubu streptokok virüsü derinin içinde girdiğinde birtakım etkilere neden olur. Bunların başında ciltte oluşan kabarıklık, kızarıklık ve deri döküntüleri yer alır.Enfeksiyon yayılırsa şişlik ve ağrı Enfeksiyonun ciltte yayıldığı durumlarda deride şişlik ve bununla birlikte ağrı meydana gelebilir. Bu belirtileri deri döküntüleri ve kabarıklığı takiben ortaya çıkabilir.Ateş ve titremeYılancık hastalığı ciltte ve vücutta ısı artışına yol açarak ateşin yükselmesine yol açabilir. Bununla birlikte titreme görülme ihtimali de söz konusudur.Baş ağrısı Enfeksiyon kaynaklı yılancık hastalığı belirtilerinden biri de baş ağrısıdır.Yorgunluk ve halsizlik Yine enfeksiyonla ilişkili olabilecek yılancık hastalığı belirtilerinde biri yorgunluktur. Ciltteki belirtilerin ortaya çıkmasıyla birlikte kişi kendini yorgun hissedebilir ve enerjisi düşebilir.Kusma Yılancık hastalığına yakalanan çocuk veya yetişkinlerde kusma da ortaya çıkabilir ancak diğer belirtiler kadar yaygın değildir.LenfanjitYılancık hastalığı lenfatik sistemleri de etkileme potansiyeline sahip olduğu için, lenf kanallarının iltihaplanması olarak tanımlanan lenfanjit de yılancık hastalığının belirtilerinden biridir. Lenfanjitte etkilenen cilt bölgelerinde kırmızı çizgiler görülebilir.Yılancık Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Yılancık hastalığının teşhisi için ciltte kızarıklık, kabarıklık ve döküntü gibi gözle görülür belirtiler doktor tarafından incelenir. Belirtilerinin incelenmesi sonrasında kan tahlili istenerek bakteriyel enfeksiyon ve yüksek düzeyde C-reaktif proteinin varlığı aranır.Yılancık hastalığı teşhisi için şu yollara başvurulur: Belirtilerin incelenmesi ve hasta öyküsü Kan tahlili Kan tahlilinde enfeksiyon, iltihap veya C-reaktif protein varlığı tespiti Kültür testleri Ultrason veya bilgisayarlı tomografiYılancık Hastalığı Tedavisi Nasıl Yapılır?Yılancık hastalığı tedavisinde amaç bakterinin ortaya çıkardığı semptomları hafifletmektir. Bunun için öncelikle antibiyotiklere başvurulur. Durum şiddetliyse antibiyotikler hastanede damar yoluyla verilebilir.Yılancık hastalığının ağrı, ateş veya şişlik gibi semptomları söz konusuysa ağrı kesici ve ateş düşürücü ilaçlara da başvurulabilir.Yılancık Hastalığı tedavisinde uygulanan yöntemler şöyledir: Antibiyotik tedavisi Ağrı kesi ve ateş düşürücüler Yeterli sıvı tüketimi Dinlenme Yaralara pansuman yapılması Isı artışı olan bölgelere soğuk kompresYılancık Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularYılancık hastalığı ne demek?A grubu streptokok bakterisinin neden olduğu yılancık hastalığı, bulaşıcı bir cilt enfeksiyonudur.Yılancık hastalığı bulaşıcı mı?Yılancık hastalığı doğrudan temas yoluyla bulaşabilen bir hastalıktır. Cilt teması bunun en başlıca örneğidir.Yılancık hastalığı nasıl geçer?Yılancık hastalığı için antibiyotikler, ağrı kesici veya ateş düşürücüler, sıcaklık olan bölgeye soğuk kompres yapılması gibi yöntemler hastalığın iyileşmesini sağlayabilir. Bununla birlikte yeterli düzeyde sıvı alımı ve dinlenmek de tedavi yöntemleri arasında sayılabilir.Yılancık hastalığına hangi bölüm bakar?Yılancık hastalığı için Dermatoloji bölümü doktorlarından randevu alabilirsiniz. Yılancık Hastalığı Nedir?Tıbbi adı erizipel olan yılancık hastalığı, ciltte kabarıklık, döküntü ve kızarıklığa yol açan, A grubu Streptococcus bakterisinin neden olduğu bulaşıcı bir deri enfeksiyonudur. Ateş, titreme, baş ağrısı ve kusma gibi belirtiler de gösterebilir.Yılancık hastalığı genellikle derinin üst dermiş tabakasını etkiler. Bununla birlikte yüzeysel lenfatik damarlarda da meydana geldiği görülürken cildin herhangi bir bölgesinde de ortaya çıkabilir.Yılancık hastalığının karakteristik belirtisi ciltte meydana gelen kabarıklık, döküntü ve kızarıklıklardır. Bunların yanı sıra ateş, titreme, baş ağrısı ve kusma görüldüğü de olabilir.Yılancık hastalığı, yaygın ve bulaşıcı bir deri enfeksiyonu olduğu için tedavi edilmezse ciddileşip ciltte hasar bırakabilir.Yılancık Hastalığı Neden Olur?Yılancık hastalığı, cilt ve deri altı dokuların yoğun ödemli lokal iltihaplandığı akut ateşli bir hastalıktır ve nedeni A grubu streptokok bakterileridir. Bu bakterilerin cilde sızmasıyla meydana gelen yılancık hastalığı hem çocuklar hem de yetişkinlerde görülebilir.A grubu streptokok bakterisi dışında yılancık hastalığına yakalanma riskinin arttığı durumlar da söz konusudur.Yılancık hastalığı şu faktörlere bağlı olarak da ortaya çıkabilir:Yılancık Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Yılancık hastalığında görülen tipik belirtiler ciltte kabarıklık, kızarıklık ve deri döküntüleridir. Enfeksiyon yayılırsa kızarıklıklar artabilir, şişlikler oluşabilir ve ağrı meydana gelebilir. Belirtilerin arttığı senaryoda doktora başvurmak gerekir.Yılancık hastalığı belirtileri şu şekilde sıralanabilir:Ciltte kabarıklık, kızarıklık ve deri döküntüleri A grubu streptokok virüsü derinin içinde girdiğinde birtakım etkilere neden olur. Bunların başında ciltte oluşan kabarıklık, kızarıklık ve deri döküntüleri yer alır.Enfeksiyon yayılırsa şişlik ve ağrı Enfeksiyonun ciltte yayıldığı durumlarda deride şişlik ve bununla birlikte ağrı meydana gelebilir. Bu belirtileri deri döküntüleri ve kabarıklığı takiben ortaya çıkabilir.Ateş ve titremeYılancık hastalığı ciltte ve vücutta ısı artışına yol açarak ateşin yükselmesine yol açabilir. Bununla birlikte titreme görülme ihtimali de söz konusudur.Baş ağrısı Enfeksiyon kaynaklı yılancık hastalığı belirtilerinden biri de baş ağrısıdır.Yorgunluk ve halsizlik Yine enfeksiyonla ilişkili olabilecek yılancık hastalığı belirtilerinde biri yorgunluktur. Ciltteki belirtilerin ortaya çıkmasıyla birlikte kişi kendini yorgun hissedebilir ve enerjisi düşebilir.Kusma Yılancık hastalığına yakalanan çocuk veya yetişkinlerde kusma da ortaya çıkabilir ancak diğer belirtiler kadar yaygın değildir.LenfanjitYılancık hastalığı lenfatik sistemleri de etkileme potansiyeline sahip olduğu için, lenf kanallarının iltihaplanması olarak tanımlanan lenfanjit de yılancık hastalığının belirtilerinden biridir. Lenfanjitte etkilenen cilt bölgelerinde kırmızı çizgiler görülebilir.Yılancık Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Yılancık hastalığının teşhisi için ciltte kızarıklık, kabarıklık ve döküntü gibi gözle görülür belirtiler doktor tarafından incelenir. Belirtilerinin incelenmesi sonrasında kan tahlili istenerek bakteriyel enfeksiyon ve yüksek düzeyde C-reaktif proteinin varlığı aranır.Yılancık hastalığı teşhisi için şu yollara başvurulur:Yılancık Hastalığı Tedavisi Nasıl Yapılır?Yılancık hastalığı tedavisinde amaç bakterinin ortaya çıkardığı semptomları hafifletmektir. Bunun için öncelikle antibiyotiklere başvurulur. Durum şiddetliyse antibiyotikler hastanede damar yoluyla verilebilir.Yılancık hastalığının ağrı, ateş veya şişlik gibi semptomları söz konusuysa ağrı kesici ve ateş düşürücü ilaçlara da başvurulabilir.Yılancık Hastalığı tedavisinde uygulanan yöntemler şöyledir:Yılancık Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularYılancık hastalığı ne demek?A grubu streptokok bakterisinin neden olduğu yılancık hastalığı, bulaşıcı bir cilt enfeksiyonudur.Yılancık hastalığı bulaşıcı mı?Yılancık hastalığı doğrudan temas yoluyla bulaşabilen bir hastalıktır. Cilt teması bunun en başlıca örneğidir.Yılancık hastalığı nasıl geçer?Yılancık hastalığı için antibiyotikler, ağrı kesici veya ateş düşürücüler, sıcaklık olan bölgeye soğuk kompres yapılması gibi yöntemler hastalığın iyileşmesini sağlayabilir. Bununla birlikte yeterli düzeyde sıvı alımı ve dinlenmek de tedavi yöntemleri arasında sayılabilir.Yılancık hastalığına hangi bölüm bakar?Yılancık hastalığı için Dermatoloji bölümü doktorlarından randevu alabilirsiniz.
