Unnamed: 0
int64
0
916
category
stringclasses
3 values
topic
stringlengths
3
74
text
stringlengths
2.18k
77.7k
num_tokens
int64
792
28.2k
100
Tanı ve Testler
NIPT Testi
Hamilelikte bebeğin genetik sağlığını öğrenmek, her anne adayının en büyük endişelerinden biri olarak bilinir. NIPT testi, bebeğinizde Down sendromu gibi bazı genetik bozuklukların olup olmadığını doğum öncesi dönemde tespit etmek için kullanılan güvenilir bir testtir. Bu test, anne kanından alınan bir örnek ile gerçekleştirilir ve sonuçları oldukça kısa sürede elde edilir. Böylelikle bebeğin yapısal anormalliği olup olmadığı ortaya çıkarılır. Hamilelikte bebeğin genetik sağlığını öğrenmek, her anne adayının en büyük endişelerinden biri olarak bilinir. NIPT testi, bebeğinizde Down sendromu gibi bazı genetik bozuklukların olup olmadığını doğum öncesi dönemde tespit etmek için kullanılan güvenilir bir testtir. Bu test, anne kanından alınan bir örnek ile gerçekleştirilir ve sonuçları oldukça kısa sürede elde edilir. Böylelikle bebeğin yapısal anormalliği olup olmadığı ortaya çıkarılır. NIPT Testi Nedir?Noninvaziv doğum öncesi test anlamına gelen NIPT testi, fetüste kromozomal bir bozukluk olup olmadığını anlamak için hamileliğin 10. haftasından sonra uygulanabilen bir testtir. NIPT testi ile bebekte Down sendromu (Trizomi 21), Edward sendromu (Trizomi 18) ve Patau sendromu (Trizomi 13) yanı sıra Turner sendromu, Klinefelter sendromu ve triple X gibi bazı genetik anormallikleri taramak için yapılır. NIPT testi ile fetüsün cinsiyeti de yüksek doğrulukla tahmin edilebilir.NIPT testi invaziv bir yöntem olmadığı için anne ve bebek açısından risk taşımayan bir test türüdür. Fakat bu test bir tanı testi değil, bir tarama testi olarak kabul edilir. Sonuçların anormal çıktığı durumda tanı koymak için amniyosentez gibi invaziv testlere başvurulabilir. NIPT Testi Neden Yapılır?Bebeğin kanının anne adayına karışması bu analizin yapılmasının ana nedenlerinden biridir. Genellikle kolay ve hızlı bir şekilde işlemin yapılması analizin avantajlarını arttırır. Buna yönelik olarak yapılan taramada anne adayının rahat koşullarda analizi vermesi ve stres yaşamaması da hamilelik koşullarının desteklenmesini sağlar. Analizde anne adayının kolundan alınan bir kan numunesi ile bebekte kromozom bozukluğu olup olmadığı belirlenebilir. Yüksek güvenirliğine sahip analiz tanı amaçlı kullanılmazken genetik hastalık riskinin tespitinde etkilidir. Anne karnında yapılan analizlerde serbest fetal DNA'ya bakılabilir ve bebeğin fetüsündeki kalıtsal durum değerlendirilir. Fetal DNA'nın bebeğin plasentasındaki kalıtımı taşıması NIPT testini de yönlendirebilir. Hücresiz fetal DNA testi olarak da adlandırılan NIPT testi anne adayının kanından saflaştırılma usulü yapılır. NIPT Testi Kimlere Yapılır?NIPT testi ikiz ya da tek bebekler için yapılabilir. Bununla birlikte taşıyıcı bebeklerde ya da tüp bebek yoluyla hamile kalınan durumlarda da bakılabilir. Bunun aksine üçüz bebeklerde ya da daha fazla bebeğe hamile olan kadınlarda bu analiz yapılamaz. Analizin yapılma nedenlerinin başında annenin 35 yaş üstünde hamile kalması ve babanın 40 yaş üstünde olması, invaziv tanı yöntemlerinin istenmemesi gelir.NIPT Testi Nasıl Yapılır?Anne ve babadan bebeğe toplamda iki adet kromozom aktarılır, bazı durumlarda ise bebeğin hücrelerinde bir kromozom fazladan bulunabilir. Bu nedenle bebeğin DNA materyali genleri 2 yerine 3 kez ifade edebilir. Fazladan oluşan bu döngü farklı maddelerin sentezinde anormallikler oluşturabilir. Trizomi olarak adlandırılan bu süreç bebekte bazı sendromları da meydana getirebilir. Yeni nesil teknolojilere sahip NIPT testi trizomilerin anlaşılmasında pozitif bir sonuç verebilir. Özellikle bebeklerde Trizomi 13-18 ve 21 tipler hakkında önemli yargılara varılabilir. Bu süreçte analizin başlangıcında anne adayından alınan 10 ml'lik kan örneği yeterlidir. Devamında ise anne adayının kan numunesinde yer alan hücresiz DNA (cfDNA) laboratuvar protokollerine yönlendirilir. Yapılan analizde numunede annenin DNA'sı baskın fetüsün fetal DNA'sı az oranda bulunuyorsa sonuç gerçeği yansıtmayabilir. Bu durumda tekrar anne adayından numune alınması ile çözüm bulunabilir. Son olarak sonuçların çıkma süreleri ortalama olarak 7-10 gün arasında bir süreyi kapsar.Diğer bir yandan, hücresel temelli yani girişimsel analizlerde ağırlıkla koryon vilus biyopsisi, kordosentez ya da amniyosentez gibi yöntemler kullanılabilir. Bu tekniklerin güvenirlik oranı NIPT testine göre fazla olsa da annenin düşük riskinin var olması dezavantajlarındandır. Yapılan hücresiz DNA (cfDNA) analizinde ise düşük riski en aza indirgenmiştir.NIPT Testi Sonuç Örneği Nasıl Değerlendirilir?NIPT testi sonucu genetik hastalıklar hakkında kesin bir yönlendirme yapamaz. Bunun yanında belirli şartları göz önünde bulundurarak bazı kromozomal hastalıklar hakkında riskin yüksek mi düşük mü olduğu ile ilgili bilgi toplar. Ayrıca Down sendromu gibi kromozomal hastalıkların teşhisinde geleneksel yöntemlerden olan biyokimyasal analizler tanı koyma sürecini uzatabilir. Bu aşamada non-invaziv yöntemin uygulanabilirliği bebekte sendromların erken süreçte teşhis edilmesine büyük katkı sağlar. Yapılacak bu tarama anne adayı için zorunlu olmayıp tercihe bağlı olarak seçilebilir. Seçim kriterlerinde doktor ile anne adayının ortak kararının olması önemliyken hamile kişinin riskli durumları varsa analiz talebi gündeme gelebilir. Böylece, erken dönemde bebeğin sağlık durumu hakkında ön bilgiye sahip olunabilir. Analizin sonucu değerlendirirken ise fetal DNA verileri pozitif çıkarsa bebeğin 'yüksek risk' taşıdığı ifade edilebilir. NIPT testine dayanarak hamileliğin sonlandırılması söz konusu değildir, bu sonuç riskin yüksekliğini tanımladığı için ek bir analize gereksinim duyulur. Devamında ise amniyosentez ya da koryon villus örneklemesi (CVS) gibi invaziv analizler uygulanarak tam teşhis konulabilir. Özellikle Trizomi 13 ve 18 ile ilgili pozitif bir sonuç çıkarsa öncelikle doktor ultrason muayenesi isteyebilir. Ultrasonda genetik hastalığa bağlı kusurlar görülürse CVS analizi yapılabilir. Bu taramada herhangi bir problem tespit edilmezse plasenta kaynaklı bir hatalı veri olup olmadığını analiz etmek için amniyosentez uygulanabilir. Eğer bu analizlerde bebeğin kromozomal bir hastalığı olduğunu belirtirse doktor kontrolünde hamilelik sonlandırılabilir. Analiz sonucunun düşük riskli çıktığı durumda ise bebek için bakılan sendromlardan birini taşıması oldukça düşük bir ihtimaldir. Bu süreçte bebeğin yapısal anormalliği olup olmadığını tespit etmek için hamilelikte 20 ile 22 haftalarda anatomi tarama analizi uygulanabilir.CFDNA Nedir?Annenin dolaşım sisteminde hücre dışı DNA olarak bilinen cfDNA bulunur. CFDNA üzerinden bebekte trizomi 18, trizomi 21 (Down sendromu), trizomi 13 ya da diğer cinsiyet kromozom anomalileri taramaları gerçekleştirilebilir. Hamilelik sırasında bebeğe ait cfDNA gerek anne adayının kanından gerekse plasentada bulunur. Bu DNA birimi doğumla birlikte annenin dolaşımından çıkar.NIPT Testi ile ilgili Sık Sorulan SorularNIPT testi kaç günde çıkar?Bu analizin sonucu ortalama olarak 7 ile 10 gün arasında çıkabilir. Analiz süreci uygulanan analiz kitlerine ve hastanenin laboratuvar koşullarına bağlı değişkenlik gösterebilir. Analiz için gerekli koşullar sağlanamazsa tekrarlanması doktor tarafından talep edilebilir.NIPT testi ne zaman yapılır?Analizi yapacak kişinin önceki hamileliklerinde kromozom bozukluğuna dayalı süreci varsa uygulanabilir. Ayrıca anne adayının ilk hamileliği 35 yaş üzeri ve düşük riski söz konusu ise tercih edilebilir. Aynı zamanda tüp bebek tedavisi almış anne adayının riskli bir durumu varsa analiz talep edilebilir. Ultrason kontrollerinde bebeğe ait kromozomlarda sayısal bir farklılık görülüyorsa ve yapılan tarama sonuçlarını destekleme adına da uygulanabilir.NIPT testinde cinsiyet nerede yazar?NIPT testi 10. haftada yapılabildiği için erken cinsiyet tayini için de bir alternatiftir. Genetik taramada fetüste X ve Y cinsiyet kromozomlarına bakılarak bebeğin cinsiyeti belirlenebilir. Y kromozomu tespit edilirse erkek, sadece X kromozom görülürse kız olduğu ifade edilebilir. Hem genişletilmiş hem de standart analizinde rahatlıkla eşey kromozomlara bakılabilir.
2,950
101
Tanı ve Testler
NST Testi
Non Stress Test (NST), hamilelik sırasında harekete ve kasılmalara yanıt olarak fetal kalp atış hızını ölçen bir testtir. Hamilelikte harekete ve kasılmalara bağlı olarak anne karnındaki bebeğin kalp atış hızı ölçülür. Fetal kalp hızı hareket esnasında artar. NST test sonuçları kalp atış hızının normal olmadığını belirtiyorsa bu, bebeğin yeterince oksijen alamadığı anlamına gelir. Bu gibi durumlarda daha fazla teste veya tedaviye ihtiyaç duyulabilmektedir.Non Stress Test (NST), hamilelik sırasında harekete ve kasılmalara yanıt olarak fetal kalp atış hızını ölçen bir testtir. Hamilelikte harekete ve kasılmalara bağlı olarak anne karnındaki bebeğin kalp atış hızı ölçülür. Fetal kalp hızı hareket esnasında artar. NST test sonuçları kalp atış hızının normal olmadığını belirtiyorsa bu, bebeğin yeterince oksijen alamadığı anlamına gelir. Bu gibi durumlarda daha fazla teste veya tedaviye ihtiyaç duyulabilmektedir.NST (Non Stress Test) Nedir? Non Stress Test (NST), fetüs hareket ettikçe ve kasılmalar sırasında bebeğin kalp atış hızının değişip değişmediğini görmek için 20 ila 30 dakika boyunca izlendiği tarama testidir. Gebeliğin 32. Haftasından sonra yapılan bu test sayesinde anne karnındaki bebeğin sağlığı ile ilgili bilgi sahibi olunur. Bazen anne ya da bebeğe bağlı nedenlerden dolayı anne rahminde iyi beslenememesi, onu besleyen damarların içindeki kan akımının yeterli olmaması, bebeğin içinde bulunduğu amniyotik sıvının azalması ve daha birçok sebepten dolayı bebek sıkıntıya girebilir.Bu durum bebek için stress (distress) olarak tanımlanır. Hızlı müdahale gerektiren bu durumda bebeğin kaybı söz konusu olabilir. Bebeğin erken dünyaya gelmesi onun anne rahminde kalmasından daha iyi olabilir ve bu kararın alınmasında NST dediğimiz test bize yardımcı olur.NST Değerleri Nedir?NST testinde normalde bebeğin kalbi dakikada 120-160 atım (dakikada en az 15 atım) arasında atıyorsa bu dalgalanma bebeğin sağlıklı olduğunu düşündürür. Ayrıca başka bir beklenti bebeğin hareket ettikçe kalp atımının hızlanması ve sonra tekrar normal ritmine dönmesidir.NST (Non Stress Test) Neden Yapılır?Bebeğin sağlığının kontrol etmek için gebeliğin 32. Haftasından sonra NST testi yapılabilir. Her hamilenin non stress teste ihtiyaç duymayabilir.Doğum tarihi geçtiği durumlarda Gebelik 40 haftayı geçtikten sonra doğum gecikmiş olarak kabul edilir ve NST testi uygulanabilir. Doğum tarihinin geçmesi, hamilelik düşük risk taşısa bile komplikasyonlara neden olabilir.Hamilelik yüksek riskli olarak tanımlanıyorsaHamilelik yüksek risk taşıyorsa ve diyabet veya yüksek tansiyon gibi kronik tıbbi durumlar varsa NST testi yapılabilir. Uzman doktor bu noktada hem anneyi hem de bebeği yakından takip ederek sağlık kontrolü yapar.Fetüsün çok fazla hareket ettiği hissedilmiyorsaFetüsün hareketlerinde azalma olduğu durumlarda uzman doktor NST testi isteyebilir. Böylelikle sonucuna bağlı olarak aksiyon alınır.Fetüs, gebelik yaşına göre küçükseAnne karnındaki bebek sağlıklı bir şekilde gelişim göstermediği durumda kontrol amacıyla NST testi yapılabilir. Böylelikle doğuma yönelik aksiyon alınır.Çoğul bebek bekleniyorsaİkiz, üçüz veya daha fazla bebeğin taşındığı durumda hamilelik de riski altındadır. Bu nedenle bebeklerin sağlıklı bir şekilde dünyaya gelmelerini sağlamak adına kontrolü için NST testi yapılabilir.Fetüs Rh negatifse Fetüs Rh pozitifse, vücut onun kanına karşı antikorlar üretebilir. Bu durum daciddi komplikasyonlara neden olur. Bu gibi durumlarda NST testi uygulaması yapılabilir.NST Nasıl Uygulanır?Non Stress Test (NST) için kullanılan cihazın adı kardiotakografdır. NST testi uygulanırken şu aşamalardan geçilir:NST İle İlgili Sık Sorulan Sorular NST hangi hastalıklarda kullanılır?NST hamileliğin 32. haftasından sonra uygulanan bir testtir ve fetal kalp atım hızı kontrolü olarak da bilinen bir Non Stress Test yani NST, bebeğin sağlığını kontrol etmek için kullanılan yaygın bir doğum öncesi testidir.NST yorumlama nasıl olur?Bebeğin kalp atışlarındaki dalgalanma olumludur. Bunu reaktif NST olarak değerlendiririz. Bazı durumlarda bebeğin uyuduğu veya bir problemi olduğunda hareketlerini kısıtladığından testte istenilen kriterler görülemez ve o zaman da Non-reaktif NST denilen durum söz konusu olur. Uyuyan bebek ses ya da hareketlerle uyandırılır ve NST düzelir. Ancak bebeğin canlılığını tehlikeye atacak tıbbi bir problem var ise NST düzelmez.Non reaktif NST problem midir?Her non reaktif NST bebekte ciddi bir problem var demek değildir ve böyle bir durum var ise gebe hemen endişelenmemelidir. NST yanında ultrasonografik değerlendirme ve hekimin uygun gördüğü başka testler de yapılarak bebek hakkında bir karar verilir.NST ne zaman yapılır? NST kaçıncı haftada yapılır?NST hekim kararına göre değişmekle birlikte 32. haftadan sonra normal gebelik takibinde yapılabilir. Genellikle 15 günde bir tekrarlanır. 36. haftadan sonra haftada bir yapılabilir ve doğum esnasında devamlı takip yapılır. Miyadı dolan (gün geçmesi) ancak doğum eylemi başlamayan gebeler NST ile günlük olarak sıkı takip edilir.Riskli gebeliklerde NST ne zaman kullanılır?Bazı hekimler NST’yi riskli gebeliklerde ya da gebeliğin son haftalarında kullanır. Erken doğum tehditi gibi durumlarda da rahim kasılmalarını NST ile takip edebiliriz. Erken doğumu durdurmak için yaptığımız tedavinin, kasılmaları durdurup durdurmadığını anlayabilmek için de NST yol göstericidir.NST cihazı nerede bulunur?Gebelik takibinde bizim için önemli bir yeri olan, 1. basamak değerlendirme sayılabilecek, ağrısız ve kolaylıkla yapılan NST (non stress test) artık tüm kliniklerde yaygın olarak kullanılmaktadır.NST’yi kim yorumlar?NST okuma kadın hastalıkları ve doğum uzmanı tarafından yapılmaktadır. NST sonucu doğum takibi için çok önemlidir.NST sancı bilgisi verir mi?Evet verir. Rahim kasılmaları olarak bilinen sancı takibi NST ile yapılabilir.NST’de bebeğin kalp atışları kaç olmalı?Normalde bebeğin kalbi dakikada 120-160 arası atmaktadır.NST'ye nasıl bağlanılır?Anne adayı bir sedyeye yatırılır. Bebeğin kalp atışlarının en kuvvetli duyulduğu yere kardiyotokografi cihazını algılayan prob bağlanır. Rahim kasılmalarının olduğu karnın tepe noktasına da diğer prob yerleştirilir.NST riskli midir?NST kesinlikle riskli bir test yöntemi değildir.NST öncesi açlık gerekir mi?NST için aç ya da tok olunması fark etmez. Her durumda yapılabilir.NST'de doğum sancısı kaç olmalı?NST sonucunda 40 mm Hg üzeri ve 20 dakika süreyle en az 3 düzenli sancının olması doğum başlamak üzere olduğu anlamına gelebilmektedir.
2,367
102
Tanı ve Testler
Odyometri Testi (İşitme Testi)
Günümüzde işitme kayıpları her yaşta görülebiliyor. Erkeklerde, kadınlardan daha fazla görülen bu kayıplar doğumsal olarak gelişebileceği gibi, birçok nedene bağlı şekilde sonradan da ortaya çıkabiliyor. İşitme kayıplarına yol açan faktörler arasında ilaç kullanımı, kafa içi tümörleri, ileri yaş ve yüksek sese maruz kalmak gibi nedenler sayılabiliyor. Odyometri testi bu işitme kayıplarının derecesini belirleme de oldukça sık kullanılıyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Kulak Burun Boğaz Bölümü’nden Op. Dr. Mustafa Bilazer, işitmeyi ölçümlemekte kullanılan Odyometri Testi hakkında bilgi verdi.Günümüzde işitme kayıpları her yaşta görülebiliyor. Erkeklerde, kadınlardan daha fazla görülen bu kayıplar doğumsal olarak gelişebileceği gibi, birçok nedene bağlı şekilde sonradan da ortaya çıkabiliyor. İşitme kayıplarına yol açan faktörler arasında ilaç kullanımı, kafa içi tümörleri, ileri yaş ve yüksek sese maruz kalmak gibi nedenler sayılabiliyor. Odyometri testi bu işitme kayıplarının derecesini belirleme de oldukça sık kullanılıyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Kulak Burun Boğaz Bölümü’nden Op. Dr. Mustafa Bilazer, işitmeyi ölçümlemekte kullanılan Odyometri Testi hakkında bilgi verdi.Odyometri Testi (İşitme Testi) Nedir? Basit ifade ile ne kadar iyi işitebildiğinizi test etmek için kullanılan odyometri, seslerin yüksekliklerine ve ses dalgası titreşimlerinin hızına bağlı olarak sesleri duyma yeteneğinizi ölçmek için yapılan teste verilen isimdir. Kulakların hem hava hem de kemik yoluyla ne kadar duyduğunu ölçmektedir. Kulakların iyi derecede duyduğundan emin olmak yaşam kalitesini oldukça etkileyen bir durumdur. Kulakta, genetik faktörlerin etkisiyle doğuştan gelen işitme kayıpları olabileceği gibi kulak enfeksiyonları, yüksek seslere maruz kalma, yırtık kulak zarı ve iç kulak hastalıkları gibi birçok durumdan kaynaklı sonradan da işitme kaybı gelişebilir.  Kulak tüm sesleri hava ve kemik yoluyla duyar.Odyometri Testi Neden Yapılır? Odyometri testi kişilerin işitme ile ilgili bir şikayeti olması durumunda tanı koymak amaçlı yapılmaktadır. Kişiler direk kendileri işitme testi yaptırmaya ihtiyaç duyabileceği gibi yakınlarının  önerisi ile de sağlık kuruluşlarına başvurabilir. İşitme testi yaptırmak için Kulak Burun Boğaz uzmanına muayene olmak gerekmektedir. Doktor muayene sonrası gerekli olması halinde, odyometri konusunda eğitimli ekiplere yönlendirmektedir.Odyometri Testi Nasıl Yapılır?Odyometri testine özel hazırlanmış ses yalıtımlı kabin veya odalarda yapılmaktadır. Test sırasında hastaların dışarıdaki sesler ile bağlantısını olabildiğince kesmek amacıyla kulaklık takılmaktadır. Kulaklıktan farklı desibel ve frekans aralıklarında sesler verilerek kemik ve hava iletimi ile beraber değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.Kaç Tür İşitme Testi Vardır?  Aslında işitmeyi ölçümleyen beş tür işitme testi vardır. Bu işitme testleri; saf ses odyometrisi, konuşma odyometrisi, timpanometri, akustik refleks testleri ve BERA/ABR testidir.Saf ses odyometrisi nedir?Hastalara genellikle en sık uygulanan test saf ses odyometrisidir. Bu test ile amaç, iletişimde önemli olan frekanslarda işitme eşikleri ve işitme duyarlılığının nasıl olduğudur. Her kulağa farklı ses ve perdelerde kısa ses tonları dinletilmektedir. Bu sesler saf ses olarak adlandırılmaktadır. Hastanın farklı tipteki sesleri duyduğunda elindeki sinyal düğmesine basması istenmektedir. İşitme eşikleri belirlendikten sonra eşikler odyogram üzerine işaretlenmektedir. Her kulak ayrı olacak şekilde hava ve kemik yolu açısından ölçülmektedir. Hastanın ölçümler sonucunda değerlendirilen işitme kaybının hangi kulakta ve kulağın hangi bölümünde olduğunun tespiti kolaylıkla yapılabilmektedir.Konuşma Odyometrisi nedir?İnsan sesini duyması ve değerlendirilmesi kulağın temel görevidir. Birçok hasta tarafından merak edilen işitme testi nasıl yapılır sorusunun cevabı olarak bu test insan seslerini temel almaktadır. Konuşma odyometrisinin ana görevi, uyarıcı bir sesin kulaktaki durumunun değerlendirilmesi ve kişinin kulak fonksiyonları hakkında uzmanları yönlendirebilmesi olarak ifade edilmektedir. Bu test için belirlenen eşikler; konuşmayı alma eşiği, konuşmayı ayırt etme eşiği, rahat dinleme eşiği ve rahatsız edici düzeyden oluşmaktadır.Konuşmayı alma eşiği(SRT),hastaların duydukları kelimelerin %50’sini işitebilmesini baz alan ses şiddetleridir. Hastaya ortalama 10dB-15dB üzeri 3 hecelik 6 kelime dinletilmektedir. Hastanın duyduğu kelimeleri tekrar edebilmesinin ardından ses şiddetleri 5 dB azaltılır, 3 heceli başka bir liste verilmektedir. Eğer verilen liste de doğru tekrarlanırsa ses şiddeti tekrar 5 dB daha azaltılır ve 6 kelime üzerinden 2 doğru olması halinde önceki aşamada verilen ses şiddeti hastanın konuşmayı alma eşiğinin sonucu vermiş olacaktır.Konuşmayı ayırt etme (SDS), hastanın konuşmayı alma eşiğinde elde edilen sonucunun üzerine 25 dB-40dB eklenmesi ve verilen 25 adet tek heceli kelimeleri tekrarlaması üzerine odaklanmaktadır.  Cevaplardan doğru olanlar %4 ile çarpılarak elde edilen rakam ise hastanın konuşmayı ayırt etme seviyesini belirlemektedir. İşitme şikayeti olmayan hastalarda oran ortalama %90’dır. Konuşmayı alma eşiği ve rahatsız edici ses düzeyi arasında kalan dinleme düzeyine rahat dinleme eşiği(MCL) denilmektedir.Hastanın ses seviyesinin şiddetinden rahatsız olduğu noktaya rahatsız edici düzey(UCL) denilmektedir.Hastaların SRT ve UCL değerleri, iletim tipinden kaynaklanan işitme kayıplarında yüksektir. İşitme şikayetleri olmayan hastalarda konuşma odyometrisine göre SRT değeri 20 dB, MCL değeri 40-60 dB, SDS değeri %90-100, UCL değeri ise 100-120 dB’e eşit olarak sonuçlanmaktadır.TimpanometriTimpanometri testinde, dış kulak yoluna hava basıncı uygulanır ve orta kulak ve kulak zarının hareketi değerlendirilir. Orta kulak ve kulak zarındaki hareketler ölçülerek, yapıların fonksiyonu hakkında bilgi edinmek mümkündür. Kulağa bir prob yerleştirilerek ölçüm yapılmaktadır. Timpanometri testi bebeklere dahi kolaylıkla uygulanabilmektedir. Testin yapılması için hastada aranan tek şart kulak zarının delik olmamasıdır.Akustik refleks testleriOrta kulakta bulunan stapes kasının, akustik uyaranlara verdiği tepkiye akustik refleks ismi verilmektedir. Beyin sapı düzeyine kadar işitme yolları hakkında bilgiler verebilmektedir.  Diğer bulgular ile beraber değerlendirilmesi gereken akustik refleks testi sonuçları, hastanın işitme kaybına neden olan olayın tam yeri hakkında uzmanların bilgi edinmesini sağlamaktadır.BERA/ABR testiABR(İşitsel Beyinsapı Cevabı) testinin kısaltılmış halidir. Bu test ile hastanın işitme sisteminin işitsel uyarana karşı verdiği cevap ölçülmektedir. Özellikle yeni doğan bebeklerde ve çocuklarda işitme değerlendirilmesi amacıyla kullanılmaktadır.Test sırasında başın belirli bölgelerine (sağ ve sol kulak arkası, alın, yanak/ kulak memesi/ iki kaş ortası) elektrotlar yerleştirilmektedir. Kulağa yerleştirilen bir prop yardımıyla ses kulağa iletilmektedir.  Yerleştirilen elektrotlar sayesinde uyaran sonucu işitme sinirinden oluşan cevaplar cihaza kaydedilmektedir. Hastanın işitme ve beyin sapı düzeyinde işitme yolları ile ilgili bilgileri alınmaktadır. Bera testi yetişkinlerde uyanık yapılırken bebeklerin ise test sürecinde uyuması gerekmektedir.İşitme Kaybı Dereceleri Nelerdir?İşitme kaybı dereceleri, hafif, orta, şiddetli veya ileri derecede olarak tanımlanarak kaybın derecesini ifade eden değerlerdir. İşitme testi, hastaların işitme kayıplarının derecelerini belirlemek için yapılmaktadır. Bu ölçümlemeler desibel olarak ifade edilmektedir. İşitme kaybı dereceleri şöyle sıralanabilir:İşitme Kaybının Tedavisi Nasıl Olmalıdır?Ani İşitme Kaybı: Hastanın işitmesinde ani bir kayıp oluşabilmektedir. Odyometri testinde 3 frekansta minimum 30 desibel kayıp görülebilmektedir. Bu hastalar acil tedavi edilmelidir. Tedavi, kulak zarını geçerek orta kulak bölgesine kortizon uygulanması olarak planlanmalıdır. (intratimpanik kortizon uygulaması)Otoskleroz: Bu hastalarda üzengi kemikçiğinin iç kulağa değdiği bölgede kireçlenme mevcut olup ameliyat ile teflon piston(protez) uygulaması yapılarak işitme düzeltilebilmektedir.Kulak Zarı Deliği ve Orta Kulak Kemikçiklerinde Hasara Bağlı İşitme Kaybı: Bu hastalara ameliyat yapılarak hem kulak zarındaki delik hem kemikçik zincirindeki hasar düzeltilebilmektedir.Yeni Doğanlarda Çok ileri Derece İşitme Kayıpları: Kohlear İmplant(Biyonik Kulak) ameliyatı yapılabilmektedir.İşitme Cihazı Uygulaması: Yenidoğan ve çocuklarda orta-ileri derece işitme kayıplarında, erişkinlerde ise orta-ileri ve çok ileri derece işitme kayıplarında işitme cihazı desteği sağlanabilmektedir.Orta Kulakta Tedaviyle Geçmeyen Sıvı ve İltihap Oluşumu: Kulak zarı çizilerek sıvı boşaltılabilmekte ve kulak zarına tüp takılabilmektedir.Odyometri Testi Hakkında Sıkça Sorulan SorularOdyometri testi kaç dakika sürmektedir?Odyometri testi yaklaşık 15-20 dakika sürmektedir.Odyometri test sonucu kaç olmalıdır?Sağlıklı duyan kişiler, 250-8000 hertz frekanslarında 0-20 desibel arasını duymalıdır.Odyometri testi için hangi doktora gidilmelidir?
3,466
103
Tanı ve Testler
PCT Testi
Prokalsitonin (PCT), bakteriyel bir enfeksiyondan kaynaklanan sepsis olup olmadığı veya sepsis gelişme riski olup olmadığını teşhis etmek için prokalsitonin değerinin ölçüldüğü bir kan testidir. PCT, kandaki prokalsitonin değerini ölçer. Kanda enfeksiyon araştırıldığında bakılacak parametrelerden biri de PCT yani prokalsitonin değeridir. PCT ile sepsis gibi ciddi tabloların varlığı araştırılırken, bazen de verilen bir antibiyotik tedavisinin etkinliği ölçülebilir. Memorial Sağlık Grubu Uzmanları PCT hakkında bilgi verdi.Prokalsitonin (PCT), bakteriyel bir enfeksiyondan kaynaklanan sepsis olup olmadığı veya sepsis gelişme riski olup olmadığını teşhis etmek için prokalsitonin değerinin ölçüldüğü bir kan testidir. PCT, kandaki prokalsitonin değerini ölçer. Kanda enfeksiyon araştırıldığında bakılacak parametrelerden biri de PCT yani prokalsitonin değeridir. PCT ile sepsis gibi ciddi tabloların varlığı araştırılırken, bazen de verilen bir antibiyotik tedavisinin etkinliği ölçülebilir. Memorial Sağlık Grubu Uzmanları PCT hakkında bilgi verdi.PCT Testi Nedir?Prokalsitonin testi olarak da bilinen PCT, kandaki prokalsitonin değerini ölçer. Genellikle bakteriyel enfeksiyon ve sepsis gibi ciddi tabloların göstergesi olarak bilinir. Bilindiği üzere sepsis organ yetmezliğine neden olabilecek ciddi bir sorundur. Kişinin aldığı bakteriyel enfeksiyonun vücuda ne kadar yayılıp yayılmadığını gösteren değer PCT’dir.PCT Testi Hangi Hastalıkların Teşhisi için Yapılır?PCT testi şu hastalıkların teşhisi için kullanılmaktadır:Eğer kişide ateş, titreme, terleme, bilinç bulanıklığı, hızlı kalp atışı, nefes darlığı, düşük tansiyon gibi belirtiler varsa bu belirtiler bir bakteriyel enfeksiyon belirtisi ve sepsis belirtisi olabilir. PCT testi bunu saptamak için kullanılmaktadır.PCT Düşüklüğü Ne Anlama Gelir?Prokalsitonin düşük miktarda akciğer ve karaciğerde; büyük ölçüde tiroid bezinde üretilmektedir. PCT düşüklüğü vücutta bakteriyel bir enfeksiyon olmadığını göstermektedir. Eğer 0 ile 0.05 µg/L aralığındaki PCT değeri varsa bu değer normal kabul edilmektedir. Ancak prokalsitonin düşüklüğü organ naklinde vücudun yeni organı kabul etmemesi veya ameliyat sonrasında oluşan travmalara bağlı olarak da gelişebilmektedir.PCT Yüksekliği Ne Anlama Gelir?PCT yüksekliği, sepsis veya menenjit gibi ciddi bir bakteriyel enfeksiyonun bulunduğu anlamına gelir. Kanda PCT değeri 0,5 ile 2 ng/mL arasında olan kişilerde bakteriyel bir enfeksiyon varlığı söz konusu olabilir. Değer yükseldikçe enfeksiyonun ciddiyeti de artar.PCT değeri 2 ile 10 ng/mL arasında olan kişilerde sepsis şüphesi baskındır. PCT değeri 10 ng/mL üzerinde çıkarsa şiddetli bir sepsis ile birlikte hayati tehlike söz konusu olabilir. Üst solunum yolu enfeksiyonlarında, sepsis, cerrahi operasyon sonrası yara yerinde olan enfeksiyonlar, çoklu organ yetmezliği, yanık, menenjit, idrar yolu enfeksiyonu, böbrek yetmezliği, tiroid kanseri, bazı ilaç tedavileri PCT yüksekliğine neden olabilmektedir.Hastada eğer 0 ile 0.05 µg/L değerli bir PCT varsa enfeksiyon olmadığı anlamına gelir.PCT Testi Nasıl Yapılır?PCT testi hastanede yapılır. Sağlık uzmanı, bir iğne kullanarak hastanın kolundaki damardan kan örneği alır. İğne vücuda batırıldıktan sonra, bir test tüpüne kan alınır. İğne battığında küçük bir acı hissedilebilir. PCT, testi için özel bir hazırlığa ihtiyaç bulunmamaktadır. Testi yaptırırken bir risk bulunmamaktadır. Her kan testinde olduğu gibi iğnenin battığı yerde hafif bir ağrı ve morarma olabilir. Bu semptomlar da hemen geçer.PCT Testi Hakkında Sık Sorulan Sorular Kan tahlilinde PCT nedir?Kan tahlilinde çıkan PCT, bakteriyel enfeksiyonlara yanıt olarak salınan ve bulaşıcı hastalığa yönelik bulguyu ayırt etmek için kullanılabilen bir biyobelirteçtir.PCT testi neden istenir?Sistemik veya ciddi bir bakteriyel enfeksiyon ile sepsis şüphesiyle PCT testi istenmektedir. Hastada sepsise ait bulgular varsa PCT yapılmalıdır. Sepsis belirtileri, nemli ve terli cilt, titreme, ateş, ağrı hissi, hızlı nefes alışı, çarpıntı, zihin bulanıklığı, daha az idrara çıkma olarak sayılabilir. Zatürree, menenjit enfeksiyonlarında, idrar yolu enfeksiyonlarında bu test istenebilir. Bazen de antibiyotik tedavisinin etkinliğini takip etmek için yapılır.PCT yükselirse ne yapılır?Uzman hekim hastayı fiziksel olarak değerlendirir ve hastanın şikayetlerini inceler. Bu durumda ek kan tahlilleri ve görüntüleme tetkikleri alınır. Eğer PCT yüksekliği bakteriyel enfeksiyon nedeniyle olmuşsa kültür testi de yapılır. Kültür testinde bakterinin türü belirlenerek antibiyotik tedavisi başlanır. Ancak bazı durumlarda apseli durumlarda örneğin apse drenaj için cerrahi yöntemler de kullanılabilir. Tiroid tümörleri, kronik hastalıklar gibi nedenlerle de PCT yüksek çıkabilir. Bu durumlarda ayırıcı tanı yapılması için ek tetkikler istenir.PCT testiyle birlikte başka hangi testler istenebilir?CRP, kan kültürü, idrar kültürü, kan gazları, tam kan sayımı, beyin omurilik sıvısı analizi de PCT için kullanılabilmektedir.Kimler sepsis riski altındadır?Sepsis daha çok yaşlı ve yeni doğanlarda görülür. Ameliyat sonrası hastalar, diyabet gibi kronik hastalıkları olanlar, bağışıklığı zayıf kişiler de sepsis riski altındadır.Ne tür enfeksiyonlar sepsise neden olur?En sık sepsise yol açan enfeksiyonlar arasında akciğer (zatürre ), idrar yolu enfeksiyonu, deri ve sindirim sistemi enfeksiyonları yer alır. Sepsisi tetikleyebilen yaygın bakteriler arasında Staphylococcus aureus, Escherichia coli ( E. coli ) ve bazı Streptococcus türleri bulunur.
2,100
104
Tanı ve Testler
PDW Testi
PDW, trombosit (platelet) dağılım genişliğidir ve trombosit boyutundaki değişkenliğini yansıtır. Kişinin kanındaki trombositlerin boyut farklılıklarının ölçüldüğü PDW testi trombosit fonksiyonu ve aktivasyonunun belirleme imkanı sunar. PDW, trombosit (platelet) dağılım genişliğidir ve trombosit boyutundaki değişkenliğini yansıtır. Kişinin kanındaki trombositlerin boyut farklılıklarının ölçüldüğü PDW testi trombosit fonksiyonu ve aktivasyonunun belirleme imkanı sunar. PDW (Trombosit Dağılım Genişliği) Nedir?Platelet distribution width ifadelerinin kısaltması olan PDW(trombosit dağılım genişliği), kanın pıhtılaşmasını sağlayan trombositlerin boyut olarak ne kadar değişken olduğunu yani ne kadar benzer olduğunu gösterir. Yaraların iyileşmesinde de önemli bir rolü olan PDW, hayati anlamda önem arz eden trombosit oranı kan tahlili ile ölçülmektedir. Kan pulcuğu ya da platelet olarak da bilinen trombositlerin vücutta yeterli miktarda olması ya da olmaması durumunda PDW düşüklüğü ve yüksekliği görülür. Özellikle PDW düşüklüğü vücutta birçok probleme neden olabilir.PDW (Trombosit Dağılım Genişliği) Testi Neden Yapılır?PDW (Trombosit Dağılım Genişliği) testi, kandaki trombosit oranının değişkenliğini yansıtarak trombosit fonksiyonunu ortaya çıkarmak için yapılır. Trombositler kanın pıhtılaşması, iltihaplanma ve bağışıklık sistemi üzerinde önemli bir rol oynar. Çeşitli hastalıklar olduğunda PDW değerinde farklılıklar gözlemlenebilir. Hastalığı çeşidi ve etkisine bağlı olarak PDW yüksekliği ya da düşüklüğü görülür. Kanda PDW testinde diyabet, kanser, solunum problemleri ve kardiyovasküler hastalıkları ortaya çıkabilmektedir. Bunların yanında vücutta kemik iliğine dair bir problem varsa bu test sayesinde belirlenir. Hemogramda PDW testi istenmesinin sebepleri şunlar olabilir:PDW Değeri Kaç Olmalıdır?Kan tahlilinde PDW için yapılan testin sonucunda ortaya çıkan aralığın %25-65 olması normal olarak olarak kabul edilir. 9.0-14.0 fL değerleri normal PDW değerini yansıtmaktadır.PDW Yüksekliği Nedir?Test sonucunda ortaya çıkan değerin referans aralığın üzerinde olması yani PDW yüksekliği, trombosit boyutunun büyük ölçüde değiştiği anlamına gelir. PDW testi ile ortaya çıkan PDW yüksekliğinde kanda bol miktarda genç ve yaşlı trombosit görülür. PDW’nin yüksek olması ise vasküler hastalıklar ve çeşitli kanserlerin neden olduğu gibi iltihaplanma yanı sıra kemik iliğinde oluşabilecek sorunlara da işaret edebilir. Vücutta sebepsiz yere morlukların oluşması, el ve ayak titremesi, kalpte çarpıntı ve burun kanaması PDW yüksekliği belirtileri arasındadır.PDW Yüksekliği Neden Olur?Kanda PDW yüksekliği yaşandığı durumlarda kemik iliğine dair araştırmalar yapılabilir. Bunun yanında doğum kontrol hapı kullanımı, verem, anemi, artrit, çeşitli kanser türleri ve enfeksiyonları gibi durumlar PDW yüksekliği nedenleri arasında yer alır. Diyabet, kalp ve damar hastalıkları, solunum hastalıkları ve pulmoner emboli gibi hastalıklar da PDW yüksekliğine neden olmaktadır.PDW Düşüklüğü Nedir?Kanda yer alan trombosit oranı yeterli olmadığında PDW düşüklüğü ortaya çıkarak vücutta rahatsızlıklara neden olur. Kemik iliği sağlığını ortaya koyan PDW testinde çıkan düşük oran pek çok sebepten kaynaklanabilir. Dengesiz ve düzensiz beslenme, virüsler, kanser türleri, hepatit ve adet kanaması PDW düşüklüğü oluşturabilir. Yapılan test sonucun PDW düşüklüğü tespit edilirse nedenini ortaya çıkarmak için uzman doktor sizden başka testler de talep edebilir. Bunların yanında halsizlik, el ve ayaklarda soğukluk, üşüme, baş dönmesi, kulak çınlaması, sinirlilik ve unutkanlık gibi belirtilerle PDW düşüklüğü kendini gösterebilir.PDW Düşüklüğü Neden Olur?Kanda yeterli miktarda platetet üretilmediği durumlarda PDW düşüklüğü görülür bu da çeşitli hastalıkların habercisi olabilir. Kemik iliğini baskılayan lösemi, radyoterapi, kemoterapi, pıhtılaşma sorunları, aplastik anemi ve trombositoz PDW düşüklüğüne neden olur.PDW Düşüklüğü ve Yüksekliğinin TedavisiKanda PDW miktarının neden düşük ya da yüksek olduğu tespit edilmesinin ardından buna yönelik bir tedavi sürecine başlanabilir. PDW düşüklüğü durumuna yetersiz beslenme sebep olmuşsa uzman doktor buna yönelik bir beslenme listesi hazırlayabilir. Kanser, hepatit gibi hastalıklardan kaynaklı ise tedavi süreci bu yönde planlanabilir. PDW yüksekliğinde ise demir ya da herhangi bir vitamin eksikliği bulunuyorsa, uzman doktor takviye önerebilir.PDW Hakkında Sık Sorulan SorularPDW Kaç Olursa Tehlikeli?PDW oranı 9.0-14.0 fL aralığının altında ya da üstünde bir değerse vücudunuzda bir sağlık probleminin olduğu göstergesidir.PDW Yüksekliği Nasıl Düşürülür?PDW yüksekliğini düşürebilmek için öncelikle altında yatan neden belirleyip, tedavi sürecini ona göre planlamak gerekir.
1,849
105
Tanı ve Testler
Plevra Biyopsisi
Akciğer ve akciğer zarı hastalıklarının tanısında plevra biyopsisi önemli bir yer tutuyor. Akciğerlerin dış kısmını ve göğüs kafesinin iç tarafını saran iki yapraklı ince akciğer zarına plevra adı veriliyor. Bu zardan yapılan doku ya da sıvı örneklemesine ise plevra biyopsisi deniyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Radyoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Selim Bakan, plevra biyopsisi hakkında bilgi verdi.Akciğer ve akciğer zarı hastalıklarının tanısında plevra biyopsisi önemli bir yer tutuyor. Akciğerlerin dış kısmını ve göğüs kafesinin iç tarafını saran iki yapraklı ince akciğer zarına plevra adı veriliyor. Bu zardan yapılan doku ya da sıvı örneklemesine ise plevra biyopsisi deniyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Radyoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Selim Bakan, plevra biyopsisi hakkında bilgi verdi.Plevra biyopsisi nedir?Normalde plevrada hastalık olmadığı sürece Bilgisayarlı Tomografi (BT) veya Ultrason ile plevranın görülme şansı yoktur. Ancak enfeksiyon veya enfeksiyon dışı bir nedene bağlı kalınlaşma durumunda plevra görünür olur. Plevra yaprakları arasındaki sıvı birikimi veya kalınlaşma görüntüleme ile tespit edilir. Ardından buna göre biyopsi yapılır.Plevra biyopsisi neden yapılır?Hem akciğer hastalıklarının tanısında hem de plevrayı tutan akciğer dışı farklı hastalıkların tanısında plevra biyopsisine başvurulur. Bu hastalıklar birincil olarak akciğeri ilgilendiren enfeksiyöz ve sistemik hastalıklar ile akciğer, plevra ve vücuttaki diğer kanserlerdir.Plevra biyopsisi nasıl yapılır?Plevra biyopsisi radyolojik olarak kapalı yöntem ile yapılır. Bu yöntem ile plevra biyopsisi, hastaya genel anestezi vermeden sadece örnekleme yapılacak bölgeye lokal anestezi işlemi uyguladıktan sonra uygun alan temizliği sonrası yapılır. Plevra biyopsisi yapabilmek için öncesinde hastanın akciğer filmi veya akciğer tomografisi görülmelidir. Plevradaki kalınlaşmanın veya plevra zarları arasındaki sıvının nerede biriktiğine bakılıp sonrasında bu işlem uygulanır. Plevra biyopsisi Ultrason veya BT eşliğinde yapılır. İlgili alan temizlendikten sonra sırtın yan veya arka tarafından kaburgaların arasından görüntüleme rehberliğinde plevradan doku örneklemesi ya da sıvı örneği alınır.Plevra biyopsisi kimlere yapılır?Plevrada herhangi bir sebeple sıvı birikmesi veya plevral kalınlaşması olan hastalara yapılır. Biriken sıvı veya kalınlaşma enfeksiyon hastalıkları, bazı sistemik hastalıklar, travma veya kanser gibi farklı nedenlerle olabilir. Bu hastalıkların ayrıcı tanısında plevra örneklemesi yapılır.Plevra biyopsisi hakkında sıkça sorulan sorular Plevra sıvısı ne demektir?Plevra yaprakları arasında akciğerin göğüs duvarı içerisinde nefes alıp verirken rahatlıkla hareket etmesini yani kayganlığı sağlayan, normalde bir hastalık olmadığı durumlarda görüntüleme ile görülemeyecek miktarda olan sıvıdır. Ancak herhangi bir hastalığa bağlı olarak sıvı miktarında artış olduğunda radyolojik yöntemler ile görünür hale gelmektedir.Plevral efüzyon neden olur?Efüzyon sıvı anlamına gelmektedir. Plevral efüzyonun birçok nedeni vardır. Bunların bir kısmı akciğerle ilgili iken bir kısmı da akciğer dışı hastalıklardan kaynaklanır. Plevral sıvının en sık sebebi akciğer veya plevradan kaynaklanan enfeksiyonlardır. Bu enfeksiyonların dışında bazı romatolojik hastalıklar, kalp hastalıkları, travma ve birçok kanserde plevra yaprakları arasında sıvı artışı görülür. Ülkemizde sık görülen tüberküloz plevral kalınlaşma veya plevral sıvıya neden olabilen hastalıklardan biridir.Kapalı plevra biyopsisi nedir?Ultrason veya BT altında hastaya herhangi bir cerrahi müdahale yapmadan ilgili bölgeye lokal anestezi yaptıktan sonra uygun iğne ile plevradan doku veya sıvı örneklemesi yapılmasıdır.Malign plevral efüzyon nedir?Akciğere, plevraya veya başka bir organdaki kansere bağlı plevral efüzyona malign plevral efüzyon adı verilmektedir. Kanser dışı plevral efüzyonlara da benign yani iyi huylu plevral efüzyon denir.Parietal plevra nedir?İki adet plevra yaprağı vardır. Göğüs iç duvarını kaplayan plevra yaprağına parietal plevra, akciğerin yüzeyine yapışık olan plevra yaprağına da visseral plevra denmektedir. Plevral sıvı bu iki yaprak arasında birikmektedir.Fibrinöz plörit nedir?Tüberküloz, travma veya radyoterapiye bağlı plevranın kalınlaşması ve kireçlenmesine fibrinöz plörit adı verilir. Oldukça nadir görülen bir durumdur. Tanısı BT ile konulmaktadır. Ancak sebebini bulmak için buradan da biyopsi yapmak gerekebilir.
1,707
106
Tanı ve Testler
Poligrafi (Evde uyku testi)
Evde yapılan uyku testi yani poligrafi, uyku sırasında kişinin farkında olmadan horlama, uykuda nefes durması gibi birçok sorunun belirlenmesinde önemli rol oynuyor. Yaşam süresinin üçte birini oluşturan uyku, yeterli ve düzenli olmadığı takdirde birçok sağlık sorunu ortaya çıkabiliyor. Kişide uyku bozuklukları, obezite, hipertansiyon, diyabet, kalp krizi veya inme gibi çeşitli ciddi sağlık sorunları görülebiliyor. Evde de yapılabilen (poligrafi) uyku testinin sonucunda daha net teşhis konulabiliyor. Memorial Kayseri Hastanesi Nöroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Nergiz Hüseyinoğlu, evde uyku testi hakkında bilgi verdi.Evde yapılan uyku testi yani poligrafi, uyku sırasında kişinin farkında olmadan horlama, uykuda nefes durması gibi birçok sorunun belirlenmesinde önemli rol oynuyor. Yaşam süresinin üçte birini oluşturan uyku, yeterli ve düzenli olmadığı takdirde birçok sağlık sorunu ortaya çıkabiliyor. Kişide uyku bozuklukları, obezite, hipertansiyon, diyabet, kalp krizi veya inme gibi çeşitli ciddi sağlık sorunları görülebiliyor. Evde de yapılabilen (poligrafi) uyku testinin sonucunda daha net teşhis konulabiliyor. Memorial Kayseri Hastanesi Nöroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Nergiz Hüseyinoğlu, evde uyku testi hakkında bilgi verdi.Poligrafi nedir?Poligrafi yani evde yapılan uyku testi, uykunun kalitesini belirlemek ve uyku bozukluğunun nedeni bulmak için bütün gece boyunca seyyar bir cihaz yardımıyla veri kaydı yapılan bir işlemdir. İşlem sonucunda elde edilen verilerle, özellikle solunumun ritmi ile derinliği, horlama sıklığı ve düzeyi, solunum durması ve süresi, kandaki oksijen düzeyi ölçülmektedir.Poligrafi sırasında hangi değerler ölçülür?Poligrafi kimlere yapılır?Evde uyku testi en çok aşağıda belirtilen durumlarda yapılmaktadır:Poligrafi nasıl yapılır?Genelde sağlık kuruluşlarında yapılan polisomnografi (uyku testi) günlük uyku alanı dışında başka bir yerde uyumanın uykusuzluğa neden olabileceği nedeniyle evlerde de yapılmaktadır. Poligrafi olarak bilinen evde uyku testinde hastanın konforunu, gece yataktaki hareketlerini ve uyku kalitesini bozmayacak şekilde tasarlanmış uyku cihazları kullanılmaktadır. Bu cihazların nasıl kullanılacağı hastaya tarif edilmektedir. Hastalar evlerine götürdükleri cihazların elektrotlarını kolayca vücutlarına bağlayabilmektedir. Cihaz bir sonraki gün tekrar hastaneye götürülmektedir. Veriler uzman hekim tarafından değerlendirilmektedir. Poligrafi hakkında sık sorulan sorularPoligrafi ne kadar sürer?Poligrafi diğer testler gibi kısa süreli değildir. Testin süresi kişinin uyku süresi kadardır. Gece çalışanlar için ise gündüz de uygulanabilmektedir.Poligrafi öncesi ne yapılmalı?Hasta herhangi bir ilaç kullanıyorsa, doktora bu konuda bilgi verilmelidir. Test günü uykusuzluğa neden olan alkol, sigara, çay, kahve ve gazlı içecekler tüketilmemelidir. Akşam yemeğinde ağır besinlerden uzak durulmalı, ancak aç kalınmamalıdır.Poligrafinin riski var mı?Poligrafinin sağlık açısından kesinlikle bir riski yoktur. Evde yapılan poligrafi sırasında kullanılan cihazlar son derece güvenilirdir.Poligrafi çocuklara yapılır mı?Evde uyku testi, çocukluk çağı obstrüktif uyku apne sendromu (OSAS) tanısında da kullanılmaktadır.Poligrafi hamilelere yapılır mı?Gebelerde uyku ile ilgili solunum bozuklukları, uyku bozukluklarına neden olabilmektedir. Gebeliğe bağlı fizyolojik ve hormonal değişiklikler uyku apnesine yol açabilmektedir. Poligrafi güvenli bir şekilde kullanılmaktadır. Kullanılan cihazların anne karnındaki bebeğe bir zararı yoktur.Poligrafi yapılmadan önce nelere dikkat edilmeli?Poligrafi sonucunda uyku apnesi tanısı konulursa ne yapılır?Uyku testi sonucunda uyku apnesi tanısı konulması halinde, uzman hekimin önereceği ileri tetkiklerin (hastanede uyku testi- PSG) yanı sıra; tedavi amacı ile kilo verme, ağız içi apareyler, kulak- burun boğaz ve göğüs hastalıkları uzmanının görüşü ve CPAP tedavisi   de kullanılabilir.Poligrafiden önce düzenli içilen ilaçlar kullanılır mı?Poligrafiden önce düzenli kullanılan ilaçların içilmesinde herhangi bir sakınca yoktur. Ama bu ilaçlar konusunda uzman hekime bilgi verilmesi gerekir. Herhangi bir tıbbi özel durum olması halinde, hekim bazı ilaçların o gün kullanılmasını istemeyebilir.
1,624
107
Tanı ve Testler
Polisomnografi (Uyku Testi)
Yaşam süresinin üçte birini oluşturan uyku, yeterli ve düzenli olmadığı takdirde birçok sağlık sorunu ortaya çıkabiliyor. Kişide uyku bozuklukları, obezite, hipertansiyon, diyabet, kalp krizi veya inme gibi çeşitli ciddi sağlık sorunları görülebiliyor. Uyku testi yani polisomnografi, uyku sırasında kişinin farkında olmadan horlama, uykuda nefes durması, uykuda periyodik bacak hareketleri, uykuda yeme bozukluğu, uykuda epilepsi nöbetleri, uykuda diş sıkma gibi birçok sorunun belirlenmesinde önemli rol oynuyor. Yaşam süresinin üçte birini oluşturan uyku, yeterli ve düzenli olmadığı takdirde birçok sağlık sorunu ortaya çıkabiliyor. Kişide uyku bozuklukları, obezite, hipertansiyon, diyabet, kalp krizi veya inme gibi çeşitli ciddi sağlık sorunları görülebiliyor. Uyku testi yani polisomnografi, uyku sırasında kişinin farkında olmadan horlama, uykuda nefes durması, uykuda periyodik bacak hareketleri, uykuda yeme bozukluğu, uykuda epilepsi nöbetleri, uykuda diş sıkma gibi birçok sorunun belirlenmesinde önemli rol oynuyor. Polisomnografi (PSG, uyku testi) nedir?Polisomnografi yani uyku testi, uykunun kalitesini belirlemek ve uyku bozukluğunun nedeni bulmak için bütün gece boyunca cihazlar yardımıyla kayıt yapılarak yapılan bir işlemdir. Bu kayıtlar sonucunda, özellikle beyin dalgaları, uykunun derinliği, solunumun ritmi ile derinliği, horlama sıklığı ve düzeyi, solunum durması ve süresi, kandaki oksijen düzeyi, vücut hareketleri ve değişen yatma pozisyonu ile kalp ritmi ölçülür.Polisomnografi sırasında hangi değerler ölçülür?Polisomnografi kimlere yapılır?Polisomnografi en çok aşağıda belirtilen durumlarda yapılmaktadır:Polisomnografi hakkında sıkça sorulan sorular Polisomnografi nasıl yapılır?Sağlık kuruluşlarında özel bir alanda oluşturulan uyku laboratuvarları sayesinde polisomnografi yapılmaktadır. Amerikan Uyku Tıbbı Akademisi (AASM) tarafından 2007 yılında, standart polisomnografi uygulaması için gerekli olan elektrot ve sensörlerin yerleştirileceği bölgeler belirtilmiştir. Hekimin isteğine göre elektrot ve sensörlerin sayısı arttırılabilir yada azaltılabilir. Kişi bir gece bu alanda yatırılarak tüm veriler kayıt altına alınır. Hastanın günlük konforunun sağlandığı bu alanlar, sessiz ve yeterli büyüklüktedir. Tuvalet ve banyo alanın içindedir. Gece boyunca verileri takip edecek teknisyen, gözlem odasındadır. Herhangi bir sorun yaşanması durumunda teknisyen, müdahale edecek konumdadır. Polisomnografi ne kadar sürer?Polisomnografi diğer testler gibi kısa süreli değildir. Testin süresi kişinin uyku süresi kadardır. Gece çalışanlar için ise gündüz de uygulanabilmektedir.Polisomnografi öncesi ne yapılmalı?Hasta herhangi bir ilaç kullanıyorsa, doktora bu konuda bilgi verilmelidir. Test öncesinde duş alınmalıdır. Test günü uykusuzluğa neden olan alkol, sigara, çay, kahve ve gazlı içecekler tüketilmemelidir. Akşam yemeğinde ağır besinlerden uzak durulmalı, kesinlikle aç kalınmamalıdır.Polisomnografi evde yapılır mı?Günlük uyku alanı dışında başka bir yerde uyumanın uykusuzluğa neden olabileceği nedeniyle polisomnografi evlerde de yapılmaktadır. Poligrafi olarak bilinen evde uyku testinde hastanın konforunu, gece yataktaki hareketlerini ve uyku kalitesini bozmayacak şekilde tasarlanmış uyku cihazları kullanılmaktadır. Bu cihazların nasıl kullanılacağı hastaya tarif edilmektedir. Hastalar evlerine götürdükleri cihazların elektrotlarını kolayca vücutlarına bağlayabilmektedir. Cihaz ikinci gün tekrar hastaneye götürülmektedir. Veriler uzman hekim tarafından değerlendirilmektedir. Polisomnografinin riski var mı?Polisomnografinin sağlık açısından kesinlikle bir riski yoktur. Teknisyen kontrolünde yapılan polisomnografi sırasında kullanılan cihazlar son derece güvenilirdir.Polisomnografi çocuklara yapılır mı?Polisomnografi, çocukluk çağı obstrüktif uyku apne sendromu (OSAS) tanısında da kullanılmaktadır. Çocuklara göre düzenlenmiş uyku laboratuvarında polisomnografi başarıyla uygulanmaktadır.Polisomnografi hamilelere yapılır mı?Gebelerde uyku ile ilgili solunum bozuklukları, uyku bozukluklarına neden olabilmektedir. Gebeliğe bağlı fizyolojik ve hormonal değişiklikler uyku apnesine yol açabilmektedir. Polisomnografi güvenli bir şekilde kullanılmaktadır. Kullanılan cihazların anne karnındaki bebeğe bir zararı yoktur.Polisomnografi yapılmadan önce nelere dikkat edilmeli?Polisomnografi sonucunda uyku apnesi tanısı konulursa ne yapılır?Uyku testi sonucunda uyku apnesi tanısı konulması halinde, uzman hekimin önereceği tedavi yöntemlerinin yanı sıra; tedavi amacı ile horlama protezi de kullanılabilir. Horlama protezi, uyku apnesi tedavisinde % 95 oranında başarı sağlayan medikal bir üründür. Horlama protezi, herhangi bir cerrahi müdahale gerektirmeyen, kolay taşınabilir, çalışırken herhangi bir enerjiye ihtiyaç duymayan tıbbi bir aparattır. Uyku apnesi tedavisinde kullanılabilecek en hızlı ve ekonomik tedavi yöntemlerinden birisidir.Polisomnografide anestezi yöntemi uygulanıyor mu?Polisomnografide herhangi bir anestezi yöntemi ya da uyku getirecek başka bir yöntem kullanılmaz. Hastanın tamamen doğal yollardan uykuya dalması beklenir.Polisomnografiye girmeden düzenli içilen ilaçlar kullanılır mı?Polisomnografiye girmeden önce düzenli kullanılan ilaçların içilmesinde herhangi bir sakınca yoktur. Ama bu ilaçlar konusunda uzman hekime bilgi verilmesi gerekir. Herhangi bir tıbbi özel durum olması halinde, hekim bazı ilaçların o gün kullanılmasını istemeyebilir.
2,078
108
Tanı ve Testler
PPD Testi
Kişinin kanında tüberküloz (verem) hastalığının varlığının saptanılması için uygulanan teste ppd testi adı verilir. Saflaştırılmış protein türevi anlamına gelen PPD, akciğer enfeksiyonu olan ve bulaşıcı bir enfeksiyon olan verem hastalığının tanısında kullanılır. PPD pozitif test sonucu, kişinin tüberküloz hastalığıyla enfekte olduğunu gösterir ve hastalığın tedavisi başlanır. Ön kolun iç kısmına şırınga yardımcıyla iğne enjeksiyon edilerek yapılan PPD testi, yaklaşık 48 saat sonra geçecek kızarıklık ve şişlik meydana getirebilir. Yapılan PPD testinin ardından çıkan pozitif sonuç, tüberküloz hastalığının işareti sayılır.Kişinin kanında tüberküloz (verem) hastalığının varlığının saptanılması için uygulanan teste ppd testi adı verilir. Saflaştırılmış protein türevi anlamına gelen PPD, akciğer enfeksiyonu olan ve bulaşıcı bir enfeksiyon olan verem hastalığının tanısında kullanılır. PPD pozitif test sonucu, kişinin tüberküloz hastalığıyla enfekte olduğunu gösterir ve hastalığın tedavisi başlanır. Ön kolun iç kısmına şırınga yardımcıyla iğne enjeksiyon edilerek yapılan PPD testi, yaklaşık 48 saat sonra geçecek kızarıklık ve şişlik meydana getirebilir. Yapılan PPD testinin ardından çıkan pozitif sonuç, tüberküloz hastalığının işareti sayılır.PPD Testi Nedir?Akciğer enfeksiyonu olarak bilinen ve halk arasında verem şeklinde de adlandırılan tüberküloz hastalığının kandaki varlığını saptamak için uygulanan yöntem PPD testidir. Saflaştırılmış protein türevi olarak tanımlanan PPD, test yöntemiyle tüberküloz tanısının varlığını belirlemek amacıyla yapılır. Kanda tüberküloz hastalığı meydana geldiğinde vücut saflaştırılmış protein türevi gibi bakterilerin bazılarına karşı ekstra duyarlı bir hale gelir. PPD testiyle birlikte kandaki tüberküloz varlığı saptanır ve vücudun mevcut hassasiyeti kontrol edilir.Genellikle ön kolun iç kısmına iğne enjekte edilerek yapılan PPD testi, kızarıklık ve şişlik ortaya çıkarabilir ancak bu durum 48-72 saat içinde kaybolur.Tüberküloz bir kişiyle temasta bulunanlar, steroid ilaçlar kullananlar, kanser veya AIDS gibi hastalıklar sebebiyle bağışıklık sistemi düşük kişiler PPD testi yaptırarak tüberküloz hastalığının olası varlığını öğrenebilir ve daha sağlıklı bir süreç izleme şansı edinir.PPD Testi Neden Yapılır?PPD testi, ciddi bir akciğer enfeksiyonu olan ve bulaşıcı özellik taşıyan, halk arasında verem olarak tüberküloz hastalığının kandaki varlığını tespit etmek için yapılır. Başta akciğerler olmak üzere böbrekler ve diğer organlara da ciddi zarar verebilen bir hastalık olarak bilinen tüberküloz hastalığı, bulaşıcı olma özelliğiyle halk sağlığını da tehdit eden bir hastalıktır.Olası tüberküloz hastalığı varlığını tespit etmek için yapılan PPD testinin yanında doktor emin olmak için fiziki muayeneyle birlikte göğüs röntgeni de isteyebilir.Kolay bir şekilde yayılabilen ve bulaşıcı bir hastalık olan tüberküloz, yaygın olarak akciğerleri etkiler. Tüberküloz bakterileri akciğerlerde uzun yıllar inaktif (uykuda) kalabilir ve bu duruma latent tüberküloz adı verilir.Tüberküloz her hastada belirti göstermeyebilir. Ancak ateş, kilo kaybı, öksürük ve özellikle gece terlemeleri gibi belirtiler gösteren ve aşağıdaki durumlarda PPD testine ihtiyacınız olabilir.PPD Testi Nasıl Yapılır?PPD testi genellikle ön kolun iç yüzeyine 0,1 ml iğne enjekte edilerek ve enjeksiyon, iğne eğimi yukarı bakacak şekilde bir tüberkülin şırıngası ile gerçekleştirilir. Yapılan işlemi takiben 48 ila 72 saat sonrasında doktor test bölgesini inceler. Bu zaman diliminde iğne yapılan bölgede kızarıklık ve şişlik meydana gelebilir ancak bu durum sorunsuz bir şekilde geçer.Ciltte PPD’ye karşı herhangi bir reaksiyon gelişip gelişmediğini görmek adına aşı yapılan bölge incelenir. Elde edilen bulgulara göre PPD testi pozitif çıkarsa kişiye tüberküloz tanısı konulabilir.PPD Testi Kimlere Yapılmalıdır?PPD testi, özellikle tüberküloz hastası olan biriyle yakın temas kurmuş kişilere, hapishaneler gibi kalabalık yerlerde kalanlara ve yakın zamanda tüberkülozun yaygın olarak görüldüğü yerlere seyahat edenlere yapılır.Bunlarla birlikte tüberküloz belirtileri gösteren kişilere de PPD testi yapılması önerilir. Aktif tüberküloz belirtileri şunları içerir:PPD Testi Pozitif Çıkarsa Ne Olur?Ön kolun iç yüzeyine enfeksiyon yardımıyla yapılan PPD testinde koldaki 5 mm ve üzerindeki şişlikler test sonucunun pozitif çıktığına işaret eder. Bu pozitiflik durumu kişinin tüberküloz hastalığıyla enfekte olduğu anlamına gelir. PPD testinin negatif çıktığı durumlar ise kanda tüberküloz bakterilerinin bulunmaması olarak değerlendirilir.Pozitif test sonuçlarının yanı sıra doktor tarafından göğüs röntgeni, CT taraması ve balgam testi de istenebilir.PPD Testi Hakkında Sık Sorulan SorularPPD testi nerede yapılır?Tüberküloz hastalığının varlığını tespit etmek için yapılan PPD testi, verem savaş dispanserlerinde uygulanır.PPD testi pozitif çıkarsa ne yapılır?PPD testi pozitif çıkan kişide tüberküloz varlığı kesin olarak saptanır ve doktor tarafından tüberküloz tedavisinde kullanılan ilaçlara reçete edilir.PPD testi kaç mm olmalı?PPD testi için enfeksiyon uygulanan ön kolun iç yüzeyindeki kalınlık 5-9 mm arasında ise ppd testi pozitif olarak değerlendilir.PPD testi yanlış çıkar mı?PPD testleri genellikle doğru sonuç verme ihtimali yüksek olan testlerdir ancak bazı durumlarda kesin tanı için göğüs röntgeni de istenebilir.
2,058
109
Tanı ve Testler
Prenatal Tarama ve Tanı Testleri
Prenatal tarama ve tanı testleri, bebek bekleyen çiftlerin doğum öncesinde bebeklerinin sağlığı ile ilgili bilgi sahibi olmasını sağlayan tetkikler arasında yer alıyor. Bazı genetik hastalıkların önceden tespit edilmesini sağlayan bu testler, doğum öncesi ve sonrası erken müdahaleye de olanak veriyor. İkili, üçlü, dörtlü ve fetal DNA olarak adlandırılan tarama testlerinde risk görülen durumlarda, isteğe bağlı olarak çeşitli tanı testleri uygulanabiliyor. Tanı testleri ise bebek kaynaklı dokulardan bebeğe dokunmadan örnek alınarak gerçekleştiriliyor. En iyi sonuçları alabilmek için hamileliğin belli zamanlarında yapılması gereken tarama ve tanı testlerinin mutlaka uzman doktorlar tarafından yapılması ve sonuçlarının ayrıntılı şekilde değerlendirilmesi gerekiyor. Memorial Ankara Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum ile Perinatoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Ertuğrul Karahanoğlu, prenatal tarama ve tanı testleri ile ilgili bilgi verdi.Prenatal tarama ve tanı testleri, bebek bekleyen çiftlerin doğum öncesinde bebeklerinin sağlığı ile ilgili bilgi sahibi olmasını sağlayan tetkikler arasında yer alıyor. Bazı genetik hastalıkların önceden tespit edilmesini sağlayan bu testler, doğum öncesi ve sonrası erken müdahaleye de olanak veriyor. İkili, üçlü, dörtlü ve fetal DNA olarak adlandırılan tarama testlerinde risk görülen durumlarda, isteğe bağlı olarak çeşitli tanı testleri uygulanabiliyor. Tanı testleri ise bebek kaynaklı dokulardan bebeğe dokunmadan örnek alınarak gerçekleştiriliyor. En iyi sonuçları alabilmek için hamileliğin belli zamanlarında yapılması gereken tarama ve tanı testlerinin mutlaka uzman doktorlar tarafından yapılması ve sonuçlarının ayrıntılı şekilde değerlendirilmesi gerekiyor. Memorial Ankara Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum ile Perinatoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Ertuğrul Karahanoğlu, prenatal tarama ve tanı testleri ile ilgili bilgi verdi.Prenatal tarama ve tanı testleri nedir?İnsan vücudunda 23 kromozom çifti bulunur. Tüm yapısal özelliklerimiz bu kromozom denilen biyolojik yapı üzerine kayıtlıdır. Sağlıklı olmak kadar hastalılara sebep olan özellikler de bu kromozomlar üzerinde yer alır. Şu ana kadar tanımlanmış 15 binin üzerinde genetik hastalık bulunmaktadır ve bu sayı giderek artmaktadır.Genetik hastalıklar sperm ile yumurta birleştiği zaman oluşur. Gebelik testi pozitif çıktığında bebeğin tüm özellikleri bellidir, sadece oluşması için zaman gerekir. Bazı genetik hastalıkların tanısı anne karnında konabilirken bazıları ancak çocuk doğduktan sonra konabilir. İşte prenatal tarama ve tanı testleri bir bebeğin aslında oluşumda var olan genetik kusurunun anne karnında iken tespit edilmesini sağlayan testlerdir.  Prenatal tarama testleri nelerdir? Prenatal tarama testleri iki gruba ayrılır. 1-İkili, üçlü ve dörtlü testler: Bu testler anneden alınan kanda bebeğin plasenta yani eşinden salgılanan hormonlar ve ultrason ölçümleri kombine ederek yapılan testlerdir. Riskli çıkan sonuçların doğrulanmaları gerekir. Bu testlerin doğrulaması ise ancak bebeğin suyundan veya eşinden örnek alınarak yapılabilir.  Tarama testlerinde bakılan biyokimyasal belirteçler başka yapısal kusurlarda da anormal çıkabilir. Test düşük olmasına rağmen bu değerlerde anormallik varsa mutlaka ayrıntılı olarak bir perinatoloji uzmanı tarafından test sonucunun değerlendirilmesi gerekir.  Gerekli durumlarda erken ayrıntılı ultrasonografi yapılarak bebeğin yapısal bir sorunu olup olmadığı değerlendirilir. Bu testlerde down sendromu dışında başka genetik hastalıklarda da sonuçlar anormal gelebilmektedir. Test sonucunun neden anormal geldiği hassas bir şekilde değerlendirilmeli ve sonuca göre ek olarak hangi testin istenebileceği belirtilmelidir.2.Hücre Dışı DNA Testi (Fetal DNA Testi): İkinci gruptaki tarama testi hücre dışı DNA testi denilen testlerdir. Bu testlerde bebeğin genetik yapısı incelenir. Bebeğin eşinden yani plasentasından anne kanına karışan DNA parçaları analiz edilir. Oldukça güvenilir testlerdir. Bu testte bebeğin eşi denilen plasentasından anne kanına karışan genetik materyaller özel cihazlar ile değerlendirilir. Bazı durumlarda bebeğin plasentası ve bebek aynı genetik özellikleri göstermeyebilir. Bu açıdan test sonucu anormal geldiğinde mutlaka bir perinatoloji uzmanı tarafından değerlendirilmeli ve erken ayrıntılı ultrason yapılmalıdır.  Ama sonuç kesin değildir.  Olumsuz gelen test sonucu mutlaka kesin tanı testleri ile doğrulanmalıdır. Test sonucu olumsuz gelmiş ama bebeğin ayrıntılı değerlendirmesinde yapısal bir kusur tespit edilemediyse tanı testi olarak amniyosentez tercih edilmelidir. Prenatal tanı testleri nelerdir? Bebeğin genetik yapısını kesin olarak gösteren testlere prenatal tanı testleri denir. Bu ancak bebeğin genetik özelliklerini taşıyan dokulardan örnek alınarak yapılabilir. Bu dokular bebeğin plasentası denilen eşi, bebeğin içinde yüzdüğü amniyotik sıvısı ve bebeğin kanıdır.-Koryon villus biyopsisi: Bebeği besleyen plasenta denilen dokudan örnek alınması işlemdir.  Son yapılan çalışmalarda düşük riskinin amniyosenteze oranla daha düşük olduğu tespit edilmiştir. Her gebelik haftasında yapılabilen bu test; daha çok 12-14 haftalar arasında tercih edilir. Bazı durumlarda bebek ve plasenta aynı özellikte olmayabilir. Çıkan sonucun mutlaka ultrasonografi ile uzman bir hekim tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir.-Amniyosentez: 16 hafta ile 24 hafta arasında amniyon denilen bebeğin içinde yüzdüğü sıvıdan örnek alınması işlemidir.   Bebeğin idrar yollarından, solunum yollarından ve cildinden dökülen canlı hücreler incelenir.  14 hafta altı ve 24 hafta üstünde bu hücre miktarı az olduğu için testin yapılması tercih edilmez.-Kordosentez: Bebeği besleyen kan damarlarından örnek alınarak yapılan işlemdir. Alınan örnek bebeğin kan damarlarındaki yüksek çoğalma potansiyeline sahip kök hücrelerdir.  En erken sonuç alınan örnek alma işleminde genetik yapı 2-3 gün gibi kısa bir sürede tespit edilebilir. Bazı hastalıklarda özellikle kordon kanından örnek almak gerekli olabilir.  Tecrübe gerektiren bir işlemdir. Düşük riski amniyosentez veya koryon villus biyopsisine oranla daha yüksektir.Prenatal tarama ve tanı testleri hangi durumlarda yapılır? Prenatal tarama testleri hiçbir sorun olmadığında bile aile istemine bağlı olarak yapılabilir. Bununla birlikte yaş faktörü başta olmak üzere anne ve babanın aile ve tıbbi geçmişinin genetik sorunu olan bir bebeğe sahip olma riskini arttırdığı durumlarda gerçekleştirilebilir.Prenatal tanı testleri de bebeğe yapılan tarama testlerinde genetik hastalık açısında yüksek risk çıktığında veya ultrasonografik değerlendirmede bebekte yapısal bir kusur görüldüğünde yapılır. Bazı durumlarda hiçbir sorun olmasa bile aile istemine bağlı olarak da yapılabilir.Prenatal tarama ve tanı testleri nasıl uygulanır?Prenatal tanı testleri içinde yer alan ikili, üçlü ve dörtlü tarama ile Fetal DNA testleri anneden damar yoluyla alınan kan ile yapılır. Prenatal tanı testlerinde ise işlemin tipine göre değişen kalınlıkta iğneler ile bebeğin plasentasından, içinde bulunduğu sıvıdan ve kordon damarından örnek alınarak gerçekleştirilir. Bu örnekler laboratuvarlarda incelenerek bebeğin genetik yapısı tespit edilir. Prenatal tanı testleri bebeğin genetik yapısını en kesin gösteren testlerdir.  Prenatal tarama ve tanı testleri hakkında sık sorulan sorular Prenatal tarama ve tanı testlerinin dezavantajları nelerdir?Prenatal tarama testlerinin anne ve bebeğe bir zararı yoktur.  Güvenle isteyen tüm gebelere yapılabilir.  Ancak prenatal tanı test işlemleri sırasında bebeğin tam steril olan iç ortamına iğne yardımı ile girildiği için düşük riski mevcuttur. Bu risk amniyosentez ve koryon villus örneklemesinde 200’de 1 ile 400’de 1, kordon kanı örneklemesinde ise 100’de 2 civarında olmaktadır.Prenatal tarama ve tanı testleri neden yapılır?Prenatal tarama testi genetik olarak risk altında olan bireyleri tespit etmek için yapılırken; tanı testi risk altında olduğu tespit edilen bireylerin tanısını kesinleştirmek için yapılır. Yani önce tarama testi yapılıp risk altındaki bireyler tespit edilir, daha sonra bu risk altındaki bireylerin tanısı kesinleştirilirPrenatal tarama ve tanı testleri kesin sonuç verir mi?Tarama testleri ne yazık ki kesin testler değildir.  Anne karnında risk altında olan bireylerin tespiti özelleşmiş testler ile yapılır. Bu testlerin ortak özellikleri hastalığın varlığı ya da yokluğu ile ilgili bilgi vermemesi, sadece hastalığın olma riskinin çok veya az olduğunu göstermesidir. Tarama testleri sonucunda riski yüksek çıkan bebek hasta olmayabileceği gibi, riski düşük çıkan bebeğin de hasta olma olasılığı olabilir. İkili, üçlü ve dörtlü tarama testlerinde Down sendromunun ortalama yüzde 80-90 ‘nı yakalanabilir. Yaklaşık olarak yüzde 15’ini kaçırır. Bu testler birbirleri ile çeşitli protokollerle birleştirilerek yakalama oran yüzde 90 -95 e çıkarılabilir. Hücre dışı DNA (Fetal DNA) testinde ise Down sendromunun yaklaşık yüzde 99’u yakalanabilir. Hücre dışı DNA testleri, oldukça güvenilir testlerdir.Tarama testleri riskli çıkan hastalara isteğe bağlı olarak tanı testleri uygulanır. Tanı testleri bebek kaynaklı dokulardan, bebeğe dokunmadan örnek alınarak yapılır. Bu testler bebeğin genetik yapısını kesin olarak gösteren testlerdir ve güvenilirlikleri yüksektir.Prenatal tarama ve tanı testlerini kimler yaptırabilir? Prenatal tarama ve tanı testleri isteğe bağlı olarak yapılması gereken testlerdir. Gebe ile testler ayrıntılı konuşulduktan sonra hangi testi yapması gerektiğine gebenin kendisi karar verir. İsteyen hiçbir test yaptırmayabilir. Zorunlu testler değildir. Fakat test yapılmadığında sorumluluk ailenin olacaktır.Prenatal tarama ve tanı testleri ne zaman yapılır? Her tarama ve tanı testi gebeliğin her haftasında yapılabilir. Fakat testlerin en güvenli ve en başarılı oldukları haftalar tercih edilmelidir. İkili tarama testinin 12-14 hafta arasında, üçlü ve dörtlü testinin ise 16-20 hafta arasında yapılması uygundur. Hücre dışı DNA testi ise 9. haftadan sonra her gebelik haftasında güvenle yapılabilir.Prenatal tanı testlerinden Koryon villus biyopsisi 12-14 hafta arasında yapılırken; amniyosentez 16-24 hafta arasında, bebeğin kordon damarından kan alma işlemi ise 24 haftadan sonra gerçekleştirilir.Prenatal tarama ve tanı testleri ile bebeğin cinsiyeti belli olur mu?İkili, üçlü ve dörtlü taramalarda bebeğin cinsiyeti belirlenememektedir. Fetal DNA testi, amniyosentez, koryon villus ve kordosentez işlemlerinde bebeğin genetik yapısı incelendiği için diğer genetik hastalıklara ve bebeğin cinsiyetine de bakılabilir.
3,876
110
Tanı ve Testler
Prolaktin
Prolaktin, hipofiz bezinde üretilen, meme dokusu gelişimi ve süt salgısını başlatan polipeptit bir hormonudur. Prolaktin süt hormonu olarak da bilinir ancak sadece süt salgılanmasından değil aynı zamanda üreme ve adet döngüsü gibi fonksiyonlardan da sorumludur.Prolaktin, hipofiz bezinde üretilen, meme dokusu gelişimi ve süt salgısını başlatan polipeptit bir hormonudur. Prolaktin süt hormonu olarak da bilinir ancak sadece süt salgılanmasından değil aynı zamanda üreme ve adet döngüsü gibi fonksiyonlardan da sorumludur.Prolaktin Nedir?Süt hormonu olarak da bilinen, beyinde hipofiz bezinin ön lobundan salgılanan ve nohut büyüklüğünde bir hormon olan prolaktin, kadınlarda anne sütü üretimi başta olmak üzere emzirme ve meme dokusu gelişiminden sorumlu bir hormondur. Toplum arasında “süt hormonu” olarak da bilinen prolaktin hormonunun süt üretimi ve salgılanmasının yanı sıra adet döngüsü ve üreme fonksiyonları konusunda da etkinliği söz konusudur. Cinsel istek ve arzuları destekleyen prolaktin hormonu, üreme sağlığı açısından  da önem arz eder. Kandaki prolaktin hormonu miktarını ölçmek için ise kan testi yapılır.İşlevsel birçok özelliği bulunan prolaktin hormonu, düşüklüğü veya yüksekliği durumunda bazı sağlık sorunları ortaya çıkarabilir. Özellikle kandaki prolaktin yüksekliği adet dönemlerinde düzensizlik, kısırlık ve erektil disfonksiyon gibi problemlere yol açar. Bu durum genellikle kadınlarda yaşanırken erkeklerdeki prolaktin seviyeleri çoğunlukla düşük seyreder.Erkeklerdeki prolaktik yüksekliği de prematür ejakülasyon olarak tanımlanan erken boşalma ve ereksiyon bozukluğu gibi sorunlara sebebiyet verebilir. Prolaktin Kaç Olmalı?PRL olarak kısaltılan prolaktin hormonu, kadınlarda yaklaşık olarak 15 ile 25 µg/L seviyesinde olması gerekirken erkeklerde ise bu oran yaklaşık 5 ile 10 µg/L aralığındadır. Bu değerlerin altı prolaktin düşüklüğü olarak ifade edilirken üstüyse prolaktin yüksekliği şeklinde ifade edilir ve hem de prolaktin düşüklüğü hem de prolaktin yüksekliği çeşitli sağlık sorunlarına yol açabilir.Prolaktin Düşüklüğü Ne Anlama Gelir?Beyindeki hipofiz bezinin normalde ürettiğinden daha fazla prolaktin hormonu üretemediği durum prolaktin düşüklüğü anlamına gelir. Kadınlarda yaklaşık olarak 15 ile 25 µg/L seviyesi, erkeklerde ise 5 ile 10 µg/L aralığının altında seyreden prolaktin düşüklüğüdür. Prolaktin düşüklüğü, prolaktin hormonunu salgılayan hipofiz bezinin zarar görmesinden kaynaklanır. Ayrıca birtakım sağlık sorunları ve kullanılan bazı ilaçlar da prolaktin düşüklüğüne neden olabilir.Prolaktin düşüklüğü belirtileri nelerdir?Prolaktin düşüklüğü kadınlarda yetersiz süt üretimine, yumurtalık fonksiyonlarının düşmesine sebep olabilir. Doğumdan sonra süt gelmemesi başlıca prolaktin düşüklüğü belirtilerindendir. Erkeklerde ise erken boşalma veya sertleşme sorunları da prolaktin düşüklüğü belirtileri arasında yer alır.Prolaktin Yüksekliği Ne Anlama Gelir?Prolaktin yüksekliği, hipofiz bezinde olması gerekenden daha fazla prolaktin hormonu salgılanmasıdır. Kadınlarda yaklaşık olarak 15 ile 25 µg/L seviyesinde, erkeklerde ise bu değerlerin 5 ile 10 µg/L'nin üstünde olması prolaktin yüksekliği (hiperprolaktinemi) olarak kabul edilir.Prolaktin yüksekliğinin en temel nedeni, hipofiz bezinizdeki iyi huylu (kanserli olmayan) bir tümör olan prolaktinomadır. Ayrıca stres, hamilelik, bazı sağlık sorunları ve ilaçlar da hiperprolaktinemi olarak bilinen prolaktin yüksekliğine yol açabilir.Prolaktin yüksekliğine neden olan faktörler şunlardır:Prolaktin yüksekliği belirtileri nelerdir?Prolaktik yüksekliğinin görülen en temel belirtileri adet döneminde düzensizlik, kısırlık, testosteron seviyesinde azalma, vajinada kuruluk, meme ucunda akıntı ve zamanla kemiklerde zayıflıktır. Genel olarak prolaktin yüksekliği belirtileri şöyledir:Kadınlarda prolaktin yüksekliği nedir?Prolaktin yüksekliği kadınlarda vajinal kuruluk, doğum harici memelerden süt gelmesi, yumurta üretiminin kesilmesi, gebe kalamama, adet düzensizliği, adet kesilmesi, cinsel istekte azalma, ağrılı cinsel ilişki gibi problemlere neden olur.Prolaktin Testi Hangi Hastalıkların Tanısı İçin Yapılır?Prolaktin testiyle prolaktin hormonu yüksekliği ya da düşüklüğüne bakılır. Tiroid hormonu, psikiyatrik sorunlar, yumurtlama problemleri, gebelik, emzirme durumu, cinsel isteksizlik, kemik erimesi, östrojen-testosteron hormonu, jinekomasti, adet düzensizliği gibi sorunlar için prolaktin hormonu ölçülebilmektedir. Bazen de hipofiz beziyle ilgili sorunlar, kafa travmaları, bazı enfeksiyonlar, pituiter tümörlerin teşhisinde ek tetkik olarak istenebilir.Prolaktin Testi Nasıl Yapılır?Prolaktin testi, kişinin herhangi bir kolundan alınan kan örneğiyle yapılır. Bu kan örneği incelenmek üzere laboravutara gönderilir ve sonuçlar beklenir. Sonuçların belli olmasıyla kandaki prolaktin düşüklüğü veya prolaktin yüksekliğinin değerlendirmesi yapılır.Prolaktin Hakkında Sık Sorulan SorularProlaktin yüksekliği nedir?Prolaktin yüksekliği, kandaki değerin referans aralık olan 25 µg/L seviyesinden fazla olması olup, kadınlarda memelerden süt salgılanması, adet dönemlerinde düzensizlik, erkeklerde ise sertleşme sorunları gibi problemlere neden olabilir. Gebelik sırasında ve doğum sonrasında prolaktin hormonu yüksekliği normal olarak kabul edilir. Prolaktin yüksekliğinde yenmemesi gerekenler nelerdir?Yapılan prolaktin testi sonucu prolaktin yüksekliği tanısı aldıysanız şekerli içecekler, şeker oranı yüksek ve işlenmiş gıdalardan uzak durmanız gerekir. Ayrıca kayısı, ceviz, fındık ve badem de prolaktin yüksekliğinde tüketilmemesi önerilen besinler arasındadır.Prolaktin yüksekliği neden olur?Prolaktin seviyesi yüksekliğine antidepresanlar, opiat ilaçlar, hipertansiyon ilaçları, östrojen içeren ilaçlar, bazı doğum kontrol hapları, reflü ilaçları ve epilepsi ilaçları gibi bazı ilaçlar; kronik böbrek yetmezliği, akromegali gibi bazı kronik hastalıklar, sarkoidoz gibi bazı sistemik hastalıklar, strese bağlı hastalıklar, göğüs duvarına travma, tiroid hormon düşüklüğü ve hipofiz bezi tümörü sebep olur.Prolaktin yüksekliği nelere sebep olur?Kadınlarda prolaktik yüksekliği vajinal kuruluk, gebe kalamama ve adet düzensizliği gibi durumlara neden olurken erkeklerde prolaktin yüksekliği ise cinsel isteksizlik, ereksiyon problemleri, kısırlık, vücut tüylerinde azalma ve nadiren meme ucu akıntısına sebep olur. Ayrıca kişinin normal hayatını etkileyecek düzeyde kemik erimesi, baş ağrısı ve görme problemlerine de görülebilir.Prolaktin yüksekliği gebeliğe engel midir?Prolaktin hormonunun yüksek seviyelerde olması yumurtlamayı engellemektedir. Bu sebeple hamile kalmak normal şartlara göre zorlaşır. Ancak prolaktin yüksekliği kesin olarak gebeliğe engel olmamaktadır. Doktor kontrolünde uygun önlemler alınmalı ve tedavi yöntemi uygulanmalıdır.Prolaktin yüksekliği tedavisi nasıl uygulanır?Öncelikle kişiye prolaktin testi yapılır. Prolaktinin yüksek çıkması gibi bir durum söz konusu ise medikal tedavi uygulanır. Bununla birlikte hipofiz bezinden salgılanan prolaktin hormonu genelde hipofiz bezindeki adenom adı verilen iyi huylu kitlesel bir lezyondan salgılanır. Bazen bu lezyon gözle görülebilecek kadar büyük, bazen çok küçük olabilir. Eğer prolaktin yüksekliği belli bir seviyenin üzerinde ise MR yöntemi ile hipofiz bezi görüntülenerek, lezyon olup olmadığı netleştirilmelidir. Prolaktin seviyesi prolaktin ilaç tedavisi ile dengelenebilir. Ağızdan alınan bu prolaktin ilaçları ile yaklaşık iki üç aylık bir tedavi ile hormon seviyesi normal seviyeye indirilebilmektedir.Prolaktin yüksekliği kilo aldırır mı?Özellikle prolaktin yüksekliğinin kiloya neden olduğu kanıtlanmamıştır. Ancak regl dönemini geciktirmesi nedeniyle kadın vücudunda ödem ve şişkinlik meydana getirebilmektedir. Uzun süren yüksek prolaktin seviyesi kendinizi kilo almış gibi hissetmenize neden olabilir.Prolaktin düşüklüğü nedir?Prolaktin hormonu düşüklüğü, yüksekliğine göre çok daha az görülen bir durumdur. Prolaktin düşüklüğü, vücutta aşırı dopamin salgılanması, epifiz bezinin yeterli hormon salgılamıyor olması, bağışıklık sisteminde bozukluklar olmasından kaynaklı bazı hastalıklar, büyüme hormonu yetersizliği gibi başlıca sebeplerden kaynaklanabilir.Prolaktin düşüklüğü nasıl tedavi edilir?Prolaktin düşüklüğü tedavisinde uygulanan ilaçların etkisi istenilen düzeyde olmaz. Öncelikle düşüklüğün sebebi araştırılarak bu sebeplerden uzak durulmaya çalışılmalıdır. Hipofiz bezi sorunlarından kaynaklanan vakalarda hastalık nedeni tespit edilerek tedavi yoluna gidilir. Ayrıca gerekli durumlarda beslenme önerileri almak için uzman bir diyetisyene başvurulmalıdır. Prolaktin hormonunu düşüren yiyecekler nelerdir?Bu konuyla ilgili çok az bilimsel çalışma yapıldığından, kesinliği olmamakla birlikte doymuş yağların prolaktin hormonu seviyesini düşürdüğüne dair bulgular vardır.Prolaktin hormonunu yükselten besinler nelerdir?Bu konuyla ilgili çok az bilimsel çalışma yapıldığından, kesinliği olmamakla birlikte C vitamininin, rezenenin ve çemen otunun prolaktini artırdığına dair bulgular söz konusudur.
3,520
111
Tanı ve Testler
PSA
PSA (Prostat Spesifik Antijen), erkeklerin prostat organında üretilip meninin kıvamını düzenleyen, aynı zamanda prostat hastalıklarıyla ilgili fikir veren bir değerdir. Kişinin kanındaki PSA değeri PSA testi ile ölçülür. Bu ölçümle birlikte prostat büyümesi, prostat enfeksiyonları ve prostat kanseri gibi hastalıkların teşhisi koyulabilir. PSA testinin sonucuna göre ise PSA yüksekliği veya düşüklüğü ortaya çıkabilir. PSA (Prostat Spesifik Antijen), erkeklerin prostat organında üretilip meninin kıvamını düzenleyen, aynı zamanda prostat hastalıklarıyla ilgili fikir veren bir değerdir. Kişinin kanındaki PSA değeri PSA testi ile ölçülür. Bu ölçümle birlikte prostat büyümesi, prostat enfeksiyonları ve prostat kanseri gibi hastalıkların teşhisi koyulabilir. PSA testinin sonucuna göre ise PSA yüksekliği veya düşüklüğü ortaya çıkabilir. PSA Testi Nedir?Prostat Spesifik Antijen(PSA) erkeklerde bulunan bir organ olan prostatta üretilen, meninin kıvamını düzenleyen bir enzimdir. Üretilen PSA’nın çok az bir kısmı kanda dolaşmaktadır. Prostatın iyi huylu büyümesi, prostat enfeksiyonları ve prostat kanseri gibi hastalıklarda PSA değişen miktarlarda kana geçer. Kandaki PSA seviyesi ve bu seviyedeki değişim prostat hastalıklarının niteliği ile ilgili fikir verebilir.PSA Değeri Kaç Olmalıdır?Aslında PSA şu değerde ise kanser değildir denilebilecek bir değeri tanımlamak zordur. PSA değerinin 1 ng/ml nin altında olduğu çok düşük değerlerde bile %6.6 hastada prostat kanseri bulunabilmektedir. Bununla birlikte PSA değeri arttıkça kansere yakalama şansı artmaktadır. PSA: 3,1 - 4 ng/ml arasına ulaştığında hastaların %26,9’sında prostat kanserine rastlanmaktadır.  PSA Yüksekliği Nedir?PSA yüksekliği, kandaki PSA enziminin olması gereken referans aralığından daha yüksek olması durumudur. Prostat dokusu içerisinde ve menide çok yoğun miktarda bulunan Prostat Spesifik Antijen yani PSA, kana çok az salınır. BPH denilen iyi huylu prostat büyümesinde prostat büyüdükçe PSA’nın kan değeri ılımlı bir miktarda artar.Anormal PSA artışları ise şu durumlarda görülür:PSA testi değerleri değerlendirilirken Total ve Serbest PSA değerleri göz önüne alınmalıdır.Kanda dolaşan PSA’nın büyük bir çoğunluğu proteinlere bağlıdır. %5-35 arasındaki PSA ise herhangi bir proteine bağlı olmadan kanda dolaşır(serbest PSA). Prostat kanserini erken yakalamak için ilk yapılan test Total PSA değerinin belirlenmesidir. Normal değerlerin daha üstünde ölçüldüğü durumlarda (total PSA: 4-10 ng/ml arasında olduğunda) kanda proteinlere bağlı olmayan serbest PSA düzeyine ve serbest PSA’nın total PSA’ya oranına bakılır. Serbest PSA’nın total PSA ya oranının %10 olduğu hastaların %56 sında prostat kanseri ihtimali varken oran %25 ise hastaların %8'inde prostat kanseri tespit edilir. Özetle prostat kanseri hastalarında daha düşük oranda serbest PSA bulunmaktadır.Serbest PSA değerlerini tek başına değerlendirmek anlamlı sonuçlar vermez ve ilk PSA ölçümünde serbest PSA bakmak gerekmez. Hastadan ilk kez istenen total PSA değeri normal sınırların üzerinde yüksekse (PSA: 4-10 ng/ml) total PSA düzeyine doğrulama için bakarken birlikte serbest PSA ölçümü faydalı olabilir. Yine de bu sonuçlar prostat kanseri teşhisi koymak için yeterli değildir. Teşhis için PSA değerleri, oranları ve muayene bulgularına göre hastadan prostat biyopsisi istenir.PSA Düşüklüğü Nedir?Kandaki PSA düşüklüğü genellikle sağlıklı bir prostatın göstergesidir. PSA değerleri yaşa veya kişinin mevcut sağlık koşullarına bağlı olarak değişkenlik gösterebilir ancak çok düşük olmadığı müddetçe kandaki PSA düşüklüğü herhangi bir hastalığa işaret etmez ve endişe verici bir durum değildir. PSA Testi Hakkında Sık Sorulan Sorular PSA ne demek?PSA (Prostat spesifik antijen), prostat bezinin hem normal hem de kötü huylu hücreleri tarafından üretilen, ejakülasyon olarak bilinen boşalma eylemi sonrası sperm salgılarının sıvılaşmasını sağlayan enzimdir. PSA testine kaç yaşındaki erkeklerde bakmak gerekir?PSA testini yaptırmak için doğru yaş kişinin genetik yatkınlığına göre değişmektedir. PSA testi genellikle 50 yaş ve üzerinde önerilmektedir. Ancak birinci derece yakınlarında prostat kanseri öyküsü olan kişilerin daha erken yaşlarda PSA testi yaptırması gerekmektedir. Baba, kardeş gibi birinci derece yakınında prostat kanseri olan kişilerin 40 yaş itibariyle önerildiği takdirde PSA testi yaptırması daha uygundur.  PSA kan testi nasıl yapılır?PSA testi koldan alınan kan ile yapılan bir test olmakla birlikte aç ya da tok karna veya günün herhangi bir saatinde yapılabilir.PSA testi yaptırmadan önce nelere dikkat edilmelidir?Kandaki PSA değerini değiştirecek birtakım durumlar bulunmaktadır. Bisiklete ve ata binmek gibi prostata baskı yapacak durumlar da kandaki PSA değerlerini yükseltebilmektedir. İdrar yollarına sonda konulması, sistoskopi gibi tıbbi girişimler, prostat masajı gibi basınçlı muayenelerde PSA değeri kanda yükselir. Bu gibi durumlarda 1 hafta bekledikten sonra kan testinin tekrarlanması gerekir. Tüketilen gıdaların ve içeceklerin PSA testi üzerinde bilinen bir olumsuz etkisi bulunmamaktadır.PSA testinde başka hangi tetkikler yapılmaktadır?PSA Velositesi (yıllık artış hızı), PSA Dansitesi( PSA değerinin prostat volümüne oranı) ve PSA ikiye katlanma zamanı gibi daha duyarlı bir tanı testi bulmak için araştırılmalar yapılsa da bunların PSA’nın üzerine tek başına katkısı tespit edilmemiştir.PSA değerleri yaşa göre değişir mi?Yaşa ilerlemesine ve prostat hacminin büyümesine bağlı PSA değerlerinde artış olabilir. Ancak yaşa özgü PSA değerleri kullanılması konusunda fikir ayrılıkları vardır. Özellikle gençlerde daha düşük PSA sınır değerleri kullanılması gereksiz biyopsileri artırabilir. Daha yaşlılarda daha yüksek PSA sınır değeri kullanılması da var olan hastalığın tanısını geciktirebilir. PSA nasıl düşer?Cüce palmiye ağacından elde edilen saw palmetto içeren ilaçlar ve 5-alfa reductase inhibitörü içeren ilaçlar PSA değerlerini düşürür. PSA oranlarındaki düşüş özellikle kanser teşhisi bakımından olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. PSA’yı düşüren ilaçların doktor kontrolünde alınması gerekir. Doktor değişikliğinde bu durum hatırlatılmalıdır. Ayrıca prostat iltihaplarında da PSA yükselir ve bu hastaların enfeksiyonu tedavi edilince PSA normal sınırına düşer.PSA'dan başka yeni  belirteçler var mı?Son yıllarda tedavi edilmesi gereken prostat kanserini daha duyarlı ve daha spesifik teşhis etmek için, kanda, idrarda ve dokuda yeni belirteçler teşhiste, gereksiz biyopsileri önlemede ve takipte kullanılmaya başlamıştır. Prostat kanserlerini vücuda yayılmadan tespit etmek, gereksiz biyopsileri engellemek, yeniden biyopsi gereken hastaları belirlemek için hastanın serumunda PHI index ve 4K skoru, idrarda PCA3, select MDx, ExoDx gibi testler ve dokuda ConfirmMDx gibi testler gelişmiş ülkelerde hastaların yararına sunulmuştur.
2,516
112
Tanı ve Testler
PTH Testi
Parathormon, kandaki kalsiyum seviyelerini kontrol etmek için paratiroid bezleri tarafından salgılanan bir hormondur. Paratiroid hormonunun(PTH) görevi kalsiyumun kemikler tarafından kan dolaşımına salınması, kalsiyumun bağırsaklar aracılığı ile besinlerden emilmesi ve böbrekler tarafından muhafaze edilmesidir. Kan yoluyla organlara, kaslara ve diğer dokulara mesajlar yollar ve vücuda neyi ne zaman yapacağını söyler. PTH hormonu, düşüklüğü veya yüksekliği durumlarında kişide çeşitli semptomların ortaya çıkmasına neden olabilir.Parathormon, kandaki kalsiyum seviyelerini kontrol etmek için paratiroid bezleri tarafından salgılanan bir hormondur. Paratiroid hormonunun(PTH) görevi kalsiyumun kemikler tarafından kan dolaşımına salınması, kalsiyumun bağırsaklar aracılığı ile besinlerden emilmesi ve böbrekler tarafından muhafaze edilmesidir. Kan yoluyla organlara, kaslara ve diğer dokulara mesajlar yollar ve vücuda neyi ne zaman yapacağını söyler. PTH hormonu, düşüklüğü veya yüksekliği durumlarında kişide çeşitli semptomların ortaya çıkmasına neden olabilir.PTH (Parathormon) Nedir?Paratiroid olarak da adlandırılan Parathormon(PTH), kan dolaşımındaki iki mineral olan kalsiyum ve fosfor seviyesini düzenleyen ve koruyan, boyun bölgesindeki dört paratiroid bezi tarafından salgılanan bir hormondur. PTH, kandaki D vitamini düzeyini kontrol etmeye ve vücuttaki kalsiyumun kemiklerden kana geçişindenden de sorumludur.PTH hormonunun düşüklüğü veya yüksekliği durumlarında kanda kalsiyum ve fosfor dengesizlikleri ortaya çıkar, bu da birtakım belirtilerin yaşanmasına sebebiyet verebilir.Bu belirtilerin ortaya çıktığı senaryoda doktor tarafında PTH testi yapılması istenir ve kandaki PTH hormonunun seviyesi belirlenir.PTH (Parathormon) Testi Nedir?Paratiroid hormon testi, paratiroid bezi tarafından üretilen kandaki kalsiyum seviyelerini kontrol etmek için parathormon değerini ölçen bir testtir. PTH, kişinin vücudundaki kalsiyum ve fosfor dengesini korumakla görevli protein hormonudur ve pth testiyle pth hormonunun düzeyi belirlenir. Referans aralığı 15-65 pikogram olan pth hormonu seviyesinin düşüklüğü veya yüksekliği durumunda bazı olumsuzluklar ortaya çıkabilir.PTH (Parathormon) Ne İşe Yarar?Parathormon yani PTH, kandaki önemli minerallerden olan kalsiyum ve fosfor dengesinin düzenlenmesinden sorumludur. Bu düzenlemeyi sağlamasının yanı sıra kalsiyumun kemiklerden kana geçmesi gibi önemli bir rol de üstlenen PTH hormonu, aşağıdaki bölüm ve organları etkileyerek vücuda ciddi bir katkı sağlar.Kemikler: PTH hormonu, kemiklerden kan dolaşımına kalsiyum aktarımı yapar.Böbrekler: Paratiroid hormonu, böbreklerdeki aktif D vitamini üretimi sağlamakla görevlidir. PTH hormonu bununla birlikte böbreklere kalsiyumu idrarla dışarı atmak yerine vücutta tutması için uyarı mesajı gönderir.İnce bağırsak: PTH, ince bağırsağa tüketilen gıdadan daha çok kalsiyum emmesi için işaret verir.PTH hormonunun en önemli görevlerinden olan kalsiyum dengesini korumak olduğu bilinir. Kandaki kalsiyum seviyesi düştüğünde, kandaki düşük kalsiyum seviyeleri paratiroid hormonu salınımını uyarırken, yüksek kalsiyum seviyesi ise bezlerin pth hormonu salgılamasını engeller.Parathormon (PTH) Normal Değeri Kaç Olmalı?PTH kan testi yoluyla belirlenen PTH hormonunun normal referans aralığı mililitre bazında 15-65 pikogram aralığında olmalıdır. Kişiden kişiye ve testin yaptırıldığı laboratuvara göre değişkenlik gösterebilen PTH değerleri, genellikle bu aralık ölçüsünde değerlendirilir.Parathormon (PTH) Yüksekliği Nedir? Parathormon(PTH) yüksekliği, paratiroid bezlerinizin çok fazla hormon salgılaması sonucu kandaki kalsiyum düzeyinin yükseldiği anlamına gelir. Parathormon yüksekliği kemik erimesi ve böbrek taşı gibi sorunlara da sebebiyet verebilir. Bu hormonun, dolayısı ile de kalsiyum yüksekliği hiperparatiroidizminiz olduğu ve bundan kaynaklı yüksek seviyelerde olduğunu da gösterebilir.Kandaki yüksek kalsiyum seviyeleri hiperkalsemi olarak bilinirken düşük fosfor seviyeleri ise hipofostatemi şeklinde adlandırılır. Bu iki durum da kişide çeşitli semptomlar doğururken sağlık açısından olumsuz etkiler oluşturur.Parathormon (PTH) Yüksekliği Neden Olur?Kandaki kalsiyum seviyesinin yükselmesi ve fosfor seviyesinin düşmesi olarak bilinen parathormon (pth) yüksekliğine genel olarak hiperparatiroidizm neden olur. Hiperparatiroidizm, paratiroid bezlerinin aşırı aktif bir şekilde çalışması ve çok fazla PTH hormonu salınımı yapması demektir. Ayrıca böbrek yetmezliği ve paratiroid bezinde ortaya çıkan problemler de pth yüksekliği nedenleri arasında yer alır.Aşağıdaki durumlar hiperparatiroidizm nedenlerini içerir:Paratiroid adenomuTek bir paratiroid hormonunda meydana gelen iyi huylu bir büyüme (adenom) sonucu PTH hormonu aşırı salınım gerçekleştirir. Bu durum hiperparatiroidizmin en yaygın nedeni olarak kabul edilir.Hiperplaziİki veya daha paratiroid bezinin büyümesi ve çok fazla pth hormonu üretilmesi hiperplazi olarak bilinir.Genetik faktörlerÇoklu endokrin neoplazi tip 1 olarak adlandırılan bazı kalıtsal faktörler hiperparatiroidizm sebebi sayılabilir.Paratiroid kanseriNadir olarak görülen paratiroid kanseri, hiperparatiroidizm nedenleri arasında belirtilebilir.Diğer yandan PTH yüksekliğinin olası başka nedenleri de mevcuttur.Bunlar şöyledir:Parathormon (PTH) Yüksekliği Belirtileri Nelerdir?Vücuttaki paratiroid bezlerinin aşırı aktif bir şekilde çalışması hiperparatiroidizm olarak tanımlanır ve bu durum pth yüksekliğine neden olur. Parathormon yüksekliği aynı zamanda kandaki yüksek kalsiyum seviyelerine işaret eder. PTH yüksekliğinin kişide meydana getirdiği bazı semptomlar söz konusudur.Parathormon (PTH) yüksekliği belirtileri şunlardır:Parathormon (PTH) Düşüklüğü Nedir?PTH testiyle belirlenen PTH hormonunun 15-65 pikogram referans aralığının altında yer alan pth değeri pth düşüklüğü olarak adlandırılır. PTH düşüklüğü, paratiroid hormonunun az çalışması anlamına gelir ve bu durum da kandaki düşük kalsiyum seviyesiyle (hipokalsemi) birlikte yüksek fosfor düzeyine (hiperfosfatemi) işaret eder.Parathormon (PTH) Düşüklüğü Neden Olur?PTH düşüklüğünün en yaygın nedeni hipoparatiroidizmdir. Hipoparatiroidizm, paratiroid bezlerinin az çalıştığı ve yeterince salgılanmadığı durumlarda oluşur. Hipoparatiroidizme bağlı olarak paratiroid bezlerindeki hasar, radyoterapi ve magnezyum eksikliği de pth düşüklüğüne neden olur. Nadir olarak meydana gelen hipoparatiroidizmin tedavisi mümkündür ve çok ciddi bir sonuç doğurmaz.Hipoparatiroidizme neden olan durumlar şöyle sıralanabilir:Paratiroid bezlerinde hasar ve yaralanmaAmeliyat sırasında paratiroid bezlerinde meydana gelen yaralanma ve hasarlar hipoparatiroidizmiz en yaygın nedeni olarak kabul. Bu durum vücutta pth hormonu düşüklüğü meydana getirir.Genetik faktörlerHipoparatiroidizm vakalarının az bir bölümünü kapsayan genetik faktörlerden en yaygın nedeni kromozomal bir genetik durum olan DiGeorge sendromudur.Birtakım otoimmün hastalıklarTip 1 otoimmün poliglandüler sendrom olarak bilinen hastalık, bağışıklık sistemine saldırması sonucu vücutta pth düşüklüğü yaşanır ve kronik hipoparatiroidizm meydana gelir. Ayrıca addison hastalığı ve zararlı anemi de pth düşüklüğüne sebebiyet verebilir.Magnezyum düşüklüğüVücuttaki düşük magnezyum seviyeleri hipoparatiroidizm nedeni olarak sayılır. Magnezyum seviyesi istenilen rakama geldiğinde hipoparatiroidizm de ortadan kalkar ve pth hormonu yükselmeye başlar.Parathormon (PTH) Düşüklüğü Belirtileri Nelerdir?PTH hormonu düşüklüğünün en yaygın nedeni olan hipoparatiroidizm sonucunda vücutta kalsiyum düşüklüğü meydana gelir ve pth düşüklüğünün belirtileriyle kalsiyum düşüklüğü belirtileri ortak bir çerçevede değerlendirilebilir.PTH düşüklüğü belirtileri aşağıdaki gibidir:Parathormon (PTH) Hakkında Sıkça Sorulan SorularParathormon (PTH) ne demek?PTH, paratiroid bezleriniz tarafından üretilen, paratiroid hormonu (PTH) seviyesini ölçer. Paratiroid bezleri tarafından salgılanan PTH, vücuttaki kalsiyum ve fosfor dengesini korumakla görevli olup, hiperparatiroidizmi belirlemeye, anormal kalsiyum seviyelerinin nedenini bulmaya veya kronik böbrek hastalığının durumunu kontrol etmeyi sağlar.Parathormon yüksekliği kaç olursa tehlikelidir?Referans aralığı 15-65 pikogramın üstünde olan pth hormonu değeri hiperkalsemi olarak adlandırılır. Hiperkalsemi, vücuttaki kalsiyum yüksekliği anlamına gelir. PTH yükseldiğinde aynı zamanda kandaki kalsiyum miktarı da artar.
3,198
113
Tanı ve Testler
Rahim Filmi (HSG)
Histerosalfingografi yani HSG, radyoopak bir sıvının enjeksiyonundan sonra rahim ve fallop tüplerinin radyografi ile incelenmesidir. Rahim içerisine takılan balonlu kateter ile radyopak sıvı rahim içine verilerek röntgeni çekilir. Bu işlem, genellikle kadın üreme sağlığı ile ilgili sorunların teşhis edilmesi amacıyla gerçekleştirilir. Rahim filmi, özellikle tüplerin açıklığını ve rahim içi anormalliklerin varlığını kontrol etmek için kullanılır. Yapılan bu tetkik, kısırlık tedavisi gören kadınlar başta olmak üzere, pelvik ağrı ve düzensiz kanamalar gibi belirtiler gösteren hastalarda da önemli bilgiler sunar.Histerosalfingografi yani HSG, radyoopak bir sıvının enjeksiyonundan sonra rahim ve fallop tüplerinin radyografi ile incelenmesidir. Rahim içerisine takılan balonlu kateter ile radyopak sıvı rahim içine verilerek röntgeni çekilir. Bu işlem, genellikle kadın üreme sağlığı ile ilgili sorunların teşhis edilmesi amacıyla gerçekleştirilir. Rahim filmi, özellikle tüplerin açıklığını ve rahim içi anormalliklerin varlığını kontrol etmek için kullanılır. Yapılan bu tetkik, kısırlık tedavisi gören kadınlar başta olmak üzere, pelvik ağrı ve düzensiz kanamalar gibi belirtiler gösteren hastalarda da önemli bilgiler sunar.Hsg Rahim Filmi Nedir?Rahim filmi (HSG), rahim ve fallop tüplerinin içini görüntülemek için kullanılan bir röntgen yani görüntüleme işlemidir. Bu işlem rahim ve fallop tüplerinin durumunu değerlendirmek amacıyla uygulanır. İşlem sırasında rahim boşluğuna madde enjekte edilerek X ışını alınır. Böylece rahim duvarı ve fallop tüplerinin görüntüleri detaylı bir şekilde görüntülenir. HSG testi kısırlık şüphesi olan kadınlarda tüplerin tıkanıklığını veya rahimdeki yapısal anormallikleri belirlemek için kullanılır. Rahim filmi, hızlı ve genellikle komplikasyonsuz bir işlem olup, detaylı iç görü sağlamasıyla kritik kararlar alınmasında yardımcı olur.Doktorlar bu görüntü üzerinden üreme sağlığını etkileyebilecek sorunları teşhis edebilir ve uygun tedavi yöntemini planlayabilir. HSG testi kadınların hamile kalma konusunda yaşadığı güçlüklerin altında yatan sebepleri araştırmak için önerilir. Test, regl döngünün belirli bir döneminde adet kanamasının bitiminden birkaç gün sonra gerçekleştirilir. İşlem sırasında rahim ağzından kateter aracılığıyla kontrast madde rahim içine yavaşça itilir. Bu esnada alınan X ışını görüntüleri tıbbi bir değerlendirme için kaydedilir.Rahim Filmi Neden Çekilir?Rahim filmi, tıbbi adıyla Histerosalpingografi (HSG), üreme sağlığı sorunlarını teşhis etmek için çekilir. HSG filmi çekimi kısırlık veya düşük yapma sorunu yaşayan kadınlarda tercih edilir. Rahim filminin esas amacı, fallop tüplerinde herhangi bir tıkanıklık olup olmadığını ve rahim şeklinin normal olup olmadığını belirlemektir. Bunun yanı sıra iç yapısal bozukluklar, polip, miyom gibi rahim içi anormalliklerin saptanmasında da etkilidir. HSG testi bu sorunların belirlenmesi ve uygun tedavi yöntemlerinin belirlenmesinde önemli bir rol oynar. Tedavi planlaması yapılırken bu bilgiler doğurganlık üzerindeki olası etkiler açısından değerlendirilir.Rahim Filmi Nasıl Çekilir?Rahim filmi çekimi, hastanın adet döneminin bitiminden sonraki birkaç gün içinde, yani rahim en az kanamalı haldeyken yapılır. Kadın jinekolojik muayene pozisyonunda yatarak işleme hazırlanır. Doktor rahim ağzına bir spekulum yerleştirir ve ardından bir kateter rahim kanalından rahime doğru ilerletilir. Kateter aracılığıyla rahim boşluğuna özel bir madde enjekte edilir. Bu madde rahim ve fallop tüplerinin X ışını ile görüntülenmesini sağlar. X ışını cihazı, rahim ve tüplerin detaylı görüntüsünü alırken anormallikleri tespit etmeye yardımcı olur. İşlem genel olarak kısa sürer ve ayaktan tedavi şeklinde yapılır.Hsg Rahim Filmi Çeşitleri Nelerdir?Rahim filmi işlemi tek bir yöntemle gerçekleştirilir ancak kullanılan görüntüleme tekniklerinde farklılıklar olabilir. Standart HSG’de radyoopak bir kontrast madde kullanılır ve röntgen cihazı ile rahim ile fallop tüplerinin görüntüleri alınır. Modern tıpta bazı alternatif yöntemler de geliştirilmiştir. Örneğin, sonogram eşliğinde yapılan HSG, rahim içini değerlendirmek için ultrason teknolojisinden yararlanır ve detaylı bir görüntü sağlar. Bu yöntem rahim iç duvarının daha detaylı incelenmesi gerektiğinde tercih edilir. Her iki yöntem de üreme sağlığı problemlerini anlama konusunda önemli bilgi sunar.Rahim Filmi Ne Zaman Çekilir?Rahim filmi kadının adet döngüsünün başlangıcından sonraki ilk iki hafta içinde gerçekleştirilir. Bu dönem adet kanamasının tamamlanmasını takip eder ve ovülasyon öncesi zamanı kapsar. Zamanlama işlem sırasında kadının hamile olma ihtimalini ortadan kaldırmak için önem taşır. Çünkü HSG işlemi sırasında kullanılan radyasyonun fetüse zarar verme riski vardır. Ayrıca belirtilen dönem rahim ve tüplerin en net görüntülenmesine imkan sağlar.Rahim Filmi Riskleri Nelerdir?Rahim filmi işleminin bazı riskleri bulunur. Ancak genellikle güvenli bir prosedür olarak kabul edilir. En yaygın risklerden biri, kullanılan kontrast maddeye karşı alerjik reaksiyon gösterme ihtimalidir. Aynı zamanda işlem sırasında enfeksiyon kapma ve çok nadir durumlarda rahimde hafif yaralanma meydana gelebilir. Radyasyon kullanımı dolayısıyla minimal seviyede radyasyon maruziyeti de söz konusudur. Fakat bu miktar sağlık için ciddi bir tehlike arz etmez.HSG çekimi riskleri konusunda doktor tarafından işlem öncesinde değerlendirme yapılır ve gerekli önlemler alınır. Her tıbbi işlemde olduğu gibi HSG işleminden sonra nadir komplikasyonlar gelişebilir. İşlem sonrası olası bir enfeksiyon rahim veya fallop tüpleri etkilendiğinde tedavi gerektirebilir. Enfeksiyon belirtileri arasında yüksek ateş, şiddetli karın ağrısı veya anormal vajinal akıntı şeklinde olabilir. İşlem sırasında kullanılan kateter veya diğer aletlerle meydana gelebilecek küçük yırtıklar da rahimde hafif yaralanmalara yol açabilir.Hsg Sonrası Kanama Neden Olur?Rahim filmi çekimi işlemi sırasında rahim ağzına yerleştirilen çengelli alet nedeniyle HSG sonrasında hafif kanama meydana gelebilir. Bu alet rahmin doğru pozisyonda sabitlenmesi için kullanılır. Bazı durumlarda rahim ağzında küçük çizik veya yaralanmaya neden olabilir. Bu yaralanma işlem sonrası birkaç gün sürebilen hafif kanamaların ana sebebidir. Kanama genellikle az miktarda olup genelde tıbbi bir müdahale gerektirmez.Rahim Filmi Çekiminden Sonra Dikkat Edilmesi Gerekenler Nelerdir?Rahim filmi (HSG) çekiminden sonra bazı önlemler alınması gerekir. İşlem sonrası hafif kanama ve lekelenmeler normaldir. Bu durum rahim ağzında kullanılan aletlerin neden olduğu küçük yaralanmalardan kaynaklanabilir. Aynı zamanda bazı hastalar bel ağrısı yaşayabilir. İşlemden sonra iki gün bekledikten sonra duş almak ve cinsel ilişkide bulunmak genel olarak güvenlidir. Eğer ağrı hissedilirse, doktorun önerdiği ağrı kesiciler kullanılabilir. Ağrı, kanama veya diğer belirgin semptomlar devam ederse veya şiddetlenirse mutlaka hekime gözükmek gerekir.Rahim Filmi (HSG) Hakkında Sık Sorulan SorularRahim filmi çekilmeden önce ne yapılmalı?Rahim filmi çekiminden önce doktor hastanın tıbbi geçmişini detaylı bir şekilde inceleyerek herhangi bir sağlık sorunu olup olmadığını kontrol eder. Ayrıca hastanın kontrast maddeye karşı alerjisi olup olmadığını belirlemek için alerji testleri yapılabilir. LH seviyesi gibi hormonal durumlar göz önünde bulundurularak hastanın hamile olmadığından emin olmak için gerekli testler yapılır.Rahim filmi hamile kalmayı kolaylaştırır mı?Rahim filmi çekimi bazı durumlarda hamilelik şansını artırabilir. İşlem sırasında kullanılan kontrast madde fallop tüplerini açabilir. Tüplerdeki hafif tıkanıklıkların giderilmesi, döllenmiş yumurtanın rahme ulaşmasını kolaylaştırarak doğurganlığı destekleyebilir. Ancak bu etki herkes için geçerli olmayabilir ve kesin bir tedavi yöntemi olarak görülmemelidir.HSG ağrılı bir işlem midir?Rahim filmi işlemi sırasında ve sonrasında yaşanan kramp ve ağrılar, rahme kontrast madde enjekte edildiğinde meydana gelir. Tıkanıklık olan tüplerde kramp ve ağrı hissi daha şiddetli olabilir. Hasta kramp ve ağrıları hafifletmek için doktorunun tavsiyesiyle kendisine reçete edilen ilacı kullanabilir.Rahim filminde neler belli olur?Rahim filmi ile rahim ve fallop tüplerinin anatomik yapısı detaylı bir şekilde incelenebilir. Bu işlem fallop tüplerindeki herhangi bir tıkanıklığı veya rahim içerisindeki anormal yapıyı, polipleri veya fibroidleri açıkça gösterir. Aynı zamanda rahim şeklinin doğru değerlendirilmesine imkan sağlayarak doğurganlıkla ilgili sorunların belirlenmesinde yardımcı olur.Rahim filminden sonra neden ilişkiye girilmez?Rahim filmi, ilaç kullanılarak yapılan ve işlem sonrası nadiren ağrıya neden olabilen bir tıbbi işlemdir. Bu nedenle kadın doğum uzmanları ağrıların tamamen geçmesi için en az iki gün süreyle cinsel ilişkiden kaçınılmasını önerir.
3,331
114
Tanı ve Testler
RDW Testi
RDW testi, standart kan sayımının bir parçası olan ve eritrosit olarak bilinen kırmızı kan hücrelerinde meydana gelen değişiklikleri ortaya çıkaran bir testtir. Bu test sayesinde kırmızı kan hücrelerinin (alyuvarlar) boyut ve şekli hakkında inceleme yapılabilir. RDW değerinin düşük veya yüksek çıkması birtakım sağlık sorunları hakkında haberci olabilirken RDW testi ile birlikte kişideki kansızlık da teşhis edilebilir. RDW testi, standart kan sayımının bir parçası olan ve eritrosit olarak bilinen kırmızı kan hücrelerinde meydana gelen değişiklikleri ortaya çıkaran bir testtir. Bu test sayesinde kırmızı kan hücrelerinin (alyuvarlar) boyut ve şekli hakkında inceleme yapılabilir. RDW değerinin düşük veya yüksek çıkması birtakım sağlık sorunları hakkında haberci olabilirken RDW testi ile birlikte kişideki kansızlık da teşhis edilebilir. RDW Nedir?Red cell distribution width kısaltması olan RDW, kırmızı hücre dağılım genişliği anlamına gelip, kırmızı kan hücrelerinin (eritrositler) hacmi ve boyutundaki farklılıkları ölçmek için yapılan bir testtir. Kırmızı kan hücrelerinin vücuttaki görevi akciğerlerden vücuda oksijen taşımaktır. Oksijen ise vücudun hücrelerini enerji üretebilmek için besler. Hücrelerin büyümesi, yeni hücreler üretmesi ve sağlıklı kalması adına oksijene ihtiyacı vardır.Genel olarak kırmızı kan hücrelerinin hepsi aynı boyuttadır ancak kan tahlilinde RDW düşük veya yüksek çıkarsa bunun nedeni bir sağlık sorunu olabilir.RDW CV Nedir?RDW-CV, kırmızı kan hücrelerinin dağılım genişliği ve ortalama hücre boyutlarındaki değişkenliğin ölçüldüğü kan testidir. Kırmızı kan hücrelerinin şekil ve boyutundaki değişkenliğin incelenmesini sağlar. RDW-CV için normal kabul edilen aralık yaklaşık %11,0 ve 15,0 arasında olmasıdır. RDW CV'nin yani ortalama hücre boyutunun standart sapması ortalama korpüsküler hacmin (MCV) standart sapmasının MCV'ye bölünmesi ve 100 ile çarpılmasıyla hesaplanır ve böylece alyuvar boyutu heterojenliğini temsil eden bir yüzde değeri elde edilir. RDW-CV yüksekliği, kırmızı kan hücrelerinin ortalama boyutlarındaki değişkenliğin normal kabul edilenden daha fazla olduğu anlamına gelir. Rdw-cv değerinin yüksek olması makrositer anemi, demir ve b12 eksikliğine işaret ederRDW-SD Nedir?Red Cell Distribution Width - Standart Deviation (RDW-SD), kırmızı kan hücrelerinin boyut dağılımının femtolitre(fL) cinsinden gösteren ölçülmesidir. Kırmızı kan hücrelerinin boyutlarının ne kadar değişken olduğunu değerlendirmek için yapılır.RDW Neden Yapılır? Ne İşe Yarar?Vücuttaki kırmızı kan hücrelerinin hacim ve boyutunu ölçmeye yarayan RDW testi, başta anemi olmak üzere akdeniz anemisi (talasemi), şeker hastalığı, kalp hastalığı, karaciğer hastalığı ve kanser gibi hastalıkların teşhisinde fikir verir. Bunlarla birlikte kişinin genel sağlık durumunu öğrenmekle birlikte enfeksiyon hastalıklarıyla diğer sorunların ortaya çıkarılmasına yardımcı olur.Ayrıca aşağıdaki belirtilere sahipseniz doktorunuz tam kan sayımında RDW değerine bakılmasını isteyebilir:RDW Testi Nasıl Yapılır?Uzman bir sağlık personeli, küçük bir iğne yoluyla koldaki damardan kan örneği alır. İğne yerleştirildikten sonra bir test tüpüne damardan alınan kan aktarılır. Yaklaşık 5 dakikadan daha az süren bu işlem sırasında iğnenin batırıldığı bölgede biraz acı ve batma hissedilebilir. Daha sonrasında ise alınan kan örneği incelenmek üzere laboratuvara gönderilir.RDW Normal Değeri Kaç Olmalıdır?İnsan vücudundaki kırmızı kan hücrelerinin boyutu ve hacmi hakkında bilgi veren RDW’nin olması gereken bir değer aralığı söz konusudur. Normal kırmızı kan hücrelerinin çapı ortalama  6-8 mikrometre arasındadır. Bu çapta meydana gelen farklılıklar RDW değerinin değişmesine neden olabilir. Bu değer aralığından daha düşük veya daha yüksek olan RDW değerleri bazı hastalıkların habercisi olabilir.RDW normal değeri yetişkin kadınlarda %12 ila 16 aralığında olması gerekirken yetişkin erkeklerde ise bu değer % 11.8 ila 14.5 arası kabul edilir. Dolayısı %12-15’i tipik aralık olarak sınıflandırılabilir. Bu rakamlar genel anlamda olması değer aralığını verirken bazı klinik ve laboratuvarlarda sonuçlar farklı çıkabilir. Normalin altında veya üstünde çıkan RDW değerleri anemi, vitamin eksikliği, enfeksiyon veya çeşitli hastalıklardan kaynaklanıyor olabilir.RDW Düşüklüğü Nedir? Neden Olur?Kan testinde belirlenen RDW değerinin referans aralığın altında kalması kırmızı kan hücrelerinizin aynı boyutta olduğunu gösterir ve bu endişe etmeyi gerektiren bir sonuç değildir. RDW düşüklüğü kırmızı kan hücrelerinin olması gereken boyutun altında olduğunu gösterir. Bu durum belirtileri arasında ishal, kalp çarpıntısı, yorgunluk ve mide bulantısı görülebilir. Ancak RDW yüksekliğinde olduğu gibi çok ciddi bir durum teşkil etmez.RDW Yüksekliği Nedir? Neden Olur?Test sonuçlarında rdw'nin yüksek olması, en küçük ve en büyük kırmızı kan hücrelerinizin boyutu arasında  önemli bir fark olduğunu gösterir, bu da makrositik anemi, B-12 eksikliği, demir eksikliği ya da folat eksikliği anlamına gelebilir. Diğer bir deyişle RDW değerinin yüksek olması, kırmızı kan hücrelerinin boyut olarak eşit olmamasıdır. Bazı makrositik anemilerde yüksek RDW ile birlikte yüksek MCV de oluşabilir. RDW yüksekliğinin belirtileri arasında ise yorgunluk, baş dönmesi, unutkanlık, uyuşma, sarılık ve saç dökülmesi olabilir.Bunlarla birlikte doktor hemogram testinde istediği RDW değerini diğer değerlerle karşılaştırarak kanda RDW yüksekliğine neden olabilecek bazı hastalıkları saptayabilir. Bunlar şöyle özetlenebilir:Tüm bu hastalıkların RDW yüksekliği meydana getirebileceği gibi kesin bir bulgu oldukları anlamına da gelmez. Bunun için uzman hekimin daha detaylı tetkikler yapması gerekebilir.Yüksek RDW Nasıl Düşürülür?Kırmızı kan hücrelerinin ortalama boyutu ve hacminin olması gerekenden daha büyük olması yüksek RDW olarak değerlendirilir. Yüksek RDW’yi düşürmek için ise bazı yöntemler mevcuttur.Bu yöntemleri sizler için sıraladık:Dengeli bir diyet uygulayınBesleyici ve dengeli uygulanan bir diyet, yüksek RDW değerine neden olan demir, folat ve B-12 eksikliğinin etkilerini azaltmaya yardımcı olur.Sigarayı bırakınSigarayı bırakmanın sağlık açısından birçok faydası bulunduğu gibi RDW değerini düşürme konusunda da etkili olduğu bilinir.Alkolden uzak durunYoğun alkol tüketimi, B12 vitamini ve folat emilimini azaltır. Bu da RDW yüksekliğine sebep olur. RDW değerinin olması gereken seviyeleri inmesi için alkolden uzak durulmalıdır.Uyku düzenine dikkat edinYapılan araştırmalar, düzenli ve dengeli uyuyan insanların RDW değerlerinin istenen seviyeye geldiği ortaya koymuştur.Düzenli egzersiz yapınDüzenli egzersiz, hayatın olmazsa olmaz bir parçası haline gelmelidir. RDW değerinin düşürülmesi için de düzenli egzersiz ve yürüyüş yapılması önerilir.RDW Hakkında Sıkça Sorulan SorularRDW yüksek olursa ne olur?RDW yüksekliği; anemi, demir eksikliği, B-12 ve folat eksikliğinin göstergesi olarak nitelendirilir. RDW değerini düşürmek için uygulanacak yöntemler arasında dengeli diyet, düzenli uyku ve sigara-alkolden kaçınmak yer alır.RDW düşüklüğü tehlikeli mi?RDW düşüklüğü, kırmızı kan hücrelerinin boyutu ve hacminin küçük olduğunu gösterir ve genellikle anemi ile bağlantı kurulur. Altında yatan bir neden olup olmadığının öğrenilmesi için doktor tarafından detaylı tahliller istenebilir.RDW CV ve RDW SD düşüklüğü nedir?RDW CV ve RDW SD düşüklüğü, kırmızı kan hücrelerinin boyutundaki değişkenliğin az olduğunu yani kırmızı kan hücrelerinin çoğunun benzer boyutta olduğunu gösterir. RDW CV ve RDW SD değerinin düşük olması endişe verici değildir ve genellikle normal kabul edilir.RDW CV ve RDW SD yüksekliği nedir?RDW CV ve RDW SD yüksekliği, kırmızı kan hücrelerinin ortalama boyutlarındaki değişkenliğin normal kabul edilenden daha fazla fark olduğunu gösterir ve bu durum B-12 eksikliği, demir eksikliği ya da folat eksikliği bulunduğu anlamına gelir.RDW kadınlarda kaç olmalı?Tam kan sayımında ortaya çıkan RDW değeri kadınlarda yaklaşık 12 ila 16 değer aralığında olmalıdır. Farklı laboratuvarlarda değişik sonuçlar ortaya çıkabilmesine rağmen ortalama değerler bu rakamlara yakın olacaktır.
3,130
115
Tanı ve Testler
Reverzibilite Testi
Hava yollarında daralma olup olmadığını tespit etmek için yapılan reverzibilite testi en sık astım ve KOAH gibi hastalıkların tanı ve derecelendirmesi için yapılıyor. Deneyimli teknisyenler tarafından yapılması gereken reverzibilite testi ilaçsız ve ilaç kullanımlı olmak üzere iki aşamada gerçekleştiriliyor. Hava yolu hastalığı ile ilgili şüphesi bulunan bütün hastalara yapılabilen bu testin hastaya herhangi bir zararı bulunmuyor. KOAH ve astım ayırıcı tanısında sık kullanılan bir solunum fonksiyon testi olan reverzibilite testinden elde edilen sonuçlar astım hastalığının tanısı için büyük önem taşıyor. Memorial Ankara Hastanesi Alerji Bölümü Uzmanlarımız, reverzibilite testi ile ilgili bilgi verdi.Hava yollarında daralma olup olmadığını tespit etmek için yapılan reverzibilite testi en sık astım ve KOAH gibi hastalıkların tanı ve derecelendirmesi için yapılıyor. Deneyimli teknisyenler tarafından yapılması gereken reverzibilite testi ilaçsız ve ilaç kullanımlı olmak üzere iki aşamada gerçekleştiriliyor. Hava yolu hastalığı ile ilgili şüphesi bulunan bütün hastalara yapılabilen bu testin hastaya herhangi bir zararı bulunmuyor. KOAH ve astım ayırıcı tanısında sık kullanılan bir solunum fonksiyon testi olan reverzibilite testinden elde edilen sonuçlar astım hastalığının tanısı için büyük önem taşıyor. Memorial Ankara Hastanesi Alerji Bölümü Uzmanlarımız, reverzibilite testi ile ilgili bilgi verdi.Reverzibilite testi nedir?Reverzibilite testi, bir çeşit solunum fonksiyon testidir. Solunum sistemimizde hava yollarının / bronşların hastalıklarını araştırmak, bu hastalıklara verilecek uygun tedaviyi seçebilmek ve tedavi yanıtını değerlendirebilmek amacıyla uygulanır. Reverzibilite testinde esas olarak hava yollarında (bronşlar) herhangi bir daralma olup olmadığı ve bu daralmanın bronş açıcı ilaç uygulamaları ile düzelip düzelmediği incelenmektedir. Reverzibilite testi hangi hastalıklarda kullanılır?Hava yollarını ilgilendiren tüm hastalıklarda reverzibilite testi yapılabilir. Ancak en sık astım ve KOAH hastalık tanısı, ağırlık derecelendirilmesi ve tedavi yanıtı değerlendirilmesi için kullanılır.Reverzibilite testi nasıl uygulanır? Reverzibilite testi, solunum fonksiyon testi laboratuvarında deneyimli bir teknisyen tarafından iki aşamada uygulanır. Hastaya öncelikle testin nasıl yapılacağı ile ilgili bilgi verilerek, hastanın güncel boy uzunluğu ve ağırlığı kayıt altına alınır. Ardından hastaya teste özel soluk alıp verme şekli anlatılır. Akabinde hastanın burnu yumuşak bir klips ile kapatılarak, ağızdan solunum fonksiyon testinin ağızlığı aracılığı ile öğretilen şekilde soluk alıp vermesi istenir ve test uygulaması gerçekleştirilir. Böylece ilk ölçüm yapılmış olur.İlk ölçüm tamamlandıktan sonra hastaya bronşların etrafını saran kasların gevşemesini sağlayacak, sprey şeklinde ilaç (bronş genişletici) kullandırılır. 15 dakikalık istirahat süresinden sonra solunum fonksiyon testi ilk aşamada olduğu gibi ikinci kez tekrarlanır.  İki ölçümün sonuçları birbiriyle karşılaştırmalı olarak değerlendirilir. Parametreler hem yüzdelik hem de mutlak değişim dikkate alınarak alanında uzman hekim tarafından yorumlanır. Bu uygulamada kullanılan burun klipsi ve ağızlık da kişiye özel olmaktadır.Reverzibilite testi  ile ilgili sık sorulan sorularErken reverzibilite ve geç reverzibilite nedir?Reverzibilite testi erken ve geç reverzibilite olmak üzere ikiye ayrılır.Erken reverzibilite: Erken reverzibilite testinde 15 dakika aralıkla iki solunum testi yapılır. İlk testten sonra hastaya bronş genişletici ilaç verilir ve hasta 15 dakika bekletilir. Bu sürenin sonunda ikinci test gerçekleştirilir. Erken reverzibilitenin pozitif olması astım tanısı için çok değerli olmaktadır.Geç reverzibilite: Geç reverzibilite testi hasta ile ilgili astım şüphesi olmasına rağmen klinik olarak erken rezervibilitenin negatif tespit edildiği durumlarda bronşlardaki/ havayollarındaki darlığın geri dönüşümlü olup olmadığını ortaya koymak için yapılmaktadır. Geç reverzibilite testinde de erken reverzibiltede olduğu gibi iki ayrı solunum fonksiyon testi yapılır. Ancak erken testte bronş genişletici ilaç verildikten 15 dakika sonra ikinci solunum fonksiyon testi yapılırken; geç reverzibilitede ilk solunum testinden hemen sonra ağızdan 15 gün süre ile kortizon hapı veya ağızdan sprey şeklinde 6 hafta süre ile kortizon tedavisi uygulanır. Tedavi sonrası hasta hem klinik olarak değerlendirilir, hem de ikinci solunum fonksiyon testi yapılır. Kortizon tedavisi sonrası yapılan solunum fonksiyon testlerinde başlangıç değerlerine göre belirli oranda artışın gösterilmesi geç reverzibilite testinin pozitif olduğu anlamına gelir ve bu sonuç astım tanısında kullanılır.Reverzibilite testi kimler tarafından uygulanır?Solunum fonksiyon testi uygulamaları konusunda deneyimli, eğitim almış ve sertifikalı sağlık teknisyenleri tarafından uygulanır.Reverzibilite testi işlemi ne kadar sürer?Erken reverzibilite tesi başlangıcından bitimine kadar yaklaşık olarak 30 dakika sürmektedir.Reverzibilite testi kimlere yapılmalıdır?Hava yolu hastalığı ile ilgili şüphesi olan tüm hastalara reverzibilite testi yapılmalıdır.Reverzibilite testi yaptırmak neden önemlidir?Hastalara doğru tanı koymak, hastalık ağırlığını tespit etmek, uygun tedavi planlayabilmek ve tedavi yanıtını doğru değerlendirebilmek için reverzibilite testi yaptırmak önem taşımaktadır.Reverzibilite testinin kişiye bir zararı var mıdır?Reverzibilite testi yaptırmanın hastaya hiçbir zararı bulunmamaktadır.Reverzibilite testi yaptıracak olan kişilerin nelere dikkat etmesi gerekir?- Testi yaptırmadan önce aç olunmamalı, ancak aşırı yemek yenilmemeli- Boynu ve beli sıkan kemer, boyunluk gibi aksesuarlar takılmamalı, vücudu daraltan sıkı kıyafetler giyilmemeli-Testten önceki son 8 saat içerisinde sigara içilmemeli-Eğer herhangi bir şekilde sprey şeklinde hava yolu hastalıkları tedavisi için ilaç kullanılıyorsa mutlaka ilgili hekime bilgi vermelidir.Reverzibilite testi riskli bir işlem midir?Reverzibilite testi kesinlikle riskli bir işlem değildir.Reverzibilite testi sonrası nelere dikkat edilmelidir?Reverzibilite testi işlemi sonrasında dikkat edilmesi gereken özel bir durum bulunmamaktadır.Solunum testinde astım nasıl anlaşılır?Astım tanısı konulması için tek başına sonulum fonksiyon testi yeterli olmamaktadır. Solunum testinin mutlaka hastanın öyküsü ve fiziki muayene bulguları ile birlikte değerlendirilmesi gerekir. Hastanın öyküsü ve fiziki muayenesi uyumlu olduğunda reverzibilite testinin pozitif olması, astım tanısını desteklemektedir.Solunum testi normal değerleri kaç olmalıdır?Solunum testinde normal değerler yaş, boy, cinsiyet ve ağırlığa göre farklılık göstermektedir. Bu testte ilgili kriterlere göre tanımlanmış standart değerler bulunmaktadır.Reverzibilite testi tekrarlanabilir mi?Reverzibilite testi ihtiyaç duyulan her an tekrarlanabilir.Reverzibilite testinin KOAH tanı ve tedavisindeki yeri nedir?Reverzibilite testi KOAH ve astım ayırıcı tanısında sık kullanılan bir solunum fonksiyon testi olmaktadır. KOAH hastalığında genellikle reverzibilite tespit edilmez ancak bazı hastalarda kısmi reverzibilite gözlenebilir.Solunum testinde FVC ne demek?FVC (zorlu viral kapasite), solunum fonksiyon testi esnasında yapılan zorlu soluk verme manevrası neticesinde hesaplanan akciğer kapasitesidir.Total akciğer kapasitesi nasıl ölçülür?Total akciğer kapasitesi, özel manevralarla ölçüm yapılan bir solunum fonksiyon testi parametresidir. Solunum fonksiyon testi cihazları aracılığıyla total akciğer kapasitesi ölçümüne yönelik özel soluk alıp verme manevraları ile ölçüm yapılır. 
2,740
116
Tanı ve Testler
Romatoid Faktör
Romatoid faktör, bağışıklık sistemi tarafından üretilen ve vücuttaki sağlıklı dokulara saldırabilen protein antikorlarıdır. Romatoid faktör ile elde edilen test sonucunda çıkan yüksek antikor miktarı romatoid artrit ve sjögren sendromu gibi otoimmün hastalıkların tanı ve teşhisinde kullanılmaktadır. Düşük çıkan romatoid faktör değeri ise herhangi bir hastalığın söz konusu olmadığını gösterir.Romatoid faktör, bağışıklık sistemi tarafından üretilen ve vücuttaki sağlıklı dokulara saldırabilen protein antikorlarıdır. Romatoid faktör ile elde edilen test sonucunda çıkan yüksek antikor miktarı romatoid artrit ve sjögren sendromu gibi otoimmün hastalıkların tanı ve teşhisinde kullanılmaktadır. Düşük çıkan romatoid faktör değeri ise herhangi bir hastalığın söz konusu olmadığını gösterir.Romatoid Faktör Nedir?Romatoid faktör, romatoid artrit ve otoimmün hastalıkların tanısı için fikir veren bağışıklık sisteminin ürettiği antikorlardır. Ancak diğer antikorların aksine romatoid faktör mikroplarla ve enfeksiyonlarla savaşmaz. Bunun yerine vücuttaki sağlıklı dokuya zarar verebilir. Romatoid faktör testi ise vücuttaki bu antikorları kontrol eder.Bağışıklık sisteminin normal işleyişi, vücudu korumak için antikorlar üretir ve kullanır. Bu antikorlar kandaki mikropları, alerjenleri veya toksinleri bulup yok eden özel proteinlerdir.Ancak bağışıklık sistemi yanlışlıkla veya aşırı aktif olduğunda romatoid faktör antikorları üretir. Romatoid faktörün diğer antikorlar gibi belirli bir hedefi olmadığı için bazen vücuttaki sağlıklı dokulara da saldırıp zarar verebilir. Bu da romatoid artrit başta olmak üzere bazı otoimmün hastalıklara yol açabilir.Romatoid Faktör Testi Nedir?Romatoid faktör testi, bağışıklık sistemi tarafından üretilen ve vücuttaki sağlıklı dokuya saldırabilen bir protein olan romatoid faktörün (RF) miktarını yani antikor durumunu ölçen kan testidir. Romatoid faktör testinin temel amacı romatoid artrit ve otoimmün hastalıkların varlığını belirlemektir.Şiddetli romatoid artrit hastası olan kişilerde romatoid faktör yüksekliği görülebilir. Ancak yüksek test sonuçları yüksek düzeyde değerlerin varlığını gösterse bile doktor tanı koymadan önce başka testler de yapmak isteyebilir. Bu testler röntgen, MRI, ultrason veya birtakım görüntüleme testlerini içerebilir.Romatoid faktör testi nasıl yapılır?Romatoid faktör antikolarının tespiti için uygulanan romatoid faktör testi özünde basit bir kan testidir. Uzman personel tarafından hızlı ve ağrısız bir şekilde damardan alınan kan incelenmek üzere laboratuvara gönderilir ve daha sonra çıkan sonuçlar değerlendirilir. Romatoid faktör testi için özel bir hazırlık yapılması gerekmez.Romatoid Faktör Değeri Kaç Olmalı?Sağlıklı bir romatoid faktör değeri mililitre başına 20 üniteden azdır (<20 U/mL). Düşük çıkan değerler normal karşılanırken romatoid faktör yüksekliği romatoid artrit göstergesi olabilir.Test sonucu sonrası doktor tarafından testin negatif veya pozitif olduğu da söylenebilir. Negatif sonuç, kandaki romatoid faktör miktarının standart değerleri taşıdığı anlamına gelir. Pozitif sonuç ise romatoid faktör yüksekliği olarak ifade edilir.Romatoid Faktör Yüksekliği Ne Anlama Gelir?Romatoid faktör testinin yapılması sonucunda kanda romatoid faktör yüksekliği çıkması, romatoid artrit, lupus hastalığı veya sjögren sendromu gibi otoimmün hastalık bulunduğu anlamına gelir.Ancak her romatoid faktör yüksekliği hastalık sonucunu vermeyebilir. Bu gibi durumlarda ekstra testlere ihtiyaç duyulabilir.Romatoid faktör yüksekliği aynı zamanda birtakım belirtilere de yol açabilir. Bu belirtiler genellikle romatoid artrit belirtileriyle çok benzerdir.Romatoid faktör yüksekliği belirtileri şunlardır:Romatoid Faktör Düşüklüğü Ne Anlama Gelir?Romatoid faktör düşüklüğü, kandaki romatoid faktör değerinin 20 U/mL’den az olmasıdır. Bu düşük değer romatoid faktör değerinin normal seyrini gösterir. Romatoid faktör düşük olduğunda romatoid artrit veya herhangi bir otoimmün hastalık varlığının bulunmadığı anlamına gelir.Romatoid Faktör Hakkında Sık Sorulan SorularRomatoid faktör ne anlama gelir?Romatoid faktör, vücuttaki sağlıklı hücrelere saldıran bir bağışıklık sistemi proteinidir. Bu proteinin vücuttaki varlığı ise romatoid faktör testi ile belirlenir.Romatoid faktör kaç olursa tehlikeli?Romatoid faktörün sağlıklı kabul edilen değeri 0-20 U/mL’dir. 20 ve üstü değerler Romatoid artrit şüphesi taşır.Romatoid faktör nasıl düşürülür?Romatoid faktör değerinin sağlıklı seviyelere düşürülmesi için romatoid artritin tedavi edilmesi gerekir. Eğer romatoid faktör yüksekliğine bakteriyel bir enfeksiyon neden oluyorsa enfeksiyonun iyileştirilmesi önemlidir.Romatoid faktör için hangi doktora gidilir?Romatoid faktör değerlerinin ölçümü için romatoloji bölümü doktorlarından randevu alabilirsiniz.
1,736
117
Tanı ve Testler
Röntgen
Röntgen, teşhis amacıyla vücudun kemiklerini, organlarını ve iç yapısını X ışınları sayesinde gösteren bir görüntüleme aracıdır. X ışınları aynı zamanda elektromanyetik adı verilen dalgalardır. Bu dalgalar vücudun iç kısmını görselleştirerek özellikle teşhis konusunda oldukça faydalı sonuçlar verir. Röntgenin temel yapısı oluşturan X ışınlarının en yaygın kullanımı kemiklerdeki kırıkları kontrol etmesidir. Ancak x-ışınları farklı teşhisler için de kullanılır. Örneğin, göğüs röntgenleri zatürre ve astım gibi hastalıkları tespit edebilirken, mamogramlar meme kanseri tanısı için x-ışınlarını kullanır.Röntgen, teşhis amacıyla vücudun kemiklerini, organlarını ve iç yapısını X ışınları sayesinde gösteren bir görüntüleme aracıdır. X ışınları aynı zamanda elektromanyetik adı verilen dalgalardır. Bu dalgalar vücudun iç kısmını görselleştirerek özellikle teşhis konusunda oldukça faydalı sonuçlar verir. Röntgenin temel yapısı oluşturan X ışınlarının en yaygın kullanımı kemiklerdeki kırıkları kontrol etmesidir. Ancak x-ışınları farklı teşhisler için de kullanılır. Örneğin, göğüs röntgenleri zatürre ve astım gibi hastalıkları tespit edebilirken, mamogramlar meme kanseri tanısı için x-ışınlarını kullanır.Röntgen Nedir?Röntgen, vücudun iç kısmının görüntülerini üretmek için X ışını veya gama ışınları gibi elektromanyetik dalgalar adı verilen radyasyon türlerinin kullanıldığı bir görüntüleme tekniğidir. Röntgen ile vücudun iç yapısı görselleştirilir. Ortaya çıkan bu görüntüler vücudun bölümlerini siyah ve beyazın farklı tonlarında gösterir. Bunun nedeni farklı dokuların farklı miktarlarda radyasyon emmesidir.X ışınlarını en fazla emen yapı kemiklerdeki kalsiyumdur. Bu nedenle kemikler röntgen sonuçlarında beyaz renkte görünür. Yağ ve diğer yumuşak dokular daha az radyasyon emer ve gri renkte ortaya çıkar. Hava ise en az radyasyon emdiği için akciğerlerin röntgende siyah görünür.Neden Röntgen Çekilir?Röntgenin başlıca çekilme amacı kemik kırıklarının kesin tanısını koymaktır. Bununla birlikte zatürre, astım ve akciğer enfeksiyonu gibi akciğer hastalıklarının yanında vücutta meydana gelen yaralanmaların tespiti ve son durumu için de röntgen işleminden yararlanılır. Röntgen, tüm bu hastalıkların tanı sürecinde hızlı ve faydalı sonuçlar verdiği için yaygın olarak tercih edilir.Röntgen çekilmesine gerek duyulan durumlar şu şekildedir:Röntgen Türleri Nelerdir?Röntgen türleri arasında göğüs röntgeni, karın röntgeni, kemik röntgeni, diş röntgeni, baş röntgeni ve omurga röntgeni gibi türler yer alır. Bu röntgen türleri ilgili bölgeleri detaylı olarak inceler ve hem organ hem de dokuların detaylı fotoğrafını çeker.Röntgen türleri şöyle açıklanabilir:Karın röntgeni Sindirim sistemi ile ilgili ortaya çıkan belirtiler, böbrek taşı ve mesane taşı gibi sorunların tanısında karın röntgeninden faydalanılabilir. Karın röntgeni sayesinde karın bölgesi ve sindirim sistemiyle ilgili detaylı bilgi sahibi olunabilir.Kemik röntgeni Öncelikli olarak kemik kırıkları şüphesi için kemik röntgeni çekilir. Bununla birlikte artrit şüphesi durumlarında da kemik röntgeni çekilebilir. Kemik röntgeninde ayrıca kemik kanseri veya enfeksiyonla da karşılaşılabilir.Göğüs röntgeniGöğüs röntgeni genel olarak zatürre, astım ve akciğer enfeksiyonu gibi akciğer hastalıklarının kesin tanısını koymak amacıyla çekilir. Ayrıca nefes darlığı, öksürük ve göğüs ağrısı gibi şikayetler ortaya çıktığında da göğüs röntgeni çekilebilir.Diş röntgeni Diş ve diş etleri sorunlarının tespiti için diş hekimi tarafından detaylı ağız röntgeni istenebilir. Bu sayede diş hastalıkları ve diş eti sorunlarının tespiti yapılabilir. Diş hastalıklarınızın olup olmadığını öğrenmek için Ağız ve Diş Sağlığı bölümlerinden randevu alıp diş röntgeni çektirebilirsiniz.Baş röntgeni Baş yaralanmalarından kaynaklanan kafatası kırıkları ve diğer hasarlar söz konusu olduğunda tanı ve süreçle ilgili detaylı bilgi için baş röntgeni çekilebilir.Omurga röntgeni Bel fıtığı, boyun fıtığı ve omurga eğrilikleri gibi durumların belirtileri yaşandığından hastalıkların kesin tanısı için omurga röntgenine başvurulabilir. Omurga röntgeniyle birlikte omurganın yapısı detaylı olarak incelenir.Bu röntgen türlerinin dışında daha ayrıntılı görüntüler oluşturmak için bilgisayar yardımıyla bir dizi X ışınları da kullanılır. Bu yöntemler ise şöyledir:Röntgen İşleminin Çalışma Yapısı Röntgen işleminin temelini oluşturan X-ışınları, vücuttan radyasyon ışınları göndererek yakındaki bir X-ışını dedektöründe görüntü oluşturarak çalışır.Radyasyon ışınları vücutta görünmez bir yapıdadır ve fiziksel olarak hissedilemez. Işınlar vücuttan geçerken geçerken kemikler, yumuşak dokular ve diğer yapılar radyasyonu farklı şekillerde emer.Katı veya yoğun nesneler (kemikler gibi) radyasyonu kolayca emer ve bu nedenle görüntüde parlak beyaz bir renkte görünürler. Yumuşak dokular (organlar gibi) ise radyasyonu kolayca ememez ve bu nedenle X-ışınında gri ve koyu renk tonlarında görünürler.Uzman radyolog ise röntgen görüntüsünü yorumlar ve röntgeni isteyen hekime, görüntüde anormal veya endişe verici bir şey olup olmadığını belirten bir rapor yazarak iletir. Röntgen sonucu ise uzman doktor tarafından değerlendirilir.Röntgen Çekimine Nasıl Hazırlanılır?Röntgen çekimi öncesinde kişinin mevcut sağlık durumuyla ilgili tüm bilgileri doktoruyla paylaşması gerekir. Özellikle hamilelik döneminde röntgen çektirilmesi gerekiyorsa süreç kontrollü bir şekilde ilerlemelidir.Röntgen çekimi öncesinde dikkat edilmesi gereken noktalar şunlardır:Röntgen Nasıl Çekilir?Röntgen çekimleri ayakta veya yatarak yapılabilir. Örneğin göğüs röntgeninde kişi ayaktadır ve röntgen cihazına göğsünü yaslar. Kemik kırıkları ve baş yaralanmalarına bağlı çekilen röntgenlerde ise kişi yatar pozisyonda olur.Röntgen çekilecek kuruluşa göre süreçte değişkenlik olabilir ancak rutin röntgen çekim aşamaları aşağıdaki gibidir:Röntgen Çekiminin Yan Etkileri Var mı?Röntgen çekimindeki X ışınları genellikle güvenli kabul edilir. Ancak bazı kişilerde röntgendeki kontrast boyalı maddeden dolayı birtakım yan etkiler ortaya çıkabilir. Bunlar mide bulantısı, kusma, mide krampları, ishal ve baş ağrısı olabilir.Röntgen Hakkında Sık Sorulan Sorular Röntgen işlemi neyi amaçlar?Röntgen, özellikle vücudun bir parçasının, X ışınlarının içinden geçirilmesi ve farklı malzemeler tarafından farklı derecelerde emilmesiyle elde edilen vücudun iç yapısının fotoğrafik veya dijital görüntüsüdür. Röntgen işlemiyle kemik kırıkları ve çeşitli hastalıklar ortaya çıkabilir.Röntgende radyasyon tehlikesi var mı?Röntgendeki X-ışınları radyasyon içerse de düz bir radyografi işlemi sırasında çok az miktarda radyasyona maruz kalınır. Bu maruziyet genellikle günlük hayatta maruz kalınan doğal radyasyondan çok daha fazlası değildir.Röntgen sonuçları ne kadar sürede çıkar?Röntgen sonuçları çekilir çekilmez bilgisayar ortamında dijital olarak kaydedilir ve dakikalar içinde ekranda görüntülenebilir. Röntgen sonuçları ise doktor tarafından incelenir ve bir değerlendirme yapılır.Hamilelikte röntgen çektirilir mi?Bir yetişkinin röntgenden maruz kalacağı radyasyon oranı zararlı seviyede değildir ancak hamilelik sırasında çektirilen röntgen fetüse zarar verebilir. Eğer hamilelik sürecinde röntgen çekilmesi gerekiyorsa doktor onayı önemlidir.Kontrastlı röntgen ne anlama gelir?Bazı gerekli durumlarda, röntgen çekilmeden önce kişiye kontrast madde adı verilen bir madde verilebilir. Bu madde, yumuşak dokuların X-ışınında daha net görünmesine yardımcı olabilir.Röntgen kim tarafından çekilir?Röntgen, uzman radyoloji teknisyeni tarafından çekilir.
2,955
118
Tanı ve Testler
Sedimantasyon
Sedimantasyon, vücuttaki iltihabı kontrol etmek için kırmızı kan hücrelerinin sitratlı test tüpünün dibine çökme hızının incelendiği kan testidir. İlgili sürede ne kadar alyuvar dibe çökerse sedimantasyon oranı o kadar fazla olacaktır. Kanda sedimantasyon yüksekliği ciddiye alınması gereken bir durumdur.Sedimantasyon, vücuttaki iltihabı kontrol etmek için kırmızı kan hücrelerinin sitratlı test tüpünün dibine çökme hızının incelendiği kan testidir. İlgili sürede ne kadar alyuvar dibe çökerse sedimantasyon oranı o kadar fazla olacaktır. Kanda sedimantasyon yüksekliği ciddiye alınması gereken bir durumdur.Sedimantasyon Nedir?Sedimantasyon, kanın uzun dikey bir tüpe yerleştirilerek kırmızı kan hücrelerinin çökme hızının ölçülerek vücutta iltihap olup olmadığını anlamak için uygulanan kan testidir. Sedimantasyon testi 1 saat sonra tüpün üst kısmındaki plazma ile kırmızı kan hücreleri arasındaki mesafeyi milimetre (mm) cinsinden bildirir.Nedeni belli olmayan yüksek ateş, kas ağrısı veya eklem ağrısı gibi belirtiler söz konusu olduğunda sedimantasyon testi istenebilir. Sedimantasyon, saat başına milimetre (mm/saat) cinsinden ölçülür ve  referans aralıkları yaşa ve cinsiyete bağlı olarak değişir. Sedimantasyon testi aynı zamanda inflamatuar düzeyini göstermenize ve tedavinin etkisini kontrol etmenize yardımcı olur.Sedimantasyon testi vücuttaki iltihaba neden olan sorunu tam olarak belirleyemediği için sıklıkla C-reaktif protein (CRP) testi gibi diğer kan testleriyle birlikte yapılır.Sedimantasyon Neden Olur?Vücutta iltihaplanma, ateş, ağrı ve şişmeye neden olan hastalıklar sonucu sedimantasyon yükselmektedir. İnflamasyona veya hücre hasarına neden olan bir durum varsa, kırmızı kan hücreleri (RBC) bir araya toplanma/kümelenme eğilimindedir.Bu kümelenme, RBC'lerin kan örneğinin yerleştirildiği bir tüpün içinde çökme hızını etkiler. Hücreler (RBC) bir test tüpünün dibine ne kadar hızlı ve daha fazla çökerse, iltihaplanma olasılığı o kadar yüksektir. Yüksek sedimantasyon vücutta aktif bir hastalık süreci olabileceğini anlamına gelmektedir.Sedimantasyon Kaç Olmalı?Kandaki iltihap varlığını belirlemek için yapılan testte sedimantasyon değeri 50 yaşın altındaki erkeklerde 0 ila 15 mm/saat, 50 yaşın altındaki kadınlarda ise 0 ila 20 mm/saat aralığında olmalıdır.Sedimantasyon değeri yaş ve cinsiyete göre şu değerleri içermelidir:Referans kabul edilen rakamların üstünde çıkan sedimantasyon değerleri, kırmızı kan hücrelerinin dibe çöktüğünü ve vücutta iltihaplanma oluştuğunu gösterir. Sedimantasyon yüksekliğinin dışında sedimantasyon düşüklüğü ise vücutta aktif bir iltihap veya enfeksiyonun bulunmadığı anlamına gelir.Bazı böbrek ve karaciğer rahatsızlıkları ve yüksek kan şekeri de sedimantasyon değerini düşürebilmektedir. Ayrıca yeni doğan bebeklerde, kronik yorgunluk sendromunda, konjestif kalp yetmezliği, düşük plazma proteini, orak hücre anemisi ve kan dolaşımı bozukluğunda sedimantasyon değeri düşüktür.Sedimantasyon Yüksekliği Nedir?Kandaki sedimantasyon değerinin saatte 100 mm/saat üzerinde olması olan sedimantasyon yüksekliği, vücutta iltihaplanma varlığı, enfeksiyon, otoimmün veya kanser gibi bir hastalık olabileceği anlamına gelir. Bunlarla birlikte birçok farklı faktör de sedimantasyon değerinin yüksek çıkmasına ve alyuvar olarak bilinen kırmızı kan hücrelerinin dibe çökmesine sebebiyet verir.Sedimantasyon yüksekliğine neden olan durumlar şöyledir:Sedimantasyon Yüksekliği Belirtileri Nelerdir?Sedimantasyon yüksekliği durumunda vücutta bazı belirtiler ortaya çıkar. Açıklanamayan yüksek ateş, baş ağrısı, iştahın azalması, kilo kaybı, eklem sertliği ve anemi gibi durumlar sedimantasyon testi istenmesine neden olacak belirtiler arasında kabul edilir.Aşağıdaki belirtiler ortaya çıktığında doktor tarafından sedimantasyon testi istenir:Bu ve benzer belirtiler ortaya çıktığında sedimantasyon testi yapılır ve yüksek sedimantasyon değerlerine bağlı olarak altta yatan hastalıkların teşhis ve tedavi sürecine geçilir. Ayrıca vücuttaki iltihabın belirlenmesinde tek başına sedimantasyon hızı testinin yeterli olmadığı durumlarda C-reaktif protein (CRP) testi de yapılabilir.Sedimantasyon Hakkında Sık Sorulan Sorular Sedimantasyon Testi Nedir?Sedimantasyon testi, kırmızı kan hücrelerinin dibe çökme hızının ölçüldüğü kan testidir. Kırmızı kan hücrelerinin hızlı bir şekilde dibe çökmesi vücutta enfeksiyon varlığına işaret eder.  Enfeksiyon durumunda kan dibe daha hızlı çöktüğü için sedimantasyon yüksekliği vücutta enfeksiyon veya otoimmün hastalık olduğunu gösterir..Kanserde sedim kaç olur?Kanserli hücrelerden şüphelenmek için sedimantasyon hızının erkeklerde 20 mm/saat ve kadınlarda 30 mm/saat üzerinde olması gerekir. Kanser hücrelerinin çok fazla çoğaldığı ve geliştiği bir durumda sedimantasyın hızı 100 mm/saatin üstünde olur.CRP ve sedimantasyonun birlikte yüksekliği ne anlama gelir?Kanda CRP ve sedimantasyon değerlerinin referans değerlerin üstünde çıkması yüksek enfeksiyon ve kimi durumlarda kanser şüphesi taşır.Sedimantasyon yüksekliğinin zararları nelerdir?Sedimantasyon yüksekliği, kanda iltihap ve enfeksiyon göstergesi olduğu için çeşitli hastalıklar konusunda sinyal verir ve doktor kontrolü gerekir.Sedimantasyon kaç olursa tehlikeli?Sedimantasyon değerinin saatte 100 mm/saatten daha fazla çıkması bazı tehlikeli hastalıklara işaret olduğundan tehlikeli olarak kabul edilir.Sedimantasyon yüksekliği nasıl tedavi edilir? Vücutta iltihaplanmaya neden olan bir hastalık olduğunda sedimantasyon yükselmektedir. Buna neden olan hastalığın belirlenip tedavi başladıktan sonra bağışıklığı güçlü tutmak adına sağlıklı beslenilmeli, bol sıvı alınmalı, düzenli uyku uyunmalı ve egzersiz yapılmalıdır.Sedimantasyon hangi kanserlerde yükselir? Bazı kanser türlerinde ve kanserin metastaz yaptığı zamanlarda sedimantasyon yükselmektedir.