3,937
697
Hastalıklar
Whipple Hastalığı
Whipple hastalığı, ince bağırsağın iç yüzeyine zarar vererek malabsorbsiyona (emilim bozukluğuna) neden olan, eklemleri ve diğer organ sistemlerini etkileyebilen kronik bir bakteriyel enfeksiyon hastalığıdır. Whipple hastalığına neden olan tropheryma whipplei adlı bakteri vücudun yağ ve karbonhidratları emme yeteneğini etkiler. Sindirim sistemi ve eklemleri etkileyen whipple hastalığı karın ağrısı, eklem ağrısı, ishal ve kilo kaybı gibi belirtilere neden olur. Whipple hastalığının tedavisi ise vakanın türüne bağlı olarak değişebilir. Özellikle antibiyotik tedavisi vücuttaki bakteriyi ortadan kaldırmaya yarar.Whipple hastalığı, ince bağırsağın iç yüzeyine zarar vererek malabsorbsiyona (emilim bozukluğuna) neden olan, eklemleri ve diğer organ sistemlerini etkileyebilen kronik bir bakteriyel enfeksiyon hastalığıdır. Whipple hastalığına neden olan tropheryma whipplei adlı bakteri vücudun yağ ve karbonhidratları emme yeteneğini etkiler. Sindirim sistemi ve eklemleri etkileyen whipple hastalığı karın ağrısı, eklem ağrısı, ishal ve kilo kaybı gibi belirtilere neden olur. Whipple hastalığının tedavisi ise vakanın türüne bağlı olarak değişebilir. Özellikle antibiyotik tedavisi vücuttaki bakteriyi ortadan kaldırmaya yarar. Whipple Hastalığı Nedir?Whipple hastalığı, tropheryma whipplei bakterisinin neden olduğu, genellikle eklemleri ve sindirim sistemini etkileyen, karın ağrısı ve eklem ağrısı gibi belirtiler gösteren bakteriyel bir hastalıktır.Esas olarak ince bağırsağı etkileyen bir hastalık olan whipple hastalığı, böylelikle ince bağırsağın besinleri işleme yeteneğini etkiler. Tropheryma whipplei bakterisi vücuda girdikten sonra sindirim sistemine müdahale ederek yiyeceklerin parçalanmasını bozar, vücudun yağlar ve karbonhidratlar gibi besinleri emme yeteneğini engelleyerek sindirimin normal akışına müdahale eder.Yaşanan bu süreç de sindirim ve eklemlerde meydana gelen belirtilere yol açar. Bu belirtilerin başında karın ağrısı, eklem ağrısı, ishal ve kilo kaybı gelir. Bu belirtiler hastalığın kişide yarattığı etkiye bağlı olarak değişebilir. Kimi insanlar daha şiddetli belirtiler yaşarken kimileri ise hastalığı daha hafif geçirir.Tedavide ise antibiyotiklerin önemli etkisi söz konusudur. Özellikle bakteriyel bir hastalık olduğu için whipple hastalığının tedavisinde antibiyotik ilaçlara başvurulur. Antibiyotikler zamanla bakterileri öldürerek hastalığın iyileşmesini sağlar.Whipple Hastalığı Neden Olur?Whipple hastalığı, tropheryma whipplei adı verilen bir bakteri türünün vücuda girmesiyle meydana gelir. Bu bakteriler ilk önce ince bağırsağın mukoza zarını etkileyerek bağırsak duvarı içinde küçük yaralar ortaya çıkarır. Bakteriler ayrıca ince bağırsağı kaplayan ince, kıl benzeri çıkıntılar olan villusa da zarar verebilir. Bağırsaklarla bağlantılı olarak sindirim sistemine zarar verebilen whipple hastalığı diğer yandan eklemleri de olumsuz etkileyebilir.Son derece nadir görülen bir hastalık olarak kabul edilen whipple hastalığının risk grupları arasında ise 40-60 yaş arasında olan erkekler, Kuzey Amerika veya Avrupa’nın belirli bölgelerinde yaşayanlar, toprakla iç içe çiftçiler, hayvan bakımıyla ilgilenenler ve atık su ile sık temas halinde olanlar yer alır.Ayrıca whipple hastalığının genetik mutasyona bağlı ortaya çıkabileceği de değerlendirilir. Çünkü whipple hastalığı ile IFR4'ü oluşturan gen arasında bir bağlantı olduğu düşünülür. İlgili protein, B hücreleri, T hücreleri ve diğer bağışıklık hücrelerinin gelişiminde rol oynar. Benzer şekilde, hastalık ile lökosit antijeni B27 (HLA-B27) genindeki bir mutasyon arasında da bir ilişki olduğu bilinir.Whipple Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Whipple hastalığı nadir bir hastalık olsa da insanlarda bazı belirtilere yol açabilir. Whipple hastalığı belirtileri arasında karın ağrısı, eklem ağrısı, kilo kaybı, ishal, ödem, ateş, lenf düğümlerinde şişme ve cilt lekeleri yer alır. Bu belirtilere ek olarak çok yaygın olmasa da merkezi sinir sisteminde de bazı semptomlar görülebilir.Whipple hastalığının belirtileri şunları içerir: Karın ağrısı Eklem ağrısı Kilo kaybı İshal Ateş Ödem Lenf bezlerinde şişlik Cilt lekeleri Tükenmişlik veya zayıflık AnemiYaygın semptomlara nazaran daha az görülen belirtiler ise şöyledir: Öksürük Göğüs ağrısı Bilinç bulanıklığı Hafıza kaybı Yürüme güçlüğüWhipple Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Whipple hastalığı için öncelikle kişinin fiziksel muayenesi yapılır. Kişinin tıbbi geçmişi, geçirdiği hastalıklar ve yaşadığı şikayetlerden sonra tam kan sayımına başvurulur. Bunun dışında üst endoskopi, bakterinin tespiti için PCR testi ve ince bağırsak biyopsisi de teşhis yöntemleri arasındadır.Fiziksel muayeneWhipple hastalığı için doktor genellikle sürece fiziksel bir muayene ile başlar. Teşhis için öncelikli kriter hastalığın varlığını düşündüren belirti ve semptomları aramak olacaktır. Örnek vermek gerekirse, doktor özellikle vücudun güneşe maruz kalan kısımlarında mide hassasiyeti ve cilt koyulaşması aranmasıdır.BiyopsiWhipple hastalığının teşhisinde yer alan önemli bir adım genellikle ince bağırsağın astarından bir doku örneği (biyopsi) almaktır. Bunu yapmak için de doktor tarafından genellikle üst endoskopi uygulanır. Üst endoskopi işleminde ağızdan, boğazdan, soluk borusundan ve mideden ince bağırsağa geçen bir ışık ve kamera takılı ince, esnek bir tüp (skop) kullanılır.