2,209
119
Tanı ve Testler
Sentinel Lenf Nodu Biyopsisi
Günümüzde her 8 kadından birinde görülen meme kanseri, en önemli yaşam kaybı sebepleri arasında yer almaktadır. Memede görülen kanserin lenf bezlerine yayılıp yayılmadığı ise hastalığın evrelenmesi ve tedavinin şekillendirilmesi açısından büyük önem taşır. Meme kanseri cerrahisinden önce ya da cerrahi sırasında uygulanan sentinel lenf nodu biyopsisi işlemi ile kanserin lenfatik sisteme yayılıp yayılmadığı kontrol edilebilmektedir. Mavi boya veya radyoaktif madde ile gerçekleştirilen sentinel lenf nodu biyopsisi işlemi sayesinde kanserin yayılmadığı lenf nodlarının gereksiz yere alınmasının önüne geçilerek; lenf nodlarının alınması ile ortaya çıkabilecek kolda şişme-lenfödem, nörovasküler yaralanma, kronik ağrı ve hareket kısıtlılığı gibi olası risk-komplikasyonlar en düşük seviyeye indirilebilir. Bununla birlikte hastalığın evrelemesi ve tedavinin planlanması daha sağlıklı bir şekilde yapılamasını sağlar. Memorial Ankara Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü’nden Doç. Dr. Ramazan Yıldız, meme kanseri cerrahisinde sentinel lenf nodu biyopsisi ile ilgili bilgi verdi.Günümüzde her 8 kadından birinde görülen meme kanseri, en önemli yaşam kaybı sebepleri arasında yer almaktadır. Memede görülen kanserin lenf bezlerine yayılıp yayılmadığı ise hastalığın evrelenmesi ve tedavinin şekillendirilmesi açısından büyük önem taşır. Meme kanseri cerrahisinden önce ya da cerrahi sırasında uygulanan sentinel lenf nodu biyopsisi işlemi ile kanserin lenfatik sisteme yayılıp yayılmadığı kontrol edilebilmektedir. Mavi boya veya radyoaktif madde ile gerçekleştirilen sentinel lenf nodu biyopsisi işlemi sayesinde kanserin yayılmadığı lenf nodlarının gereksiz yere alınmasının önüne geçilerek; lenf nodlarının alınması ile ortaya çıkabilecek kolda şişme-lenfödem, nörovasküler yaralanma, kronik ağrı ve hareket kısıtlılığı gibi olası risk-komplikasyonlar en düşük seviyeye indirilebilir. Bununla birlikte hastalığın evrelemesi ve tedavinin planlanması daha sağlıklı bir şekilde yapılamasını sağlar. Memorial Ankara Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü’nden Doç. Dr. Ramazan Yıldız, meme kanseri cerrahisinde sentinel lenf nodu biyopsisi ile ilgili bilgi verdi.Sentinel lenf nodu nedir?Lenf nodları, vücutta birçok önemli işlevleri olan bezlerdir. Bu yapı içindeki bağışıklık hücreleri, kişiyi hasta edebilecek mikroorganizma-bakterilere saldırarak onları yok eder. Ayrıca yine vücuttaki dokulardan ve hücrelerden akan sıvı atığı ( lenfatik sıvıyı) filtreler-taşır. Vücutta yaklaşık 500-600 lenf nodu bulunmaktadır. Bu nodlar, lenfatik yapının bir parçasıdır ve bağışıklık sisteminde görevlidir.Sentinel lenf nodu ise vücuttaki “Bekçi lenf nodu” olarak anılır. Kanser hücrelerinin birincil (primer) tümörden lenfatik kanallar aracılığıyla drene olduğu bölgesel ilk lenf düğümüdür ve birden fazla olabilir. Kanserin bölgesel lenf nodlarından ötesine yayılıp yayılmadığını görmek için nöbetçi lenf nodları test edilir.Sentinel lenf nodu biyopsisi nedir?Sentinel lenf nodu biyopsisi, kanserli kişiler için cerrahi prosedürün önemli bir parçasıdır. Meme kanseri cerrahi tedavisinde, fizik muayene ve görüntüleme yöntemleri ile koltuk altı lenf nodunda yayılma şüphesi bulunmayan hastalarda, kanserin drene olduğu( boşaldığı) koltuk altındaki ilk lenf nodu ya da nodlarında yayılımı- metastazı olup olmadığının tespit edilmesini sağlayan faydalı bir tanı yöntemidir. Kanser hücrelerinin lenfatik sisteme yayılıp yayılmadığını belirlemek için belirli kanser türlerine sahip kişilere sentinel lenf nodu biyopsisi önerilir.Sentinel lenf nodu biyopsisi hangi hastalıklarda yapılır?Sentinel lenf nodu biyopsisi ilk kullanıma girdiği 1980 lerde malign melonom, penil kanserlerde kullanılırken kullanım alanı giderek artmış birçok kanserde kullanılmaya başlanmıştır.Özellikle meme kanserinde çok etkin ve faydalı olmuştur. Meme kanserinden tümörün büyüklüğüne bağlı olmadan fizik muayene ve görüntüleme yöntemleri ile koltuk altı lenf nodunda metastaz şüphesi bulunmayan hastalarda koltuk altının değerlendirilmesi için kullanılır. Günümüzde neoadjuvan kemoterapi uygulanan meme kanseri hastalarında da aktif olarak kullanılmaktadır.Meme kanseri cerrahisinde sentinel lenf nodu biyopsisi nasıl yapılır? Sentinel lenf nodu biyopsisi iki şekilde yapılır. Birincisi mavi boya yöntemi ile ikincisi ise vücuda zararsız radyoaktif madde yoluyla gerçekleştirilir. Mavi boya ile yapılan yöntemde ameliyathanede, ameliyatın başlangıcında hastanın meme ucu olan areola etrafına, önceden hazırlanmış olan mavi boya, tekniğine uygun şekilde enjekte edilir. Mavi boya, nöbetçi lenfleri parlak mavi renge boyar ve cerrahın onları görmesini sağlar.İkinci yöntem olan radyoaktif madde ile sentinel lenf nodlarının belirlenmesi işleminde ise yine meme kanseri hastasına operasyondan önce nükleer tıp bölümünde radyokolloid madde, tekniğe uygun şekilde enjekte edilir. Cerrah ameliyat sırasında radyoaktivitenin nerede biriktiğini görmek ve sentinel lenf nodlarını belirlemek için gama dedektörü adı verilen küçük bir alet kullanır ve böylece nöbetçi lenf nodlarının yerini belirler.Günümüze imkan ve kabiliyeti uygun olan merkezlerde her iki yöntem kombine olarak kullanılmaktadır.Bu yöntemler aracılığıyla yerleri belirlenen sentinel lenf nodları, ameliyata başladıktan sonra uygun bir insizyon ile çıkarılır. Ameliyat devam ederken alınan bu lenf nodu ya da lenf nodları frozen patolojiye gönderilir ve acil olarak değerlendirilmesi istenir. Patolojiden çıkan sonuca göre koltuk altına ilave cerrahi gerekip gerekmediğine karar verilir. Eğer frozen patoloji sonucunda metastaz (yayılım) olduğu bildirilirse, koltuk altına ilave müdahale gerçekleştirilir ve lenf nodları boşaltılır. Raporda metastaz olmadığı belirlenirse bu durumda da ilave cerrahiye gerek kalmaz. Böylelikle koltuk altının gereksiz yere boşaltılmasından kaçınılmış olunur.Meme kanseri cerrahisinde sentinel lenf nodu biyopsisisin avantajları nelerdir?Sentinel lenf nodu biyopsisi, uzman doktorun kanseri doğru bir şekilde evrelemesini sağlar. Bu tanı yöntemi ile koltuk altı lenf noduna yayıldığından emin olunmayan meme kanseri hastalarında koltuk altı lenf nodlarının gereksiz yere alınmasının önüne geçilmiş olunur. Çünkü kanser hücreleri kanserden ilk drenajın olduğu nöbetçi lenf nodlarında bulunmuyorsa, kanserin diğer lenf nodlarına yayılması ihtimali az olacaktır. Böylece koltuk altının tamamen boşaltılmasının sebep olabileceği kolda şişme- lenfödem, nörovasküler yaralanma, kronik ağrı ve hareket kısıtlılığı gibi olası rik-komplikasyonlar en az seviyeye indirgenmiş olunur.MEME KANSERİ CERRAHİSİNDE SENTİNEL LENF NODU BİYOPSİSİ İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULARSentinel lenf nodu biyopsisi neden yapılır? Sentinel lenf nodu biopsisi kanserin drene olduğu ilk lenf nodunun değerlendirilmesi ve böylelikle metastazın daha ileri seviye lenf nodlarında olup olmadığının öngörülmesinde kullanılır. Bu öngörü koltuk altına yapılcak olan cerrahinin genişliğinin belirlenmesinde faydalı olacaktır ve aynı zamanda kanserin evrelemesi ve tedavi planlamasına katkıda bulunacaktır.Sentinel lenf nodu biyopsisi ne zaman yapılır?Evreleme adı verilen bir sürecin içinde yer alan sentinel lenf nodu biyopsisi, evreleme sırasında kanserin lenf düğümlerine ilerleyip ilerlemediğini ya da kanserin ne kadar yayıldığını belirler. Farklı kanser evreleri farklı tedaviler gerektirir. Bu test çoğunlukla orijinal (birincil) tümörü çıkarırken yapılır. Ancak bazen uzman hekimler birincil tümörü çıkarmadan önce veya sonra da sentinel lenf nodu biyopsisini gerçekleştirebilmektedir. Bazen ise neoadjuvan kemoterapi sonrasında koltuk altı lenf nodlarının değerlendrilmesinde kullanılmaktadır.Sentinel lenf nodu biyopsisi işlemi ne kadar sürer?Sentinel lenf nodu biyopsisi, operasyon başlangıcında yapıldığında yaklaşık 15 dakikalık bir süre alır. Operasyonun bir parçası olduğu için operasyon süresi uzatılılmış olmaz. Frozen patoloji bekleme süresince operasyona devam edilir. Hatta metastaz yok ise gereksiz koltuk altı lenf nodlarının boşaltılması -diseksiyonu yapılmadığı için ameliyat süresi kısalır.Meme kanseri cerrahisinde Sentinel lenf nodu biyopsisinde hasta seçimi nasıl yapılmalıdır?Primer tümörün büyüklüğüne bakılmaksızın fizik muayene ve görüntüleme yöntemleri ile koltuk altına yayılımı olmayan yani nod negatif hastaların tümünde ve neoadjuvan tedavi sonrasında koltuk altına tam cevap vermiş olan hastaların koltuk altı lenf nodlarının değerlendirilmesinde yapılabilir.Sentinel lenf nodu biyopsisinin başarı oranı nedir? Sentinel lenf nodu biyopsisi %90’ın üzerinde doğrulukla uygulanabilir. Sadece bir adet lenf nodu çıkarıldığında yaklaşık %10 yanlış negatiflik saptanırken, çıkarılan lenf nodu sayısı 2 ve daha fazla olduğunda bu oran giderek azalır. Ancak 4-5 den fazla lenf nodu çıkarılmasının faydası yapılan çalışmalarda gösterilememiştir. Radyoaktif madde ve mavi boyanın kombine olarak uygulanması doğruluk oranını artırmaktadır.Sentinel lenf nodu biyopsisi neden önemlidir?Meme kanseri tedavisinde doğru planlama ve evreleme yapılabilmesi için koltuk altı lenf nodlarının değerlendirilmesi gereklidir. Geçmişte meme kanseri tanısıyla ameliyat edilen hastaların koltuk altındaki lenf nodlarının hepsi çıkarılıyordu ve bu işlem sonrasında hastalarda bazı olası risk ve kolun kullanımında kısıtlama, kolda lenfödem-şişme, hareket kısıtlılığı ve his kaybı gibi komplikasyonlar meydana geliyordu. Bu risk ve komplikasyonların meydana gelmemesi açısından sentinel lenf nodu biyopsisi önem taşır. Sentinel lenf nodu sayesinde gereksiz koltuk altı lenf nodlarını boşaltma işleminden kaçınılmış olunur.Sentinel lenf nodu biyopsisinin yapılmaması ne gibi sonuçlar doğurur?Meme kanserinin cerrahi tedavisinde ve tedavi planlamasında  koltuk altı muhakkak değerlendirilmelidir. Aksi halde tedavi planlaması ve evreleme doğru yapılamaz.  Koltuk altı değerlendirilmesinde ya sentinel lenf nod biyopsisi yapılmalıdır ya da koltuk altı lenf nodlarının tümü boşaltılmalıdır. Sentinel lenf nodu biyopsisi yapılmaz ise geçmişte olduğu gibi  koltuk altındaki lenf nodlarının tamamı çıkarılır ve belki de bu işlem gereksiz yere yapılmış olabilir. Nöbetçi lenf nodu biyopsisi gereksiz işlem yapılmasının önüne geçer.Meme kanseri cerrahisinde sentinel lenf nodu biyopsisi ağrılı bir işlem midir?Koltuk altı lenf nodlarının boşaltılmasına kıyasla, çok daha az travmatik ve daha az ağrılı bir işlemdir.Meme kanserinde sentinel lenf nodu biyopsisi işlemi lenfödem riskini artırır mı?Lenfödem, sentinel lenf nodu biyopsisinin olası bir komplikasyonu değildir. Hatta biyopsinin yapılmasının ana amaçlarından bir tanesi de çok sayıda lenf nodunun alınmasını engelleyerek, lenfödem gelişme olasılığını azaltmaktır. Sadece birkaç lenf nodu çıkarıldığı için bu biyopsiden sonra lenfödem riskinin ortaya çıkma olasılığı düşüktür. İşlemden sonra o bölgede başka lenf düğümleri kalmaya devam eder ve çoğu zaman kalan lenf nodları lenf sıvısını etkili bir şekilde filtreleyebilirSentinel lenf nodu biyopsisinin riskleri nelerdir?Sentinel lenf nodu biyopsisi işlemi genellikle güvenli bir tanı yöntemidir. Bununla birlikte bütün ameliyatlarda olabileceği gibi, bazı komplikasyonlar içerebilir. Kanama, işlem yerinde ağrı veya morarma, enfeksiyon, lenfödem veya işlemde kullanılan boyaya alerjik reaksiyon bu riskler içinde yer alır.
4,086
120
Tanı ve Testler
Sintigrafi Testi
Sintigrafi, kemik, böbrek, yumuşak doku, damarları ve daha fazlasını ilgilendiren hastalıkları teşhis etmek için iz miktarda radyoaktif madde verilerek bu maddelerin izlenmesi yoluyla vücudun iç organlarını ve dokularını görüntüleme tekniğidir. Radyoaktif madde kullanılarak kişinin doku ya da organlarında sintigrafik görüntüleri elde edilir. Vücutta homojen şekilde dağılan radyoaktif madde, hastalıkların tanısının konulmasında yararlanılan testler arasında yer alır. Sintigrafi, kişiye radyoaktif ilaç verilerek istenilen organdaki tutuluşunu, dağılımını, atılışını incelenme yöntemiyle yapılır.Sintigrafi, kemik, böbrek, yumuşak doku, damarları ve daha fazlasını ilgilendiren hastalıkları teşhis etmek için iz miktarda radyoaktif madde verilerek bu maddelerin izlenmesi yoluyla vücudun iç organlarını ve dokularını görüntüleme tekniğidir. Radyoaktif madde kullanılarak kişinin doku ya da organlarında sintigrafik görüntüleri elde edilir. Vücutta homojen şekilde dağılan radyoaktif madde, hastalıkların tanısının konulmasında yararlanılan testler arasında yer alır. Sintigrafi, kişiye radyoaktif ilaç verilerek istenilen organdaki tutuluşunu, dağılımını, atılışını incelenme yöntemiyle yapılır.Sintigrafi Nedir?Sintigrafi, kişilere enjeksiyon ya da ağızdan düşük miktarlarda radyoaktif madde verilerek, bu maddenin vücuda yayılmasıyla beraber organların incelenmesini sağlayan testtir. Sintigrafi testinde kamera görüntüleme yapılacak olan organa göre uygun pozisyona yerleştirilir. Daha sonrasında radyoaktif madde kişiye verilir ve vücuda yayılması beklenir. Bu test ortalama olarak 30- 40 dakika sürmektedir.Sintigrafi Nasıl Çekilir?Görüntü alınacak olan bölge ve organa göre koldan ya da ağızdan verilen radyoaktif madde, röntgen ışıkların desteğiyle damarların görüntülenmesini sağlar. Sintigrafi sayesinde damarlarda tıkanıklık ya da darlık varsa tespiti sağlanır. Sintigrafi çekilme aşamaları şöyle sıralanabilir:Sintigrafi Neden Yapılır?Sintigrafi testi, gizli bir primer tümörün, inflamatuar ya da enfeksiyöz hastalık gibi birçok durumun tespiti için yapılır. Bunların yanında kanserin kemikleri etkileyip etkilemediğini ve vücuttaki kan akışını görmek, böbrek, sindirim ya da tiroid problemlerini ortaya çıkarmak ya da dışlamak için sintigrafiden yararlanılır.Günümüzde farklı şekilde uygulanana sintigrafi türleri, kemik, kardiyoloji, onkoloji, endokrinoloji, nöroloji, nefroloji ve üroloji, göğüs hastalıkları, hematoloji, sindirim sistemi, enfeksiyon patolojisi, periferik damar sistemi ve pediatri gibi çeşitli uzmanlık alanlarındaki hastalıkların erken teşhisini sağlar.Sintigrafi Türleri Nelerdir?Kişinin durumuna yönelik olarak sintigrafi çekim türü de farklılık gösterir. Amacına yönelik olarak yapılan sintigrafi türleri şöyle sıralanabilir:Sintigrafi Hakkında Sık Sorulan SorularDinamik böbrek sintigrafisi nedir?Böbrek fonksiyonlarını yansıtabilen radyoaktif maddelerin damar yoluyla verilmesinden sonra böbreklerde dağılımının izlendiği bir görüntüleme yöntemidir. Verilen maddenin tutulum ve atılımı izlenerek böbrek fonksiyonları değerlendirilir.Dinamik böbrek sintigrafisi testi nasıl yapılır?Test hasta, çekim odasında görüntüleme yapılacak kameraya uygun pozisyonda yerleştirildikten sonra radyoaktif maddenin damar içine verilmesiyle yapılır. Çekim yaklaşık 30-40 dk. sürer. Bu sırada hareketsiz kalınması iyi bir görüntüleme için önemlidir. Çekim sırasında giysilerin çıkartılması istenmez.Sintigrafi testine nasıl hazırlanabiliriz?Hamile ya da hamilelik şüphesi olan hastalar test öncesi doktorlarını bilgilendirmelidirler. Emziren annelerde testin yapılması gerekliyse test sonrası 6 saat emzirmeye ara verilmelidir. Test için aç yada tok olma şartı yoktur. Çekimden önce su içmeniz isteneceğinden beraberinizde su getirmeniz önemlidir. Suyun çekimden yarım saat önce içilmesi doktorunuz tarafından istenecektir. Anne sütü alan çocuklarda beslenmenin ve su içirilmesinin çekim öncesinde tamamlanması gerekmektedir. Görüntüleme öncesi hastanın idrarını yapmış olması önemlidir. Tetkik sonrasında da bol su/sıvı alımı ve sık tuvalete gitmek radyasyondan korunma açısından faydalıdır. Sintigrafi çekimine gelirken yapılmış diğer tetkikleri yanınızda getirmeniz bulguların daha iyi değerlendirilmesini sağlayacaktır. Testin tamamlanmasından sonra yeme içme ve başkalarıyla temas etme anlamında kısıtlılık yoktur.Kemik sintigrafisi nedir?Radyoaktif kemik ajanlarının damar yoluyla vücuda verilişinden sonra yapılan görüntülemedir. Kemik metabolizmasının artmış veya azalmış olduğu yerlerde radyoaktif ajan tutuluşunun değiştiği izlenir. Kemiğin enfeksiyon, kırık ve spor yaralanmaları, tümör ve benzeri hastalıklarında kullanılan bir yöntemdir.Kemik sintigrafisi testi nasıl yapılır?Kemikte tutulma özelliği gösteren bir radyoaktif ajan damar yoluyla vücuda enjekte edilir. Enjeksiyon öncesinde lokal anestezik bir kremden yararlanılabilir. Verilen radyoaktif madde tüm iskelet sisteminde tutulduğunda (2-3 saat) tüm vücuttan görüntüler alınır. Özel bir çekim (SPECT, tomografik çalışma) uygulanmadığı takdirde çekim süresi 20-40 dk kadardır. Filmlerin kaliteli olması için çekim sırasında mümkün olduğunca kıpırdanmaması önemlidirStatik böbrek sintigrafsi nedir?Hastaya damar yoluyla verilen radyoaktif maddenin böbreklerde dağılımını gösteren bir görüntüleme yöntemidir.Statik böbrek sintigrafsi testi nasıl yapılır?Böbreklerde tutulma özelliği olan bir radyoaktif maddenin damar yoluyla verilmesinden 2-3 saat sonra görüntüleme yapılır. Bekleme süresince bol su içilmesi ve sık tuvalete gidilmesi çekim kalitesini artırıp radyasyondan korunma açısından faydalıdır. Çekim yaklaşık 30 dakika sürer. Bu süre içinde hareket etmemek önemlidir. Çekim sırasında giysilerinizin çıkartılması istenmeyecektir.
2,180
121
Tanı ve Testler
Sistoskopi
Sistoskopi, idrar yolu, mesane, üretra, üretral sfinkter ve prostatın doğrudan görüntülenmesini sağlar.  Bu işlem üretranın üroloji uzmanı tarafından gerçekleştirilen en yaygın ve en önemli tanı araçlarından biridir. Sistoskopi çoğunlukla bir tanı prosedürüdür, ancak bazı durumlarda tedavi edici olarak da uygulanır. Kısa süreli bir işlem olan sistoskopi ile idrar yolu, prostat ve mesanenin taş, tümör, darlık ve enfeksiyon gibi hastalıkları saptanır, idrar kaçırma, idrar yapma zorluğu ve travma gibi durumlar değerlendirilir. Lokal anestezi altında basit bir ayaktan işlem olarak veya ameliyathanede genel anestezi altında yapılabilir. Memorial Şişli Hastanesi Üroloji Bölümü'nden Doç. Dr. Fatih Yanaral, sistoskopi hakkında bilgi verdi.Sistoskopi, idrar yolu, mesane, üretra, üretral sfinkter ve prostatın doğrudan görüntülenmesini sağlar.  Bu işlem üretranın üroloji uzmanı tarafından gerçekleştirilen en yaygın ve en önemli tanı araçlarından biridir. Sistoskopi çoğunlukla bir tanı prosedürüdür, ancak bazı durumlarda tedavi edici olarak da uygulanır. Kısa süreli bir işlem olan sistoskopi ile idrar yolu, prostat ve mesanenin taş, tümör, darlık ve enfeksiyon gibi hastalıkları saptanır, idrar kaçırma, idrar yapma zorluğu ve travma gibi durumlar değerlendirilir. Lokal anestezi altında basit bir ayaktan işlem olarak veya ameliyathanede genel anestezi altında yapılabilir. Memorial Şişli Hastanesi Üroloji Bölümü'nden Doç. Dr. Fatih Yanaral, sistoskopi hakkında bilgi verdi.Sistoskopi nedir? Sistoskopi, özel aletler (fleksible veya rijid) yardımı ile dış idrar deliğinden endoskopik (kapalı yöntem) olarak girilerek idrar yollarının görülmesini veya tedavi edilmesini sağlayan bir yöntemdir. Sistoskopi ile mesanenin iç yüzeyini, prostatın idrar yolu ile ilişkisini, idrarı dışarı taşıyan tüp olarak da adlandırılan üretranın incelenmesini sağlayan bir prosedürdür. Mesaneyi, prostatı ve üretrayı etkileyen durumları teşhis, takip ve tedavi etmek için uygulanmaktadır.Sistoskopi hangi hastalıklarda uygulanır?Sistoskopi uygulamasının en yaygın nedenlerinden biri idrarda kan görülmesidir. Bu kanamaya neden olabilecek durumlar sistoskopi ile araştırılabilir. Diğer bir yaygın uygulama ise idrar yolu kanserlerinin düzenli takibi içindir. Ayrıca idrar yolu darlıkları, idrar yolu iltihapları ve tümörlerin tespitinde, prostat büyüklüğü, prostat tümörleri, mesane taşı, tümör ve iltihapları, iç idrar yolu tıkanıklıkları, idrar kaçırma sebeplerinin teşhisinde sistoskopi yapılabilmektedir. İdrarda kan, idrar kaçırma, ağrılı idrara çıkma, aşırı aktif mesane, sonda takılamaması, sürekli olan idrar yolu enfeksiyonları, travmalar, yaralanmalar, yabancı cisim çıkarılması durumlarında üroloji uzmanı sistoskopiye başvurabilir. Mesane, prostat ve idrar yolu darlık hastalıklarında bazı durumları tedavi etmek için sistoskopi yapılabilir.Sistoskopi nasıl yapılır?Rijid (sert) ve fleksible (bükülebilir) olmak üzere iki farklı sistoskopi cihazı vardır. Fleksible sistoskopi cihazının daha küçük çaplı olması, daha az ağrı ve daha fazla hasta konforu sağlaması, uç kısmının bükülebilmesi nedeniyle mesane içinin her bölümünün ayrıntılı görüntülemesi gibi avantajları vardır. Sistoskopi, hastanın ve hastalığın durumuna göre genel veya lokal anestezi ile yapılabilir. Sistoskop isimli cihaz üretradan mesaneye ilerletilir. Sistoskop ışıklı tüp şeklinde bir cihazdır. İşlem esnasında hazırlanan serum sistoskop aracılığıyla verilir. Bu serum yardımı ile sistoskop ile ilerlenirken görüş sağlanır ve verilen sıvı mesaneyi doldurur, mesane duvarı gerilir ve iç yüzeyi gözlemlenebilir. Rijid sistoskopi hasta litotomi pozisyonunda iken uygulanır. Litotomi pozisyonu pelvis, alt karın, vajinal bölge, anorektal bölge için uygulanan işlemlerde hastaya verilen pozisyondur. Halk arasında doğum pozisyonu da denilebilmektedir. Fleksible sistoskopi ise hasta sırtüstü yatar pozisyondayken de kolayca uygulanabilir.Sistoskopi hakkında sık sorulan sorular Sistoskopi sonrası komplikasyonlar nelerdir? Sistoskopi işlemi uygun şartlarda yapılmaz ise bazı istenmeyen durumlara sebep olabilir. Sistoskopi sonrası hafif kanama, idrar yolu enfeksiyonu, idrar yanması, üretra ve mesane yaralanması, ya da dış idrar kanallarında darlık oluşabilir. Bu sebeple sistoskopi işlemini yapan uzman doktorun deneyimli olması, işlemin yapıldığı ünitenin koşullarının uygun olması çok önem taşımaktadır.Sistoskopi öncesinde dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?Sistoskopi öncesinde hastanın ayrıntılı anamnezi alınır, gerekli tetkikleri yapılır. Hasta işlem konusunda bilgilendirilir, sistoskopi ile ne araştırıldığı ve hastaya ne katkı sağlayacağı bilgisi verilir. Sistoskopi aktif idrar yolu enfeksiyonu varken yapılmamalıdır. Bu nedenle işlem öncesi idrar tahlili ile enfeksiyon kontrolü yapılmalı ve tek doz koruyucu antibiyotik kullanılmalıdır. Bazı durumlarda işlem öncesi antibiyotik tedavisi verilebilir. İleri yaştaki hastalar, sigara içenler, kötü beslenenler, kortizon kullananlar, bağışıklık sistemi baskılı olanlar, kalıcı kateteri olanlar, uzun zamandır hastanede yatanlar bu tedaviyi görebilmektedir. İşlem genel anestezi altında yapılacak ise hastanın 6 saat aç olması gereklidir.Sistoskopi sonrası iyileşme süreci nasıl ilerler?Sistoskopi zor bir işlem değildir. Ehil ellerde ve güvenilir sağlık kurumlarında uygulanan sistoskopi sonrasında bir komplikasyon gelişme olasılığı düşüktür. Genellikle hastalar bir gün içinde gündelik hayatına geri dönmektedir.Sistoskopi sonrası nelere dikkat edilmeli?Sistoskopi işlemi sonrasında kanama ya da idrar yolu enfeksiyonu riski düşük de olsa olabileceğinden hastaların bol su içmesi ve bir hafta kadar ağır egzersizden kaçınmaları söylenir. Eğer idrarda kan ya da idrar yaparken ağrı olursa hekime mutlaka haber verilmelidir. Ağrı riskine karşı hekim uygun bir ağrı kesici reçete edebilir.Sistoskopi zararlı mı?Sistoskopi zararlı değildir, aksine hastalıkların tespitine olanak sağlayan önemli bir işlemdir.Sistoskopi ağrılı bir yöntem mi? Sistoskopi acı verir mi?İşlem öncesinde dış idrar kanalına anestezik madde verilir ve bunun ardından işlem yapılır. Bu nedenle de sistoskopi sırasında ağrı duyulmaz. Fleksible sistoskopinin boyutunun daha küçük olması nedeniyle daha az ağrı ve daha fazla hasta konforu sağlar. Bu nedenle ayaktan poliklinik uygulamalarında rutin fleksible sistoskopi kullanılmalıdır.Sistoskopi ne kadar sürer?Sistoskopi 5 ile 15 dakika arasında sürer ancak farklı girişimler yapılırsa bu süre uzayabilmektedir.Sistoskopi kimlere yapılabilir?Her iki cinsiyette ve tüm yaş gruplarında tanı ve tedavi amacıyla güvenle yapılabilmektedir.Sistoskopi tanı amaçlı hangi durumlarda yapılır?Alt idrar yolu darlıkları, alt idrar yolu iltihapları ve üretra tümörlerin tespitinde, prostat büyüklüğü, prostat tümörleri, mesane taşı, tümör ve iltihapları, iç idrar yolu tıkanıklıkları, idrar kaçırma sebeplerinin teşhisinde sistoskopi yapılabilmektedir. İdrarda kan, idrar kaçırma, ağrılı idrara çıkma, aşırı aktif mesane, sonda takılamaması, sürekli olan idrar yolu enfeksiyonları, travmalar, yaralanmalar, yabancı cisim çıkarılması durumlarında tanı amaçlı yapılabilir.Sistoskopi tedavi amaçlı hangi durumlarda uygulanabilir?Üretral tıkanıklıkların tedavisinde, idrar kesesindeki taşların, ülserlerin, tümörlerin tedavisinde, idrar yolu ve mesanedeki stentlerin ve yabancı maddelerin çıkarılmasında, iyi huylu prostat büyümesin tedavisinde uygulanabilmektedir.Kadınlarda sistoskopi neden yapılır?İdrar yolu yaralanmalarında, sık idrara çıkma ya da idrar tutamama durumunda, jinekolojik kanser şüphesinde, vajinadan idrar geldiğinde, idrar sonrası damlama olursa, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonlarında, üriner inkontinansta enjeksiyon tedavilerinde kadınlara sistoskopi uygulanır.Sistoskopi sonrası sonuçlar ne zaman çıkar?İşlemi yapan üroloji uzmanı sistoskopi sonucunu işlem sonrası hemen bildirir. Patolojik inceleme için örnek alındı ise birkaç gün içinde patoloji sonucu çıkar.Mavi ışık sistoskopi veya Fotodinamik tanı nedir?Mesane kanserini tespit etmek için beyaz ışık yerine mavi ışık kullanan başka bir sistoskopi türüdür. Sistoskopi öncesi mesaneye ince bir kateter yerleştirilir ve içinden heksil aminolevulinat (HAL) adı verilen bir floresan boya verilir. Ardından mavi ışığa sahip bir sistoskop ile mesaneye girilir. Kanser hücreleri boyayı emer ve üzerlerine mavi ışık geldiğinde kırmızı veya pembe parlar. Bu sayede tümöral dokuların daha kolay görülmesi sağlanır.Lokal anestezili sistoskopi aç karnına mı yapılır?Lokal anestezili sistoskopi öncesinde hafif bir şeyler yenilip içilebilir, aç olmaya gerek yoktur.Genel anestezili sistoskopi öncesi ne yapılır?Genel anestezi ile yapılacak sistoskopi öncesinde anestezi hazırlığı için gerekli tetkikler yapılır ve anestezi uzmanı tarafından muayene edilir. İşlem ameliyathanede yapılır ve yaklaşık 6 saatlik açlık istenir. Tüm çocuk hastalara sistoskopi işlemi anestezi altında ameliyathane şartlarında yapılmalıdır.Anestezili sistoskopi sonrası neler olur?Uyanma için hasta uyanma odasında bekletilir ve takibe alınılır. İşlemden birkaç saat sonra bir şeyler yemesi ve içmesi istenir. Genellikle işlemin yapıldığı gün hastaneden eve dönülebilir.
3,487
122
Tanı ve Testler
Smear Testi
Smear testi; rahim ağzı (serviks) kanseri, rahim ağzındaki hücresel düzensizlik ve kanser öncüsü hücrelerin ve enfeksiyonların saptanmasında kullanılır.Smear testi; rahim ağzı (serviks) kanseri, rahim ağzındaki hücresel düzensizlik ve kanser öncüsü hücrelerin ve enfeksiyonların saptanmasında kullanılır.Smear Testi Nedir?Başta rahim ağzı ( serviks ) kanseri olmak üzere rahim ağzındaki hücresel düzensizlik ve kanser öncüsü hücrelerin ve enfeksiyonların saptanmasında kullanılan smear testi ayrıca rahim iç zarı ( endometrium ) kanserinin de erken teşhisine yardımcı olabilir. Böylelikle hücresel bozukluklar rahim ve rahim ağzı kanserine dönüşmeden erken evrede tespit edilir. Hasta sağlığına tamamen kavuşabilir.Smear testi hangi hastalıkların teşhisi için yapılır?Smear testi, rahim ağzı ( serviks ) kanseri olmak üzere rahim ağzındaki hücresel düzensizlik ve kanser öncüsü hücrelerin, endometrium kanserinin teşhisi için kullanılan bir testtir. Kadınların, kadın doğum hastalıkları uzmanlarının belirlediği rutinde smear testi yaptırması gerekmektedir.Smear Testi nasıl yapılır?Smear Testi, rahim ağzı ( serviks ) denilen bölgeden 5-10 saniye gibi kısa süre içinde ağrısız olarak fırça yardımıyla sürüntü alınması işlemidir.Rahim ağzı, rahmin vajina içinde yer alan kısmı olup jinekolojik muayene esnasında spekulum uygulaması ile gözle görülebilen kısmıdır. Rahim ağzı muayene esnasında doğum yapmamış kadınlarda ortası delik yuvarlak bir yapı olarak izlenir. Vajinal doğum yapan kadınlarda orta kısım yatay bir çizgi halini alır.Smear testine dair sık sorulan sorular Smear Testi Sonucu Pozitif Çıkması veya Negatif Çıkması Neyi İfade Eder?Günümüzde kullanılmayan terimlerdir. Smear sonucunun negatif çıkması sorun saptanamadığını gösterirken smear sonucunun pozitif çıkması enfeksiyon hücre bozukluğu gibi bir sorunun varlığını işaret eder.Smear Testi Sonucu Nasıl Değerlendirilir?Smear testi ile saptanan rahim ağzındaki kanser öncüsü değişiklikler hastalığın şiddeti ve derecesine göre aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir:ASCUS: Smear testi ile alınan hücreler patoloji uzmanı tarafından değerlendirilir. Bu değerlendirme esnasında bir iki alanda “kanser öncüsü hücrelerin varlığından patoloji uzmanı şüphe duyar ve emin olamaz ise ASCUS olarak rapor eder. Bu tanı kesin olarak hücresel bozukluğu göstermez. Ancak böyle bir durumda smear testinin yenilenmesi için bir yıl beklenmez. 2-3 ay sonra smear testi tekrar edilmelidir.ASCUS tanısında 2-3 ay yeniden smear alınması için beklemek yerine “kolposkopi” adı verilen bir büyüteç ile rahim ağzı detaylı olarak değerlendirilir. Bu değerlendirme esnasında riskli / şüpheli bir bulgu saptanırsa o bölgeden kesin tanı amacıyla servikal biyopsi işlemi ile doku örneği küçük bir parça olarak alınarak incelemeye gönderilebilir.Yine ASCUS saptanan hastalarda Human Papilloma Virüsü Tiplendirme Testi yapılarak olayın önemi hakkında detaylı bilgi sahibi olunabilir. Bu sonuca göre HPV aşısı yapılabilir veya kolposkopi ile detaylı değerlendirme yapılabilir.Yeniden smear alınması için 2-3ay beklemenin zararı olmaz, bu esnada hastalık ilerlemez.LSIL Smear testinin incelenmesi sonucunda bazı alanlarda hücresel bozukluklar saptanmıştır. Saptanan kanser öncüsü hücreler hastanın rahim ağzı kanseri olduğunu göstermez. L SIL tanısı alan olguların %90’ında bağışıklık sistemi iyi ise kendiliğinden iyileşme ve tam bir sağlık hali meydana gelir. Ancak takiplerini sağlık kontrollerini ihmal eden bağışıklık sistemi güçlü olmayan hastaların %10’unda hastalık ilerleyip H SIL denilen 3. Derece hastalık evresine ilerleyebilir.L SIL saptanan hastalara kolposkopi aleti ile rahim ağzı büyütülerek detaylı olarak incelenir. Şüpheli alanlardan dokulardan incecik doku örnekleri alınır. Buna “servikal biopsi” işlemi adı verilir. İşlem biraz ağrılı olabilir. Ancak hastaya anestezi verilmesine gerek yoktur.HSIL: Mutlaka kolposkopi yapılması gerekli yerlerden biyopsi ile doku örneği alınmalıdır. Biyopsi raporuna göre yaklaşım gerekir.Smear testinin önemi nedir?Rahim ağzındaki hücrelerde bozukluk ve değişiklikler ortaya çıkabilir. Bu değişime uğrayan hücrelere “kanser öncüsü hücreler ( hücresel displazi) “ adı verilir.Smear testinin amacı değişiklikler kansere dönüşmeden tespit etmektir. Böylelikle kadın kanser aşamasına gelmeden kolaylıkla tedavi imkanına kavuşur.Rahim ağzındaki normal hücrelerin kanser öncüsü hücreler haline gelmesinde temel neden Human Papilloma Virüsü ’dür ( HPV ) .HPV genital bölgede siğillere ve rahim ağzında kanser öncüsü hücrelerin ( displazi ) oluşmasına neden olur. HPV en çok cinsel yolla bulaşır. Ülkemizde son yıllarda HPV ’ ye bağlı siğillerde ve rahim ağzı kanser öncüsü lezyonlarda artış söz konusudur.Smear testi, işte bu kanser öncüsü değişikliklerin erken aşamada saptanmasında etkili kolay ve ağrısız bir işlemdir. Smear testi sayesinde hücresel değişiklikler rahim ağzı kanserine dönüşmeden tedavi edilebilir. Tedavi sonrasında kadın tamamen sağlığına kavuşur, hamile kalabilir. Rahminin alınmasına ışın ya da ilaç tedavisi almasına gerek kalmaz.Rahim Ağzı Kanser Öncüsü Hücrelerin Ortaya Çıkmasının Nedeni Nedir?Smear testinde rahim ağzında kanser öncüsü hücrelerin ortaya çıkması olasılığını arttıran risk faktörleri altta yer almaktadır;Erken yaşta ilişkiye girilmiş olmasıBirden fazla cinsel eş varlığıCinsel yolla bulaşan hastalık öyküsü (bel soğukluğu, frengi, uçuk virusu gibi)Genital siğil varlığıKötü genital bakımSigara kullanımıSmear Testi Kesin Sonuç Verir mi?Smear testi tarama testidir. Kesin bilgi veremez. Bu nedenle şüpheli durumlarda kesin tanı için servikal biyopsi işlemi yapılır.Servikal biyopsi ile alınan dokular patolojiye gönderilir. Biyopside alınan dokuların incelemesi sonucu 5 farklı sonuç rapor edilir:1-Normal hücreler: Smear sonucunda hücresel bozukluk olduğunu gösteren bulgular olmasına rağmen kimi zaman biyopsi sonucu temiz olarak rapor edilebilir. Bu durumda 3-6 ay sonra smear testini tekrar etmek yeterlidir.2-CIN-1: Smear testi 3-4 ay sonra tekrar edilmelidir.3-CIN-24-CIN-3: Smear sonucunda CIN-2 veya CIN-3 saptanması durumunda rahim ağzının üst tabakası LEEP işlemi ile alınır. Alınan bu doku başparmağımızın tırnağı büyüklüğündedir. Patolojiye gönderilir.5-Rahim Ağzı Kanseri: Servikal biyopsi sonucunda rahim kanseri teşhisi konulmuş ise rahmin alınması lenf bezlerinden biyopsi yapılması ışın tedavisi kemoterapi ( ilaç tedavisi ) gerekir.Smear Testi Sonrası Kontrolün Önemi Smear testi sonuçlarına göre rahim ağzında kanser öncüsü hücreler ( displazi ) saptanması halinde hastanın belirli aralıklarla kontrole gelmesi gerekmektedir. Hasta kontrollere gelmez ve gerekli tedavileri almaz ise;Hafif dereceli bozukluklarda 10-14 yıl içindeŞiddetli displazilerde 1-5 yıl içinde rahim ağzı kanserine dönüşme riski vardır.Bu nedenle yıllık kadın doğum kontrolleri ve smear testi yapılması, smear testi veya biyopside kanser öncüsü hücrelerin saptanması durumunda düzenli kontroller büyük önem taşımaktadır.Rahim Ağzında Kanser Öncüsü Hücresel Bozukluklar Nasıl Tedavi Edilir?Hafif düzeyde hücresel bozukluklar kadının bağışıklık sistemi güçlü ise kendiliğinden düzelebilir. Bu nedenle düzenli aralıklarla takip edilebilir.Kontrollerde;Rahim ağzı dikkatlice değerlendirilir.Gerekirse kolposkopi denilen büyüteç ile ayrıntılı gözlem yapılırSmear ve enfeksiyon bulgusu var ise kültür testleri yapılmalıdır.Kanser öncüsü hücresel düzensizliklerin iyileşmesinde tamamen kaybolmasında önemli hususlar şunlardır:1. Bağışıklık sistemi güçlü olmalıdır2. Sağlıklı beslenme,3. Stresten uzak olmak,
2,968
123
Tanı ve Testler
Sperm Testi
Çocuk sahibi olamayan çiftlerde hem kadın hem de erkek faktörü çok önemidir. Erkeklerde spermiogram testi bakılması gerekli tedaviye başlanması için yol göstericidir. Sperm sayısı pek çok nedenle düşük çıkabilmektedir. Ancak günümüzde uygulanan modern tedavi yöntemleri sayesinde son derece başarılı sonuçlar alınmaktadır. Memorial Sağlık Grubu Androloji Bölümü Uzmanları, spermiogram testi hakkında bilgi verdi.Çocuk sahibi olamayan çiftlerde hem kadın hem de erkek faktörü çok önemidir. Erkeklerde spermiogram testi bakılması gerekli tedaviye başlanması için yol göstericidir. Sperm sayısı pek çok nedenle düşük çıkabilmektedir. Ancak günümüzde uygulanan modern tedavi yöntemleri sayesinde son derece başarılı sonuçlar alınmaktadır. Memorial Sağlık Grubu Androloji Bölümü Uzmanları, spermiogram testi hakkında bilgi verdi.Sperm testi (Spermiogram) nedir?Sperm testi, erkeklerin üreme potansiyelini incelemek amacıyla yapılan mikroskobik bir incelemedir. Çocuk sahibi olmak isteyen kişilerin en büyük endişesi olan kısırlık, toplumda her 6 -7 çiftten birinde görülmektedir.Sperm Testi (Spermiogram) hangi hastalıkların teşhisi için yapılır?Genel olarak eşlerin herhangi bir korunma yöntemi uygulamadan ve düzenli cinsel ilişkiye girmelerine rağmen 1 yıl boyunca gebelik elde edememesi durumunda mutlaka sperm testi yaptırmalarSperm Testi (Spermiogram) nasıl yapılır?Sperm testi (spermiogram) mutlaka uzman hekimlerce ve tam donanımlı hastanelerde yapılmalı. Erkek hasta sperm testinde kullanılacak sperm örneğini en az 2 gün, en fazla 5 gün uyguladığı cinsel perhizden sonra donanımlı bir merkeze iletmelidir. Sperm testi sonuçları ise 1 gün sonra öğrenilebilir. Sperm testini doktorunuz 3-8 hafta ara ile en az 2 kez isteyebilir.Sperm örneğinin hastane ortamında alınması önerilmektedir. Hastane ortamında örnek vermekte zorlanan hastalarda örneğin en kısa zamanda ve vücut ısısına yakın ortamda laboratuvara ulaştırılması önerilmektedir. Mastürbasyon ile örnek veremeyen hastalarda ise semen analizi için geliştirilmiş ve sperme yönelik toksik madde içermeyen özel prezervatifler kullanılarak partneri yardımı ile örnek alınabilir. Alınan örneğin laboratuvarda 1 saat içinde değerlendirilmesi gereklidir.Sperm testi hakkında sık sorulan sorular Sperm Testi (Spermiogram) Sonuçları Nasıl Değerlendirilmeli?Sperm testinin normal değerleri bu şekilde olmalı; Değerlendirilen parametreNormal değerAlt-Üst değerlerVolüm (mL)>1,5 Mililitredeki spermatoza sayısı/ml (106/ml)1512-16Totlam spermatoza sayısı (106/ejakulat)3933-46Totlam ileri hareketlilik (%) 3231-34Canlı spermatozoa (%)5855-63Şekil (normal %)43-4PH≥ 7.2  Sperm (Semen Analizi) Neden Yapılır?Genel olarak eşlerin herhangi bir korunma yöntemi uygulamadan ve düzenli cinsel ilişkiye girmelerine rağmen 1 yıl boyunca gebelik elde edememesi durumunda mutlaka sperm testi yaptırmaları gerekir. Günümüzde daha geç yaşlarda evlilikle birlikte çocuk yapma yaşı da artıyor. Gebe kalma ile ilgili sorunun tespit edilmesiyle birlikte eşlerin birlikte muayeneye gitmeleri önerilir. Erkeklerde genel fiziksel muayenenin yanı sıra; gerekli hormon tetkikleri, gerekli ise genetik incelemeler ve mutlaka geçmişte yapılmış dahi olsa sperm testi-semen analizinin tekrar incelenmesini gerekmektedir. Sperm testinin mutlaka tam donanımlı bir sağlık merkezinde yaptırılması gerekir.Sperm/semen analizi bir yıllık düzenli cinsel ilişkiye rağmen çocuk sahibi olamayan çiftlerde sperm kalitesi ve sayısını değerlendirmek için yapıldığı gibi, testisi etkileyen varikosel, orşit, inmemiş testis, radyoterapi veya kemoterapi gibi testiste sperm üretimini etkileyen durumlar sırasında da yapılabilir.Sperm testinden önce, çiftler birlikte muayene odasına alınır ve erkek hastanın çocukluk çağı, ergenlik çağı, yetişkinlik dönemi hastalıkları hakkında öyküsü dinlenir ve üreme organlarına dair detaylı bir muayene yapılır. Cinsel yolla bulaşan hasatlıkları ve kronik karaciğer, böbrek yetmezlikleri, akciğer hastalıkları, hipertansiyon, tiroit ve şeker hastalıkları da araştırılır. Sperm testine geçemeden önce kişinin mesleki olumsuz koşulları, sigara alkol gibi zararlı alışkanlıkları, çiftin korunma yöntemi ve cinsel birleşme sıklıkları öğrenilir. Solunum yolu enfeksiyonları, koku almada problem, meme başlarından süt benzeri bir sıvının gelmesi, şiddetli baş ağrıları da önemli ipuçları sayılabilir. Detaylı muayeneden sonra sperm (spermiorgram, semen analiz)  testinin de içinde olduğu test taramalarına geçilir.Sperm Testi Hangi Bölümde Yapılır?Sperm testini (Spermiogram) tam donanımlı bir hastanenin Tüp Bebek tedavisi yapılan merkezlerde ve Androloji bölümlerinde yaptırabilirsiniz. Sperm testi yapan hastaneler kriterinde en önemlisi tam donanımlı ve yeterli uzman sayısına sahip bir hastane tercih etmektir. Sperm testi yapan bölümlerin konusunda uzman oluşu sizi en doğru şekilde yönlendirir ve tedavi seçeneklerinizi de kişiye özel biçimde hazırlar.Sperm Testi Sırasında Nelere Dikkat Edilmelidir?•Sperm testi için vereceğiniz sperm verme işlemi sırasında sabun, kayganlaştırıcı gibi maddeler kullanılmamalı.•Aynı şekilde işlem sırasında penis ve parmaklar, verilen kabın ve kapağının iç yüzüne dokundurulmamalıdır.•Sperm verme işlemi sırasında gelen meninin tamamı kabın içine bırakılmalıdır. Sperminizin kabın dışına akması ya da buna benzer bir sorunla karşılaşırsanız mutlaka laboratuvar görevlilerine bunu belirtmelisiniz.•Eğer laboratuvar ortamında sperm veremiyorsanız bu durumu laboratuvardaki görevlilere veya IVF bölümü hasta danışmanlarına haber verip, uygun yöntem için doktorunuzla konuşmalısınız.Spermiyogram /Sperm Testi Kaç Günde Çıkar?Spermiyogram /Sperm Testi temel değerlendirmesi 1 saat içerisinde tamamlanır. Daha sonra morfolojik değerlendirme işlemi için sperm boyaması yapılır. Özel boyama yöntemi ile sperm hücreleri boyandıktan sonra mikroskop altında en az 100 hücre değerlendirilerek yapısal özellikler ve şekilsel bozukluklar incelenir ve bu şekilde normal morfolojili sperm oranı hesaplanır. Bu değerlendirme sonrası semen analizi bir gün sonra hazırlanmış olur.Sperm Kalitesi İçin Dikkat Etmeniz GerekenlerSperm testinizin değerlendirmesinin olumlu sonuçlanması için hayat tarzınızda bazı değişiklikler yapmanız faydalıdır. Spermler çevresel koşulara oldukça duyarlıdır. Uygun olmayan her koşuldan olumsuz olarak etkilenebilir.Sperm kaliteniz için fast food ağırlıklı beslenmekten uzak durmalısınız.  Fast food tipi beslenme yüksek kolesterol nedeniyle spermin zar yapısını bozar ve döllenme yeteneğini azaltıp, kısırlığa neden olabilir.Sperm kalitesin etkileyen bir diğer faktör de sigaradır. Sigara kullanımının yanı sıra; içilen ortamlarda bulunmak ve pasif içici olmak da sperm üretimini olumsuz yönde etkiler. Ayrıca alkol kullanımı da sperm kalitesini etkileyen bir faktördür. Araştırmalar haftada 60 ml. üzeri alkol kullanımının sperm üretimini olumsuz yönde etkilediği göstermiştir. Ayrıca steroid, antidepresan, sulfomidli bazı abtibiyotikler, kanser tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar da sperm kalitesi, hareketliliği ve üretimi için zararlıdır.Spermler çalışma ortamınızdan etkilenebilir. Zirai ilaçlarla yakın temas halinde bulunan kişilerde sperm kalitesi düşebilir ve kısırlık (infertilite) sorunu oluşabilir. Bu kişilerin önlem olarak çalışırken, bir maske ile ağızlarını kapatmaları, ilaçları solunum yoluyla alınarak zararlı olmalarını engellemektedir. Bu grup genellikle çiftçilerden oluşmaktadır. Ayrıca yine iş gereği radyasyona maruz kalanlar, demir döküm fırınları ve aşırı sıcak ortamlardan biri olan gıda fırınlarında çalışanlar da dikkatli olmalıdır.Aşırı sıcak her zaman sperm üretimini olumsuz etkiler. Kısırlık sorunu ile karşı karşıya olan erkeklere kesinlikle, sıcak su banyoları ya da saunalar tavsiye edilmemektedir. Ayrıca dar iç çamaşırları da aşırı sıcak oluşturduğu için testis damarlarının genişlemesi sonucu sperm kalitesini azaltabilir.Sperm kalitenizi etkileyen diğer önemli faktör ise cinsel yolla bulaşan hastalıklardır. Erkek genital organlarında zarara yol açan bazı enfeksiyonlar sperm ilerlemesini (kanalları tıkayarak veya sperm hareketliliğini azaltarak) olumsuz yönde etkilediği için kısırlığa neden olabilir.
2,993
124
Tanı ve Testler
Spirometri Testi
Spirometri, akciğerin değerlendirilmesini içeren solunum testidir. Akciğer kapasitesini, nefes alma ve verme hızını ölçerek solunum fonksiyonlarını detaylı bir şekilde analiz eden spirometri, güvenli olarak kabul edilir. Aynı zamanda astım, KOAH (Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı) gibi solunum yolu hastalıklarının teşhisinde ve tedavi sürecinin takibinde önemli bir role sahiptir. Spirometre cihazı kullanılarak gerçekleştirilen bu test sırasında hastadan derin bir nefes alıp mümkün olduğunca hızlı ve güçlü bir şekilde nefesini vermesi istenebilir. Bu test kolay uygulanabilir ve genellikle ağrısız bir yöntemdir.Spirometri, akciğerin değerlendirilmesini içeren solunum testidir. Akciğer kapasitesini, nefes alma ve verme hızını ölçerek solunum fonksiyonlarını detaylı bir şekilde analiz eden spirometri, güvenli olarak kabul edilir. Aynı zamanda astım, KOAH (Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı) gibi solunum yolu hastalıklarının teşhisinde ve tedavi sürecinin takibinde önemli bir role sahiptir. Spirometre cihazı kullanılarak gerçekleştirilen bu test sırasında hastadan derin bir nefes alıp mümkün olduğunca hızlı ve güçlü bir şekilde nefesini vermesi istenebilir. Bu test kolay uygulanabilir ve genellikle ağrısız bir yöntemdir.Spirometri Nedir?  Spirometri, en yaygın solunum testleri arasında yer alan, akciğerlerdeki hava akışını ölçerek, akciğerlerdeki hava miktarını tahmin eden test türüdür. Böylelikle kişinin akciğerlerinin ne kadar güçlü olduğunu ve ne kadar iyi nefes aldığı görülür. Astım, KOAH gibi solunum yollarını etkileyen hastalıkların teşhisinde ve bu hastalıkların tedavi sürecinin takibinde spirometri testinde yararlanılır. Test esnasında spirometre cihazı kullanılarak, kişinin derin bir nefes alması ardından aldığı bu nefesi kuvvetli bir şekilde dışarı vermesi istenir. Böylelikle ağrısız ve kolay bir şekilde test uygulanmış olur.Spirometri Neden Yapılır?Spirometri, akciğer sağlığını değerlendirmek ve solunum sistemiyle ilgili olası hastalıkları ortaya çıkarmak için yapılır. Bu test sayesinde özellikle astım, KOAH, bronşit ve akciğer fibrozisi gibi hastalıkların tanısı konulabilir. Bu hastalıkların ilerleyişi de yine spirometri sayesinde ölçülebilir. Tedavi sürecinde, ilaçların veya diğer terapilerin etkinliğini kontrol etmek için de spirometriden yararlanılır. Solunum fonksiyonları testleri arasında yer alan spirometride teşhis edilen hastalıklar şöyle sıralanabilir:Spirometri ile aynı zamanda şunlar da yapılabilir:Spirometri Ne Zaman Gereklidir?Spirometri, özellikle kişinin akciğer veya hava yolu rahatsızlıkları belirtileri varsa uygulanabilir. Doktor, spirometri isteyebileceği bazı belirtiler şöyle sıralanır:Spirometri Testi Nasıl Yapılır?Spirometri testi, spirometre cihazı yardımıyla yapılan basit ve ağrısız bir işlem olarak bilinir. Bu test sayesinde kişinin akciğer kapasitesi, nefes alma ve verme hızını ölçülerek solunum fonksiyonlarını detaylı bir şekilde analiz edilir.Spirometri testi adımları şu şekilde gerçekleştirilir:Spirometri Hakkında Sık Sorulan SorularSpirometri testi ağrılı mı?Spirometri testi ağrısız ve güvenle uygulanan bir testtir. Test sırasında sadece derin bir nefes alıp güçlü bir şekilde üflemek gerektiğinden, bazı kişilerde sonrasında hafif bir yorgunluk oluşabilir.m Ancak genel olarak kolay ve rahat bir şekilde uygulanır. Dinlenme sonrasında bu yorgunluk da atlatılabilir.Spirometri ne kadar sürer?Spirometri testi ortalama olarak 15-20 sürebilir. Testin süresi doğru sonuçlar verebilmesi için yapılan tekrarların sayısına bağlı olarak farklılık gösterir. Hızlı ve pratik şekilde uygulaması yapılır.Spirometre değeri kaç olmalı?Normal spirometri değerleri kişinin yaşına, cinsiyetine, boyuna ve kilosuna bağlı olarak değişir. FEV1 (bir saniyede dışarı verilen hava miktarı) ve FVC (zorunlu vital kapasite) değerlerinin yüzde 80’in üzerinde olması genellikle normal kabul edilir. Ancak kesin sonuçlar için doktorun değerlendirmesi gereklidir.Spirometre ile ne ölçülemez?Spirometre, akciğerlerde bulunan hava kapasitesini ve akış hızını ölçen bir yapıdadır. Fakat akciğer dokusunda meydana gelen yapısal değişiklikleri veya enfeksiyonları doğrudan ölçemeyebilir. Bu tür durumlar için genellikle akciğer grafisi veya bilgisayarlı tomografi gibi görüntüleme yöntemlerine başvurulur.Spirometriyi kim yapar?Spirometri testi, genellikle bir göğüs hastalıkları uzmanı tarafından yapılır. Test sonuçları, hastanın durumunu değerlendirmek için uzman bir doktor tarafından yorumlanır.
1,617
125
Tanı ve Testler
SPO2
Kan oksijen doygunluğu veya kan oksijen satürasyonu olarak da ifade edilen SPO2, kanda dolaşan oksijen miktarını belirtmek için kullanılır. SPO2 ile oksijenle doymuş hemoglobinin toplam hemoglobine oranı bulunur. Oksijen solunduğunda, hava akciğerlerden geçerek kan dolaşımına karışır. Kandaki oksijen miktarı, kan oksijen seviyesini ifade eder. Vücudun düzgün ve sağlıklı çalışması için belirli miktarda oksijene ihtiyacı vardır. Çünkü düşük SPO2 seviyeleri ciddi komplikasyonlara yol açabilir.Kan oksijen doygunluğu veya kan oksijen satürasyonu olarak da ifade edilen SPO2, kanda dolaşan oksijen miktarını belirtmek için kullanılır. SPO2 ile oksijenle doymuş hemoglobinin toplam hemoglobine oranı bulunur. Oksijen solunduğunda, hava akciğerlerden geçerek kan dolaşımına karışır. Kandaki oksijen miktarı, kan oksijen seviyesini ifade eder. Vücudun düzgün ve sağlıklı çalışması için belirli miktarda oksijene ihtiyacı vardır. Çünkü düşük SPO2 seviyeleri ciddi komplikasyonlara yol açabilir.SPO2 Nedir?Oksijen satürasyonu veya SPO2, kanın, taşıyabileceği maksimum oksijenin yüzdesi olarak ne kadar oksijen taşıdığının göstergesidir ve kandaki oksijen içeren hemoglobinin yüzdesini verir. Basit anlatımla satürasyon aslında kanın ne kadarının oksijenle doymuş olduğunu gösterir.SPO2 yüzde miktarıyla ölçülen bir değerdir. Bir yetişkin için sağlıklı değer %96 olarak kabul edilir ancak %92'nin üzerindeki bir sonuç da genellikle sağlıklı sonucunu verir.SPO2 kendi içinde şu bileşenlerle açıklanabilir:Oksijen sağlıklı bir yaşam için olmazsa olmazdır ve vücudun düzgün çalışması için belirli miktarda oksijene ihtiyacı vardır. Oksijen, nefes alındığında burundan veya ağızdan vücudunuza girer ve akciğerlerden kan dolaşımına geçer.Kan dolaşımına girdikten sonra oksijen vücudun her yerindeki hücrelere geçer ve bir oksijen akışı söz konusudur. Tüm hücreleriniz enerjiyi verimli bir şekilde üretmek için oksijene ihtiyaç duyar ve vücudun sindirim ve hatta zihinsel fonksiyonlar gibi tüm süreçlerini yerine getirebilmesi için enerjiye ihtiyacı vardır.Vücutta çok düşük seviyede SPO2 sonuçları çıktığında bu durum hipoksemi adı verilen ve ciddi semptomlara neden olabilen bir duruma yol açabilir. Hipoksemi kandaki düşük oksijen seviyesi olarak tanımlanır. Semptomlardan bazıları ciltte mavi veya morumsu bir etki yaratan siyanozdur. Bunun dışında beyin, kalp ve diğer organlar da bu oksijen düşüklüğünden olumsuz anlamda etkilenir.SPO2 Nasıl Ölçülür?SPO2'nin ölçülebilmesi için birkaç farklı yol mevcuttur. En çok uygulanan yol bir nabız oksimetresi kullanmaktır. Nabız oksimetreleri kandaki oksijen seviyelerini tespit etme konusunda doğru sonuçlar vermesiyle bilinir.Nabız oksimetresi kullanmak için, cihaza parmağa yerleştirmek ve sonrasında ekranın SPO2 yüzdesi miktarını ve kan basıncını göstermesini beklemek yeterlidir.Nabız oksimetresi dışında arteriyel kan gazı testi de SPO2 sonucu için başvurulabilecek yöntemler arasında yer alır. Arteriyel kan gazı testi, kandaki oksijen miktarıyla birlikte karbondioksit seviyesini de ölçer. Bu test ayrıca kandaki asit ve baz dengesi olarak ifade edilen pH dengesini de kontrol eder. Kanda çok fazla veya çok az asit olması sağlık açısından olumsuz değerlendirilir. Özetle arteriyel kan gazı testi çok yönlü bir test olarak kabul edilir.SPO2 Değeri Kaç Olmalı?Nabız oksimetresi ile elde edilen bir ölçüm olan SPO2 oranı için normal satürasyon seviyesi %95 ile %100 arasında olmalıdır. Bu değer yüzde 92 ve üstü olduğunda da bir sorun söz konusu olmaz ancak yüzde 90’ın altında çıkan oksijen seviyeleri tıbbi inceleme gerektirebilir. Genellikle KOAH hastaları veya zatürre geçiren kişilerde oksijen seviyeleri düşüktür çünkü akciğer zarar görmüş durumdadır.SPO2 Testi Neden Yapılır?Kan oksijen seviyesinin düşüklüğüne bağlı olarak vücutta ani ve ciddi değişimler yaşanıyorsa kandaki oksijen seviyesinin ölçülmesi gerekebilir.SPO2 testinin yapılmasını gerektiren nedenler şunlar olabilir:Eğer aşağıda yer alan hastalıklardan birine sahipseniz hastalığın ne aşamada olduğunun belirlenmesi için de oksijen seviyesine bakılabilir:SPO2 Düşüklüğü Ne Anlama Gelir?SPO2 düşüklüğü, kandaki oksijen miktarının düştüğünü ifade eder. Bu durum aslında hipoksemi olarak da tanımlanır. Hipoksemi durumunda organlar zarar görebilir ve bazı sağlık problemleri ortaya çıkarabilir.SPO2 düşüklüğünün altında yatan nedenler şöyle sıralanabilir:Bu nedenlere bağlı olarak SPO2 değerinin düşük olması vücutta bazı semptomlara neden olabilir. SPO2 düşüklüğünde ortaya çıkabilecek belirtileri ise şu şekilde ifade edebiliriz:Kan Oksijen Seviyesi Nasıl Artırılır?Kan oksijen seviyesini artırmak için oksijen ile yakın temas içinde olmak gerekir. Bunun için de kişinin temiz hava soluması önemlidir. Bununla birlikte en kısa zamanda sigaranın bırakılması şarttır. Diğer yandan nefes egzersizleri de kan oksijen seviyesinin artmasına yardımcı olur.SPO2 Hakkında Sık Sorulan SorularSPO2 ne anlama gelir?SPO2, kan oksijen seviyesinin ölçümündeki değer aralığını ifade etmek kullanılan bir kısaltmadır.SPO2 kaç olursa tehlikeli?Genellikle nabız oksimetresi ve arteriyel kan testi ile ölçülen kandaki oksijen seviyeleri yüzde 90’ın altına indiğinde doktor kontrolü gerekebilir.Kan oksijen seviyesi testini kim yapar?Uzman bir solunum terapisti veya hastanelerde bu alandaki uzman kişiler kandaki oksijen seviyesini ölçebilir. Diğer yandan nabız oksimetresi temin ederek kişi evde kendisi de oksijen seviyesinin sonucunu öğrenebilir.SPO2 düşüklüğü covid belirtisi midir?COVID-19 insanları farklı şekillerde etkiler ve farklı belirtiler ortaya çıkarabilir. Enfekte kişilerde hafif semptomlardan şiddetli belirtilere kadar birçok komplikasyon meydana gelebilir. COVID-19'a yakalanan bazı kişilerde düşük kan oksijen seviyelerine rastlanmıştır. Ancak her düşük değer COVİD-19 anlamına gelmez. Aynı şekilde oksijen seviyeleri yüksek olup hastalığa yakalanan kişiler de olabilir.
2,300
126
Tanı ve Testler
T3-T4 Testi
T3 ve T4, tiroid bezinin salgıladığı iki ana tiroid hormonudur. Serbest T4, tiroid bezinin ürettiği, kanda bir proteine ​​bağlı olmayan tiroksin adlı aktif tiroid hormonudur. Serbest T4 (Tiroksin), enerji kullanımı gibi metabolizmayı kontrol eden, sindirim, kas fonksiyonları, büyüme ve beyin gelişimi gibi kritik süreçlerde rol alan bir hormondur. Tiroid bezinin ne kadar iyi çalıştığını anlamak için serbest t4'ün kandaki miktarı ölçülür. Serbest T3, tiroksinden türetilen bir amino asit olan iyot içeren, bağlı olmayan bir tiroid bezi tarafından üretilen aktif tiroid hormonudur. Sinir sistemini uyarır, hücreleri etkiler, vücudun enerji kullanımını düzenler ve hipertiroidizmi teşhis etmede kullanılır. T3 ve T4'ler nispeten gıdadan elde edilen iyottan oluşurlar ve her ikiside vücudun işini yapmak için enerjiyi nasıl depoladığını ve kullandığını yani metabolizmayı kontrol etmeye yardımcı olurlar. Tiroid ve hipofiz bezinin nasıl çalıştığını anlamak ve varsa tiroid hastalıklarının tespiti için kandaki değerleri dikkate alınır.T3 ve T4, tiroid bezinin salgıladığı iki ana tiroid hormonudur. Serbest T4, tiroid bezinin ürettiği, kanda bir proteine ​​bağlı olmayan tiroksin adlı aktif tiroid hormonudur. Serbest T4 (Tiroksin), enerji kullanımı gibi metabolizmayı kontrol eden, sindirim, kas fonksiyonları, büyüme ve beyin gelişimi gibi kritik süreçlerde rol alan bir hormondur. Tiroid bezinin ne kadar iyi çalıştığını anlamak için serbest t4'ün kandaki miktarı ölçülür. Serbest T3, tiroksinden türetilen bir amino asit olan iyot içeren, bağlı olmayan bir tiroid bezi tarafından üretilen aktif tiroid hormonudur. Sinir sistemini uyarır, hücreleri etkiler, vücudun enerji kullanımını düzenler ve hipertiroidizmi teşhis etmede kullanılır. T3 ve T4'ler nispeten gıdadan elde edilen iyottan oluşurlar ve her ikiside vücudun işini yapmak için enerjiyi nasıl depoladığını ve kullandığını yani metabolizmayı kontrol etmeye yardımcı olurlar. Tiroid ve hipofiz bezinin nasıl çalıştığını anlamak ve varsa tiroid hastalıklarının tespiti için kandaki değerleri dikkate alınır.Serbest T3 Nedir?Serbest T3 (Triiyodotironin), troid bezinin ürettiği, proteine ​​bağlı olmayan, vücut ihtiyaç duyduğunda dokulara giren bir tiroid hormonudur. Vücudun enerjiyi kullanma biçimi gibi metabolizma süreçlerini kontrol eden, uyanıklık, tetikte olma ve dış uyaranlara karşı duyarlılığı artıran sinir sistemini uyaran bir hormondur. Serbest T3 testi, tiroid bozukluğundan şüphelenildiği durumlarda tiroid fonksiyonunu değerlendirmek ve hipertiroidi teşhisi için yapılan, T3'ün (triiyodotironin) proteine ​​bağlı olmayan aktif formunu ölçen bir testtir. Hipertiroidle birlikte tiroid kaynaklı olmayan hastalıkların tanısında da kullanılan serbest t3 testi, kan testiyle belirlenir ve ideal değer aralığının dışında olan rakamlar anormal tiroid durumunun habercisi olabilir.Serbest T4 Nedir?Serbest t4 (Tiroksin), tiroid bezinin ürettiği, kanda bir proteine ​​bağlı olmayan tiroid hormonudur. Serbest t4, protein sentezi ve vücudun yiyecekleri enerjiye dönüştürme süreci gibi vücuttaki tüm metabolik süreçlerde yer alan, kemik yapısı, kalp, sindirim ve kas fonksiyonlarında hayati role sahiptir. Serbest t4'ler tiroid folikül hücrelerinin ana salgı ürünüdür ve dokularda aktif hormon olan triiyodotironine (T3) dönüşürler. Serbest T4 testi, kanda dolaşan ve vücut dokularına girip onları etkileyen, kanda bir proteine ​​bağlı olmayan tiroksini ölçmek, tiroidin işlevini ve olası tıbbi durumları teşhis etmek için yapılan bir testtir. T4 de T3 gibi tiroidin salgıladığı başlıca hormonlardan biridir. Kanda iki farklı şekilde oluşan T4 hormonunun ilki proteinlere bağlanmış olan şeklidir. Diğer formu ise dokulara ulaşabilen hali olarak bilinir.Kan testiyle birlikte ortaya çıkan değerlerden biri olan serbest T4 değerleri belirlenen referans aralığının dışına çıktığında çeşitli tiroid hastalıklarının habercisi olabilir.T3 ve T4 Hormonu Nedir? Ne İşe Yarar?T3 olarak bilinen triyodotironin, tiroid bezinin kan dolaşımına saldığı iki ana hormondan biridir. T3 dışında T4 olarak adlandırılan tiroksin de tiroid bezinin ana hormonlarından biri olarak kabul edilir. Kanda yer alan T3 hormonunun çoğu, vücudun T4’ün büyük bir bölümünü T3’e dönüşmesinden kaynaklanır. Bu dönüşümün sebebi ise T3’ün aktif, T4’ün ise aktif olmayan tiroid hormonları olmasındandır. Karaciğer ve böbrekler, aktif olmayan T4 hormonunu T3’e dönüştürür.T3 ve T4 hormonunun vücudu etkilediği önemli noktalar şöyledir:Serbest T3 Testi Ne İşe Yarar?T3 olarak da bilinen triiyodotironin, tiroid bezinin kan dolaşımına saldığı iki ana tiroid hormonundan biridir. Serbest T3 testi, çoğunlukla tiroid hormonunun çok fazla tiroid üretmesi durumu olan hipertiroidi teşhisinde kullanılır. Ayrıca tiroid hastalığı olup da ilaç kullanan kişiler için de düzenli olarak serbest T3 testi istenebilir.Serbest T3 ve Normal T3 Kaç Olmalı?Normal T3 seviyeleri:Serbest T3 seviyeleri:Sağlıklı bir bireyde serbest T3 seviyeleri şu şekilde olmalıdır:Vücuttaki tiroid hormonunun yapısını ve nasıl çalıştığını belirleyen, özellikle hipertiroid teşhisinde kullanılan serbest T3 testinin yetişkinler için referans bir aralığı söz konusudur.Serbest T3 testinin olması gereken değer aralığı yetişkin bireyler için 2.3-4.1 pg/ml arası olarak kabul edilir. Bu aralığın altında veya üstünde olan durumlar tiroid hormonunda bir düzensizlik olduğunun ve anormal tiroid hareketine işaret eder.Serbest T3 Yüksekliği Nedir?Serbest T3 yüksekliği, kandaki triiodotironin hormonu seviyesinin litre başına 7,0 pmol/L üzerine çıkması t3 yüksekliği olarak değerlendirilir ve tiroid bezinin fazla çalışmasının bir sonucu olan hipertiroidizmi gösterir yanı sıra tirotoksikoza (dolaşımda aşırı hormon olması) olduğu anlamına gelir. Hipertiroide de graves hastalığı, tiroid nodülleri, tiroidit (tiroid bezinin iltihabı), guatr ve nadir olarak tiroid kanseri gibi hastalıklar da serbest t3 yüksekliğine neden olabilir. Aynı zamanda yüksek tiroid yüksek protein seviyelerini de işaret edebilir.Bu hastalıkların sonucu olarak serbest T3 değerlerinde yükseklik ortaya çıkar. Serbest T3 yüksekliği vücutta bazı semptomlar oluşturur.Serbest T3 değeriniz yüksek ise şu belirtileri gösteriyor olabilirsiniz:Bu belirtileri yaşamanız durumunda doktora başvurmanız daha sağlıklı olacaktır. Doktor tarafından hipertiroid teşhisi konulduktan sonra yapılacak serbest T3 testleri, yüksek tiroidin ne kadar şiddetli seviyede olduğunu gösterir. Serbest T3 seviyesi ne kadar yüksekse hipertiroid seviyesi de o kadar fazladır.Serbest T3 Düşüklüğü Nedir?Serbest T3 düşüklüğü, kandaki triiodotironin hormonu seviyesinin litre başına 2,0 pmol/L altında olması t3 düşüklüğü olarak değerlendirilir. Tiroidin az çalışması nedeniyle vücudun yeterince tiroid hormonuna sahip olmadığını gösteren hipotiroidizm bulunduğu anlamına gelir. Tiroid sorunlarında serbest t3 testiyle birlikte serbest T4 ve TSH testine de başvurulabilir.Serbest T3 düşüklüğü; açlık, steroidler ve aritmi ilaçlarıyla birlikte hasimato gibi hastalıklardan dolayı da kaynaklanabilir.Serbest T3 değeriniz düşükse şu belirtiler sizde bulunabilir:Serbest T4 Testi Ne İşe Yarar?Serbest T4 testi, tiroid hormonunun çalışma performansını ölçmekle birlikte tiroid hastalıkları ve çeşitli rahatsızlıkların teşhisi için uygulanan bir testtir. Kan testiyle belirlenir. Yüksekliği hipertiroid (aşırı aktif tiroid), düşüklüğü ise tiroid bezinin az çalıştığına işaret eder.Serbest T4 Kaç Olmalı?Sağlıklı bireyler için kanda tespit edilen serbest T4 hormonunun değeri 0.9-1.7 ng/dl arasında olmalıdır. Düşük veya altında kalan değerler tiroid hormonunun farklı çalıştığının bir işareti olarak kabul edilir.Serbest T4 Düşüklüğü Nedir?Serbest T4 test sonuçlarının düşük olması, otoimmün hastalıklar ve iyot eksikliği gibi nedenlerle tiroid bezinin yeteri kadar hormon üretemediği ve tiroid hormonunun az çalıştığını gösteren hipotiroid bulunduğu anlamına gelir. Bazı durumlarda otoimmün bozukluk olan haşimatoda serbest t4 değerinin düşük olması nedenleri arasında yer alabilir.Serbest T4 Düşüklüğü Belirtileri Nelerdir?Serbest T4 düşüklüğü belirtileri kişide bazı belirtiler ortaya çıkarabilir. Bu belirtileri şu şekilde sıralanabilir:Serbest T4 Yüksekliği Nedir?Normal değerler olan 1.7 ng/dl aralığından fazla olduğu serbest t4 yüksekliği, tiroidin aşırı aktif olduğu (Hipertiroidizm), tiroidit veya toksik tiroid problemleri bulunduğu anlamına gelir. Bunun dışında serbest T4 yüksekliği tirotoksikoza da işaret edebilir. Bazı belirtilerle ortaya çıkan bu hastalığa zehirli guatr adı da verilir. Tiroid bezinin hızlı çalışması da zehirli guatra sebebiyet verebilir.Serbest T4 Yüksekliği Belirtileri Nelerdir?Serbest T4 yüksekliği de kişinin vücudunda bazı belirtiler gösterebilir ve bu belirtiler günlük hayatı olumsuz etkileyecek şekilde seyredebilir.Serbest T4 yüksekliği belirtileri şöyledir:Serbest T3 ve Serbest T4 Hakkında Sıkça Sorulan SorularSerbest t4 ne demek?Serbest t4, kanda serbestçe dolaşan ve bir proteine ​​bağlı olmayan, vücut ve dokular tarafından kullanılmaya hazır olan, iyot içeren ve tirozin amino asidinin türevi olan tiroksin adlı tiroid hormonunun kan testindeki ölçümüdür. Serbest t4, vücut için enerji üreten çok sayıda enzimi artırır, kalp ve sindirim fonksiyonu, beyin gelişimi, kemik sağlığı ve kas kontrolünde önemli bir rol oynar.Serbest T3 yüksekliği kilo aldırır mı?Serbest T3 yüksekliğine bağlı olarak tiroid hastalarının kilolarında değişimler göze çarpar. Serbest T3 yüksekliği hipertiroid işareti sayılır. Bu hastaların çok fazla yemek yiyip iştah açıklığından dert yandığı görülse de kilo verdikleri bile gözlenmiştir.Serbest T4 kaç olursa tehlikeli?Serbest T4 değeri 0.9-1.7 ng/dl referans aralığında sağlıklı kabul edilir. Bu değerlerin altında veya üstünde olması tiroid ile ilgili sağlık sorunlarını işaret eder.TSH (Tiroid Uyarıcı Hormon) ve T4 ilişkisi nedir?Tiroid uyarıcı hormon (TSH), T4 üretimini tetiklediğinden ve k yükselen T4 seviyesinin TSH salınımını engellemesi nedeniyle, TSH ve T4 seviyeleri birbirini doğrudan etkiler.T4 çok yüksek ise ne olur?Tiroid bezinin çok fazla tiroid hormonu üretmesi vücudun metabolizmasını hızlandırır. Bu da hızlı kilo kaybı, el titremeleri ve hızlı ya da düzensiz kalp atışı gibi belirtiler ortaya çıkarır.Tiroid nedir?Tiroid, boynun ön tarafında ve cildin altında bulunan küçük bir bezdir ve endokrin sisteminin bir parçası olarak bilinir. T3 olarak adlandırılan triyodotironin ve T4 adıyla bilinen tiroksin de iki ana tiroid hormonundan biridir. Bu hormonların işlevi ve vücuttaki performansını ölçmek için yararlanılan testler de serbest t3 ve serbest t4 testleridir.
4,009
127
Tanı ve Testler
Tam İdrar Tahlili
İdrar tahlili, idrar yolu enfeksiyonu, böbrek sorunları veya diyabet gibi sağlık sorunları ve gebelik teşhisi için görsel, kimyasal ve mikroskobik inceleme yöntemleriyle idrarın görünümünü, yoğunluğu ve içeriğinin kontrol edildiği idrarın bir testidir. İdrar tahlili aynı zamanda bazı sistemik hastalıkların teşhisinde de kullanılmaktadır.İdrar tahlili, idrar yolu enfeksiyonu, böbrek sorunları veya diyabet gibi sağlık sorunları ve gebelik teşhisi için görsel, kimyasal ve mikroskobik inceleme yöntemleriyle idrarın görünümünü, yoğunluğu ve içeriğinin kontrol edildiği idrarın bir testidir. İdrar tahlili aynı zamanda bazı sistemik hastalıkların teşhisinde de kullanılmaktadır.Tam İdrar Tahlili Nedir?Tam idrar tahlili, çeşitli kimyasal ve mikroskobik inceleme ile idrarın görünümü, kokusu, pH değeri ve dansite gibi parametreler ile glukoz, protein, bilirubin, ürobilinojen, keton ve nitrit varlığı gibi idrardaki normal veya anormal metabolitleri, bakterileri veya hücresel elemanları tespiti için yapılan testtir.İdrar Tahlili Neden Yapılır?Tam idrar tahlili, idrar yolu enfeksiyonu, böbrek fonksiyonları, karaciğer sorunları, üriner sistem hastalıkları ve bazı sistemik hastalıkların tanı ve teşhisi amacıyla yapılan bir testtir. Rutin yapılan check up tahlilleri arasında ve gebelik takibinde de belirleyici olmaktadır.Tam İdrar Tahlilinde Hangi Değerlere Bakılır?Tam idrar analizinde, idrar fiziksel ve kimyasal açıdan pek çok farklı parametreye göre değerlendirilir. Fiziksel incelemede idrarın görünümü, kokusu, pH değeri ve dansite gibi parametrelere bakılır. İdrarın kimyasal incelemesinde ise glukoz, protein, bilirubin, ürobilinojen, keton ve nitrit parametrelerine bakılır.Tam İdrar Tahlili Nasıl Yapılır?Genellikle laboratuvarda, idrar örneğinin özgül ağırlığı ölçülür. Bu idrarın ne kadar konsantre veya seyreltilmiş olduğu belirlenir.İdrar yolu enfeksiyonları ve diyabet dahil olmak üzere çeşitli hastalıkların teşhisine yardımcı olmak için idrar örneği üzerinde başka birçok test de yapılabilmektedir. Olağandışı idrar tahlili sonuçlarında ise sorunun kaynağını bulmak için genellikle daha fazla test yapılması gerekebilmektedir.İdrar Tahlili ile İlgili Sık Sorulan SorularTam idrar analizinde strip mikroskopi nedir? Özel kimyasal maddeler ile kaplanmış bir plastik çubuğun idrar içine daldırılarak idrardaki renk değişimlerinin incelenmesi işlemidir. Bu renk değişimlerine göre idrarda bulunan maddelerin miktarları tespit edilmekte ve normal olup olmadığı araştırılmaktadır.Tam idrar tahlili kimlere yapılır?Tam idrar tahlili, böbrek ve üriner sistem hastalıklarının tanısında ve takibinde, ayrıca birçok sistemik hastalıkların tanısında ve tedavi sonrası takibinde istenmektedir. Aynı şekilde kan ve endokrin hastalıkları ile metabolik hastalıkların ve özellikle diyabet hastalığının tanısı ile takibinde tam idrar tahlili önemlidir.Tam idrar tahlilinin sonucu ne zaman belli olur?Tam idrar tahlili ortalama 1 saatte sonuçlanmaktadır. Ama idrar kültürü istenmişse, kültür sonuçlarının hazırlanması üreme olup olmaması ile bağlantılı olarak 1-3 gün içinde sonuçların çıkması mümkün olmaktadır.Tam idrar tahlili nasıl verilmelidir?İdrar örneği hastanın genital bölgesini temizledikten sonra steril kabın iç kısmına dokunmadan idrarın ilk kısmını dışarı atarak sonraki bir miktar idrarını kaba boşaltması şeklinde olmalıdır. Daha sonra dikkatli bir şekilde idrar kabının kapağı kapatılarak, değerlendirilmek üzere laboratuvara teslim edilir. Tam idrar tahlili hakkında sık sorulan sorularTam idrar tahlili evde verilir mi?İdrar tahlili alınması hassasiyet isteyen bir işlem olduğundan ve çok kısa süre içinde laboratuvara teslim edilmesi gerektiğinden mümkünse evde vermemek gerekir. Ancak hastanın durumuna göre tahlil evde verildikten sonra hızlı bir şekilde laboratuvara ulaştırılmalıdır.Tam idrar tahlili acil servislerde verilir mi?İdrar yolu enfeksiyonu acil servislerde sık karşılaşılan enfeksiyon hastalıklarından birisidir. Ayrıca sancı ile gelen hastalarda böbrek taşı şüphesinde ayırıcı tanı açısından idrar tahlili önem arz etmektedir. Bu yüzden acil servislerde idrar tahlili yapılmaktadır ve yapılmalıdır.Gebelikte tam idrar tahlili ne için yapılır?İdrar tahlili, gebelik süresince en sık yapılacak tahlillerden biridir. Öncelikle, gebelik olup olmadığı; kan testine ek olarak idrarda da anlaşılabilmektedir.Gebelik öncesi muayenede herhangi bilinmeyen bir rahatsızlığınız olup olmadığını anlamak için kan testleriyle beraber idrar tahlili de istenmektedir. Gebelik takibinde de düzenli olarak idrar tahliline başvurulmaktadır. Tam idrar tahlilinde idrarda kırmızı kan hücreleri izlenmesi idrar yolu taş hastalığı olabileceğini, beyaz kan hücreleri görülmesi idrar yolu enfeksiyonu anlamına gelebileceği, glukoz saptanması şeker hastalığına işaret edebileceği, protein varlığı ise preeklampsi denilen gebelik zehirlenmesi bulgusu olabileceğinden düzenli aralıklarda idrar tahlili ile takip yapılmalıdır.Tam idrar tahlili için ne kadar idrar yeterlidir?İdrar kabına 50-60 mililitre kadar idrar yapılması yeterlidir. İdrar kabına başka bir maddenin karışması kesinlikle önlenmelidir.İdrar tahlilinde aç olmaya gerek var mı?İdrar örneği verilmeden önce aç olmaya gerek yoktur. Bazı ilaçlar ve bitkisel ya da diyet takviyeleri idrar tahlili sonuçlarını etkileyebilmektedir. Testten önce alınan tüm ilaçlar, vitaminler ve takviyeler hakkında uzman doktor bilgilendirilmelidir.İdrar tahlili ile idrar kültürü arasındaki fark nedir?
2,031
128
Tanı ve Testler
Tam Kan Sayımı (Hemogram)
Hemogram, kanda bulunan kırmızı kan hücrelerinin (eritrosit), beyaz kan hücrelerinin (lökosit) ve trombositlerin sayısı yanısıra özelliklerini belirlemek için uygulanan tam kan sayımı testidir. Kan örneği üzerinde yapılan bir test olan hemogram, vücutta herhangi bir hastalık veya enfeksiyonun varlığını anlamak için yapılır. Hemogram, kanda bulunan kırmızı kan hücrelerinin (eritrosit), beyaz kan hücrelerinin (lökosit) ve trombositlerin sayısı yanısıra özelliklerini belirlemek için uygulanan tam kan sayımı testidir. Kan örneği üzerinde yapılan bir test olan hemogram, vücutta herhangi bir hastalık veya enfeksiyonun varlığını anlamak için yapılır. Hemogram (Tam Kan Sayımı) Nedir?Hemogram, kanda bulunan kırmızı kan hücresi, nötrofil, eozinofil, bazofil, lenfosit, monosit ve trombosit gibi hücrelerin sayılarak, çeşitli hastalıkların tespitinde kullanılan kan testidir. Hemogram testi ile anlaşılabilen sorunların başında başında enfeksiyon, anemi, bağışıklık sistemi hastalıkları ve kan kanseri gibi hastalıklar gelmektedir. Tam kan Sayımı, CBC, hemogram, diferansiyel ile CBC, TKS isimleriyle de bilinir.Hemogram (Tam Kan Sayımı) Testi Hangi Hastalıkların Tanısı İçin Yapılır?Kişiden kan örneği alınmasıyla yapılan tam kan sayımı (hemogram) testi ile anemi, otoimmün bozukluklar, kemik iliği bozuklukları, dehidrasyon, enfeksiyonlar, iltihaplanma, lösemi, lenfoma, miyeloproliferatif neoplazmlar, miyelodisplastik sendrom, orak hücre hastalığı, talasemi, B12 vitamin, folat ve demir eksikliği gibi vitamin eksiklikleri tespit edilebilir.Tam kan sayımı testinde şu hastalıklar tespit edilir:Hemogram (Tam Kan Sayımı) Testinde Hangi Değerler İncelenir?Test yaptırdıktan sonra size sunulan sonuç sayfanızda yer alan bir dizi alt parametre yer alır. Bu alt parametrelerinin her birinin biyolojik sisteminizi değerlendirmede kesinlikle çok büyük önem sahip olup doktorunuza detaylı bir sorgulama-değerlendirme yapma şansı verecektir. Bu alt parametreler aşağıdaki şekilde dağılmaktadır:• Beyaz kan hücresi (WBC / akyuvar) sayımı kanda birim hacimde bulunan beyaz kan hücresinin sayımıdır.  Hem artması hem de azalması anlamlı olabilir.Beyaz kan hücresine ait alt gruplar, mevcut beyaz kan hücresi tiplerine bakar.  Beş farklı beyaz kan hücresi vardır;• Hemoglobin, kanda oksijen taşıyan protein miktarını ölçer.• Hematokrit, tam kanın belli bir hacmindeki kırmızı kan hücrelerine oranını ölçer.• Kırmızı kan hücresi (eritrosit / alyuvar) sayımı, kanda birim hacimde bulunan kırmızı kan hücresinin sayımıdır. Hem artışı hem de azalması anormal bir durumu gösterebilir.Eritrositlerin, sayıca değerinin yanında yapısal özellikleri de önemlidir. Aşağıda buna ait bilgiler yer alır;• Trombosit (platelet) sayımı, kanın belli bir hacmindeki trombosit sayısıdır. Hem artışı hem de azalışı kanama ya da pıhtılaşma ile ilgili anormal durumları gösterebilir. Hemogram (Tam Kan Sayımı) Testi Değerleri Kaç Olmalıdır?Her kan tahlili sonucunda her parametrenin ayrı anlamı vardır. Bu parametreler düşük de yüksek de çıkabilir. Her testte mutlaka referans aralık belirtilir. Yaş, cinsiyet gibi faktörler de testi değerlendirilirken göz önünde bulundurulur. Kan, litre başına hücre (hücre/L) veya desilitre başına gram (gram/dL) cinsinden ölçülür. Yetişkinler için beklenen tam kan sayımı sonuçları aşağıdaki gibi sıralanabilir:Kırmızı kan hücresi değer aralığıHemoglobin değer aralığıHematokrit   Beyaz kan hücresi sayımı Trombosit sayımı Hemogram (Tam Kan Sayımı) Testi Nasıl Yapılır?İç Hastalıkları (Dahiliye) doktorunun yönlendirmesinden sonra kolunuzdaki bir damardan, parmak ucundan, el üzerinden bir damardan, yenidoğan bebekler için topuktan özel bir tüpe kan örneği alınarak tam kan sayımı testi yapılır. Hemogram testinin yapılma aşamaları şöyle sıralanır:Hemogram (Tam Kan Sayımı) Testi İle İlgili Merak Edilen SorularTam kan sayımı nedir?Tam kan sayımı, genel sağlık durumuna bakmak ve olası sağlık sorunlarını tespit etmek için kırmızı kan hücrelerinin, hemoglobinin, beyaz kan hücrelerinin ve trombositlerin miktarı ile ve boyutlarının nitelik ve nicelik açısından incelendiği kan testidir.Tam kan sayımı neden yapılmalı?Vücudumuzun genel sağlık durumunu belirlemede bize çok değerli bir bilgi verir. Öte yandan, anemi (kansızlık) gibi değişik hastalıkları taramak ve izlemek için de bu test yapılacaktır.Hemogram testi ne zaman yapılmalıdır?Rutin bir genel değerlendirme aşamasında tıbbi testlerin bir bölümü olarak kullanırız. Öte yandan, doktorunuz tarafından belirlendiği zamanda da bu test yapılır.Tam Kan Sayımı testi yaptırmadan önceki hazırlıklar neler?Test sonucu testin yapıldığı cihazın çalışma prensibi, kişinin günlük su alım miktarı, yatar veya ayakta olma durumu ve süresi gibi çeşitli faktörlerden etkilenebilir. Gündüz saatlerinde kan aldıracak kişiler daha aktif olduğu için testlerin sonucu değişebilir. Yüksek rakımlarda yaşayan kişilerde, yine bir takım değerlerde farklılıklar meydana gelir. Ayrıca, bayanlarda menstürasyon süreci içinde veya öncesi sonrası ilk günlerde olma hali, gebelik gibi ciddi  fizyolojik değişiklikler de sonuçlarda fark yaratacaktır. Bu nedenlerle, tam kan sayımı (hemogram) yapılmadan önce doktorunuza bu durumlar hakkında bilgi vermenizi öneririz.Tam kan sayımı nasıl raporlanır?Tam kan sayımı testi sonucunda oluşan değerlerin açıklaması şöyledir:Tam Kan Sayımı nasıl yorumlanır?Örneğin HGB düşükse kansızlık, kan kaybı, lösemi, lenfoma, hemoliz gibi durumlar teşhis edilebilir. HGB yüksekliği, sigara içildiğini, aşırı sıvı kaybedildiğini gösterir. WBC yüksekliği, lösemi tiplerini, enfeksiyonları tanımada yardım eder. PLT yüksekliği bazı kanser türlerini, demir eksikliği anemisini, dalak ameliyatı sonrasında olunup olunmadığını gösterebilir. PLT düşüklüğü, diyopatik trombositopenik purpura, dissemine intravasküler koagülasyon (trombositlerin çok aşırı kullanılması sonrasında tükenmesi), dalağı tutan hastalıkları tanımlatabilir.Çocuklarda tam kan sayımı gerekli mi?Evet gereklidir. Bu sayede enfeksiyon, kansızlık, kanama bozuklukları belirlenebilir. Ayrıca çocukluk çağı kanserlerinin tanısının ve takibinin yapılması gerekir. Ayrıca bir sorun olmasa da rutin kontrol için tam kan sayımı testi çocuklara da yapılmalıdır.
2,354
129
Tanı ve Testler
TEE
Yemek borusu kullanılarak yapılan kalp ekosu anlamına da gelen TEE, özellikle kalple ilgili yeterli görüntü alınamadığında uygulanan bir tanı yöntemidir. Endoskopik bir yöntem olan TEE ile teşhis ve tedavi yolu kolaylaşır. Memorial Sağlık Grubu Kardiyoloji Bölümü Uzmanları TEE hakkında bilgi verdi.Yemek borusu kullanılarak yapılan kalp ekosu anlamına da gelen TEE, özellikle kalple ilgili yeterli görüntü alınamadığında uygulanan bir tanı yöntemidir. Endoskopik bir yöntem olan TEE ile teşhis ve tedavi yolu kolaylaşır. Memorial Sağlık Grubu Kardiyoloji Bölümü Uzmanları TEE hakkında bilgi verdi.Trans Özofageal Ekokardiyografi (TEE) nedir?TEE ölçümü hastanın göğüs yapısı (akciğer hastalığı, deforme vs nedenlerle) yeterli kalitede ekokardiyografik görüntü vermediğinde ya da kalp içi oluşumları daha yakından görerek değerlendirme gerektiğinde başvurulan bir yöntemdir. Pek çok kişinin internette “TEE ne demek” sorusuyla aradığı, Trans Özofageal Ekokardiyografi endoskopik bir incelemedir. TEE, kalp ultrasonu, kalp endoskopisi olarak da bilinmektedir. Ağız yolundan yemek borusuna indirilen ince bir tüp (probe) ile kalbin arka komşuluğuna erişilir ve çok net, ayrıntılı görüntü alınır. 1980’li yıllarda ilk başlarda fazla gelişkin olmayan cihazlar kullanılmakta iken; yıllar içerisinde gelişen teknolojinin de yardımı ile bu inceleme şekline ait cihaz, klinik ihtiyaçlara cevap verebilen en gelişmiş teknolojiler ile donatılmış olarak bugün bizlerin hizmetine sunulmuştur. Bu teknik bize kalbin üzerinden kalp içi yapıların daha mükemmel görüntülerini sunmakta, bu mükemmel görüntüler ışığında teşhis ve tedavi de mükemmelleşmektedir. Bugün kullanılan teknolojinin eriştiği noktada, bu cihaz yardımı ile kalp ve göğüs boşluğu içerisinde kalbe komşu yapılar çok daha detaylı olarak incelenebilmekte, yoğun bakım hastaları, kritik hastalar kalp hastalıkları açısından çok detaylı incelenebilmekte, daha güvenilir görüntüler sonucunda da tedavi yönlendirilebilmektedir. TEE, transtorasik ekokardiyografi ile karıştırılabilmektedir. Transtorasik ekokardiyografi, yüzeyel yani ultrasonlu ekokardiyografidir. Trans Özofageal Ekokardiyografi gibi bir hazırlık süreci içermez.Trans Özofageal Ekokardiyografi yani TEE hangi hastalıklarda uygulanır?Kalpte pıhtı ya da enfeksiyon araştırması, protez kapak fonksiyonlarının değerlendirilmesi, ana atardamar yani aort yırtılmalarının teşhisi, kalp deliklerinin incelenmesi, kalp kapağı yetersizliğinin durumunun belirlenmesi, kalp kapak ameliyatlarının ya da kalp delikleri için uygulanan cerrahilerin başarılarının değerlendirilmesi amacıyla kullanılan bir yöntemdir. Ayrıca doğumsal kalp hastalıklarının teşhis ve tedavi takibinde de kullanılmaktadır. TEE kalp için faydalı bir tetkik yöntemidir.Trans Özofageal Ekokardiyografi nasıl yapılır ve uygulanır?Kalp ekokardiyografi yöntemleri arasında yer alan Trans Özofegeal Ekokardiyografi yani TEE, yemek borusuna yerleştirilen, ucunda ince bir ultrason probu bulunan bir tüp aracılığıyla yapılmaktadır. Yemek borusu kalbin arkasından geçtiği için bu yöntemle kalp ve etrafındaki damarlar, TTE ‘ye göre daha yakından ve net görüntülenebilir. İşlem başında boğazı uyuşturmak için anestezi spreyi sıkılmaktadır. Doktor, bu tüpün nasıl yutulacağına dair bir bilgilendirme yapacaktır. TEE testi sırasında da normal Ekokardiyografide olduğu gibi hasta sol yanına yatırılmaktadır. İşlemden önce hastanın göğsüne 3 adet elektrot takılmaktadır. Tüm bunlar yapıldıktan sonra hastanın ağzına dişleriyle sıkması için bir ağızlık verilecektir ve tüp bu ağızlık arasından içeriye salınacaktır. Doktor, bu tüpü çok nazik bir biçimde yemek borusundan aşağıya doğru ilerletecektir. Tüp boğazdan ilerlerken öğürme, bulantı gibi hislerin oluşması çok normaldir. Yani TEE de mide hortum salma olarak da bilinen mide endoskopisi gibi bir işlemdir. İşlem sırasında kalp ritmi, kan basıncı, solunum, kandaki oksijen miktarı monitörden izlenirken; çekilen kalp görüntüleri bir videoya kaydedilip, kalp resimleri kağıt olarak dökülür. İşlem bitiminde işlemi yapan kardiyoloji doktoru hastayı işlemle ilgili ve sonuçlarla ilgili olarak bilgilendirir.  TEE hakkında sık sorulan sorular TEE ne demek? TEE tetkiki ne kadar sürmektedir?Normal bir kalp ultrasonuyla kalp ayrıntılı görüntülenmezse Trans Özofageal Ekokardiyografi yani TEE uygulanır. Ağızdan, yemek borusuna ilerlenen bir tüple tetkik yapıldığı için endoskopiye benzer. İşlem öncesi hazırlık ile birlikte TEE tetkiki toplam 30 dakika sürmektedir. TEE işlemine hastayı bir hemşire hazırlamaktadır.TEE tetkiki için ön hazırlık yapılmalı mı?Evet, TEE tetkiki bir ön hazırlık gerekmektedir. İşleme gelirken 6 saatlik açlık süresi olmalıdır. Eğer ilaç kullanılıyorsa bu ilaçlar için doktora danışmanız gerekmektedir. İşleme gelmeden önce ağızda bir protez mevcutsa çıkarılmalıdır. Eğer işlemi yaptıracak hasta yutma güçlüğü çeken ya da yemek borusuyla ilgili sorun yaşıyorsa, böyle bir hastalığı varsa, alerji, astım gibi hastalıklara sahipse, mide ile ilgili bir hastalık ya da bir ameliyat geçmişi bulunuyorsa işlemi yapacak doktor bu konuda mutlaka bilgilendirilmelidir. Ayrıca tetkik için hastaneye gelmeden önce mutlaka yapılmış olan tetkikler ve kullanılan ilaçlar hastanın yanında bulunmalıdır. Bu tetkikler ve ilaçlar işlemi yapacak doktorla mutlaka paylaşılmalıdır. Hastaya işlem öncesinde damar yolu açılmaktadır. Bu damar yolu vasıtasıyla hastaya sakinleştirici ve mide bulantısını önleyecek ilaç verilmektedir.TEE tetkiki sonrası dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?Hastanın işlemden iki saat sonraya kadar yemek yememesi gerekmektedir. İşlem sonrası uyku ve sersemlik hali devam edebilir. Bu nedenle tetkiki yaptıran hastanın birkaç saat kadar araç kullanmaması doğru olacaktır.TEE sonrası boğaz ağrısı olur mu?İşlem sonrasında boğaz ağrısı, yutkunurken ağrı ve zorluk bulunabilir ve bu bulgular 1-2 gün içerisinde kendiliğinden kaybolur.TEE Raporu kaç dakikada hastanın elinde olur?TEE raporu işlem bitiminden itibaren 2 saat sonra hastanın elinde olur. İşlemin videosu ve sonuçları işlemin yapıldığı bölümün hasta danışmanları tarafından hastaya verilir.Kalp ultrasonu nedir? TEE ile kalp ultrasonu aynı şey midir?Halk arasında TEE Eko olarak da internette aranan Trans Özofageal Ekokardiyografi bir kalp ultrasonu değildir. Kalp ultrasonu olarak bilinen tetkik normal ekokardiyografidir.
2,413
130
Tanı ve Testler
Tilt Table Testi
Bayılmaların neden kaynaklandığı konusunun aydınlanabilmesi için kardiyoloji uzmanlarının kullandığı bir yöntem de Tilt Table Testi. Memorial Sağlık Grubu Kardiyoloji Bölümü Uzmanları, ortalama 45 dakika süren test sonucunda hastanın bayılma sebebinin kalp, tansiyon kaynaklı mı yoksa farklı bir nedenden mi olduğunu teşhis eden Tilt Table Testi hakkında bilgi verdi.Bayılmaların neden kaynaklandığı konusunun aydınlanabilmesi için kardiyoloji uzmanlarının kullandığı bir yöntem de Tilt Table Testi. Memorial Sağlık Grubu Kardiyoloji Bölümü Uzmanları, ortalama 45 dakika süren test sonucunda hastanın bayılma sebebinin kalp, tansiyon kaynaklı mı yoksa farklı bir nedenden mi olduğunu teşhis eden Tilt Table Testi hakkında bilgi verdi.Tilt Table Testi nedir?Uzun süre ayakta hareketsiz kalma veya uzun süre oturduktan sonra ani kalkışlarda kan basıncında ve/veya kalp hızında ani düşme ile oluşan bayılmaların (senkop) tanısında uygulanan bir testtir. Bayılmaların ayırıcı tanısında kullanılır. Tilt table testi, merkezi sinir sistemimizde yer alan kan basıncı ve kalp atışlarının üzerinde kontrol gücüne sahip merkezdeki artı veya eksi kuvvetlerin arasındaki dengesizliği ortaya çıkartır.Tilt Table Testi (Eğik masa testi) hangi hastalıklarda kullanılır?Tilt Table Testi sonucunda kan basıncında ciddi düşme, nabızda ani azalma ya da tansiyon ve nabızda birlikte düşme izlenebilmektedir. Bu şekilde bayılmanın sebebi dolaşım sistemini kontrol eden merkezdeki aşırı duyarlılık ya da dengesizlik midir ya da sinir sisteminden kaynaklı olup olmadığı belirlenmektedir. Daha kısa tabirle neden bayılma gerçekleştiğini ortaya koyar. Tilt Table Testi ile kişinin bayılmasının nedeni ortaya konulmakta, hayatı tehdit eden bir durum olup olmadığı belirlenmekte ve basit önlemlerle bayılmasının engellenebileceği net bir şekilde söylenebilmektedir. Vücudun tilt table testine verdiği cevaba göre tedavi planı da şekillenmektedir. Bazen sadece su ve tuz tüketiminin arttırılması ile bazen de ilaç tedavisi ya da özel hareket egzersizleri ile bayılma ataklarının engellenebilmesi mümkün olabilmektedir.Tilt Table Testi nasıl yapılır?Testi eğitimli bir hemşire, teknisyen ve kardiyoloji doktoru tarafından yapılır. Eğik masa testinde; kişi güvenli, yatak şeklinde bir platforma sabitlenir. 10 dakika yatar konumda kalınmasının ardından 60-70 derece açı ile ayakları üstünde dikeye yakın pozisyona getirilir ve bir süre tutulur. Eğer nabız ya da tansiyonda anlamlı bir değişiklik olmuyorsa, dilaltı nitrogliserin uygulanması ile damarlar genişletilir, bacaklarda kan göllenmesi oluşur ve vücudun olduğundan daha uzun süre ayakta kaldığını algılaması sağlanır. Bir süre daha bu açıda kalındıktan sonra ve vücudun tepkisi gözlenir.Tilt Table Testi hakkında sık sorulan sorular Tilt Table Testi’nde dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?Tilt table testinin uygulanacağı yer herhangi bir acil bir durumda her türlü tıbbi müdahalenin yapılacağı bir ortam olmalıdır. Test sırasında hastanın bayılması söz konusu olduğu için, hasta masaya kemer ve kayışlarla bağlanmaktadır. Böylece bayılma gerçekleşince hastanın düşüp bir yerini yaralaması engellenmektedir.Tilt Table Testi ne kadar sürer?Tilt Table Testi ortalama olarak 45 dakika sürmektedir.Tilt Table Testi öncesinde yapılması gerekenler nedir?Testi yaptıracak hastanın uygulama öncesinde 2-3 saatlik açlık süresini geçirmesi gerekmektedir.Tilt Table Testi ağrılı mıdır?Test sırasında olası acil durumlar için hastaya bir damar yolu açılmaktadır. Damar yolu açılırken kısa süreli bir acı hissedilebilir. Eğer test sırasında kan basıncında ya da nabız sayısında ciddi düşüş olursa test sonlandırılır.Tilt Table Testi güvenli midir?Tilt Table Testi güvenlidir ve senkop tanısında kullanılmaktadır. Hasta test sırasında sürekli olarak monitör altında izlenmektedir.Tilt Table Testi’nin riski var mıdır?Çok nadir olarak kalp hızı ve kan basıncını artırmak için ilaç kullanılabilir. Bu gibi acil durumlar için damar yolu test öncesinde açılmaktadır.Tilt Table Testi sonucu nasıl yorumlanır?Eğer Tilt Table Testi sırasında bayılma olursa sonuç pozitiftir. Testi yapan doktor Tilt Table Test Sonucu yorumunu sizinle paylaşacaktır, tedavileri de detaylı şekilde anlatacaktır. Eğer test sırasında bayılma olmazsa, baygınlık nedeni başka yöntemlerle araştırılacaktır.Tilt Table Testi gerekli midir?Tilt Table testi vazovagal senkopların nedeninin ortaya çıkarılmasında yapılan önemli bir tanı yöntemidir. Test sonucunun dikkatli analiz edilmesiyle hem doğru tanı konulur hem de uygun tedavi gerçekleştirilir. Bu nedenle Tilt Table Testi gerekli bir testtir.
1,666
131
Tanı ve Testler
Transferrin Satürasyonu Testi
Transferrin satürasyonu, vücudun demir taşıma kapasitesini gösteren bir kan testidir. Bu test, transferrin proteininin ne kadarının demir ile doyurulduğunu yansıtarak demir eksikliği veya aşırı demir birikimi durumlarının belirlenmesinde kullanılır. Transferrin satürasyonu yüksekliği genellikle vücutta demir birikmesine işaret eder ve hemokromatoz gibi durumların tanısında önemlidir. Yüksek transferrin satürasyonu, aşırı demir alımı, bazı genetik bozukluklar veya karaciğer hastalıkları gibi nedenlerle ortaya çıkabilir.Transferrin satürasyonu, vücudun demir taşıma kapasitesini gösteren bir kan testidir. Bu test, transferrin proteininin ne kadarının demir ile doyurulduğunu yansıtarak demir eksikliği veya aşırı demir birikimi durumlarının belirlenmesinde kullanılır. Transferrin satürasyonu yüksekliği genellikle vücutta demir birikmesine işaret eder ve hemokromatoz gibi durumların tanısında önemlidir. Yüksek transferrin satürasyonu, aşırı demir alımı, bazı genetik bozukluklar veya karaciğer hastalıkları gibi nedenlerle ortaya çıkabilir.Transferrin Satürasyonu Nedir?Transferrin satürasyonu, vücutta demir metabolizmasıyla ilgili olan ve kan sayımında sayısal ölçeğe sahip bir değerdir. Kan hücrelerinde aktif görev yapan demir minareli, kan hücrelerini üretir ve oksijen taşınmasında rol oynar. Bu nedenle, demirin vücutta belli bir aralıkta olması hayati fonksiyonlar için gereklidir.Bu kapsamda, transferrin bir glikoprotein olarak vücutta demirin taşınmasından sorumludur. Diğer bir yandan, transferrin saturasyonu vücutta demir seviyesi ile vücudun demiri taşıma kapasitesi arasında ilişkiyi de anlatır. Bununla birlikte, transferrin satürasyonu sayısal olarak serumda transferin proteininin toplam demir bağlama kapasitesine (TDBK) oranını ifade eder. Literatür ve kan tahlil sonuçlarında % satürasyon olarak da bilinen değerler referans aralığına göre değerlendirilir. Sonuç olarak, bu değerin yüksekliği ya da düşüklüğü bazı hastalıklar hakkında klinik olarak ipucu verebilir.Transferrin Testi Nedir?Transferrin testi, transferin proteininin ne seviyede demir taşıdığı ve demir doygunluk düzeyinin ne kadar olduğunu gösteren testtir. Genellikle kol damarlarından alınan az miktarda serum örneği ile değerleri ölçülür. Bunun yanında, laboratuvar test listesinde ismi kısaca TF ya da siderofilin olarak geçebilir. Laboratuvar testi olarak dikkat çeken ölçüm genellikle demir eksikliği şüphesi ile doktor kontrolünde talep edilebilir. Doktor muayenesinden sonra demir metabolizması ile diğer semptomlar şüphe uyandırıyorsa kesin teşhis için bu test oldukça önemlidir.Transferrin Testi Hangi Durumlarda İstenir?Uzman doktor, hastayı fiziksel ve klinik olarak değerlendirdiğinde demir metabolizması ile ilgili negatif bir etki gözlemliyorsa hemogram (kan sayımı), depo demir seviyesi (ferritin), toplam demir bağlama kapasitesi ve transferin satürasyon testini talep edebilir. Bununla birlikte, hastanın devam eden bir tedavisi mevcutsa kontrol etmek adına test istenebilir. Genel olarak, anemi, hemokromatozis, kardiyovasküler mortalite riskinin belirlenmesi test sonucuyla ilişkilendirilebilir.Transferrin Satürasyonu Normal Değeri Nedir?Sağlıklı bir kişide ilgili glikoproteinin (TS) referans yüzdesi %30-55 arasındadır ve bu değer altına TS değeri düşürse demir eksikliğini ifade eder. Aynı zamanda TS yüzdesi %55 üstüne çıkarsa vücutta gereğinden fazla bir demir biriktiğini gösterir. Bu referans değerlerinin belirlenmesinde cinsiyet ve yaş aralığı oldukça önemlidir, kişide bu parametreler değiştiğinde referans değerlerinde küçük değişikler yaşanabilir. Bu doğrultuda, yetişkin erkeklerde %20-50; kadınlarda %15-50, çocuklarda ise %16'dan yüksek olması kabul edilebilir düzeydedir. Mevcut referans değerleri 0-1 yaş aralığında bebeklerde ciddi aralıklarda değişebilir. 0-6 ay bebeklerde referans aralığın 130 ile 275 mg/dl olarak belirtirken 6 ay ve sonrası 200 ile 360 mg/dl aralığında olduğu gözlemlenir.Transferrin Satürasyonu Nasıl Hesaplanır?Transferrin satürasyonu hesaplama yöntemi laboratuvar ölçekli olarak genel bir formül üzerinden belirlenir. Hesaplama şekli ise aşağıdaki gibi basamaklar halinde yapılır: Kanda Transferrin Satürasyonu Düşüklüğü Neden Olur?Transferrin satürasyonun düşmesi, ilgili glikoproteinin demir minareline yeterli düzeyde doymadığını ifade eder. Böylece kan düzeyinde demirin gerekli miktarda taşınamamasıyla birlikte hücrelere demirin yeterince ulaştırılamadığı anlamı çıkarılır. Bu duruma neden olan bazı durumlar aşağıdaki gibi sıralanabilir:Transferrin Satürasyonu Düşüklüğü Belirtileri Nelerdir?Transferin satürasyon belirtileri demir eksikliğiyle paralel gözlemlenmesinin yanında kişiden kişiye farklı durumlarda ve şiddette ortaya çıkabilir. Bu doğrultuda, ilgili glikoproteinin düşüklüğüne bağlı semptomlar aşağıdaki gibi listelenebilir: gibi belirtiler erken aşamada fark edilirse uygun tedavi yöntemiyle düzenlenebilir.Transferrin Satürasyonu Düşüklüğü Nasıl Tedavi Edilir?Demir eksiliği ile karakterize olan durumda sorunun kaynağının ne olduğu teşhis edilir, devamında ise uygun bir tedavi programı çıkarılır. Değerin düşüklüğü patolojik bir durumla ilgiliyse neden olan hastalığın tedavisi yapılır. Eğer, tipik olarak sadece demir eksikliği varsa demir içerikli ilaç tedavisine başvurulur. Ayrıca, serumda ciddi bir demir eksikliği varsa kan transfüzyonu (kan nakli) ile müdahale edilebilir.Transferrin Satürasyonu Neden Yükselir? Transferrin satürasyonu kan tahlillerinde yüksek çıkarsa patolojik bazı durumlar ön plana çıkabilir. Bu bağlamda, ilgili glikoproteinin yüksekliğine sebep olabilecek etmenler aşağıdaki gibi sıralanabilir:Transferrin Satürasyonu Yüksekliği Belirtileri Nelerdir?Rahatsız olarak ortaya çıkan değerin yükselmesi tüm vücudu olumsuz etkileyebilir. Transferrin satürasyonu yüksekliği gözlemlenen belirtiler arasında kalp çarpıntısı, cilt renginde koyulaşma, vücut kıllarının dökülmesi, libido düşüklüğü, göğüs ağrısı, zayıflık, vücudu güçsüz hissetme, eklem ağrısı ve karın ağrısı bulunur.Transferrin Satürasyonu Yüksekliği Nasıl Tedavi Edilir?Bu süreçte, demir birikimine neden olan durumlar araştırılarak klinik olarak hastalığın teşhisine öncelik verilir. Kanda gereğinden fazla bulunan demir düzeyi herhangi bir hastalıktan kaynaklı değilse kan bağışı ile vücuttan uzaklaştırılması önerilir. Gıda takviyesi olarak demir alınıyorsa kesilmesi tavsiye edilerek durumun ciddileşmemesi için kesin tedaviye başvurulması gereklidir.Transferrin Satürasyonu Hakkında Sıkça Sorulan SorularKandaki demir oranı yüksek olursa ne olur?Transferrin satürasyon değeri de yüksek çıkar, ayrıca demir birikimine neden olan hastalık var mı diye araştırılması yapılır.Transferrin satürasyonuna neden bakılır?Vücutta kan hücrelerinin demire doygunluk düzeyini gösteren değer, demir eksikliği ya da fazlalığı konusunda bilgi verir.Transferrin saturasyon düşüklüğü tehlikeli midir? Demir minarelinin yeterli alınmadığını ifade eder, ayrıca başka hastalıkların da habercisi olabileceğinden tehlike oluşturabilir.
2,624
132
Tanı ve Testler
Trigliserid
Trigliseridler, tüketilen yiyeceklerden gelen, lipit adı verilen kanda dolaşan vücuttaki en yaygın yağ türüdür. Yiyeceklerden alınan trigliseridler sindirildikten sonra hücreler tarafından enerji olarak kullanılmak üzere kan dolaşımına salınır, sindirilemeyen kısmı da öğünler arasında vücuda enerji sağlamak için vücut yağı olarak depolanır. Kanda trigliserid seviyesinin yüksek olması karaciğer yağlanmasına, pankreas iltihabı olarak bilinen pankreatite, felç, kalp krizi ve kalp hastalığı riskini yükselten atardamarların sertleşmesine neden olur. Yüksek tansiyon, yüksek kan şekeri ve obezite gibi sorunları içeren metabolik sendromlar, tip 2 diyabet veya prediyabet ve tiroid sorunların bir sonucu olarak da ortaya çıkabilir.Trigliseridler, tüketilen yiyeceklerden gelen, lipit adı verilen kanda dolaşan vücuttaki en yaygın yağ türüdür. Yiyeceklerden alınan trigliseridler sindirildikten sonra hücreler tarafından enerji olarak kullanılmak üzere kan dolaşımına salınır, sindirilemeyen kısmı da öğünler arasında vücuda enerji sağlamak için vücut yağı olarak depolanır. Kanda trigliserid seviyesinin yüksek olması karaciğer yağlanmasına, pankreas iltihabı olarak bilinen pankreatite, felç, kalp krizi ve kalp hastalığı riskini yükselten atardamarların sertleşmesine neden olur. Yüksek tansiyon, yüksek kan şekeri ve obezite gibi sorunları içeren metabolik sendromlar, tip 2 diyabet veya prediyabet ve tiroid sorunların bir sonucu olarak da ortaya çıkabilir.Trigliserid Nedir?Trigliserid, kanda bulunan ve vücuda enerji veren mumsu yağlardır (lipid). İnsan vücudu yemek yendiğinde hemen kullanılması gerekmeyen kalorileri trigliseritlere dönüştürür. Vücuttaki yağın çoğunun trigliserid olarak depolanmasından ötürü vücuttaki en yaygın yağ türüdür. Genellikle, öğün aralarında, spor yaparken, uzun süreli açlık durumlarında veya hormon üretiminde trigliserid kullanılmaktadır.Trigliseridin Faydaları Nelerdir?Trigliserid vücut ısısını dengede tutarken, organları dış etkenlere karşı korur. Vücudun temel ihtiyaçlarını karşılayan trigliserid, bağışıklık sistemini güçlendirir, hücrelerin ve vücudun beslenmesini sağlar. Trigliserid vücutta enerjiye dönüşür ve bu enerji kaslarda kullanılır. Trigliseridlerin karbonhidrat ve proteine oranla iki kat fazla enerji taşıma özelliği bulunmaktadır. Lipaz enzimleri ve safranın etkisiyle trigliseridler ince bağırsakta ayrışarak kana geçer. Kanda da yeni baştan oluşarak lipoprotein olurlar. Lipoproteinler de yağ hücreleriyle diğer hücreler arasında yağ asitlerini taşırlar. Yağ hücreleri trigliseridleri sentezler ve depolar. Böylece, enerjiye ihtiyaç duyulduğunda lipaz enzimi trigliseridleri yağ asitlerine parçalayarak enerjiyi oluşturur.Trigliserid Kaç Olmalı?Trigliserid, kanda desilitre başına miligram şeklinde ölçülür. Tahlillerde bunun kısaltılmışı mg/dl’dir. Trigliserid normal değeri yetişkinler için 150 mg/dl altı seviyedir. 151-200 mg/dl sınırda yüksek seviyededir, 201-499 mg/dl yüksek seviyededir. 500 mg/dl ve üzeri ise çok yüksek seviye anlamına gelmektedir.Trigliserid Yüksekliği Nedir?Trigliserid yüksekliği, kanda bulunan trigliserid değerinin 150 mg/dL üzerinde olması durumudur. Trigliseridin yüksek olması karaciğer yağlanması, dalak büyümesi, damar sertliği, felç ve kalp krizi gibi kalp hastakları yanı sıra pankreas iltihabı riski bulunduğu anlamına gelir. Bu seviyenin yüksekliği kolesterol veya düşük HDL kolesterol gibi diğer lipid bozukluklarıyla birlikte metabolik sendromun bir yansımasıdır. Trigliserid Yüksekliği Neye Sebep Olur?Trigliserid yüksekliği, kalp krizi gibi kalp sağlığı riskini artıran, damarların sertleşmesine veya atardamar duvarlarının kalınlaşmasına yani damar sertliğine neden olur. Ayrıca pankreasta akut inflamasyon olarak bilinen pankreatite, karaciğer ve dalakta yağlanmaya da sebebiyet verir.Genel kalp sağlığı için riskler tespit edilirken kolesterol, tansiyon gibi değerlerle birlikte trigliserid (serum/plazma) değerlerinin takip edilmesi de çok önemlidir. Yüksek trigliserid seviyesi, kalp hastalığı riskini arttırıp, damar sertleşmesine, damar duvarlarının kalınlaşmasına yol açar ve bu da kalp krizi ve inmeye sebebiyet veren kalp ve damar hastalıklarının riskini yükseltir. Ayrıca pankreas iltihabı, şeker hastalığı, hipertansiyona da sebebiyet verebilir.Yaşam tarzında iyileştirme yapmakla birlikte düzenli olarak doktor kontrolünden geçilmesi, rutin tetkiklerin yapılması önlem açısından çok önemli olmaktadır.Trigliserid Yüksekliği Neden Olur?Trigliserid seviyesinin artmasının nedenleri, harcanan enerjiden daha çok enerji alınmasına nedne olan karbonhidrat içeren, aşırı şekerli, işlenmiş ve yağ içeren beslenme alışkanlığıdır. Dengesiz ve sağlıksız beslenme, aşırı kilo, kullanılan bazı ilaçlar, ailede yüksek trigliserid öyküsünün bulunması, genetik bazı hastalıklar, sigara ve alkol kullanımı, akut ya da kronik karaciğer ve böbrek hastalıkları ve tiroide bağlı sorunlar trigliserid değerlerini yükselten nedenler arasındadır.Trigliserid yüksekse ne yapılmalı?Trigliserid yüksekliği çözülmesi gereken bir sorundur. Bunun için de yaşam tarz değişikliklerinin yapılması gerekmektedir. Trigliserid yüksekliğinin çözümü sağlıklı yaşamaktan geçmektedir.Sağlıksız karbonhidrat alımını azaltmak, düzenli egzersiz yapmak, trans yağlardan uzak durup doymamış yağları tüketmek, kilo vermek ve kilo kontrolünü sağlamak önem taşımaktadır. Her hasta için olabilecek tek bir çözüm yolu yoktur. Hangi hastaya hangi egzersizin, hangi beslenme biçiminin, hangi ilacın verileceği doktor tarafından belirlenir. Porsiyon kontrolü sağlanmalıdır. Alınan yüksek ve ekstra kaloriler trigliseride döner ve yağ olarak depolanır. Düzenli öğünlerle besin alımı trigliserid değerlerini düşürebilir. Düzenli egzersiz mutlaka yapılmalıdır. Şekerden, hamurlu gıdalardan uzak durulmalıdır. Bitkisel yağlar uygun olan yağlardır, zeytinyağı gibi yağlara yönelinmelidir. Kızarmış, fast-food yemeklerden kaçınılmalıdır. Meyveler, sebzeler ve tam tahıllardan oluşan lifli gıdalar tüketilmelidir. Bu değişiklikler yeterli olmuyorsa, uzman doktor farklı yöntemlerle tedavi önerecektir.Trigliserid Düşüklüğü Nedir?Trigliseridin 50 ml/dl altında olması trigliserid düşüklüğü olarak ifade edilebilir. 150 mg/ dl değerinin altındaki trigliserid ideal seviye olarak kabul edilir,  50 ml/dl altına inmediğinde trigliserid düşüklüğü  değeri genelde bir probleme işaret etmez. Bu seviyelerin altındaki trigliserid düşüklüğü gıda yetmezliklerinden, hipertiroididen veya sindirim sistemi rahatsızlıklarından kaynaklanıyor olabilir. Trigliserid Düşüklüğü Belirtileri Nelerdir?Trigliserid değerinin düşük olduğu durumlarda vücut bazı semptomlar gösterir. Bunlar arasında, uyuşukluk, üşüme, cilt kuruluğu, cilt incelmesi, saçların kırılması, kas kütlesi kaybı bulunur. Bunun yanında bağışıklık sisteminin de zayıflamasına da sebep olabilir.Gıda yetmezliği, aşırı sigara ve alkol, kontrolsüz diyetler, tiroidle ilgili problemler de trigliserid düşüklüğünün sebepleri olarak öne çıkabilir.Trigliseridi Düşüren Besinler Nelerdir?Yulaf, arpa, mısır, pirinç, buğday, mercimek, kepekli makarna gibi tam tahıllı besinler, Somon, ton balığı, sardalya, uskumru, ringa ve alabalığı gibi omega-3 yönünden oldukça zengin balıklar; zeytinyağı, kanola yağı, fındık yağı ve avokado yağı gibi doymamış bitkisel yağ grubu; badem, ceviz, fındık gibi kuruyemişler trigliserid düşürmede faydalı besinler olarak bilinir. Bunun yanında lif bakımından zengin sebze ve meyveler de etkilidir. Bunlara örnek olarak, fasulye, keçi boynuzu, lahana, semizotu, brokoli, marul benzeri yeşil yapraklı sebze grubu gösterilebilir. Ayrıca adaçayı, ayçiçeği, kekik, nane gibi baharat ve çayların da faydalı olduğu bilinir.Trigliserid ile İlgili Sık Sorulan SorularTrigliserid ve kolesterol arasındaki fark nedir?İkisi de kanda dolaşan farklı lipid türleridir. Trigliserid kullanılmayan kaloriyi depolar ve vücuda enerji sağlar. Aslında trigliseridler yağlı yiyeceklerden ve kullanılmayan kalorilere bağlı kanda toplanan kanınızdaki bir yağ türüdü ve vücut enerji için bu yağı kullanır. Kolesterol ise vücutta karaciğer tarafından birçok hücre ve hücre içi yapının bileşiminde yer alan, hormonlarda ve diğer vücut fonksiyonlarında önemli rol oynayan yapı taşıdır.Trigliserid testi nedir?Trigliseride özel bir test yoktur. Trigliserid kan tahlili olarak LDL, HDL, total kolesterol ve trigliserid değerleri ölçülebilir. Kişinin risk faktörlerine, kişisel ve aile geçmişine göre lipid paneli rutin kan testiyle bu değere bakılır. Test için 8-12 saatlik açlık gerekir.Trigliserid ne zaman ölçülmelidir?Genellikle 20 yaş üzerinde olan herkesin trigliserid değerleriyle birlikte kolestertol, HDL, LDL değerlerinin en az 5 senede bir ölçülmesi gerekmektedir. 30 yaş itibariyle rutin kontrollerin her yıl yapılması önemli olmaktadır. Ancak bu seviyeler ölçülürken mutlaka 8- 12 saatlik açlık gerekir.Trigliserid nasıl düşer?Düzenli egzersiz yapmak (yürüyüş, bisiklet sürme), trans yağlar yerine sağlıklı yağları tercih etmek, sebze ve lifli besinler yemek, şeker ve rafine karbonhidrat alımı sınırlandırmak, alkol tüketimi azaltmak ve kilo vermek trigliseridi düşürmeye yardım eder.Vücut yağ oranı nasıl düşürülür?Sağlıklı beslenerek ve egzersiz yaparak vücut yağ oranı düşürülür. Ancak yağdan yoksun bir diyet uygulanmaması gerekir. Çünkü belirli bir miktar yağ tüketmek sağlık için önemlidir. Bazı vitaminlerin vücutta emilebilmesi için yağa ihtiyaç vardır. Vücut yağ oranını düşürmek için öncelikle uzman bir doktordan, akabinde bir beslenme ve diyet uzmanından yardım alınmalıdır. Bunun yanında düzenli egzersiz, düzenli uyku ile birlikte stresten kaçınmak da vücut yağını düşürecek yöntemlerdendir.Trigilserid ilacı var mı?Sağlıklı yaşam önerileri, bazı değişiklikler trigliseridi istenilen düzeye getiremiyorsa uzman doktor tarafından bazı ilaçlar tavsiye edilebilir. Bunların arasında statinler, balık yağı, niasin olabilir. Eğer uzman doktor ilaç yazarsa düzenli kullanılması ve bunu yaşam tarzı değişiklikleriyle uygulanması önemlidir.Trigliserid ile birlikte nelere dikkat edilmelidir?Eğer trigliserid seviyesinde bir yükseklik söz konusuysa hastalar tokluk kan şekeri, açlık ve tokluk insülini, kolesterol, LDL, HDL ürik asit seviyelerini de kontrol ettirmelidir. Özellikle açlık ve tokluk insülini yüksek, LDL yüksek ve HDL düşükse kişiler çok dikkatli olmalıdır. Çünkü bu ek tahlillerin sonuçları kişinin ileride kalp damar hastalığı, hipertansiyon hastalığı ve diyabet hastalığı olabileceğinin sinyallerini verebilir. Bu değerler ideal seviyeye gelmezse inme riski de yükselir. Trigliserid için Omega-3 faydalı mı?Omega-3 vücut için çok faydalıdır. Omega- 3’ün trigliserid değerlerini düşürdüğüne dair pek çok bilgi mevcuttur. En iyi Omega-3 kaynakları somon, ringa balığı, sardalya gibi besinlerdir. Bunlar gibi Omega-3 içeren balıkların haftada iki kez tüketilmesi önerilmektedir. Günde alınan 4 gram Omega-3'ün trigliseridi yüzde 25 düşürdüğüne dair bilgiler vardır. Bunun yanında Omega-3 HDL'yi yani iyi kolesterol oranını yükseltir. Tabii sadece bununla değil yaşam tarzını, beslenme alışkanlıklarını gözden geçirmek önemlidir.Hipertrigliseridemi nedir?Trigliseridin ideal olanın çok üzerinde olması durumudur. Yani parenkimal hücrelerde aşırı trigliserid birikmesidir. Bu durum pek çok soruna neden olur. Sürekli alkol alımı, proteinsiz beslenme, diyabet, obezite, kandaki oksijen azlığı bu duruma sebep olabilir. Kontrol altına alınması gereken bir durum olan Hipertrigliseridemi, kalp ve damar hastalıklarında bir numaralı risk faktörüdür.Diyet programı uygulayarak trigliserid seviyesi düşürülür mü?Evet, doğru hazırlanmış bir diyet programı trigliserit düzeylerini düşürebilir, kolesterolü iyileştirebilir ve kalp hastalığı riskinizi azaltabilir. Sadece beslenme alışkanlığını değiştirerek değil, diyet ile birlikte egzersiz yapmakta bu tablonun değişmesi için önem arz etmektedir.
4,574
133
Tanı ve Testler
Trombosit
Platelet yani kan pulcukları olarak da bilinen trombositler, kan damarlarında herhangi bir sorun oluştuğunda kümeleşerek pıhtılaşma başlatıp kanamayı yavaşlatan, durduran ya da yaraların iyileşmesine yardımcı olan kan bileşenleridir. Trombositler kemik iliğinde bulunan megakaryosit adı verilen çok büyük hücrelerin kana geçerken parçalanması ile oluşurlar. Trombosit değeri kemik iliği problemlerinden, romatizmal hastalıklara, enfeksiyondan, dalak sorunlarına, kanserden, beyin kanamasına kadar pek çok hastalığın teşhisinde yol göstericidir.Platelet yani kan pulcukları olarak da bilinen trombositler, kan damarlarında herhangi bir sorun oluştuğunda kümeleşerek pıhtılaşma başlatıp kanamayı yavaşlatan, durduran ya da yaraların iyileşmesine yardımcı olan kan bileşenleridir. Trombositler kemik iliğinde bulunan megakaryosit adı verilen çok büyük hücrelerin kana geçerken parçalanması ile oluşurlar. Trombosit değeri kemik iliği problemlerinden, romatizmal hastalıklara, enfeksiyondan, dalak sorunlarına, kanserden, beyin kanamasına kadar pek çok hastalığın teşhisinde yol göstericidir.Trombosit (PLT) Nedir?PLT, kanda pıhtılaşma oluşturarak fazla kan kaybını önlemekle görevli, trombosit olarak bilinen renksiz, en küçük kan hücrelerinin kandaki sayısını gösteren kan testidir. Trombositler, kemik iliğinde üretilen ve kan damarlarında bir hasar olursa pıhtılaşma başlatarak, hasar gören damarının olduğu noktada damarın yüzeyine yayılarak kanamayı durduran kan bileşenleridir.Platalet olarak da bilinen trombosit çok sayıda granül içerir. Trombosit kan tahlillerinde PLT ile yorumlanırlar. PLT de tam kan sayımı testinin parçası olarak uygulanır. Bu testin de mutlaka aç karnına yapılması gerekmektedir. Hastanın damarından alınan kandaki eritrositler hemolize edildikten sonra geriye kalan trombositler sayılır. Sağlıklı bir insanda trombist değeri mikrolitrede 150 bin ile 450 bin arasındadır. Eğer 450 binden fazla olursa trombositoz; 150 binin altındaysa trombositopeni ortaya çıkar. Eğer trombosit 50 binin altındaysa kanama ciddi boyuta ulaşabilir.Trombosit Testi Hangi Hastalıkların Tanısı için Yapılır?Trombosit testi kemik iliği kaynaklı sorunların teşhisinde kullanılır. Trombosit yüksekliği sadece kemik iliğine bağlı olmayabilir. Bunun dışında demir eksikliği, bazı enfeksiyonlar, romatizmal hastalıklar, kullanılan bazı ilaçlar da trombosit yüksekliğine sebep olabilir. Bunun için bir hematoloji uzmanıyla görüşmek doğru olacaktır.Doktor, hastanın dalağıyla ilgili bazı tetkikler isteyebilir, enfeksiyon belirtileri arayabilir. Buna bağlı olarak kemik iliğinden doku örneği de alınabilir. Kronik bir hastalık nedeniyle trombosit yükseliyorsa bu hastalığın tedavisi yapılır. Ancak eğer sorun dalaktan geliyorsa, sürekli trombosit yüksekliği olabilir. Eğer farklı bir neden varsa kan pıhtıları geliştirme riski doğrultusunda tedavi planlanmaktadır. Ayrıca bu durumda sigara içiliyorsa sigara bırakılmalı, düzenli egzersiz yapılmalı, sağlıklı bir beslenme düzeni mutlaka oluşturulmalıdır.Trombosit testi kanın belli bir hacmindeki trombosit sayısıdır. Hem artışı hem de azalışı kanama ya da pıhtılaşma ile ilgili anormal durumları gösterebilir. Trombosit Testi Nasıl Yapılır?Kişinin kolundan alınan kan örneğinden yola çıkılarak trombosit değerleri incelenebilmektedir.Trombosit (PLT) Yüksekliği Nedir?Trombositoz olarak adlandırılan trombosit yani PLT yüksekliği, kandaki trombosit sayısının mikrolitre başına 450 binin üzerinde olması durumudur. PLT değerinin yüksek olması kan pıhtılaşması veya felç riski bulunduğu anlamına gelir. PLT yüksekliğinde baş ağrısı, göğüs ağrısı, bayılma, geçici görüş değişiklikleri, ellerin ayakların uyuşması ya da karıncalanması, baş dönmesi yaşanabilir.Trombosit yüksekliği, kandaki trombosit sayısının referans değerlerden yüksek olması durumudur. Bu durum kemik iliğinde aşırı trombosit üretimine işaret eder. Kemik iliğinde trombistleri aşırı çoğaltacak bir problem olup olmadığına dair testlerle hastalığın incelenmesi gerekir. Bu durum genelde ileri yaşlarda gözükür. Kemik iliği kökenli bir trombosit yüksekliği görülürse buna esansiyel trombositoz denilir. Bu tedavi edilmesi gereken bir durumdur.Tedavi için hastalar iki risk grubuna ayrılır. Düşük risk grubunda daha öncesinde herhangi bir pıhtı hikayesi olmayan, 60 yaş altı kişilerde düşük dozda kan sulandırıcı verilir. Trombosit sayısı yüksek olan, yüksek risk grubundaki kişilerde trombosit sayısını düşürücü tedavinin yanında yine kan sulandırıcı da verilir.Trombosit Yüksekliği Belirtileri Nelerdir?Çoğu hastada herhangi bir belirti bulunmaz. En sık görülen belirti ve bulgular; burun, ağız, diş etleri veya mide ve bağırsak sistemi gibi çeşitli bölgelerden kanamadır. Anormal kan pıhtılaşması da, inme, kalp krizi ve karın kan damarlarındaki sıra dışı pıhtılara yol açabilir. Esansiyel trombositoz olan bazı hastalarda, el ve ayaklarda kızarıklık, ağrı, şişlik, hissizlik ve karıncalanma oluşabilir. Bu duruma “eritromelalji” adı verilir.Trombosit Yüksekliğinin Tedavisi Nedir?Aynı trombositopeni yani trombosit düşüklüğü gibi trombositoz yani trombosit sayısının yüksekliği de altta yatan bir hastalığın laboratuvar bulgusudur. Bu nedenle tedavisi hangi hastalığın trombosit yüksekliğine yol açtığına göre değişir. İkincil nedenler açısından bakıldığında trombosit yüksekliği eğer demir eksikliğine bağlı ise uygun demir tedavisi, kansere bağlı ise kanserin tedavisi, herhangi bir infeksiyona bağlı ise uygun antibiyotik kullanımı ile tedavi edilebilir. Cerrahi sonrası gelişen trombosit yüksekliği durumu genelde zamanla normale döner. Normale dönme zamanı geciken hastalarda pıhtılaşmayı önlemek için aspirin kullanmak gerekebilir.Esansiyel trombositoz tedavisi hastalığın risk grubuna göre değişir. Yaşı 60’ın altında ve daha öncesinden herhangi bir pıhtı durumu yaşamamış hastalar düşük risk kabul edilerek sadece aspirin verilebilirken, yaşı 60 ve üzerinde olan ya da daha öncesine ait bir pıhtı geçirmiş olanlarda trombositlerin düşürmek için ek tedaviler verilebilir. Genelde ilk seçenek hidroksiüre adı verilen kemoterapi olarak da kullanılan bir ilaçtır. Bunun dışında hastanın durumuna göre interferon, anagrelid ve JAK2 inhibitörü adı verilen tedavilerde kullanılabilir. Yine, ağır hayatı tehdit eden trombositoz vakalarında, trombosit sayısını daha güvenli seviyelere indirmek için trombositaferez denen bir işlem uygulanır. Bu işlem için diyaliz cihazına benzer bir cihaz kullanılır. Hastanın kanı bir koldan alınarak, içindeki trombositler ayrılır ve eş zamanlı olarak kanın geri kalan kısmı diğer koldan hastaya geri verilir. Bu şekilde trombositlerin uzaklaştırılması ile trombosit sayısı düşürülmüş olur.Burada ana başlıklar halinde verilen tedavi şekillerini altta yatan hastalık kesinleştikten sonra hastalığa göre konunun uzmanı doktor ve sağlık ekibiyle detaylı olarak konuşmak daha uygun olur.Trombosit (PLT) Düşüklüğü Nedir?Trombositopen olarak adlandırılan PLT düşüklüğü, trombositlerin mikrolitrede 150 binin altında olması durumudur. Vücudun farklı bölgelerinde ortaya çıkan mor ve kırmızı renkli döküntülerin ve kanamaların nedeni kandaki trombosit sayısının azalması durumu olabilir. Bazen bu durum şiddetli bazen de az şiddetli olabilmektedir. Tedavi edilmezse de ölüme neden olabilir.Kan dolaşımına geçen trombositlerin görevi; kan damarı hasar gördüğü zaman hasar gören yere yapışmak ve salgıladıkları maddelerle damarı büzüştürerek kanamanın azaltılmasını sağlamaktır. Bu tablonun nedenleri; kemik iliğinde trombosit yapılamaması, kandaki trombositlerin hızla yıkılması veya harcanması ya da dalak büyümesidir. Bu duruma bağlı olarak ortaya çıkan kanamaların, sakatlıklara ve hatta hayati kayıplara neden olmaması için erken tanı ve tedavi büyük önem taşır.Trombosit düşüklüğü kendisini, deride mor-kırmızı döküntüler, küçük kesiklerde uzun süreli kanama, burun kanaması, uzun süren ve miktarı fazla gelen adet kanaması, mide-bağırsak sistemi kanaması, burun kanaması, beyin kanaması, kırmızı idrar, dışkıda kan gibi belirtilerle gösterebilir. Aşırı kansızlık, B12 vitamini eksikliği, demir ve folat eksikliği, siroz, lösemi, aşırı alkol tüketimi, kemoterapi, kimyasallara ve radyasyona maruz kalma, HIV, suçiçeği, viral enfeksiyonlar, myelodisplazi; kemik iliğinin trombositi yetersiz üretmesine neden olabilmektedir.Doktor, trombosit düşüklüğü için gerekli tetkikleri yaptıktan sonra bunun nedenini bulur. Hastalığın ve hastanın grubuna göre, trombosit düşüklüğüne neden olan ilaçlar değiştirilebilir, dalağa müdahale edilebilir, trombosit nakli önerilebilir, bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar reçete edilebilir veya plazma değişimi uygulanabilir.Geçmişte trombosit sayısını düşürdüğü bilinen ilaçlardan uzak durulmalıdır. Özellikle ağrı kesiciler başta olmak üzere trombositlerin fonksiyonunu bozarak veya sayısını azaltarak kanama riskini artıran ilaçlar kullanılmamalıdır. Ağrı kesici olarak bir ilaç alınacaksa trombosit fonksiyonlarını bozmayan ve onların sayısını azaltmayan parasetamol içerikli ilaçlar tercih edilmelidir. Alkolün aşırı alınması trombosit yapımını azaltabilir. Trombositopeni öyküsü olanlar aşırı alkol almamalıdır. Trombositopeni varsa kanama bulgu ve belirtileri konusunda uyanık olmak gerekmektedir. Bulgu veya belirtiler ortaya çıktığında bir sağlık merkezine başvurulmalıdır. Bu nedenle en doğru yol bir hematoloji uzmanına başvurmaktır.Trombosit Düşüklüğü Belirtileri Nelerdir?Kandaki trombositin hafif düşüklükte herhangi bir yakınma ve bulgu görülmeyebilir. Özellikle 50 bin/mm3 altında kol, bacaklar ve gövdede ağrısız bereler, burun ve dişeti kanamaları olabilir. Lösemili hastalarında trombosit düşüklüğü (Trombositopeni) ile birlikte genellikle alyuvar ve akyuvar sayılarında da bozulma görülür. Genelde kanamanın ön planda olduğu bir tablo yapsa da, bazı durumlarda tam tersine tromboz (kanın pıhtılaşma durumu) da saptanabilir.Trombosit Düşüklüğünün Tedavisi Nedir?Trombosit düşüklüğü bir hastalık değil, altta yatan bir hastalığın laboratuvar bulgusudur. Bu nedenle tedavisi hangi hastalığın trombosit düşüklüğüne yol açtığına göre değişir. Eğer bir infeksiyona bağlı ise uygun antibiyotik kullanımı ile, kemik iliğinin yetersiz üretimine bağlı ise kemik iliğinde trombosit yapımını uyaran ilaçlar ve kök hücre nakli ile, lösemiye bağlı ise hangi lösemi olduğuna göre uygun kemoterapi ve akıllı ilaçlar ile, romatizmal bir nedene bağlı ise uygun anti-romatizmal ilaç kullanımı ile, parçalanmaya bağlı ise kortizon başta olmak üzere parçalanmayı önleyecek ilaçların kullanılması ile tedavi edilebilir.Burada ana başlıklar halinde verilen tedavi şekillerini altta yatan hastalık kesinleştikten sonra hastalığa göre konunun uzmanı doktor ve sağlık ekibiyle detaylı olarak konuşmak daha uygun olur.Trombosit testi hakkında sık sorulan sorular Platelet nedir?Platelet ya da bilinen adı ile trombositler, megakaryosit sitoplazma parçalarından oluşan, kemik iliğinden kana salınarak kanın pıhtılaşmasına yardımcı olan, küçük, renksiz, disk benzeri kan hücreleridir. Trombositler, diğer trombositlere ve hasarlı epitelyuma yapışarak kanda pıhtılaşma sağlarlar. Trombosit bağışı yapılır mı? Nasıl trombosit verilir?Trombosit bağışı yapılabilen yaş aralığı 18-60'tır. Trombosit bağışı 1.5 saat civarında sürmektedir. Trombosit verecek kişinin trombosit sayısının 150 binin üzerinde, 50 kilodasn fazla ağırlığı olmasıdır. Trombosit veren kişi işlemden 48 saat önce aspirin ve buna benzer kan sulandırcıları kullanmaması gerekir. Önce tam kan bağışı yapılır bu işlemden en az 4 hafta sonra da trombosit aferez yapılır.Trombositopeni (PLT düşüklüğü) nedir? Trombositopeni yani PLT düşüklüğü, kandaki trombosit sayısının mikrolitede 150 binden az olmasıdır. Kanser ve enfeksiyon gibi ciddi bir hastalığın bulunabileceğine işaret eder ve pıhtılaşma sorunu yaşanacağı için vücutta kanamanın durmasını zorlaştırır.Trombositoz nedir?Kandaki trombosit sayısının 450 bin/mm3’den fazla olması durumuna “Trombositoz” denir. Trombosit yüksekliğini anlatmak için “Trombositoz” terimi kullanılmaktadır.Trombosit düşüklüğünün bitkisel tedavisi var mıdır?Yemek olarak tüketilen yiyeceklerle trombosit düşüklüğü oluşması arasında herhangi bir ilişki olup olmadığını kanıtlayan net bir bilimsel veri bulunmamaktadır. Sadece bağışıklık sisteminin anormal çalışarak trombositlerin parçalanmasına neden olduğu “İmmün trombositopeni” hastalığında beslenme alışkanlığının trombosit düşüklüğü yapabileceğine dair bazı bulgular saptanmıştır.Pekmez tüketimi trombosit değerlerini etkiler mi?Günümüzde, pekmez tüketiminin trombosit değerlerini etkilediğine dair bilimsel bir veri bulunmamaktadır.Trombosit yüksekliği kanser belirtisi midir?Akut lösemi olarak bilinen hızlı başlangıçlı kan ve kemik iliği kanserlerinde trombosit yüksekliği değil tam tersine trombosit düşüklüğü görülür. Kronik lösemi olarak bilinen yavaş seyirli lösemilerde (kronik myeloid lösemi) ve  myeloproliferatif hastalık şeklinde adlandırılan lösemi dışı kontrolsüz kemik iliği üretimi ile giden bazı hastalıklarda trombosit yüksekliği olabilir. Organ kanserlerinde (akciğer, karaciğer, mide vb) de trombosit yüksekliği olabilir.Trombosit düşüklüğü kanser belirtisi midir?Kemik iliğine de yayılmış her türlü kanser veya direk olarak kemik iliğini tutan ilik ya da kan kanserleri trombosit düşüklüğüne neden olabilir. Kansere bağlı trombosit düşüklüğü kanserin kemik iliğine yayılımına bağlı ise birlikte kan değerini gösteren hemoglobin düzeyi ve lökosit denilen beyaz kan hücrelerin sayısı da düşük çıkar. Nadir olarak kanserin kendisi anormal bağışıklığı tetikleyip trombositlerin parçalayarak da tek başına trombosit düşüklüğüne neden olabilir.Hamilelikte trombosit yüksekliği veya düşüklüğü olur mu? Hamilelikte en sık “gebelik ilişkili trombositopeni” olarak tanımlanan trombosit düşüklüğü görülebilir. Genelde hamileliğin 3-6. Ayında ortaya çıkar ve herhangi bir tedavi gerektirmeden hafif düzeylerde seyreder. Doğum için trombosit değerinin >50 bin/mm3, sezeryan için >50 bin/mm3 olması yeterlidir. Doğum öncesi bu değerlerin altında olan hastalarda tedavi gerekebilir. Gebelik ilişkili trombosit düşüklüğü Kadın Doğum ve Hematoloji doktorları tarafından birlikte değerlendirilmelidir.Dalak ameliyatı sonrası trombosit değerleri değişir mi?Dalak ameliyatı sonrası trombosit değerleri artabilir. Bu süre bazen birkaç hafta bazen aylarca olabilir.Hemoroid trombosit değerlerini etkiler mi?Hemoroitin trombosit değerlerini etkilediğine yönelik bilimsel bir veri bulunmamaktadır.Trombosit süspansiyonu nedir?Trombosit süspansiyonu trombositopenili veya trombosit disfonksiyonu olan hastalarda hem kanamayı önlemek hem de aktif kanamanın sonlandırılması amacıyla verilen kan komponentidir. Aferez ve random trombosit süspansiyonu olmak üzere 2 çeşidi vardır. Random trombosit süspansiyonu hastadan alınan kanın santrifüj yöntemiyle bileşenlerine ayrılarak hazırlanması ile oluşur. Aferez trombosit süspansiyonu ise aferez cihazı adı verilen diyaliz cihazına benzeyen cihazlar yardımı ile toplanır.Trombosit agregasyonu nedir?Trombositlerin kanamayı durdurmak ve pıhtılaşmayı sağlamak için birbirleri üzerine kümelenmesi durumudur.Trombosit iğnesi nedir?Trombosit iğnesi tanımı genelde trombosit değerlerini yükseltmek için verilen ve kemik iliğinde trombositlerin ana hücresi olan megakaryositleri uyarmak için yapılan romiplostim tedavisi için kullanılır.
5,764
134
Tanı ve Testler
TSH (Tiroid Uyarıcı Hormon)
Tiroid uyarıcı hormon (TSH), hipofiz bezinin ön lobundan salgılanan ve tiroid bezini uyaran hormondur. TSH testi tiroid bezinin vücutta ne kadar iyi çalışıp çalışmadığını anlamak için kandaki tiroid uyarıcı hormon (TSH) miktarını ölçer. TSH seviyesinin düşük olması genellikle tiroidin çok fazla tiroid hormonu üretildiğini (hipertiroidizm) gösterir ve TSH ölçüm değerinin normalden az olması anlamına gelir. Olası nedenleri graves hastalığı ve tiroid nodülleri de dahil olmak üzere çeşitli faktörlerdir. TSH yüksekliği, tiroid bezinin yeterli tiroid hormonu üretemediği hipotiroidizmi yani tiroid bezinin az çalıştığını gösterir. Hashimoto hastalığı gibi nedenlerle kandaki tiroid hormonu seviyesi düşük olduğunda hipofiz bezi tiroide daha fazla çalışması gerektiğini söyleyen sinyallergönderir ve TSH üretimi artar.Tiroid uyarıcı hormon (TSH), hipofiz bezinin ön lobundan salgılanan ve tiroid bezini uyaran hormondur. TSH testi tiroid bezinin vücutta ne kadar iyi çalışıp çalışmadığını anlamak için kandaki tiroid uyarıcı hormon (TSH) miktarını ölçer. TSH seviyesinin düşük olması genellikle tiroidin çok fazla tiroid hormonu üretildiğini (hipertiroidizm) gösterir ve TSH ölçüm değerinin normalden az olması anlamına gelir. Olası nedenleri graves hastalığı ve tiroid nodülleri de dahil olmak üzere çeşitli faktörlerdir. TSH yüksekliği, tiroid bezinin yeterli tiroid hormonu üretemediği hipotiroidizmi yani tiroid bezinin az çalıştığını gösterir. Hashimoto hastalığı gibi nedenlerle kandaki tiroid hormonu seviyesi düşük olduğunda hipofiz bezi tiroide daha fazla çalışması gerektiğini söyleyen sinyallergönderir ve TSH üretimi artar.Tiroid Uyarıcı Hormon (TSH) Nedir?Tiroit Stimulating Hormone ifadelerinin kısaltması olan ve tiroid uyarıcı hormon anlamına gelen TSH, hipofiz bezinin ön lobundan salgılanan, tiroidi tiroksin (T4) ve triiyodotironin (T3) üretmesi için uyaran üç ön hipofiz hormonundan biridir. T3 ve T4 vücudun metabolik hızını, diğer bir deyişle tüketilen yiyecekleri enerjiye dönüştürüp kullandığı hızı korumak için gereklidir. Aynı zamanda kalp ve sinir fonksiyonlarını, beyin gelişimi, kas kontrolü ve kemik sağlığı için de bu hormonlardan yararlanılır.TSH Testi Nedir?TSH testi, kanda ne kadar tiroid hormonunun yer aldığını, tiroidini iyi çalışıp çalışmadığı ortaya çıkaran kan testidir. Bu test sayesinde kanda hipertiroidizm (çok fazla tiroid hormonu) veya hipotiroidizm (çok az tiroid hormonu) ortaya çıkarılır. Fakat TSH testi tiroid probleminin ne faktörle ortaya çıktığını belirleyemez.  TSH Kaç Olmalı?Yaşa göre farklılık görülse de normal TSH seviyeleri her 1 litre için 0,4 – 5,0 mililitre arasında olmaktadır. Tiroit bozukluğu için görülen tedavi sürecinde ise normal aralık 1 litre için 0.5 ila 3.0 mililitre olarak kabul edilir. Sağlıklı bireyler için normal TSH değer aralıkları şöyle sıralanır:TSH'nin normal değer aralıkları testin yapıldığı laboratuvarlara göre farklılık gösterebilir.TSH Yüksekliği Nedir?TSH yüksekliği, tiroid bezi yeterli miktarda hormon üretemediği hipotiroidizmi gösterir. Hipofiz bezi yeterli tiroid hormonuna(T3 ve T4) sahip olabilmek için tiroid bezini daha fazla çalıştırır ve bu da tiroid uyarıcı hormonun (TSH) yükselmesine neden olur. Dünyada ve ülkemizde tarama testi olarak kullanılan TSH testi 3.90’dan fazla ise tiroit bezinde bir problem olduğu anlamına gelmektedir. Testin sonucunda çıkan yüksek değerler tiroit bezinin az çalıştığını, hipofiz bezi tümörlerini ya da tiroit tedavi süreci devam eden hastalarda ilaçların alımıyla ilgili sorun yaşadığını göstermektedir. TSH yüksekliği bir otoimmün hastalığının sonucunda ya da beslenme yoluyla çok fazla tuz alınması neticesinde de ortaya çıkabilir.TSH Yüksekliği Neden Olur?Tiroid bezi T3 ve T4 hormonlarını üretmemesi durumunda TSH yüksekliği ortaya çıkar. Bunun yanında yaşlanmayla beraber hiportiroidizm sıklığı arttığından TSH yüksekliği yaşanabilir. TSH yüksekliğinin diğer nedenleri şöyle sıralanır:TSH Yüksekliği Belirtileri Nelerdir?TSH yüksekliği, unutkanlığa, halsizliğe, depresyona sebep olarak cilt kuruluğu, kolay üşümeye gibi belirtiler ortaya çıkarabilir. Bunların yanında kilo alma ve verememe, göz çevresinde şişlik, kısırlık ve adet düzensizliği yaratabilir. TSH yüksekliği nedenleri şöyle sıralanır:TSH Düşüklüğü Nedir?TSH düşüküğü, tiroid bezinin fazla çalıştığını yani hipertiroidizm olarak bilinen tiroid bezinin aşırı tiroid hormonu ürettiği anlamına gelir. Bu durumun genellikle nedeni tiroit ilacını fazla miktarda alınması(tiroit bezi az çalışan kişilerin), hipofiz bezinde TSH yapımını engelleyen bir durum olduğunu ya da hastanın hamile olabileceğini gösterir.TSH Düşüklüğü Neden Olur?TSH düşüklüğü durumunda tiroid bezi aşırı tiroid hormonu ürettiğinden meydana gelir. Bu duruma hipertiroidizm veya aşırı aktif tiroid adı da verilir. Graves hastalığı ve tiroid nodülleri de dahil olmak üzere çeşitli durumlar hipertiroidizme yol açabilir. TSH düşüklüğü nedenleri şöyle sıralanır:TSH Düşüklüğü Belirtileri Nelerdir?TSH düşüklüğünde çabuk yorulma, halsizlik hissi, depresyon, mutsuzluk, el ve ayaklarda ödem, sesin kısılması, iştah azalması ve kabızlık gibi şikayet ve belirtilere sebep olabilir. Düşük TSH değerleri aynı zamanda hipertiroidizmin bir belirtisidir. TSH düşüklüğü belirtileri şöyle sıralanır:TSH Testi Hangi Hastalıkların Tanısında Yapılır?TSH Testi Nasıl Yapılır?TSH testi için genellikle dirseğin iç kısmındaki damardan kan alınır. Tiroit hormonları gün içinde değişebileceği için sabah erken saatlerde yaptırılabilir. TSH testi açlık gerektirmemektedir.TSH Testi Hakkında Sık Sorulan SorularTSH yüksekliği nasıl düşürülür?TSH yüksekliğinin düşmesi için kişiye uygun bir ilaç tedavisine başlanması gerekebilir. Aynı zamanda yeterli miktarda iyot alımı ve guatrojenik gıdaların kısıtlanmasına yönelik bir beslenme şeklinin uygulanması da etkili olur.TSH Yüksekliğinde Tedavi Nasıldır?Hipotiroidizm (tiroit bezinin az çalışmasına sebep olarak tiroid hormonlarının az salgılanması) nedeniyle artan TSH seviyelerini düşürmek için ilaç tedavisi tercih edilir.TSH Yüksekliği Ve Tiroid Yetmezliği Arasındaki İlişki Nasıldır?Tiroid bezi az miktarda hormon salgılama yaptığı durumda hipofiz bezi TSH salınımını artırabilir. Bu yüzden tiroid bezi yetmezliğinde yani hipotiroidi, TSH hormon düzeyi fazla, tiroid bezi tarafından salgılanan T3 ve T4 hormon düzeyi düşük olmaktadır.TSH Düşüklüğü İle Seyreden Hastalıklarda Tedavi Nasıldır? Tiroit bezi, büyüdüğü durumlarda yemek, soluk borusu ve ses tellerine baskı yapabilmektedir. Bu sebeple cerrahi müdahale gerekebilir. Buna ek olarak anti tiroit ilaçlar ve radyoaktif iyot tedavisi  temel tedavi yöntemleri arasında yer almaktadır.Tiroit Tedavi Edilmezse Ne Olur?Hipertiroidi yani tirod yetmezliği tedavi edilmediği durumlarda kişide kilo kaybı görülebilir. Tedavi edilmezse kalpte ritim bozukluğu, kalp yetmezliği sebep olarak tiroid krizi, ani ölüme sebep olabilir.Tiroide Karşı Sağlığınızı Korumak İçin ÖnerilerVücudun iyot ihtiyacını karşılayabilmesi için en etkili yol,  deniz ürünleri, süt ve süt ürünleri, yeşil sebzeler ve kaya tuzu tüketmek olacaktır. Fakat bu besinlerde aşırıya kaçmamak önemli olmaktadır çünkü iyotun fazlası vücuda zarar verebilir. Tiroide karşı sağlığınızı korumak için destekleyen vitaminler arasında A, E, D ve K2 yer almaktadır. Tiroid açısından bu vitaminler önemli bir yere sahiptir.
2,837
135
Tanı ve Testler
Ultrason
Ultrason, vücut içerisindeki yapıları yüksek yoğunluklu ses dalgalarından yararlanılarak görüntülenmesidir. İnvaziv olmayan şekilde uygulanana bu yöntem sayesinde birçok hastalığın tespiti yapılabilir. Doktorlar, özellikle hamilelik sırasında anne adayının rahatsızlıklarını teşhis etmek ve bebeği görüntülemek için ultrasondan yararlanabilir. Ultrasonografi olarak da adlandırılan ultrason, vücudun dışından bir cihaz kullanılarak bakılmasını içeren bir yapıdadır.Ultrason, vücut içerisindeki yapıları yüksek yoğunluklu ses dalgalarından yararlanılarak görüntülenmesidir. İnvaziv olmayan şekilde uygulanana bu yöntem sayesinde birçok hastalığın tespiti yapılabilir. Doktorlar, özellikle hamilelik sırasında anne adayının rahatsızlıklarını teşhis etmek ve bebeği görüntülemek için ultrasondan yararlanabilir. Ultrasonografi olarak da adlandırılan ultrason, vücudun dışından bir cihaz kullanılarak bakılmasını içeren bir yapıdadır.Ultrason Nedir?Ultrason, yüksek frekanslı ses dalgalarının kullanıldığı bir görüntüleme yöntemidir. Bilinen hiçbir yan etkisi olmadığı için özellikle hamilelik sırasında en çok tercih edilen görüntüleme yöntemidir. Ses dalgalarının kullanılmasıyla yapılan ultrasonda iç organların ve dokuların durumu hakkında bilgi edinilebilir. Bu yöntem, vücuda kesi atılmadan ya da zarar vermeden yapılan, yüksek frekanslı ses dalgalarının vücut dokularından yansımasıyla görüntüler oluşturmasıyla gerçekleşen bir yapıdadır.Ultrason sayesinde organlarda oluşan hastalıklar, hamilelik takibi, damar tıkanıklıkları ve kas-iskelet sistemi sorunları gibi birçok kullanılır. Aynı zamanda kanser taramaları ya da kalp hastalıkları gibi durumların da erken teşhisinde büyük önem taşır. İşlemin uygulanması esnasında hastanın kontrol edilecek bölgesine jel sürülür, bu da ses dalgalarının düzgün iletilmesinde etkili olur. Anında sonuçların elde edilebileceği bir yöntem olan ultrason sayesinde doktor, teşhis koyabilir ve tedavi sürecine buna bağlı olarak yön verebilir.Ultrason Ne İçin Kullanılır?Ultrason, kişinin hastalığının tanı ve takibinde yararlanılarak iç organların yapısını ve işlevlerini değerlendirmek için kullanılır. Bunların yanında normallikleri tespit etmek ve tedavi sürecini izlemek için de ultrasondan yararlanılır. Gebelik takibinin yapılmasının yanında kalp hastalıklarının teşhisi ve damar tıkanıklıklarının belirlenmesinde de etkilidir.Ultrason, radyasyon içermemesi ve hızlı sonuç vermesi nedeniyle oldukça yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir.Ultrason Çeşitleri Nelerdir?Ultrason vücudun birçok bölgesinde görüntüleme amaçlı kullanılabilmektedir. Bu nedenle farklı amaçlar için yararlanılan ultrason, hem tanı koymada hem de tedavi sürecinin takip edilmesi açısından önemlidir. Farklı ultrason türleri sayesinde kişinin spesifik ihtiyaçlarına göre her biri farklı organ ve dokulara odaklanır. Her bir ultrason türü, farklı teknolojik özellikler sayesinde belirlenen bir bölgeyi detaylı şekilde incelemeye olanak tanır.Tüm batın ultrasonu(Abdominal ultrason)Karaciğer, safra kesesi, safra kanalları, dalak, pankreas, böbrekler ve mesane dahil olmak üzere iç organları incelemek için kullanılır.Obstetrik ultrasonHamileliğin ilk anından itibaren yapılmaya başlanan ultrasonografi incelemeleridir. Hamileliğin belirli aylarında yapılan ultrason kontrolleriyle;Pelvik ultrasonGebelik sürecinde embriyo ve fetusun sağlığını izlemek için en sık kullanılan görüntüleme yöntemidir. Pelvik ultrason sadece gebelik dönemindeki kontrollerde kullanılmaz. Bunun yanında; rahim, yumurtalıklar, mesane ve prostat bezini incelemek için de kullanılır. Pelvik ultrason karından yapılabildiği gibi kadınlarda vajinadan, erkeklerde rektal olarak da yapılabilmektedir. Renkli doppler ultrasonRenkli doppler ultrason ile kan akışını ölçmek ve görselleştirmek için doppler ve renkli doppler ultrasonu kullanılabilir. Ayrıca kan akışının hızını ve hareket yönünü de ölçülebilir. Bu, renkli Doppler görüntüleme adı verilen renk kodlu haritalar kullanılarak yapılır. Karotis arterlerin içindeki plak birikiminin beyne kan akışını engelleyip engellemediğini belirlemek için de yaygın olarak kullanılan renkli doppler ultrason riskli gebeliklerde bebeğin gelişim geriliği riskinin bulunduğu durumlarda kullanılabilir.Ekokardiyografi- Eko (EKG)Kalp ultrasonu olarak da bilinir. Doppler ultrasonunun bir örneğidir. Ses dalgaları yoluyla Kardiyovasküler sistem görüntüleri oluşturmak ve belirli noktalarda kan akışını ve kardiyak doku hareketini ölçmek için kullanılabilir.Transvajinal ultrasonKadın üreme organının incelenmesinde pelvik ultrasondan daha detaylı bilgiler verebilir. Ultrasonun probu vajinaya yerleştirilerek görüntü alınır. Transvajinal ultrason çekimlerinde mesanenin boş olması gerekir. Transvajinal tarama erken hamilelik sırasında daha net bir görüntü sağlayabilir ve obezitesi varsa daha iyi bir seçenek olabilir .Transrektal ultrasonProstat bezinde ultrason yapmak için kullanılır. Ses dalgalarının prostata gidebilmesi için ultrasonun probu rektuma yerleştirilir.  Bu ultrasonda hasta genellikle sol tarafında uzanır ve dizler göğse doğru bükülür.Meme ultrasonuMeme ultrasonu memenin incelenmesinde en sık başvurulan yöntemlerden biridir.40 yaş üzeri kadınlarda mamografik incelemeye ek olarak yapılması tanısal doğruluğu artırır.Karaciğer ultrasonuKaraciğerin boyutunu, şeklini ve işlevini belirler ve tümörleri tespit etmek için kullanılabilir.Böbrek ultrasonuBöbreklerin boyutunu, şeklini ve işlevini belirler ve böbrek taşlarının, kistlerin ve tümörlerin saptanmasında yararlı olabilir.Tiroid ultrasonuTroid fonksiyon bozukluğuna sebep olabilen hastalıklar, nodüller ve kistleri kontrol eder.3D ultrasonUltrason görüntüsüne başka bir boyut ekleyerek geleneksel ultrason ile yapılan düz iki boyutlu görüntüler yerine üç boyutlu yorumlar oluşturur.4D ultrason3D görüntüleri hareket halinde gösterir.Ultrason, endoskopik ultrason (EUS) gibi farklı görüntüleme yöntemleri ile birlikte de kullanabilir.Ultrason Hangi Hastalıklarda Kullanılır?Ultrason en çok hamilelik sürecinde rahim ve yumurtalıkları durumu ile gelişmekte olan bebeğin görüntülenmesinde kullanılmaktadır. Anne karnındaki bebeğin beyin, kalça ve omurga gelişimi ultrason yardımıyla takip edilebilir.Ultrason hamilelik sürecinin haricinde şu alanlarda kullanılabilir;Ultrason Nasıl Uygulanır?Ultrason, invaziv olmayan, hızlı ve kolay bir şekilde uygulanan görüntüleme yöntemidir. İşlemin öncesinde kişinin rahat bir pozisyonda uzanması beklenir. Görüntülemenin yapılacağı bölgeye su bazlı bir jel sürülerek ses dalgalarının iletimi kolaylaştırılır. Radyoloji uzmanı, cilt üzerinde gezdirerek cihazı gezdirerek ekrandaki görüntüleri takip eder ve gerekli gördüğü detayları kaydeder. İşlem tamamlandıktan sonra ise jel kolayca temizlenir ve hasta günlük yaşamına devam eder.Ultrasonun uygulanma süreci şöyle sıralanabilir:Ultrason İle İlgili Sık Sorulan SorularUltrasonun zararı var mıdır?Ultrasonun bilinen bir yan etkisi yoktur. Röntgen ve tomografi görüntüleme için iyonlaştırıcı radyasyon, Manyetik Rezonans (MR) ise mıknatısın kullanıldığı manyetik alanı kullanmaktadır. Ultrason ise radyasyon ve mıknatıs yerine yüksek frekanslı ses dalgası kullanmaktadır. Güvenilir bir yöntem olmasından dolayı özellikle gebelik takibinde en çok tercih edilen görüntüleme yöntemidir.Ancak yine de anne karnındaki bebeğin görüntülenmesinde tıbbı bir gerekçe olmadan kullanılması tavsiye edilmemektedir.Ultrasona öncesi nelere dikkat etmek gerekir?Ultrason ne kadar sürer?Ultrason görüntülemesi genellikle 30-60 dakika arasında sürmektedir. Ultrasondan hemen sonra normal aktivitelere dönülmektedir.Ultrason sonuçları ne zaman alınır?Ultrason sonuçları genellikle aynı gün veya bir gün sonra hazır olmaktadır. Ultrason görüntülemesi ile elde edilen görüntülen uzman radyolog tarafından analiz edilip değerlendirildikten sonra bir rapor hazırlanır.
2,798
136
Tanı ve Testler
Uyku Apnesi Testi
Kaliteli ve yeterli olmayan uyku süresi kişinin bağışıklık sistemini zayıflatır ve enfeksiyonlara açık hale getirir. Bunun sonucunda kişi sık hastalanabilir. Burada devreye uyku apnesi testi girer. Yapılacak tetkikler ve uygulanacak Uyku Apnesi Testi ile kişinin uyku sorununun temelinde yatan sebepler belirlenir.Kaliteli ve yeterli olmayan uyku süresi kişinin bağışıklık sistemini zayıflatır ve enfeksiyonlara açık hale getirir. Bunun sonucunda kişi sık hastalanabilir. Burada devreye uyku apnesi testi girer. Yapılacak tetkikler ve uygulanacak Uyku Apnesi Testi ile kişinin uyku sorununun temelinde yatan sebepler belirlenir.Uykuda nefes durması ile kendini gösteren uyku apne sendromu tedavi edilmezse, kalitesiz uyku nedeniyle gün içinde trafik ve iş kazaları yaşanabilir ya da daha uzun vadeli olarak kalp ve beyin gibi organlar da dahil olacak şekilde ciddi hastalıklar ortaya çıkabilir. Memorial Bahçelievler Hastanesi Uyku Bozuklukları Merkezi’nden Göğüs Hastalıkları Uzmanları, uyku apne testi hakkında bilgi verdi.Uyku apne testi nedir?Uyku apne testi, uyku hastalıklarının tanısının konulmasını sağlayan çok önemli bir testtir ve polisomnografi olarak adlandırılır. Polisomnografi(uyku testi) ile hastaya ilk gece tanı konulur. Hastanede, uyku testi için özel düzenlenmiş odalarda yapılan bu test ile başta uyku apnesi sendromu olmak üzere birçok uyku hastalığına tanı koyabilmek ve tedavi edebilmek mümkündür. İlk gece testinin sonucuna göre ihtiyaç varsa ikinci gece de solunum cihazı ayarı yapılmak ve cihaz kullanmak üzere hasta ikinci kez yatırılır.Uyku apne testi nasıl yapılır?Uyku Bozuklukları Merkezi’nde hasta ile ilk görüşmede, şikayetleri dinlenir, gündüz uykululuk miktarı bazı ölçekler yardımıyla değerlendirilir. Ayrıca kilo, boy, bel, boyun çevresi gibi ölçümleri hastanın risk durumunu belirlemek için alınır. Sonrasında hastaya kendisinin de uygun olacağı bir geceyi hastanede Uyku Bozuklukları Merkezi’nde geçirmek üzere randevu verilir. Bu ilk gece uyku testi veya polisomnografi gecesi olarak anılır. Randevu verilen akşam 20:00-21:00 gibi hastanın hastanede olması ve kayıt işlemleri sonrası odasına geçmesi istenir.Uyku odasına geçen hasta uyurken rahat edeceği kıyafetlerini giymesi sonrası, uyku teknisyeni tarafından başına, gövde, el ve bacağına bazı kablolar (elektrotlar) bağlanarak uyku testi için hazırlanır. Hasta, bu şekilde uyumaya başlar, yan odasında uyku teknisyeni tarafından uykusu bilgisayar ekranından bağlanan elektrotlar yoluyla takip edilir. Elektrotlarla ilgili bir sorun olursa teknisyen hastanın odasına girip gerekli düzeltmeleri yapabilir. Sabah 06:00-07:00 civarında uyku testi tamamlanır, hastanın elektrotları çözülür ve hastaneden ayrılır.Gece boyu yapılan çekim uyku ekibi tarafından skorlanır ve bir rapor hazırlanır. Bu uyku testi sonucunu almak üzere hasta 1-2 gün sonra Uyku Bozuklukları Merkezi’ne davet edilir. Uyku testi sonucunda uykuda solunum bozukluğu tespit edilirse hastaya tedavi önerilerinde bulunulur.Hafif olgularda kilo verme, uykuda pozisyon desteği, ağız içi aparat kullanımı yardımcı olabilirken, daha ağır olgularda CPAP cihazı (solunum cihazı) kullanılması önerilir. CPAP cihazı bir maske yardımıyla burun veya hem ağız hem burun yoluyla basınçlı hava vererek hastanın uykusu sırasında nefes kesilmesi olmasını ve horlamasını engeller. Bu şekilde hastalık düzeltildiğinden şikayetlerde de belirgin azalma olur. Hastanın CPAP cihaz ayarlarının yapılabilmesi için ikinci bir gece daha hastanede yatması ve uyku sırasında cihaz ayarlarının yapılarak solunum bozukluğunun düzelip düzelmediğinin görülmesi gerekir.Aralıklı görüşmelerle, uykuda solunum bozukluğu saptanan hastalar Uyku Bozuklukları Merkezi’nde takip edilir.Uyku apne testi hangi hastalıklarda kullanılır?Uyku apne testi ile başta uyku apne sendromu olmak üzere uykuda solunum bozukluğu ile ilgili birçok probleme tanı koyabilmek ve tedaviyi gerçekleştirmek mümkündür.Uyku apne testinin avantajları nelerdir? Uyku apnesi kişinin günlük yaşamını olumsuz etkileyebileceği ve çeşitli hastalıklara yol açabileceği için uyku apne testi erken tanı avantajı sağlayabilmektedir. Hastanede, uyku testi için özel düzenlenmiş odalarda yapılan bu test son derece pratik şekilde uygulanabilmektedir.Eğer yeterli ve kaliteli uyku uyumazsak bağışıklık sistemimiz zayıflar ve bizi enfeksiyonlara açık hale getirebilir, böylece sık sık hastalanabiliriz. Bunun yanı sıra uykuda nefes durmaları ile karakterize bir hastalık olan uyku apne sendromu varsa ve tanı konup, tedavisi başlanmazsa bu da gündüz aşırı uykululuk nedeniyle trafik ve iş kazalarına, kontrolünde zorluk çekilen yüksek tansiyon ve ritim bozukluğu başta olmak üzere pek çok önemli hastalığa neden olabilir. Tüm bu nedenler dolayısıyla kaliteli uyku uyumak önemlidir. Eğer uyku apne sendromu ile ilişkili olabilecek horlama, uykuda solunum durması, gündüz aşırı uyku hali yaşıyorsanız bir uzmana danışmanız gerekmektedir.Memorial Bahçelievler Hastanesi’nde “Uyku Bozuklukları Merkezi”, Göğüs Hastalıkları Bölümü’nün yönetiminde çalışmaktadır. Ancak hastaların durumuna göre Nöroloji, Psikiyatri, Kulak Burun Boğaz, Kardiyoloji, Endokrinoloji, Dahiliye birimleri ile de multidisipliner çalışmalar yapmak gerekebilmektedir.Uyku Apnesi Testi ile ilgili sıkça sorulan sorularUyku apne testi nerede yapılır?Horlama, tanıklı apne, gündüz aşırı uyku hali olan hastalar direk kendileri Göğüs Hastalıkları Uyku Bozuklukları Merkezi’ne veya ikincil hastalığının takibinde ve tedavisinde güçlük yaşanan hastalarda ilgili branş hekimi tarafından yönlendirilerek yine Göğüs Hastalıkları Uyku Bozuklukları Merkezi’ne başvurabilirler.Uyku bozuklukları testi kaç saat sürer?Uyku bozuklukları testi, hastanın 1 gece “Uyku Bozuklukları Merkezi”nde kalmasını gerektirmektedir. Bu yatış uyku sorunlarının tespiti ve derecesi için gereklidir. Bu işlemler sonrasında çıkan skorlama raporunda hastaya ne tür bir tedavi uygulanacağına bağlı olarak ise bazen hastanın 1 gece daha Uyku Bozuklukları Merkezinde uyuması gerekebilmektedir.Uyku bozuklukları belirtileri nelerdir?Horlama, tanıklı apne (şahitli solunum durması), uykudan boğularak uyanma, sabah yorgun ve dinlenmemiş uyanma, gündüz aşırı uyku hali olması uyku bozuklukları ve uyku apne sendromu olan bireylerin yaşayabileceği şikayetler olarak sayılabilir. Bunun dışında dirençli yüksek tansiyon, ritim bozuklukları ve inme gibi hastalıkları olan bireylerde de uyku apne sendromu görülme ihtimali artmaktadır. Bahsi geçen hastalıkları olan bireylerin takip eden hekimleri, gerekli gördüğünde uyku testi için hastayı yönlendirebilir.İnsan kaç saat uykuya ihtiyaç duyar?Erişkin bir insanın ortalama 7-8 saat uykuya ihtiyacı vardır. Bu ortalama kişiden kişiye değişiklik gösterebilir. Günlük işleyişi sağlayabilmek için günde 10 saat uyuma ihtiyacı olan insanlar olduğu gibi, 5-6 saat uyku ile çok rahat eden bireyler de vardır.Uyku vücudumuzun dinlenerek ve yeni güne hazırlanarak geçirdiği bir toparlanma sürecidir. Uykunun insanlar için sayısız faydaları bulunmaktadır. Güne daha dinç ve enerjik uyanmanın yanı sıra, gün içinde öğrendiğimiz bilgilerin uzun dönem hafızamıza yerleştirilmesi işi de uyku sırasında olur. Bu nedenle özellikle çocukluk döneminde uyku çok önemlidir. Yeni doğan bir bebeğin sağlıklı gelişimi için günün büyük bölümünü uykuda geçirmesi gerektiği bilinmektedir. Her uyku evresi sonrası enerjisini toplar ve sonra yorulup tekrar uyur. Uyku ihtiyacı yaş aldıkça azalır. Çocukların gündüz uyku ihtiyacı azaldıktan sonra gece uyku ihtiyaçları da büyüdükçe azalır.Kalitesiz uyku nelere sebep olur?Kalitesiz uyku; gün içinde yorgunluk, konsantrasyon eksikliği, iş ve okul başarısında azalma ve zaman zaman da kazalara neden olabilir. Daha ciddi bir tablo olan uyku apne sendromu da eşlik ediyorsa kalp krizi, inme, aritmi, dirençli yüksek tansiyon gibi daha ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir.  Kalitesiz uyku nasıl anlaşılır?Kalitesiz veya dinlendirici olmayan uyku dendiğinde birkaç şey anlayabiliriz. Uyku süre olarak yetersiz olabilir. Bunun için çok geç yatmamalı, yatmaya yakın zamanda alkol, çay, kahve tüketmemeliyiz. Çay, kahve uyarıcı olduğundan uykuyu geciktirir, alkol ise uykuyu başlatmayı kolaylaştırdığı halde, uykunun yapısını bozarak dinlendirici olmasını engeller. Bunun dışında yatakta yeterince uzun zaman geçirmeye rağmen uykuyu başlatamama veya gece çok sık uyanma da uykuyu kalitesiz hale getirir. Ayrıca birey uyandığını fark etmese bile uykuyu derinleştirememe ve sık uyanma nedeniyle yeterince dinlendirici bir uyku uyuyamayabilir. Yine buna ek olarak uykuda sık tekrarlayan solunum durması veya yüzeyelleşmesi de uykunun derinleşmesini ve dinlendirici olmasını engeller.Uyku kalitesini yükseltmek için neler yapılabilir?Bunların dışında horlama, tanıklı apne, gündüz aşırı uyku hali, sabah dinlenmemiş uyanma gibi şikayetler varsa uyku apne sendromu açısından değerlendirilmek üzere uyku apne polikliniklerine başvurulması tanı konulması ve tedavinin başlanması açısından yararlı olacaktır.
3,427
137
Tanı ve Testler
Üre (BUN Testi)
Üre, karaciğerin proteinin sindirimi sürecinde ürettiği, kanda taşınan ve böbreklerin süzerek kandan çıkardığı bir atık ürünüdür. Üre, vücudun doğal yapısının bir parçası olarak oluşan bir atıktır. Bu atık ürününün kandaki miktarı BUN testi ile ölçülür. Blood urea nitrogen ifadelerinin kısaltması olan ve Kan Üre Azotu olarak kan testlerine yansıyan BUN, böbreklerin düzgün çalışıp çalışmadığını anlamak için kanda bulunan üre azotu miktarının ölçüldüğü kan testidir. Üre düşüklüğü, protein açısından zayıf ve yetersiz beslenme, çok fazla su tüketimi, gebelik ya da ciddi karaciğer hasarı gibi nedenlerle kandaki üre miktarının normal değerden düşük olmasıdır. Üre yüksekliği, kandaki üre miktarının normal değerlerin üzerinde olmasıdır ve genellikle vücutta sıvı kaybı, sindirim sisteminde kanama, böbrek rahatsızlıkları, protein ağırlıklı beslenme, kalp sorunları bulunabileceği anlamına gelir.Üre, karaciğerin proteinin sindirimi sürecinde ürettiği, kanda taşınan ve böbreklerin süzerek kandan çıkardığı bir atık ürünüdür. Üre, vücudun doğal yapısının bir parçası olarak oluşan bir atıktır. Bu atık ürününün kandaki miktarı BUN testi ile ölçülür. Blood urea nitrogen ifadelerinin kısaltması olan ve Kan Üre Azotu olarak kan testlerine yansıyan BUN, böbreklerin düzgün çalışıp çalışmadığını anlamak için kanda bulunan üre azotu miktarının ölçüldüğü kan testidir. Üre düşüklüğü, protein açısından zayıf ve yetersiz beslenme, çok fazla su tüketimi, gebelik ya da ciddi karaciğer hasarı gibi nedenlerle kandaki üre miktarının normal değerden düşük olmasıdır. Üre yüksekliği, kandaki üre miktarının normal değerlerin üzerinde olmasıdır ve genellikle vücutta sıvı kaybı, sindirim sisteminde kanama, böbrek rahatsızlıkları, protein ağırlıklı beslenme, kalp sorunları bulunabileceği anlamına gelir.Üre (Bun) Nedir?Üre, protein metabolizması tarafından üretilen ve memelilerin idrarında bol miktarda bulunan ve doğal olarak oluşan bir moleküldür. Üre sindirim sistemindeki yolculuğunda karaciğerden kan dolaşımı yoluyla böbreklere gider. Normalde sağlıklı çalışan böbrekler üreyi yeteri miktarda süzerek vücuttan idrar yoluyla dışarı atar. Ancak böbreklerin filtreleme işlemini yeterince yerine getiremediği durumda üre vücutta birikir. Üre, vücuda alınan proteinlerin son ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır.Kandaki üre azotunun varlığı bun testi yoluyla belirlenir. Daha çok hayvansal gıdalarda bulunmasına rağmen bitkilerde de bulunan protein alımındaki dengesizlikler farklı sorunlara neden olabilir. Bu sorunların başında üre düşüklüğü ve üre yüksekliği gelir. Üre düşüklüğü kandaki üre sayısının normal değerden daha düşük olmasıdır. Üre yüksekliği ise kandaki üre oranının yetişkinlerde 10 mg/dL - 20 mg/dL arasındaki normal değerden daha yüksek olması durumudur. Üre düşüklüğü genellikle yetersiz ve düzensiz beslenme kaynaklı meydana gelirken üre yüksekliğinin temel sebebi böbreklerde meydana gelen rahatsızlıklardır. Bu rahatsızlıkların başında böbrek yeterli çalışmaması ve böbrek taşı gelir.Üre Değeri Kaç Olmalıdır?Rutin kan testleri ya da kanda sabit olarak bulunan üre azotunun ölçümü için kullanılan BUN (Blood Urea Nitrogen) testinde normal değerler yetişkinlerde 10 mg/dL - 20 mg/dL arasında, çocuklarda ise bu değerler 5 mg/dL ile 18 mg/dL arasında olmalıdır. Bu değerlerin altında çıkan rakamlar üre düşüklüğü, üstünde çıkan değerler ise üre yüksekliği olarak kabul edilir.Normal aralıklar, testin yapıldığı laboratuvar tarafından kullanılan referans aralığına göre küçük farklılıklar gösterebilir. Ayrıca testi yaptıran kişinin yaşına bağlı olarak da referans aralıkları değişebilir. Üre değerlerinin yaşla birlikte artış eğiliminde olduğu kabul edilmektedir. Bebeklerdeki seviye yetişkin insanlara göre daha düşüktür. Normal hamileliklerde de üre değerlerinde bir miktar yükselme normal kabul edilebilmektedir. Kandaki üre sonuçları uzman bir doktor tarafından değerlendirilmelidir.Üre Düşüklüğü Nedir?Üre düşüklüğü, kandaki üre seviyesinin normal taban değer olan 10 mg/dL değerinin altında olması durumudur. Üre düşüklüğü yetersiz beslenmeye bağlı protein eksikliği ve karaciğer hasarı olduğu anlamına gelir. Çok fazla su tüketildiğinde ve hamilelikte de üre düşüklüğü ortaya çıkabilir.Kan testlerinde üre düşüklüğü üre yüksekliği kadar sık görülmeyen bir durumdur. Ayrıca kadınlar ve çocuklar, vücutlarının proteini parçalama şekli nedeniyle erkeklere göre daha düşük üre seviyelerine sahip olabilirler.Üre düşüklüğüne neden olan durumlar genel olarak şöyledir:Üre Düşüklüğü Belirtileri Nelerdir?Üre yüksekliği kadar sık görülmeyen üre düşüklüğünde belirtiler genellikle altta yatan hastalığa bağlı olarak yaşanmaktadır. Genellikle tetikleyici hastalıklara bağlı olarak ortaya çıksa da üre düşüklüğünün yaygın belirtileri sık sık idrara çıkma ve idrardaki köpüklenmedir.Üre Düşüklüğü Nasıl Tedavi Edilir?Üre düşüklüğünün tedavisinde altta yatan hastalığın belirlenmesi önemlidir. Üre düşüklüğüne neden olan rahatsızlık belirlenerek tedavinin buna göre şekillendirilmesi gerekir. Ancak üre düşüklüğüne genel olarak protein açısından yetersiz beslenme düzeni neden  olur. Bu yüzden daha çok dengeli beslenmeyi içeren bir düzenleme üre düşüklüğünü düzelterek normal seviyelere getirir.Üre Yüksekliği Nedir?Üre yüksekliği, kan testi sonucunda değerin normal tavan değer olan 20 mg/dL’nin üzerinde olmasıdır. Dehidrasyon, kalp yetmezliği, diyabet veya idrar yolu enfeksiyonu gibi nedenlerle böbreklerin düzgün çalışamadığı anlamına gelir.Üre Neden Yükselir?Ürenin 10 mg/dL - 20 mg/dL referans değerinin üstüne çıkması çıkması üre yüksekliğinin göstergesidir ve bu durum genellikle böbreklerin iyi çalışmaması sonucu ortaya çıkar. Böbreklerin iyi çalışmamasıyla beraber böbrek taşı da üre yüksekliğine sebep olur. Ayrıca idrar yolu enfeksiyonu ve dehidrasyon da üre yüksekliğini meydana getiren sebepler arasında sayılır.Böbreklerin iyi çalışmamasıyla ortaya çıkan üre yüksekliğine neden olan diğer durumlar şunlardır:Üre Yüksekliği Belirtileri Nelerdir?Üre yüksekliğinin karakterize belirtileri arasında düşünme ve hatırlama ile ilgili sorunlar ön plana çıkar. Yorgunluk, nefes darlığı, iştah kaybı, kaslarda kramp, mide bulantısı ve kusma da üre yüksekliğinde ortaya çıkan belirtiler arasında yer alır. Üre yüksekliğinde ortaya çıkan belirtiler aşağıdaki gibidir:Üre yüksekliğinin çok fazla seviyelerde olduğu durumlarda yukarıdaki belirtilerin haricinde nefeste idrar benzeri koku, ağızda metalik tat, ciltte sarı veya beyaz kristallerin oluşması gibi belirtiler de ortaya çıkabilir.Üre Yüksekliği Nasıl Tedavi Edilir?Üre yüksekliği birçok farklı rahatsızlıktan kaynaklanır ve üre yüksekliğinin tedavisi altta yatan nedene bağlı olarak şekillenir. Üre yüksekliği nedeni birden fazlaysa multidisipliner bir yaklaşımla tedavi edilmesi önemlidir. İleri düzeyde böbrek yetmezliğine bağlı üre yüksekliği yaşanıyorsa hastalara diyaliz tedavisi uygulanabilir. Ancak üre yüksekliğinin nedeni bazen yüksek protein içeren beslenme ya da az su tüketmekten kaynaklı ortaya çıkabilmektedir. Bu gibi durumlarda beslenme düzenindeki değişiklikler veya su tüketiminin normal seviyelere çekilmesi gibi tedavi yöntemleri planlanır. Bu tedavi yöntemleri uygulanarak kandaki üre düzeyinin normal seviyelere getirilmesi amaçlanır.BUN Testi Ne Zaman Yapılır?Kandaki üre oranının belirlenmesi için yapılan BUN testi, genellikle rutin kan testlerine dahil edilir. BUN testi genellikle böbreklerin nasıl çalıştığını kontrol etmek, üre düşüklüğü veya üre yüksekliğine işaret eden belirtiler söz konusu olduğu zaman yapılır.Üre Testi Nasıl Yapılır?Üre testi yani BUN testi damardan alınan kan numunesi ile yapılmaktadır. Genellikle rutin kan testine dahil edilerek yapılır. Üre Hakkında Sık Sorulan SorularÜre serum plazma nedir?Üre serum plazma, karaciğerdeki üre üretimi ile böbrekler tarafından idrarla atılan üre arasındaki dengeyi gösterir. Böbreklerin düzgün çalışıp çalışmadığını anlamak için uygulanır.Üre testini etkileyen faktörler var mıdır?Üre testi olarak bilinen BUN testi kandaki üre seviyesini belirlemektedir. BUN testinin sonuçlarını etkileyen faktörler arasında yüksek ve düşük proteinli beslenme şekli, steroid ve antibiyotik dahil çeşitli ilaçların kullanımı, hamilelik ve yaşın ilerlemesi BUN testini etkileyen faktörlerdir.Üre testinden önce bir hazırlık yapılmalı mıdır?Sadece üre testi yapılacaksa öncesinde bir hazırlığın yapılmasına gerek yoktur. Hasta üre testinden önce istediği gibi yemek yiyebilir veya su içebilir. Ancak alınacak kan örneğinde ek testler de yapılacaksa doktorun tavsiyesine göre hastanın testten önce aç ve susuz olması istenebilir. Böbreklerin nasıl çalıştığını kontrol etmek için üre ile başka hangi testler kullanılır?Üre ve kreatinin testi genellikle böbreklerin kandaki atık ürünleri ne kadar iyi filtreleyebildiğini kontrol etmek için kullanılan ilk testlerdir. Ancak doktor böbreklerin nasıl çalıştığını anlamaya yardımcı olması için sodyum, potasyum veya kalsiyum gibi elektrolit testleri de isteyebilir.Üre neyi gösterir?Kandaki üre miktarı, düşüklüğü veya yüksekliği durumlarında çeşitli böbrek hastalıklarının durumunu, karaciğer hastalıklarını ve yetersiz beslenme gibi problemlerinin göstergesidir.Bol su içmek üreyi düşürür mü?Üre yüksekliğinde bol su içmenin üreyi düşürdüğüne dair bilimsel temelli bir cevap yoktur.
3,579
138
Tanı ve Testler
Üre Nefes Testi
Dünyanın en yaygın enfeksiyonlarından biri olan helicobacter pylori, mide ile oniki parmak bağırsağında birikerek iltihap, ülsere ve bazı hastalarda tedavi edilmediği takdirde kansere kadar yol açabiliyor. Bu durumun tespit edilmesi ise hayati önem taşıyor. Üre nefes testi bu olumsuz tabloların önlenmesi için başarılı bir yöntem olarak öne çıkıyor.Dünyanın en yaygın enfeksiyonlarından biri olan helicobacter pylori, mide ile oniki parmak bağırsağında birikerek iltihap, ülsere ve bazı hastalarda tedavi edilmediği takdirde kansere kadar yol açabiliyor. Bu durumun tespit edilmesi ise hayati önem taşıyor. Üre nefes testi bu olumsuz tabloların önlenmesi için başarılı bir yöntem olarak öne çıkıyor.Üre nefes testi nedir?Üre nefes testi, aktif helikobakter pilori enfeksiyonunun tespit edilmesinde kullanılan pratik ve güvenilir bir testtir. Helikobakter pilori, insanlarda mide veya onikiparmak bağırsağı (ince bağırsağın ilk kısmı) mukozasına yerleşerek çoğalır. Bakterinin atıkları ve enfekte kişinin savunma sisteminin oluşturduğu tepkimelerle gastritten deuonum ve mide ülserine, mide kanserinden mide lenfomasına kadar değişen geniş bir yelpazede mide hastalıklarına neden olur. Helikobakter pilori, onikiparmak bağırsağı ülserlerinin yüzde 90’ında, mide ülserlerinin yüzde 70’inde belirlenmiştir. Helikobakter pilori tanısını doğru koyabilmek, ülser tedavisinde ilk basamaktır. Ayrıca daha ciddi sindirim sistemi problemlerinin önüne geçilmesini de sağlar.Üre nefes testi hangi hastalıkların tanısı için yapılır?Üre nefes testi aktif helikobakter pilori enfeksiyonunun tespit edilmesinde kullanılan bir testtir.Üre nefes testi nasıl yapılır?Önceden randevu alınması uygundur. Test süresi yaklaşık 40 dakikadır. Hasta, bu süre boyunca verilen sıvıların dışında sigara ve su da dahil olmak üzere ağızdan hiçbir şey almaz. Test, deneyimli laboratuvar personeli eşliğinde yürütülür.Üre nefes testine yönelik sık sorulan sorular Alerji üre nefes testinde önemli mi? Doktor tarafından herhangi bir tedaviye karşı alerjik olduğu bildirilmiş hastalar veya fenilketonürik olanlar bu bilgiyi testten önce vermelidir.Üre nefes testi ön hazırlık gerektirir mi?En az 6 saatlik açlık ve hastanın 1 saat öncesine kadar sigara veya su içmemiş olması gerekmektedir. Testin doğru sonuç verebilmesi için son iki hafta içinde antibiyotik, mide ilacı (proton pompa baskılayıcıları, bizmut preparatları) kullanılmamış olunmalı ve tedavinin takibi amacıyla test uygulanacaksa, tedavi bitiminden 6 hafta sonra yapılmalıdır.Üre nefes testi sonucu ne zaman çıkar?Üre nefes testi raporları, 2 gün sonra alınabilir.Üre nefes testi sonucuna göre nasıl bir değerlendirme yapılır?Bazal (0. dakika) ve 30. dakikalarda okunan değerlerin farkı alınır ve bu değer referans değerin altında ise negatif (helikobakter pilori enfeksiyonu yok), üstünde ise pozitif (helikobakter pilori enfeksiyonu var) şeklinde yorumlanır. Eğer test sonucuna göre helikobakter pilori enfeksiyonu varsa bu, antibiyotik ile tedavi edilebilir. Antibiyotik tedavisinden 6 hafta sonra doktor, enfeksiyonun tümüyle sonlandığından emin olabilmek için testin tekrarını isteyebilir.
1,142
139
Tanı ve Testler
Ürodinami Testi
Erkeklerde ve kadınlarda hemen hemen her yaşta idrar yapma ya da idrar tutma gibi ürolojik problemlere sık rastlanabiliyor. Anlık bilgisayar ölçümleri ile ağrısız ve acısız bir şekilde yapılan ürodinami testiyle idrar depolama veya idrar yapma işlevlerinde önemli görevleri bulunan mesane, prostat ya da idrar yollarındaki bozuklukların nedenleri ayrıntılı bir şekilde tanımlanabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Doç. Dr. Fatih Yanaral, ürodinami testi hakkında bilgi verdi.Erkeklerde ve kadınlarda hemen hemen her yaşta idrar yapma ya da idrar tutma gibi ürolojik problemlere sık rastlanabiliyor. Anlık bilgisayar ölçümleri ile ağrısız ve acısız bir şekilde yapılan ürodinami testiyle idrar depolama veya idrar yapma işlevlerinde önemli görevleri bulunan mesane, prostat ya da idrar yollarındaki bozuklukların nedenleri ayrıntılı bir şekilde tanımlanabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Doç. Dr. Fatih Yanaral, ürodinami testi hakkında bilgi verdi.Ürodinami testi nedir?Ürodinami, idrar depolama ve yapma işlevlerinde rol oynayan organların (mesane, prostat, idrar yolu) bozukluklarını araştıran testlerin genel adıdır. Ürodinami testi, hastanın vücuduna herhangi bir kesi yapılmadan ağrısız bir şekilde idrar kanalından mesane ve makattan rektuma yerleştirilen iki adet basınç ölçer ince kateter ile yapılan dinamik bir testtir. İşlem sırasında cilde yapıştırılan elektrodlar ile kas aktivitesi de eş zamanlı izlenir. Kateter yardımıyla mesane uygun şekilde serum ile doldurularak hastanın idrara sıkışma hissi yaratılır ve sonrasında idrar yapması sağlanır. Bu dolum ve boşaltım sırasında mesane ile çevre kasların tüm hareketleri kaydedilerek incelenir, tüm bu veriler ışığında tanı konulur.Ürodinami test türleri nelerdir?Ürodinami testleri:Ürodinami testi ne amaçla yapılır?Ürodinami testine kimler ihtiyaç duyar?Ürodinami testi hangi rahatsızlıklar için yapılır?Ürodinami testinin hangi rahatsızlıklar için yapılır sorusunu şu şekilde cevaplamak mümkündür;Ürodinami testi nasıl yapılır?Ürodinami bir kesi yapılmadan ağrısız bir şekilde idrar kanalından mesane ve makattan rektuma yerleştirilen iki adet basınç ölçer ince kateter ile yapılan dinamik bir testtir. İşlem sırasında cilde yapıştırılan elektrodlar ile kas aktivitesi de eş zamanlı izlenir. Kateter yardımıyla mesane uygun şekilde serum ile doldurularak idrara sıkışma hissi yaratılır ve sonrasında işeme sağlanır. Bu dolum ve boşaltım sırasında mesane ve çevre kasların davranışları kaydedilerek incelenmiş olur. İşlem öncesi idrar kültürünün steril olması gerekmektedir.Ürodinami testi için hangi hazırlıklar yapılır?Ürodinami ağrısız ve sancısız bir ölçümdür. Yeni doğan bebekler de dahil olmak üzere her yaşta insana güvenle uygulanabilmektedir. İşlem öncesi idrar tahlili ile idrar yolu enfeksiyonu kontrolü yapılmalıdır. Bir enfeksiyon varsa mesanenin duyarlılığı başta olmak üzere yanlış sonuçlar verebileceğinden enfeksiyon riski olanlarda tedavi verilmeli, ürodinami ertelenmelidir. Ayrıca karın içi basınç ölçümünü doğru yapmak amaçlı hastaneye gelmeden önce lavman uygulayarak bağırsaklar boşaltılmalıdır.Ürodinami testi hastalığın tedavisinde ne gibi avantajları vardır?Ürodinami ağrısız ve sancısız bir ölçümdür. Yeni doğan bebekler de dahil olmak üzere her yaşta insana uygulanabilmektedir. Hasta işlem sonrası sosyal hayatına kısa sürede dönebilmektedir. Bu test ile tedavi kararının net olarak verilemediği durumlar aydınlatılır, en doğru cerrahi yönteme karar verilir, uygulanan tedavinin etkisi değerlendirilir, mesane hastalıklarının takibi yapılabilir, idrar yapma zorluklarının böbrekler üzerine etkisi değerlendirilir. En net şekilde işeme bozukluklarında en doğru tedavi seçimine olanak tanır.Ürodinami testinin dezavantajları nelerdir?Testlerden sonra bazı hastalar idrar yaparlarken hafif bir batma hissi veya yanma hissi duymaktadır. Ancak bu belirtiler kısa süre içinde geçecektir ve bol su içilmesi gerekmektedir. Rahatsızlık 24 saatten fazla sürerse hastaların tıbbi müdahale için doktoruna başvurması gerekebilir. Genellikle bu durum enfeksiyon belirtisi olarak kabul edilir. Ürodinami sonrası sorunla karşılaşılmaması için dikkat edilmesi gerekenler şunlardır;Ürodinamik testler yaptıktan sonra, idrar yolu enfeksiyonu görülebilir. Doktorun hastasını bu durumlar hakkında bilgilendirmesi ve önlem alması gereklidir.Ürodinami testi ile ilgili sık sorulan sorular Ürodinami testi kaç dakika sürer?Yapılacak ürodinami testinin türüne, hastalığın durumuna göre süre değişebilmekle beraber ortalama 30 dakika sürmektedir. Şüpheli durumlarda sonuçları teyit etmek için işlemler tekrar edilebilir. Böyle durumlarda test süresi daha da uzayabilmektedir.Ürodinami testini hangi bölüm ve doktor yapar ve yorumlar?Ürodinami, idrar depolama ve yapma işlevlerinde rol oynayan organların (mesane, prostat, idrar yolu) bozukluklarını araştıran bir testtir. Bu organların hastalıkları Üroloji bölümünün ilgi alanına girmektedir. Ürodinami testi alanında uzman üroloji doktorları tarafından yapılmakta ve yorumlanmaktadır.Ürodinami testi ile idrar akış hızı ölçülür mü?İdrar akış hızı ürodinaminin bir parçası olan üroflovmetri testi ile ölçülür. Normal sıkışma hissi olduktan sonra idrar huni şeklinde bir cihaza yapılır ve bu yöntem ile yapılan idrar miktarı, idrar yapma süresi ve idrar akışının hızı ölçülür. Normal maksimum idrar akış hızı saniyede en az 15 ml, ortalama akış hızı ise en az 10 ml olmalıdır. Bu sonuçlara göre prostat büyümesi, idrar yolu darlıkları, mesane çalışması hakkında yorum yapılabilir. Üroflovmetri test sonucunun sağlıklı olması için yapılan idrar miktarı en az 150 ml olmalıdır.Ürodinami testi ile üretral basınç profili belirlenir mi?Ürodinamik test, sistometri testi sırasında üretra basıncı ile beraber, mesane ve üretra fonksiyonlarını ölçer. Bu ölçümlere göre; idrar kaçırma, idrar yapma zorluğu, prostat hastalıkları hakkında yorum yapılır ve sorunun mesane ya da üretra kaynaklı mı olduğu tespit edilir.Ürodinami testi prostat hakkında bilgi verir mi?İdrar yapma ile ilgili yakınmaların prostat büyümesinden kaynaklandığı yönünde şüphe olduğunda ürodinami yapılabilir. Özellikle prostat yönelik ameliyat planı yapılan ancak daha önce prostat ameliyatı geçirenler, 150 ml’den fazla idrar yapamayanlar, şikayeti olmasına rağmen idrar akış hızı saniyede 10 ml’den fazla olanlar, idrar yaptıktan sonra mesanede 300 ml’den fazla idrar kalanlar, 80 yaş üzeri veya 50 yaş altı hastalara ürodinami yapmak gerekir. Böylece hastanın yakınmalarının idrar kesesinin kasılma bozukluklarından veya prostat büyümesinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı anlaşılır. Ayrıca pratik şekilde yapılabilen üroflovmetri testi ile prostat hastalıklarının tedavisi planlanabilir, ilaç-ameliyat tedavileri arasında karar verilebilir ve uygulanan tedavinin zaman içinde etkisi ve takibi yapılabilir.Ürodinami testi sadece erkeklere mi yapılır?Ürodinami testi, erkeklerde, kadınlarda ve çocuklarda güvenle uygulanan tanı testidir. Hastanın şikayetleri ve muayene bulgularına göre her hastaya uygulanabilmektedir. Kadınlarda özellikle idrar kaçırma ve organ sarkması durumlarında ameliyat kararı verilirken ürodinami testi çok önemli bilgiler vermektedir.Ürodinami testi yaptırmazsam ne tür sağlık sorunum olur?İdrar yapma dinamik bir eylemdir ve ürodinami testi işeme bozukluklarının nedeni hakkında ayrıntılı bilgi vermektedir. Sadece muayene ve radyolojik görüntüleme ile tanının konulamadığı durumlar olabilir. Bu durumlarda ürodinamiye başvurulmadan yapılacak tedaviler eksik kalabilmekte, tedaviden yeterli fayda alınmayabilmektedir. Özetle ürodinaminin yapılması teşhis ve tedavi için önemli bir işlemdir.
2,850
140
Tanı ve Testler
WBC Testi
White Blood Count ifadelerinin kısaltması olan WBC, kandaki beyaz kan hücrelerinin sayısını gösteren testtir. Lökosit ismiyle de bilinen beyaz kan hücreleri veya immünositler olarak da adlandırılan bağışıklık hücreleri, vücudun korunmasında görev alan bağışıklık sisteminin hücreleridir. Tam kan sayımının bir parçası olan WBC, vücutta yer alan enfeksiyon veya enflamasyonun varlığını aramak için yapılır. Kandaki normal WBC sayısı mikrolitre başına 4.500 ila 11.000 ancak bu rakamlar testin yapıldığı laboratuvara göre kimi zaman değişiklik gösterebilir. WBC yüksekliği veya düşüklüğü durumunda altta yatan neden aranır ve tedavi planlanır.White Blood Count ifadelerinin kısaltması olan WBC, kandaki beyaz kan hücrelerinin sayısını gösteren testtir. Lökosit ismiyle de bilinen beyaz kan hücreleri veya immünositler olarak da adlandırılan bağışıklık hücreleri, vücudun korunmasında görev alan bağışıklık sisteminin hücreleridir. Tam kan sayımının bir parçası olan WBC, vücutta yer alan enfeksiyon veya enflamasyonun varlığını aramak için yapılır. Kandaki normal WBC sayısı mikrolitre başına 4.500 ila 11.000 ancak bu rakamlar testin yapıldığı laboratuvara göre kimi zaman değişiklik gösterebilir. WBC yüksekliği veya düşüklüğü durumunda altta yatan neden aranır ve tedavi planlanır.WBC Nedir?WBC, bağışıklık sisteminin bir parçası olan ve vücudun enfeksiyonlarla savaşmasında rol alan beyaz kan hücrelerinin kandaki sayısını gösteren kan testidir. Akyuvar, lökosit ve beyaz kan hücreleri olarak adlandırılan WBC, vücuttaki enfeksiyon, enflamasyon, alerjik enfeksiyon, lösemi veya lenfoma gibi kanser türlerinin varlığını araştırmak için yapılır.Kandaki normal WBC referans aralığı mikrolitre başına 4.500 ila 11.000 olmalıdır. Bu değerlerin üstünde veya altında çıkan değerler altında birtakım hastalıkların işareti şeklinde kabul edilir. WBC yüksekliği lökositoz olarak bilinirken, WBC düşüklüğü ise lökopeni şeklinde tanımlanır.WBC yüksekliğine neden olan durumlar arasında enfeksiyonlar, dalak ameliyatı, bazı ilaçlar, lösemi, romatoid artrit gibi hastalıklar yer alır. WBC düşüklüğüne sebebiyet veren faktörler ise kemik iliği eksikliği, lupus, kanser ilaçları, şiddetli bakteriyel enfeksiyonlar, duygusal veya fiziksel strestir.Lökosit Türleri Nelerdir?Diğer adı WBC olan, kandaki beyaz kan hücrelerini tanımlayan lökosit türleri şu şekildedir:Nötrofiller: Bakterileri ve mantarları öldürerek vücudu enfeksiyonlardan korumaya yardımcı olur.Lenfositler: Viral enfeksiyonlara karşı koruyan, antikor üreten ve bunları öldürücü hücreler olan T ve B hücrelerinden oluşur.Eozinofiller: Parazitler ve kanser hücrelerini tanıplayıp, onlarla savaşmaya yardmcı olur.Bazofiller: Öksürme, hapşırma, burun akıntısı gibi alerjik reaksiyonlar üretir. Monositler: Hasarlı ve ölü hücreleri temizleyerek, enfeksiyonlarla savaşır.WBC Normal Değeri Kaç Olmalıdır?Lökosit olarak bilinen kandaki beyaz kan hücrelerinin sayımını ölçmeye yarayan WBC, yetişkinler için kan tahlilinde mikrolitre başına 4.500 ila 11.000 referans değerinde olmalıdır. 4.500’ün altında olan değerler WBC düşüklüğü, üstünde olan durumlar ise WBC yüksekliği anlamına gelir. WBC yüksekliği veya düşüWBC Yüksekliği Nedir?WBC yüksekliği, kan testi sonucuna göre kandaki miktarın mikrolitre başına 11.000 mcL'den fazla çıkmasıdır. WBC yüksekliği bağışıklık sisteminin enfeksiyon veya iltihap nedeniyle normalden daha fazla beyaz kan hücresi ürettiği anlamına gelir. Bağışıklık sistemi vücuttaki enfeksiyonu yok edebilmek için daha fazla beyaz kan hücresi üretir. Yüksek beyaz kan hücresi sayısı nadirende olsa akut miyeloid lösemi, kronik miyeloid lösemi ve kronik lenfositik lösemi gibi belirli kan kanserlerinin bir belirtisi olabilir.Beyaz küre ve trombosit yüksekliğinin en sık nedeni vücutta oluşan bir infeksiyon ve iltihap durumudur. Özellikle bakteri adını verdiğimiz mikroorganizmalarla oluşan enfeksiyonlar (zatürre, idrar yolu enfeksiyonu gibi) hem beyaz küreleri hem de trombosit dediğimiz pıhtılaşma hücreleri artırabilir.Enfeksiyon kaynaklı bir durum olan WBC yüksekliği nedenleri şu şekildedir:WBC Yüksekliği Belirtileri Nelerdir?WBC yüksekliği belirtileri arasında aynı zamanda enfeksiyon belirtileri olarak da sayılan ateş, üşüme– titreme, öksürük, boğaz ağrısı, geniz akıntısı, balgam, idrar sırasında yanma, ishal ve karın ağrısı gösterilir.Yaygın görülen WBC yüksekliği belirtileri şunları içerir:WBC Düşüklüğü Nedir?Beyaz kan hücresi sayısının mikrolitre başına 4.500’den daha az olduğunda ortaya çıkan WBC düşüklüğü, vücudun yeterince beyaz kan hücresi üretememesi nedeniyle enfeksiyon kapma riskinin yüksek olduğu ya da vücudun enfeksiyonla yeterince mücadele edemeyeceği anlamına gelir.Kanda yeterli düzeyde beyaz kan hücresi bulunmaması başta enfeksiyonlar olmak üzere vücudunuzun hastalıklara karşı daha savunmasız bir hale gelmesi olarak değerlendirilir.Bağışıklığın önemli bir parçası olan ve enfeksiyonlarla mücadele eden beyaz kan hücrelerinin kanda az bulunması sonucu yaşanan WBC düşüklüğünün nedenleri arasında HIV/AIDS enfeksiyonu, otoimmün hastalıkları, vitamin eksiklikleri, lenfoma, dalak büyümesi yer alır.WBC düşüklüğünün nedenleri aşağıdaki gibidir:WBC Düşüklüğü Belirtileri Nelerdir?Kandaki WBC düşüklüğü grip benzeri semptomlarla ortaya çıkar. WBC düşüklüğünün yaygın belirtileri yüksek ateş, titreme, boğaz ağrısı, ağız yaraları, öksürük, nefes darlığıdır. Bunun dışında ishal ve idrar yaparken ağrı da WBC düşüklüğü belirtileri arasında sıralanabilir.Grip benzeri semptomlar gösteren WBC düşüklüğünün belirtileri şöyledir:Bunlarla birlikte beyaz küre olarak bilinen beyaz kan hücresi düşüklüğünün en sık belirtisi sık enfeksiyona yakalanma olarak da ifade edilebilir. Bunun dışında altta yatan nedene bağlı olarak vücut ve kemik ağrıları, eklem ağrıları, beyaz küreler ile birlikte pıhtılaşma hücrelerinin ve alyuvarların düşmesine neden olan hastalıklarda vücutta morarma ve kanama da izlenebilir.Beyaz kan hücrelerinin normal aralıklara gelmesi vücudun enfeksiyon ve hastalıklarla mücadele etmesi açısından önemlidir. Bu sebeple bağışıklık sistemini güçlendirecek şekilde sağlıklı beslenmek, vitamin takviyesi almak, sigara-alkolü bırakmak beyaz kan hücrelerini normal değer aralıklarına getirir ve beyaz kan hücreleri istenilen seviyeye ulaştırır.WBC Hakkında Sık Sorulan SorularKan tahlilinde WBC ne anlama gelir?Kan tahlilinde WBC, vücudun bağışıklık sisteminin bir parçası olan beyaz kan hücrelerinin kandaki sayısıdır. WBC ile ölçülen bu beyaz kan hücreleri, kişinin sağlığına karşı tehdit oluşturan virüs, bakteri ve yabancı ajanlarla savaşmak için kan dolaşımında yer alırlar. ve vücudun enfeksiyon ve diğer hastalıklarla savaşmasına yardımcı olurlar. Beyaz kan hücrelerinin türleri nötrofiller, eozinofiller ve bazofiller, monositler ve lenfositlerdir.WBC kaç olursa lösemi olur?Akut veya kronik lösemili kişilerin WBC sayısı 100.000-400.000 aralığında olabilir. Ancak yinede beyaz küre yüksekliği ile kanser oluşumu arasında direkt bir bağlantı yoktur.WBC kaç olursa tehlikeli?WBC değerinin mikrolitre başına 4.500 ila 11.000 aralığında olması gerekir. Bu değerin üstünde olan rakamlar WBC yüksekliği olarak değerlendirilir. Ancak WBC yüksekliğinin normal değerin yaklaşık 10 katı daha üstünde olması tehlikeli bir duruma işaret edebilir.Beyaz kan düşüklüğü hangi hastalıklara yol açar?Lökopeni olarak da bilinen beyaz kan düşüklüğü, grip ve soğuk algınlığıyla birlikte HIV/AIDS ve kimi zaman da lösemi gibi hastalıklara yol açabilir.WBC kadınlarda kaç olmalı?Sağlıklı bir erkek bireyde 1 mikrolitre (1 mm3) başına 4 bin ile 10 bin arasında lökosit, kadınlarda ise 4 bin-11 bin arasında lökosit bulunur.WBC testi ne için yapılır?Tam kan hücresi testinin bir parçası olan WBC sayımı, kandaki beyaz kan hücrelerinin sayısını ölçmek için yapılan bir testtir. WBC yani beyaz kan hücresi sayımı vücuttaki gizli enfeksiyonların, otoimmün hastalıklarının, bağışıklık yetersizliklerinin ve kan hastalıklarının tespiti yanı sıra kanser hastalarında kemoterapi ya da radyasyon tedavilerinin sonuçlarını görmek için de kullanılabilir. WBC'nin yüksek olması tehlikeli midir?Beyaz kan hücresi olan WBC yüksekliği, vücutta enfeksiyon veya iltihapla bulunduğunu, bağışıklık sistemininde vücut bunlarla mücadele edebilsin ve savunma mekanizması oluşturabilsin diye beyaz kan hücresi ürettiği anlamına gelir. WBC'nin yüksek olması normal değildir ve değerlerine göre tehlikeli olabilir. Bazen de kimi ilaçların kullanımı, vücutta yanık oluşması ve hastalık gibi sağlk sorunları da WBC değerinin yükselmesine neden olabilmektedir. Test sonucunu değerlendiren doktorunuz değeriniz yüksek ise nedenini bulmak için ek tahliller yapabilir ve tehlikeli bir durum olup olmadığı ile ilgili tespitini sizinle paylaşacaktır.
3,347
141
Hastalıklar
AIDS-HIV
Acquired Immune Deficiency Syndrome (AIDS), edinilmiş bağışıklık yetersizliği sendromu olup, HIV virüsünün kişinin bağışıklık sistemine saldırması sonucu ortaya çıkan HIV’in en ileri aşamasıdır. HIV, vücudun enfeksiyonlarla savaşmasına yardımcı olan birçok beyaz kan hücresini yok ederek bağışıklık sistemine zarar verir. AIDS’in en yaygın belirtileri anormal kilo kaybı, gece terlemesi, ishal ve yüksek ateştir. AIDS hastalığına neden olan temel faktör HIV virüsü olarak bilinirken kesin tedavisi mümkün olmayan AIDS hastalığı ilaçlarla kontrol altına alınmaya çalışılır.Acquired Immune Deficiency Syndrome (AIDS), edinilmiş bağışıklık yetersizliği sendromu olup, HIV virüsünün kişinin bağışıklık sistemine saldırması sonucu ortaya çıkan HIV’in en ileri aşamasıdır. HIV, vücudun enfeksiyonlarla savaşmasına yardımcı olan birçok beyaz kan hücresini yok ederek bağışıklık sistemine zarar verir. AIDS’in en yaygın belirtileri anormal kilo kaybı, gece terlemesi, ishal ve yüksek ateştir. AIDS hastalığına neden olan temel faktör HIV virüsü olarak bilinirken kesin tedavisi mümkün olmayan AIDS hastalığı ilaçlarla kontrol altına alınmaya çalışılır. HIV/AIDS Hastalığı Nedir?Human Immunodeficiency Virus (HIV), vücudun enfeksiyonla savaşmasına yardımcı olan T hücrelerine saldırarak kişiyi hastalıklara karşı savunmasız hale getiren insan bağışıklık yetmezliği virüsüdür. Virüsün en önemli etkisi bağışıklık sistemini zayıflatmasıdır. Tedavi edilmediğinde HIV'in son aşaması olan AIDS'e yol açar. Bu durum normal şartlarda kişiyi hasta etmeyecek enfeksiyonlarla bile mücadele edemeyen bir bağışıklık sisteminin oluşmasına sebebiyet verir.Kronik ve potansiyel yaşam tehdidi barındıran bir hastalık olan AIDS, HIV virüsünün vücuda girmesiyle meydana gelir ve kesin tedavisi mümkün olmadığı için kişinin vücudunda ömür boyu kalır. Kas ağrıları, baş ağrısı, boğaz ağrısı, ateş ve gece terlemeleri, lenf bezlerinde şişlik, ishal ve ağızda pamukçuk gibi enfeksiyonların gelişmesi aids hastalığında görülen belirtilerdir. Bu belirtiler aidsin neden olduğu şikayetler olduğu için kesin tanı için test yaptırılması gerekmektedir.HIV/AIDS Neden Olur?AIDS hastalığı, HIV virüsünün vücuda girmesiyle kişinin bağışıklık sisteminin düşmesi sonucu meydana gelir. HIV, vücudun hastalıklarla mücadele etmesine yardımcı olma konusunda büyük rol oynayan beyaz kan hücreleri olan CD4 T hücrelerini yok eder. Kişi ne kadar az CD4 T hücresine sahip olursa bağışıklık sistemi de bir o kadar zayıflar.AIDS'e dönüşmeden yıllar önce çok az belirti yaşanması veya hiç semptom göstermeden HIV enfeksiyonu geçirilmesi mümkündür. AIDS tanısı, CD4 T hücre sayısı 200'ün altına düştüğünde veya ciddi bir enfeksiyon, kanser gibi AIDS'i tanımlayan bir komplikasyona sahip olunduğunda konur.Tedavisi olmadığı için kronik bir şekilde kişinin vücudunda ömür boyu kalır ancak ilaçlarla birlikte kontrol altına alınmaya çalışılır.HIV/AIDS Nasıl Bulaşır?Korunmasız bir şekilde cinsel birliktelik yaşamak ve uyuşturucu almak için iğneleri paylaşmak HIV'in en yaygın bulaş nedenidir. Diğer yandan enfekte bir kişinin vücut sıvıları, kan, anne sütü, meni, vajinal ve rektal sıvıları da HIV'in bulaş yollarıdır. Her cinsiyetten insanlar HIV'e yakalanabilir ve HIV virüsünü yayarak AIDS hastalığının oluşumuna neden olabilir. HIV virüsü vücuda ağızdan, anüsten, penisten, vajinadan veya kırık derinizden girebilir. Bir kesik ya da yara olmadığı sürece deriden geçemeyen HIV virüsü ayrıca hamile kişilerden bebeklere de geçebilir. Doğurganlık çağındaki tüm kadınların AIDS konusunda bilgilendirilmesi ve gerekiyorsa test uygulanması önerilir. Hamile anneye ve doğum sonrasında bebeğe koruyucu ilaç tedavisi uygulanarak bulaşma riski önemli oranda önlenebilmektedir.HIV Belirtileri Nelerdir?HIV virüsü kişiye bulaştıktan sonra kişide ateş, baş ağrısı, döküntü ve boğaz ağrısı gibi belirtiler görülür.  HIV virüsü belirtileri genel olarak şunlardır: Ateş ve titreme Gece terlemeleri Boğaz ağrısı Lenf düğümlerinde şişme Ağız ülserleri Döküntü Kas ağrıları YorgunlukAIDS Belirtileri Nelerdir?AIDS belirtileri ateş, baş ağrısı, döküntü ve boğaz ağrısı yanı sıra, bağışıklık sisteminin zayıflaması sonucu lenf bezlerinde şişme, hızlı kilo kaybı, sık sık ateşlenme, ishal, gece terlemeleri ve ağız içi yaralar ortaya çıkmasıdır. AIDS hastalarında görülen belirtiler genel olarak şunları içerir: Hızlı kilo kaybı Gece terlemeleri Ateş İshal Aşırı yorgunluk ve halsizlik Lenf bezlerinde şişme Ağızda beyaz lekeler ve cinsel organda yara oluşumu Deri döküntüleri ve ciltte pullanma Boğaz ağrısı Akciğerde iltihaplanma sonucu zatürre gelişmesi Ciltte kırmızı, kahverengi, pembe veya morumsu lekeler Depresyon gibi psikolojik sorunların başlaması Hafıza kaybı gibi nörolojik problemlerAids belirtileri şu şekilde açıklanabilir:Hızlı kilo kaybıHIV virüsünün vücuda girmesiyle enfeksiyonlara karşı savunmasız hale gelen vücudun bağışıklık sistemi düşer. Meydana gelen enfeksiyonlar, hormonal ve metabolik değişiklikler veya HIV ilaçlarının yan etkileri kişide kilo kaybına sebebiyet verebilir.Gece terlemeleriHIV'li kişilerde semptom olarak hem ateş hem de gece terlemesi görülebilir. Bu durumların her ikisi de vücudun virüsle savaşmaya çalıştığının göstergesidir. Vücut bir enfeksiyonla savaşmaya başladığında vücut ısısı yükselir ve terleme yaşanır.Tekrarlayan ateşVücuda HIV'e virüsü giriş yaptığında bağışıklık sistemi, kendisini savunmak için bu duruma antikorlar üreterek yanıt verir. Akut HIV enfeksiyonunun bu aşamasına "serokonversiyon" adı verilir. Vücut zararlı patojenleri öldürmeye çalışırken vücut sıcaklığı yükselir ve tekrar eden yüksek ateş ortaya çıkar.Lenf bezlerinde şişmeHIV virüsü sonucu oluşan AIDS hastalığında meydana gelen lenf bezlerinde şişme belirtisi enfeksiyonun lenf sıvısı yoluyla düğümlere ulaşmasıyla meydana gelir. HIV en sık koltuk altı ve kasıkların yanı sıra boyun çevresindeki lenf düğümlerinde de görülür.Ağız içinde ve cinsel organda yaralarAIDS hastalığında bağışıklık sisteminin zayıflaması sonucu vücut meydana gelen enfeksiyonlarla mücadele etmekte zorlanır ve bu durumun yansıması olarak ağız içinde yaralar oluşabilir.Vücutta mor veya pembemsi lekeler HIV’le birlikte oluşan AIDS hastalığı virüsün bağışıklık sistemi üzerindeki etkisi nedeniyle vücutta mor veya pembemsi renkte yaralar oluşmasına zemin hazırlayabilir.Kronikleşen ishalAIDS hastalığının sindirim sistemini ve bağırsakları etkilemesi kişinin ishal yaşamasına neden olur.Hafıza kaybı HIV beyindeki sinir hücrelerine zarar verip devre dışı bırakmasına neden olabilir. HIV, kalp hastalıkları da dahil olmak üzere diğer yaşlanma süreçlerinin yanı sıra hafıza kayıplarına da neden olabilen genel inflamasyona sebebiyet verebilir.Kas ağrılarıHIV enfeksiyonu eklem ve kas ağrısının yanı sıra eklemlerin etrafındaki yumuşak dokularda ve eklemlerde iltihaplanmaya neden olurken ayrıca virüs eklemlerin içindeki sıvının içine girerek ağrılı reaksiyonları tetikleyebilir.HIV/AIDS Nasıl Teşhis Edilir?HIV enfeksiyonuna neden olabilecek teması olan kişilerin mutlaka test yaptırması gerekmektedir. Öncelikle mümkün olan en kısa zamanda bir hekime başvurarak izlenecek yol ve testin ne zaman yapılacağı belirlenmelidir.Nükleik asit testleri (NAT, PCR) genellikle HIV enfeksiyonunu riskli temastan 10-33 gün sonra göstermektedir.Damardan alınan kanla çalışılan antijen/antikor testleri HIV enfeksiyonunu riskli temastan 18-45 gün sonra çıkmaktadır. Tanıda vücutta HIV virüsüne karşı oluşan, anti-HIV antikor olarak adlandırılan madde aranmaktadır. Bu amaçla genellikle ELISA testi kullanılmaktadır. ELISA pek çok hastalığın tanısında kullanılan bir testin adıdır, yalnızca AIDS’e özel bir test değildir. Bu testin pozitif bulunması durumunda anti-HIV antikoru daha detaylı olarak gösteren doğrulama testleri (Western Blot) uygulanmaktadır.Virüsün genetik maddesinin varlığını ve miktarını saptayan testler (PCR, polimeraz zincir reaksiyonu) hem gerekli durumlarda tanıda yardımcı olarak, hem de tedavinin takibinde ve ilaçların etkinliğinin izlenmesinde kullanılmaktadır. Virüsün bazı yapısal proteinlerini araştıran testlere de gerekli durumlarda başvurulabilir.HIV/AIDS Testi Nedir?ELISA testi olarak da adlandırılan HIV testi bir antijen (örneğin mikroorganizmanın özel bir proteini) ve bir antikor (antijene karşı üretilen protein yapısındaki molekül) arasındaki reaksiyonu göstererek çeşitli hastalıkların tanısında kullanılmaktadır. Testin sonucunu görülür hale getirmek için bir enzimden yararlanılmaktadır. ELISA testi ile enfeksiyon etkenleri veya bunlara karşı vücudun oluşturduğu antikorlar saptanabilmektedir.HIV/AIDS Nasıl Tedavi Edilir?AIDS hastalığının kesin bir tedavi yoktur ancak günümüzde kullanılan üçlü ilaç tedavileri kandaki virüs miktarını çok azaltmakta ve bağışıklık sisteminin uzun süre korunmasını sağlayabilmektedir. Fakat ilaç tedavisi ile HIV enfeksiyonunu tamamen ortadan kaldırılması mümkün değildir. Bu ilaçların ömür boyu kullanılması gerekmektedir.AIDS / HIV Hakkında Sık Sorulan SorularAIDS hastalığının ilk belirtileri nelerdir?HIV ilerleyip AIDS evresine geçtiğinde, hızlı kilo kaybı, gece terlemeleri ve tekrar eden ateş, aşırı yorgunluk, lenf bezlerinde şişme, ağız ve cinsel organda oluşan beyaz leke görünümünde yaralar, deri döküntüleri ve kronikleşen ishal aids belirtileri olarak yaşanır.Anti HIV pozitif ne demek?Pozitif bir HIV antikor testi, vücudun HIV'e maruz kaldığı (vücudun antikor ürettiği) anlamına gelir. Pozitif HIV testi olan bir kişinin bu tanıyı doğrulamak için daha fazla test yaptırması da gerekebilir.AIDS belirtileri vücudun neresinden başlar?En sık görülen erken AIDS belirtileri boyun, koltuk altı veya kasıktaki lenf düğümlerinin ağrısız bir şekilde şişmesidir. Bununla birlikte kan damarı duvarlarındaki tümör oluşumu olan kaposi sarkomu genellikle ciltte ve ağızda pembe, kırmızı veya mor lezyonlar şeklinde ortaya çıkar.AIDS kesin tedavisi var mı?AIDS hastalığının kalıcı ve kesin bir tedavisi yoktur ancak semptomların iyileştirilmesi, şikayetlerin azalması ve öldürücü etki oluşmaması adına uygulanacak ilaç tedavileriyle aids hastalığı hayat boyu kontrol altına alınmaya çalışılır.HIV tedavisinde kullanılan ilaçlar nelerdir? Yüksek riskli temas durumunda korunma amacıyla HIV ilaçları (antiretroviral ilaçlar) kullanılabilmektedir. Bu konuda uzman bir hekime başvurarak karar verilmesi ve eğer uygunsa zaman geçirmeden koruyucu tedaviye başlamak gerekmektedir. HIV aşısı için araştırmalar sürmektedir. Şu anda kullanımda olan herhangi bir aşı bulunmamaktadır.AIDS öldürür mü?Dikkate alınmayıp ilaç tedavisiyle kontrol altına alınmayan AIDS vakalarında zayıflamış bağışıklık sistemlerinin bir sonucu olarak enfeksiyon veya kanser durumu oluşursa hastalık kişiyi ölüme götürebilir.Anti HIV kaç olmalı?Kanda ortaya çıkan anti hiv değeri 0.90 değerinin altında olmalıdır ve durum anti hiv negatif olarak değerlendirilir. 1.10’un üstündeki değerler ise anti hiv pozitif olarak değerlendirilir ve kişinin hiv virüsüyle enfekte olduğunu gösterir.HIV taşıyıcı anne bebeğini emzirebilir mi? HIV anne sütünde de bulunabildiği için bu enfeksiyonu olan annelerin bebeğini emzirmesi tavsiye edilmemektedir. HIV/AIDS Hastalığı Nedir?Human Immunodeficiency Virus (HIV), vücudun enfeksiyonla savaşmasına yardımcı olan T hücrelerine saldırarak kişiyi hastalıklara karşı savunmasız hale getiren insan bağışıklık yetmezliği virüsüdür. Virüsün en önemli etkisi bağışıklık sistemini zayıflatmasıdır. Tedavi edilmediğinde HIV'in son aşaması olan AIDS'e yol açar. Bu durum normal şartlarda kişiyi hasta etmeyecek enfeksiyonlarla bile mücadele edemeyen bir bağışıklık sisteminin oluşmasına sebebiyet verir.Kronik ve potansiyel yaşam tehdidi barındıran bir hastalık olan AIDS, HIV virüsünün vücuda girmesiyle meydana gelir ve kesin tedavisi mümkün olmadığı için kişinin vücudunda ömür boyu kalır. Kas ağrıları, baş ağrısı, boğaz ağrısı, ateş ve gece terlemeleri, lenf bezlerinde şişlik, ishal ve ağızda pamukçuk gibi enfeksiyonların gelişmesi aids hastalığında görülen belirtilerdir. Bu belirtiler aidsin neden olduğu şikayetler olduğu için kesin tanı için test yaptırılması gerekmektedir.HIV/AIDS Neden Olur?AIDS hastalığı, HIV virüsünün vücuda girmesiyle kişinin bağışıklık sisteminin düşmesi sonucu meydana gelir. HIV, vücudun hastalıklarla mücadele etmesine yardımcı olma konusunda büyük rol oynayan beyaz kan hücreleri olan CD4 T hücrelerini yok eder. Kişi ne kadar az CD4 T hücresine sahip olursa bağışıklık sistemi de bir o kadar zayıflar.AIDS'e dönüşmeden yıllar önce çok az belirti yaşanması veya hiç semptom göstermeden HIV enfeksiyonu geçirilmesi mümkündür. AIDS tanısı, CD4 T hücre sayısı 200'ün altına düştüğünde veya ciddi bir enfeksiyon, kanser gibi AIDS'i tanımlayan bir komplikasyona sahip olunduğunda konur.Tedavisi olmadığı için kronik bir şekilde kişinin vücudunda ömür boyu kalır ancak ilaçlarla birlikte kontrol altına alınmaya çalışılır.HIV/AIDS Nasıl Bulaşır?Korunmasız bir şekilde cinsel birliktelik yaşamak ve uyuşturucu almak için iğneleri paylaşmak HIV'in en yaygın bulaş nedenidir. Diğer yandan enfekte bir kişinin vücut sıvıları, kan, anne sütü, meni, vajinal ve rektal sıvıları da HIV'in bulaş yollarıdır. Her cinsiyetten insanlar HIV'e yakalanabilir ve HIV virüsünü yayarak AIDS hastalığının oluşumuna neden olabilir. HIV virüsü vücuda ağızdan, anüsten, penisten, vajinadan veya kırık derinizden girebilir. Bir kesik ya da yara olmadığı sürece deriden geçemeyen HIV virüsü ayrıca hamile kişilerden bebeklere de geçebilir. Doğurganlık çağındaki tüm kadınların AIDS konusunda bilgilendirilmesi ve gerekiyorsa test uygulanması önerilir. Hamile anneye ve doğum sonrasında bebeğe koruyucu ilaç tedavisi uygulanarak bulaşma riski önemli oranda önlenebilmektedir.HIV Belirtileri Nelerdir?HIV virüsü kişiye bulaştıktan sonra kişide ateş, baş ağrısı, döküntü ve boğaz ağrısı gibi belirtiler görülür.  HIV virüsü belirtileri genel olarak şunlardır:AIDS Belirtileri Nelerdir?AIDS belirtileri ateş, baş ağrısı, döküntü ve boğaz ağrısı yanı sıra, bağışıklık sisteminin zayıflaması sonucu lenf bezlerinde şişme, hızlı kilo kaybı, sık sık ateşlenme, ishal, gece terlemeleri ve ağız içi yaralar ortaya çıkmasıdır. AIDS hastalarında görülen belirtiler genel olarak şunları içerir:Aids belirtileri şu şekilde açıklanabilir:Hızlı kilo kaybıHIV virüsünün vücuda girmesiyle enfeksiyonlara karşı savunmasız hale gelen vücudun bağışıklık sistemi düşer. Meydana gelen enfeksiyonlar, hormonal ve metabolik değişiklikler veya HIV ilaçlarının yan etkileri kişide kilo kaybına sebebiyet verebilir.Gece terlemeleriHIV'li kişilerde semptom olarak hem ateş hem de gece terlemesi görülebilir. Bu durumların her ikisi de vücudun virüsle savaşmaya çalıştığının göstergesidir. Vücut bir enfeksiyonla savaşmaya başladığında vücut ısısı yükselir ve terleme yaşanır.Tekrarlayan ateşVücuda HIV'e virüsü giriş yaptığında bağışıklık sistemi, kendisini savunmak için bu duruma antikorlar üreterek yanıt verir. Akut HIV enfeksiyonunun bu aşamasına "serokonversiyon" adı verilir. Vücut zararlı patojenleri öldürmeye çalışırken vücut sıcaklığı yükselir ve tekrar eden yüksek ateş ortaya çıkar.Lenf bezlerinde şişmeHIV virüsü sonucu oluşan AIDS hastalığında meydana gelen lenf bezlerinde şişme belirtisi enfeksiyonun lenf sıvısı yoluyla düğümlere ulaşmasıyla meydana gelir. HIV en sık koltuk altı ve kasıkların yanı sıra boyun çevresindeki lenf düğümlerinde de görülür.Ağız içinde ve cinsel organda yaralarAIDS hastalığında bağışıklık sisteminin zayıflaması sonucu vücut meydana gelen enfeksiyonlarla mücadele etmekte zorlanır ve bu durumun yansıması olarak ağız içinde yaralar oluşabilir.Vücutta mor veya pembemsi lekeler HIV’le birlikte oluşan AIDS hastalığı virüsün bağışıklık sistemi üzerindeki etkisi nedeniyle vücutta mor veya pembemsi renkte yaralar oluşmasına zemin hazırlayabilir.Kronikleşen ishalAIDS hastalığının sindirim sistemini ve bağırsakları etkilemesi kişinin ishal yaşamasına neden olur.Hafıza kaybı HIV beyindeki sinir hücrelerine zarar verip devre dışı bırakmasına neden olabilir. HIV, kalp hastalıkları da dahil olmak üzere diğer yaşlanma süreçlerinin yanı sıra hafıza kayıplarına da neden olabilen genel inflamasyona sebebiyet verebilir.Kas ağrılarıHIV enfeksiyonu eklem ve kas ağrısının yanı sıra eklemlerin etrafındaki yumuşak dokularda ve eklemlerde iltihaplanmaya neden olurken ayrıca virüs eklemlerin içindeki sıvının içine girerek ağrılı reaksiyonları tetikleyebilir.HIV/AIDS Nasıl Teşhis Edilir?HIV enfeksiyonuna neden olabilecek teması olan kişilerin mutlaka test yaptırması gerekmektedir. Öncelikle mümkün olan en kısa zamanda bir hekime başvurarak izlenecek yol ve testin ne zaman yapılacağı belirlenmelidir.Nükleik asit testleri (NAT, PCR) genellikle HIV enfeksiyonunu riskli temastan 10-33 gün sonra göstermektedir.Damardan alınan kanla çalışılan antijen/antikor testleri HIV enfeksiyonunu riskli temastan 18-45 gün sonra çıkmaktadır. Tanıda vücutta HIV virüsüne karşı oluşan, anti-HIV antikor olarak adlandırılan madde aranmaktadır. Bu amaçla genellikle ELISA testi kullanılmaktadır. ELISA pek çok hastalığın tanısında kullanılan bir testin adıdır, yalnızca AIDS’e özel bir test değildir. Bu testin pozitif bulunması durumunda anti-HIV antikoru daha detaylı olarak gösteren doğrulama testleri (Western Blot) uygulanmaktadır.Virüsün genetik maddesinin varlığını ve miktarını saptayan testler (PCR, polimeraz zincir reaksiyonu) hem gerekli durumlarda tanıda yardımcı olarak, hem de tedavinin takibinde ve ilaçların etkinliğinin izlenmesinde kullanılmaktadır. Virüsün bazı yapısal proteinlerini araştıran testlere de gerekli durumlarda başvurulabilir.HIV/AIDS Testi Nedir?ELISA testi olarak da adlandırılan HIV testi bir antijen (örneğin mikroorganizmanın özel bir proteini) ve bir antikor (antijene karşı üretilen protein yapısındaki molekül) arasındaki reaksiyonu göstererek çeşitli hastalıkların tanısında kullanılmaktadır. Testin sonucunu görülür hale getirmek için bir enzimden yararlanılmaktadır. ELISA testi ile enfeksiyon etkenleri veya bunlara karşı vücudun oluşturduğu antikorlar saptanabilmektedir.HIV/AIDS Nasıl Tedavi Edilir?AIDS hastalığının kesin bir tedavi yoktur ancak günümüzde kullanılan üçlü ilaç tedavileri kandaki virüs miktarını çok azaltmakta ve bağışıklık sisteminin uzun süre korunmasını sağlayabilmektedir. Fakat ilaç tedavisi ile HIV enfeksiyonunu tamamen ortadan kaldırılması mümkün değildir. Bu ilaçların ömür boyu kullanılması gerekmektedir.AIDS / HIV Hakkında Sık Sorulan SorularAIDS hastalığının ilk belirtileri nelerdir?HIV ilerleyip AIDS evresine geçtiğinde, hızlı kilo kaybı, gece terlemeleri ve tekrar eden ateş, aşırı yorgunluk, lenf bezlerinde şişme, ağız ve cinsel organda oluşan beyaz leke görünümünde yaralar, deri döküntüleri ve kronikleşen ishal aids belirtileri olarak yaşanır.Anti HIV pozitif ne demek?Pozitif bir HIV antikor testi, vücudun HIV'e maruz kaldığı (vücudun antikor ürettiği) anlamına gelir. Pozitif HIV testi olan bir kişinin bu tanıyı doğrulamak için daha fazla test yaptırması da gerekebilir.AIDS belirtileri vücudun neresinden başlar?En sık görülen erken AIDS belirtileri boyun, koltuk altı veya kasıktaki lenf düğümlerinin ağrısız bir şekilde şişmesidir. Bununla birlikte kan damarı duvarlarındaki tümör oluşumu olan kaposi sarkomu genellikle ciltte ve ağızda pembe, kırmızı veya mor lezyonlar şeklinde ortaya çıkar.AIDS kesin tedavisi var mı?AIDS hastalığının kalıcı ve kesin bir tedavisi yoktur ancak semptomların iyileştirilmesi, şikayetlerin azalması ve öldürücü etki oluşmaması adına uygulanacak ilaç tedavileriyle aids hastalığı hayat boyu kontrol altına alınmaya çalışılır.HIV tedavisinde kullanılan ilaçlar nelerdir? Yüksek riskli temas durumunda korunma amacıyla HIV ilaçları (antiretroviral ilaçlar) kullanılabilmektedir. Bu konuda uzman bir hekime başvurarak karar verilmesi ve eğer uygunsa zaman geçirmeden koruyucu tedaviye başlamak gerekmektedir. HIV aşısı için araştırmalar sürmektedir. Şu anda kullanımda olan herhangi bir aşı bulunmamaktadır.AIDS öldürür mü?Dikkate alınmayıp ilaç tedavisiyle kontrol altına alınmayan AIDS vakalarında zayıflamış bağışıklık sistemlerinin bir sonucu olarak enfeksiyon veya kanser durumu oluşursa hastalık kişiyi ölüme götürebilir.Anti HIV kaç olmalı?Kanda ortaya çıkan anti hiv değeri 0.90 değerinin altında olmalıdır ve durum anti hiv negatif olarak değerlendirilir. 1.10’un üstündeki değerler ise anti hiv pozitif olarak değerlendirilir ve kişinin hiv virüsüyle enfekte olduğunu gösterir.HIV taşıyıcı anne bebeğini emzirebilir mi? HIV anne sütünde de bulunabildiği için bu enfeksiyonu olan annelerin bebeğini emzirmesi tavsiye edilmemektedir.
7,821
142
Hastalıklar
Adenomyozis
Adenomyozis, rahmin iç yüzeyinden gelen dokunun rahim duvarında büyümesiyle ortaya çıkan bir hastalıktır. Bu durum yaşandığında rahim boyutu iki ya da üç katına kadar çıkabilir. Ağrılı ve krampla geçen adet dönemleri ya da ağrılı cinsel ilişki adenomyozis belirtileri arasında sayılır. Bu hastalık durumu genellikle ilaç ya da ameliyatla tedavi edilmektedir.Adenomyozis, rahmin iç yüzeyinden gelen dokunun rahim duvarında büyümesiyle ortaya çıkan bir hastalıktır. Bu durum yaşandığında rahim boyutu iki ya da üç katına kadar çıkabilir. Ağrılı ve krampla geçen adet dönemleri ya da ağrılı cinsel ilişki adenomyozis belirtileri arasında sayılır. Bu hastalık durumu genellikle ilaç ya da ameliyatla tedavi edilmektedir. Adenomyozis Nedir?Adenomyozis, adet kanaması ile atılan rahim içi zarın (endometriyum), rahimin kas duvarına (miyometrium) doğru büyümesi ile ortaya çıkan iyi huylu bir kadın hastalığıdır. Rahimde kalınlaşmaya neden olan bu hastalık uzun süreli adet kanamalarına, sancılı ve kramplı ağrılara neden olur. Kadınlarda özellikle üreme dönemlerinde ortaya çıkabilir. Adenomyozis hayatı tehdit etmeyen bir durum olsa da yoğun kanamalar ve ağrılar kadınların hayat kalitesini etkileyebilir.Adenomyozis Neden Olur?Adenomyozis hastalığının neden geliştiğine dair net bir bilgi yer almamaktadır. Fakat bazı faktörler adenomyozisin tetiklenmesine neden olur. Bu durumun gelişmesine neden olan olası risk faktörleri şunlardır: Doğumdan sonra oluşan rahim iltihabı Büyüyen rahim duvarında ki fazladan dokular Rahim kasındaki kök hücreler Hormonal faktörler Genetik yatkınlık Yaş Cerrahi müdahalelerHormonal faktörlerVücutta yer alan östrojen ve progesteron hormonlarının dengesizliği adenomyozise neden olabilmektedir. Özellikle östrojen hormonundaki yükseliş rahimde adenomyozisin büyümesine neden olur.Genetik yatkınlık Aile geçmişinde adenomyozis bulunan kadınların bu durumu yaşamaları daha yüksek olmaktadır.YaşAdenomyozis, özellikle 40-50 yaşlarındaki kadınları etkilediği bilinir. Bu yaştaki kadınlar için risk faktörü oluşturmaktadır.Rahim içi iltihaplanmaRahim içi iltihaplanmalar adenomyozise neden olarak kadınlarda rahmin büyümesine neden olabilir. İltihaplanma, endometrial hücrelerin yer değiştirmesine neden olarak bu duruma zemin hazırlar.Doğum ve cerrahi müdahalelerSezaryen ameliyat ya da rahim içerisinde yapılan müdahaleler adenomyozis riskini artırmada rol oynayabilir.Adenomyozis nedenleri net bir şekilde belli olmasa da her faktör kadından kadına göre farklılık gösterir. Bu durumdan şüphelendiğinizde mutlaka kadın hastalıkları ve doğum uzmanından destek alarak doğru tedavi sürecini başlatmanız gerekebilir.Adenomyozis Belirtileri Nelerdir?Adenomyozis, üç kişiden birinde belirti ve semptom göstermeyebilir. Belirti gösterdiği durumlarda ise şu durumlar görülür: Ağrılı adet görme (dismenore) Yoğun adet kanaması (menoraji) Düzensiz ve anormal adet görme Şiddetli kramp ya da pelvik ağrı Cinsel ilişki sırasında ağrı (disparoni) Kısırlık Büyümüş rahim Karnınızda şişkinlik Sık idrara çıkma Kabızlık Kansızlığa bağlı olarak halsizlik, çarpıntı ve yorgunlukAdenomyozis Teşhisi Nasıl Olur?Adenomyozisi teşhis etmek için ilk adım uzman doktor tarafından yapılan fiziki muayenedir. Jinekolog ya da kadın hastalıkları uzmanı tarafında yapılan muayenenin ardından kişinin hastalık geçmişine, semptomlarına bakılır. Bunların yanında teşhis için şu yöntemlerden yararlanılır: Rahimde kalınlaşmış kas tabakası ya da kistleri görüntülemek için ultrasonografiden yararlanılır. Manyetik rezonans görüntüleme (MR) adenomyozisi teşhis etmek ve diğer oluşabilecek pelvik hastalıkları ayırt etmek için kullanılır Nadiren de olsa uzman doktor adenomyosisin kesin teşhisi için biyopsi yapabilir Pelvik muayene ile uzman doktor rahmin büyüdüğünü, yumuşadığını ya da dokunduğunuzda ağrılı olup olmadığını ortaya çıkarırUzman doktor belirtileri ve bulguları göz önünde bulundurarak uygun tedavi yöntemlerini belirler.Adenomyozis TedavisiÖstrojen hormonu endometriyal dokunun büyümesine neden olduğundan, adenomyozis belirtileri genelde menopozdan sonra kaybolmaktadır. Bu durum tedavilerle hafifletilerek, kanamaların azalmasına ve semptomların geçmesine yardımcı olur.Ağrı kesici ilaçlarSteroid içermeyen iltihabı önleyen ilaçlar, ibuprofen ya da naproksen gibi NSAID'ler krampların hafiflemesini sağlar.Hormonal ilaçlarBazı hormonal ilaçlar ağrılı adet görmeye ve dengesiz, anormal kanamalara neden olabilir.Hormonal olmayan ilaçlarTraneksamik asit gibi ilaçlar vajinal kanama miktarını azaltarak adenomyozis tedavisine destek olur.MyomektomiRahim kasından adenomyozisi çıkarmak için yapılan ameliyattır.Rahim Alınma Ameliyatı (Histerektomi)Rahim alınma ameliyatı olarak histerektomi, adenomyozis ilerlediği durumlarda tedavi yöntemli olarak kullanılabilir.Adenomyozis Hakkında Sık Sorulan Sorular Adenomiyozis tedavi edilmezse ne olur?Adenomiyozis tedavi edilmediği durumlarda kısırlığa ve hamilelik sürecine giren kadınlarda düşüğe yol açabilir.Adenomiyozis ciddi bir durum mu?Adenomiyozis ciddi komplikasyonlara neden olmamakla birlikte günlük hayat kalitesini etkileyebilir.Adenomiyozis riskleri nelerdir?Adenomiyozisin hayati tehlikesi bulunmamaktadır. Ağır ve uzun süreli kanamaya ve pelvik ağrısına neden olabilir. Adenomyozis Nedir?Adenomyozis, adet kanaması ile atılan rahim içi zarın (endometriyum), rahimin kas duvarına (miyometrium) doğru büyümesi ile ortaya çıkan iyi huylu bir kadın hastalığıdır. Rahimde kalınlaşmaya neden olan bu hastalık uzun süreli adet kanamalarına, sancılı ve kramplı ağrılara neden olur. Kadınlarda özellikle üreme dönemlerinde ortaya çıkabilir. Adenomyozis hayatı tehdit etmeyen bir durum olsa da yoğun kanamalar ve ağrılar kadınların hayat kalitesini etkileyebilir.Adenomyozis Neden Olur?Adenomyozis hastalığının neden geliştiğine dair net bir bilgi yer almamaktadır. Fakat bazı faktörler adenomyozisin tetiklenmesine neden olur. Bu durumun gelişmesine neden olan olası risk faktörleri şunlardır:Hormonal faktörlerVücutta yer alan östrojen ve progesteron hormonlarının dengesizliği adenomyozise neden olabilmektedir. Özellikle östrojen hormonundaki yükseliş rahimde adenomyozisin büyümesine neden olur.Genetik yatkınlık Aile geçmişinde adenomyozis bulunan kadınların bu durumu yaşamaları daha yüksek olmaktadır.YaşAdenomyozis, özellikle 40-50 yaşlarındaki kadınları etkilediği bilinir. Bu yaştaki kadınlar için risk faktörü oluşturmaktadır.Rahim içi iltihaplanmaRahim içi iltihaplanmalar adenomyozise neden olarak kadınlarda rahmin büyümesine neden olabilir. İltihaplanma, endometrial hücrelerin yer değiştirmesine neden olarak bu duruma zemin hazırlar.Doğum ve cerrahi müdahalelerSezaryen ameliyat ya da rahim içerisinde yapılan müdahaleler adenomyozis riskini artırmada rol oynayabilir.Adenomyozis nedenleri net bir şekilde belli olmasa da her faktör kadından kadına göre farklılık gösterir. Bu durumdan şüphelendiğinizde mutlaka kadın hastalıkları ve doğum uzmanından destek alarak doğru tedavi sürecini başlatmanız gerekebilir.Adenomyozis Belirtileri Nelerdir?Adenomyozis, üç kişiden birinde belirti ve semptom göstermeyebilir. Belirti gösterdiği durumlarda ise şu durumlar görülür:Adenomyozis Teşhisi Nasıl Olur?Adenomyozisi teşhis etmek için ilk adım uzman doktor tarafından yapılan fiziki muayenedir. Jinekolog ya da kadın hastalıkları uzmanı tarafında yapılan muayenenin ardından kişinin hastalık geçmişine, semptomlarına bakılır. Bunların yanında teşhis için şu yöntemlerden yararlanılır:Uzman doktor belirtileri ve bulguları göz önünde bulundurarak uygun tedavi yöntemlerini belirler.Adenomyozis TedavisiÖstrojen hormonu endometriyal dokunun büyümesine neden olduğundan, adenomyozis belirtileri genelde menopozdan sonra kaybolmaktadır. Bu durum tedavilerle hafifletilerek, kanamaların azalmasına ve semptomların geçmesine yardımcı olur.Ağrı kesici ilaçlarSteroid içermeyen iltihabı önleyen ilaçlar, ibuprofen ya da naproksen gibi NSAID'ler krampların hafiflemesini sağlar.Hormonal ilaçlarBazı hormonal ilaçlar ağrılı adet görmeye ve dengesiz, anormal kanamalara neden olabilir.Hormonal olmayan ilaçlarTraneksamik asit gibi ilaçlar vajinal kanama miktarını azaltarak adenomyozis tedavisine destek olur.MyomektomiRahim kasından adenomyozisi çıkarmak için yapılan ameliyattır.Rahim Alınma Ameliyatı (Histerektomi)Rahim alınma ameliyatı olarak histerektomi, adenomyozis ilerlediği durumlarda tedavi yöntemli olarak kullanılabilir.Adenomyozis Hakkında Sık Sorulan Sorular Adenomiyozis tedavi edilmezse ne olur?Adenomiyozis tedavi edilmediği durumlarda kısırlığa ve hamilelik sürecine giren kadınlarda düşüğe yol açabilir.Adenomiyozis ciddi bir durum mu?Adenomiyozis ciddi komplikasyonlara neden olmamakla birlikte günlük hayat kalitesini etkileyebilir.Adenomiyozis riskleri nelerdir?Adenomiyozisin hayati tehlikesi bulunmamaktadır. Ağır ve uzun süreli kanamaya ve pelvik ağrısına neden olabilir.
3,318
143
Hastalıklar
Agorafobi
Agorafobi, bir tür kaygı bozukluğudur. Agorafobisi olan bir kişi, bildiği veya güvenli olduğunu düşündüğü ortamlardan ayrılmaktan korkar. Agorafobili kişiler, şiddetli vakalarda evini tek güvenli ortam olarak görür; günlerce, aylarca hatta yıllarca evlerinden çıkmaktan kaçınabilirler. Agorafobiye sahip olan kişiler genellikle alışveriş merkezleri, toplu taşıma araçları ve açık yerler (otoparklar vb.) veya kapalı yerler (tiyatrolar vb.) gibi hemen kaçışın zor olabileceğini düşündükleri yerlerde bulunmaktan kaçınabilirler. Agorafobi, özellikle panik bozukluğu olan kişilerde yaygındır.  Araştırmacılara göre, agorafobili panik bozukluğu kronik olma eğilimindeyken, agorafobisiz panik bozukluğu aşamalar halinde gelip geçme eğilimindedir. Uzmanlar ayrıca, Nisan 2014'te Comprehensive Psychiatry'de yayınlanan bir araştırma sonuçlarına göre agorafobili panik bozukluğunun sıklıkla obsesif kompulsif bozukluk (OKB) ile birlikte var olduğunu belirtmişlerdir.Agorafobi, bir tür kaygı bozukluğudur. Agorafobisi olan bir kişi, bildiği veya güvenli olduğunu düşündüğü ortamlardan ayrılmaktan korkar. Agorafobili kişiler, şiddetli vakalarda evini tek güvenli ortam olarak görür; günlerce, aylarca hatta yıllarca evlerinden çıkmaktan kaçınabilirler. Agorafobiye sahip olan kişiler genellikle alışveriş merkezleri, toplu taşıma araçları ve açık yerler (otoparklar vb.) veya kapalı yerler (tiyatrolar vb.) gibi hemen kaçışın zor olabileceğini düşündükleri yerlerde bulunmaktan kaçınabilirler. Agorafobi, özellikle panik bozukluğu olan kişilerde yaygındır.  Araştırmacılara göre, agorafobili panik bozukluğu kronik olma eğilimindeyken, agorafobisiz panik bozukluğu aşamalar halinde gelip geçme eğilimindedir. Uzmanlar ayrıca, Nisan 2014'te Comprehensive Psychiatry'de yayınlanan bir araştırma sonuçlarına göre agorafobili panik bozukluğunun sıklıkla obsesif kompulsif bozukluk (OKB) ile birlikte var olduğunu belirtmişlerdir. Agorafobi nedir? Agorafobi, belirli bir yerde kapana kısılma ya da kaçamama gibi irrasyonel ve yoğun bir korku ile karakterize edilen ciddi bir anksiyete bozukluğu türüdür. Agorafobi kaçışın zor olabileceği veya erişilmesinin zor olabileceği durumlarda yoğun korku ve endişeyi tetikleyebilir. Korku ve endişe yaratan durumların veya yerlerin yaygın örnekleri arasında bir bankada veya süpermarket kasasında sıra beklemek, bir tiyatro veya sınıfta uzun bir sıranın ortasında oturmak ve otobüs veya uçak gibi toplu taşıma araçlarını kullanmak yer alır.Agorafobili kişilerde korkuyu tetikleyebilecek durumlar şunlardır: Kalabalık veya kapalı alanlar Açık ve uzak alanlar Evden uzakta olmakAgorafobiye ne sebep olur?Agorafobiye neyin neden olabileceğine dair bir takım teoriler mevcuttur. Agorafobinin nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte biyolojik, psikolojik ve çevresel faktörlerin etkileşiminden kaynaklandığına inanılmaktadır. Örneğin aşırı içe dönüklük, agorafobi teşhisi olasılığının artmasıyla ilişkilidir. Kaçınan, bağımlı ve ilgili kişilik özelliklerine sahip kişilerde de agorafobi gelişme olasılığı daha yüksek olabilir.İnsanların içsel duygusal çatışmalara nasıl tepki verdiklerine odaklanan ruh sağlığı teorisi (psikanalitik teori), agorafobiyi, çözülmemiş bir Oidipal çatışmadan kaynaklanan bir boşluk hissinin sonucu olarak tanımlar. Agorafobi, bazı zihinsel bozukluklar gibi, bir dizi psikolojik ve çevresel risk faktörüyle ilişkili olsa da, bazı bireyler için genetik bir bileşen nedeniyle ortaya çıkabilir.Agorafobi için risk faktörleri nelerdir?Agorafobi her yaşta gelişebilir; ancak semptomlar genellikle 25-35 yaşlarında ortaya çıkar ve kadınları erkeklerden daha sık etkiler.Ayrımcılığa uğradığını hisseden kişilerin, agorafobi de dahil olmak üzere bir dizi kaygı bozukluğundan muzdarip olma riskinin daha yüksek olduğu düşünülmektedir.Kişide panik atak öyküsü olması da agorafobi gelişimi için bir risk faktörüdür. Agorafobik bireylerde de panik atak görülme riski vardır. Agorafobi ile birlikte ortaya çıkma eğiliminde olan diğer anksiyete bozuklukları arasında sosyal anksiyete bozukluğu ( sosyal fobi ) ve yaygın anksiyete bozukluğu yer alır. Agorafobi için risk faktörleri özetle şunları içerebilir: Panik atak olan kişiler Endişeli / gergin bir mizaca sahip olan kişiler Ailede agorafobi veya panik bozukluğu öyküsü olan bireyler İstismar, bir ebeveynin ölümü, saldırıya uğrama veya bir çocuğun zorbalığa uğraması gibi stresli yaşam olayları Travma (fiziksel veya duygusal), işsizlik ve düşük sosyoekonomik durumu içeren çevresel stres faktörleri Diğer fobilerle mücadeleAgorafobi belirtileri nelerdir?Agorafobinin birincil semptomu, kaçışın zor veya kaçınılmaz olabileceği belirli durumlarla ilgili duyulan endişedir. Agorafobisi olan kişilerde kaygıya neden olan yaygın durumlar şu şekilde sıralanabilir: Sırada beklemek Kalabalıklar Restoranlar Sinema salonları Randevular Toplu taşıma kullanmakKaygı, vücudu çeşitli şekillerde etkileyebilir ve her insan kaygıyı çok farklı şekilde deneyimleyebilir. Nitekim agorafobi ile ilişkili birçok semptom mevcuttur. Semptomlardan bazıları şunları içerebilir: Yüksek kalp atış hızı Bir korku veya dehşet duygusu Uyku bozukluğu, yorgunluk hissi Konsantrasyon bozukluğu Aşırı terleme Ağız kuruluğu Nefes almada zorluk Göğüs ağrısı Titreme Mide bulantısı ve ishal Mevcut durumdan kaçma dürtüsü Baş dönmesi Yutma güçlüğü Bayılacağı hissine kapılmak Ölüm korkusuAgorafobi nasıl teşhis edilir?Agorafobi, tek bir durumdan kaygı duymak değildir.  Agorafobisi olan bir kişi aşağıdakilerden en az ikisinden aşırı derecede kaygı duyar: Toplu taşıma araçlarını kullanmak (Taksiler, otobüsler, trenler, tekneler, uçaklar vb.) Otoparklar, pazar yerleri, köprüler vb. yerlerde bulunmak Asansör, tiyatro ve sinema gibi kapalı alanlarda bulunmak Uzun kuyruklarda ve kalabalıklar içinde bulunmak Yanında başkası olmadan evden çıkmakDoktorunuz muhtemelen teşhise yardımcı olabilecek bir takım sorular soracaktır. Doktora aşağıdakilere benzer sorular sorabilir: Sizi endişelendiren hangi belirtileriniz mevcut? Bu belirtileri ilk ne zaman fark ettiniz? Belirtilerin şiddeti en çok hangi durumlarda artış gösteriyor? Belirtilerin şiddetini artıran ya da azaltan faktörler nelerdir? Belirtilerinizi tetikleyeceğinden korktuğunuz için herhangi bir durumdan veya yerden kaçınıyor musunuz? Belirtileriniz sosyal hayatınızı nasıl etkiliyor? Herhangi bir tıbbi durum teşhisi konuldu mu? Daha önce psikolojik rahatsızlıklarınız için tedavi gördünüz mü? Kendinize zarar vermeyi hiç düşündünüz mü? Alkol veya eğlence amaçlı uyuşturucu kullanıyor musunuz? Ne sıklıkta?Agorafobi özetle aşağıdakilere dayanılarak teşhis edilebilir: Belirti ve bulgular Doktorla derinlemesine görüşme Belirtilerinize neden olabilecek diğer koşulları ekarte etmek için detaylı muayene Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından yayınlanan Mental Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabında (DSM-5) listelenen agorafobi kriterleri de teşhiste yardımcı olabilir.Agorafobi tedavisi nasıldır?Agorafobide tedavi seçenekleri bir kişinin yaşadığı spesifik semptomlara ve bunların ne kadar ciddi şekilde etkilendiğine bağlıdır. Tedavide basit yaklaşımlar; egzersiz, gevşeme teknikleri, gelişmiş uyku hijyeni, stres faktörlerini belirleme, ortadan kaldırma ve doğal destek gruplarıyla (aile ve arkadaşlar) zaman geçirmeyi içerir. Tüm bunlar semptomları hafifletebilir ve kişinin yaşam kalitesini artırabilir.  Çoğu hasta, bilişsel davranışçı terapi de dahil olmak üzere bir psikolojik terapi unsurundan faydalanacaktır.Genel olarak agorafobi tedavisinde antidepresanlar, anti-anksiyete ilaçlarından daha etkilidir. Bununla birlikte, bu tedaviye başlamadan önce etkilenen bireylerin farkında olması gereken bazı istenmeyen yan etkiler vardır.Örneğin bazı antidepresan ilaçlar, bazıları aşağıda listelenen bir dizi istenmeyen yan etkiyle ilişkilendirilmiştir: Mide bulantısı Kilo alımı Yorgunluk hissi Baş dönmesi, sinirlilik Kaygı Yetişkinlerde cinsel dürtü azalmasıİlaç tedavisine alternatif olarak bilişsel davranışçı terapinin agorafobiden muzdarip bazı bireyler için etkili olduğu gösterilmiştir. Bilişsel davranışçı terapi yoluyla agorafobiden etkilenen bireyler, kaygıyla ilgili semptomları daha iyi yönetmeye ve bunlarla başa çıkmalarına yardımcı olacak önemli beceriler geliştirmeyi öğrenebilir.Maruz bırakma terapisi ile en çok korktuğu şeylere tekrar tekrar maruz kalan kişiler, sonunda bu durumlara karşı duyarsızlaşacak ve onlarla daha güvenle yüzleşebilecek hale gelebilecektir. Maruz kalma terapisi, agorafobisi olan hastalar için popüler bir terapidir. Maruz kalma terapisinde, kişi yavaş yavaş korkularla yüzleşir. Örneğin, evden yalnız çıkmaktan korkan bir kişi, evinin dışına adım atarak ya da evinin etrafında yürüyerek başlayabilir.Hastaların korkuları nedeniyle randevularına gitmekte zorlanmaları nedeniyle tedavi karmaşıklaşabilir. Bundan dolayı bazı terapistler ilk seansları yapmak için agorafobik bir hastanın evine gidebilir.Agorafobi hakkında sık sorulan sorular Covid-19 kısıtlamaları ve agorafobi arasındaki bağlantı nedir?Agorafobisi olan bazı insanlar için,  Covid-19’un yayılmasını sınırlamak için alınan karantina ve sosyal mesafe önlemlerinin ne ifade ettiği tartışma konusu olmuş durumdadır. Amerika Anksiyete ve Depresyon Derneği'ne göre; özellikle panik bozukluğu olanlar için, pandemi sırasındaki yaşam koşulları muhtemelen semptomları şiddetlendirmiş veya tedavilerinde belirli bir ilerleme kaydeden insanlarda gerilemeye neden olmuştur.Agorafobiyi önlemek mümkün mü?Agorafobi genellikle panik atak geçirmeye karşı korkulu bir tepki olarak geliştiğinden, agorafobinin önlenmesi genellikle kişinin evinden çıkmadan başka bir panik atak olasılığıyla ilgili kaygıyla başa çıkmanın yollarını geliştirmeye odaklanır. Agorafobi için daha önce açıklanan tedaviler genellikle agorafobinin gelişimini önlemek için de kullanılır.Öte yandan agorafobi aşağıdaki gibi bazı yaşam tarzı değişiklikleri ile yönetilebilir: Alkol, uyuşturucu ve kafeinden kaçınmak Sağlıklı ve dengeli bir beslenme alışkanlığı Düzenli egzersiz yapmak Nefes egzersizleri uygulamakAgorafobi için kendi kendine yardım ipuçları nelerdir?Agorafobiyi yenmenin anahtarı, kaygı semptomlarını kontrol etmeyi öğrenmek ve korkulan durumların üzerine gidebilmektir.Agorafobi tedavisinde kesinlikle doktora başvurulmalıdır. Ancak bununla birlikte kişinin kendi kendine uygulayabileceği bazı yöntemler de mevcuttur.Yavaş nefes alınmalıdır: Hiperventilasyon yani çok hızlı ve sığ nefes almak panik atak semptomlarını daha da kötüleştirebilir. Kişinin nefes alış verişini yavaşlatması önemlidir. Her nefes alışta göğse değil, karnın genişlemesine konsantre olunmalıdır.Gevşeme teknikleri kullanılmalıdır: Aşamalı kas gevşetme hareketleri, düzenli egzersizler yapılmalıdır. Düzenli yapılan egzersizin kaygı düzeylerini azalttığı bilinmektedir. Daha fazla bilgi ve tavsiye için doktora danışılmalıdır.Kişi kendi durumu hakkında bilgi edinmelidir: Agorafobinin üstesinden gelmek, kaygının zihni ve bedeni nasıl etkilediğini anlamayı içerir.Maruziyet kademeli olarak artırılabilir: Bu uygulama korkulan ortamla kontrollü bir şekilde yüzleşmeyi içerir. Düzenli uygulama ile yer veya durum korkusu hafifleyecektir. Bu teknik aynı zamanda sistematik duyarsızlaştırma olarak da bilinir. Agorafobi nedir? Agorafobi, belirli bir yerde kapana kısılma ya da kaçamama gibi irrasyonel ve yoğun bir korku ile karakterize edilen ciddi bir anksiyete bozukluğu türüdür. Agorafobi kaçışın zor olabileceği veya erişilmesinin zor olabileceği durumlarda yoğun korku ve endişeyi tetikleyebilir. Korku ve endişe yaratan durumların veya yerlerin yaygın örnekleri arasında bir bankada veya süpermarket kasasında sıra beklemek, bir tiyatro veya sınıfta uzun bir sıranın ortasında oturmak ve otobüs veya uçak gibi toplu taşıma araçlarını kullanmak yer alır.Agorafobili kişilerde korkuyu tetikleyebilecek durumlar şunlardır:Agorafobiye ne sebep olur?Agorafobiye neyin neden olabileceğine dair bir takım teoriler mevcuttur. Agorafobinin nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte biyolojik, psikolojik ve çevresel faktörlerin etkileşiminden kaynaklandığına inanılmaktadır. Örneğin aşırı içe dönüklük, agorafobi teşhisi olasılığının artmasıyla ilişkilidir. Kaçınan, bağımlı ve ilgili kişilik özelliklerine sahip kişilerde de agorafobi gelişme olasılığı daha yüksek olabilir.İnsanların içsel duygusal çatışmalara nasıl tepki verdiklerine odaklanan ruh sağlığı teorisi (psikanalitik teori), agorafobiyi, çözülmemiş bir Oidipal çatışmadan kaynaklanan bir boşluk hissinin sonucu olarak tanımlar. Agorafobi, bazı zihinsel bozukluklar gibi, bir dizi psikolojik ve çevresel risk faktörüyle ilişkili olsa da, bazı bireyler için genetik bir bileşen nedeniyle ortaya çıkabilir.Agorafobi için risk faktörleri nelerdir?Agorafobi her yaşta gelişebilir; ancak semptomlar genellikle 25-35 yaşlarında ortaya çıkar ve kadınları erkeklerden daha sık etkiler.Ayrımcılığa uğradığını hisseden kişilerin, agorafobi de dahil olmak üzere bir dizi kaygı bozukluğundan muzdarip olma riskinin daha yüksek olduğu düşünülmektedir.Kişide panik atak öyküsü olması da agorafobi gelişimi için bir risk faktörüdür. Agorafobik bireylerde de panik atak görülme riski vardır. Agorafobi ile birlikte ortaya çıkma eğiliminde olan diğer anksiyete bozuklukları arasında sosyal anksiyete bozukluğu ( sosyal fobi ) ve yaygın anksiyete bozukluğu yer alır. Agorafobi için risk faktörleri özetle şunları içerebilir:Agorafobi belirtileri nelerdir?Agorafobinin birincil semptomu, kaçışın zor veya kaçınılmaz olabileceği belirli durumlarla ilgili duyulan endişedir. Agorafobisi olan kişilerde kaygıya neden olan yaygın durumlar şu şekilde sıralanabilir:Kaygı, vücudu çeşitli şekillerde etkileyebilir ve her insan kaygıyı çok farklı şekilde deneyimleyebilir. Nitekim agorafobi ile ilişkili birçok semptom mevcuttur. Semptomlardan bazıları şunları içerebilir:Agorafobi nasıl teşhis edilir?Agorafobi, tek bir durumdan kaygı duymak değildir.  Agorafobisi olan bir kişi aşağıdakilerden en az ikisinden aşırı derecede kaygı duyar:Doktorunuz muhtemelen teşhise yardımcı olabilecek bir takım sorular soracaktır. Doktora aşağıdakilere benzer sorular sorabilir:Agorafobi özetle aşağıdakilere dayanılarak teşhis edilebilir:Agorafobi tedavisi nasıldır?Agorafobide tedavi seçenekleri bir kişinin yaşadığı spesifik semptomlara ve bunların ne kadar ciddi şekilde etkilendiğine bağlıdır. Tedavide basit yaklaşımlar; egzersiz, gevşeme teknikleri, gelişmiş uyku hijyeni, stres faktörlerini belirleme, ortadan kaldırma ve doğal destek gruplarıyla (aile ve arkadaşlar) zaman geçirmeyi içerir. Tüm bunlar semptomları hafifletebilir ve kişinin yaşam kalitesini artırabilir.  Çoğu hasta, bilişsel davranışçı terapi de dahil olmak üzere bir psikolojik terapi unsurundan faydalanacaktır.Genel olarak agorafobi tedavisinde antidepresanlar, anti-anksiyete ilaçlarından daha etkilidir. Bununla birlikte, bu tedaviye başlamadan önce etkilenen bireylerin farkında olması gereken bazı istenmeyen yan etkiler vardır.Örneğin bazı antidepresan ilaçlar, bazıları aşağıda listelenen bir dizi istenmeyen yan etkiyle ilişkilendirilmiştir:İlaç tedavisine alternatif olarak bilişsel davranışçı terapinin agorafobiden muzdarip bazı bireyler için etkili olduğu gösterilmiştir. Bilişsel davranışçı terapi yoluyla agorafobiden etkilenen bireyler, kaygıyla ilgili semptomları daha iyi yönetmeye ve bunlarla başa çıkmalarına yardımcı olacak önemli beceriler geliştirmeyi öğrenebilir.Maruz bırakma terapisi ile en çok korktuğu şeylere tekrar tekrar maruz kalan kişiler, sonunda bu durumlara karşı duyarsızlaşacak ve onlarla daha güvenle yüzleşebilecek hale gelebilecektir. Maruz kalma terapisi, agorafobisi olan hastalar için popüler bir terapidir. Maruz kalma terapisinde, kişi yavaş yavaş korkularla yüzleşir. Örneğin, evden yalnız çıkmaktan korkan bir kişi, evinin dışına adım atarak ya da evinin etrafında yürüyerek başlayabilir.Hastaların korkuları nedeniyle randevularına gitmekte zorlanmaları nedeniyle tedavi karmaşıklaşabilir. Bundan dolayı bazı terapistler ilk seansları yapmak için agorafobik bir hastanın evine gidebilir.Agorafobi hakkında sık sorulan sorular Covid-19 kısıtlamaları ve agorafobi arasındaki bağlantı nedir?Agorafobisi olan bazı insanlar için,  Covid-19’un yayılmasını sınırlamak için alınan karantina ve sosyal mesafe önlemlerinin ne ifade ettiği tartışma konusu olmuş durumdadır. Amerika Anksiyete ve Depresyon Derneği'ne göre; özellikle panik bozukluğu olanlar için, pandemi sırasındaki yaşam koşulları muhtemelen semptomları şiddetlendirmiş veya tedavilerinde belirli bir ilerleme kaydeden insanlarda gerilemeye neden olmuştur.Agorafobiyi önlemek mümkün mü?Agorafobi genellikle panik atak geçirmeye karşı korkulu bir tepki olarak geliştiğinden, agorafobinin önlenmesi genellikle kişinin evinden çıkmadan başka bir panik atak olasılığıyla ilgili kaygıyla başa çıkmanın yollarını geliştirmeye odaklanır. Agorafobi için daha önce açıklanan tedaviler genellikle agorafobinin gelişimini önlemek için de kullanılır.Öte yandan agorafobi aşağıdaki gibi bazı yaşam tarzı değişiklikleri ile yönetilebilir:Agorafobi için kendi kendine yardım ipuçları nelerdir?Agorafobiyi yenmenin anahtarı, kaygı semptomlarını kontrol etmeyi öğrenmek ve korkulan durumların üzerine gidebilmektir.Agorafobi tedavisinde kesinlikle doktora başvurulmalıdır. Ancak bununla birlikte kişinin kendi kendine uygulayabileceği bazı yöntemler de mevcuttur.Yavaş nefes alınmalıdır: Hiperventilasyon yani çok hızlı ve sığ nefes almak panik atak semptomlarını daha da kötüleştirebilir. Kişinin nefes alış verişini yavaşlatması önemlidir. Her nefes alışta göğse değil, karnın genişlemesine konsantre olunmalıdır.Gevşeme teknikleri kullanılmalıdır: Aşamalı kas gevşetme hareketleri, düzenli egzersizler yapılmalıdır. Düzenli yapılan egzersizin kaygı düzeylerini azalttığı bilinmektedir. Daha fazla bilgi ve tavsiye için doktora danışılmalıdır.Kişi kendi durumu hakkında bilgi edinmelidir: Agorafobinin üstesinden gelmek, kaygının zihni ve bedeni nasıl etkilediğini anlamayı içerir.Maruziyet kademeli olarak artırılabilir: Bu uygulama korkulan ortamla kontrollü bir şekilde yüzleşmeyi içerir. Düzenli uygulama ile yer veya durum korkusu hafifleyecektir. Bu teknik aynı zamanda sistematik duyarsızlaştırma olarak da bilinir.
7,000
144
Hastalıklar
20’lik Diş
Halk arasında akıl dişi olarak adlandırılan ve üçüncü azı dişleri şeklinde de ifade edilen 20’lik dişler, genellikle 17 -25 yaş aralığında çıkan, toplamda 4 adet olarak tamamen sorunsuz bir şekilde çıkan üçüncü ve son azı dişleridir. Bazı bireylerde yarım ya da tam gömülü şekilde çıkan 20'lik dişler özellikle çenedeki yer yetersizliğine bağlı olarak bölgedeki diş etinde kızarıklık, şişlik, lenf hassasiyeti, ağrı veya ağız açmada kısıtlılığa sebep olabilir. Bilinenin aksine 20 yaş dişlerinin her durumda çekilmesi gerekmez. Herhangi bir ağrıya sebep olmadan çiğneme işlevine yardımcı olabilir. Ancak özellikle yarısı çıkan, gömülü, çürük ve diş eti enfeksiyonuna yol açan 20’lik dişlerin çok vakit kaybetmeden çekilmesi gerekir. Halk arasında akıl dişi olarak adlandırılan ve üçüncü azı dişleri şeklinde de ifade edilen 20’lik dişler, genellikle 17 -25 yaş aralığında çıkan, toplamda 4 adet olarak tamamen sorunsuz bir şekilde çıkan üçüncü ve son azı dişleridir. Bazı bireylerde yarım ya da tam gömülü şekilde çıkan 20'lik dişler özellikle çenedeki yer yetersizliğine bağlı olarak bölgedeki diş etinde kızarıklık, şişlik, lenf hassasiyeti, ağrı veya ağız açmada kısıtlılığa sebep olabilir. Bilinenin aksine 20 yaş dişlerinin her durumda çekilmesi gerekmez. Herhangi bir ağrıya sebep olmadan çiğneme işlevine yardımcı olabilir. Ancak özellikle yarısı çıkan, gömülü, çürük ve diş eti enfeksiyonuna yol açan 20’lik dişlerin çok vakit kaybetmeden çekilmesi gerekir.  20’lik Diş (Yirmilik Diş) Nedir?20'lik dişler, Çenenin en arkasında görülen, ergenliğin son dönemleri olan 17-25 yaşları arasında üçüncü büyük azı dişi olarak yarım veya tam gömülü şekilde toplamda 4 adet çıkan dişlerdir. Alt ve üst çenede ikişer adet olmak üzere toplam dört adet 20 yaş dişi gözlenir. Bazı kişilerde daha çok sayıda görülebilen 20'lik dişlerin bazı kişilerde ise hiç çıkmaması söz konusu olabilir.Bazı kişilerde daha fazla sayıda 20 yaş dişi varlığı da gözlenebilir. 20 yaş dişleri sıklıkla çene kemiğinde yer almak için yeterli yer bulamayarak gömülü kalabilirler veya ağız içine sürseler bile öndeki dişlere baskı yapabilirler. Bu durum ağız içinde ağrı ve enfeksiyona sebep olabilir. Bu durum 20'lik diş ağrısı olarak tanımlanır. 20'lik diş ağrısı, dişin konumlandığı yere veya gömülü olup olmadığına bağlı olarak rahatsız edici bir ağrı meydana getirebilir. Bu ağrılarda genellikle dişin çekilmesi önerilir ancak her 20'lik diş çekilecek diye bir kural yoktur. Bu konuda dişin yapısına bağlı olarak doktor tarafından bir karar verilir. 20'lik dişler yanlış hizalandığında, yatay olarak konumlannması söz konusu olabilir, ikinci azı dişlerine doğru veya onlardan uzağa açılı olabilir, kimi zaman ise içe veya dışa doğru açılı bir şekilde görülebilir. Yirmi yaş dişlerinin kötü hizalanması, bitişik dişleri, çene kemiğini veya sinirleri sıkıştırabildiği gibi hasar da meydana getirebilir.20’lik Diş (Yirmilik Diş) Nerede Çıkar?20’lik dişler hem alt hem de üst çenede, sağ ve sol en geride olmak üzere dört tane oluşur. Bazı durumlarda bu sayının daha da arttığı gözlenebilir. 20'lik diş ağızdaki varlığı bazen hiçbir şekilde belli etmezken bazen de 20'lik diş ağrısıyla kendini gösterebilir. Çıktığı zaman ağrılı ve yanlış konumlanmış şekilde çıktığında dişin çekilmesi sağlıklı kabul edilir. Ancak her 20'lik diş de çekilmez. Herhangi bir belirti göstermeden dişin ağızda konumlandığı görülür.20'lik Diş Neden Çıkar?Azi dişlerinin daha önce çıkmayıp 20'li yaşları beklemesi sonucunda 20'lik dişler çıkar. Alt ve üst çenede ikişer tane olup toplam 4 adet çıkan 20'lik dişler genellikle dişlerin çıktığı bölgede ağrı ile kendini gösterir. Ancak bazı kişilerde 20'lik diş hiç çıkmayabilir.20’lik Diş (Yirmilik Diş) Belirtileri Nelerdir?20’lik dişin en yaygın ilk belirtisi 20'lik dişin çıktığı bölgedeki ağrıdır. Bu ağrı kimi zaman şiddetli bazı vakalarda hafif bir şekilde meydana gelebilir. Ayrıca diş etinde kızarıklık, şişlik, lenflerde hassasiyet, ağzı açarken kısıtlılık ve konuşma zorluğu da 20'lik diş belirtileri arasında yer alır.20'lik diş belirtileri şu şekildedir: Dişin çıktığı bölgede şiddetli veya hafif ağrı  Diş etinde kızarıklık ve iltihap Şişlik Diş etinde akıntı Lenflerde hassasiyet Ağzı açarken kısıtlılık Konuşma veya yutma güçlüğüKimi durumlarda herhangi bir belirti vermeden sessizce ağız içindeki yerini alabilirler. Kimi durumlarda çenedeki yer yetersizliğine bağlı olarak sürmeye çalışırken ilgili bölgedeki diş etinde kızarıklık, şişlik, lenf hassasiyeti, ağrı veya ağız açmada kısıtlılığa sebep olabilirler.  20'lik Diş Nasıl Anlaşılır?Özellikle gömülü yirmi yaş dişleri diş ağrısıyla kendini gösterir. Bu ağrı diğer dişlere zarar verebilir ve diş sorunlarına yol açabilir. Diş ağrısıyla birlikte 20'lik dişlerin olduğu bölgede kızarıklık, şişlik, hassasiyet ve yutma güçlüğü de 20'lik dişin karakteristik özellikleridir.Ancak 20'lik dişler kimi vakalarda hiçbir soruna yol açmazlar. Bunun yanı sıra yirmi yaş dişlerinin temizlenmesi zor olduğundan diğer dişlere göre diş çürümesine ve diş eti hastalığına daha yatkın olabilirler. Ağrıya veya diğer diş sorunlarına neden olan gömülü yirmi yaş dişleri genellikle çekilir. 20'lik Diş Ağrısı Neden Olur?20'lik dişler çıkarken, düzgün gelişim göstermesi için ağız içinde yeterli alan olmaz. Bu durum 20'lik diş ağrısına, diğer dişlere zarar vermeye ve başka diş sorunlarına yol açar. Bunun dışında çürükler, diş çevresinde meydana gelen kistler, enfeksiyonlar ve apseler de 20'lik diş ağrısına neden olan faktörler arasındadır. 20'lik diş ağrısına yol açan faktörler şöyle sıralanabilir: Gömülü 20'lik dişlerin çıkarken yeterli alan bulamaması Diş çürükleri Diş çevresinde meydana gelen kistler ve apseler EnfeksiyonlarGömülü dişler20'lik dişlerin gömülü olanları genellikle dişlerin çıkmaya çalıştığı zaman kendine yeterli alan bulamamasıdır. Alan bulamayan gömülü dişler çarpık veya yamuk çıkabilir. Bu da 20'lik diş ağrısına yol açan yaygın bir nedendir.EnfeksiyonlarDiş etlerinde meydana gelen enfeksiyonlar da 20'lik diş ağrısına neden olabilir. Bu durumun nedeni olarak gömülü dişlerin çıkarken diş etlerinde meydana getirdiği boşluklardır. Diş çürükleri20'lik dişlerde zamanla çürüme meydana gelebilir. Bu çürümeler normal diş ağrısında olduğu gibi 20'lik dişlerde de ağrıya yol açabilir. 20'lik Diş Ağrısına Ne İyi Gelir?20'lik diş ağrısına iyi gelen yöntemlerin başında soğuk kompres, tuzlu su ile gargara yapmak, reçetesiz ağrı kesiciler ve bazı bitkisel yağlar gelir. Bunların arasında aloe vera, karanfil yağı, çay ağacı yağı ve lavanta yağı gelir. 20'lik diş ağrısına iyi gelen yöntemler şöyledir: Buz torbası veya soğuk bir paket yardımıyla ağrıyan dişe soğuk kompres uygulamak Tuzlu su ile gargara yapmak Reçetesiz ağrı kesiciler kullanmak  Aloe vera kullanımı  Karanfil yağı, çay ağacı yağı ve lavanta yağını denemek20’lik Diş (Yirmilik Diş) Çekimi Nasıl Yapılır?20’lik diş çekiminin nasıl olacağı dişin pozisyonuna göre belirlenir. Tamamen sürmüş ağız içinde yer alan bir 20 yaş dişi herhangi bir diş çekiminde olduğu gibi standart bir biçimde çekilir. Bazı durumlarda ise 20 yaş dişleri yarı gömülü de dediğimiz mukoza retansiyonlu bir pozisyonda yer alır. Mukoza retansiyonu varlığında çekim işlemi öncesi dişetinde bir kesi yapılması ve çekimin ardından dikiş atılması gerekebilmektedir. Bir diğer durum ise dişin tam gömülü (kemik retansiyonlu) olmasıdır. Böyle bir durumda ise diş etine kesi yapılmasını takiben dişin çevresinde bulunan kemikten de bir miktar uzaklaştırılması ve ardından dikiş atılması gerekebilir.20’lik Diş (Yirmilik Diş) Ameliyatı Nasıl Yapılır?20’lik diş ameliyatı, dişin kemik içerisinde gömülü kaldığı veya tam çıkamadığı durumlarda gerekir. Böyle bir durum varlığında işlem yapılacak bölgenin lokal anestezi ile uyuşturulmasını takiben dişe ulaşımın sağlanması için diş etinde bir kesi yapılır. Ardından dişin pozisyonuna göre dişi çevreleyen kemiğin uzaklaştırılması veya dişin bir kaç parçaya ayrılması gerekebilir. Bu işlemlerin ardından kesi yapılan bölgeye dikiş atılması ile ameliyat sonlanır.20’lik Diş Çekimi Sonrası Yaşananlar20'lik dişler çekildikten sonra, iyileşme hızı çekimin zorluk derecesine (tam sürmüş bir dişin basit çekimi ile çene kemiğine gömülü bir dişin çekimi) bağlıdır. Özellikle ilk 24 saat içinde kanama görülebilir. Kanamaya baskı yapmak önemlidir. Bunun dışında ilk 24 saat ağzınızı çalkalamaktan, tükürmekten ve emme hareketlerinden kaçının. Ayrıca dişin çekildiği bölgede yüz şişmesi de görülebilir.20'lik diş çekimi sonrası ve özellikle ilk 24 saat içinde yaşanabilecekler şöyledir: 20'lik diş çekimi sonrası birkaç saat boyunca kanama görülme ihtimali vardır. Bunu kontrol etmek için boş diş yuvasının üzerine temiz ve nemli bir gazlı bez parçası yerleştirin ve sıkıca ısırın. Yaklaşık 45 dakika boyunca sürekli baskı uygulamanız önerilir.  20'lik diş çekimi sonrası yaşanabilecek kanamaya karşı nemlendirilmiş bir çay poşeti de etkili bir alternatiftir olabilir. Çaydaki tanik asit kan pıhtılarının iyileşmesine yardımcı olur.  20'lik diş çekimi sonrası 24 saat boyunca çalkalamaktan veya tükürmekle birlikte "emme" hareketlerinden kaçının.  20'lik diş çekimi sonrası yüz şişmesi görülmesi de görülebilir. Şişliği en aza indirmek için, yüzün o bölgesine bir bezle sarılmış bir buz parçası koyun ve bunu 10 dakika açık, ardından 20 dakika kapalı olacak şekilde planlayın. Bu ilk 24 saatlik süre boyunca gerektiği kadar tekrarlayın. Ancak bu uygulama önerileri alternatif bir çözüm olarak geçerlidir. Tüm bunların sağlıklı bir şekilde dişe etki etmesi için doktorun tavsiye ve yönlendirmelerine uymak şarttır. 20'lik diş çekimi sonrası diş hekiminin reçete ettiği ağrı kesici ilaçlar alabilirsiniz. Diş çekiminden önce (çekilecek yirmi yaş dişinin çevresinde herhangi bir aktif enfeksiyonu tedavi etmek için) reçete edilmiş olabilecek antibiyotikler, doktor onay verirse reçetenin tamamı bitene kadar alınmaya devam edilebilir. 20'lik diş çekimi sonrası anesteziden kaynaklanan tüm uyuşukluk geçene kadar yiyecekler sıvı bir diyetle sınırlandırılmalıdır. Birkaç gün boyunca yumuşak yiyecekler tüketilmeli, ilaç kullanılıyorsa alkolden uzak durulmalıdır.  20'lik diş çekimi sonrası diş fırçalama konusunda ise doktordan onay alarak hareket edin.20'lik Diş Ağrısı Nasıl Geçer?20'lik dişin şiddetli ağrıdığı durumlarda öncelikle doktora gitmek gerekir. Özellikle şiddetli ağrı, şişlik, kızarıklık ve iltihap belirtileri varsa tıbbi müdahale şarttır. Çok şiddetli olmayan durumlarda ise ağrının olduğu bölgeye buz kompresi uygulanabilir, tuzlu su ile gargara yapılabilir ve reçetesiz ağrı kesiciler kullanılabilir. Bitkisel yağların 20'lik diş ağrısına iyi geldiği ile ilgili bilimsel bir kesinlik yoktur.20’lik Diş Hakkında Sık Sorulan Sorular20'lik diş kaç yaşında çıkar?20'lik dişin çıkma yaşı 17-25 yaş aralığı olup bu dönem ergenliğin son dönemi olarak kabul edilir. Bu dönemde ağzın en arka üst ve alt tarafında toplam dört tane 20'lik diş çıkar.20’lik diş çekilmezse ne olur?20’lik dişler ağzın en gerisinde yer alan ve en son çıkan dişlerdir. Çene kemiğinde bu dişlerin çıkabilmesi için yeterli alan bulunmayabilir. Böyle bir durumda 20 yaş dişinin tam olarak çıkamaması, önündeki dişe baskı uygulamasına veya önündeki diş ile arasında temizlenemeyen bir alan oluşmasına neden olabilir. Bu gibi durumlarda 20 yaş dişinin veya önünde yer alan dişin çürümesi veya diş eti problemleri gözlenebilir. İlgili bölgedeki dişlerde ve çevre dokularda hassasiyet, ağrı, şişlik, lenf hassasiyeti görülebilir. Ayrıca bu şikayetlerin antibiyotik kullanılarak baskılanması ileride aynı şikayetlerin şiddetlenerek tekrar ortaya çıkmasına sebep olabilir ve antibiyotiğin her zaman bu şikayetleri geçiremeyeceği unutulmamalıdır. 20’lik diş ağrı yapar mı?20 yaş dişlerinin ağrı yapması birkaç durumda gözlenebilir. Eğer çene kemiğinde dişin sürmesi için yeterli bir alan yoksa veya öndeki dişe baskı yapacak pozisyonda ise ağrı yapması muhtemeldir. Bunun dışında temizliğinin zor bir bölge olması da bu dişlerde çürük veya diş etinde enfeksiyon görülebilmesini kolaylaştırır. Bu gibi durumlar 20 yaş dişinin ağrı yapmasına sebep olur. 20'lik diş halsizlik yapar mı?20'lik dişin çıkmasıyla birlikte görülebilecek semptomlar arasında halsizlik de sayılabilir. Ameliyatsız 20’lik diş çekimi yapılabilir mi?20’lik dişin çekiminin ameliyat ile olup olmayacağı tamamen dişin çene kemiği ile olan pozisyonuna bağlıdır. Eğer çene kemiğinde tamamen sürmüş bir 20 yaş dişiyse bu durumda ameliyata çoğunlukla gerek yoktur. Ancak dişin yarı gömülü veya tam gömülü olması ameliyat gereksinimini ortaya çıkarabilir.  20 yaş dişi çekilmeli mi?20 yaş dişlerinin her durumda çekimine gerek yoktur. Kimi kişilerde bu dişler herhangi bir ağrıya sebebiyet vermeden çıkarlar ve çiğnemede işlev görürler. Böyle bir durumda dişin çekimi şart değildir. Ancak çürük veya diş eti enfeksiyonu varlığı, 20’lik dişin öndeki dişe baskı uygulaması veya ilgili bölgede enfeksiyona sebep olması durumlarında çekim işlemi gerekebilmektedir. Gömülü olan 20'lik diş nasıl tespit edilir?Gömülü olan 20 yaş dişleri hastadan alınan radyografilerle tespit edilebilir. Bu tespit sayesinde ileride sorun oluşturabilecek bir 20 yaş dişi önceden teşhis edilebilir ve buna göre tedavi planı oluşturulabilir. 20’lik diş ağrısı nerelere vurur?20 yaş diş ağrısı çoğunlukla ilgili bölgedeki diğer dişlere yayılabilir. Bunun dışında kulak ağrısı ile karışması da sıklıkla gözlenmektedir. Yine yutkunmada güçlüğe sebep olan boğazda var olan ağrılarda da 20 yaş dişi ağrısı göz önünde bulundurulmalıdır. 20’lik diş çekimi acı verir mi?Diş çekimleri sırasında her ne kadar acı olmasından tedirgin olunsa da güçlü lokal anestezi maddelerin kullanımı ile işlem sırasında ağrı veya acı duyulması önlenmektedir. 20’lik dişlerin faydası var mıdır?20’lik dişler çene kemiğinde yeterli yerin mevcut olması durumunda ağızda yer alan diğer dişler gibi sorunsuz bir şekilde çıkarak çiğneme işlemine fayda sağlayabilmektedir. Ancak yeterli boşluk olmaması nedeniyle gömülü kalan veya öndeki dişe baskı uygulayacak bir pozisyonda olan bir 20’lik dişin fayda sağlaması mümkün olmayacaktır. 20'lik diş çekimi sonrası kanama olur mu?20'lik diş çekimi sonra genellikle kanama meydana gelebilir. Küçük bir kanama olup devam ederse dişe bez sıkıştırıp bastırmak kanamanın durması için etkili olabilir. Ancak şiddetli kanama devam ederse diş hekiminize veya ağız cerrahınıza başvurarak tıbbi olarak yardım alın. Çünkü kanamanın geçmemesi ve şiddetlenmesi dişe zarar verebilir.  20’lik Diş (Yirmilik Diş) Nedir?20'lik dişler, Çenenin en arkasında görülen, ergenliğin son dönemleri olan 17-25 yaşları arasında üçüncü büyük azı dişi olarak yarım veya tam gömülü şekilde toplamda 4 adet çıkan dişlerdir. Alt ve üst çenede ikişer adet olmak üzere toplam dört adet 20 yaş dişi gözlenir. Bazı kişilerde daha çok sayıda görülebilen 20'lik dişlerin bazı kişilerde ise hiç çıkmaması söz konusu olabilir.Bazı kişilerde daha fazla sayıda 20 yaş dişi varlığı da gözlenebilir. 20 yaş dişleri sıklıkla çene kemiğinde yer almak için yeterli yer bulamayarak gömülü kalabilirler veya ağız içine sürseler bile öndeki dişlere baskı yapabilirler. Bu durum ağız içinde ağrı ve enfeksiyona sebep olabilir. Bu durum 20'lik diş ağrısı olarak tanımlanır. 20'lik diş ağrısı, dişin konumlandığı yere veya gömülü olup olmadığına bağlı olarak rahatsız edici bir ağrı meydana getirebilir. Bu ağrılarda genellikle dişin çekilmesi önerilir ancak her 20'lik diş çekilecek diye bir kural yoktur. Bu konuda dişin yapısına bağlı olarak doktor tarafından bir karar verilir. 20'lik dişler yanlış hizalandığında, yatay olarak konumlannması söz konusu olabilir, ikinci azı dişlerine doğru veya onlardan uzağa açılı olabilir, kimi zaman ise içe veya dışa doğru açılı bir şekilde görülebilir. Yirmi yaş dişlerinin kötü hizalanması, bitişik dişleri, çene kemiğini veya sinirleri sıkıştırabildiği gibi hasar da meydana getirebilir.20’lik Diş (Yirmilik Diş) Nerede Çıkar?20’lik dişler hem alt hem de üst çenede, sağ ve sol en geride olmak üzere dört tane oluşur. Bazı durumlarda bu sayının daha da arttığı gözlenebilir. 20'lik diş ağızdaki varlığı bazen hiçbir şekilde belli etmezken bazen de 20'lik diş ağrısıyla kendini gösterebilir. Çıktığı zaman ağrılı ve yanlış konumlanmış şekilde çıktığında dişin çekilmesi sağlıklı kabul edilir. Ancak her 20'lik diş de çekilmez. Herhangi bir belirti göstermeden dişin ağızda konumlandığı görülür.20'lik Diş Neden Çıkar?Azi dişlerinin daha önce çıkmayıp 20'li yaşları beklemesi sonucunda 20'lik dişler çıkar. Alt ve üst çenede ikişer tane olup toplam 4 adet çıkan 20'lik dişler genellikle dişlerin çıktığı bölgede ağrı ile kendini gösterir. Ancak bazı kişilerde 20'lik diş hiç çıkmayabilir.20’lik Diş (Yirmilik Diş) Belirtileri Nelerdir?20’lik dişin en yaygın ilk belirtisi 20'lik dişin çıktığı bölgedeki ağrıdır. Bu ağrı kimi zaman şiddetli bazı vakalarda hafif bir şekilde meydana gelebilir. Ayrıca diş etinde kızarıklık, şişlik, lenflerde hassasiyet, ağzı açarken kısıtlılık ve konuşma zorluğu da 20'lik diş belirtileri arasında yer alır.20'lik diş belirtileri şu şekildedir:Kimi durumlarda herhangi bir belirti vermeden sessizce ağız içindeki yerini alabilirler. Kimi durumlarda çenedeki yer yetersizliğine bağlı olarak sürmeye çalışırken ilgili bölgedeki diş etinde kızarıklık, şişlik, lenf hassasiyeti, ağrı veya ağız açmada kısıtlılığa sebep olabilirler.  20'lik Diş Nasıl Anlaşılır?Özellikle gömülü yirmi yaş dişleri diş ağrısıyla kendini gösterir. Bu ağrı diğer dişlere zarar verebilir ve diş sorunlarına yol açabilir. Diş ağrısıyla birlikte 20'lik dişlerin olduğu bölgede kızarıklık, şişlik, hassasiyet ve yutma güçlüğü de 20'lik dişin karakteristik özellikleridir.Ancak 20'lik dişler kimi vakalarda hiçbir soruna yol açmazlar. Bunun yanı sıra yirmi yaş dişlerinin temizlenmesi zor olduğundan diğer dişlere göre diş çürümesine ve diş eti hastalığına daha yatkın olabilirler. Ağrıya veya diğer diş sorunlarına neden olan gömülü yirmi yaş dişleri genellikle çekilir. 20'lik Diş Ağrısı Neden Olur?20'lik dişler çıkarken, düzgün gelişim göstermesi için ağız içinde yeterli alan olmaz. Bu durum 20'lik diş ağrısına, diğer dişlere zarar vermeye ve başka diş sorunlarına yol açar. Bunun dışında çürükler, diş çevresinde meydana gelen kistler, enfeksiyonlar ve apseler de 20'lik diş ağrısına neden olan faktörler arasındadır. 20'lik diş ağrısına yol açan faktörler şöyle sıralanabilir:Gömülü dişler20'lik dişlerin gömülü olanları genellikle dişlerin çıkmaya çalıştığı zaman kendine yeterli alan bulamamasıdır. Alan bulamayan gömülü dişler çarpık veya yamuk çıkabilir. Bu da 20'lik diş ağrısına yol açan yaygın bir nedendir.EnfeksiyonlarDiş etlerinde meydana gelen enfeksiyonlar da 20'lik diş ağrısına neden olabilir. Bu durumun nedeni olarak gömülü dişlerin çıkarken diş etlerinde meydana getirdiği boşluklardır. Diş çürükleri20'lik dişlerde zamanla çürüme meydana gelebilir. Bu çürümeler normal diş ağrısında olduğu gibi 20'lik dişlerde de ağrıya yol açabilir. 20'lik Diş Ağrısına Ne İyi Gelir?20'lik diş ağrısına iyi gelen yöntemlerin başında soğuk kompres, tuzlu su ile gargara yapmak, reçetesiz ağrı kesiciler ve bazı bitkisel yağlar gelir. Bunların arasında aloe vera, karanfil yağı, çay ağacı yağı ve lavanta yağı gelir. 20'lik diş ağrısına iyi gelen yöntemler şöyledir:20’lik Diş (Yirmilik Diş) Çekimi Nasıl Yapılır?20’lik diş çekiminin nasıl olacağı dişin pozisyonuna göre belirlenir. Tamamen sürmüş ağız içinde yer alan bir 20 yaş dişi herhangi bir diş çekiminde olduğu gibi standart bir biçimde çekilir. Bazı durumlarda ise 20 yaş dişleri yarı gömülü de dediğimiz mukoza retansiyonlu bir pozisyonda yer alır. Mukoza retansiyonu varlığında çekim işlemi öncesi dişetinde bir kesi yapılması ve çekimin ardından dikiş atılması gerekebilmektedir. Bir diğer durum ise dişin tam gömülü (kemik retansiyonlu) olmasıdır. Böyle bir durumda ise diş etine kesi yapılmasını takiben dişin çevresinde bulunan kemikten de bir miktar uzaklaştırılması ve ardından dikiş atılması gerekebilir.20’lik Diş (Yirmilik Diş) Ameliyatı Nasıl Yapılır?20’lik diş ameliyatı, dişin kemik içerisinde gömülü kaldığı veya tam çıkamadığı durumlarda gerekir. Böyle bir durum varlığında işlem yapılacak bölgenin lokal anestezi ile uyuşturulmasını takiben dişe ulaşımın sağlanması için diş etinde bir kesi yapılır. Ardından dişin pozisyonuna göre dişi çevreleyen kemiğin uzaklaştırılması veya dişin bir kaç parçaya ayrılması gerekebilir. Bu işlemlerin ardından kesi yapılan bölgeye dikiş atılması ile ameliyat sonlanır.20’lik Diş Çekimi Sonrası Yaşananlar20'lik dişler çekildikten sonra, iyileşme hızı çekimin zorluk derecesine (tam sürmüş bir dişin basit çekimi ile çene kemiğine gömülü bir dişin çekimi) bağlıdır. Özellikle ilk 24 saat içinde kanama görülebilir. Kanamaya baskı yapmak önemlidir. Bunun dışında ilk 24 saat ağzınızı çalkalamaktan, tükürmekten ve emme hareketlerinden kaçının. Ayrıca dişin çekildiği bölgede yüz şişmesi de görülebilir.20'lik diş çekimi sonrası ve özellikle ilk 24 saat içinde yaşanabilecekler şöyledir:20'lik Diş Ağrısı Nasıl Geçer?20'lik dişin şiddetli ağrıdığı durumlarda öncelikle doktora gitmek gerekir. Özellikle şiddetli ağrı, şişlik, kızarıklık ve iltihap belirtileri varsa tıbbi müdahale şarttır. Çok şiddetli olmayan durumlarda ise ağrının olduğu bölgeye buz kompresi uygulanabilir, tuzlu su ile gargara yapılabilir ve reçetesiz ağrı kesiciler kullanılabilir. Bitkisel yağların 20'lik diş ağrısına iyi geldiği ile ilgili bilimsel bir kesinlik yoktur.20’lik Diş Hakkında Sık Sorulan Sorular20'lik diş kaç yaşında çıkar?20'lik dişin çıkma yaşı 17-25 yaş aralığı olup bu dönem ergenliğin son dönemi olarak kabul edilir. Bu dönemde ağzın en arka üst ve alt tarafında toplam dört tane 20'lik diş çıkar.20’lik diş çekilmezse ne olur?20’lik dişler ağzın en gerisinde yer alan ve en son çıkan dişlerdir. Çene kemiğinde bu dişlerin çıkabilmesi için yeterli alan bulunmayabilir. Böyle bir durumda 20 yaş dişinin tam olarak çıkamaması, önündeki dişe baskı uygulamasına veya önündeki diş ile arasında temizlenemeyen bir alan oluşmasına neden olabilir. Bu gibi durumlarda 20 yaş dişinin veya önünde yer alan dişin çürümesi veya diş eti problemleri gözlenebilir. İlgili bölgedeki dişlerde ve çevre dokularda hassasiyet, ağrı, şişlik, lenf hassasiyeti görülebilir. Ayrıca bu şikayetlerin antibiyotik kullanılarak baskılanması ileride aynı şikayetlerin şiddetlenerek tekrar ortaya çıkmasına sebep olabilir ve antibiyotiğin her zaman bu şikayetleri geçiremeyeceği unutulmamalıdır. 20’lik diş ağrı yapar mı?20 yaş dişlerinin ağrı yapması birkaç durumda gözlenebilir. Eğer çene kemiğinde dişin sürmesi için yeterli bir alan yoksa veya öndeki dişe baskı yapacak pozisyonda ise ağrı yapması muhtemeldir. Bunun dışında temizliğinin zor bir bölge olması da bu dişlerde çürük veya diş etinde enfeksiyon görülebilmesini kolaylaştırır. Bu gibi durumlar 20 yaş dişinin ağrı yapmasına sebep olur. 20'lik diş halsizlik yapar mı?20'lik dişin çıkmasıyla birlikte görülebilecek semptomlar arasında halsizlik de sayılabilir. Ameliyatsız 20’lik diş çekimi yapılabilir mi?20’lik dişin çekiminin ameliyat ile olup olmayacağı tamamen dişin çene kemiği ile olan pozisyonuna bağlıdır. Eğer çene kemiğinde tamamen sürmüş bir 20 yaş dişiyse bu durumda ameliyata çoğunlukla gerek yoktur. Ancak dişin yarı gömülü veya tam gömülü olması ameliyat gereksinimini ortaya çıkarabilir.  20 yaş dişi çekilmeli mi?20 yaş dişlerinin her durumda çekimine gerek yoktur. Kimi kişilerde bu dişler herhangi bir ağrıya sebebiyet vermeden çıkarlar ve çiğnemede işlev görürler. Böyle bir durumda dişin çekimi şart değildir. Ancak çürük veya diş eti enfeksiyonu varlığı, 20’lik dişin öndeki dişe baskı uygulaması veya ilgili bölgede enfeksiyona sebep olması durumlarında çekim işlemi gerekebilmektedir. Gömülü olan 20'lik diş nasıl tespit edilir?Gömülü olan 20 yaş dişleri hastadan alınan radyografilerle tespit edilebilir. Bu tespit sayesinde ileride sorun oluşturabilecek bir 20 yaş dişi önceden teşhis edilebilir ve buna göre tedavi planı oluşturulabilir. 20’lik diş ağrısı nerelere vurur?20 yaş diş ağrısı çoğunlukla ilgili bölgedeki diğer dişlere yayılabilir. Bunun dışında kulak ağrısı ile karışması da sıklıkla gözlenmektedir. Yine yutkunmada güçlüğe sebep olan boğazda var olan ağrılarda da 20 yaş dişi ağrısı göz önünde bulundurulmalıdır. 20’lik diş çekimi acı verir mi?Diş çekimleri sırasında her ne kadar acı olmasından tedirgin olunsa da güçlü lokal anestezi maddelerin kullanımı ile işlem sırasında ağrı veya acı duyulması önlenmektedir. 20’lik dişlerin faydası var mıdır?20’lik dişler çene kemiğinde yeterli yerin mevcut olması durumunda ağızda yer alan diğer dişler gibi sorunsuz bir şekilde çıkarak çiğneme işlemine fayda sağlayabilmektedir. Ancak yeterli boşluk olmaması nedeniyle gömülü kalan veya öndeki dişe baskı uygulayacak bir pozisyonda olan bir 20’lik dişin fayda sağlaması mümkün olmayacaktır. 20'lik diş çekimi sonrası kanama olur mu?
10,090
145
Hastalıklar
Addison Hastalığı
Addison hastalığı, böbrek üstü bezler olan adrenal bezlerin yeterli hormon salgılamaması sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Genellikle 30-50 yaş arasında teşhis edilen hastalığın en belirgin belirtileri aşırı yorgunluk, tuz yeme isteği, iştahsızlık ve kilo kaybıdır. İlaçla tedavisi mümkün olan addison hastalığı tedavi edilmediğinde addison krizine yol açarak hayatı tehlikeye sebebiyet verebilir.Addison hastalığı, böbrek üstü bezler olan adrenal bezlerin yeterli hormon salgılamaması sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Genellikle 30-50 yaş arasında teşhis edilen hastalığın en belirgin belirtileri aşırı yorgunluk, tuz yeme isteği, iştahsızlık ve kilo kaybıdır. İlaçla tedavisi mümkün olan addison hastalığı tedavi edilmediğinde addison krizine yol açarak hayatı tehlikeye sebebiyet verebilir. Addison Hastalığı Nedir?Addison hastalığı, böbreküstü bezlerinin (adrenal bezler) normalde salgılaması gereken glukokortikoid, mineralokortikoid ve androjen hormonlarından bir veya daha fazlasını yetersiz üretmesi sonucu ortaya çıkan ve nadir görülen bir endokrinolojik hastalıktır.Vücuttaki böbreküstü bezleri her iki böbreğin üstünde bulunan küçük ve üçgen biçimli bezlerdir ve endokrin sisteminin önemli parçaları olarak kabul edilir.Böbreküstü bezlerinden salgılanan kortizol, vücudun hastalık, yaralanma veya ameliyat stresi de dahil olmak üzere strese yanıt vermesine yardımcı olan bir hormondur. Ayrıca kan basıncını, kalp fonksiyonunu, bağışıklık sistemini ve kan şekeri seviyelerini korumaya yardımcı olan önemli bir hormon olarak da öne çıkar ve yaşam için oldukça gereklidir.Aldosteron ise kandaki sodyum (tuz) ve potasyum dengesini etkiler. Bu hormon da böbreklerin idrar olarak çıkardığı sıvı miktarını kontrol eder ve bu da kan hacmini ve kan basıncını etkiler. Addison hastalığı ise birincil adrenal yetmezlik olarak adlandırılır. İlgili bir bozukluk olan ikincil adrenal yetmezlik, hipofiz bezinin yeterli miktarda adrenokortikotropik hormon (ACTH) salgılamadığında ortaya çıkar ve bu hormon adrenal bezlerini kortizol üretmesi için harekete geçirir.En temel nedeni bağışıklık sisteminin böbreküstü bezlere saldırması olan addison hastalığının tetikleyici faktörleri arasında verem hastalığı ve mikrobik kaynaklı hastalıklar da yer alır. Her yaş grubundaki insanları etkileme riski olan addison hastalığı daha yaygın olarak 30-50 yaş arası kişilerde görülür.Addison Hastalığı Türleri Nelerdir?Adrenal yetersizlik genel olarak ikiye ayrılır:Primer (birincil) adrenal yetersizlikAdrenal yetersizliğin bu türü Addison hastalığı olarak isimlendirilir. Adrenal korteksin hasar görüp, yeterli düzeyde adrenokortikal hormonları üretmediği duruma birincil adrenal yetmezlik denir. Bu genellikle vücudun kendisine saldırmasının (otoimmün hastalık) sonucu oluşmaktadır. Bilinmeyen bir sebeple, bağışıklık sistemi adrenal korteksi yabancı, saldırıp yok edilecek bir şey olarak görür. Addison hastalığı olan kişilerde başka bir otoimmün hastalığa sahip olma olasılığı diğer insanlardan daha yüksek olmaktadır.Sekonder (ikincil)adrenal yetersizlikBöbreküstü bezini uyarıcı hormon olan ACTH’nın salgılandığı yer olan hipofiz ve hipotalamus bezlerini etkileyen hastalıklar nedeni ile böbrek üstü bezinin yetersiz uyarılması sonucu oluşan yetersizlik tablosudur. Bazı durumlarda da astım veya artrit gibi kronik rahatsızlıkları tedavi etmek için kortikosteroid kullanan kişilerin, bu ilacı aniden kesmesi geçici ikincil adrenal yetmezliğin ortaya çıkmasına neden olabilir.Addison Hastalığı Neden Olur?Addison hastalığının en sık görülen nedeni bağışıklık sisteminin böbreküstü bezini yabancı görüp saldırması ve harap etmesidir. Bununla birlikte verem hastalığı, mikrobik hastalıklar, böbreküstü bezlerde kanama ve farklı kanser türlerinin böbreküstü bezlere metastaz yapması da addison hastalığına yol açabilir. Hastalığa neden olan yaygın nedenler şu şekildedir: Böbreküstü bezlerinin verem hastalığı (tüberküloz), Mikrobik hastalıkları, Böbreküstü bezlerinin kanaması Başka kanserlerin böbrek üstü bezlerine metastaz yapmasıAddison Hastalığı Kimleri Etkiler?Addison hastalığının her yaş grubundaki insanı etkileye potansiyeli olsa da hastalık yaygın olarak 30-50 yaş arasındaki kişilerde görülür. Bunun dışında bağışıklık sisteminin yanlışlıkla birçok doku ve organa saldırdığı ve nadir görülen kalıtsal bir durum olan otoimmün poliendokrin sendromu olan kişilerde de addison hastalığı görülme riski çok daha yüksek olarak değerlendirilir.Özellikle mukoza zarları, adrenal bezler ve paratiroid bezleri bu sendromdan sıklıkla etkilenir ancak diğer doku ve organ türlerini de etkilediği görülebilir. Aşağıdaki otoimmün hastalıklara sahip kişilerde addison hastalığının meydana gelme riski daha fazladır: Tip 1 diyabet Kansızlık Graves hastalığı Kronik tiroidit Dermatitis herpetiformis Vitiligo Miyastenia gravis .Addison Hastalığının Belirtileri Nelerdir?Addison hastalığı belirtileri, aşırı yorgunluk, güçsüzlük, karın ağrısı, kas ve eklem ağrıları, tuz yeme isteği, baş dönmesi, bulantı ve kusma, iştahsızlık ve kilo kaybı şeklinde sıralanabilir. Hastalığın bu bulguları ciltte özellikle baş, boyun, el sırtı ve mukozalarda (özellikle diş eti mukozası) koyulaşma, kan basıncı düşüklüğü, kadınlarda koltuk altı ve kasık bölgesinde kılların azalması ve cinsel isteksizlik şeklinde görülür.Addison Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Addison hastalığının erken dönemde tanısının konulması oldukça güç olabilir. Tanı için kan kortizol düzeyi ve bazı durumlarda uyarı testleri gerekebilir. Addison hastalığının, sekonder adrenal yetersizlikten ayrımı için ise kanda ACTH (Adrenokortikotropik hormon) düzeyi bakılır. Kan testlerinin tercihen sabah 8.00 -8.30 aralığında ölçülmesi uygun olmaktadır.Addison hastalığının tanısı için kişiye uygulanabilecek testler şu şekildedir: Kan tahlili ACTH uyarı testi İnsülin kaynaklı hipoglisemi testi BT taramasıAddison Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?Addison hastalığında eksik olan hormonu yerine koyma tedavisi uygulanmaktadır. Bu hastalık genellikle yaşam boyu tedavi gerektirmektedir. Glukokortikoid olarak kısa etkili hidrokortizon tabletleri (veya eşdeğerleri) iki ya da üçe bölünmüş dozlarda kullanılmaktadır. Mineralokortikoid olarak ise fludrokortizon tablet kullanılmaktadır. İlaç dozları hastadan hastaya ve hastanın ek hastalıklarına göre değişmektedir.  Bazı durumlarda Addison hastalığı bulunan kadınlarda nadiren DHEAS da kullanılabilmektedir.Addison hastalığı hakkında bilinmesi gerekenler- Böbrek üstü bezlerinin yeterli miktarda kortizol hormonu üretmemesi durumunda böbreküstü bezi yetmezliği ortaya çıkar.- Bu böbreküstü bezi yetmezliğinin birincil türü addison hastalığı olarak bilinir ancak nadir olarak meydana gelir.- Böbrek üstü bezleri kortizol ve aldosteron hormonlarını yeterince üretmediğinde addison hastalığı ortaya çıkar. İkincil adrenal yetmezlik ise hipofiz bezinin yeterli miktarda ACTH hormonu üretmemesi durumunda ortaya çıkar.- Böbreküstü bezleri daha sonra yeterli kortizol üretmez. Görülen hafif semptomlar ise yalnızca kişi fiziksel stres altındayken görülebilir. Diğer semptomlar arasında zayıflık, yorgunluk ve kilo kaybı yer alabilir.- Tedavi seçeneklerinin başında da böbreküstü bezlerinin üretmediği hormonları yerine koymak için hormon alınması gelir.Addison Hastalığı ile İlgili Sık Sorulan SorularAddison hastalığı ne demek?Addison hastalığı, böbrek üstü bezlerinin kortizol ve aldosteron hormonlarını yeterli miktarda üretmemesiyle oluşan nadir bir kronik hastalıktır.Addison hastalığı hangi hormonların eksikliğinde ortaya çıkar?Addison hastalığı glukokortikoid, mineralokortikoid ve androjen hormonlarının bir veya birden fazlasının eksik olması durumunda ortaya çıkar.Adrenal bez ne demektir?Adrenal bezler (böbreküstü bezleri) her iki böbreğin üzerinde yer alan, normal durumda korteks kısmından üç çeşit hormon salgılayan, (glukortikoid, mineralokortikoid ve androjenler) vücudun strese karşı yanıtını düzenleyen ve kan elektrolit düzeylerinin kontrolünde önemli görevleri bulunan endokrinolojik bir organdır.Adrenal bezden salgılanan hormonların işlevleri nelerdir?Glukokortikoid: Adrenal bezden salgılanan ana glukokortikoid hormon kortizoldür. Kortizolün kan şekerinin düzenlenmesi, enfeksiyonlara karşı vücudun savunulması ve stres anında vücudun savunma sisteminin uyarılması gibi rolleri bulunmaktadır.Mineralokortikoid: Aldosteron bu grubun en önemli hormonudur ve vücudun sodyum, potasyum, kan volümü ve kan basıncının düzenlenmesinde rol oynar.Androjenler:  Testesteron, DHEA ve DHEAS’den oluşur. Bu hormonlar hem erkeklerde hem kadınlarda adrenal bezler tarafından küçük miktarda üretilir. Özellikle kadın cinsiyette cinsel kimlik gelişiminde rolleri vardır.Addison hastalığının tanısında hangi testlere bakılır?Başlangıç kan testleri: Bu testler, kortizol, adrenokortikotropik hormon (ACTH), sodyum, potasyum gibi kan elektrolitleri ve otoimmün Addison hastalığı ile ilişkili otoantikorları içerir.ACTH uyarı testi: ACTH, adrenal bezlerine kortizol üretmesi için sinyal verir. Bu test, sentetik ACTH enjeksiyonundan önce ve sonra kandaki kortizol seviyesini ölçer.İnsülin hipoglisemi testi: Sağlıklı insanlarda kan glukoz seviyeleri düşerken oluşan stres nedeniyle kan kortizol seviyelerinin yükselmesi gerekir. Bu test ile insülin enjeksiyonundan sonra oluşturulan hipoglisemiye kortizol yanıtı oluşup oluşmadığı test edilir.Addison krizi nedir?Addison krizi adrenal yetmezliğe bağlı gelişen ve hayatı tehdit eden bir şok tablosudur. Ciddi halsizlik, tansiyon düşüklüğü, bulantı, kusma, karın ağrısı, bilinç bulanıklığı ve sıvı elektrolit kaybı ile seyreder. Kanda sodyum düzeyi ve kan şekeri düşük olabilir. Ayrıca potasyum düzeyi yüksek seyredebilir. Genellikle vücutta stres oluşturan bir durum (fiziki stres, cerrahi stres, travma ve enfeksiyon) varlığında Addison krizi gelişmektedir.Addison krizinden korunmak için nelere dikkat edilmelidir?-Addisonlu hastalar hastalığını tanımlayan ve acil durumlarda yapılması gerekenleri içeren hastalık bilgi kartı olan bilekliklerini takmalıdır-Addison hastaları ilaçlarını düzenli almalı ve kontrollerini aksatmamalıdır-Özellikle vücut için stres yaratan durumlarda (enfeksiyon, kan kaybı, travma, cerrahi ya da fiziki stres vs) durumlarda ilaç doz artışı gerekebilir. Doz artışına rağmen adrenal kriz belirtileri gösteren hastalar (bulantı, kusma, şuur kaybı, düşük tansiyon) hemen hastaneye ulaştırılmalıdır.-Addisonlu kadınlar gebe kalabilirler ancak bu süreçte kadın doğum ve endokrinoloji uzmanları ile birlikte takip edilmelidirler. Çünkü gebelik sürecinde ilaç doz değişimleri gerekebilir.Addison hastalığı tedavi edilmezse ne olur?Addison hastalığı tedavi edilmezse vücudun stres ile baş etme mekanizmaları çalışamayacağı için hafif stres yaratan durumlarda bile hayatı tehdit eden ciddi adrenal kriz tabloları gelişebilir. Bu nedenle Addison hastalığında çoğu hastada tedavi ömür boyu gerekmektedir.Addison hastalığının görülme sıklığı nedir?Addison hastalığı 100 bin kişide bir görülür. Kadın ve erkekler bu hastalıktan eşit olarak etkilenir. Bununla birlikte hastalığın tanısı en sık 30-50 yaş aralığında konulur.Addison hastalığı hamileliğe engel midir?Addison hastalığı hamileliğe engel değildir. Addison hastası kadınlar sağlıklı bir gebelik geçirip, doğum yapabilirler. Ancak bu süreci mutlaka kadın doğum ve endokrinoloji uzmanı birlikte takip etmelidir. Hamilelik sürecinde hastaların ilaç dozlarının değişmesi gerekebilir.Ne zaman Addison hastalığından şüphelenilmeli?Aşırı bitkinlik, kilo kaybı, bulantı, kusma, karın ağrısı, baş dönmesi, bayılma, tuz açlığı, cilt renginde koyulaşma gibi bulgular addison hastalığı açısından araştırılması gereken durumlardır.  Bu bulgular görüldüğünde mutlaka bir Endokrinoloji uzmanına başvurmak gerekir.Kimler risk altındadır?Addison hastalığının en sık sebebi otoimmünite olduğu için başka otoimmün hastalığı olanlarda (hashimoto, Tip 1 diyabet, vitiligo vs.) Addison hastalığının görülme ihtimali genel toplumdan daha fazladır. Addison hastalığıyla normal bir hayat yaşanabilir mi?Tedavi sürecini aksatmadan ilerleterek, süreci takip ederek ve tedavi hakkında gerektiğinde doktorla iletişimde kalarak (örneğin hastalık geçirilip veya hamile olunduğunda) addison hastalığıyla normal ve sağlıklı bir hayat yaşamak mümkündür. Addison Hastalığı Nedir?Addison hastalığı, böbreküstü bezlerinin (adrenal bezler) normalde salgılaması gereken glukokortikoid, mineralokortikoid ve androjen hormonlarından bir veya daha fazlasını yetersiz üretmesi sonucu ortaya çıkan ve nadir görülen bir endokrinolojik hastalıktır.Vücuttaki böbreküstü bezleri her iki böbreğin üstünde bulunan küçük ve üçgen biçimli bezlerdir ve endokrin sisteminin önemli parçaları olarak kabul edilir.Böbreküstü bezlerinden salgılanan kortizol, vücudun hastalık, yaralanma veya ameliyat stresi de dahil olmak üzere strese yanıt vermesine yardımcı olan bir hormondur. Ayrıca kan basıncını, kalp fonksiyonunu, bağışıklık sistemini ve kan şekeri seviyelerini korumaya yardımcı olan önemli bir hormon olarak da öne çıkar ve yaşam için oldukça gereklidir.Aldosteron ise kandaki sodyum (tuz) ve potasyum dengesini etkiler. Bu hormon da böbreklerin idrar olarak çıkardığı sıvı miktarını kontrol eder ve bu da kan hacmini ve kan basıncını etkiler. Addison hastalığı ise birincil adrenal yetmezlik olarak adlandırılır. İlgili bir bozukluk olan ikincil adrenal yetmezlik, hipofiz bezinin yeterli miktarda adrenokortikotropik hormon (ACTH) salgılamadığında ortaya çıkar ve bu hormon adrenal bezlerini kortizol üretmesi için harekete geçirir.En temel nedeni bağışıklık sisteminin böbreküstü bezlere saldırması olan addison hastalığının tetikleyici faktörleri arasında verem hastalığı ve mikrobik kaynaklı hastalıklar da yer alır. Her yaş grubundaki insanları etkileme riski olan addison hastalığı daha yaygın olarak 30-50 yaş arası kişilerde görülür.Addison Hastalığı Türleri Nelerdir?Adrenal yetersizlik genel olarak ikiye ayrılır:Primer (birincil) adrenal yetersizlikAdrenal yetersizliğin bu türü Addison hastalığı olarak isimlendirilir. Adrenal korteksin hasar görüp, yeterli düzeyde adrenokortikal hormonları üretmediği duruma birincil adrenal yetmezlik denir. Bu genellikle vücudun kendisine saldırmasının (otoimmün hastalık) sonucu oluşmaktadır. Bilinmeyen bir sebeple, bağışıklık sistemi adrenal korteksi yabancı, saldırıp yok edilecek bir şey olarak görür. Addison hastalığı olan kişilerde başka bir otoimmün hastalığa sahip olma olasılığı diğer insanlardan daha yüksek olmaktadır.Sekonder (ikincil)adrenal yetersizlikBöbreküstü bezini uyarıcı hormon olan ACTH’nın salgılandığı yer olan hipofiz ve hipotalamus bezlerini etkileyen hastalıklar nedeni ile böbrek üstü bezinin yetersiz uyarılması sonucu oluşan yetersizlik tablosudur. Bazı durumlarda da astım veya artrit gibi kronik rahatsızlıkları tedavi etmek için kortikosteroid kullanan kişilerin, bu ilacı aniden kesmesi geçici ikincil adrenal yetmezliğin ortaya çıkmasına neden olabilir.Addison Hastalığı Neden Olur?Addison hastalığının en sık görülen nedeni bağışıklık sisteminin böbreküstü bezini yabancı görüp saldırması ve harap etmesidir. Bununla birlikte verem hastalığı, mikrobik hastalıklar, böbreküstü bezlerde kanama ve farklı kanser türlerinin böbreküstü bezlere metastaz yapması da addison hastalığına yol açabilir. Hastalığa neden olan yaygın nedenler şu şekildedir:Addison Hastalığı Kimleri Etkiler?Addison hastalığının her yaş grubundaki insanı etkileye potansiyeli olsa da hastalık yaygın olarak 30-50 yaş arasındaki kişilerde görülür. Bunun dışında bağışıklık sisteminin yanlışlıkla birçok doku ve organa saldırdığı ve nadir görülen kalıtsal bir durum olan otoimmün poliendokrin sendromu olan kişilerde de addison hastalığı görülme riski çok daha yüksek olarak değerlendirilir.Özellikle mukoza zarları, adrenal bezler ve paratiroid bezleri bu sendromdan sıklıkla etkilenir ancak diğer doku ve organ türlerini de etkilediği görülebilir. Aşağıdaki otoimmün hastalıklara sahip kişilerde addison hastalığının meydana gelme riski daha fazladır:Addison Hastalığının Belirtileri Nelerdir?Addison hastalığı belirtileri, aşırı yorgunluk, güçsüzlük, karın ağrısı, kas ve eklem ağrıları, tuz yeme isteği, baş dönmesi, bulantı ve kusma, iştahsızlık ve kilo kaybı şeklinde sıralanabilir. Hastalığın bu bulguları ciltte özellikle baş, boyun, el sırtı ve mukozalarda (özellikle diş eti mukozası) koyulaşma, kan basıncı düşüklüğü, kadınlarda koltuk altı ve kasık bölgesinde kılların azalması ve cinsel isteksizlik şeklinde görülür.Addison Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?Addison hastalığının erken dönemde tanısının konulması oldukça güç olabilir. Tanı için kan kortizol düzeyi ve bazı durumlarda uyarı testleri gerekebilir. Addison hastalığının, sekonder adrenal yetersizlikten ayrımı için ise kanda ACTH (Adrenokortikotropik hormon) düzeyi bakılır. Kan testlerinin tercihen sabah 8.00 -8.30 aralığında ölçülmesi uygun olmaktadır.Addison hastalığının tanısı için kişiye uygulanabilecek testler şu şekildedir:Addison Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?Addison hastalığında eksik olan hormonu yerine koyma tedavisi uygulanmaktadır. Bu hastalık genellikle yaşam boyu tedavi gerektirmektedir. Glukokortikoid olarak kısa etkili hidrokortizon tabletleri (veya eşdeğerleri) iki ya da üçe bölünmüş dozlarda kullanılmaktadır. Mineralokortikoid olarak ise fludrokortizon tablet kullanılmaktadır. İlaç dozları hastadan hastaya ve hastanın ek hastalıklarına göre değişmektedir.  Bazı durumlarda Addison hastalığı bulunan kadınlarda nadiren DHEAS da kullanılabilmektedir.Addison hastalığı hakkında bilinmesi gerekenler- Böbrek üstü bezlerinin yeterli miktarda kortizol hormonu üretmemesi durumunda böbreküstü bezi yetmezliği ortaya çıkar.- Bu böbreküstü bezi yetmezliğinin birincil türü addison hastalığı olarak bilinir ancak nadir olarak meydana gelir.- Böbrek üstü bezleri kortizol ve aldosteron hormonlarını yeterince üretmediğinde addison hastalığı ortaya çıkar. İkincil adrenal yetmezlik ise hipofiz bezinin yeterli miktarda ACTH hormonu üretmemesi durumunda ortaya çıkar.- Böbreküstü bezleri daha sonra yeterli kortizol üretmez. Görülen hafif semptomlar ise yalnızca kişi fiziksel stres altındayken görülebilir. Diğer semptomlar arasında zayıflık, yorgunluk ve kilo kaybı yer alabilir.- Tedavi seçeneklerinin başında da böbreküstü bezlerinin üretmediği hormonları yerine koymak için hormon alınması gelir.Addison Hastalığı ile İlgili Sık Sorulan SorularAddison hastalığı ne demek?Addison hastalığı, böbrek üstü bezlerinin kortizol ve aldosteron hormonlarını yeterli miktarda üretmemesiyle oluşan nadir bir kronik hastalıktır.Addison hastalığı hangi hormonların eksikliğinde ortaya çıkar?Addison hastalığı glukokortikoid, mineralokortikoid ve androjen hormonlarının bir veya birden fazlasının eksik olması durumunda ortaya çıkar.Adrenal bez ne demektir?Adrenal bezler (böbreküstü bezleri) her iki böbreğin üzerinde yer alan, normal durumda korteks kısmından üç çeşit hormon salgılayan, (glukortikoid, mineralokortikoid ve androjenler) vücudun strese karşı yanıtını düzenleyen ve kan elektrolit düzeylerinin kontrolünde önemli görevleri bulunan endokrinolojik bir organdır.Adrenal bezden salgılanan hormonların işlevleri nelerdir?Glukokortikoid: Adrenal bezden salgılanan ana glukokortikoid hormon kortizoldür. Kortizolün kan şekerinin düzenlenmesi, enfeksiyonlara karşı vücudun savunulması ve stres anında vücudun savunma sisteminin uyarılması gibi rolleri bulunmaktadır.Mineralokortikoid: Aldosteron bu grubun en önemli hormonudur ve vücudun sodyum, potasyum, kan volümü ve kan basıncının düzenlenmesinde rol oynar.Androjenler:  Testesteron, DHEA ve DHEAS’den oluşur. Bu hormonlar hem erkeklerde hem kadınlarda adrenal bezler tarafından küçük miktarda üretilir. Özellikle kadın cinsiyette cinsel kimlik gelişiminde rolleri vardır.Addison hastalığının tanısında hangi testlere bakılır?Başlangıç kan testleri: Bu testler, kortizol, adrenokortikotropik hormon (ACTH), sodyum, potasyum gibi kan elektrolitleri ve otoimmün Addison hastalığı ile ilişkili otoantikorları içerir.ACTH uyarı testi: ACTH, adrenal bezlerine kortizol üretmesi için sinyal verir. Bu test, sentetik ACTH enjeksiyonundan önce ve sonra kandaki kortizol seviyesini ölçer.İnsülin hipoglisemi testi: Sağlıklı insanlarda kan glukoz seviyeleri düşerken oluşan stres nedeniyle kan kortizol seviyelerinin yükselmesi gerekir. Bu test ile insülin enjeksiyonundan sonra oluşturulan hipoglisemiye kortizol yanıtı oluşup oluşmadığı test edilir.Addison krizi nedir?Addison krizi adrenal yetmezliğe bağlı gelişen ve hayatı tehdit eden bir şok tablosudur. Ciddi halsizlik, tansiyon düşüklüğü, bulantı, kusma, karın ağrısı, bilinç bulanıklığı ve sıvı elektrolit kaybı ile seyreder. Kanda sodyum düzeyi ve kan şekeri düşük olabilir. Ayrıca potasyum düzeyi yüksek seyredebilir. Genellikle vücutta stres oluşturan bir durum (fiziki stres, cerrahi stres, travma ve enfeksiyon) varlığında Addison krizi gelişmektedir.Addison krizinden korunmak için nelere dikkat edilmelidir?-Addisonlu hastalar hastalığını tanımlayan ve acil durumlarda yapılması gerekenleri içeren hastalık bilgi kartı olan bilekliklerini takmalıdır-Addison hastaları ilaçlarını düzenli almalı ve kontrollerini aksatmamalıdır-Özellikle vücut için stres yaratan durumlarda (enfeksiyon, kan kaybı, travma, cerrahi ya da fiziki stres vs) durumlarda ilaç doz artışı gerekebilir. Doz artışına rağmen adrenal kriz belirtileri gösteren hastalar (bulantı, kusma, şuur kaybı, düşük tansiyon) hemen hastaneye ulaştırılmalıdır.-Addisonlu kadınlar gebe kalabilirler ancak bu süreçte kadın doğum ve endokrinoloji uzmanları ile birlikte takip edilmelidirler. Çünkü gebelik sürecinde ilaç doz değişimleri gerekebilir.Addison hastalığı tedavi edilmezse ne olur?Addison hastalığı tedavi edilmezse vücudun stres ile baş etme mekanizmaları çalışamayacağı için hafif stres yaratan durumlarda bile hayatı tehdit eden ciddi adrenal kriz tabloları gelişebilir. Bu nedenle Addison hastalığında çoğu hastada tedavi ömür boyu gerekmektedir.Addison hastalığının görülme sıklığı nedir?Addison hastalığı 100 bin kişide bir görülür. Kadın ve erkekler bu hastalıktan eşit olarak etkilenir. Bununla birlikte hastalığın tanısı en sık 30-50 yaş aralığında konulur.Addison hastalığı hamileliğe engel midir?Addison hastalığı hamileliğe engel değildir. Addison hastası kadınlar sağlıklı bir gebelik geçirip, doğum yapabilirler. Ancak bu süreci mutlaka kadın doğum ve endokrinoloji uzmanı birlikte takip etmelidir. Hamilelik sürecinde hastaların ilaç dozlarının değişmesi gerekebilir.Ne zaman Addison hastalığından şüphelenilmeli?Aşırı bitkinlik, kilo kaybı, bulantı, kusma, karın ağrısı, baş dönmesi, bayılma, tuz açlığı, cilt renginde koyulaşma gibi bulgular addison hastalığı açısından araştırılması gereken durumlardır.  Bu bulgular görüldüğünde mutlaka bir Endokrinoloji uzmanına başvurmak gerekir.Kimler risk altındadır?Addison hastalığının en sık sebebi otoimmünite olduğu için başka otoimmün hastalığı olanlarda (hashimoto, Tip 1 diyabet, vitiligo vs.) Addison hastalığının görülme ihtimali genel toplumdan daha fazladır. Addison hastalığıyla normal bir hayat yaşanabilir mi?Tedavi sürecini aksatmadan ilerleterek, süreci takip ederek ve tedavi hakkında gerektiğinde doktorla iletişimde kalarak (örneğin hastalık geçirilip veya hamile olunduğunda) addison hastalığıyla normal ve sağlıklı bir hayat yaşamak mümkündür.