İşlem sırasında doktorlar ince bağırsaktaki çeşitli yerlerden incelenmek üzere doku örnekleri alır. Daha sonrasında alınan bu dokular laboratuvarda mikroskop altında incelenir. Temel amaç, hastalığa neden olan bakterilerin ve yaraların varlığını ve özellikle tropheryma whipplei bakterisini aramaktır. Bu doku örnekleri whipple hastalığı tanısını doğrulamazsa, doktor genişlemiş bir lenf düğümünden doku örneği alarak veya başka testler yaparak da teşhis sürecini devam ettirebilir.Kan tahlili Whipple hastalığı için doktor tarafından tam kan sayımı da istenebilir. Kan testleri, özellikle kırmızı kan hücrelerinin sayısında azalma olan anemi ve kanınızdaki bir protein olan albüminin düşük konsantrasyonları olan ve whipple hastalığıyla ilişkili belirli durumları tespit edebilir.Whipple Hastalığının Tedavisi Whipple hastalığının en etkili ve yaygın olarak tercih edilen tedavi yöntemi antibiyotik tedavisidir. Bazı vakalarda kısa süreli antibiyotik tedavileri bakterileri öldürürken kimi vakalarda uzun dönem antibiyotik tedavisi gerekebilir.Antibiyotik seçerken doktorlar genellikle ince bağırsaktaki enfeksiyonları yok eden ve beynin etrafındaki bir doku tabakasını geçenleri reçete eder. Bu yöntem, beyne ve merkezi sinir sistemine giren bakterileri yok etmek için kullanılır. Ancak kişiden kişiye değişmekle birlikte uzun süreli antibiyotik kullanımının bazı yan etkileri de söz konusu olabilir. Bunların arasında ishal, mide bulantısı, baş dönmesi ve cilt döküntüleri yer alabilir.Antibiyotik dışında gerek görülürse dehidrasyonu gidermek için sıvı replasman tedavisi ile birlikte vitamin ve besin takviyeleri de uygulanabilir.Whipple Hastalığının Olası Komplikasyonları Whipple hastalığı, ince bağırsaktan geçen besinlerden yağları, karbonhidratları, vitaminleri ve diğer besinleri emme yeteneğini olumsuz etkiler. Tedavi edilmediği takdirde ilerleme riski bulunan bir hastalık olan whipple hastalığı zamanla kötüleşebilir ve daha ciddi tıbbi sorunlara yol açabilir.Whipple hastalığının vücutta meydana getirebileceği olası komplikasyonlar şu şekildedir: Anemi Kalp üfürümü Okülomastikatör miyoritmi Plevral efüzyon ÜveitWhipple Hastalığı Hakkında Sık Sorulan Sorular Whipple hastalığı ne demek?Whipple hastalığı ilk olarak 1907'de George Hoyt Whipple tarafından teşhis edilen, çoğunlukla sindirim sistemi ve eklemleri etkileyen bakteriyel kaynaklı nadir bir multisistemik enfeksiyöz hastalıktır.Whipple hastalığı önlenebilir mi?Whipple hastalığı önlenebilir şeklinde kesin bir yanıt vermek bilimsel olarak doğru olmaz. Hastalığın özellikle zayıf bağışıklık sistemine sahip olan veya bağışıklık baskılayıcı ilaçlar kullanan kişilerde görülme riski daha fazladır.Whipple hastalığına hangi bölüm bakar?Whipple hastalığı gastroenteroloji bölümü doktorlarının uzmanlık alanına girer. Hastalığa dair belirtileri olan kişiler gastroenteroloji bölümü doktorlarından randevu alabilir. Whipple Hastalığı Nedir?Whipple hastalığı, tropheryma whipplei bakterisinin neden olduğu, genellikle eklemleri ve sindirim sistemini etkileyen, karın ağrısı ve eklem ağrısı gibi belirtiler gösteren bakteriyel bir hastalıktır.Esas olarak ince bağırsağı etkileyen bir hastalık olan whipple hastalığı, böylelikle ince bağırsağın besinleri işleme yeteneğini etkiler. Tropheryma whipplei bakterisi vücuda girdikten sonra sindirim sistemine müdahale ederek yiyeceklerin parçalanmasını bozar, vücudun yağlar ve karbonhidratlar gibi besinleri emme yeteneğini engelleyerek sindirimin normal akışına müdahale eder.Yaşanan bu süreç de sindirim ve eklemlerde meydana gelen belirtilere yol açar. Bu belirtilerin başında karın ağrısı, eklem ağrısı, ishal ve kilo kaybı gelir. Bu belirtiler hastalığın kişide yarattığı etkiye bağlı olarak değişebilir. Kimi insanlar daha şiddetli belirtiler yaşarken kimileri ise hastalığı daha hafif geçirir.Tedavide ise antibiyotiklerin önemli etkisi söz konusudur. Özellikle bakteriyel bir hastalık olduğu için whipple hastalığının tedavisinde antibiyotik ilaçlara başvurulur. Antibiyotikler zamanla bakterileri öldürerek hastalığın iyileşmesini sağlar.Whipple Hastalığı Neden Olur?Whipple hastalığı, tropheryma whipplei adı verilen bir bakteri türünün vücuda girmesiyle meydana gelir. Bu bakteriler ilk önce ince bağırsağın mukoza zarını etkileyerek bağırsak duvarı içinde küçük yaralar ortaya çıkarır. Bakteriler ayrıca ince bağırsağı kaplayan ince, kıl benzeri çıkıntılar olan villusa da zarar verebilir. Bağırsaklarla bağlantılı olarak sindirim sistemine zarar verebilen whipple hastalığı diğer yandan eklemleri de olumsuz etkileyebilir.Son derece nadir görülen bir hastalık olarak kabul edilen whipple hastalığının risk grupları arasında ise 40-60 yaş arasında olan erkekler, Kuzey Amerika veya Avrupa’nın belirli bölgelerinde yaşayanlar, toprakla iç içe çiftçiler, hayvan bakımıyla ilgilenenler ve atık su ile sık temas halinde olanlar yer alır.Ayrıca whipple hastalığının genetik mutasyona bağlı ortaya çıkabileceği de değerlendirilir. Çünkü whipple hastalığı ile IFR4'ü oluşturan gen arasında bir bağlantı olduğu düşünülür. İlgili protein, B hücreleri, T hücreleri ve diğer bağışıklık hücrelerinin gelişiminde rol oynar. Benzer şekilde, hastalık ile lökosit antijeni B27 (HLA-B27) genindeki bir mutasyon arasında da bir ilişki olduğu bilinir.Whipple Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Whipple hastalığı nadir bir hastalık olsa da insanlarda bazı belirtilere yol açabilir. Whipple hastalığı belirtileri arasında karın ağrısı, eklem ağrısı, kilo kaybı, ishal, ödem, ateş, lenf düğümlerinde şişme ve cilt lekeleri yer alır. Bu belirtilere ek olarak çok yaygın olmasa da merkezi sinir sisteminde de bazı semptomlar görülebilir.Whipple hastalığının belirtileri şunları içerir:Yaygın semptomlara nazaran daha az görülen belirtiler ise şöyledir:Whipple Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Whipple hastalığı için öncelikle kişinin fiziksel muayenesi yapılır. Kişinin tıbbi geçmişi, geçirdiği hastalıklar ve yaşadığı şikayetlerden sonra tam kan sayımına başvurulur. Bunun dışında üst endoskopi, bakterinin tespiti için PCR testi ve ince bağırsak biyopsisi de teşhis yöntemleri arasındadır.Fiziksel muayeneWhipple hastalığı için doktor genellikle sürece fiziksel bir muayene ile başlar. Teşhis için öncelikli kriter hastalığın varlığını düşündüren belirti ve semptomları aramak olacaktır. Örnek vermek gerekirse, doktor özellikle vücudun güneşe maruz kalan kısımlarında mide hassasiyeti ve cilt koyulaşması aranmasıdır.BiyopsiWhipple hastalığının teşhisinde yer alan önemli bir adım genellikle ince bağırsağın astarından bir doku örneği (biyopsi) almaktır. Bunu yapmak için de doktor tarafından genellikle üst endoskopi uygulanır. Üst endoskopi işleminde ağızdan, boğazdan, soluk borusundan ve mideden ince bağırsağa geçen bir ışık ve kamera takılı ince, esnek bir tüp (skop) kullanılır.