8,547
146
Hastalıklar
Adenovirüs Enfeksiyonu
İnsan adenovirüsleri genellikle gözleri veya üst ya da alt solunum yollarını etkileyen bir virüstür. Hafif veya şiddetli hastalılara neden olabilen adenovirüs enfeksiyonları genel olarak soğuk algınlığı, kırmızı göz, zatürre ve akut bronşit gibi rahatsızlıklarla kendisini belli ediyor. Hafif solunum semptomlarıyla karşımıza çıkan adenovirüs enfeksiyonları nadir de olsa bağışıklık sistemi sorunları, solunum hastalıkları veya kalp rahatsızlıkları gibi ciddi problemlere de neden olabiliyor. Adenovirüs enfekiyonları, genellikle yakın kişisel temas yoluyla kişiden kişiye bulaşabiliyor. Ancak enfekte bir hastanın önlem almadan öksürmesi veya hapşırmasıyla birlikte hava yoluyla veya hastaların olduğu ortamlarda virüsün olduğu alanlara dokunulan ellerin yıkanmadan ağız, burun veya gözlere temas edilmesi ile de bulaşabiliyor. Memorial Sağlık Grubu Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Bölümü Uzmanları, adenovirüs enfeksiyonları hakkında bilgi verdi.İnsan adenovirüsleri genellikle gözleri veya üst ya da alt solunum yollarını etkileyen bir virüstür. Hafif veya şiddetli hastalılara neden olabilen adenovirüs enfeksiyonları genel olarak soğuk algınlığı, kırmızı göz, zatürre ve akut bronşit gibi rahatsızlıklarla kendisini belli ediyor. Hafif solunum semptomlarıyla karşımıza çıkan adenovirüs enfeksiyonları nadir de olsa bağışıklık sistemi sorunları, solunum hastalıkları veya kalp rahatsızlıkları gibi ciddi problemlere de neden olabiliyor. Adenovirüs enfekiyonları, genellikle yakın kişisel temas yoluyla kişiden kişiye bulaşabiliyor. Ancak enfekte bir hastanın önlem almadan öksürmesi veya hapşırmasıyla birlikte hava yoluyla veya hastaların olduğu ortamlarda virüsün olduğu alanlara dokunulan ellerin yıkanmadan ağız, burun veya gözlere temas edilmesi ile de bulaşabiliyor. Memorial Sağlık Grubu Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Bölümü Uzmanları, adenovirüs enfeksiyonları hakkında bilgi verdi. Adenovirüs Enfeksiyonu Nedir?Adenovirüs enfeksiyonu, adenovirüsün neden olduğu solunum, sindirim, göz ve idrar yolu gibi farklı organ sistemlerini etkileyen viral bir hastalıktır. Özellikle bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerde, çocuklarda ve yetişkinlerde görülebilir. Adenovirüs enfeksiyonları, çeşitli bulaşma yollarıyla hızla yayılabilir ve ilerlediği durumda ise ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir.İnsanları enfekte ettiği bilinen 88 tip adenovirüs vardır. Yıl boyunca dolaşan bu virüsler grip virüsleri gibi güçlü bir mevsimsellik göstermez. Adenovirüs genellikle solunum yollarını ve bağırsak sistemini enfekte eden bir virüstür. Adenovirüs enfeksiyonu genellikle soğuk algınlığına benzer semptomlarla kendini gösterir. Adenovirüs enfeksiyonun en önemli belirtileri; boğaz ağrısı, burun ve göz akıntısı, hapşırma, baş ağrısı, öksürük ve ateştir. Bazı kişilerde adenovirüs enfeksiyonu krup veya bronşite neden olabilirken, bazı enfeksiyonlar da ayrıca konjonktivit (kırmızı göz), deri döküntüsü, ishal ve mesane enfeksiyonları gibi problemlere neden olabilir.Adenovirüs Nasıl Bulaşır?Adenovirüs enfeksiyonu çeşitli yöntemlerle bulaşabilen bir virüs tipidir. Adenovirüsün en önemli bulaşma yolu hasta kişi ile temas sonrası yıkanmadan ellerle ağız çevresi ve göz çevresine dokunmaktır.  Adenovirüs enfeksiyonunun en başta gelen bulaşma yolları şunlardır; Hasta kişi ile dokunma veya el sıkışma gibi yakın temas Hasta kişinin öksürme ve hapşırması Enfekte bir nesneye veya yüzeye dokunduktan sonra elleri yıkamadan ağza, buruna veya gözlere dokunmak Adenovirüsler bazen enfekte bir hastanın dışkısı yoluyla da bulaşabilir Yeterli miktarda temizliği yapılmayan yüzme havuzları gibi su yoluyla bulaşabilirBulaşıcı bir virüs olan adonovirüs, farklı yollarla kişiden kişiye bulaşabilen bir yapıdadır.  Havaya yayılan damlacıklara aracılığıyla bulaşan adenovirüs, özellikle kalabalık ve kapalı mekanlarda yayılma gösterir. Adenovirüsün bulaşmasını önlemek için özellikle el hijyenine dikkat etmek, kişisel eşyaları paylaşılmamak, enfekte kişilerle temastan kaçınması ve ortamın havalandırılması gibi basit hijyen önlemleri almak önemlidir.Adenovirüs Enfeksiyonunun Belirtileri Nelerdir?Adenovirüs enfeksiyonları, genellikle soğuk algınlığı veya grip benzeri semptomlara, ateşe ve boğaz ağrısına neden olabilir. Ayrıca pembe göze veya konjonktivit, akut bronşit adı verilen akciğerlerin hava yollarında iltihaplanma; pnömoni, akciğer enfeksiyonu ve akut gastroenterit olarak bilinen mide veya bağırsak iltihabı gibi rahatsızlıklara neden olabilir. Adenovirüs enfeksiyonlarının en önemli belirtilerini şu şekilde sıralanmaktadır: Boğaz ağrısı Şiddetli öksürük Nefes almada güçlük Burun akıntısı Gözde tahriş Ateş İshal Kusma Karında hassasiyet ve şişmeOluşabilecek bu belirtiler özellikle çocuklarda ve bağışıklık sistemi zayıf olan bireylerde daha ağır şekilde kendini gösterebilir. Enfeksiyonun yarattığı komplikasyonlardan korunmak için erken tanı ve hijyen önlemleri önem taşır. Belirtilerin ilerlediği ve devam ettiği noktada doktordan görüş almak gerekir.Gözde adenovirüs belirtileri​n nelerdir?Gözde adenovirüs enfeksiyonu, bulaştığı durumda konjonktivit veya pembe göz olarak bilinen bir duruma neden olabilir. Adonevirüs nedeniyle görülen göz enfeksiyonu belirtileri şöyle sıralanabilir: Gözün beyaz kısmında meydana gelen kızarıklık Gözlerin sulanması ve akması Gözde kaşıntı ve yanma hissi Göz kapağında şişlik Işığa karşı aşırı duyarlılık Görmede bulanıklıkAdenovirüs kaynaklı olarak görülen konjonktivit bulaşıcı olduğundan bu noktada el hijyenine dikkat etmek önemlidir. Gözleri ovalamaktan kaçınmak ve kişisel eşyaları paylaşmamak, enfeksiyonun yayılmasını önler.Adenovirüs Nasıl Teşhis Edilir?Adenovirüs enfeksiyonu belirtisi ve şüphesi ile gelen hastadan doktorun muayenesi sonrası alınan numunelerde virüsü tespit edilmektedir. Bu testler virüsün ürettiği antijenler olarak adlandırılan belirli maddeleri tespit edilerek teşhis edilebilir. Bu tanı yöntemleri arasında antijen testleri; viral genetik materyali tespit eden polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) testleri de olabilir.Adenovirüs Enfeksiyonu Nasıl Tedavi Edilir?Adenovirüs enfeksiyonları için özel bir tedavi yoktur. Edenovirüs enfeksiyonlarının çoğu hafif semptomlara neden oluğu için bazen hiç tedavi de gerektirmeyebilir. Tedaviye ihtiyaç duyulduğunda, doktorlar semptomları hafifletmek için ilaç reçete edebilir. Komplike olmayan enfeksiyonları olan hastalara genellikle yatak istirahati, izolasyon, iyi hijyen (yayılmayı önlemek için), reçetesiz satılan ateş düşürücü ilaçlar ve bol sıvı tüketmesi önerilir.  Konjonktivit için suni gözyaşı damları, ciddi şekilde tıkanmış veya burun akıntısı durumunda, serinletici nemlendiriciler ve bir hava yolu genişletici ilaç önerilebilir.Bebeklerde adenovirüs tedavisi​ nasıl olur?Bebeklerde adenovirüs enfeksiyonu tedavisinde virüse karşı doğrudan etkili olan ilaç olmadığından belirtilerinin azaltılması amaçlanır. Enfeksiyonun neden olduğu belirtileri hafifletmek bebeğin de rahatlamasını sağlar. Bebeklerde adenovirüse karşı şu tedavi yöntemleri uygulanabilir: Bebeğin ateşi yüksekse ateş düşürücü kullanılabilir Enfeksiyonun yarattığı sıvı kaybına karşı bol sıvı tüketimi önerilir. Solunum yolunun rahatlaması için tuzlu su damlaları veya burun aspiratörleri kullanılarak burun tıkanıklığı giderilir. Bebeğin dinlendirilmesi, uyutulması ve yorulmaması sağlanır. Enfeksiyonun yayılmasını önlemek için el yıkama önemlidir. Bebeğe dokunmadan önce ellerin temizlenmesi gerekir.Adenovirüs, bebeklerde ilerlediği durumda zatürre veya bronşit gibi ciddi komplikasyonlara neden olabilir. Bu da solunum güçlüğü, şiddetli öksürük veya yüksek ateş gibi belirtilerle kendini gösterir. Bu durumlar ortaya çıktığında doktora başvurulması önemlidir.Adenovirüs Enfeksiyonundan Korunmak İçin Nasıl Önlem Almak Gerekir?Adenovirüs enfeksiyonundan korunmanın en iyi yolu ellerin sık sık sabun ve suyla yıkanmasıdır. Adenovirüs enfeksiyonunun yayılmasını önlemek için yıkanmamış eller ile ağız çevresi, göz çevresi ve yüz bölgesinin tamamına dokunmamaktır. Enfekte hastalarla yakın temastan kaçınmak ise bu hastalığa yakalanma riskini en aza indirir. Hasta olmanız durumunda evde kalarak, ellerinizi sık sık yıkayarak ve elleriniz yerine mendillere veya kolunuzun üst kısmına öksürüp hapşırarak yayılmasını engellemek mümkün.  Ayrıca enfekte kişinin diğer insanlarla mutfak eşyaları veya bardakları ortak kullanmaması gerekir.Adenovirüs enfeksiyona karşı korunma yolları şöyle sıralanabilir:Ellerin sık sık yıkamakEllerin sık sık sabun ve su ile en az 20 saniye boyunca yıkamak virüsün bulaşmasını önleyen başlıca önlemdir. El yıkama imkanı olmadığı durumda alkol bazlı el dezenfektanları kullanmak gerekir.Enfekte olan kişilerden uzak durmakAdenovirüs enfeksiyonu olan kişilerle yakın temasa girmemeye çalışmak gerekir. Böylelikle bulaşma riski azaltılmış olur. Enfekte olan kişiyle aynı ortamda bulunma süresini kısıtlamak önemlidir.Yüze dokunmaktan kaçınmakEl hijyeninin sağlanmadığı durumda yıkanmamış ellerle ağız, göz ve yüz bölgesine dokunmak bulaşma riskini artırır. Bu nedenle yüze dokunmaktan kaçınmak gerekir. Adenovirüs, el temasıyla bu bölgelerden vücuda girebilir.Eşya paylaşımından kaçınmakEnfekte olan kişilerin mutfak eşyaları, bardak, havlu gibi kişisel eşyalarını başkalarıyla paylaşmaması gerekir. Bulaşmayı önlemek için bu durum büyük önem taşır.Evde izole olunHastalığın yayılmasını önlemek için evde izole olmak önemlidir. Özellikle çocuklar arasında hızla yayılabilen virüs türü olan adenovirüs belirtileri geçene kadar okula ya da kreş gibi ortamlarda uzak durmaları gerekebilir.Öksürme ve hapşırma esnasında eller yerine mendil tercih edinÖksürme veya hapşırma sırasında eller yerine mendil ya da kolun iç kısmını kullanın adenovirüs yayılmasını önlemek için önemlidir. Ortamı sık sık havalandırmak ve yüzey temizliği sağlamakAdenovirüs hava yoluyla bulaşan bir virüs olduğundan ortamı sık sık havalandırmak bulaşma riskini azaltır. Adenovirüs, yüzeylerde aktif kalabildiği için özellikle temas edilen yüzeylerin düzenli olarak temizlenmesi enfeksiyonun yayılmasını engelleyebilir.Adenovirüs Enfeksiyonu ile İlgili Sık Sorulan Sorular Adenovirüs kuluçka süresi​ nedir?Adenovirüsün kuluçka süresi, virüsle teması ardından belirtilerin ortaya çıkmasına kadar olan zaman dilimidir. Bu süre 2 ila 14 gün arasında değişiklik gösterir. Bazı vakalarda ise bu durum 3 ila 10 gün arasında değişebilir. Bu süre, enfeksiyonun türüne ve kişinin bağışıklık sistemine bağlıdır.Adenovirüs aşısı var mı?Adenovirüs enfeksiyonlarını aşısı vardır. Aşının toplu alanlarda, okullarda, askerlerde, yurtlarda kalan öğrencilerde bu hastalığın yayılmasını önlediği düşünülmektedir. Ayrıca akciğer hastalığı olan hastalar ve bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerin aşı olması virüslere yakalanma riskini en aza indirmektedir.Edenovirüs enfeksiyonları bulaşıcı bir hastalık mıdır?Edenovirüs enfeksiyonları dokunma ve temas yolu ile temizlenmeyen ellerle yüz ve çevresine dokunmayla kişiden kişiye bulaşabilen bir virüs tipidir.Adenovirüs enfeksiyonları ciddi hastalıklara neden olur mu?Adenovirüs enfeksiyonları genellikle hafif ve tedavi gerektirmeden kendiliğinden geçen bir bulaşıcı bir hastalıktır. Ancak bazı durumlarda veya bazı kişilerde nadiren de olsa ciddi hastalıklara neden olabilir.Adenovirüs bağışıklığı nasıl gelişir?Adenovirüse karşı bağışıklık, virüse enfekte olunmasından sonra vücudun doğal olarak gelişitrilmesi beklenir. Enfeksiyon geçiren kişinin bağışıklık sistemi, virüse karşı antikor üretir. Böylelikle adenovirüse karşı direnç oluşturur. Adenovirüs Enfeksiyonu Nedir?Adenovirüs enfeksiyonu, adenovirüsün neden olduğu solunum, sindirim, göz ve idrar yolu gibi farklı organ sistemlerini etkileyen viral bir hastalıktır. Özellikle bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerde, çocuklarda ve yetişkinlerde görülebilir. Adenovirüs enfeksiyonları, çeşitli bulaşma yollarıyla hızla yayılabilir ve ilerlediği durumda ise ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir.İnsanları enfekte ettiği bilinen 88 tip adenovirüs vardır. Yıl boyunca dolaşan bu virüsler grip virüsleri gibi güçlü bir mevsimsellik göstermez. Adenovirüs genellikle solunum yollarını ve bağırsak sistemini enfekte eden bir virüstür. Adenovirüs enfeksiyonu genellikle soğuk algınlığına benzer semptomlarla kendini gösterir. Adenovirüs enfeksiyonun en önemli belirtileri; boğaz ağrısı, burun ve göz akıntısı, hapşırma, baş ağrısı, öksürük ve ateştir. Bazı kişilerde adenovirüs enfeksiyonu krup veya bronşite neden olabilirken, bazı enfeksiyonlar da ayrıca konjonktivit (kırmızı göz), deri döküntüsü, ishal ve mesane enfeksiyonları gibi problemlere neden olabilir.Adenovirüs Nasıl Bulaşır?Adenovirüs enfeksiyonu çeşitli yöntemlerle bulaşabilen bir virüs tipidir. Adenovirüsün en önemli bulaşma yolu hasta kişi ile temas sonrası yıkanmadan ellerle ağız çevresi ve göz çevresine dokunmaktır.  Adenovirüs enfeksiyonunun en başta gelen bulaşma yolları şunlardır;Bulaşıcı bir virüs olan adonovirüs, farklı yollarla kişiden kişiye bulaşabilen bir yapıdadır.  Havaya yayılan damlacıklara aracılığıyla bulaşan adenovirüs, özellikle kalabalık ve kapalı mekanlarda yayılma gösterir. Adenovirüsün bulaşmasını önlemek için özellikle el hijyenine dikkat etmek, kişisel eşyaları paylaşılmamak, enfekte kişilerle temastan kaçınması ve ortamın havalandırılması gibi basit hijyen önlemleri almak önemlidir.Adenovirüs Enfeksiyonunun Belirtileri Nelerdir?Adenovirüs enfeksiyonları, genellikle soğuk algınlığı veya grip benzeri semptomlara, ateşe ve boğaz ağrısına neden olabilir. Ayrıca pembe göze veya konjonktivit, akut bronşit adı verilen akciğerlerin hava yollarında iltihaplanma; pnömoni, akciğer enfeksiyonu ve akut gastroenterit olarak bilinen mide veya bağırsak iltihabı gibi rahatsızlıklara neden olabilir. Adenovirüs enfeksiyonlarının en önemli belirtilerini şu şekilde sıralanmaktadır:Oluşabilecek bu belirtiler özellikle çocuklarda ve bağışıklık sistemi zayıf olan bireylerde daha ağır şekilde kendini gösterebilir. Enfeksiyonun yarattığı komplikasyonlardan korunmak için erken tanı ve hijyen önlemleri önem taşır. Belirtilerin ilerlediği ve devam ettiği noktada doktordan görüş almak gerekir.Gözde adenovirüs belirtileri​n nelerdir?Gözde adenovirüs enfeksiyonu, bulaştığı durumda konjonktivit veya pembe göz olarak bilinen bir duruma neden olabilir. Adonevirüs nedeniyle görülen göz enfeksiyonu belirtileri şöyle sıralanabilir:Adenovirüs kaynaklı olarak görülen konjonktivit bulaşıcı olduğundan bu noktada el hijyenine dikkat etmek önemlidir. Gözleri ovalamaktan kaçınmak ve kişisel eşyaları paylaşmamak, enfeksiyonun yayılmasını önler.Adenovirüs Nasıl Teşhis Edilir?Adenovirüs enfeksiyonu belirtisi ve şüphesi ile gelen hastadan doktorun muayenesi sonrası alınan numunelerde virüsü tespit edilmektedir. Bu testler virüsün ürettiği antijenler olarak adlandırılan belirli maddeleri tespit edilerek teşhis edilebilir. Bu tanı yöntemleri arasında antijen testleri; viral genetik materyali tespit eden polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) testleri de olabilir.Adenovirüs Enfeksiyonu Nasıl Tedavi Edilir?Adenovirüs enfeksiyonları için özel bir tedavi yoktur. Edenovirüs enfeksiyonlarının çoğu hafif semptomlara neden oluğu için bazen hiç tedavi de gerektirmeyebilir. Tedaviye ihtiyaç duyulduğunda, doktorlar semptomları hafifletmek için ilaç reçete edebilir. Komplike olmayan enfeksiyonları olan hastalara genellikle yatak istirahati, izolasyon, iyi hijyen (yayılmayı önlemek için), reçetesiz satılan ateş düşürücü ilaçlar ve bol sıvı tüketmesi önerilir.  Konjonktivit için suni gözyaşı damları, ciddi şekilde tıkanmış veya burun akıntısı durumunda, serinletici nemlendiriciler ve bir hava yolu genişletici ilaç önerilebilir.Bebeklerde adenovirüs tedavisi​ nasıl olur?Bebeklerde adenovirüs enfeksiyonu tedavisinde virüse karşı doğrudan etkili olan ilaç olmadığından belirtilerinin azaltılması amaçlanır. Enfeksiyonun neden olduğu belirtileri hafifletmek bebeğin de rahatlamasını sağlar. Bebeklerde adenovirüse karşı şu tedavi yöntemleri uygulanabilir:Adenovirüs, bebeklerde ilerlediği durumda zatürre veya bronşit gibi ciddi komplikasyonlara neden olabilir. Bu da solunum güçlüğü, şiddetli öksürük veya yüksek ateş gibi belirtilerle kendini gösterir. Bu durumlar ortaya çıktığında doktora başvurulması önemlidir.Adenovirüs Enfeksiyonundan Korunmak İçin Nasıl Önlem Almak Gerekir?Adenovirüs enfeksiyonundan korunmanın en iyi yolu ellerin sık sık sabun ve suyla yıkanmasıdır. Adenovirüs enfeksiyonunun yayılmasını önlemek için yıkanmamış eller ile ağız çevresi, göz çevresi ve yüz bölgesinin tamamına dokunmamaktır. Enfekte hastalarla yakın temastan kaçınmak ise bu hastalığa yakalanma riskini en aza indirir. Hasta olmanız durumunda evde kalarak, ellerinizi sık sık yıkayarak ve elleriniz yerine mendillere veya kolunuzun üst kısmına öksürüp hapşırarak yayılmasını engellemek mümkün.  Ayrıca enfekte kişinin diğer insanlarla mutfak eşyaları veya bardakları ortak kullanmaması gerekir.Adenovirüs enfeksiyona karşı korunma yolları şöyle sıralanabilir:Ellerin sık sık yıkamakEllerin sık sık sabun ve su ile en az 20 saniye boyunca yıkamak virüsün bulaşmasını önleyen başlıca önlemdir. El yıkama imkanı olmadığı durumda alkol bazlı el dezenfektanları kullanmak gerekir.Enfekte olan kişilerden uzak durmakAdenovirüs enfeksiyonu olan kişilerle yakın temasa girmemeye çalışmak gerekir. Böylelikle bulaşma riski azaltılmış olur. Enfekte olan kişiyle aynı ortamda bulunma süresini kısıtlamak önemlidir.Yüze dokunmaktan kaçınmakEl hijyeninin sağlanmadığı durumda yıkanmamış ellerle ağız, göz ve yüz bölgesine dokunmak bulaşma riskini artırır. Bu nedenle yüze dokunmaktan kaçınmak gerekir. Adenovirüs, el temasıyla bu bölgelerden vücuda girebilir.Eşya paylaşımından kaçınmakEnfekte olan kişilerin mutfak eşyaları, bardak, havlu gibi kişisel eşyalarını başkalarıyla paylaşmaması gerekir. Bulaşmayı önlemek için bu durum büyük önem taşır.Evde izole olunHastalığın yayılmasını önlemek için evde izole olmak önemlidir. Özellikle çocuklar arasında hızla yayılabilen virüs türü olan adenovirüs belirtileri geçene kadar okula ya da kreş gibi ortamlarda uzak durmaları gerekebilir.Öksürme ve hapşırma esnasında eller yerine mendil tercih edinÖksürme veya hapşırma sırasında eller yerine mendil ya da kolun iç kısmını kullanın adenovirüs yayılmasını önlemek için önemlidir. Ortamı sık sık havalandırmak ve yüzey temizliği sağlamakAdenovirüs hava yoluyla bulaşan bir virüs olduğundan ortamı sık sık havalandırmak bulaşma riskini azaltır. Adenovirüs, yüzeylerde aktif kalabildiği için özellikle temas edilen yüzeylerin düzenli olarak temizlenmesi enfeksiyonun yayılmasını engelleyebilir.Adenovirüs Enfeksiyonu ile İlgili Sık Sorulan Sorular Adenovirüs kuluçka süresi​ nedir?Adenovirüsün kuluçka süresi, virüsle teması ardından belirtilerin ortaya çıkmasına kadar olan zaman dilimidir. Bu süre 2 ila 14 gün arasında değişiklik gösterir. Bazı vakalarda ise bu durum 3 ila 10 gün arasında değişebilir. Bu süre, enfeksiyonun türüne ve kişinin bağışıklık sistemine bağlıdır.Adenovirüs aşısı var mı?Adenovirüs enfeksiyonlarını aşısı vardır. Aşının toplu alanlarda, okullarda, askerlerde, yurtlarda kalan öğrencilerde bu hastalığın yayılmasını önlediği düşünülmektedir. Ayrıca akciğer hastalığı olan hastalar ve bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerin aşı olması virüslere yakalanma riskini en aza indirmektedir.Edenovirüs enfeksiyonları bulaşıcı bir hastalık mıdır?Edenovirüs enfeksiyonları dokunma ve temas yolu ile temizlenmeyen ellerle yüz ve çevresine dokunmayla kişiden kişiye bulaşabilen bir virüs tipidir.Adenovirüs enfeksiyonları ciddi hastalıklara neden olur mu?Adenovirüs enfeksiyonları genellikle hafif ve tedavi gerektirmeden kendiliğinden geçen bir bulaşıcı bir hastalıktır. Ancak bazı durumlarda veya bazı kişilerde nadiren de olsa ciddi hastalıklara neden olabilir.Adenovirüs bağışıklığı nasıl gelişir?Adenovirüse karşı bağışıklık, virüse enfekte olunmasından sonra vücudun doğal olarak gelişitrilmesi beklenir. Enfeksiyon geçiren kişinin bağışıklık sistemi, virüse karşı antikor üretir. Böylelikle adenovirüse karşı direnç oluşturur.
7,880
147
Hastalıklar
Afazi
Afazi, felç veya kafa travması sonrası aniden ortaya çıkan, beynin dil ifadesini ve anlamayı kontrol eden bölgesindeki hasar sonucu oluşan bir dil bozukluğudur. Bunların yanı sıra büyüyen bir beyin tümörü veya hastalığından dolayı yavaş yavaş da gelişme özelliği gösteren afazi hastalığı, kişinin konuşarak kendisini ifade etme yeteneğini engeller. Özellikle yaşlı bireylerde felç sonucu meydana gelen afazi aslında felç veya beyin tümörü gibi hastalıkların bir belirtisi olarak karşımıza çıkar. Yaygın görülen afazi semptomları kısa, eksik cümlelerle konuşmak, mantıksız cümleler kurmak ve konuşulanları anlamamakla birlikte sık sık tekrar etmektir. Afazinin tedavi seçeneklerinin başında ise konuşma terapisi gelir.Afazi, felç veya kafa travması sonrası aniden ortaya çıkan, beynin dil ifadesini ve anlamayı kontrol eden bölgesindeki hasar sonucu oluşan bir dil bozukluğudur. Bunların yanı sıra büyüyen bir beyin tümörü veya hastalığından dolayı yavaş yavaş da gelişme özelliği gösteren afazi hastalığı, kişinin konuşarak kendisini ifade etme yeteneğini engeller. Özellikle yaşlı bireylerde felç sonucu meydana gelen afazi aslında felç veya beyin tümörü gibi hastalıkların bir belirtisi olarak karşımıza çıkar. Yaygın görülen afazi semptomları kısa, eksik cümlelerle konuşmak, mantıksız cümleler kurmak ve konuşulanları anlamamakla birlikte sık sık tekrar etmektir. Afazinin tedavi seçeneklerinin başında ise konuşma terapisi gelir. Afazi Nedir?Afazi hastalığı daha çok kan pıhtısı atma, beyin hasarı veya damar patlaması gibi felce neden olan durumların neden olduğu, beynin konuşma bölümünün hasar gördüğü bir hastalıktır. Hem kadın hem de erkekleri etkileyen bir hastalık olan afazi, özellikle yaşlı bireylerde felç yaşanması sonucunda meydana gelir.Dil bozukluğu olarak da ifade edilebilen afazi, okuma, yazma, konuşma ve başkalarının konuşmasını anlama şeklini etkiler ve kişinin bu konudaki yeteneğini engeller. Bu durum kulakların, ağzın veya vücudun konuşmak ve dinlemek için kullanılan uzuvlarının işlev bozukluğundan değil, beyindeki problemden kaynaklanır.Yaygın görülen afazi belirtileri arasında mantıksız ve anlamsız cümleler kurmak, kısa cümlelerle konuşmak ve bununla birlikte konuşulanları anlamamak yer alır. Afazi hastalığının en çok uygulanan tedavisi ise konuşma terapisidir.Afazi Neden Olur?Afazinin en yaygın nedeni felçten (beyindeki bir kan damarının tıkanması veya yırtılması) kaynaklanan beyin hasarı olarak değerlendirilir. Beyindeki kan kaybı, beyin hücrelerinin ölümüne ve dili kontrol eden beyin bölgelerinde hasara yol açar. Bunun sonucunda meydana gelen hasarla birlikte konuşma, kendini ifade etme ve konuşulanları anlama gibi yeteneklerde bozulma yaşanır.Bunların yanı sıra alzheimer, demans, beyin tümörü, beyin anevrizması, epilepsi ve genelde geçici olarak migren de afazi hastalığını oluşturan sebeplerdendir.Afazi nedenleri şöyledir: Felç Beyin kanaması Alzheimer Demans Beyin tümörü Beyin anevrizması Beyin ameliyatları Serebral hipoksi Epilepsi Migren (geçici olarak) Toksinler ve zehirlenmeler İnme veya geçici ataklarAfazi Türleri Nelerdir?Dili kontrol eden beyin bölgelerinde hasar meydana gelmesi sonucu oluşan afazi hastalığı, kendi içinde türlere ayrılır.Afazi türleri şu şekilde sınıflandırılır:Wernicke afazi: Wernicke afazide kişi ne konuşmak istediğini bilir ancak bunu doğru kelimelerle ifade edemez.Broca afazi: Broca afazisi olan kişiler fikirlerini iletmek için kelimeleri bir araya getirmekte zorlanır. Bu tür afazisi olanlar konuşurken veya yazarken tam cümleler oluşturmada zorluk çekerler.Anomik afazi: Anomik afazi hastalığı olan bireyler, tek tek kelimeleri hatırlamakta ve söylemekte güçlük çeker. Bu kişiler açıkça konuşabilir ve anlaşılır cümleler kurabilir ancak insanlar, yerler veya nesneler için kullanılan ortak kelimeleri unutur ve bu kelimelerin ifadesinde zorlanır.Küresel afazi: En ciddi afazi türü olarak kabul edilen küresel afazide kişiler fiziksel konuşma sorunuyla mücadele ederler. Bunun en şiddetli biçimine sahip kişiler yalnızca küçük veya izole sesler çıkarabildiği gibi bazen de hiç ses çıkarmayabilir. Ayrıca kelimeleri veya basit cümleleri sürekli tekrarlarlar.İlerlemiş afazi: İlerlemiş afazi en başta hafif olarak seyreder ancak zamanla daha şiddetli hale gelir. İlerleyen afazisi olan kişiler hala başkalarını anlayabilir ama yaşlandıkça konuşma ve yazma durumları kötüye doğru gider.Afazi Belirtileri Nelerdir?Kısa veya eksik cümleler kurmak, mantıksız söylemlerde bulunmak, kelime bulmakta güçlük çekmek ve konuşulanları anlamamak afazi hastalığının yaygın belirtileri arasında gösterilir.Genel olarak afazi hastası olan kişilerde şu belirtiler görülür: Kısa, kesik ve eksik cümlelerle konuşmak Mantıksız söylemlerde bulunmak Kelime bulmakta güçlük çekmek Konuşulanları anlamamak Konuşulanları tekrar etmek Okuduklarını anlama problemi yaşamak Konsantrasyon ve hafıza problemiKısa, kesik ve eksik cümlelerle konuşmakAfazi, beynin dil bölümünü kontrol eden bölgede hasar sonucu meydana geldiği için günlük konuşmadaki akıcılık kaybolur. Kişi kısa, kesik ve eksik cümleler kurmaya başlar. Mantıksız söylemlerde bulunmak Beynin dil bölümünü bozan ve konuşmadaki işlevselliği azaltan afazi hastalığı, kişinin konuşurken mantıksız söylemlerde bulunmasına neden olur.Kelime bulmakta güçlük çekmekAfazi hastası olan kişiler konuşurken doğru ve düzgün kelimeleri bulmakta sorun yaşarlar ve bu da konuşmalarının aksamasıyla birlikte anlamsızlaşmasına sebebiyet verir.Konuşulanları anlamamakBeynin dil bölümünü etkileyen afazi, konuşma güçlüğünün yanı sıra bir kişinin karşısında konuşan kişiyi anlamaması sorununu da ortaya çıkarır.Konuşulanları tekrar etmek Afazi hastalığı, konuşulanları anlama konusunda da kişinin yeteneğini elinden aldığı için bireyler bir ortamda söylenen cümleleri sürekli tekrar etme ihtiyacı hisseder.Afazi Nasıl Teşhis Edilir?Afazi hastalığı teşhisinde doktor öncelikle hastanın semptomlarını inceleyerek afazinin türünü belirlemeye çalışır. Muayene dışında afazinin asıl tanısı için birtakım görüntüleme testlerine başvurulur.Afazi teşhisinde başvurulan görüntüleme testleri şunlardır: BT taraması Elektroensefalogram (EEG) Manyetik rezonans görüntüleme (MRI) Genetik test Elektromiyogram RöntgenlerAfazi Tedavisi Nasıl Yapılır?Afaziyi ortadan kaldıran doğrudan bir tedavi söz konusu değildir. Afazi tedavisi için öncelikle afaziye neden olan durumların tedavi edilmesi gerekir. Felç, beyin tümörü, beyin kanaması sonucu beynin etkilenen bölgesine kan akışının hızlı bir şekilde yeniden sağlanması bazen afazinin kalıcı hasarını sınırlayabilir veya önleyebilir.Afazinin özellikle konuşma ve anlama fonksiyonlarını yeniden kazandıracak etkili tedavisi dil ve konuşma terapisidir. Şiddetli felçlerde olduğu gibi uzun süreli veya kalıcı beyin hasarına sahip kişiler için konuşma terapisi bazen kişinin dil becerilerini geliştirmesine yardımcı olabilir. Bu terapi seçenekleri aynı zamanda kişinin başkalarını anlama becerisine de katkı sunar.Afazi Hakkında Sık Sorulan SorularAfazi ne demek?Afazi, beynin dili kontrol eden bölümlerinde hasar bırakan, felç ve beyin travması gibi durumların sebep olduğu bir hastalıktır.Afazi geçici midir?Afazi, hastalığın türüne bağlı olarak kimi bireylerde geçici olabilirken kimisinde ise kalıcı olarak konuşma ve anlama yeteneğini etkiler. Daha ileri seviyelerde görülen afazilerde dil ve konuşma terapileriyle semptomların hafifletilmesi amaçlanır.Afaziye ne iyi gelir?Afazinin semptomlarının hafifletilmesi ve kişinin dil bozukluklarının iyileştirilmesi için dil ve konuşma terapisi yöntemi uygulanır.Afazi tedavi edilmezse ne olur?Afazi hastalığı tedavi edilmediği takdirde beyindeki dili kontrol eden bölgedeki dokuların kalıcı kaybına neden olarak konuşma bozukluklarının ilerlemesine yol açar. Afazi Nedir?Afazi hastalığı daha çok kan pıhtısı atma, beyin hasarı veya damar patlaması gibi felce neden olan durumların neden olduğu, beynin konuşma bölümünün hasar gördüğü bir hastalıktır. Hem kadın hem de erkekleri etkileyen bir hastalık olan afazi, özellikle yaşlı bireylerde felç yaşanması sonucunda meydana gelir.Dil bozukluğu olarak da ifade edilebilen afazi, okuma, yazma, konuşma ve başkalarının konuşmasını anlama şeklini etkiler ve kişinin bu konudaki yeteneğini engeller. Bu durum kulakların, ağzın veya vücudun konuşmak ve dinlemek için kullanılan uzuvlarının işlev bozukluğundan değil, beyindeki problemden kaynaklanır.Yaygın görülen afazi belirtileri arasında mantıksız ve anlamsız cümleler kurmak, kısa cümlelerle konuşmak ve bununla birlikte konuşulanları anlamamak yer alır. Afazi hastalığının en çok uygulanan tedavisi ise konuşma terapisidir.Afazi Neden Olur?Afazinin en yaygın nedeni felçten (beyindeki bir kan damarının tıkanması veya yırtılması) kaynaklanan beyin hasarı olarak değerlendirilir. Beyindeki kan kaybı, beyin hücrelerinin ölümüne ve dili kontrol eden beyin bölgelerinde hasara yol açar. Bunun sonucunda meydana gelen hasarla birlikte konuşma, kendini ifade etme ve konuşulanları anlama gibi yeteneklerde bozulma yaşanır.Bunların yanı sıra alzheimer, demans, beyin tümörü, beyin anevrizması, epilepsi ve genelde geçici olarak migren de afazi hastalığını oluşturan sebeplerdendir.Afazi nedenleri şöyledir:Afazi Türleri Nelerdir?Dili kontrol eden beyin bölgelerinde hasar meydana gelmesi sonucu oluşan afazi hastalığı, kendi içinde türlere ayrılır.Afazi türleri şu şekilde sınıflandırılır:Wernicke afazi: Wernicke afazide kişi ne konuşmak istediğini bilir ancak bunu doğru kelimelerle ifade edemez.Broca afazi: Broca afazisi olan kişiler fikirlerini iletmek için kelimeleri bir araya getirmekte zorlanır. Bu tür afazisi olanlar konuşurken veya yazarken tam cümleler oluşturmada zorluk çekerler.Anomik afazi: Anomik afazi hastalığı olan bireyler, tek tek kelimeleri hatırlamakta ve söylemekte güçlük çeker. Bu kişiler açıkça konuşabilir ve anlaşılır cümleler kurabilir ancak insanlar, yerler veya nesneler için kullanılan ortak kelimeleri unutur ve bu kelimelerin ifadesinde zorlanır.Küresel afazi: En ciddi afazi türü olarak kabul edilen küresel afazide kişiler fiziksel konuşma sorunuyla mücadele ederler. Bunun en şiddetli biçimine sahip kişiler yalnızca küçük veya izole sesler çıkarabildiği gibi bazen de hiç ses çıkarmayabilir. Ayrıca kelimeleri veya basit cümleleri sürekli tekrarlarlar.İlerlemiş afazi: İlerlemiş afazi en başta hafif olarak seyreder ancak zamanla daha şiddetli hale gelir. İlerleyen afazisi olan kişiler hala başkalarını anlayabilir ama yaşlandıkça konuşma ve yazma durumları kötüye doğru gider.Afazi Belirtileri Nelerdir?Kısa veya eksik cümleler kurmak, mantıksız söylemlerde bulunmak, kelime bulmakta güçlük çekmek ve konuşulanları anlamamak afazi hastalığının yaygın belirtileri arasında gösterilir.Genel olarak afazi hastası olan kişilerde şu belirtiler görülür:Kısa, kesik ve eksik cümlelerle konuşmakAfazi, beynin dil bölümünü kontrol eden bölgede hasar sonucu meydana geldiği için günlük konuşmadaki akıcılık kaybolur. Kişi kısa, kesik ve eksik cümleler kurmaya başlar. Mantıksız söylemlerde bulunmak Beynin dil bölümünü bozan ve konuşmadaki işlevselliği azaltan afazi hastalığı, kişinin konuşurken mantıksız söylemlerde bulunmasına neden olur.Kelime bulmakta güçlük çekmekAfazi hastası olan kişiler konuşurken doğru ve düzgün kelimeleri bulmakta sorun yaşarlar ve bu da konuşmalarının aksamasıyla birlikte anlamsızlaşmasına sebebiyet verir.Konuşulanları anlamamakBeynin dil bölümünü etkileyen afazi, konuşma güçlüğünün yanı sıra bir kişinin karşısında konuşan kişiyi anlamaması sorununu da ortaya çıkarır.Konuşulanları tekrar etmek Afazi hastalığı, konuşulanları anlama konusunda da kişinin yeteneğini elinden aldığı için bireyler bir ortamda söylenen cümleleri sürekli tekrar etme ihtiyacı hisseder.Afazi Nasıl Teşhis Edilir?Afazi hastalığı teşhisinde doktor öncelikle hastanın semptomlarını inceleyerek afazinin türünü belirlemeye çalışır. Muayene dışında afazinin asıl tanısı için birtakım görüntüleme testlerine başvurulur.Afazi teşhisinde başvurulan görüntüleme testleri şunlardır:Afazi Tedavisi Nasıl Yapılır?Afaziyi ortadan kaldıran doğrudan bir tedavi söz konusu değildir. Afazi tedavisi için öncelikle afaziye neden olan durumların tedavi edilmesi gerekir. Felç, beyin tümörü, beyin kanaması sonucu beynin etkilenen bölgesine kan akışının hızlı bir şekilde yeniden sağlanması bazen afazinin kalıcı hasarını sınırlayabilir veya önleyebilir.Afazinin özellikle konuşma ve anlama fonksiyonlarını yeniden kazandıracak etkili tedavisi dil ve konuşma terapisidir. Şiddetli felçlerde olduğu gibi uzun süreli veya kalıcı beyin hasarına sahip kişiler için konuşma terapisi bazen kişinin dil becerilerini geliştirmesine yardımcı olabilir. Bu terapi seçenekleri aynı zamanda kişinin başkalarını anlama becerisine de katkı sunar.Afazi Hakkında Sık Sorulan SorularAfazi ne demek?Afazi, beynin dili kontrol eden bölümlerinde hasar bırakan, felç ve beyin travması gibi durumların sebep olduğu bir hastalıktır.Afazi geçici midir?Afazi, hastalığın türüne bağlı olarak kimi bireylerde geçici olabilirken kimisinde ise kalıcı olarak konuşma ve anlama yeteneğini etkiler. Daha ileri seviyelerde görülen afazilerde dil ve konuşma terapileriyle semptomların hafifletilmesi amaçlanır.Afaziye ne iyi gelir?Afazinin semptomlarının hafifletilmesi ve kişinin dil bozukluklarının iyileştirilmesi için dil ve konuşma terapisi yöntemi uygulanır.Afazi tedavi edilmezse ne olur?Afazi hastalığı tedavi edilmediği takdirde beyindeki dili kontrol eden bölgedeki dokuların kalıcı kaybına neden olarak konuşma bozukluklarının ilerlemesine yol açar.
4,985
148
Hastalıklar
Adet öncesi gerginlik sendromu (PMS)
Premenstrüel sendrom yani  adet öncesi gerginlik sendromu (PMS), kadınlarda adet döngüsünün yumurtlama fonksiyonundan sonra başlayan döneminde, şişkinlik, baş ağrısı, halsizlik ve kilo alımı gibi fiziksel ve depresif duygu durum, irritabilite, gerginlik gibi ruhsal belirtiler yarattığı bir durumdur. Merkezi sinir sisteminde oluşan duyarlılık ve genetik etkenlere bağlı olarak ortaya çıkan adet öncesi gerginlik sendromu kadın nüfusunun yaklaşık yüzde 80’ini etkilemektedir.Premenstrüel sendrom yani  adet öncesi gerginlik sendromu (PMS), kadınlarda adet döngüsünün yumurtlama fonksiyonundan sonra başlayan döneminde, şişkinlik, baş ağrısı, halsizlik ve kilo alımı gibi fiziksel ve depresif duygu durum, irritabilite, gerginlik gibi ruhsal belirtiler yarattığı bir durumdur. Merkezi sinir sisteminde oluşan duyarlılık ve genetik etkenlere bağlı olarak ortaya çıkan adet öncesi gerginlik sendromu kadın nüfusunun yaklaşık yüzde 80’ini etkilemektedir. Adet Öncesi Gerginlik Sendromu (PMS) Nedir?Adet öncesi gerginlik sendromu (PMS), adet döneminden 1-2 hafta önce başlayan, şişkinlik, baş ağrısı ve göğüslerde hassasiyet, kaygı, depresyon ve ruh hali değişiklikleri gibi fiziksel ve duygusal semptomların genel adıdır. Sendromun etkileri adet dönemi başladıktan sonra ortadan kalkar. Semptomların klinik veya sosyal anlamda etkili düzeyde olması,  Premensturel Disforik Bozukluk veya Geç Luteal Faz Bozukluğu adıyla bir psikiyatrik rahatsızlık olarak sınıflandırılmaktadır.Adet Öncesi Gerginlik Sendromu (PMS) Tipleri Nelerdir?Adet öncesi gerginlik sendromunda tipik belirtiler farklı biçimde kendini gösterebilir. Birinci tip: En sık olarak görülen tip olmakla birlikte, özgün sendromun ilk tanımladığı geç premenstruel dönemde yani adet dönemine yakın günlerde başlar. İkinci tip: Ovulasyonla yani yumurtlama dönemi ile beraber belirtilerin başlayıp bir iki gün içinde kendiliğinden düzelmesi ve daha sonra adet öncesi dönemde tekrar ortaya çıkması ile seyreder. Üçüncü tip: Ovulasyonla beraber belirtilerin başlayıp sürekli artış göstererek luteal fazda doruk noktasına ulaşması biçimindedir. Belirtilerdeki bu farklı seyir ve örüntü bu rahatsızlığı yaşayan kadının hemen her adet döngüsünde benzerlik göstermektedir.Adet Öncesi Gerginlik Sendromu (PMS) NedenleriAdet öncesi gerginlik sendromunun nedenleri tam olarak bilinmemekle birlikte, merkezi sinir sisteminde oluşan duyarlılık, vücuttaki hormonsal sorunlar ve beyin kimyasalları ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Hormonal işleyişte adet düzenine bağlı olarak döngüsel bir şekilde ortaya çıkan normal değişikliklere karşı duyarlı olan kadınlarda, bu değişiklikler merkezi sinir sisteminde ve etrafındaki diğer hedef dokularda PMS ile ilişkili biyokimyasal olayları tetiklemektedir.Merkezi sinir sisteminde adet öncesi gerginlik belirtilerinin ortaya çıkmasına yol açan süreçlerde en önemli rolü serotonin hormonu üstenir. Duygudurum durumlarında çok önemli bir rol oynayan bir beyin kimyasalı olan serotoninin dalgalanmaları, PMS semptomlarını tetikleyebilir. Adet öncesi gerginlik sendromu (PMS) olan kadınlarda yapılan çalışmalar, normal kadınlara kıyasla serotonerjik sistemde birçok farklılıklar olduğunu ortaya koymuştur. Progesteron birincil olarak yumurtalıkta üretilir ve progesteronun kendisi anksiyete oluştururken, ürünleri anksiyete gidericidir. Progesteron serotoninin geri alımını arttırır, serotonin döngüsünde artışa neden olur.Adet Öncesi Gerginlik Sendromu (PMS) Belirtileri Nelerdir?Adet öncesi gerginlik sendromunun ruhsal, davranışsal ve fiziksel belirtileri bulunmaktadır.Ruhsal ve davranışsal belirtiler: Memelerin büyümesi ve hassaslaşması Baş ağrısı Depresyon Halsizlik, aşırı uyuma isteği İştah değişiklikleri ve yemek istekleri Sinirlilik, gerginlik, kaygı ve dikkat azlığı gibi duygu durum dalgalanmaları Cinsel istek artışı Sosyal çekilme Vücutta ödem ve buna bağlı 2-3 kiloya kadar kilo alımı Bulantı ve kusma Kabızlık, ishal Aşırı susama Ciltte akne görülmesi Eklem veya kas ağrısı Alkol intoleransıAdet Öncesi Gerginlik Sendromu (PMS) Nasıl Teşhis Edilir?Premenstrüel sendromu pozitif olarak teşhis etmek için benzersiz fiziksel bulgular veya laboratuvar testleri yoktur. belirtiler öngörülebilir adet öncesi düzeninin bir parçasıysa, doktor tarafından belirli bir semptom PMS'ye bağlanabilir. Bir adet öncesi düzen oluşturmaya yardımcı olmak için, doktor tarafından belirti ve semptomların bir takvime veya en az iki adet döngüsü için bir günlüğe kaydedilmesi istenebilir. PMS semptomlarının ilk fark edildiği gün ve bunların ortadan kalktığı günün not edilmesi faydalı olabilir. Ayrıca dönemin başladığı ve bittiği günleri işaretlendiğinden emin olunması gerekir.Kronik yorgunluk sendromu, tiroid bozuklukları ve depresyon ve anksiyete gibi duygu durum bozuklukları dahil bazı durumların PMS'yi taklit edebildiği unutulmamalıdır. Bu ayrımı yapmak ve net bir teşhis sağlamaya yardımcı olmak için tiroid fonksiyon testi veya ruh hali tarama testleri gibi testler istenebilir.Adet Öncesi Gerginlik Sendromu (PMS) Nasıl Tedavi Edilir?PMS’si olan hastalarda tedavideki temel hedef belirtilerin azaltılması, sosyal ve mesleki işlevselliğin düzeltilmesi, dolayısıyla da yaşam kalitesinin artırılmasıdır. Tedaviye dönük olarak yaklaşımlar biyolojik (ilaç tedavileri) ve psikolojik yaklaşımlar (psikoterapi) olarak ikiye ayrılır.Psikolojik yaklaşımlarGenellikle hafif düzeyde belirtisi olan kadınlarda psikoeğitim ve yaşam tarzı düzenlenmesi önlemleri yeterli olmaktadır. Bununla birlikte egzersiz, gevşeme ve bilişsel davranışçı terapi tavsiye edilir. İlaç gerektirmeyen bu yöntemler premensturel belirtileri hafifletmekte yardımcı olabilirler.İlaç tedavisiAdet öncesi gerginlik sendromunda (PMS) en sık kullanılan ilaçlar patofizyolojide de etkili olduğu düşünülen serotonin üzerinden etki yapan, serotonin geri alımı engelleyici gruptan antidepresan ilaçlardır. SSRI'ların kullanımında başlıca iki yöntem vardır. İlki bu ilaçların adet döngüsünün son iki haftasında (aralıklı biçimde) kullanılması, ikincisi ise sürekli kullanımıdır. Aralıklı kullanımda ilaç yumurtlama(ovulasyon) sırasında başlanıp adet başladıktan 1-2 gün sonra kesilir. Doğum kontrol haplarıEğer hastanın premensturel belirtileri gebeliği önleyici ilaç kullanımından sonra başlamışsa veya kötüleşmişse o zaman başka bir preparata geçilmesi veya başka bir doğum kontrol yöntemi uygulanması yararlı olur.Hormonal tedaviPMS'de kullanılan biyolojik tedavilerden bir diğeri ise hormonal tedavilerdir. Hormonal tedavi stratejileri adet öncesi belirtilerin, adet döngüsündeki hormonal değişikliklerle ilişkili olması temeline dayalıdırlar ve çoğunda amaç yumurtlamanın baskılanmasıdır.Beslenme ve yaşam tarzı değişiklikleriPMS ’de bazı diyet takviyeleri de önerilmektedir. Ancak bazı istisnalar hariç olmak üzere bu takviyelerin etkili olduğunu gösteren bilimsel kanıtlar azdır. Bu hastalara ayrıca adet öncesi gerginlik sendromu semptomlarının olduğu dönemde uykuya daha fazla zaman ayırma, kafein, tuz, nikotin ve alkol alınımın azaltma,  B6 vitamini, magnezyum, kalsiyum ve d vitamini takviyesi önerilir.Umut veren ajanlar arasında kalsiyum takviyesi, vitamin B6 (pyridoxine) takviyesi, özellikle pelvik ağrı eşlik ediyorsa B1 ve vitamin E, kompleks karbohidratlardan oluşan diyet ve vitex agnus castus (Hayıt Ağacı) kullanımı bulunmaktadır. Günlük 80 mg vitamin B6 alan kadınlarda psikiyatrik belirtilerde azalma saptanmıştır. Vitex agnus castus dopamin agonisti gibi etki ederek folikül -stimule edici hormonu (FSH) veya prolaktin düzeylerini azaltır ve PMS’nin psikolojik belirtilerinden çok fiziksel belirtileri için yararlıdır.Adet Öncesi Gerginlik Sendromuna (PMS) Ne İyi Gelir?Hafif ve orta dereceli vakalarda yaşam şeklini ve alışkanlıkları düzenlemek yetebilir. Şeker, tuz, kahve, alkol ve sigara tüketimini kısıtlamak Düzenli egzersiz yapmak, Vitamin ve mineral desteği almak, Uyku düzenini sağlamak, her gece aynı saatlerde yatmak ve en az 8 saatlik kaliteli uyku uyumak, Stresi azaltmak için düzenli spor yapmak, hobi edinmek ve sosyal aktivitelere katılmak, Ödemin atılmasına yardımcı olabilmek için dengeli beslenmek İhtiyaç halinde hormonal değişimleri azaltmak için doğum kontrol hapı başlanması PMS dönemini daha rahat geçirmeye yardımcı olmaktadır.Adet Öncesi Gerginlik Sendromu (PMS) ile İlgili Sık Sorulan SorularPremenstrüel sendromun (PMS) en sık görülme yaş aralığı nedir?PMS (premenstrüel sendrom) belirtileri menarştan yani adetin başlangıcından sonra herhangi bir yaşta başlar. Ortalama görülme yaşı 26 civarında olmaktadır. PMS belirtileri yaşla beraber giderek artar ve menopoza yaklaştıkça azalır.PMS için ne zaman bir doktora gidilmelidir?Premenstrüel sendromunun yaşam tarzı değişiklikleri ile yönetilemediği ve PMS semptomlarının sağlığı ve günlük aktiviteleri etkilemesi durumunda konusunda uzman bir doktora başvurulmalıdır.PMS daha çok kimlerde görülür?PMS en sık düzenli adet görülen dönem olan üreme çağındaki kadınlarda izlenmektedir. Çok ender olarak menopozal dönemde de karşılaşılabilir.PMS döneminde hamile kalınır mı?PMS ile hamile kalmak arasında ilişki bulunmamaktadır. Düzenli adet gören her kadının döngüsü 4 haftadan oluşur. Döngünün başlangıcı adet kanamasının ilk günü olarak alınır. Yani, döngünün 10 ile 18. günleri yumurtlamanın en sık görüldüğü ve gebe kalmaya en uygun günlerdir. PMS ise yaklaşık olarak 4. haftaya denk gelmektedir. Bu durumda olasılığı kısmen düşük olsa da korunmasız ilişki varlığında gebe kalınabilir. Adet kanaması dahil döngünün her aşamasında gebe kalınması ihtimal dahilindedir. Adet Öncesi Gerginlik Sendromu (PMS) Nedir?Adet öncesi gerginlik sendromu (PMS), adet döneminden 1-2 hafta önce başlayan, şişkinlik, baş ağrısı ve göğüslerde hassasiyet, kaygı, depresyon ve ruh hali değişiklikleri gibi fiziksel ve duygusal semptomların genel adıdır. Sendromun etkileri adet dönemi başladıktan sonra ortadan kalkar. Semptomların klinik veya sosyal anlamda etkili düzeyde olması,  Premensturel Disforik Bozukluk veya Geç Luteal Faz Bozukluğu adıyla bir psikiyatrik rahatsızlık olarak sınıflandırılmaktadır.Adet Öncesi Gerginlik Sendromu (PMS) Tipleri Nelerdir?Adet öncesi gerginlik sendromunda tipik belirtiler farklı biçimde kendini gösterebilir.Adet Öncesi Gerginlik Sendromu (PMS) NedenleriAdet öncesi gerginlik sendromunun nedenleri tam olarak bilinmemekle birlikte, merkezi sinir sisteminde oluşan duyarlılık, vücuttaki hormonsal sorunlar ve beyin kimyasalları ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Hormonal işleyişte adet düzenine bağlı olarak döngüsel bir şekilde ortaya çıkan normal değişikliklere karşı duyarlı olan kadınlarda, bu değişiklikler merkezi sinir sisteminde ve etrafındaki diğer hedef dokularda PMS ile ilişkili biyokimyasal olayları tetiklemektedir.Merkezi sinir sisteminde adet öncesi gerginlik belirtilerinin ortaya çıkmasına yol açan süreçlerde en önemli rolü serotonin hormonu üstenir. Duygudurum durumlarında çok önemli bir rol oynayan bir beyin kimyasalı olan serotoninin dalgalanmaları, PMS semptomlarını tetikleyebilir. Adet öncesi gerginlik sendromu (PMS) olan kadınlarda yapılan çalışmalar, normal kadınlara kıyasla serotonerjik sistemde birçok farklılıklar olduğunu ortaya koymuştur. Progesteron birincil olarak yumurtalıkta üretilir ve progesteronun kendisi anksiyete oluştururken, ürünleri anksiyete gidericidir. Progesteron serotoninin geri alımını arttırır, serotonin döngüsünde artışa neden olur.Adet Öncesi Gerginlik Sendromu (PMS) Belirtileri Nelerdir?Adet öncesi gerginlik sendromunun ruhsal, davranışsal ve fiziksel belirtileri bulunmaktadır.Ruhsal ve davranışsal belirtiler:Adet Öncesi Gerginlik Sendromu (PMS) Nasıl Teşhis Edilir?Premenstrüel sendromu pozitif olarak teşhis etmek için benzersiz fiziksel bulgular veya laboratuvar testleri yoktur. belirtiler öngörülebilir adet öncesi düzeninin bir parçasıysa, doktor tarafından belirli bir semptom PMS'ye bağlanabilir. Bir adet öncesi düzen oluşturmaya yardımcı olmak için, doktor tarafından belirti ve semptomların bir takvime veya en az iki adet döngüsü için bir günlüğe kaydedilmesi istenebilir. PMS semptomlarının ilk fark edildiği gün ve bunların ortadan kalktığı günün not edilmesi faydalı olabilir. Ayrıca dönemin başladığı ve bittiği günleri işaretlendiğinden emin olunması gerekir.Kronik yorgunluk sendromu, tiroid bozuklukları ve depresyon ve anksiyete gibi duygu durum bozuklukları dahil bazı durumların PMS'yi taklit edebildiği unutulmamalıdır. Bu ayrımı yapmak ve net bir teşhis sağlamaya yardımcı olmak için tiroid fonksiyon testi veya ruh hali tarama testleri gibi testler istenebilir.Adet Öncesi Gerginlik Sendromu (PMS) Nasıl Tedavi Edilir?PMS’si olan hastalarda tedavideki temel hedef belirtilerin azaltılması, sosyal ve mesleki işlevselliğin düzeltilmesi, dolayısıyla da yaşam kalitesinin artırılmasıdır. Tedaviye dönük olarak yaklaşımlar biyolojik (ilaç tedavileri) ve psikolojik yaklaşımlar (psikoterapi) olarak ikiye ayrılır.Psikolojik yaklaşımlarGenellikle hafif düzeyde belirtisi olan kadınlarda psikoeğitim ve yaşam tarzı düzenlenmesi önlemleri yeterli olmaktadır. Bununla birlikte egzersiz, gevşeme ve bilişsel davranışçı terapi tavsiye edilir. İlaç gerektirmeyen bu yöntemler premensturel belirtileri hafifletmekte yardımcı olabilirler.İlaç tedavisiAdet öncesi gerginlik sendromunda (PMS) en sık kullanılan ilaçlar patofizyolojide de etkili olduğu düşünülen serotonin üzerinden etki yapan, serotonin geri alımı engelleyici gruptan antidepresan ilaçlardır. SSRI'ların kullanımında başlıca iki yöntem vardır. İlki bu ilaçların adet döngüsünün son iki haftasında (aralıklı biçimde) kullanılması, ikincisi ise sürekli kullanımıdır. Aralıklı kullanımda ilaç yumurtlama(ovulasyon) sırasında başlanıp adet başladıktan 1-2 gün sonra kesilir. Doğum kontrol haplarıEğer hastanın premensturel belirtileri gebeliği önleyici ilaç kullanımından sonra başlamışsa veya kötüleşmişse o zaman başka bir preparata geçilmesi veya başka bir doğum kontrol yöntemi uygulanması yararlı olur.Hormonal tedaviPMS'de kullanılan biyolojik tedavilerden bir diğeri ise hormonal tedavilerdir. Hormonal tedavi stratejileri adet öncesi belirtilerin, adet döngüsündeki hormonal değişikliklerle ilişkili olması temeline dayalıdırlar ve çoğunda amaç yumurtlamanın baskılanmasıdır.Beslenme ve yaşam tarzı değişiklikleriPMS ’de bazı diyet takviyeleri de önerilmektedir. Ancak bazı istisnalar hariç olmak üzere bu takviyelerin etkili olduğunu gösteren bilimsel kanıtlar azdır. Bu hastalara ayrıca adet öncesi gerginlik sendromu semptomlarının olduğu dönemde uykuya daha fazla zaman ayırma, kafein, tuz, nikotin ve alkol alınımın azaltma,  B6 vitamini, magnezyum, kalsiyum ve d vitamini takviyesi önerilir.Umut veren ajanlar arasında kalsiyum takviyesi, vitamin B6 (pyridoxine) takviyesi, özellikle pelvik ağrı eşlik ediyorsa B1 ve vitamin E, kompleks karbohidratlardan oluşan diyet ve vitex agnus castus (Hayıt Ağacı) kullanımı bulunmaktadır. Günlük 80 mg vitamin B6 alan kadınlarda psikiyatrik belirtilerde azalma saptanmıştır. Vitex agnus castus dopamin agonisti gibi etki ederek folikül -stimule edici hormonu (FSH) veya prolaktin düzeylerini azaltır ve PMS’nin psikolojik belirtilerinden çok fiziksel belirtileri için yararlıdır.Adet Öncesi Gerginlik Sendromuna (PMS) Ne İyi Gelir?Hafif ve orta dereceli vakalarda yaşam şeklini ve alışkanlıkları düzenlemek yetebilir.Adet Öncesi Gerginlik Sendromu (PMS) ile İlgili Sık Sorulan SorularPremenstrüel sendromun (PMS) en sık görülme yaş aralığı nedir?PMS (premenstrüel sendrom) belirtileri menarştan yani adetin başlangıcından sonra herhangi bir yaşta başlar. Ortalama görülme yaşı 26 civarında olmaktadır. PMS belirtileri yaşla beraber giderek artar ve menopoza yaklaştıkça azalır.PMS için ne zaman bir doktora gidilmelidir?Premenstrüel sendromunun yaşam tarzı değişiklikleri ile yönetilemediği ve PMS semptomlarının sağlığı ve günlük aktiviteleri etkilemesi durumunda konusunda uzman bir doktora başvurulmalıdır.PMS daha çok kimlerde görülür?PMS en sık düzenli adet görülen dönem olan üreme çağındaki kadınlarda izlenmektedir. Çok ender olarak menopozal dönemde de karşılaşılabilir.PMS döneminde hamile kalınır mı?PMS ile hamile kalmak arasında ilişki bulunmamaktadır. Düzenli adet gören her kadının döngüsü 4 haftadan oluşur. Döngünün başlangıcı adet kanamasının ilk günü olarak alınır. Yani, döngünün 10 ile 18. günleri yumurtlamanın en sık görüldüğü ve gebe kalmaya en uygun günlerdir. PMS ise yaklaşık olarak 4. haftaya denk gelmektedir. Bu durumda olasılığı kısmen düşük olsa da korunmasız ilişki varlığında gebe kalınabilir. Adet kanaması dahil döngünün her aşamasında gebe kalınması ihtimal dahilindedir.
6,332
149
Hastalıklar
Adenit
Lenf bezlerinin iltihabı olarak da bilinen adenit, genellikle boğaz, koltuk altı ve kasıklarda görülüyor. Çoğunlukla bakteri ve virüs nedenli enfeksiyonlardan kaynaklanan adenit, nadir de olsa kanser nedeniyle de ortaya çıkabiliyor. Antibiyotik tedavisi uygulanan adenit hastalığında eğer lenf bezleri küçülmüyorsa altta yatan sebebi belirlemek için gerekli tetkikler ve doku tanısının yapılması istenebiliyor. Adenitin başlıca sebebi olan enfeksiyonlardan kaçınmak için ise kişisel hijyene çok dikkat etmek gerekiyor. Memorial Ankara Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü’nden Doç. Dr. Ramazan Yıldız, adenit ile ilgili bilgi verdi.Lenf bezlerinin iltihabı olarak da bilinen adenit, genellikle boğaz, koltuk altı ve kasıklarda görülüyor. Çoğunlukla bakteri ve virüs nedenli enfeksiyonlardan kaynaklanan adenit, nadir de olsa kanser nedeniyle de ortaya çıkabiliyor. Antibiyotik tedavisi uygulanan adenit hastalığında eğer lenf bezleri küçülmüyorsa altta yatan sebebi belirlemek için gerekli tetkikler ve doku tanısının yapılması istenebiliyor. Adenitin başlıca sebebi olan enfeksiyonlardan kaçınmak için ise kişisel hijyene çok dikkat etmek gerekiyor. Memorial Ankara Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü’nden Doç. Dr. Ramazan Yıldız, adenit ile ilgili bilgi verdi. Adenit nedir?Lenf düğümü ya da lenf bezlerinin iltihabi şişmesi ile ortaya çıkan hastalığa adenit denilmektedir. Lenf adenit ya da adenolenfit olarak da adlandırılan adenit, lenf düğümü iltihabıdır. Bu hastalıkta lenf düğümü şişer, ısınır ve hassaslaşır. En sık boyun, koltuk altı ve kasıktaki lenf nodlarında görülür. Genellikle enfeksiyona bir bakteri, virüs ya da bir alerji neden olabilir.Adenit çeşitleri nelerdir?Adenit, genellikle lokalize lenf adenit veya yaygın lenf adenit olarak iki tipte sınıflandırılır. Lokalize lenf adenit, enfeksiyonun başladığı bölgeye yakın bir ya da birkaç lenf düğümündeki büyümedir. Mesela omuz bölgesinde, kol bölgesinde oluşan iltihap nedeniyle koltuk altı lenf düğümünde büyüme görülmesi lokalize lenf adenite örnektir. Yaygın lenf adenit ise iki ya da daha fazla lenf nodu gurubunda ortaya çıkar. Yaygın adenit, kan dolaşımında veya tüm vücudu etkileyen bir hastalıkta görülmektedir.Lenfadenopatiler (lenf büyümesi) kronik ve akut olarak da sınıflandırılır. Akut lenfadenotapati aniden ortaya çıkar ve bir süre sonra yok olurken, çoğunlukla enfeksiyona bağlı oluşur. Kronik lenfadenopatiler ise uzun süre devam ederler ve sebep olarak enfeksiyon dışı nedenlere bakılır.Adenit nedenleri nelerdir?Lenf bezi şişmesi (adenit) genellikle bakteri veya virüs enfeksiyonlarından kaynaklanır. Bunlar boğaz enfeksiyonu, kızamık, kulak enfeksiyonları, diş eti ve diş hastalıkları (apse), mononükleoz cilt veya yara enfeksiyonları, HIV (AIDS’e sebep olan virüs), yaygın olmayan sebepler arasında ise tüberküloz, frengi gibi cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve toksoplazma gibi hastalıklar sayılabilir. Adenit, nadiren de olsa kanser nedeniyle gelişebilir. Lenf bezlerindeki şişme vücudun hastalıklarla savaştığının bir göstergesidir ve hastalık iyileştiğinde lenf nodları da eski boyutlarına dönerler. Bazen de kullanılan ilaçlar ya da maruz kalınan alerjenler de lenf nodunda büyümeye sebep olabilir.Adenit belirtileri nelerdir?Adenit belirtileri arasında dokunulduğunda hassasiyet, kızarıklık ve ısı artışı, ateş, titreme, yorgunluk, kırgınlık, burun akıntısı, boğaz- baş ağrısı bulunmaktadır. Bununla birlikte gece terlemeleri, nefes darlığı, iştah ve kilo kaybı bazen de özellikle kemiklerde ağrı, karın ağrısı, kalıcı öksürük inatçı kaşıntı ve cilt döküntüsü şeklinde de belirtiler görülebilir. Ayrıca boyun, koltuk altı ve kasıklarda şişen lenf bezleri de belirtiler arasında yer almaktadır.Adenit tanısı nasıl konulur?Adenit tanısı konulurken ncelikle hastanın öyküsünün doğru alınması ve doktor tarafından yapılan fizik muayene büyük önem taşır. Fizik muayene sırasında doktor şişmiş lenf bezlerini saptayabilir. Bu durumda uzman doktor enfeksiyon olup olmadığını anlamak için kan testleri isteyebilir. Ayrıca ultrason, röntgen ve tomografi gibi tarama testleri de tanı için istenebilir. Nadiren de yapılan tetkiklere bağlı olarak tümörleri yani kanseri dışlamak için lenf dokusundan biyopsi istenebilir. Bu iğne biyopsisi ya da lenf nodunun tamamının çıkarılması şeklinde olabilir.Adenit tedavisi nasıl uygulanır?Lenf adenitin tedavisinde lenf bezlerinin aşırı büyümediği ve hassasiyetin olmadığı vakalarda herhangi bir antibiyotik kullanımına ihtiyaç duyulmaz, durum takip edilir. Ancak büyümeye devam ederse ve enfeksiyon şüphesi var ise antibiyotik tedavisi uygulanır. Lenf bezinin büyümeye devam ettiği ve enfeksiyonun da olmadığı durumlarda ampirik (tedbir amaçlı) antibiyotik tedavisi başlanarak küçülme olup olmadığı takip edilir.Enfeksiyon dışında farklı sebepler düşünülüyor ise tedavi başlanmadan önce mutlaka sebebini bulmak için tetkikler ve gerekirse doku tanısı yapılmalıdır.ADENİT İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULARLenf düğümü nedir? Ne işe yarar?Lenf düğümü de denilen lenf bezleri vücudumuzu mikroplardan, tümör hücrelerinden ve bunların yayılmalarından korumak üzere görevlendirilmiş yapılardır. Vücudumuzda genellikle 5 mm-1 cm arasında değişebilen özellikle boyunda, kulak önünde, kulak arkasında çene kemiği altında, koltuk altında, kasık bölgesinde ve iç organlarda yerleşimli 600 kadar lenf bezi mevcuttur. Lenf düğümleri vücudun hemen her yerinde bulunurlar. Beyaz kan hücreleri görevi görür ve bağışıklık sisteminin aksaksız yürümesinde çok önemli vazifeleri bulunur. Lenf düğümleri vücudumuzdaki bakteri ve toksinleri emmeye yardımcı olan bağışıklık sisteminin organlarıdır.Mezenterik adenit nedir?Mezenterik lenf adenit bağırsaklarımızı saran dokudaki lenf bezlerinin iltihabıdır. Bakteri, virüs veya parazitlerden kaynaklanan enfeksiyonlardan köken alabilir. Hastalarda dehidrasyon ve elektrolit mineral kaybına sebep olabilir. Nadiren bağırsaklarda da sepsise (apse) neden olabilir. Önlemek için çok basit önlemler yeterlidir.  Elleri yıkamaya özen göstermek, hapşırdıktan sonra, yemek öncesi- sonrasında ve tuvalet sonrasında elleri yıkamak, yemek yaparken etleri iyi pişirmek basit önlemler arasında yer almaktadır. Bu önlemlerin amacı mikrobun vücuda girmesini engellemektir.Adenit risk faktörleri nelerdir?Adenit risk faktörleri aşağıdaki şekilde sıralanabilir: Kişisel hijyene dikkat etmemek Gıdaların düzgün yıkanmaması ve yeteri kadar pişirilmemesi Enfeksiyonlardan korunmak için mikroplarla teması engelleyen tedbirleri almamak Enfeksiyonların tedavi edilmemesi Bağışıklığın zayıf olması Diyabet gibi kronik hastalıklara sahip olmakTedavi edilmeyen adenit ne gibi komplikasyonlara sebep olur?Vücudun savunma mekanizmaları olduğu için çoğunlukla bir tedaviye gereksinim duyulmadan lenf nodları da enfeksiyonun gerilemesi ile küçülür. Ancak enfeksiyonun artması vücutta sepsise sebep olup, bu durum organ yetmezliğine kadar ilerleyebilir. Aynı zamanda lenf nodunun büyümesinin, şeklinin değişmesinin ve duvar kalınlığının artmasının lenf noduna bağlı kötü huylu hastalıkların da bulgusu olabileceği düşünülerek, hekime müracaat edilmesi ve tanının doğrulanması gerekir.Adenit önlenebilir mi? Adenit nasıl önlenir?Adenit hastalığını önleme enfeksiyon yapabilecek kaynaklardan uzak durmaktan geçmektedir. Bununla birlikte herhangi bir enfeksiyon belirtisinde ilgili uzman hekime başvurmak gerekmektedir. Enfeksiyonlardan dolayısı ile adenitten korunmak için kişisel hijyene dikkat edilmeli eller sık sık sabun ve su ile yakınmalı, gıdalar  çiğ ve az pişmiş yenilmemeli, enfeksiyonlara yönelik gerekli aşılar yaptırılmalı, tüketilen suyun temizliğinden emin olunmalıdır.Adenit tehlikeli midir?Adenit tehlikeli olarak yorumlanmaz. Çünkü birçok hastalık lenf nodlarını büyütebilir. Çoğu da enfeksiyona bağlı olarak gelişir. Çok nadiren kansere sebebiyle oluşur. Genellikle bir santimin altındaysa nonspesifik olarak kabul edilir. Takip edilmesi yeterlidir.Adenitin kanserle ilişkisi var mıdır? Adenit kansere dönüşür mü?Adenit kansere dönüşmez. Ancak lenf nodunun kendi kanserleri bulunmaktadır. Aynı zamanda bazı kanserler lenf noduna yayılarak ilerleyebilir. Burada hekimin muayenesi ve yapılacak olan radyolojik görüntüleme çok kıymetlidir.Lenf bezi şişmesi ne kadar sürede geçer?Enfeksiyona bağlı lenf nodu büyümeleri genellikle 3-4 hafta içerisinde geriler. Ancak bazı durumlarda kronik vasıf alıp uzun süre devam edebilir veya kalıcı olabilir.Adenit daha çok kimlerde görülür?Adenit her yaşta görülebilir. Çocuklarda görülen adenit daha çok enfeksiyonu düşündürürken, erişkin yaşlarda görülmesi lenf noduna bağlı kötü hastalıkları da akla getirmelidir. Özellikle erken çocukluk döneminde 3-5 yaş arasında küçük boyutlarda boyunda, koltuk altında ve kasık bölgesinde çok sık rastlanır. Çoğunlukla da üst solunum yolu enfeksiyonu, soğuk algınlığı ve ishal gibi hastalıklarda oluşur. Genellikle masumdur ancak yaş büyüdükçe oluşan bezlerin kanser ve kötü huylu olma ihtimali de artmaktadır. Özellikle de lenf bezinin büyüklüğü önemlidir. Büyüklük yerleşim yerine göre değişse de 2-3 santim büyüklüğüne ulaşmış lenf nodları mutlaka araştırılmalıdır. Adenit tedavisinde dikkat edilecek noktalar nelerdir?-Hekim tarafından muayene edilip yapılan tetkikler sonucunda enfeksiyona bağlı olduğu düşünülen adenitte antibiyotik tedavisi ve bitiminde de hastanın kontrolü aksatılmamalıdır.-Enfeksiyon bulgusu saptanmayan ancak kötü de düşünülmeyen lenf nodlarında gerekirse bir süre antibiyotik tedavisi sonrasında kontrol yapılması önerilebilir. Ancak lenf nodunun radyolojik görüntülerde görüntülenmesinde en ufak bir şüphe var ise doku tanısı muhakkak yapılmalı ve hekime gidilmesi aksatılmamalıdır.-Çocuklarda diş çürükleri ve üst solunum yolu enfeksiyonu baş boyun bölgesinde çok fazla lenf nodu büyümesine sebep olabilir. Bu sebeple çocuklara ağız ve diş sağlığı eğitimi verilmesi faydalı olur. Ama basit bir enfeksiyon gibi düşünülüp altta yatan ağır hastalıkları da atlamamak gerekir.-Bütün enfeksiyonlarda olduğu gibi lenf nodu enfeksiyonunda da kişisel hijyene çok önem verilmelidir.Adenit için hangi doktora gidilmelidir?Adenit için pediatrik yaş grubunda çocuk hekimine, enfeksiyonun yeri ve lokalizasyonuna göre kulak burun boğaz, genel cerrahi ve enfeksiyon hekimlerine başvurulabilir. Adenit nedir?Lenf düğümü ya da lenf bezlerinin iltihabi şişmesi ile ortaya çıkan hastalığa adenit denilmektedir. Lenf adenit ya da adenolenfit olarak da adlandırılan adenit, lenf düğümü iltihabıdır. Bu hastalıkta lenf düğümü şişer, ısınır ve hassaslaşır. En sık boyun, koltuk altı ve kasıktaki lenf nodlarında görülür. Genellikle enfeksiyona bir bakteri, virüs ya da bir alerji neden olabilir.Adenit çeşitleri nelerdir?Adenit, genellikle lokalize lenf adenit veya yaygın lenf adenit olarak iki tipte sınıflandırılır. Lokalize lenf adenit, enfeksiyonun başladığı bölgeye yakın bir ya da birkaç lenf düğümündeki büyümedir. Mesela omuz bölgesinde, kol bölgesinde oluşan iltihap nedeniyle koltuk altı lenf düğümünde büyüme görülmesi lokalize lenf adenite örnektir. Yaygın lenf adenit ise iki ya da daha fazla lenf nodu gurubunda ortaya çıkar. Yaygın adenit, kan dolaşımında veya tüm vücudu etkileyen bir hastalıkta görülmektedir.Lenfadenopatiler (lenf büyümesi) kronik ve akut olarak da sınıflandırılır. Akut lenfadenotapati aniden ortaya çıkar ve bir süre sonra yok olurken, çoğunlukla enfeksiyona bağlı oluşur. Kronik lenfadenopatiler ise uzun süre devam ederler ve sebep olarak enfeksiyon dışı nedenlere bakılır.Adenit nedenleri nelerdir?Lenf bezi şişmesi (adenit) genellikle bakteri veya virüs enfeksiyonlarından kaynaklanır. Bunlar boğaz enfeksiyonu, kızamık, kulak enfeksiyonları, diş eti ve diş hastalıkları (apse), mononükleoz cilt veya yara enfeksiyonları, HIV (AIDS’e sebep olan virüs), yaygın olmayan sebepler arasında ise tüberküloz, frengi gibi cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve toksoplazma gibi hastalıklar sayılabilir. Adenit, nadiren de olsa kanser nedeniyle gelişebilir. Lenf bezlerindeki şişme vücudun hastalıklarla savaştığının bir göstergesidir ve hastalık iyileştiğinde lenf nodları da eski boyutlarına dönerler. Bazen de kullanılan ilaçlar ya da maruz kalınan alerjenler de lenf nodunda büyümeye sebep olabilir.Adenit belirtileri nelerdir?Adenit belirtileri arasında dokunulduğunda hassasiyet, kızarıklık ve ısı artışı, ateş, titreme, yorgunluk, kırgınlık, burun akıntısı, boğaz- baş ağrısı bulunmaktadır. Bununla birlikte gece terlemeleri, nefes darlığı, iştah ve kilo kaybı bazen de özellikle kemiklerde ağrı, karın ağrısı, kalıcı öksürük inatçı kaşıntı ve cilt döküntüsü şeklinde de belirtiler görülebilir. Ayrıca boyun, koltuk altı ve kasıklarda şişen lenf bezleri de belirtiler arasında yer almaktadır.Adenit tanısı nasıl konulur?Adenit tanısı konulurken ncelikle hastanın öyküsünün doğru alınması ve doktor tarafından yapılan fizik muayene büyük önem taşır. Fizik muayene sırasında doktor şişmiş lenf bezlerini saptayabilir. Bu durumda uzman doktor enfeksiyon olup olmadığını anlamak için kan testleri isteyebilir. Ayrıca ultrason, röntgen ve tomografi gibi tarama testleri de tanı için istenebilir. Nadiren de yapılan tetkiklere bağlı olarak tümörleri yani kanseri dışlamak için lenf dokusundan biyopsi istenebilir. Bu iğne biyopsisi ya da lenf nodunun tamamının çıkarılması şeklinde olabilir.Adenit tedavisi nasıl uygulanır?Lenf adenitin tedavisinde lenf bezlerinin aşırı büyümediği ve hassasiyetin olmadığı vakalarda herhangi bir antibiyotik kullanımına ihtiyaç duyulmaz, durum takip edilir. Ancak büyümeye devam ederse ve enfeksiyon şüphesi var ise antibiyotik tedavisi uygulanır. Lenf bezinin büyümeye devam ettiği ve enfeksiyonun da olmadığı durumlarda ampirik (tedbir amaçlı) antibiyotik tedavisi başlanarak küçülme olup olmadığı takip edilir.Enfeksiyon dışında farklı sebepler düşünülüyor ise tedavi başlanmadan önce mutlaka sebebini bulmak için tetkikler ve gerekirse doku tanısı yapılmalıdır.ADENİT İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULARLenf düğümü nedir? Ne işe yarar?Lenf düğümü de denilen lenf bezleri vücudumuzu mikroplardan, tümör hücrelerinden ve bunların yayılmalarından korumak üzere görevlendirilmiş yapılardır. Vücudumuzda genellikle 5 mm-1 cm arasında değişebilen özellikle boyunda, kulak önünde, kulak arkasında çene kemiği altında, koltuk altında, kasık bölgesinde ve iç organlarda yerleşimli 600 kadar lenf bezi mevcuttur. Lenf düğümleri vücudun hemen her yerinde bulunurlar. Beyaz kan hücreleri görevi görür ve bağışıklık sisteminin aksaksız yürümesinde çok önemli vazifeleri bulunur. Lenf düğümleri vücudumuzdaki bakteri ve toksinleri emmeye yardımcı olan bağışıklık sisteminin organlarıdır.Mezenterik adenit nedir?Mezenterik lenf adenit bağırsaklarımızı saran dokudaki lenf bezlerinin iltihabıdır. Bakteri, virüs veya parazitlerden kaynaklanan enfeksiyonlardan köken alabilir. Hastalarda dehidrasyon ve elektrolit mineral kaybına sebep olabilir. Nadiren bağırsaklarda da sepsise (apse) neden olabilir. Önlemek için çok basit önlemler yeterlidir.  Elleri yıkamaya özen göstermek, hapşırdıktan sonra, yemek öncesi- sonrasında ve tuvalet sonrasında elleri yıkamak, yemek yaparken etleri iyi pişirmek basit önlemler arasında yer almaktadır. Bu önlemlerin amacı mikrobun vücuda girmesini engellemektir.Adenit risk faktörleri nelerdir?Adenit risk faktörleri aşağıdaki şekilde sıralanabilir:Tedavi edilmeyen adenit ne gibi komplikasyonlara sebep olur?Vücudun savunma mekanizmaları olduğu için çoğunlukla bir tedaviye gereksinim duyulmadan lenf nodları da enfeksiyonun gerilemesi ile küçülür. Ancak enfeksiyonun artması vücutta sepsise sebep olup, bu durum organ yetmezliğine kadar ilerleyebilir. Aynı zamanda lenf nodunun büyümesinin, şeklinin değişmesinin ve duvar kalınlığının artmasının lenf noduna bağlı kötü huylu hastalıkların da bulgusu olabileceği düşünülerek, hekime müracaat edilmesi ve tanının doğrulanması gerekir.Adenit önlenebilir mi? Adenit nasıl önlenir?Adenit hastalığını önleme enfeksiyon yapabilecek kaynaklardan uzak durmaktan geçmektedir. Bununla birlikte herhangi bir enfeksiyon belirtisinde ilgili uzman hekime başvurmak gerekmektedir. Enfeksiyonlardan dolayısı ile adenitten korunmak için kişisel hijyene dikkat edilmeli eller sık sık sabun ve su ile yakınmalı, gıdalar  çiğ ve az pişmiş yenilmemeli, enfeksiyonlara yönelik gerekli aşılar yaptırılmalı, tüketilen suyun temizliğinden emin olunmalıdır.Adenit tehlikeli midir?Adenit tehlikeli olarak yorumlanmaz. Çünkü birçok hastalık lenf nodlarını büyütebilir. Çoğu da enfeksiyona bağlı olarak gelişir. Çok nadiren kansere sebebiyle oluşur. Genellikle bir santimin altındaysa nonspesifik olarak kabul edilir. Takip edilmesi yeterlidir.Adenitin kanserle ilişkisi var mıdır? Adenit kansere dönüşür mü?Adenit kansere dönüşmez. Ancak lenf nodunun kendi kanserleri bulunmaktadır. Aynı zamanda bazı kanserler lenf noduna yayılarak ilerleyebilir. Burada hekimin muayenesi ve yapılacak olan radyolojik görüntüleme çok kıymetlidir.Lenf bezi şişmesi ne kadar sürede geçer?Enfeksiyona bağlı lenf nodu büyümeleri genellikle 3-4 hafta içerisinde geriler. Ancak bazı durumlarda kronik vasıf alıp uzun süre devam edebilir veya kalıcı olabilir.Adenit daha çok kimlerde görülür?Adenit her yaşta görülebilir. Çocuklarda görülen adenit daha çok enfeksiyonu düşündürürken, erişkin yaşlarda görülmesi lenf noduna bağlı kötü hastalıkları da akla getirmelidir. Özellikle erken çocukluk döneminde 3-5 yaş arasında küçük boyutlarda boyunda, koltuk altında ve kasık bölgesinde çok sık rastlanır. Çoğunlukla da üst solunum yolu enfeksiyonu, soğuk algınlığı ve ishal gibi hastalıklarda oluşur. Genellikle masumdur ancak yaş büyüdükçe oluşan bezlerin kanser ve kötü huylu olma ihtimali de artmaktadır. Özellikle de lenf bezinin büyüklüğü önemlidir. Büyüklük yerleşim yerine göre değişse de 2-3 santim büyüklüğüne ulaşmış lenf nodları mutlaka araştırılmalıdır. Adenit tedavisinde dikkat edilecek noktalar nelerdir?-Hekim tarafından muayene edilip yapılan tetkikler sonucunda enfeksiyona bağlı olduğu düşünülen adenitte antibiyotik tedavisi ve bitiminde de hastanın kontrolü aksatılmamalıdır.-Enfeksiyon bulgusu saptanmayan ancak kötü de düşünülmeyen lenf nodlarında gerekirse bir süre antibiyotik tedavisi sonrasında kontrol yapılması önerilebilir. Ancak lenf nodunun radyolojik görüntülerde görüntülenmesinde en ufak bir şüphe var ise doku tanısı muhakkak yapılmalı ve hekime gidilmesi aksatılmamalıdır.-Çocuklarda diş çürükleri ve üst solunum yolu enfeksiyonu baş boyun bölgesinde çok fazla lenf nodu büyümesine sebep olabilir. Bu sebeple çocuklara ağız ve diş sağlığı eğitimi verilmesi faydalı olur. Ama basit bir enfeksiyon gibi düşünülüp altta yatan ağır hastalıkları da atlamamak gerekir.-Bütün enfeksiyonlarda olduğu gibi lenf nodu enfeksiyonunda da kişisel hijyene çok önem verilmelidir.Adenit için hangi doktora gidilmelidir?
7,279
150
Hastalıklar
Ağız Kanseri
Oral kative ya da ağız boşluğu kanseri olarak da bilinen ağız kanseri, dudak, dil, sert damak, ağız tabanı, retromolar bölge (20 yaş diş bölgesi) ve bukkal mukozası (yanak) bölgelerinde ortaya çıkan kanser türüdür. Bu kanserlerin her birinin davranışı çok farklı olmakla birlikte, hepsi agresif kanser türleridir.Oral kative ya da ağız boşluğu kanseri olarak da bilinen ağız kanseri, dudak, dil, sert damak, ağız tabanı, retromolar bölge (20 yaş diş bölgesi) ve bukkal mukozası (yanak) bölgelerinde ortaya çıkan kanser türüdür. Bu kanserlerin her birinin davranışı çok farklı olmakla birlikte, hepsi agresif kanser türleridir. Ağız Kanseri Nedir?Ağız kanseri, ağzın veya dudakların herhangi bir yerinde anormal hücrelerin büyümesi sonucu oluşan kanser türüdür. Ağız kanserlerinin mümkün olduğu kadar erken aşamada yakalanması tedavi başarı oranı için son derece önemli olurken, bu bölge tümörlerinin tedavisinde cerrahi ön planda olmaktadır. Cerrahi mümkün olduğu kadar geniş, güvenli, cerrahi sınır bırakılarak yapılmalı ve mutlaka operasyon sırasında çıkartılan cerrahi alan patoloji (frozen) ile desteklenmelidir. Bazı vakalarda cerrahiye ek olarak kemoterapi uygulanabilir. Ağız içerisindeki bir kanserin tedavisinde mutlaka boyun diseksiyonu yapılması (sert damak hariç) gerekir.Ağız Kanseri Türleri Nelerdir?Ağız kanseri, kanserin (karsinom) büyümeye başladığı hücre tipine göre kategorize edilir. Skuamöz hücreli karsinom, 10 vakadan 9'unu oluşturan en yaygın ağız kanseri türüdür.Daha az yaygın olan ağız kanseri türleri şunları içerir: Tükürük bezlerinin içinde gelişen kanserler olan adenokarsinom Kemik, kıkırdak, kas veya diğer dokulardaki anormalliklerden büyüyen sarkom Cilt pigmenti veya rengi (melanositler) üreten hücrelerde kanserin başladığı oral malign melanom. Bunlar, genellikle kanayan çok koyu, benekli şişlikler olarak görünür. Genellikle lenf bezlerinde bulunan hücrelerden gelişen lenfoma. (Ağızda da büyüyebilirler.)Öte yandan ağız kanseri, ‘baş ve boyun kanserleri’ çatısı altında yer alan bir kanser türüdür. Diğer baş ve boyun kanseri türleri arasında şunlar yer alır: Gırtlak kanseri Nazofarenks kanseri (Boğazın üst kısmını oluşturan burnun arkasındaki alan (yutak) Orofarenks kanseri Hipofarenks kanseri Tiroid bezi kanseri Burun ve sinüs tümörleri Yemek borusu kanseri Ağız Kanserinin Risk Faktörleri Nelerdir?Uzun süreli ve yoğun tütün ve tütün ürünleri kullanıcılarında ağız kanseri riski artış gösterir. Nitekim ağız kanseri olan kişilerin yaklaşık yüzde 75’inin tütün kullandığı saptanmıştır. Tütün kullanım miktarı ve süresi arttıkça ağız kanseri riski de artar. Aşırı alkol tüketimi, güneşe çok fazla maruz kalmak, 40 yaşın üzerinde olmak, obez olmak da ağız kanseri riskini artırmaktadır. Baş ve boyun kanserleri öyküsü olan kişilerin, özellikle sigara içmeye ve alkol almaya devam ettikleri takdirde ağız kanserine yakalanma riskleri yükselir. Bunlarla birlikte HPV enfeksiyonu, ultraviyole ışınlar, kötü beslenme, bağışıklık sisteminin zayıflaması, graft-versus-host hastalığı veya fanconi anemisi gibi belirli sağlık sorunlarına sahip olmak ve kötü ağız hijyeni de ağız kanseri riskini artıran faktörlerdendir.Ağız kanseri olan kişilerin gırtlak, yemek borusu veya akciğer kanserine yakalanma olasılığı daha yüksektir.Ağız Kanseri Neden Olur?Ağız kanserine sebeb olan durumlar HPV virüsü, tütün ve alkol kullanımı, kötü beslenme, güneş ışınına yoğun maruziyet, ağız hijyenine dikkat edilmemesi, bağışıklık sistemi sorunları, yaş ve ailede ağız kanseri öyküsü bulunmasıdır.Ağız Kanseri Belirtileri Nelerdir?Ağız kanseri belirtilerinden herhangi birinin 2 haftadan fazla sürmesi durumunda vakit kaybedilmeden bir doktora başvurmak önemlidir. Ağız kanserinin belirtileri şu şekilde sıralanabilir: İyileşmeyen ağız/dudak yarası Ağız içinde yumru veya şişlik Ağız içinde beyaz veya kırmızı yamalar Ağzın içinde rengi solan ve bu şekilde kalan bir alan Yanaklarda yumru veya kalınlaşma Uzun süredir iyileşmeyen boğaz ağrısı Ses kısılması Kötü ağız kokusu Çiğneme veya yutma sorunu Çeneyi ve dili hareket ettirememe sorunu Dilde veya ağzın bir bölümünde uyuşma Dişlerin etrafında ve çenede hissedilen ağrı Açıklanamayan kilo kaybı Sürekli boğaza bir şey takıldığını hissetmekAğız Kanseri Nasıl Teşhis Edilir?Ağız kanserinde teşhis süreci fiziksel muayene ile başlar. Semptomlar olsun veya olmasın, diş hekimi rutin bir kontrol sırasında ağızda anormal bir doku değişikliğini fark eder, herhangi bir yumru veya kitle hissedebilir. Lezyonun direkt muayenesi veya küçük bir biyopsi teşhisi koydurabilir. Teşhis konulduktan sonra doktor kanserin ağız boşluğunun ötesine yayılıp yayılmadığını, kanserin boyutunu çeşitli testlerle belirleyecektir. Yapılacak olan testler şunları içerebilir: Baş ve boynun MRI taraması Lenf düğümlerinde kanseri aramak için göğüs BT taraması Vücudun diğer bölgelerinde kanser aramak için Pozitron Emisyon Tomografisi (PET) taraması Doktor, ucunda küçük bir kamera bulunan bir tüpü boğazdan aşağı kaydırarak gırtlak, yemek borusu ve akciğerlere de bakabilir.Ağız Kanseri TedavisiAğız kanseri tedavi uygulamaları, hastanın genel sağlık durumu, kanserin başladığı yere ve evresine bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Ağız kanseri için en yaygın tedavi olan cerrahi prosedür, tümörün ve çevresindeki bazı sağlıklı dokunun çıkarılmasını içerir. Kanser hücrelerinin lenf düğümlerine yayıldığı durumlarda cerrah, kanserin vücudun diğer bölgelerine yayılmasını önlemek için bunları çıkaracaktır. Ağız kanseri tedavisinde en heyecan verici yeni gelişmelerden biri robotik cerrahi kullanımının yaygınlaşmasıdır.Radyoterapi, bazı küçük tümörler için birincil tedavidir. Radyoterapide kanser hücrelerini öldürmek için yüksek enerjili x-ışınları kullanır. Bazı durumlarda ameliyat olan hastalara, cerrahi sonrasında vücutta mikroskop düzeyinde kalmış olabilecek kanser hücrelerini temizlemesi amacıyla radyoterapi uygulanır. Radyoterapi, kanseri tedavi edemediği durumlarda dahi kanama ve yutma güçlüğü gibi semptomları hafifletebilir.Doktorlar, ihtiyaç görmeleri halinde cerrahi prosedürden önce tümörleri küçültmek amacıyla kemoterapi uygulayabilirler. Tümörün ameliyat edilemeyecek kadar büyük olduğu durumlarda, kemoterapi ve radyoterapi kanserin sebep olduğu semptomları hafifletebilir.Kanser daha erken bir aşamada teşhis edilirse (Evre I ve II), iyileşme şansı çok daha yüksektir. Zira bu evrelerdeki tümörler en geniş noktada 4 santimetreden küçüktür ve lenf düğümlerine yayılmamıştır. Bu evrelerdeki kanser hastaları cerrahi prosedür ve radyoterapi ile tedavi edilebilir. Evre III ve IV tümörler daha ileri seviyedir. Bu evrelerde tümörler, daha kapsamlı cerrahi işlemlerin yanı sıra radyoterapi, kemoterapi veya her ikisiyle de tedavi edilirler. Hedefe yönelik ilaç tedavisi de tek başına veya kemoterapi-radyoterapi ile kombinasyon halinde kullanılabilir.İmmünoterapi de ise bağışıklık sisteminin kanserle savaşmasına yardımcı olan ilaçlar kullanılır. İmmünoterapi standart tedavilere yanıt vermeyen ileri düzey ağız kanseri olan kişilere uygulanabilir.Ağız Kanseri ile İlgili Sık Sorulan SorularAğız kanseri riski nasıl azaltılabilir?Ağız kanserini önlemenin kanıtlanmış bir yöntemi bulunmamakla birlikte aşağıdaki öneriler dikkate alınarak ağız kanserine yakalanma riski azaltılabilir. Tütün kullanmak bırakılmalı veya tütün kullanmaya başlanmamalı: Tütün kullanımı, ağız kanseri riskini artırmaktadır. Tütün içilmesi ve çiğnenmesi ağızdaki hücreleri kansere neden olabilecek tehlikeli kimyasallara maruz bırakır.Alkol kullananlar ölçülü olarak tüketmeli: Aşırı alkol tüketimi ağızdaki hücreleri tahriş ederek onları ağız kanserine karşı savunmasız hale getirebilir. Nitekim aşırı alkol tüketiminden kaçınılmalıdır. Aşırı güneşe maruz kalınmaktan kaçınılmalıdır: Mümkün olduğunca gölgede kalarak dudakları güneşin zararlı ışınlarından korumak için alt katman olarak güneş koruyucu krem kullanılmalıdır.  Ağız da dahil olmak üzere yüzün tümünü etkili bir şekilde gölgeleyen geniş kenarlı bir şapka kullanılmalıdır.Bunlarla birlikte çeşitli meyve ve sebzelerle çok yönlü, sağlıklı bir diyet yapmak da ağız kanseri riskini azaltabilir.Ağız kanseri için destekleyici bakım nedir? Destekleyici bakım,  ağız kanserinin fiziksel, pratik, duygusal ve ruhsal zorlukların giderilmesine yardımcı olur. Kanserle yaşayan insanların ve sevdiklerinin, özellikle tedavinin ardından ihtiyaçlarını karşılamaya ve yaşam kalitesini iyileştirmeye yardımcı olacak birçok program ve hizmet mevcuttur.Ağız kanserinden kurtulma ve tedavi sonrası hayata alışma, tümörün konumuna, kanserin evresine, ameliyat sırasında alınan organ, dokulara, tedavi şekline ve daha birçok faktöre bağlı olarak her birey için farklı bir süreçtir. Tedavi sona ermiş olsa dahi, uzun vadeli yan etkilerle başa çıkmak gibi sorunlar mevcut olabilir. Ağız kanseri tedavisi gören bir kişi aşağıdaki endişelere sahip olabilir.Benlik saygısı ve beden imajıBir kişinin kendisi hakkında nasıl hissettiği özgüven olarak tanımlanır. Beden imajı, bir kişinin kendi bedenini nasıl gördüğüdür. Ağız kanseri ve tedavileri, bir kişinin özgüvenini ve beden imajını etkileyebilir. Bu durumun nedeni genellikle aşağıdaki faktörlerdir: Yara izleri Cilt değişiklikleri Yüz şeklindeki değişiklikler Protez kullanmak zorunda olmak Konuşma veya yemek yeme zorluğu Kilo kaybıBu değişikliklerden bazıları geçici olabilirken bazıları uzun süre etkisini sürdürebilir veya kalıcı bir hal alabilir.Bazı bireyler tedavinin etkileri vücudun dışında görünmese dahi sosyalleşmekten kaçınabilirler. Zira başkalarının onları yargılayacağından çekinebilirler, üzgün ve kızgın bir duygu vurumunu yaşamaktan korkabilirler.Ağız kanseri ameliyatı sonrası görünüşünüzü etkilenenlerin kendilerine zaman tanıması gerekir. Benzer bir deneyim yaşamış biriyle konuşmak, aile desteği, arkadaşlarıyla sosyalleşmek bireye yardımcı olabilir. Yara izleri için kamuflaj makyajı veya eşarp ve şapka takmak gibi yüzdeki değişikliklere yardımcı olabilecek araçlar da mevcuttur.Ağız kuruluğu Ağız kanseri tedavisi sırasında ve sonrasında birçok kişi ağız kuruluğu yaşayacaktır. Radyoterapi veya tükürük bezlerine zarar veren cerrahi prosedür ağız kuruluğuna neden olabilir. Radyoterapiyle birlikte verilen kemoterapi de genellikle ağız kuruluğu şikayetini daha da şiddetlendirebilir. Yoğunluk ayarlı radyoterapi (IMRT) birçok hastada bu komplikasyonu azaltmaya yardımcı olabilir.Çiğneme ve yutma güçlüğüAğız ameliyatı, özellikle dil ve çene kemiği gibi belirli yapıların çıkarılmasını içeriyorsa bu durum çiğneme ve yutma güçlüğüne neden olabilir. Bazı durumlarda, ağızın içindeki bir yapıyı değiştirmek için rekonstrüksiyon veya diş protezi yaptırmak gerekebilir. Yutkunmayı iyileştirmenin yolları arasında baş duruşunuzu değiştirmek ve çene ve dil için hareket açıklığı egzersizleri yapmak yer alır. Glossektomi kaşığı adı verilen bir beslenme cihazı, dilinin sadece bir kısmına sahip bir kişinin ağzının arkasına yumuşak yiyecekler koymasına izin verir. Bu durum da yutmaya yardımcı olur.Konuşma sorunlarıDilin, çene kemiklerinin veya damağın büyük kısımlarını çıkarıldığı ameliyat, konuşma problemlerine neden olabilir. Yeniden yapılandırma bu komplikasyonları azaltmaya yardımcı olur, ancak normal işlevi geri yüklemek genellikle zordur. Ağız protezleri, ameliyat sırasında kaybedilen dokuyu telafi edebilir ve konuşmayı geliştirmeye yardımcı olabilir.Bir konuşma terapisti konuşma problemlerini değerlendirebilir ve bunları yönetmeye yardımcı olabilir.Tat değişiklikleriBaş, boyun veya ağza uygulanan radyoterapi tükürük bezlerine ve dildeki tat alma tomurcuklarına zarar verebilir, bu durum da bazı yiyeceklerin tat alma şeklini etkileyebilir. Kemoterapi ilaçları da ağızdaki tat hücrelerini etkileyebilir. Dilin bir kısmını veya tamamını çıkarmak için yapılan ameliyat, tat alma duyusunun azalmasına veya kaybolmasına neden olabilir.Diş problemleriRadyoterapi diş problemlerine neden olabilir. Tükürük, dişlerin ve diş etlerinin temizlenmesine yardımcı olur, bu nedenle daha az tükürük salgılandığında çürük ve diş eti hastalığı gelişme riski daha yüksektir. Radyoterapi ayrıca diş minesini de etkileyebilir. Bu durumda diş çürümesi riski de artmış olur.Tedavi başlamadan önce diş hekimine kontrole gidilebilir. Zira sorunları önlemek için iyi bir ağız bakımı çok önemlidir. Dişlerde çürük oluşumunu engellemek için florür tedavileri uygulanabilir. Tedaviden sonra düzenli olarak diş hekimine kontrole gidilmelidir.Beslenme sorunlarıÇiğneme ve yutma güçlüğü ve iştahsızlık, yetersiz beslenme ve kilo kaybına neden olabilir. İştahı artırmaya ve insanların daha fazla yemesine ve iyi beslenmeye devam etmesine yardımcı olmak için adımlar atılabilir. Besin takviyeleri önerilebilir. Kayıtlı bir diyetisyen, insanların beslenme ve iştahsızlıklarını yönetmesine genellikle yardımcı olabilir.Azalmış tiroid fonksiyonu (hipotiroidizm)Ağız kanseri de dahil olmak üzere baş ve boyun kanserleri için radyoterapi uygulanan kişilerin yüzde 30 ila yüzde 40'ında hipotiroidizm geliştirecektir. Hipotiroidinin bazı semptomları aşırı yorgunluk, kuru cilt ve saç, saç dökülmesi, kilo alımı ve soğuğa karşı dayanıksızlığı içerir.Ağız kanseri tedavisinden sonra hipotiroidizm sorunu olanların günlük ilaç alması gerekebilir. Ağız Kanseri Nedir?Ağız kanseri, ağzın veya dudakların herhangi bir yerinde anormal hücrelerin büyümesi sonucu oluşan kanser türüdür. Ağız kanserlerinin mümkün olduğu kadar erken aşamada yakalanması tedavi başarı oranı için son derece önemli olurken, bu bölge tümörlerinin tedavisinde cerrahi ön planda olmaktadır. Cerrahi mümkün olduğu kadar geniş, güvenli, cerrahi sınır bırakılarak yapılmalı ve mutlaka operasyon sırasında çıkartılan cerrahi alan patoloji (frozen) ile desteklenmelidir. Bazı vakalarda cerrahiye ek olarak kemoterapi uygulanabilir. Ağız içerisindeki bir kanserin tedavisinde mutlaka boyun diseksiyonu yapılması (sert damak hariç) gerekir.Ağız Kanseri Türleri Nelerdir?Ağız kanseri, kanserin (karsinom) büyümeye başladığı hücre tipine göre kategorize edilir. Skuamöz hücreli karsinom, 10 vakadan 9'unu oluşturan en yaygın ağız kanseri türüdür.Daha az yaygın olan ağız kanseri türleri şunları içerir:Öte yandan ağız kanseri, ‘baş ve boyun kanserleri’ çatısı altında yer alan bir kanser türüdür. Diğer baş ve boyun kanseri türleri arasında şunlar yer alır:Ağız Kanserinin Risk Faktörleri Nelerdir?Uzun süreli ve yoğun tütün ve tütün ürünleri kullanıcılarında ağız kanseri riski artış gösterir. Nitekim ağız kanseri olan kişilerin yaklaşık yüzde 75’inin tütün kullandığı saptanmıştır. Tütün kullanım miktarı ve süresi arttıkça ağız kanseri riski de artar. Aşırı alkol tüketimi, güneşe çok fazla maruz kalmak, 40 yaşın üzerinde olmak, obez olmak da ağız kanseri riskini artırmaktadır. Baş ve boyun kanserleri öyküsü olan kişilerin, özellikle sigara içmeye ve alkol almaya devam ettikleri takdirde ağız kanserine yakalanma riskleri yükselir. Bunlarla birlikte HPV enfeksiyonu, ultraviyole ışınlar, kötü beslenme, bağışıklık sisteminin zayıflaması, graft-versus-host hastalığı veya fanconi anemisi gibi belirli sağlık sorunlarına sahip olmak ve kötü ağız hijyeni de ağız kanseri riskini artıran faktörlerdendir.Ağız kanseri olan kişilerin gırtlak, yemek borusu veya akciğer kanserine yakalanma olasılığı daha yüksektir.Ağız Kanseri Neden Olur?Ağız kanserine sebeb olan durumlar HPV virüsü, tütün ve alkol kullanımı, kötü beslenme, güneş ışınına yoğun maruziyet, ağız hijyenine dikkat edilmemesi, bağışıklık sistemi sorunları, yaş ve ailede ağız kanseri öyküsü bulunmasıdır.Ağız Kanseri Belirtileri Nelerdir?Ağız kanseri belirtilerinden herhangi birinin 2 haftadan fazla sürmesi durumunda vakit kaybedilmeden bir doktora başvurmak önemlidir. Ağız kanserinin belirtileri şu şekilde sıralanabilir:Ağız Kanseri Nasıl Teşhis Edilir?Ağız kanserinde teşhis süreci fiziksel muayene ile başlar. Semptomlar olsun veya olmasın, diş hekimi rutin bir kontrol sırasında ağızda anormal bir doku değişikliğini fark eder, herhangi bir yumru veya kitle hissedebilir. Lezyonun direkt muayenesi veya küçük bir biyopsi teşhisi koydurabilir. Teşhis konulduktan sonra doktor kanserin ağız boşluğunun ötesine yayılıp yayılmadığını, kanserin boyutunu çeşitli testlerle belirleyecektir. Yapılacak olan testler şunları içerebilir:Ağız Kanseri TedavisiAğız kanseri tedavi uygulamaları, hastanın genel sağlık durumu, kanserin başladığı yere ve evresine bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Ağız kanseri için en yaygın tedavi olan cerrahi prosedür, tümörün ve çevresindeki bazı sağlıklı dokunun çıkarılmasını içerir. Kanser hücrelerinin lenf düğümlerine yayıldığı durumlarda cerrah, kanserin vücudun diğer bölgelerine yayılmasını önlemek için bunları çıkaracaktır. Ağız kanseri tedavisinde en heyecan verici yeni gelişmelerden biri robotik cerrahi kullanımının yaygınlaşmasıdır.Radyoterapi, bazı küçük tümörler için birincil tedavidir. Radyoterapide kanser hücrelerini öldürmek için yüksek enerjili x-ışınları kullanır. Bazı durumlarda ameliyat olan hastalara, cerrahi sonrasında vücutta mikroskop düzeyinde kalmış olabilecek kanser hücrelerini temizlemesi amacıyla radyoterapi uygulanır. Radyoterapi, kanseri tedavi edemediği durumlarda dahi kanama ve yutma güçlüğü gibi semptomları hafifletebilir.Doktorlar, ihtiyaç görmeleri halinde cerrahi prosedürden önce tümörleri küçültmek amacıyla kemoterapi uygulayabilirler. Tümörün ameliyat edilemeyecek kadar büyük olduğu durumlarda, kemoterapi ve radyoterapi kanserin sebep olduğu semptomları hafifletebilir.Kanser daha erken bir aşamada teşhis edilirse (Evre I ve II), iyileşme şansı çok daha yüksektir. Zira bu evrelerdeki tümörler en geniş noktada 4 santimetreden küçüktür ve lenf düğümlerine yayılmamıştır. Bu evrelerdeki kanser hastaları cerrahi prosedür ve radyoterapi ile tedavi edilebilir. Evre III ve IV tümörler daha ileri seviyedir. Bu evrelerde tümörler, daha kapsamlı cerrahi işlemlerin yanı sıra radyoterapi, kemoterapi veya her ikisiyle de tedavi edilirler. Hedefe yönelik ilaç tedavisi de tek başına veya kemoterapi-radyoterapi ile kombinasyon halinde kullanılabilir.İmmünoterapi de ise bağışıklık sisteminin kanserle savaşmasına yardımcı olan ilaçlar kullanılır. İmmünoterapi standart tedavilere yanıt vermeyen ileri düzey ağız kanseri olan kişilere uygulanabilir.Ağız Kanseri ile İlgili Sık Sorulan SorularAğız kanseri riski nasıl azaltılabilir?Ağız kanserini önlemenin kanıtlanmış bir yöntemi bulunmamakla birlikte aşağıdaki öneriler dikkate alınarak ağız kanserine yakalanma riski azaltılabilir. Tütün kullanmak bırakılmalı veya tütün kullanmaya başlanmamalı: Tütün kullanımı, ağız kanseri riskini artırmaktadır. Tütün içilmesi ve çiğnenmesi ağızdaki hücreleri kansere neden olabilecek tehlikeli kimyasallara maruz bırakır.Alkol kullananlar ölçülü olarak tüketmeli: Aşırı alkol tüketimi ağızdaki hücreleri tahriş ederek onları ağız kanserine karşı savunmasız hale getirebilir. Nitekim aşırı alkol tüketiminden kaçınılmalıdır. Aşırı güneşe maruz kalınmaktan kaçınılmalıdır: Mümkün olduğunca gölgede kalarak dudakları güneşin zararlı ışınlarından korumak için alt katman olarak güneş koruyucu krem kullanılmalıdır.  Ağız da dahil olmak üzere yüzün tümünü etkili bir şekilde gölgeleyen geniş kenarlı bir şapka kullanılmalıdır.Bunlarla birlikte çeşitli meyve ve sebzelerle çok yönlü, sağlıklı bir diyet yapmak da ağız kanseri riskini azaltabilir.Ağız kanseri için destekleyici bakım nedir? Destekleyici bakım,  ağız kanserinin fiziksel, pratik, duygusal ve ruhsal zorlukların giderilmesine yardımcı olur. Kanserle yaşayan insanların ve sevdiklerinin, özellikle tedavinin ardından ihtiyaçlarını karşılamaya ve yaşam kalitesini iyileştirmeye yardımcı olacak birçok program ve hizmet mevcuttur.Ağız kanserinden kurtulma ve tedavi sonrası hayata alışma, tümörün konumuna, kanserin evresine, ameliyat sırasında alınan organ, dokulara, tedavi şekline ve daha birçok faktöre bağlı olarak her birey için farklı bir süreçtir. Tedavi sona ermiş olsa dahi, uzun vadeli yan etkilerle başa çıkmak gibi sorunlar mevcut olabilir. Ağız kanseri tedavisi gören bir kişi aşağıdaki endişelere sahip olabilir.Benlik saygısı ve beden imajıBir kişinin kendisi hakkında nasıl hissettiği özgüven olarak tanımlanır. Beden imajı, bir kişinin kendi bedenini nasıl gördüğüdür. Ağız kanseri ve tedavileri, bir kişinin özgüvenini ve beden imajını etkileyebilir. Bu durumun nedeni genellikle aşağıdaki faktörlerdir:Bu değişikliklerden bazıları geçici olabilirken bazıları uzun süre etkisini sürdürebilir veya kalıcı bir hal alabilir.Bazı bireyler tedavinin etkileri vücudun dışında görünmese dahi sosyalleşmekten kaçınabilirler. Zira başkalarının onları yargılayacağından çekinebilirler, üzgün ve kızgın bir duygu vurumunu yaşamaktan korkabilirler.Ağız kanseri ameliyatı sonrası görünüşünüzü etkilenenlerin kendilerine zaman tanıması gerekir. Benzer bir deneyim yaşamış biriyle konuşmak, aile desteği, arkadaşlarıyla sosyalleşmek bireye yardımcı olabilir. Yara izleri için kamuflaj makyajı veya eşarp ve şapka takmak gibi yüzdeki değişikliklere yardımcı olabilecek araçlar da mevcuttur.Ağız kuruluğu Ağız kanseri tedavisi sırasında ve sonrasında birçok kişi ağız kuruluğu yaşayacaktır. Radyoterapi veya tükürük bezlerine zarar veren cerrahi prosedür ağız kuruluğuna neden olabilir. Radyoterapiyle birlikte verilen kemoterapi de genellikle ağız kuruluğu şikayetini daha da şiddetlendirebilir. Yoğunluk ayarlı radyoterapi (IMRT) birçok hastada bu komplikasyonu azaltmaya yardımcı olabilir.Çiğneme ve yutma güçlüğüAğız ameliyatı, özellikle dil ve çene kemiği gibi belirli yapıların çıkarılmasını içeriyorsa bu durum çiğneme ve yutma güçlüğüne neden olabilir. Bazı durumlarda, ağızın içindeki bir yapıyı değiştirmek için rekonstrüksiyon veya diş protezi yaptırmak gerekebilir. Yutkunmayı iyileştirmenin yolları arasında baş duruşunuzu değiştirmek ve çene ve dil için hareket açıklığı egzersizleri yapmak yer alır. Glossektomi kaşığı adı verilen bir beslenme cihazı, dilinin sadece bir kısmına sahip bir kişinin ağzının arkasına yumuşak yiyecekler koymasına izin verir. Bu durum da yutmaya yardımcı olur.Konuşma sorunlarıDilin, çene kemiklerinin veya damağın büyük kısımlarını çıkarıldığı ameliyat, konuşma problemlerine neden olabilir. Yeniden yapılandırma bu komplikasyonları azaltmaya yardımcı olur, ancak normal işlevi geri yüklemek genellikle zordur. Ağız protezleri, ameliyat sırasında kaybedilen dokuyu telafi edebilir ve konuşmayı geliştirmeye yardımcı olabilir.Bir konuşma terapisti konuşma problemlerini değerlendirebilir ve bunları yönetmeye yardımcı olabilir.Tat değişiklikleriBaş, boyun veya ağza uygulanan radyoterapi tükürük bezlerine ve dildeki tat alma tomurcuklarına zarar verebilir, bu durum da bazı yiyeceklerin tat alma şeklini etkileyebilir. Kemoterapi ilaçları da ağızdaki tat hücrelerini etkileyebilir. Dilin bir kısmını veya tamamını çıkarmak için yapılan ameliyat, tat alma duyusunun azalmasına veya kaybolmasına neden olabilir.Diş problemleriRadyoterapi diş problemlerine neden olabilir. Tükürük, dişlerin ve diş etlerinin temizlenmesine yardımcı olur, bu nedenle daha az tükürük salgılandığında çürük ve diş eti hastalığı gelişme riski daha yüksektir. Radyoterapi ayrıca diş minesini de etkileyebilir. Bu durumda diş çürümesi riski de artmış olur.Tedavi başlamadan önce diş hekimine kontrole gidilebilir. Zira sorunları önlemek için iyi bir ağız bakımı çok önemlidir. Dişlerde çürük oluşumunu engellemek için florür tedavileri uygulanabilir. Tedaviden sonra düzenli olarak diş hekimine kontrole gidilmelidir.Beslenme sorunlarıÇiğneme ve yutma güçlüğü ve iştahsızlık, yetersiz beslenme ve kilo kaybına neden olabilir. İştahı artırmaya ve insanların daha fazla yemesine ve iyi beslenmeye devam etmesine yardımcı olmak için adımlar atılabilir. Besin takviyeleri önerilebilir. Kayıtlı bir diyetisyen, insanların beslenme ve iştahsızlıklarını yönetmesine genellikle yardımcı olabilir.Azalmış tiroid fonksiyonu (hipotiroidizm)Ağız kanseri de dahil olmak üzere baş ve boyun kanserleri için radyoterapi uygulanan kişilerin yüzde 30 ila yüzde 40'ında hipotiroidizm geliştirecektir. Hipotiroidinin bazı semptomları aşırı yorgunluk, kuru cilt ve saç, saç dökülmesi, kilo alımı ve soğuğa karşı dayanıksızlığı içerir.Ağız kanseri tedavisinden sonra hipotiroidizm sorunu olanların günlük ilaç alması gerekebilir.
9,240
151
Hastalıklar
Akciğer embolisi
Emboli, kan pıhtısı, yağ kürecikleri, yağ kürecikleri, doku enfeksiyonu veya kanser hücrelerinin atardamarda tıkanıklık oluşturmasıdır. Akciğer emboliside, genellikle bir kan pıhtısı nedeniyle bir veya daha fazla akciğer damarını tıkaması ve akciğerin bir kısmına kan akışının engellenmesidir. Akciğer embolisi hayati tehlikesi oldukça yüksek olan hastalıklar arasında yer almaktadır. Emboli, kan pıhtısı, yağ kürecikleri, yağ kürecikleri, doku enfeksiyonu veya kanser hücrelerinin atardamarda tıkanıklık oluşturmasıdır. Akciğer emboliside, genellikle bir kan pıhtısı nedeniyle bir veya daha fazla akciğer damarını tıkaması ve akciğerin bir kısmına kan akışının engellenmesidir. Akciğer embolisi hayati tehlikesi oldukça yüksek olan hastalıklar arasında yer almaktadır.  Emboli Nedir?Emboli, çoğunlukla pıhtılaşmış kan hücreleri başta olmak üzere, parçacık, sıvı veya gaz halindeki bir maddenin kan dolaşımında hareketi esnasında kan damarını tıkaması ve kan akışını engellemesi ile ile ortaya çıkan klinik tablodur.Akciğer Embolisi Nedir?Akciğer embolisi;  kalbin sağ kanadından çıkan ve akciğere giden pulmoner arterler denilen damarların kan pıhtısı, hava ya da yağ ile tıkanması sonucu meydana gelen ani ve akut rahatsızlıktır. Hayati risk taşıyan hastalıkların başında gelmektedir. Sıklıkla damarların bir kan pıhtısıyla tıkanması sonucu oluşmaktadır. Daha az olarak hava ya da yağ embolisi sonucu da görülebilmektedir.Akciğer Embolisi Nasıl Oluşur?Akciğer embolisinin oluşmasında 3 ana sebep vardır. Damarların iç yüzünü saran endotel denilen bölümünde bir hasar meydana gelmesi Damarlarda staz denilen kan akışında bir durgunluk olması, Pıhtılaşma eğiliminin artmasıdır. Buna hiperkoagülabilite denmektedir.Vücudun alt ekstremite denilen bacak ve ayak bölümlerinde ve daha sık olarak da karın bölgesinde bulunan toplardamarlarda bu 3 sebep sonucu, bir şekilde oluşan pıhtı kalbin sağ ventrikül denilen bölümüne gelir, buradan da pulmoner arterlerle akciğere ulaşarak emboliye neden olur.  Akciğerlere ulaşan pıhtı, boyutuna bağlı olarak sağda ya da solda birden fazla büyük ya da küçük damarları tıkayarak akciğerin o bölümündeki dolaşımı bozmaktadır. Akciğerde tıkanan damarlar ne kadar büyük olursa sonuçları o kadar şiddetli olmaktadır.Akciğer Embolisi Neden Olur?Akciğer embolisinin oluşmasında damar iç yüzünün bozulması, staz ve  kanın pıhtılaşma eğiliminin artması bulunmaktadır.Kalp damar hastalıkları pıhtı oluşma riskini artırmaktadır. Sürekli olarak ayakta kalarak çalışan meslek gruplarında varisler oluşmaktadır. Varisler de pıhtı riskini artırmaktadır.Kanda pıhtılaşma oranını artıran bir takım ilaçlar bulunmaktadır.  Doğum kontrol ilaçları kandaki pıhtılaşma oranını yükseltebilmektedir.Uzun süreler boyunca hareket etmeyen, ya da edemeyen yatağa bağımlı kişilerde veya uzun süreler boyunca yolculuk yapan kişilerde, örneğin 4 saati aşan yolculuklarda hareketsiz kalmak pıhtı oluşmasına ve emboliye sebep olabilmektedir.Bazı ameliyatlardan sonra emboli riski oluşmaktadır. Örneğin karın bölgesi ameliyatları, bacakları ilgilendiren ameliyatlar ya da genel anestezi uygulanan ve uzun süre devam ameliyatlar sonucunda, ameliyat sonrası günlerde de emboli atağı oluşabilmektedir.Yağ aldırma ameliyatları sonucunda yağ embolileri oluşabilmektedir.Derin dalış yapan dalgıçlarda ise yüzeye hızlı çıkış yaptıklarında yağ ve ya hava embolileri gelişebilmektedir. Bu duruma vurgun yemek de denmektedir.Kanser hastalarında özellikle akciğer kanserinde kan pıhtılaşma oranı yüksek olmaktadır ve akciğer embolisi görülme riski de yüksektir. Kemoterapi tedavisi gören kanser hastalrında pıhtı oluşma riski bulunmaktadır.Genetik yatkınlıklar da kandaki pıhtılaşmayı artırabilmektedir.  Protein C, Faktör (V)  Leiden hastalığı, antitrombin III  gibi kanın pıhtılaşmasına sebep olan genetik faktörler de akciğer ambolisinin nedenleri arasına yer alabilmektedir.  Bu genetik yatkınlığa sahip kişiler kaç yaşında olursa olsun pıhtı gelişebilmektedir.Sigara kullanımı ve aşırı kilo da yine akciğer embolisi sebepleri arasında yer almaktadır.Akciğer Embolisi Belirtileri Nelerdir?Akciğer damarı aniden tıkandığı zaman oradaki kan alışverişi ve oksijen alımı bozulmaktadır. Bu durum sonucunda hastada ani meydana gelen bir nefes darlığı, kalp çarpıntısı, öksürük ve bazen de kanlı balgam görülebilmektedir.Bazen de akciğerin büyük ana damarlarından biri tıkanabilmektedir. Bu durumda göğüste çok şiddetli bir baskı ve bayılma da söz konusu olabilmektedir.Göğüs duvarına yakın bir damarda pıhtı olduğunda batıcı bir ağrı oluşabilmektedir. Hasta derin bir nefes aldığında bıçak batıyormuş hissi uyandıran ciddi ağrılar yaşayabilmektedir. Bu gibi durumlarda mutlaka akciğer embolisi akla gelmelidir.Her iki pulmoner arterin tıkanması ise ani kalp durmalarına ve ölümlere neden olabilmektedir. Bu nedenle pulmoner arter embolileri kalp krizi ile karışabilmektedir.Akciğer Embolisi Nasıl Teşhis Edilir?Tanı koyarken en önemli noktalardan biri hasta hikayesin i iyi almak ve emboli ihtimalini düşünmektir. Emboli bulgularından olan nefes darlığı, öksürük, kanlı balgam ve yan ağrısı gibi diğer birçok göğüs hastalığında da ortaya çıkabilmektedir. Hastalığın hikayesi, ani ortaya çıkışı ve bulunan risk faktörleri pulmoner emboliyi işaret ediyorsa; yapılması gereken ilk şey basit bir kan muayenesidir.Akciğer embolisinde D-dimer, ALT, AST parametreleri yükselmektedir. Ama kesin tanı için yeterli değildir. Akciğer embolisinin kesin tanısı kontrast madde yani ilaç verilerek emboli protokolünde çekilen akciğer tomografisi ile konmaktadır. Bu filmin sonucunda akciğerde hangi damarda bir pıhtı var belirlenmektedir. Pıhtının hangi damarlardan geldiğini bulmak içinse bacaklara doppler ultrason yapılmaktadır. Akciğer embolisinin kesin teşhisi konduktan sonra hastalığın durumuna göre bir tedavi planlanmaktadır.Akciğer Embolisi TedavisiAkciğer embolisinin hafif, orta ve ağır formları bulunmaktadır. Akciğer embolisinde tedavi, kan pıhtısının ilaçla çözülmesi, bir kateter ile parçalanması veya cerrahi olarak çıkarılmasından oluşmaktadır.Hafif bir akciğer embolisi durumunda, tedavi olarak antikoagülanlar adı verilen kan sulandırıcı ilaçlar genellikle yeterlidir. Komplikasyon riski düşükse, hastalar bazen ayaktan (evde) tedavi edilebilir.Ağır formda akciğerin her iki ana arteri tıkanmıştır. Hastada ani bir şok tablosu oluşmuştur. Dolaşım bozukluğu ve oksijen yetersizliği de olan hastalar yoğun bakım şartlarında tedavi edilmektedirler. Akut ve şok tablosu ile gelen hastalarda fibrinolitik denilen damarları tıkayan pıhtıların eritilmesi sağlayan ilaç tedavileri uygulanmaktadır. Ağır durumlarda embolektomi denilen cerrahiler de uygulanabilmektedir. Bu ameliyatı kalp ve damar cerrahları pıhtıları temizlemek için nadiren yapmaktadır. Hangi tedavinin uygulanacağına hastanın risk faktörleri değerlendirilerek hekimler karar vermektedir.Heparin tedavisi de akciğer embolisinde kullanılan tedaviler arasında yer almaktadır. Heparin tedavisi kandaki pıhtılaşmayı ve yeni pıhtıların oluşması engellemektedir fakat damarı tıkayan pıhtıyı eritmez. Kullanılan ilaçların kan sulandırma dereceleri farklı olmaktadır. Bunların takibi ise yine laboratuvar tetkikleri ile sağlanmaktadır.Uygulanan kan sulandırıcı ilaçlar yeni pıhtıların oluşmasını engellemek için yapılmaktadır.Var olan pıhtıyı eriten ise vücudun kendi fibrinolitik mekanizmasıdır. Vücut ilk 24 saat içinde faaliyete geçerek var olan pıhtıyı eritme sürecini başlatmaktadır.Akciğer Embolisi ile İlgili Sık Sorulan Sorular Akciğer embolisi tedavisi ne kadar sürer?Akciğer embolisinin tedavisi en az 6 ay boyunca devam etmektedir. Hastalığın şiddeti ve yoğunluğuna göre bu tedavinin bir bölümü hastanede de olabilmektedir.  Kişinin genetik olarak yatkınlığının olduğu durumlar mevcut ise (Protein C, Faktör (V) Leiden hastalığı, antitrombin III gibi) hasta hayatı boyunca kan sulandırıcı ilaçlar kullanmak durumda kalabilir.Akciğer embolisi iyileşir mi?Akciğer embolisi büyük bir tıkanıklıkla ağır formda meydana gelmemişse iyileşme oranı çok yüksektir. Akciğer embolisi sonrasında tedavi düzgün bir şekilde uygulanmalı ve düzenli kontroller mutlaka yaptırılmalıdır.Akciğer embolisi tekrar eder mi?Akciğer embolisine sebep olan faktörler ortadan kaldırılmazsa ve tedavi düzgün bir şekilde yapılmazsa pıhtı tekrar oluşabilir. Tekrar pıhtı oluşmasını engellemek adına kan sulandırıcı ilaçlar en az 6 ay süreyle kullanılmaktadır. Tedavinin düzgün bir şekilde uygulanması ve düzenli doktor kontrolleri hastalığın tekrar etme riskini de azaltmaktadır.Akciğer embolisi geçirenler nelere dikkat etmeli?  Akciğer embolisi hayati tehlikesi yüksek olan ve tekrarlama olasılığı olan bir hastalıktır. Akciğer embolisi geçirenlerin dikkat etmesi gerekenler şunlardır: Tedavi için verilen kan sulandırıcı ilaçlar düzenli olarak kullanılmalıdır. Fazla kilolar pıhtı riskini artırdığı için kilo olması gereken fazla olmamalıdır. Kalp ve pıhtılaşma sistemi hastalıkları için erken aşamada tedavi olunmalıdır. Damar sağlığı akciğer embolisinden korunmada önem taşımaktadır. Düzenli egzersiz yapmak ve sağlıklı beslenmek damar sağlığını korumaktadır. Uzun süre hareketsiz kalarak çalışan ya da seyahat eden kişiler mutlaka yeterince su içmeli, her saat başı oturduğu yerden ayağa kalkıp yürümeli ve bacaklarını hareket ettirmelidir.     Emboli Nedir?Emboli, çoğunlukla pıhtılaşmış kan hücreleri başta olmak üzere, parçacık, sıvı veya gaz halindeki bir maddenin kan dolaşımında hareketi esnasında kan damarını tıkaması ve kan akışını engellemesi ile ile ortaya çıkan klinik tablodur.Akciğer Embolisi Nedir?Akciğer embolisi;  kalbin sağ kanadından çıkan ve akciğere giden pulmoner arterler denilen damarların kan pıhtısı, hava ya da yağ ile tıkanması sonucu meydana gelen ani ve akut rahatsızlıktır. Hayati risk taşıyan hastalıkların başında gelmektedir. Sıklıkla damarların bir kan pıhtısıyla tıkanması sonucu oluşmaktadır. Daha az olarak hava ya da yağ embolisi sonucu da görülebilmektedir.Akciğer Embolisi Nasıl Oluşur?Akciğer embolisinin oluşmasında 3 ana sebep vardır.Vücudun alt ekstremite denilen bacak ve ayak bölümlerinde ve daha sık olarak da karın bölgesinde bulunan toplardamarlarda bu 3 sebep sonucu, bir şekilde oluşan pıhtı kalbin sağ ventrikül denilen bölümüne gelir, buradan da pulmoner arterlerle akciğere ulaşarak emboliye neden olur.  Akciğerlere ulaşan pıhtı, boyutuna bağlı olarak sağda ya da solda birden fazla büyük ya da küçük damarları tıkayarak akciğerin o bölümündeki dolaşımı bozmaktadır. Akciğerde tıkanan damarlar ne kadar büyük olursa sonuçları o kadar şiddetli olmaktadır.Akciğer Embolisi Neden Olur?Akciğer embolisinin oluşmasında damar iç yüzünün bozulması, staz ve  kanın pıhtılaşma eğiliminin artması bulunmaktadır.Kalp damar hastalıkları pıhtı oluşma riskini artırmaktadır. Sürekli olarak ayakta kalarak çalışan meslek gruplarında varisler oluşmaktadır. Varisler de pıhtı riskini artırmaktadır.Kanda pıhtılaşma oranını artıran bir takım ilaçlar bulunmaktadır.  Doğum kontrol ilaçları kandaki pıhtılaşma oranını yükseltebilmektedir.Uzun süreler boyunca hareket etmeyen, ya da edemeyen yatağa bağımlı kişilerde veya uzun süreler boyunca yolculuk yapan kişilerde, örneğin 4 saati aşan yolculuklarda hareketsiz kalmak pıhtı oluşmasına ve emboliye sebep olabilmektedir.Bazı ameliyatlardan sonra emboli riski oluşmaktadır. Örneğin karın bölgesi ameliyatları, bacakları ilgilendiren ameliyatlar ya da genel anestezi uygulanan ve uzun süre devam ameliyatlar sonucunda, ameliyat sonrası günlerde de emboli atağı oluşabilmektedir.Yağ aldırma ameliyatları sonucunda yağ embolileri oluşabilmektedir.Derin dalış yapan dalgıçlarda ise yüzeye hızlı çıkış yaptıklarında yağ ve ya hava embolileri gelişebilmektedir. Bu duruma vurgun yemek de denmektedir.Kanser hastalarında özellikle akciğer kanserinde kan pıhtılaşma oranı yüksek olmaktadır ve akciğer embolisi görülme riski de yüksektir. Kemoterapi tedavisi gören kanser hastalrında pıhtı oluşma riski bulunmaktadır.Genetik yatkınlıklar da kandaki pıhtılaşmayı artırabilmektedir.  Protein C, Faktör (V)  Leiden hastalığı, antitrombin III  gibi kanın pıhtılaşmasına sebep olan genetik faktörler de akciğer ambolisinin nedenleri arasına yer alabilmektedir.  Bu genetik yatkınlığa sahip kişiler kaç yaşında olursa olsun pıhtı gelişebilmektedir.Sigara kullanımı ve aşırı kilo da yine akciğer embolisi sebepleri arasında yer almaktadır.Akciğer Embolisi Belirtileri Nelerdir?Akciğer damarı aniden tıkandığı zaman oradaki kan alışverişi ve oksijen alımı bozulmaktadır. Bu durum sonucunda hastada ani meydana gelen bir nefes darlığı, kalp çarpıntısı, öksürük ve bazen de kanlı balgam görülebilmektedir.Bazen de akciğerin büyük ana damarlarından biri tıkanabilmektedir. Bu durumda göğüste çok şiddetli bir baskı ve bayılma da söz konusu olabilmektedir.Göğüs duvarına yakın bir damarda pıhtı olduğunda batıcı bir ağrı oluşabilmektedir. Hasta derin bir nefes aldığında bıçak batıyormuş hissi uyandıran ciddi ağrılar yaşayabilmektedir. Bu gibi durumlarda mutlaka akciğer embolisi akla gelmelidir.Her iki pulmoner arterin tıkanması ise ani kalp durmalarına ve ölümlere neden olabilmektedir. Bu nedenle pulmoner arter embolileri kalp krizi ile karışabilmektedir.Akciğer Embolisi Nasıl Teşhis Edilir?Tanı koyarken en önemli noktalardan biri hasta hikayesin i iyi almak ve emboli ihtimalini düşünmektir. Emboli bulgularından olan nefes darlığı, öksürük, kanlı balgam ve yan ağrısı gibi diğer birçok göğüs hastalığında da ortaya çıkabilmektedir. Hastalığın hikayesi, ani ortaya çıkışı ve bulunan risk faktörleri pulmoner emboliyi işaret ediyorsa; yapılması gereken ilk şey basit bir kan muayenesidir.Akciğer embolisinde D-dimer, ALT, AST parametreleri yükselmektedir. Ama kesin tanı için yeterli değildir. Akciğer embolisinin kesin tanısı kontrast madde yani ilaç verilerek emboli protokolünde çekilen akciğer tomografisi ile konmaktadır. Bu filmin sonucunda akciğerde hangi damarda bir pıhtı var belirlenmektedir. Pıhtının hangi damarlardan geldiğini bulmak içinse bacaklara doppler ultrason yapılmaktadır. Akciğer embolisinin kesin teşhisi konduktan sonra hastalığın durumuna göre bir tedavi planlanmaktadır.Akciğer Embolisi TedavisiAkciğer embolisinin hafif, orta ve ağır formları bulunmaktadır. Akciğer embolisinde tedavi, kan pıhtısının ilaçla çözülmesi, bir kateter ile parçalanması veya cerrahi olarak çıkarılmasından oluşmaktadır.Hafif bir akciğer embolisi durumunda, tedavi olarak antikoagülanlar adı verilen kan sulandırıcı ilaçlar genellikle yeterlidir. Komplikasyon riski düşükse, hastalar bazen ayaktan (evde) tedavi edilebilir.Ağır formda akciğerin her iki ana arteri tıkanmıştır. Hastada ani bir şok tablosu oluşmuştur. Dolaşım bozukluğu ve oksijen yetersizliği de olan hastalar yoğun bakım şartlarında tedavi edilmektedirler. Akut ve şok tablosu ile gelen hastalarda fibrinolitik denilen damarları tıkayan pıhtıların eritilmesi sağlayan ilaç tedavileri uygulanmaktadır. Ağır durumlarda embolektomi denilen cerrahiler de uygulanabilmektedir. Bu ameliyatı kalp ve damar cerrahları pıhtıları temizlemek için nadiren yapmaktadır. Hangi tedavinin uygulanacağına hastanın risk faktörleri değerlendirilerek hekimler karar vermektedir.Heparin tedavisi de akciğer embolisinde kullanılan tedaviler arasında yer almaktadır. Heparin tedavisi kandaki pıhtılaşmayı ve yeni pıhtıların oluşması engellemektedir fakat damarı tıkayan pıhtıyı eritmez. Kullanılan ilaçların kan sulandırma dereceleri farklı olmaktadır. Bunların takibi ise yine laboratuvar tetkikleri ile sağlanmaktadır.Uygulanan kan sulandırıcı ilaçlar yeni pıhtıların oluşmasını engellemek için yapılmaktadır.Var olan pıhtıyı eriten ise vücudun kendi fibrinolitik mekanizmasıdır. Vücut ilk 24 saat içinde faaliyete geçerek var olan pıhtıyı eritme sürecini başlatmaktadır.Akciğer Embolisi ile İlgili Sık Sorulan Sorular Akciğer embolisi tedavisi ne kadar sürer?Akciğer embolisinin tedavisi en az 6 ay boyunca devam etmektedir. Hastalığın şiddeti ve yoğunluğuna göre bu tedavinin bir bölümü hastanede de olabilmektedir.  Kişinin genetik olarak yatkınlığının olduğu durumlar mevcut ise (Protein C, Faktör (V) Leiden hastalığı, antitrombin III gibi) hasta hayatı boyunca kan sulandırıcı ilaçlar kullanmak durumda kalabilir.Akciğer embolisi iyileşir mi?Akciğer embolisi büyük bir tıkanıklıkla ağır formda meydana gelmemişse iyileşme oranı çok yüksektir. Akciğer embolisi sonrasında tedavi düzgün bir şekilde uygulanmalı ve düzenli kontroller mutlaka yaptırılmalıdır.Akciğer embolisi tekrar eder mi?Akciğer embolisine sebep olan faktörler ortadan kaldırılmazsa ve tedavi düzgün bir şekilde yapılmazsa pıhtı tekrar oluşabilir. Tekrar pıhtı oluşmasını engellemek adına kan sulandırıcı ilaçlar en az 6 ay süreyle kullanılmaktadır. Tedavinin düzgün bir şekilde uygulanması ve düzenli doktor kontrolleri hastalığın tekrar etme riskini de azaltmaktadır.Akciğer embolisi geçirenler nelere dikkat etmeli?  Akciğer embolisi hayati tehlikesi yüksek olan ve tekrarlama olasılığı olan bir hastalıktır. Akciğer embolisi geçirenlerin dikkat etmesi gerekenler şunlardır:
6,485
152
Hastalıklar
Akalazya (yutma güçlüğü)
Yunanca da gevşemez anlamına gelen ‘’Akalazya’’ yemek borusunun alt ucundaki kasları gevşeyememesi ile karakterize bir hastalık olarak tanımlanıyor. Akalazya hastalığı yaklaşık her 100 bin ile 200 bin kişide bir görülen nadir bir rahatsızlık olarak biliniyor. Yutulan gıdalar yemek borusunda yukarıdan aşağı doğru oluşan yemek borusu kasılmaları (peristaltik hareketler) ile ilerletilir. Akalazya görülen bireylerde yemek borusunun alt ucu gevşeyemediği için içindeki gıdaların mideye geçirilmesi oldukça zorlaşır. Bu akalazya belirtileri bireylerde şikayet olarak çıkıyor. Memorial Dicle Hastanesi Çocuk Cerrahisi Bölümü’nden Op. Dr. Taner Kamacı, akalazya ve merak edilenleri hakkında bilgi paylaştı.Yunanca da gevşemez anlamına gelen ‘’Akalazya’’ yemek borusunun alt ucundaki kasları gevşeyememesi ile karakterize bir hastalık olarak tanımlanıyor. Akalazya hastalığı yaklaşık her 100 bin ile 200 bin kişide bir görülen nadir bir rahatsızlık olarak biliniyor. Yutulan gıdalar yemek borusunda yukarıdan aşağı doğru oluşan yemek borusu kasılmaları (peristaltik hareketler) ile ilerletilir. Akalazya görülen bireylerde yemek borusunun alt ucu gevşeyemediği için içindeki gıdaların mideye geçirilmesi oldukça zorlaşır. Bu akalazya belirtileri bireylerde şikayet olarak çıkıyor. Memorial Dicle Hastanesi Çocuk Cerrahisi Bölümü’nden Op. Dr. Taner Kamacı, akalazya ve merak edilenleri hakkında bilgi paylaştı. Akalazya (yutma güçlüğü) nedir?Akalazya, yeme ve içme esnasında tüketilen gıdalarında yutulmasını zorlaştıran sindirim sistemi hastalıklarından biridir. Sağlıklı bir insanın besin tüketimi esnasında yemek borusunun kasları yiyecekleri mideye doğru sıkıştıracak şekilde kasılmaktadır. Gerçekleşen bu olay sayesinde yemek borusunun ucundaki bir kas halkası yemeği mideye geçini sağlamaktadır. Bu şekilde sağlıklı bir beslenme süreci gerçekleşmektedir. Ancak akalazya rahatsızlığı bulunan bireylerde süreç bu şekilde ilerlemediğinde besin geçişi ve sıvı geçişi zor gerçekleşmektedir. Bir nedene bağlı görülen ya da doğumsal anomali olarak yemek borusunda yer alan sinirlerin hasar görmesi akalazya hastalığına neden olabilmektedir. Yemek borusu zamanla felç olmuş gibi davranır ve genişlemektedir. Son olarak yemek borusu yiyecekleri mideye itme yeteneğini kaybeder. Yiyecekler daha sonra yemek borusunda toplanır, bazen fermente olur ve acı tadı olan ağıza geri döner. Akalazya nedenleri nelerdir?Sindirim sistemi rahatsızlıklarından biri olan akalazya, en sık 20 ila 40 yaşları arasında kendini belli etmektedir.  Farklı yaş guruplarında da ortaya çıkabilen bu rahatsızlığın %5 i çocuk yaş gurubunda görülmektedir. Akalazya hastalığının kesin nedeni bilinmemekle birlikte yemek borusunun alt ucundaki kas tabakasında ganglion (sinir) hücrelerinin azalmış olması suçlanmaktadır. Bu duruma sebep olarak da; Genetik Enfeksiyöz toksik ve otoimmün nedenler gösterilmektedir.Akalazya (yutma güçlüğü) belirtileri nelerdir?Akalazya hastalığının saptanmış olduğu bireylerde sağlık kuruluşlarına en sık başvurmalarına neden olan belirtiler şunları içerir; En önemli şikayetlerden biri yutma güçlüğüdür. Gıdaların yemek borusunda takılması, Beslendikten kısa bir süre sonra kusma, Göğüs ağrısı ve beslenme güçlüğüne bağlı olarak ortaya çıkan kilo kaybı ve gelişme geriliğidir. Öksürük ve sık akciğer enfeksiyonu geçirme görülebilen diğer bulgulardır. Yemek borusunda yabancı cisim kalması şikayeti ile de sık polikliniklere başvururlar.Yemek borusunda kalması olası olmayan bir yabancı cisim yemek borusunda kalmışsa o zaman akalazya akla gelmelidir.Akalazya (yutma güçlüğü) hastalığının tanısı nasıl konulur?Akalazya hastalığının tanısında altın standart tanı yöntemi Özofageal Manometri çalışmasıdır. Akalazya tanısı için ayrıca Özefagografi (ilaçlı yemek borusu filmi) ve endoskopiden de yararlanılmaktadır. Özefagografide yemek borusunun üst ucunun geniş olduğu, aşağıya doğru indikçe daraldığı görülmektedir. Buna ‘’kuş gagası bulgusu’’ denmektedir. Endoksopide de yemek borusunun aşağı indikçe daraldığı ve alt tarafta mantara bağlı yemek borusu iltihaplanması (fungal özefajit) görülür. Altın standart tanı yöntemi olan manometri çalışması ile de alt özefagus sfinkter basıncının yüksek olduğu ve yutkunmakla yemek borusunun alt ucunda gevşeme olmadığı veya çok az gevşeme olduğunun görülmesi ile akalazya tanısı konulmaktadır.Akalazya (yutma güçlüğü) tedavisi nasıldır?Akalazya tedavisinde zaman içinde ilaçlar, botilinum toksini(botox) uygulaması, dilatasyon ve ameliyat tedavileri uygulanmıştır. İlaç tedavilerinin yan etkilerinin çok olması, botox uygulamasının da 4 ila 6 ayda bir tekrarlanmasının gerekmesi nedeniyle günümüzde çok tercih edilen tedavi yöntemleri değildir. Akalazya tedavisinde en sık uygulanan yöntemler arasında yemek borusunun dar olan alt kısmının endoskopik olarak genişletilmesi (balon dilatasyonu) ve cerrahidir. Endoskopik dilatasyonun başarı şansı ameliyata göre daha az olmakla birlikte daha kısa sürmesi, ameliyat yarasının olmaması, erkenden kişinin normal hayatına geri dönmesi gibi avantajları nedeniyle sıklıkla ilk tercih edilen tedavi yöntemidir. Yalnızca 9- 10 yaşından küçük çocuk hastalarda sıklıkla ilk tercih ameliyat olmaktadır. Bunun yanında ameliyat kadar efektif bir tedavi olmadığından dilatasyon tedavisinin birçok kez tekrarlanması gerekebilmektedir.  Yaklaşık 100 yıl önce tanımlanmış olan ‘’Heller Özofagokardiomyotomi’’ ameliyatı farklı modifikasyonlarla günümüzde hala en etkili tedavi seçeneğidir. Bu ameliyat karından ve göğüsten, açık veya laparoskopik olarak yapılabilmektedir. Ameliyatta yemek borusunun gevşemeyen alt ucundaki kaslar aralanarak alt özefagus (yemek borusu) basıncı düşürülür. Bu şekilde yutma güçlüğü düzeltilmiş olur. Bu ameliyatlardan sonra sık olarak gastroözefageal reflü hastalığı(mide reflüsü)(GÖRH) görüldüğünden birçok cerrah akalazya ameliyatına anti-reflü ameliyatını da eklemektedir. Ameliyatın başarı şansı %85-90 ın üzerinde tespit edilmiştir. Hastalar genellikle kapalı ameliyatlardan sonra ortalama 3-4 günde ,açık ameliyatlardan sonra da 6-7 günde taburcu olmaktadır.  Akalazya (yutma güçlüğü) hakkında sıkça sorulan sorular Akalazya bitkisel tedavisi var mıdır?Şifa sağlayacağı düşünülen bazı bitkisel ürünler akalazya tedavisinde kişiler tarafından bolca tüketilmektedir. Ancak akalazya hastalığının etkili ve ispatlanmış bir bitkisel tedavisi yoktur.Akalazya (yutma güçlüğü) ilaç tedavisi var mı?Akalazya hastalığında şikayetlerin hafifletilmesi için bazı ilaç tedavileri uygulanabilmektedir. Ancak hiçbir ilaç tedavisi hastalık şikayetlerine tam olarak etki etmemektedir. Akalazya (yutma güçlüğü) hastalığında botox tedavisinin yeri nedir?Kasların kasılmasını engelleme özeliği taşıyan botox işlemi akalazya hastalığının tedavisinde uygulanabilmektedir. Ancak botox enjeksiyonunun etkisi kısa sürdüğünden kalıcı çözüm sağlamamakta ve sürekli tekrarlanma ihtiyacı doğmaktadır. Bu tekrarlamalar nedeniyle de yemek borusunun alt kısmında bazı fibrotik dokuların gelişmesine sebep olmaktadır. Bu nedenle öncelikli olarak tercih edilen bir yöntem değildir. Yutma güçlüğüne akalazyadan başka hangi hastalıklar neden olmaktadır?Yemek borusundaki ülserler, yemek borusu ve mide birleşimindeki tümörler ve reflü hastalığı da yutma güçlüğüne neden olabilmektedir.Yemek borusu hastalıkları nelerdir?Boyunda, göğüs içi yemek borusunda ve alt uç mide girişinde yemek borusu tümörleri, yemek borusunda oluşan divertiküller adı verilen kesecikler, boyunda zenker divertikülü, yemek borusu ortasında midtorasik, alt uçta epifrenik, dev herniler, midenin 1/3’ünden daha fazlasının göğüs boşluğu içinde olduğu durumlar, akalazya ve hareket bozuklukları, özofagus spazmı, yemek borusu darlıkları ve yanıkları, yemek borusu yırtıkları, trakeoözofajiyal fistül gibi çok çeşitli hastalıklar görülebilmektedir.Akalazya hastalığı (yutma güçlüğü) tedavisi sonrası beslenmede nelere dikkat edilmelidir?Akalazya hastalığında POEM tedavisi sonrası hastanın hastanede yatış süresi içerisinde sıvı ve yumuşak gıdalarla beslenmesi gerekmektedir. 2-3 gün yatış sonrası hastalar taburcu edilmektedir. Hastaneden çıktıktan sonra 2 hafta içerisinde sıvı ve yumuşak gıdalarla beslenmeye devam edilmelidir. 2 haftadan sonra normal beslenme düzenine tamamen dönülebilmektedir. Ancak hayat boyu reflüye sebep olabilecek gıdalardan kaçınılması, az az, sık sık öğünler tercih edilmesi önerilmektedir. Bunun yanında tam olarak çiğnemeden besinler yutulmamalıdır. Akalazya (yutma güçlüğü) nedir?Akalazya, yeme ve içme esnasında tüketilen gıdalarında yutulmasını zorlaştıran sindirim sistemi hastalıklarından biridir. Sağlıklı bir insanın besin tüketimi esnasında yemek borusunun kasları yiyecekleri mideye doğru sıkıştıracak şekilde kasılmaktadır. Gerçekleşen bu olay sayesinde yemek borusunun ucundaki bir kas halkası yemeği mideye geçini sağlamaktadır. Bu şekilde sağlıklı bir beslenme süreci gerçekleşmektedir. Ancak akalazya rahatsızlığı bulunan bireylerde süreç bu şekilde ilerlemediğinde besin geçişi ve sıvı geçişi zor gerçekleşmektedir. Bir nedene bağlı görülen ya da doğumsal anomali olarak yemek borusunda yer alan sinirlerin hasar görmesi akalazya hastalığına neden olabilmektedir. Yemek borusu zamanla felç olmuş gibi davranır ve genişlemektedir. Son olarak yemek borusu yiyecekleri mideye itme yeteneğini kaybeder. Yiyecekler daha sonra yemek borusunda toplanır, bazen fermente olur ve acı tadı olan ağıza geri döner. Akalazya nedenleri nelerdir?Sindirim sistemi rahatsızlıklarından biri olan akalazya, en sık 20 ila 40 yaşları arasında kendini belli etmektedir.  Farklı yaş guruplarında da ortaya çıkabilen bu rahatsızlığın %5 i çocuk yaş gurubunda görülmektedir. Akalazya hastalığının kesin nedeni bilinmemekle birlikte yemek borusunun alt ucundaki kas tabakasında ganglion (sinir) hücrelerinin azalmış olması suçlanmaktadır. Bu duruma sebep olarak da;Akalazya (yutma güçlüğü) belirtileri nelerdir?Akalazya hastalığının saptanmış olduğu bireylerde sağlık kuruluşlarına en sık başvurmalarına neden olan belirtiler şunları içerir;Yemek borusunda kalması olası olmayan bir yabancı cisim yemek borusunda kalmışsa o zaman akalazya akla gelmelidir.Akalazya (yutma güçlüğü) hastalığının tanısı nasıl konulur?Akalazya hastalığının tanısında altın standart tanı yöntemi Özofageal Manometri çalışmasıdır. Akalazya tanısı için ayrıca Özefagografi (ilaçlı yemek borusu filmi) ve endoskopiden de yararlanılmaktadır. Özefagografide yemek borusunun üst ucunun geniş olduğu, aşağıya doğru indikçe daraldığı görülmektedir. Buna ‘’kuş gagası bulgusu’’ denmektedir. Endoksopide de yemek borusunun aşağı indikçe daraldığı ve alt tarafta mantara bağlı yemek borusu iltihaplanması (fungal özefajit) görülür. Altın standart tanı yöntemi olan manometri çalışması ile de alt özefagus sfinkter basıncının yüksek olduğu ve yutkunmakla yemek borusunun alt ucunda gevşeme olmadığı veya çok az gevşeme olduğunun görülmesi ile akalazya tanısı konulmaktadır.Akalazya (yutma güçlüğü) tedavisi nasıldır?Akalazya tedavisinde zaman içinde ilaçlar, botilinum toksini(botox) uygulaması, dilatasyon ve ameliyat tedavileri uygulanmıştır. İlaç tedavilerinin yan etkilerinin çok olması, botox uygulamasının da 4 ila 6 ayda bir tekrarlanmasının gerekmesi nedeniyle günümüzde çok tercih edilen tedavi yöntemleri değildir. Akalazya tedavisinde en sık uygulanan yöntemler arasında yemek borusunun dar olan alt kısmının endoskopik olarak genişletilmesi (balon dilatasyonu) ve cerrahidir. Endoskopik dilatasyonun başarı şansı ameliyata göre daha az olmakla birlikte daha kısa sürmesi, ameliyat yarasının olmaması, erkenden kişinin normal hayatına geri dönmesi gibi avantajları nedeniyle sıklıkla ilk tercih edilen tedavi yöntemidir. Yalnızca 9- 10 yaşından küçük çocuk hastalarda sıklıkla ilk tercih ameliyat olmaktadır. Bunun yanında ameliyat kadar efektif bir tedavi olmadığından dilatasyon tedavisinin birçok kez tekrarlanması gerekebilmektedir.  Yaklaşık 100 yıl önce tanımlanmış olan ‘’Heller Özofagokardiomyotomi’’ ameliyatı farklı modifikasyonlarla günümüzde hala en etkili tedavi seçeneğidir. Bu ameliyat karından ve göğüsten, açık veya laparoskopik olarak yapılabilmektedir. Ameliyatta yemek borusunun gevşemeyen alt ucundaki kaslar aralanarak alt özefagus (yemek borusu) basıncı düşürülür. Bu şekilde yutma güçlüğü düzeltilmiş olur. Bu ameliyatlardan sonra sık olarak gastroözefageal reflü hastalığı(mide reflüsü)(GÖRH) görüldüğünden birçok cerrah akalazya ameliyatına anti-reflü ameliyatını da eklemektedir. Ameliyatın başarı şansı %85-90 ın üzerinde tespit edilmiştir. Hastalar genellikle kapalı ameliyatlardan sonra ortalama 3-4 günde ,açık ameliyatlardan sonra da 6-7 günde taburcu olmaktadır.  Akalazya (yutma güçlüğü) hakkında sıkça sorulan sorular Akalazya bitkisel tedavisi var mıdır?Şifa sağlayacağı düşünülen bazı bitkisel ürünler akalazya tedavisinde kişiler tarafından bolca tüketilmektedir. Ancak akalazya hastalığının etkili ve ispatlanmış bir bitkisel tedavisi yoktur.Akalazya (yutma güçlüğü) ilaç tedavisi var mı?Akalazya hastalığında şikayetlerin hafifletilmesi için bazı ilaç tedavileri uygulanabilmektedir. Ancak hiçbir ilaç tedavisi hastalık şikayetlerine tam olarak etki etmemektedir. Akalazya (yutma güçlüğü) hastalığında botox tedavisinin yeri nedir?Kasların kasılmasını engelleme özeliği taşıyan botox işlemi akalazya hastalığının tedavisinde uygulanabilmektedir. Ancak botox enjeksiyonunun etkisi kısa sürdüğünden kalıcı çözüm sağlamamakta ve sürekli tekrarlanma ihtiyacı doğmaktadır. Bu tekrarlamalar nedeniyle de yemek borusunun alt kısmında bazı fibrotik dokuların gelişmesine sebep olmaktadır. Bu nedenle öncelikli olarak tercih edilen bir yöntem değildir. Yutma güçlüğüne akalazyadan başka hangi hastalıklar neden olmaktadır?Yemek borusundaki ülserler, yemek borusu ve mide birleşimindeki tümörler ve reflü hastalığı da yutma güçlüğüne neden olabilmektedir.Yemek borusu hastalıkları nelerdir?Boyunda, göğüs içi yemek borusunda ve alt uç mide girişinde yemek borusu tümörleri, yemek borusunda oluşan divertiküller adı verilen kesecikler, boyunda zenker divertikülü, yemek borusu ortasında midtorasik, alt uçta epifrenik, dev herniler, midenin 1/3’ünden daha fazlasının göğüs boşluğu içinde olduğu durumlar, akalazya ve hareket bozuklukları, özofagus spazmı, yemek borusu darlıkları ve yanıkları, yemek borusu yırtıkları, trakeoözofajiyal fistül gibi çok çeşitli hastalıklar görülebilmektedir.Akalazya hastalığı (yutma güçlüğü) tedavisi sonrası beslenmede nelere dikkat edilmelidir?