İşlem sırasında doktorlar ince bağırsaktaki çeşitli yerlerden incelenmek üzere doku örnekleri alır. Daha sonrasında alınan bu dokular laboratuvarda mikroskop altında incelenir. Temel amaç, hastalığa neden olan bakterilerin ve yaraların varlığını ve özellikle tropheryma whipplei bakterisini aramaktır. Bu doku örnekleri whipple hastalığı tanısını doğrulamazsa, doktor genişlemiş bir lenf düğümünden doku örneği alarak veya başka testler yaparak da teşhis sürecini devam ettirebilir.Kan tahlili Whipple hastalığı için doktor tarafından tam kan sayımı da istenebilir. Kan testleri, özellikle kırmızı kan hücrelerinin sayısında azalma olan anemi ve kanınızdaki bir protein olan albüminin düşük konsantrasyonları olan ve whipple hastalığıyla ilişkili belirli durumları tespit edebilir.Whipple Hastalığının Tedavisi Whipple hastalığının en etkili ve yaygın olarak tercih edilen tedavi yöntemi antibiyotik tedavisidir. Bazı vakalarda kısa süreli antibiyotik tedavileri bakterileri öldürürken kimi vakalarda uzun dönem antibiyotik tedavisi gerekebilir.Antibiyotik seçerken doktorlar genellikle ince bağırsaktaki enfeksiyonları yok eden ve beynin etrafındaki bir doku tabakasını geçenleri reçete eder. Bu yöntem, beyne ve merkezi sinir sistemine giren bakterileri yok etmek için kullanılır. Ancak kişiden kişiye değişmekle birlikte uzun süreli antibiyotik kullanımının bazı yan etkileri de söz konusu olabilir. Bunların arasında ishal, mide bulantısı, baş dönmesi ve cilt döküntüleri yer alabilir.Antibiyotik dışında gerek görülürse dehidrasyonu gidermek için sıvı replasman tedavisi ile birlikte vitamin ve besin takviyeleri de uygulanabilir.Whipple Hastalığının Olası Komplikasyonları Whipple hastalığı, ince bağırsaktan geçen besinlerden yağları, karbonhidratları, vitaminleri ve diğer besinleri emme yeteneğini olumsuz etkiler. Tedavi edilmediği takdirde ilerleme riski bulunan bir hastalık olan whipple hastalığı zamanla kötüleşebilir ve daha ciddi tıbbi sorunlara yol açabilir.Whipple hastalığının vücutta meydana getirebileceği olası komplikasyonlar şu şekildedir:Whipple Hastalığı Hakkında Sık Sorulan Sorular Whipple hastalığı ne demek?Whipple hastalığı ilk olarak 1907'de George Hoyt Whipple tarafından teşhis edilen, çoğunlukla sindirim sistemi ve eklemleri etkileyen bakteriyel kaynaklı nadir bir multisistemik enfeksiyöz hastalıktır.Whipple hastalığı önlenebilir mi?Whipple hastalığı önlenebilir şeklinde kesin bir yanıt vermek bilimsel olarak doğru olmaz. Hastalığın özellikle zayıf bağışıklık sistemine sahip olan veya bağışıklık baskılayıcı ilaçlar kullanan kişilerde görülme riski daha fazladır.Whipple hastalığına hangi bölüm bakar?Whipple hastalığı gastroenteroloji bölümü doktorlarının uzmanlık alanına girer. Hastalığa dair belirtileri olan kişiler gastroenteroloji bölümü doktorlarından randevu alabilir.
5,414
698
Hastalıklar
Yenidoğan Sarılığı
Erken doğan bebekler daha sık olmak üzere yenidoğanlarda görülen sarılığın nedeni; küçük olması sebebiyle karaciğerin bilirubini yeterince filtrelememesi olabileceği gibi, iç kanama ya da kan enfeksiyonu gibi daha ciddi sebepler olabiliyor. Ciltte ve gözlerin beyaz kısmında oluşan sarılık bu hastalığın en önemli belirtisini oluşturuyor. Bulaşıcı bir hastalık olmayan yenidoğan sarılığı genellikle kendi kendine geçiyor. Ancak bazı vakalarda bu hastalık kendiliğinden geçmiyor ve bilirubin seviyeleri yüksek oranlara ulaşabiliyor. Bu durumda yenidoğanlara fototerapi, İntravenöz immünglobulin ve kan değişimi gibi tedaviler uygulanabiliyor. Memorial Ankara Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım (Neonatoloji) Bölümü’nden Uzm. Dr. Rumeysa Çitli, yenidoğan sarılığı ile ilgili bilgi verdi.Erken doğan bebekler daha sık olmak üzere yenidoğanlarda görülen sarılığın nedeni; küçük olması sebebiyle karaciğerin bilirubini yeterince filtrelememesi olabileceği gibi, iç kanama ya da kan enfeksiyonu gibi daha ciddi sebepler olabiliyor. Ciltte ve gözlerin beyaz kısmında oluşan sarılık bu hastalığın en önemli belirtisini oluşturuyor. Bulaşıcı bir hastalık olmayan yenidoğan sarılığı genellikle kendi kendine geçiyor. Ancak bazı vakalarda bu hastalık kendiliğinden geçmiyor ve bilirubin seviyeleri yüksek oranlara ulaşabiliyor. Bu durumda yenidoğanlara fototerapi, İntravenöz immünglobulin ve kan değişimi gibi tedaviler uygulanabiliyor. Memorial Ankara Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım (Neonatoloji) Bölümü’nden Uzm. Dr. Rumeysa Çitli, yenidoğan sarılığı ile ilgili bilgi verdi. Yenidoğan sarılığı nedir?Sarılık bilirubin adı verilen, cilde sarı rengi veren bir maddenin kandaki seviyesinin yükselmesi ve deride birikmesi sonucu oluşur. Zamanında doğan yenidoğan bebeklerin yüzde 60'ında; erken doğan bebeklerin ise yüzde 80'inde yenidoğan sarılığı görülür.Yenidoğan sarılığının nedenleri nelerdir?Sarılık, bebeğin kanında çok fazla bilirubin olduğunda meydana gelmektedir. Bilirubin, vücudun eski kırmızı kan hücrelerini parçalamasıyla ortaya çıkan bir kimyasaldır. Normalde karaciğer bilirubini kandan filtrelemektedir. Ancak bebeklerin karaciğeri bilirubinden kurtulacak kadar gelişmemişse bu durum birikmeye yol açar. Biriken bilirubin bebeğin cildinin sarı renkte görünmesine neden olur.Bunun dışında yenidoğan sarılığının nedenleri arasında aşağıdaki etkenler sayılabilir: İç kanama (hemoraji) Bebeğinizin kanında bir enfeksiyon (sepsis) Diğer viral veya bakteriyel enfeksiyonlar Annenin kanı ve bebeğin kanı arasındaki uyumsuzluk Karaciğer bozukluğu Bazı enzim eksiklikleriYenidoğan sarılığının belirtileri nelerdir?Bebek sarılığının en yaygın ve belirgin semptomu, ciltte ve gözlerin beyaz kısmında sararmadır. Bu durum yaygın olarak doğumdan 2-4 gün sonra ortaya çıkar ve zamanla sarılık artabilir. Yeni doğmuş bebeğin sarılığını kontrol etmek için göğüs bölgesine hafifçe bastırarak baskı yapıldığı yerde sarı renk görülüp görülmediği incelenebilir.Yenidoğan sarılığının teşhisi nasıl konulur?Yenidoğan sarılığının tanısı, uzman hekim tarafından yapılan muayenede sarılık düzeyinin belirlenmesi için cilt renginin değerlendirilmesi ile başlamaktadır. Ancak bu subjektif bir değerlendirme olurken tam tanı; bilirubin değerlerinin bilirubin ölçerler ile ölçülüp gerekli vakalarda kanda bilirubin düzeyi tayini yapılarak konulur.Yenidoğan sarılığının tedavisi nasıl uygulanır? Yenidoğan sarılığı nasıl geçer?Yenidoğan bebeklerde görülen sarılık için genellikle tedavi uygulanmaz. Bebeğin karaciğeri geliştikçe bu sarılık kendi kendine geçer. İyileşme zamanı bir ya da iki hafta devam edebilir. Bu süreçte bebeği sık sık emzirmek dışkılamayı tetikleyeceği için bilirubinin vücuttan daha hızlı atmasını sağlar.Ancak kendi kendine geçmeyen ve bebeğin bilirubin seviyesinin yüksek olduğu ya da yükselmeye devam ettiği durumlarda aşağıdaki tedavi yöntemleri kullanılır:- Işık tedavisi (fototerapi): Bebeğin mavi-yeşil spektrumda ışık yayan özel bir lambanın altına yerleştirilerek bilirubin düzeylerinde düşme amaçlanır. Işık, bilirubin moleküllerinin şeklini ve yapısını,  hem idrarda hem de dışkıda salınılabilecek şekilde değiştirir. Tedavi sırasında koruyucu göz yamaları kullanır.