5,759
153
Hastalıklar
Ailesel Akdeniz Ateşi (Fmf)
Familial Mediterranean Fever yani FMF olarak da bilinen ailevi akdeniz ateşi, göğüs, karın ya da eklemlere tekrarlayan ağrılı bir şekilde görülen inflamasyon ataklarıdır. Kalıtsal olarak anne ve babadan geçen FMF hastalığı, atak olarak ortaya çıkarak döküntü, bağ ağrısı ve ateş gibi belirtilerle görülür. Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığında ataklar ani olarak gelişir ve bir süre sonra kendiliğinden geriler. MEFV olarak adlandırılan bir gen mutasyonundan kaynaklanan FMF hastalığının kesin tedavisi yoktur, hastalığa bağlı şikayetler hayat boyu sürebilir.Familial Mediterranean Fever yani FMF olarak da bilinen ailevi akdeniz ateşi, göğüs, karın ya da eklemlere tekrarlayan ağrılı bir şekilde görülen inflamasyon ataklarıdır. Kalıtsal olarak anne ve babadan geçen FMF hastalığı, atak olarak ortaya çıkarak döküntü, bağ ağrısı ve ateş gibi belirtilerle görülür. Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığında ataklar ani olarak gelişir ve bir süre sonra kendiliğinden geriler. MEFV olarak adlandırılan bir gen mutasyonundan kaynaklanan FMF hastalığının kesin tedavisi yoktur, hastalığa bağlı şikayetler hayat boyu sürebilir. Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF) Hastalığı Nedir?Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF), erken çocukluk döneminde göğüs, karın ve eklemlerde tekrarlayan ağrılı iltihaplanmalar ve ateşlenme atakları ile başlayan genetik bir hastalıktır. FMF hastalığı otozomal resesif geçişli, yani anne babadan gelen her iki gen kopyasında da mutasyon durumunun bulunduğu bir hastalıktır ve genellikle Akdeniz kökenli insanlarda görülür.Bu hastalığın kesin tedavisi olmasa da, hastalığın yol açtığı belirti ve semptomlar hafifletilebilir hatta tamamen önlenebilir. Ailevi Akdeniz Ateşi, serozit, sinovit (eklem zarlarında oluşan iltihaplanma) veya deri döküntüsünün eşlik ettiği nispeten kısa, genellikle 1 ila 3 günlük ateş atakları ile karakterizedir. Bazı hastalarda ataklar bebeklik döneminde veya erken çocukluk döneminde başlar. Hastaların yüzde 80- 90'ı ilk ataklarını 20 yaşına kadar yaşar.Ailevi Akdeniz Ateşi ataklarının sıklığı, hem hasta grupları arasında hem de herhangi bir hasta için oldukça değişkendir ve ataklar arasındaki aralık, günlerden yıllara değişir. Atak türü - abdominal, plevral veya artritik olmak üzere zamanla değişebilir.Ailevi Akdeniz Ateşi'nde ilk atak genellikle çocukluk çağında görülür ve 20 yaşından önce başlar. Tüm ataklar 2 ila 4 saat içinde gelişir ve 6 saat ile 4 gün arasında sürer. Meydana gelen ataklara bazen döküntü veya baş ağrısı da eşlik eder. Bu kalıtsal hastalık, periyodik ateş sendromlarının en yaygın olanını temsil eder ve çoğunlukla Akdeniz ve Orta Doğu kökenli insanları etkilediği için FMF olarak adlandırılır.FMF ve diğer ailesel periyodik ateş sendromları yalnızca yirminci yüzyılın ikinci yarısında tanımlanmış olsa da periyodik ateşlerin tanımları antik çağlardan beri bulunabilir. FMF hastalığında ataklar kendiliğinden düzelme eğiliminde olsa da, FMF'nin klinik bir önemi söz konusudur. Eğer atakları önlemeye yardımcı olmak için tedaviye başlanılmazsa hastalık özellikle böbreklerde ciddi sekonder amiloidoz hasarına ve böbrek yetmezliği gelişme potansiyeline yol açabilir. Bu yüzden Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığının tedavi edilmesi büyük önem arz eder.Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF) Hastalığı Neden Olur?Ailevi Akdeniz ateşi, Pyrin isimli gendeki mutasyonlar sonucunda meydana gelen bir hastalık türüdür. Kalıtsal bir hastalık olarak karşımıza çıkan FMF hastalığı, MEFV geninin iki anormal kopyasını gerektiren resesif bir hastalık olduğu düşünülse de çocuklarda tek bir mutasyona uğramış gen bile olsa hastalığı geliştirebilirler. Nadiren, anormal gen bulunmasa bile hastalara Ailevi Akdeniz Ateşi teşhisi konulabilir. MEFV geni, pirin adı verilen bir protein yapar. Pyrin, iltihabın doğal kontrolünde rol oynar. MEFV geni düzgün çalışmadığında, iltihap kontrolden çıkar ve hastalar enfeksiyon olmaksızın ateş ve ağrı nöbetlerine maruz kalır.Ailevi Akdeniz ateşi riskini artırabilecek faktörler şöyle açıklanabilir: Hastalığın aile geçmişi: Ailenizde FMF kökeni varsa kişinin hastalığa yakalanma riski daha yüksektir.Akdeniz kökeni: Ailenizin köken olarak geçmişi Akdeniz bölgesine dayanıyorsa, bu durum Ailevi Akdeniz Ateşi Hastalığına yakalanma riskini artırabilir. Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF) Hastalığı Belirtileri Nelerdir?FMF hastalığında karın, göğüs veya eklemlerde tekrarlayan ağrılı inflamasyon atakları yaşanır ve bu ataklara sıklıkla ateş, baş ağrısı ve bazende döküntüler ortaya çıkar.Ailevi Akdeniz ateşi (FMF) hastalığının başlıca belirtileri şunlardır Karın ağrısı Tekrarlayan ateş nöbetleri Nefes almayı güçleştiren göğüs ağrısı Deride kızarıklıklar (özellikle bacaklar ve diz altları) Dizler, ayak bilekleri ve kalça eklemlerinde şişme Kas ağrıları Testis torbasında şişlik ve hassasiyetKarın, göğüs ve eklem ağrılarıFMF hastalarının yaklaşık yüzde 90’ında karın ağrısı şikayeti oluşur. Karın ağrısı genellikle 12-72 saat sürer. Bazı ataklar akut apandisiti taklit edebilir. Yine hastaların yüzde 20- 40’ında göğüs ağrısı ve yüzde 50- 60’ında eklem ağrısı oluşur. Hastalarda eklem ağrıları çoğunlukla diz ve ayak bileğini etkiler.Tekrarlayan ateş nöbetleri38.5C-40C’ye kadar yükselebilen ateş, çoğunlukla karın, göğüs ve eklem ağrılarına eşlik eder.Deride kızarıklıklarHastalarda daha çok diz ve ayak bileği arasındaki deride ‘erizipel benzeri kızarıklık’ olarak adlandırılan kırmızı döküntü şeklinde cilt bulgusu görülür. Bu döküntüler birkaç gün içinde geriler.Dizlerde, ayak bileklerinde ve kalçalarda şişmiş eklemler FMF hastalığında oluşan iltihaplanmayla beraber diz, ayak bilekleri ve kalça gibi eklem yerlerinde çeşitli şişlikler meydana gelebilir.Kas ağrılarıFMF hastalığı belirtileri arasında yer alan kas ağrıları kişide ortaya çıkan ateşle beraber görülebilir.Şişmiş, hassas bir skrotumSu fıtığı olarak da bilinene skrotum, testisleri kaplayan zarların içerisinde normalden daha fazla sıvı birikmesi durumudur. Ailevi Akdeniz ateşi durumunda ise şişmiş, hassas bir skrotum gözlemlenebilir.Ailevi Akdeniz Ateşi hastaları bazen uzun bir dönemi ataksız geçirebilir. Atakları tetikleyici etmenler arasında stresin, enfeksiyonların rolü olabileceği düşünülmektedir. Öte yandan hasta atakların sonunda tamamen düzelir ve bu periyodlar arasında bütünüyle normaldir.Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF) Hastalığı Komplikasyonları Nelerdir? FMF hastalığında meydana gelen atakların çok sık tekrarlanması halinde vücut içerisinde amiloid adı verilen proteinin birikmesine neden olur. Amiloid proteini böbreklerde birikerek, böbrek yetmezliğine neden olabilir. Bunların yanında Ailevi Akdeniz ateşi hastalığının yol açtığı komplikasyonlar şunları içerebilir.Kandaki anormal proteinAilevi Akdeniz ateşi atakları sırasında vücut anormal bir protein (amiloid A) üretebilir. Protein vücudunuzda birikerek organ hasarına (amiloidoz) neden olabilir.Böbrek hasarıAmiloidoz böbreklere zarar vererek nefrotik sendroma neden olabilir. Nefrotik sendrom, böbreklerin filtreleme sistemleri (glomeruli) hasar gördüğünde ortaya çıkar. Bu rahatsızlığı olan kişiler idrarlarında büyük miktarda protein kaybedebilirler. Nefrotik sendrom böbreklerde kan pıhtılaşmasına (renal ven trombozu) veya böbrek yetmezliğine yol açabilir.Kadınlarda kısırlıkAilevi Akdeniz Ateşi’nin neden olduğu iltihap, kadın üreme organlarını da etkileyerek kısırlığa neden olabilir.Eklem ağrısı Ailevi Akdeniz Ateşi olan kişilerde artrit yaygındır. En sık etkilenen eklemler dizler, ayak bilekleri, kalçalar ve dirseklerdir.Ailevi Akdeniz Ateşi Tanısı Nasıl Konulur?FMF hastalığının tanısı dikkatli alınan bir hasta hikayesi, fiziki muayene ve laboratuvar testlerine dayanan kriterlere göre konulmaktadır. Etnik köken, tipik periyodik ateş, serözit atakları (1-4 gün süren karın, göğüs ağrısı), ailede Ailevi Akdeniz Ateşi öyküsü ve atakların ilaç ile önlenmesi tanı koymada çok yardımcıdır. Atak sırasında iltihabi süreci gösteren  lökosit sayısında artış, eritrosit sedimentasyon hızı, fibrinojen ve C-reaktif protein (CRP) düzeylerinde yükseklik takip edilir. Atak sonrası söz konusu laboratuvar bulgularındaki hızla düzelme doktorun tanı koymasına yardımcı olur. Kesin tanı koydurucu bir kriter olmayan MEFV mutasyon sonuçlarını değerlendiren genetik analiz ise klinik tanıyı destekler.Tanı sürecinde aşağıdaki göstergeler yardımcı olabilir: Bağışıklık tepkisinin bir göstergesi olan yüksek beyaz kan hücresi sayısı Enflamatuar bir yanıtın bir göstergesi olan yüksek eritrosit sedimantasyon hızı (ESR) Kanamayı durdurmaya yardımcı olan yüksek plazma fibrinojeni. Yüksek miktarda mevcut olan yüksek plazma fibrinojeni bu mekanizmada bir sorun olabileceğini gösterir Kırmızı kan hücrelerinin yok edildiğini gösteren yüksek serum haptoglobini, Familial Mediterranean Fever (FMF) gibi romatizmal hastalıklarda sık görülen bir durumdur. Karaciğer tarafından üretilen özel bir protein türü olan yüksek C-reaktif protein, yalnızca akut inflamasyon atakları sırasında bulunur. İdrar tahlili ile gösterilen idrarda yüksek albümin. Ataklar sırasında mikroskobik hematüri (idrarda çok küçük - mikroskobik - miktarlarda kan veya kan hücresi) ile birlikte idrarda protein albüminin varlığı böbrek hastalığının bir belirtisi olabilir.FMF için tanı süreci Ailevi Akdeniz Ateşi Hastalığı (FMF), genellikle klinik bir tanı olarak karşımıza çıkar. Aile öyküsünün varlığı ve ortaya çıkan semptomlar hastalığın tanısını doğrulamaya yardımcı olan temel faktörlerdir. Laboratuvar ve radyografik çalışmalar tanıyı desteklemeye veya diğer nedenleri elemeye yardımcı olabilir. Laboratuvar analizleri nötrofil baskınlığı ile yükselmiş beyaz kan hücresi sayısını ortaya çıkarabilir.Elektrokardiyogram, perikardit durumunda diffüz ST-segment yükselmesini ortaya çıkarabilir. Sinovyal sıvı analizi, yükselmiş çekirdekli beyaz hücrelere sahip steril sıvıyı gösterir. Akut karın dahil olmak üzere diğer karın ağrısı nedenlerini dışlamak için genellikle karın bölgesinin bilgisayarlı tomografi taraması yapılır. Bu genetik testler, FMF teşhisi için vakalarda tanıyı doğrulamaya yardımcı olan test yöntemleridir. Ancak, klinik sunuma göre tanı kriterlerini karşılayan hastaların yaklaşık %10'unda herhangi bir mutasyon ortaya çıkmaz.Tanı için atakların meydana geldiği ana kriterler Karın Eklem (kalça, diz, ayak bileği) Göğüs - tek taraflı plörit veya perikardit Skrotum Deri Kas Sadece ateşKüçük kriterler Karın Eklem Göğüs Eforla oluşan bacak ağrısı Kolşisine olumlu yanıt Nefropatik amiloidozDestekleyici kriterler FMF aile öyküsü Savunmasız etnik köken Erken başlangıç (20 yaş altı) Yatak istirahati gerektiren şiddetli ataklar Kanda yüksek beyaz kan hücresi sayısı veya yüksek akut faz reaktanlarının varlığı Patoloji olmaksızın laparotomi veya apendektomi öyküsü Epizodik proteinüri veya hematüri Ebeveynlerin akrabalığıAilevi Akdeniz Ateşi Tedavisi Nasıldır? Erken teşhis ve tedavi ile pek çok Ailevi Akdeniz Ateşi hastası normal hayatlarını sürdürebilir. Dengeli bir diyet, egzersiz programı, kilo kontrolü ve stressiz sağlıklı bir yaşam tarzı, hastalığın yol açtığı ağrıyı yönetmeye ve genel sağlık durumunu korumaya yardımcı olabilir.Kesin tedavisi olmayan FMF hastalığının belirti ve semptomlarını kontrol etmek, önlemek için kullanılan ilaçlar şunlardır:Kolşisin etken maddeli ilaçlarKolşisin yeterli dozlarda kullanıldığında Ailevi Akdeniz Ateşi’nin yol açtığı atak sayısında belirgin bir azalmayı sağlamaktadır. Kolşisinin yaygın görülen yan etkileri arasında şişkinlik, karın krampları ve ishal bulunur. Bu yan etkilerin arasında kolşisinin en sık görülen yan etkisi ishaldir ve özellikle ilaç yüksek dozlarda kullanıldığında ortaya çıkmaktadır. Kolşisinin amiloidozu engellediğini gösteren önemli çalışmalar vardır. Ancak azospermiye neden olup olmadığı konusu henüz açıklığa kavuşturulamamıştır. Nadir durumlarda, kolşisin, özellikle eritromisin (makrolid) ailesinden veya statinlerden (kolesterol ilaçları) antibiyotik alırken kas güçsüzlüğüne neden olabilir. Bu nedenle, bu ilaçların kolşisin ile dikkatle verilmesi gerekir. Kadın hastaların hamilelik veya emzirme döneminde kolşisin almayı bırakması gerekmez. Kolşisin ile tedavi edilen çocuklar yılda en az iki kez kan ve idrar testleri yaptırmalıdır.Kolşisin hakkında daha detaylı bilgi vermek gerekirse; Kolşisin tedavisi genellikle FMF hastaları için ömür boyu sürer. İlacın dozajı yaşa ve semptomların şiddetine göre değişir. Beş yaşın altındaki çocuklara günde 0,03-0,07 mg/kg kolşisin verilmesi önerilir ancak en uygun doz doktor tarafından belirlenir. Çocuk büyüdükçe ilacın dozu 0,5 mg'lık artışlarla artırılabilir. 1 mg kolşisin on yaşın üzerindeki çocuklar ve yetişkinler için idealdir.Sık ataklar veya amiloidoz varlığı gibi daha karmaşık bir hastalığı olan hastalara, hastalar tarafından tolere edildiği ve karaciğer ve böbrek fonksiyonları normalse daha yüksek doz kolşisin (2 ila 2,5 mg) verilebilir. Amiloidozla ilişkili son evre böbrek hastalığı nedeniyle böbrek nakli olan hastalar, nakilden sonra bile kolşisin almaya devam etmelidir.Yukarıda da belirtildiği gibi kolşisin tedavisinin en çok görülen yan etkileri ishal ve kusmadır. Bu yan etkiler ilacın dozuna bağlıdır ve daha yüksek dozlarda normal olarak daha yaygın bir şekilde ortaya çıkar. Diğer yaygın olmayan yan etkiler miyelosupresyon, hepatotoksisite, nefrotoksisite, miyopati, nöropati ve aşırı duyarlılık reaksiyonudur. Diğer yandan hastalar yan etkileri nedeniyle kolşisini almayı bırakırsa - en yaygın olarak ishal - günlük kolşisin dozunun iki veya üç bölünmüş doza bölünmesi düşünülebilir. Hastaların hala tedaviye yanıt vermediği durumlarda kolşisin dozu artırılabilir. Maksimum tolere edilebilir kolşisin dozu (yetişkinlerde 3 mg'a kadar) tedaviye uyulmasına rağmen atakların sıklığını ve şiddetini iyileştirmiyorsa ve ataklar arasında kandaki akut faz reaktan seviyeleri yüksek kalmaya devam ediyorsa, kolşisin direncinden şüphelenilmelidir. Bu gibi durumlarda farklı tedavi seçenekleri değerlendirilebilir.Enflamasyonu önlemek için diğer ilaçlarAltı ay süreyle tolere edilebilecek maksimum dozda ve düzenli kolşisin kullanmalarına rağmen ayda bir iki atak geçiren hastalar kolşisine yanıtsız olarak kabul edilir. Kolşisine yanıt alınamayan veya kolşisini tolere edemeyen hastalara alternatif tedavi yöntemleri denenebilir. Hastaya iltihaplanmaya karışan interlökin-1 adlı bir proteini bloke eden ilaçlar reçete edilebilir. Son yıllarda TNF inhibitörleri ve IL-1 inhibisyonu (IL-1 reseptör antagonisti  anakinra)  tedavide daha ağırlık kazanmaya başlamıştır.Ailevi Akdeniz Ateşi Hastalığı Hakkında Sık Sorulan Sorular FMF ne demek?Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF), karın, göğüs ve eklemlerinizde tekrarlayan ateşlere ve ağrılı iltihaplanmalara neden olan genetik bir otoinflamatuar hastalıktır. Esas olarak Akdeniz kökenli insanları etkileyen otoinflamatuar bir genetik hastalık olan FMF, tekrarlayan ateş ve serozit (göğüs, karın, eklemler) ataklarıyla karakterizedir ve erken çocukluk döneminde ağrılı ataklarla kendini gösterir. Amiloidoz ise FMF'nin en ölümcül komplikasyonu olarak değerlendirilir.Ailevi Akdeniz Ateşi hastaları ateş ataklarını azaltmak için neler yapabilirler? Ailevi Akdeniz Ateşi hastaları tedaviye ek olarak ateş ataklarını önlemek veya azaltmak için şu noktalara dikkat etmelidir:Yeterince uyumak: Yeterli derecede uyku bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı olur.Rahat bir günlük rutin: Stresli durumlar nöbetleri tetikleyebilir. Bu yüzden stresten uzak durulmalıdır.Egzersiz: Düzenli şekilde yapılan egzersizler stresi azaltır aynı zamanda bağışıklık sistemini güçlendirir.Dengeli ve sağlıklı beslenme: Bol meyve ve sebze tüketmek ailevi FMF hastalarına iyi gelir.  Bazı hastalarda fazla yağlı yemekler nöbetleri tetikleyebilir.Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı ne kadar yaygındır?Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı nadir görülen bir hastalıktır. Nitekim hastalık Batı ülkelerinde 100.000 kişiden yaklaşık 2,5 kişide görülür. Hastalık en yaygın olarak Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerde görülür. Bu milletlerden her 200 kişiden biri Ailevi Akdeniz Ateşi hastasıdır.Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı Türkiye’de ne kadar yaygındır?Türk toplumunda Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığın görülme sıklığı yüzde 0,1'dir.Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığının günlük yaşam üzerinde etkileri nasıldır? FMF hastalığı ilerleyen yaşla birlikte genellikle iyileşir ve çoğu hastanın uygun tedaviyle normal bir hayat sürmesi mümkündür. Ancak tedavi sonuçları her ne kadar başarılı olsa da Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı tamamıyla iyileştirilemez, ömür boyu tedavi edilmesi şarttır. Şöyle ki bu hastalıkla yaşamayı kolaylaştırmak için doktorlarla güvene dayalı bir ilişki geliştirmek önemli bir husustur. Hastalığın yol açtığı ateş atakları, iltihaplanma ve vücudun çeşitli yerlerinde meydana gelen ağrılar bazen aile ve sosyal hayat üzerinde, işe ve okula devam etmede ve duygusal mutlulukta olumsuz bir etkiye sahip olabilir. Hastaların bir aile üyesi, güvendiği bir arkadaş veya bir terapistle konuşması, korkularını ve hayal kırıklıklarını ifade etmesine olanak sağlayabilir. Sonuç olarak uygun bir tedavi programıyla birlikte kişiler günlük yaşam normal şekilde devam edebilir, hastalar eğitim, iş, spor faaliyetleri veya sosyal etkinliklere dilediğince katılabilir.FMF hastalığı kaç yaşında başlar?Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığının başlangıcı genellikle 5 ila 15 yaşları arasındadır ancak çok daha sonra veya daha erken, hatta bebeklik döneminde bile ortaya çıkan vakalar olabilir. Atakların düzenli bir tekrarlama şekli yoktur. Genellikle 12 ila 72 saat sürer ancak daha uzun sürebilir. Sıklıkla haftada 2 atak ile yılda 1 atak arasında değişir (en yaygın olarak 2 ila 6 haftada bir).FMF atakları nasıl durdurulur?FMF ataklarını durdurma konusunda kolşisin çoğu insan üzerinde etkili bir çözüm olabilir. Ayrıca atak sırasında semptomların şiddetini, ateşi ve iltihabı azaltmak ve ağrıyı kontrol altına almak için intravenöz sıvılar ve ilaçlar önerilebilir.FMF hastalığı bulaşıcı bir hastalık mıdır?Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı kalıtsal bir hastalıktır ve bulaşıcı değildir. Kalıtsal olması nedeniyle aile üyelerinden geçiş yapar. Kalıtsal olmasının dışında stres, viral hastalıklar ve fiziksel aktiviteler FMF hastalığını tetikleyebilir.FMF hastalığı nasıl tetiklenir?FMF hastalığının neden olduğu ataklar bir enfeksiyon, stres, yorucu egzersiz, fiziksel travma veya hatta adet görülmesi nedeniyle tetiklenebilir. Bu ataklar arasında, FMF'li hastalar genellikle kendilerini normal hisseder çünkü herhangi bir semptom ortaya çıkmayabilir. Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı bağışıklık sistemini zayıflatır mı?FMF olarak bilinen Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı, beyaz kan hücrelerinde bulunan pirin adlı bir proteini kodlayan MEFV genindeki mutasyondan kaynaklanır. Mutasyona uğramış protein bağışıklık sistemini bozabilir ve iltihaplanmaya neden olabilir. Yapılan araştırmacılar, MEFV gen mutasyonlarının romatoid artrit de dahil olmak üzere diğer otoimmün hastalıklarda bir faktör olabileceğini ortaya koyar.Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı tedavi edilebilir mi?FMF hastalığı için bir tedavi yoktur ancak semptomları azaltmaya yönelik seçenekler mevcuttur. Belirli tedaviler her bireyde görülen birtakım ortak semptomlara yöneliktir. Hasta olan birçokbirey, iltihabı azaltan karmaşık bir bileşik olan kolşisin adı verilen temel ilaçla tedavi edilir. Bu ilaç hastalığın semptomlarını ve etkilerini azaltmaya yöneliktir.Hamileler kolşisin tedavisi alabilir mi?Kolşisin hamilelik ve emzirme döneminde güvenli kabul edilir. Tedaviye uyum, tedaviye yanıt eksikliğinin yaygın bir nedeni olduğundan hastalara güçlü bir şekilde iletilmelidir. Ancak hamilelere tedaviye başlanmadan önce mutlaka doktor kararı uygulanmalıdır.FMF hastalığı idrar tahlilinde belli olur mu?İdrarda yüksek miktarda protein veya az miktarda kan bulunması FMF ataklarıyla ilişkili böbrek sorunlarının bir işareti olabilir. Kesin tanı için birçok farklı testle sonuç kesinleştirilmeye çalışılır.Ailevi Akdeniz Ateşi hastası olanlar nasıl beslenmeli?FMF hastalarının iltihaplanmayı artıracak gıdalardan uzak durması gerekir. Bunların başında işlenmiş gıdalar, yoğun şekerli besinler ve trans yağlar gelir. Bu besinlerin yerine taze meyve ve sebzelerden oluşan sağlıklı bir diyet listesi yapılması önerilir. Bunların yanında tuz tüketimini sınırlamak böbrek sağlığını korumak açısından önemlidir. Omega-3 yağ asitleri bakımından zengin olan balık ve ceviz gibi besinler de anti-enflamatuar faydaları göz önünde bulundurulduğunda etkili olabilir. FMF hastalığı ilerlerse ne olur?FMF hastalığının ilerlerdiği vakalarda böbrek yetmezliği en ciddi komplikasyon ve risk olarak değerlendirilir. Bununla birlikte eklem ve damar sağlığının da olumsuz etkilenmesi söz konusu olabilir.Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı doğal yollarla tedavi edilebilir mi?Düşük yağ, düşük karbonhidrat, yüksek taze meyve ve sebze içeren bir diyet listesine sadık kalmak, FMF hastalığının genel durumunu iyileştirebilir, semptomları azaltabilir ve vücuttaki iltihaba iyi gelebilir. Bunun sonucunda daha iyi bir hasta prognozu ile birlikte daha az yoğunlukta ataklar ortaya çıkabilir. FMF hastalığı gebeliğe engel mi?Ailevi Akdeniz Ateşi hastası olan kişilerin hamile kalmasında veya hamilelikte kolşisin kullanmasında bir sakınca yoktur. Hamile kalmadan önce hastalığı geçiren kişilerin hamile kalması bir risk taşır ancak bu durum hamile kalınmasının önünde bir sorun değildir. Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF) Hastalığı Nedir?Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF), erken çocukluk döneminde göğüs, karın ve eklemlerde tekrarlayan ağrılı iltihaplanmalar ve ateşlenme atakları ile başlayan genetik bir hastalıktır. FMF hastalığı otozomal resesif geçişli, yani anne babadan gelen her iki gen kopyasında da mutasyon durumunun bulunduğu bir hastalıktır ve genellikle Akdeniz kökenli insanlarda görülür.Bu hastalığın kesin tedavisi olmasa da, hastalığın yol açtığı belirti ve semptomlar hafifletilebilir hatta tamamen önlenebilir. Ailevi Akdeniz Ateşi, serozit, sinovit (eklem zarlarında oluşan iltihaplanma) veya deri döküntüsünün eşlik ettiği nispeten kısa, genellikle 1 ila 3 günlük ateş atakları ile karakterizedir. Bazı hastalarda ataklar bebeklik döneminde veya erken çocukluk döneminde başlar. Hastaların yüzde 80- 90'ı ilk ataklarını 20 yaşına kadar yaşar.Ailevi Akdeniz Ateşi ataklarının sıklığı, hem hasta grupları arasında hem de herhangi bir hasta için oldukça değişkendir ve ataklar arasındaki aralık, günlerden yıllara değişir. Atak türü - abdominal, plevral veya artritik olmak üzere zamanla değişebilir.Ailevi Akdeniz Ateşi'nde ilk atak genellikle çocukluk çağında görülür ve 20 yaşından önce başlar. Tüm ataklar 2 ila 4 saat içinde gelişir ve 6 saat ile 4 gün arasında sürer. Meydana gelen ataklara bazen döküntü veya baş ağrısı da eşlik eder. Bu kalıtsal hastalık, periyodik ateş sendromlarının en yaygın olanını temsil eder ve çoğunlukla Akdeniz ve Orta Doğu kökenli insanları etkilediği için FMF olarak adlandırılır.FMF ve diğer ailesel periyodik ateş sendromları yalnızca yirminci yüzyılın ikinci yarısında tanımlanmış olsa da periyodik ateşlerin tanımları antik çağlardan beri bulunabilir. FMF hastalığında ataklar kendiliğinden düzelme eğiliminde olsa da, FMF'nin klinik bir önemi söz konusudur. Eğer atakları önlemeye yardımcı olmak için tedaviye başlanılmazsa hastalık özellikle böbreklerde ciddi sekonder amiloidoz hasarına ve böbrek yetmezliği gelişme potansiyeline yol açabilir. Bu yüzden Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığının tedavi edilmesi büyük önem arz eder.Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF) Hastalığı Neden Olur?Ailevi Akdeniz ateşi, Pyrin isimli gendeki mutasyonlar sonucunda meydana gelen bir hastalık türüdür. Kalıtsal bir hastalık olarak karşımıza çıkan FMF hastalığı, MEFV geninin iki anormal kopyasını gerektiren resesif bir hastalık olduğu düşünülse de çocuklarda tek bir mutasyona uğramış gen bile olsa hastalığı geliştirebilirler. Nadiren, anormal gen bulunmasa bile hastalara Ailevi Akdeniz Ateşi teşhisi konulabilir. MEFV geni, pirin adı verilen bir protein yapar. Pyrin, iltihabın doğal kontrolünde rol oynar. MEFV geni düzgün çalışmadığında, iltihap kontrolden çıkar ve hastalar enfeksiyon olmaksızın ateş ve ağrı nöbetlerine maruz kalır.Ailevi Akdeniz ateşi riskini artırabilecek faktörler şöyle açıklanabilir: Hastalığın aile geçmişi: Ailenizde FMF kökeni varsa kişinin hastalığa yakalanma riski daha yüksektir.Akdeniz kökeni: Ailenizin köken olarak geçmişi Akdeniz bölgesine dayanıyorsa, bu durum Ailevi Akdeniz Ateşi Hastalığına yakalanma riskini artırabilir. Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF) Hastalığı Belirtileri Nelerdir?FMF hastalığında karın, göğüs veya eklemlerde tekrarlayan ağrılı inflamasyon atakları yaşanır ve bu ataklara sıklıkla ateş, baş ağrısı ve bazende döküntüler ortaya çıkar.Ailevi Akdeniz ateşi (FMF) hastalığının başlıca belirtileri şunlardırKarın, göğüs ve eklem ağrılarıFMF hastalarının yaklaşık yüzde 90’ında karın ağrısı şikayeti oluşur. Karın ağrısı genellikle 12-72 saat sürer. Bazı ataklar akut apandisiti taklit edebilir. Yine hastaların yüzde 20- 40’ında göğüs ağrısı ve yüzde 50- 60’ında eklem ağrısı oluşur. Hastalarda eklem ağrıları çoğunlukla diz ve ayak bileğini etkiler.Tekrarlayan ateş nöbetleri38.5C-40C’ye kadar yükselebilen ateş, çoğunlukla karın, göğüs ve eklem ağrılarına eşlik eder.Deride kızarıklıklarHastalarda daha çok diz ve ayak bileği arasındaki deride ‘erizipel benzeri kızarıklık’ olarak adlandırılan kırmızı döküntü şeklinde cilt bulgusu görülür. Bu döküntüler birkaç gün içinde geriler.Dizlerde, ayak bileklerinde ve kalçalarda şişmiş eklemler FMF hastalığında oluşan iltihaplanmayla beraber diz, ayak bilekleri ve kalça gibi eklem yerlerinde çeşitli şişlikler meydana gelebilir.Kas ağrılarıFMF hastalığı belirtileri arasında yer alan kas ağrıları kişide ortaya çıkan ateşle beraber görülebilir.Şişmiş, hassas bir skrotumSu fıtığı olarak da bilinene skrotum, testisleri kaplayan zarların içerisinde normalden daha fazla sıvı birikmesi durumudur. Ailevi Akdeniz ateşi durumunda ise şişmiş, hassas bir skrotum gözlemlenebilir.Ailevi Akdeniz Ateşi hastaları bazen uzun bir dönemi ataksız geçirebilir. Atakları tetikleyici etmenler arasında stresin, enfeksiyonların rolü olabileceği düşünülmektedir. Öte yandan hasta atakların sonunda tamamen düzelir ve bu periyodlar arasında bütünüyle normaldir.Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF) Hastalığı Komplikasyonları Nelerdir? FMF hastalığında meydana gelen atakların çok sık tekrarlanması halinde vücut içerisinde amiloid adı verilen proteinin birikmesine neden olur. Amiloid proteini böbreklerde birikerek, böbrek yetmezliğine neden olabilir. Bunların yanında Ailevi Akdeniz ateşi hastalığının yol açtığı komplikasyonlar şunları içerebilir.Kandaki anormal proteinAilevi Akdeniz ateşi atakları sırasında vücut anormal bir protein (amiloid A) üretebilir. Protein vücudunuzda birikerek organ hasarına (amiloidoz) neden olabilir.Böbrek hasarıAmiloidoz böbreklere zarar vererek nefrotik sendroma neden olabilir. Nefrotik sendrom, böbreklerin filtreleme sistemleri (glomeruli) hasar gördüğünde ortaya çıkar. Bu rahatsızlığı olan kişiler idrarlarında büyük miktarda protein kaybedebilirler. Nefrotik sendrom böbreklerde kan pıhtılaşmasına (renal ven trombozu) veya böbrek yetmezliğine yol açabilir.Kadınlarda kısırlıkAilevi Akdeniz Ateşi’nin neden olduğu iltihap, kadın üreme organlarını da etkileyerek kısırlığa neden olabilir.Eklem ağrısı Ailevi Akdeniz Ateşi olan kişilerde artrit yaygındır. En sık etkilenen eklemler dizler, ayak bilekleri, kalçalar ve dirseklerdir.Ailevi Akdeniz Ateşi Tanısı Nasıl Konulur?FMF hastalığının tanısı dikkatli alınan bir hasta hikayesi, fiziki muayene ve laboratuvar testlerine dayanan kriterlere göre konulmaktadır. Etnik köken, tipik periyodik ateş, serözit atakları (1-4 gün süren karın, göğüs ağrısı), ailede Ailevi Akdeniz Ateşi öyküsü ve atakların ilaç ile önlenmesi tanı koymada çok yardımcıdır. Atak sırasında iltihabi süreci gösteren  lökosit sayısında artış, eritrosit sedimentasyon hızı, fibrinojen ve C-reaktif protein (CRP) düzeylerinde yükseklik takip edilir. Atak sonrası söz konusu laboratuvar bulgularındaki hızla düzelme doktorun tanı koymasına yardımcı olur. Kesin tanı koydurucu bir kriter olmayan MEFV mutasyon sonuçlarını değerlendiren genetik analiz ise klinik tanıyı destekler.Tanı sürecinde aşağıdaki göstergeler yardımcı olabilir:FMF için tanı süreci Ailevi Akdeniz Ateşi Hastalığı (FMF), genellikle klinik bir tanı olarak karşımıza çıkar. Aile öyküsünün varlığı ve ortaya çıkan semptomlar hastalığın tanısını doğrulamaya yardımcı olan temel faktörlerdir. Laboratuvar ve radyografik çalışmalar tanıyı desteklemeye veya diğer nedenleri elemeye yardımcı olabilir. Laboratuvar analizleri nötrofil baskınlığı ile yükselmiş beyaz kan hücresi sayısını ortaya çıkarabilir.Elektrokardiyogram, perikardit durumunda diffüz ST-segment yükselmesini ortaya çıkarabilir. Sinovyal sıvı analizi, yükselmiş çekirdekli beyaz hücrelere sahip steril sıvıyı gösterir. Akut karın dahil olmak üzere diğer karın ağrısı nedenlerini dışlamak için genellikle karın bölgesinin bilgisayarlı tomografi taraması yapılır. Bu genetik testler, FMF teşhisi için vakalarda tanıyı doğrulamaya yardımcı olan test yöntemleridir. Ancak, klinik sunuma göre tanı kriterlerini karşılayan hastaların yaklaşık %10'unda herhangi bir mutasyon ortaya çıkmaz.Tanı için atakların meydana geldiği ana kriterler Küçük kriterler Destekleyici kriterler Ailevi Akdeniz Ateşi Tedavisi Nasıldır? Erken teşhis ve tedavi ile pek çok Ailevi Akdeniz Ateşi hastası normal hayatlarını sürdürebilir. Dengeli bir diyet, egzersiz programı, kilo kontrolü ve stressiz sağlıklı bir yaşam tarzı, hastalığın yol açtığı ağrıyı yönetmeye ve genel sağlık durumunu korumaya yardımcı olabilir.Kesin tedavisi olmayan FMF hastalığının belirti ve semptomlarını kontrol etmek, önlemek için kullanılan ilaçlar şunlardır:Kolşisin etken maddeli ilaçlarKolşisin yeterli dozlarda kullanıldığında Ailevi Akdeniz Ateşi’nin yol açtığı atak sayısında belirgin bir azalmayı sağlamaktadır. Kolşisinin yaygın görülen yan etkileri arasında şişkinlik, karın krampları ve ishal bulunur. Bu yan etkilerin arasında kolşisinin en sık görülen yan etkisi ishaldir ve özellikle ilaç yüksek dozlarda kullanıldığında ortaya çıkmaktadır. Kolşisinin amiloidozu engellediğini gösteren önemli çalışmalar vardır. Ancak azospermiye neden olup olmadığı konusu henüz açıklığa kavuşturulamamıştır. Nadir durumlarda, kolşisin, özellikle eritromisin (makrolid) ailesinden veya statinlerden (kolesterol ilaçları) antibiyotik alırken kas güçsüzlüğüne neden olabilir. Bu nedenle, bu ilaçların kolşisin ile dikkatle verilmesi gerekir. Kadın hastaların hamilelik veya emzirme döneminde kolşisin almayı bırakması gerekmez. Kolşisin ile tedavi edilen çocuklar yılda en az iki kez kan ve idrar testleri yaptırmalıdır.Kolşisin hakkında daha detaylı bilgi vermek gerekirse; Kolşisin tedavisi genellikle FMF hastaları için ömür boyu sürer. İlacın dozajı yaşa ve semptomların şiddetine göre değişir. Beş yaşın altındaki çocuklara günde 0,03-0,07 mg/kg kolşisin verilmesi önerilir ancak en uygun doz doktor tarafından belirlenir. Çocuk büyüdükçe ilacın dozu 0,5 mg'lık artışlarla artırılabilir. 1 mg kolşisin on yaşın üzerindeki çocuklar ve yetişkinler için idealdir.Sık ataklar veya amiloidoz varlığı gibi daha karmaşık bir hastalığı olan hastalara, hastalar tarafından tolere edildiği ve karaciğer ve böbrek fonksiyonları normalse daha yüksek doz kolşisin (2 ila 2,5 mg) verilebilir. Amiloidozla ilişkili son evre böbrek hastalığı nedeniyle böbrek nakli olan hastalar, nakilden sonra bile kolşisin almaya devam etmelidir.Yukarıda da belirtildiği gibi kolşisin tedavisinin en çok görülen yan etkileri ishal ve kusmadır. Bu yan etkiler ilacın dozuna bağlıdır ve daha yüksek dozlarda normal olarak daha yaygın bir şekilde ortaya çıkar. Diğer yaygın olmayan yan etkiler miyelosupresyon, hepatotoksisite, nefrotoksisite, miyopati, nöropati ve aşırı duyarlılık reaksiyonudur. Diğer yandan hastalar yan etkileri nedeniyle kolşisini almayı bırakırsa - en yaygın olarak ishal - günlük kolşisin dozunun iki veya üç bölünmüş doza bölünmesi düşünülebilir. Hastaların hala tedaviye yanıt vermediği durumlarda kolşisin dozu artırılabilir. Maksimum tolere edilebilir kolşisin dozu (yetişkinlerde 3 mg'a kadar) tedaviye uyulmasına rağmen atakların sıklığını ve şiddetini iyileştirmiyorsa ve ataklar arasında kandaki akut faz reaktan seviyeleri yüksek kalmaya devam ediyorsa, kolşisin direncinden şüphelenilmelidir. Bu gibi durumlarda farklı tedavi seçenekleri değerlendirilebilir.Enflamasyonu önlemek için diğer ilaçlarAltı ay süreyle tolere edilebilecek maksimum dozda ve düzenli kolşisin kullanmalarına rağmen ayda bir iki atak geçiren hastalar kolşisine yanıtsız olarak kabul edilir. Kolşisine yanıt alınamayan veya kolşisini tolere edemeyen hastalara alternatif tedavi yöntemleri denenebilir. Hastaya iltihaplanmaya karışan interlökin-1 adlı bir proteini bloke eden ilaçlar reçete edilebilir. Son yıllarda TNF inhibitörleri ve IL-1 inhibisyonu (IL-1 reseptör antagonisti  anakinra)  tedavide daha ağırlık kazanmaya başlamıştır.Ailevi Akdeniz Ateşi Hastalığı Hakkında Sık Sorulan Sorular FMF ne demek?Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF), karın, göğüs ve eklemlerinizde tekrarlayan ateşlere ve ağrılı iltihaplanmalara neden olan genetik bir otoinflamatuar hastalıktır. Esas olarak Akdeniz kökenli insanları etkileyen otoinflamatuar bir genetik hastalık olan FMF, tekrarlayan ateş ve serozit (göğüs, karın, eklemler) ataklarıyla karakterizedir ve erken çocukluk döneminde ağrılı ataklarla kendini gösterir. Amiloidoz ise FMF'nin en ölümcül komplikasyonu olarak değerlendirilir.Ailevi Akdeniz Ateşi hastaları ateş ataklarını azaltmak için neler yapabilirler? Ailevi Akdeniz Ateşi hastaları tedaviye ek olarak ateş ataklarını önlemek veya azaltmak için şu noktalara dikkat etmelidir:Yeterince uyumak: Yeterli derecede uyku bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı olur.Rahat bir günlük rutin: Stresli durumlar nöbetleri tetikleyebilir. Bu yüzden stresten uzak durulmalıdır.Egzersiz: Düzenli şekilde yapılan egzersizler stresi azaltır aynı zamanda bağışıklık sistemini güçlendirir.Dengeli ve sağlıklı beslenme: Bol meyve ve sebze tüketmek ailevi FMF hastalarına iyi gelir.  Bazı hastalarda fazla yağlı yemekler nöbetleri tetikleyebilir.Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı ne kadar yaygındır?Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı nadir görülen bir hastalıktır. Nitekim hastalık Batı ülkelerinde 100.000 kişiden yaklaşık 2,5 kişide görülür. Hastalık en yaygın olarak Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerde görülür. Bu milletlerden her 200 kişiden biri Ailevi Akdeniz Ateşi hastasıdır.Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı Türkiye’de ne kadar yaygındır?Türk toplumunda Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığın görülme sıklığı yüzde 0,1'dir.Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığının günlük yaşam üzerinde etkileri nasıldır? FMF hastalığı ilerleyen yaşla birlikte genellikle iyileşir ve çoğu hastanın uygun tedaviyle normal bir hayat sürmesi mümkündür. Ancak tedavi sonuçları her ne kadar başarılı olsa da Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı tamamıyla iyileştirilemez, ömür boyu tedavi edilmesi şarttır. Şöyle ki bu hastalıkla yaşamayı kolaylaştırmak için doktorlarla güvene dayalı bir ilişki geliştirmek önemli bir husustur. Hastalığın yol açtığı ateş atakları, iltihaplanma ve vücudun çeşitli yerlerinde meydana gelen ağrılar bazen aile ve sosyal hayat üzerinde, işe ve okula devam etmede ve duygusal mutlulukta olumsuz bir etkiye sahip olabilir. Hastaların bir aile üyesi, güvendiği bir arkadaş veya bir terapistle konuşması, korkularını ve hayal kırıklıklarını ifade etmesine olanak sağlayabilir. Sonuç olarak uygun bir tedavi programıyla birlikte kişiler günlük yaşam normal şekilde devam edebilir, hastalar eğitim, iş, spor faaliyetleri veya sosyal etkinliklere dilediğince katılabilir.FMF hastalığı kaç yaşında başlar?Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığının başlangıcı genellikle 5 ila 15 yaşları arasındadır ancak çok daha sonra veya daha erken, hatta bebeklik döneminde bile ortaya çıkan vakalar olabilir. Atakların düzenli bir tekrarlama şekli yoktur. Genellikle 12 ila 72 saat sürer ancak daha uzun sürebilir. Sıklıkla haftada 2 atak ile yılda 1 atak arasında değişir (en yaygın olarak 2 ila 6 haftada bir).FMF atakları nasıl durdurulur?FMF ataklarını durdurma konusunda kolşisin çoğu insan üzerinde etkili bir çözüm olabilir. Ayrıca atak sırasında semptomların şiddetini, ateşi ve iltihabı azaltmak ve ağrıyı kontrol altına almak için intravenöz sıvılar ve ilaçlar önerilebilir.FMF hastalığı bulaşıcı bir hastalık mıdır?Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı kalıtsal bir hastalıktır ve bulaşıcı değildir. Kalıtsal olması nedeniyle aile üyelerinden geçiş yapar. Kalıtsal olmasının dışında stres, viral hastalıklar ve fiziksel aktiviteler FMF hastalığını tetikleyebilir.FMF hastalığı nasıl tetiklenir?FMF hastalığının neden olduğu ataklar bir enfeksiyon, stres, yorucu egzersiz, fiziksel travma veya hatta adet görülmesi nedeniyle tetiklenebilir. Bu ataklar arasında, FMF'li hastalar genellikle kendilerini normal hisseder çünkü herhangi bir semptom ortaya çıkmayabilir. Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı bağışıklık sistemini zayıflatır mı?FMF olarak bilinen Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı, beyaz kan hücrelerinde bulunan pirin adlı bir proteini kodlayan MEFV genindeki mutasyondan kaynaklanır. Mutasyona uğramış protein bağışıklık sistemini bozabilir ve iltihaplanmaya neden olabilir. Yapılan araştırmacılar, MEFV gen mutasyonlarının romatoid artrit de dahil olmak üzere diğer otoimmün hastalıklarda bir faktör olabileceğini ortaya koyar.Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı tedavi edilebilir mi?FMF hastalığı için bir tedavi yoktur ancak semptomları azaltmaya yönelik seçenekler mevcuttur. Belirli tedaviler her bireyde görülen birtakım ortak semptomlara yöneliktir. Hasta olan birçokbirey, iltihabı azaltan karmaşık bir bileşik olan kolşisin adı verilen temel ilaçla tedavi edilir. Bu ilaç hastalığın semptomlarını ve etkilerini azaltmaya yöneliktir.Hamileler kolşisin tedavisi alabilir mi?Kolşisin hamilelik ve emzirme döneminde güvenli kabul edilir. Tedaviye uyum, tedaviye yanıt eksikliğinin yaygın bir nedeni olduğundan hastalara güçlü bir şekilde iletilmelidir. Ancak hamilelere tedaviye başlanmadan önce mutlaka doktor kararı uygulanmalıdır.FMF hastalığı idrar tahlilinde belli olur mu?İdrarda yüksek miktarda protein veya az miktarda kan bulunması FMF ataklarıyla ilişkili böbrek sorunlarının bir işareti olabilir. Kesin tanı için birçok farklı testle sonuç kesinleştirilmeye çalışılır.Ailevi Akdeniz Ateşi hastası olanlar nasıl beslenmeli?FMF hastalarının iltihaplanmayı artıracak gıdalardan uzak durması gerekir. Bunların başında işlenmiş gıdalar, yoğun şekerli besinler ve trans yağlar gelir. Bu besinlerin yerine taze meyve ve sebzelerden oluşan sağlıklı bir diyet listesi yapılması önerilir. Bunların yanında tuz tüketimini sınırlamak böbrek sağlığını korumak açısından önemlidir. Omega-3 yağ asitleri bakımından zengin olan balık ve ceviz gibi besinler de anti-enflamatuar faydaları göz önünde bulundurulduğunda etkili olabilir. FMF hastalığı ilerlerse ne olur?FMF hastalığının ilerlerdiği vakalarda böbrek yetmezliği en ciddi komplikasyon ve risk olarak değerlendirilir. Bununla birlikte eklem ve damar sağlığının da olumsuz etkilenmesi söz konusu olabilir.Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı doğal yollarla tedavi edilebilir mi?Düşük yağ, düşük karbonhidrat, yüksek taze meyve ve sebze içeren bir diyet listesine sadık kalmak, FMF hastalığının genel durumunu iyileştirebilir, semptomları azaltabilir ve vücuttaki iltihaba iyi gelebilir. Bunun sonucunda daha iyi bir hasta prognozu ile birlikte daha az yoğunlukta ataklar ortaya çıkabilir. FMF hastalığı gebeliğe engel mi?Ailevi Akdeniz Ateşi hastası olan kişilerin hamile kalmasında veya hamilelikte kolşisin kullanmasında bir sakınca yoktur. Hamile kalmadan önce hastalığı geçiren kişilerin hamile kalması bir risk taşır ancak bu durum hamile kalınmasının önünde bir sorun değildir.
15,056
154
Hastalıklar
Akciğer Enfeksiyonu
Akciğer enfeksiyonu, virüs, bakteri, parazit ve mantar gibi mikroorganizmaların akciğer dokularında neden olduğu enfeksiyon hastalığıdır. En yaygın akciğer enfeksiyonu türü zatürre (pnömoni) hastalığıdır. Şiddetli ve devamlı öksürük, yeşil, sarı renkte, bazen kanlı olabilen balgam, nefes darlığı, göğüs ağrısı ve ateş akciğer enfeksiyonun neden olduğu en yaygın belirtilerdir.Akciğer enfeksiyonu, virüs, bakteri, parazit ve mantar gibi mikroorganizmaların akciğer dokularında neden olduğu enfeksiyon hastalığıdır. En yaygın akciğer enfeksiyonu türü zatürre (pnömoni) hastalığıdır. Şiddetli ve devamlı öksürük, yeşil, sarı renkte, bazen kanlı olabilen balgam, nefes darlığı, göğüs ağrısı ve ateş akciğer enfeksiyonun neden olduğu en yaygın belirtilerdir. Akciğer Enfeksiyonu Nedir?Akciğer enfeksiyonu, akciğerdeki hava keselerinin bakteri, virüs veya mantar kaynaklı iltihaplanmasıdır. İltihaplanan akciğer dokuları sıvı ya da irinle dolar. Akciğer enfeksiyonu solunan oksijenin kan dolaşımına girmesini zorlaştırır ve nefes darlığı, göğüs ağrısı ve şiddetli öksürük gibi semptomlar yaşanır. Alt ve üst yolunum yolunda yaşanan enfeksiyonlar ile ortaya çıkan akciğer enfeksiyonunun en yaygını zatürre (pnömoni) olup, akciğerlere hava taşıyan bronşiyal tüplerin enfekte olması sonucu oluşan bronşit de akciğer enfeksiyonun bir diğer yaygın türüdür.Kişinin günlük hayatını rahatsız eden birtakım belirtilerle birlikte görülen akciğer enfeksiyonu ciddi komplikasyonlara yol açarak tehlikeli bir duruma gelebilir. Bu yüzden semptomlar ciddiye alınmalı, doktora danışarak akciğer enfeksiyonunun tedavisi yaptırılmalıdır.Akciğer Enfeksiyonu Neden Olur?Akciğer enfeksiyonuna daha çok, pnömoni ve COVID gibi virüsler ve bakteriler neden olur. Mantar ve parazitlerde akciğer enfeksiyonuna neden olabilir ancak yaygın değildir. Hafif ila şiddetli semptomlara ve hastalığa neden olabilirler. Öksürük ve ateş gibi majör belirtilerin yaşanmasının yanı sıra kişinin bağışıklık sisteminin gücüne göre akciğer enfeksiyonunun şiddeti değişebilir.Akciğer enfeksiyonu türleri şöyle sıralanabilir:Zatürre (Pnömoni)Ülkemizde ölüm nedenleri arasında beşinci sırada yer alan ve halk arasında zatürre olarak bilinen pnömoni, akciğerlerdeki inflamasyon ve iltihaplanma durumu şeklinde tanımlanır. Akciğer enfeksiyonunun en yaygın nedeni olan zatürre, tıbbi olarak tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır.BronşitBronşiyal tüplerin iltihaplanması sonucu yaşanan bronşit de akciğer enfeksiyonu nedenleri arasında yer alır.BronşiyolitAkciğerlerdeki bronşiyollerin iltihaplanmasıyla birlikte oluşan bronşiyolit hastalığı da akciğer enfeksiyonu nedenleri listesindedir. Bronşiyolit en yaygın nedeni RSV olarak bilinse de diğer virüsler de bronşiyolit kaynağı olarak görülebilir ve çocuklarda daha sık meydana gelir.Grip Bulaşıcı olarak sık görülen hastalıklardan biri olan grip veya mevsimsel grip, en yaygın akciğer enfeksiyonu nedenlerinden biridir.Covid-19Koronavirüs salgınıyla birlikte solunum yolu hastalıklarının arttığı gözlenmiştir. Akciğer enfeksiyonu nedenleri arasına salgınla birlikte koronavirüs hastalığı da girmiştir.BoğmacaDaha çok bebek ve çocuklarda görülen bir hastalık olan boğmaca aşı ile önlenebilen bir sorun olmasına rağmen hala insanların yakalandığı bir hastalıktır ve akciğer enfeksiyonu nedenlerinden sayılır.TüberkülozDünyada yaygın olarak görülen hastalıklardan biri de tüberkülozdur. Tüberküloz hastalığı da akciğer enfeksiyonuna sebebiyet verebilir.Akciğer Enfeksiyonu Belirtileri Nelerdir?Akciğer enfeksiyonu belirtileri yüksek ateş, şiddetli öksürük, balgam çıkarma, göğüs ağrısı ve nefes darlığıdır. Öksürük şiddetli ve devamlı tekrar eden biçimde yaşanır, vücutta halsizlik ve kırgınlık baş gösterir, yorgunluk hissedilir. Sık ve şiddetli öksürük Yeşilimsi, sarı ve bazen kan içerebilen balgam Nefes darlığı Özellikle nefes alma veya öksürmeyle ortaya çıkan göğüs ağrısı Yorgunluk ve halsizlik Yüksek ateş Terleme ve titreme Vücutta ağrı ve kırgınlık hissi İştahsızlık ve kilo kaybı Mide bulantısı ve kusma İshal Baş ağrısıBu belirtiler dikkate alınmazsa akciğerde meydana gelen enfeksiyonların ilerleyip daha ciddi komplikasyonlara sebebiyet verme durumu söz konusudur.Akciğer enfeksiyonu bulunan kişilerde semptomlar şöyle seyredebilir:Yüksek ateş Bağışıklık sistemi akciğer enfeksiyonuyla savaşırken yüksek ateş oluşur. Bakteriye bağlı bir akciğer enfeksiyonu yaşanıyorsa ateş 40 dereceye kadar çıkabilir.Göğüs ağrısıAkciğer enfeksiyonuna bağlı olarak meydana gelen göğüs ağrıları genelde keskin veya bıçak saplanır gibi bir his verir. Bununla birlikte öksürme esnasında veya derin nefes alırken de şiddeti artabilir.Öksürük Akciğer enfeksiyonunun belirtisi olarak karşımıza çıkan öksürük, vücudunuzu solunum yolları ve ciğerlerin iltihaplanması sonucu üretilen mukustan atılmasına yardımcı olur. Enfeksiyona bağlı olarak öksürük bazen kanlı bir şekilde gerçekleşebilir. Ayrıca diğer belirtiler geçse bile öksürük birkaç hafta devam edebilir.Vücut ağrıları Miyalji olarak adlandırılan vücut ağrıları özellikle kaslarla birlikte sırt bölümünde yaşanır ve enfeksiyon sonucu meydana gelir.Nefes darlığı Akciğer enfeksiyonunun belirtileri arasında nefes darlığı da bulunur. Nefes almakta zorluk çektiğiniz durumda doktora danışmayı unutmayın.Burun akıntısı Özellikle burun akıntısı ve hapşırma gibi belirtiler bronşite bağlı akciğer enfeksiyonunun göstergesi olabilir.Hırıltı Nefes alıp verirken çıkan farklı bir ses hırıltı olarak bilinir. Bu hırıldı akciğer enfeksiyonu belirtileri arasında yer alır.TitremeAkciğer enfeksiyonuna bağlı olarak yüksek ateş sırasında kişide titreme yaşanabilir.Enerji düşüklüğü ve yorgunluk Bağışıklık sisteminin düştüğü akciğer enfeksiyonu vakalarında kişi kendini yorgun ve bitkin hisseder.Cilt ve dudaklarda mavimsi görüntü Vücuttaki oksijenin azalması sonucu cilt ve dudaklarda mavimsi bir görüntü oluşabilir.Bunlarla birlikte akciğer enfeksiyonun olası diğer belirtileri de şunlardır: İştah kaybı Mide bulantısı ve kusma İshal Eklem ağrıları Uyuşukluk Kafa karışıklığıAkciğer Enfeksiyonu Ölüm Riski Taşır mı?Akciğer enfeksiyonunun en yaygın nedeni olarak görülen pnömoni, ülkemizde görülen ölüm nedenleri sıralamasında 5. Sırada yer almaktadır. Pnömoninin neden olduğu akciğer enfeksiyonu ölüm riski de yüzde 1 ve yüzde 60 aralığında değerlendirilir. Bu durum kişiden kişiye ve enfeksiyonun altında yatan nedene bağlı olarak değişkenlik gösterebilir.Akciğer Enfeksiyonuna Ne İyi Gelir?Akciğer enfeksiyonunun öksürük ve nefes darlığı gibi yaygın görülen belirtilerinin iyileşmesi için öncelikle bol su içilmesi gerekir. Bununla birlikte dinlenmek, vitamin takviyeleri almak ve hastalık sürecinde sağlıklı beslenmek de akciğer enfeksiyonunun tedavisinde uygulanabilecek doğal yöntemler olarak sıralanır.Akciğer enfeksiyonuna iyi gelen yöntemler şu şekilde özetlenebilir: Bol bol su için Mümkün olduğunca dinlenin Bal veya zencefilli sıcak çayı tercih edin Tuzlu suyla gargara yapmayı unutmayın Bulunduğunuz ortamın havasını nemlendirmek için nemlendirici kullanın Ateş düşürücü asetaminofen veya ibuprofen alın Enfeksiyonun geçmediği durumlarda reçeteli antibiyotik kullanın Düzenli bir şekilde uyumaya çalışın Sigarayı en kısa sürede bırakınAkciğer enfeksiyonuna iyi gelen yöntemlerin denenip sonuç alınamadığı daha şiddetli enfeksiyon vakalarında doktora başvurup hastaneye yatış gerekebilir. Ayrıca nefes darlığının yoğun hissedildiği durumlarda solunum tedavisi de uygulanabilir.Akciğer Enfeksiyonu Nasıl Tedavi Edilir?Akciğer enfeksiyonları ciddiye alınması gereken bir solunum yolu hastalığıdır ve özellikle zatürre riskine karşı dikkat edilmelidir. Akciğer enfeksiyonunun ciğerlerden temizlenmesi, enfeksiyonun türüne, şiddetine ve hastanın genel sağlık durumuna bağlı olarak değişir. Genel olarak akciğer enfeksiyonunun temizlenmesi ve özetle tedavisinde eğer bakteri kaynaklı bir durum varsa antibiyotikler önerilir. Diğer tedavi seçenekleri ise şöyledir:Antibiyotik tedavisiEğer bakteriyel kaynaklı akciğer enfeksiyonları vakası söz konusuysa uygun antibiyotiklerin kullanımına öncelik verilir. Bu vakalardaki antibiyotik seçimi, enfeksiyona neden olan spesifik bakteriye ve hastanın sağlık geçmişine göre belirlenir. Örnek vermek gerekirse streptococcus pneumoniae’nin neden olduğu zatürre hastalığında doktor tarafından reçete edilecek özel antibiyotikler tercih edilebilir.Antiviral ve antifungal ilaç tedavisiViral kaynaklı akciğer enfeksiyonlarında ise antiviral ilaçlar kullanılabilir. Örneğin, influenza virüsünün neden olduğu akciğer enfeksiyonlarında bazı özel antiviral ajanlar doktor tarafından reçete edilebilir. Mantar kaynaklı enfeksiyonlarda ise antifungal ilaçlar enfeksiyonun türüne göre seçilir ve enfeksiyonların temizlenmesinde konusunda etkili olması beklenir.Destekleyici tedavi seçenekleriAkciğer enfeksiyonunda semptomların hafifletilmesi ve iyileşmenin hızlandırılması için destekleyici tedaviler de önem taşır.Ateşin düşürülmesi ve ağrının kontrolü: Eğer enfeksiyon ateş ve ağrıya yol açtıysa ateş düşürücü ve ağrı kesiciler kullanılabilir.Enfeksiyona karşı sıvı alımı: Yeterli sıvı tüketimi, bağışıklığı güçlendirir, vücudun enfeksiyonla mücadelesine destek olur ve özellikle dehidrasyonu önler.İstirahat etmek: Hastalık sürecinde yeterli dinlenme, bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı olarak hastalığın daha hızlı iyileşmesini sağlar.Oksijen tedavisiCiddi ve şiddetli seyreden akciğer enfeksiyonlarında, özellikle oksijen seviyelerinin düştüğü durumlarda, oksijen tedavisi gerekebilir. Bu tedavi hastanede monitörizasyon altında uygulanır.Solunum fizyoterapisiAkciğer enfeksiyonlarında zarar gören solunum yollarının temizlenmesi ve akciğerlerin daha etkin çalışması için solunum fizyoterapisi de önerilebilir. Bu yöntem özellikle kronik akciğer hastalığı olan kişiler için fayda sağlayabilir.AşılarBazı akciğer enfeksiyonlarının önlenmesinde aşılar da etkili olabilir. Örneğin pnömokok aşısı, streptococcus pneumoniae’nin neden olduğu enfeksiyonlara karşı koruma sağlar.Altta yatan hastalıkların yönetilmesiAkciğer enfeksiyonuna yakalanılmasının dışında aynı zamanda kronik hastalıkları olan bireylerde bu hastalıkların kontrol altında tutulması, tedavilerinin aksatılmaması ve dikkatli hareket edilmesi akciğer enfeksiyonlarının tedavisini kolaylaştırır ve buna bağlı komplikasyon riskini azaltır.Özetle akciğer enfeksiyonunun tedavi sürecinde, doktorun önerilerine uyum sağlamak ve düzenli kontroller yaptırmak enfeksiyonun etkin bir şekilde ciğerlerden temizlenmesi için önemli bir başlıktır. Ayrıca sigara içen bireylerin bu süreçte sigarayı bırakması zamanla akciğer sağlığını iyileştirir ve enfeksiyon riskini azaltır.Akciğer Enfeksiyonu Hakkında Sıkça Sorulan SorularAkciğer enfeksiyonu nasıl bir hastalıktır?Akciğer enfeksiyonu, bakteriler, virüsler veya mantarlar gibi zararlı patojenlerin neden olduğu ve genellikle bronşlar veya alveolleri etkileyen bir solunum yolu hastalığıdır. Akciğer enfeksiyonu yaygın olarak öksürük, nefes darlığı, ateş ve göğüs ağrısı gibi semptomlarla kendini gösterir. Akciğer enfeksiyonunun zatürre gibi ciddi türleri ise tedavi edilmediğinde zamanla solunum yetmezliğine yol açabilir ve özellikle bağışıklık sistemi zayıf kişilerde daha riskli bir tablo ortaya çıkarabilir.Akciğer enfeksiyonu geçer mi?Ağır semptomların görülmediği akciğer enfeksiyonu vakaları kendiliğinden iyileşme gösterirken daha ileri seyreden akciğer enfeksiyonlarında tıbbi tedavi gerekebilir.Akciğer enfeksiyonu kaç günde geçer?Hafif seyreden akciğer enfeksiyonu vakaları genellikle 3-5 gün içinde iyileşirken orta seviye ve şiddetli enfeksiyon durumları 10 günden 6 haftaya kadar sürebilir.Akciğer enfeksiyonu risk grupları nelerdir?Özellikle sigara içen kişiler, bazı meslek grupları, koah-astım-bronşit gibi kronik hastalığı olan kişilerle birlikte bağışıklık sistemi zayıf olan bireyler de akciğer enfeksiyonları risk grupları arasında yer alır. Akciğer Enfeksiyonu Nedir?Akciğer enfeksiyonu, akciğerdeki hava keselerinin bakteri, virüs veya mantar kaynaklı iltihaplanmasıdır. İltihaplanan akciğer dokuları sıvı ya da irinle dolar. Akciğer enfeksiyonu solunan oksijenin kan dolaşımına girmesini zorlaştırır ve nefes darlığı, göğüs ağrısı ve şiddetli öksürük gibi semptomlar yaşanır. Alt ve üst yolunum yolunda yaşanan enfeksiyonlar ile ortaya çıkan akciğer enfeksiyonunun en yaygını zatürre (pnömoni) olup, akciğerlere hava taşıyan bronşiyal tüplerin enfekte olması sonucu oluşan bronşit de akciğer enfeksiyonun bir diğer yaygın türüdür.Kişinin günlük hayatını rahatsız eden birtakım belirtilerle birlikte görülen akciğer enfeksiyonu ciddi komplikasyonlara yol açarak tehlikeli bir duruma gelebilir. Bu yüzden semptomlar ciddiye alınmalı, doktora danışarak akciğer enfeksiyonunun tedavisi yaptırılmalıdır.Akciğer Enfeksiyonu Neden Olur?Akciğer enfeksiyonuna daha çok, pnömoni ve COVID gibi virüsler ve bakteriler neden olur. Mantar ve parazitlerde akciğer enfeksiyonuna neden olabilir ancak yaygın değildir. Hafif ila şiddetli semptomlara ve hastalığa neden olabilirler. Öksürük ve ateş gibi majör belirtilerin yaşanmasının yanı sıra kişinin bağışıklık sisteminin gücüne göre akciğer enfeksiyonunun şiddeti değişebilir.Akciğer enfeksiyonu türleri şöyle sıralanabilir:Zatürre (Pnömoni)Ülkemizde ölüm nedenleri arasında beşinci sırada yer alan ve halk arasında zatürre olarak bilinen pnömoni, akciğerlerdeki inflamasyon ve iltihaplanma durumu şeklinde tanımlanır. Akciğer enfeksiyonunun en yaygın nedeni olan zatürre, tıbbi olarak tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır.BronşitBronşiyal tüplerin iltihaplanması sonucu yaşanan bronşit de akciğer enfeksiyonu nedenleri arasında yer alır.BronşiyolitAkciğerlerdeki bronşiyollerin iltihaplanmasıyla birlikte oluşan bronşiyolit hastalığı da akciğer enfeksiyonu nedenleri listesindedir. Bronşiyolit en yaygın nedeni RSV olarak bilinse de diğer virüsler de bronşiyolit kaynağı olarak görülebilir ve çocuklarda daha sık meydana gelir.Grip Bulaşıcı olarak sık görülen hastalıklardan biri olan grip veya mevsimsel grip, en yaygın akciğer enfeksiyonu nedenlerinden biridir.Covid-19Koronavirüs salgınıyla birlikte solunum yolu hastalıklarının arttığı gözlenmiştir. Akciğer enfeksiyonu nedenleri arasına salgınla birlikte koronavirüs hastalığı da girmiştir.BoğmacaDaha çok bebek ve çocuklarda görülen bir hastalık olan boğmaca aşı ile önlenebilen bir sorun olmasına rağmen hala insanların yakalandığı bir hastalıktır ve akciğer enfeksiyonu nedenlerinden sayılır.TüberkülozDünyada yaygın olarak görülen hastalıklardan biri de tüberkülozdur. Tüberküloz hastalığı da akciğer enfeksiyonuna sebebiyet verebilir.Akciğer Enfeksiyonu Belirtileri Nelerdir?Akciğer enfeksiyonu belirtileri yüksek ateş, şiddetli öksürük, balgam çıkarma, göğüs ağrısı ve nefes darlığıdır. Öksürük şiddetli ve devamlı tekrar eden biçimde yaşanır, vücutta halsizlik ve kırgınlık baş gösterir, yorgunluk hissedilir.Bu belirtiler dikkate alınmazsa akciğerde meydana gelen enfeksiyonların ilerleyip daha ciddi komplikasyonlara sebebiyet verme durumu söz konusudur.Akciğer enfeksiyonu bulunan kişilerde semptomlar şöyle seyredebilir:Yüksek ateş Bağışıklık sistemi akciğer enfeksiyonuyla savaşırken yüksek ateş oluşur. Bakteriye bağlı bir akciğer enfeksiyonu yaşanıyorsa ateş 40 dereceye kadar çıkabilir.Göğüs ağrısıAkciğer enfeksiyonuna bağlı olarak meydana gelen göğüs ağrıları genelde keskin veya bıçak saplanır gibi bir his verir. Bununla birlikte öksürme esnasında veya derin nefes alırken de şiddeti artabilir.Öksürük Akciğer enfeksiyonunun belirtisi olarak karşımıza çıkan öksürük, vücudunuzu solunum yolları ve ciğerlerin iltihaplanması sonucu üretilen mukustan atılmasına yardımcı olur. Enfeksiyona bağlı olarak öksürük bazen kanlı bir şekilde gerçekleşebilir. Ayrıca diğer belirtiler geçse bile öksürük birkaç hafta devam edebilir.Vücut ağrıları Miyalji olarak adlandırılan vücut ağrıları özellikle kaslarla birlikte sırt bölümünde yaşanır ve enfeksiyon sonucu meydana gelir.Nefes darlığı Akciğer enfeksiyonunun belirtileri arasında nefes darlığı da bulunur. Nefes almakta zorluk çektiğiniz durumda doktora danışmayı unutmayın.Burun akıntısı Özellikle burun akıntısı ve hapşırma gibi belirtiler bronşite bağlı akciğer enfeksiyonunun göstergesi olabilir.Hırıltı Nefes alıp verirken çıkan farklı bir ses hırıltı olarak bilinir. Bu hırıldı akciğer enfeksiyonu belirtileri arasında yer alır.TitremeAkciğer enfeksiyonuna bağlı olarak yüksek ateş sırasında kişide titreme yaşanabilir.Enerji düşüklüğü ve yorgunluk Bağışıklık sisteminin düştüğü akciğer enfeksiyonu vakalarında kişi kendini yorgun ve bitkin hisseder.Cilt ve dudaklarda mavimsi görüntü Vücuttaki oksijenin azalması sonucu cilt ve dudaklarda mavimsi bir görüntü oluşabilir.Bunlarla birlikte akciğer enfeksiyonun olası diğer belirtileri de şunlardır:Akciğer Enfeksiyonu Ölüm Riski Taşır mı?Akciğer enfeksiyonunun en yaygın nedeni olarak görülen pnömoni, ülkemizde görülen ölüm nedenleri sıralamasında 5. Sırada yer almaktadır. Pnömoninin neden olduğu akciğer enfeksiyonu ölüm riski de yüzde 1 ve yüzde 60 aralığında değerlendirilir. Bu durum kişiden kişiye ve enfeksiyonun altında yatan nedene bağlı olarak değişkenlik gösterebilir.Akciğer Enfeksiyonuna Ne İyi Gelir?Akciğer enfeksiyonunun öksürük ve nefes darlığı gibi yaygın görülen belirtilerinin iyileşmesi için öncelikle bol su içilmesi gerekir. Bununla birlikte dinlenmek, vitamin takviyeleri almak ve hastalık sürecinde sağlıklı beslenmek de akciğer enfeksiyonunun tedavisinde uygulanabilecek doğal yöntemler olarak sıralanır.Akciğer enfeksiyonuna iyi gelen yöntemler şu şekilde özetlenebilir:Akciğer enfeksiyonuna iyi gelen yöntemlerin denenip sonuç alınamadığı daha şiddetli enfeksiyon vakalarında doktora başvurup hastaneye yatış gerekebilir. Ayrıca nefes darlığının yoğun hissedildiği durumlarda solunum tedavisi de uygulanabilir.Akciğer Enfeksiyonu Nasıl Tedavi Edilir?Akciğer enfeksiyonları ciddiye alınması gereken bir solunum yolu hastalığıdır ve özellikle zatürre riskine karşı dikkat edilmelidir. Akciğer enfeksiyonunun ciğerlerden temizlenmesi, enfeksiyonun türüne, şiddetine ve hastanın genel sağlık durumuna bağlı olarak değişir. Genel olarak akciğer enfeksiyonunun temizlenmesi ve özetle tedavisinde eğer bakteri kaynaklı bir durum varsa antibiyotikler önerilir. Diğer tedavi seçenekleri ise şöyledir:Antibiyotik tedavisiEğer bakteriyel kaynaklı akciğer enfeksiyonları vakası söz konusuysa uygun antibiyotiklerin kullanımına öncelik verilir. Bu vakalardaki antibiyotik seçimi, enfeksiyona neden olan spesifik bakteriye ve hastanın sağlık geçmişine göre belirlenir. Örnek vermek gerekirse streptococcus pneumoniae’nin neden olduğu zatürre hastalığında doktor tarafından reçete edilecek özel antibiyotikler tercih edilebilir.Antiviral ve antifungal ilaç tedavisiViral kaynaklı akciğer enfeksiyonlarında ise antiviral ilaçlar kullanılabilir. Örneğin, influenza virüsünün neden olduğu akciğer enfeksiyonlarında bazı özel antiviral ajanlar doktor tarafından reçete edilebilir. Mantar kaynaklı enfeksiyonlarda ise antifungal ilaçlar enfeksiyonun türüne göre seçilir ve enfeksiyonların temizlenmesinde konusunda etkili olması beklenir.Destekleyici tedavi seçenekleriAkciğer enfeksiyonunda semptomların hafifletilmesi ve iyileşmenin hızlandırılması için destekleyici tedaviler de önem taşır.Ateşin düşürülmesi ve ağrının kontrolü: Eğer enfeksiyon ateş ve ağrıya yol açtıysa ateş düşürücü ve ağrı kesiciler kullanılabilir.Enfeksiyona karşı sıvı alımı: Yeterli sıvı tüketimi, bağışıklığı güçlendirir, vücudun enfeksiyonla mücadelesine destek olur ve özellikle dehidrasyonu önler.İstirahat etmek: Hastalık sürecinde yeterli dinlenme, bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı olarak hastalığın daha hızlı iyileşmesini sağlar.Oksijen tedavisiCiddi ve şiddetli seyreden akciğer enfeksiyonlarında, özellikle oksijen seviyelerinin düştüğü durumlarda, oksijen tedavisi gerekebilir. Bu tedavi hastanede monitörizasyon altında uygulanır.Solunum fizyoterapisiAkciğer enfeksiyonlarında zarar gören solunum yollarının temizlenmesi ve akciğerlerin daha etkin çalışması için solunum fizyoterapisi de önerilebilir. Bu yöntem özellikle kronik akciğer hastalığı olan kişiler için fayda sağlayabilir.AşılarBazı akciğer enfeksiyonlarının önlenmesinde aşılar da etkili olabilir. Örneğin pnömokok aşısı, streptococcus pneumoniae’nin neden olduğu enfeksiyonlara karşı koruma sağlar.Altta yatan hastalıkların yönetilmesiAkciğer enfeksiyonuna yakalanılmasının dışında aynı zamanda kronik hastalıkları olan bireylerde bu hastalıkların kontrol altında tutulması, tedavilerinin aksatılmaması ve dikkatli hareket edilmesi akciğer enfeksiyonlarının tedavisini kolaylaştırır ve buna bağlı komplikasyon riskini azaltır.Özetle akciğer enfeksiyonunun tedavi sürecinde, doktorun önerilerine uyum sağlamak ve düzenli kontroller yaptırmak enfeksiyonun etkin bir şekilde ciğerlerden temizlenmesi için önemli bir başlıktır. Ayrıca sigara içen bireylerin bu süreçte sigarayı bırakması zamanla akciğer sağlığını iyileştirir ve enfeksiyon riskini azaltır.Akciğer Enfeksiyonu Hakkında Sıkça Sorulan SorularAkciğer enfeksiyonu nasıl bir hastalıktır?Akciğer enfeksiyonu, bakteriler, virüsler veya mantarlar gibi zararlı patojenlerin neden olduğu ve genellikle bronşlar veya alveolleri etkileyen bir solunum yolu hastalığıdır. Akciğer enfeksiyonu yaygın olarak öksürük, nefes darlığı, ateş ve göğüs ağrısı gibi semptomlarla kendini gösterir. Akciğer enfeksiyonunun zatürre gibi ciddi türleri ise tedavi edilmediğinde zamanla solunum yetmezliğine yol açabilir ve özellikle bağışıklık sistemi zayıf kişilerde daha riskli bir tablo ortaya çıkarabilir.Akciğer enfeksiyonu geçer mi?Ağır semptomların görülmediği akciğer enfeksiyonu vakaları kendiliğinden iyileşme gösterirken daha ileri seyreden akciğer enfeksiyonlarında tıbbi tedavi gerekebilir.Akciğer enfeksiyonu kaç günde geçer?Hafif seyreden akciğer enfeksiyonu vakaları genellikle 3-5 gün içinde iyileşirken orta seviye ve şiddetli enfeksiyon durumları 10 günden 6 haftaya kadar sürebilir.Akciğer enfeksiyonu risk grupları nelerdir?Özellikle sigara içen kişiler, bazı meslek grupları, koah-astım-bronşit gibi kronik hastalığı olan kişilerle birlikte bağışıklık sistemi zayıf olan bireyler de akciğer enfeksiyonları risk grupları arasında yer alır.
8,565
155
Hastalıklar
Akciğer Kanseri
Akciğer kanseri, akciğerlerdeki zararlı hücrelerin kontrolsüz bir şekilde büyüyüp mutasyona uğraması sonucu meydana gelen kanser türüdür. Akciğer kanseri, özellikle nefes darlığı, geçmeyen öksürük, kanlı balgam, hırıltı, ani kilo kaybı ve vücutta ağrı gibi belirtilerle kendini belli edebilir. Akciğer kanseri, akciğerlerdeki zararlı hücrelerin kontrolsüz bir şekilde büyüyüp mutasyona uğraması sonucu meydana gelen kanser türüdür. Akciğer kanseri, özellikle nefes darlığı, geçmeyen öksürük, kanlı balgam, hırıltı, ani kilo kaybı ve vücutta ağrı gibi belirtilerle kendini belli edebilir.  Akciğer Kanseri Nedir?Akciğer kanseri, genellikle hava geçişlerini kaplayan akciğer hücrelerinin anormal bir şekilde büyümesi ve mutasyona uğraması sonucunda meydana gelen ölümcül bir kanser türüdür. En önemli görevi vücuda oksijen alınması ve yaşamsal faaliyetler sırasında oluşan karbondioksitin vücuttan atılmasını sağlamak olan akciğerlerdeki doku ve hücrelerin kontrolsüz şekilde çoğalması sonucu akciğer kanseri oluşur.Akciğer kanserinde en az üç haftadır devam inatçı öksürük, nefes darlığı , kilo kaybı, yorgunluk, nefes alırken veya öksürürken ağrı veya sızı, kilo kaybı, ses kısıklığı, tekrar eden zatürre veya bronşit, omuz ağrısı, yüzde veya boyunda şişlik, yutma güçlüğü, boyun veya köprücük kemiği yumru oluşması akciğer kanserinin belirtileridir. elirtilerdir. Akciğer Kanseri Türleri Nelerdir?Akciğerde kontrolsüz bir şekilde çoğalan bu kitleler bulunduğu ortamda büyür ve etrafındaki dokulara yayılıp hasar verebilir. Akciğer kanseri küçük hücreli (yulaf hücreli) akciğer kanseri ve küçük hücreli olmayan akciğer kanseri olmak üzere ikiye ayrılır.Küçük hücreli olmayan akciğer kanseri: Küçük hücreli olmayan akciğer kanserinin birçok tipi bulunmaktadır. Her bir tipin kanser hücrelerinin türü farklıdır. Her kanser hücresi değişik şekilde büyür ve farklı yollardan yayılır. Küçük hücreli olmayan akciğer kanserinin tipleri mikroskopla incelendiğinde kanser dokusundaki hücrelerin türüne ve hücrelerin görüntüsüne göre belirlenir. Küçük hücreli akciğer kanserleri, tüm akciğer kanserlerinin kabaca %15’ini içerir. Genellikle, sigara içen hastalarda görülür. Diğer akciğer kanseri türlerine göre lenfatik sistem ve kan yoluyla vücuda yayılımı daha hızlıdır.Skuamoz hücreli karnisom: Balıksırtı gibi ince ve düzleşmiş görünen skuamoz hücrelerden kaynaklanır. Epidermoid karsinom da denir.Adenokarsinom: Bez (salgısal) özellik gösteren hücrelerden kaynaklanır.Büyük hücreli karsinom: Mikroskopta bakıldığında, büyük ve anormal hücrelerin görüldüğü kanserdir.Adenoskuamoz karsinom: Mikroskopta düzleşmiş görünen hücrelerden başlayan ve aynı zamanda bez özellikleri gösteren kanserdir.Pleomorfik, sarkomatoid, veya sarkomatöz karsinom: Mikroskopta kanser hücrelerinin değişik tipleri ile giden bir grup kanserdir.Karsinoid tümör: Yavaş büyüyen, nöroendokrin (sinirsel uyarı sonucu hormon salgılayan hücrelerden başlayan) kanserdir.Akciğer Kanseri Neden Olur?Akciğer kanseri ve buna bağlı ölümlerin en temel nedeni sigara tüketimidir. Ancak sigara tüketiminin dışında sigara içmeyenlerde de akciğer kanserine rastlanabilir. Tüm akciğer kanserleri vakalarına bakıldığında %15’lik dilimi hiç sigara içmemiş kişiler oluşturmaktadır.Sigara içilen ortamlarda bulunmak da akciğer kanseri gelişim riskini artırmaktadır. Sigaradan uzak durarak 10 yıl içinde akciğer kanseri riski yüzde 50 azaltılabilir. Sigara, pipo, puro ve nargile gibi ürünler, kanser nedeni olarak ispatlanmış en önemli risk faktörleridir. Sigaranın dışında; genetik geçiş, asbest, radon gazı, hava kirliliği de akciğer kanseri nedenlerindendir. Verem gibi bazı akciğer hastalıkları, akciğerlere radyoterapi uygulanması da kanser riskini artırır. İçme sularında yüksek düzeyde arsenik maddesi olması da önemli bir nedendir. Kadınların da giderek daha fazla sigara tüketmesi ile son yıllarda akciğer kanserinde artış görülmektedir.Akciğer kanserine yol açan faktörler şöyle açıklanabilir: Sigara, puro, nargile ve pipo gibi ürünlerin tüketimi Sigara dumanına maruz kalmak  Hava kirliliği, radon, asbest ve radon gazı gibi zararları maddeleri solumak Genetik faktör Daha önce radyasyon tedavisi görmek Kronik akciğer hastalıkları İçme sularındaki yüksek düzeyde arsenik maddesiAkciğer Kanseri Belirtileri Nelerdir?Akciğer kanserinin bazı yaygın belirtileri, kronik hale gelen, geçmeyen ve şiddetlenen öksürük, nefes darlığı ve hırıltılı nefes alıp verme, genel halsizlik hissi, kilo kaybı, yutma güçlüğü, ses kısıklığı ve ödeme bağlı el, kol veya yüzde şişliktir.Akciğer kanserinin belirtileri şunlardır: Kötüleşen ve geçmeyen öksürük Kan veya pas renginde balgam Nefes alma, öksürme veya gülme ile artan göğüs ağrısı Nefes darlığı ve nefes alırken hırıltı Açıklanamayan kilo kaybı Yorgun ve güçsüz hissetme İştah kaybı Göğüs, sırt ve omuz ağrısı Yutma güçlüğü Ses kısıklığı Tekrar eden akciğer enfeksiyonları (zatürre ve bronşit gibi) Yüzde ve boyunde şişlik (ödem) Parmaklarda ani şekil bozukluğu Baş ağrısı ve baş dönmesiAkciğer kanserinin semptomları şunları içerir:Kronikleşen ve zamanla kötüleşen öksürükAkciğerdeki hücrelerde kansere neden olan tümörler solunum yollarını daraltarak mukusun vücuttan kolayca dışarı atılmasını engeller. Bu da akciğer kanserinin en belirgin semptomlarından biri olan şiddetli, inatçı ve geçmeyen öksürüğe neden olur.Kanlı olabilen balgamAkciğer kanserinin ilk evresinde de görülebilen kanlı balgam, akciğer kanseri vakalarında görülen semptomlar arasındadır.Nefes darlığıAkciğerdeki tümörlü hücreler, solunum yollarını tıkayıp akciğerlere baskı yapar ve solunum sisteminde iltihaba neden olarak rahat nefes alınmasını zorlaştırır. Buna bağlı olarak akciğer kanseri olan kişilerde nefes darlığı belirtisi görülür.Göğüs ağrısıAkciğer kanserinin karakteristik belirtilerine örnek olarak göğüs ağrısı da gösterilebilir. Sinirlere baskı yapan tümörler bu göğüs ağrısının kaynağıdır. Hırıltılı nefes almaAkciğer kanserinde nefes alındığı sırada göğüste hırıltı sesi duyulabilir. Bu hırıltı en yaygın akciğer kanseri belirtileridir ve solunum yollarının tıkanması ve iltihaplanması kaynaklı meydana gelir.Ses kısıklığı veya seste değişiklikSes kısıklığı da akciğer kanserinde görülen ve bilinen belirtilerdendir. Akciğer kanseride ortaya çıkan ses kısıklığı, kanserin göğüste laringeal sinir adı verilen sinire baskı yapmasından kaynaklanır. Eğer laringeal sinir ezilip zarar görürse boğazdaki ses tellerinden biri felce uğrayarak ses kısıklığına yol açabilir.Yorgun ve bitkin hissetmeVücuttaki kırmızı kan hücresi sayısının düşüklüğü yani anemi kaynaklı olarak kişide yorgunluk, halsizlik ve enerji eksikliği yaşanması kanserin en tipik bulgularındandır.İştah ve kilo kaybıKanser hücreleri vücuttaki sağlıklı hücrelere göre daha fazla enerjiye ihtiyaç duyar ve bu da vücudun normalden daha fazla kalori yakmasına neden olarak kişinin kilo vermesini tetikler. İştahın azalması ve kilo kaybı belirtisi bu faktöre bağlı şekilde meydana gelir.Akciğer Kanseri Evreleri Nelerdir?Akciğer kanseri evreleri 4’e ayrılır. Eğer kanser akciğer içindeyse evre 1, en yakın lenf bezlerine yayılmışsa evre 2, her iki akciğer arasındaki boşluğa ve akciğer zarına yayılmışsa evre 3 ve kemik, karaciğer, böbrek üstü bezleri gibi organlara yayıldıysa da evre 4 olarak tanımlanır. Akciğer kanseri evrelerinintedavi planları da birbirinden farklıdır. Akciğer kanseri 1. evrede tespit edildiyse tedavide başarı oranı daha yüksektir.  Akciğer dokusundaki tümörlü hücreler ameliyatla temizlenir ve doktorun kararına göre koruyucu tedavi planlanır. Hastalık ileri evredeyse; kemoterapi ve radyoterapi tedavilerinde, hücre tipine göre hangi ilaçların kullanılacağı ve ne kadar süre devam edileceği de doktor tarafından belirlenir.Küçük hücreli olmayan akciğer kanserinde evrelemeAkciğer kanserinin tedavi yönteminin belirlenmesi için kanserin evresinin tespit edilmesi gerekir. Tümöre ve yayılım durumuna göre evre belirlenir. Evre 1: Kanser, 5 cm veya daha küçük boyutta olup lenf düğümlerine yayılmamıştır ve kontrol edilebilir durumdadır. Evre 2: Kanser, lenf bezlerine yayılmamış ancak 5 cm’den büyük veya göğüs kafesine veya diyaframa (göğüs boşluğu ile karın boşluğunu ayıran zar yapı) yakındır. Kanser, 7 cm veya daha küçük, lenf düğümlerine veya bronşların yakınlarına yayılmışsa da ikinci evre olarak kabul edilir. Evre 3A: Kanser, akciğerlerin arasındaki lenf düğümlerine yayılmış veya soluk borusunun ikiye ayrılan bölümüne yakındır. Bu yayılma oldukça sık görülmektedir. Bunun yanında, akciğerlerdeki lenf düğümleri veya bronşlara yakın ya da lenf düğümlerine yayılmadan kalp, nefes borusu, diğer akciğer lobu gibi organlara yayıldığı da gözlemlenmiştir. Evre 3B: Kanserin, göğsün diğer tarafındaki lenf düğümlerinde veya köprücük kemiğinin üstünde veya daha geniş (kalp, nefes borusu gibi) ve göğsün ortasındaki lenf düğümlerinde veya soluk borusunun ikiye ayrıldığı bölgeye yakın görülmektedir. Evre 4: Kanser, her iki akciğerde, akciğeri ve kalbi çevreleyen sıvıda veya karaciğer, beyin, kemik gibi vücudun diğer bölümlerine sıçrayıp metastaz yapmıştır. Evre 4 akciğer kanserinin en tehlikeli evresidir. Akciğer kanserinin 4. evresi kanserin metastaz yaptığı, tehlikeli ve ölümcül hale geldiği evresidir. Bu evrede kanserin ilerlemesine bağlı olarak öksürük ve nefes darlığının arttığı, kişinin iyice zayıfladığı, yorgunluktan hareket edemeyecek duruma geldiği ve çoklu organ yetmezliği yaşadığı görülür.Tedavinin seçimi hastalığın yaygınlığı ile ilgilidir. 1. ve 2. evrede cerrahi müdahale en yaygın tedavi şeklidir. 3. evrede ise tedavi seçimi  3A ve 3B evresine göre değişir. 3A evresi son derece kapsamlı değerlendirilmesi gereken bir evredir. Bu evrede PET-BT sonucu göz önüne alınarak mediastinoskopi veya bronkoskopi ile göğüs boşluğunda yer alan lenf bezlerinde örnekleme yapılır. Bu örnekleme sonucuna göre tedavi konusunda karar verilir. 3B evresinde olan hastalara radyoterapi tek başına veya kemoterapi ile eş zamanlı olarak önerilebilir. 4. evrede ise radyoterapi veya kemoterapi de hastalığın süresini yavaşlatma ve semptomları kontrol etmede kullanılabilir.Son yıllarda yaşanan en önemli gelişme, uygun hastalarda akıllı moleküllerin (hedefe yönelik ilaçlar) kullanımıdır. Bu ilaçların kullanımının uygunluğu hastanın tümörüne yönelik detaylı patolojik inceleme ile kararlaştırılır. Günümüzde, ileri evre küçük hücreli olmayan akciğer kanserinde bireye özgü tedavi denilen yöntemlerin her hasta için uygun olup olmayacağının test edilmesi ve hasta için bu şansın gerektiğinde kullanılması son derece önemlidir.Küçük hücreli akciğer kanserinde evrelemeKüçük hücreli akciğer kanserinde kesin tedavinin belirlenmesi için hastalığın evresi tespit edilir. Bu evreleme; akciğere sınırlı ve akciğer dışına da taşmış yaygın hastalık olmak üzere iki başlık altında değerlendirilir. Sınırlı ve yaygın küçük hücreli akciğer kanserlerinin tedavi yöntemleri farklıdır. Hastalığın evresi belli bazı testler sonucu belirlenerek tedavi yönteminde karar kılınır. Eğer kanser akciğerin tek yanında görülmüşse, sınırlı evre, her iki akciğerde gözükmüşse veya diğer organlara yayılmış ise ileri (yaygın) evre tanısı konulur. Hastalığın tekrarlaması mümkündür. Kemoterapi içeren tedavi de akciğerdeki tümörler veya vücudun diğer bölümlerindeki tümörler hedeflenerek uygulama yapılır. Bazı hastalara beyine yönelik radyoterapi orada kanser olmasa da koruyucu amaçla uygulanabilir. Bu tedaviye koruyucu “beyin ışınlaması” denir. Bu, beyinde gözle görülemeyen hücreleri yok etmek ve tümör oluşmasını engellemek için verilir. Cerrahi tedavi küçük hücreli akciğer kanserinde tercih edilen bir yöntem değildir.Akciğer Kanseri Tanısı Nasıl Konulur?Akciğer kanseri tanısı için öncelikle röntgende belirlenen bir kitleye ulaşmak gerekir. Kişinin geçirdiği hastalıklar, tütün kullanma ( sigara, pipo, puro vs.) durumu, çevresel veya mesleki olarak maruz kaldığı maddeler ve diğer aile fertlerinde kanser olup olmadığı sorgulanır. Eğer akciğer kanserinden şüpheleniliyorsa balgam tetkiki (balgam sitolojisi; akciğerlerdeki mukozadan derin öksürükle çıkan materyalin mikroskopta incelenmesi) da doktor tarafından istenebilir.Bu tetkik, akciğer kanserini tespit etmek için basit ve yararlı bir testtir. Doktorun kanserden emin olmak için akciğer dokusunu incelemesi gerekebilir. Bu inceleme, kanserin türünü (küçük hücreli olmayan veya küçük hücreli) ve yayılma durumu (metastaz) veya kanser evresini belirlemek içindir. Daha sonra bilgisayarlı tomografi çekilerek kitleye nasıl ulaşılacağı belirlenir. İnce iğne biyopsisi ya da bronkoskopiden kitleye en uygun ulaşma yoluna karar verilir. Biyopsinin incelenmesi sonucu da akciğer kanserinin tanısı konulur. Eğer hastalık başka organlara da sıçramışsa, o organlardan da parça alınarak tanıya gidilebilir. Tanı konulduktan sonra sıra, akciğer kanseri evrelerine gelir.Akciğer kanseri kanser tarama programları içinde değerlendirilemeyen bir tür olduğundan erken dönemde yani akciğer içinden lenflere veya başka organlara yayılmadan önce ender olarak başlangıç evresinde tespit edilebilir. Erken dönemde hastalığın yakalanma ihtimali % 15 civarındadır. Lenf düğümlerine sıçramamış vakalarda 5 yıllık sağ kalım oranı %50’dir. Ancak genellikle bu hasta gruplarında kanser teşhisi konulduğunda hastalık akciğer dışında yakın organlara da yayılmış durumda olduğu için bu oran % 15’in altına inmektedir. Akciğer kanserinde erken tanı, rutin yapılan testlerde ya da bir başka sağlık sorunu için yapılan tetkiklerde ortaya çıkmaktadır.Akciğer Kanserinde Görüntüleme Yöntemleri Nelerdir?Akciğer kanserinde faydalanılan başlıca görüntüleme yöntemleri akciğer grafisi, BT, MRI ve PET'tir. Bunların dışında kemik sinigrasifi de yapılabilir.Akciğer grafisi: Hastaların ayrıntılı öyküsü ve fizik muayenesinin ardından tanı için ilk adım olarak iki yönlü akciğer grafisi çekilir. Bazı vakalarda bu görüntüleme yöntemi ile tümör nedeniyle akciğerlerde meydana gelen harabiyet bu film ile tespit edilebilir. Ancak akciğer grafisi her zaman net bir yanıt vermediği için filmde görülecek herhangi küçük bir değişiklik akciğer tomografisi ile saptanmalıdır.Bilgisayarlı tomografi (BT): Tümörün boyutları, şekli ve bulunduğu yer hakkında bilgi vermektedir. Yayılmış akciğer kanseri nedeniyle büyümüş olan lenf düğümlerini gösterir. Erken evre akciğer kanserinin tanısı ile karaciğer, böbrek üstü bezleri, beyin ve akciğer kanserinin yayılabileceği diğer iç organlarının da durumunu gösterir.Manyetik Rezonans görüntüleme (MRI): Manyetik ve radyo dalgaları ile birlikte bilgisayar aracığı ile akciğeri kesitlere ayırarak görüntülenmesini sağlar. MRI incelemesinde x ışınları kullanılmadığı için radyasyon tehlikesi de bulunmamaktadır.Pozitron Emisyon Tomografi (PET): İşlem, kanserli dokularda toplanan şeker molekülüne bağlanmış düşük doz radyoaktif bir madde kullanılarak yapılır. Kanser tanısından çok kanser tanısı almış olan hastalarda tümörün yayılım gösterip göstermediğinin belirlenmesinde, akciğer kanserinin evrelenerek tedavisinin planlanmasında uygulanmaktadır.Kemik Sintigrafisi: Damar yolu ile hastaya verilen radyoaktif madde sayesinde kanser hücrelerinin kemiklere herhangi bir yayıyım gösterip göstermediği belirlenir. Özellikle küçük hücreli akciğer kanserinde rutin olarak küçük hücreli olmayan akciğer kanserlerinde de kemik metastazı şüphesi bulunan durumlarda uygulanan bir yöntemdir.  Akciğer kanserinde biyopsi yöntemleriAkciğer kanseri bölgesel olarak akciğerlerde ilerleyebilir veya lenf bezleri, kemik ve beyin dahil vücudun başka diğer bölgelerine yayılma (metastaz) göstermiş olabilir. Bu sebeple, akciğer kanseri ve türünü belirlemek için akciğerden doku örneği alınır. Biyopsi ile alınan doku örneği mikroskop altında incelenir. Akciğerde görülen ve kanser olduğuna inanılan dokudan biyopsi almak tümörün yayılmasına ve hastalığın kötüleşmesine neden olmaz.Bu doku parçasını almak için kullanılan yöntemler şunlardır: Akciğer Kanserinde Bronkoskopi: Bronşlara ve soluk borusuna ağızdan sokulan ince ışıklı bir tüp yoluyla hava yolları incelenir ve küçük doku örnekleri alınır. Akciğer Kanserinde İğne Aspirasyonu Uygulaması: Akciğerdeki kitleye yönelik göğüs duvarından iğne ile girilerek kanserli dokudan örnek alınır. Bu örnek mikroskop altında incelenir. Akciğer Kanserinde Torasentez Uygulaması: Kanser hücrelerini tespit etmek için akciğerleri çevreleyen sıvıdan iğneyle örnek alınır. Akciğer Kanserinde Torakotomi Uygulaması: Akciğer kanseri tanısı konması için kullanılan bu yöntem cerrahi bir müdahale ile göğüs kafesinin açılmasıdır. Diğer tüm yöntemler uygun değil ise veya tüm yöntemler ile başarı elde edilemez ise uygulanır. Akciğer Kanserinde Balgam Sitolojisi Uygulaması: Akciğerlerdeki mukozadan derin öksürükle çıkan materyalin mikroskopta incelenmesi yöntemidir. Kanser hücrelerinin belirlenmesi için hastadan alınan balgam örneği mikroskop altında incelenir.Yapılan tetkikler sonucu hastada akciğer kanseri teşhisi konulduğunda, kanserin evresini ve yayılma durumunu belirlemek ve en iyi tedavi yöntemini tespit edebilmek için hastadan alınan örnekler, bir dizi teste daha tabi tutulur. Kanserin evresine ve bu testlerin sonuçlarına göre akciğer kanserinin tedavi şekli kişiye özel hale getirilir.Akciğer Kanseri Tedavisi Nasıl Yapılır?Akciğer kanseri tedavisi diğer tüm kanserlerde olduğu gibi hastalığın genel sağlık durumu, hastalığın evresi ve kanserin tipi gibi pek çok faktöre bağlı olarak değişir. Birçok evrede farklı tedavi kombinasyonları ve kişiye özel tedaviler uygulanır. Bu nedenle akciğer kanseri tedavisinde tam donanımlı bir hastane ve uzman doktor seçimi oldukça önemlidir.Akciğer kanseri ameliyatı sonrasında gözle görülmese de geride kalmış olması muhtemel olan az sayıda kanser hücresi adjuvan tedavi yöntemi ile yok edilir. Bu tedavi yöntemi de hastanın tanı raporuna, yaşına ve genel sağlık durumuna göre planlanır.  Akciğer kanseri ameliyatı sonrası hastalar adjuvan tedavi olarak sadece kemoterapi veya sadece radyoterapi ya da hem kemoterapi hem radyoterapi tedavisi alabilir. Kimi zaman ise erken evre hastalarında ameliyat sonrası adjuvan tedavi gerekmeyebilir.Akciğer kanserinde cerrahi tedavisiAkciğer kanseri ameliyatı akciğer kanseri tedavi yöntemlerinden biridir. Cerrahi müdahalenin tipi, kanserin akciğerdeki yerleşimine bağlıdır. Akciğerdeki küçük bir parçayı almak için yapılan bir operasyondur. Eğer cerrahi olarak tüm lob alınırsa (lobektomi), sağ veya sol akciğerin biri alınırsa (pnomonektomi) olarak adlandırılır. Bazı tümörler yerleşimi, büyüklüğü ve hastanın genel sağlık durumu nedeniyle ameliyat edilemez.Akciğer kanserinde kemoterapi tedavisiAkciğer kanserinde kemoterapi tedavisi kanser hücrelerinin ilaçla yok edilmesidir. Kemoterapi genellikle 2 ilaçtan oluşur. Kemoterapi sadece bu konuda özel eğitim almış hemşireler tarafından verilebilir. Kemoterapinin verilme sayısı ‘’kür’’ şeklinde ifade edilir ve genellikle 21-28 günde bir tekrarlanır. Akciğer kanserinde kemoterapi genellikle damardan sıvı şeklinde veya ağızdan hap olarak tam donanımlı ayakta tedavi merkezlerinde uygulanır. Bazı durumlarda, hastanın durumundaki olumsuzluk ya da verilen ilaçların niteliğine göre kemoterapi yatarak da verilir. Her kemoterapi kürü sonrası hastalar, tıbbi onkoloji polikliniğinde kontrol edilir. Bu kontrollerde hastalar muayene edilir, şikayetleri dinlenir, ilaçların yan etkileri sorgulanır ve vücuttaki diğer organlara bir zarar verip vermediğini araştırmak için bazı kan tetkikleri istenir. Her kür öncesi kan sayımının yapılması ve bu sayımın kemoterapiyi veren yetkili hemşirelere gösterilmesi gerekir.Bir hastanın ameliyat sonrası kemoterapi alıp almayacağını, eğer alacaksa kaç kür alacağını patoloji raporundaki tümöre ait özellikler belirler. Ancak, bu kararların verilmesinde hastanın yaşı ve genel durumu da önemli rol oynar. Bir gün içinde 12 saatten fazla zamanını yatarak geçirecek kadar genel durumu kötü olan hastalara kemoterapi verilmesi, yan etkilere tahammül edemeyeceklerinden uygun değildir. Kemoterapi yapılması planlanan hastalar, ameliyat olmuşlarsa, ameliyattan sonraki 3 hafta içinde kemoterapinin başlanması tercih edilir. İlk kemoterapi alan hastalar kemoterapiden yaklaşık bir hafta kadar sonra tıbbi onkoloji polikliniğinde kan ve genel durum kontrolünden geçmelidir. Bu kontrolde hastaların genel durumları, tedaviyi tolere ediş biçimleri ve kan tahlilleri incelenir, varsa şikayetleri dinlenir. Sonraki kür uygulamalarında da, her tedavi öncesi hastanın kan kontrolleri ve genel durumları incelenir. Kemoterapinin yan etkileri değerlendirilerek gerekirse ilacın dozunda yeniden ayarlama yapılır.Akıllı ilaçlar ve akıllı molekül tedavisiSon yıllarda küçük hücreli olmayan akciğer kanserlerinin, yassı hücreli olmayanlarına yönelik yapılan kapsamlı patolojik inceleme sonrasında, uygun hastalara verilen ağızdan hap şeklinde ilaçlar ile yapılan tedavi şeklidir. Küçük hücreli ve yassı hücreli akciğer kanserlerine yönelik akıllı hap tedavisi uygun değildir. Tüm dünyada tedavi kılavuzlarında ileri evre hastalarda eğer patoloji raporları uygun ise, küçük ve yassı hücreli olmayan akciğer kanserlerinin ilk basamak tedavisi olarak akıllı tedaviler kullanılır. Bu hastalarda yapılan ileri patolojik incelemeler EGFR mutasyon testi ve ALK füzyon testi olarak adlandırılır. Bu testlerin sigara içmeyen bireylerde olumlu (pozitif) saptanma oranları daha yüksektir. Ancak sigara içen bireylerde bile her iki testten birinin pozitif çıkma oranı yaklaşık %20 civarındadır. Bu da her beş hastadan birinin bu tedavilerden yarar görme ihtimalidir ki asla göz ardı edilmemesi gerekir.Akciğer kanserinde radyoterapi tedavisiRadyoterapi yani ışın tedavileri, kanser hücresini öldürmek için yüksek enerjili ışınlar kullanılmasıdır. Sınırlı bir alana uygulanır ve bu alandaki kanser hücrelerini etkiler. Radyoterapi bir tümörü küçültmeye yönelik olarak cerrahiden önce veya kanser hücresini yok etmek için yapılan bir müdahaleden sonra uygulanabilir. Doktorlar radyoterapiyi genellikle kemoterapi ile birlikte cerrahi yapılamayan kanseri bölgesel olarak ilerlemiş ancak uzak bölgeye yayılmamış (metastaz) hastalarda birinci alternatif olarak kullanır. İlerlemiş evrede olan hastalarda ise radyoterapi nefes darlığı veya ağrı gibi belirtilerin giderilmesi için de kullanılabilir.Akciğer kanserinde aşı tedavisiAkciğer kanserinin tedavisinde özellikle son yıllarda ciddi gelişmelerden söz edilebilir. Daha çok dördüncü evre akciğer kanseri hastalarını ilgilendiren bu gelişmelerin en önemlilerinden biri immünoterapi, bir diğer adıyla akciğer kanser aşısıdır. İmmünoterapi hastanın, kendi bağışıklık sistemini kullanarak kanser hücrelerine savaş açmasını anlamına geliyor. Bu nedenle de diğer kemoterapi ilaçlarına göre yan etkileri daha az. Birkaç yıl öncesine kadar dördüncü evre akciğer kanserli hastalar için diğer kemoterapi ilaçları deneniyor ve başarılı sonuçlar alınamadığında ise akciğer kanseri aşısı kullanılıyordu. Günümüzde, Amerika’da ve Avrupa’da dördüncü evre akciğer kanseri hastaları, ilk andan itibaren bu kanser aşısı ile tedavi edilebiliyor.Akciğer kanseri aşısını kullanabilmek için öncelikle hastadan bazı tetkikler istenmektedir. Akciğer kanserinin tipine göre bu aşıya aday olup olmadığı saptanır. Eğer aşıya adaysa, tanı konulduğu ilk andan itibaren akciğer kanseri aşısı tedavisine başlanabilir. Aşının, bulantı ve kusma gibi tipik yan etkileri olmasa da bağırsaklarda ve tiroit bezinde geçici olarak inflamasyona yol açabilme özellikleri bulunmaktadır. Akciğer kanseri aşısı şu anda yalnızca dördüncü evre hasta gruplarında kullandığı için yaşam süresini etkileyen özelliği bulunmaktadır. Evre 4 ‘te tüm tedaviler hastanın yaşam süresini uzatmaya yönelik olarak uygulanmaktadır.Akciğer Kanserinden Korunma Yolları Nelerdir?Akciğer kanseri oluşumu tek bir sebebe bağlanamaz. Yapılan araştırmalar sonucu akciğer kanserinin birçok nedeni bulunmuştur. Çeşitli faktörler akciğer kanseri oluşumunda rol oynayabilir. Bunların büyük bir bölümü tütün kullanımıyla ilişkilidir. Akciğer kanserinden korunmak ve riski düşürmek için yapılması gerekenler şu şekildedir: Sigara ve tütün ürünlerini bırakın Sigara dumanının olduğu ortamda bulunmamaya çalışın Kimyasal madde solunmasına karşı önlem alın Sağlıklı beslenin ve düzenli egzersiz yapınSigara ve akciğer kanseri; Sigara içmek akciğer kanserine neden olur. Tütündeki zararlı maddeler (karsinojen) akciğerdeki hücrelere zarar verir. Zamanla bu etkiler, hücrelerde kansere neden olabilir. Bir sigara içicisinin akciğer kanseri olması; hangi yaşta sigara içmeye başladığı, ne kadar süredir sigara içtiği, günde içtiği sigara sayısı, sigarayı ne kadar derin içine çektiğiyle alakalıdır. Sigara içmeyi bırakmak bir kişinin akciğer kanseri olma riskini büyük ölçüde düşürür.Puro, pipo ve akciğer kanseri; Puro ve pipo kullananlar, bunları kullanmayanlara göre daha çok akciğer kanseri olma riski taşır. Kişinin kaç yıldır puro veya pipo içtiği, günde kaç adet içtiği ve ne kadar derin içine çektiği, kanser olma riskini etkileyen faktörlerdir. İçlerine çekmeseler de puro ve pipo içicileri akciğer ve ağız kanserinin diğer tipleri için de risk altındadır. Pasif içicilerin (tütün dumanına maruz kalanlar) akciğer kanseri olma riski pasif içicilik durumunda da artmaktadır.Asbest ve akciğer kanseri; Yalıtım malzemesi olarak bazı endüstrilerde kullanılan ve doğal olarak fiber halinde bulunan bir mineral grubudur. Asbest fiberleri parçacıklara ayrılmaya meyillidir ve havada dolaşıp kıyafetlere yapışır. Bu parçacıklar solunduğu zaman akciğerlere yerleşir. Orada akciğer hücrelerini zarara uğratır ve böylece kanser gelişme riskini artırır. Çalışmalar asbeste maruz kalan işçilerde akciğer kanseri gelişme riskinin, maruz kalmayanlara göre 3–4 kat daha fazla olduğunu göstermiştir. Bu artış, gemi inşası, asbest madenleri, yalıtım işi ve fren tamiri gibi endüstrilerde çalışanlarda daha fazladır. Akciğer kanseri olma riski, asbest işçileri sigara içiyorlarsa daha fazladır. Asbest işçileri işverenleri tarafından temin edilen koruyucu malzemeleri kullanmak ve tavsiye edilen iş ve güvenlik uyarılarını takip etmek zorundadır.Hava kirliliği ve akciğer kanseri; Akciğer kanseri ile hava kirliliğine maruz kalmak arasında bir ilişki bulunmuştur. Ancak bu ilişki açıkça tarif edilememekle birlikte daha fazla araştırma yapılmasına ihtiyaç duyar.Akciğer hastalıkları; Verem gibi bazı akciğer hastalıkları, kişinin kanser olma riskini artırır.  Akciğer kanserinin veremden etkilenen bölgelerde daha fazla gelişme eğilimi vardır.Hastanın hikâyesi; Bir kez akciğer kanseri olan kişinin tekrar ikinci akciğer kanseri olma riski, hiç kanser olmamış kişiye oranla daha fazladır. Akciğer kanseri tanısı konduktan sonra sigara içmeyi bırakmak, ikinci bir akciğer kanserinin gelişmesini önleyebilir.Akciğer Kanseri Hakkında Sık Sorulan SorularAkciğer kanserinin en sinsi 9 belirtisiAkciğer kanseri birçok farklı şekilde ortaya çıkabilir ve oldukça sinsi olabilir. Pek çok farklı sebeple de yaşanabileceği için karıştırılabilen, akciğer kanserinin en sinsi 9 belirtisi, geçmeyen öksürük, düzelmeyen ses kısıklığı, tekrar eden göğüs enfeksiyonları, yorgunluk, hırıltı, nefes darlığı, göğüs ve omuz ağrısı, kilo kaybı ve kanlı balgamdır.Akciğer kanseri nasıl anlaşılır?Geçmeyen öksürük, nefes almada zorluk ve nefes alırken hırıltı duyulması, yorgunluk, kilo kaybı, ses kısıklığı, tekrarlayan bronşit veya zatürre atakları ve yüz bölgesinde şişlik akciğer kanserinde ortaya çıkan belirtilerdir. Bu belirtilere sahip olan kişilerin vakit kaybetmeden akciğer kanseri tanı ve teşhisi için doktora başvurması erken teşhis için önemlidir.Akciğer kanseri 1.evre belirtileri nelerdir?Henüz ciddi boyuta ulaşmamış, lenflere yayılmamış ve kontrol altında olan akciğer kanserinin 1. evresinde öksürük, nefes darlığı, hırıltı kanlı balgam ve yorgunluk gibi belirtiler yaşanır.Akciğer kanserinden kurtulma şansı var mı?Akciğer kanseri, ölüm oranı en yüksek kanser türlerinden biri olmasına rağmen özellikle 1 ve 2. evrede teşhis edildiğinde tedavi başarı oranı da o kadar yüksek bir hastalıktır.Akciğer kanserinde ağrılar nereye vurur?Akciğer kanserinde ağrılar genellikle kanserin yayılma durumuna göre sırt, omuz, kürek kemiği, kol ve bacakta görülür. Eğer tümör beyne sıçramışsa baş ağrısı da görülebilir.Akciğer kanseri ilk nereye sıçrar?Akciğer kanseri ilk olarak akciğer dokularına, oradan lenflere ve daha sonrasında da diğer bölgelere yayılabilir. Akciğer kanseri hızlı ilerler mi?Akciğer kanseri başlangıçta herhangi bir belirti vermeden sinsi bir şekilde ilerleyebilir veyıllar içinde gelişebilir. Ancak bazı vakalarda hızlı ilerlediği de görülmüştür.Akciğer kanserinde öksürük olur mu?Öksürük akciğer kanserinin ne yaygın ve spesifik belirtisidir ve inatçı bir şekilde uzun bir devam edebilir. Akciğer Kanseri Nedir?Akciğer kanseri, genellikle hava geçişlerini kaplayan akciğer hücrelerinin anormal bir şekilde büyümesi ve mutasyona uğraması sonucunda meydana gelen ölümcül bir kanser türüdür. En önemli görevi vücuda oksijen alınması ve yaşamsal faaliyetler sırasında oluşan karbondioksitin vücuttan atılmasını sağlamak olan akciğerlerdeki doku ve hücrelerin kontrolsüz şekilde çoğalması sonucu akciğer kanseri oluşur.Akciğer kanserinde en az üç haftadır devam inatçı öksürük, nefes darlığı , kilo kaybı, yorgunluk, nefes alırken veya öksürürken ağrı veya sızı, kilo kaybı, ses kısıklığı, tekrar eden zatürre veya bronşit, omuz ağrısı, yüzde veya boyunda şişlik, yutma güçlüğü, boyun veya köprücük kemiği yumru oluşması akciğer kanserinin belirtileridir. elirtilerdir. Akciğer Kanseri Türleri Nelerdir?Akciğerde kontrolsüz bir şekilde çoğalan bu kitleler bulunduğu ortamda büyür ve etrafındaki dokulara yayılıp hasar verebilir. Akciğer kanseri küçük hücreli (yulaf hücreli) akciğer kanseri ve küçük hücreli olmayan akciğer kanseri olmak üzere ikiye ayrılır.Küçük hücreli olmayan akciğer kanseri: Küçük hücreli olmayan akciğer kanserinin birçok tipi bulunmaktadır. Her bir tipin kanser hücrelerinin türü farklıdır. Her kanser hücresi değişik şekilde büyür ve farklı yollardan yayılır. Küçük hücreli olmayan akciğer kanserinin tipleri mikroskopla incelendiğinde kanser dokusundaki hücrelerin türüne ve hücrelerin görüntüsüne göre belirlenir. Küçük hücreli akciğer kanserleri, tüm akciğer kanserlerinin kabaca %15’ini içerir. Genellikle, sigara içen hastalarda görülür. Diğer akciğer kanseri türlerine göre lenfatik sistem ve kan yoluyla vücuda yayılımı daha hızlıdır.Skuamoz hücreli karnisom: Balıksırtı gibi ince ve düzleşmiş görünen skuamoz hücrelerden kaynaklanır. Epidermoid karsinom da denir.Adenokarsinom: Bez (salgısal) özellik gösteren hücrelerden kaynaklanır.Büyük hücreli karsinom: Mikroskopta bakıldığında, büyük ve anormal hücrelerin görüldüğü kanserdir.Adenoskuamoz karsinom: Mikroskopta düzleşmiş görünen hücrelerden başlayan ve aynı zamanda bez özellikleri gösteren kanserdir.Pleomorfik, sarkomatoid, veya sarkomatöz karsinom: Mikroskopta kanser hücrelerinin değişik tipleri ile giden bir grup kanserdir.Karsinoid tümör: Yavaş büyüyen, nöroendokrin (sinirsel uyarı sonucu hormon salgılayan hücrelerden başlayan) kanserdir.Akciğer Kanseri Neden Olur?Akciğer kanseri ve buna bağlı ölümlerin en temel nedeni sigara tüketimidir. Ancak sigara tüketiminin dışında sigara içmeyenlerde de akciğer kanserine rastlanabilir. Tüm akciğer kanserleri vakalarına bakıldığında %15’lik dilimi hiç sigara içmemiş kişiler oluşturmaktadır.Sigara içilen ortamlarda bulunmak da akciğer kanseri gelişim riskini artırmaktadır. Sigaradan uzak durarak 10 yıl içinde akciğer kanseri riski yüzde 50 azaltılabilir. Sigara, pipo, puro ve nargile gibi ürünler, kanser nedeni olarak ispatlanmış en önemli risk faktörleridir. Sigaranın dışında; genetik geçiş, asbest, radon gazı, hava kirliliği de akciğer kanseri nedenlerindendir. Verem gibi bazı akciğer hastalıkları, akciğerlere radyoterapi uygulanması da kanser riskini artırır. İçme sularında yüksek düzeyde arsenik maddesi olması da önemli bir nedendir. Kadınların da giderek daha fazla sigara tüketmesi ile son yıllarda akciğer kanserinde artış görülmektedir.Akciğer kanserine yol açan faktörler şöyle açıklanabilir:Akciğer Kanseri Belirtileri Nelerdir?Akciğer kanserinin bazı yaygın belirtileri, kronik hale gelen, geçmeyen ve şiddetlenen öksürük, nefes darlığı ve hırıltılı nefes alıp verme, genel halsizlik hissi, kilo kaybı, yutma güçlüğü, ses kısıklığı ve ödeme bağlı el, kol veya yüzde şişliktir.Akciğer kanserinin belirtileri şunlardır:Akciğer kanserinin semptomları şunları içerir:Kronikleşen ve zamanla kötüleşen öksürükAkciğerdeki hücrelerde kansere neden olan tümörler solunum yollarını daraltarak mukusun vücuttan kolayca dışarı atılmasını engeller. Bu da akciğer kanserinin en belirgin semptomlarından biri olan şiddetli, inatçı ve geçmeyen öksürüğe neden olur.Kanlı olabilen balgamAkciğer kanserinin ilk evresinde de görülebilen kanlı balgam, akciğer kanseri vakalarında görülen semptomlar arasındadır.Nefes darlığıAkciğerdeki tümörlü hücreler, solunum yollarını tıkayıp akciğerlere baskı yapar ve solunum sisteminde iltihaba neden olarak rahat nefes alınmasını zorlaştırır. Buna bağlı olarak akciğer kanseri olan kişilerde nefes darlığı belirtisi görülür.Göğüs ağrısıAkciğer kanserinin karakteristik belirtilerine örnek olarak göğüs ağrısı da gösterilebilir. Sinirlere baskı yapan tümörler bu göğüs ağrısının kaynağıdır. Hırıltılı nefes almaAkciğer kanserinde nefes alındığı sırada göğüste hırıltı sesi duyulabilir. Bu hırıltı en yaygın akciğer kanseri belirtileridir ve solunum yollarının tıkanması ve iltihaplanması kaynaklı meydana gelir.Ses kısıklığı veya seste değişiklikSes kısıklığı da akciğer kanserinde görülen ve bilinen belirtilerdendir. Akciğer kanseride ortaya çıkan ses kısıklığı, kanserin göğüste laringeal sinir adı verilen sinire baskı yapmasından kaynaklanır. Eğer laringeal sinir ezilip zarar görürse boğazdaki ses tellerinden biri felce uğrayarak ses kısıklığına yol açabilir.Yorgun ve bitkin hissetmeVücuttaki kırmızı kan hücresi sayısının düşüklüğü yani anemi kaynaklı olarak kişide yorgunluk, halsizlik ve enerji eksikliği yaşanması kanserin en tipik bulgularındandır.İştah ve kilo kaybıKanser hücreleri vücuttaki sağlıklı hücrelere göre daha fazla enerjiye ihtiyaç duyar ve bu da vücudun normalden daha fazla kalori yakmasına neden olarak kişinin kilo vermesini tetikler. İştahın azalması ve kilo kaybı belirtisi bu faktöre bağlı şekilde meydana gelir.Akciğer Kanseri Evreleri Nelerdir?Akciğer kanseri evreleri 4’e ayrılır. Eğer kanser akciğer içindeyse evre 1, en yakın lenf bezlerine yayılmışsa evre 2, her iki akciğer arasındaki boşluğa ve akciğer zarına yayılmışsa evre 3 ve kemik, karaciğer, böbrek üstü bezleri gibi organlara yayıldıysa da evre 4 olarak tanımlanır. Akciğer kanseri evrelerinintedavi planları da birbirinden farklıdır. Akciğer kanseri 1. evrede tespit edildiyse tedavide başarı oranı daha yüksektir.  Akciğer dokusundaki tümörlü hücreler ameliyatla temizlenir ve doktorun kararına göre koruyucu tedavi planlanır. Hastalık ileri evredeyse; kemoterapi ve radyoterapi tedavilerinde, hücre tipine göre hangi ilaçların kullanılacağı ve ne kadar süre devam edileceği de doktor tarafından belirlenir.Küçük hücreli olmayan akciğer kanserinde evrelemeAkciğer kanserinin tedavi yönteminin belirlenmesi için kanserin evresinin tespit edilmesi gerekir. Tümöre ve yayılım durumuna göre evre belirlenir.Tedavinin seçimi hastalığın yaygınlığı ile ilgilidir. 1. ve 2. evrede cerrahi müdahale en yaygın tedavi şeklidir. 3. evrede ise tedavi seçimi  3A ve 3B evresine göre değişir. 3A evresi son derece kapsamlı değerlendirilmesi gereken bir evredir. Bu evrede PET-BT sonucu göz önüne alınarak mediastinoskopi veya bronkoskopi ile göğüs boşluğunda yer alan lenf bezlerinde örnekleme yapılır. Bu örnekleme sonucuna göre tedavi konusunda karar verilir. 3B evresinde olan hastalara radyoterapi tek başına veya kemoterapi ile eş zamanlı olarak önerilebilir. 4. evrede ise radyoterapi veya kemoterapi de hastalığın süresini yavaşlatma ve semptomları kontrol etmede kullanılabilir.Son yıllarda yaşanan en önemli gelişme, uygun hastalarda akıllı moleküllerin (hedefe yönelik ilaçlar) kullanımıdır. Bu ilaçların kullanımının uygunluğu hastanın tümörüne yönelik detaylı patolojik inceleme ile kararlaştırılır. Günümüzde, ileri evre küçük hücreli olmayan akciğer kanserinde bireye özgü tedavi denilen yöntemlerin her hasta için uygun olup olmayacağının test edilmesi ve hasta için bu şansın gerektiğinde kullanılması son derece önemlidir.Küçük hücreli akciğer kanserinde evrelemeKüçük hücreli akciğer kanserinde kesin tedavinin belirlenmesi için hastalığın evresi tespit edilir. Bu evreleme; akciğere sınırlı ve akciğer dışına da taşmış yaygın hastalık olmak üzere iki başlık altında değerlendirilir. Sınırlı ve yaygın küçük hücreli akciğer kanserlerinin tedavi yöntemleri farklıdır. Hastalığın evresi belli bazı testler sonucu belirlenerek tedavi yönteminde karar kılınır. Eğer kanser akciğerin tek yanında görülmüşse, sınırlı evre, her iki akciğerde gözükmüşse veya diğer organlara yayılmış ise ileri (yaygın) evre tanısı konulur. Hastalığın tekrarlaması mümkündür. Kemoterapi içeren tedavi de akciğerdeki tümörler veya vücudun diğer bölümlerindeki tümörler hedeflenerek uygulama yapılır. Bazı hastalara beyine yönelik radyoterapi orada kanser olmasa da koruyucu amaçla uygulanabilir. Bu tedaviye koruyucu “beyin ışınlaması” denir. Bu, beyinde gözle görülemeyen hücreleri yok etmek ve tümör oluşmasını engellemek için verilir. Cerrahi tedavi küçük hücreli akciğer kanserinde tercih edilen bir yöntem değildir.Akciğer Kanseri Tanısı Nasıl Konulur?Akciğer kanseri tanısı için öncelikle röntgende belirlenen bir kitleye ulaşmak gerekir. Kişinin geçirdiği hastalıklar, tütün kullanma ( sigara, pipo, puro vs.) durumu, çevresel veya mesleki olarak maruz kaldığı maddeler ve diğer aile fertlerinde kanser olup olmadığı sorgulanır. Eğer akciğer kanserinden şüpheleniliyorsa balgam tetkiki (balgam sitolojisi; akciğerlerdeki mukozadan derin öksürükle çıkan materyalin mikroskopta incelenmesi) da doktor tarafından istenebilir.Bu tetkik, akciğer kanserini tespit etmek için basit ve yararlı bir testtir. Doktorun kanserden emin olmak için akciğer dokusunu incelemesi gerekebilir. Bu inceleme, kanserin türünü (küçük hücreli olmayan veya küçük hücreli) ve yayılma durumu (metastaz) veya kanser evresini belirlemek içindir. Daha sonra bilgisayarlı tomografi çekilerek kitleye nasıl ulaşılacağı belirlenir. İnce iğne biyopsisi ya da bronkoskopiden kitleye en uygun ulaşma yoluna karar verilir. Biyopsinin incelenmesi sonucu da akciğer kanserinin tanısı konulur. Eğer hastalık başka organlara da sıçramışsa, o organlardan da parça alınarak tanıya gidilebilir. Tanı konulduktan sonra sıra, akciğer kanseri evrelerine gelir.Akciğer kanseri kanser tarama programları içinde değerlendirilemeyen bir tür olduğundan erken dönemde yani akciğer içinden lenflere veya başka organlara yayılmadan önce ender olarak başlangıç evresinde tespit edilebilir. Erken dönemde hastalığın yakalanma ihtimali % 15 civarındadır. Lenf düğümlerine sıçramamış vakalarda 5 yıllık sağ kalım oranı %50’dir. Ancak genellikle bu hasta gruplarında kanser teşhisi konulduğunda hastalık akciğer dışında yakın organlara da yayılmış durumda olduğu için bu oran % 15’in altına inmektedir. Akciğer kanserinde erken tanı, rutin yapılan testlerde ya da bir başka sağlık sorunu için yapılan tetkiklerde ortaya çıkmaktadır.Akciğer Kanserinde Görüntüleme Yöntemleri Nelerdir?Akciğer kanserinde faydalanılan başlıca görüntüleme yöntemleri akciğer grafisi, BT, MRI ve PET'tir. Bunların dışında kemik sinigrasifi de yapılabilir.Akciğer grafisi: Hastaların ayrıntılı öyküsü ve fizik muayenesinin ardından tanı için ilk adım olarak iki yönlü akciğer grafisi çekilir. Bazı vakalarda bu görüntüleme yöntemi ile tümör nedeniyle akciğerlerde meydana gelen harabiyet bu film ile tespit edilebilir. Ancak akciğer grafisi her zaman net bir yanıt vermediği için filmde görülecek herhangi küçük bir değişiklik akciğer tomografisi ile saptanmalıdır.Bilgisayarlı tomografi (BT): Tümörün boyutları, şekli ve bulunduğu yer hakkında bilgi vermektedir. Yayılmış akciğer kanseri nedeniyle büyümüş olan lenf düğümlerini gösterir. Erken evre akciğer kanserinin tanısı ile karaciğer, böbrek üstü bezleri, beyin ve akciğer kanserinin yayılabileceği diğer iç organlarının da durumunu gösterir.Manyetik Rezonans görüntüleme (MRI): Manyetik ve radyo dalgaları ile birlikte bilgisayar aracığı ile akciğeri kesitlere ayırarak görüntülenmesini sağlar. MRI incelemesinde x ışınları kullanılmadığı için radyasyon tehlikesi de bulunmamaktadır.Pozitron Emisyon Tomografi (PET): İşlem, kanserli dokularda toplanan şeker molekülüne bağlanmış düşük doz radyoaktif bir madde kullanılarak yapılır. Kanser tanısından çok kanser tanısı almış olan hastalarda tümörün yayılım gösterip göstermediğinin belirlenmesinde, akciğer kanserinin evrelenerek tedavisinin planlanmasında uygulanmaktadır.Kemik Sintigrafisi: Damar yolu ile hastaya verilen radyoaktif madde sayesinde kanser hücrelerinin kemiklere herhangi bir yayıyım gösterip göstermediği belirlenir. Özellikle küçük hücreli akciğer kanserinde rutin olarak küçük hücreli olmayan akciğer kanserlerinde de kemik metastazı şüphesi bulunan durumlarda uygulanan bir yöntemdir.  Akciğer kanserinde biyopsi yöntemleriAkciğer kanseri bölgesel olarak akciğerlerde ilerleyebilir veya lenf bezleri, kemik ve beyin dahil vücudun başka diğer bölgelerine yayılma (metastaz) göstermiş olabilir. Bu sebeple, akciğer kanseri ve türünü belirlemek için akciğerden doku örneği alınır. Biyopsi ile alınan doku örneği mikroskop altında incelenir. Akciğerde görülen ve kanser olduğuna inanılan dokudan biyopsi almak tümörün yayılmasına ve hastalığın kötüleşmesine neden olmaz.Bu doku parçasını almak için kullanılan yöntemler şunlardır:Yapılan tetkikler sonucu hastada akciğer kanseri teşhisi konulduğunda, kanserin evresini ve yayılma durumunu belirlemek ve en iyi tedavi yöntemini tespit edebilmek için hastadan alınan örnekler, bir dizi teste daha tabi tutulur. Kanserin evresine ve bu testlerin sonuçlarına göre akciğer kanserinin tedavi şekli kişiye özel hale getirilir.Akciğer Kanseri Tedavisi Nasıl Yapılır?Akciğer kanseri tedavisi diğer tüm kanserlerde olduğu gibi hastalığın genel sağlık durumu, hastalığın evresi ve kanserin tipi gibi pek çok faktöre bağlı olarak değişir. Birçok evrede farklı tedavi kombinasyonları ve kişiye özel tedaviler uygulanır. Bu nedenle akciğer kanseri tedavisinde tam donanımlı bir hastane ve uzman doktor seçimi oldukça önemlidir.Akciğer kanseri ameliyatı sonrasında gözle görülmese de geride kalmış olması muhtemel olan az sayıda kanser hücresi adjuvan tedavi yöntemi ile yok edilir. Bu tedavi yöntemi de hastanın tanı raporuna, yaşına ve genel sağlık durumuna göre planlanır.  Akciğer kanseri ameliyatı sonrası hastalar adjuvan tedavi olarak sadece kemoterapi veya sadece radyoterapi ya da hem kemoterapi hem radyoterapi tedavisi alabilir. Kimi zaman ise erken evre hastalarında ameliyat sonrası adjuvan tedavi gerekmeyebilir.Akciğer kanserinde cerrahi tedavisiAkciğer kanseri ameliyatı akciğer kanseri tedavi yöntemlerinden biridir. Cerrahi müdahalenin tipi, kanserin akciğerdeki yerleşimine bağlıdır. Akciğerdeki küçük bir parçayı almak için yapılan bir operasyondur. Eğer cerrahi olarak tüm lob alınırsa (lobektomi), sağ veya sol akciğerin biri alınırsa (pnomonektomi) olarak adlandırılır. Bazı tümörler yerleşimi, büyüklüğü ve hastanın genel sağlık durumu nedeniyle ameliyat edilemez.Akciğer kanserinde kemoterapi tedavisiAkciğer kanserinde kemoterapi tedavisi kanser hücrelerinin ilaçla yok edilmesidir. Kemoterapi genellikle 2 ilaçtan oluşur. Kemoterapi sadece bu konuda özel eğitim almış hemşireler tarafından verilebilir. Kemoterapinin verilme sayısı ‘’kür’’ şeklinde ifade edilir ve genellikle 21-28 günde bir tekrarlanır. Akciğer kanserinde kemoterapi genellikle damardan sıvı şeklinde veya ağızdan hap olarak tam donanımlı ayakta tedavi merkezlerinde uygulanır. Bazı durumlarda, hastanın durumundaki olumsuzluk ya da verilen ilaçların niteliğine göre kemoterapi yatarak da verilir. Her kemoterapi kürü sonrası hastalar, tıbbi onkoloji polikliniğinde kontrol edilir. Bu kontrollerde hastalar muayene edilir, şikayetleri dinlenir, ilaçların yan etkileri sorgulanır ve vücuttaki diğer organlara bir zarar verip vermediğini araştırmak için bazı kan tetkikleri istenir. Her kür öncesi kan sayımının yapılması ve bu sayımın kemoterapiyi veren yetkili hemşirelere gösterilmesi gerekir.Bir hastanın ameliyat sonrası kemoterapi alıp almayacağını, eğer alacaksa kaç kür alacağını patoloji raporundaki tümöre ait özellikler belirler. Ancak, bu kararların verilmesinde hastanın yaşı ve genel durumu da önemli rol oynar. Bir gün içinde 12 saatten fazla zamanını yatarak geçirecek kadar genel durumu kötü olan hastalara kemoterapi verilmesi, yan etkilere tahammül edemeyeceklerinden uygun değildir. Kemoterapi yapılması planlanan hastalar, ameliyat olmuşlarsa, ameliyattan sonraki 3 hafta içinde kemoterapinin başlanması tercih edilir. İlk kemoterapi alan hastalar kemoterapiden yaklaşık bir hafta kadar sonra tıbbi onkoloji polikliniğinde kan ve genel durum kontrolünden geçmelidir. Bu kontrolde hastaların genel durumları, tedaviyi tolere ediş biçimleri ve kan tahlilleri incelenir, varsa şikayetleri dinlenir. Sonraki kür uygulamalarında da, her tedavi öncesi hastanın kan kontrolleri ve genel durumları incelenir. Kemoterapinin yan etkileri değerlendirilerek gerekirse ilacın dozunda yeniden ayarlama yapılır.Akıllı ilaçlar ve akıllı molekül tedavisiSon yıllarda küçük hücreli olmayan akciğer kanserlerinin, yassı hücreli olmayanlarına yönelik yapılan kapsamlı patolojik inceleme sonrasında, uygun hastalara verilen ağızdan hap şeklinde ilaçlar ile yapılan tedavi şeklidir. Küçük hücreli ve yassı hücreli akciğer kanserlerine yönelik akıllı hap tedavisi uygun değildir. Tüm dünyada tedavi kılavuzlarında ileri evre hastalarda eğer patoloji raporları uygun ise, küçük ve yassı hücreli olmayan akciğer kanserlerinin ilk basamak tedavisi olarak akıllı tedaviler kullanılır. Bu hastalarda yapılan ileri patolojik incelemeler EGFR mutasyon testi ve ALK füzyon testi olarak adlandırılır. Bu testlerin sigara içmeyen bireylerde olumlu (pozitif) saptanma oranları daha yüksektir. Ancak sigara içen bireylerde bile her iki testten birinin pozitif çıkma oranı yaklaşık %20 civarındadır. Bu da her beş hastadan birinin bu tedavilerden yarar görme ihtimalidir ki asla göz ardı edilmemesi gerekir.Akciğer kanserinde radyoterapi tedavisiRadyoterapi yani ışın tedavileri, kanser hücresini öldürmek için yüksek enerjili ışınlar kullanılmasıdır. Sınırlı bir alana uygulanır ve bu alandaki kanser hücrelerini etkiler. Radyoterapi bir tümörü küçültmeye yönelik olarak cerrahiden önce veya kanser hücresini yok etmek için yapılan bir müdahaleden sonra uygulanabilir. Doktorlar radyoterapiyi genellikle kemoterapi ile birlikte cerrahi yapılamayan kanseri bölgesel olarak ilerlemiş ancak uzak bölgeye yayılmamış (metastaz) hastalarda birinci alternatif olarak kullanır. İlerlemiş evrede olan hastalarda ise radyoterapi nefes darlığı veya ağrı gibi belirtilerin giderilmesi için de kullanılabilir.Akciğer kanserinde aşı tedavisiAkciğer kanserinin tedavisinde özellikle son yıllarda ciddi gelişmelerden söz edilebilir. Daha çok dördüncü evre akciğer kanseri hastalarını ilgilendiren bu gelişmelerin en önemlilerinden biri immünoterapi, bir diğer adıyla akciğer kanser aşısıdır. İmmünoterapi hastanın, kendi bağışıklık sistemini kullanarak kanser hücrelerine savaş açmasını anlamına geliyor. Bu nedenle de diğer kemoterapi ilaçlarına göre yan etkileri daha az. Birkaç yıl öncesine kadar dördüncü evre akciğer kanserli hastalar için diğer kemoterapi ilaçları deneniyor ve başarılı sonuçlar alınamadığında ise akciğer kanseri aşısı kullanılıyordu. Günümüzde, Amerika’da ve Avrupa’da dördüncü evre akciğer kanseri hastaları, ilk andan itibaren bu kanser aşısı ile tedavi edilebiliyor.Akciğer kanseri aşısını kullanabilmek için öncelikle hastadan bazı tetkikler istenmektedir. Akciğer kanserinin tipine göre bu aşıya aday olup olmadığı saptanır. Eğer aşıya adaysa, tanı konulduğu ilk andan itibaren akciğer kanseri aşısı tedavisine başlanabilir. Aşının, bulantı ve kusma gibi tipik yan etkileri olmasa da bağırsaklarda ve tiroit bezinde geçici olarak inflamasyona yol açabilme özellikleri bulunmaktadır. Akciğer kanseri aşısı şu anda yalnızca dördüncü evre hasta gruplarında kullandığı için yaşam süresini etkileyen özelliği bulunmaktadır. Evre 4 ‘te tüm tedaviler hastanın yaşam süresini uzatmaya yönelik olarak uygulanmaktadır.Akciğer Kanserinden Korunma Yolları Nelerdir?Akciğer kanseri oluşumu tek bir sebebe bağlanamaz. Yapılan araştırmalar sonucu akciğer kanserinin birçok nedeni bulunmuştur. Çeşitli faktörler akciğer kanseri oluşumunda rol oynayabilir. Bunların büyük bir bölümü tütün kullanımıyla ilişkilidir. Akciğer kanserinden korunmak ve riski düşürmek için yapılması gerekenler şu şekildedir:Sigara ve akciğer kanseri; Sigara içmek akciğer kanserine neden olur. Tütündeki zararlı maddeler (karsinojen) akciğerdeki hücrelere zarar verir. Zamanla bu etkiler, hücrelerde kansere neden olabilir. Bir sigara içicisinin akciğer kanseri olması; hangi yaşta sigara içmeye başladığı, ne kadar süredir sigara içtiği, günde içtiği sigara sayısı, sigarayı ne kadar derin içine çektiğiyle alakalıdır. Sigara içmeyi bırakmak bir kişinin akciğer kanseri olma riskini büyük ölçüde düşürür.Puro, pipo ve akciğer kanseri; Puro ve pipo kullananlar, bunları kullanmayanlara göre daha çok akciğer kanseri olma riski taşır. Kişinin kaç yıldır puro veya pipo içtiği, günde kaç adet içtiği ve ne kadar derin içine çektiği, kanser olma riskini etkileyen faktörlerdir. İçlerine çekmeseler de puro ve pipo içicileri akciğer ve ağız kanserinin diğer tipleri için de risk altındadır. Pasif içicilerin (tütün dumanına maruz kalanlar) akciğer kanseri olma riski pasif içicilik durumunda da artmaktadır.Asbest ve akciğer kanseri; Yalıtım malzemesi olarak bazı endüstrilerde kullanılan ve doğal olarak fiber halinde bulunan bir mineral grubudur. Asbest fiberleri parçacıklara ayrılmaya meyillidir ve havada dolaşıp kıyafetlere yapışır. Bu parçacıklar solunduğu zaman akciğerlere yerleşir. Orada akciğer hücrelerini zarara uğratır ve böylece kanser gelişme riskini artırır. Çalışmalar asbeste maruz kalan işçilerde akciğer kanseri gelişme riskinin, maruz kalmayanlara göre 3–4 kat daha fazla olduğunu göstermiştir. Bu artış, gemi inşası, asbest madenleri, yalıtım işi ve fren tamiri gibi endüstrilerde çalışanlarda daha fazladır. Akciğer kanseri olma riski, asbest işçileri sigara içiyorlarsa daha fazladır. Asbest işçileri işverenleri tarafından temin edilen koruyucu malzemeleri kullanmak ve tavsiye edilen iş ve güvenlik uyarılarını takip etmek zorundadır.Hava kirliliği ve akciğer kanseri; Akciğer kanseri ile hava kirliliğine maruz kalmak arasında bir ilişki bulunmuştur. Ancak bu ilişki açıkça tarif edilememekle birlikte daha fazla araştırma yapılmasına ihtiyaç duyar.Akciğer hastalıkları; Verem gibi bazı akciğer hastalıkları, kişinin kanser olma riskini artırır.  Akciğer kanserinin veremden etkilenen bölgelerde daha fazla gelişme eğilimi vardır.Hastanın hikâyesi; Bir kez akciğer kanseri olan kişinin tekrar ikinci akciğer kanseri olma riski, hiç kanser olmamış kişiye oranla daha fazladır. Akciğer kanseri tanısı konduktan sonra sigara içmeyi bırakmak, ikinci bir akciğer kanserinin gelişmesini önleyebilir.Akciğer Kanseri Hakkında Sık Sorulan SorularAkciğer kanserinin en sinsi 9 belirtisiAkciğer kanseri birçok farklı şekilde ortaya çıkabilir ve oldukça sinsi olabilir. Pek çok farklı sebeple de yaşanabileceği için karıştırılabilen, akciğer kanserinin en sinsi 9 belirtisi, geçmeyen öksürük, düzelmeyen ses kısıklığı, tekrar eden göğüs enfeksiyonları, yorgunluk, hırıltı, nefes darlığı, göğüs ve omuz ağrısı, kilo kaybı ve kanlı balgamdır.Akciğer kanseri nasıl anlaşılır?Geçmeyen öksürük, nefes almada zorluk ve nefes alırken hırıltı duyulması, yorgunluk, kilo kaybı, ses kısıklığı, tekrarlayan bronşit veya zatürre atakları ve yüz bölgesinde şişlik akciğer kanserinde ortaya çıkan belirtilerdir. Bu belirtilere sahip olan kişilerin vakit kaybetmeden akciğer kanseri tanı ve teşhisi için doktora başvurması erken teşhis için önemlidir.Akciğer kanseri 1.evre belirtileri nelerdir?Henüz ciddi boyuta ulaşmamış, lenflere yayılmamış ve kontrol altında olan akciğer kanserinin 1. evresinde öksürük, nefes darlığı, hırıltı kanlı balgam ve yorgunluk gibi belirtiler yaşanır.Akciğer kanserinden kurtulma şansı var mı?Akciğer kanseri, ölüm oranı en yüksek kanser türlerinden biri olmasına rağmen özellikle 1 ve 2. evrede teşhis edildiğinde tedavi başarı oranı da o kadar yüksek bir hastalıktır.Akciğer kanserinde ağrılar nereye vurur?Akciğer kanserinde ağrılar genellikle kanserin yayılma durumuna göre sırt, omuz, kürek kemiği, kol ve bacakta görülür. Eğer tümör beyne sıçramışsa baş ağrısı da görülebilir.Akciğer kanseri ilk nereye sıçrar?Akciğer kanseri ilk olarak akciğer dokularına, oradan lenflere ve daha sonrasında da diğer bölgelere yayılabilir. Akciğer kanseri hızlı ilerler mi?Akciğer kanseri başlangıçta herhangi bir belirti vermeden sinsi bir şekilde ilerleyebilir veyıllar içinde gelişebilir. Ancak bazı vakalarda hızlı ilerlediği de görülmüştür.Akciğer kanserinde öksürük olur mu?Öksürük akciğer kanserinin ne yaygın ve spesifik belirtisidir ve inatçı bir şekilde uzun bir devam edebilir.
20,212
156
Hastalıklar
Akondroplazi
Genetik bir bozukluk olan akondroplazi, kolların ve bacakların üst kısımlarının alt kısımlarından daha kısa olduğu kısa uzuv cüceliğine (rizomelik kısalma) yol açar. Kemik kısalığı, el ve ayakların kısalığı, kafa büyüklüğü ve belirgin bir alın gibi semptomlarla ortaya çıkan akondroplazi, uzun vadede eklem ağrıları, solunum problemleri, obezite ve omurga sorunları ortaya çıkarabilir. Akondroplazi hastalığının tedavisinde boy uzatmak için hormon takviyesine başvurulabilir. Nadir durumlarda ise ameliyat, omurganın anormal eğriliğinin düzeltilmesine yardımcı olmak için tercih edilir.Genetik bir bozukluk olan akondroplazi, kolların ve bacakların üst kısımlarının alt kısımlarından daha kısa olduğu kısa uzuv cüceliğine (rizomelik kısalma) yol açar. Kemik kısalığı, el ve ayakların kısalığı, kafa büyüklüğü ve belirgin bir alın gibi semptomlarla ortaya çıkan akondroplazi, uzun vadede eklem ağrıları, solunum problemleri, obezite ve omurga sorunları ortaya çıkarabilir. Akondroplazi hastalığının tedavisinde boy uzatmak için hormon takviyesine başvurulabilir. Nadir durumlarda ise ameliyat, omurganın anormal eğriliğinin düzeltilmesine yardımcı olmak için tercih edilir. Akondroplazi Nedir?Halk arasında cücelik olarak bilinen akondroplazi, vücutta fibroblast büyüme faktörü reseptörü adı verilen proteinin mutasyona uğraması sonucu meydana gelen kemik büyüme bozukluğudur. Akondroplazi, kol ve bacak kemiklerinde kıkırdak dokusu gelişmediğinde ortaya çıkar ve kişide anormal bir boy kısalığı görülür.Aynı zamanda genetik bir bozukluk olan akondroplazi, kol ve bacakların özellikle üst kısımlarının alt kısmından daha küçük olmasına yol açar.Yaygın akondroplazi belirtileri kemik kısalığı, parmaklar arasında geniş bir ayrım, el-ayakların kısalığı ve kafanın normal büyük olmasıdır.Akondroplazi ile doğan bebeklerde hipotoni olarak bilinen zayıf kas tonusu bulunur ve bu da bebeğin motor beceri gelişimini olumsuz etkileyerek geciktirebilir. Ayrıca bebeklerde omurilik sıkışması ve üst solunum yolu tıkanması riski de yüksek olduğunda sağlıkla ilgili komplikasyon riski artmış olur.Akondroplazisi olan kişilerde ayrıca solunum problemleri, tekrarlayan kulak enfeksiyonları ve obeziteye yatkınlık gibi komplikasyonların görülmesi olasıdır.Akondroplazili tüm çocuklar, ortaya çıkabilecek semptomları tedavi etmek veya önlemek için bir uzman doktor tarafından düzenli olarak dikkatle takip edilmelidir.Akondroplazi Neden Olur?Akondroplazi, genel olarak fetal gelişim sırasında kıkırdağı kemiğe dönüştüren reseptördeki bir gen mutasyonundan kaynaklanır. Bu mutasyon sonucunda kişide kemik büyüme bozukluğu yaşanır ve boy kısalığı meydana gelir. Halk arasında bu boy kısalığı cücelik olarak adlandırılır. Genetiğin de akondroplazi hastalığının bir faktörü olduğu değerlendirilir ancak hastalığın ortaya çıkmasındaki temel etken gen mutasyonudur.Akondroplazi Belirtileri Nelerdir?Akondroplazinin yaygın deneyimlenen belirtileri özellikle uyluk ve üst kolda kısalık, el ve ayakların kısalığı, kafanın anormal büyülüğü ve belirginleşmiş bir alın yapısıdır.Akondroplazi hastalığı şu belirtileri içerir: Kol ve bacaklarda kısalık El ve ayakların kısalığı Kafa yapısında anormal büyüklük Alın yapısında belirginleşme Parmaklar arasında geniş ayrım Burunda düzleşme Bebeklerin motor beceri gelişiminde yavaşlama Kas dokusunda zayıflık ve eklemlerde gevşeklikAkondroplazi hastalığının kişiyi uzun vadede etkileyen belirtileri ise şunlardır: Sırt ve bacak ağrısı Solunum sıkıntısı Obezite Tekrar eden kulak enfeksiyonları Bacaklarda eğiklik Kavisli omurga yapısı Beyinde aşırı sıvı birikmesi (hidrosefali) Obstrüktif uyku apnesiAkondroplazi Nasıl Teşhis Edilir?Akondroplazi teşhisi için doktor mevcut belirtiler ışığında hareket eder. Eğer bebeğin kolları ve bacakları ortalamadan kısa görünüyorsa ve kafa yapısı büyükse doktorlar özellikle doğumdan önce akondroplaziyi tespit etmek için ultrason yöntemine başvurur.Ultrasonla birlikte akondroplazi teşhisi için uygulanan görüntüleme testleri aşağıdaki gibidir: Ultrason Fiziksel muayene Doğum öncesi muayene Genetik test Kas zayıflığını belirlemek için MR veya CT taramasıAkondroplazi TedavisiAkondroplazi hastalığının özel bir tedavisi söz konusu değildir. Bebeklerde erken tanı sırasında büyüme ve gelişim sürecini takip etmek için boy, kilo ve baş çevresinin takip edilmesi önerilir. Hastalığın tedavisi olmamasına rağmen akondroplazinin meydana getirdiği semptomların iyileştirilmesi ve kişinin konforlu bir hayat yaşaması için uygulanabilecek bazı noktalar mevcuttur.Aşağıdaki uygulamalar, akondroplazi semptomlarını yönetmeye yardım eder: Obeziteyi önlemek için sağlıklı beslenme alışkanlığı Beyindeki sıvı basıncını azaltmak için cerrahi müdahale Büyüme hormonu tedavisi Apne için burun maskesinin kullanılması Adenoid ve bademcik ameliyatı Kulak enfeksiyonlarının tedavisi için antibiyotik kullanımı Kişinin sosyalleşmesi için teşvik edilmesiAkondroplazi Hakkında Sık Sorulan Sorular Akondroplazi ne demek?Akondroplazi, kıkırdağın (özellikle kol ve bacaklardaki uzun kemiklerde) kemiğe dönüşmesini önleyen bir kemik büyüme bozukluğu olarak tanımlanır.Akondroplazi hastalarının boyu kaçtır?Akondroplazisi olan herkesin boyu kısadır. Genellikle akondroplazisi olan yetişkin bir erkeğin ortalama boyu 131 santimetre, yetişkin kadınların ortalama boyu ise 124 santimetredir. Ancak bazı kişilerde bu rakamlar değişkenlik gösterebilir.Akondroplazi hastaları kaç yıl yaşar?Akondroplazi hastalarının birçoğu, bebeklik dönemindeki gelişim bozukluğundan bağımsız olarak ortalama bir yaşam süresine ve normal bir zekaya sahiptir. Hastalığın, kişinin yaşam süresi ve zekasını etkilemesi beklenmez.Akondroplazi tedavisi var mı?Akondroplazinin hastalığı iyileştirmeye yönelik bir tedavisi yoktur. Uygulanan tedavi yöntemleri, akondroplazi semptomlarını iyileştirmeye yöneliktir. Akondroplazi için genellikle büyüme hormonu tedavisi tedavisi ve hastalığın meydana getirdiği semptom ve komplikasyonları önlemeye yönelik adımlar atılır. Akondroplazi Nedir?Halk arasında cücelik olarak bilinen akondroplazi, vücutta fibroblast büyüme faktörü reseptörü adı verilen proteinin mutasyona uğraması sonucu meydana gelen kemik büyüme bozukluğudur. Akondroplazi, kol ve bacak kemiklerinde kıkırdak dokusu gelişmediğinde ortaya çıkar ve kişide anormal bir boy kısalığı görülür.Aynı zamanda genetik bir bozukluk olan akondroplazi, kol ve bacakların özellikle üst kısımlarının alt kısmından daha küçük olmasına yol açar.Yaygın akondroplazi belirtileri kemik kısalığı, parmaklar arasında geniş bir ayrım, el-ayakların kısalığı ve kafanın normal büyük olmasıdır.Akondroplazi ile doğan bebeklerde hipotoni olarak bilinen zayıf kas tonusu bulunur ve bu da bebeğin motor beceri gelişimini olumsuz etkileyerek geciktirebilir. Ayrıca bebeklerde omurilik sıkışması ve üst solunum yolu tıkanması riski de yüksek olduğunda sağlıkla ilgili komplikasyon riski artmış olur.Akondroplazisi olan kişilerde ayrıca solunum problemleri, tekrarlayan kulak enfeksiyonları ve obeziteye yatkınlık gibi komplikasyonların görülmesi olasıdır.Akondroplazili tüm çocuklar, ortaya çıkabilecek semptomları tedavi etmek veya önlemek için bir uzman doktor tarafından düzenli olarak dikkatle takip edilmelidir.Akondroplazi Neden Olur?Akondroplazi, genel olarak fetal gelişim sırasında kıkırdağı kemiğe dönüştüren reseptördeki bir gen mutasyonundan kaynaklanır. Bu mutasyon sonucunda kişide kemik büyüme bozukluğu yaşanır ve boy kısalığı meydana gelir. Halk arasında bu boy kısalığı cücelik olarak adlandırılır. Genetiğin de akondroplazi hastalığının bir faktörü olduğu değerlendirilir ancak hastalığın ortaya çıkmasındaki temel etken gen mutasyonudur.Akondroplazi Belirtileri Nelerdir?Akondroplazinin yaygın deneyimlenen belirtileri özellikle uyluk ve üst kolda kısalık, el ve ayakların kısalığı, kafanın anormal büyülüğü ve belirginleşmiş bir alın yapısıdır.Akondroplazi hastalığı şu belirtileri içerir:Akondroplazi hastalığının kişiyi uzun vadede etkileyen belirtileri ise şunlardır:Akondroplazi Nasıl Teşhis Edilir?Akondroplazi teşhisi için doktor mevcut belirtiler ışığında hareket eder. Eğer bebeğin kolları ve bacakları ortalamadan kısa görünüyorsa ve kafa yapısı büyükse doktorlar özellikle doğumdan önce akondroplaziyi tespit etmek için ultrason yöntemine başvurur.Ultrasonla birlikte akondroplazi teşhisi için uygulanan görüntüleme testleri aşağıdaki gibidir:Akondroplazi TedavisiAkondroplazi hastalığının özel bir tedavisi söz konusu değildir. Bebeklerde erken tanı sırasında büyüme ve gelişim sürecini takip etmek için boy, kilo ve baş çevresinin takip edilmesi önerilir. Hastalığın tedavisi olmamasına rağmen akondroplazinin meydana getirdiği semptomların iyileştirilmesi ve kişinin konforlu bir hayat yaşaması için uygulanabilecek bazı noktalar mevcuttur.Aşağıdaki uygulamalar, akondroplazi semptomlarını yönetmeye yardım eder:Akondroplazi Hakkında Sık Sorulan Sorular Akondroplazi ne demek?Akondroplazi, kıkırdağın (özellikle kol ve bacaklardaki uzun kemiklerde) kemiğe dönüşmesini önleyen bir kemik büyüme bozukluğu olarak tanımlanır.Akondroplazi hastalarının boyu kaçtır?Akondroplazisi olan herkesin boyu kısadır. Genellikle akondroplazisi olan yetişkin bir erkeğin ortalama boyu 131 santimetre, yetişkin kadınların ortalama boyu ise 124 santimetredir. Ancak bazı kişilerde bu rakamlar değişkenlik gösterebilir.Akondroplazi hastaları kaç yıl yaşar?Akondroplazi hastalarının birçoğu, bebeklik dönemindeki gelişim bozukluğundan bağımsız olarak ortalama bir yaşam süresine ve normal bir zekaya sahiptir. Hastalığın, kişinin yaşam süresi ve zekasını etkilemesi beklenmez.Akondroplazi tedavisi var mı?Akondroplazinin hastalığı iyileştirmeye yönelik bir tedavisi yoktur. Uygulanan tedavi yöntemleri, akondroplazi semptomlarını iyileştirmeye yöneliktir. Akondroplazi için genellikle büyüme hormonu tedavisi tedavisi ve hastalığın meydana getirdiği semptom ve komplikasyonları önlemeye yönelik adımlar atılır.
3,779
157
Hastalıklar
Akciğer Zarı Kanseri
Akciğer zarı kanseri yani “mezotelyoma” ülkemizde sık görülen kanser türleri arasındadır. Mezotelyoma, çocukluk çağı lösemileri veya melanomlardan daha fazla görülür. Akciğer zarı kanserinin en önemli nedeni asbest maddesinin solunum yoluyla vücuda alınmasıdır. Gemi sanayi, yalıtım, balata, inşaat sektörü gibi işlerde çalışanların asbeste maruz kalma ihtimali daha fazla olduğu için akciğer zarı kanseri açısından risklidir. Ancak asbest doğada da bulunabilmektedir. Türkiye’de Diyarbakır, Eskişehir, Afyonkarahisar gibi bazı bölgelerde asbest doğada bulunduğu için buralarda yaşayan insanlarda da akciğer zarı kanseri görülebilmektedir. Memorial Ataşehir Hastanesi Göğüs Cerrahi Bölümü'nden Prof. Dr. Hasan Fevzi Batırel, akciğer zarı kanseri hakkında bilgi verdi. Akciğer zarı kanseri yani “mezotelyoma” ülkemizde sık görülen kanser türleri arasındadır. Mezotelyoma, çocukluk çağı lösemileri veya melanomlardan daha fazla görülür. Akciğer zarı kanserinin en önemli nedeni asbest maddesinin solunum yoluyla vücuda alınmasıdır. Gemi sanayi, yalıtım, balata, inşaat sektörü gibi işlerde çalışanların asbeste maruz kalma ihtimali daha fazla olduğu için akciğer zarı kanseri açısından risklidir. Ancak asbest doğada da bulunabilmektedir. Türkiye’de Diyarbakır, Eskişehir, Afyonkarahisar gibi bazı bölgelerde asbest doğada bulunduğu için buralarda yaşayan insanlarda da akciğer zarı kanseri görülebilmektedir. Memorial Ataşehir Hastanesi Göğüs Cerrahi Bölümü'nden Prof. Dr. Hasan Fevzi Batırel, akciğer zarı kanseri hakkında bilgi verdi.  Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) nedir?Göğüs boşluğu içinde akciğer dokusu bulunmaktadır. Akciğeri soğan zarına benzer çok ince bir zar dokusu kaplamaktadır. Akciğeri kaplayan bu zar dokusu aynı zamanda kaburgaların iç tarafına kadar ulaşmaktadır. Bu zar dokusunda oluşan kansere akciğer zarı kanseri yani mezotelyoma denilmektedir.Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) belirtileri nelerdir? Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) genellikle halk arasında akciğerlerin su toplaması olarak bilinen akciğer çevresinde sıvı gelişmesiyle belirti vermektedir. Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) hangi tarafta gelişmişle o tarafta batma tarzı ağrı hissedilebilmektedir. Öksürük, akciğer zarı kanserinde daha nadir olarak görülmektedir. Akciğerde sıvı gelişmesine bağlı olarak hastalar nefes darlığı hissederler. Akciğerde batma hissi de akciğer zarı kanseri belirtisi olabilmektedir. Akciğer zarı kanserinin erken evre belirti vermesi nadir görülmektedir. Birçok bakımdan akciğer kanserinden farklı olan akciğer zarı kanseri belirti bakımından da farklılıklar göstermektedir. Akciğer zarı kanserini sıvı toplanmasıyla belirti verdiğinde genellikle 2. evrededir. Akciğer zarı kanserinin (Mezotelyoma) belirtileri şunlardır; Akciğerlerin su toplaması Nefes darlığı Ağrı Açıklanamayan kilo kaybı Nadirde olsa akciğer kanserine benzer öksürükAkciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) nedenleri nelerdir?“Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma)  neden olur?”, “Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) nedenleri nelerdir?” soruları hastalar tarafından merak edilen konular arasındadır.Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) nedenleri arasında Asbest bilinen en önemli etkendir. Akciğer zarı kanseri nedenleri arasında çok düşük ihtimalle olsa da virüse bağlı gelişimler görülebilmektedir. Asbest maruziyetinin en önemli etken olmasına rağmen akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) nadir görülen bir hastalık değildir. Gemi sanayi, izolasyon sektörü, inşaat sektörü, nalbur, balata sektörü, tank palet fabrikasında çalışınlar, yatılım sektöründe çalışmış veya bu işyerlerinin yanında yaşamış kişilerde asbeste maruz kalma riski fazla olduğundan akciğer zarı kanseri gelişme ihtimali daha yüksektir.Akciğer zarı kanserinin ortaya çıkması için Asbest maruziyetinden sonra 10 yıl gibi bir süre geçmesi gerekmektedir. Asbest ile genç erişkinlik yaşlarında çalışan insanlarda çok uzun yıllar sonra akciğer zarı kanseri ortaya çıkmaktadır.Asbestle sadece sanayi sektöründe karşılaşılmamaktadır. Türkiye’de Diyarbakır Çermik, Eskişehir, Afyonkarahisar, Nevşehir gibi illerde doğal olarak toprakta asbest bulunmaktadır. Yumuşak ve güzel kokulu bir madde olan asbest bu bölgelerde evlerin kaplanmasında veya pekmez yapımında sık olarak kullanılmaktadır. Doğal yollarla asbest solumakla da akciğer zarı kanseri gelişebilmektedir.  Asbest maruziyeti olan bir kişiyle yaşamak da akciğer zarı kanserine neden olabilmektedir. Asbeste maruz kalan kişiler, lifleri ciltlerinde veya kıyafetlerinde eve taşıyabilir. Bu şekilde asbeste maruz kalmak akciğer zarı kanseri riskini artırabilir. İş yerinde yoğun asbestle çalışan kişiler, işten ayrılmadan önce duş alarak ve kıyafetlerini değiştirerek eve asbest lifleri getirme riskini azaltabilir.Asbest ile tensel temas akciğer zarı kanserine neden olmamaktadır. Asbestin akciğer zarı kanserine neden olabilmesi için solunum yoluyla alınması gerekmektedir. Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) teşhisi nasıl yapılır?Kişide akciğer zarı kanseri belirtileri varsa, ilaveten asbest ile uzun süreli temas söz konusu ise önce Bilgisayarlı Tomografi ile görüntüleme yapılmaktadır. Akciğer zarı kanseri teşhisini netleştirmek için hastadan Torakoskopi denilen yöntemle biyopsi alınır ve laboratuvara gönderilir.Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) tedavisi nedir?Akciğer zarı kanseri tedavisinde iyi bir planlama yapılması önemlidir. Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) tedavisinde uzmanlık, iyi takip ve multidisipliner bir yaklaşım önemlidir. Akciğer zarı kanserinin tedavisinde cerrahi yöntemler ön plana çıkmakla birlikte; kemoterapi, radyoterapi ve immünoterapi gibi yöntemler uygulanmaktadır.Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) ameliyatında eskiden akciğer ile akciğer zarı tamamen çıkartılıyordu. Ancak son yıllarda yapılan çalışmaların neticesinde sadece akciğer zarının tamamen çıkartılmasının yeterli olduğu anlaşılmıştır.  Sonrasında kemoterapi ve gerekirse radyoterapi verilmektedir. Bazı hastalarda uygulanacak tedavinin sıralaması değişebilmektedir. Son yıllarda immünoterapi yani bağışıklık sistemine yönelik tedaviler etkin olarak kullanılmaktadır.Akciğer kanseri hakkında sık sorulan sorularAkciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) çeşitleri nelerdir?Akciğer zarı kanserinin genel olarak 3 çeşittir; Epiteloid Sarkomatoid Miks tipAkciğer zarı kanserinde akciğer kanserinde olduğu gibi küçük hücreli veya büyük hücreli tipleri yoktur.Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) ile akciğer kanserinin farkı nedir?Akciğer zarı kanserinin akciğer kanserinden farklı sadece ortaya çıktığı yer değildir. Akciğer zarı kanserinin hücreleri akciğer kanserinden farklıdır. İnsan vücudu gelişirken iç organları oluşturan kök hücreler farklıdır. Zar bölgeleri ve sinir dokularını oluşturan kök hücreler birbirinden farklılık göstermektedir.Akciğerde dokusunda herhangi bir ağrı algılayıcı yoktur ama akciğer zarında ağrı algılayıcısı vardır.Akciğer zarı kanseri ile akciğer kanserinden bir farkı da ortaya çıkma şeklidir. Akciğer zarı bütün göğüs boşluğunu kapladığı için akciğer kanseri gibi tek bir noktada çıkmamaktadır. Bütün göğüs boşluğu içindeki akciğer zarı etkilenmektedir ve çok geniş bir alanı kaplamaktadır.Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) evreleri nelerdir?Akciğer zarı kanseri evreleri hastanın iyileşme şansını belirtmesi açısından akciğer kanseri gibi hassas değildir. Klasik kanser evrelemesinden farklılık gösterebilmektedir. Özellikle 1. Ve 4. Evre dışında kalan evreler yaşam süresi bakımından farklılıklar gösterebilmektedir.Genel alarak akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) 4 evrededir, Akciğer zarı kanseri evre 1: Tümör sadece akciğer zarı ile sınırlıdır. Akciğer zarında çok az bir kalınlaşma söz konusudur. Akciğer zarı kanseri evre 2: Tümör göğüs duvarı, kalp ve yemek borusunun üzerindeki zara yayılım göstermiştir. Akciğer zarı kanseri evre 3: Tümör, diyaframı geçmiş ve karın zarına yayılmıştır. Lenf bezlerinde tutulum görülebilir. Akciğer zarı kanseri evre 4: Tümör diğer organlara metastaz yapmıştır.Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) yaşam süresi ne kadardır?Akciğer zarı kanseri hastalarının yaşam süresi hastalığın evresine, alınan tedaviye, hastanın tedaviye verdiği yanıta göre değişebilmektedir. Akciğer zarı kanserinde yaşam süresi hastadan hastaya değişebilmektedir. Akciğer zarı kanseri olan bir hasta; Hiç tedaviyi almazsa 8 ay, Kemoterapi tedavisi ile 12-18 ay, Cerrahi tedavinin de içinde olduğu 3’lü tedavi ile 24 ay ortalama yaşam süresine sahiptir.Bununla beraber her hastadaki sonuçlar farklılık göstermekte ve özellikle son yıllarda bağışıklık sistemine yönelik uygulanan immütoterapi tedavisiyle akciğer zarı kanseri yaşam süresinde ciddi uzamalar görülmüştür.Ortaya koyulan yaşam süreleri hastaların tedaviye verdiği yanıta göre farklılık gösterebilmektedir.Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) tedavisinde birçok opsiyon bulunmaktadır. Akciğer zarı kanserinin tekrarlama riski fazla olduğu için tedavi seçeneklerini aşamalandırmak önemlidir. Bütün tedavi seçeneklerini aynı anda kullanmak yerine hastalığın seyrine göre aşama aşama tedavi uygulamak en iyi sonucu elde etmenin önünü açar.Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma)  ameliyatı nasıl yapılır? Akciğer zarı kanserinde (Mezotelyoma) açık ameliyat denilen cerrahi yöntem uygulanmaktadır. Hasta ameliyat masasında yan yatırılarak kaburgalardan biri çıkarılarak akciğer zarı kanseri ameliyatı gerçekleştirilir. Ameliyat esnasında akciğer üzerindeki ve göğüs boşluğu içerisindeki tüm zar çıkarılmaya çalışılır. Akciğer zarı kanseri ameliyatı sırasında gerekirse diyafram kası da çıkartılabilir. Gerekli görüldüğü durumlarda kalp zarı da çıkartılabilmektedir. Akciğer zarı kanseri ameliyatında akciğerin tamamen çıkartılmasına gerek yoktur.  Mezotelyoma ameliyatı yaklaşık olarak 3-4 saat sürmektedir. Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) ameliyatından sonra hasta yaklaşık 1 hafta hastanede kalmaktadır. Akciğer zarı kanseri ameliyatında geniş bir alan etkilendiği için kanama riskine karşı hastanın durumuna göre 1-2 gün yoğun bakım süreci bulunmaktadır.Akciğer zarı kanserinden (Mezotelyoma) korunmak için neler yapılabilir?Akciğer zarı bütün akciğeri ve kaburgaları sardığı için çok geniş bir bölgede ortaya çıkmaktadır. Diğer kanserlerden farklı olarak tek bir noktada değil üzüm taneleri şeklinde bütün akciğer zarı üzerinde tümörler şeklinde görülmektedir.Akciğer zarı kanseri gelişmeden önce riskli hastalarda akciğer zarının tamamen alınması gündeme gelmektedir. Ancak çok geniş bir bölgeye yayılan akciğer zarının milimetrik olarak tamamen çıkartılması söz konusu olmadığı için bu yöntemin uygulandığı hastalarda da akciğer zarı kanseri yine de gelişebilmektedir.Akciğer zarı kanserinden korunmak için asbest maruziyetini önlemek önemlidir. İşyerinde veya yaşanılan bölgede asbest olup olmadığı kontrol edilmelidir.Asbest maruziyeti olan işlerde çalışanların koruyucu ekipman giymek gibi tüm güvenlik önlemlerine uyması önemlidir. Ayrıca öğle yemeği molası vermeden veya eve gitmeden önce duş alınması veya iş kıyafetlerinin değiştirilmesi temas halinde olan kişilerin korunabilmesi bakımından ihmal edilmemelidir.Akciğer zarı kanserinde (Mezotelyoma) akıllı ilaç kullanılır mı?Akciğer zarı kanserinin tedavisinde son yıllarda kullanılmaya başlanan İmmünoterapi uygulaması hastaların yaşam süresinde olumlu sonuçlar vermektedir. İmmünoterapi tedavisi özellikle sarkomatoid, mix tip akciğer zarı kanserinde daha fazla etki göstermektedir.  Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) bitkisel tedavisi var mıdır?“Akciğer zarı kanseri fitoterapi yararlı mıdır?” sorusu hastalar tarafından sıklıkla gündeme getirilmektedir. Yapılan bilimsel çalışmalara göre akciğer zarı kanserinin (Mezotelyoma) doğal veya bitkisel bir tedavisi bulunmamaktadır. Alınabilecek önlemlerin en önemlisi asbest maruziyetinden kaçınmaktır. Bununla birlikte asbestli toprakta yetişen ürünleri tüketmenin bir zararı bulunmamaktadır.Akciğer zarı kanserinde (Mezotelyoma) beslenme nasıl olmalıdır?Akciğer zarı kanserinde bütün kanserlerde olduğu gibi proteinden fazla karbonhidrattan az beslenilmesi önemlidir.Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) metastaz yapar mı? Akciğer zarı kanserinde özellikle Sarkomatoid tip metastaz yapmaktadır. Sarkomatoid tip akciğer zarı kanseri genellikle; kemik, karaciğer, beyin, kalp ve karın zarına metastaz yapabilmektedir. Epiteloid tip akciğer zarı kanseri genellikle ortaya çıktığı bölgede büyür ve aynı bölgede tekrarlar. Karın veya karşı akciğerde metastaz yapabilir. Akciğer zarı kanserinin metastaz yaptığı alanlar sıklıkla karın zarı, kalp zarına olmaktadır.   Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) nedir?Göğüs boşluğu içinde akciğer dokusu bulunmaktadır. Akciğeri soğan zarına benzer çok ince bir zar dokusu kaplamaktadır. Akciğeri kaplayan bu zar dokusu aynı zamanda kaburgaların iç tarafına kadar ulaşmaktadır. Bu zar dokusunda oluşan kansere akciğer zarı kanseri yani mezotelyoma denilmektedir.Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) belirtileri nelerdir? Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) genellikle halk arasında akciğerlerin su toplaması olarak bilinen akciğer çevresinde sıvı gelişmesiyle belirti vermektedir. Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) hangi tarafta gelişmişle o tarafta batma tarzı ağrı hissedilebilmektedir. Öksürük, akciğer zarı kanserinde daha nadir olarak görülmektedir. Akciğerde sıvı gelişmesine bağlı olarak hastalar nefes darlığı hissederler. Akciğerde batma hissi de akciğer zarı kanseri belirtisi olabilmektedir. Akciğer zarı kanserinin erken evre belirti vermesi nadir görülmektedir. Birçok bakımdan akciğer kanserinden farklı olan akciğer zarı kanseri belirti bakımından da farklılıklar göstermektedir. Akciğer zarı kanserini sıvı toplanmasıyla belirti verdiğinde genellikle 2. evrededir. Akciğer zarı kanserinin (Mezotelyoma) belirtileri şunlardır;Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) nedenleri nelerdir?“Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma)  neden olur?”, “Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) nedenleri nelerdir?” soruları hastalar tarafından merak edilen konular arasındadır.Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) nedenleri arasında Asbest bilinen en önemli etkendir. Akciğer zarı kanseri nedenleri arasında çok düşük ihtimalle olsa da virüse bağlı gelişimler görülebilmektedir. Asbest maruziyetinin en önemli etken olmasına rağmen akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) nadir görülen bir hastalık değildir. Gemi sanayi, izolasyon sektörü, inşaat sektörü, nalbur, balata sektörü, tank palet fabrikasında çalışınlar, yatılım sektöründe çalışmış veya bu işyerlerinin yanında yaşamış kişilerde asbeste maruz kalma riski fazla olduğundan akciğer zarı kanseri gelişme ihtimali daha yüksektir.Akciğer zarı kanserinin ortaya çıkması için Asbest maruziyetinden sonra 10 yıl gibi bir süre geçmesi gerekmektedir. Asbest ile genç erişkinlik yaşlarında çalışan insanlarda çok uzun yıllar sonra akciğer zarı kanseri ortaya çıkmaktadır.Asbestle sadece sanayi sektöründe karşılaşılmamaktadır. Türkiye’de Diyarbakır Çermik, Eskişehir, Afyonkarahisar, Nevşehir gibi illerde doğal olarak toprakta asbest bulunmaktadır. Yumuşak ve güzel kokulu bir madde olan asbest bu bölgelerde evlerin kaplanmasında veya pekmez yapımında sık olarak kullanılmaktadır. Doğal yollarla asbest solumakla da akciğer zarı kanseri gelişebilmektedir.  Asbest maruziyeti olan bir kişiyle yaşamak da akciğer zarı kanserine neden olabilmektedir. Asbeste maruz kalan kişiler, lifleri ciltlerinde veya kıyafetlerinde eve taşıyabilir. Bu şekilde asbeste maruz kalmak akciğer zarı kanseri riskini artırabilir. İş yerinde yoğun asbestle çalışan kişiler, işten ayrılmadan önce duş alarak ve kıyafetlerini değiştirerek eve asbest lifleri getirme riskini azaltabilir.Asbest ile tensel temas akciğer zarı kanserine neden olmamaktadır. Asbestin akciğer zarı kanserine neden olabilmesi için solunum yoluyla alınması gerekmektedir. Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) teşhisi nasıl yapılır?Kişide akciğer zarı kanseri belirtileri varsa, ilaveten asbest ile uzun süreli temas söz konusu ise önce Bilgisayarlı Tomografi ile görüntüleme yapılmaktadır. Akciğer zarı kanseri teşhisini netleştirmek için hastadan Torakoskopi denilen yöntemle biyopsi alınır ve laboratuvara gönderilir.Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) tedavisi nedir?Akciğer zarı kanseri tedavisinde iyi bir planlama yapılması önemlidir. Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) tedavisinde uzmanlık, iyi takip ve multidisipliner bir yaklaşım önemlidir. Akciğer zarı kanserinin tedavisinde cerrahi yöntemler ön plana çıkmakla birlikte; kemoterapi, radyoterapi ve immünoterapi gibi yöntemler uygulanmaktadır.Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) ameliyatında eskiden akciğer ile akciğer zarı tamamen çıkartılıyordu. Ancak son yıllarda yapılan çalışmaların neticesinde sadece akciğer zarının tamamen çıkartılmasının yeterli olduğu anlaşılmıştır.  Sonrasında kemoterapi ve gerekirse radyoterapi verilmektedir. Bazı hastalarda uygulanacak tedavinin sıralaması değişebilmektedir. Son yıllarda immünoterapi yani bağışıklık sistemine yönelik tedaviler etkin olarak kullanılmaktadır.Akciğer kanseri hakkında sık sorulan sorularAkciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) çeşitleri nelerdir?Akciğer zarı kanserinin genel olarak 3 çeşittir;Akciğer zarı kanserinde akciğer kanserinde olduğu gibi küçük hücreli veya büyük hücreli tipleri yoktur.Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) ile akciğer kanserinin farkı nedir?Akciğer zarı kanserinin akciğer kanserinden farklı sadece ortaya çıktığı yer değildir. Akciğer zarı kanserinin hücreleri akciğer kanserinden farklıdır. İnsan vücudu gelişirken iç organları oluşturan kök hücreler farklıdır. Zar bölgeleri ve sinir dokularını oluşturan kök hücreler birbirinden farklılık göstermektedir.Akciğerde dokusunda herhangi bir ağrı algılayıcı yoktur ama akciğer zarında ağrı algılayıcısı vardır.Akciğer zarı kanseri ile akciğer kanserinden bir farkı da ortaya çıkma şeklidir. Akciğer zarı bütün göğüs boşluğunu kapladığı için akciğer kanseri gibi tek bir noktada çıkmamaktadır. Bütün göğüs boşluğu içindeki akciğer zarı etkilenmektedir ve çok geniş bir alanı kaplamaktadır.Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) evreleri nelerdir?Akciğer zarı kanseri evreleri hastanın iyileşme şansını belirtmesi açısından akciğer kanseri gibi hassas değildir. Klasik kanser evrelemesinden farklılık gösterebilmektedir. Özellikle 1. Ve 4. Evre dışında kalan evreler yaşam süresi bakımından farklılıklar gösterebilmektedir.Genel alarak akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) 4 evrededir,Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) yaşam süresi ne kadardır?Akciğer zarı kanseri hastalarının yaşam süresi hastalığın evresine, alınan tedaviye, hastanın tedaviye verdiği yanıta göre değişebilmektedir. Akciğer zarı kanserinde yaşam süresi hastadan hastaya değişebilmektedir. Akciğer zarı kanseri olan bir hasta;Bununla beraber her hastadaki sonuçlar farklılık göstermekte ve özellikle son yıllarda bağışıklık sistemine yönelik uygulanan immütoterapi tedavisiyle akciğer zarı kanseri yaşam süresinde ciddi uzamalar görülmüştür.Ortaya koyulan yaşam süreleri hastaların tedaviye verdiği yanıta göre farklılık gösterebilmektedir.Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) tedavisinde birçok opsiyon bulunmaktadır. Akciğer zarı kanserinin tekrarlama riski fazla olduğu için tedavi seçeneklerini aşamalandırmak önemlidir. Bütün tedavi seçeneklerini aynı anda kullanmak yerine hastalığın seyrine göre aşama aşama tedavi uygulamak en iyi sonucu elde etmenin önünü açar.Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma)  ameliyatı nasıl yapılır? Akciğer zarı kanserinde (Mezotelyoma) açık ameliyat denilen cerrahi yöntem uygulanmaktadır.Akciğer zarı kanserinden (Mezotelyoma) korunmak için neler yapılabilir?Akciğer zarı bütün akciğeri ve kaburgaları sardığı için çok geniş bir bölgede ortaya çıkmaktadır. Diğer kanserlerden farklı olarak tek bir noktada değil üzüm taneleri şeklinde bütün akciğer zarı üzerinde tümörler şeklinde görülmektedir.Akciğer zarı kanseri gelişmeden önce riskli hastalarda akciğer zarının tamamen alınması gündeme gelmektedir. Ancak çok geniş bir bölgeye yayılan akciğer zarının milimetrik olarak tamamen çıkartılması söz konusu olmadığı için bu yöntemin uygulandığı hastalarda da akciğer zarı kanseri yine de gelişebilmektedir.Akciğer zarı kanserinden korunmak için asbest maruziyetini önlemek önemlidir. İşyerinde veya yaşanılan bölgede asbest olup olmadığı kontrol edilmelidir.Asbest maruziyeti olan işlerde çalışanların koruyucu ekipman giymek gibi tüm güvenlik önlemlerine uyması önemlidir. Ayrıca öğle yemeği molası vermeden veya eve gitmeden önce duş alınması veya iş kıyafetlerinin değiştirilmesi temas halinde olan kişilerin korunabilmesi bakımından ihmal edilmemelidir.Akciğer zarı kanserinde (Mezotelyoma) akıllı ilaç kullanılır mı?Akciğer zarı kanserinin tedavisinde son yıllarda kullanılmaya başlanan İmmünoterapi uygulaması hastaların yaşam süresinde olumlu sonuçlar vermektedir. İmmünoterapi tedavisi özellikle sarkomatoid, mix tip akciğer zarı kanserinde daha fazla etki göstermektedir.  Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) bitkisel tedavisi var mıdır?“Akciğer zarı kanseri fitoterapi yararlı mıdır?” sorusu hastalar tarafından sıklıkla gündeme getirilmektedir. Yapılan bilimsel çalışmalara göre akciğer zarı kanserinin (Mezotelyoma) doğal veya bitkisel bir tedavisi bulunmamaktadır. Alınabilecek önlemlerin en önemlisi asbest maruziyetinden kaçınmaktır. Bununla birlikte asbestli toprakta yetişen ürünleri tüketmenin bir zararı bulunmamaktadır.Akciğer zarı kanserinde (Mezotelyoma) beslenme nasıl olmalıdır?Akciğer zarı kanserinde bütün kanserlerde olduğu gibi proteinden fazla karbonhidrattan az beslenilmesi önemlidir.Akciğer zarı kanseri (Mezotelyoma) metastaz yapar mı?