- İntravenöz immünglobulin: Yüksek bilirubin seviyelerinin düşürülmesi için bazı durumlarda birtakım ilaç uygulamaları tercih edilebilir. Tedavide kullanılan farmakolojik ajanlar vücuttaki bilirubinin atılımını hızlandırmaya ve bilirubin üretimini azaltmaya yardımcı olarak etki gösterir.-Kan değişimi: Nadiren, şiddetli sarılık diğer tedavilere cevap vermediğinde kan transfüzyonu gerekebilir. Bu, küçük miktarlarda kanı tekrar tekrar çekmeyi ve bunu donör kanla değiştirmeyi, böylece yeni doğan yoğun bakım ünitesinde gerçekleştirilen bir prosedür olan bilirubin ve maternal antikorları seyreltilmesi amaçlanır.Yenidoğan Sarılığı İle İlgili Sık Sorulan SorularYenidoğan sarılığı kaç günde geçer? Yenidoğan sarılığı ne zaman geçer?Fizyolojik sarılık doğumdan sonra 2.-4. günlerinde başlar ve genellikle herhangi bir tedaviye gerek kalmadan 7-10 günde kendiliğinden düzelir. Anne karnındaki bebeğin kanındaki bilirubin maddesi fetusa zarar vermez çünkü plasenta aracılığı ile annenin kanına geçer, karaciğerinde işlenerek vücuttan atılır.  Ancak bazen yüksek durumlarda tedavi gerekebilir. Tedavi kararı bebekteki risk faktörleri ile birlikte Amerikan Pediatri Akademisinin yayınlamış olduğu sarılık çizelgeleriyle belirlenir.Yenidoğan sarılığı tekrarlar mı?Genellikle fototerapi sonrası bilirubin düzeyi bir miktar artar. Bu nedenle  -taburculuk sonrası tekrar yükselmesi söz konusu olabileceğinden bebek 7-10 güne kadar takip edilir. Nadiren kan uyuşmazlıklarında bu süre iki haftaya kadar uzayabilir.Yenidoğan sarılığında ışık tedavisi nedir?Mavi-yeşil spektrumda özel bir ışık kaynağı olan fototerapi cihazı altına bebek yerleştirilerek  bilirubinin idrar ve dışkı yoluyla vücuttan atılmasını sağlar. Fototerapi bebeğe herhangi bir şekilde zarar vermez. Bebeğin gözleri, ışıktan zarar görmemesi için kapatılır. Bazen yan etki olarak ciltte kırmızı döküntüler, bronzlaşma veya sık ve sulu dışkılamaya neden olabilir. Aralıklarla bebeğin kanı alınarak bilirubin düzeyinin güvenli sınıra düşüp düşmediği kontrol edilir.Yenidoğan sarılığı değerleri nedir ve neyi ifade eder?Çoğu zaman kan  bilirubin düzeyi, yenidoğan bebeğin vücudunda  baştan başlayarak bacaklara doğru yayılmasıyla paralellik gösterir. 2 mg/dl civarında göz beyazında sarılık görülürken, 5 ile 8 mg/dl arasında baş ve boyun bölgesinde sararma meydana gelir. 8 ile 10 mg/dl arasında ise, vücudun üst kısmında sararma görülür.  10 ile 13 mg/dl arasında ise vücudun alt kısmında bulunan sararmalar ortaya çıkar. 13 ile 16 mg/dl arasında da kol ve bacaklarda yer yer sarılıklar görülür. 20 mg/dl değerlerde ise, eller ve ayaklarda sarılık görülür.Sarılığı atan bebek nasıl anlaşılır?Bilirubin ölçümü yapan cihazlar, kan bilirubin düzeyi ve ciltteki sarı rengin gerilemesi ile (bunun için parmağımız ile bebeğin cildine hafif baskı yaptığımızda oluşan renk, sarı yerine beyaz renk alır) anlaşılır.Yenidoğan sarılığında anne neler yemelidir?Bebeklerde sarılığın geçmesi veya önlemek için annelerin mutlaka protein ağırlıklı beslenmesi ve günde 3 litre su tüketmesi  gerekir. Bunun yanında mevsim sebzelerinin tüketilmesi ve balık (derin su balığı olmamak kaydıyla) tüketiminin de haftada en az bir kere olması gerekir.Yenidoğan sarılığında doğru bilinen yanlışlar nelerdir? Yenidoğan her bebek sarılık olmaz. Erken doğan, düşük doğum tartılı, çok iri, tartı kaybı fazla ve kan uyuşmazlığı olan bebeklerde sarılık riski fazladır. Yenidoğan sarılığı sanıldığının aksine bulaşıcı değildir. Sarılık olan bebeğe asla su ya da şekerli su verilmemelidir. Sarılık olan bebeğin sık sık anne sütü ile beslenmesi gerekmektedir. Üstelik sanıldığının aksine bebeğe sarı renk giydirilince sarılık geçmemektedir. Bebekten daha sarı bir renk ile karşılaştırıldığı için bebek beyaz gibi görünmektedir.Sarılık olan bebek kilo alır mı?Bebeklerde doğum sonrası ilk 7 ila 10 günde fizyolojik denen normal sınırlarda (doğum ağırlığının %7-10u kadar) tartı kaybı beklenir. Bebeğin beslenmesi optimal düzeydeyse sarılık sebebiyle kilo kaybı olması beklenmez.Sarılık olan bebek ağlar mı?Bebekte sarılık şiddetli derecedeyse, tiz bir sesle ağlama görülebilir. Bebeğin nörolojik olarak etkilenme derecesine göre emme aktivitesinde azalma ve zor uyandırılma beklenen bulgular arasındadır. Orta düzeyde sarılıklarda bebek ağlar ve anneyi aktif emmesi beklenir.Anne sütü sarılığa iyi gelir mi?Bebeğin beslenmesi ile bilirubinin vücuttan atılımı hızlanır. Sarılık olmuş yeni doğan bebekler günde 8 ile 12 kez aralığında mutlaka emzirilmelidir. Bu nedenle anne sütünün yeterli miktarda olması çok önemlidir.Sarılık kaka ile atılır mı?Bilirubin kan dolaşımında karaciğere gider. Karaciğer bilirubinin şeklini değiştirir, böylece kaka yoluyla vücuttan atılabilir. Ancak kanda çok fazla bilirubin varsa veya karaciğer ondan kurtulamazsa, fazla bilirubin sarılığa neden olur.Yenidoğan sarılığı ne zaman tehlikelidir?Sarılık, alyuvarların  aşırı yıkımı sonucu artmış bilirubin üretimi olduğunda  ve  kandaki bilirubin yoğunluğu çok yüksek düzeylere ulaştığında  tehlikeli olur. Patolojik sarılık olarak adlandırılan bu durumun en önemli nedeni kan grubu uyuşmazlığıdır.Bebekte sarılık kaç olursa hastaneye yatırılır?Bebeğin doğum tartısı, günü,  doğum haftası, kan uyuşmazlığı gibi ek risk faktörleri değerlendirilerek Amerikan Pediatri Akademisi tarafından yayınlanan çizelgeler ile yatış kararı verilir. Yenidoğan sarılığı nedir?Sarılık bilirubin adı verilen, cilde sarı rengi veren bir maddenin kandaki seviyesinin yükselmesi ve deride birikmesi sonucu oluşur. Zamanında doğan yenidoğan bebeklerin yüzde 60'ında; erken doğan bebeklerin ise yüzde 80'inde yenidoğan sarılığı görülür.Yenidoğan sarılığının nedenleri nelerdir?Sarılık, bebeğin kanında çok fazla bilirubin olduğunda meydana gelmektedir. Bilirubin, vücudun eski kırmızı kan hücrelerini parçalamasıyla ortaya çıkan bir kimyasaldır. Normalde karaciğer bilirubini kandan filtrelemektedir. Ancak bebeklerin karaciğeri bilirubinden kurtulacak kadar gelişmemişse bu durum birikmeye yol açar. Biriken bilirubin bebeğin cildinin sarı renkte görünmesine