8,038
158
Hastalıklar
Akciğer Kanaması
Öksürürken ağızdan kan gelmesi, akciğer kanamasının en önemli belirtisini oluşturuyor. Akciğer kanamalarının başlıca sebebi akciğer kanseri olurken, enfeksiyonlar ve doğumsal sebepler de diğer nedenler arasında yer alıyor. Tedavi edilmediği durumlarda hayati riske yol açabilen akciğer kanamaları, kadın ve erkeklerde yaklaşık oranlarda görülüyor. Akciğer kanamasının yoğunluğuna göre girişimsel radyolojik yöntemler, bronkoskopi veya cerrahi tedavilerden hangisi uygun ise seçilip hastaya uygulanabiliyor. Akciğer kanamaları altta yatan neden ortadan kaldırılmadığı sürece tekrarlama riski içeriyor. Akciğer kanaması oluşması durumunda mutlaka en yakın sağlık kuruluşuna başvurmak gerekiyor. Memorial Ankara Hastanesi Göğüs Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Sedat Gürkök, akciğer kanamaları ile ilgili bilgi verdi:Öksürürken ağızdan kan gelmesi, akciğer kanamasının en önemli belirtisini oluşturuyor. Akciğer kanamalarının başlıca sebebi akciğer kanseri olurken, enfeksiyonlar ve doğumsal sebepler de diğer nedenler arasında yer alıyor. Tedavi edilmediği durumlarda hayati riske yol açabilen akciğer kanamaları, kadın ve erkeklerde yaklaşık oranlarda görülüyor. Akciğer kanamasının yoğunluğuna göre girişimsel radyolojik yöntemler, bronkoskopi veya cerrahi tedavilerden hangisi uygun ise seçilip hastaya uygulanabiliyor. Akciğer kanamaları altta yatan neden ortadan kaldırılmadığı sürece tekrarlama riski içeriyor. Akciğer kanaması oluşması durumunda mutlaka en yakın sağlık kuruluşuna başvurmak gerekiyor. Memorial Ankara Hastanesi Göğüs Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Sedat Gürkök, akciğer kanamaları ile ilgili bilgi verdi: Akciğer kanaması nedir?Akciğer kanaması, akciğerden köken alan ve ağızdan kan gelmesi şeklinde oluşabilen tablodur. Akciğer dokusunun veya akciğeri besleyen damarlardan herhangi birinde % 80 oranında bronşiyal arterlerden kaynaklanan ve nefes borusundan gelen kanamalardır.  Potansiyel olarak yaşamı tehdit eden bir durum olan akciğer kanamalarında tedavinin erken dönemde başlanmaması yaşamsal riski artırır. Bu sebeple hastanın hızlı bir şekilde değerlendirilmesi ve tedavinin gerçekleştirilmesi gerekir.Akciğer kanaması neden olur?Akciğer kanaması genellikle akciğer dokusunu hasara uğratabilen tümör (akciğer kanseri), enfeksiyonlar (pnömoni), bronşektazi, akut bronşit, tüberküloz, sistemik hastalıklar ve konjentinal sebeplerden (doğumsal nedenlerden) kaynaklanabilir. Yoğun akciğer kanamalarının olağan kaynağı bronşiyal damarlardır. Bu yüksek basınçlı sistem, yoğun kanamanın % 80’inden sorumludur. Diğer kaynaklar arasında aortobronşiyal fistüller, rüptüre anevrizmalar, diğer bronşiyal olmayan kaynaklar ve pulmoner damarlar bulunur.En sık karşılaşın sebeplerin başında tümörler gelir. Kanser bulunduğu dokuyu harap eden ve yapısını bozan bir oluşumdur. Genellikle akciğer kanserlerinin büyük çoğunluğu bronş epitelinden köken aldığı için bronşiyal arterler tümör içerisinde kalır ve tümörün bronş dokusunu yıkması sonucu kanama meydana gelir.Aynı mantık enfeksiyon için de geçerlidir. Akciğer mantarı kavitel bir lezyon oluşturur. Kavitasyon da kanamaya meyilli bir ortam hazırlar ve böylece akciğer kanaması oluşur. Sistemik hastalıklarda ise parankimi tutan herhangi bir sistemik hastalıkta kanama görülebilir. Fakat diğer sebeplere göre görülme oranı daha düşüktür.Doğumsal nedenler arasında yer alan damar anomalileri en sık görülen kanama nedeni olmakla birlikte, nadir görülen sebepler arasında yer almaktadır.Akciğer kanamasının belirtileri nelerdir?Akciğer kanamasının belirtileri kanamanın şiddeti ve miktarına göre değişmekle beraber; ağızdan öksürükle köpüklü kan gelmesi en sık görülen belirtiyi oluşturur. Bunun yanı sıra kanamaya neden olabilen etkenler de farklı semptomlarla karşımıza çıkabilir. Tümör varlığında kilo kaybı, öksürük, nefes darlığı görülürken; enfeksiyonlarda yüksek ateş, nefes darlığı ve öksürük en sık karşılaşılan semptomlar olmaktadır. Semptomlar kanamanın miktarına göre değişerek farklı şekilde karşımıza çıkabilir.Akciğer kanamasının tanısı nasıl konulur?Akciğer kanamasının tanısı konulurken öncelikle hastanın verdiği bilgi ve yaşadığı şikayetlerden yola çıkılır. Hastanın ağzından kan gelmesi en önemli şüphe kaynağıdır. Fiziksel muayenenin ardından radyolojik ve bronkoskopik işlemlerin yapılması gerekir. Radyolojik tetkikler arasında basit akciğer grafisi ve kontrastlı toraks tomografisi bulunmaktadır. Fiber optik bronkoskopi hem tanı hem de tedavi için kullanılan bir yöntemdir. Bronkoskopi de ucunda optik kamera sistemi bulunan ve hareket kabiliyeti olan bir cihazla nefes borusundan girilerek kanama odağı tespit edilir. Ardından soğuk serum fizyolojik ve adrenalin enjeksiyonları ile kanama durdurulmaya çalışılır.Akciğer kanamasının tedavisi nasıl uygulanır?Akciğer kanamasının tedavisi öncelikle tanıyı koymakla başlar. Basit ve miktarı az olan kanamalarda sadece gözlem ve sıvı takviyesi ile kanamanın düzelmesi sağlanabilir. Daha ileri düzeyde olan kanamalarda ise anjiyografik (girişimsel radyoloji) tarafından yapılan damar tıkayıcı işlemlerin yapılaması gerekir. Bu yöntemde hasta masa üzerinde yatarken sağ kasıktaki toplardamar ya da atardamara çok ince borular ve teller ile girilerek floroskopi ya da anjiyografi cihazının rehberliğinde göğüs bölgesine kadar ilerlenerek kanamanın bulunduğu bölgenin çeşitli materyaller yardımı ile kapatılması sağlanır.  Girişimsel radyoloji işlemi ile birçok hasta tedavi edilebilir. Tanı amaçlı kullanılan fiber optik bronkoskopi yöntemiyle de basit kanamalar durdurulabilir. Ancak daha ileri ve masif (yoğun) kanamalarda hastanın klinik tablosu ağırlaşacağı için öncelikle kanama yeri tespit edilmeye çalışılır. Kanama odağı bulunduktan sonra cerrahi olarak kanama ortadan kaldırılabilir. Akciğer kanamalarında cerrahinin son seçenek olacağı kesinlikle unutulmamalıdır. Tedavinin ilk seçenekleri olarak genellikle kanamaların miktarına bağlı olarak girişimsel radyoloji ve fiber optik girişimler ön planda tutulmalıdır.AKCİĞER KANAMALARI İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULARAkciğer kanamaları tedavi edilmezse ne olur?Akciğer kanamaları mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Kanamanın şiddetine göre değişmekle birlikte masif yoğun akciğer kanamaları ölümcül sonuçlar doğurur.Akciğer kanamaları kimlerde ve hangi yaş gruplarında görülür?Akciğer kanamaları genellikle akciğer tümörleri kaynaklı olarak ortaya çıktığı için erkek cinsiyet ve 50 yaş üzerinde daha sık görüldüğü söylenebilir. Ancak diğer nedenlere bağlı gelişen kanamalarda bir cinsiyet ve yaş aralığı bulunmamaktadır.Öksürmeden ağızdan kan gelmesi neden olur?Kanama nedeni akciğer kökenliyse hastada bronş iritasyonuna bağlı öksürük görülür. Genelde akciğer kanamaları öksürme ile meydana gelir.  Öksürmeden ağızdan kan gelmesi durumunda akciğer dışındaki (diş eti kanaması, bademcik kanaması gibi) sebepler akla gelmelidir.Akciğer kanaması hayati tehlike oluşturur mu?Akciğer kanaması hayati tehlike yaratır. Akciğer dokusu bronşlarla hava iletimini sağlayan bir organdır. Bu sebeple akciğerde, bronşlarda meydana gelen bir kanama nefes darlığı oluşturur ve kan kaybına bağlı ölüme sebebiyet verebilir. Yoğun kanamalarda hasta nefes darlığı nedeniyle boğularak ya da kan kaybından ölebilir.  Akciğer kanaması tedavi edildikten sonra tekrarlar mı?Akciğer kanaması tedavi şekline göre değişmekle birlikte nedeni ortadan kaldırılmadığı sürece tekrarlayabilir.Akciğer kanamalarında nelere dikkat edilmelidir?Öksürme ile ağızdan kan geliniyorsa mutlaka en yakın sağlık kuruluşuna başvurmak gerekir çünkü altında ciddi bir sebep olabilir ayrıca kanama artış gösterebileceği için hastayı boğabilir.Akciğer kanamaları kanser ile ilgili midir?Akciğer kanamasının en sık sebeplerinden biri akciğer kanseridir. Akciğer kanseri çoğunlukla bronş epitelinden köken alan ve akciğer dokusundan gelişerek akciğer dokusunu harap eden bir kitledir. Akciğer dokusunda oluşturduğu harabiyete bağlı olarak kanama sık görülmektedir. Akciğer kanaması nedir?Akciğer kanaması, akciğerden köken alan ve ağızdan kan gelmesi şeklinde oluşabilen tablodur. Akciğer dokusunun veya akciğeri besleyen damarlardan herhangi birinde % 80 oranında bronşiyal arterlerden kaynaklanan ve nefes borusundan gelen kanamalardır.  Potansiyel olarak yaşamı tehdit eden bir durum olan akciğer kanamalarında tedavinin erken dönemde başlanmaması yaşamsal riski artırır. Bu sebeple hastanın hızlı bir şekilde değerlendirilmesi ve tedavinin gerçekleştirilmesi gerekir.Akciğer kanaması neden olur?Akciğer kanaması genellikle akciğer dokusunu hasara uğratabilen tümör (akciğer kanseri), enfeksiyonlar (pnömoni), bronşektazi, akut bronşit, tüberküloz, sistemik hastalıklar ve konjentinal sebeplerden (doğumsal nedenlerden) kaynaklanabilir. Yoğun akciğer kanamalarının olağan kaynağı bronşiyal damarlardır. Bu yüksek basınçlı sistem, yoğun kanamanın % 80’inden sorumludur. Diğer kaynaklar arasında aortobronşiyal fistüller, rüptüre anevrizmalar, diğer bronşiyal olmayan kaynaklar ve pulmoner damarlar bulunur.En sık karşılaşın sebeplerin başında tümörler gelir. Kanser bulunduğu dokuyu harap eden ve yapısını bozan bir oluşumdur. Genellikle akciğer kanserlerinin büyük çoğunluğu bronş epitelinden köken aldığı için bronşiyal arterler tümör içerisinde kalır ve tümörün bronş dokusunu yıkması sonucu kanama meydana gelir.Aynı mantık enfeksiyon için de geçerlidir. Akciğer mantarı kavitel bir lezyon oluşturur. Kavitasyon da kanamaya meyilli bir ortam hazırlar ve böylece akciğer kanaması oluşur. Sistemik hastalıklarda ise parankimi tutan herhangi bir sistemik hastalıkta kanama görülebilir. Fakat diğer sebeplere göre görülme oranı daha düşüktür.Doğumsal nedenler arasında yer alan damar anomalileri en sık görülen kanama nedeni olmakla birlikte, nadir görülen sebepler arasında yer almaktadır.Akciğer kanamasının belirtileri nelerdir?Akciğer kanamasının belirtileri kanamanın şiddeti ve miktarına göre değişmekle beraber; ağızdan öksürükle köpüklü kan gelmesi en sık görülen belirtiyi oluşturur. Bunun yanı sıra kanamaya neden olabilen etkenler de farklı semptomlarla karşımıza çıkabilir. Tümör varlığında kilo kaybı, öksürük, nefes darlığı görülürken; enfeksiyonlarda yüksek ateş, nefes darlığı ve öksürük en sık karşılaşılan semptomlar olmaktadır. Semptomlar kanamanın miktarına göre değişerek farklı şekilde karşımıza çıkabilir.Akciğer kanamasının tanısı nasıl konulur?Akciğer kanamasının tanısı konulurken öncelikle hastanın verdiği bilgi ve yaşadığı şikayetlerden yola çıkılır. Hastanın ağzından kan gelmesi en önemli şüphe kaynağıdır. Fiziksel muayenenin ardından radyolojik ve bronkoskopik işlemlerin yapılması gerekir. Radyolojik tetkikler arasında basit akciğer grafisi ve kontrastlı toraks tomografisi bulunmaktadır. Fiber optik bronkoskopi hem tanı hem de tedavi için kullanılan bir yöntemdir. Bronkoskopi de ucunda optik kamera sistemi bulunan ve hareket kabiliyeti olan bir cihazla nefes borusundan girilerek kanama odağı tespit edilir. Ardından soğuk serum fizyolojik ve adrenalin enjeksiyonları ile kanama durdurulmaya çalışılır.Akciğer kanamasının tedavisi nasıl uygulanır?Akciğer kanamasının tedavisi öncelikle tanıyı koymakla başlar. Basit ve miktarı az olan kanamalarda sadece gözlem ve sıvı takviyesi ile kanamanın düzelmesi sağlanabilir. Daha ileri düzeyde olan kanamalarda ise anjiyografik (girişimsel radyoloji) tarafından yapılan damar tıkayıcı işlemlerin yapılaması gerekir. Bu yöntemde hasta masa üzerinde yatarken sağ kasıktaki toplardamar ya da atardamara çok ince borular ve teller ile girilerek floroskopi ya da anjiyografi cihazının rehberliğinde göğüs bölgesine kadar ilerlenerek kanamanın bulunduğu bölgenin çeşitli materyaller yardımı ile kapatılması sağlanır.  Girişimsel radyoloji işlemi ile birçok hasta tedavi edilebilir. Tanı amaçlı kullanılan fiber optik bronkoskopi yöntemiyle de basit kanamalar durdurulabilir. Ancak daha ileri ve masif (yoğun) kanamalarda hastanın klinik tablosu ağırlaşacağı için öncelikle kanama yeri tespit edilmeye çalışılır. Kanama odağı bulunduktan sonra cerrahi olarak kanama ortadan kaldırılabilir. Akciğer kanamalarında cerrahinin son seçenek olacağı kesinlikle unutulmamalıdır. Tedavinin ilk seçenekleri olarak genellikle kanamaların miktarına bağlı olarak girişimsel radyoloji ve fiber optik girişimler ön planda tutulmalıdır.AKCİĞER KANAMALARI İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULARAkciğer kanamaları tedavi edilmezse ne olur?Akciğer kanamaları mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Kanamanın şiddetine göre değişmekle birlikte masif yoğun akciğer kanamaları ölümcül sonuçlar doğurur.Akciğer kanamaları kimlerde ve hangi yaş gruplarında görülür?Akciğer kanamaları genellikle akciğer tümörleri kaynaklı olarak ortaya çıktığı için erkek cinsiyet ve 50 yaş üzerinde daha sık görüldüğü söylenebilir. Ancak diğer nedenlere bağlı gelişen kanamalarda bir cinsiyet ve yaş aralığı bulunmamaktadır.Öksürmeden ağızdan kan gelmesi neden olur?Kanama nedeni akciğer kökenliyse hastada bronş iritasyonuna bağlı öksürük görülür. Genelde akciğer kanamaları öksürme ile meydana gelir.  Öksürmeden ağızdan kan gelmesi durumunda akciğer dışındaki (diş eti kanaması, bademcik kanaması gibi) sebepler akla gelmelidir.Akciğer kanaması hayati tehlike oluşturur mu?Akciğer kanaması hayati tehlike yaratır. Akciğer dokusu bronşlarla hava iletimini sağlayan bir organdır. Bu sebeple akciğerde, bronşlarda meydana gelen bir kanama nefes darlığı oluşturur ve kan kaybına bağlı ölüme sebebiyet verebilir. Yoğun kanamalarda hasta nefes darlığı nedeniyle boğularak ya da kan kaybından ölebilir.  Akciğer kanaması tedavi edildikten sonra tekrarlar mı?Akciğer kanaması tedavi şekline göre değişmekle birlikte nedeni ortadan kaldırılmadığı sürece tekrarlayabilir.Akciğer kanamalarında nelere dikkat edilmelidir?Öksürme ile ağızdan kan geliniyorsa mutlaka en yakın sağlık kuruluşuna başvurmak gerekir çünkü altında ciddi bir sebep olabilir ayrıca kanama artış gösterebileceği için hastayı boğabilir.Akciğer kanamaları kanser ile ilgili midir?
5,184
159
Hastalıklar
Akdeniz Anemisi (Talesemi)
Akdeniz anemisi olarak da bilinen talasemi, vücutta sağlıklı olarak yer alan kırmızı kan hücrelerinin üretimini etkileyen kan bozukluğu olarak tanımlanır. Başta Akdeniz ülkeleri olmak üzere Afrika ve Güneydoğu Asya ülkelerinde görülebilir. Talasemi hastalığı anemi benzeri semptomlarla ortaya çıkarak kişide kansızlık, çarpıntı ve çabuk yorulma gibi durumlara neden olabilir. Akdeniz anemisi tedavisi kan naklini ve demir şelasyon tedavisini içerir.Akdeniz anemisi olarak da bilinen talasemi, vücutta sağlıklı olarak yer alan kırmızı kan hücrelerinin üretimini etkileyen kan bozukluğu olarak tanımlanır. Başta Akdeniz ülkeleri olmak üzere Afrika ve Güneydoğu Asya ülkelerinde görülebilir. Talasemi hastalığı anemi benzeri semptomlarla ortaya çıkarak kişide kansızlık, çarpıntı ve çabuk yorulma gibi durumlara neden olabilir. Akdeniz anemisi tedavisi kan naklini ve demir şelasyon tedavisini içerir. Akdeniz Anemisi (Talasemi) Nedir?Akdeniz anemisi ya da diğer adı ile talasemi, kalıtsal yani ebeveynlerinden çocuklarına geçen, vücudun protein (hemoglobin) üretme yeteneğini etkilediği için normalden daha az sağlıklı kırmızı kan hücresi ile hemoglobin yapmasına neden olan kalıtsal bir kan bozukluğudur. Hemoglobin genleri ile geçen ve bu hastalık önlenebilir bir kan hastalığıdır. Taşıyıcıların saptanması, genetik danışma ve doğum öncesi tanı konabilmesiyle engellenebilir bir hastalık olmasına rağmen, dünyada her yıl en az 400 bine yakın Akdeniz anemisi hastası doğmakta ve tedavi görmektedir.Akdeniz Anemisi (Talasemi) Neden Olur?Talasemi, vücudun kırmızı kan hücreleri için hemoglobin adı verilen proteini yeterince üretememesi sonucu ortaya çıkan kalıtsal bir kan bozukluğudur. Talasemi hastalığına hemoglobini üreten hücrelerin DNA'sındaki mutasyon neden olur. Mutasyona uğrayan bu gen anne ve babadan çocuğa geçer. Hemoglobin molekülleri, mutasyonlardan etkilenebilen alfa ve beta zincirleri adı verilen zincirlerden oluşur. Talasemide mutasyondan etkilenen alfa veya beta zincirlerinin üretimi azalır, bu da alfa talasemi veya beta talasemiye neden olur.Hemoglobin molekülünün hem ve globülin olmak üzere iki kısmı bulunur. Sağlıklı bir kişide globin proteini iki çift polipeptid zincirinden oluşur. Polipeptid zincirlerine göre erişkin bir kişinin eritrositlerinde 3 ayrı tipte hemoglobin bulunur: Hemoglobin A: Globin parçası 2 alfa, 2 beta polipeptid zincirinden yapılmıştır ve total hemoglobinin %96-98’ini içerir. Hemoglobin F: Globin parçası 2 alfa ve 2 gama polipeptid zincirinden yapılmıştır; total hemoglobinin %1’inden azını kapsar. Hemoglobin A2: Globin parçası 2 alfa ve 2 delta polipeptid zincirinden yapılmıştır, total hemoglobinin %2-3’ünden azını içerir.Hemoglobin yapımı genlerin kontrolü altındadır ve ailesel, genetik bir defekt sonucu hemoglobini oluşturan globin zincirlerinden birinin yapımında yetersizlik veya bozukluğun oluşması ile talasemi hastalığı oluşur. Globin zincirlerinden hangisi sentezlenemiyorsa veya hangisinin sentezi azalmışsa talasemi onun adıyla anılmaktadır. Örneğin beta globin sentezindeki değişiklik beta talasemi hastalığına, alfa globin sentezindeki değişiklik alfa talasemiye neden olmaktadır. Beta talasemide hemoglobin yapısındaki bozukluk ile kırmızı kan hücreleri hızla yıkılmakta ve bunun sonucunda anemi, yani kansızlık ortaya çıkmaktadır.Akdeniz Anemisi (Talasemi) Belirtileri Nelerdir?Akdeniz anemisinde kırmızı kan hücrelerinin vücuda oksijen taşımak için kullandığı hemoglobin ya hiç üretilmez ya da çok az üretilir, bu da anemiye neden olur. Anemiye bağlı olarak kansızlık, yorgunluk, nefes darlığı cilt solgunluğu gibi belirtiler ortaya çıkar. Bu onları çok anemik (yorgun, nefes darlığı ve solgun) hale getirebilir.Akdeniz anemisinde görülen belirtiler şunlardır: Yorgunluk Nefes darlığı Kansızlık Yüz kemiğinde deformasyon Büyüme geriliği Vücutta fazla demir oluşması Dalak büyümesi İştah kaybı Burun kökünde basıklık Sarılık Safra kesesinde taş oluşumu Cilt renginin solması ve soğukluk Gelişme geriliği İdrarda koyuluk Kemiklerin incelmesi Karın şişmesiBazı bebekler doğum esnasında talasemi belirtileri görülebilir. Görülmeyen bebeklerde de iki yıl içerisinde gelişir.Akdeniz Anemisi Taşıyıcı Belirtileri Nelerdir?Akdeniz anemisi taşıyıcı belirtileri arasında en ayırt edileni kansızlık olarak tanımlanır. Taşıyıcı olan kişiler demir tedavisinden yarar göremezler. Tam kan sayımının ardından tanı konulabilir. Akdeniz Anemisi Ne Zaman Belirti Gösterir?Genetik olarak aktarılan Akdeniz anemisi, doğumdan sonra belirti göstermeyebilir. Fakat 5-6 aydan sonra Akdeniz anemisi olan bebeklerde ilk belirti olarak kansızlık ve sarılık ortaya çıkar. Bunların yanında dalakta ve karaciğerde büyüme görülmesi de Akdeniz anemisinin ilk belirtileri arasında yer alır.Akdeniz Anemisinin Talasemi) Çeşitleri Nelerdir?Genlerle aktarımı olan akdeniz anemisi, majör, intermedia, minör ve minima olmak üzere 4 şekilde görülür. Akdeniz anemisi hastalığı olan kişilerin büyük çoğunluğu taşıyıcı olarak bilinir. Bu kişilerde akdeniz anemisine ait belirtiler yoktur ya da yok denilecek kadar az olarak bulunur. Akdeniz anemisi çeşitleri şöyle sıralanabilir:1. Major Akdeniz anemisi nedir? Talasemi major (Ağır hasta tipi) durumunda anne ve baba taşıyıcıdır ve çocuğa geçen iki globin geni de defektlidir. Bebek daha 4 ya da 12 aylıkken tanı konur. Genellikle bebek 6 aylık olduğunda ağır bir kansızlık ortaya çıkar. Akdeniz anemisinin en ciddi türü olan talasemi majör bu belirtiler ile kendisini belli eder: Halsizlik Solukluk İştahsızlık Huzursuzluk Gelişme geriliği Sarılık Kalp büyümesi Kalp yetersizliği Çarpıntı Gelişme geriliği Sık enfeksiyon Karaciğer, dalak büyümesi sonucu karın şişliği Kemiklerde genişleme ve incelme Burun kökü basıklığı Alın ve diğer yüz kemiklerinde çıkıntı ile anormal yüz görünümüHastanın laboratuvar tetkiklerinde ortalama eritrosit hacmi ve ortalama eritrosit hemoglobin miktarlarının azaldığı yani ağır bir anemi olduğu ortaya çıkar. Hemoglobin düzeyi 7 g/dl’nin altındadır. Hemoglobin elektroforezinde hemoglobin A hemen hemen yoktur ve yerini hemoglobin F almıştır. Hemoglobin A2 normal, düşük veya hafif artmış olabilir. Akdeniz anemisinin en ağır çeşidi olan talasemi majör hastaları hayatları boyunca düzenli olarak tedavi görmek zorundadırlar.2. İntermedia Akdeniz anemisi nedir? Talasemi intermedia (Orta ağır hasta) durumunda anne ve baba taşıyıcıdır, çocuğa geçen iki beta globin geni de defektlidir. Talasemi majordan farkı ise genlerdeki değişimin daha hafif bir klinik tabloya yol açan tipte olmasıdır. Akdeniz anemisinin en ciddi ikinci türü olan talesemi intermediada klinik daha ılımlıdır ve kansızlık daha hafiftir. Hemoglobin düzeyi 7-10 g/dl arasındadır. Hastalar genellikle düzenli kan transfüzyonu gereksinimi duymazlar.3. Minör Akdeniz anemisi nedir?Talasemi minör (Talasemi taşıyıcılığı) durumunda hastaların hafif derecede kansızlık dışında sorunları olmaz. Laboratuvar tetkiklerinde hemoglobin değeri hafif düşüktür. Ortalama eritrosit hacmi ve ortalama eritrosit hemoglobin miktarları azalmıştır. Demir eksikliğinden farklı olarak eritrosit sayıları normal veya artmıştır. Hemoglobin elektroforezinde hemoglobin A2 ve hemoglobin F hafif yüksektir. Akdeniz anemisi(talasemi) taşıyıcılığı bir hastalık değildir ve tedavi gerektirmez.Talasemi taşıyıcılarında da bebeklik döneminde iyi beslenememe nedeniyle demir eksikliği gelişebilir. Bu nedenle demir eksikliği tanısı konan hastalar demir tedavisi sonrasında değerlendirilmeli ve birlikte bulunabilecek talasemi taşıyıcılığı atlanmamalıdır. Talasemi taşıyıcılarının büyük bir çoğunluğu bu hastalığı taşıdıklarını bilmezler. Ancak kendileri gibi taşıyıcı birisi ile evlenip hasta bir çocuk sahibi olduklarında ya da tarama sonrasında öğrenirler.4. Minima Akdeniz anemisi nedir? Talasemi minima (Talasemi taşıyıcılığı) durumunda bulgular talasemi minördeki gibidir, ancak hemoglobin elektroforezi normal saptanır. Akdeniz anemisinin 4. çeşidi olan talasemi minimanın teşhisi gen analizi ile konulur.Akdeniz Anemisi (Talasemi) Kimlerde Görülür?Talasemi ya da akdeniz anemisi vücudu hemoglobin üretemeyen ya da çok az üreten kişilerde görülür. Bu hastalık genellikle Akdeniz, Güney Asya, Orta Doğu ve Güneydoğu Asya kökenli kişileri etkiler. İnsanlardaki her bir özelliğe ait genlerden iki adet bulunur.  Bu genlerden birisi anneden, diğeri de babadan geçer. Anne ve babadan geçen globin geni normalse çocuk normal, biri değişikliğe uğramışsa Akdeniz anemisi taşıyıcı, ikisi de değişikliğe uğramışsa Akdeniz anemisi hastası olarak dünyaya gelir.Akdeniz Anemisi Görülme Sıklığı Nedir?Akdeniz anemisi, görülme sıklığı bazı bölgeler yüzde 10’a kadar çıkabilmektedir. Fakat ortalama olarak yüzde 2-3 civarıdır. Türkiye’de en sık görülen hastalıklar arasında yer alır.Akdeniz Anemisi (Talasemi) Önlenebilir mi?Genetik bir hastalık olan Akdeniz anemisi önlenemeyen bir hastalık türüdür. Akdeniz anemisini önlemenin tek yolu çiftlerin evlenmeden önce veya çocukları doğmadan önce tedbir almalarıdır. Akdeniz anemisi taşıyıcıların kendileri gibi taşıyıcılarla evlenmemesi önerilir. Ülkemizde evlenecek çiftlere evlenmeden önce Akdeniz anemisi testi yapılmaktadır. Talasemi hastaları veya talasemi taşıyıcıları çocuk sahibi olmak istiyorlarsa mutlaka genetik danışma almaları gerekir. Tüp bebek (IVF) tedavisi esnasında embriyoya genetik testler yapılarak sağlıklı embriyo kullanılmaktadır. Akdeniz Anemisinden Korunmak İçin Neler Yapmak Gerekir?Akdeniz anemisi hastalığın tedavisi zor, maliyeti ise çok yüksektir. Bu nedenle, hastalıklı bebeklerin doğmasını engellemek çok önemlidir. Akdeniz anemisi hastalığından korunmak için gerekli koruyucu önlemlerin alınması da devlet tarafından desteklenmektedir.Akdeniz anemisi (talasemi) tarama ve önleme programları nelerdir?Evlilik öncesi çiftlerin taranmasıAkdeniz anemisinin sık görüldüğü bölgelerde hastalığın oluşmasını engellemek için evlenecek olan çiftlerin talasemi taşıyıcılığı açısından taranmaları önemlidir.Toplum eğitimiToplum beta talasemi konusunda konferanslar, seminerler ve diğer iletişim yöntemleri ile eğitilmeli ve akraba evliliklerinin riskleri açısından bilgilendirilmelidir.Taşıyıcıların tespitiÖzellikle taşıyıcılığın yüksek oranda görüldüğü bölgelerde hasta ve taşıyıcı bireylerin akrabalarının da taşıyıcılık açısından değerlendirilmesi çok önemlidir.Genetik danışmaEşlerin ikisinin de taşıyıcı olması durumunda eşlere danışmanlık verilmeli, genetik tanı merkezlerine yönlendirilmeli ve gebelik öncesinde gerekli tetkikler tamamlanmalıdır.Prenatal tanıİki taşıyıcının evliliği söz konusu ise çiftler mutlaka her gebeliğin erken döneminde (ilk 2 ay) doktora başvurmalı ve gerekli tetkikleri yaptırmalıdırlar.Akdeniz Anemisinin (Talasemi) Tedavileri Nelerdir?Akdeniz anemesi (beta talasemili) hastaları ömür boyu her 3-4 haftada bir kan desteğine ihtiyaç duyar. Talasemili hastanın hemoglobini 9,5 g/dl’nin üzerinde tutulmalıdır. Talasemili hastalarda tam kan sayımı, kan demir düzeyi, kalp, karaciğer ve hormonal sistem düzenli olarak değerlendirilir; kan yolu ile bulaşan hastalıklara dikkat edilir. Yıllık kan tüketimi normalin 1,5 katını aşmışsa ileri yaşlarda dalak operasyonla çıkartılır. Dalağın çıkarılması kan ihtiyacını azaltır ancak kesin çözüm değildir.Kemik iliği nakli ise Akdeniz anemisi hastalığını tamamen düzeltebilen bir tedavi yöntemidir. Özellikle iyi tedavi edilen, karaciğerde hasar oluşmamış hastalarda, doku tipi uygun sağlıklı kardeşten yapılan kemik iliği nakli başarılı olmaktadır. Ancak bazı olgularda kemik iliği nakli sırasında veya sonrasında çeşitli ciddi problemler ortaya çıkabilmekte veya nakil başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Araştırmalarına devam edilen gen nakli ise henüz hastalara uygulanmamaktadır.Akdeniz anemisi için hangi testler yapılır?Tam kan sayımının iyi değerlendirilmesi ve hemoglobin elektroforezi yapılmasıyla tanı kolayca konulur. Hasta olanlarda ağır kansızlık vardır; anne, baba ve çocuğun tam kan sayımı, hemoglobin elektroforezi ve genetik tetkikleri yapılarak kesin tanı konulabilir.Akdeniz Anemisi (Talasemi) İle İlgili Sık Sorulan SorularAlfa ve beta talasemi farkı nedir?Alfa talasemi durumunda belirtiler doğumla birlikte ortaya çıkar. Beta talasemi durumunda ise semptomlar 6. aydan itibaren görülür. Kemik değişikliği, soluk cilt, kalp yetmezliği, dalak büyümesi gibi durumlar ortaya çıkar.Akdeniz anemisi tedavi edilmediğinde ortaya çıkabilecek sorunlar nelerdir?Akneniz anemisi, tedavi edilmediğinde her hastalıkta olduğu gibi çeşitli sorunlara neden olabilir. Erken tanının geciktiği durumlarda Akdeniz anemisi olan kişilerde karaciğer ve kalp yetmezliği görülebilir. Bunların yanında bağışıklık sisteminin düşmesiyle enfeksiyonlara yatkınlık ortaya çıkar.  Akdeniz anemisi olan kişiler nasıl beslenmelidir?Akdeniz anemisi hastalarına verilen kanlarla demir birikmesi ve bunun yanı sıra bağırsaktan emilen demir miktarı da arttığı için demirden zengin gıdalarla beslenmekten kaçınılmalıdır. Ancak bu durum talasemi taşıyıcıları için geçerli değildir; talasemi taşıyıcılarında gereksinimin arttığı durumlarda demir eksikliği anemisi de gelişebilmektedir.Akdeniz anemisi hastalarına kemik iliği nakli yapılabilir mi?Kemik iliği nakli, Akdeniz anemisi hastalığını tamamen düzeltebilen bir tedavi yöntemidir. Özellikle iyi tedavi edilen, karaciğerde hasar oluşmamış hastalarda, doku tipi uygun sağlıklı kardeşten yapılan kemik iliği nakli başarılı olmaktadır. Ancak bazı olgularda kemik iliği nakli sırasında veya sonrasında çeşitli ciddi problemler ortaya çıkabilmekte veya nakil başarısızlıkla sonuçlanmaktadır.Akdeniz anemisi hastalarına gen nakli yapılıyor mu?Akdeniz anemisi hastalarının tedavisi için gen nakli araştırmaları devam ediyor. Ancak gen nakli henüz uygulanacak düzeye gelmedi.Akdeniz anemisi hastalığı ölümcül müdür? Akdeniz anemisi tedavi edilmediğinde hayatı tehdit eden komplikasyonlara yol açabilecek ciddi bir hastalıktır. Kesin bir yaşam beklentisini belirlemek zor olsa da genel kural, durum ne kadar şiddetli olursa yaşam beklentisi o kadar azalır.Akdeniz anemisi hastaları ne kadar yaşar?Günümüzde uygulanan tedaviler ile Akdeniz anemisi hastalarının 30'lu yaşlara ulaşması ve hatta evlenmeleri mümkün olabilmektedir. Talasemi ne kadar erken tespit edilirse, o kadar çabuk tedavi edilebilir. Gelecekte, gen terapisi muhtemelen hemoglobini yeniden aktive edebilir ve vücuttaki anormal gen mutasyonlarını deaktive edebilir.Akdeniz anemisi genetik bir hastalık mıdır?Ülkemizle birlikte Avrupa ülkelerinde sık görülün Akdeniz anemisi genetik geçişli bir kan hastalığıdır.Akdeniz anemisi nasıl bulaşır?Akdeniz anemisi genetik geçişli bir hastalıktır, bulaşıcı bir hastalık değildir.Akdeniz anemisi ülkemizde hangi bölgelerde yaygındır?Ülkemizde Akdeniz anemisi (beta talasemi) taşıyıcılığı sıklığı %2,1 dolayındadır. Bu sayı farklı bölgelerde artarak taşıyıcılık sıklığı %13’e kadar çıkmaktadır. Ülkemizde hastalığın en sık görüldüğü il %13 ile turistik ilimiz Antalya’dır. Akdeniz, Ege ve Trakya bölgelerinde taşıyıcılığın sık illerimize göre böyledir. Edirne %6,4, Urfa %6,4, Aydın %5,1, Antakya %4,6, İzmir %4,8, Muğla %4,5, İstanbul %4,5Akdeniz anemisi daha çok kadınlarda mı erkeklerde mi görülür?Akdeniz anemisi, genetik geçişli bir kan hastalığı olduğu için hemen hemen her iki cinsiyette eşit oranda görülmektedir.Akdeniz anemisi taşıyıcısı nasıl anlaşılır?Hasta veya taşıyıcı olduğu bilinen ailelerde tarama sonucu veya kansızlık nedeniyle getirilen çocuklara tanı konulmasıyla anlaşılır.Akdeniz anemisinin zararları nelerdir?Kansızlığı düzeltmek için verilen kan transfüzyonları vücutta demir birikmesine yol açar ve kalp, karaciğer, tiroid, pankreas ve dalak gibi organlarda hücre hasarına yol açar. Akdeniz anemisi hastalarında kalp yetmezliği, şeker hastalığı, gelişme geriliği ve hormonal yetersizlik gibi problemler gelişir. Bunların gelişmemesi için demir birikimini önlemek amacıyla hastalara genellikle 3 yaş civarında özel bir pompa ile haftanın en az 5 günü, 8-12 saat süren deri altı infüzyonu ile verilen bir ilaç (desferrioksamin) başlanır. Son yıllarda ağızdan alınan tablet şeklindeki ilaçlar da doktorun uygun gördüğü hastalarda kullanılmaya başlanmıştır. Kan yolu ile bulaşan hastalıklara da dikkat edilir.Akdeniz anemisi taşıyıcısı kan verebilir mi?Akdeniz anemisi kan değerleri düşük olduğundan ve yeterli miktarda kan bulunmadığı için kan bağışları kabul edilmez.Talasemi neden Akdeniz anemisi olarak adlandırılırmıştır?Beta talasemi geni Akdeniz ülkelerinde nispeten daha sık görüldüğü için Akdeniz anemisi adı verilmiştir. Akdeniz ülkeleri haricinde Afrika ve Güneydoğu Asya'da da hastalık sık görülmektedir.Akdeniz anemisi tedavisi hamilelik döneminde yapılır mı?Akdeniz anemisi tedavisi hamilik sürecinde yapılmaz. Tedaviye çocuk doğduktan sonra başlanılır.Akdeniz anemisi normal kan tahlilinde belli olur mu?Akdeniz anemisi normal kan tahlilinde de belli olabilir. Ancak kesin tanı için Hemoglobin elektroforez testi gerekir.Çiftlerin her ikisi de Akdeniz anemisi taşıyıcısıyla çocukları da taşıyıcı olur mu?Eşlerin ikisinin de Akdeniz anemisi taşıyıcısı olması durumunda eşlere danışmanlık verilmeli, genetik tanı merkezlerine yönlendirilmeli ve gebelik öncesinde gerekli tetkikler tamamlanmalıdır (örnek mutasyon analizi).Akdeniz anemisi hastaları evlenip çocuk sahibi olabilir mi?Akdeniz anemisi hastaları düzenli kan transfüzyonu ve demir birikimi için tedavi uygulayarak evlenip çocuk sahibi olabilirler. Beta talasemi hastası olan bir kişi taşıyıcı olmayan, normal bir kişi ile evlenirse çocukları taşıyıcı olur, hasta olmaz; taşıyıcı bir kişi ile evlenirse her bir çocuk için %50 hasta, %50 taşıyıcı olma ihtimali vardır.Akdeniz anemisi hastalığını hangi bölüm doktoru tedavi eder?Akdeniz anemisi hastalığını Hematoloji (Kan hastalıkları) Uzmanı tedavi eder.Akdeniz anemisi ile Akdeniz ateşi arasındaki fark nedir?Akdeniz anemisi genetik geçişli bir kan hastalığıdır. Ailevi Akdeniz ateşi (FMF) ise otoimmün romatolojik bir hastalıktır.Akdeniz anemisi teşhisi konulan anne karnındaki çocuğun doğması engellenebilir mi?Günümüzde prenatal ve preimplantasyon (in vitro fertilizasyon) tanı yöntemleri ile talasemik hasta çocuğun doğması önlenebilir. Akdeniz Anemisi (Talasemi) Nedir?Akdeniz anemisi ya da diğer adı ile talasemi, kalıtsal yani ebeveynlerinden çocuklarına geçen, vücudun protein (hemoglobin) üretme yeteneğini etkilediği için normalden daha az sağlıklı kırmızı kan hücresi ile hemoglobin yapmasına neden olan kalıtsal bir kan bozukluğudur. Hemoglobin genleri ile geçen ve bu hastalık önlenebilir bir kan hastalığıdır. Taşıyıcıların saptanması, genetik danışma ve doğum öncesi tanı konabilmesiyle engellenebilir bir hastalık olmasına rağmen, dünyada her yıl en az 400 bine yakın Akdeniz anemisi hastası doğmakta ve tedavi görmektedir.Akdeniz Anemisi (Talasemi) Neden Olur?Talasemi, vücudun kırmızı kan hücreleri için hemoglobin adı verilen proteini yeterince üretememesi sonucu ortaya çıkan kalıtsal bir kan bozukluğudur. Talasemi hastalığına hemoglobini üreten hücrelerin DNA'sındaki mutasyon neden olur. Mutasyona uğrayan bu gen anne ve babadan çocuğa geçer. Hemoglobin molekülleri, mutasyonlardan etkilenebilen alfa ve beta zincirleri adı verilen zincirlerden oluşur. Talasemide mutasyondan etkilenen alfa veya beta zincirlerinin üretimi azalır, bu da alfa talasemi veya beta talasemiye neden olur.Hemoglobin molekülünün hem ve globülin olmak üzere iki kısmı bulunur. Sağlıklı bir kişide globin proteini iki çift polipeptid zincirinden oluşur. Polipeptid zincirlerine göre erişkin bir kişinin eritrositlerinde 3 ayrı tipte hemoglobin bulunur:Hemoglobin yapımı genlerin kontrolü altındadır ve ailesel, genetik bir defekt sonucu hemoglobini oluşturan globin zincirlerinden birinin yapımında yetersizlik veya bozukluğun oluşması ile talasemi hastalığı oluşur. Globin zincirlerinden hangisi sentezlenemiyorsa veya hangisinin sentezi azalmışsa talasemi onun adıyla anılmaktadır. Örneğin beta globin sentezindeki değişiklik beta talasemi hastalığına, alfa globin sentezindeki değişiklik alfa talasemiye neden olmaktadır. Beta talasemide hemoglobin yapısındaki bozukluk ile kırmızı kan hücreleri hızla yıkılmakta ve bunun sonucunda anemi, yani kansızlık ortaya çıkmaktadır.Akdeniz Anemisi (Talasemi) Belirtileri Nelerdir?Akdeniz anemisinde kırmızı kan hücrelerinin vücuda oksijen taşımak için kullandığı hemoglobin ya hiç üretilmez ya da çok az üretilir, bu da anemiye neden olur. Anemiye bağlı olarak kansızlık, yorgunluk, nefes darlığı cilt solgunluğu gibi belirtiler ortaya çıkar. Bu onları çok anemik (yorgun, nefes darlığı ve solgun) hale getirebilir.Akdeniz anemisinde görülen belirtiler şunlardır:Bazı bebekler doğum esnasında talasemi belirtileri görülebilir. Görülmeyen bebeklerde de iki yıl içerisinde gelişir.Akdeniz Anemisi Taşıyıcı Belirtileri Nelerdir?Akdeniz anemisi taşıyıcı belirtileri arasında en ayırt edileni kansızlık olarak tanımlanır. Taşıyıcı olan kişiler demir tedavisinden yarar göremezler. Tam kan sayımının ardından tanı konulabilir. Akdeniz Anemisi Ne Zaman Belirti Gösterir?Genetik olarak aktarılan Akdeniz anemisi, doğumdan sonra belirti göstermeyebilir. Fakat 5-6 aydan sonra Akdeniz anemisi olan bebeklerde ilk belirti olarak kansızlık ve sarılık ortaya çıkar. Bunların yanında dalakta ve karaciğerde büyüme görülmesi de Akdeniz anemisinin ilk belirtileri arasında yer alır.Akdeniz Anemisinin Talasemi) Çeşitleri Nelerdir?Genlerle aktarımı olan akdeniz anemisi, majör, intermedia, minör ve minima olmak üzere 4 şekilde görülür. Akdeniz anemisi hastalığı olan kişilerin büyük çoğunluğu taşıyıcı olarak bilinir. Bu kişilerde akdeniz anemisine ait belirtiler yoktur ya da yok denilecek kadar az olarak bulunur. Akdeniz anemisi çeşitleri şöyle sıralanabilir:1. Major Akdeniz anemisi nedir? Talasemi major (Ağır hasta tipi) durumunda anne ve baba taşıyıcıdır ve çocuğa geçen iki globin geni de defektlidir. Bebek daha 4 ya da 12 aylıkken tanı konur. Genellikle bebek 6 aylık olduğunda ağır bir kansızlık ortaya çıkar. Akdeniz anemisinin en ciddi türü olan talasemi majör bu belirtiler ile kendisini belli eder:Hastanın laboratuvar tetkiklerinde ortalama eritrosit hacmi ve ortalama eritrosit hemoglobin miktarlarının azaldığı yani ağır bir anemi olduğu ortaya çıkar. Hemoglobin düzeyi 7 g/dl’nin altındadır. Hemoglobin elektroforezinde hemoglobin A hemen hemen yoktur ve yerini hemoglobin F almıştır. Hemoglobin A2 normal, düşük veya hafif artmış olabilir. Akdeniz anemisinin en ağır çeşidi olan talasemi majör hastaları hayatları boyunca düzenli olarak tedavi görmek zorundadırlar.2. İntermedia Akdeniz anemisi nedir? Talasemi intermedia (Orta ağır hasta) durumunda anne ve baba taşıyıcıdır, çocuğa geçen iki beta globin geni de defektlidir. Talasemi majordan farkı ise genlerdeki değişimin daha hafif bir klinik tabloya yol açan tipte olmasıdır. Akdeniz anemisinin en ciddi ikinci türü olan talesemi intermediada klinik daha ılımlıdır ve kansızlık daha hafiftir. Hemoglobin düzeyi 7-10 g/dl arasındadır. Hastalar genellikle düzenli kan transfüzyonu gereksinimi duymazlar.3. Minör Akdeniz anemisi nedir?Talasemi minör (Talasemi taşıyıcılığı) durumunda hastaların hafif derecede kansızlık dışında sorunları olmaz. Laboratuvar tetkiklerinde hemoglobin değeri hafif düşüktür. Ortalama eritrosit hacmi ve ortalama eritrosit hemoglobin miktarları azalmıştır. Demir eksikliğinden farklı olarak eritrosit sayıları normal veya artmıştır. Hemoglobin elektroforezinde hemoglobin A2 ve hemoglobin F hafif yüksektir. Akdeniz anemisi(talasemi) taşıyıcılığı bir hastalık değildir ve tedavi gerektirmez.Talasemi taşıyıcılarında da bebeklik döneminde iyi beslenememe nedeniyle demir eksikliği gelişebilir. Bu nedenle demir eksikliği tanısı konan hastalar demir tedavisi sonrasında değerlendirilmeli ve birlikte bulunabilecek talasemi taşıyıcılığı atlanmamalıdır. Talasemi taşıyıcılarının büyük bir çoğunluğu bu hastalığı taşıdıklarını bilmezler. Ancak kendileri gibi taşıyıcı birisi ile evlenip hasta bir çocuk sahibi olduklarında ya da tarama sonrasında öğrenirler.4. Minima Akdeniz anemisi nedir? Talasemi minima (Talasemi taşıyıcılığı) durumunda bulgular talasemi minördeki gibidir, ancak hemoglobin elektroforezi normal saptanır. Akdeniz anemisinin 4. çeşidi olan talasemi minimanın teşhisi gen analizi ile konulur.Akdeniz Anemisi (Talasemi) Kimlerde Görülür?Talasemi ya da akdeniz anemisi vücudu hemoglobin üretemeyen ya da çok az üreten kişilerde görülür. Bu hastalık genellikle Akdeniz, Güney Asya, Orta Doğu ve Güneydoğu Asya kökenli kişileri etkiler. İnsanlardaki her bir özelliğe ait genlerden iki adet bulunur.  Bu genlerden birisi anneden, diğeri de babadan geçer. Anne ve babadan geçen globin geni normalse çocuk normal, biri değişikliğe uğramışsa Akdeniz anemisi taşıyıcı, ikisi de değişikliğe uğramışsa Akdeniz anemisi hastası olarak dünyaya gelir.Akdeniz Anemisi Görülme Sıklığı Nedir?Akdeniz anemisi, görülme sıklığı bazı bölgeler yüzde 10’a kadar çıkabilmektedir. Fakat ortalama olarak yüzde 2-3 civarıdır. Türkiye’de en sık görülen hastalıklar arasında yer alır.Akdeniz Anemisi (Talasemi) Önlenebilir mi?Genetik bir hastalık olan Akdeniz anemisi önlenemeyen bir hastalık türüdür. Akdeniz anemisini önlemenin tek yolu çiftlerin evlenmeden önce veya çocukları doğmadan önce tedbir almalarıdır. Akdeniz anemisi taşıyıcıların kendileri gibi taşıyıcılarla evlenmemesi önerilir. Ülkemizde evlenecek çiftlere evlenmeden önce Akdeniz anemisi testi yapılmaktadır. Talasemi hastaları veya talasemi taşıyıcıları çocuk sahibi olmak istiyorlarsa mutlaka genetik danışma almaları gerekir. Tüp bebek (IVF) tedavisi esnasında embriyoya genetik testler yapılarak sağlıklı embriyo kullanılmaktadır. Akdeniz Anemisinden Korunmak İçin Neler Yapmak Gerekir?Akdeniz anemisi hastalığın tedavisi zor, maliyeti ise çok yüksektir. Bu nedenle, hastalıklı bebeklerin doğmasını engellemek çok önemlidir. Akdeniz anemisi hastalığından korunmak için gerekli koruyucu önlemlerin alınması da devlet tarafından desteklenmektedir.Akdeniz anemisi (talasemi) tarama ve önleme programları nelerdir?Evlilik öncesi çiftlerin taranmasıAkdeniz anemisinin sık görüldüğü bölgelerde hastalığın oluşmasını engellemek için evlenecek olan çiftlerin talasemi taşıyıcılığı açısından taranmaları önemlidir.Toplum eğitimiToplum beta talasemi konusunda konferanslar, seminerler ve diğer iletişim yöntemleri ile eğitilmeli ve akraba evliliklerinin riskleri açısından bilgilendirilmelidir.Taşıyıcıların tespitiÖzellikle taşıyıcılığın yüksek oranda görüldüğü bölgelerde hasta ve taşıyıcı bireylerin akrabalarının da taşıyıcılık açısından değerlendirilmesi çok önemlidir.Genetik danışmaEşlerin ikisinin de taşıyıcı olması durumunda eşlere danışmanlık verilmeli, genetik tanı merkezlerine yönlendirilmeli ve gebelik öncesinde gerekli tetkikler tamamlanmalıdır.Prenatal tanıİki taşıyıcının evliliği söz konusu ise çiftler mutlaka her gebeliğin erken döneminde (ilk 2 ay) doktora başvurmalı ve gerekli tetkikleri yaptırmalıdırlar.Akdeniz Anemisinin (Talasemi) Tedavileri Nelerdir?Akdeniz anemesi (beta talasemili) hastaları ömür boyu her 3-4 haftada bir kan desteğine ihtiyaç duyar. Talasemili hastanın hemoglobini 9,5 g/dl’nin üzerinde tutulmalıdır. Talasemili hastalarda tam kan sayımı, kan demir düzeyi, kalp, karaciğer ve hormonal sistem düzenli olarak değerlendirilir; kan yolu ile bulaşan hastalıklara dikkat edilir. Yıllık kan tüketimi normalin 1,5 katını aşmışsa ileri yaşlarda dalak operasyonla çıkartılır. Dalağın çıkarılması kan ihtiyacını azaltır ancak kesin çözüm değildir.Kemik iliği nakli ise Akdeniz anemisi hastalığını tamamen düzeltebilen bir tedavi yöntemidir. Özellikle iyi tedavi edilen, karaciğerde hasar oluşmamış hastalarda, doku tipi uygun sağlıklı kardeşten yapılan kemik iliği nakli başarılı olmaktadır. Ancak bazı olgularda kemik iliği nakli sırasında veya sonrasında çeşitli ciddi problemler ortaya çıkabilmekte veya nakil başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Araştırmalarına devam edilen gen nakli ise henüz hastalara uygulanmamaktadır.Akdeniz anemisi için hangi testler yapılır?Tam kan sayımının iyi değerlendirilmesi ve hemoglobin elektroforezi yapılmasıyla tanı kolayca konulur. Hasta olanlarda ağır kansızlık vardır; anne, baba ve çocuğun tam kan sayımı, hemoglobin elektroforezi ve genetik tetkikleri yapılarak kesin tanı konulabilir.Akdeniz Anemisi (Talasemi) İle İlgili Sık Sorulan SorularAlfa ve beta talasemi farkı nedir?Alfa talasemi durumunda belirtiler doğumla birlikte ortaya çıkar. Beta talasemi durumunda ise semptomlar 6. aydan itibaren görülür. Kemik değişikliği, soluk cilt, kalp yetmezliği, dalak büyümesi gibi durumlar ortaya çıkar.Akdeniz anemisi tedavi edilmediğinde ortaya çıkabilecek sorunlar nelerdir?Akneniz anemisi, tedavi edilmediğinde her hastalıkta olduğu gibi çeşitli sorunlara neden olabilir. Erken tanının geciktiği durumlarda Akdeniz anemisi olan kişilerde karaciğer ve kalp yetmezliği görülebilir. Bunların yanında bağışıklık sisteminin düşmesiyle enfeksiyonlara yatkınlık ortaya çıkar.  Akdeniz anemisi olan kişiler nasıl beslenmelidir?Akdeniz anemisi hastalarına verilen kanlarla demir birikmesi ve bunun yanı sıra bağırsaktan emilen demir miktarı da arttığı için demirden zengin gıdalarla beslenmekten kaçınılmalıdır. Ancak bu durum talasemi taşıyıcıları için geçerli değildir; talasemi taşıyıcılarında gereksinimin arttığı durumlarda demir eksikliği anemisi de gelişebilmektedir.Akdeniz anemisi hastalarına kemik iliği nakli yapılabilir mi?Kemik iliği nakli, Akdeniz anemisi hastalığını tamamen düzeltebilen bir tedavi yöntemidir. Özellikle iyi tedavi edilen, karaciğerde hasar oluşmamış hastalarda, doku tipi uygun sağlıklı kardeşten yapılan kemik iliği nakli başarılı olmaktadır. Ancak bazı olgularda kemik iliği nakli sırasında veya sonrasında çeşitli ciddi problemler ortaya çıkabilmekte veya nakil başarısızlıkla sonuçlanmaktadır.Akdeniz anemisi hastalarına gen nakli yapılıyor mu?Akdeniz anemisi hastalarının tedavisi için gen nakli araştırmaları devam ediyor. Ancak gen nakli henüz uygulanacak düzeye gelmedi.Akdeniz anemisi hastalığı ölümcül müdür? Akdeniz anemisi tedavi edilmediğinde hayatı tehdit eden komplikasyonlara yol açabilecek ciddi bir hastalıktır. Kesin bir yaşam beklentisini belirlemek zor olsa da genel kural, durum ne kadar şiddetli olursa yaşam beklentisi o kadar azalır.Akdeniz anemisi hastaları ne kadar yaşar?Günümüzde uygulanan tedaviler ile Akdeniz anemisi hastalarının 30'lu yaşlara ulaşması ve hatta evlenmeleri mümkün olabilmektedir. Talasemi ne kadar erken tespit edilirse, o kadar çabuk tedavi edilebilir. Gelecekte, gen terapisi muhtemelen hemoglobini yeniden aktive edebilir ve vücuttaki anormal gen mutasyonlarını deaktive edebilir.Akdeniz anemisi genetik bir hastalık mıdır?Ülkemizle birlikte Avrupa ülkelerinde sık görülün Akdeniz anemisi genetik geçişli bir kan hastalığıdır.Akdeniz anemisi nasıl bulaşır?Akdeniz anemisi genetik geçişli bir hastalıktır, bulaşıcı bir hastalık değildir.Akdeniz anemisi ülkemizde hangi bölgelerde yaygındır?Ülkemizde Akdeniz anemisi (beta talasemi) taşıyıcılığı sıklığı %2,1 dolayındadır. Bu sayı farklı bölgelerde artarak taşıyıcılık sıklığı %13’e kadar çıkmaktadır. Ülkemizde hastalığın en sık görüldüğü il %13 ile turistik ilimiz Antalya’dır. Akdeniz, Ege ve Trakya bölgelerinde taşıyıcılığın sık illerimize göre böyledir. Edirne %6,4, Urfa %6,4, Aydın %5,1, Antakya %4,6, İzmir %4,8, Muğla %4,5, İstanbul %4,5Akdeniz anemisi daha çok kadınlarda mı erkeklerde mi görülür?Akdeniz anemisi, genetik geçişli bir kan hastalığı olduğu için hemen hemen her iki cinsiyette eşit oranda görülmektedir.Akdeniz anemisi taşıyıcısı nasıl anlaşılır?Hasta veya taşıyıcı olduğu bilinen ailelerde tarama sonucu veya kansızlık nedeniyle getirilen çocuklara tanı konulmasıyla anlaşılır.Akdeniz anemisinin zararları nelerdir?Kansızlığı düzeltmek için verilen kan transfüzyonları vücutta demir birikmesine yol açar ve kalp, karaciğer, tiroid, pankreas ve dalak gibi organlarda hücre hasarına yol açar. Akdeniz anemisi hastalarında kalp yetmezliği, şeker hastalığı, gelişme geriliği ve hormonal yetersizlik gibi problemler gelişir. Bunların gelişmemesi için demir birikimini önlemek amacıyla hastalara genellikle 3 yaş civarında özel bir pompa ile haftanın en az 5 günü, 8-12 saat süren deri altı infüzyonu ile verilen bir ilaç (desferrioksamin) başlanır. Son yıllarda ağızdan alınan tablet şeklindeki ilaçlar da doktorun uygun gördüğü hastalarda kullanılmaya başlanmıştır. Kan yolu ile bulaşan hastalıklara da dikkat edilir.Akdeniz anemisi taşıyıcısı kan verebilir mi?Akdeniz anemisi kan değerleri düşük olduğundan ve yeterli miktarda kan bulunmadığı için kan bağışları kabul edilmez.Talasemi neden Akdeniz anemisi olarak adlandırılırmıştır?Beta talasemi geni Akdeniz ülkelerinde nispeten daha sık görüldüğü için Akdeniz anemisi adı verilmiştir. Akdeniz ülkeleri haricinde Afrika ve Güneydoğu Asya'da da hastalık sık görülmektedir.Akdeniz anemisi tedavisi hamilelik döneminde yapılır mı?Akdeniz anemisi tedavisi hamilik sürecinde yapılmaz. Tedaviye çocuk doğduktan sonra başlanılır.Akdeniz anemisi normal kan tahlilinde belli olur mu?Akdeniz anemisi normal kan tahlilinde de belli olabilir. Ancak kesin tanı için Hemoglobin elektroforez testi gerekir.Çiftlerin her ikisi de Akdeniz anemisi taşıyıcısıyla çocukları da taşıyıcı olur mu?Eşlerin ikisinin de Akdeniz anemisi taşıyıcısı olması durumunda eşlere danışmanlık verilmeli, genetik tanı merkezlerine yönlendirilmeli ve gebelik öncesinde gerekli tetkikler tamamlanmalıdır (örnek mutasyon analizi).Akdeniz anemisi hastaları evlenip çocuk sahibi olabilir mi?Akdeniz anemisi hastaları düzenli kan transfüzyonu ve demir birikimi için tedavi uygulayarak evlenip çocuk sahibi olabilirler. Beta talasemi hastası olan bir kişi taşıyıcı olmayan, normal bir kişi ile evlenirse çocukları taşıyıcı olur, hasta olmaz; taşıyıcı bir kişi ile evlenirse her bir çocuk için %50 hasta, %50 taşıyıcı olma ihtimali vardır.Akdeniz anemisi hastalığını hangi bölüm doktoru tedavi eder?Akdeniz anemisi hastalığını Hematoloji (Kan hastalıkları) Uzmanı tedavi eder.Akdeniz anemisi ile Akdeniz ateşi arasındaki fark nedir?Akdeniz anemisi genetik geçişli bir kan hastalığıdır. Ailevi Akdeniz ateşi (FMF) ise otoimmün romatolojik bir hastalıktır.Akdeniz anemisi teşhisi konulan anne karnındaki çocuğun doğması engellenebilir mi?Günümüzde prenatal ve preimplantasyon (in vitro fertilizasyon) tanı yöntemleri ile talasemik hasta çocuğun doğması önlenebilir.
12,965
160
Hastalıklar
Akciğer sönmesi
Akciğer sönmesi, pnömotoraks tipinde çeşitli nedenlere bağlı olarak akciğer etrafında oluşan baloncuğun patlaması sonucu hava birikmesi ile ortaya çıkan bir durumdur. Akciğer sönmesi, atelektazi ve pnömotoraks olarak iki şekilde gerçekleşebilir ancak en yaygın türü pnömotoraks tipi olandır.Akciğer sönmesi, pnömotoraks tipinde çeşitli nedenlere bağlı olarak akciğer etrafında oluşan baloncuğun patlaması sonucu hava birikmesi ile ortaya çıkan bir durumdur. Akciğer sönmesi, atelektazi ve pnömotoraks olarak iki şekilde gerçekleşebilir ancak en yaygın türü pnömotoraks tipi olandır. Akciğer Sönmesi Nedir?Pnömotoraks tipi akciğer sönmesi, akciğerin etrafında oluşan baloncuğun patlaması sonucu havanın akciğer ve kaburgalar arasında sıkışmasıdır. Akciğerin etrafında biriken havanın oluşturduğu basınç sonucu dıştan bası ile akciğerde sönme olur, içine hava dolamaz.Halk arasında akciğer sönmesi olarak tarif edilen durum genellikle pnömotoraks tipi akciğer sönmesidir.Atelektazi tipi akciğer sönmesinde ise soluk borusunun içinde balgam birikmesi ya da soluk alınmasını güçleştiren tümör gibi durumlarda akciğerlere yeterli havanın girememesi sonucu oluşmaktadır. Atelektazi tipi akciğer sönmesinde akciğerin belli bir bölgesine hava dolmamakta ve hava dolmayan bölgede sönme yaşanmaktadır.Akciğer Sönmesi Neden Olur?Akciğer sönmesinin nedenleri tipine göre farklılık gösterebilmektedir.Pnömotoraks tipi akciğer sönmesinin nedenleri; Daha çok genç, uzun boylu ve ince yapılı erkeklerde görülmektedir. Uçak seyahati, ya da dalgıçlık gibi basınç farklarının aniden yaşandığı durumlar akciğer etrafındaki baloncuğun patlamasına yol açabilmektedir. Göğüs bölgesine alınan künt ya da delici yaralanmalar KOAH, kistik fibroz, akciğer kanseri veya pnömoni (zatürre) gibi birçok hastalık akciğer dokusunun hasar görmesine ve akciğer sönmesine zemin hazırlayabilmektedir. Sigara kullanımı akciğer sönmesinin en önemli nedenleri arasında gösterilmektedir.Atelektazi tipi akciğer sönmesinin nedenleri; Yaşlı insanların balgamını temizleyememesi Hastanede yatan hastanın ağrı gibi durumlara bağlı olarak derin nefes alamaması Ameliyat olan hastalarda ameliyatlardan sonra öksürememek gibi nedenler Yabancı cisimlerin soluk yolunu tıkaması. Hava yolunda oluşan tümörün oluşturduğu darlık gibi etkenler atelektazi tipi akciğer sönmesine neden olabilmektedir.  Akciğer Sönmesi Belirtileri Nelerdir?Atelektazi ya da pnömotoraks tipi akciğer sönmesinin ortak belirtileri bulunmaktadır. Nefes darlığı akciğer sönmesinin en belirgin belirtisidir. Öksürük ve öksürüğe bağlı olarak nabzın artması, oksijen düzeyinin düşmesi de akciğer sönmesinin belirtileri arasındadır.Akciğer Sönmesi Nasıl Teşhis Edilir?Akciğer sönmesinin teşhisinde hastanın şikayetleri, doktor muayenesi ve radyolojik görüntüleme yöntemleri kullanılmaktadır.Pnömotoraks tipi akciğer sönmesinde akciğer grafisi yani akciğer röntgeni ile rahatlıkla teşhis konulabilmektedir. Akciğer röntgeninde sönmenin yaşandığı taraf siyah olarak görülmektedir. Akciğerin etrafının saran hava akciğer grafisinin siyah gözükmesine neden olmaktadır. Bununla birlikte akciğer söndüğü için röntgen görüntüsünde küçük gözükmektedir.Atelektazi tipi akciğer sönmesinde akciğer röntgeninde çok net bir görüntü olmayabilir. Akciğer röntgen görüntüsü bazen bir çizgi şeklinde görülebilmektedir. Bu durumda hastanın klinik bulguları radyolojik görüntülemeler ile karşılaştırılarak akciğer sönmesi teşhisi konulabilmektedir. Bazı hastalarda sönmeyen akciğer sönen tarafa doğru büyüyebilmekte bazı hastalarda aşağıda olması gereken diyafram yükselebilmekte bazı hastalarda ise akciğer sönmesi sonrası zatürre gelişebilmektedir. Doktorun bütün verileri değerlendirerek teşhisi koyması önemlidir.Gerekli görüldüğü durumlarda teşhisi netleştirmek için Bilgisayarlı Tomografi (BT) görüntülemesi de yapılabilmektedir.Akciğer Sönmesi Nasıl Tedavi Edilir?Akciğer sönmesi tedavisi farklı şekillerde gerçekleştirilebilmektedir.Pnömotoraks tipi akciğer sönmesinde, akciğer etrafında biriken havanın dışarı tahliye edilebilmesi için tüp yerleştirilmesi işlemi yapılmaktadır. Tüp yerleştirilmesiyle hastaların büyük bir çoğunluğu tedavi olabilmektedir. Ancak pnömotoraks akciğer sönmesi birçok kez gerçekleşebilmektedir. Bu durumda hastada cerrahi yöntemlerin uygulanması gerekebilmektedir. Pilot, dalgıç gibi basınç değişikliklerine çok fazla maruz kalan hastalarda Pnömotoraks akciğer sönmesi yaşandığında ikinci kez gerçekleşmesi beklenmeden ilk seferinde ameliyat yöntemi uygulanması uygundur.Atelektazi tipi akciğer sönmesi tedavisinde ise soluk almayı engelleyen etkenin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Hastanın nefes almasını engelleyen balgam birimi ise bronkoskopi ile bu tıkanıklığın giderilmesi gerekir. Soluk almayı engelleyen etken tümör ise tümörün çıkartılması ile akciğer sönmesi tedavi edilebilir.Akciğer Sönmesi ile İlgili Sık Sorulan SorularAkciğer sönmesi çeşitleri nelerdir?Akciğer sönmesi genel olarak iki şekilde gerçekleşmektedir. Pnömotoraks denilen akciğer sönmesi genellikle akciğerin etrafında bulunan baloncuğun çeşitli nedenlere bağlı olarak patlamasıyla oluşur. Baloncuğun patlamasıyla akciğerin etrafında oluşan havanın basıncı akciğeri söndürebilmektedir. Atelektazi denilen akciğer sönmesinde ise solunum yolunun balgam ya da tümör gibi etkenlerle kapanmasıyla akciğerin yeterli havayı alamaması sonucu ortaya çıkmaktadır.Atelektazi tipi akciğer sönmesinde grafi nasıl görünür?Atelektazi tipi akciğer sönmesini grafi görüntüsü ile anlamak zor olabilmektedir. Ama pnömotoraks tipi akciğer sönmesini grafi ile teşhis etmek daha kolaydır. Akciğer grafisinde akciğer sönmesi olan taraf siyah veya akciğer sınırı çökmüş şekilde görülebilirAkciğer sönmesi kaç günde iyileşir?Atelektazi tipi akciğer sönmesi bronkoskopi işleminden sonra kısa sürede düzelmektedir. Hasta bronkoskopi işleminden hemen sonra rahatlamaya başlar. Pnömotoraks tipi akciğer sönmesinde ise hastanın 2-3 gün içinde tamamen iyileşebilmektedir.Akciğer sönmesi ölümcül müdür?Akciğer sönmesi nadiren ölümcül sonuçlar doğurabilmektedir. Pnömotoraks tipi akciğer sönmesinde akciğerin etrafındaki balonun patlaması sonucu akciğerin etrafında biriken hava çoksa kalp ve akciğerde baskı yaratabilir. Bu da ani tansiyon düşmesine yol açabilir. Tansiyon pnömotoraks denilen bu durum daha çok hastanede solunum için ventilatöre bağlı hastalarda yaşanabilmektedir.Atelektazi tipi akciğer sönmelerinde bütün akciğerin sönmesi sonucu hayati tehlike oluşabilir. Ancak bu çok nadir görünen bir durumdur.Akciğer sönmesi ameliyatı var mıdır? Tehlikeli bir ameliyat mıdır?Akciğer sönmesi ameliyatı kapalı yöntemle yapılan bir cerrahi işlemdir. Pnömotoraks tipi akciğer sönmesi durumlarında uygulanır. Akciğerin etrafındaki baloncuklu bölüm çıkartılır. Cerrahi işlem sırasında akciğer zarının bir kısmı da çıkarılır.Atelektazi tipi akciğer sönmesinde ise tedavi genellikle bronkoskopi ile yapılır.Akciğerin etrafında neden balon oluşur?Akciğer etrafında baloncuk oluşan kişiler daha çok uzun boylu, genç ve zayıf erkeklerdir. Uzun boylu kişilerde vücudun alt ve üst tarafındaki basınç farkı daha fazla olduğu için akciğerin üst kısımlarında daha fazla hava birikebilmektedir. Bu biriken hava da zamanla baloncuk oluşmasına neden olabilmektedir.Akciğer sönmesi kimlerde görülür? Risk grubu var mıdır? Akciğer sönmesinin farklı nedenleri bulunabilmektedir. Risk grupları genelde şu şekilde sıralanabilir; Dağcı, pilot, dalgıç gibi mesleği gereği basınç farkını fazla yaşayan kişiler. Sigara içenler İnce, uzun ve genç erkeklerBiyopsi sonrası akciğer sönmesi yaşanır mı?Akciğer biyopsileri sonrası akciğer sönmesi yaşanabilmektedir. Akciğerde iğne biyopsisi uygulanmaktadır. Bu sırada akciğer zarında oluşabilecek bir hasar akciğerin sönmesine yol açabilmektedir. Biyopsi sırasında oluşan akciğer sönmeleri çok ciddi boyutlarda yaşanmamaktadır.Akciğer sönmesi ameliyatı sonrası nelere dikkat edilmelidir? Akciğer sönmesi ameliyatından sora ilk 2-3 aylık dönemde oluşabilecek basınçtan uzak durmak için uçak yolculuğundan kaçınılmalıdır. Yine aynı şekilde basınç farkı yaratabileceği için yüksek rakımlı yerlere seyahat edilmemelidir. Hapşırmak, ıkınmak gibi basıncı artıracak durumlardan uzak durulmalıdır. Kabızlık sonucu ıkınmayı engellemek için dengeli ve lifli beslenmeye özen gösterilmelidir. Uzun dönemde dikkat edilmesi gereken ise sigaranın bırakılmasıdır.Akciğer sönmesi egzersizleri nelerdir?Akciğer sönmesi tedavisinden sonra solunum egzersizleri uygulanabilmektedir. Bu egzersizler genellikle nefesle top kaldırma şeklindedir. Derin nefes alıp verme egzersizleri akciğerlerin daha çabuk açılmasını sağlamaktadır. Bunun yanı sıra yürüyüş önemlidir. Bazı hastalarda yürüyüşle birlikte akciğerlerin daha iyi açılması için merdiven çıkması önerilmektedir.Akciğer sönmesinde tüp takılması işlemi nasıl yapılır?Tüp takılması yatak başında ya da ameliyathanede yapılabilen bir işlemdir. İki kaburga arasına küçük bir delik açılır. Minik bir tüp göğüs boşluğuna gönderilerek akciğerin etrafında biriken havanın tahliyesi sağlanır. Tüp takılması işlemi lokal anestezi altında gerçekleştirilir. Ancak vücutta en ağrılı bölgelerden birisi akciğer zarı olduğu için hastalar bu işlemden sonra şiddetli ağrı yaşayabilmektedir. Ağrı kontrolü için hastalarda belli bir süre ağrı kesici kullanılmaktadır.  Ameliyattan sonra genellikle tüpler 1 hafta içerisinde çıkarılmaktadır. Tüpler çıktıktan sonra hasta tamamen normal hayatına dönebilmektedir.Bypass sonrası akciğer sönmesi yaşanır mı?Bypass ameliyatlarında akciğer sönmesi yaşanabilmektedir. Bypass olan hastaların birçoğunda eşlik eden KOAH ya da akciğer ödemi gibi rahatsızlık bulunabilmektedir. Bu hastalara bypass ameliyatı sonra akciğer sönmesi görülebilmektedir.Akciğer ve kalp ameliyatları sırasında akciğerin söndürülmesi ise rutin olarak uygulanan bir işlemdir. Ameliyat sırasında söndürülen akciğer cerrahi işlemden sonra rahatlıkla eski haline getirilmektedir.Akciğer sönmesi bitkisel tedavisi var mıdır?Yapılan bilimsel çalışmalara göre akciğer sönmesinin bitkisel ya da doğal bir tedavisi bulunmamaktadır.Akciğer sönmesi kendiliğinden geçer mi?Yaşanan akciğer sönmesi çok küçük ölçekliyse nadir de olsa kendi kendine düzelebilmektedir. Ancak akciğer sönmesi genellikle kendi kendine geçmeyen tedavi gerektiren bir rahatsızlıktır.Akciğer sönmesi ameliyatı kaç saat sürer?Pnömotoraks tipi akciğer sönmesinin ameliyatı yaklaşık olarak 45 dakika sürmektedir. Atelektazi tipi akciğer sönmesinde uygulanan bronkoskopi işlemi ise 10-15 dakika sürebilmektedir. Akciğer Sönmesi Nedir?Pnömotoraks tipi akciğer sönmesi, akciğerin etrafında oluşan baloncuğun patlaması sonucu havanın akciğer ve kaburgalar arasında sıkışmasıdır. Akciğerin etrafında biriken havanın oluşturduğu basınç sonucu dıştan bası ile akciğerde sönme olur, içine hava dolamaz.Halk arasında akciğer sönmesi olarak tarif edilen durum genellikle pnömotoraks tipi akciğer sönmesidir.Atelektazi tipi akciğer sönmesinde ise soluk borusunun içinde balgam birikmesi ya da soluk alınmasını güçleştiren tümör gibi durumlarda akciğerlere yeterli havanın girememesi sonucu oluşmaktadır. Atelektazi tipi akciğer sönmesinde akciğerin belli bir bölgesine hava dolmamakta ve hava dolmayan bölgede sönme yaşanmaktadır.Akciğer Sönmesi Neden Olur?Akciğer sönmesinin nedenleri tipine göre farklılık gösterebilmektedir.Pnömotoraks tipi akciğer sönmesinin nedenleri;Atelektazi tipi akciğer sönmesinin nedenleri;Akciğer Sönmesi Belirtileri Nelerdir?Atelektazi ya da pnömotoraks tipi akciğer sönmesinin ortak belirtileri bulunmaktadır. Nefes darlığı akciğer sönmesinin en belirgin belirtisidir. Öksürük ve öksürüğe bağlı olarak nabzın artması, oksijen düzeyinin düşmesi de akciğer sönmesinin belirtileri arasındadır.Akciğer Sönmesi Nasıl Teşhis Edilir?Akciğer sönmesinin teşhisinde hastanın şikayetleri, doktor muayenesi ve radyolojik görüntüleme yöntemleri kullanılmaktadır.Pnömotoraks tipi akciğer sönmesinde akciğer grafisi yani akciğer röntgeni ile rahatlıkla teşhis konulabilmektedir. Akciğer röntgeninde sönmenin yaşandığı taraf siyah olarak görülmektedir. Akciğerin etrafının saran hava akciğer grafisinin siyah gözükmesine neden olmaktadır. Bununla birlikte akciğer söndüğü için röntgen görüntüsünde küçük gözükmektedir.Atelektazi tipi akciğer sönmesinde akciğer röntgeninde çok net bir görüntü olmayabilir. Akciğer röntgen görüntüsü bazen bir çizgi şeklinde görülebilmektedir. Bu durumda hastanın klinik bulguları radyolojik görüntülemeler ile karşılaştırılarak akciğer sönmesi teşhisi konulabilmektedir. Bazı hastalarda sönmeyen akciğer sönen tarafa doğru büyüyebilmekte bazı hastalarda aşağıda olması gereken diyafram yükselebilmekte bazı hastalarda ise akciğer sönmesi sonrası zatürre gelişebilmektedir. Doktorun bütün verileri değerlendirerek teşhisi koyması önemlidir.Gerekli görüldüğü durumlarda teşhisi netleştirmek için Bilgisayarlı Tomografi (BT) görüntülemesi de yapılabilmektedir.Akciğer Sönmesi Nasıl Tedavi Edilir?Akciğer sönmesi tedavisi farklı şekillerde gerçekleştirilebilmektedir.Pnömotoraks tipi akciğer sönmesinde, akciğer etrafında biriken havanın dışarı tahliye edilebilmesi için tüp yerleştirilmesi işlemi yapılmaktadır. Tüp yerleştirilmesiyle hastaların büyük bir çoğunluğu tedavi olabilmektedir. Ancak pnömotoraks akciğer sönmesi birçok kez gerçekleşebilmektedir. Bu durumda hastada cerrahi yöntemlerin uygulanması gerekebilmektedir. Pilot, dalgıç gibi basınç değişikliklerine çok fazla maruz kalan hastalarda Pnömotoraks akciğer sönmesi yaşandığında ikinci kez gerçekleşmesi beklenmeden ilk seferinde ameliyat yöntemi uygulanması uygundur.Atelektazi tipi akciğer sönmesi tedavisinde ise soluk almayı engelleyen etkenin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Hastanın nefes almasını engelleyen balgam birimi ise bronkoskopi ile bu tıkanıklığın giderilmesi gerekir. Soluk almayı engelleyen etken tümör ise tümörün çıkartılması ile akciğer sönmesi tedavi edilebilir.Akciğer Sönmesi ile İlgili Sık Sorulan SorularAkciğer sönmesi çeşitleri nelerdir?Akciğer sönmesi genel olarak iki şekilde gerçekleşmektedir. Pnömotoraks denilen akciğer sönmesi genellikle akciğerin etrafında bulunan baloncuğun çeşitli nedenlere bağlı olarak patlamasıyla oluşur. Baloncuğun patlamasıyla akciğerin etrafında oluşan havanın basıncı akciğeri söndürebilmektedir. Atelektazi denilen akciğer sönmesinde ise solunum yolunun balgam ya da tümör gibi etkenlerle kapanmasıyla akciğerin yeterli havayı alamaması sonucu ortaya çıkmaktadır.Atelektazi tipi akciğer sönmesinde grafi nasıl görünür?Atelektazi tipi akciğer sönmesini grafi görüntüsü ile anlamak zor olabilmektedir. Ama pnömotoraks tipi akciğer sönmesini grafi ile teşhis etmek daha kolaydır. Akciğer grafisinde akciğer sönmesi olan taraf siyah veya akciğer sınırı çökmüş şekilde görülebilirAkciğer sönmesi kaç günde iyileşir?Atelektazi tipi akciğer sönmesi bronkoskopi işleminden sonra kısa sürede düzelmektedir. Hasta bronkoskopi işleminden hemen sonra rahatlamaya başlar. Pnömotoraks tipi akciğer sönmesinde ise hastanın 2-3 gün içinde tamamen iyileşebilmektedir.Akciğer sönmesi ölümcül müdür?Akciğer sönmesi nadiren ölümcül sonuçlar doğurabilmektedir. Pnömotoraks tipi akciğer sönmesinde akciğerin etrafındaki balonun patlaması sonucu akciğerin etrafında biriken hava çoksa kalp ve akciğerde baskı yaratabilir. Bu da ani tansiyon düşmesine yol açabilir. Tansiyon pnömotoraks denilen bu durum daha çok hastanede solunum için ventilatöre bağlı hastalarda yaşanabilmektedir.Atelektazi tipi akciğer sönmelerinde bütün akciğerin sönmesi sonucu hayati tehlike oluşabilir. Ancak bu çok nadir görünen bir durumdur.Akciğer sönmesi ameliyatı var mıdır? Tehlikeli bir ameliyat mıdır?Akciğer sönmesi ameliyatı kapalı yöntemle yapılan bir cerrahi işlemdir. Pnömotoraks tipi akciğer sönmesi durumlarında uygulanır. Akciğerin etrafındaki baloncuklu bölüm çıkartılır. Cerrahi işlem sırasında akciğer zarının bir kısmı da çıkarılır.Atelektazi tipi akciğer sönmesinde ise tedavi genellikle bronkoskopi ile yapılır.Akciğerin etrafında neden balon oluşur?Akciğer etrafında baloncuk oluşan kişiler daha çok uzun boylu, genç ve zayıf erkeklerdir. Uzun boylu kişilerde vücudun alt ve üst tarafındaki basınç farkı daha fazla olduğu için akciğerin üst kısımlarında daha fazla hava birikebilmektedir. Bu biriken hava da zamanla baloncuk oluşmasına neden olabilmektedir.Akciğer sönmesi kimlerde görülür? Risk grubu var mıdır?Biyopsi sonrası akciğer sönmesi yaşanır mı?Akciğer biyopsileri sonrası akciğer sönmesi yaşanabilmektedir. Akciğerde iğne biyopsisi uygulanmaktadır. Bu sırada akciğer zarında oluşabilecek bir hasar akciğerin sönmesine yol açabilmektedir. Biyopsi sırasında oluşan akciğer sönmeleri çok ciddi boyutlarda yaşanmamaktadır.Akciğer sönmesi ameliyatı sonrası nelere dikkat edilmelidir?Akciğer sönmesi egzersizleri nelerdir?Akciğer sönmesi tedavisinden sonra solunum egzersizleri uygulanabilmektedir. Bu egzersizler genellikle nefesle top kaldırma şeklindedir. Derin nefes alıp verme egzersizleri akciğerlerin daha çabuk açılmasını sağlamaktadır. Bunun yanı sıra yürüyüş önemlidir. Bazı hastalarda yürüyüşle birlikte akciğerlerin daha iyi açılması için merdiven çıkması önerilmektedir.Akciğer sönmesinde tüp takılması işlemi nasıl yapılır?Tüp takılması yatak başında ya da ameliyathanede yapılabilen bir işlemdir. İki kaburga arasına küçük bir delik açılır. Minik bir tüp göğüs boşluğuna gönderilerek akciğerin etrafında biriken havanın tahliyesi sağlanır. Tüp takılması işlemi lokal anestezi altında gerçekleştirilir. Ancak vücutta en ağrılı bölgelerden birisi akciğer zarı olduğu için hastalar bu işlemden sonra şiddetli ağrı yaşayabilmektedir. Ağrı kontrolü için hastalarda belli bir süre ağrı kesici kullanılmaktadır.  Ameliyattan sonra genellikle tüpler 1 hafta içerisinde çıkarılmaktadır. Tüpler çıktıktan sonra hasta tamamen normal hayatına dönebilmektedir.Bypass sonrası akciğer sönmesi yaşanır mı?Bypass ameliyatlarında akciğer sönmesi yaşanabilmektedir. Bypass olan hastaların birçoğunda eşlik eden KOAH ya da akciğer ödemi gibi rahatsızlık bulunabilmektedir. Bu hastalara bypass ameliyatı sonra akciğer sönmesi görülebilmektedir.Akciğer ve kalp ameliyatları sırasında akciğerin söndürülmesi ise rutin olarak uygulanan bir işlemdir. Ameliyat sırasında söndürülen akciğer cerrahi işlemden sonra rahatlıkla eski haline getirilmektedir.Akciğer sönmesi bitkisel tedavisi var mıdır?Yapılan bilimsel çalışmalara göre akciğer sönmesinin bitkisel ya da doğal bir tedavisi bulunmamaktadır.Akciğer sönmesi kendiliğinden geçer mi?Yaşanan akciğer sönmesi çok küçük ölçekliyse nadir de olsa kendi kendine düzelebilmektedir. Ancak akciğer sönmesi genellikle kendi kendine geçmeyen tedavi gerektiren bir rahatsızlıktır.Akciğer sönmesi ameliyatı kaç saat sürer?
7,278
161
Hastalıklar
Akromegali Hastalığı
El, ayak, yüz gibi organlarda aşırı büyüme, irileşme ve kabalaşma ile kendini gösteren ve nadiren görülen Akromegali hastalığı, en sık olarak hipofiz bezinin büyüme hormonunu fazla salgılaması sonucu oluşuyor. Genellikle 30-50 yaş aralığında tanı konulan Akromegali hastalığının tedavisi ise cerrahi yöntem, ilaç tedavisi veya ışın tedavisi ile gerçekleştiriliyor. Tedavinin gecikmesi ise başta kalp yetmezliği olmak üzere diğer organlar ve metabolizma üzerinde ciddi olumsuz etkiler ortaya çıkaracağı için, bu hastalıkta erken tanı büyük önem taşıyor. Memorial Ankara Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü Uzmanları, akromegali ve tedavi yöntemleri ile ilgili bilgi verdi.El, ayak, yüz gibi organlarda aşırı büyüme, irileşme ve kabalaşma ile kendini gösteren ve nadiren görülen Akromegali hastalığı, en sık olarak hipofiz bezinin büyüme hormonunu fazla salgılaması sonucu oluşuyor. Genellikle 30-50 yaş aralığında tanı konulan Akromegali hastalığının tedavisi ise cerrahi yöntem, ilaç tedavisi veya ışın tedavisi ile gerçekleştiriliyor. Tedavinin gecikmesi ise başta kalp yetmezliği olmak üzere diğer organlar ve metabolizma üzerinde ciddi olumsuz etkiler ortaya çıkaracağı için, bu hastalıkta erken tanı büyük önem taşıyor. Memorial Ankara Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü Uzmanları, akromegali ve tedavi yöntemleri ile ilgili bilgi verdi. Akromegali hastalığı nedir?Akromegali, yetişkinlerde hipofiz bezinin büyüme hormonu (BH veya GH) salgılayan hücresinden çıkan bir adenomdan (tümörden) fazla miktarda BH salgılanması sonucu oluşan bir hastalıktır. Bu hastalığa ilk defa (1886) uçlarda (eller ve ayaklarda ) büyüme anlamına gelen “Akromegali” adını Fransız Dr. Pierre Marie vermiştir.Akromegali hastalığı neden olur?Akromegali hastalığı nedenleri arasında en sık görüleni ön hipofizin BH salgılayan hücrelerinden çıkan iyi huylu bir adenomdur. Adenomlar tümör olarak da adlandırılabilir, ancak bunlar kanser değildir. Akromegalideki adenom genellikle büyüktür (makroadenom). Son yıllarda hastalığın nadiren ailesel (genetik) olabileceği de bildirilmiştir. Akromegalinin aynı soyda en az iki kişide görülmesi hastalığın genetik olduğunu akta getirmelidir.Akromegalinin belirtileri nelerdir?-Çocuklarda BH fazlalığına yol açan adenom ergenlikten önce ortaya çıktığında Jigantizm (devlik) denen kontrolsüz boyuna uzamaya neden olur. Adenomdan fazla miktarda salgılanan BH; bağ dokusu, kıkırdak, kemik ve vücudun diğer organlarında büyümeye neden olur.-Erişkinlerde hastalığın en erken belirtisi yumuşak doku artışına bağlı el ve ayaklarda büyüme olarak görülür. Bununla birlikte zamanla yüz hatlarında kabalaşma, kaş kemerlerinin belirginleşmesi, alt çenenin öne doğru çıkıntı yapması, burun, dudak ve dilde büyüme, dişlerin birbirinden ayrılması, cildin yağlanması, deride kalınlaşma, fazla terleme ve ten kokusunun değişmesi gibi cilt değişiklikleri meydana gelir. Bununla birlikte;-Ellerde uyuşma veya karıncalanma (karpal tünel sendromu)-Seste kalınlaşma, burun tıkanıklığı ve horlama- Yorgunluk, eklem ağrıları, baş ağrısı, görme bozukluğu-Adet düzensizliği, göğüsten süt gelmesi-Erkeklerde cinsel gücün azalması ve isteksizlik Akromegali belirtileri arasında yer almaktadır.Akromegali hastalığı nasıl teşhis edilir?Hastalığın tipik dış görünümü çok yavaş geliştiğinden hasta ve yakınları bunun yıllarca farkına varmayabilirler. Bu nedenle Akromegali hastalığının tanısı ortalama 5-7 yıl gecikme ile konulur. Bu süre içerisinde hipofiz tümörü de büyür ve çoğunlukla tanı konulduğunda makroadenom olur. Dış görünüş Akromegaliyi düşündürse bile kesin tanı için mutlaka laboratuvar tetkiklerin yapılması gerekir. Ancak bilinmesi gereken, bütün bu tetkikleri isteyecek ve değerlendirecek olan kişinin endokrinolog olduğudur. Bu amaçla kanda büyüme hormonu (BH veya GH) ile insülin benzeri büyüme faktörü -1 (IGF-1) düzeylerini ölçmek ve şeker hastalığı olmayanlarda ilave olarak şeker yükleme testi (OGTT) istenerek kandaki BH’nun baskılanıp baskılanmadığına bakılması gerekir. Çıkan laboratuvar sonuçları Akromegaliye işaret ediyor ise hipofiz MR görüntüleme istenerek adenom ortaya çıkarılmalıdır. Bazı durumlarda nadiren adenom görülmeyebilir ve BH hipofiz dışındaki bir kitleden salınıyor olabilir.  Bu gibi durumlarda endokrinolog bu kitleyi ortaya çıkarmak için bazı ileri tetkikler isteyebilmektedir.Akromegali hastalığı tedavisi nasıl uygulanır?Akromegali tedavisinde ilk seçenek deneyimli merkezlerde yapılacak hipofiz ameliyatıdır. Ameliyatın amacı, mümkünse adenomun tamamen çıkartılması, varsa etraf dokulara olan bası bulgularının giderilmesi ve kandaki BH düzeylerinin normale getirilmesidir. Ameliyatta mikroskobik veya endoskopik yöntemler kullanılarak genellikle burundan girilir ve sfenoid sinüs geçilerek hipofizdeki adenoma ulaşılır. Bu ameliyat “Transsfenoidal cerrahinin kısaltılması olarak TSS” diye adlandırılır. Ameliyatla adenomu tamamen çıkartılamayan ve BH düzeyi azalmakla birlikte yüksek kalan hastalarda sırada tıbbi tedavi (Somatostatin analogları, Dopamin agonistleri ve BH reseptör antagonistleri) gelir. Ancak anestezi riski yüksek (ağır kalp yetmezliği ve solunum sıkıntısı olanlarda) veya çok ileri yaştaki hastalar için ilaç tedavisi ilk seçenek olabilir. Bu ilaçların seçimine, dozlarının ayarına ve gerektiğinde kombinasyonlarının yapılmasına hastayı takip eden endokrinolog karar verir. Işın tedavisi ise genellikle ameliyat sonrası ilaç tedavilerine cevap vermeyen ve çok ufak artık adenom dokusu kalan hastalarda uygulanabilir.Akromegali hastalığı ile ilgili sık sorulan sorular Akromegali hangi hormon sebebiyle ortaya çıkmaktadır?Akromegali hastalığı, hipofiz bezinin büyüme hormonunu fazla salgılaması sonucu oluşmaktadır.Akromegalinin görülme sıklığı nedir?Dünyada, her yıl bir milyon kişi arasından 3-4 kişide hastalık saptanmaktadır. Ülkemizde birçok üniversite ve eğitim araştırma hastanelerinden takip edilen akromegali hastası bulunmasına rağmen henüz bizdeki görülme sıklığı bilinmemektedir.Akromegali kaç yaşında ortaya çıkar?Akromegali, genellikle 30-50 yaş aralığında görülür ancak ileri yaşlarda da ortaya çıkabilir.Akromegali başka hastalıklarla karışabilir mi?Tipik görünümü olan Akromegali başka hastalıklarla karışmaz. Ancak akromegalinin tipik görünümü oluşmadan önce hastalar, şikayetleri ile ilgili olarak dahiliye, nöroloji, kadın doğum, diş gibi farklı polikliniklere başvurabilir ve bu durum hastalığa geç tanı konulmasına sebep olabilir.Akromegali hastalığında ameliyat her zaman başarı sağlar mı?Akromegali ameliyatında başarı birkaç etkene birden bağlı olmaktadır. Bunlar cerrahın deneyimi, tümörün tipi, yerleştiği bölge ve büyüklüğüdür. Küçük tümörlerde başarı oranı yüksek olduğu halde büyük tümörlerde bu oran daha düşüktür ve bazen cerrahinin tekrarlanmasını gerektirebilir. Bu cerrahide özellikle büyük olan tümörlerin görme sinirine yaptığı bası ortadan kaldırılarak görme bozukluğunun büyük oranda düzelmesi sağlanır. Ancak etraf dokulara yayılmış tümörlerin varlığı durumunda, ameliyat sonrasında da genellikle bir miktar tümör dokusu (rezidü tümör) geride kalır. Geride kalan bu tümörden dolayı hastalığın nüks etme ihtimali yüksek olur.Akromegali hastalığı ameliyattan sonra tamamen düzelir mi?Ameliyatı takip eden günlerde hastalar klinik düzelmeyi, ellerde ve ayaklarda yumuşama ile küçülme, kilo verme gibi ifade edebilirler. Küçük veya etraf dokulara yayılmamış çok büyük olmayan tümörler tamamen çıkarıldıklarında ameliyat sonrası hastalık hormonal aktivite göstermeden yıllarca sessiz kalabilir. Remisyon denilen bu durumda bile hastalar düzenli bir şekilde ömür boyunca bir endokrinoloji merkezinde takip edilmelidir.Akromegali hastaları çalışabilir mi?Akromegali hastalığında tümör büyük ve etrafa yayılmış olduğunda ameliyat sonrası diğer hipofiz hormonlarında kalıcı eksiklikler ortaya çıkabilir. Bu eksiklikler ancak düzenli kontroller ile tespit edilir ve eksik hormonların mutlaka ömür boyu yerine konulması (replasman tedavisi) gerekir. Bu tedavinin düzenlenmesi ve takibi endokrinoloğun kontrolünde olmalıdır. Eksik hormonlarla ilgili endokrinolog tarafından detaylıca bilgilendirilen hastaya kortizol replasmanının acil durumlarda artırılmasının önemi anlatılır. Bu süreçte kortizol ve tiroid hormon replasman tedavilerinin hiçbir şekilde aksatılmaması gerekir. Herhangi bir sebeple tedavilerini aksatmayan hastalar sağlıklı insanlar gibi normal yaşamlarına devam edip, çalışabilirler. Bu hastaların üzerinde hastalığı ve ömür boyu alması gereken ilaç adlarının yazılı olduğu bir belge ile mutlaka yanlarında taşımaları gerektiği de unutulmamalıdır.Akromegali hastalığı genetik midir?Akromegali hastalığı seyrek de olsa genetik geçişli (ailevi) olabilmektedir. Bir ailede birden fazla kişide hipofiz tümörü ortaya çıkması ya da akrabalardan birinde daha hipofiz tümörü bulunması durumunda hipofiz adenomu genetik geçiş gösteriyor demektir. Bu durum ile ilgili endokrinoloğa mutlaka bilgi verilmelidir. Çünkü bu konuda yaratılacak farkındalık, o ailede hasta bireylerin daha erken tanınmasına ve hastalığın çok ilerlemeden tedavi edilmesine imkan sağlar.Akromegalide ışın tedavisi mutlaka yapılmalı mıdır?Bu tedavinin kararını ancak hastayı takip eden endokrinolog verebilir. Günümüzde sadece arta kalan ufak ve hormonal aktif tümör dokusuna yönelik ışın tedavi modelleri kullanılmaktadır. Işın tedavisi alanlarda yıllar içerisinde hipofizin diğer hormonlarının da azalabileceği bilinmelidir. Bu eksikliklerin farkedilerek yerine konulabilmesi ise ancak düzenli kontrol ile mümkündür.Akromegali hastaları çocuk sahibi olabilirler mi?Hastalar üreme hormonları korunduğu sürece çocuk sahibi olabilirler. Ancak büyük adenomlarda ameliyat sonrası veya ilave ışın tedavisi gören hastalarda bazen çocuk sahibi olma şansı ortadan kalkabilir. Bu durumda olan hastaların çocuk sahibi olabilmesi için de hipofizin üreme fonksiyonunu uyaran eksik hormonları dışarıdan verilebilmektedir.Akromegali tedavisi gören hastalar gebe kaldığında ne yapmalıdır?Hastalar gebelik planlarını yapıp, bu planlarını endokrinologları ile önceden paylaşmalıdır. Dünyada somatostatin analoğu (SSA ve SRL olarak adlandırılan BH salgısını azaltan ilaç) altında gebe kalmış ve ciddi bir sorunla karşılaşmamış hasta sayısı henüz çok azdır. Bu annelerin bebeklerinde bir anomali tespit edilememekle birlikte tartılarının beklenenden daha düşük olmasının bu ilaca bağlı olabileceği de kesinlik kazanmamıştır. Dünya kılavuzları, planlanan gebelikte bu ilacın 3 ay öncesinden kesilmesini önermektedir. Tedavi altında gebe kalanların ise somatostatin analoğu hemen kesilir.Akromegali hastalığında erken tanı önemli midir?Tedavinin gecikmesi ile kandaki yüksek BH’nun diğer organlar üzerinde ciddi olumsuz etkileri gelişebilir. Bunlar kan şekerinin kontrol edilememesi, yüksek tansiyon, kalp yetmezliği ve uykuda solunum sıkıntısı (Uyku-apne sendromu) şeklinde ortaya çıkarak hastanın yaşam beklentisini kısaltır. Bundan dolayı hastalığın erken tanı ve tedavisi çok önemlidir. Bu amaçla tanı konulduğunda; elektrokardiogram (EKG) ve ekokardiyografi ile kardiyolojik değerlendirme, kolon polip veya tümörleri açısından kolonoskopi, uyku-apne sendromu açısından solunum fonksiyon testleri ve uyku testi, tiroid kanseri açısından tiroid ultrasonografisi ve gerekirse nodülden iğne biyopsisi, kadınlarda meme tümörü açısından meme ultrasonografisi/ gerektiğinde mamografi ve erkeklerde prostat tümörü açısından ürolojik muayene istenmelidir. Çok daha nadir olan diğer tümörler açısından da dikkatli olunmalıdır.Hangi durumlarda Akromegali hastalığından şüphelenilmelidir?- Yüzüğünüz parmağınızı, saatiniz kolunuzu, ayakkabılarınız ayağınızı sıkıyorsa,- Diş protezleriniz dişlerinize oturmuyor ve sıkı geliyorsa,- Yüzde kabalaşma, dişler arasında açılma varsa,- Horlama ve apne cerrahisi sonrasında bile horlama ve burun tıkanıklığınız devam ediyorsa, - Arkadaşlarınız ya da çevreniz sizi değişmiş ve irileşmiş buluyorsa,- Diyete uymanıza rağmen kan şekeriniz kontrol altına alınamıyorsa,- Ellerinizde uyuşma nedeniyle bilekten sinir sıkışması ameliyatı olduysanız mutlaka bir endokrinoloji uzmanına başvurun. Akromegali hastalığı nedir?Akromegali, yetişkinlerde hipofiz bezinin büyüme hormonu (BH veya GH) salgılayan hücresinden çıkan bir adenomdan (tümörden) fazla miktarda BH salgılanması sonucu oluşan bir hastalıktır. Bu hastalığa ilk defa (1886) uçlarda (eller ve ayaklarda ) büyüme anlamına gelen “Akromegali” adını Fransız Dr. Pierre Marie vermiştir.Akromegali hastalığı neden olur?Akromegali hastalığı nedenleri arasında en sık görüleni ön hipofizin BH salgılayan hücrelerinden çıkan iyi huylu bir adenomdur. Adenomlar tümör olarak da adlandırılabilir, ancak bunlar kanser değildir. Akromegalideki adenom genellikle büyüktür (makroadenom). Son yıllarda hastalığın nadiren ailesel (genetik) olabileceği de bildirilmiştir. Akromegalinin aynı soyda en az iki kişide görülmesi hastalığın genetik olduğunu akta getirmelidir.Akromegalinin belirtileri nelerdir?-Çocuklarda BH fazlalığına yol açan adenom ergenlikten önce ortaya çıktığında Jigantizm (devlik) denen kontrolsüz boyuna uzamaya neden olur. Adenomdan fazla miktarda salgılanan BH; bağ dokusu, kıkırdak, kemik ve vücudun diğer organlarında büyümeye neden olur.-Erişkinlerde hastalığın en erken belirtisi yumuşak doku artışına bağlı el ve ayaklarda büyüme olarak görülür. Bununla birlikte zamanla yüz hatlarında kabalaşma, kaş kemerlerinin belirginleşmesi, alt çenenin öne doğru çıkıntı yapması, burun, dudak ve dilde büyüme, dişlerin birbirinden ayrılması, cildin yağlanması, deride kalınlaşma, fazla terleme ve ten kokusunun değişmesi gibi cilt değişiklikleri meydana gelir. Bununla birlikte;-Ellerde uyuşma veya karıncalanma (karpal tünel sendromu)-Seste kalınlaşma, burun tıkanıklığı ve horlama- Yorgunluk, eklem ağrıları, baş ağrısı, görme bozukluğu-Adet düzensizliği, göğüsten süt gelmesi-Erkeklerde cinsel gücün azalması ve isteksizlik Akromegali belirtileri arasında yer almaktadır.Akromegali hastalığı nasıl teşhis edilir?Hastalığın tipik dış görünümü çok yavaş geliştiğinden hasta ve yakınları bunun yıllarca farkına varmayabilirler. Bu nedenle Akromegali hastalığının tanısı ortalama 5-7 yıl gecikme ile konulur. Bu süre içerisinde hipofiz tümörü de büyür ve çoğunlukla tanı konulduğunda makroadenom olur. Dış görünüş Akromegaliyi düşündürse bile kesin tanı için mutlaka laboratuvar tetkiklerin yapılması gerekir. Ancak bilinmesi gereken, bütün bu tetkikleri isteyecek ve değerlendirecek olan kişinin endokrinolog olduğudur. Bu amaçla kanda büyüme hormonu (BH veya GH) ile insülin benzeri büyüme faktörü -1 (IGF-1) düzeylerini ölçmek ve şeker hastalığı olmayanlarda ilave olarak şeker yükleme testi (OGTT) istenerek kandaki BH’nun baskılanıp baskılanmadığına bakılması gerekir. Çıkan laboratuvar sonuçları Akromegaliye işaret ediyor ise hipofiz MR görüntüleme istenerek adenom ortaya çıkarılmalıdır. Bazı durumlarda nadiren adenom görülmeyebilir ve BH hipofiz dışındaki bir kitleden salınıyor olabilir.  Bu gibi durumlarda endokrinolog bu kitleyi ortaya çıkarmak için bazı ileri tetkikler isteyebilmektedir.Akromegali hastalığı tedavisi nasıl uygulanır?Akromegali tedavisinde ilk seçenek deneyimli merkezlerde yapılacak hipofiz ameliyatıdır. Ameliyatın amacı, mümkünse adenomun tamamen çıkartılması, varsa etraf dokulara olan bası bulgularının giderilmesi ve kandaki BH düzeylerinin normale getirilmesidir. Ameliyatta mikroskobik veya endoskopik yöntemler kullanılarak genellikle burundan girilir ve sfenoid sinüs geçilerek hipofizdeki adenoma ulaşılır. Bu ameliyat “Transsfenoidal cerrahinin kısaltılması olarak TSS” diye adlandırılır. Ameliyatla adenomu tamamen çıkartılamayan ve BH düzeyi azalmakla birlikte yüksek kalan hastalarda sırada tıbbi tedavi (Somatostatin analogları, Dopamin agonistleri ve BH reseptör antagonistleri) gelir. Ancak anestezi riski yüksek (ağır kalp yetmezliği ve solunum sıkıntısı olanlarda) veya çok ileri yaştaki hastalar için ilaç tedavisi ilk seçenek olabilir. Bu ilaçların seçimine, dozlarının ayarına ve gerektiğinde kombinasyonlarının yapılmasına hastayı takip eden endokrinolog karar verir. Işın tedavisi ise genellikle ameliyat sonrası ilaç tedavilerine cevap vermeyen ve çok ufak artık adenom dokusu kalan hastalarda uygulanabilir.Akromegali hastalığı ile ilgili sık sorulan sorular Akromegali hangi hormon sebebiyle ortaya çıkmaktadır?Akromegali hastalığı, hipofiz bezinin büyüme hormonunu fazla salgılaması sonucu oluşmaktadır.Akromegalinin görülme sıklığı nedir?Dünyada, her yıl bir milyon kişi arasından 3-4 kişide hastalık saptanmaktadır. Ülkemizde birçok üniversite ve eğitim araştırma hastanelerinden takip edilen akromegali hastası bulunmasına rağmen henüz bizdeki görülme sıklığı bilinmemektedir.Akromegali kaç yaşında ortaya çıkar?Akromegali, genellikle 30-50 yaş aralığında görülür ancak ileri yaşlarda da ortaya çıkabilir.Akromegali başka hastalıklarla karışabilir mi?Tipik görünümü olan Akromegali başka hastalıklarla karışmaz. Ancak akromegalinin tipik görünümü oluşmadan önce hastalar, şikayetleri ile ilgili olarak dahiliye, nöroloji, kadın doğum, diş gibi farklı polikliniklere başvurabilir ve bu durum hastalığa geç tanı konulmasına sebep olabilir.Akromegali hastalığında ameliyat her zaman başarı sağlar mı?Akromegali ameliyatında başarı birkaç etkene birden bağlı olmaktadır. Bunlar cerrahın deneyimi, tümörün tipi, yerleştiği bölge ve büyüklüğüdür. Küçük tümörlerde başarı oranı yüksek olduğu halde büyük tümörlerde bu oran daha düşüktür ve bazen cerrahinin tekrarlanmasını gerektirebilir. Bu cerrahide özellikle büyük olan tümörlerin görme sinirine yaptığı bası ortadan kaldırılarak görme bozukluğunun büyük oranda düzelmesi sağlanır. Ancak etraf dokulara yayılmış tümörlerin varlığı durumunda, ameliyat sonrasında da genellikle bir miktar tümör dokusu (rezidü tümör) geride kalır. Geride kalan bu tümörden dolayı hastalığın nüks etme ihtimali yüksek olur.Akromegali hastalığı ameliyattan sonra tamamen düzelir mi?Ameliyatı takip eden günlerde hastalar klinik düzelmeyi, ellerde ve ayaklarda yumuşama ile küçülme, kilo verme gibi ifade edebilirler. Küçük veya etraf dokulara yayılmamış çok büyük olmayan tümörler tamamen çıkarıldıklarında ameliyat sonrası hastalık hormonal aktivite göstermeden yıllarca sessiz kalabilir. Remisyon denilen bu durumda bile hastalar düzenli bir şekilde ömür boyunca bir endokrinoloji merkezinde takip edilmelidir.Akromegali hastaları çalışabilir mi?Akromegali hastalığında tümör büyük ve etrafa yayılmış olduğunda ameliyat sonrası diğer hipofiz hormonlarında kalıcı eksiklikler ortaya çıkabilir. Bu eksiklikler ancak düzenli kontroller ile tespit edilir ve eksik hormonların mutlaka ömür boyu yerine konulması (replasman tedavisi) gerekir. Bu tedavinin düzenlenmesi ve takibi endokrinoloğun kontrolünde olmalıdır. Eksik hormonlarla ilgili endokrinolog tarafından detaylıca bilgilendirilen hastaya kortizol replasmanının acil durumlarda artırılmasının önemi anlatılır. Bu süreçte kortizol ve tiroid hormon replasman tedavilerinin hiçbir şekilde aksatılmaması gerekir. Herhangi bir sebeple tedavilerini aksatmayan hastalar sağlıklı insanlar gibi normal yaşamlarına devam edip, çalışabilirler. Bu hastaların üzerinde hastalığı ve ömür boyu alması gereken ilaç adlarının yazılı olduğu bir belge ile mutlaka yanlarında taşımaları gerektiği de unutulmamalıdır.Akromegali hastalığı genetik midir?Akromegali hastalığı seyrek de olsa genetik geçişli (ailevi) olabilmektedir. Bir ailede birden fazla kişide hipofiz tümörü ortaya çıkması ya da akrabalardan birinde daha hipofiz tümörü bulunması durumunda hipofiz adenomu genetik geçiş gösteriyor demektir. Bu durum ile ilgili endokrinoloğa mutlaka bilgi verilmelidir. Çünkü bu konuda yaratılacak farkındalık, o ailede hasta bireylerin daha erken tanınmasına ve hastalığın çok ilerlemeden tedavi edilmesine imkan sağlar.Akromegalide ışın tedavisi mutlaka yapılmalı mıdır?Bu tedavinin kararını ancak hastayı takip eden endokrinolog verebilir. Günümüzde sadece arta kalan ufak ve hormonal aktif tümör dokusuna yönelik ışın tedavi modelleri kullanılmaktadır. Işın tedavisi alanlarda yıllar içerisinde hipofizin diğer hormonlarının da azalabileceği bilinmelidir. Bu eksikliklerin farkedilerek yerine konulabilmesi ise ancak düzenli kontrol ile mümkündür.Akromegali hastaları çocuk sahibi olabilirler mi?Hastalar üreme hormonları korunduğu sürece çocuk sahibi olabilirler. Ancak büyük adenomlarda ameliyat sonrası veya ilave ışın tedavisi gören hastalarda bazen çocuk sahibi olma şansı ortadan kalkabilir. Bu durumda olan hastaların çocuk sahibi olabilmesi için de hipofizin üreme fonksiyonunu uyaran eksik hormonları dışarıdan verilebilmektedir.Akromegali tedavisi gören hastalar gebe kaldığında ne yapmalıdır?Hastalar gebelik planlarını yapıp, bu planlarını endokrinologları ile önceden paylaşmalıdır. Dünyada somatostatin analoğu (SSA ve SRL olarak adlandırılan BH salgısını azaltan ilaç) altında gebe kalmış ve ciddi bir sorunla karşılaşmamış hasta sayısı henüz çok azdır. Bu annelerin bebeklerinde bir anomali tespit edilememekle birlikte tartılarının beklenenden daha düşük olmasının bu ilaca bağlı olabileceği de kesinlik kazanmamıştır. Dünya kılavuzları, planlanan gebelikte bu ilacın 3 ay öncesinden kesilmesini önermektedir. Tedavi altında gebe kalanların ise somatostatin analoğu hemen kesilir.Akromegali hastalığında erken tanı önemli midir?Tedavinin gecikmesi ile kandaki yüksek BH’nun diğer organlar üzerinde ciddi olumsuz etkileri gelişebilir. Bunlar kan şekerinin kontrol edilememesi, yüksek tansiyon, kalp yetmezliği ve uykuda solunum sıkıntısı (Uyku-apne sendromu) şeklinde ortaya çıkarak hastanın yaşam beklentisini kısaltır. Bundan dolayı hastalığın erken tanı ve tedavisi çok önemlidir. Bu amaçla tanı konulduğunda; elektrokardiogram (EKG) ve ekokardiyografi ile kardiyolojik değerlendirme, kolon polip veya tümörleri açısından kolonoskopi, uyku-apne sendromu açısından solunum fonksiyon testleri ve uyku testi, tiroid kanseri açısından tiroid ultrasonografisi ve gerekirse nodülden iğne biyopsisi, kadınlarda meme tümörü açısından meme ultrasonografisi/ gerektiğinde mamografi ve erkeklerde prostat tümörü açısından ürolojik muayene istenmelidir. Çok daha nadir olan diğer tümörler açısından da dikkatli olunmalıdır.Hangi durumlarda Akromegali hastalığından şüphelenilmelidir?- Yüzüğünüz parmağınızı, saatiniz kolunuzu, ayakkabılarınız ayağınızı sıkıyorsa,- Diş protezleriniz dişlerinize oturmuyor ve sıkı geliyorsa,- Yüzde kabalaşma, dişler arasında açılma varsa,- Horlama ve apne cerrahisi sonrasında bile horlama ve burun tıkanıklığınız devam ediyorsa, - Arkadaşlarınız ya da çevreniz sizi değişmiş ve irileşmiş buluyorsa,- Diyete uymanıza rağmen kan şekeriniz kontrol altına alınamıyorsa,- Ellerinizde uyuşma nedeniyle bilekten sinir sıkışması ameliyatı olduysanız mutlaka bir endokrinoloji uzmanına başvurun.
8,527
162
Hastalıklar
Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL)
Ani başlayan halsizlik, yorulma, kanama, ateş, enfeksiyon, eklem ve kemik ağrıları, hıçkırık gibi farklı belirtilerle Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL), hızlı seyir gösteren bir lösemi şeklidir. Tedavisi uzun süren Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL), hem hasta hem de yakınları içir sabır gerektiren bir süreçtir. Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL), tedavisindeki öncelikli hedef, kemik iliğinde tanı esnasında %20’nin üzerinde saptanan lösemi hücresi (blast) oranını %5’e indirmektir. İkinci hedef “minimal kalıntı hastalık” adı verilen gözle görülemeyen tümör yükünü yok etmektir. Memorial Ataşehir Hastanesi Hematoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Hakan İsmail Sarı, Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL) ve tedavisi hakkında bilgi verdi.Ani başlayan halsizlik, yorulma, kanama, ateş, enfeksiyon, eklem ve kemik ağrıları, hıçkırık gibi farklı belirtilerle Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL), hızlı seyir gösteren bir lösemi şeklidir. Tedavisi uzun süren Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL), hem hasta hem de yakınları içir sabır gerektiren bir süreçtir. Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL), tedavisindeki öncelikli hedef, kemik iliğinde tanı esnasında %20’nin üzerinde saptanan lösemi hücresi (blast) oranını %5’e indirmektir. İkinci hedef “minimal kalıntı hastalık” adı verilen gözle görülemeyen tümör yükünü yok etmektir. Memorial Ataşehir Hastanesi Hematoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Hakan İsmail Sarı, Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL) ve tedavisi hakkında bilgi verdi. Akut lenfoblastik lösem i nedir?Akyuvar veya lökosit olarak adlandırdığımız beyaz kürelerin alt tipi olan lenfositleri oluşturan ve bu grup hücrenin kemik iliğindeki en ilkel hali olan lenfoblastların, oluşan bazı genetik mutasyonlar sonucunda kan ve kemik iliğinde hızlı bir şekilde ortaya çıkarak arttığı bir lösemi tipidir. “Akut” kelimesi, bu lösemi tipinin aniden ortaya çıktığını, tedavi edilmezse hızlıca ilerleyebileceğini ve muhtemelen birkaç ay içinde ölümcül olabileceğini ifade edebilmek için kullanılır.Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL) nedenleri ve risk faktörleri nelerdir?Akut lenfoblastik löseminin (ALL) ortaya çıkışı ve ilerlemesi, hücresel fonksiyonları değiştiren ardışık genetik mutasyonlar nedeni ile olur. Bu mutasyonlar neticesinde lenfositlerin ana hücreleri olan lenfoblastların gelişimi durur, aşırı bir çoğalma yeteneği kazanır ve bu çoğalma neticesinde kemik iliğindeki diğer kan hücrelerinin yapımı engellenir.Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL) nedenleri ve risk faktörleri genel olarak şu şekilde sıralanabilir; En başta ionize radyasyon maruziyeti olmak üzere, kimyasal maruziyet geçirilmiş viral enfeksiyonlar  akut lenfoblastik lösemi (ALL) oluşumunda suçlansa da bilinen, ispatlanmış tek bir nedeni yoktur. Akut Lenfoblastik Lösemide (ALL) nadir olarak ailesel geçiş gösteren olgular bildirilmiştir. Yüksek doğum ağırlığı ile doğan bebeklerde ilk 5 yaş içinde akut lenfoblastik lösemi (ALL) oluşma riskinin arttığı bilinmektedir. Down sendromlu kişilerde de akut lenfoblastik lösemi (ALL) gelişim riski artmıştır.Akut Lenfoblastik sıklığı ve epidemiyolojisi nasıldır?Akut lenfoblastik lösemi (ALL) nadir görülen bir hastalıktır. Yıllık görülme sıklığı 1 milyon kişide 1-3 arasında değişir. Erkeklerde kadınlara göre daha fazla görülür. Çocuklardaki görülme sıklığı erişkinlerden fazladır.Çocuklarda en sık görüldüğü yaş aralığı 1-9 yaş iken, erişkinlerde 20-60 yaş arasında daha sık görülür.Akut lenfoblastik lösemi (ALL) belirtileri bulguları nelerdir?Akut lenfoblastik lösemi, hızlı seyir gösteren bir lösemi tipidir. Bu hastalığa yakalanan kişilerde bir hafta önce hiçbir bulgu yokken veya yapılan kan sayımları tamamen normal iken, bir haftalık süre içerisinde hem kan sayımı düzeyleri bozulabilir hem de ani olarak bazı belirtiler gözlenebilir. Bu nedenle bazı belirtilere dikkat edilmelidir.Akut lenfoblastik lösemi belirtilerinden en sık görülenleri şu şekilde sıralanabilir. Ani başlayan halsizlik ve çabuk yorulma: Kemik iliğini işgal eden lösemi hücrelerinin kan yapımını bozması ve buna bağlı alyuvar sayısının azalmasıyla ortaya çıkar. Bu kişilerin alyuvar sayısının azalması hemoglobin dediğimiz organlara oksijen taşıyan bir proteinin de azalmasına neden olur. Hemoglobin düzeyinin düşmesi başta halsizlik ve yorgunluk olmak üzere, yol yürürken nefes darlığı, çarpıntı ve uyku haline neden olabilir. Kanama: Kemik iliğini işgal eden lösemi hücreleri pıhtılaşma hücresi olarak bilinen “trombosit” adı verilen hücrelerin yapımının azalmasına neden olarak kanamaya eğilim oluşturabilirler. Bu nedenle, bu hastalarda vücutta morarmalar, özellikle diş eti kanamaları ve burun kanaması başta olmak üzere her türlü kanama olabilir. Ateş, İnfeksiyon / İltihap: Yine, kemik iliğini işgal eden lösemi hücreleri savaşçı hücreler olarak bilinen “lökosit” adı verilen hücrelerin üretimini bozar ve sayılarını azaltır. Bu hücreler vücudun savunma hücreleridir. Üretimlerindeki bozukluk infeksiyon gelişimine neden olabilir. Mevcut infeksiyonun yerine göre ateş, boğaz ağrısı, öksürük, burun akıntısı, geniz akıntısı, ciltte yani yumuşak dokuda iltihap gibi belirtiler izlenebilir. Akut lenfoblastik lösemide herhangi bir enfeksiyon olmadan da sadece lösemiye bağlı ateş olabilir.Akut lenfoblastik lösemi, diğer akut lösemi tiplerinde olduğu gibi kemik iliğinde başlar fakat çoğu durumda hızla kana geçer. Bazen lenf bezleri, karaciğer, dalak, merkezi sinir sistemi (beyin ve omurilik) ve testisler dâhil vücudun diğer bölgelerine de yayılabilir. Bu durumda hastalığın yayıldığı organa bağlı da bazı belirtiler ortaya çıkabilir. Unutulmaması gereken nokta ise aşağıdaki belirtilerin bir ya da bir kaçının kişide görülmesi akut lösemi tanısı koydurmaz. Bu belirtilere mutlaka kan sayımındaki bozuklukların eşlik edip etmediğine bakılmalıdır. Bahsedilen Akut lenfoblastik lösemi(ALL) belirtileri şöyle sıralanabilir: Öksürük, hıçkırık: Hastalığın akciğere yayılması veya göğüs boşluğundaki lenf bezlerini büyütmesine bağlı ortaya çıkabilir. Nefes darlığı: Yine hastalığın akciğere yayılması veya göğüs boşluğundaki lenf bezlerini büyütmesine bağlı ortaya çıkabileceği gibi kan değerlerinin düşmesine veya akciğer infeksiyonuna bağlı da görülebilir. Karaciğer, dalak veya lenf bezlerinde büyüme: Lösemi hücrelerinin kemik iliğinden çıkarak kan veya lenf yolu ile bu organları işgal etmesine bağlı görülebilir. Baş ağrısı, baş dönmesi, denge bozukluğu, bel ağrısı,  uyku hali: Lösemi hücrelerinin beyin başta olmak üzere sinir sistemine veya omuriliğe yayılması nedeni ile görülebilir. Eklem ve kemik ağrıları: Kemik iliğini işgal eden lösemi hücreleri her türlü kemik ağrısına neden olabilir. Genital organlarda şişlik: Özellikle erkek hastalarda testis tutulumu izlenebilir. Kendini ağrısız şişlik ile gösterebilir. Karın ağrısı, kabızlık, bulantı, kusma: Akut lösemiler nadir olarak “gastro intestinal sistem” olarak ifade edilen mide-bağırsak sistemine yayılarak bahsedilen belirtileri oluşturabilir.Akut lenfoblastik lösemi (ALL) teşhisi nasıldır?Doktorunuz fizik muayene, tıbbi sorular ve kişinin kanına ve kemik iliği hücrelerine bakan testlere dayanarak akut lösemi tanısını koyabilir.Tıbbi GeçmişDoktorunuz tarafından tıbbi geçmişiniz sorgulanarak sağlık alışkanlıklarınız, geçmiş hastalıklarınız ve tedavileriniz hakkında bilgi alınır.Fizik MuayeneDoktorunuz tarafından genel vücut muayeneniz yapılır. Bu muayene ile fiziksel sağlığınız alışılmadık bulgular veya belirtiler açısından kontrol edilir. Fizik muayene sırasında lenf bezeleriniz, dalak ve karaciğeriniz büyüme olup olmadığı açısından incelenecektir.Tam Kan Sayımı (CBC)Bir kan örneği toplanır ve çeşitli parametreleri ölçmek için incelenir: Kırmızı kan hücreleri (alyuvarlar), beyaz kan hücreleri (akyuvarlar) ve trombositlerin (pıhtılaşma hücreleri) miktarı Alyuvarlara bağlı hemoglobin miktarı Hematokrit adı verilen kırmızı kan hücrelerinden oluşan numunenin oranı bu tetkik ile saptanır. Akut lenfoblastik lösemili hastaların kan sayımında genellikle hemoglobin (Hgb) düzeyi ve trombosit (plt) sayısı düşük, lökosit (WBC) sayısı düşük veya yüksek olabilir.Kan ve İdrar Biyokimya TestleriOrganların ve dokuların kan dolaşımına saldığı belirli maddelerin seviyelerini ölçmek için yapılan bir kan örneği analizidir. Bu maddelerin alışılmadık derecede yüksek veya düşük seviyeleri hastalığın tanısında yardımcı olabilir. Akut lenfoblastik lösemide LDH ve ürik asit düzeyleri artabilir.Periferik Kan YaymasıDoktorunuz, kan örneğinizi mikroskop altında kontrol ederek kan hücrelerinin şeklindeki değişiklikleri inceler. Akut lösemi teşhisinde çok önemlidir. Doktorunuz aynı zamanda beyaz kan hücrelerinin miktarını, türünü ve trombosit sayısını da bu şekilde saptayabilir.Akut lenfoblastik lösemide “lenfoblast” adı verilen lösemi hücreleri izlenebilir. Bu hücrelerin periferik kan yaymasında izlenmemesi her şeyin normal olduğu anlamına gelmez.Kemik İliği Aspirasyon ve Biyopsi İşlemiKemik iliği aspirasyon ve biyopsi işlemi bazı büyük kemiklerinizde bulunan ve süngerimsi bir doku olan kemik iliğinin toplanması ve incelenmesi için yapılan bir işlemdir. Akut lösemi tanısını koymak ve takip etmek için kullanılır. Kemik iliği biyopsi ve kemik iliği aspirasyonu çoğunlukla aynı zamanda yapılır.Kemik iliği aspirasyon ve biyopsisi genellikle leğen kemiğinin arka kısmının tepe noktasından alınır. Bu bölgeye işlemde kullanılacak iğne ile girilerek cilt ve cilt altı dokular geçilerek önce kemiğe ulaşılır ve ilerletilerek iğne kemik iliği bölgesine yerleştirilir. Biyopsinizi yapan hematoloji uzmanı veya onkoloji uzmanı iğneye bir enjektör (şırınga) ekleyerek, kemik iliğine ait sıvı kısımdan örnek alır. Aspirasyon yalnızca birkaç dakika sürer. Eğer ilik dokusu gelmediği anlaşılırsa işlem tekrarlanabilir. Hastalığınızın durumundan kaynaklanan nedenlerle bazen kemik iliği sıvısı enjektöre hiç çekilemeyebilir. Bu durumda sadece biyopsi alınır. Kemik iliği biyopsisinde, kemiğin içine girilerek kemik iliği dokusundan örnek alınır. Kemik iliği biyopsisi için daha büyük iğne kullanılır ve bu iğne ile katı kemik iliği dokusundan örneğin yeterli olabilmesi için en az 1.5 cm (1.5- 3.5 cm) bir parça alınır. Aspirasyon gibi biyopsi de ancak birkaç dakika sürer. Her iki örnek daha sonra kemik iliği kanseri hücrelerini aramak ve sağlıklı kan hücrelerini izlemek için mikroskop altında hematolog ve patolog tarafından incelenir. Lösemi hücrelerinin kemik iliğinde belli bir oranın üzerinde olması ile akut lösemi tanısı konabilir.Genetik ve moleküler analizlerKemik iliği örneğiniz alındıktan sonra yazının başında bahsettiğimiz genetik anormallikleri aramak için doku hücrelerinin mikroskop altında analizi yapılır.Akut lenfoblastik lösemi alt tipleri genetik mutasyonlara göre de belirlenir. Hem tanı hem tedavinin belirlenebilmesi için yapılması gerekebilir.İmmünhistokimyaKemik iliği hücrelerinin yüzeyinde bulunan bir nevi kimlik belirteci olarak adlandırabileceğimiz antijenlerin analizidir.Akış sitometrisiAkış sitometri testi hücre yüzeyi üzerindeki tümör belirteçlerinin boyutu, şekli ve varlığı gibi hücrelerin diğer özelliklerini ortaya koyar. Bu test için hücreler floresan bir boyayla işaretlenir ve bir sıvıya yerleştirilir. Hücrelerden bir ışık demeti geçilerek, ışığın saçılma şekline bakılarak hücrelerin özellikleri tespit edilebilir. Akut lenfoblastik lösemi tanısında mutlaka yapılması gereken bir analizdir.Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL) teşhisinde nasıl bir tanı algoritması uygulanır?Akut lenfoblastik Lösemi (ALL) tanısında yukarıda bahsettiğimiz hastanın fizik muayenesi, belirtileri ve bunlara göre istenen laboratuvar tetkikleri ile tanı konur. Bunu bir algoritma ile açıklayacak olursak önce kan sayımı dediğimiz kandaki beyaz küre (lökosit), hemoglobin ve trombosit sayısının değerlendirildiği tetkik istenir. Buradaki değerlerle akut lösemiden şüphelenilirse önce periferik yaymaya bakılır ve “blast” adını verdiğimiz lösemi hücrelerinin olup olmadığına bakılır. Lösemi hücresi görülsün ya da görülmesin hala akut lösemi şüphesi varsa kemik iliği biyopsi yapılarak hem patolojik inceleme yapılır hem de alınan ilik kanından akut lenfoblastik lösemi (ALL) ile ilişkili olabilecek genetik / moleküler tetkikler ile akış sitometrisi dediğimiz lösemi hücreleri üzerindeki yüzey antijenlerinin gösterildiği “akış sitometri” testleri istenir. Tanı bu testlerin tümü ile netleştirilir.Kemik iliğindeki blast oranının >%20 olması ve akış sitometrik incelemede bu hücrelerin lenfoblast olduğunun doğrulanması tanıyı koydurur. Genetik testler hem akut lenfoblastik löseminin genetik alt tipini belirlemede hem de hastalığın gidişatını gösteren bazı genetik özelliklerin gösterilmesi ile tedavinin şekillendirilmesine yardımcı olur. Tanı esnasında hastaların yarısından daha fazlasında blast oranı %90’ın üzerindedir.Akut Lenfoblastik Löseminin alt tipleri nelerdir ve nasıl sınıflandırılır?Akut lenfoblastik lösemiyi (ALL) oluşturan lenfoblast adı verilen lösemi hücrelerinin üzerinde bulunan yüzey antijenlerinin tipine göre B lenfoblastik lösemi ve T lenfoblastik lösemi olmak üzere 2 ayrı immunolojik alt tipi bulunmaktadır.B hücreli akut lenfoblastik lösemi daha sık görülmektedir. Ayrıca bazı genetik mutasyonlara göre de genetik alt tipleri belirlenir.Akut lenfoblastik lösemi ani başlangıçlı ve hızlı seyirli bir hastalık olduğu için herhangi bir evrelemesi bulunmamaktadır.Akut Lenfoblastik lösemi nasıl tedavi edilir?Akut Lenfoblastik lösemi (ALL) tedavisi hem hasta, hem hasta yakınları hem de tedaviyi yapan sağlık ekibi için sabır gerektirir. Tedavi uzun sürmektedir.Tedavideki öncelikli hedef kemik iliğinde tanı esnasında %20’nin üzerinde saptanan lösemi hücresi (blast) oranını %5’e indirmektir. İkinci hedef “minimal kalıntı hastalık” adı verilen gözle görülemeyen tümör yükünü yok etmektir.Akut lenfoblastik lösemi (ALL) tedavisinde bu hedefi sağlamak için aşağıdaki yol izlenir:Remisyon induksiyon tedavisiHastalığı remisyona sokmak yani lösemi hücrelerini hedef oranın altına düşürmek için yapılan tedavidir. Tedavi hem kemoterapi ve hem de akıllı ilaçları içerebilir. Kemik iliğindeki lösemi hücrelerinin yok edilip yerine normal hücrelerin geçmesi herhangi bir ek komplikasyon gelişmezse yaklaşık 1 ay sürer.Remisyon iduksiyon tedavisinde kullanılan çeşitli kemoterapi protokolleri mevcuttur. Başarı oranları birbirine benzerdir. Bu protokollerde en sık kullanılan kemoterapi ilaçları doksorubisin, vinkristin ve Asparaginazdır. Akut lenfoblastik lösemi (ALL) alt tipine göre Rituksimab etken maddeli akıllı ilaç da uygulanabilir. Hematoloji ekibi hastaya en uygun ve merkezin en deneyimli olduğu prokolü seçecektir.Santral sinir sistemini koruyucu tedaviAkut lenfoblastik lösemide (ALL) beyin, beyin sinirleri ve omurilikten oluşan santral sinir sistemi tutulabilir. Bu nedenle başlangıçta herhangi bir tutulum olmayan hastalar dahil omurilik içine kemoterapi uygulaması ve/veya kranyal radyoterapi (beyin bölgesinin ışınlanması) uygulanabilir. Genelde remisyon induksiyon tedavisini takiben yapılır.Konsolidasyon tedavisiLösemi hücrelerinin oranı %5’in altına düşmüş yani remisyon elde edilmişse, bu remisyonu devam ettirmek için yapılan tedavidir. Pekiştirme tedavisi olarak da adlandırılabilir.İdame Tedavi Akut lenfoblastik lösemi (ALL) hastalarında hasta düşük risk dediğimiz grupta ise konsolidasyon tedavisinden sonra yapılan tedavidir. Genelde ağızdan alınan ilaçlar ve aylık damardan uygulanan kemoterapi ilaçları ile yapılır. Yaklaşık 2 yıl sürer.Akut lenfoblastik lösemi (ALL) kök hücre nakliHer akut lösemi hastasına kök hücre nakli yapılmaz. Kök hücre nakli kararı için hastalığın başlangıcındaki beyaz küre sayısı, remisyon induksiyon adı verilen ilk tedavinin yanıtı, minimal kalıntı hastalık durumu ve hastalıklata görülen genetik mutasyonların tipine ihtiyaç vardır. Bu verilere göre risk grubu belirlenir. Yüksek risk grubunda  “Allojenik kök hücre nakli” dediğimiz kardeşten veya akraba dışı bir vericiden nakil yapılır. Nakil kararı alınan hastadan ve vericilerinden 3 tüp kan alınarak doku grupları açısından uyumlu olup olmadığına bakılır ve uyum derecesine göre nakil kararı verilir.Akut lenfoblastik lösemide yaşam süreleri nasıldır?Hastanın yaşına, hastalığın risk grubuna, Akut lenfoblastik lösemi (ALL) alt tipine ve nakil yapılıp yapılamamasına göre sağkalım değişkenlik göstermektedir. Yapılan çalışmalarda 5 yıllık sağkalım %20-65 arasında değişmektedir. 5 yıl boyunca hastalığı tekrarlamayan Akut lenfoblastik lösemi (ALL) hastalarında tam şifa sağlandığı kabul edilmektedir. Akut lenfoblastik lösem i nedir?Akyuvar veya lökosit olarak adlandırdığımız beyaz kürelerin alt tipi olan lenfositleri oluşturan ve bu grup hücrenin kemik iliğindeki en ilkel hali olan lenfoblastların, oluşan bazı genetik mutasyonlar sonucunda kan ve kemik iliğinde hızlı bir şekilde ortaya çıkarak arttığı bir lösemi tipidir. “Akut” kelimesi, bu lösemi tipinin aniden ortaya çıktığını, tedavi edilmezse hızlıca ilerleyebileceğini ve muhtemelen birkaç ay içinde ölümcül olabileceğini ifade edebilmek için kullanılır.Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL) nedenleri ve risk faktörleri nelerdir?Akut lenfoblastik löseminin (ALL) ortaya çıkışı ve ilerlemesi, hücresel fonksiyonları değiştiren ardışık genetik mutasyonlar nedeni ile olur. Bu mutasyonlar neticesinde lenfositlerin ana hücreleri olan lenfoblastların gelişimi durur, aşırı bir çoğalma yeteneği kazanır ve bu çoğalma neticesinde kemik iliğindeki diğer kan hücrelerinin yapımı engellenir.Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL) nedenleri ve risk faktörleri genel olarak şu şekilde sıralanabilir;Akut Lenfoblastik sıklığı ve epidemiyolojisi nasıldır?Akut lenfoblastik lösemi (ALL) nadir görülen bir hastalıktır. Yıllık görülme sıklığı 1 milyon kişide 1-3 arasında değişir. Erkeklerde kadınlara göre daha fazla görülür. Çocuklardaki görülme sıklığı erişkinlerden fazladır.Çocuklarda en sık görüldüğü yaş aralığı 1-9 yaş iken, erişkinlerde 20-60 yaş arasında daha sık görülür.Akut lenfoblastik lösemi (ALL) belirtileri bulguları nelerdir?Akut lenfoblastik lösemi, hızlı seyir gösteren bir lösemi tipidir. Bu hastalığa yakalanan kişilerde bir hafta önce hiçbir bulgu yokken veya yapılan kan sayımları tamamen normal iken, bir haftalık süre içerisinde hem kan sayımı düzeyleri bozulabilir hem de ani olarak bazı belirtiler gözlenebilir. Bu nedenle bazı belirtilere dikkat edilmelidir.Akut lenfoblastik lösemi belirtilerinden en sık görülenleri şu şekilde sıralanabilir.Akut lenfoblastik lösemi, diğer akut lösemi tiplerinde olduğu gibi kemik iliğinde başlar fakat çoğu durumda hızla kana geçer. Bazen lenf bezleri, karaciğer, dalak, merkezi sinir sistemi (beyin ve omurilik) ve testisler dâhil vücudun diğer bölgelerine de yayılabilir. Bu durumda hastalığın yayıldığı organa bağlı da bazı belirtiler ortaya çıkabilir. Unutulmaması gereken nokta ise aşağıdaki belirtilerin bir ya da bir kaçının kişide görülmesi akut lösemi tanısı koydurmaz. Bu belirtilere mutlaka kan sayımındaki bozuklukların eşlik edip etmediğine bakılmalıdır. Bahsedilen Akut lenfoblastik lösemi(ALL) belirtileri şöyle sıralanabilir:Akut lenfoblastik lösemi (ALL) teşhisi nasıldır?Doktorunuz fizik muayene, tıbbi sorular ve kişinin kanına ve kemik iliği hücrelerine bakan testlere dayanarak akut lösemi tanısını koyabilir.Tıbbi GeçmişDoktorunuz tarafından tıbbi geçmişiniz sorgulanarak sağlık alışkanlıklarınız, geçmiş hastalıklarınız ve tedavileriniz hakkında bilgi alınır.Fizik MuayeneDoktorunuz tarafından genel vücut muayeneniz yapılır. Bu muayene ile fiziksel sağlığınız alışılmadık bulgular veya belirtiler açısından kontrol edilir. Fizik muayene sırasında lenf bezeleriniz, dalak ve karaciğeriniz büyüme olup olmadığı açısından incelenecektir.Tam Kan Sayımı (CBC)Bir kan örneği toplanır ve çeşitli parametreleri ölçmek için incelenir:Kan ve İdrar Biyokimya TestleriOrganların ve dokuların kan dolaşımına saldığı belirli maddelerin seviyelerini ölçmek için yapılan bir kan örneği analizidir. Bu maddelerin alışılmadık derecede yüksek veya düşük seviyeleri hastalığın tanısında yardımcı olabilir. Akut lenfoblastik lösemide LDH ve ürik asit düzeyleri artabilir.Periferik Kan YaymasıDoktorunuz, kan örneğinizi mikroskop altında kontrol ederek kan hücrelerinin şeklindeki değişiklikleri inceler. Akut lösemi teşhisinde çok önemlidir. Doktorunuz aynı zamanda beyaz kan hücrelerinin miktarını, türünü ve trombosit sayısını da bu şekilde saptayabilir.Akut lenfoblastik lösemide “lenfoblast” adı verilen lösemi hücreleri izlenebilir. Bu hücrelerin periferik kan yaymasında izlenmemesi her şeyin normal olduğu anlamına gelmez.Kemik İliği Aspirasyon ve Biyopsi İşlemiKemik iliği aspirasyon ve biyopsi işlemi bazı büyük kemiklerinizde bulunan ve süngerimsi bir doku olan kemik iliğinin toplanması ve incelenmesi için yapılan bir işlemdir. Akut lösemi tanısını koymak ve takip etmek için kullanılır. Kemik iliği biyopsi ve kemik iliği aspirasyonu çoğunlukla aynı zamanda yapılır.Kemik iliği aspirasyon ve biyopsisi genellikle leğen kemiğinin arka kısmının tepe noktasından alınır. Bu bölgeye işlemde kullanılacak iğne ile girilerek cilt ve cilt altı dokular geçilerek önce kemiğe ulaşılır ve ilerletilerek iğne kemik iliği bölgesine yerleştirilir. Biyopsinizi yapan hematoloji uzmanı veya onkoloji uzmanı iğneye bir enjektör (şırınga) ekleyerek, kemik iliğine ait sıvı kısımdan örnek alır. Aspirasyon yalnızca birkaç dakika sürer. Eğer ilik dokusu gelmediği anlaşılırsa işlem tekrarlanabilir. Hastalığınızın durumundan kaynaklanan nedenlerle bazen kemik iliği sıvısı enjektöre hiç çekilemeyebilir. Bu durumda sadece biyopsi alınır. Kemik iliği biyopsisinde, kemiğin içine girilerek kemik iliği dokusundan örnek alınır. Kemik iliği biyopsisi için daha büyük iğne kullanılır ve bu iğne ile katı kemik iliği dokusundan örneğin yeterli olabilmesi için en az 1.5 cm (1.5- 3.5 cm) bir parça alınır. Aspirasyon gibi biyopsi de ancak birkaç dakika sürer. Her iki örnek daha sonra kemik iliği kanseri hücrelerini aramak ve sağlıklı kan hücrelerini izlemek için mikroskop altında hematolog ve patolog tarafından incelenir. Lösemi hücrelerinin kemik iliğinde belli bir oranın üzerinde olması ile akut lösemi tanısı konabilir.Genetik ve moleküler analizlerKemik iliği örneğiniz alındıktan sonra yazının başında bahsettiğimiz genetik anormallikleri aramak için doku hücrelerinin mikroskop altında analizi yapılır.Akut lenfoblastik lösemi alt tipleri genetik mutasyonlara göre de belirlenir. Hem tanı hem tedavinin belirlenebilmesi için yapılması gerekebilir.İmmünhistokimyaKemik iliği hücrelerinin yüzeyinde bulunan bir nevi kimlik belirteci olarak adlandırabileceğimiz antijenlerin analizidir.Akış sitometrisiAkış sitometri testi hücre yüzeyi üzerindeki tümör belirteçlerinin boyutu, şekli ve varlığı gibi hücrelerin diğer özelliklerini ortaya koyar. Bu test için hücreler floresan bir boyayla işaretlenir ve bir sıvıya yerleştirilir. Hücrelerden bir ışık demeti geçilerek, ışığın saçılma şekline bakılarak hücrelerin özellikleri tespit edilebilir. Akut lenfoblastik lösemi tanısında mutlaka yapılması gereken bir analizdir.Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL) teşhisinde nasıl bir tanı algoritması uygulanır?Akut lenfoblastik Lösemi (ALL) tanısında yukarıda bahsettiğimiz hastanın fizik muayenesi, belirtileri ve bunlara göre istenen laboratuvar tetkikleri ile tanı konur. Bunu bir algoritma ile açıklayacak olursak önce kan sayımı dediğimiz kandaki beyaz küre (lökosit), hemoglobin ve trombosit sayısının değerlendirildiği tetkik istenir. Buradaki değerlerle akut lösemiden şüphelenilirse önce periferik yaymaya bakılır ve “blast” adını verdiğimiz lösemi hücrelerinin olup olmadığına bakılır. Lösemi hücresi görülsün ya da görülmesin hala akut lösemi şüphesi varsa kemik iliği biyopsi yapılarak hem patolojik inceleme yapılır hem de alınan ilik kanından akut lenfoblastik lösemi (ALL) ile ilişkili olabilecek genetik / moleküler tetkikler ile akış sitometrisi dediğimiz lösemi hücreleri üzerindeki yüzey antijenlerinin gösterildiği “akış sitometri” testleri istenir. Tanı bu testlerin tümü ile netleştirilir.Kemik iliğindeki blast oranının >%20 olması ve akış sitometrik incelemede bu hücrelerin lenfoblast olduğunun doğrulanması tanıyı koydurur. Genetik testler hem akut lenfoblastik löseminin genetik alt tipini belirlemede hem de hastalığın gidişatını gösteren bazı genetik özelliklerin gösterilmesi ile tedavinin şekillendirilmesine yardımcı olur. Tanı esnasında hastaların yarısından daha fazlasında blast oranı %90’ın üzerindedir.Akut Lenfoblastik Löseminin alt tipleri nelerdir ve nasıl sınıflandırılır?Akut lenfoblastik lösemiyi (ALL) oluşturan lenfoblast adı verilen lösemi hücrelerinin üzerinde bulunan yüzey antijenlerinin tipine göre B lenfoblastik lösemi ve T lenfoblastik lösemi olmak üzere 2 ayrı immunolojik alt tipi bulunmaktadır.B hücreli akut lenfoblastik lösemi daha sık görülmektedir. Ayrıca bazı genetik mutasyonlara göre de genetik alt tipleri belirlenir.Akut lenfoblastik lösemi ani başlangıçlı ve hızlı seyirli bir hastalık olduğu için herhangi bir evrelemesi bulunmamaktadır.Akut Lenfoblastik lösemi nasıl tedavi edilir?Akut Lenfoblastik lösemi (ALL) tedavisi hem hasta, hem hasta yakınları hem de tedaviyi yapan sağlık ekibi için sabır gerektirir. Tedavi uzun sürmektedir.Tedavideki öncelikli hedef kemik iliğinde tanı esnasında %20’nin üzerinde saptanan lösemi hücresi (blast) oranını %5’e indirmektir. İkinci hedef “minimal kalıntı hastalık” adı verilen gözle görülemeyen tümör yükünü yok etmektir.Akut lenfoblastik lösemi (ALL) tedavisinde bu hedefi sağlamak için aşağıdaki yol izlenir:Remisyon induksiyon tedavisiHastalığı remisyona sokmak yani lösemi hücrelerini hedef oranın altına düşürmek için yapılan tedavidir. Tedavi hem kemoterapi ve hem de akıllı ilaçları içerebilir. Kemik iliğindeki lösemi hücrelerinin yok edilip yerine normal hücrelerin geçmesi herhangi bir ek komplikasyon gelişmezse yaklaşık 1 ay sürer.Remisyon iduksiyon tedavisinde kullanılan çeşitli kemoterapi protokolleri mevcuttur. Başarı oranları birbirine benzerdir. Bu protokollerde en sık kullanılan kemoterapi ilaçları doksorubisin, vinkristin ve Asparaginazdır. Akut lenfoblastik lösemi (ALL) alt tipine göre Rituksimab etken maddeli akıllı ilaç da uygulanabilir. Hematoloji ekibi hastaya en uygun ve merkezin en deneyimli olduğu prokolü seçecektir.Santral sinir sistemini koruyucu tedaviAkut lenfoblastik lösemide (ALL) beyin, beyin sinirleri ve omurilikten oluşan santral sinir sistemi tutulabilir. Bu nedenle başlangıçta herhangi bir tutulum olmayan hastalar dahil omurilik içine kemoterapi uygulaması ve/veya kranyal radyoterapi (beyin bölgesinin ışınlanması) uygulanabilir. Genelde remisyon induksiyon tedavisini takiben yapılır.Konsolidasyon tedavisiLösemi hücrelerinin oranı %5’in altına düşmüş yani remisyon elde edilmişse, bu remisyonu devam ettirmek için yapılan tedavidir. Pekiştirme tedavisi olarak da adlandırılabilir.İdame Tedavi Akut lenfoblastik lösemi (ALL) hastalarında hasta düşük risk dediğimiz grupta ise konsolidasyon tedavisinden sonra yapılan tedavidir. Genelde ağızdan alınan ilaçlar ve aylık damardan uygulanan kemoterapi ilaçları ile yapılır. Yaklaşık 2 yıl sürer.Akut lenfoblastik lösemi (ALL) kök hücre nakliHer akut lösemi hastasına kök hücre nakli yapılmaz. Kök hücre nakli kararı için hastalığın başlangıcındaki beyaz küre sayısı, remisyon induksiyon adı verilen ilk tedavinin yanıtı, minimal kalıntı hastalık durumu ve hastalıklata görülen genetik mutasyonların tipine ihtiyaç vardır. Bu verilere göre risk grubu belirlenir. Yüksek risk grubunda  “Allojenik kök hücre nakli” dediğimiz kardeşten veya akraba dışı bir vericiden nakil yapılır. Nakil kararı alınan hastadan ve vericilerinden 3 tüp kan alınarak doku grupları açısından uyumlu olup olmadığına bakılır ve uyum derecesine göre nakil kararı verilir.Akut lenfoblastik lösemide yaşam süreleri nasıldır?
10,419
163
Hastalıklar
Akut miyeloid lösemi (AML) nedir?
Akut miyeloid lösemi (AML) çok hızlı seyredebilen bir hastalıktır. Kısa sürede kan değerlerinde ve belirtilerde farklılıklar yaşanabilmektedir. Ani başlayan halsizlik, yorulma, enfeksiyon, öksürük, kemik ağrıları, kabızlık, bulantı kusma gibi belirtilerle kendini belli eden Akut miyeloid lösemi (AML) tedavisi uzun soluklu ve sabır gerektirmektedir. Akut miyeloid lösemi (AML) tedavisinde öncelikli hedef kemik iliğinde tanı esnasında %20’nin üzerinde saptanan lösemi hücresi (blast) oranını %5’e indirmektir. Bu hedefi sağlamak için birçok farklı yol kullanılabilmektedir.Akut miyeloid lösemi (AML) çok hızlı seyredebilen bir hastalıktır. Kısa sürede kan değerlerinde ve belirtilerde farklılıklar yaşanabilmektedir. Ani başlayan halsizlik, yorulma, enfeksiyon, öksürük, kemik ağrıları, kabızlık, bulantı kusma gibi belirtilerle kendini belli eden Akut miyeloid lösemi (AML) tedavisi uzun soluklu ve sabır gerektirmektedir. Akut miyeloid lösemi (AML) tedavisinde öncelikli hedef kemik iliğinde tanı esnasında %20’nin üzerinde saptanan lösemi hücresi (blast) oranını %5’e indirmektir. Bu hedefi sağlamak için birçok farklı yol kullanılabilmektedir. Memorial Ataşehir Hastanesi Hematoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Hakan İsmail Sarı, Akut miyeloid lösemi (AML) hastalığı ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.Akut miyeloid lösemi (AML) nedir?Akut lösemi, kanda akyuvar adını verdiğimiz hücreleri oluşturan kemik iliğindeki bir grup hücrenin kısa zaman içerisinde anormalleşip aşırı çoğalma özelliği kazandığı ve bu çoğalmanın etkisi ile kemik iliğinde kan yapımının azalmasına neden olan bir kemik iliği kanseri türüdür. “Akut” kelimesi, bu lösemi tiplerinin tedavi edilmezse hızlıca ilerleyebileceği ve muhtemelen birkaç ay içinde ölümcül olabileceği anlamına gelir.2 tipi vardır: Akut miyeloid lösemi (AML) Akut lenfoblastik lösemi (ALL)AML, “Akut miyelositik lösemi”, “akut miyelojenöz lösemi”, “akut granülositik lösemi” ve “akut lenfositik olmayan lösemi” gibi birçok başka isimle de anılır. “Miyeloid”, bu löseminin kemik iliğinde başladığı hücre tipini ifade eder. AML’nin çoğu vakası beyaz kan hücrelerine (lenfositler dışında) dönüşecek hücrelerden gelişir, ancak bazı AML vakaları diğer kan oluşturan hücrelerden de gelişebilir.Akut miyeloid lösemi (AML) nedenleri nelerdir?Öncelikli olarak şunu belirtmeliyiz ki, AML’nin kesin bilinen bir nedeni yoktur. Akut myeloid lösemi nedenlerini iki ana başlık altında toplamak daha doğru olur. Bunlar: Genetik nedenler Çevresel faktörlerin etkisiGenetik nedenler deyince genellikle doğuştan kazanılan ve irsî olarak bilinen nedenler kastedilmemektedir. Bu hastalıklarda ortaya çıkan genetik bozukluklar büyük çoğunlukla yaşamın herhangi bir döneminde sonradan kazanılan bozukluklardır. Kromozomları oluşturan genlerin birinde ya da birkaçında görülebilir. Bazen kromozomlardaki kırılmalar, kırılan parçanın başka bir kromozoma yerleşmesi şeklinde de genetik bozukluklar görülebilir. Bu durum hücrenin hem kanserleşmesine hem de aşırı çoğalma yeteneğine sahip olmasına neden olarak lösemi gelişimine neden olabilir.Çevresel faktörlerden en sık görülen nedenler arasında ise radyasyona yüksek dozlarda maruz kalma (genelde bu maruziyetten uzun yıllar sonra ortaya çıkar), sigara veya hücrelerin yapısını bozan bazı kimyasallar sayılabilir. Bunların dışında kemik iliği tembelliği olarak ifade edebileceğimiz bazı kan hastalıklarının seyrinde lösemi oluşma sıklığının arttığı bilinmektedir. Herhangi bir kanser türü için kemoterapi almış hastalarda ileri ki yıllarda lösemi meydana gelebilir. Virus adını verdiğimiz bazı mikroplar lösemi oluşumunu tetikleyebilir.Akut miyeloid lösemi (AML) türleri (sınıflaması) nelerdir?AML hakkındaki bilgilerimiz arttıkça hastalığın sınıflaması da değişmektedir. Akut miyeloid lösemi (AML)’de daha önceleri hücre morfolojilerine (hücrenin yapısal görünümü) göre FAB sınıflaması adı verilen bir sınıflandırma daha sık kullanırken, hastalığın ortaya çıkışında ve klinik seyrinde genetik ve moleküler bozuklukların daha önemli olduğu anlaşıldıktan sonra Dünya Sağlık Örgütü (WHO = DSÖ) tarafından genetik temelli bir sınıflama yapılmıştır.FAB sınıflamasında M0’dan başlayıp M7’ye varan 8 alt tip (M0, M1, M2, M3, M4, M5, M6, M7) mevcuttur. M3 dışındakilerin tedavileri benzerlik göstermektedir.WHO sınıflaması 2008, 2016 ve 2022 yıllarında güncellenmiştir. En son güncellenen halinde her bir genetik bozukluğa göre alt tip verilmiştir. Ayrıca, bazı genetik anomalilerde hastalık tanısı için gereken blast oranı (lösemik hücre oranı) %20’den %10’a düşürülmüştür.Akut miyeloid lösemi (AML) belirtileri nelerdir?AML ve tüm akut lösemiler çok hızlı seyir gösteren lösemi tipleridir. Bu hastalığa yakalanan kişiler de bir hafta önce hiçbir bulgu yokken veya yapılan kan sayımları tamamen normal iken bir haftalık süre içerisinde hem kan sayımı düzeyleri bozulabilir hem de ani olarak bazı belirtiler gözlenebilir. Bu nedenle aşağıda değindiğimiz belirtilere dikkat edilmelidir.Bu belirtilerden en sık görülenler: Ani başlayan halsizlik ve yorulma: Kemik iliğini işgal eden lösemi hücrelerinin kan yapımını bozması ve buna bağlı alyuvar sayısının azalmasına bağlı ortaya çıkar. Bu kişilerin alyuvar sayısının azalması hemoglobin dediğimiz organlara oksijen taşıyan bir proteinin de azalmasına neden olur. Hemoglobin düzeyinin düşmesi başta halsizlik ve yorgunluk olmak üzere, yol yürürken nefes darlığı, çarpıntı ve uyku haline neden olabilir. Kanama: Kemik iliğini işgal eden lösemi hücreleri pıhtılaşma hücresi olarak bilinen “trombosit” adı verilen hücrelerin yapımının azalmasına neden olarak kanamaya eğilim oluşturabilirler. Bu nedenle, bu hastalarda özellikle diş eti kanamaları, vücutta morarmalar, burun kanaması olabilir. Enfeksiyon/İltihap: Yine, kemik iliğini işgal eden lösemi hücreleri savaşçı hücreler olarak bilinen “lökosit” adı verilen hücrelerin üretimini bozar ve sayılarını azaltır. Bu hücreler vücudun savunma hücreleridir. Üretimlerindeki bozukluk enfeksiyon gelişimine neden olabilir. Mevcut enfeksiyonun yerine göre ateş, boğaz ağrısı, öksürük, burun akıntısı, geniz akıntısı, ciltte yani yumuşak dokuda iltihap gibi belirtiler izlenebilir.Akut lösemiler kemik iliğinde başlar fakat çoğu durumda hızla kana geçer. Bazen lenf bezleri, karaciğer, dalak, merkezi sinir sistemi (beyin ve omurilik) ve testisler dâhil vücudun diğer bölgelerine de yayılabilir. Bu durumda hastalığın yayıldığı organa bağlı da bazı belirtiler ortaya çıkabilir. Unutulmaması gereken nokta ise aşağıdaki belirtilerin bir ya da bir kaçının kişide görülmesi akut lösemi tanısı koydurmaz. Bu belirtilere mutlaka kan sayımındaki bozuklukların eşlik edip etmediğine bakılmalıdır.  Bahsedilen belirtileri şöyle sıralayabiliriz: Öksürük, hıçkırık: Hastalığın akciğere yayılması veya göğüs boşluğundaki lenf bezlerini büyütmesine bağlı ortaya çıkabilir. Nefes darlığı: Yine hastalığın akciğere yayılması veya göğüs boşluğundaki lenf bezlerini büyütmesine bağlı ortaya çıkabileceği gibi kan değerlerinin düşmesine veya akciğer Enfeksiyonuna bağlı da görülebilir. Karaciğer, dalak veya lenf bezlerinde büyüme: Lösemi hücrelerinin kemik iliğinden çıkarak kan veya lenf yolu ile bu organları işgal etmesine bağlı görülebilir. Baş ağrısı, baş dönmesi, denge bozukluğu, bel ağrısı, uyku hali: Lösemi hücrelerinin beyin başta olmak üzere sinir sistemine veya omuriliğe yayılması nedeni ile görülebilir. Kemik ağrıları: Kemik iliğini işgal eden lösemi hücreleri her türlü kemik ağrısına neden olabilir. Karın ağrısı, kabızlık, bulantı, kusma: Akut lösemiler nadir olarak “gastro intestinal sistem” olarak ifade edilen mide-bağırsak sistemine yayılarak bahsedilen belirtileri oluşturabilir.Akut miyeloid lösemi (AML) nasıl teşhis edilir?Doktorunuz fizik muayene, tıbbi sorular ve kişinin kanına ve kemik iliği hücrelerine bakan testlere dayanarak akut lösemi tanısını koyabilir.Tıbbi Geçmiş Doktorunuz tarafından tıbbi geçmişiniz sorgulanarak sağlık alışkanlıklarınız, geçmiş hastalıklarınız ve tedavileriniz hakkında bilgi toplanır.Fizik Muayene Doktorunuz tarafından genel vücut muayeneniz yapılır. Bu muayene ile fiziksel sağlığınız alışılmadık bulgular veya belirtiler açısından kontrol edilir. Fizik muayene sırasında lenf bezeleriniz, dalak ve karaciğeriniz büyüme olup olmadığı açısından incelenecektir.Tam Kan Sayımı (CBC) Bir kan örneği toplanır ve çeşitli parametreleri ölçmek için incelenir:• Kırmızı kan hücreleri (alyuvarlar), beyaz kan hücreleri (akyuvarlar) ve trombositlerin (pıhtılaşma hücreleri) miktarı• Alyuvarlara bağlı hemoglobin miktarı• Hematokrit adı verilen kırmızı kan hücrelerinden oluşan numunenin oranı bu tetkik ile saptanır.Kan ve İdrar Biyokimya Testleri Organların ve dokuların kan dolaşımına saldığı belirli maddelerin seviyelerini ölçmek için yapılan bir kan örneği analizidir. Bu maddelerin alışılmadık derecede yüksek veya düşük seviyeleri hastalığın tanısında yardımcı olabilir.Periferik Kan Yayması Doktorunuz, kan örneğinizi mikroskop altında kontrol ederek kan hücrelerinin şeklindeki değişiklikleri inceler. Akut myeloid lösemi teşhisinde çok önemlidir. Doktorunuz aynı zamanda beyaz kan hücrelerinin miktarını, türünü ve trombosit sayısını da bu şekilde saptayabilir.Kemik İliği Aspirasyon ve Biyopsi İşlemi Kemik iliği aspirasyon ve biyopsi işlemi bazı büyük kemiklerinizde bulunan ve süngerimsi bir doku olan kemik iliğinin toplanması ve incelenmesi için yapılan bir işlemdir. Akut lösemi tanısını koymak ve takip etmek için kullanılır. Kemik iliği biyopsi ve kemik iliği aspirasyonu çoğunlukla aynı zamanda yapılır. Kemik iliği aspirasyon ve biyopsisi genellikle leğen kemiğinin arka kısmının tepe noktasından alınır. Bu bölgeye işlemde kullanılacak iğne ile girilerek cilt ve cilt altı dokular geçilerek önce kemiğe ulaşılır ve ilerletilerek iğne kemik iliği bölgesine yerleştirilir. Biyopsinizi yapan hematoloji uzmanı veya onkoloji uzmanı iğneye bir enjektör (şırınga) ekleyerek, kemik iliğine ait sıvı kısımdan örnek alır. Aspirasyon yalnızca birkaç dakika sürer. Eğer ilik dokusu gelmediği anlaşılırsa işlem tekrarlanabilir. Hastalığınızın durumundan kaynaklanan nedenlerle bazen kemik iliği sıvısı enjektöre hiç çekilemeyebilir. Bu durumda sadece biyopsi alınır. Kemik iliği biyopsisinde, kemiğin içine girilerek kemik iliği dokusundan örnek alınır. Kemik iliği biyopsisi için daha büyük iğne kullanılır ve bu iğne ile katı kemik iliği dokusundan örneğin yeterli olabilmesi için en az 1.5 cm (1.5- 3.5 cm) bir parça alınır. Aspirasyon gibi biyopsi de ancak birkaç dakika sürer. Her iki örnek daha sonra kemik iliği kanseri hücrelerini aramak ve sağlıklı kan hücrelerini izlemek için mikroskop altında hematolog ve patolog tarafından incelenir. Lösemi hücrelerinin kemik iliğinde belli bir oranın üzerinde olması ile akut lösemi tanısı konabilir.Genetik analiz Kemik iliği örneğiniz alındıktan sonra yazının başında bahsettiğimiz genetik anormallikleri aramak için doku hücrelerinin mikroskop altında analizi yapılır.İmmünhistokimya Kemik iliği hücrelerinin yüzeyindeki bulunan bir nevi kimlik belirteci olarak adlandırabileceğimiz antijenlerin analizidir.Akış sitometrisi Akış sitometri testi hücre yüzeyi üzerindeki tümör belirteçlerinin boyutu, şekli ve varlığı gibi hücrelerin diğer özelliklerini ortaya koyar. Bu test için hücreler floresan bir boyayla işaretlenir ve bir sıvıya yerleştirilir. Hücrelerden bir ışık demeti geçilerek, ışığın saçılma şekline bakılarak hücrelerin özellikleri tespit edilebilir. Akut lösemi tanısında olmazsa olmaz bir analizdir.Akut miyeloid lösemi (AML) tedavisi nasıl yapılır?Akut lösemi tedavisi hem hasta, hem hasta yakınları hem de tedaviyi yapan sağlık ekibi için sabır gerektirir. Tedavi uzun sürmektedir.Tedavideki öncelikli hedef kemik iliğinde tanı esnasında %20’nin üzerinde saptanan lösemi hücresi (blast) oranını %5’e indirmektir. Bu hedefi sağlamak için aşağıdaki yol izlenir: Standart Remisyon İnduksiyon tedavisi: Hastalığı remisyona sokmak yani lösemi hücrelerini hedef oranın altına düşürmek için yapılan tedavidir. 60 yaş altı ve klinik performansı iyi olan hastalardaki standart tedavidir. Tedavi hem kemoterapiyi hem de mevcut yüzey antijenlerini veya genetik bozuklukları hedefleyen akıllı ilaçları içerebilir. Kemoterapi süresi 7 gündür. Akıllı ilaç FLT-3 adı verilen bir mutasyonun tesbit edilmesi halinde 8-21. günler arası verilebilir. Kemik iliğindeki lösemi hücrelerinin yok edilip yerine normal hücrelerin geçmesi herhangi bir ek komplikasyon gelişmezse yaklaşık 1 ay sürer. Bu süre içinde hastanın yatarak takibi gerekir. Konsolidasyon tedavisi: Lösemi hücrelerinin oranı %5’in altına düşmüş yani remisyon elde edilmişse, bu remisyonu devam ettirmek için yapılan tedavidir. Pekiştirme tedavisi olarak da adlandırılabilir. İdame tedavi: Nakil yapılmış ve FLT-3 mutasyonu olan hastalarda akıllı ilaçlarla idame tedavi yapılabilir. Bu tedavinin ne kadar süreceği konusunda net bir  görüş birliği bulunmamaktadır.Akut Miyeloid Lösemi (Aml) Hakkında Sık Sorulan SorularAML’de risk grubu nasıl belirlenir?AML’de risk grubu kemik iliği veya kandan alınan örneklerin incelenmesi ile ortaya konan genetik ve moleküler bozukluklara göre belirlenir.Temel olarak 3 risk grubu mevcuttur: İyi risk grubu Orta risk grubu Kötü risk grubuAkut miyeloid lösemi yaşam süresi ne kadardır?Akut Myeloid lösemi de yaşam süresi tedavi başarısı ile ilişkilidir. Tedavi başarısı hem hastanın hem de hastalığın klinik özelliklerine göre değiştiği için net bir yaşam süresi vermek doğru değildir. Bu nedenle hastalıktan tamamen kurtulma yani şifa oranlarını vermek daha akılcı bir yaklaşım olur. 1970’li yıllarda AML’de şifa şansı %10-50 civarında iken 2010’lu yıllardan sonra gerek kök hücre nakli gerekse akıllı ilaçların devreye girmesi ile %70 civarına yaklaşmıştır. Bu artış özellikle 60 yaş altı hastalarda daha belirgindir.Akut miyeloid lösemi (AML) kurtulma şansı var mıdır?AML tamamen kurtulma yani şifa şansı olan bir hematolojik kanser tipidir. Tedavisi biten hastalarda 5 yıldan sonra tekrarlama riski hemen hemen yoktur.Akut miyeloid lösemi (AML) m3 nedir?AML-M3 FAB sınıflamasına göre verilen bir AML alt tipidir. Akut promyelositik lösemi olarak da adlandırılır. 15 ile 17. kromozomlardan kırılan genetik bölgenin her iki kromozom arasındaki değişim ile ortaya çıkmaktadır. Bu değişim kemik iliğinde beyaz küre olgunlaşmasını durdurarak gelişim basamaklarındaki bir hücre grubu olan promyelositlerin birikimine ve aşırı çoğalmasına neden olur. Tedavisi diğer AML tiplerine göre farklılık göstermektedir.Akut miyeloid lösemi (AML) Evrelemesi nedir?AML dahil tüm akut lösemilerin tümünde herhangi bir evreleme söz konusu değildir. Hastalık hızlı başlar hızlı yayılır. Bu nedenle diğer hematolojik kanserler veya onkolojik kanserlerde olduğu gibi herhangi bir evreleme yapılmamaktadır.Akut miyeloid lösemi (AML) kemik iliği nakli yapılabilir mi?Her AML hastasına nakil yapılmamaktadır. 60 yaş altında olan ve risk skorlaması orta ya da yüksek risk grubunda yer alan hastalarda allojenik kök hücre nakli önerilmektedir. 60 yaş üstü hastalarda klinik performans göz önüne alınarak risk grubuna göre yine nakil düşünülebilir.İyileşen hastaların takibi nasıl olmalıdır? İyileşmeyi 2 başlık altında toplamak daha doğru olur. Birincisi remisyon yani hastalığın kontrol altına alınması olarak söyleyebiliriz ki bu durumda konsolidasyon veya kök hücre nakliyle remisyon devam ettirilirse hastalar öncelikle aylık, duruma göre 3 aylık takiplerle 5 yıla kadar izlenir. Beşinci yılın sonunda ise artık hastalıkta kür sağlandığını yani sipa dan bahsedebiliriz ki bu durumda takipler senelik olarak yapılmaktadır. Bu takipler hastalığın tekrarından daha çok tedavilerin ileri dönem komplikasyonlarının gözlenmesi açısından yapılmaktadır.Akut miyeloid lösemi (AML) teşhisi konulan yaşlı hastalarda tedavi nasıldır?AML tanısı konan yaşlı hastalarda genellikle standart remisyon indüksiyon tedavisi, tedavinin tolere edilememesi nedeniyle genellikle uygun değildir. bu hastalarda daha çok hedefe yönelik tedaviler ve akıllı ilaçlar kullanılmaktadır en sık kullanılan rejim venetoclax ve azasitidin kombinasyon tedavisidir.Akut miyeloid lösemi (AML) tedavisi sürecinde hastaların dikkat etmesi gerekenler nelerdir?AML tedavi sürecinde dikkat edilmesi gereken noktaların başında öncelikle moral gelmektedir. Hastalar iyileşeceğinin bilincinde olmalılar ve morallerini her zaman yüksek tutmalıdırlar. Bir aylık remisyon indüksiyon tedavi sürecinde hastalar hastanede yattıkları için özellikle hijyen açısından sağlık ekibi ve doktorlarının tavsiyelerine tam olarak uymalıdırlar. Doktor ve sağlık ekibinin haberi olmadan herhangi bir ek ilaç veya gıda takviyesi -olası ilaç etkileşimleri nedeniyle- kullanılmamalıdır.Bunun dışında kemoterapi alan hastalarda halsizlik gelişir ve bu halsizlik beklenenin aksine yatarak ve uyuyarak geçmez. Aksine kısa da olsa yürüyüş ve egzersiz yapmak halsizliğin geçmesine yardımcı olur.Akut miyeloid lösemi (AML) riskleri nelerdir?Akut miyeloid lösemi (AML) riskleri genel olarak şu şekilde sıralanabilir; Kişinin daha önce radyoterapi alması ya da nükleer santral gibi yüksek oranda radyasyon bulunan yerlerde çalışması Akut miyeloid lösemi (AML) riskini artırabilmektedir. Benzen maruziyeti de Akut miyeloid lösemi (AML) riski oluşturan durumlardan birisidir. Sigaranın içinde benzen olduğu unutulmamalıdır. Konjenital DNA bozuklukları yani doğuştan gelen DNA bozuklukları Akut miyeloid lösemi (AML) gelişme riski oluşturabilmektedir. Daha öncesinden Myelodisplastik Sendrom, Esansiyel trombositoz, Polistemia Vera veya Myelofibrozis gibi bazı hematolojik hastalıklara sahip kişilerde Akut miyeloid lösemi (AML) gelişme riski daha fazladır. Kanser tedavisi almış özellikle kemoterapi tedavisi görmüş hastalarda Akut miyeloid lösemi (AML) oluşabilmektedir. Akut miyeloid lösemi (AML) hastalığında genetik bir geçiş yoktur. Ancak ailesinde hematolojik kanser olanlarda yine Akut miyeloid lösemi (AML) oluşma riski artmaktadır. Akut miyeloid lösemi (AML) riski erkeklerde kadınlara göre az da olsa bir miktar daha fazladır. Akut miyeloid lösemi (AML)  genç ve ileri yaşlarda görülebilir. Bununla birlikte çocukluk çağında da görülebilmektedir. Ancak Akut miyeloid lösemi (AML) daha çok ileri yaşlarda görülür.Akut miyeloid lösemi (AML) tedavi öncesi dikkat edilmesi gerekenler nelerdir? Akut miyeloid lösemi (AML) tedavisinde hastanın özellikle dikkat etmesi gereken çok fazla husus bulunmamaktadır. Hasta daha çok tedavi başladıktan sonra hijyen konusunda dikkatli davranmalıdır. Özellikle beslenme konusunda hastaların enfeksiyon riskini artırdığı düşünüldüğü için çok fazla çiğ sebze ve meyve tüketilmesi önerilmemektedir. Ancak hijyeninden emin olunan kalın kabuklu çiğ sebze ve meyveler tüketilebilir. Akut miyeloid lösemi (AML) tedavisinde genellikle kemoterapi kullanılır. Bazı genetik mutasyonlarının saptanması durumunda akıllı ilaçlar tedaviye eklenebilir. Daha önceden kullanılan ilaçların tedavi sırasında kullanılan ilaçlarla etkileşime girme ihtimali değerlendirilmelidir.  Bu nedenle hastaların daha önceden kullandıkları ilaçları veya takviyeleri doktorlarına söylemesi önemlidir. Hastanın kullanıyorsa sigara ve alkolden uzak durması önemlidir.Bununla birlikte Akut miyeloid lösemi (AML) tedavisi sırasında tedaviyi yürüten doktorun da dikkat etmesi gereken konular bulunmaktadır.Hastanın karaciğer ve böbrek fonksiyonlarının kontrol edilmesi gerekir.Kronik hastalıkların gözden geçirilmesi önemlidir.  .Daha önceden hastanın kullandığı ilaçlar kontrol edilmelidir.İleri derecede kontrol altında olmayan hipertansiyon veya akciğer hastalığı gibi rahatsızlıkların tedavi öncesi kontrol edilmesi hayati önem taşıyabilmektedir.Kemik iliği nakli kimlere ve nasıl yapılır?Akut miyeloid lösemi (AML) hastalığında kemik iliği nakli kimlere ve nasıl yapılır sorusu hastanın risk grubuna göre değişebilmektedir.Hastalar mevcut genetik mutasyonlarına ve kromozom kırıklarına göre risk gruplarına ayrılır. Düşük risk gruplarına kök hücre nakli yapılmamaktadır. Bu hastalara daha çok kemoterapi ve konsolidasyon tedavisi yani pekiştirme tedavileri uygulanır. Hastalığın seyri iyi gidebilecek hastalarda oluşabilecek komplikasyonlardan dolayı kök hücre nakli tercih edilmeyebilir.Orta ve yüksek risk grubunda bulunan hastalar önce normale getirildikten yani remisyon sağlandıktan sonra kök hücre nakline alınır.Akut miyeloid lösemi (AML) tehlikeli midir?Akut miyeloid lösemi (AML) hastalığı hızlı gelişen bir kanserdir. Kısa süre önce yapılan kontrollerde kişide hiç bir anormallik gözlenmezken kısa süre vücutta milyonlarca lösemi hücresi çoğalabilmektedir. Hızlı seyirli olduğu için bağışıklık sistemini de çökerten Akut miyeloid lösemi (AML) tedavisine hemen başlanılmazsa ölümcül olabilecek bir hastalıktır.AML FLT3 pozitif ne demek?Akut miyeloid lösemi yani AML hastalığında FLT3 sonradan kazanılan genetik bir mutasyondur. FLT3 aynı zamanda hastalığın oluşum mekanizmasında da sorumlu olan bir genetik mutasyondur. Hastalık kontrol altına alınamazsa sonradan da gelişebilir. AML’de FLT 3 pozitifliğinin iki önemi bulunmaktadır.AML FLT3 bulunması hastayı yüksek risk grubuna sokar. Bu durumda hastalara kök hücre nakli yapılması gerekmektedir.AML FLT3 mutasyonunu düzeltebilecek akıllı ilaçlar bulunmaktadır. Normal kematorapiye ek olarak hem ilk basamak tedavide hem de sonraki pekiştirme tedavilerinde AML FLT3 mutasyonunu düzeltebilecek akıllı ilaçlar verilir.ALL ve AML farkı nedir?ALL Akut Lenfoblastik Lösemi hastalığının kısaltılmışıdır. Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL) ve Akut miyeloid lösemi (AML) her ikisi de akut lösemidir. Her iki hastalık da kanda bulunan akyuvarların kemik iliğinde üretildiği ilkel hücrelerden kaynaklanan kanserlerdir. ALL lenfoid hücrelerden AML ise miyeloid hücrelerden kaynaklanır. İsimlerinin farklılığı köken aldıkları hücrelerden kaynaklanmaktadır. Tedavileri ve takiplerine bakıldığında her ikisi bir birinden farklıdır.Kanserde akut ne demektir?Kanserde akut demek hızlı seyirli yani ani başlangıçlı demektir. Akut löseminin tarifinde geçen akut kısa süre önce her şeyi normal olan bir kişide hastalığın aniden ortaya çıkması anlamına gelmektedir. Rutin kan kontrolünde akut lösemiyi yakalamak şansa bağlıdır. İki rutin kan sayımı arasında çok farklı sonuçlar çıkabilmektedir.Akut lösemi bulaşıcı mıdır?Akut lösemi mikrobik bir hastalık değildir. Bulaşıcı değildir. Kalıtsal ırsi geçiş yoktur. Hasta olan kişiyle temas veya nefes yoluyla hastalık bulaşmamaktadır.Kanser hangi kanda belli olur?Kanserleri iki ana gruba ayırmak mümkündür. Onkolojik yani organlardan kaynaklanan kanserler ile kemik iliği ve kandaki hücrelerden kaynaklanan hematolojik kanserler.Onkolojik yani organlarda gelişen kanserlerde kan sayımıyla ya da başka tahlillerle kanser şüphesi oluşabilir. Ancak organ kanserlerinde esas olan vücudun her hangi bir yerinde kitle ya da bir lezyonun saptanmasıdır.Akut miyeloid lösemi (AML), tam kan sayımı testinde ortaya çıkan veriler ile şüphe oluşturabilir. Beyaz küre (WBC) düşüklüğü veya beyaz küre (WBC) yüksekliği ile buna eşlik eden hemoglobin ve trombosit düşüklüğü AML için şüphe oluşturabilmektedir.Kan değerlerindeki verilerle birlikte hastada: halsizlik, yorgunluk, diş eti kanaması, morarma, ateş, kemik ağrıları varsa AML akla gelen ilk hastalıklardan birisidir.Kan kanserinin ilk belirtisi nedir?Kan kanserinin ilk belirtisi halsizliktir. Ama halsizlik her zaman kan kanserinin ilk belirtisi olmayabilir. Morarma, diş eti kanaması, ateş, kemik ağrısı da ilk belirtiler olabilir.  Memorial Ataşehir Hastanesi Hematoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Hakan İsmail Sarı, Akut miyeloid lösemi (AML) hastalığı ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.Akut miyeloid lösemi (AML) nedir?Akut lösemi, kanda akyuvar adını verdiğimiz hücreleri oluşturan kemik iliğindeki bir grup hücrenin kısa zaman içerisinde anormalleşip aşırı çoğalma özelliği kazandığı ve bu çoğalmanın etkisi ile kemik iliğinde kan yapımının azalmasına neden olan bir kemik iliği kanseri türüdür. “Akut” kelimesi, bu lösemi tiplerinin tedavi edilmezse hızlıca ilerleyebileceği ve muhtemelen birkaç ay içinde ölümcül olabileceği anlamına gelir.2 tipi vardır:AML, “Akut miyelositik lösemi”, “akut miyelojenöz lösemi”, “akut granülositik lösemi” ve “akut lenfositik olmayan lösemi” gibi birçok başka isimle de anılır. “Miyeloid”, bu löseminin kemik iliğinde başladığı hücre tipini ifade eder. AML’nin çoğu vakası beyaz kan hücrelerine (lenfositler dışında) dönüşecek hücrelerden gelişir, ancak bazı AML vakaları diğer kan oluşturan hücrelerden de gelişebilir.Akut miyeloid lösemi (AML) nedenleri nelerdir?Öncelikli olarak şunu belirtmeliyiz ki, AML’nin kesin bilinen bir nedeni yoktur. Akut myeloid lösemi nedenlerini iki ana başlık altında toplamak daha doğru olur. Bunlar:Genetik nedenler deyince genellikle doğuştan kazanılan ve irsî olarak bilinen nedenler kastedilmemektedir. Bu hastalıklarda ortaya çıkan genetik bozukluklar büyük çoğunlukla yaşamın herhangi bir döneminde sonradan kazanılan bozukluklardır. Kromozomları oluşturan genlerin birinde ya da birkaçında görülebilir. Bazen kromozomlardaki kırılmalar, kırılan parçanın başka bir kromozoma yerleşmesi şeklinde de genetik bozukluklar görülebilir. Bu durum hücrenin hem kanserleşmesine hem de aşırı çoğalma yeteneğine sahip olmasına neden olarak lösemi gelişimine neden olabilir.Çevresel faktörlerden en sık görülen nedenler arasında ise radyasyona yüksek dozlarda maruz kalma (genelde bu maruziyetten uzun yıllar sonra ortaya çıkar), sigara veya hücrelerin yapısını bozan bazı kimyasallar sayılabilir. Bunların dışında kemik iliği tembelliği olarak ifade edebileceğimiz bazı kan hastalıklarının seyrinde lösemi oluşma sıklığının arttığı bilinmektedir. Herhangi bir kanser türü için kemoterapi almış hastalarda ileri ki yıllarda lösemi meydana gelebilir. Virus adını verdiğimiz bazı mikroplar lösemi oluşumunu tetikleyebilir.Akut miyeloid lösemi (AML) türleri (sınıflaması) nelerdir?AML hakkındaki bilgilerimiz arttıkça hastalığın sınıflaması da değişmektedir. Akut miyeloid lösemi (AML)’de daha önceleri hücre morfolojilerine (hücrenin yapısal görünümü) göre FAB sınıflaması adı verilen bir sınıflandırma daha sık kullanırken, hastalığın ortaya çıkışında ve klinik seyrinde genetik ve moleküler bozuklukların daha önemli olduğu anlaşıldıktan sonra Dünya Sağlık Örgütü (WHO = DSÖ) tarafından genetik temelli bir sınıflama yapılmıştır.FAB sınıflamasında M0’dan başlayıp M7’ye varan 8 alt tip (M0, M1, M2, M3, M4, M5, M6, M7) mevcuttur. M3 dışındakilerin tedavileri benzerlik göstermektedir.WHO sınıflaması 2008, 2016 ve 2022 yıllarında güncellenmiştir. En son güncellenen halinde her bir genetik bozukluğa göre alt tip verilmiştir. Ayrıca, bazı genetik anomalilerde hastalık tanısı için gereken blast oranı (lösemik hücre oranı) %20’den %10’a düşürülmüştür.Akut miyeloid lösemi (AML) belirtileri nelerdir?AML ve tüm akut lösemiler çok hızlı seyir gösteren lösemi tipleridir. Bu hastalığa yakalanan kişiler de bir hafta önce hiçbir bulgu yokken veya yapılan kan sayımları tamamen normal iken bir haftalık süre içerisinde hem kan sayımı düzeyleri bozulabilir hem de ani olarak bazı belirtiler gözlenebilir. Bu nedenle aşağıda değindiğimiz belirtilere dikkat edilmelidir.Bu belirtilerden en sık görülenler:Akut lösemiler kemik iliğinde başlar fakat çoğu durumda hızla kana geçer. Bazen lenf bezleri, karaciğer, dalak, merkezi sinir sistemi (beyin ve omurilik) ve testisler dâhil vücudun diğer bölgelerine de yayılabilir. Bu durumda hastalığın yayıldığı organa bağlı da bazı belirtiler ortaya çıkabilir. Unutulmaması gereken nokta ise aşağıdaki belirtilerin bir ya da bir kaçının kişide görülmesi akut lösemi tanısı koydurmaz. Bu belirtilere mutlaka kan sayımındaki bozuklukların eşlik edip etmediğine bakılmalıdır.  Bahsedilen belirtileri şöyle sıralayabiliriz:Akut miyeloid lösemi (AML) nasıl teşhis edilir?Doktorunuz fizik muayene, tıbbi sorular ve kişinin kanına ve kemik iliği hücrelerine bakan testlere dayanarak akut lösemi tanısını koyabilir.Tıbbi GeçmişFizik MuayeneTam Kan Sayımı (CBC)• Kırmızı kan hücreleri (alyuvarlar), beyaz kan hücreleri (akyuvarlar) ve trombositlerin (pıhtılaşma hücreleri) miktarı• Alyuvarlara bağlı hemoglobin miktarı• Hematokrit adı verilen kırmızı kan hücrelerinden oluşan numunenin oranı bu tetkik ile saptanır.Kan ve İdrar Biyokimya TestleriPeriferik Kan YaymasıKemik İliği Aspirasyon ve Biyopsi İşlemiGenetik analizİmmünhistokimyaAkış sitometrisiAkut miyeloid lösemi (AML) tedavisi nasıl yapılır?Akut lösemi tedavisi hem hasta, hem hasta yakınları hem de tedaviyi yapan sağlık ekibi için sabır gerektirir. Tedavi uzun sürmektedir.Tedavideki öncelikli hedef kemik iliğinde tanı esnasında %20’nin üzerinde saptanan lösemi hücresi (blast) oranını %5’e indirmektir. Bu hedefi sağlamak için aşağıdaki yol izlenir:Akut Miyeloid Lösemi (Aml) Hakkında Sık Sorulan SorularAML’de risk grubu nasıl belirlenir?AML’de risk grubu kemik iliği veya kandan alınan örneklerin incelenmesi ile ortaya konan genetik ve moleküler bozukluklara göre belirlenir.Temel olarak 3 risk grubu mevcuttur:Akut miyeloid lösemi yaşam süresi ne kadardır?Akut Myeloid lösemi de yaşam süresi tedavi başarısı ile ilişkilidir. Tedavi başarısı hem hastanın hem de hastalığın klinik özelliklerine göre değiştiği için net bir yaşam süresi vermek doğru değildir. Bu nedenle hastalıktan tamamen kurtulma yani şifa oranlarını vermek daha akılcı bir yaklaşım olur. 1970’li yıllarda AML’de şifa şansı %10-50 civarında iken 2010’lu yıllardan sonra gerek kök hücre nakli gerekse akıllı ilaçların devreye girmesi ile %70 civarına yaklaşmıştır. Bu artış özellikle 60 yaş altı hastalarda daha belirgindir.Akut miyeloid lösemi (AML) kurtulma şansı var mıdır?AML tamamen kurtulma yani şifa şansı olan bir hematolojik kanser tipidir. Tedavisi biten hastalarda 5 yıldan sonra tekrarlama riski hemen hemen yoktur.Akut miyeloid lösemi (AML) m3 nedir?AML-M3 FAB sınıflamasına göre verilen bir AML alt tipidir. Akut promyelositik lösemi olarak da adlandırılır. 15 ile 17. kromozomlardan kırılan genetik bölgenin her iki kromozom arasındaki değişim ile ortaya çıkmaktadır. Bu değişim kemik iliğinde beyaz küre olgunlaşmasını durdurarak gelişim basamaklarındaki bir hücre grubu olan promyelositlerin birikimine ve aşırı çoğalmasına neden olur. Tedavisi diğer AML tiplerine göre farklılık göstermektedir.Akut miyeloid lösemi (AML) Evrelemesi nedir?AML dahil tüm akut lösemilerin tümünde herhangi bir evreleme söz konusu değildir. Hastalık hızlı başlar hızlı yayılır. Bu nedenle diğer hematolojik kanserler veya onkolojik kanserlerde olduğu gibi herhangi bir evreleme yapılmamaktadır.Akut miyeloid lösemi (AML) kemik iliği nakli yapılabilir mi?Her AML hastasına nakil yapılmamaktadır. 60 yaş altında olan ve risk skorlaması orta ya da yüksek risk grubunda yer alan hastalarda allojenik kök hücre nakli önerilmektedir. 60 yaş üstü hastalarda klinik performans göz önüne alınarak risk grubuna göre yine nakil düşünülebilir.İyileşen hastaların takibi nasıl olmalıdır? İyileşmeyi 2 başlık altında toplamak daha doğru olur. Birincisi remisyon yani hastalığın kontrol altına alınması olarak söyleyebiliriz ki bu durumda konsolidasyon veya kök hücre nakliyle remisyon devam ettirilirse hastalar öncelikle aylık, duruma göre 3 aylık takiplerle 5 yıla kadar izlenir. Beşinci yılın sonunda ise artık hastalıkta kür sağlandığını yani sipa dan bahsedebiliriz ki bu durumda takipler senelik olarak yapılmaktadır. Bu takipler hastalığın tekrarından daha çok tedavilerin ileri dönem komplikasyonlarının gözlenmesi açısından yapılmaktadır.Akut miyeloid lösemi (AML) teşhisi konulan yaşlı hastalarda tedavi nasıldır?AML tanısı konan yaşlı hastalarda genellikle standart remisyon indüksiyon tedavisi, tedavinin tolere edilememesi nedeniyle genellikle uygun değildir. bu hastalarda daha çok hedefe yönelik tedaviler ve akıllı ilaçlar kullanılmaktadır en sık kullanılan rejim venetoclax ve azasitidin kombinasyon tedavisidir.Akut miyeloid lösemi (AML) tedavisi sürecinde hastaların dikkat etmesi gerekenler nelerdir?AML tedavi sürecinde dikkat edilmesi gereken noktaların başında öncelikle moral gelmektedir. Hastalar iyileşeceğinin bilincinde olmalılar ve morallerini her zaman yüksek tutmalıdırlar. Bir aylık remisyon indüksiyon tedavi sürecinde hastalar hastanede yattıkları için özellikle hijyen açısından sağlık ekibi ve doktorlarının tavsiyelerine tam olarak uymalıdırlar. Doktor ve sağlık ekibinin haberi olmadan herhangi bir ek ilaç veya gıda takviyesi -olası ilaç etkileşimleri nedeniyle- kullanılmamalıdır.Bunun dışında kemoterapi alan hastalarda halsizlik gelişir ve bu halsizlik beklenenin aksine yatarak ve uyuyarak geçmez. Aksine kısa da olsa yürüyüş ve egzersiz yapmak halsizliğin geçmesine yardımcı olur.Akut miyeloid lösemi (AML) riskleri nelerdir?Akut miyeloid lösemi (AML) riskleri genel olarak şu şekilde sıralanabilir;Akut miyeloid lösemi (AML) tedavi öncesi dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?Bununla birlikte Akut miyeloid lösemi (AML) tedavisi sırasında tedaviyi yürüten doktorun da dikkat etmesi gereken konular bulunmaktadır.Hastanın karaciğer ve böbrek fonksiyonlarının kontrol edilmesi gerekir.Kronik hastalıkların gözden geçirilmesi önemlidir.  .Daha önceden hastanın kullandığı ilaçlar kontrol edilmelidir.İleri derecede kontrol altında olmayan hipertansiyon veya akciğer hastalığı gibi rahatsızlıkların tedavi öncesi kontrol edilmesi hayati önem taşıyabilmektedir.Kemik iliği nakli kimlere ve nasıl yapılır?Akut miyeloid lösemi (AML) hastalığında kemik iliği nakli kimlere ve nasıl yapılır sorusu hastanın risk grubuna göre değişebilmektedir.Hastalar mevcut genetik mutasyonlarına ve kromozom kırıklarına göre risk gruplarına ayrılır. Düşük risk gruplarına kök hücre nakli yapılmamaktadır. Bu hastalara daha çok kemoterapi ve konsolidasyon tedavisi yani pekiştirme tedavileri uygulanır. Hastalığın seyri iyi gidebilecek hastalarda oluşabilecek komplikasyonlardan dolayı kök hücre nakli tercih edilmeyebilir.Orta ve yüksek risk grubunda bulunan hastalar önce normale getirildikten yani remisyon sağlandıktan sonra kök hücre nakline alınır.Akut miyeloid lösemi (AML) tehlikeli midir?Akut miyeloid lösemi (AML) hastalığı hızlı gelişen bir kanserdir. Kısa süre önce yapılan kontrollerde kişide hiç bir anormallik gözlenmezken kısa süre vücutta milyonlarca lösemi hücresi çoğalabilmektedir. Hızlı seyirli olduğu için bağışıklık sistemini de çökerten Akut miyeloid lösemi (AML) tedavisine hemen başlanılmazsa ölümcül olabilecek bir hastalıktır.AML FLT3 pozitif ne demek?Akut miyeloid lösemi yani AML hastalığında FLT3 sonradan kazanılan genetik bir mutasyondur. FLT3 aynı zamanda hastalığın oluşum mekanizmasında da sorumlu olan bir genetik mutasyondur. Hastalık kontrol altına alınamazsa sonradan da gelişebilir. AML’de FLT 3 pozitifliğinin iki önemi bulunmaktadır.AML FLT3 bulunması hastayı yüksek risk grubuna sokar. Bu durumda hastalara kök hücre nakli yapılması gerekmektedir.AML FLT3 mutasyonunu düzeltebilecek akıllı ilaçlar bulunmaktadır. Normal kematorapiye ek olarak hem ilk basamak tedavide hem de sonraki pekiştirme tedavilerinde AML FLT3 mutasyonunu düzeltebilecek akıllı ilaçlar verilir.ALL ve AML farkı nedir?ALL Akut Lenfoblastik Lösemi hastalığının kısaltılmışıdır. Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL) ve Akut miyeloid lösemi (AML) her ikisi de akut lösemidir. Her iki hastalık da kanda bulunan akyuvarların kemik iliğinde üretildiği ilkel hücrelerden kaynaklanan kanserlerdir. ALL lenfoid hücrelerden AML ise miyeloid hücrelerden kaynaklanır. İsimlerinin farklılığı köken aldıkları hücrelerden kaynaklanmaktadır. Tedavileri ve takiplerine bakıldığında her ikisi bir birinden farklıdır.Kanserde akut ne demektir?Kanserde akut demek hızlı seyirli yani ani başlangıçlı demektir. Akut löseminin tarifinde geçen akut kısa süre önce her şeyi normal olan bir kişide hastalığın aniden ortaya çıkması anlamına gelmektedir. Rutin kan kontrolünde akut lösemiyi yakalamak şansa bağlıdır. İki rutin kan sayımı arasında çok farklı sonuçlar çıkabilmektedir.Akut lösemi bulaşıcı mıdır?Akut lösemi mikrobik bir hastalık değildir. Bulaşıcı değildir. Kalıtsal ırsi geçiş yoktur. Hasta olan kişiyle temas veya nefes yoluyla hastalık bulaşmamaktadır.Kanser hangi kanda belli olur?Kanserleri iki ana gruba ayırmak mümkündür. Onkolojik yani organlardan kaynaklanan kanserler ile kemik iliği ve kandaki hücrelerden kaynaklanan hematolojik kanserler.Onkolojik yani organlarda gelişen kanserlerde kan sayımıyla ya da başka tahlillerle kanser şüphesi oluşabilir. Ancak organ kanserlerinde esas olan vücudun her hangi bir yerinde kitle ya da bir lezyonun saptanmasıdır.Akut miyeloid lösemi (AML), tam kan sayımı testinde ortaya çıkan veriler ile şüphe oluşturabilir. Beyaz küre (WBC) düşüklüğü veya beyaz küre (WBC) yüksekliği ile buna eşlik eden hemoglobin ve trombosit düşüklüğü AML için şüphe oluşturabilmektedir.Kan değerlerindeki verilerle birlikte hastada: halsizlik, yorgunluk, diş eti kanaması, morarma, ateş, kemik ağrıları varsa AML akla gelen ilk hastalıklardan birisidir.Kan kanserinin ilk belirtisi nedir?Kan kanserinin ilk belirtisi halsizliktir. Ama halsizlik her zaman kan kanserinin ilk belirtisi olmayabilir. Morarma, diş eti kanaması, ateş, kemik ağrısı da ilk belirtiler olabilir.
14,128
164
Hastalıklar
Albinizm (Albino)
Albinizm hastalığının tüm formlarının farklı bölgelerde değişmekle birlikte prevelansı 17 binde 1 olarak tahmin edilmekte ve okülokutanöz albinizm için 70 kişiden 1’inin taşıyıcı olduğu düşünülmektedir. Albinizm ya da albino olarak adlandırılan hastalıklar; melanin pigmentinin sentezinin azaldığı veya hiç olmadığı bir grup kalıtsal bozukluktur. Hastalar, genellikle hastalığa neden olan DNA’yı hasta/taşıyıcı olan ebeveynlerinden almaktadırlar. Albinizm hastalığı deri, saç ve gözleri etkileyebilmekte veya sadece gözlerle sınırlı olabilmektedir. Cilt ya da saç renklerindeki farklı görünüşleri nedeniyle sosyal hayatlarında da sıkıntılar yaşayabilen albino hastalarının, güneş ışınlarına karşı da maksimum önlem alması gerekmektedir. Kesin tedavisi bulunmayan albinizm hastalığı, başta çocuklar olmak üzere tüm yaş grubundaki hastalarda özgüven eksikliğine yol açabilmektedir. Bu nedenle albino hastalarındaki sosyal problemlerin engellenmesi için öncelikle kişilerin bu rahatsızlıklarını kabullenmesi, daha sonra ise aile ve arkadaş çevrelerinin onlara destek vermesi gerekmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi’nden Tıbbi Genetik Uzmanı Dr. Serhat Seyhan’ın albinizmin nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında verdiği bilgiler aşağıdaki şekildedir:Albinizm hastalığının tüm formlarının farklı bölgelerde değişmekle birlikte prevelansı 17 binde 1 olarak tahmin edilmekte ve okülokutanöz albinizm için 70 kişiden 1’inin taşıyıcı olduğu düşünülmektedir. Albinizm ya da albino olarak adlandırılan hastalıklar; melanin pigmentinin sentezinin azaldığı veya hiç olmadığı bir grup kalıtsal bozukluktur. Hastalar, genellikle hastalığa neden olan DNA’yı hasta/taşıyıcı olan ebeveynlerinden almaktadırlar. Albinizm hastalığı deri, saç ve gözleri etkileyebilmekte veya sadece gözlerle sınırlı olabilmektedir. Cilt ya da saç renklerindeki farklı görünüşleri nedeniyle sosyal hayatlarında da sıkıntılar yaşayabilen albino hastalarının, güneş ışınlarına karşı da maksimum önlem alması gerekmektedir. Kesin tedavisi bulunmayan albinizm hastalığı, başta çocuklar olmak üzere tüm yaş grubundaki hastalarda özgüven eksikliğine yol açabilmektedir. Bu nedenle albino hastalarındaki sosyal problemlerin engellenmesi için öncelikle kişilerin bu rahatsızlıklarını kabullenmesi, daha sonra ise aile ve arkadaş çevrelerinin onlara destek vermesi gerekmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi’nden Tıbbi Genetik Uzmanı Dr. Serhat Seyhan’ın albinizmin nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında verdiği bilgiler aşağıdaki şekildedir: Albinizm (Albino) nedir?Latince’deki albus kelimesinden türeyen ve beyaz anlamına gelen albinizm, pigment melanin üretiminin çok az olduğu veya hiç olmadığı bir genetik bozukluktur. Vücut tarafından yeterli miktarda üretilen melanin cildin, saçların ve gözlerin rengini belirlemekle beraber gözlerdeki optik sinirlerin gelişimi açısından da önemlidir. Vücuttaki pigment melaninin kısmi ya da tam eksikliği albino hastalığına neden olarak cilt ve saç renginde solukluğa, gözlerde ise görme kaybına neden olabilmektedir. Albino ya da albinizmin belirtileri genellikle hastanın teninde, saçında ve göz renginde daha belirgin şekilde gözlenmektedir. Albino hastaları güneş ışınlarına karşı çok daha hassas oldukları için önlem almadıkları takdirde cilt kanseri riski normal kişilere nazaran daha yüksektir.Albinizm nedenleri nelerdir?Melanin; cilt, saç ve gözlerde bulunan melanosit adı verilen hücreler tarafından üretilmektedir. Bu genlerden herhangi birinde oluşan bir mutasyon, melanin üretimini azaltabilir veya hiç üretilmemesine neden olabilir. Farklı genlerdeki mutasyonlara bağlı olarak farklı albinizm türleri ortaya çıkabilmektedir. Melanin normalde güneşten gelen UV ışığını emerek cildin zarar görmesini engeller ve güneşe maruz kalındığında derideki artan melanin sayesinde cilt bronzlaşır. Albinizmli hastalarda melanin eksikliği/yokluğu nedeniyle güneş ışığı maruziyeti güneş yanığı gelişimine neden olmaktadır. Gözün ve optik sinirin gelişiminde de önemli olan melaninin eksikliği sonucunda; retina ve beyin arasındaki sinirsel bağlantılarda değişiklik ve Fovea hipoplazisi denilen hastalık görülebilmekte ve görme kusurları meydana gelebilmektedir.Albinizm hastalığının belirtileri nelerdir?Albinizmin genellikle hastada cilt, saç, göz rengi ve görme problemleri ile kendisini belli eder. Albinizmin belirtileri genellikle şunlardır:• Deri (Cilt-ten):  Albinizm hastalığının en bilinen özelliği olup, genellikle hastanın kardeşlerine göre beyaz saç ve açık renkli cilt ile kendini gösterir. Ten rengi (Pigmentasyon) ve saç rengi beyazdan kahverengiye kadar değişebilir ya da albinizmi olmayan anne-baba veya kardeşlerin rengiyle hemen hemen aynı da olabilir. Oküler albinizmde cilt belirtileri belirgin olmayabilir. Yaşla beraber artan pigment ve güneş maruziyeti ile bronzlaşma görülebilir.• Çiller: Pigmentli veya genelde pembe renkli pigmentsiz benler görülebilir. Hastalarda mercimek büyüklüğünde çil benzeri noktalar da olabilmektedir.• Saç: Hastanın saç rengi beyazdan kahverengiye kadar değişebilmektedir. Albinizm hastalığı olan Afrika veya Asya kökenli insanların saç renkleri sarı, kahverengi veya arasında bir tonda olabilir. Hastanın ilerleyen yaşlarında maruz kaldığı çevresel faktörlerden kaynaklı bazı mineraller, saçların lekelenmesine ya da yaşla birlikte daha koyu hale gelmesine sebep olabilir.• Göz rengi: Albino hastalarının kirpikleri ve kaşları genellikle soluktur. Göz rengi çok açık maviden kahverengiye kadar değişebilir. Gözlerin renkli kısmında yani iriste pigment eksikliği nedeniyle yarı saydam bir görünüm ortaya çıkabilir. İristeki bu durum hastanın gözlerine ışığın girmesini tamamen engelleyemediği ve ışığın içeri girerek de görme keskinliğinde azalmaya neden olduğu anlamına gelir. Bu nedenle çok açık renkli gözler bazı ışıklarda kırmızı olarak da görülebilirler.• Görme bozukluğu: Albino hastaları için en önemli belirtilerden biridir. Albinizmde aşağıdaki göz problemleri ile karşılaşılmaktadır:✓ Görme keskinliğinin azalması✓ Kısmi veya tam görme kaybı✓ Göz içerisinde ışık saçılmasının neden olduğu ışığa duyarlılık (Fotofobi)✓ Normal sinir yollarını takip etmeyen retinadaki görüntünün yanlış yönlendirilmesi (Optik sinir liflerinin anormal çaprazlanması)✓ Gözlerin hızlı, istemsiz hareketi (Nistagmus)✓ İstemsiz göz hareketlerini azaltmak ve daha iyi görmek için başı sallamak ya da eğmek gibi baş hareketleri✓ Her iki gözün aynı noktaya bakamaması veya aynı anda hareket edememesi (Strabismus/Şaşılık)✓ Uzağı/Yakını net görememe (Miyopi/Hipermetropi)✓ Bulanık görmeye neden olan gözün ön yüzeyinin veya göz içindeki merceğin anormal eğriliği (Astigmatizm)✓ Zayıf derinlik algısıAlbinizm hastalığının tedavisi nedir?DNA’da meydana gelen bozukluk sonucunda ortaya çıkan genetik bir hastalık olan albinizmin kesin bir tedavisi bulunmamaktadır; ancak hastaların ciltlerini, gözlerini korumak ve görmeleri en üst seviyeye çıkarmak için bazı önlemler alınması gerekir. Albino hastalarının cildi melanin eksikliği nedeniyle güneş ışınlarına karşı daha hassas olup, güneş yanığı açısından çok risklidir. Bu nedenle mutlaka güneş koruyucu önlemler almaları gerekir. Güneş kremi kullanılmalı, UV korumalı veya kalın elbiseler ve şapka ile dışarı çıkılmalıdır. Güneş ışınlarına karşı gerekli önlemleri almayan albinizm hastaları güneş yanığı ve dolayısıyla cilt kanseri açısından da yüksek risk altında olabilmektedirler. Görme problemlerine yönelik olarak büyük yazılı ve yüksek kontrastlı ders kitapları sağlanmalı ve toplu eğitimlerde ön sıralarda oturmaları tercih edilmelidir. Ayrıca ışığa duyarlılık açısından da güneş gözlüğü kullanmaları önerilmektedir. Albinizm hastaları farklı cilt, saç ve göz renkleri nedeniyle sosyal hayatlarında da sıkıntılar yaşayabilmektedir. Özellikle çocukluk çağındaki albino hastaları için bu durum özgüven kaybına neden olabilmektedir. Albinizm olan çocuk ya da ergen bir hastanın bu durumu yaşamaması adına hastaya ve aileye bu hastalıkla ilgili destek eğitimler verilmesi faydalı olabilmektedir. Hermansky-Pudlak sendromu olan hastalarda kanama bozukluğu açısından trombosit ve kan transfüzyonu gerekebilmekte ve akciğer fibrozisi açısından steroid kullanımı etkili olabilmektedir. Chediak-Higashi sendromu hastalarında da enfeksiyonların tedavisi ihmal edilmemeli ve gerekirse kemik iliği nakil seçeneği düşünülmelidir. Albinizm hastalığının kesin bir tedavisi olmadığı için hastaların tavsiyeleri dikkate alması ve doktor kontrollerini ihmal etmemesi hastalığın seyri açısından ciddi önem arz etmektedir.Albinizm hakkında sık sorulan sorularAlbinizm türleri nelerdir?Albinizm bir grup hastalığın genel adıdır, farklı DNA bölgesindeki farklı mutasyonlar albinizmin farklı türlerine neden olabilmektedir. Albinizm türleri şunlardır:Okülokutanöz Albinizm (OCA): En yaygın albinizm türüdür. Hastalardaki melanin sentezindeki azalma saçları, cildi ve gözleri etkileyebilmektedir. Bu fenotipten en az 12 gendeki mutasyonlar sorumludur.Oküler Albinizm: Daha az yaygın görülen albinizm türüdür. Oküler albinizm sadece gözleri etkilemektedir. Gözün iris ve fundus tabakalarında pigment kaybına bağlı renk değişikliği görülebilmektedir. Oküler albino hastalarının cildi ve saç renkleri ise genellikle normaldir.Hermansky-Pudlak Sendromu: Hermansky-Pudlak sendromu; trombositlere bağlı kanama bozuklukları, akciğer fibrozisi, kardiyomiyopati, böbrek yetmezliği, diş eti iltihabı gibi hastalıkların eşlik edebileceği, daha nadir görülüp daha kompleks olan bir okülokutanöz albinizm tipidir.Chediak-Higashi Sendromu: Bağışıklık sistemini etkilediği için tekrarlayan enfeksiyon öyküsü, kanama bozuklukları ve nörolojik problemlerin birlikte olabileceği seyrek görülen bir okülokutanöz albinizm türüdür.Albinizm hastalığı (Albino) nasıl önlenir?Albinizm görüldüğü gibi çok farklı türleri olan ve toplumda taşıyıcılığı da yaygın olan genetik bir hastalık grubudur. Bu nedenle ailesinde albinizm hastalığı öyküsü olan veya kendisi hasta olan anne baba adaylarının, çocuk sahibi olmadan önce genetik danışmanlık alması; sonraki kuşaklarda hastalık görülme riski açısından gereklidir. Yapılan testler sonucunda ailede olan albinizm taşıyıcılığı saptanabilmekte, doğacak çocuklar için risk varsa belirlenebilmekte ve hastalığın sonraki kuşaklara geçme ihtimali en aza indirilebilmektedir. Albinizm (Albino) nedir?Latince’deki albus kelimesinden türeyen ve beyaz anlamına gelen albinizm, pigment melanin üretiminin çok az olduğu veya hiç olmadığı bir genetik bozukluktur. Vücut tarafından yeterli miktarda üretilen melanin cildin, saçların ve gözlerin rengini belirlemekle beraber gözlerdeki optik sinirlerin gelişimi açısından da önemlidir. Vücuttaki pigment melaninin kısmi ya da tam eksikliği albino hastalığına neden olarak cilt ve saç renginde solukluğa, gözlerde ise görme kaybına neden olabilmektedir. Albino ya da albinizmin belirtileri genellikle hastanın teninde, saçında ve göz renginde daha belirgin şekilde gözlenmektedir. Albino hastaları güneş ışınlarına karşı çok daha hassas oldukları için önlem almadıkları takdirde cilt kanseri riski normal kişilere nazaran daha yüksektir.Albinizm nedenleri nelerdir?Melanin; cilt, saç ve gözlerde bulunan melanosit adı verilen hücreler tarafından üretilmektedir. Bu genlerden herhangi birinde oluşan bir mutasyon, melanin üretimini azaltabilir veya hiç üretilmemesine neden olabilir. Farklı genlerdeki mutasyonlara bağlı olarak farklı albinizm türleri ortaya çıkabilmektedir. Melanin normalde güneşten gelen UV ışığını emerek cildin zarar görmesini engeller ve güneşe maruz kalındığında derideki artan melanin sayesinde cilt bronzlaşır. Albinizmli hastalarda melanin eksikliği/yokluğu nedeniyle güneş ışığı maruziyeti güneş yanığı gelişimine neden olmaktadır. Gözün ve optik sinirin gelişiminde de önemli olan melaninin eksikliği sonucunda; retina ve beyin arasındaki sinirsel bağlantılarda değişiklik ve Fovea hipoplazisi denilen hastalık görülebilmekte ve görme kusurları meydana gelebilmektedir.Albinizm hastalığının belirtileri nelerdir?Albinizmin genellikle hastada cilt, saç, göz rengi ve görme problemleri ile kendisini belli eder. Albinizmin belirtileri genellikle şunlardır:• Deri (Cilt-ten):  Albinizm hastalığının en bilinen özelliği olup, genellikle hastanın kardeşlerine göre beyaz saç ve açık renkli cilt ile kendini gösterir. Ten rengi (Pigmentasyon) ve saç rengi beyazdan kahverengiye kadar değişebilir ya da albinizmi olmayan anne-baba veya kardeşlerin rengiyle hemen hemen aynı da olabilir. Oküler albinizmde cilt belirtileri belirgin olmayabilir. Yaşla beraber artan pigment ve güneş maruziyeti ile bronzlaşma görülebilir.• Çiller: Pigmentli veya genelde pembe renkli pigmentsiz benler görülebilir. Hastalarda mercimek büyüklüğünde çil benzeri noktalar da olabilmektedir.• Saç: Hastanın saç rengi beyazdan kahverengiye kadar değişebilmektedir. Albinizm hastalığı olan Afrika veya Asya kökenli insanların saç renkleri sarı, kahverengi veya arasında bir tonda olabilir. Hastanın ilerleyen yaşlarında maruz kaldığı çevresel faktörlerden kaynaklı bazı mineraller, saçların lekelenmesine ya da yaşla birlikte daha koyu hale gelmesine sebep olabilir.• Göz rengi: Albino hastalarının kirpikleri ve kaşları genellikle soluktur. Göz rengi çok açık maviden kahverengiye kadar değişebilir. Gözlerin renkli kısmında yani iriste pigment eksikliği nedeniyle yarı saydam bir görünüm ortaya çıkabilir. İristeki bu durum hastanın gözlerine ışığın girmesini tamamen engelleyemediği ve ışığın içeri girerek de görme keskinliğinde azalmaya neden olduğu anlamına gelir. Bu nedenle çok açık renkli gözler bazı ışıklarda kırmızı olarak da görülebilirler.• Görme bozukluğu: Albino hastaları için en önemli belirtilerden biridir. Albinizmde aşağıdaki göz problemleri ile karşılaşılmaktadır:✓ Görme keskinliğinin azalması✓ Kısmi veya tam görme kaybı✓ Göz içerisinde ışık saçılmasının neden olduğu ışığa duyarlılık (Fotofobi)✓ Normal sinir yollarını takip etmeyen retinadaki görüntünün yanlış yönlendirilmesi (Optik sinir liflerinin anormal çaprazlanması)✓ Gözlerin hızlı, istemsiz hareketi (Nistagmus)✓ İstemsiz göz hareketlerini azaltmak ve daha iyi görmek için başı sallamak ya da eğmek gibi baş hareketleri✓ Her iki gözün aynı noktaya bakamaması veya aynı anda hareket edememesi (Strabismus/Şaşılık)✓ Uzağı/Yakını net görememe (Miyopi/Hipermetropi)✓ Bulanık görmeye neden olan gözün ön yüzeyinin veya göz içindeki merceğin anormal eğriliği (Astigmatizm)✓ Zayıf derinlik algısıAlbinizm hastalığının tedavisi nedir?DNA’da meydana gelen bozukluk sonucunda ortaya çıkan genetik bir hastalık olan albinizmin kesin bir tedavisi bulunmamaktadır; ancak hastaların ciltlerini, gözlerini korumak ve görmeleri en üst seviyeye çıkarmak için bazı önlemler alınması gerekir. Albino hastalarının cildi melanin eksikliği nedeniyle güneş ışınlarına karşı daha hassas olup, güneş yanığı açısından çok risklidir. Bu nedenle mutlaka güneş koruyucu önlemler almaları gerekir. Güneş kremi kullanılmalı, UV korumalı veya kalın elbiseler ve şapka ile dışarı çıkılmalıdır. Güneş ışınlarına karşı gerekli önlemleri almayan albinizm hastaları güneş yanığı ve dolayısıyla cilt kanseri açısından da yüksek risk altında olabilmektedirler. Görme problemlerine yönelik olarak büyük yazılı ve yüksek kontrastlı ders kitapları sağlanmalı ve toplu eğitimlerde ön sıralarda oturmaları tercih edilmelidir. Ayrıca ışığa duyarlılık açısından da güneş gözlüğü kullanmaları önerilmektedir. Albinizm hastaları farklı cilt, saç ve göz renkleri nedeniyle sosyal hayatlarında da sıkıntılar yaşayabilmektedir. Özellikle çocukluk çağındaki albino hastaları için bu durum özgüven kaybına neden olabilmektedir. Albinizm olan çocuk ya da ergen bir hastanın bu durumu yaşamaması adına hastaya ve aileye bu hastalıkla ilgili destek eğitimler verilmesi faydalı olabilmektedir. Hermansky-Pudlak sendromu olan hastalarda kanama bozukluğu açısından trombosit ve kan transfüzyonu gerekebilmekte ve akciğer fibrozisi açısından steroid kullanımı etkili olabilmektedir. Chediak-Higashi sendromu hastalarında da enfeksiyonların tedavisi ihmal edilmemeli ve gerekirse kemik iliği nakil seçeneği düşünülmelidir. Albinizm hastalığının kesin bir tedavisi olmadığı için hastaların tavsiyeleri dikkate alması ve doktor kontrollerini ihmal etmemesi hastalığın seyri açısından ciddi önem arz etmektedir.Albinizm hakkında sık sorulan sorularAlbinizm türleri nelerdir?Albinizm bir grup hastalığın genel adıdır, farklı DNA bölgesindeki farklı mutasyonlar albinizmin farklı türlerine neden olabilmektedir. Albinizm türleri şunlardır:Okülokutanöz Albinizm (OCA): En yaygın albinizm türüdür. Hastalardaki melanin sentezindeki azalma saçları, cildi ve gözleri etkileyebilmektedir. Bu fenotipten en az 12 gendeki mutasyonlar sorumludur.Oküler Albinizm: Daha az yaygın görülen albinizm türüdür. Oküler albinizm sadece gözleri etkilemektedir. Gözün iris ve fundus tabakalarında pigment kaybına bağlı renk değişikliği görülebilmektedir. Oküler albino hastalarının cildi ve saç renkleri ise genellikle normaldir.Hermansky-Pudlak Sendromu: Hermansky-Pudlak sendromu; trombositlere bağlı kanama bozuklukları, akciğer fibrozisi, kardiyomiyopati, böbrek yetmezliği, diş eti iltihabı gibi hastalıkların eşlik edebileceği, daha nadir görülüp daha kompleks olan bir okülokutanöz albinizm tipidir.Chediak-Higashi Sendromu: Bağışıklık sistemini etkilediği için tekrarlayan enfeksiyon öyküsü, kanama bozuklukları ve nörolojik problemlerin birlikte olabileceği seyrek görülen bir okülokutanöz albinizm türüdür.Albinizm hastalığı (Albino) nasıl önlenir?
6,681
165
Hastalıklar
Akut Pankreatit
Pankreatit pankreasın akut inflamatuar bir hastalığıdır. Akut pankreatit genellikle safra sorunları ya da çok fazla alkol tüketimi nedeniyle ani şekilde ortaya çıkan ve kısa süreyle pankreasın iltihaplanması durumudur. Pankreatit midenin en arka kısmında bulunur ve insülin, glukagon gibi hormonlarla kan şekerini düzenleyip, gıdaların sindirilmesinde görev alır. Bazı akut pankreatit vakalarında ise trigliserit yüksekliği, kalsiyum değerinin yükselmesi ve genetik anomali gibi durumlar öne çıkar. En yaygın klinik belirtisi şiddetli karın ağrısı olan akut pankreatit, yüksek ateş, nefes alışverişinin hızlanması, mide bulantısı ve kusma gibi semptomlar da gösterebilir. Genellikle 1 hafta içinde safra kesesi taşlarını iyileştirecek diyet listesi ve alkol tüketiminin azaltılmasıyla akut pankreatit şikayetleri azalır.Pankreatit pankreasın akut inflamatuar bir hastalığıdır. Akut pankreatit genellikle safra sorunları ya da çok fazla alkol tüketimi nedeniyle ani şekilde ortaya çıkan ve kısa süreyle pankreasın iltihaplanması durumudur. Pankreatit midenin en arka kısmında bulunur ve insülin, glukagon gibi hormonlarla kan şekerini düzenleyip, gıdaların sindirilmesinde görev alır. Bazı akut pankreatit vakalarında ise trigliserit yüksekliği, kalsiyum değerinin yükselmesi ve genetik anomali gibi durumlar öne çıkar. En yaygın klinik belirtisi şiddetli karın ağrısı olan akut pankreatit, yüksek ateş, nefes alışverişinin hızlanması, mide bulantısı ve kusma gibi semptomlar da gösterebilir. Genellikle 1 hafta içinde safra kesesi taşlarını iyileştirecek diyet listesi ve alkol tüketiminin azaltılmasıyla akut pankreatit şikayetleri azalır. Akut Pankreatit Nedir?Akut pankreatit, midenin arkasında yer alan ve sindirime yardımcı küçük bir organ olan pankreasın safra kesesi taşı ve alkol kullanımına bağlı olarak kısa süre içinde ani bir şekilde iltihaplanıp şiştiği durumdur. Kronik pankreatite göre daha kısa süreli ve ani bir durum olan akut pankreatit genellike 1 hafta içinde kendi kendine iyileşir. Ancak şiddetli akut pankreatitli bazı kişilerde daha ciddi komplikasyonlar gelişebilir ve pankreasta işlev bozukluğuna sebebiyet verebilir.Karnın ortasında şiddetli ağrı ve 38 dereceden fazla ateş gibi belirtilerle ortaya çıkan akut pankreatit ayrıca mide bulantısı, kusma şiddetli ağrı gibi semptomlar da ortaya çıkarabilir. Genellikle safra taşları ve aşırı alkol kullanımına bağlı meydana gelen akut pankreatinin nedeni bazı vakalarda belirlenemez. İçilen alkol miktarını azaltarak ve safra taşı olasılığını azaltacak şekilde diyet listesi belirleyerek akut pankreatit riskini azaltabilirsiniz.Akut Pankreatit Belirtileri Nelerdir?Karnın ortasında oluşan ani, şiddetli, kuşak tarzında sırta yayılan karın ağrısı akut pankreatinin en belirgin ve yaygın görülen semptomudur. Karın ağrısının yanında nabzın hızlanması, mide bulantısı ve kusma da akut pankreatitin belirtilerindendir.Akut pankreatit ağrısı şiddetlidir. Bazen öksürme, şiddetli hareketler ve derin nefes alma ağrıyı kötüleştirebilir. Dik oturmak ve öne eğilmek biraz rahatlama sağlayabilir. Bazı kişilerde, özellikle alkol kullanımı nedeniyle akut pankreatit gelişenlerde, hiçbir zaman orta ila şiddetli ağrı dışında herhangi bir semptom gelişmeyebilir. Bazı hastalarda nabız hızı da yükselebilir.Akut pankreatit genel olarak şu belirtilerle ortaya çıkar: Şiddetli karın ağrısı 38 derecenin üstünde ateş Nefes alışverişinin hızlanması Mide bulantısı Kusma Tuvalete çıkmakta zorlanma Gözlerde sararma Dışkı renginde değişimAkut Pankreatit Neden Olur?Akut pankreatitin en yaygın nedeni safra kesesi taşı olup, sık olarak görülen diğer nedeni de aşırı alkol tüketimidir. Diğer akut pankreatit nedenleri trigliserit yüksekliği, kandaki yüksek kalsiyum değeri, ilaç etkisi, otoimmun (vücudun bağışıklık sisteminin pankreas ile iyi geçinememesi), herediter/genetik ve anatomik anomalilerdir. %10-30 hastada ise bir sebep bulunamaz (idiopatik); bu hastaların yaklaşık %80’inde mikro safra taşlarının neden olduğu düşünülmektedir.Akut pankreatit nedenleri şu şekildedir: Safra kesesi taşı Aşırı alkol tüketimi Trigliserit yüksekliği Kalsiyum değerlerinin yükselmesi Kullanılan ilaçların etkisi Genetik anomalilerAkut Pankreatit Nasıl Teşhis Edilir?Akut pankreatit teşhisi için öncelikle hastadan tıbbi öykü alınır ve hastanın fiziki muayenesi yapılır. Daha sonrasında kan örneği alınarak pankreas, karaciğer ve böbrek fonksiyonları ile ilgili tetkikler yapılır. Bilgisayarlı Tomografi ve/veya MR tetkiki yapılır. Pankreas kanalında ve safra yolu kanalında iltihaplanma ile tıkanıklık olup olmadığının belirlenmesi için endoskopik ultrason gündeme gelebilir. Tüm bu sonuçlara göre akut pankreatit teşhisi konulur.Akut Pankreatit Nasıl Tedavi Edilir?Her hasta hastanede gözetim altında kalmalıdır. Rutin olarak ağrı tedavisi uygulanır ve vücut sıvılarının dengelenmesi sağlanır. Şiddetli akut pankreatit (nekrotizan pankreatit) söz konusuysa hasta yoğun bakım ünitesine yatırılabilir. Bazı kişilerde böbrek ve akciğer fonksiyonları bozulabilir. Ağır bir durumda ameliyat da gerekebilmektedir. Pankreatite sebep olan hastalıklar da tedavi edilir. Bu noktada da eğer sorun safra kesesi taşından kaynaklanırsa safra kesesi ameliyatı yapılabilir. Eğer soruna ilaçlar neden oluyorsa ilaçlar değiştirilir. Sorun alkol tüketimine bağlıysa, alkolü bırakmaya yönelik yaklaşımlar önerilebilir.Akut Pankreatit Hakkında Sık Sorulan SorularAkut pankreatit tanı kriterleri nelerdir?Hasta tipik bir karın ağrısı ile gelmişse serum amilaz ve lipaz üst sınırın 3-5 kat fazlası çıkarsa tanı konulur. Bu noktada şüphe devreye girerse BT ve MR’dan yararlanılır. Serum amilaz, pankreas tarafından sentezlenen bir enzimdir. Lipaz da yiyecek ve içeceklerden alınan yağların vücutta kullanılır hale getiren bir enzimdir. Genelde, serum amilaz akut pankreatit geliştikten birkaç saat içinde yükselir. Lipaz da daha sonra yükselir. Ancak bu değerlerin yükselmesi sadece pankreatite bağlı olmayabilir. Apandisit, kolesistit, peptik ülser gibi hastalıklar nedeniyle de yükselebileceği için kesin tanı BT ve MR’dan konulur. Bazen kronik pankreatitte bu enzimler yükselmeyebilir, hiperlipidemi durumunda amilaz tespiti güçleşebilir. Karaciğer fonksiyonları da normal çıkabilir. O nedenle görüntüleme yöntemleri bu konuda tam destek olur.Akut pankreatit iyileşme süreci nasıl olur?Akut pankreatit bazı kişilerde birkaç gün içinde iyileşirken, ağır tablolarda birkaç ayda iyileşebilmektedir. Akut pankreatit bakım planı hekimlerce belirlenir. Bu süreçte hastaya sıvı desteği uygulanır. Yangılı süreçte oral beslenme kesilerek, damardan beslenme uygulanabilir. Ağrı kesiciler başlanır. Bulantı ve kusmayı önleyici ilaçlar uygulanır. Bazı durumlarda antibiyotik de kullanılır. Ağrı geçtiğinde oral gıdalara başlanabilir.Akut pankreatit komplikasyonları ve tedavisi nelerdir?Pankreatit, pek çok ciddi komplikasyona neden olabilmektedir. Bazı kişilerde böbrek yetmezliğine neden olabilir ve bunun sonucu hasta diyaliz tedavisi görebilir. Bunun yanında akut pankreatit, akciğer fonksiyonlarını etkileyerek kandaki oksijen seviyesinin düşmesine neden olabilir. Bu da bir tedavi gerektirir. Akut pankreatit, vücudu enfeksiyonlara karşı savunmasız hale getirir. Pankreasta sıvı birikimine neden olursa bu iç kanamaya sebep olabilir. Hem akut hem de kronik pankreatit, pankreasınızın, besinleri parçalayan enzimleri az üretilmesine neden olabilir. Bu da yetersiz beslenmeye, kilo kaybına yol açar. Bazen diyabete de sebep olur. Kronik pankreatit pankreas kanserine de neden olabilmektedir.Akut pankreatit diyeti var mıdır?Akut pankreatit geçiren hastalarda damardan beslenmeye geçilebilir. Eğer bu beslenme tolere edilebilirse, ağızdan sıvı diyeti yapılabilir. Akut pankreatit beslenme süreci önemlidir. Akut pankreatit diyet listesi beslenme ve diyet uzmanları tarafından desteklenmelidir. Öncelikle beslenmede yağ oranı az olmaktadır. Protein normal seviyede alınırken, kişiye göre karbonhidrat alımı düzenlenir. Öğün sayısı artırılırken, kusma ve bulantıya neden olacak besinler tercih edilmemektedir. Yumurta, yağlı yiyecekler, hamur işleri, hamur tatlıları, kaymak, krema, çikolata, tahin, işlenmiş etler, yağlı kuruyemişler, sakatatlar, gaz yapan besinler, baharatlar tüketilmemelidir. Akut pankreatit sonrası beslenme de diyetisyence düzenlenebilir.Akut pankreatit skorlama nedir?Akut pankreatitli hastalarda hekimler çeşitli değişkenler puanlanarak hastalığın nasıl seyredeceği hakkında bir tahmin yapılmaya çalışmaktadır. Bunun için çeşitli skorlama sistemleri geliştirilmiştir. Akut pankreatit ve kronik pankreatitin farkı nedir?Akut pankreatitte iltihap kısa sürelidir. Ancak kronik pankreatitte inflamasyon sürekli vardır ve ilerler. Kronik pankreatitin geri dönüşü olmaz, pankreasta fibroz gelişir.Kronik pankreatitte farklı olarak neler yapılır?Kronik pankreatit de tedavi gerektirir. Ağrı yönetimi, beslenme düzeni, enzim takviyeleri yapılabilir.Biliyer pankreatit nedir?Safra çamuru/taşı nedeniyle oluşan akut pankreatite biliyer pankreatit de denilmektedir.Nekrotizan pankreatit nedir?Bu da akut pankreatitin bir alt tipidir. Pankreasta doku kaybı ile giden, çok ciddi seyreden ve hayatı tehdit edebilecek bir pankreatit türüdür.Safra taşları pankreatite neden olur mu?Safra taşları pankreatitin çok yaygın bir nedenidir. Safra kesesinde oluşan safra taşları, safra kanalına düşüp o kısmı tıkayabilir. Bu da pankreas kanalının ince bağırsağa açılan kısmını tıkayabilir. Böylece safra ve pankreas salgıları ince bağırsağa akamaz, tıkanmaya bağlı sarılık ve pankreatite sebep olur.Akut pankreatit sonrasında ne yapılmalı?Hastane yatışından sonra iyileşmeye devam etmek için alkol alınmaması, sigara içiliyorsa bırakılması, daha az yağlı beslenilmesi ve bol su içilmesi önem taşımaktadır. Genelde alternatif yöntemler pankreatiti tedavi etmez ama bazı yöntemler ağrıyla başa çıkılmasını sağlar. Meditasyon, gevşeme egzersizleri, yoga ağrı ile başa çıkılmasına yardım eder.Pankreatit hastalığıyla kim ilgilenir?Pankreatit için bu konuda uzmanlaşmış gastroenteroloji bölümü hekimlerine gidilmelidir.Şiddetli pankreatit riskini kimler taşıyabilir?70 yaş üstündekiler, obeziteye sahip olanlar, günde 2 kadehten daha fazla alkollü içecek içenler, sigara içenler, ailesinde pankreatit öyküsü olanlarda şiddetli pankreatit geçirme riski daha yüksektir.Pankreas nekrozu nedir?Bazen şiddetli akut panktreatit gelişen kişilerde pankreas dokusunun bir kısmı ölür, nekroza uğrar (nekrotizan pankreatit). Bu durumda pankreas enfekte olabilir. Bu da organ yetmezliğine neden olur. Bu durumda ölü dokunun çıkarılması için ameliyat ve antibiyotik tedavisi yapılır. Bu durum ciddi bir komplikasyondur, hayati tehlike oluşturabilmektedir.Akut pankreatit tekrarlayabilir mi?Akut pankreatit tek bir sefer olabileceği gibi altta yatan bir sebep varsa bu sebep düzeltilmezse tekrarlayabilir. Bu nedenle altta yatan sebep safra taşıysa ameliyatla safra kesesi alınır. Alkol kullanılıyorsa alkol bırakılmalıdır. Bazen yüksek kan yağları seviyeleri pankreatite sebep olabileceğinden bunun ilaçla tedavi edilmesi gerekir.ERCP pankreatitte kullanılır mı?Safra kalında taşa bağlı tıkanma nedeniyle biliyer pankreatit söz konusu olduğunda ERCP ile safra kalındaki taşların çıkarılması tedavinin bir parçasıdır. Akut Pankreatit Nedir?Akut pankreatit, midenin arkasında yer alan ve sindirime yardımcı küçük bir organ olan pankreasın safra kesesi taşı ve alkol kullanımına bağlı olarak kısa süre içinde ani bir şekilde iltihaplanıp şiştiği durumdur. Kronik pankreatite göre daha kısa süreli ve ani bir durum olan akut pankreatit genellike 1 hafta içinde kendi kendine iyileşir. Ancak şiddetli akut pankreatitli bazı kişilerde daha ciddi komplikasyonlar gelişebilir ve pankreasta işlev bozukluğuna sebebiyet verebilir.Karnın ortasında şiddetli ağrı ve 38 dereceden fazla ateş gibi belirtilerle ortaya çıkan akut pankreatit ayrıca mide bulantısı, kusma şiddetli ağrı gibi semptomlar da ortaya çıkarabilir. Genellikle safra taşları ve aşırı alkol kullanımına bağlı meydana gelen akut pankreatinin nedeni bazı vakalarda belirlenemez. İçilen alkol miktarını azaltarak ve safra taşı olasılığını azaltacak şekilde diyet listesi belirleyerek akut pankreatit riskini azaltabilirsiniz.Akut Pankreatit Belirtileri Nelerdir?Karnın ortasında oluşan ani, şiddetli, kuşak tarzında sırta yayılan karın ağrısı akut pankreatinin en belirgin ve yaygın görülen semptomudur. Karın ağrısının yanında nabzın hızlanması, mide bulantısı ve kusma da akut pankreatitin belirtilerindendir.Akut pankreatit ağrısı şiddetlidir. Bazen öksürme, şiddetli hareketler ve derin nefes alma ağrıyı kötüleştirebilir. Dik oturmak ve öne eğilmek biraz rahatlama sağlayabilir. Bazı kişilerde, özellikle alkol kullanımı nedeniyle akut pankreatit gelişenlerde, hiçbir zaman orta ila şiddetli ağrı dışında herhangi bir semptom gelişmeyebilir. Bazı hastalarda nabız hızı da yükselebilir.Akut pankreatit genel olarak şu belirtilerle ortaya çıkar:Akut Pankreatit Neden Olur?Akut pankreatitin en yaygın nedeni safra kesesi taşı olup, sık olarak görülen diğer nedeni de aşırı alkol tüketimidir. Diğer akut pankreatit nedenleri trigliserit yüksekliği, kandaki yüksek kalsiyum değeri, ilaç etkisi, otoimmun (vücudun bağışıklık sisteminin pankreas ile iyi geçinememesi), herediter/genetik ve anatomik anomalilerdir. %10-30 hastada ise bir sebep bulunamaz (idiopatik); bu hastaların yaklaşık %80’inde mikro safra taşlarının neden olduğu düşünülmektedir.Akut pankreatit nedenleri şu şekildedir:Akut Pankreatit Nasıl Teşhis Edilir?Akut pankreatit teşhisi için öncelikle hastadan tıbbi öykü alınır ve hastanın fiziki muayenesi yapılır. Daha sonrasında kan örneği alınarak pankreas, karaciğer ve böbrek fonksiyonları ile ilgili tetkikler yapılır. Bilgisayarlı Tomografi ve/veya MR tetkiki yapılır. Pankreas kanalında ve safra yolu kanalında iltihaplanma ile tıkanıklık olup olmadığının belirlenmesi için endoskopik ultrason gündeme gelebilir. Tüm bu sonuçlara göre akut pankreatit teşhisi konulur.Akut Pankreatit Nasıl Tedavi Edilir?Her hasta hastanede gözetim altında kalmalıdır. Rutin olarak ağrı tedavisi uygulanır ve vücut sıvılarının dengelenmesi sağlanır. Şiddetli akut pankreatit (nekrotizan pankreatit) söz konusuysa hasta yoğun bakım ünitesine yatırılabilir. Bazı kişilerde böbrek ve akciğer fonksiyonları bozulabilir. Ağır bir durumda ameliyat da gerekebilmektedir. Pankreatite sebep olan hastalıklar da tedavi edilir. Bu noktada da eğer sorun safra kesesi taşından kaynaklanırsa safra kesesi ameliyatı yapılabilir. Eğer soruna ilaçlar neden oluyorsa ilaçlar değiştirilir. Sorun alkol tüketimine bağlıysa, alkolü bırakmaya yönelik yaklaşımlar önerilebilir.Akut Pankreatit Hakkında Sık Sorulan SorularAkut pankreatit tanı kriterleri nelerdir?Hasta tipik bir karın ağrısı ile gelmişse serum amilaz ve lipaz üst sınırın 3-5 kat fazlası çıkarsa tanı konulur. Bu noktada şüphe devreye girerse BT ve MR’dan yararlanılır. Serum amilaz, pankreas tarafından sentezlenen bir enzimdir. Lipaz da yiyecek ve içeceklerden alınan yağların vücutta kullanılır hale getiren bir enzimdir. Genelde, serum amilaz akut pankreatit geliştikten birkaç saat içinde yükselir. Lipaz da daha sonra yükselir. Ancak bu değerlerin yükselmesi sadece pankreatite bağlı olmayabilir. Apandisit, kolesistit, peptik ülser gibi hastalıklar nedeniyle de yükselebileceği için kesin tanı BT ve MR’dan konulur. Bazen kronik pankreatitte bu enzimler yükselmeyebilir, hiperlipidemi durumunda amilaz tespiti güçleşebilir. Karaciğer fonksiyonları da normal çıkabilir. O nedenle görüntüleme yöntemleri bu konuda tam destek olur.Akut pankreatit iyileşme süreci nasıl olur?Akut pankreatit bazı kişilerde birkaç gün içinde iyileşirken, ağır tablolarda birkaç ayda iyileşebilmektedir. Akut pankreatit bakım planı hekimlerce belirlenir. Bu süreçte hastaya sıvı desteği uygulanır. Yangılı süreçte oral beslenme kesilerek, damardan beslenme uygulanabilir. Ağrı kesiciler başlanır. Bulantı ve kusmayı önleyici ilaçlar uygulanır. Bazı durumlarda antibiyotik de kullanılır. Ağrı geçtiğinde oral gıdalara başlanabilir.Akut pankreatit komplikasyonları ve tedavisi nelerdir?Pankreatit, pek çok ciddi komplikasyona neden olabilmektedir. Bazı kişilerde böbrek yetmezliğine neden olabilir ve bunun sonucu hasta diyaliz tedavisi görebilir. Bunun yanında akut pankreatit, akciğer fonksiyonlarını etkileyerek kandaki oksijen seviyesinin düşmesine neden olabilir. Bu da bir tedavi gerektirir. Akut pankreatit, vücudu enfeksiyonlara karşı savunmasız hale getirir. Pankreasta sıvı birikimine neden olursa bu iç kanamaya sebep olabilir. Hem akut hem de kronik pankreatit, pankreasınızın, besinleri parçalayan enzimleri az üretilmesine neden olabilir. Bu da yetersiz beslenmeye, kilo kaybına yol açar. Bazen diyabete de sebep olur. Kronik pankreatit pankreas kanserine de neden olabilmektedir.Akut pankreatit diyeti var mıdır?Akut pankreatit geçiren hastalarda damardan beslenmeye geçilebilir. Eğer bu beslenme tolere edilebilirse, ağızdan sıvı diyeti yapılabilir. Akut pankreatit beslenme süreci önemlidir. Akut pankreatit diyet listesi beslenme ve diyet uzmanları tarafından desteklenmelidir. Öncelikle beslenmede yağ oranı az olmaktadır. Protein normal seviyede alınırken, kişiye göre karbonhidrat alımı düzenlenir. Öğün sayısı artırılırken, kusma ve bulantıya neden olacak besinler tercih edilmemektedir. Yumurta, yağlı yiyecekler, hamur işleri, hamur tatlıları, kaymak, krema, çikolata, tahin, işlenmiş etler, yağlı kuruyemişler, sakatatlar, gaz yapan besinler, baharatlar tüketilmemelidir. Akut pankreatit sonrası beslenme de diyetisyence düzenlenebilir.Akut pankreatit skorlama nedir?Akut pankreatitli hastalarda hekimler çeşitli değişkenler puanlanarak hastalığın nasıl seyredeceği hakkında bir tahmin yapılmaya çalışmaktadır. Bunun için çeşitli skorlama sistemleri geliştirilmiştir. Akut pankreatit ve kronik pankreatitin farkı nedir?Akut pankreatitte iltihap kısa sürelidir. Ancak kronik pankreatitte inflamasyon sürekli vardır ve ilerler. Kronik pankreatitin geri dönüşü olmaz, pankreasta fibroz gelişir.Kronik pankreatitte farklı olarak neler yapılır?Kronik pankreatit de tedavi gerektirir. Ağrı yönetimi, beslenme düzeni, enzim takviyeleri yapılabilir.Biliyer pankreatit nedir?Safra çamuru/taşı nedeniyle oluşan akut pankreatite biliyer pankreatit de denilmektedir.Nekrotizan pankreatit nedir?Bu da akut pankreatitin bir alt tipidir. Pankreasta doku kaybı ile giden, çok ciddi seyreden ve hayatı tehdit edebilecek bir pankreatit türüdür.Safra taşları pankreatite neden olur mu?Safra taşları pankreatitin çok yaygın bir nedenidir. Safra kesesinde oluşan safra taşları, safra kanalına düşüp o kısmı tıkayabilir. Bu da pankreas kanalının ince bağırsağa açılan kısmını tıkayabilir. Böylece safra ve pankreas salgıları ince bağırsağa akamaz, tıkanmaya bağlı sarılık ve pankreatite sebep olur.Akut pankreatit sonrasında ne yapılmalı?Hastane yatışından sonra iyileşmeye devam etmek için alkol alınmaması, sigara içiliyorsa bırakılması, daha az yağlı beslenilmesi ve bol su içilmesi önem taşımaktadır. Genelde alternatif yöntemler pankreatiti tedavi etmez ama bazı yöntemler ağrıyla başa çıkılmasını sağlar. Meditasyon, gevşeme egzersizleri, yoga ağrı ile başa çıkılmasına yardım eder.Pankreatit hastalığıyla kim ilgilenir?Pankreatit için bu konuda uzmanlaşmış gastroenteroloji bölümü hekimlerine gidilmelidir.Şiddetli pankreatit riskini kimler taşıyabilir?70 yaş üstündekiler, obeziteye sahip olanlar, günde 2 kadehten daha fazla alkollü içecek içenler, sigara içenler, ailesinde pankreatit öyküsü olanlarda şiddetli pankreatit geçirme riski daha yüksektir.Pankreas nekrozu nedir?Bazen şiddetli akut panktreatit gelişen kişilerde pankreas dokusunun bir kısmı ölür, nekroza uğrar (nekrotizan pankreatit). Bu durumda pankreas enfekte olabilir. Bu da organ yetmezliğine neden olur. Bu durumda ölü dokunun çıkarılması için ameliyat ve antibiyotik tedavisi yapılır. Bu durum ciddi bir komplikasyondur, hayati tehlike oluşturabilmektedir.Akut pankreatit tekrarlayabilir mi?Akut pankreatit tek bir sefer olabileceği gibi altta yatan bir sebep varsa bu sebep düzeltilmezse tekrarlayabilir. Bu nedenle altta yatan sebep safra taşıysa ameliyatla safra kesesi alınır. Alkol kullanılıyorsa alkol bırakılmalıdır. Bazen yüksek kan yağları seviyeleri pankreatite sebep olabileceğinden bunun ilaçla tedavi edilmesi gerekir.ERCP pankreatitte kullanılır mı?
7,839
166
Hastalıklar
Alzheimer Hastalığı
Alzheimer, hafıza, konuşma, hareket ve net düşünme yeteneğinin kaybıyla sonuçlanan bir beyin hastalığı olup, demans'ın (bunama) en yaygın nedenidir. Özellikle yakın tarihte öğrenilen isim, tarih ve yer gibi bilgileri unutmaya başlama, kelimeleri bulmakta zorlanma nedeniyle cümle kurarken geveleme, kendini bilmez bir halde yürürken sokaklarda kaybolma başta olmak üzere gündelik yaşamı sürdürmeyi engelleyecek düzeyde hafıza sorunları alzheimerın neden olduğu belirtilerdir.Alzheimer, hafıza, konuşma, hareket ve net düşünme yeteneğinin kaybıyla sonuçlanan bir beyin hastalığı olup, demans'ın (bunama) en yaygın nedenidir. Özellikle yakın tarihte öğrenilen isim, tarih ve yer gibi bilgileri unutmaya başlama, kelimeleri bulmakta zorlanma nedeniyle cümle kurarken geveleme, kendini bilmez bir halde yürürken sokaklarda kaybolma başta olmak üzere gündelik yaşamı sürdürmeyi engelleyecek düzeyde hafıza sorunları alzheimerın neden olduğu belirtilerdir. Alzheimer Nedir?Alzheimer, beta-amiloid ve tau proteinlerinin beyin hücrelerinde birikmesi sonucu sinir hücrelerinin ölmesiyle hafıza kaybı, bunama ve günlük aktiviteleri yerine getirememe ile sonuçlanan dejeneratif bir beyin hastalığıdır. Kişide beynin öğrenmeyle ilgili kısmını etkileyerek düşünme, öğrenme ve hatırlama yetisinin kaybolmasına neden olur. Hastalığın ileri evrelerinde beynin küçülmesine ve sonunda da beyin hücrelerinin ölümüne yol açan alzheimer, hastalığın sonlarına doğru beyin hücrelerinin ölümüne bağlı olarak diğer organları da olumsuz etkiler ve kişinin vücudunu işlevsiz bir hale getirir.Erken evrede fark edilebilen yeni öğrenilen bilgileri ve konuşmaları unutmaya başlama, yer ve nesnelerin ismini hatırlayamama, eşyaları farklı yere koyma gibi unutkanlık temelli sorunları gibi alzheimer belirtileri hastalığı erken teşhis etmeye yardımcı olur. Ayrıca yanlış kararlar verme, agresiflik, banyo yapma gibi günlük görevleri yerine getirme yeteneğinin kaybı gibi belirtilerde ortaya çıkar.Alzheimer Belirtileri Nelerdir?Alzheimer hastalığında, yakın zamana ait hatıraları ve konuşmaları unutma, bırakılan eşyaların yerini hatırlamama, konuşurken doğru kelimeyi seçememe, yer ve eşya isimlerini unutma, tarihleri hatırlayamama ve kaybolma gibi belirtiler görülür. Alzheimer temelde günlük yaşamı aksatan hafıza kaybına neden olur.Alzheimer hastalığında görülen belirtiler şunları içerir: Yeni öğrenilen bilgileri hatırlama güçlüğü Son olayları, yer ve isimleri unutma Her zaman yapılan günlük görevleri yerine getirmede zorlanma Konuşurken söylemesi gereken kelimeleri hatırlayamama Plan ve organizasyon bozukluğu yaşama Karar verme ve muhakeme yeteneğinde azalma Kaygı ve korku hissinin baskın olduğu ruh haline bürünme Problem çözme yetisinde azalma Rutin görevlerin tamamlama süresinde artışSon evrede beyinde meydana gelen ciddi fonksiyon kaybıyla birlikte dehidrasyon, yetersiz beslenme ve enfeksiyonlar meydana gelebilir. Yaşanan bu komplikasyonlar Alzheimer hastalarını ölüme götürebilir.İlerlemiş Alzheimer belirtileri nelerdir?İleri evre Alzheimer hastalarında görülen belirtiler şunlardır: Bakıma ve yardıma ihtiyaç duyar hale gelmek Hafıza kaybı ve kafa karışıklığına yaşanan artış Mevsim, yıl, hafta veya gün kavramını yavaş yavaş yitirmek Aile üyeleri veya arkadaş çevresini tanımakta zorluk Aklından geçen düşünce ve olayların sürekli tekrarlanması Basit matematik hesaplarını yapamamak Özellikle kişisel bakım konusunda yardıma ihtiyaç duymak Aslı astarı olmayan şüphe duyguları geliştirmek Hastalık ilerledikçe depresif bir ruh haline bürünmek Uyku bozuklukları yaşamakBu evrelerde kişinin hafıza kaybı yaşaması sonrası günlük ihtiyaçlarında yardıma ihtiyaç duyması, yakın çevresini tanımaması ve iletişim kurmakta güçlük çekmesi söz konusudur.Alzheimer son evresinde görülen şiddetli alzheimer belirtileri şunları içerir: Tamamen kaybedilen hafıza Aile ve yakın çevrenin tamamen unutulması Beslenmek, oturmak ve yürümek gibi temel görevleri yardım almadan yapmaması İdrar kaçırma Yeme güçlüğü ve kilo kaybı İletişim kurma yeteneğinin kaybedilmesi Özellikle enfeksiyon gibi hastalıklara karşı bağışıklığı iyice düşmesiAlzheimer hastalığının davranışsal belirtileri nelerdir?Alzheimer hastalığı, temelde hafıza kaybına yol açacak bilişsel işlevlerde bozulmanın yanı sıra belirgin bir şekilde davranışsal ve psikolojik değişikliklere de yol açar. Bu değişimler kimi insanda daha net olarak gözlemlenebilir.Alzheimer’ın yol açabileceği davranışsal değişimler ve belirtiler şöyledir: Depresyon ve anksiyete Aşırı sinirlilik ve agresiflik Sosyal olarak geri çekilme Uyku bozukluğu Kişilik değişimi Halüsinasyon ve sanrılarDepresyonAlzheimer tanısı konmuş hastalar genellikle üzüntü, umutsuzluk ve ilgi kaybı yaşarlar. Bu durum, hastalığın erken evrelerinde yaygın bir şekilde görülür.Aşırı sinirlilik ve agresiflikAlzheimer hastası olan kişiler, beklenmedik bir şekilde sinirlenebilir veya agresif davranışlar sergileyebilirler. Bu tepkiler, hastalığın ilerleyen evrelerinde daha da belirgin bir hale gelebilir.AnksiyeteGelecek hakkında aşırı endişe duyma, huzursuzluk ve korku hissi yaygındır. Bu durum, hastaların günlük yaşamlarını olumsuz etkileyebilir.Sosyal olarak geri çekilmeAlzheimer hastalarında sosyal etkinliklere katılmaktan kaçınma ve izole olmayı tercih etme gibi ruh hali değişimleri görülebilir. Bu durum hastalığın ilerlemesiyle birlikte daha belirgin hale gelir ve kişi iyice yalnızlaşmış ve içine kapanmış bir yapıya bürünür.Uyku bozukluklarıUykusuzluk, gece boyunca sık uyanma veya gündüz aşırı uyuma gibi sorunlar da alzheimer hastalarında görülen davranışsal belirtilerdir ve evreye bağlı olarak görülme sıklığı değişebilir. Bu durum, hastaların genel sağlık durumunu olumsuz etkiler.Kişilik değişiklikleriDaha önce sakin yapısıyla bilinen bir kişi, alzheimerla birlikte huzursuz veya şüpheci bir kimliğe bürünebilir. Hastalığın ilerlemesiyle birlikte bu değişimler daha da belirgin bir şekilde gözlemlenebilir.Halüsinasyonlar ve sanrılar Alzheimer hastalığında gerçek olmayan şeyleri görme veya duyma (halüsinasyonlar) ve yanlış inançlara sahip olma (sanrılar) durumu ortaya çıkabilir. Bu belirtiler, hastalığın ileri evrelerinde daha da şiddetini artırabilir.Bu davranışsal belirtiler, Alzheimer hastalığının farklı evrelerinde ortaya çıkabilir ve hastaların yaşam kalitesini önemli ölçüde olumsuz etkileyebilir. Belirtilerin yönetimi ve hastaların desteklenmesi için tedavi programları uygulanmalı ve hasta düzenli olarak takip edilmelidir.Alzheimer Neden Olur?Kesin nedeni tam olarak bilinemeyen Alzheimer hastalığı, genel olarak beyinde anormal bir protein birikimi (amiloid ve tau proteini) sonucu beyin fonksiyonlarının zarar görmesi ve ölmesi sonucu meydana geldiği düşünülür.Genel olarak alzheimer’a neden olduğu düşünülen durumlar ve risk faktörleri aşağıdaki gibidir:İleri yaşÖzellikle 65 yaş ve üstü, Alzheimer hastalığının en büyük risk grupları içinde yer alır. Yaş aldıkça beyin fonksiyonları yavaşlar ve hastalık daha kolay bir şekilde kendisini gösterme fırsatı bulur.Genetik faktörAnne, baba veya kardeş gibi birinci derece yakınında alzheimer hastalığı olanların alzheimer hastalığına yakalanma ihtimali daha yüksektir. Aile üyeleri arasındaki genlerin bu hastalığı nasıl etkilediği konusunda net bir açıklama olmasa da genetik faktörlerin hastalığın gelişiminde rol oynadığı bilinmektedir.Down sendromu olan kişiler21. kromozom, beta-amiloid oluşumuna yol açan proteinin üretiminde yer alan bir gendir. Bu kromozomun üç kopyasına sahip olan down sendromlu kişiler, alzheimer hastalığına daha çok yakalanır.Yaşanan kafa travmalarıKişilerin yaşadığı travmatik beyin hasarları özellikle 50 yaş ve üstü kişilerde bunama ve alzheimer hastalığı riskini artırır. Daha şiddetli ve çoklu travmaları olan kişilerde bu risk daha da fazladır.Aşırı düzensiz uykularYapılan araştırma ve çalışmalar, uykuya dalma veya derin uyku konusunda zorluk çeken kişilerle Alzheimer arasında bir bağlantı olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü düzenli uyku uyumayan kişilerin beyin işlevlerinin geriye gittiği bilinmektedir.Sigara ve alkol tüketimiAşırı sigara ve alkol tüketen kişilerin de Alzheimer hastalığına daha fazla yakalandığı görülmüştür.Yüksek tansiyon ve kolesterolÖzellikle kalp sağlığını olumsuz etkileyen durumların başında gelen yüksek tansiyon ve kolesterol, bununla birlikte alzheimer’ı tetiklemesiyle de bilinir.ObeziteVücut ağırlığının artıp beynin küçülmesiyle birlikte obezite hastası olan kişilerin alzheimer’a daha çok yakalandığı saptanmıştır.Fiziksel egzersiz yetersizliğiDüzenli egzersizle birlikte hareketli bir yaşam sürmek, meyve ve sebzeler açısından zengin, az yağlı ve sağlıklı bir diyet uygulayan kişilerin alzheimer hastalığına daha az yakalandığı belirlenmiştir.Alzheimer ve Demans Arasındaki FarkDemans, beynin normal bilişsel işlevlerini etkileyen bir grup semptomu tanımlayan genel bir terimdir ve hastalık değildir. Bu semptomlar, hafıza kaybı, problem çözme, dil becerilerindeki zorluklar ve günlük aktiviteleri yerine getirme yeteneğinde azalma gibi belirtilerdir. Demans, farklı nedenlerle ortaya çıkabilir ve alzheimer hastalığı da demansın en yaygın nedeni olarak öne çıkar.Alzheimer hastalığı ise demansın bir türüdür ve kendi başına özel bir hastalıktır. Alzheimer hastalığında beyindeki protein birikimleri (beta amiloid plakları ve tau yumakları) nedeniyle sinir hücrelerinin ölmesi durumu söz konusudur. Bu durum, önce hafıza kaybı ve öğrenme güçlüğü ile başlar, ardından dil becerileri, karar verme ve günlük yaşam becerilerinde ciddi bozulmalara neden olur. Kişi zamanla beyin hücrelerinin ölmesiyle birlikte adeta bir çocuğa döner.Aslında özetle demans, bir semptomlar grubudur ve hastalık değildir ancak alzheimer hastalığı demansın en yaygın görülen türü olarak kabul edilir. Her Alzheimer hastası demans belirtileri yaşar ancak her demans hastasında alzheimer görülmez. Demansın görülme nedenleri arasında vasküler demans ve lewy demans da bulunur.Alzheimer Nasıl Teşhis Edilir?Zamanında ve doğru teşhis yapılması, Alzheimer hastalığının etkilerini azaltma ve hastalığın daha yavaş bir şekilde ilerlemesi konusunda fayda sağlayacaktır.Alzheimer’ın kesin olarak teşhis edilebilmesi için uygulanacak yöntemler şunlardır: Manyetik rezonans görüntüleme (MRI) Kan testleri Ultrasonografi Pozitron yayınlayıcı tomografi (PET) Elektroansefalografi beyin taraması (EEG)Teşhise yönelik tüm testlerin ardından alzheimer şüphesi hala devam ediyorsa alzheimer testi adı altında uygulanan bilişsel fonksiyonların değerlendirilmesine yönelik testler yardımıyla uzmanlar tarafından alzheimer tanısı kesin olarak konulabilir.Alzheimer Hastalığının Tedavi Yöntemleri Nelerdir?Alzheimer hastalığının kesin bir tedavisi yoktur ancak ilaç ve semptomatik tedavi ve davranışşal  uygulamalarla Alzheimer hastasının anlama ve kavrama yeteneği ile davranışsal (giyinme, yemek, diş, banyo, hijyen, yakınlarını tanıma) bulgularında oluşan sorunların azalmasına yardımcı olunabilir.Uzmanlar tarafından kesin bir şekilde Alzheimer olarak teşhis edildikten sonra, tedavi süreci başlar. Bu süreç kişiden kişiye, hastanın yaşına ve Alzheimer’ın düzeyine göre değişebilir.  Alzheimer’ın yol açtığı bazı semptomları yatıştırmak için belirli ilaçlar ve uygulamalar vardır. Alzheimer’lı hastaların mümkün olduğunda bağımsız yaşamasını sağlamak için ev ortamında dolaşmayı rahatlatacak değişimler yapmak ya da etrafa hatıraları tetikleyici nesneler ve notlar bırakmak söz konusu uygulamalardan bazılarıdır.Bilişsel stimülasyon terapisi gibi psikolojik tedavi yöntemleri ise hastanın hafızasına, problem çözme yeteneğine ve konuşmasına yararlı olabilir. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından onaylanan ilaçlar Orta Düzey Alzheimer hastalıklarında ve şiddetli Alzheimer vakalarında sıkça kullanılmaktadır.Bu ilaçlar Alzheimer’in neden olduğu semptomları azaltmak ve davranışsal sıkıntıları gidermek için hekim gözetiminde verilir. Nöronlar arasında mesajları ileten kimyasallar olan sinir taşıyıcılarını yönetme prensibine göre çalışan bu ilaçlar her ne kadar Alzheimer’ın altında yatan sebebi çözümlemese de çoğu hastada etki gösterip semptomları azaltabilir. Hastalığın seyrini değiştirecek ve hastanın hayatının kalitesini artıracak yeni tedaviler üzerinde çalışmalar yapılmaya devam etmektedir.Alzheimer Hastalığından Korunmanın Yolları Var mı?Alzheimer hastalığının riskini azaltmak, hastalıktan korunmak veya hiç yakalanmamak mümkün olmasa da riski olabildiğince minimuma indirmek için için yaşam tarzında yapılabilecek bazı değişiklikler bulunur. Bunlar maddeler halinde ve daha sonra ise açıklamalı bir şekilde şöyle ifade edilebilir: Düzenli fiziksel aktivite yapmak Sağlıklı beslenmek Zihinsel aktivitelerde bulunmak Sosyal etkileşime girmek Kalp sağlığını korumak Sigara ve alkol tüketimini bırakmak Yeterli ve kaliteli bir uyku düzenine sahip olmak Stres yönetimi yapmakDüzenli fiziksel aktivite yapmakSağlık açısından birçok faydası bulunan düzenli egzersiz aynı zamanda beyin sağlığını da destekler ve olası bir alzheimer hastalığına karşı riski minimize edebilir. Çünkü özellikle aerobik egzersizler, özellikle hafıza ve bilişsel işlevleri iyileştirebilmesiyle öne çıkar. Bu da aktif bir beyin yapısı anlamına gelir.Sağlıklı beslenmekAslında her şeyin başı sağlıklı beslenmektir. Özellikle akdeniz diyeti ve DASH diyetinin birleşimi olan MIND diyeti, bilişsel gerilemeyi yavaşlatmada etkili olabilmesiyle değerlendirilir. Bu diyet, yeşil yapraklı sebzeler, meyveler (özellikle yaban mersini), tam tahıllar, fındık, baklagiller, balık ve zeytinyağı tüketimini içerir. Bu da beyin sağlığını destekler.Zihinsel aktivitelerde bulunmakKitap okumak, bulmaca çözmek veya yeni bir dil öğrenmek gibi zihinsel olarak uyarıcı aktiviteler, bilişsel performansı artırıp beyin hücrelerini harekete geçirerek alzheimer riskini minimuma indirebilir. Bu sebeple kişinin zihnini sürekli aktif tutması önemlidir.Sosyal etkileşime girmekSosyal olarak aktif kalmak, bilişsel işlevleri korumaya yardımcı olabilir. Arkadaşlar ve aile ile düzenli iletişim ve aynı zamanda sosyal etkinliklere katılım önemlidir. Sosyal ortamlar kişinin zihin yapısının aktif çalışmasını sağlar.Kalp sağlığını korumakYüksek tansiyon, yüksek kolesterol ve diyabet gibi kardiyovasküler risk faktörlerini kontrol altında tutmak da alzheimer riskine karşı alınması gereken önlemlerdendir.Sigara ve alkol tüketimini bırakmakBirçok hastalığında temelinde yatan sigara ve alkol tüketimi beyin sağlığını da olumsuz etkiler. Sigara içmemek, alkol tüketimini sınırlı tutmak ve hatta bırakmak beyin sağlığını korumaya yardımcı olur.Yeterli ve kaliteli bir uyku düzenine sahip olmakYeterli uyku düzeniyle birlikte aynı zamanda kaliteli uykunun beyin sağlığı için önemi çok büyüktür.Stres yönetimi yapmakKronik stres, beyin sağlığını olumsuz etkileyebilecek faktörler arasında yer alır. Özellikle meditasyon ve yoga gibi stres yönetimi teknikleri de bu noktada faydalı olabilir.Bu yaşam tarzı değişiklikleri, genel beyin sağlığını destekleyerek Alzheimer hastalığı riskini azaltmada yardımcı olabilir.Alzheimer Hakkında Sık Sorulan SorularAlzheimer nasıl anlaşılır?Alzheimer teşhisini kolaylaştıran temel belirtiler, gündelik hayatı etkileyecek derecede hafıza kaybı, yer ve zaman kavramının kaybedilmesi, tarihleri ve özellikle son zamanda öğrenilenleri hatırlayamama, konuşma ve yazma yetkinliğinde azalmadır. Ajitasyon, uyku sorunları, haber vermeden tek başına gezmeye çıkma ve alışılmadık davranışlar söz konusudur.Alzheimer genetik mi?Birinci derece akrabasında Alzheimer öyküsü olan kişilerin Alzheimer hastalığına yakalanma ihtimali daha yüksektir ancak bu durum kesin bir sonuç vermez. Alzheimer hastalığında en büyük neden ve risk faktörü ileri yaştır.Alzheimer en çok kimlerde görülür?Özellikle 65 yaş üstü kişilerde Alzheimer görülme sıklığı daha fazladır.Alzheimer öldürür mü?Alzheimer hastalık kişiyi doğrudan ölüme götürmez ancak beyin fonksiyonlarını harap edip sinir bağlantılarını yok ederek hareket etmek, yutkunmak ve yemek yemek gibi gündelik işleri yapmayı engelleyerek diğer organlarda birtakım komplikasyonları neden olarak kişinin ölümüne neden olabilir.Alzheimer hastalığının yaygın semptomları nelerdir?Alzheimer hastalığı genellikle hafıza kaybı ile başlar. En yaygın semptomu budur. Bununla birlikte günlük işleri yapmada zorluk, zaman-yer karışıklığı, görsel-mekansal algıda sorun yaşanması, konuşma ve yazmada zamanla güçlükler, eşyaların yanlış yere konması, karar vermede zorluk çekilmesi ve ruh halinde yaşanan değişimler de alzheimer semptomları olarak kabul edilir. Alzheimer Nedir?Alzheimer, beta-amiloid ve tau proteinlerinin beyin hücrelerinde birikmesi sonucu sinir hücrelerinin ölmesiyle hafıza kaybı, bunama ve günlük aktiviteleri yerine getirememe ile sonuçlanan dejeneratif bir beyin hastalığıdır. Kişide beynin öğrenmeyle ilgili kısmını etkileyerek düşünme, öğrenme ve hatırlama yetisinin kaybolmasına neden olur. Hastalığın ileri evrelerinde beynin küçülmesine ve sonunda da beyin hücrelerinin ölümüne yol açan alzheimer, hastalığın sonlarına doğru beyin hücrelerinin ölümüne bağlı olarak diğer organları da olumsuz etkiler ve kişinin vücudunu işlevsiz bir hale getirir.Erken evrede fark edilebilen yeni öğrenilen bilgileri ve konuşmaları unutmaya başlama, yer ve nesnelerin ismini hatırlayamama, eşyaları farklı yere koyma gibi unutkanlık temelli sorunları gibi alzheimer belirtileri hastalığı erken teşhis etmeye yardımcı olur. Ayrıca yanlış kararlar verme, agresiflik, banyo yapma gibi günlük görevleri yerine getirme yeteneğinin kaybı gibi belirtilerde ortaya çıkar.Alzheimer Belirtileri Nelerdir?Alzheimer hastalığında, yakın zamana ait hatıraları ve konuşmaları unutma, bırakılan eşyaların yerini hatırlamama, konuşurken doğru kelimeyi seçememe, yer ve eşya isimlerini unutma, tarihleri hatırlayamama ve kaybolma gibi belirtiler görülür. Alzheimer temelde günlük yaşamı aksatan hafıza kaybına neden olur.Alzheimer hastalığında görülen belirtiler şunları içerir:Son evrede beyinde meydana gelen ciddi fonksiyon kaybıyla birlikte dehidrasyon, yetersiz beslenme ve enfeksiyonlar meydana gelebilir. Yaşanan bu komplikasyonlar Alzheimer hastalarını ölüme götürebilir.İlerlemiş Alzheimer belirtileri nelerdir?İleri evre Alzheimer hastalarında görülen belirtiler şunlardır:Bu evrelerde kişinin hafıza kaybı yaşaması sonrası günlük ihtiyaçlarında yardıma ihtiyaç duyması, yakın çevresini tanımaması ve iletişim kurmakta güçlük çekmesi söz konusudur.Alzheimer son evresinde görülen şiddetli alzheimer belirtileri şunları içerir:Alzheimer hastalığının davranışsal belirtileri nelerdir?Alzheimer hastalığı, temelde hafıza kaybına yol açacak bilişsel işlevlerde bozulmanın yanı sıra belirgin bir şekilde davranışsal ve psikolojik değişikliklere de yol açar. Bu değişimler kimi insanda daha net olarak gözlemlenebilir.Alzheimer’ın yol açabileceği davranışsal değişimler ve belirtiler şöyledir:DepresyonAlzheimer tanısı konmuş hastalar genellikle üzüntü, umutsuzluk ve ilgi kaybı yaşarlar. Bu durum, hastalığın erken evrelerinde yaygın bir şekilde görülür.Aşırı sinirlilik ve agresiflikAlzheimer hastası olan kişiler, beklenmedik bir şekilde sinirlenebilir veya agresif davranışlar sergileyebilirler. Bu tepkiler, hastalığın ilerleyen evrelerinde daha da belirgin bir hale gelebilir.AnksiyeteGelecek hakkında aşırı endişe duyma, huzursuzluk ve korku hissi yaygındır. Bu durum, hastaların günlük yaşamlarını olumsuz etkileyebilir.Sosyal olarak geri çekilmeAlzheimer hastalarında sosyal etkinliklere katılmaktan kaçınma ve izole olmayı tercih etme gibi ruh hali değişimleri görülebilir. Bu durum hastalığın ilerlemesiyle birlikte daha belirgin hale gelir ve kişi iyice yalnızlaşmış ve içine kapanmış bir yapıya bürünür.Uyku bozukluklarıUykusuzluk, gece boyunca sık uyanma veya gündüz aşırı uyuma gibi sorunlar da alzheimer hastalarında görülen davranışsal belirtilerdir ve evreye bağlı olarak görülme sıklığı değişebilir. Bu durum, hastaların genel sağlık durumunu olumsuz etkiler.Kişilik değişiklikleriDaha önce sakin yapısıyla bilinen bir kişi, alzheimerla birlikte huzursuz veya şüpheci bir kimliğe bürünebilir. Hastalığın ilerlemesiyle birlikte bu değişimler daha da belirgin bir şekilde gözlemlenebilir.Halüsinasyonlar ve sanrılar Alzheimer hastalığında gerçek olmayan şeyleri görme veya duyma (halüsinasyonlar) ve yanlış inançlara sahip olma (sanrılar) durumu ortaya çıkabilir. Bu belirtiler, hastalığın ileri evrelerinde daha da şiddetini artırabilir.Bu davranışsal belirtiler, Alzheimer hastalığının farklı evrelerinde ortaya çıkabilir ve hastaların yaşam kalitesini önemli ölçüde olumsuz etkileyebilir. Belirtilerin yönetimi ve hastaların desteklenmesi için tedavi programları uygulanmalı ve hasta düzenli olarak takip edilmelidir.Alzheimer Neden Olur?Kesin nedeni tam olarak bilinemeyen Alzheimer hastalığı, genel olarak beyinde anormal bir protein birikimi (amiloid ve tau proteini) sonucu beyin fonksiyonlarının zarar görmesi ve ölmesi sonucu meydana geldiği düşünülür.Genel olarak alzheimer’a neden olduğu düşünülen durumlar ve risk faktörleri aşağıdaki gibidir:İleri yaşÖzellikle 65 yaş ve üstü, Alzheimer hastalığının en büyük risk grupları içinde yer alır. Yaş aldıkça beyin fonksiyonları yavaşlar ve hastalık daha kolay bir şekilde kendisini gösterme fırsatı bulur.Genetik faktörAnne, baba veya kardeş gibi birinci derece yakınında alzheimer hastalığı olanların alzheimer hastalığına yakalanma ihtimali daha yüksektir. Aile üyeleri arasındaki genlerin bu hastalığı nasıl etkilediği konusunda net bir açıklama olmasa da genetik faktörlerin hastalığın gelişiminde rol oynadığı bilinmektedir.Down sendromu olan kişiler21. kromozom, beta-amiloid oluşumuna yol açan proteinin üretiminde yer alan bir gendir. Bu kromozomun üç kopyasına sahip olan down sendromlu kişiler, alzheimer hastalığına daha çok yakalanır.Yaşanan kafa travmalarıKişilerin yaşadığı travmatik beyin hasarları özellikle 50 yaş ve üstü kişilerde bunama ve alzheimer hastalığı riskini artırır. Daha şiddetli ve çoklu travmaları olan kişilerde bu risk daha da fazladır.Aşırı düzensiz uykularYapılan araştırma ve çalışmalar, uykuya dalma veya derin uyku konusunda zorluk çeken kişilerle Alzheimer arasında bir bağlantı olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü düzenli uyku uyumayan kişilerin beyin işlevlerinin geriye gittiği bilinmektedir.Sigara ve alkol tüketimiAşırı sigara ve alkol tüketen kişilerin de Alzheimer hastalığına daha fazla yakalandığı görülmüştür.Yüksek tansiyon ve kolesterolÖzellikle kalp sağlığını olumsuz etkileyen durumların başında gelen yüksek tansiyon ve kolesterol, bununla birlikte alzheimer’ı tetiklemesiyle de bilinir.ObeziteVücut ağırlığının artıp beynin küçülmesiyle birlikte obezite hastası olan kişilerin alzheimer’a daha çok yakalandığı saptanmıştır.Fiziksel egzersiz yetersizliğiDüzenli egzersizle birlikte hareketli bir yaşam sürmek, meyve ve sebzeler açısından zengin, az yağlı ve sağlıklı bir diyet uygulayan kişilerin alzheimer hastalığına daha az yakalandığı belirlenmiştir.Alzheimer ve Demans Arasındaki FarkDemans, beynin normal bilişsel işlevlerini etkileyen bir grup semptomu tanımlayan genel bir terimdir ve hastalık değildir. Bu semptomlar, hafıza kaybı, problem çözme, dil becerilerindeki zorluklar ve günlük aktiviteleri yerine getirme yeteneğinde azalma gibi belirtilerdir. Demans, farklı nedenlerle ortaya çıkabilir ve alzheimer hastalığı da demansın en yaygın nedeni olarak öne çıkar.Alzheimer hastalığı ise demansın bir türüdür ve kendi başına özel bir hastalıktır. Alzheimer hastalığında beyindeki protein birikimleri (beta amiloid plakları ve tau yumakları) nedeniyle sinir hücrelerinin ölmesi durumu söz konusudur. Bu durum, önce hafıza kaybı ve öğrenme güçlüğü ile başlar, ardından dil becerileri, karar verme ve günlük yaşam becerilerinde ciddi bozulmalara neden olur. Kişi zamanla beyin hücrelerinin ölmesiyle birlikte adeta bir çocuğa döner.Aslında özetle demans, bir semptomlar grubudur ve hastalık değildir ancak alzheimer hastalığı demansın en yaygın görülen türü olarak kabul edilir. Her Alzheimer hastası demans belirtileri yaşar ancak her demans hastasında alzheimer görülmez. Demansın görülme nedenleri arasında vasküler demans ve lewy demans da bulunur.Alzheimer Nasıl Teşhis Edilir?Zamanında ve doğru teşhis yapılması, Alzheimer hastalığının etkilerini azaltma ve hastalığın daha yavaş bir şekilde ilerlemesi konusunda fayda sağlayacaktır.Alzheimer’ın kesin olarak teşhis edilebilmesi için uygulanacak yöntemler şunlardır:Teşhise yönelik tüm testlerin ardından alzheimer şüphesi hala devam ediyorsa alzheimer testi adı altında uygulanan bilişsel fonksiyonların değerlendirilmesine yönelik testler yardımıyla uzmanlar tarafından alzheimer tanısı kesin olarak konulabilir.Alzheimer Hastalığının Tedavi Yöntemleri Nelerdir?Alzheimer hastalığının kesin bir tedavisi yoktur ancak ilaç ve semptomatik tedavi ve davranışşal  uygulamalarla Alzheimer hastasının anlama ve kavrama yeteneği ile davranışsal (giyinme, yemek, diş, banyo, hijyen, yakınlarını tanıma) bulgularında oluşan sorunların azalmasına yardımcı olunabilir.Uzmanlar tarafından kesin bir şekilde Alzheimer olarak teşhis edildikten sonra, tedavi süreci başlar. Bu süreç kişiden kişiye, hastanın yaşına ve Alzheimer’ın düzeyine göre değişebilir.  Alzheimer’ın yol açtığı bazı semptomları yatıştırmak için belirli ilaçlar ve uygulamalar vardır. Alzheimer’lı hastaların mümkün olduğunda bağımsız yaşamasını sağlamak için ev ortamında dolaşmayı rahatlatacak değişimler yapmak ya da etrafa hatıraları tetikleyici nesneler ve notlar bırakmak söz konusu uygulamalardan bazılarıdır.Bilişsel stimülasyon terapisi gibi psikolojik tedavi yöntemleri ise hastanın hafızasına, problem çözme yeteneğine ve konuşmasına yararlı olabilir. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından onaylanan ilaçlar Orta Düzey Alzheimer hastalıklarında ve şiddetli Alzheimer vakalarında sıkça kullanılmaktadır.Bu ilaçlar Alzheimer’in neden olduğu semptomları azaltmak ve davranışsal sıkıntıları gidermek için hekim gözetiminde verilir. Nöronlar arasında mesajları ileten kimyasallar olan sinir taşıyıcılarını yönetme prensibine göre çalışan bu ilaçlar her ne kadar Alzheimer’ın altında yatan sebebi çözümlemese de çoğu hastada etki gösterip semptomları azaltabilir. Hastalığın seyrini değiştirecek ve hastanın hayatının kalitesini artıracak yeni tedaviler üzerinde çalışmalar yapılmaya devam etmektedir.Alzheimer Hastalığından Korunmanın Yolları Var mı?Alzheimer hastalığının riskini azaltmak, hastalıktan korunmak veya hiç yakalanmamak mümkün olmasa da riski olabildiğince minimuma indirmek için için yaşam tarzında yapılabilecek bazı değişiklikler bulunur. Bunlar maddeler halinde ve daha sonra ise açıklamalı bir şekilde şöyle ifade edilebilir:Düzenli fiziksel aktivite yapmakSağlık açısından birçok faydası bulunan düzenli egzersiz aynı zamanda beyin sağlığını da destekler ve olası bir alzheimer hastalığına karşı riski minimize edebilir. Çünkü özellikle aerobik egzersizler, özellikle hafıza ve bilişsel işlevleri iyileştirebilmesiyle öne çıkar. Bu da aktif bir beyin yapısı anlamına gelir.Sağlıklı beslenmekAslında her şeyin başı sağlıklı beslenmektir. Özellikle akdeniz diyeti ve DASH diyetinin birleşimi olan MIND diyeti, bilişsel gerilemeyi yavaşlatmada etkili olabilmesiyle değerlendirilir. Bu diyet, yeşil yapraklı sebzeler, meyveler (özellikle yaban mersini), tam tahıllar, fındık, baklagiller, balık ve zeytinyağı tüketimini içerir. Bu da beyin sağlığını destekler.Zihinsel aktivitelerde bulunmakKitap okumak, bulmaca çözmek veya yeni bir dil öğrenmek gibi zihinsel olarak uyarıcı aktiviteler, bilişsel performansı artırıp beyin hücrelerini harekete geçirerek alzheimer riskini minimuma indirebilir. Bu sebeple kişinin zihnini sürekli aktif tutması önemlidir.Sosyal etkileşime girmekSosyal olarak aktif kalmak, bilişsel işlevleri korumaya yardımcı olabilir. Arkadaşlar ve aile ile düzenli iletişim ve aynı zamanda sosyal etkinliklere katılım önemlidir. Sosyal ortamlar kişinin zihin yapısının aktif çalışmasını sağlar.Kalp sağlığını korumakYüksek tansiyon, yüksek kolesterol ve diyabet gibi kardiyovasküler risk faktörlerini kontrol altında tutmak da alzheimer riskine karşı alınması gereken önlemlerdendir.Sigara ve alkol tüketimini bırakmakBirçok hastalığında temelinde yatan sigara ve alkol tüketimi beyin sağlığını da olumsuz etkiler. Sigara içmemek, alkol tüketimini sınırlı tutmak ve hatta bırakmak beyin sağlığını korumaya yardımcı olur.Yeterli ve kaliteli bir uyku düzenine sahip olmakYeterli uyku düzeniyle birlikte aynı zamanda kaliteli uykunun beyin sağlığı için önemi çok büyüktür.Stres yönetimi yapmakKronik stres, beyin sağlığını olumsuz etkileyebilecek faktörler arasında yer alır. Özellikle meditasyon ve yoga gibi stres yönetimi teknikleri de bu noktada faydalı olabilir.Bu yaşam tarzı değişiklikleri, genel beyin sağlığını destekleyerek Alzheimer hastalığı riskini azaltmada yardımcı olabilir.Alzheimer Hakkında Sık Sorulan SorularAlzheimer nasıl anlaşılır?Alzheimer teşhisini kolaylaştıran temel belirtiler, gündelik hayatı etkileyecek derecede hafıza kaybı, yer ve zaman kavramının kaybedilmesi, tarihleri ve özellikle son zamanda öğrenilenleri hatırlayamama, konuşma ve yazma yetkinliğinde azalmadır. Ajitasyon, uyku sorunları, haber vermeden tek başına gezmeye çıkma ve alışılmadık davranışlar söz konusudur.Alzheimer genetik mi?Birinci derece akrabasında Alzheimer öyküsü olan kişilerin Alzheimer hastalığına yakalanma ihtimali daha yüksektir ancak bu durum kesin bir sonuç vermez. Alzheimer hastalığında en büyük neden ve risk faktörü ileri yaştır.Alzheimer en çok kimlerde görülür?Özellikle 65 yaş üstü kişilerde Alzheimer görülme sıklığı daha fazladır.Alzheimer öldürür mü?Alzheimer hastalık kişiyi doğrudan ölüme götürmez ancak beyin fonksiyonlarını harap edip sinir bağlantılarını yok ederek hareket etmek, yutkunmak ve yemek yemek gibi gündelik işleri yapmayı engelleyerek diğer organlarda birtakım komplikasyonları neden olarak kişinin ölümüne neden olabilir.Alzheimer hastalığının yaygın semptomları nelerdir?Alzheimer hastalığı genellikle hafıza kaybı ile başlar. En yaygın semptomu budur. Bununla birlikte günlük işleri yapmada zorluk, zaman-yer karışıklığı, görsel-mekansal algıda sorun yaşanması, konuşma ve yazmada zamanla güçlükler, eşyaların yanlış yere konması, karar vermede zorluk çekilmesi ve ruh halinde yaşanan değişimler de alzheimer semptomları olarak kabul edilir.
10,970
167
Hastalıklar
Altıncı Hastalık
Küçük çocuklarda virüs kaynaklı bulaşıcı hastalıklar önemli sorunların başında geliyor. Bunların en sık görülenlerinden biri de altıncı hastalık olarak karşımıza çıkıyor. Yüksek ateş ile seyreden altıncı hastalık, küçük çocuklarda havaleye varabilen problemlere yol açabiliyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Canan Bilazer, altıncı hastalık ve tedavi yöntemleriyle ilgili bilgi verdi.Küçük çocuklarda virüs kaynaklı bulaşıcı hastalıklar önemli sorunların başında geliyor. Bunların en sık görülenlerinden biri de altıncı hastalık olarak karşımıza çıkıyor. Yüksek ateş ile seyreden altıncı hastalık, küçük çocuklarda havaleye varabilen problemlere yol açabiliyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Canan Bilazer, altıncı hastalık ve tedavi yöntemleriyle ilgili bilgi verdi. Altıncı hastalık nedir?Halk arasında altıncı hastalık olarak bilinen “roseola infantum”, daha çok dudak ve genital bölgede uçuk meydana getirmesi ile bilinen herpes ailesinden gelen HHV-6 ve HHV-7 virüslerinin neden olduğu bir hastalıktır. Altıncı hastalık çoğunlukla 6 ay ile 2 yaş arasındaki çocukları etkiler. Birkaç gün yüksek ateş ile seyrederek, ateş düştükten sonra vücutta gül renginde döküntülerle devam etmektedir. Latince adı bu döküntülerin özelliğine atıfta bulunulan roseola infantum yani küçük çocukların gül hastalığı olarak belirtilmektedir.Altıncı hastalık belirtileri nelerdir?Çoğu çocukta altıncı hastalık (roseola infantum) hafif bir üst solunum yolu enfeksiyonunu takiben yüksek ateşle seyretmektedir. Bu yüksek ateş altıncı hastalığın en önemli belirtisidir. Altıncı hastalık viral enfeksiyonlar içinde çocukluk çağında ateşli havaleye (febril konvülziyon) en sık neden olan viral enfeksiyondur. Ateş 4 ile 7 gün arasında devam edebilmekte ve bu sürede çocukta halsizlik, iştahsızlık ve boyun lenf nodlarında şişme olabilmektedir. Hastalığın devamında ateş birden düşer ve hastalığın ayırt edici 2. bulgusu olan pembe-kırmızı, deride çoğu zaman kabarık olmayan döküntü ortaya çıkmakta, döküntüler basarak solmaktadır. Bazı döküntülerin etrafında daha açık renkli haleler oluşmakta daha sonra bu döküntüler boyna, yüze, kollara ve bacaklara yayılmaktadır. Ateş 3 ila 7 gün civarında devam eder, ateş birden düşer ve döküntü başlamaktadır. Döküntüler birkaç saat ile birkaç gün arasında değişen sürelerde solar ve geçer.Altıncı hastalık tanısı nasıl konulur?Ayrıntılı bir anamnez (tıbbi geçmiş) ve dikkatli bir fizik muayene, iyi bir hekim hasta ve hasta yakını iletişimi ile ek bir tetkike gerek kalmadan tanı konulur, ateşin ve döküntülerin karakteristik özelliği ve ailenin verdiği bilgiler bu hastalığın tanısında en önemli unsurlardır. Arada kalınan vakalarda kan tahlilleri virüse özel spesifik serolojik tetkikler yapılabilmektedir. Altıncı hastalık tedavisi nasıldır?Çoğu viral hastalıkta olduğu gibi altıncı hastalıkta da hastalığa özel bir tedavi bulunmamaktadır. Ateşin düşürülmesi için parasetemol ve ibuprofen içerikli ilaçlar kullanılabilmektedir. Bunun yanında, ateşi kontrol altına almak için ılık duş aldırmak, ortamın ısısını 22 - 24° arasında tutmak ve ılık su ile ıslatılmış bezlerle soğutma yapmak gerekmektedir. Beslenmesi azalan çocuklarda damar yolu ile serum verilebilir ancak dehidratasyonu engellemek için bu aşamadan önce çocuğun sıvı alımının artırılması teşvik edilmelidir. Ayrıca ek komplikasyonlar varsa takibi bir çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı tarafından yapılmalıdır. Tüm hastalıklarda olduğu gibi dengeli beslenmek, yapay veya koruyucu maddeler içeren paketli gıdalardan uzak durmak, sebze ağırlıklı tencere yemekleri ile çocuklarımızı beslemek, el yıkamak ve sosyal mesafeye dikkat etmek altıncı hastalık için alınabilecek önlemlerdir. Son olarak şunu da unutmamakta fayda var bu tarz çocukluk çağı viral enfeksiyonlar her zaman hayatımızın bir parçası olacaktır, viral enfeksiyonlar çocuğumuzun bağışıklık sisteminin birer öğretmeni gibidir. Önemli olan bu hayat paydaşlarını tanımak, ne zaman tehlikeli olabileceklerini ve ne zaman doktorunuzdan yardım almanız gerektiğini bilmektir.Altıncı hastalık hakkında sıkça sorulan sorular Altıncı hastalık bulaşıcı mıdır?Altıncı hastalık bulaşıcıdır ancak koronavirüs, kızamık gibi büyük salgınlara yol açmaz. Enfekte olmuş bir çocuktan damlacık yoluyla konuşurken, hapşırırken veya öksürürken etrafa saçılarak yine aynı su bardağını, çatalı veya kaşığı kullanma ile de bulaşabilir. Bununla birlikte enfekte damlacıklar yüzeylerin üzerine konar ve bu yüzeylerle temas edildikten sonra el yıkanmadan ağız ve buruna dokunulursa bu yolla da altıncı hastalık yayılım gösterir. Döküntü ortaya çıkmadan çocuğun henüz sadece ateşi varken de bulaşıcıdır. Genellikle sadece çocuklara bulaşmakla birlikte nadiren erişkinlere de bulaşabilir. Bu durum genelde erişkinin virüsü çocuklukta geçirmiş ve bağışıklık kazanmış olmasına bağlıdır. Genel hijyen kurallarına uyarak en önemlisi ellerimizi sık aralıklarla yıkayarak ve sosyal mesafeye dikkat ederek altıncı hastalıktan korunabiliriz.Altıncı hastalık kaç gün sürer?Altıncı hastalıkta ateş 3 ila 7 gün civarında devam eder, ateş birden düşer ve döküntü başlamaktadır. Döküntüler birkaç saat ile birkaç gün arasında değişen sürelerde solar ve geçer.Altıncı hastalığa ne iyi gelir?Çoğu viral hastalıkta olduğu gibi altıncı hastalıkta da hastalığa özel bir tedavi bulunmamaktadır. Ateşin düşürülmesi için ateş düşürücü ilaçlara ek olarak ılık duş aldırmak, oda ısısını düşürmek, ılık suyla ıslatılmış bezlerle soğutma yapmak gibi uygulamalara başvurulur.6. hastalık sırasında çocuğa banyo yaptırılır mı?Bahar aylarında daha sık görülen altıncı hastalığın süresi 3-7 gündür. Bol sıvı alımı ve dinlenmenin yanı sıra çocuğa ılık banyo yaptırılabilir.6. hastalık nasıl seyreder?Ateş 4 ile 7 gün arasında devam edebilmekte ve bu sürede çocukta halsizlik, iştahsızlık ve boyun lenf nodlarında şişme olabilmektedir. Hastalığın devamında ateş birden düşer ve hastalığın ayırt edici 2. bulgusu olan pembe-kırmızı, deride çoğu zaman kabarık olmayan döküntü ortaya çıkmakta, döküntüler basarak solmaktadır.6. hastalık kaşıntı yapar mı?Altıncı hastalıkta oluşan döküntülerde kaşıntı görülmez.6. hastalık bulaşıcılığı kaç gün sürer?Diğer virüslerde olduğu gibi, altıncı hastalıkta da bulaş; öksürme, konuşma veya hapşırma yoluyla yani küçük sıvı damlacıklarla gerçekleşir. Altıncı hastalık için kuluçka süresi hemen hemen 14 gündür. Bu, virüs taşıyan bir çocuğun, enfeksiyonu başka bir çocuğa kolayca bulaştırması için yeterli bir süredir. Altıncı hastalık nedir?Halk arasında altıncı hastalık olarak bilinen “roseola infantum”, daha çok dudak ve genital bölgede uçuk meydana getirmesi ile bilinen herpes ailesinden gelen HHV-6 ve HHV-7 virüslerinin neden olduğu bir hastalıktır. Altıncı hastalık çoğunlukla 6 ay ile 2 yaş arasındaki çocukları etkiler. Birkaç gün yüksek ateş ile seyrederek, ateş düştükten sonra vücutta gül renginde döküntülerle devam etmektedir. Latince adı bu döküntülerin özelliğine atıfta bulunulan roseola infantum yani küçük çocukların gül hastalığı olarak belirtilmektedir.Altıncı hastalık belirtileri nelerdir?Çoğu çocukta altıncı hastalık (roseola infantum) hafif bir üst solunum yolu enfeksiyonunu takiben yüksek ateşle seyretmektedir. Bu yüksek ateş altıncı hastalığın en önemli belirtisidir. Altıncı hastalık viral enfeksiyonlar içinde çocukluk çağında ateşli havaleye (febril konvülziyon) en sık neden olan viral enfeksiyondur. Ateş 4 ile 7 gün arasında devam edebilmekte ve bu sürede çocukta halsizlik, iştahsızlık ve boyun lenf nodlarında şişme olabilmektedir. Hastalığın devamında ateş birden düşer ve hastalığın ayırt edici 2. bulgusu olan pembe-kırmızı, deride çoğu zaman kabarık olmayan döküntü ortaya çıkmakta, döküntüler basarak solmaktadır. Bazı döküntülerin etrafında daha açık renkli haleler oluşmakta daha sonra bu döküntüler boyna, yüze, kollara ve bacaklara yayılmaktadır. Ateş 3 ila 7 gün civarında devam eder, ateş birden düşer ve döküntü başlamaktadır. Döküntüler birkaç saat ile birkaç gün arasında değişen sürelerde solar ve geçer.Altıncı hastalık tanısı nasıl konulur?Ayrıntılı bir anamnez (tıbbi geçmiş) ve dikkatli bir fizik muayene, iyi bir hekim hasta ve hasta yakını iletişimi ile ek bir tetkike gerek kalmadan tanı konulur, ateşin ve döküntülerin karakteristik özelliği ve ailenin verdiği bilgiler bu hastalığın tanısında en önemli unsurlardır. Arada kalınan vakalarda kan tahlilleri virüse özel spesifik serolojik tetkikler yapılabilmektedir. Altıncı hastalık tedavisi nasıldır?Çoğu viral hastalıkta olduğu gibi altıncı hastalıkta da hastalığa özel bir tedavi bulunmamaktadır. Ateşin düşürülmesi için parasetemol ve ibuprofen içerikli ilaçlar kullanılabilmektedir. Bunun yanında, ateşi kontrol altına almak için ılık duş aldırmak, ortamın ısısını 22 - 24° arasında tutmak ve ılık su ile ıslatılmış bezlerle soğutma yapmak gerekmektedir. Beslenmesi azalan çocuklarda damar yolu ile serum verilebilir ancak dehidratasyonu engellemek için bu aşamadan önce çocuğun sıvı alımının artırılması teşvik edilmelidir. Ayrıca ek komplikasyonlar varsa takibi bir çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı tarafından yapılmalıdır. Tüm hastalıklarda olduğu gibi dengeli beslenmek, yapay veya koruyucu maddeler içeren paketli gıdalardan uzak durmak, sebze ağırlıklı tencere yemekleri ile çocuklarımızı beslemek, el yıkamak ve sosyal mesafeye dikkat etmek altıncı hastalık için alınabilecek önlemlerdir. Son olarak şunu da unutmamakta fayda var bu tarz çocukluk çağı viral enfeksiyonlar her zaman hayatımızın bir parçası olacaktır, viral enfeksiyonlar çocuğumuzun bağışıklık sisteminin birer öğretmeni gibidir. Önemli olan bu hayat paydaşlarını tanımak, ne zaman tehlikeli olabileceklerini ve ne zaman doktorunuzdan yardım almanız gerektiğini bilmektir.Altıncı hastalık hakkında sıkça sorulan sorular Altıncı hastalık bulaşıcı mıdır?Altıncı hastalık bulaşıcıdır ancak koronavirüs, kızamık gibi büyük salgınlara yol açmaz. Enfekte olmuş bir çocuktan damlacık yoluyla konuşurken, hapşırırken veya öksürürken etrafa saçılarak yine aynı su bardağını, çatalı veya kaşığı kullanma ile de bulaşabilir. Bununla birlikte enfekte damlacıklar yüzeylerin üzerine konar ve bu yüzeylerle temas edildikten sonra el yıkanmadan ağız ve buruna dokunulursa bu yolla da altıncı hastalık yayılım gösterir. Döküntü ortaya çıkmadan çocuğun henüz sadece ateşi varken de bulaşıcıdır. Genellikle sadece çocuklara bulaşmakla birlikte nadiren erişkinlere de bulaşabilir. Bu durum genelde erişkinin virüsü çocuklukta geçirmiş ve bağışıklık kazanmış olmasına bağlıdır. Genel hijyen kurallarına uyarak en önemlisi ellerimizi sık aralıklarla yıkayarak ve sosyal mesafeye dikkat ederek altıncı hastalıktan korunabiliriz.Altıncı hastalık kaç gün sürer?Altıncı hastalıkta ateş 3 ila 7 gün civarında devam eder, ateş birden düşer ve döküntü başlamaktadır. Döküntüler birkaç saat ile birkaç gün arasında değişen sürelerde solar ve geçer.Altıncı hastalığa ne iyi gelir?Çoğu viral hastalıkta olduğu gibi altıncı hastalıkta da hastalığa özel bir tedavi bulunmamaktadır. Ateşin düşürülmesi için ateş düşürücü ilaçlara ek olarak ılık duş aldırmak, oda ısısını düşürmek, ılık suyla ıslatılmış bezlerle soğutma yapmak gibi uygulamalara başvurulur.6. hastalık sırasında çocuğa banyo yaptırılır mı?Bahar aylarında daha sık görülen altıncı hastalığın süresi 3-7 gündür. Bol sıvı alımı ve dinlenmenin yanı sıra çocuğa ılık banyo yaptırılabilir.6. hastalık nasıl seyreder?Ateş 4 ile 7 gün arasında devam edebilmekte ve bu sürede çocukta halsizlik, iştahsızlık ve boyun lenf nodlarında şişme olabilmektedir. Hastalığın devamında ateş birden düşer ve hastalığın ayırt edici 2. bulgusu olan pembe-kırmızı, deride çoğu zaman kabarık olmayan döküntü ortaya çıkmakta, döküntüler basarak solmaktadır.6. hastalık kaşıntı yapar mı?Altıncı hastalıkta oluşan döküntülerde kaşıntı görülmez.6. hastalık bulaşıcılığı kaç gün sürer?Diğer virüslerde olduğu gibi, altıncı hastalıkta da bulaş; öksürme, konuşma veya hapşırma yoluyla yani küçük sıvı damlacıklarla gerçekleşir. Altıncı hastalık için kuluçka süresi hemen hemen 14 gündür. Bu, virüs taşıyan bir çocuğun, enfeksiyonu başka bir çocuğa kolayca bulaştırması için yeterli bir süredir.
4,876
168
Hastalıklar
Amiloidoz
Amiloidoz, amiloid adı verilen ve kemik iliğinde üretilen bir proteinin organlarda anormal derecede birikmesi sonucu kalp, böbrekler, karaciğer, dalak, sinir sistemi ve sindirim sistemi gibi organların düzgün çalışmamasına neden olan nadir bir hastalıktır. Bazı amiloidoz türleri kalp, böbrekler, karaciğer ve akciğerler gibi belirli organları etkileyerek vücutta yayılım gösterebilir. Nefes darlığı, yorgun hissetme, vücutta ödem gibi belirtilerle ortaya çıkan amiloidoz hastalığının tedavisi olmasa da semptomları iyileştirmeye yönelik uygulamalar yapılabilir.Amiloidoz, amiloid adı verilen ve kemik iliğinde üretilen bir proteinin organlarda anormal derecede birikmesi sonucu kalp, böbrekler, karaciğer, dalak, sinir sistemi ve sindirim sistemi gibi organların düzgün çalışmamasına neden olan nadir bir hastalıktır. Bazı amiloidoz türleri kalp, böbrekler, karaciğer ve akciğerler gibi belirli organları etkileyerek vücutta yayılım gösterebilir. Nefes darlığı, yorgun hissetme, vücutta ödem gibi belirtilerle ortaya çıkan amiloidoz hastalığının tedavisi olmasa da semptomları iyileştirmeye yönelik uygulamalar yapılabilir. Amiloidoz Nedir?Amiloidoz, amiloid adı verilen bir proteinin vücutta birikerek, böbrekler, karaciğer, sinirler, kalp veya sindirim sistemi gibi organları etkilemesi sonucunda bronşit, akdeniz ateşi gibi çeşitli hastalıklara neden olan bir sağlık sorunudur. Amiloidoz, yaygın olarak görülebildiği gibi bölgeye lokalize olarak da ortaya çıkabilir.Amiloidozun birkaç türü bulunur. Bazı türleri kalp, böbrekler, karaciğer ve sinirler gibi belirli organları etkiler. Diğer türler ise vücuda yayılır. Sistemik yani yaygın olarak görülen amiloidoz, organları ve dokuları etkileyen en sık görülen türüdür. Bazı durumlarda sistemik amiloidoz hayatı tehdit ederek organ hasarına neden olabilir. Lokalize amiloidoz vücudun yalnızca bir organını ya da bölümünü etkiler.Amiloidoz Vücudu Nasıl Etkiler?Uzun zincirler halinde bulunan proteinlerin, enerji sağlama, vücuttaki sıvıyı dengeleme, bağışıklık sistemini güçlendirme ve vücudun süreçlerini düzenlemeye kadar birçok görevleri vardır. Proteinler kendilerine verilen görevleri tamamladıktan sonra kan dolaşımını terk ederler. Protein yanlış katlanma bozukluğu olarak da adlandırılan amiloidoz görülmesi durumu, proteinlerin anormal bir şekle bürünerek organlarda birikmesi nedeniyle meydana gelir.Sistemik amiloidoz, her organı, kalbi, böbrekleri, karaciğeri, sindirim sistemini, eklemleri, deriyi ve kan damarlarını etkileyebilir. Bazı durumlarda amiloid birikintileri çok birikir ve organ yetmezliğine neden olabilir. Lokalize amiloidoz ise tipik olarak cildi, mesaneyi ve solunum yollarını hedef alır.Amiloidoz Belirtileri Nelerdir?Amiloidoz belirtileri, türüne ve etkilediği organlara bağlı olarak farklılık gösterebilir. Genel olarak görülen amiloidoz belirtileri şöyle sıralanabilir: Aşırı bitkinlik ve yorgunluk Açıklanamayan kilo kaybı Eklem ağrıları ve güçsüzlüğü Göz kızarıklığı ya da morarması Ten renginde farklılıklar Nefes darlığı Bacaklarla uyuşma ve karıncalanma Dil şişmesiAmiloidoz Neden Olur?Amiloidoz, vücuttaki proteinler farklılık gösterdiğinde ve belirli organlara ya da dokulara yerleşerek protein yığınları oluşturduğu durumlarda meydana gelir. Bazı durumlarda amiloidoz, amiloidoz türleriyle bağlantılı olabilen ve altta yatan bir rahatsızlık olduğu durumlarda oluşur.Amiloidoz bazı kanser türleri, Akdeniz ateşi hastalığı, multipl miyelom, Hodgkin hastalığına bağlı olarak da gelişebilir. Bunun yanında uzun dönem diyaliz tedavisi gören böbrek hastalarında da görülebilmektedir. Kesin olarak nedeni bilinmeyen amiloidoz, genellikle 50 yaş üzeri kişilerde yaygın olarak oluşur.Amiloidoz Nasıl Teşhis Edilir?Uzman doktor fiziksel muayenenin ardından amiloidoz hastalığının altında yatan neden sorunu belirlemek için farklı testlerin uygulanmasını isteyebilir. Amiloidoz türlerine neden olan mutasyona uğramış proteini tanımlamak için kemik iliği aspirasyonu ve kemik iliği biyopsisinden de yararlanılabilir. Bunların yanında kişiye şu testler uygulanabilmektedir: Tam kan sayımı: Uzman doktor kandaki anormal protein düzeylerini test eder. İdrar tahlili: İdrar anormal protein seviyeleri açısından test edilir. Bilgisayarlı tomografi (BT): Etkilenen organlarda hasarı kontrol etmek için kullanılır. Ekokardiyografi: Bu test amiloidozun kalbi etkileyip etkilemediğini öğrenmek için kullanılır.Amiloidoz Tedavisi Nasıl Olur?Uzman doktor, amiloidoz belirtilerini öğrendikten sonra organ hasarı oluştuysa buna yönelik tedavi yöntemi uygulamak isteyebilir. Anormal plazma hücreleri AL amiloidozuna neden olduğunda anormal plazma hücrelerinin yok edilmesi için kemoterapi uygulanabilir. Farklı amiloidoz türleri için diğer yaygın tedaviler şöyle sıralanır:Hedefe yönelik tedavi: Hedefe yönelik tedavi, amiloidoza neden olan spesifik proteinleri, genleri ya da dokuların hedef alındığı tedavidir.Kemik iliği veya kök hücre nakli: Uzman doktor, anormal plazma hücreleri içeren kemik iliğini yok etmek ve yerine sağlıklı plazma hücrelerinin oluşması için yoğun dozda kemoterapi uygulayabilir.Organ nakli: Kalıtsal olan amiloidoz türlerini tedavi etmek için kişinin sağlık durumuna bağlı olarak böbrek, karaciğer ya da kalp nakli önerilebilir.Amiloidoz Hastaları için ÖnerilerAmiloidoz semptomlarının azalması ve yaşam kalitesini artırmak için çeşitli yöntemlerden yararlanmak mümkündür. Amiloidoz hastaları için öneriler şöyle sıralanır: Düzenli olarak egzersiz yapmak Vücuda yeterli miktarda tuz almak Sağlıklı ve dengeli beslenmek Yeterli su miktarda su tüketmek Tütün ürünleri ve alkolden uzak durmakAmiloidoz Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularAmiloidoz en çok nerede birikir?Amiloid proteini en çok böbrekler ve kalpte tutulum gerçekleştirir bu da hafif zincirlerden kaynaklı olarak ortaya çıkar.Amiloidoz için hangi doktora gidilir?Amiloidoz hastalığının teşhisi için İç Hastalıkları (Dahiliye) doktoruna gidilmesi gerekir.Amiloidoz iyileşir mi?Vücuda yayılma eğilimi gösteren amiloidozun tedavisi henüz bulunamamıştır. Başka bir hastalığa bağlı olarak gelişen amiloidoz türünde ise, neden olan hastalığın teşhisinin ardından düzelme gösterebilir. Amiloidoz Nedir?Amiloidoz, amiloid adı verilen bir proteinin vücutta birikerek, böbrekler, karaciğer, sinirler, kalp veya sindirim sistemi gibi organları etkilemesi sonucunda bronşit, akdeniz ateşi gibi çeşitli hastalıklara neden olan bir sağlık sorunudur. Amiloidoz, yaygın olarak görülebildiği gibi bölgeye lokalize olarak da ortaya çıkabilir.Amiloidozun birkaç türü bulunur. Bazı türleri kalp, böbrekler, karaciğer ve sinirler gibi belirli organları etkiler. Diğer türler ise vücuda yayılır. Sistemik yani yaygın olarak görülen amiloidoz, organları ve dokuları etkileyen en sık görülen türüdür. Bazı durumlarda sistemik amiloidoz hayatı tehdit ederek organ hasarına neden olabilir. Lokalize amiloidoz vücudun yalnızca bir organını ya da bölümünü etkiler.Amiloidoz Vücudu Nasıl Etkiler?Uzun zincirler halinde bulunan proteinlerin, enerji sağlama, vücuttaki sıvıyı dengeleme, bağışıklık sistemini güçlendirme ve vücudun süreçlerini düzenlemeye kadar birçok görevleri vardır. Proteinler kendilerine verilen görevleri tamamladıktan sonra kan dolaşımını terk ederler. Protein yanlış katlanma bozukluğu olarak da adlandırılan amiloidoz görülmesi durumu, proteinlerin anormal bir şekle bürünerek organlarda birikmesi nedeniyle meydana gelir.Sistemik amiloidoz, her organı, kalbi, böbrekleri, karaciğeri, sindirim sistemini, eklemleri, deriyi ve kan damarlarını etkileyebilir. Bazı durumlarda amiloid birikintileri çok birikir ve organ yetmezliğine neden olabilir. Lokalize amiloidoz ise tipik olarak cildi, mesaneyi ve solunum yollarını hedef alır.Amiloidoz Belirtileri Nelerdir?Amiloidoz belirtileri, türüne ve etkilediği organlara bağlı olarak farklılık gösterebilir. Genel olarak görülen amiloidoz belirtileri şöyle sıralanabilir:Amiloidoz Neden Olur?Amiloidoz, vücuttaki proteinler farklılık gösterdiğinde ve belirli organlara ya da dokulara yerleşerek protein yığınları oluşturduğu durumlarda meydana gelir. Bazı durumlarda amiloidoz, amiloidoz türleriyle bağlantılı olabilen ve altta yatan bir rahatsızlık olduğu durumlarda oluşur.Amiloidoz bazı kanser türleri, Akdeniz ateşi hastalığı, multipl miyelom, Hodgkin hastalığına bağlı olarak da gelişebilir. Bunun yanında uzun dönem diyaliz tedavisi gören böbrek hastalarında da görülebilmektedir. Kesin olarak nedeni bilinmeyen amiloidoz, genellikle 50 yaş üzeri kişilerde yaygın olarak oluşur.Amiloidoz Nasıl Teşhis Edilir?Uzman doktor fiziksel muayenenin ardından amiloidoz hastalığının altında yatan neden sorunu belirlemek için farklı testlerin uygulanmasını isteyebilir. Amiloidoz türlerine neden olan mutasyona uğramış proteini tanımlamak için kemik iliği aspirasyonu ve kemik iliği biyopsisinden de yararlanılabilir. Bunların yanında kişiye şu testler uygulanabilmektedir:Amiloidoz Tedavisi Nasıl Olur?Uzman doktor, amiloidoz belirtilerini öğrendikten sonra organ hasarı oluştuysa buna yönelik tedavi yöntemi uygulamak isteyebilir. Anormal plazma hücreleri AL amiloidozuna neden olduğunda anormal plazma hücrelerinin yok edilmesi için kemoterapi uygulanabilir. Farklı amiloidoz türleri için diğer yaygın tedaviler şöyle sıralanır:Hedefe yönelik tedavi: Hedefe yönelik tedavi, amiloidoza neden olan spesifik proteinleri, genleri ya da dokuların hedef alındığı tedavidir.Kemik iliği veya kök hücre nakli: Uzman doktor, anormal plazma hücreleri içeren kemik iliğini yok etmek ve yerine sağlıklı plazma hücrelerinin oluşması için yoğun dozda kemoterapi uygulayabilir.Organ nakli: Kalıtsal olan amiloidoz türlerini tedavi etmek için kişinin sağlık durumuna bağlı olarak böbrek, karaciğer ya da kalp nakli önerilebilir.Amiloidoz Hastaları için ÖnerilerAmiloidoz semptomlarının azalması ve yaşam kalitesini artırmak için çeşitli yöntemlerden yararlanmak mümkündür. Amiloidoz hastaları için öneriler şöyle sıralanır:Amiloidoz Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularAmiloidoz en çok nerede birikir?Amiloid proteini en çok böbrekler ve kalpte tutulum gerçekleştirir bu da hafif zincirlerden kaynaklı olarak ortaya çıkar.Amiloidoz için hangi doktora gidilir?Amiloidoz hastalığının teşhisi için İç Hastalıkları (Dahiliye) doktoruna gidilmesi gerekir.Amiloidoz iyileşir mi?Vücuda yayılma eğilimi gösteren amiloidozun tedavisi henüz bulunamamıştır. Başka bir hastalığa bağlı olarak gelişen amiloidoz türünde ise, neden olan hastalığın teşhisinin ardından düzelme gösterebilir.
3,804
169
Hastalıklar
Anafilaksi
Alerjik veya anafilaktik şok olarak da adlandırılan anafilaksi, tüm vücudu kapsayan, ani, şiddetli ve potansiyel olarak yaşamı tehdit eden bir alerjik reaksiyondur. Kişinin bağışıklık sisteminin alerjenlere karşı aşırı duyarlı olması sonucunda meydana gelen anafilaksi, çocuklarda özellikle 0-4 yaş arası dönemde daha sık ortaya çıkar. En yaygın anafilaksi belirtileri vücutta kaşıntı, döküntüler, şişlikler, nabzın zayıflaması, bayılma ve nefes almada zorluktur. Anafilaksi ağırlıklı olarak besinler, ilaçlar ve böcek sokmalarına bağlı olarak ortaya çıkar.Alerjik veya anafilaktik şok olarak da adlandırılan anafilaksi, tüm vücudu kapsayan, ani, şiddetli ve potansiyel olarak yaşamı tehdit eden bir alerjik reaksiyondur. Kişinin bağışıklık sisteminin alerjenlere karşı aşırı duyarlı olması sonucunda meydana gelen anafilaksi, çocuklarda özellikle 0-4 yaş arası dönemde daha sık ortaya çıkar. En yaygın anafilaksi belirtileri vücutta kaşıntı, döküntüler, şişlikler, nabzın zayıflaması, bayılma ve nefes almada zorluktur. Anafilaksi ağırlıklı olarak besinler, ilaçlar ve böcek sokmalarına bağlı olarak ortaya çıkar. Anafilaksi Nedir?Anafilaksi, besinler, kimyasallar, ilaçlar ve böcek sokmalarına bağlı ortaya çıkan ve ölüme yol açabilen tehlikeli bir sistemik alerjik reaksiyondur. Meydana gelen bu reaksiyon, bağışıklık sisteminin ilgili alerjenlere karşı reaksiyon göstermesiyle görülür. Anafilaksinin ölüm nedenini çoğunlukla tanı, tedavide gecikme, yanlış tedavi ya da tedaviye hastanın yanıt vermemesi oluşturur. Anafilaksi hastalığında bağışıklık sistemi, vücudun şoka girmesine neden olabilecek bir dizi kimyasal salgılar. Bu salgılamayla birlikte kan basıncı aniden düşer ve hava yolları daralarak nefes alınması engellenir. Bu sırada nabzın hızlanması veya zayıflamasının söz konusu olmasıyla birlikte deri döküntüsü yaşanması da muhtemeldir. Anafilakside mide bulantısı ve kusma da görülebilir. Anafilaksi hastalığı, epinefrin enjeksiyonu ile hızlı bir şekilde tedavi edilmelidir. Eğer tedavide gecikme yaşanırsa ölümcül bir tablo ortaya çıkabilir. Anafilaksi Neden Olur?Anafilaksi, besinler, kimyasallar, ilaçlar veya böcek sokmaları gibi alerjenlere bağışıklık sisteminin tepki vermesiyle ortaya çıkar. Anafilaksiye neden olan bu tetikleyicilerin vücuda girmesi sırasında bağışıklık sistemi vücuda kimyasallar salgılar ve bu durum vücudun şoka girmesine yol açar ve birtakım belirtiler ortaya çıkarır. Anafilaksinin yaygın nedenleri şunlardır: Besinler Kimyasallar  İlaçlar  Böcek sokması Nadir olarak polen, kırmızı et ve aşılarÇocuklarda en yaygın anafilaksi tetikleyicileri yer fıstığı ve kuruyemişler, süt, yumurta, balık, kabuklu deniz ürünleri, buğday, soya, susam ve süt gibi gıdalardır. Böcek sokmaları içinde ise anafilaksiye en sık neden olan arı sokmasıdır. Arı zehri hem çocuklarda hem de erişkinlerde en sık anafilaksi nedenleri arasındadır.Muhtemel tüm bu nedenlerin dışında herhangi bir nedene bağlı ortaya çıkmayan anafilaksi türü ise “idiyopatik anafilaksi” olarak adlandırılır ve erişkinlerde, özellikle yaşlılarda çocuklara göre daha fazla rastlanır.Anafilaksi Belirtileri Nelerdir?Kurdeşen, kaşıntı, döküntüler, kızarıklık ve şişlik gibi cilt reaksiyonları, nabız hızının artması veya azalması, baş dönmesi, bayılma ile birlikte tansiyon düşüklüğü de anafilakside gözlemlenen yaygın belirtiler arasında yer alır.Anafilaksi hastalığında ortaya çıkan belirtiler şu şekildedir: Kurdeşen, kaşıntı, döküntü, kızarıklık ve şişlik gibi cilt reaksiyonları Nabız hızının artması veya azalması Ağız içinde yoğun tükürük birikimi Burun akıntısı, kaşıntısı ve hapşırma Baş dönmesi Bayılma Düşük tansiyon Nefes almada zorlanma Öksürük veya hırıltı Yorgunluk, halsizlik Dil veya boğazın şişmesi Mide bulantısı ve kusma Karın ağrısı veya karında kramp İshal İdrar kaçırmaAnafilaksi belirti ve bulguları genellikle uyaranla karşılaştıktan sonraki ilk iki saat içinde ortaya çıkar. Bu süreç birkaç dakika kadar kısa olabileceği gibi bazı durumlarda 4-6 saate kadar da uzayabilir. Anafilakside en az iki organ/sistem tutulumu gerçekleşir Reaksiyona dahil olan sisteme/organa göre belirtiler değişkenlik gösterebilir. En sık tutulan sistem/organ deridir. Ancak cilt bulgularının hiç olmadığı yaklaşık yüzde 10’luk bir hasta grubu da bulunur. Solunum ve kalp-damar sisteminin tutulumu ise hayati tehlikeye işaret eder.Arı sokması ve ilaç kullanımı gibi direk bilinen bir alerjen maruziyeti sonrası hızla gelişen tek başına ses kısıklığı, boğazda tıkanıklık oluşması veya tansiyon düşüklüğü belirtileri de anafilaksiye işaret eder. Aynı kişide farklı zamanlarda farklı etkenlerle farklı belirtiler de ortaya çıkabilir.ÖZETLE; Anafilaksi, alerjen maddeye maruz kalınması sonrasında cilt reaksiyonlarıyla kendini gösterir. Bu reaksiyonlar ciltte döküntüler, kaşıntı, döküntü, kabarıklık ve şişliklerdir. Buna ek olarak nabız hızında anormallik, burun akıntısı, bayılma, baş dönmesi, düşük tansiyon ve nefes darlığı da görülebilir.Anafilaksi Nasıl Teşhis Edilir?Anafilaksi belirtileri, anafilaksi tanısı koymak için yeterlidir. Bununla birlikte anafilaksi tanısı, olayın kritik seyri nedeniyle hızla klinik olarak konulmakta ve laboratuvar testlerinin anafilaksi tanısında sınırlı yeri bulunmaktadır. Anafilaksi tanısı yaygın kabul görmüş klinik kriterleri kullanarak öykü ve fiziki muayeneye dayanmaktadır.Öykü, bir hastanın anafilaksi geçirip geçirmediğini ve nedenini belirlemek için en önemli ve ilk adımı oluşturur. Öyküde olayın ne zaman ve nasıl geliştiği, ne kadar sürdüğü, ne gibi belirtiler olduğu, herhangi bir tedavi uygulanıp uygulanmadığı (evde veya hastanede), olası tetikleyiciler/uyaranlar detaylı bir şekilde sorgulanmalıdır.Pratik olarak deri, solunum, dolaşım ve sindirim sistemi bulgularından ani gelişen iki veya daha fazla sistem bulgusunun varlığı durumunda anafilaksi düşünülmelidir. Ancak anafilaksi tanısının atlanmasının önemli nedenlerinden biri de cilt bulgularının her zaman tabloya eşlik etmemesidir.Bu sebeple anafilaksi tanısı için klinik kriterler belirlenmiştir. Aşağıdaki 3 kriterden herhangi birinin gerçekleşmesi halinde anafilaksi olasılığı çok yüksek olarak değerlendirilir.1-Akut olarak (dakikalar-saatler içinde) ortaya çıkan deri, mukoza veya ikisine ait tutulum belirtileri (Yaygın ürtiker, kaşıntı, kızarıklık, dudaklar/dil/uvula şişliği) ve aşağıdakilerden en az birinin varlığıa-Solunum bozulmasıb-Kan basıncında azalma veya uç organ fonksiyon bozukluğu ile ilişkili belirtiler2.Hastanın olası bir alerjen ile karşılaşmasından sonra hızla (dakikalar-saatler içinde) aşağıdakilerden iki veya daha fazlasının oluşmasıa-Deri, mukoza veya ikisine ait tutulum belirtileri (yaygın ürtiker, kaşıntı, kızarıklık, dudaklar/dil/uvula şişliği)b-Solunum bozulmasıc-Kan basıncında azalma veya uç organ fonksiyon bozukluğu ile ilişkili belirtilerd-İnatçı gastrointestinal belirtiler (kramp tarzında karın ağrısı, kusma gibi)3.Hasta için bilinen bir alerjen ile karşılaştıktan sonra (dakikalar-saatler içinde) kan basıncının düşmesia-Bebek ve çocuklarda: Yaşa uygun sistolik kan basıncının düşüklüğü veya sistolik kan basıncında >% 30 düşmeb-Erişkinlerde: Kan basıncı <90 mmHg veya hastanın bazal değerinden >%30 düşme Anafilaksi Tedavisi Nasıl Yapılır?Anafilaksı hastalığında ilk ve acil uygulanması gereken tedavi yöntemi epinefrin enjeksiyonudur. Acil müdahalenin dışında anafilaksi hastalığıyla karşılaşdığı sırada uygulanması gereken bazı adımlar da söz konusudur.  Anafilaksi ile karşılaşıldığında öncelikle kişinin bacakları gövde hizasından yukarıda olacak şekilde sırt üstü yatırılmalı ve havayolunun açık tutulması sağlanmalıdır. Hastanın oturur veya ayakta tutulması “Boş ventrikül sendromu”na ve ölüme yol açabilir. Bununla birlikte gebe olanlar sol yana doğru yatırılmalıdır. Bulantı veya kusma durumunda ise hasta başı yana dönük olacak şekilde yatırılmalıdır. Hastanın uyaranla / tetikleyici ile teması kesilmelidir. Arı sokması ise iğnesi parçalanmadan çıkarılmalı, besine bağlı ise ağız içi yıkanarak temizlenmeli, damar yoluyla verilen bir ilaç ise hemen kesilmelidir. Tedavide verilmesi gerekli ilk ilaç “epinefrin enjeksiyondur." Daha önce anafilaksi geçirmiş kişilerin Adrenalin otoenjektörü her zaman yanında olmalıdır. Destek amaçlı oksijen verilmesi, damar yolu açılarak var olan belirti ve bulgulara göre diğer ilaçların uygulanması gereklidir. Anafilaksinin acil tedavisi hızla yapıldıktan sonra belirti ve bulgular tamamen düzelse de solunum yakınması ile gelen hastaların 6-8 saat, dolaşım bozukluğu tablosu ile gelen hastaların ise “Bifazik anafilaksi” nedeniyle 12- 24 saat hastane ortamında izlenmesi gerekir.Anafilaksi Hakkında Sık Sorulan SorularAnafilaksi ne demek?Anafilaksi, alerjen kaynaklı ortaya çıkan ciddi bir akut alerjik reaksiyondur.Bifazik anafilaksi nedir? Bifazik anafilaksinin risk faktörleri nelerdir?Tedavi olan hastanın belirti ve bulguları tamamen düzelse bile solunum tıkanması şikayeti ile gelen hastaların 6-8 saat, dolaşım bozukluğu tablosu ile gelen hastaların ise 12-24 saat hastane ortamında izlenmesi gerekmektedir. Bunun nedeni tetikleyici/uyaran/alerjen ile temas kesilmiş olsa bile, bu belirti ve bulguların yeniden ortaya çıkması olarak tanımlanan “Bifazik anafilaksi” tablosudur. Anafilaksi geçirenlerin nerdeyse yüzde 21’inde karşılaşılma olasılığı olan Biafazik anafilaksinin risk faktörleri şunlardır: Adrenalinin geç yapılması Tansiyon düşüklüğü 6-9 yaş arası Hırıltılı solunum İshal İlaç alerjisine bağlı anafilaksi Sebebi bilinmeyen anafilaksiAnafilaksinin dereceleri var mıdır?Anafilaksinin dereceleri vardır. Anafilaksi tedavisine alınan yanıtın izlemini kolaylaştırmak ve daha objektif verilere dayanarak tedavi ve izlem programını yapabilmek için gelişen reaksiyonun şiddetini belirlemeye yönelik derecelendirme skorlaması bulunur. Çünkü aynı kişide, farklı zamanlarda, farklı etkenlerle, farklı belirtiler, değişik şiddette ortaya çıkabilir.Anafilaksi ne kadar sürede gelişir?Anafilaksi hızlı gelişen klinik bir tablodur. İlaç ve besin alerjileri ve arı sokmalarında dakikalar içinde ortaya çıkabileceği gibi, genellikle ilk iki saat içinde gelişir. Nadir de olsa kırmızı et alerjisi olgularında belirti ve bulgular kırmızı et tüketiminden 4-6 saat sonra da meydana gelebilir.Anafilaksi kendiliğinden geçer mi? Hayır, anafilaksi kendiliğinden geçmez. Tıbbi tedaviye ihtiyaç vardır.Anafilakside ilk yardım nasıl yapılır?Öncelikle anafilaksi geçirdiği düşünülen kişiyi güvenli pozisyona alırken eş zamanlı olarak yardım istemek de çok önemlidir. Kişinin adrenalin otoenjektörü olup olmadığının sorulması ve hızla uygulanması hayatı kurtarıcı bir müdahale olacaktır. Adrenalin otoenjektör uygulandıktan sonra mutlaka 112 aracılığı ile sağlık kurumuna başvurulması da gerekir. Bu süreçte ilk yardımda yapılması gerekenler şöyle sıralanabilir: Hastanın bacakları gövde hizasından yukarı olacak şekilde sırt üstü yatırılmalı Hastanın havayolunun açık tutulması sağlanmalı, Bulantı veya kusma var ise hastanın başı yana dönük olacak şekilde yatırılmalı,   Uyaran/ tetikleyici ile temas kesilmeli Mutlaka 112 acil yardım çağırılmalıdır.Anafilaksi ölüme sebep olur mu? Evet, anafilaksi ölüme sebebiyet verebilir.Anafilaktik reaksiyon ne demektir?Anafilaksi ile aynı anlamda olup: hızla ortaya çıkan ve ölüme yol açabilen ciddi sistemik bir alerjik reaksiyondur.Anafilaksinin görülme sıklığı nedir?Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre normal popülasyonda anafilaksi sıklığı yılda 100 bin kişide 50-112 arasında değişmektedir. Yaşam boyu sıklığı ise yüzde 0,3 -5,1 arasındadır. Erişkinlerde, infant ve çocuklarda görülebilir. Çocuklarda özellikle 0-4 yaş arasında görülme sıklığı daha fazladır. Ölüm oranı dünyadan verilere göre milyon kişide 0,35-1,06 arasında değişir. Adölesan ve erişkinde ölüm sıklığı daha fazladır. Türkiye’deki anafilaksi sıklığı için elimizde net veri olmamakla birlikte İstanbul’da ICD kayıtlarına göre sıklık 100 bin kişide 1,95 olarak bildirilmiştir. Triptaz test ne için ve ne zaman yapılır?Triptaz, normal bir bağışıklık tepkisinin yanı sıra alerjik (aşırı duyarlılık) tepkilerin bir parçası olarak aktive edildiklerinde mast hücrelerinden histamin ve diğer kimyasallarla birlikte salınan bir enzimdir. Triptaz testi kandaki triptaz miktarını ölçer. Ancak anafilaksinin hayatı tehdit edici özelliği nedeni ile tanısı klinik olarak konulmamaktadır. Bugün için anafilakside henüz kesin olarak tanıyı koyduran biyolojik bir belirteç yoktur. Şüpheli durumlarda yapılacak olan triptaz düzeyi ölçümü tanıya yardımcı olabilir. Triptaz testi, anafilaksi belirtilerinin başlangıcından sonraki 60-90. dakikalar arasında alınan kan ile anafilaksi belirti-bulguları tamamen düzeldikten 24-48 saat sonra alınan kan örneğine bakılıp karşılaştırma yapılarak yorumlanmalıdır.Bir şeye karşı alerji sahibi olup olunmadığı nasıl anlaşılır?Kişinin yaşına, şikayetlerine, belirti ve bulguların ağırlık-sıklığına, eşlik eden hastalıklarına, kullanmakta olduğu tüm ilaçlara göre farklı alerji testleri bulunmaktadır. Uygun alerji testinin seçimi doğru ve zamanında tanı koymak ve uygun tedavi yaklaşımını belirleyebilmek için çok önemlidir. Bunun için öncelikle immünoloji ve alerjik hastalıklar uzmanı ile detaylı bir görüşme yapılması, var olan belirti ve bulgulara göre ön tanı olarak alerjik bir hastalık düşünülüyor ise ön tanıya ve kişiye uygun test seçilmelidir.Antihistaminik ilaçları ne kadar sürede etki eder?Anafilakside ilk tedavide antihistaminik ilaçların yeri yoktur. Hatta ilk olarak adrenalin yapılması yerine antihistaminik ilaç verilmesi tedavi gecikmesine bağlı olarak ölüme yol açabilir.Anafilaksi hangi yaş grubu ve cinsiyette daha çok görülür?Anafilaksi her yaş grubunda ve cinsiyette karşılaşılabilen, önceden tahmin edilemeyen klinik bir tablodur. Tekrarlama olasılığı nedeni ile bir kez anafilaksi geçiren bireylerin mutlaka immünoloji ve alerji hastalıkları uzmanı tarafından değerlendirilmesi, uygun ve gerekli tetkik ve koruyucu tedavilerin planlanması gereklidir.En yaygın anafilaksi tetikleyicileri hangileridir?Anafilaksiye neden olan etkenler genellikle besinler, ilaçlar, gıda katkı maddeleri, film çekimlerinde kullanılan radyokontrast maddeler, arı zehri, yumurta, meyveler, biyolojik ilaçlar, lateks gibi maddelerdir. En sık anafilaksiye neden olan besinler yer fıstığı, kabuklu çerezler, süt, kabuklu deniz mahsulleri; ilaçlardan nonsteroid ağrı kesiciler, betalaktam grubu antibiyotiklerdir. Ancak her ilacın yatkın kişilerde anafilaksi yapma riskinin olduğu da akılda tutulmalıdır. Bununla birlikte egzersiz, polen, kırmızı et, seminal sıvı ve aşılar gibi nadir etkenler de tetikleyici olabilir.Anafilaksi nasıl önlenir?Anafilaksiyi önlemenin en iyi yolu, bu şiddetli reaksiyona neden olan maddelerden kaçınmaktır.Ayrıca: Belirli ilaçlara veya diğer maddelere karşı alerjik reaksiyon gösterildiğini belirtmek için tıbbi uyarı kolyesi veya bilezik takılmalı, Reçeteli ilaçlar içeren bir acil durum çantası her zaman hazır bulundurulmalı. Uzman doktor çantada bulunması gerekenler ile ilgili olarak tavsiyede bulunabilir. Var olan otoenjektörün son kullanma tarihi kontrol edilmeli ve süresi dolmadan yeni reçete edinilmeli, Hastanın kendisi ile ilgilenen tüm doktorlara kullandığı ilaç reaksiyonları konusunda uyarılarda bulunmalı, Sokan böceklere alerji olması durumunda, dikkatli olunmalıdır. Uzun kollu gömlekler ve pantolonlar giyilmeli, çimlerde çıplak ayakla yürünmemeli, parlak renklerden kaçınılmalı, parfüm, kolonya veya kokulu losyonlar sürülmemeli ve açık havada kutu içeceklerden içilmemelidir. Ayrıca sokan bir böceğin yanındayken sakin olunmalı, böcekten yavaşça uzaklaşılmalı ve böceğe vurmaktan kaçınılmalı, Gıda alerjisi varlığı durumunda, satın alınan ve yenilen tüm gıdaların etiketleri dikkatlice okunmalıdır. Çünkü gıdaların üretim süreçleri değişebilir ve bu nedenle yenilen gıdaların etiketleri sıklıkla kontrol edilmelidir. Dışarıda yemek yerken, her yemeğin nasıl hazırlandığı sorulmalı ve hangi malzemeleri içerdiği öğrenilmelidir. Alerjik olan az miktarda yiyecek bile ciddi bir reaksiyona neden olabilir.Adrenalin otoenjektör nedir?Adrenalinin sağlık kurumları dışında sağlık çalışanı dışında kişiler tarafından da kolaylıkla uygulanabilmesi için üretilmiş, kullanıma hazır enjektörlerdir. Her bir adrenalin otoenjektörü içinde bir uygulamalık doz bulunur. Otoenjektörler tek kullanımlıktır. Dünyanın çeşitli bölgelerinde değişik ticari isimlerde bulunabilir ve çocuk-erişkin için ayrı dozları mevcuttur. Adrenalin otoenjektörünün nasıl kullanılacağı mutlaka reçete eden hekim tarafından kişiye ve ailesine anlatılmalıdır. Ayrıca dijital platformlarda da adrenalin otoenjektörlerin nasıl kullanılacağına dair çeşitli videolar bulunmaktadır. Anafilaksi Nedir?Anafilaksi, besinler, kimyasallar, ilaçlar ve böcek sokmalarına bağlı ortaya çıkan ve ölüme yol açabilen tehlikeli bir sistemik alerjik reaksiyondur. Meydana gelen bu reaksiyon, bağışıklık sisteminin ilgili alerjenlere karşı reaksiyon göstermesiyle görülür. Anafilaksinin ölüm nedenini çoğunlukla tanı, tedavide gecikme, yanlış tedavi ya da tedaviye hastanın yanıt vermemesi oluşturur. Anafilaksi hastalığında bağışıklık sistemi, vücudun şoka girmesine neden olabilecek bir dizi kimyasal salgılar. Bu salgılamayla birlikte kan basıncı aniden düşer ve hava yolları daralarak nefes alınması engellenir. Bu sırada nabzın hızlanması veya zayıflamasının söz konusu olmasıyla birlikte deri döküntüsü yaşanması da muhtemeldir. Anafilakside mide bulantısı ve kusma da görülebilir. Anafilaksi hastalığı, epinefrin enjeksiyonu ile hızlı bir şekilde tedavi edilmelidir. Eğer tedavide gecikme yaşanırsa ölümcül bir tablo ortaya çıkabilir. Anafilaksi Neden Olur?Anafilaksi, besinler, kimyasallar, ilaçlar veya böcek sokmaları gibi alerjenlere bağışıklık sisteminin tepki vermesiyle ortaya çıkar. Anafilaksiye neden olan bu tetikleyicilerin vücuda girmesi sırasında bağışıklık sistemi vücuda kimyasallar salgılar ve bu durum vücudun şoka girmesine yol açar ve birtakım belirtiler ortaya çıkarır. Anafilaksinin yaygın nedenleri şunlardır:Çocuklarda en yaygın anafilaksi tetikleyicileri yer fıstığı ve kuruyemişler, süt, yumurta, balık, kabuklu deniz ürünleri, buğday, soya, susam ve süt gibi gıdalardır. Böcek sokmaları içinde ise anafilaksiye en sık neden olan arı sokmasıdır. Arı zehri hem çocuklarda hem de erişkinlerde en sık anafilaksi nedenleri arasındadır.Muhtemel tüm bu nedenlerin dışında herhangi bir nedene bağlı ortaya çıkmayan anafilaksi türü ise “idiyopatik anafilaksi” olarak adlandırılır ve erişkinlerde, özellikle yaşlılarda çocuklara göre daha fazla rastlanır.Anafilaksi Belirtileri Nelerdir?Kurdeşen, kaşıntı, döküntüler, kızarıklık ve şişlik gibi cilt reaksiyonları, nabız hızının artması veya azalması, baş dönmesi, bayılma ile birlikte tansiyon düşüklüğü de anafilakside gözlemlenen yaygın belirtiler arasında yer alır.Anafilaksi hastalığında ortaya çıkan belirtiler şu şekildedir:Anafilaksi belirti ve bulguları genellikle uyaranla karşılaştıktan sonraki ilk iki saat içinde ortaya çıkar. Bu süreç birkaç dakika kadar kısa olabileceği gibi bazı durumlarda 4-6 saate kadar da uzayabilir. Anafilakside en az iki organ/sistem tutulumu gerçekleşir Reaksiyona dahil olan sisteme/organa göre belirtiler değişkenlik gösterebilir. En sık tutulan sistem/organ deridir. Ancak cilt bulgularının hiç olmadığı yaklaşık yüzde 10’luk bir hasta grubu da bulunur. Solunum ve kalp-damar sisteminin tutulumu ise hayati tehlikeye işaret eder.Arı sokması ve ilaç kullanımı gibi direk bilinen bir alerjen maruziyeti sonrası hızla gelişen tek başına ses kısıklığı, boğazda tıkanıklık oluşması veya tansiyon düşüklüğü belirtileri de anafilaksiye işaret eder. Aynı kişide farklı zamanlarda farklı etkenlerle farklı belirtiler de ortaya çıkabilir.ÖZETLE; Anafilaksi, alerjen maddeye maruz kalınması sonrasında cilt reaksiyonlarıyla kendini gösterir. Bu reaksiyonlar ciltte döküntüler, kaşıntı, döküntü, kabarıklık ve şişliklerdir. Buna ek olarak nabız hızında anormallik, burun akıntısı, bayılma, baş dönmesi, düşük tansiyon ve nefes darlığı da görülebilir.Anafilaksi Nasıl Teşhis Edilir?Anafilaksi belirtileri, anafilaksi tanısı koymak için yeterlidir. Bununla birlikte anafilaksi tanısı, olayın kritik seyri nedeniyle hızla klinik olarak konulmakta ve laboratuvar testlerinin anafilaksi tanısında sınırlı yeri bulunmaktadır. Anafilaksi tanısı yaygın kabul görmüş klinik kriterleri kullanarak öykü ve fiziki muayeneye dayanmaktadır.Öykü, bir hastanın anafilaksi geçirip geçirmediğini ve nedenini belirlemek için en önemli ve ilk adımı oluşturur. Öyküde olayın ne zaman ve nasıl geliştiği, ne kadar sürdüğü, ne gibi belirtiler olduğu, herhangi bir tedavi uygulanıp uygulanmadığı (evde veya hastanede), olası tetikleyiciler/uyaranlar detaylı bir şekilde sorgulanmalıdır.Pratik olarak deri, solunum, dolaşım ve sindirim sistemi bulgularından ani gelişen iki veya daha fazla sistem bulgusunun varlığı durumunda anafilaksi düşünülmelidir. Ancak anafilaksi tanısının atlanmasının önemli nedenlerinden biri de cilt bulgularının her zaman tabloya eşlik etmemesidir.Bu sebeple anafilaksi tanısı için klinik kriterler belirlenmiştir. Aşağıdaki 3 kriterden herhangi birinin gerçekleşmesi halinde anafilaksi olasılığı çok yüksek olarak değerlendirilir.1-Akut olarak (dakikalar-saatler içinde) ortaya çıkan deri, mukoza veya ikisine ait tutulum belirtileri (Yaygın ürtiker, kaşıntı, kızarıklık, dudaklar/dil/uvula şişliği) ve aşağıdakilerden en az birinin varlığıa-Solunum bozulmasıb-Kan basıncında azalma veya uç organ fonksiyon bozukluğu ile ilişkili belirtiler2.Hastanın olası bir alerjen ile karşılaşmasından sonra hızla (dakikalar-saatler içinde) aşağıdakilerden iki veya daha fazlasının oluşmasıa-Deri, mukoza veya ikisine ait tutulum belirtileri (yaygın ürtiker, kaşıntı, kızarıklık, dudaklar/dil/uvula şişliği)b-Solunum bozulmasıc-Kan basıncında azalma veya uç organ fonksiyon bozukluğu ile ilişkili belirtilerd-İnatçı gastrointestinal belirtiler (kramp tarzında karın ağrısı, kusma gibi)3.Hasta için bilinen bir alerjen ile karşılaştıktan sonra (dakikalar-saatler içinde) kan basıncının düşmesia-Bebek ve çocuklarda: Yaşa uygun sistolik kan basıncının düşüklüğü veya sistolik kan basıncında >% 30 düşmeb-Erişkinlerde: Kan basıncı <90 mmHg veya hastanın bazal değerinden >%30 düşme Anafilaksi Tedavisi Nasıl Yapılır?Anafilaksı hastalığında ilk ve acil uygulanması gereken tedavi yöntemi epinefrin enjeksiyonudur. Acil müdahalenin dışında anafilaksi hastalığıyla karşılaşdığı sırada uygulanması gereken bazı adımlar da söz konusudur. Anafilaksi Hakkında Sık Sorulan SorularAnafilaksi ne demek?Anafilaksi, alerjen kaynaklı ortaya çıkan ciddi bir akut alerjik reaksiyondur.Bifazik anafilaksi nedir? Bifazik anafilaksinin risk faktörleri nelerdir?Tedavi olan hastanın belirti ve bulguları tamamen düzelse bile solunum tıkanması şikayeti ile gelen hastaların 6-8 saat, dolaşım bozukluğu tablosu ile gelen hastaların ise 12-24 saat hastane ortamında izlenmesi gerekmektedir. Bunun nedeni tetikleyici/uyaran/alerjen ile temas kesilmiş olsa bile, bu belirti ve bulguların yeniden ortaya çıkması olarak tanımlanan “Bifazik anafilaksi” tablosudur. Anafilaksi geçirenlerin nerdeyse yüzde 21’inde karşılaşılma olasılığı olan Biafazik anafilaksinin risk faktörleri şunlardır:Anafilaksinin dereceleri var mıdır?Anafilaksinin dereceleri vardır. Anafilaksi tedavisine alınan yanıtın izlemini kolaylaştırmak ve daha objektif verilere dayanarak tedavi ve izlem programını yapabilmek için gelişen reaksiyonun şiddetini belirlemeye yönelik derecelendirme skorlaması bulunur. Çünkü aynı kişide, farklı zamanlarda, farklı etkenlerle, farklı belirtiler, değişik şiddette ortaya çıkabilir.Anafilaksi ne kadar sürede gelişir?Anafilaksi hızlı gelişen klinik bir tablodur. İlaç ve besin alerjileri ve arı sokmalarında dakikalar içinde ortaya çıkabileceği gibi, genellikle ilk iki saat içinde gelişir. Nadir de olsa kırmızı et alerjisi olgularında belirti ve bulgular kırmızı et tüketiminden 4-6 saat sonra da meydana gelebilir.Anafilaksi kendiliğinden geçer mi? Hayır, anafilaksi kendiliğinden geçmez. Tıbbi tedaviye ihtiyaç vardır.Anafilakside ilk yardım nasıl yapılır?Öncelikle anafilaksi geçirdiği düşünülen kişiyi güvenli pozisyona alırken eş zamanlı olarak yardım istemek de çok önemlidir. Kişinin adrenalin otoenjektörü olup olmadığının sorulması ve hızla uygulanması hayatı kurtarıcı bir müdahale olacaktır. Adrenalin otoenjektör uygulandıktan sonra mutlaka 112 aracılığı ile sağlık kurumuna başvurulması da gerekir. Bu süreçte ilk yardımda yapılması gerekenler şöyle sıralanabilir:Anafilaksi ölüme sebep olur mu? Evet, anafilaksi ölüme sebebiyet verebilir.Anafilaktik reaksiyon ne demektir?Anafilaksi ile aynı anlamda olup: hızla ortaya çıkan ve ölüme yol açabilen ciddi sistemik bir alerjik reaksiyondur.Anafilaksinin görülme sıklığı nedir?Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre normal popülasyonda anafilaksi sıklığı yılda 100 bin kişide 50-112 arasında değişmektedir. Yaşam boyu sıklığı ise yüzde 0,3 -5,1 arasındadır. Erişkinlerde, infant ve çocuklarda görülebilir. Çocuklarda özellikle 0-4 yaş arasında görülme sıklığı daha fazladır. Ölüm oranı dünyadan verilere göre milyon kişide 0,35-1,06 arasında değişir. Adölesan ve erişkinde ölüm sıklığı daha fazladır. Türkiye’deki anafilaksi sıklığı için elimizde net veri olmamakla birlikte İstanbul’da ICD kayıtlarına göre sıklık 100 bin kişide 1,95 olarak bildirilmiştir. Triptaz test ne için ve ne zaman yapılır?Triptaz, normal bir bağışıklık tepkisinin yanı sıra alerjik (aşırı duyarlılık) tepkilerin bir parçası olarak aktive edildiklerinde mast hücrelerinden histamin ve diğer kimyasallarla birlikte salınan bir enzimdir. Triptaz testi kandaki triptaz miktarını ölçer. Ancak anafilaksinin hayatı tehdit edici özelliği nedeni ile tanısı klinik olarak konulmamaktadır. Bugün için anafilakside henüz kesin olarak tanıyı koyduran biyolojik bir belirteç yoktur. Şüpheli durumlarda yapılacak olan triptaz düzeyi ölçümü tanıya yardımcı olabilir. Triptaz testi, anafilaksi belirtilerinin başlangıcından sonraki 60-90. dakikalar arasında alınan kan ile anafilaksi belirti-bulguları tamamen düzeldikten 24-48 saat sonra alınan kan örneğine bakılıp karşılaştırma yapılarak yorumlanmalıdır.Bir şeye karşı alerji sahibi olup olunmadığı nasıl anlaşılır?Kişinin yaşına, şikayetlerine, belirti ve bulguların ağırlık-sıklığına, eşlik eden hastalıklarına, kullanmakta olduğu tüm ilaçlara göre farklı alerji testleri bulunmaktadır. Uygun alerji testinin seçimi doğru ve zamanında tanı koymak ve uygun tedavi yaklaşımını belirleyebilmek için çok önemlidir. Bunun için öncelikle immünoloji ve alerjik hastalıklar uzmanı ile detaylı bir görüşme yapılması, var olan belirti ve bulgulara göre ön tanı olarak alerjik bir hastalık düşünülüyor ise ön tanıya ve kişiye uygun test seçilmelidir.Antihistaminik ilaçları ne kadar sürede etki eder?Anafilakside ilk tedavide antihistaminik ilaçların yeri yoktur. Hatta ilk olarak adrenalin yapılması yerine antihistaminik ilaç verilmesi tedavi gecikmesine bağlı olarak ölüme yol açabilir.Anafilaksi hangi yaş grubu ve cinsiyette daha çok görülür?Anafilaksi her yaş grubunda ve cinsiyette karşılaşılabilen, önceden tahmin edilemeyen klinik bir tablodur. Tekrarlama olasılığı nedeni ile bir kez anafilaksi geçiren bireylerin mutlaka immünoloji ve alerji hastalıkları uzmanı tarafından değerlendirilmesi, uygun ve gerekli tetkik ve koruyucu tedavilerin planlanması gereklidir.En yaygın anafilaksi tetikleyicileri hangileridir?Anafilaksiye neden olan etkenler genellikle besinler, ilaçlar, gıda katkı maddeleri, film çekimlerinde kullanılan radyokontrast maddeler, arı zehri, yumurta, meyveler, biyolojik ilaçlar, lateks gibi maddelerdir. En sık anafilaksiye neden olan besinler yer fıstığı, kabuklu çerezler, süt, kabuklu deniz mahsulleri; ilaçlardan nonsteroid ağrı kesiciler, betalaktam grubu antibiyotiklerdir. Ancak her ilacın yatkın kişilerde anafilaksi yapma riskinin olduğu da akılda tutulmalıdır. Bununla birlikte egzersiz, polen, kırmızı et, seminal sıvı ve aşılar gibi nadir etkenler de tetikleyici olabilir.Anafilaksi nasıl önlenir?Anafilaksiyi önlemenin en iyi yolu, bu şiddetli reaksiyona neden olan maddelerden kaçınmaktır.Ayrıca:Adrenalin otoenjektör nedir?Adrenalinin sağlık kurumları dışında sağlık çalışanı dışında kişiler tarafından da kolaylıkla uygulanabilmesi için üretilmiş, kullanıma hazır enjektörlerdir. Her bir adrenalin otoenjektörü içinde bir uygulamalık doz bulunur. Otoenjektörler tek kullanımlıktır. Dünyanın çeşitli bölgelerinde değişik ticari isimlerde bulunabilir ve çocuk-erişkin için ayrı dozları mevcuttur. Adrenalin otoenjektörünün nasıl kullanılacağı mutlaka reçete eden hekim tarafından kişiye ve ailesine anlatılmalıdır. Ayrıca dijital platformlarda da adrenalin otoenjektörlerin nasıl kullanılacağına dair çeşitli videolar bulunmaktadır.