neden olur.Bunun dışında yenidoğan sarılığının nedenleri arasında aşağıdaki etkenler sayılabilir:Yenidoğan sarılığının belirtileri nelerdir?Bebek sarılığının en yaygın ve belirgin semptomu, ciltte ve gözlerin beyaz kısmında sararmadır. Bu durum yaygın olarak doğumdan 2-4 gün sonra ortaya çıkar ve zamanla sarılık artabilir. Yeni doğmuş bebeğin sarılığını kontrol etmek için göğüs bölgesine hafifçe bastırarak baskı yapıldığı yerde sarı renk görülüp görülmediği incelenebilir.Yenidoğan sarılığının teşhisi nasıl konulur?Yenidoğan sarılığının tanısı, uzman hekim tarafından yapılan muayenede sarılık düzeyinin belirlenmesi için cilt renginin değerlendirilmesi ile başlamaktadır. Ancak bu subjektif bir değerlendirme olurken tam tanı; bilirubin değerlerinin bilirubin ölçerler ile ölçülüp gerekli vakalarda kanda bilirubin düzeyi tayini yapılarak konulur.Yenidoğan sarılığının tedavisi nasıl uygulanır? Yenidoğan sarılığı nasıl geçer?Yenidoğan bebeklerde görülen sarılık için genellikle tedavi uygulanmaz. Bebeğin karaciğeri geliştikçe bu sarılık kendi kendine geçer. İyileşme zamanı bir ya da iki hafta devam edebilir. Bu süreçte bebeği sık sık emzirmek dışkılamayı tetikleyeceği için bilirubinin vücuttan daha hızlı atmasını sağlar.Ancak kendi kendine geçmeyen ve bebeğin bilirubin seviyesinin yüksek olduğu ya da yükselmeye devam ettiği durumlarda aşağıdaki tedavi yöntemleri kullanılır:- Işık tedavisi (fototerapi): Bebeğin mavi-yeşil spektrumda ışık yayan özel bir lambanın altına yerleştirilerek bilirubin düzeylerinde düşme amaçlanır. Işık, bilirubin moleküllerinin şeklini ve yapısını,  hem idrarda hem de dışkıda salınılabilecek şekilde değiştirir. Tedavi sırasında koruyucu göz yamaları kullanır.- İntravenöz immünglobulin: Yüksek bilirubin seviyelerinin düşürülmesi için bazı durumlarda birtakım ilaç uygulamaları tercih edilebilir. Tedavide kullanılan farmakolojik ajanlar vücuttaki bilirubinin atılımını hızlandırmaya ve bilirubin üretimini azaltmaya yardımcı olarak etki gösterir.-Kan değişimi: Nadiren, şiddetli sarılık diğer tedavilere cevap vermediğinde kan transfüzyonu gerekebilir. Bu, küçük miktarlarda kanı tekrar tekrar çekmeyi ve bunu donör kanla değiştirmeyi, böylece yeni doğan yoğun bakım ünitesinde gerçekleştirilen bir prosedür olan bilirubin ve maternal antikorları seyreltilmesi amaçlanır.Yenidoğan Sarılığı İle İlgili Sık Sorulan SorularYenidoğan sarılığı kaç günde geçer? Yenidoğan sarılığı ne zaman geçer?Fizyolojik sarılık doğumdan sonra 2.-4. günlerinde başlar ve genellikle herhangi bir tedaviye gerek kalmadan 7-10 günde kendiliğinden düzelir. Anne karnındaki bebeğin kanındaki bilirubin maddesi fetusa zarar vermez çünkü plasenta aracılığı ile annenin kanına geçer, karaciğerinde işlenerek vücuttan atılır.  Ancak bazen yüksek durumlarda tedavi gerekebilir. Tedavi kararı bebekteki risk faktörleri ile birlikte Amerikan Pediatri Akademisinin yayınlamış olduğu sarılık çizelgeleriyle belirlenir.Yenidoğan sarılığı tekrarlar mı?Genellikle fototerapi sonrası bilirubin düzeyi bir miktar artar. Bu nedenle  -taburculuk sonrası tekrar yükselmesi söz konusu olabileceğinden bebek 7-10 güne kadar takip edilir. Nadiren kan uyuşmazlıklarında bu süre iki haftaya kadar uzayabilir.Yenidoğan sarılığında ışık tedavisi nedir?Mavi-yeşil spektrumda özel bir ışık kaynağı olan fototerapi cihazı altına bebek yerleştirilerek  bilirubinin idrar ve dışkı yoluyla vücuttan atılmasını sağlar. Fototerapi bebeğe herhangi bir şekilde zarar vermez. Bebeğin gözleri, ışıktan zarar görmemesi için kapatılır. Bazen yan etki olarak ciltte kırmızı döküntüler, bronzlaşma veya sık ve sulu dışkılamaya neden olabilir. Aralıklarla bebeğin kanı alınarak bilirubin düzeyinin güvenli sınıra düşüp düşmediği kontrol edilir.Yenidoğan sarılığı değerleri nedir ve neyi ifade eder?Çoğu zaman kan  bilirubin düzeyi, yenidoğan bebeğin vücudunda  baştan başlayarak bacaklara doğru yayılmasıyla paralellik gösterir. 2 mg/dl civarında göz beyazında sarılık görülürken, 5 ile 8 mg/dl arasında baş ve boyun bölgesinde sararma meydana gelir. 8 ile 10 mg/dl arasında ise, vücudun üst kısmında sararma görülür.  10 ile 13 mg/dl arasında ise vücudun alt kısmında bulunan sararmalar ortaya çıkar. 13 ile 16 mg/dl arasında da kol ve bacaklarda yer yer sarılıklar görülür. 20 mg/dl değerlerde ise, eller ve ayaklarda sarılık görülür.Sarılığı atan bebek nasıl anlaşılır?Bilirubin ölçümü yapan cihazlar, kan bilirubin düzeyi ve ciltteki sarı rengin gerilemesi ile (bunun için parmağımız ile bebeğin cildine hafif baskı yaptığımızda oluşan renk, sarı yerine beyaz renk alır) anlaşılır.Yenidoğan sarılığında anne neler yemelidir?Bebeklerde sarılığın geçmesi veya önlemek için annelerin mutlaka protein ağırlıklı beslenmesi ve günde 3 litre su tüketmesi  gerekir. Bunun yanında mevsim sebzelerinin tüketilmesi ve balık (derin su balığı olmamak kaydıyla) tüketiminin de haftada en az bir kere olması gerekir.Yenidoğan sarılığında doğru bilinen yanlışlar nelerdir?Sarılık olan bebek kilo alır mı?Bebeklerde doğum sonrası ilk 7 ila 10 günde fizyolojik denen normal sınırlarda (doğum ağırlığının %7-10u kadar) tartı kaybı beklenir. Bebeğin beslenmesi optimal düzeydeyse sarılık sebebiyle kilo kaybı olması beklenmez.Sarılık olan bebek ağlar mı?Bebekte sarılık şiddetli derecedeyse, tiz bir sesle ağlama görülebilir. Bebeğin nörolojik olarak etkilenme derecesine göre emme aktivitesinde azalma ve zor uyandırılma beklenen bulgular arasındadır. Orta düzeyde sarılıklarda bebek ağlar ve anneyi aktif emmesi beklenir.Anne sütü sarılığa iyi gelir mi?Bebeğin beslenmesi ile bilirubinin vücuttan atılımı hızlanır. Sarılık olmuş yeni doğan bebekler günde 8 ile 12 kez aralığında mutlaka emzirilmelidir. Bu nedenle anne sütünün yeterli miktarda olması çok önemlidir.Sarılık kaka ile atılır mı?Bilirubin kan dolaşımında karaciğere gider. Karaciğer bilirubinin şeklini değiştirir, böylece kaka yoluyla vücuttan atılabilir. Ancak kanda çok fazla bilirubin varsa veya karaciğer ondan kurtulamazsa, fazla bilirubin sarılığa neden olur.Yenidoğan sarılığı ne zaman tehlikelidir?Sarılık, alyuvarların  aşırı yıkımı sonucu artmış bilirubin üretimi olduğunda  ve  kandaki bilirubin yoğunluğu çok yüksek düzeylere ulaştığında  tehlikeli olur. Patolojik sarılık olarak adlandırılan bu durumun en önemli nedeni kan grubu uyuşmazlığıdır.Bebekte sarılık kaç olursa hastaneye yatırılır?
6,434
699
Hastalıklar
Yumurta Rezervi Düşüklüğü (AMH)
AMH yani antimülleryen hormon, kadın sağlığı konusunda önem taşıyan konular arasında yer alıyor. Nedeni ise doğurganlığı temsil eden bu hormonun zamanla azalıyor olması ve bu azalmanın engellenememesi olarak kabul ediliyor. Ancak bazı yaşam tarzı değişiklikleriyle bu azalmanın hızının belirli oranda yavaşlatılabileceği belirtiliyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Tüp Bebek Bölümü’nden Doç. Dr. Arzu Yurci, AMH (Antimülleryen Hormon) hakkında bilgi verdi.AMH yani antimülleryen hormon, kadın sağlığı konusunda önem taşıyan konular arasında yer alıyor. Nedeni ise doğurganlığı temsil eden bu hormonun zamanla azalıyor olması ve bu azalmanın engellenememesi olarak kabul ediliyor. Ancak bazı yaşam tarzı değişiklikleriyle bu azalmanın hızının belirli oranda yavaşlatılabileceği belirtiliyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Tüp Bebek Bölümü’nden Doç. Dr. Arzu Yurci, AMH (Antimülleryen Hormon) hakkında bilgi verdi. Yumurta Rezervi Düşüklüğü – AMH nedir?Kadınlarda AMH (Antimülleryen Hormon), anne karnındayken başlayarak menopoza kadar salgılanmaya devam eden bir hormondur. Bu hormon menopoz döneminde de azalarak salgılanmaya devam etmektedir. AMH (Antimülleryen Hormon) testi ise kadınlarda yumurta rezervini gösteren, uygulanan en kolay, kandan bakılan bir hormon testidir. Bu testin en önemli özelliği adetin herhangi bir gününde, açlığa bakmadan herhangi bir zamanda yapılabilir olmasıdır. Kadınlarda yumurta rezervi azaldıkça kandaki miktarı da eşit oranda düşmektedir. Dolayısıyla AMH testi genellikle tüp bebek tedavilerinde kadın yumurta rezervi ve kalitesinin değerlendirilmesi için kullanılmaktadır.AMH hormonu normal değeri kaç olmalıdır?“Kadınlarda yumurta rezervi kaç olmalıdır?” sorusu sıklıkla sorulmaktadır. AMH değeri genelde 1.5 ila 4 ng/ml arası normal kabul edilmektedir. AMH, 1 ng/ml ve altında ki değerler ise düşük rezervi gösterir. Gebelik planlayan kadınlar için yumurta dondurma işlemi bir alternatif olabilmektedir. Özellikle 35 yaşın altındaki kadınlarda AMH düşüklüğü erken menopoz belirtisi olabilmektedir. 4 ve üzerinde AMH değerine genellikle polikistik over sendromu olan hastalarda rastlanmaktadır.  1.1 ng/ml’ın altı ise düşük over rezervini göstermektedir.AMH değerinin düşük olmasının sebepleri nelerdir?AMH değerinin düşük olmasının pek çok sebebi bulunmaktadır. En önemli sebebi genetik yatkınlıktır. Annesinde teyzesinde, kız kardeşinde ve yakın akrabalarında erken menopoz öyküsü olan kişiler dikkatli olmalıdır. Yumurtalıklarından herhangi bir sebepten dolayı ameliyat olan kişilerde de yine AMH değeri düşüklüğü riski artmaktadır. Aynı zamanda turner sendromu gibi bazı genetik hastalıkların varlığında da AMH değerinin düşüklüğünü görebilmekteyiz.AMH düşüklüğünde hangi başka testler yapılmaktadır?Kısırlık ya da erken menopoz endişesi ile başvuran hastalarda E2, FSH ve AMH testleri uygulanabilmektedir. Kadınlarda genel olarak kabul edilmiş referans değerleri 1,5-4 ng/ml’dır. 4’ün (ng/ml) üzerinde olması yüksek olarak kabul edilmektedir. 1.1’in (ng/ml) altında olması da düşük olarak kabul edilmektedir.AMH testi düşük çıkarsa ne olur?Gebelik planı olan hastalarda AMH değeri düşük çıkarsa gebe kalmayı ertelememesi öncelikli öneridir. Ancak gebelik planı henüz olmayan ya da bekar olan hastalar içinse yumurta dondurma adı verilen bir işlem olan ve yumurtaların dondurulup ileride kullanılmak üzere saklandığı yöntem bu kişiler için faydalı olacaktır.AMH testi adetliyken mi yapılır?AMH testi kandan bakılmaktadır. Bunun için adet olmaya gerek yoktur, menstrual siklusun herhangi bir gününde yapılabilir.Yumurta rezervi düşüklüğü tedavisi var mıdır?Yumurta rezervini yükseltecek hiçbir tedavi yöntemi günümüzdeki uygulamalarda maalesef yoktur. Fakat bazı şeylerin yumurta rezervinin düşmesini hızlandırdığı bilinmektedir. Sigara kullanımı, stres, alkol kullanımı, fazla kafein tüketimi, fast food, paketli gıdalar ve doymuş yağ asitlerinden zengin beslenme gibi bozuk bir beslenme şeklinin benimsenmesi gibi alışkanlıklar yumurta rezervi düşüşünü hızlandırmaktadır. Yumurta rezervini yükseltecek herhangi bir yöntem olmasa da bu yaşam tarzı değişikliklerinden uzak durarak düşüş hızının yavaşlaması sağlanabilmektedir. Ancak bir kadın yumurta rezervinin düşük olduğunu biliyorsa ve yakın bir dönemde gebe kalma planı yoksa kendisine yumurta dondurma işlemiyle önlem alabileceği anlatılmalıdır. Ancak unutulmamalıdır ki yumurta rezervi düşük olan kadınlar kendiliğinden de hamile kalabilmektedir. Ancak vakit kaybetmemek adına uygun tedavi protokolleri ile süreci hızlandırmak gerekebilmektedir. Bu hastalara doğru bilgilendirme ile zamanın önemi vurgulanmalıdır. Yumurta dondurma işleminin başarısı yumurta rezervi iyice azalmadan önce daha yüksektir.Yumurta rezervi düşük kadınlara uygulanan PRP tedavisi nedir?PPR tedavisinin henüz güncel uygulamalarda çok fazla geçerliliği bulunmamaktadır. Ancak bu konuda çok fazla çare olmadığı için alternatif yöntemler arasında kullanılmaktadır. Aslında PRP yöntemi ortopedi ve plastik cerrahide uzun yıllardır kullanılan bir yöntemdir ancak ne yazık ki üreme fizyolojisindeki etkileri henüz tam olarak aydınlatılmış ve faydası tam olarak gösterilmiş bir yöntem değildir.Erken menopoz engellenir mi?Kadınlar belli sayıda yumurta ile doğdukları ve bu sayı yıllar içinde azaldığı için erken menopoz da tıpkı yumurta rezervi gibi engellenemez sorunlar arasında yer almaktadır.Yumurta rezervine ne iyi gelir? Yumurta rezervi kürü var mıdır?Yumurta rezervini yükseltmek için evde uygulanabilecek ya da aktarlardan alınabilecek herhangi bir karışım kesinlikle yoktur. AMH düşüklüğü yaşayan hastalar kontrollerini yapan doktorlarına danışmadan bu tür ürünler kullanmamalıdır.Yumurta gençleştirme ilaç tedavisi nedir?Yumurta rezervini artırmasa da yumurta kalitesini destekleyen ve hücre yaşlanmasını geciktiren çeşitli ilaçlar önerilebilmektedir. DHEA, folik asit, A ve E vitamini, Koenzim Q10 gibi destek tedavileri hekim kontrolünde yapılan tedavilere ek olarak önerilebilmektedir.Sigara, alkol, kafein ve stres yumurta rezervini etkiler mi?Sigara, alkol ve kafeinin yoğun tüketilmesi gerek yumurta sayısını, gerekse yumurta kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. AMH değeri düşük çıkan hastaların bu nedenle kesinlikle sigara, alkol, kafein ve stresten uzak durması önerilmektedir. Formun Altı Yumurta Rezervi Düşüklüğü – AMH nedir?Kadınlarda AMH (Antimülleryen Hormon), anne karnındayken başlayarak menopoza kadar salgılanmaya devam eden bir hormondur. Bu hormon menopoz döneminde de azalarak salgılanmaya devam etmektedir. AMH (Antimülleryen Hormon) testi ise kadınlarda yumurta rezervini gösteren, uygulanan en kolay, kandan bakılan bir hormon testidir. Bu testin en önemli özelliği adetin herhangi bir gününde, açlığa bakmadan herhangi bir zamanda yapılabilir olmasıdır. Kadınlarda yumurta rezervi azaldıkça kandaki miktarı da eşit oranda düşmektedir. Dolayısıyla AMH testi genellikle tüp bebek tedavilerinde kadın yumurta rezervi ve kalitesinin değerlendirilmesi için kullanılmaktadır.AMH hormonu normal değeri kaç olmalıdır?“Kadınlarda yumurta rezervi kaç olmalıdır?” sorusu sıklıkla sorulmaktadır. AMH değeri genelde 1.5 ila 4 ng/ml arası normal kabul edilmektedir. AMH, 1 ng/ml ve altında ki değerler ise düşük rezervi gösterir. Gebelik planlayan kadınlar için yumurta dondurma işlemi bir alternatif olabilmektedir. Özellikle 35 yaşın altındaki kadınlarda AMH düşüklüğü erken menopoz belirtisi olabilmektedir. 4 ve üzerinde AMH değerine genellikle polikistik over sendromu olan hastalarda rastlanmaktadır.  1.1 ng/ml’ın altı ise düşük over rezervini göstermektedir.AMH değerinin düşük olmasının sebepleri nelerdir?AMH değerinin düşük olmasının pek çok sebebi bulunmaktadır. En önemli sebebi genetik yatkınlıktır. Annesinde teyzesinde, kız kardeşinde ve yakın akrabalarında erken menopoz öyküsü olan kişiler dikkatli olmalıdır. Yumurtalıklarından herhangi bir sebepten dolayı ameliyat olan kişilerde de yine AMH değeri düşüklüğü riski artmaktadır. Aynı zamanda turner sendromu gibi bazı genetik hastalıkların varlığında da AMH değerinin düşüklüğünü görebilmekteyiz.AMH düşüklüğünde hangi başka testler yapılmaktadır?Kısırlık ya da erken menopoz endişesi ile başvuran hastalarda E2, FSH ve AMH testleri uygulanabilmektedir. Kadınlarda genel olarak kabul edilmiş referans değerleri 1,5-4 ng/ml’dır. 4’ün (ng/ml) üzerinde olması yüksek olarak kabul edilmektedir. 1.1’in (ng/ml) altında olması da düşük olarak kabul edilmektedir.AMH testi düşük çıkarsa ne olur?Gebelik planı olan hastalarda AMH değeri düşük çıkarsa gebe kalmayı ertelememesi öncelikli öneridir. Ancak gebelik planı henüz olmayan ya da bekar olan hastalar içinse yumurta dondurma adı verilen bir işlem olan ve yumurtaların dondurulup ileride kullanılmak üzere saklandığı yöntem bu kişiler için faydalı olacaktır.AMH testi adetliyken mi yapılır?AMH testi kandan bakılmaktadır. Bunun için adet olmaya gerek yoktur, menstrual siklusun herhangi bir gününde yapılabilir.Yumurta rezervi düşüklüğü tedavisi var mıdır?Yumurta rezervini yükseltecek hiçbir tedavi yöntemi günümüzdeki uygulamalarda maalesef yoktur. Fakat bazı şeylerin yumurta rezervinin düşmesini hızlandırdığı bilinmektedir. Sigara kullanımı, stres, alkol kullanımı, fazla kafein tüketimi, fast food, paketli gıdalar ve doymuş yağ asitlerinden zengin beslenme gibi bozuk bir beslenme şeklinin benimsenmesi gibi alışkanlıklar yumurta rezervi düşüşünü hızlandırmaktadır. Yumurta rezervini yükseltecek herhangi bir yöntem olmasa da bu yaşam tarzı değişikliklerinden uzak durarak düşüş hızının yavaşlaması sağlanabilmektedir. Ancak bir kadın yumurta rezervinin düşük olduğunu biliyorsa ve yakın bir dönemde gebe kalma planı yoksa kendisine yumurta dondurma işlemiyle önlem alabileceği anlatılmalıdır. Ancak unutulmamalıdır ki yumurta rezervi düşük olan kadınlar kendiliğinden de hamile kalabilmektedir. Ancak vakit kaybetmemek adına uygun tedavi protokolleri ile süreci hızlandırmak gerekebilmektedir. Bu hastalara doğru bilgilendirme ile zamanın önemi vurgulanmalıdır. Yumurta dondurma işleminin başarısı yumurta rezervi iyice azalmadan önce daha yüksektir.Yumurta rezervi düşük kadınlara uygulanan PRP tedavisi nedir?PPR tedavisinin henüz güncel uygulamalarda çok fazla geçerliliği bulunmamaktadır. Ancak bu konuda çok fazla çare olmadığı için alternatif yöntemler arasında kullanılmaktadır. Aslında PRP yöntemi ortopedi ve plastik cerrahide uzun yıllardır kullanılan bir yöntemdir ancak ne yazık ki üreme fizyolojisindeki etkileri henüz tam olarak aydınlatılmış ve faydası tam olarak gösterilmiş bir yöntem değildir.Erken menopoz engellenir mi?Kadınlar belli sayıda yumurta ile doğdukları ve bu sayı yıllar içinde azaldığı için erken menopoz da tıpkı yumurta rezervi gibi engellenemez sorunlar arasında yer almaktadır.Yumurta rezervine ne iyi gelir? Yumurta rezervi kürü var mıdır?Yumurta rezervini yükseltmek için evde uygulanabilecek ya da aktarlardan alınabilecek herhangi bir karışım kesinlikle yoktur. AMH düşüklüğü yaşayan hastalar kontrollerini yapan doktorlarına danışmadan bu tür ürünler kullanmamalıdır.Yumurta gençleştirme ilaç tedavisi nedir?Yumurta rezervini artırmasa da yumurta kalitesini destekleyen ve hücre yaşlanmasını geciktiren çeşitli ilaçlar önerilebilmektedir. DHEA, folik asit, A ve E vitamini, Koenzim Q10 gibi destek tedavileri hekim kontrolünde yapılan tedavilere ek olarak önerilebilmektedir.Sigara, alkol, kafein ve stres yumurta rezervini etkiler mi?
4,365