10,987
170
Hastalıklar
ALS Hastalığı
Motor nöron hastalığı olarak da bilinen ALS, kas güçsüzlüğüne neden olan beyin ve omurilikteki sinir hücrelerini etkileyen ilerleyici bir nörodejeneratif hastalıktır.  ALS belirtileri bir uzuvda kas seğirmesi, konuşma, yutkunma ve hareket etme güçlüğü olarak ortaya çıkar. Hastalık ilerledikçe nefes almak zorlaşarak kişiyi önemli derecede etkiler. ALS tedavisi, semptomları yönetmek ve hastalığın ilerlemesini yavaşlatmak için uygulanır.Motor nöron hastalığı olarak da bilinen ALS, kas güçsüzlüğüne neden olan beyin ve omurilikteki sinir hücrelerini etkileyen ilerleyici bir nörodejeneratif hastalıktır.  ALS belirtileri bir uzuvda kas seğirmesi, konuşma, yutkunma ve hareket etme güçlüğü olarak ortaya çıkar. Hastalık ilerledikçe nefes almak zorlaşarak kişiyi önemli derecede etkiler. ALS tedavisi, semptomları yönetmek ve hastalığın ilerlemesini yavaşlatmak için uygulanır. ALS Hastalığı Nedir?Amyotrofik lateral skleroz veya ALS hastalığı, istemli kas hareketini ve nefes almayı kontrol eden motor nöronlarını, beyindeki sinir hücrelerini ve omuriliği etkileyen nörolojik bir hastalıktır. ALS hastalığını etkilediği kaslar çiğnemek, konuşmak, kolları ve bacakları hareket ettirmek gibi eylemler için kullanılan kaslardır. ALS zamanla ilerleyebilir ve semptomları kötüleşebilir. ALS hastalığı kasların körelmesine ve erimesin neden olur. ALS hastalığı olan kişiler, akciğerleri kana yeterince oksijen gidemediğinde solunum yetmezliğinden hayatını kaybedebilir.ALS tedavisi olmamasına rağmen semptomların azalmasına yönelik tedaviler sürekli olarak gelişme gösterir. Tedavilerin doğru uygulandığında hastalığın ilerlemesi yavaşlatılabilir.ALS Hastalığı Belirtileri Nelerdir?ALS hastalığının erken belirtileri takılma ve düşme, ellerde ve bacaklarda güçsüzlük, kas krampları ve seğirmesi, geveleyerek konuşma ve yutma güçlüğüdür.ALS hastalığını işaret eden belirtiler şunlardır: Kol, bacak, omuz veya dilde kas seğirmesi Kas krampları Yürürken takılıp düşme gibi olağan günlük aktiviteleri yapmada zorluk Boyun, el bacak, ayak veya ayaklarda zayıflık Geveleyerek konuşma Çiğneme ve yutma güçlüğü Eşyaları taşırken zorlanma Yazı yazarken zorlanma Kontrol edilemeyen ağlama ve gülme Bilişsel ve davranışsal değişikliklerHastalık ilerledikçe ek olarak şu belirtiler de görülebilir: Nefes darlığı Nefes almakta zorluk FelçSolunum problemleriALS'li hastalarda en yaygın olan ölüm nedeni  solunum kaslarının tutulmasına bağlı gelişen solunum yetmezliğidir. Solunum güçlüğü çeken ALS hastalarının geceleri nefes almalarına yardımcı olacak bir cihaza ihtiyaçları olabilir. Örneğin; ALS hastalarının geceleri nefes almalarına yardımcı olabilmek adına sürekli bir şekilde pozitif hava yolu basıncı (CPAP) veya iki seviyeli pozitif hava yolu basıncı (BİPAP) sağlayan cihazlar önerilebilir.ALS'nin ileri aşamalarında bazı kişilerde, akciğerleri daha iyi havalandıran bir solunum cihazını tam olarak kullanabilmek için cerrahi yöntemle oluşturulmuş boynun ön tarafından nefes borusuna giden bir delik olan trakeostomi tercih edilebilir.Konuşma sorunlarıALS'li çoğu hasta konuşma güçlüğü çeker. ALS'li kişilerin daha net iletişim kurmasına yardımcı olmak için yardımcı cihazlar bulunmaktadır.Yeme sorunlarıALS hastalığı ilerleyen kişilerde yutma güçlüğüne bağlı olarak dehidrasyon gelişebilir. Ayrıca akciğerlere yiyecek, sıvı veya tükürük bulaşma riski daha yüksektir ve bu da pnömoniye neden olabilir. Bir beslenme tüpü bu riskleri azaltabilir, uygun hidrasyon ve beslenmeyi sağlayabilir.DemansALS'li  kişilerde nadir olarak hafıza-bunama sorunları görülebilir, söz konusu kişilere fronto-temporal demans adı verilen bir tür bunama teşhisi konabilir.ALS Hastalığı Sınıflandırmaları Nelerdir?ALS olguları ailesel ve sporadik (kalıtsal olmayan) olarak ayrılır. ALS vakalarının %90-95'i sporadiktir, yani bu olgularda aile öyküsü yoktur. Sporadik olgularda ALS  hastalığının neden kaynaklandığı bilinmemektedir. ALS hastalığı şu şekilde sınıflandırılır:Klasik ALSÜst ve alt motor sinir hücrelerinin (nöronlar) bozulması ile karakterize, ilerleyici bir nörolojik hastalıktır. Klasik ALS, ALS’li tüm hastaların üçte ikisinden fazlasını kapsar.Primer Lateral SklerozÜst motor sinir hücrelerinin (nöronlar) bozulduğu, ilerleyici nörolojik bir hastalıktır. Alt motor nöronlar iki yıl içinde etkilenmezse, hastalık genellikle saf bir üst motor nöron hastalığı olarak kalır. Primer Lateral Skleroz tüm ALS formları içinde en nadir görülenidir.Progresif Bulbar Felç (PBP)Alt motor sinir hücresinin (nöron) bozulması nedeniyle konuşma, çiğneme ve yutma güçlüğü ile başlayan bir durumdur. Bu bozukluk, ALS'li tüm hastaların yaklaşık % 25'ini kapsar.Progresif Musküler Atrofi (PMA)Alt motor nöronların kötüleştiği progresif nörolojik bir hastalıktır. Üst motor nöronlar iki yıl içinde etkilenmezse, hastalık genellikle saf bir alt motor nöron hastalığı olarak kalır.Ailevi ALSAynı ailenin birden fazla üyesini etkileyen, ilerleyici nörolojik bir hastalıktır. ALS'li hastaların %5 ila %10’unu kapsar.ALS Hastalığı İçin Risk Faktörleri Nelerdir?ALS hastalığı risk faktörleri arasında genetik, yaş, cinsiyet ve kalıtım yer alabilir. Çevresel risk faktörleri de çevresel olarak toksinlere çok fazla maruz kalmak, sigara kullanımı ya da mesleki durum kaynaklıdır. ALS için diğer risk faktörler şöyle sıralanabilir:Aile öyküsü: ALS teşhisi konan kişilerin %5 ila 10'unda hastalık kalıtım yoluyla ebeveynlerden aktarılır.Yaş: ALS hastalığı riski yaşın ilerlemesiyle birlikte artış gösterir ve hastalık en çok 40-60 yaş aralığındaki kişilerde görülür.Cinsiyet: 65 yaşından önce erkeklerde kadınlardan biraz daha fazla ALS gelişir. Bu cinsiyet farkı 70 yaşından sonra kaybolur.Genetik: Farklı mutasyonlar, farklı etkilere neden olabilir. Normal proteindeki herhangi bir değişiklik hücreye zararlı olabilir ve hastalık oluşturabilir. Ailesel ALS hastalarında en sık rastlanan mutasyonlar C9orf72, SOD 1,TDP43, FUS, UBQLN2 gen mutasyonları olarak bilinmektedir.Aşağıdaki çevresel faktörler de ALS'yi tetikleyebilir:Sigara içmek: ALS için olası çevresel risk faktörlerindendir. Risk, özellikle menopoz sonrası kadınlar arasında en yüksek düzeydedir.Çevresel toksin maruziyeti: Bazı çalışmalar, işyerinde veya evde kurşuna veya diğer maddelere maruz kalmanın ALS ile bağlantılı olabileceğini gösterebilse de geçmişte ağır metallere maruz kalma ile ALS riski arasında pozitif bir ilişki, tutarlı bir şekilde ortaya çıkmamıştır.Mesleki durum: Araştırmalar, orduda görev yapan kişilerin daha yüksek ALS riski altında olduğunu göstermektedir. Burada ALS gelişimini neyin tetikleyebileceği ise belirsizliğini korumaktadır.Belirli metallere, kimyasallara maruz kalmanın, travmatik yaralanmaların, viral enfeksiyonlara yakalanmanın ve yoğun efor sarf etmenin ALS gelişimini tetikleyebileceği ihtimali üzerinde durulmaktadır.ALS Nasıl Teşhis Edilir?ALS hastalığını doğru şekilde teşhis etmek için öncelikle kişinin tıbbi geçmişi değerlendirilir ve fiziksel/nörolojik muayenesi yapılır. ALS hastalığı teşhisi için uygulanan çeşitli laboratuvar ve radyolojik testler şu şekildedir: Elektromiyogram (EMG) [sinirlerinizdeki ve kaslarınızdaki elektriksel aktiviteyi ölçen bir test] Kan testleri Omurilik sıvısı testi Manyetik Rezonans Görüntüleme (MR) [x-ışınları kullanmadan vücudun görüntülerini üreten bir test]ALS Tedavi Yöntemleri Nelerdir?Günümüzde ALS hastalığı için kesin bir tedavi yoktur, uygulanan tedavi yöntemleri semptomları hafifletmeyi, hastaya sosyal ve duygusal destek sağlamayı, hastalığın ilerlemesini yavaşlatmayı amaçlamaktadır. Tedavi seçenekleri şunları içerir: Ağrılı kas kramplarını, aşırı salyayı ve diğer semptomları hafifletmek için ilaçlar. Hareketliliği sürdürmek, kas sertliği, kramplar ve sıvı tutulması rahatsızlığını hafifletmek için fizik tedavi seçenekleri. İyi beslenmeyi teşvik etmek ve yutmada zorluk şikayetleri için diyetisyenler eşliğinde doğru beslenme alışkanlığı Mümkün olduğunca sözlü iletişim becerisini sürdürmek için konuşma terapisi ve iletişim eğitimi. İletişim eğitimi, sözlü olmayan teknikleri de içerir. Giyinme, yemek yeme, tuvalet ve banyo gibi günlük aktivitelere yardımcı olmak için atel, düzeltici teller, tutunma çubukları, erişim cihazları vb. hastaya günlük yaşamında yardımcı olacak cihazlar. Fonksiyonel bağımsızlığı en üst düzeye çıkarmak için tekerlekli sandalyeler, elektrikli yataklar veya şilteler, tahtalar gibi özel ekipmanlar.ALS hastasının tedavisinde multidisipliner bir ekip çalışması gerekir, bu ekibe dahil edilebilecek tıbbi personeller aşağıdaki gibidir:Nörolog:ALS hastalarının durumunun teşhisi, değerlendirilmesi ve yönetiminden sorumlu ve uzman olan ana hekimdir.Fiziksel terapiler: Kas gücünü ve eklem hareket açıklığını mümkün olduğu kadar uzun süre korumak adına düşük etkin egzersiz önerilerinde bulunulur.Esneme egzersizleriALS hastaları için esneme egzersizleri kas kramplarının sıklığını veya yoğunluğunu azaltmaya yardımcı olabilir. Ağrı ve sertliği önlemek için bunlar günlük olarak yapılmalıdır.Hareket açıklığı egzersizleri (ROM)Bu egzersizlerin amacı eklemlerin normal hareket derecelerinde kalmasını sağlamak, ağrı, ödem ve kısıtlanmayı önlemektir.Güçlendirme egzersizleriALS hastaları için güçlendirme egzersizleri tavsiye edilmez. Zira ağırlıklarla egzersiz yapmak zayıflamış kasları güçlendirmeyebileceği gibi kas güçsüzlüğünün daha da artmasına neden olabilir.Düzenli fizyoterapi programı ile amaçlanan kardiyovasküler performansı koruyacak şekilde, varolan kas gücünün ve hareket etmek için gerekli olan eklem hareket açıklığının mümkün olduğunca uzun süre korunamsını sağlayabilmektir.Dil ve konuşma terapisti: ALS'li çoğu insan konuşma güçlüğü çeker. Konuşma terapisti konuşmakta güçlük çeken ALS hastaları ile ilgilenir.Diyetisyen: Optimal hidrasyon ve beslenmeyi koordine etmek için sıklıkla ALS konuşma patoloğu ile birlikte çalışır ve hastalara beslenme değişiklikleri konusunda yardımcı olur.Solunum terapisti: ALS’nin solunum etkileri konusunda uzman bir sağlık pratisyenidir. Solunum terapisti ALS hastasının nefes almasını değerlendirerek hastadaki solunum kas gücünü ölçer. Solunum terapistleri ayrıca ALS hastalarında görülen solunum gücündeki düşüşten kaynaklanan semptomları hafifletmek amacıyla gerekli olan ekipman konusunda destek sağlar.Beslenme Uzmanı: ALS hastalığında beslenme desteği de önemlidir, zira hastalığın neden olduğu yutma güçlüğü yeterli besinleri almayı zorlaştırabilir. Beslenme uzmanları, yutması daha kolay olan besleyici yemekler hazırlama konusunda bazı tavsiyelerde bulunabilir. Emme cihazları ve beslenme tüpleri de ALS hastasına yardımcı olabilir.ALS Hakkında Sık Sorulan SorularALS Duyuları Etkiler Mi?ALS bir motor nöron hastalığıdır, yani sadece vücudun istemli kaslarını etkiler. Kişinin duyularını kontrol eden duyusal nöronlar genellikle etkilenmez. Bu nedenle, ALS'li çoğu insan görmeyi, duymayı, dokunmayı, koklamayı ve tat almayı sürdürür.ALS Hastalığı Bulaşıcı Mıdır?ALS, bulaşıcı olmayan bir hastalıktır.  Kan, vücut sıvıları veya havayla doğrudan temas yoluyla bulaşmaz.ALS Hastası Tamamen İyileşebilir Mi?ALS hastalığının günümüzde bilinen bir tedavisi yoktur. Solunum cihazları ve besleme tüpleriyle hastanın yaşam kalitesi ve uzunluğu artırılabilir.ALS İle Benzer Semptomlar Gösteren Hastalıklar Hangileridir?MS hastalığı ve Parkinson başta olmak üzere ALS hastalığıyla karıştırılabilecek bir dizi hastalık vardır. Multipl Skleroz yani MS, ALS'yi taklit edebilen yaygın hastalıklardan biridir. ALS ve MS hastalıklarının erken evrelerinde kas sertliği, spazmlar ve yürüme güçlüğü görülebilir. Bununla birlikte, hastalıklar ilerledikçe, iki hastalık arasındaki farklar daha kolay anlaşılır hale gelecektir. MS, beyin ve omurilikteki sinir hücrelerinin myelin kılıfını etkileyen otoimmün bir hastalıkken, ALS genellikle vücudun oldukça lokalize bir bölümünde başlayan üst ve alt motor nöronu etkileyen dejeneratif bir hastalıktır.Parkinson ve ALS hastalıkları da bazı benzerlikleri paylaşır. Erken evrelerde postüral dengesizlik gibi semptomlar iki hastalık arasında kafa karışıklığına neden olabilir. Ancak Parkinson vücuttaki tüm nöronlardan ziyade beynin belirli bir bölümünü etkiler.ALS Hastaları Konuşma Esnasında İletişimi Kolaylaştırmak İçin Neler Yapabilir?Konuşma terapistleri, ALS'li kişilerin iletişim becerilerini olabildiğince korumalarına yardımcı olabilir, sözlü olmayan iletişim becerileri dahil olmak üzere enerjiyi koruyan teknikleri de öğretir. ALS hastalarının iletişimi koruması ve geliştirmesi için şunlar yapılabilir: Gürültünün az olduğu bir ortam seçilmelidir Yavaş şekilde konuşulmalıdır. Konuşulan kişinin yüzünün görüldüğünden emin olunmalıdır. İyi aydınlatılmış bir ortam ve yüz yüze görüşmek iletişimde anlaşılırlığı artırır. Konuşma esnasında kısa cümleler kullanılmalıdır. Nefes başına bir veya iki kelime ideal olandır. Uzun, stresli konuşmalar esnasında destek sağlayan rahat bir duruş ve pozisyon seçilmelidir. Zayıflayan kasları güçlendirmeye yönelik egzersizlerin ters etki yapabileceği unutulmamalıdır. Konuşma terapistine hangi egzersizlerin uygun olduğu sorulmalıdır. Planlanan konuşmalardan veya telefon görüşmelerinden önce istirahat süreleri planlanmalıdır, zira yorgunluk konuşma becerisini önemli ölçüde etkiler. Bu bağlamda konuşma becerisi için sabah saatlerinde işe yarayan teknikler, günün ilerleyen saatlerinde işe yaramayabilir. Ses kısıklığı mevcutsa konuşma esnasında bir amplifikatör kullanılmalıdır. Solunum cihazı kullanan hastalar, alternatif bir hava kaynağı sağlayan elektrolarinks veya solunum tüpü kullanabilir.Konuşulan kişi tarafından anlaşılmakta güçlük çekenler için aşağıdaki öneriler yardımcı olabilir: Zorlanmadan yazabilenler, yanında her zaman yedek bir kağıt ve kalem taşımalıdır. Bu şekilde söylenmeye çalışılan şey konuşularak anlaşılmadığı takdirde yazı yoluyla iletilebilir. Yazmakta zorlananlar ise söylenen kelimelerin ilk harfini işaret etmek veya taramak için bir alfabe tahtası kullanmalıdır. Konuşulmadan önce konunun belirlenmesi de iletişimi kolaylaştırabilir.ALS’li Hastaların Daha Net İletişim Kurmasına Yardımcı Olabilecek Cihazlar Nelerdir?ALS'li kişilerin daha net iletişim kurmasına yardımcı olmak için mevcut yardımcı cihazlar şunlardır:Damak kaldırma aparatı: Tutucuya benzer bir diş aparatıdır. Yumuşak damağı kaldırır ve konuşma sırasında havanın burundan dışarı çıkmasını engeller.Amplifikasyon: Ses yüksekliğini artırmak için kullanılabilen kişisel bir amplifikatör, ayrıca ses yorgunluğunu da azaltır.TTY telefon röle sistemi: Bu sistemle birlikte isteğe göre ya mesajın tamamı yazılır ya da sadece anlaşılmayan kelimeler yazılabilir.Düşük teknolojili cihazlar: Dizüstü bilgisayarlar ve dil panoları, alternatif iletişim teknikleri olarak kullanılabilir.Yüksek teknolojili elektronik konuşma güçlendiriciler, iletişim cihazları - ses sentezleyicili bilgisayarlar ve özel iletişim cihazları da mevcuttur. Elektronik bir iletişim yardımı satın almakla ilgilenen hastalar, bu durumu önce konuşma dili patoloğu ile görüşmelidir.ALS Hastasıyla Konuşmak İsteyen Dinleyiciler Nelere Dikkat Etmelidir?Dinleyicilerin konuşma ve iletişim kurmakta güçlük çeken ALS hastalarına yardımcı olabileceği bazı yollar şunlardır: Yüz yüze iletişim kurmaya özen gösterilmelidir. ‘Evet’ veya ‘Hayır’ yanıtı gerektiren sorular sorulmalıdır. Cümlenin anlaşılan kısmı tekrarlanmalıdır. (Örneğin, ‘Yukarı çıkıp neyi almamı istiyorsun?’) ALS hastasının söylediği şeyin tekrar edilmesi istenmeli, daha yavaş konuşması gerektiği söylenmeli veya anlaşılmayan kelimelerin hecelenmesi istenmelidir. ALS Hastalığı Nedir?Amyotrofik lateral skleroz veya ALS hastalığı, istemli kas hareketini ve nefes almayı kontrol eden motor nöronlarını, beyindeki sinir hücrelerini ve omuriliği etkileyen nörolojik bir hastalıktır. ALS hastalığını etkilediği kaslar çiğnemek, konuşmak, kolları ve bacakları hareket ettirmek gibi eylemler için kullanılan kaslardır. ALS zamanla ilerleyebilir ve semptomları kötüleşebilir. ALS hastalığı kasların körelmesine ve erimesin neden olur. ALS hastalığı olan kişiler, akciğerleri kana yeterince oksijen gidemediğinde solunum yetmezliğinden hayatını kaybedebilir.ALS tedavisi olmamasına rağmen semptomların azalmasına yönelik tedaviler sürekli olarak gelişme gösterir. Tedavilerin doğru uygulandığında hastalığın ilerlemesi yavaşlatılabilir.ALS Hastalığı Belirtileri Nelerdir?ALS hastalığının erken belirtileri takılma ve düşme, ellerde ve bacaklarda güçsüzlük, kas krampları ve seğirmesi, geveleyerek konuşma ve yutma güçlüğüdür.ALS hastalığını işaret eden belirtiler şunlardır:Hastalık ilerledikçe ek olarak şu belirtiler de görülebilir:Solunum problemleriALS'li hastalarda en yaygın olan ölüm nedeni  solunum kaslarının tutulmasına bağlı gelişen solunum yetmezliğidir. Solunum güçlüğü çeken ALS hastalarının geceleri nefes almalarına yardımcı olacak bir cihaza ihtiyaçları olabilir. Örneğin; ALS hastalarının geceleri nefes almalarına yardımcı olabilmek adına sürekli bir şekilde pozitif hava yolu basıncı (CPAP) veya iki seviyeli pozitif hava yolu basıncı (BİPAP) sağlayan cihazlar önerilebilir.ALS'nin ileri aşamalarında bazı kişilerde, akciğerleri daha iyi havalandıran bir solunum cihazını tam olarak kullanabilmek için cerrahi yöntemle oluşturulmuş boynun ön tarafından nefes borusuna giden bir delik olan trakeostomi tercih edilebilir.Konuşma sorunlarıALS'li çoğu hasta konuşma güçlüğü çeker. ALS'li kişilerin daha net iletişim kurmasına yardımcı olmak için yardımcı cihazlar bulunmaktadır.Yeme sorunlarıALS hastalığı ilerleyen kişilerde yutma güçlüğüne bağlı olarak dehidrasyon gelişebilir. Ayrıca akciğerlere yiyecek, sıvı veya tükürük bulaşma riski daha yüksektir ve bu da pnömoniye neden olabilir. Bir beslenme tüpü bu riskleri azaltabilir, uygun hidrasyon ve beslenmeyi sağlayabilir.DemansALS'li  kişilerde nadir olarak hafıza-bunama sorunları görülebilir, söz konusu kişilere fronto-temporal demans adı verilen bir tür bunama teşhisi konabilir.ALS Hastalığı Sınıflandırmaları Nelerdir?ALS olguları ailesel ve sporadik (kalıtsal olmayan) olarak ayrılır. ALS vakalarının %90-95'i sporadiktir, yani bu olgularda aile öyküsü yoktur. Sporadik olgularda ALS  hastalığının neden kaynaklandığı bilinmemektedir. ALS hastalığı şu şekilde sınıflandırılır:Klasik ALSÜst ve alt motor sinir hücrelerinin (nöronlar) bozulması ile karakterize, ilerleyici bir nörolojik hastalıktır. Klasik ALS, ALS’li tüm hastaların üçte ikisinden fazlasını kapsar.Primer Lateral SklerozÜst motor sinir hücrelerinin (nöronlar) bozulduğu, ilerleyici nörolojik bir hastalıktır. Alt motor nöronlar iki yıl içinde etkilenmezse, hastalık genellikle saf bir üst motor nöron hastalığı olarak kalır. Primer Lateral Skleroz tüm ALS formları içinde en nadir görülenidir.Progresif Bulbar Felç (PBP)Alt motor sinir hücresinin (nöron) bozulması nedeniyle konuşma, çiğneme ve yutma güçlüğü ile başlayan bir durumdur. Bu bozukluk, ALS'li tüm hastaların yaklaşık % 25'ini kapsar.Progresif Musküler Atrofi (PMA)Alt motor nöronların kötüleştiği progresif nörolojik bir hastalıktır. Üst motor nöronlar iki yıl içinde etkilenmezse, hastalık genellikle saf bir alt motor nöron hastalığı olarak kalır.Ailevi ALSAynı ailenin birden fazla üyesini etkileyen, ilerleyici nörolojik bir hastalıktır. ALS'li hastaların %5 ila %10’unu kapsar.ALS Hastalığı İçin Risk Faktörleri Nelerdir?ALS hastalığı risk faktörleri arasında genetik, yaş, cinsiyet ve kalıtım yer alabilir. Çevresel risk faktörleri de çevresel olarak toksinlere çok fazla maruz kalmak, sigara kullanımı ya da mesleki durum kaynaklıdır. ALS için diğer risk faktörler şöyle sıralanabilir:Aile öyküsü: ALS teşhisi konan kişilerin %5 ila 10'unda hastalık kalıtım yoluyla ebeveynlerden aktarılır.Yaş: ALS hastalığı riski yaşın ilerlemesiyle birlikte artış gösterir ve hastalık en çok 40-60 yaş aralığındaki kişilerde görülür.Cinsiyet: 65 yaşından önce erkeklerde kadınlardan biraz daha fazla ALS gelişir. Bu cinsiyet farkı 70 yaşından sonra kaybolur.Genetik: Farklı mutasyonlar, farklı etkilere neden olabilir. Normal proteindeki herhangi bir değişiklik hücreye zararlı olabilir ve hastalık oluşturabilir. Ailesel ALS hastalarında en sık rastlanan mutasyonlar C9orf72, SOD 1,TDP43, FUS, UBQLN2 gen mutasyonları olarak bilinmektedir.Aşağıdaki çevresel faktörler de ALS'yi tetikleyebilir:Sigara içmek: ALS için olası çevresel risk faktörlerindendir. Risk, özellikle menopoz sonrası kadınlar arasında en yüksek düzeydedir.Çevresel toksin maruziyeti: Bazı çalışmalar, işyerinde veya evde kurşuna veya diğer maddelere maruz kalmanın ALS ile bağlantılı olabileceğini gösterebilse de geçmişte ağır metallere maruz kalma ile ALS riski arasında pozitif bir ilişki, tutarlı bir şekilde ortaya çıkmamıştır.Mesleki durum: Araştırmalar, orduda görev yapan kişilerin daha yüksek ALS riski altında olduğunu göstermektedir. Burada ALS gelişimini neyin tetikleyebileceği ise belirsizliğini korumaktadır.Belirli metallere, kimyasallara maruz kalmanın, travmatik yaralanmaların, viral enfeksiyonlara yakalanmanın ve yoğun efor sarf etmenin ALS gelişimini tetikleyebileceği ihtimali üzerinde durulmaktadır.ALS Nasıl Teşhis Edilir?ALS hastalığını doğru şekilde teşhis etmek için öncelikle kişinin tıbbi geçmişi değerlendirilir ve fiziksel/nörolojik muayenesi yapılır. ALS hastalığı teşhisi için uygulanan çeşitli laboratuvar ve radyolojik testler şu şekildedir:ALS Tedavi Yöntemleri Nelerdir?Günümüzde ALS hastalığı için kesin bir tedavi yoktur, uygulanan tedavi yöntemleri semptomları hafifletmeyi, hastaya sosyal ve duygusal destek sağlamayı, hastalığın ilerlemesini yavaşlatmayı amaçlamaktadır. Tedavi seçenekleri şunları içerir:ALS hastasının tedavisinde multidisipliner bir ekip çalışması gerekir, bu ekibe dahil edilebilecek tıbbi personeller aşağıdaki gibidir:Nörolog:ALS hastalarının durumunun teşhisi, değerlendirilmesi ve yönetiminden sorumlu ve uzman olan ana hekimdir.Fiziksel terapiler: Kas gücünü ve eklem hareket açıklığını mümkün olduğu kadar uzun süre korumak adına düşük etkin egzersiz önerilerinde bulunulur.Esneme egzersizleriALS hastaları için esneme egzersizleri kas kramplarının sıklığını veya yoğunluğunu azaltmaya yardımcı olabilir. Ağrı ve sertliği önlemek için bunlar günlük olarak yapılmalıdır.Hareket açıklığı egzersizleri (ROM)Bu egzersizlerin amacı eklemlerin normal hareket derecelerinde kalmasını sağlamak, ağrı, ödem ve kısıtlanmayı önlemektir.Güçlendirme egzersizleriALS hastaları için güçlendirme egzersizleri tavsiye edilmez. Zira ağırlıklarla egzersiz yapmak zayıflamış kasları güçlendirmeyebileceği gibi kas güçsüzlüğünün daha da artmasına neden olabilir.Düzenli fizyoterapi programı ile amaçlanan kardiyovasküler performansı koruyacak şekilde, varolan kas gücünün ve hareket etmek için gerekli olan eklem hareket açıklığının mümkün olduğunca uzun süre korunamsını sağlayabilmektir.Dil ve konuşma terapisti: ALS'li çoğu insan konuşma güçlüğü çeker. Konuşma terapisti konuşmakta güçlük çeken ALS hastaları ile ilgilenir.Diyetisyen: Optimal hidrasyon ve beslenmeyi koordine etmek için sıklıkla ALS konuşma patoloğu ile birlikte çalışır ve hastalara beslenme değişiklikleri konusunda yardımcı olur.Solunum terapisti: ALS’nin solunum etkileri konusunda uzman bir sağlık pratisyenidir. Solunum terapisti ALS hastasının nefes almasını değerlendirerek hastadaki solunum kas gücünü ölçer. Solunum terapistleri ayrıca ALS hastalarında görülen solunum gücündeki düşüşten kaynaklanan semptomları hafifletmek amacıyla gerekli olan ekipman konusunda destek sağlar.Beslenme Uzmanı: ALS hastalığında beslenme desteği de önemlidir, zira hastalığın neden olduğu yutma güçlüğü yeterli besinleri almayı zorlaştırabilir. Beslenme uzmanları, yutması daha kolay olan besleyici yemekler hazırlama konusunda bazı tavsiyelerde bulunabilir. Emme cihazları ve beslenme tüpleri de ALS hastasına yardımcı olabilir.ALS Hakkında Sık Sorulan SorularALS Duyuları Etkiler Mi?ALS bir motor nöron hastalığıdır, yani sadece vücudun istemli kaslarını etkiler. Kişinin duyularını kontrol eden duyusal nöronlar genellikle etkilenmez. Bu nedenle, ALS'li çoğu insan görmeyi, duymayı, dokunmayı, koklamayı ve tat almayı sürdürür.ALS Hastalığı Bulaşıcı Mıdır?ALS, bulaşıcı olmayan bir hastalıktır.  Kan, vücut sıvıları veya havayla doğrudan temas yoluyla bulaşmaz.ALS Hastası Tamamen İyileşebilir Mi?ALS hastalığının günümüzde bilinen bir tedavisi yoktur. Solunum cihazları ve besleme tüpleriyle hastanın yaşam kalitesi ve uzunluğu artırılabilir.ALS İle Benzer Semptomlar Gösteren Hastalıklar Hangileridir?MS hastalığı ve Parkinson başta olmak üzere ALS hastalığıyla karıştırılabilecek bir dizi hastalık vardır. Multipl Skleroz yani MS, ALS'yi taklit edebilen yaygın hastalıklardan biridir. ALS ve MS hastalıklarının erken evrelerinde kas sertliği, spazmlar ve yürüme güçlüğü görülebilir. Bununla birlikte, hastalıklar ilerledikçe, iki hastalık arasındaki farklar daha kolay anlaşılır hale gelecektir. MS, beyin ve omurilikteki sinir hücrelerinin myelin kılıfını etkileyen otoimmün bir hastalıkken, ALS genellikle vücudun oldukça lokalize bir bölümünde başlayan üst ve alt motor nöronu etkileyen dejeneratif bir hastalıktır.Parkinson ve ALS hastalıkları da bazı benzerlikleri paylaşır. Erken evrelerde postüral dengesizlik gibi semptomlar iki hastalık arasında kafa karışıklığına neden olabilir. Ancak Parkinson vücuttaki tüm nöronlardan ziyade beynin belirli bir bölümünü etkiler.ALS Hastaları Konuşma Esnasında İletişimi Kolaylaştırmak İçin Neler Yapabilir?Konuşma terapistleri, ALS'li kişilerin iletişim becerilerini olabildiğince korumalarına yardımcı olabilir, sözlü olmayan iletişim becerileri dahil olmak üzere enerjiyi koruyan teknikleri de öğretir. ALS hastalarının iletişimi koruması ve geliştirmesi için şunlar yapılabilir:Konuşulan kişi tarafından anlaşılmakta güçlük çekenler için aşağıdaki öneriler yardımcı olabilir:ALS’li Hastaların Daha Net İletişim Kurmasına Yardımcı Olabilecek Cihazlar Nelerdir?ALS'li kişilerin daha net iletişim kurmasına yardımcı olmak için mevcut yardımcı cihazlar şunlardır:Damak kaldırma aparatı: Tutucuya benzer bir diş aparatıdır. Yumuşak damağı kaldırır ve konuşma sırasında havanın burundan dışarı çıkmasını engeller.Amplifikasyon: Ses yüksekliğini artırmak için kullanılabilen kişisel bir amplifikatör, ayrıca ses yorgunluğunu da azaltır.TTY telefon röle sistemi: Bu sistemle birlikte isteğe göre ya mesajın tamamı yazılır ya da sadece anlaşılmayan kelimeler yazılabilir.Düşük teknolojili cihazlar: Dizüstü bilgisayarlar ve dil panoları, alternatif iletişim teknikleri olarak kullanılabilir.Yüksek teknolojili elektronik konuşma güçlendiriciler, iletişim cihazları - ses sentezleyicili bilgisayarlar ve özel iletişim cihazları da mevcuttur. Elektronik bir iletişim yardımı satın almakla ilgilenen hastalar, bu durumu önce konuşma dili patoloğu ile görüşmelidir.ALS Hastasıyla Konuşmak İsteyen Dinleyiciler Nelere Dikkat Etmelidir?Dinleyicilerin konuşma ve iletişim kurmakta güçlük çeken ALS hastalarına yardımcı olabileceği bazı yollar şunlardır:
10,215
171
Hastalıklar
Alerji
Alerjik, bağışıklık sisteminin alerjen adı verilen, yiyecek, polen, toz, hayvan tüyü ve ilaç gibi zararsız maddelere karşı aşırı duyarlılık gösterdiği reaksiyondur. Alerji bir enfeksiyon hastalığı değildir ve kişiler arasında bulaşmamaktadır. Sadece solunum yollarını değil, gözleri, sindirim sistemini ve cildi etkileyebilmektedir. Alerjilere karşı vücudun reaksiyonları normalde sıklıkla gözlerde kaşıntı, burun akıntısı, hırıltı, deri döküntüsü veya ishal gibi hafif tepkilerdir ancak bu tepki bazen daha fazla olabilir ve acil tedavi gerektirebilir.Alerjik, bağışıklık sisteminin alerjen adı verilen, yiyecek, polen, toz, hayvan tüyü ve ilaç gibi zararsız maddelere karşı aşırı duyarlılık gösterdiği reaksiyondur. Alerji bir enfeksiyon hastalığı değildir ve kişiler arasında bulaşmamaktadır. Sadece solunum yollarını değil, gözleri, sindirim sistemini ve cildi etkileyebilmektedir. Alerjilere karşı vücudun reaksiyonları normalde sıklıkla gözlerde kaşıntı, burun akıntısı, hırıltı, deri döküntüsü veya ishal gibi hafif tepkilerdir ancak bu tepki bazen daha fazla olabilir ve acil tedavi gerektirebilir. Alerji Nedir?Alerji, bağışıklık sisteminin solunum, yutma, enjeksiyon veya cilt teması gibi yollarla maruz kaldığı bir alerjene karşı gösterdiği anormal tepkidir. Vücuda toz, polen, gıda, tüy, ilaç gibi bir alerjen girdiğinde bağışıklık sistemi tarafından yanlışlıkla tehlikeli olarak algılanır ve buna karşılık olarak bağışıklık sistemi alerjene saldırmak için antikorlar üretir. Bu tepkinin bir sonucu olarak genellikle burun tıkanıklığı, burun akıntısı, hapşırma, gözlerde sulanma ve ishal görülür. Daha ciddi tepkilerde ise anafilaksi gibi acil tıbbi tedavi gerektiren durumlar yaşanabilir.Alerjiye yatkın insanlar ‘atopik’ olarak adlandırılır. Atopi bir hastalık olmayıp, vücudun belli şeylere karşı aşırı reaksiyonudur ve kalıtsal özellik gösterebilir. Açık tenliler ile deniz kenarı ya da nemli ortamlarda yaşayan insanlarda daha fazla görülür.Alerji Belirtileri Nelerdir?Normalde insan vücuduna zararı olmayan bazı maddeler atopik olarak adlandıırlan alerjik kişilerde çeşitli reaksiyonlara neden olur. Alerjik reaksiyon sonucu kişilerde, yüz başta olmak üzere vücudun tamamı veya bir bölümünde kızarıklık, şişlik, nefes alamama, hapşırma, burunda akıntı, gözlerde sulanma, ishal, bulantı ve kusma gibi belirtiler görülür.Herkesin alerjiden etkilendiği bölgeler farklı olabilir. Alerjen maddeye ve alerjen maddenin girdiği yere bağlı olarak farklı bölgeler alerjiden etkilenebilir.Örneğin, polen, burun içinden solunduğunda, genellikle burun, göz, sinüs ve boğazda alerjik semptomlara neden olur. Gıda alerjisi genellikle mide veya bağırsak problemlerine neden olur ve ürtikeri getirebilir. Alerjik reaksiyonlar aynı zamanda vücudun birkaç bölümünü de içerebilir.Alerji belirtileri genel olarak şunlardır: Vücutta kızarıklık, şişlik ve kaşıntı Hapşırma Burun akıntısı Gözlerde sulanma Nefes darlığı İshal Bulantı ve kusmaAlerji En Çok Vücudun Hangi Bölgelerini Etkiler?Alerjiden en çok etkilenen bölgeler şöyle sıralanabilir:Burun, gözler, sinüsler ve boğaz: Alerjenler solunduğunda, histamin salgılanması, burnun daha fazla mukus üretmesine, şişmesine ve iltihaplanmasına sebep olabilir. Bunun yanında şiddetli hapşırma, burun kaşıntısı da meydana gelebilir. Ayrıca gözler sulanır, kızarır ve boğaz ağrısı olabilir.Akciğerler: Astım hava yollarının çevresel etkenlere karşı aşırı duyarlı olmasıdır.  Hava yollarında ve hava yollarını döşeyen mukoza denilen zarda şişme söz konusudur. Bu şişme, zaman zaman hava akımını engelleyerek solunum sıkıntısına neden olur. Ancak astım sadece alerjiden kaynaklanmaz, çoğu durumda alerji önemli bir rol oynar.Mide ve bağırsak: Çoğu mide rahatsızlığı, gıdalara karşı intöleranstan kaynaklanabilir. Bununla birlikte, bazı besinlerin alerji oluşturduğuna dair bilimsel araştırmalar vardır. Alerji yapabilen gıdalar arasında yer fıstığı, deniz ürünleri, süt ürünleri ve yumurta vardır. Bazen bebeklerde inek sütü alerjisi oluşabilir ve bu da egzama, astım, kolik ve mide rahatsızlığına neden olabilir. Bazı insanlar laktozu(süt şekeri) sindiremez. Bu laktoz intoleransı da mide rahatsızlıklarına neden olur, ancak bu da alerji ile karıştırılmamalıdır.Cilt: Egzama ve ürtiker yaygın görülen cilt sorunlarındandır. Kurdeşen, böcek ısırıkları gibi görünen ve hissedilen beyaz kaşıntılı şişliklerdir. Besinler, bazı egzama vakalarında bir faktör olabilir.Alerjik rahatsızlıklar gelişmiş ülkelerde daha sık görülmektedir. Stres, yoğun çalışma ortamı, hava kirliliğinin artması, gıdalara eklenen katkı maddeleri alerjilerin görülme sıklığının artmasına yol açtığı bilinmektedir.Alerji Sebepleri Nelerdir?Alerji, kişinin bağışıklık sisteminin bazı maddelere karşı aşırı duyarlılık göstermesine bağlı olarak ortaya çıkar. Bu maddeler alerjen olarak tanımlanarak kişinin etkilenmesine neden olur. Kişiden kişiye farklılık gösteren alerjenler genellikle çevrede sıklıkla karşılaşan tüy, toz, mantar ya da arı sokması gibi unsurlardır. Alerjiye neden olabilen durumlar şöyle sıralanabilir.Alerji sebepleri aşağıdaki gibi sıralanabilir: Ot ve ağaç polenleri Evcil hayvanların deri veya tüyleri Çeşitli gıdalar (süt, yumurta, soya, deniz ürünleri, meyve ve kuruyemişler) Ev ve toz akarları Mantar veya küf sporları Arı sokmaları Birtakım ilaçlar Kimyasal reçineler, lastik, nikel Lastik, kauçuk tarzı maddeler Kolye, küpe tarzı takılarOt ve ağaç polenleriPolenler ve bitkiler özellikle üreme dönemlerinde çevreye mikroskobik olabilecek şekilde küçük maddeler yayarlar. Özellikle yaz ve ilkbahar aylarında yoğunlaşan bu polenler nedeniyle kişinin bağışıklık sistemine bağlı olarak saman nezlesi gibi alerjik reaksiyonlara neden olabilir.Evcil hayvanların deri veya tüyleriEvcil hayvanların derileri veya tüylerinden dökülen partiküller nedeniyle alerjik reaksiyonlar oluşabilir. Alerjiye neden olan faktörler, hayvanların salyası ya da derisindeki proteinlerden kaynaklanır kişide semptomlara neden olabilir.Çeşitli gıdalarGün içerisinde tüketilen bazı besinler, alerjik reaksiyonlara neden olabilir. Özellikle süt, yumurta, soya, deniz ürünleri, kuruyemişler ve deniz ürünleri alerjik reaksiyonlara sebebiyet verebilir. Bu gıdalar sindirim sorunlarına neden olarak ciltte döküntü ve anafilaksi gibi ciddi reaksiyon oluşturur.Ev ve toz akarlarıEv ve toz akarları, ev içerisinde yer alan oluşan ve yaşayan mikroskobik organizmalara karşı alerjen gelişebilir. Özellikle insan derisinden dökülen parçalardan beslenen bu organizmalar ve dışkıları kişide alerjik reaksiyon geliştirebilir.Mantar veya küf sporlarıMantar ve küfler, nemli ortamlarda üreyerek havaya sporlar yayılmasına neden olur. Bu havaya yayılan sporlar solunum yoluyla kişinin vücuduna girerek alerjik reaksiyonlar oluşturabilir.Arı sokmalarıArı sokmaları, kişilerde ciddi alerjik reaksiyonlara sebep olabilir. Arı zehrinde gelişen proteinler, bağışıklık sistemini etkileyerek kişinin vücudunda tepkilere neden olur. Bu durum anafilaksiye kadar ilerleyerek gelişebilir.Birtakım ilaçlarAntibiyotikler, aspirin ve bazı kronik hastalıklarda kullanılan ağrı kesiciler, alerjik reaksiyonları tetiklenmesine neden olur. Bu tür reaksiyonlar vücutta deri döküntülerinden ciddi solunum problemlerine kadar farklılıklar şeklinde kendini gösterir.Kimyasal reçineler, lastik ve nikelReçine, lastik ve nikel gibi kimyasal maddelerle sık temasta bulunmak, ciltte kaşıntı, kızarıklık ve şişme gibi alerjik sorunlara neden olabilir. Özellikle içerisinde nikel içeren takılar, hassas kişilerde reaksiyon oluşturur.Lastik ve kauçuk tarzı maddelerLateks ve kauçuk gibi lastik ürünleri, bunların içerisinde yer alan eldivenler veya balonlar, alerjik reaksiyonlara sebebiyet verir. Bu alerji durumunda temas edilen bölgelerde kızarıklık ve kaşıntı şeklinde belirtiler ortaya çıkar.Kolye ve küpe tarzı takılarKolye ve küpe tarzındaki takılarda kullanılan nikel gibi metaller, kişilerde alerjik reaksiyonlara neden olabilir. Bu takının temas ettiği yerde tahriş, kızarıklık ve kaşıntı gözlemlenebilir.Alerjiye sebep olan faktörler oldukça ve etkilediği kişiler, farklılık gösterebilir. Günlük yaşantımızda sıklıkla karşımıza çıkan bu alerjen maddeler tetikleyici olabilir ve buna karşı önlem almak gerekir.Alerji En Sık Ne Zaman Görülür?Dönemsel alerjilerin en fazla görüldüğü zaman bahar aylarıdır. Bu dönemde ağaç polenleri, otlar, çiçekler ve çay polenleri rüzgarın da etkisiyle sık sık yer değiştirdiği için özellikle mevsimsel alerjisi olan kişiler için en zor zaman dilimidir. Bahar mevsiminde havaya yoğun bir şekilde bitki polenleri karışır. Polenler havaya karıştıkları için bu dönemde özellikle gözler ve solunum sisteminde alerjiler görülür.Yerleşimlerine ve mevsime göre çok değişiklikler gösterirler. Ağaçlar yaz başından ortasına kadar, çimenler ilkbahar sonu yaz başı, otlar yaz sonu sonbahar başı artan alerji sebebidir. Bu problem kendisini en sık bahar nezlesi, bazen de astım şeklinde gösterir. Özellikle bahar aylarında polenlerden kaynaklanan alerjilerden korunmak gerekmektedir.Alerji Testi Nedir?Alerji konusunda atılabilecek en önemli adım gerçek alerjiyi, alerji gibi semptom veren durumlardan (intolerans, gıda zehirlenmesi, ilaç yan etkileri) ayırt etmektir. Bu yüzden ayrıntılı kişisel ve ailesel klinik hikaye, doğru ve güvenilir alerji tanısı için en kritik aşamadır. Hastanın hangi alerjene, ne kadar süre ile maruz kaldığı, maddenin alerjik potansiyelinin bilinmesi ve uygun spesifik test seçiminin yapılması çok önemlidir. Bazen alerji faranjit ile karışabilir. Bazı hastalıkları alerjiden ayırmak için alerji testi yapmak gerekir. Alerji testleri, hikayenin yanında önemli destekleyici tanı araçları olarak kullanılmalıdır. Memorial Sağlık Grubu Hastaneleri’nde alerji konusunda son derece modern alerji testleri uygulanmakta ve hedefe yönelik tedavi yapılmaktadır. Hem güvenilir hem kesin sonuç alınan alerji testleri sayesinde tedaviler kısa sürede başlayabilmektedir.Alerji Tedavisi Nasıl Yapılır?Alerjinin tedavisi alerjenden kaçınmadır. Bununla birlikte, bazen alerjenlerden tamamen kaçınmak mümkün değildir. Alerji tedavisine başlamadan önce, bir alerji testi yaptırmak, kişinin neye karşı alerjisi olduğunu tespit etmek ve bunlardan korunmak açısından ilk yapılması gereken şeydir.  Sosyal medya ortamında ya da internette görülen alerji merhemi, alerji aşısı, alerji spreyi, alerji hapı, alerji şurubu gibi ürünler doktora sormadan kullanılmamalıdır. Şikayeti olan hastaya alerji testleri uygulandıktan sonra gereken tedavi yöntemi belirlenmektedir. Yapılacak alerji testi fiyatları yapılacak uygulamaya göre alerji polikliniği tarafından verilmektedir.Alerji ile İlgili Sık Sorulan SorularPolenlerin yoğunluğu ne zaman artar? Polenlerin yoğunluğu özellikle Mart, Nisan, Mayıs aylarında artar. En yaygın kaynakları, bahar mevsiminde ağaçlar, yaz sonuna doğru çimenlerdir.Polen alerjisi olan bir insan neye dikkat etmelidir? Bahar aylarında polenlerden korunmak için açık havaya çıkarken, şapka ve gözlük kullanılmalıdır. Polenlerin yoğun olduğu bu aylarda açık havada özellikle ağaç ve çimenlerin olduğu yerlerde çok zaman geçirilmemeli ve spor yapılmamalıdır. Polenler, saçlar ve giysilerde eve taşınabileceğinden, dışarıda giyilen giysiler, eve gelince değiştirilmelidir ve her akşam duş alınmalıdır.Ev tozu akarı en çok nerelerde olur?Gözle görülemeyen ev tozu akarları daha çok halı, perde, yatak, yatak takımları, kanepe veya pelüş oyuncaklarda görülmektedir. Ev tozu akarları, alerjik nezle ve alerjik astım rahatsızlıklarında artışa neden olmaktadır. Alerji Nedir?Alerji, bağışıklık sisteminin solunum, yutma, enjeksiyon veya cilt teması gibi yollarla maruz kaldığı bir alerjene karşı gösterdiği anormal tepkidir. Vücuda toz, polen, gıda, tüy, ilaç gibi bir alerjen girdiğinde bağışıklık sistemi tarafından yanlışlıkla tehlikeli olarak algılanır ve buna karşılık olarak bağışıklık sistemi alerjene saldırmak için antikorlar üretir. Bu tepkinin bir sonucu olarak genellikle burun tıkanıklığı, burun akıntısı, hapşırma, gözlerde sulanma ve ishal görülür. Daha ciddi tepkilerde ise anafilaksi gibi acil tıbbi tedavi gerektiren durumlar yaşanabilir.Alerjiye yatkın insanlar ‘atopik’ olarak adlandırılır. Atopi bir hastalık olmayıp, vücudun belli şeylere karşı aşırı reaksiyonudur ve kalıtsal özellik gösterebilir. Açık tenliler ile deniz kenarı ya da nemli ortamlarda yaşayan insanlarda daha fazla görülür.Alerji Belirtileri Nelerdir?Normalde insan vücuduna zararı olmayan bazı maddeler atopik olarak adlandıırlan alerjik kişilerde çeşitli reaksiyonlara neden olur. Alerjik reaksiyon sonucu kişilerde, yüz başta olmak üzere vücudun tamamı veya bir bölümünde kızarıklık, şişlik, nefes alamama, hapşırma, burunda akıntı, gözlerde sulanma, ishal, bulantı ve kusma gibi belirtiler görülür.Herkesin alerjiden etkilendiği bölgeler farklı olabilir. Alerjen maddeye ve alerjen maddenin girdiği yere bağlı olarak farklı bölgeler alerjiden etkilenebilir.Örneğin, polen, burun içinden solunduğunda, genellikle burun, göz, sinüs ve boğazda alerjik semptomlara neden olur. Gıda alerjisi genellikle mide veya bağırsak problemlerine neden olur ve ürtikeri getirebilir. Alerjik reaksiyonlar aynı zamanda vücudun birkaç bölümünü de içerebilir.Alerji belirtileri genel olarak şunlardır:Alerji En Çok Vücudun Hangi Bölgelerini Etkiler?Alerjiden en çok etkilenen bölgeler şöyle sıralanabilir:Burun, gözler, sinüsler ve boğaz: Alerjenler solunduğunda, histamin salgılanması, burnun daha fazla mukus üretmesine, şişmesine ve iltihaplanmasına sebep olabilir. Bunun yanında şiddetli hapşırma, burun kaşıntısı da meydana gelebilir. Ayrıca gözler sulanır, kızarır ve boğaz ağrısı olabilir.Akciğerler: Astım hava yollarının çevresel etkenlere karşı aşırı duyarlı olmasıdır.  Hava yollarında ve hava yollarını döşeyen mukoza denilen zarda şişme söz konusudur. Bu şişme, zaman zaman hava akımını engelleyerek solunum sıkıntısına neden olur. Ancak astım sadece alerjiden kaynaklanmaz, çoğu durumda alerji önemli bir rol oynar.Mide ve bağırsak: Çoğu mide rahatsızlığı, gıdalara karşı intöleranstan kaynaklanabilir. Bununla birlikte, bazı besinlerin alerji oluşturduğuna dair bilimsel araştırmalar vardır. Alerji yapabilen gıdalar arasında yer fıstığı, deniz ürünleri, süt ürünleri ve yumurta vardır. Bazen bebeklerde inek sütü alerjisi oluşabilir ve bu da egzama, astım, kolik ve mide rahatsızlığına neden olabilir. Bazı insanlar laktozu(süt şekeri) sindiremez. Bu laktoz intoleransı da mide rahatsızlıklarına neden olur, ancak bu da alerji ile karıştırılmamalıdır.Cilt: Egzama ve ürtiker yaygın görülen cilt sorunlarındandır. Kurdeşen, böcek ısırıkları gibi görünen ve hissedilen beyaz kaşıntılı şişliklerdir. Besinler, bazı egzama vakalarında bir faktör olabilir.Alerjik rahatsızlıklar gelişmiş ülkelerde daha sık görülmektedir. Stres, yoğun çalışma ortamı, hava kirliliğinin artması, gıdalara eklenen katkı maddeleri alerjilerin görülme sıklığının artmasına yol açtığı bilinmektedir.Alerji Sebepleri Nelerdir?Alerji, kişinin bağışıklık sisteminin bazı maddelere karşı aşırı duyarlılık göstermesine bağlı olarak ortaya çıkar. Bu maddeler alerjen olarak tanımlanarak kişinin etkilenmesine neden olur. Kişiden kişiye farklılık gösteren alerjenler genellikle çevrede sıklıkla karşılaşan tüy, toz, mantar ya da arı sokması gibi unsurlardır. Alerjiye neden olabilen durumlar şöyle sıralanabilir.Alerji sebepleri aşağıdaki gibi sıralanabilir:Ot ve ağaç polenleriPolenler ve bitkiler özellikle üreme dönemlerinde çevreye mikroskobik olabilecek şekilde küçük maddeler yayarlar. Özellikle yaz ve ilkbahar aylarında yoğunlaşan bu polenler nedeniyle kişinin bağışıklık sistemine bağlı olarak saman nezlesi gibi alerjik reaksiyonlara neden olabilir.Evcil hayvanların deri veya tüyleriEvcil hayvanların derileri veya tüylerinden dökülen partiküller nedeniyle alerjik reaksiyonlar oluşabilir. Alerjiye neden olan faktörler, hayvanların salyası ya da derisindeki proteinlerden kaynaklanır kişide semptomlara neden olabilir.Çeşitli gıdalarGün içerisinde tüketilen bazı besinler, alerjik reaksiyonlara neden olabilir. Özellikle süt, yumurta, soya, deniz ürünleri, kuruyemişler ve deniz ürünleri alerjik reaksiyonlara sebebiyet verebilir. Bu gıdalar sindirim sorunlarına neden olarak ciltte döküntü ve anafilaksi gibi ciddi reaksiyon oluşturur.Ev ve toz akarlarıEv ve toz akarları, ev içerisinde yer alan oluşan ve yaşayan mikroskobik organizmalara karşı alerjen gelişebilir. Özellikle insan derisinden dökülen parçalardan beslenen bu organizmalar ve dışkıları kişide alerjik reaksiyon geliştirebilir.Mantar veya küf sporlarıMantar ve küfler, nemli ortamlarda üreyerek havaya sporlar yayılmasına neden olur. Bu havaya yayılan sporlar solunum yoluyla kişinin vücuduna girerek alerjik reaksiyonlar oluşturabilir.Arı sokmalarıArı sokmaları, kişilerde ciddi alerjik reaksiyonlara sebep olabilir. Arı zehrinde gelişen proteinler, bağışıklık sistemini etkileyerek kişinin vücudunda tepkilere neden olur. Bu durum anafilaksiye kadar ilerleyerek gelişebilir.Birtakım ilaçlarAntibiyotikler, aspirin ve bazı kronik hastalıklarda kullanılan ağrı kesiciler, alerjik reaksiyonları tetiklenmesine neden olur. Bu tür reaksiyonlar vücutta deri döküntülerinden ciddi solunum problemlerine kadar farklılıklar şeklinde kendini gösterir.Kimyasal reçineler, lastik ve nikelReçine, lastik ve nikel gibi kimyasal maddelerle sık temasta bulunmak, ciltte kaşıntı, kızarıklık ve şişme gibi alerjik sorunlara neden olabilir. Özellikle içerisinde nikel içeren takılar, hassas kişilerde reaksiyon oluşturur.Lastik ve kauçuk tarzı maddelerLateks ve kauçuk gibi lastik ürünleri, bunların içerisinde yer alan eldivenler veya balonlar, alerjik reaksiyonlara sebebiyet verir. Bu alerji durumunda temas edilen bölgelerde kızarıklık ve kaşıntı şeklinde belirtiler ortaya çıkar.Kolye ve küpe tarzı takılarKolye ve küpe tarzındaki takılarda kullanılan nikel gibi metaller, kişilerde alerjik reaksiyonlara neden olabilir. Bu takının temas ettiği yerde tahriş, kızarıklık ve kaşıntı gözlemlenebilir.Alerjiye sebep olan faktörler oldukça ve etkilediği kişiler, farklılık gösterebilir. Günlük yaşantımızda sıklıkla karşımıza çıkan bu alerjen maddeler tetikleyici olabilir ve buna karşı önlem almak gerekir.Alerji En Sık Ne Zaman Görülür?Dönemsel alerjilerin en fazla görüldüğü zaman bahar aylarıdır. Bu dönemde ağaç polenleri, otlar, çiçekler ve çay polenleri rüzgarın da etkisiyle sık sık yer değiştirdiği için özellikle mevsimsel alerjisi olan kişiler için en zor zaman dilimidir. Bahar mevsiminde havaya yoğun bir şekilde bitki polenleri karışır. Polenler havaya karıştıkları için bu dönemde özellikle gözler ve solunum sisteminde alerjiler görülür.Yerleşimlerine ve mevsime göre çok değişiklikler gösterirler. Ağaçlar yaz başından ortasına kadar, çimenler ilkbahar sonu yaz başı, otlar yaz sonu sonbahar başı artan alerji sebebidir. Bu problem kendisini en sık bahar nezlesi, bazen de astım şeklinde gösterir. Özellikle bahar aylarında polenlerden kaynaklanan alerjilerden korunmak gerekmektedir.Alerji Testi Nedir?Alerji konusunda atılabilecek en önemli adım gerçek alerjiyi, alerji gibi semptom veren durumlardan (intolerans, gıda zehirlenmesi, ilaç yan etkileri) ayırt etmektir. Bu yüzden ayrıntılı kişisel ve ailesel klinik hikaye, doğru ve güvenilir alerji tanısı için en kritik aşamadır. Hastanın hangi alerjene, ne kadar süre ile maruz kaldığı, maddenin alerjik potansiyelinin bilinmesi ve uygun spesifik test seçiminin yapılması çok önemlidir. Bazen alerji faranjit ile karışabilir. Bazı hastalıkları alerjiden ayırmak için alerji testi yapmak gerekir. Alerji testleri, hikayenin yanında önemli destekleyici tanı araçları olarak kullanılmalıdır. Memorial Sağlık Grubu Hastaneleri’nde alerji konusunda son derece modern alerji testleri uygulanmakta ve hedefe yönelik tedavi yapılmaktadır. Hem güvenilir hem kesin sonuç alınan alerji testleri sayesinde tedaviler kısa sürede başlayabilmektedir.Alerji Tedavisi Nasıl Yapılır?Alerjinin tedavisi alerjenden kaçınmadır. Bununla birlikte, bazen alerjenlerden tamamen kaçınmak mümkün değildir. Alerji tedavisine başlamadan önce, bir alerji testi yaptırmak, kişinin neye karşı alerjisi olduğunu tespit etmek ve bunlardan korunmak açısından ilk yapılması gereken şeydir.  Sosyal medya ortamında ya da internette görülen alerji merhemi, alerji aşısı, alerji spreyi, alerji hapı, alerji şurubu gibi ürünler doktora sormadan kullanılmamalıdır. Şikayeti olan hastaya alerji testleri uygulandıktan sonra gereken tedavi yöntemi belirlenmektedir. Yapılacak alerji testi fiyatları yapılacak uygulamaya göre alerji polikliniği tarafından verilmektedir.Alerji ile İlgili Sık Sorulan SorularPolenlerin yoğunluğu ne zaman artar? Polenlerin yoğunluğu özellikle Mart, Nisan, Mayıs aylarında artar. En yaygın kaynakları, bahar mevsiminde ağaçlar, yaz sonuna doğru çimenlerdir.Polen alerjisi olan bir insan neye dikkat etmelidir? Bahar aylarında polenlerden korunmak için açık havaya çıkarken, şapka ve gözlük kullanılmalıdır. Polenlerin yoğun olduğu bu aylarda açık havada özellikle ağaç ve çimenlerin olduğu yerlerde çok zaman geçirilmemeli ve spor yapılmamalıdır. Polenler, saçlar ve giysilerde eve taşınabileceğinden, dışarıda giyilen giysiler, eve gelince değiştirilmelidir ve her akşam duş alınmalıdır.Ev tozu akarı en çok nerelerde olur?Gözle görülemeyen ev tozu akarları daha çok halı, perde, yatak, yatak takımları, kanepe veya pelüş oyuncaklarda görülmektedir. Ev tozu akarları, alerjik nezle ve alerjik astım rahatsızlıklarında artışa neden olmaktadır.
8,278
172
Hastalıklar
Amok Hastalığı
Amok hastalığı, kişinin yoğun strese maruz kalması, baskı ve travma sonucunda görülen, kontrolsüz bir biçimde şiddet hareketleri sergilemesine neden olan durumdur. Psikiyatrik hastalık olarak değerlendirilen amok hastalığı, ani ve sebepsiz öfke patlaması anlamını taşır. Halüsinasyon, duygusal durgunluk ve ani öfke nöbetleri gibi belirtilerle görülür. Halk dilinde Malezya’da "mengamok" ya da "running amok" şeklinde bilinen bir hastalıktır. Amok hastalığı kültürle ilişkilendirilen bir sendrom olarak sınıflandırılır. Bu hastalık kişinin terapi desteği almasıyla kontrol edilebilir hale getirilir.Amok hastalığı, kişinin yoğun strese maruz kalması, baskı ve travma sonucunda görülen, kontrolsüz bir biçimde şiddet hareketleri sergilemesine neden olan durumdur. Psikiyatrik hastalık olarak değerlendirilen amok hastalığı, ani ve sebepsiz öfke patlaması anlamını taşır. Halüsinasyon, duygusal durgunluk ve ani öfke nöbetleri gibi belirtilerle görülür. Halk dilinde Malezya’da "mengamok" ya da "running amok" şeklinde bilinen bir hastalıktır. Amok hastalığı kültürle ilişkilendirilen bir sendrom olarak sınıflandırılır. Bu hastalık kişinin terapi desteği almasıyla kontrol edilebilir hale getirilir. Amok Hastalığı Nedir?Amok hastalığı, stres, travma ve psikolojik durumlar sonucunda ani öfke nöbetleri, saldırganlık ve şiddete eğilim şeklinde ortaya çıkan psikolojik bir durumdur. Amok sendromu olarak da bilinen bu hastalık, kişide saldırganlık oluşturmasının yanından etrafındakilere zarar verecek şekilde bir yaklaşım sergileyebilir. Malayca "ani ve sebepsiz öfke patlaması" anlamına gelen "amok" kelimesinden türetildiği bilinir. Nedeni tam olarak bilinmeyen amok hastalığı kültürle ilişkilendirilir. Bu hastalık daha çok Malezya, Endonezya ve Filipinler gibi bölgelerde tanımlanabilir.Amok Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Amok hastalığında ortaya çıkan belirtilerin etkisi, türü ve şiddeti kişiden kişiye göre farklılaşabilir. Amok sendromu belirtileri şöyle sıralanabilir:Kontrol edilemeyen ani öfke nöbetleriDurduk yere bir neden olmaksızın ani öfke patlamaları meydana gelebilir. Öfke seviyesi hızlı bir şekilde artarak kontrol edilemeyecek düzeye gelebilir.Şiddet ve saldırganlık eğilimlerAmok hastalığı olan kişiler çevrelerinde bulunan insan ya da canlı cansız fark etmeksizin diğer varlıklara karşı şiddet içerikli saldırgan davranışlarda bulunabilirler. Şiddetin etkisi yaralamaya hatta öldürmeye kadar varabilir.Akıl dışı davranışlarda bulunmakNormalde yapılmayacak akıl dışı ve tehlikeli davranışlarda bulunmak amok belirtileri arasındadır.AjitasyonHastalarda huzursuzluk, sinirlilik hali ortaya çıkarak sürekli hareket halinde olmak isteyebilirler.Duygusal durgunlukAmok hastalığı geçiren kişilerde saldırganlık döneminin öncesi ve sonrasında durgunlaşma gözlemlenebilir.İzole edilerek yalnızlaşmakHastanın sosyal çevre ile iletişimini kaybetmesine neden olarak kendini yalnızlaştırma eğiliminde olabilirler.Halüsinasyonlar ve paranoyak düşüncelere sahip olmaBazı hastalar gerçeklikle bağını kopararak, paranoyak düşüncelere sahip olup halüsinasyonlar yaşayabilirler.Amok hastalığı belirtileri kısa süreli olabilir. Ancak amok sendromu yaşayan hastaların şiddetli saldırganlık eğiliminde olarak çevresine zarar verme ihtimali de vardır. Bu tür belirtilerin görülmesi acil müdahale edilmesi gereken tıbbi bir durum olabilir. Çevrenizde bu tür belirtileri gösteren bir kişi gördüğünüzde zaman kaybetmeden uzman bir sağlık personelinden yardım almanız oldukça önemlidir.Amok Hastalığı Neden Olur?Amok hastalığının kesin nedeni bilinmemekle birlikte bazı faktörler amok hastalığına etki edebilir. Amok hastalığının nedenleri şu şekilde sıralanabilir:Psikiyatrik bozukluklarŞizofreni, depresyon ya da anksiyete bozuklukları gibi kimi psikiyatrik bozukluklar amok hastalarında daha yoğun görülebilir. Bu tür bozukluklar kişide duygusal, düşünsel ve davranışsal süreçleri etkileyebilir.Stres ve travmaStres seviyesinin yüksek olması, hayatta karşılaşılan bazı olaylar amok sendromunun oluşmasına neden olabilir.Sosyal ve kültürel etkilerAmok sendromunun nedenlerimden biri de kültürel ve sosyal yaşam koşulları olduğu düşünülür. Özellikle Asya Kıtası'nın güney ülkelerinde yaşayan insanların kültürlerinde aşırı utanca maruz kalma, onur kırma gibi faktörler amok sendromunu ortaya çıkmasına neden olabilir.Genetik faktörlerAmok sendromuna neden olan faktörlerin biri de genetik olabilir. Aile içerisinde psikiyatrik bozukluklar ve şiddet eğilimleri olması amok sendromu riskini de artırabilir.Uyuşturucu ya da madde bağımlılığıAlkol, uyuşturucu gibi bazı madde bağımlılıkları amok sendromuna etki edebilir.Beyin kimyasında meydana gelen dengesizliklerBeyin kimyasında oluşabilecek dengesizlikler, kişinin duygu durum ve davranışlarını etkiler. Bazı durumlarda kimyasal dengesizlik çılgınlık sendromuna neden olabilir.Amok Hastalığı Teşhisi Nasıl Konulur?Amok sendromu belirtilerinin olması halinde çoğunlukla psikiyatrik değerlendirme ve ayrıntılı tıbbi değerlendirme yapılarak teşhis konabilir. Amok sendromu teşhisi konulurken yapılacak işlemler şöyledir:Fiziksel muayeneHastanın genel sağlık öyküsü dinlenerek tıbbi geçmişi hakkında bilgi alınır. Hastalığa bağlı olarak hastanın çılgınca davranışlar sergilemesine neden olabilecek başka rahatsızlıkları (beyin hasarı, nörolojik bozukluklar gibi) olup olmadığı değerlendirilir.Psikiyatrik muayeneUzman bir psikolog ve psikiyatrist, hastanın duygusal ve psikolojik halini değerlendirir. Ortaya çıkan belirtiler, kişinin duygu ve davranışları hakkında hastaya sorular sorulabilir.Hastanın sağlık öyküsüYakın zamanda hastanın yaşadığı stres düzeyi yüksek olaylar ve stres faktörleri değerlendirilir.Amok sendromu testiBu test yöntemi ile amok hastalarında ortaya çıkan belirtilerin etkisi ve şiddeti ölçülebilir. Laboratuvar testleriYapılan muayene ile değerlendirmelere ilave olarak bazı test ve tahliller gerekebilir. Kan tahlilleri ya da görüntüleme taramaları ihtiyaç olması halinde teşhis aşamasında istenebilir.Bu tür teşhis yöntemleri kullanılarak kişide amok sendromu teşhis edilebilir. Amok hastalığında erken teşhis ve tedavi oldukça önemlidir. Erken teşhis ile uygulanacak tedavi, amok hastalığı ile başa çıkmayı daha kolay hale getirebilir. Hastalığın etkisine ve şiddetine bağlı olarak farklı tedavi seçenekleri değerlendirilip tedavi sürecine başlanır.Amok Hastalığı Tedavi Yöntemleri Nelerdir?Amok tanısı konduktan sonra hastalığın gelişimi, belirtilerin etkisi, şiddeti ve hastalığın nedenlerine bağlı olarak tedavi seçenekleri de değişebilir. Amok hastalığının tedavi yöntemleri şunlardır:Psikoterapi (konuşma terapisi)Amok hastalığında kullanılan en etkili tedavi seçeneklerinden biridir. Konuşma terapisti, hastanın özelinde geçmişini, deneyimlerini, travmalarını değerlendirerek hastalığı nelerin tetiklediğini anlamaya çalışır. Bu tedavi yönteminde hastanın düşünce yapısı, davranışları, duygusal durumları gözlemlenerek anlamlandırılmaya çalışılır.İlaç tedavisiHastalığın belirtilerini hafifleterek kontrol alına almak için hastaya uygun ilaçlar reçete edilebilir. Bu ilaçlar çoğunlukla antidepresanlar, antipsikotikler ya da anksiyolitik içerikli ilaçlar olabilir.Stres yönetimiStres yönetimi ile hastanın günlük hayatta karşılaştığı stresle başa çıkmasına yardımcı olmak için farklı teknikler gösterilir. Yoga, meditasyon, gevşeme egzersizleri hastanın daha sakin bir yapıya sahip olmasına katkı verebilir.Sosyal destek verme ve aileHastanın aile bireyleri, kişinin tedavi sürecinde iyileşmesine destek vermek adına destek ağı kurarak hastaya yardımcı olabilirler.Tıbbi takip ve kontrolAmok atakları geliştiren hastaların sürekli tıbbi bir takip ve kontrol altında tutulması gerekebilir. Hastanın ve çevresindekilerin güvenliğini sağlamak için önlemler alınabilir.Rehabilitasyon uygulamalarıTedavi sürecinde iyileşmeyi desteklemek için rehabilitasyon uygulamaları gerekebilir. Rehabilitasyon programları ile hasta sosyalleşerek işlevsel becerilerini geliştirebilir. Günlük hayatta stresle daha iyi başa çıkmaya da katkı verilebilir.Bu tür tedavi yöntemleri amok hastalarında uygulanabilecek farklı tedavi seçeneklerini oluşturur. Her hastanın tedaviye vereceği yanıt farklı olduğundan amok hatalarının tedavi aşamaları kişiye özel olarak planlanmalıdır. Amok Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularAniden sinirlenme hastalığının adı nedir?Aniden sinirlenme hastalığına amok hastalığı ya da amok sendromu denir. Psikolojik bir durumu ifade eder. Ani ve şiddetli saldırganlık nöbetlerine eşlik eden sinirlilik hali, öfke patlamaları ve kontrol edilemeyen davranışlarla belirti verir. Hastalar kendilerini ve çevresindekileri tehlikeye atabilecek davranışlarda ile saldırganlıklarda bulunabilir. Bu nedenle hastalığın erken teşhis ve tedavi ile altta yatan nedeni bulunarak gerekli tedavi işlemleri zaman kaybetmeden yapılmalıdır.Amok saldırısı nedir?Amok, Malay dilinde savaş alanında kızgın bir biçimde savaşmak anlamındadır. Çoğunlukla ekonomik ve sosyal prestij kaybı, sevdiği birini kaybetme, gerçek anlamda ya da algısal olarak saldırıya, adaletsizliğe maruz kalma gibi hislerin sonucu olarak amok saldırısı ortaya çıkabilir. Amok saldırısında saldırıyı yapan kişi, mağdur seçmeden ve rastgele açılan ateşler neticesinde kitlesel ölüm ya da yaralanmalara neden olur. Amok Hastalığı Nedir?Amok hastalığı, stres, travma ve psikolojik durumlar sonucunda ani öfke nöbetleri, saldırganlık ve şiddete eğilim şeklinde ortaya çıkan psikolojik bir durumdur. Amok sendromu olarak da bilinen bu hastalık, kişide saldırganlık oluşturmasının yanından etrafındakilere zarar verecek şekilde bir yaklaşım sergileyebilir. Malayca "ani ve sebepsiz öfke patlaması" anlamına gelen "amok" kelimesinden türetildiği bilinir. Nedeni tam olarak bilinmeyen amok hastalığı kültürle ilişkilendirilir. Bu hastalık daha çok Malezya, Endonezya ve Filipinler gibi bölgelerde tanımlanabilir.Amok Hastalığı Belirtileri Nelerdir?Amok hastalığında ortaya çıkan belirtilerin etkisi, türü ve şiddeti kişiden kişiye göre farklılaşabilir. Amok sendromu belirtileri şöyle sıralanabilir:Kontrol edilemeyen ani öfke nöbetleriDurduk yere bir neden olmaksızın ani öfke patlamaları meydana gelebilir. Öfke seviyesi hızlı bir şekilde artarak kontrol edilemeyecek düzeye gelebilir.Şiddet ve saldırganlık eğilimlerAmok hastalığı olan kişiler çevrelerinde bulunan insan ya da canlı cansız fark etmeksizin diğer varlıklara karşı şiddet içerikli saldırgan davranışlarda bulunabilirler. Şiddetin etkisi yaralamaya hatta öldürmeye kadar varabilir.Akıl dışı davranışlarda bulunmakNormalde yapılmayacak akıl dışı ve tehlikeli davranışlarda bulunmak amok belirtileri arasındadır.AjitasyonHastalarda huzursuzluk, sinirlilik hali ortaya çıkarak sürekli hareket halinde olmak isteyebilirler.Duygusal durgunlukAmok hastalığı geçiren kişilerde saldırganlık döneminin öncesi ve sonrasında durgunlaşma gözlemlenebilir.İzole edilerek yalnızlaşmakHastanın sosyal çevre ile iletişimini kaybetmesine neden olarak kendini yalnızlaştırma eğiliminde olabilirler.Halüsinasyonlar ve paranoyak düşüncelere sahip olmaBazı hastalar gerçeklikle bağını kopararak, paranoyak düşüncelere sahip olup halüsinasyonlar yaşayabilirler.Amok hastalığı belirtileri kısa süreli olabilir. Ancak amok sendromu yaşayan hastaların şiddetli saldırganlık eğiliminde olarak çevresine zarar verme ihtimali de vardır. Bu tür belirtilerin görülmesi acil müdahale edilmesi gereken tıbbi bir durum olabilir. Çevrenizde bu tür belirtileri gösteren bir kişi gördüğünüzde zaman kaybetmeden uzman bir sağlık personelinden yardım almanız oldukça önemlidir.Amok Hastalığı Neden Olur?Amok hastalığının kesin nedeni bilinmemekle birlikte bazı faktörler amok hastalığına etki edebilir. Amok hastalığının nedenleri şu şekilde sıralanabilir:Psikiyatrik bozukluklarŞizofreni, depresyon ya da anksiyete bozuklukları gibi kimi psikiyatrik bozukluklar amok hastalarında daha yoğun görülebilir. Bu tür bozukluklar kişide duygusal, düşünsel ve davranışsal süreçleri etkileyebilir.Stres ve travmaStres seviyesinin yüksek olması, hayatta karşılaşılan bazı olaylar amok sendromunun oluşmasına neden olabilir.Sosyal ve kültürel etkilerAmok sendromunun nedenlerimden biri de kültürel ve sosyal yaşam koşulları olduğu düşünülür. Özellikle Asya Kıtası'nın güney ülkelerinde yaşayan insanların kültürlerinde aşırı utanca maruz kalma, onur kırma gibi faktörler amok sendromunu ortaya çıkmasına neden olabilir.Genetik faktörlerAmok sendromuna neden olan faktörlerin biri de genetik olabilir. Aile içerisinde psikiyatrik bozukluklar ve şiddet eğilimleri olması amok sendromu riskini de artırabilir.Uyuşturucu ya da madde bağımlılığıAlkol, uyuşturucu gibi bazı madde bağımlılıkları amok sendromuna etki edebilir.Beyin kimyasında meydana gelen dengesizliklerBeyin kimyasında oluşabilecek dengesizlikler, kişinin duygu durum ve davranışlarını etkiler. Bazı durumlarda kimyasal dengesizlik çılgınlık sendromuna neden olabilir.Amok Hastalığı Teşhisi Nasıl Konulur?Amok sendromu belirtilerinin olması halinde çoğunlukla psikiyatrik değerlendirme ve ayrıntılı tıbbi değerlendirme yapılarak teşhis konabilir. Amok sendromu teşhisi konulurken yapılacak işlemler şöyledir:Fiziksel muayeneHastanın genel sağlık öyküsü dinlenerek tıbbi geçmişi hakkında bilgi alınır. Hastalığa bağlı olarak hastanın çılgınca davranışlar sergilemesine neden olabilecek başka rahatsızlıkları (beyin hasarı, nörolojik bozukluklar gibi) olup olmadığı değerlendirilir.Psikiyatrik muayeneUzman bir psikolog ve psikiyatrist, hastanın duygusal ve psikolojik halini değerlendirir. Ortaya çıkan belirtiler, kişinin duygu ve davranışları hakkında hastaya sorular sorulabilir.Hastanın sağlık öyküsüYakın zamanda hastanın yaşadığı stres düzeyi yüksek olaylar ve stres faktörleri değerlendirilir.Amok sendromu testiBu test yöntemi ile amok hastalarında ortaya çıkan belirtilerin etkisi ve şiddeti ölçülebilir. Laboratuvar testleriYapılan muayene ile değerlendirmelere ilave olarak bazı test ve tahliller gerekebilir. Kan tahlilleri ya da görüntüleme taramaları ihtiyaç olması halinde teşhis aşamasında istenebilir.Bu tür teşhis yöntemleri kullanılarak kişide amok sendromu teşhis edilebilir. Amok hastalığında erken teşhis ve tedavi oldukça önemlidir. Erken teşhis ile uygulanacak tedavi, amok hastalığı ile başa çıkmayı daha kolay hale getirebilir. Hastalığın etkisine ve şiddetine bağlı olarak farklı tedavi seçenekleri değerlendirilip tedavi sürecine başlanır.Amok Hastalığı Tedavi Yöntemleri Nelerdir?Amok tanısı konduktan sonra hastalığın gelişimi, belirtilerin etkisi, şiddeti ve hastalığın nedenlerine bağlı olarak tedavi seçenekleri de değişebilir. Amok hastalığının tedavi yöntemleri şunlardır:Psikoterapi (konuşma terapisi)Amok hastalığında kullanılan en etkili tedavi seçeneklerinden biridir. Konuşma terapisti, hastanın özelinde geçmişini, deneyimlerini, travmalarını değerlendirerek hastalığı nelerin tetiklediğini anlamaya çalışır. Bu tedavi yönteminde hastanın düşünce yapısı, davranışları, duygusal durumları gözlemlenerek anlamlandırılmaya çalışılır.İlaç tedavisiHastalığın belirtilerini hafifleterek kontrol alına almak için hastaya uygun ilaçlar reçete edilebilir. Bu ilaçlar çoğunlukla antidepresanlar, antipsikotikler ya da anksiyolitik içerikli ilaçlar olabilir.Stres yönetimiStres yönetimi ile hastanın günlük hayatta karşılaştığı stresle başa çıkmasına yardımcı olmak için farklı teknikler gösterilir. Yoga, meditasyon, gevşeme egzersizleri hastanın daha sakin bir yapıya sahip olmasına katkı verebilir.Sosyal destek verme ve aileHastanın aile bireyleri, kişinin tedavi sürecinde iyileşmesine destek vermek adına destek ağı kurarak hastaya yardımcı olabilirler.Tıbbi takip ve kontrolAmok atakları geliştiren hastaların sürekli tıbbi bir takip ve kontrol altında tutulması gerekebilir. Hastanın ve çevresindekilerin güvenliğini sağlamak için önlemler alınabilir.Rehabilitasyon uygulamalarıTedavi sürecinde iyileşmeyi desteklemek için rehabilitasyon uygulamaları gerekebilir. Rehabilitasyon programları ile hasta sosyalleşerek işlevsel becerilerini geliştirebilir. Günlük hayatta stresle daha iyi başa çıkmaya da katkı verilebilir.Bu tür tedavi yöntemleri amok hastalarında uygulanabilecek farklı tedavi seçeneklerini oluşturur. Her hastanın tedaviye vereceği yanıt farklı olduğundan amok hatalarının tedavi aşamaları kişiye özel olarak planlanmalıdır. Amok Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularAniden sinirlenme hastalığının adı nedir?Aniden sinirlenme hastalığına amok hastalığı ya da amok sendromu denir. Psikolojik bir durumu ifade eder. Ani ve şiddetli saldırganlık nöbetlerine eşlik eden sinirlilik hali, öfke patlamaları ve kontrol edilemeyen davranışlarla belirti verir. Hastalar kendilerini ve çevresindekileri tehlikeye atabilecek davranışlarda ile saldırganlıklarda bulunabilir. Bu nedenle hastalığın erken teşhis ve tedavi ile altta yatan nedeni bulunarak gerekli tedavi işlemleri zaman kaybetmeden yapılmalıdır.Amok saldırısı nedir?Amok, Malay dilinde savaş alanında kızgın bir biçimde savaşmak anlamındadır. Çoğunlukla ekonomik ve sosyal prestij kaybı, sevdiği birini kaybetme, gerçek anlamda ya da algısal olarak saldırıya, adaletsizliğe maruz kalma gibi hislerin sonucu olarak amok saldırısı ortaya çıkabilir. Amok saldırısında saldırıyı yapan kişi, mağdur seçmeden ve rastgele açılan ateşler neticesinde kitlesel ölüm ya da yaralanmalara neden olur.
6,428
173
Hastalıklar
Anevrizma
Anevrizma, aort veya beyin damar duvarının zayıflaması veya hasar görmesi sonucu kan damarı duvarında ortaya çıkan kabarcık veya balona benzeyen dışa doğru şişkinliktir. Anevrizma genellikle beyin anevrizması ve aort anevrizması şeklinde görülür ancak diz arkası, bağırsak veya dalakta da meydana gelebilir. Beyin anevrizmasının yaygın nedenleri yüksek tansiyon, sigara ve ileri yaştır. Anevrizmalar genellikle yırtılıncaya kadar hiçbir belirti göstermezler. Anevrizma, aort veya beyin damar duvarının zayıflaması veya hasar görmesi sonucu kan damarı duvarında ortaya çıkan kabarcık veya balona benzeyen dışa doğru şişkinliktir. Anevrizma genellikle beyin anevrizması ve aort anevrizması şeklinde görülür ancak diz arkası, bağırsak veya dalakta da meydana gelebilir. Beyin anevrizmasının yaygın nedenleri yüksek tansiyon, sigara ve ileri yaştır. Anevrizmalar genellikle yırtılıncaya kadar hiçbir belirti göstermezler.  Anevrizma Nedir?Anevrizma, atardamar gibi bir kan damarının duvarında anormal bir şişlik veya çıkıntı oluşması sonucu damarın %50'sinden daha fazlasında anormal genişleme veya balonlaşma meydana gelmesidir. Anevrizma yaygın olarak beyin ve aort damarlarında görülür.Damar duvarı sağlamlığını ve elastikiyetini kaybedip damar dışa doğru şiştiğinde meydana gelmektedir. Anevrizmanın duvarındaki bu anormal bölge yırtılarak beyin kanamasına da yol açabilir. Sıklıkla beyin ve beyni kaplayan ince doku arasındaki subaraknoid mesafe içerisine kanama olur.Anevrizmalar genellikle patlayan kadar belirti vermez ve fark edilmez. Patlayan ve fark edilen anevrizmalar ölümcül sonuçlar doğurabilir. Özellikle beyin anevrizması belirtileri arasında baş ağrısı, bulanık görüş, mide bulantısı, ışığa duyarlılık ve bilinç kaybıdır. Tedavi edilmeyen beyin ve aort anevrizmaları patlayarak tehlikeli ve ölümcül sonuçlara yol açabilir.Anevrizma Türleri Nelerdir?Anevrizma genel olarak beyin anevrizması ve aort anevrizması üzerinden değerlendirilir. Bunun yanı sıra abdominal aort anevrizması ve periferik anevrizma da anevrizma türleri arasında sayılır. Anevrizma türleri şöyledir: Beyin anevrizması Aort anevrizması  Abdominal aort anevrizması  Torasik aort anevrizması Periferik anevrizma Karotis anevrizma Mezenterik arter anevrizmasıAnevrizma Neden Olur?Anevrizma; bir kan damarının ve özellikle bir atardamarın,  hastalık gibi bir nedenle damar duvarının zayıflaması sonucu oluşan, dışarı doğru oluşan kanla dolu kabarcık veya balonlaşmadır. Damar duvarındaki bu zayıflığı tetikleyen faktörler arasında yüksek tansiyon, ateroskleroz, sigara tüketimi, yaşlılık, genetik ve stres yer alır.Anevrizmaya yol açabilecek potansiyel faktörler şu şekildedir: Yüksek tansiyon Ateroskleroz Sigara tüketimi Yaşlılık Genetik faktör StresBeyin anevrizması neden olur?Beyin anevrizmasının nedenleri arasında ileri yaş, yüksek tansiyon, sigara, madde kullanımı (özellikle kokain), ağır alkol tüketimi ve bazı enfeksiyonlarda sıklığı artabilir. Bazen de kafa travmasından sonra oluşabilir.Doğuştan itibaren var olan bazı hastalıklarda da beyin anevrizma riski artar. Kalıtsal bağ dokusu bozuklukları (Ehlers-Danlos sendromu); damar duvarlarını zayıflatır. Polikistik böbrek hastalığı; yüksek tansiyona neden olabilir. Aile öyküsü; özellikle birinci dereceden yakınında beyin anevrizma öyküsü varsa risk mevcuttur.Anevrizma Belirtileri Nelerdir?Anevrizmalar genellikle herhangi bir belirtiye neden olmadıkları için fark edilmezler. Buna "asemptomatik" anevrizma denir. Bir anevrizma yırtıldığında tehlikeli hale gelir. Yırtılmış bir anevrizma ciddi yaşam tehdidi içerir ve acil tıbbi tedavi gerektirir. Ani, şiddetli bir baş ağrısı tipik bulgusudur ve genellikle şimdiye kadar yaşanan "en kötü baş ağrısı" olarak tanımlanır.Baş ağrısının yanında; mide bulantısı, boyun ağrısı, bulanık görme, ışığa duyarlılık, nöbet, düşük göz kapağı, bilinç kaybı ve bilinç bulanıklığı olabilir. Bazı durumlarda, anevrizma az miktarda kan sızdırabilir ve sonuçta sadece şiddetli baş ağrısı gözlenebilir. Sızıntıyı takiben daha ciddi yırtılmalar gözlenebilir. Yırtılmamış anevrizmalar genellikle belirti vermezler. Bu nedenle büyük boyutta bir anevrizmaya sahip olunsa bile anlaşılamayabilir. Patlamamış anevrizma tespiti sıklıkla başka nedenle yapılan görüntüleme tetkikleri ile tesadüfen ortaya çıkar. Bazen bulunduğu bölgede yaptığı bası nedeniyle ortaya çıkan bulgular gözlenebilir.Anevrizma belirtileri şu şekilde sıralanabilir: Baş ağrısı ve baş dönmesi  Boyun tutulması veya boyun ağrısı Bulanık görüş  Işığa duyarlılık Nöbet riski Göz kapağında düşüklüğü Bilinç kaybı Vücudun herhangi bir uzvunda güçsüzlükAnevrizma Nasıl Teşhis Edilir?Anevrizma hastalığı yaygın olarak BT taraması ve MR yoluyla teşhis edilir. Kanamamış anevrizma tespiti sıklıkla başka nedenle yapılan görüntüleme tetkikleri ile tesadüfen ortaya çıkar. Yırtılmış bir anevrizmadan şüphelenildiğinde öncelikle beyin bilgisayarlı tomografisi (BT) çekilir ve sızmış bir kanın varlığı araştırılır.Eğer subaraknoid mesafede kan gözlenirse damardan ilaç verilerek Beyin BT anjiografi ile damar içi boyanarak anevrizma varlığı araştırılır. Tomografi çekildiğinde kan gözlenmezse ve bulgularınız beyin anevrizma kanamasını destekliyorsa belden beyin omurilik suyundan örnek alınarak beyin kanaması varlığı araştırılır. Manyetik rezonans (MR) görüntüleme; beyin içerisini ayrıntılı gösteren tanı esnasında yardımcı olabilecek metodlardan biridir; MR anjiografi anevrizma varlığını saptayabilir.Bu yöntemler yeterli olmazsa serebral anjiografi uygulanabilir; bu yöntemle beyin damarlarının içerisi direk atardamar aracılığı ile boyanarak anevrizma varlığı araştırılır.Anevrizma Tedavisi Nasıl Yapılır?Günümüzde kanamış anevrizmalar için 2 tedavi yöntemi vardır. Bunlar cerrahi klipleme ve endovasküler tedavidir.Cerrahi kliplemeCerrahi klipleme işleminde anevrizma boynu klipleyerek kapatılır. Kafatasının bir bölümü kaldırılarak beyne pencere açılır. Beyin anevrizmasının içerisine kan akışını durdurmak amaçlı anevrizma boynuna metal bir klips yerleştirilir.Endovasküler tedaviEndovasküler tedavi cerrahi girişime göre daha az invaziv bir işlem olup genellikle bilekten ya da kasıktan bir atardamara kateter yerleştirilerek damar içi boyama ile beyin anevrizmasına ulaşır. Sonrasında anevrizmayı damar içerisinden farklı yöntem kombinasyonları ile tedavi edebilir.Yırtılmamış bir beyin anevrizmasının tedavisi bazı durumlarda uygun olabilir ve gelecekteki olası bir kanamayı önleyebilir.Anevrizma Hakkında Sık Sorulan SorularAnevrizma ne demek?Anevrizma, bir kan damarının duvarında anormal bir çıkıntı veya balonlaşmadır. Anevrizma beyin ve aort damarında daha sık görülür.Anevrizma tehlikeli mi?Anevrizma, patlama meydana getirdiğinde tehlikeli bir hal alabilir ve acil müdahale edilmesi gerekir.Beyin anevrizması belirtileri nelerdir?Baş ağrısı, boyun ağrısı, mide bulantısı, bilinç kaybı, ışığa karşı duyarlılık ve göz kapağında düşüklük beyin anevrizmasında görülebilecek belirtiler arasındadır. Beyin anevrizma hastalarının dikkat etmesi gerekenler nelerdir? Beyin anevrizmasının yırtılma riski çok yüksek değilse ve hastada herhangi bir belirti yoksa mutlaka bir tedavi gerekli değildir fakat düzenli kontrol altında olunmalıdır. Her şeyden önce anevrizmanın yeri ve genel sağlık durumu bu kararda önemli rol oynamaktadır. Beyin anevrizması hastalarının damar sağlığını koruması önemlidir. Bu sebeple; sigara içilmemeli, fazla kilo alınmamalı, uzman hekimin önerdiği egzersizler düzenli olarak yapılmalıdır. Yüksek tansiyonu varsa hastanın kontrol altında tutulması önemlidir. Hastanın beyin anevrizmasının yırtılma riski var ise gerekli olan girişimsel ya da cerrahi tedaviler uzman hekimler tarafından belirlenip uygulanmalıdır.Beyin anevrizması ameliyatı riskleri nelerdir?Cerrahi klipleme ve endovasküler tedavi beyin anevrizması tedavisinde kullanılan tedavilerdir. Her iki işlem için, beyinde kanama veya beyne giden kan akışının kaybı gibi potansiyel riskler bulunmaktadır.Beyin anevrizması ameliyatı sonrası nelere dikkat edilmelidir?Anevrizma ameliyatından sonra belirli aralıklarla kontrol muayeneleri gereklidir. Risk faktörlerini azaltmak gerekir; özellikle tansiyon kontrol altında olmalı, sigara kullanımı bırakılmalı ve düzenli egzersiz yapılmalıdır. Stresten ve stres yaratan aktivitelerden uzak durulmalıdır.Beyin anevrizması genetik midir? Bazı doğumsal hastalıklarda anevrizma riski yüksektir. Kalıtsal bağ dokusu bozuklukları (Ehlers-Danlos sendromu); damar duvarlarını zayıflatır Polikistik böbrek hastalığı; yüksek tansiyona neden olabilir Aile öyküsü; özellikle birinci dereceden yakınında beyin anevrizma öyküsü varsa risk mevcuttur.Beyin anevrizması tekrarlar mı? Risk faktörleri devam ettiği sürece anevrizma yeniden oluşabilir. Anevrizma teşhis edildikten sonra risk faktörlerini ortadan kaldırmak için yaşam tarzı değişiklikleri önerilir. Sigara kullanımı bırakılmalı, yüksek tansiyon kontrol altına alınmalı, sağlıklı ve dengeli beslenilmeli, düzenli egzersiz yapılmalı ve kilo kontrolü sağlanmalıdır. Anevrizma Nedir?Anevrizma, atardamar gibi bir kan damarının duvarında anormal bir şişlik veya çıkıntı oluşması sonucu damarın %50'sinden daha fazlasında anormal genişleme veya balonlaşma meydana gelmesidir. Anevrizma yaygın olarak beyin ve aort damarlarında görülür.Damar duvarı sağlamlığını ve elastikiyetini kaybedip damar dışa doğru şiştiğinde meydana gelmektedir. Anevrizmanın duvarındaki bu anormal bölge yırtılarak beyin kanamasına da yol açabilir. Sıklıkla beyin ve beyni kaplayan ince doku arasındaki subaraknoid mesafe içerisine kanama olur.Anevrizmalar genellikle patlayan kadar belirti vermez ve fark edilmez. Patlayan ve fark edilen anevrizmalar ölümcül sonuçlar doğurabilir. Özellikle beyin anevrizması belirtileri arasında baş ağrısı, bulanık görüş, mide bulantısı, ışığa duyarlılık ve bilinç kaybıdır. Tedavi edilmeyen beyin ve aort anevrizmaları patlayarak tehlikeli ve ölümcül sonuçlara yol açabilir.Anevrizma Türleri Nelerdir?Anevrizma genel olarak beyin anevrizması ve aort anevrizması üzerinden değerlendirilir. Bunun yanı sıra abdominal aort anevrizması ve periferik anevrizma da anevrizma türleri arasında sayılır. Anevrizma türleri şöyledir:Anevrizma Neden Olur?Anevrizma; bir kan damarının ve özellikle bir atardamarın,  hastalık gibi bir nedenle damar duvarının zayıflaması sonucu oluşan, dışarı doğru oluşan kanla dolu kabarcık veya balonlaşmadır. Damar duvarındaki bu zayıflığı tetikleyen faktörler arasında yüksek tansiyon, ateroskleroz, sigara tüketimi, yaşlılık, genetik ve stres yer alır.Anevrizmaya yol açabilecek potansiyel faktörler şu şekildedir:Beyin anevrizması neden olur?Beyin anevrizmasının nedenleri arasında ileri yaş, yüksek tansiyon, sigara, madde kullanımı (özellikle kokain), ağır alkol tüketimi ve bazı enfeksiyonlarda sıklığı artabilir. Bazen de kafa travmasından sonra oluşabilir.Doğuştan itibaren var olan bazı hastalıklarda da beyin anevrizma riski artar.Anevrizma Belirtileri Nelerdir?Anevrizmalar genellikle herhangi bir belirtiye neden olmadıkları için fark edilmezler. Buna "asemptomatik" anevrizma denir. Bir anevrizma yırtıldığında tehlikeli hale gelir. Yırtılmış bir anevrizma ciddi yaşam tehdidi içerir ve acil tıbbi tedavi gerektirir. Ani, şiddetli bir baş ağrısı tipik bulgusudur ve genellikle şimdiye kadar yaşanan "en kötü baş ağrısı" olarak tanımlanır.Baş ağrısının yanında; mide bulantısı, boyun ağrısı, bulanık görme, ışığa duyarlılık, nöbet, düşük göz kapağı, bilinç kaybı ve bilinç bulanıklığı olabilir. Bazı durumlarda, anevrizma az miktarda kan sızdırabilir ve sonuçta sadece şiddetli baş ağrısı gözlenebilir. Sızıntıyı takiben daha ciddi yırtılmalar gözlenebilir. Yırtılmamış anevrizmalar genellikle belirti vermezler. Bu nedenle büyük boyutta bir anevrizmaya sahip olunsa bile anlaşılamayabilir. Patlamamış anevrizma tespiti sıklıkla başka nedenle yapılan görüntüleme tetkikleri ile tesadüfen ortaya çıkar. Bazen bulunduğu bölgede yaptığı bası nedeniyle ortaya çıkan bulgular gözlenebilir.Anevrizma belirtileri şu şekilde sıralanabilir:Anevrizma Nasıl Teşhis Edilir?Anevrizma hastalığı yaygın olarak BT taraması ve MR yoluyla teşhis edilir. Kanamamış anevrizma tespiti sıklıkla başka nedenle yapılan görüntüleme tetkikleri ile tesadüfen ortaya çıkar. Yırtılmış bir anevrizmadan şüphelenildiğinde öncelikle beyin bilgisayarlı tomografisi (BT) çekilir ve sızmış bir kanın varlığı araştırılır.Eğer subaraknoid mesafede kan gözlenirse damardan ilaç verilerek Beyin BT anjiografi ile damar içi boyanarak anevrizma varlığı araştırılır. Tomografi çekildiğinde kan gözlenmezse ve bulgularınız beyin anevrizma kanamasını destekliyorsa belden beyin omurilik suyundan örnek alınarak beyin kanaması varlığı araştırılır. Manyetik rezonans (MR) görüntüleme; beyin içerisini ayrıntılı gösteren tanı esnasında yardımcı olabilecek metodlardan biridir; MR anjiografi anevrizma varlığını saptayabilir.Bu yöntemler yeterli olmazsa serebral anjiografi uygulanabilir; bu yöntemle beyin damarlarının içerisi direk atardamar aracılığı ile boyanarak anevrizma varlığı araştırılır.Anevrizma Tedavisi Nasıl Yapılır?Günümüzde kanamış anevrizmalar için 2 tedavi yöntemi vardır. Bunlar cerrahi klipleme ve endovasküler tedavidir.Cerrahi kliplemeCerrahi klipleme işleminde anevrizma boynu klipleyerek kapatılır. Kafatasının bir bölümü kaldırılarak beyne pencere açılır. Beyin anevrizmasının içerisine kan akışını durdurmak amaçlı anevrizma boynuna metal bir klips yerleştirilir.Endovasküler tedaviEndovasküler tedavi cerrahi girişime göre daha az invaziv bir işlem olup genellikle bilekten ya da kasıktan bir atardamara kateter yerleştirilerek damar içi boyama ile beyin anevrizmasına ulaşır. Sonrasında anevrizmayı damar içerisinden farklı yöntem kombinasyonları ile tedavi edebilir.Yırtılmamış bir beyin anevrizmasının tedavisi bazı durumlarda uygun olabilir ve gelecekteki olası bir kanamayı önleyebilir.Anevrizma Hakkında Sık Sorulan SorularAnevrizma ne demek?Anevrizma, bir kan damarının duvarında anormal bir çıkıntı veya balonlaşmadır. Anevrizma beyin ve aort damarında daha sık görülür.Anevrizma tehlikeli mi?Anevrizma, patlama meydana getirdiğinde tehlikeli bir hal alabilir ve acil müdahale edilmesi gerekir.Beyin anevrizması belirtileri nelerdir?Baş ağrısı, boyun ağrısı, mide bulantısı, bilinç kaybı, ışığa karşı duyarlılık ve göz kapağında düşüklük beyin anevrizmasında görülebilecek belirtiler arasındadır. Beyin anevrizma hastalarının dikkat etmesi gerekenler nelerdir? Beyin anevrizmasının yırtılma riski çok yüksek değilse ve hastada herhangi bir belirti yoksa mutlaka bir tedavi gerekli değildir fakat düzenli kontrol altında olunmalıdır. Her şeyden önce anevrizmanın yeri ve genel sağlık durumu bu kararda önemli rol oynamaktadır. Beyin anevrizması hastalarının damar sağlığını koruması önemlidir. Bu sebeple; sigara içilmemeli, fazla kilo alınmamalı, uzman hekimin önerdiği egzersizler düzenli olarak yapılmalıdır. Yüksek tansiyonu varsa hastanın kontrol altında tutulması önemlidir. Hastanın beyin anevrizmasının yırtılma riski var ise gerekli olan girişimsel ya da cerrahi tedaviler uzman hekimler tarafından belirlenip uygulanmalıdır.Beyin anevrizması ameliyatı riskleri nelerdir?Cerrahi klipleme ve endovasküler tedavi beyin anevrizması tedavisinde kullanılan tedavilerdir. Her iki işlem için, beyinde kanama veya beyne giden kan akışının kaybı gibi potansiyel riskler bulunmaktadır.Beyin anevrizması ameliyatı sonrası nelere dikkat edilmelidir?Anevrizma ameliyatından sonra belirli aralıklarla kontrol muayeneleri gereklidir. Risk faktörlerini azaltmak gerekir; özellikle tansiyon kontrol altında olmalı, sigara kullanımı bırakılmalı ve düzenli egzersiz yapılmalıdır. Stresten ve stres yaratan aktivitelerden uzak durulmalıdır.Beyin anevrizması genetik midir? Bazı doğumsal hastalıklarda anevrizma riski yüksektir.Beyin anevrizması tekrarlar mı?
6,025
174
Hastalıklar
Amfizem
Amfizem, akciğerlerdeki hava keselerinin hasar görüp genişlediği ve bunun sonucunda nefes darlığı gibi solunum yetmezliğine neden olan bir hastalıktır. Amfizem sırasında solunum akışında bozulma yaşandığı için kandaki oksijen içeriği de azalır. Çeşitli tedavi seçeneklerine rağmen kendi kendine düzelmeyen kronik bir hastalık olan amfizem aynı zamanda kronik bronşit ile bağlantılı olarak da ortaya çıkabilir. Amfizem, akciğerlerdeki hava keselerinin hasar görüp genişlediği ve bunun sonucunda nefes darlığı gibi solunum yetmezliğine neden olan bir hastalıktır. Amfizem sırasında solunum akışında bozulma yaşandığı için kandaki oksijen içeriği de azalır. Çeşitli tedavi seçeneklerine rağmen kendi kendine düzelmeyen kronik bir hastalık olan amfizem aynı zamanda kronik bronşit ile bağlantılı olarak da ortaya çıkabilir.  Amfizem Nedir? En temel tetikleyicisi sigara olan amfizem, KOAH'ın bir türü olup, akciğerlerdeki alveol adı verilen hava keselerinin kademeli olarak hasar görüp tahrip olmasıdır. Bu tahribat sonucunda kişide yaygın olarak nefes darlığı meydana gelir. Nefes darlığına sebep olduğu için aynı zamanda da bir akciğer hastalığıdır.Akciğer dokusunun çok önemli iki bileşeni vardır. Bunlardan ilki hava yollarıdır. Hava yolları nefesle alınan havayı akciğerin oksijen karbondioksit değişimi yani gaz değişimin olduğu bölümlere ileten kısmıdır. Diğeri de akciğerin parankim denilen gaz değişiminin olduğu bölümdür. Bu havayollarının kronik iltihabına bronşit adı verilir. Kronik bronşitin ileriki aşamalarında akciğerin kesecik ya da alveol denilen gaz değişiminin olduğu bölgelerin tahrip olmasıyla amfizem meydana gelir.Etkilenen bölgelerdeki doku, geri döndürülemeyecek bir süreç olan sürekli aşırı gerilme nedeniyle elastikiyetini kaybeder. Bu sebeple kronik bronşit ve amfizem birbirini takip eden bir sürecin parçalarıdır. Her iki hastalık da kronik obstrüktif akciğer hastalığı yani KOAH’ın ileri evreleridir. Amfizemin en belirgin semptomu nefes darlığıdır. Nefes darlığıyla birlikte öksürük ve hırıltı da amfizem hastalığında görülebilecek belirtiler arasında yer alır. Amfizem Türleri Nelerdir?Amfizemin en sık görülen formu kronik bronşitle birlikte olan kısmı sentrilobüler amfizemdir. Bu amfizem türü akciğerin üst bölgelerinde görülen şeklidir. Sentrilobüler amfizemde, doğrudan alveollere giden bronşların ince dalları başlangıçta etkilenir. Alveollerdeki hasar, küçük hava yolları alanında başlar ve daha sonra, ikincil lobül olarak adlandırılan en küçük fonksiyonel akciğer birimi içinde merkezden çevreye yayılır.-Panlobüler amfizem ise bütün alveolleri tutan amfizem tipidir. Amfizemin ileri aşamalarından biridir. Tipik olarak öncelikle alveolleri daha sonra küçük hava yollarını etkiler. Panlobüler amfizemde ikincil lobüldeki yıkım genellikle çevreden merkeze doğru ilerler.Paraseptal amfizem ise akciğerlerin çevresinde ve akciğer uç alanında ortaya çıkmaktadır.Amfizem Neden Olur?Amfizem hastalığı, özellikle sigara tüketimine bağlı olarak akciğerlerdeki hava keselerinin iltihaplanması sonucunda meydana gelir. Sigarayla birlikte pasif içicilik, kimyasal dumanlar ve toz gibi faktörler de amfizemi tetikler. Ayrıca 55 yaş ve üzeri yaştaki kişilerin de amfizeme yakalanma riski yüksektir. Amfizeme neden olan faktörler şöyledir: Sigara tüketimi Pasif içicilik  Kimyasal dumanların solunması Çeşitli tozlara maruz kalmak  55 yaş ve üstü olunmasıAmfizem nadir olarak da akciğerlerdeki elastik yapıları koruyan bir proteinin kalıtsal eksikliğinden kaynaklanır. Buna alfa-1-antitripsin eksikliği amfizemi adı verilir.Sigara tüketimi ve amfizem ilişkisiSigara, akciğerlere oldukça fazla zarar veren bir maddedir. Sigaranın akciğerlerdeki hava keselerini iltihaplandırması sonucunda amfizem durumu yaşanır. Aynı zamanda pasif içicilik, kimyasal toksinler ve toz gibi faktörler de amfizemi tetikleyen unsurlar arasında yer alır. Yaş faktörü ve amfizem 55 yaş üstü olan kişilerde akciğerlerin performansı ve işlevi azalabilir. Özellikle sigara kullanımı da söz konusuysa yaşa bağlı olarak da amfizem vakaları yaşanabilir.Amfizem Belirtileri Nelerdir?Akciğerdeki hava keselerinin hasar görmesine bağlı olarak amfizemin en önemli ve yaygın belirtisi nefes darlığıdır. Kronik bronşitte öksürük ve balgam ön plandayken amfizemde nefes darlığı ön plandadır. Bununla birlikte öksürük, hırıltı, siyanoz ve yorgunluk da amfizem belirtileri olarak kabul edilir.Amfizem hastalığında görülen belirtileri şu şekildedir: Nefes darlığı  Balgam üretimi ile birlikte öksürük  Hırıltı  Göğüs enfeksiyonlarına yatkınlık Hızlı nefes alma Parmaklarda renk değişimi (siyanoz) Yorgunluk ve tükenmişlik hissi Zihinsel bulanıklık Uyku problemi Endişe veya depresyon  Kilo kaybıAmfizem hastalarının nefesle aldıkları hava akciğere dolar ve tam olarak dışarı çıkamaz. Bu sebeple amfizem hastaları nefes darlığı çekerler. Ayrıca akciğerde oksijen karbondioksit alışverişi düzgün yapılamadığı için oksijen alımı da azalır ve buna bağlı olarak da kişi nefes darlığı yaşar. Yaşanan nefes darlığı amfizemin şiddetine göre değişebilir. Başlarda yokuş bir yol ya da merdiven çıkarken oluşan nefes darlığı zaman içerisinde hastalık ilerledikçe düz yolda yürümeye hatta kıyafet giyinirken bile nefes darlığı yaşanmasına kadar gidebilir. Ancak her nefes darlığı amfizem belirtisi değildir. Nefes darlığına birçok akciğer hastalığı sebep olabilir. Ayırıcı tanıyı göğüs hastalıkları uzmanı bir hekim yapar. Diğer yandan amfizem hastası olan kişilerin zatürre, bronşit ve diğer akciğer enfeksiyonlarına yakalanma riski de artar.Amfizem Nasıl Teşhis Edilir?Amfizemin tanısı için  fiziksel muayene ve akciğer fonksiyon testlerinin yanında, göğüs filmi ve bilgisayarlı tomografi gibi görüntüleme tekniklerinden de yaralanılır.Bu bilgiler ışığında amfizem tanısı için mutlaka akciğer filmi gereklidir. Akciğer filminde amfizemli hastalarının akciğerlerinin üst alanlarındaki dokusunun azaldığı ve havalanmanın daha da arttığı ortaya çıkar. Amfizem sonucu akciğerde normalde olması gerekenden daha fazla hava olur. Çünkü amfizemli hastalar nefes yoluyla aldıkları havayı tam olarak boşaltamazlar. Bu da akciğerde bir hava birikintisine neden olur. Akciğer filminde akciğer bu yüzden daha siyah bir renge bürünür. Ayrıca diyafram adı verilen akciğerler ve göğüs kafesi arasında bulunan en önemli solunum kası içerdeki hava arttığı için düzleşir. Diyafram düzleşmesi de amfizemin önemli bulgularından biridir. Amfizemli hastalarda kaburgalar birbirine paralel hale gelir. Normalde kalbin sol kenarı sol diyaframın üstüne oturmaktadır fakat amfizemli hastalarda kalp ve diyafram kasının arasına da hava girmektedir. Bu da akciğerdeki fazla havalanmanın etkilerinden biridir.Sol yan taraftan çekilen filmlerde sternum denilen göğüs önündeki kemikle kalpten çıkan aort damarı arasındaki mesafenin yine aradaki fazla havadan dolayı arttığı görülmektedir. Akciğer ve yan filmlerde akciğerdeki havalanma artışı amfizem tanısının konmasında yardımcıdır. Akciğer tomografisi akciğer dokusundaki hasarı çok daha net olarak göstermektedir.Amfizem Tedavisi Nasıl Yapılır?Amfizem tedavisinde önemli olan nokta hastaları amfizem olmadan kronik bronşit aşamasındayken sigarayı bırakmaya teşvik etmek ve hastalığın ilerlemesini engellemektir. Amfizem ortaya çıktıktan sonra yapılan tedaviler arasında daralan hava yollarını genişleten bir takım ilaçlar bulunur. Akciğerdeki enfeksiyonlara karşı birtakım ilaçlar yine amfizem tedavisinde kullanılır. Ayrıca amfizem hastaları oksijen eksikliği yaşadıkları için hastalara oksijen desteği de verilmesi gerekir. Amfizem hastalığında rehabilitasyon da önemlidir. Özellikle solunum kaslarını ve diyaframı kullanmanın öğrenilmesi büyük önem taşır.Amfizemli bölgelerin tedavisinde bazı ileri tedavi yöntemleri de kullanılmaktadır. Özellikle akciğerin üst loblarında yerleşmiş ve tahrip olmuş kısımların ameliyatla çıkartılarak sağlam akciğer alanlarının devreye girmesini sağlayabilecek volüm azaltıcı cerrahiler uygulanabilmektedir. Volüm azaltıcı cerrahi her hastaya uygulanamaz. Bu nedenle son yıllarda bronkoskopik volüm azaltıcı tedaviler uygulanmaya başlanmıştır. Bronkoskopi yöntemi ile akciğerin üst kısımlarındaki bronşların içine bir takım tıkayıcı maddeler verilerek o bölgelerin çökmesi sağlanmaktadır. Böylece akciğerin sağlıklı alt alanlarının solunuma katılması sağlanmaktadır. Bronkoskopik volüm azaltıcı tedavi uygun hastalara uygulandığı zaman nefes darlığının azalması ve hastanın yaşam kalitesinin iyileşmesi hedeflenmektedir.Amfizem Hastalığından Korunma YollarıAmfizem hastalığından tamamen korunmak mümkün olmayabilir ancak riski düşürmek kişinin atacağı adımlara bağlıdır. Bunun başında da sigara ve tütün ürünlerinden uzak durmak gelir. Bununla birlikte hava kirliliğinden korunmak, kimyasal maddelerden kaçınmak, düzenli egzersiz ve sağlıklı yaşam anlayışını benimsek de korunma yolları arasındadır.Amfizem hastalığından korunma yolları şöyle sıralanabilir: Sigara ve tütün ürünlerinden uzak durulmalıdır Hava kirliliğinden korunulmalıdır Kimyasal maddelerden kaçınmak gerekir Düzenlli egzersiz yapılmalıdır Sağlıklı beslenme programı uygulanmalıdır Bağışıklık sistemini güçlü tutmak önemlidir Stres yönetimi ve uykuya dikkat edilmelidirAmfizem Hakkında Sık Sorulan Sorular Amfizem ne demek?Amfizem, akciğer dokularını tahrip ederek nefes darlığına yol açan bir hastalıktır.Amfizem ve KOAH arasındaki fark nedir? KOAH aslında büyük bir çerçevenin ismidir ve şemsiye bir tanımdır. KOAH’ın içerisinde kronik bronşiti, amfizemi, astımın ileri formları ve bronşektazi adı verilen akciğer hastalıkları yer alır. Amfizem de bu hastalık grupları içerisinde bir başlıktır.Amfizem hastaları nelere dikkat etmelidir? Amfizem hastalarının enfeksiyonlardan korunmaları önemlidir ve bu bağlamda zatürre ve grip aşılarını mutlaka yaptırmaları gerekir. Bunun dışında aşırı kilolu olmamaya dikkat edilmeli, doktor gerekli görürse kan sulandırıcı ilaçlar kullanılmalı, düzenli kas egzersizleri ve solunum egzersizleri yapılmalıdır.Amfizem bulaşıcı mı?Amfizem bulaşıcı bir hastalık değildir ve kişiden kişiye bulaşmaz.Amfizem tehlikeli midir?Amfizem, tıbbi tedavi gerektiren bir akciğer hastalığıdır ve zamanında teşhis edilip tedavi edilmezse ölümcül sonuçlar ortaya çıkarabilir.Amfizem hastaları kaç yıl yaşar?Amfizem hastalarının, hastalığın evresine, şiddetine, kişinin yaşına ve uygulanan tedaviye göre yaşam süresi değişir. Özetle amfizem hastaları şu kadar yıl yaşar demek bilimsel olarak söz konusu değildir. Amfizem Nedir? En temel tetikleyicisi sigara olan amfizem, KOAH'ın bir türü olup, akciğerlerdeki alveol adı verilen hava keselerinin kademeli olarak hasar görüp tahrip olmasıdır. Bu tahribat sonucunda kişide yaygın olarak nefes darlığı meydana gelir. Nefes darlığına sebep olduğu için aynı zamanda da bir akciğer hastalığıdır.Akciğer dokusunun çok önemli iki bileşeni vardır. Bunlardan ilki hava yollarıdır. Hava yolları nefesle alınan havayı akciğerin oksijen karbondioksit değişimi yani gaz değişimin olduğu bölümlere ileten kısmıdır. Diğeri de akciğerin parankim denilen gaz değişiminin olduğu bölümdür. Bu havayollarının kronik iltihabına bronşit adı verilir. Kronik bronşitin ileriki aşamalarında akciğerin kesecik ya da alveol denilen gaz değişiminin olduğu bölgelerin tahrip olmasıyla amfizem meydana gelir.Etkilenen bölgelerdeki doku, geri döndürülemeyecek bir süreç olan sürekli aşırı gerilme nedeniyle elastikiyetini kaybeder. Bu sebeple kronik bronşit ve amfizem birbirini takip eden bir sürecin parçalarıdır. Her iki hastalık da kronik obstrüktif akciğer hastalığı yani KOAH’ın ileri evreleridir. Amfizemin en belirgin semptomu nefes darlığıdır. Nefes darlığıyla birlikte öksürük ve hırıltı da amfizem hastalığında görülebilecek belirtiler arasında yer alır. Amfizem Türleri Nelerdir?Amfizemin en sık görülen formu kronik bronşitle birlikte olan kısmı sentrilobüler amfizemdir. Bu amfizem türü akciğerin üst bölgelerinde görülen şeklidir. Sentrilobüler amfizemde, doğrudan alveollere giden bronşların ince dalları başlangıçta etkilenir. Alveollerdeki hasar, küçük hava yolları alanında başlar ve daha sonra, ikincil lobül olarak adlandırılan en küçük fonksiyonel akciğer birimi içinde merkezden çevreye yayılır.-Panlobüler amfizem ise bütün alveolleri tutan amfizem tipidir. Amfizemin ileri aşamalarından biridir. Tipik olarak öncelikle alveolleri daha sonra küçük hava yollarını etkiler. Panlobüler amfizemde ikincil lobüldeki yıkım genellikle çevreden merkeze doğru ilerler.Paraseptal amfizem ise akciğerlerin çevresinde ve akciğer uç alanında ortaya çıkmaktadır.Amfizem Neden Olur?Amfizem hastalığı, özellikle sigara tüketimine bağlı olarak akciğerlerdeki hava keselerinin iltihaplanması sonucunda meydana gelir. Sigarayla birlikte pasif içicilik, kimyasal dumanlar ve toz gibi faktörler de amfizemi tetikler. Ayrıca 55 yaş ve üzeri yaştaki kişilerin de amfizeme yakalanma riski yüksektir. Amfizeme neden olan faktörler şöyledir:Amfizem nadir olarak da akciğerlerdeki elastik yapıları koruyan bir proteinin kalıtsal eksikliğinden kaynaklanır. Buna alfa-1-antitripsin eksikliği amfizemi adı verilir.Sigara tüketimi ve amfizem ilişkisiSigara, akciğerlere oldukça fazla zarar veren bir maddedir. Sigaranın akciğerlerdeki hava keselerini iltihaplandırması sonucunda amfizem durumu yaşanır. Aynı zamanda pasif içicilik, kimyasal toksinler ve toz gibi faktörler de amfizemi tetikleyen unsurlar arasında yer alır. Yaş faktörü ve amfizem 55 yaş üstü olan kişilerde akciğerlerin performansı ve işlevi azalabilir. Özellikle sigara kullanımı da söz konusuysa yaşa bağlı olarak da amfizem vakaları yaşanabilir.Amfizem Belirtileri Nelerdir?Akciğerdeki hava keselerinin hasar görmesine bağlı olarak amfizemin en önemli ve yaygın belirtisi nefes darlığıdır. Kronik bronşitte öksürük ve balgam ön plandayken amfizemde nefes darlığı ön plandadır. Bununla birlikte öksürük, hırıltı, siyanoz ve yorgunluk da amfizem belirtileri olarak kabul edilir.Amfizem hastalığında görülen belirtileri şu şekildedir:Amfizem hastalarının nefesle aldıkları hava akciğere dolar ve tam olarak dışarı çıkamaz. Bu sebeple amfizem hastaları nefes darlığı çekerler. Ayrıca akciğerde oksijen karbondioksit alışverişi düzgün yapılamadığı için oksijen alımı da azalır ve buna bağlı olarak da kişi nefes darlığı yaşar. Yaşanan nefes darlığı amfizemin şiddetine göre değişebilir. Başlarda yokuş bir yol ya da merdiven çıkarken oluşan nefes darlığı zaman içerisinde hastalık ilerledikçe düz yolda yürümeye hatta kıyafet giyinirken bile nefes darlığı yaşanmasına kadar gidebilir. Ancak her nefes darlığı amfizem belirtisi değildir. Nefes darlığına birçok akciğer hastalığı sebep olabilir. Ayırıcı tanıyı göğüs hastalıkları uzmanı bir hekim yapar. Diğer yandan amfizem hastası olan kişilerin zatürre, bronşit ve diğer akciğer enfeksiyonlarına yakalanma riski de artar.Amfizem Nasıl Teşhis Edilir?Amfizemin tanısı için  fiziksel muayene ve akciğer fonksiyon testlerinin yanında, göğüs filmi ve bilgisayarlı tomografi gibi görüntüleme tekniklerinden de yaralanılır.Bu bilgiler ışığında amfizem tanısı için mutlaka akciğer filmi gereklidir. Akciğer filminde amfizemli hastalarının akciğerlerinin üst alanlarındaki dokusunun azaldığı ve havalanmanın daha da arttığı ortaya çıkar. Amfizem sonucu akciğerde normalde olması gerekenden daha fazla hava olur. Çünkü amfizemli hastalar nefes yoluyla aldıkları havayı tam olarak boşaltamazlar. Bu da akciğerde bir hava birikintisine neden olur. Akciğer filminde akciğer bu yüzden daha siyah bir renge bürünür. Ayrıca diyafram adı verilen akciğerler ve göğüs kafesi arasında bulunan en önemli solunum kası içerdeki hava arttığı için düzleşir. Diyafram düzleşmesi de amfizemin önemli bulgularından biridir. Amfizemli hastalarda kaburgalar birbirine paralel hale gelir. Normalde kalbin sol kenarı sol diyaframın üstüne oturmaktadır fakat amfizemli hastalarda kalp ve diyafram kasının arasına da hava girmektedir. Bu da akciğerdeki fazla havalanmanın etkilerinden biridir.Sol yan taraftan çekilen filmlerde sternum denilen göğüs önündeki kemikle kalpten çıkan aort damarı arasındaki mesafenin yine aradaki fazla havadan dolayı arttığı görülmektedir. Akciğer ve yan filmlerde akciğerdeki havalanma artışı amfizem tanısının konmasında yardımcıdır. Akciğer tomografisi akciğer dokusundaki hasarı çok daha net olarak göstermektedir.Amfizem Tedavisi Nasıl Yapılır?Amfizem tedavisinde önemli olan nokta hastaları amfizem olmadan kronik bronşit aşamasındayken sigarayı bırakmaya teşvik etmek ve hastalığın ilerlemesini engellemektir. Amfizem ortaya çıktıktan sonra yapılan tedaviler arasında daralan hava yollarını genişleten bir takım ilaçlar bulunur. Akciğerdeki enfeksiyonlara karşı birtakım ilaçlar yine amfizem tedavisinde kullanılır. Ayrıca amfizem hastaları oksijen eksikliği yaşadıkları için hastalara oksijen desteği de verilmesi gerekir. Amfizem hastalığında rehabilitasyon da önemlidir. Özellikle solunum kaslarını ve diyaframı kullanmanın öğrenilmesi büyük önem taşır.Amfizemli bölgelerin tedavisinde bazı ileri tedavi yöntemleri de kullanılmaktadır. Özellikle akciğerin üst loblarında yerleşmiş ve tahrip olmuş kısımların ameliyatla çıkartılarak sağlam akciğer alanlarının devreye girmesini sağlayabilecek volüm azaltıcı cerrahiler uygulanabilmektedir. Volüm azaltıcı cerrahi her hastaya uygulanamaz. Bu nedenle son yıllarda bronkoskopik volüm azaltıcı tedaviler uygulanmaya başlanmıştır. Bronkoskopi yöntemi ile akciğerin üst kısımlarındaki bronşların içine bir takım tıkayıcı maddeler verilerek o bölgelerin çökmesi sağlanmaktadır. Böylece akciğerin sağlıklı alt alanlarının solunuma katılması sağlanmaktadır. Bronkoskopik volüm azaltıcı tedavi uygun hastalara uygulandığı zaman nefes darlığının azalması ve hastanın yaşam kalitesinin iyileşmesi hedeflenmektedir.Amfizem Hastalığından Korunma YollarıAmfizem hastalığından tamamen korunmak mümkün olmayabilir ancak riski düşürmek kişinin atacağı adımlara bağlıdır. Bunun başında da sigara ve tütün ürünlerinden uzak durmak gelir. Bununla birlikte hava kirliliğinden korunmak, kimyasal maddelerden kaçınmak, düzenli egzersiz ve sağlıklı yaşam anlayışını benimsek de korunma yolları arasındadır.Amfizem hastalığından korunma yolları şöyle sıralanabilir:Amfizem Hakkında Sık Sorulan Sorular Amfizem ne demek?Amfizem, akciğer dokularını tahrip ederek nefes darlığına yol açan bir hastalıktır.Amfizem ve KOAH arasındaki fark nedir? KOAH aslında büyük bir çerçevenin ismidir ve şemsiye bir tanımdır. KOAH’ın içerisinde kronik bronşiti, amfizemi, astımın ileri formları ve bronşektazi adı verilen akciğer hastalıkları yer alır. Amfizem de bu hastalık grupları içerisinde bir başlıktır.Amfizem hastaları nelere dikkat etmelidir? Amfizem hastalarının enfeksiyonlardan korunmaları önemlidir ve bu bağlamda zatürre ve grip aşılarını mutlaka yaptırmaları gerekir. Bunun dışında aşırı kilolu olmamaya dikkat edilmeli, doktor gerekli görürse kan sulandırıcı ilaçlar kullanılmalı, düzenli kas egzersizleri ve solunum egzersizleri yapılmalıdır.Amfizem bulaşıcı mı?Amfizem bulaşıcı bir hastalık değildir ve kişiden kişiye bulaşmaz.Amfizem tehlikeli midir?Amfizem, tıbbi tedavi gerektiren bir akciğer hastalığıdır ve zamanında teşhis edilip tedavi edilmezse ölümcül sonuçlar ortaya çıkarabilir.Amfizem hastaları kaç yıl yaşar?Amfizem hastalarının, hastalığın evresine, şiddetine, kişinin yaşına ve uygulanan tedaviye göre yaşam süresi değişir. Özetle amfizem hastaları şu kadar yıl yaşar demek bilimsel olarak söz konusu değildir.
7,426
175
Hastalıklar
Anevrizmal Kemik Kisti
Kalça, omuz ve diz bölgesinde sık görülen anevrizmal kemik kisti ağrı ile birlikte kemiği incelterek kırıklara neden olabilmektedir. Daha çok erkek çocuklarda ve 5 -15 yaş arasındaki görülen iyi huylu kemik tümörüdür. Yani kanser değillerdir. Tekrarlamaya meyilli olan anevrizmal kemik kistlerinin tedavisi kemikte yarattığı hasara göre farklılık gösterebilmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü Uzmanları, iyi huylu kemik tümörleri sınıfında yer alan anevrizmal kemik kisti hakkında bilgi verdi.Kalça, omuz ve diz bölgesinde sık görülen anevrizmal kemik kisti ağrı ile birlikte kemiği incelterek kırıklara neden olabilmektedir. Daha çok erkek çocuklarda ve 5 -15 yaş arasındaki görülen iyi huylu kemik tümörüdür. Yani kanser değillerdir. Tekrarlamaya meyilli olan anevrizmal kemik kistlerinin tedavisi kemikte yarattığı hasara göre farklılık gösterebilmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü Uzmanları, iyi huylu kemik tümörleri sınıfında yer alan anevrizmal kemik kisti hakkında bilgi verdi. Anevrizmal kemik kisti nedir?Anevrizmal kemik kisti, iyi huylu (selim) kemik tümörlerinden biri olup tekrarlama riski yüksek olan, kemik içinde görülen kemiği incelten bir tümördür.  Birçok tümörde olduğu gibi anevrizmal kemik kistinin de neden, nasıl ve niçin olduğu bilinmemektedir. Daha çok 5-15 yaş arasında görülen anevrizmal kemik kisti vücutta en sık kalça, omuz ve diz bölgesinde karşılaşmaktayız. Erkek çocuklarda daha sık görülmektedir. Bu durum erkek çocukların daha hareketli olmasından yani travmaya bağlı gelişebileceği hipotezi desteklemektedir.Anevrizmal kemik kisti nedenleri nelerdir?Anevrizmal kemik kisti kesin oluşma sebebi bilinmemektedir. Ağrı hafif ve zamanla artmakta olup, mekanik yetmezlik nedeniyle kırık oluşmadıkça çok bariz şikayetlere neden olmamaktadır. Bazen başka şikayetlere bağlı çekilen röntgenlerde tesadüfen de fark edilebilmektedir. Kemik bütünlüğünde incelme ve hafif darbeler sonrası kemikte çatlak veya kırık oluşabilmektedir. Bu durumda şişlik ve ağrı, daha belirgin hale gelir.Anevrizmal kemik kisti belirtileri nelerdir? Anevrizmal kemik kisti belirtileri şu şekilde sıralanabilir; Anevrizmal kemik kisti en sık görülen belirtisi ağrıdır. Anevrizmal kemik kisti zamanla kemiği incelttiğinden yetmezliğe bağlı ağrı olur. Başlangıçta ağrı hafif olup fark edilmeyebilir, ama zamanla kemikteki incelme arttıkça veya darbeye bağlı kırık oluştuğunda ağrı belirginleşir ve sürekli hale gelebilir. Burada önemli olan, kırık fark edildiğinde travmaya bağlı basit klasik bir kırık ile tümöre bağlı oluşmuş bir kırığın ayırt edilmesidir. Tümöre bağlı oluşan kırık tedavisi klasik kırıklardan farklı olacaktır.Anevrizmal kemik kisti teşhisi nasıl konulur?Anevrizmal kemik kisti teşhisinde öncelikle hastanın klinik şikayetler, hastanın yaşı, şüphe edilen kemiğin bölgesi önemlidir. Genellikle anevrizmal kemik kisti belirtileri yaşayan hastalarda direkt grafide kemikte incelme, bir miktar çapında artma genişleme fark edilebilir. Ama erken evrelerde bu görüntüler belirgin olmadığı için gözden kaçabilir.Klinik şikayet veya şüphe üzerine ya da kırık görüldüğünde çekilecek MR görüntülemede kemikteki hasarı, ödemi, kemik yıkımını kemik içindeki kistik görünümü tüm hatlarıyla belirgin bir şekilde görmem mümkündür.Manyetik Rezonans (MR) ilave olarak Bilgisayarlı Tomografi (BT) ile de incelemek gerekir. Bilgisayarlı Tomografi görüntülemesinde kemikte yaşanan hasar, olası kemik kırılmaları daha net görülebilmektedir.Anevrizmal kemik kisti veya benzer tümörler olası ön tanılar belirlendikten sonra tüm bu bulguları multidispliner tümör konseyinde (ortopedi ve travmatoloji, radyoloji, patoloji, onkoloji)  tartışıp değerlendirip bir sonraki aşamaya geçilmelidir.Kesin tanı ancak biyopsi ile konulabilmektedir. Anevrizmal kemik kisti kemik içinde olduğundan hafif sedasyon altında özel biyopsi iğneleri ile kemik içinden farklı bölgelerinden tümör dokusu alıp histo-patolojik inceleme yapılarak kesin tanı konulur.  Biyopsi yapıldıktan sonra (yani tümörün içine bir şekilde dışardan girildikten sonra) en kısa sürede tanısının konulup uygun cerrahi tedavin yapılması oldukça önemlidir.Anevrizmal kemik kisti tedavisi nasıl yapılır?Anevrizmal kemik kisti tedavisi tümörün bulunduğu kemiğe ve kemikteki hasara göre değişebilmektedir. Cerrahi yöntem: Kemik içinde sınırlı bir bölgede ve cerrahi olarak tamamen çıkarılabilecek durumdaysa tümörünün komple çıkarılması gerekmektedir. Ancak geride hücresel seviyede tümör hücreleri kalabilmekte, bu da tekrar tümörün oluşmasına neden olmaktadır. Sıvı nitrojen tedavisi: Anevrizmal kemik kisti tekrar oluşmasını engellemek için adjuvan tedavi denilen sıvı azot (nitrojen), fenol, alkol gibi birtakım kimyasal yöntemler uygulayarak gözle görülmeyen tümör hücrelerini de yok edilmesi gerekir. Sıvı nitrojen püskürtme yöntemiyle kemik içi tümör hücreleri üzerine sıkılarak ortam anlık -1800 C ye kadar düşürüp tekrar oda ısısına getirerek tümör hücrelerinin parçalanması – (yok olması) sağlanmaktadır. anevrizmal kemik kisti tümör hücrelerinin tamamen temizlendiğinden emin olduktan sonra oluşan boşluk kemik grefti veya kemik çimentosu olarak da bilinen özel bir kimyasal alaşımla doldurulmaktadır. Özellikle kemik çimentosu hem mekanik olarak sağlam hem de tekrar tümör oluşumunu engelleme özelliğinden faydalanılmaktadır. Anevrizmal kemik kisti küçük kemiklerdeyse ve aşırı kemik harabiyetine neden olmuşsa kemik komple çıkarılmakta ve yerine kemik nakli yapılarak tedavi mümkün olabilmektedir.Anevrizmal kemik kisti hakkında sık sorulan sorular Anevrizmal kemik kisti ameliyatı sonrası nelere dikkat etmek gerekir?Anevrizmal kemik kisti ameliyatından sonra dikkat edilmesi gereken konular, hastanın durumuna, tümörün görüldüğü kemiğe, kemikteki hasara göre değişebilmektedir. Çevre dokuların iyileşmesi, eklem hareketlerinin açılması için ilk 6 hafta egzersizler veya fizik tedavi almasını önerilmektedir. Anevrizmal kemik kisti ameliyatı sonrası kabaca ilk 6 hafta hassas olup kısmi yük vererek hastanın yürümesine izin verilebilmektedir. Anevrizmal kemik kisti tekrarlamaya meyilli olduğu için düzenli aralıklarla kontrol edilmesi olası tekrar tümör oluşumu açısından önemlidir.Anevrizmal kemik kisti kanser midir?  Tümör kelimesi halk arasında kanser ile eşleştirilmektedir. Ancak anevrizmal kemik kisti klasik tipi kötü huylu kemik kanserlerinden biri değildir. Hayatı tehdit etmez ancak ortaya çıktığı kemikte tekrar oluşmaya meyillidir.Anevrizmal kemik kisti bitkisel veya doğal tedavisi var mıdır?Anevrizmal kemik kisti bitkisel veya doğal tedavisi bilimsel olarak kanıtlanmamıştır.Anevrizmal kemik kisti metastaz yapar mı?Anevrizmal kemik kisti iyi huylu tümörlerden biri olup, metastaz yapmamaktadır.Anevrizmal kemik kisti ölüme neden olur mu? Anevrizmal kemik kisti kendisi ölümcül değildir. Doğrudan ölüme neden olmaz. Ancak bazen çok nadirde olsa anevrizmal kemik kisti özellikle leğen kemiği ve kalça kemikleri etrafında oluşup çok büyüyebilmektedir. Bu gibi durumlarda tümörün çok fazla büyümesi, tedavinin geç yapılması ya da cerrahi olarak çıkarılamayacak kadar ileri aşamalarda olursa yayıldığı organlardaki sorunlara bağlı hayatı tehdit edebilir.Anevrizmal kemik kisti tekrarlar mı? Anevrizmal kemik kisti iyi huylu kemik tümörlerinden olmakla birlikte lokal agresif tümörlerden olup tekrarlama riski vardır. Ancak tekrarlama riski bulunduğu kemikteki yayılım büyüklüğüne, yapılan ameliyatın başarısına göre değişmektedir.Anevrizmal kemik kisti risk grubu var mıdır? Anevrizmal kemik kisti daha çocukluk döneminde 5-15 yaş arasında erkek cinsiyette daha sık karşılaşılmaktadır. Özellikle kalça bölgesi, omuz, diz çevresinde daha sık olmakla birlikte tüm kemiklerde görülebilir.Anevrizmal kemik kisti tedavi edilmezse ne olur? Anevrizmal kemik kisti tedavi edilmezse veya geç fark edilirse bulunduğu kemiği tamamen eritip yok edebilmekte ve çevre yumuşak dokulara yayılarak tedavisi neredeyse imkânsız hale gelebilmektedir.Anevrizmal kemik kisti genel olarak iyi huylu lokal agresif bir kemik tümörü olarak kabul edilir. Ancak ortaya çıktığı kemiği ileri derecede zayıflatan, telenjektazik osteosarkom gibi bir takım kötü huylu tümörlerle karışabilmektedir. Ameliyat sonrasında bile tekrarlama riski yüksek olan ve tüm detaylarıyla doğru değerlendirilip en iyi tedavinin yapılması gereken bir kemik tümördür. Anevrizmal kemik kisti nedir?Anevrizmal kemik kisti, iyi huylu (selim) kemik tümörlerinden biri olup tekrarlama riski yüksek olan, kemik içinde görülen kemiği incelten bir tümördür.  Birçok tümörde olduğu gibi anevrizmal kemik kistinin de neden, nasıl ve niçin olduğu bilinmemektedir. Daha çok 5-15 yaş arasında görülen anevrizmal kemik kisti vücutta en sık kalça, omuz ve diz bölgesinde karşılaşmaktayız. Erkek çocuklarda daha sık görülmektedir. Bu durum erkek çocukların daha hareketli olmasından yani travmaya bağlı gelişebileceği hipotezi desteklemektedir.Anevrizmal kemik kisti nedenleri nelerdir?Anevrizmal kemik kisti kesin oluşma sebebi bilinmemektedir. Ağrı hafif ve zamanla artmakta olup, mekanik yetmezlik nedeniyle kırık oluşmadıkça çok bariz şikayetlere neden olmamaktadır. Bazen başka şikayetlere bağlı çekilen röntgenlerde tesadüfen de fark edilebilmektedir. Kemik bütünlüğünde incelme ve hafif darbeler sonrası kemikte çatlak veya kırık oluşabilmektedir. Bu durumda şişlik ve ağrı, daha belirgin hale gelir.Anevrizmal kemik kisti belirtileri nelerdir? Anevrizmal kemik kisti belirtileri şu şekilde sıralanabilir;Anevrizmal kemik kisti teşhisi nasıl konulur?Anevrizmal kemik kisti teşhisinde öncelikle hastanın klinik şikayetler, hastanın yaşı, şüphe edilen kemiğin bölgesi önemlidir. Genellikle anevrizmal kemik kisti belirtileri yaşayan hastalarda direkt grafide kemikte incelme, bir miktar çapında artma genişleme fark edilebilir. Ama erken evrelerde bu görüntüler belirgin olmadığı için gözden kaçabilir.Klinik şikayet veya şüphe üzerine ya da kırık görüldüğünde çekilecek MR görüntülemede kemikteki hasarı, ödemi, kemik yıkımını kemik içindeki kistik görünümü tüm hatlarıyla belirgin bir şekilde görmem mümkündür.Manyetik Rezonans (MR) ilave olarak Bilgisayarlı Tomografi (BT) ile de incelemek gerekir. Bilgisayarlı Tomografi görüntülemesinde kemikte yaşanan hasar, olası kemik kırılmaları daha net görülebilmektedir.Anevrizmal kemik kisti veya benzer tümörler olası ön tanılar belirlendikten sonra tüm bu bulguları multidispliner tümör konseyinde (ortopedi ve travmatoloji, radyoloji, patoloji, onkoloji)  tartışıp değerlendirip bir sonraki aşamaya geçilmelidir.Kesin tanı ancak biyopsi ile konulabilmektedir. Anevrizmal kemik kisti kemik içinde olduğundan hafif sedasyon altında özel biyopsi iğneleri ile kemik içinden farklı bölgelerinden tümör dokusu alıp histo-patolojik inceleme yapılarak kesin tanı konulur.  Biyopsi yapıldıktan sonra (yani tümörün içine bir şekilde dışardan girildikten sonra) en kısa sürede tanısının konulup uygun cerrahi tedavin yapılması oldukça önemlidir.Anevrizmal kemik kisti tedavisi nasıl yapılır?Anevrizmal kemik kisti tedavisi tümörün bulunduğu kemiğe ve kemikteki hasara göre değişebilmektedir.Anevrizmal kemik kisti hakkında sık sorulan sorular Anevrizmal kemik kisti ameliyatı sonrası nelere dikkat etmek gerekir?Anevrizmal kemik kisti ameliyatından sonra dikkat edilmesi gereken konular, hastanın durumuna, tümörün görüldüğü kemiğe, kemikteki hasara göre değişebilmektedir. Çevre dokuların iyileşmesi, eklem hareketlerinin açılması için ilk 6 hafta egzersizler veya fizik tedavi almasını önerilmektedir. Anevrizmal kemik kisti ameliyatı sonrası kabaca ilk 6 hafta hassas olup kısmi yük vererek hastanın yürümesine izin verilebilmektedir. Anevrizmal kemik kisti tekrarlamaya meyilli olduğu için düzenli aralıklarla kontrol edilmesi olası tekrar tümör oluşumu açısından önemlidir.Anevrizmal kemik kisti kanser midir?  Tümör kelimesi halk arasında kanser ile eşleştirilmektedir. Ancak anevrizmal kemik kisti klasik tipi kötü huylu kemik kanserlerinden biri değildir. Hayatı tehdit etmez ancak ortaya çıktığı kemikte tekrar oluşmaya meyillidir.Anevrizmal kemik kisti bitkisel veya doğal tedavisi var mıdır?Anevrizmal kemik kisti bitkisel veya doğal tedavisi bilimsel olarak kanıtlanmamıştır.Anevrizmal kemik kisti metastaz yapar mı?Anevrizmal kemik kisti iyi huylu tümörlerden biri olup, metastaz yapmamaktadır.Anevrizmal kemik kisti ölüme neden olur mu? Anevrizmal kemik kisti kendisi ölümcül değildir. Doğrudan ölüme neden olmaz. Ancak bazen çok nadirde olsa anevrizmal kemik kisti özellikle leğen kemiği ve kalça kemikleri etrafında oluşup çok büyüyebilmektedir. Bu gibi durumlarda tümörün çok fazla büyümesi, tedavinin geç yapılması ya da cerrahi olarak çıkarılamayacak kadar ileri aşamalarda olursa yayıldığı organlardaki sorunlara bağlı hayatı tehdit edebilir.Anevrizmal kemik kisti tekrarlar mı? Anevrizmal kemik kisti iyi huylu kemik tümörlerinden olmakla birlikte lokal agresif tümörlerden olup tekrarlama riski vardır. Ancak tekrarlama riski bulunduğu kemikteki yayılım büyüklüğüne, yapılan ameliyatın başarısına göre değişmektedir.Anevrizmal kemik kisti risk grubu var mıdır? Anevrizmal kemik kisti daha çocukluk döneminde 5-15 yaş arasında erkek cinsiyette daha sık karşılaşılmaktadır. Özellikle kalça bölgesi, omuz, diz çevresinde daha sık olmakla birlikte tüm kemiklerde görülebilir.Anevrizmal kemik kisti tedavi edilmezse ne olur? Anevrizmal kemik kisti tedavi edilmezse veya geç fark edilirse bulunduğu kemiği tamamen eritip yok edebilmekte ve çevre yumuşak dokulara yayılarak tedavisi neredeyse imkânsız hale gelebilmektedir.Anevrizmal kemik kisti genel olarak iyi huylu lokal agresif bir kemik tümörü olarak kabul edilir. Ancak ortaya çıktığı kemiği ileri derecede zayıflatan, telenjektazik osteosarkom gibi bir takım kötü huylu tümörlerle karışabilmektedir. Ameliyat sonrasında bile tekrarlama riski yüksek olan ve tüm detaylarıyla doğru değerlendirilip en iyi tedavinin yapılması gereken bir kemik tümördür.
5,426
176
Hastalıklar
Anizokori
Anizokori, göz bebeklerinden birinin diğerinden daha büyük olması için kullanılan tıbbi birimdir. Kişilerde iki göz bebeği de aynı boyutlarda olur ve ışık gibi değişikliklere benzer şekilde tepki verirler. Anizokori durumunda ise bir göz bebeği diğerinden daha büyük ya da daha küçük olarak görülür. Geçici bir reaksiyon olarak ortaya çıksa da anizokori felç veya anevrizma gibi yaşamı riske atan bir altta yatan durumun ilk belirtisi olabilir. Anizokori tedavisinde altında yatan neden bulunarak ona göre bir yol çizilir.Anizokori, göz bebeklerinden birinin diğerinden daha büyük olması için kullanılan tıbbi birimdir. Kişilerde iki göz bebeği de aynı boyutlarda olur ve ışık gibi değişikliklere benzer şekilde tepki verirler. Anizokori durumunda ise bir göz bebeği diğerinden daha büyük ya da daha küçük olarak görülür. Geçici bir reaksiyon olarak ortaya çıksa da anizokori felç veya anevrizma gibi yaşamı riske atan bir altta yatan durumun ilk belirtisi olabilir. Anizokori tedavisinde altında yatan neden bulunarak ona göre bir yol çizilir. Anizokori Nedir?Anizokori, göz bebeklerin yani pupillerin birbirlerinden farklı boyutlarda olmasıdır. Normalde eşit büyüklükte olan göz bebeklerinin boyutları farklı büyüklüktedir. Bu durum genellikle sinir yollarında meydana gelen hasara bağlı olarak gelişebilir.Göz bebeği, ışık değişiklikleri esnasında göz boyutlarında değişikliğe neden olur. Parlak ışık esnasından göz bebekleri küçülür, yüksek ışıkta ise genişler. Göz bebekleri gün içerisinde bu şekilde boyut farklılığı yaratır. Fakat göz bebeklerinizden birinin aniden diğerinden daha büyük olduğu durumda ise göz doktoruna görünmek gerekir. Bu durum uzun vadede ciddi komplikasyonlara neden olabilir.Anizokori Belirtileri Nelerdir?Anizokori hastalığının en belirgin belirtisi, göz bebeğinin diğerine göre daha büyük olmasıdır. Bazı durumlarda sadece bu belirti kendini gösterirken ilerlediği durumda ise bulanık görme, çift görme ya da ani görme kaybı gibi semptomlara neden olur. Anizokori belirtileri şöyle sıralanabilir: Gözde ağrı Bulanık görme Çift görme (diplopi) Işığa duyarlılık (fotofobi) Ani görme kaybı Baş ağrısı Ateş Mide bulantısı veya kusma Boyun ağrısı veya boyunda tutulmaAnizokori Neden Olur?Anizokori, göz içerisinde ya da kafada oluşan lezyonlar, migren ve tümörler sonucunda meydana gelir. Bunun yanında birçok sağlık sorunu, yaralanmalar ya da ilaçların yan etkileri de anizokori nedenleri arasında sayılır. Anizokorinin fizyolojik ya da patolojik olabilecek nedenleri şöyle sıralanabilir: Migren tipi şiddetli baş ağrıları Ameliyat sonrası yan etkileri Göz damlaları ya da bazı tıbbi ilaçlar Sinir sistemindeki bir bozukluk sonucu oluşan horner sendromu Sinir felci Göz veya baş travmaları Glokom (göz tansiyonu) Gözün iç kısmındaki iltihaplanmalar Beyin anevrizmaları Darbeler ve travmalar Beyin tümörleri Bazı kanser türleriAnizokori altında yatan nedeni belirlemek için değerlendirme yapılması gerekir. Böylelikle tedavi, altta yatan duruma bağlı olarak farklılık gösterir ve duruma özel olarak planlanır.Anizokori Nasıl Teşhis Edilir?Anizokori, göz hastalıkları uzmanının ilgilendiği ve göz muayenesi ile teşhis edilen bir hastalık türüdür. Semptomların değerlendirilmesi ve detaylı incelemeler için çeşitli testlerin yapılması istenebilir. Göz muayenesi esnasında durumu kolaylaştırmak için göz damlası verilebilir. Anizokoriye neyin sebep olduğunu detaylı araştırmak için şu yöntemlerden yararlanılabilir: MR (manyetik rezonans görüntüleme) Bilgisayarlı tomografi taraması (BT) Röntgen Tam kan sayımıAnizokori Tedavisi Nasıl Olur?Anizokori tedavisi, bu durumun neden olduğuna dair teşhisin ardından belirlenerek uygulanır. Fizyolojik anizokori yani farklı bir hastalık nedeniyle meydana gelmediği durumda tedavi gerekmeyebilir. Patolojik olduğu durumda ise buna yönelik olarak tedavi yöntemi belirlenir. Anizokori tedavisinde uygulanabilecek yöntemler şöyle sıralanır: Sinir basısına neden olan bir tümör varsa cerrahi müdahale gerekebilir. Gözde yaralanma varsa ciddiyetine göre cerrahi müdahale veya ilaç tedavisi uygulanabilir. Glokom gibi durumlarda göz içi basıncı kontrol altına almak için ilaçlar veya cerrahi tedavi yöntemleri kullanılır. Bir ilaca bağlı anizokori gelişmişse, ilacın değiştirilmesi veya dozunun ayarlanması gerekebilir. Migren veya küme baş ağrıları kaynaklıysa migren tedavisi uygulanır. Vücutta iltihaplanma varsa antibiyotikler, antiviral ilaçlar veya steroidler gibi iltihaplanma giderici ilaçlar kullanılabilir.Anizokori Hakkında Sık Sorulan SorularAnizokori kendiliğinden geçer mi?Anizokori, altında yatan nedene ya da tedavi sürecine bağlı olarak geçip geçmeyeceği belli olur. Kendiliğinden düzelebildiği gibi kalıcı olarak da ortaya çıkabilir.Anizokori genetik mi?Anizokori, genetik faktörlerle ilişkili olabilen durumlardan da kaynaklanabilir. Fizyolojik anizokori, genetik olarak geçebilen bir durum olabilir ve genellikle zararsız olarak kabul edilir. Anizokori Nedir?Anizokori, göz bebeklerin yani pupillerin birbirlerinden farklı boyutlarda olmasıdır. Normalde eşit büyüklükte olan göz bebeklerinin boyutları farklı büyüklüktedir. Bu durum genellikle sinir yollarında meydana gelen hasara bağlı olarak gelişebilir.Göz bebeği, ışık değişiklikleri esnasında göz boyutlarında değişikliğe neden olur. Parlak ışık esnasından göz bebekleri küçülür, yüksek ışıkta ise genişler. Göz bebekleri gün içerisinde bu şekilde boyut farklılığı yaratır. Fakat göz bebeklerinizden birinin aniden diğerinden daha büyük olduğu durumda ise göz doktoruna görünmek gerekir. Bu durum uzun vadede ciddi komplikasyonlara neden olabilir.Anizokori Belirtileri Nelerdir?Anizokori hastalığının en belirgin belirtisi, göz bebeğinin diğerine göre daha büyük olmasıdır. Bazı durumlarda sadece bu belirti kendini gösterirken ilerlediği durumda ise bulanık görme, çift görme ya da ani görme kaybı gibi semptomlara neden olur. Anizokori belirtileri şöyle sıralanabilir:Anizokori Neden Olur?Anizokori, göz içerisinde ya da kafada oluşan lezyonlar, migren ve tümörler sonucunda meydana gelir. Bunun yanında birçok sağlık sorunu, yaralanmalar ya da ilaçların yan etkileri de anizokori nedenleri arasında sayılır. Anizokorinin fizyolojik ya da patolojik olabilecek nedenleri şöyle sıralanabilir:Anizokori altında yatan nedeni belirlemek için değerlendirme yapılması gerekir. Böylelikle tedavi, altta yatan duruma bağlı olarak farklılık gösterir ve duruma özel olarak planlanır.Anizokori Nasıl Teşhis Edilir?Anizokori, göz hastalıkları uzmanının ilgilendiği ve göz muayenesi ile teşhis edilen bir hastalık türüdür. Semptomların değerlendirilmesi ve detaylı incelemeler için çeşitli testlerin yapılması istenebilir. Göz muayenesi esnasında durumu kolaylaştırmak için göz damlası verilebilir. Anizokoriye neyin sebep olduğunu detaylı araştırmak için şu yöntemlerden yararlanılabilir:Anizokori Tedavisi Nasıl Olur?Anizokori tedavisi, bu durumun neden olduğuna dair teşhisin ardından belirlenerek uygulanır. Fizyolojik anizokori yani farklı bir hastalık nedeniyle meydana gelmediği durumda tedavi gerekmeyebilir. Patolojik olduğu durumda ise buna yönelik olarak tedavi yöntemi belirlenir. Anizokori tedavisinde uygulanabilecek yöntemler şöyle sıralanır:Anizokori Hakkında Sık Sorulan SorularAnizokori kendiliğinden geçer mi?Anizokori, altında yatan nedene ya da tedavi sürecine bağlı olarak geçip geçmeyeceği belli olur. Kendiliğinden düzelebildiği gibi kalıcı olarak da ortaya çıkabilir.Anizokori genetik mi?Anizokori, genetik faktörlerle ilişkili olabilen durumlardan da kaynaklanabilir. Fizyolojik anizokori, genetik olarak geçebilen bir durum olabilir ve genellikle zararsız olarak kabul edilir.
2,818
177
Hastalıklar
Angelman Sendromu
Genetik geçişli bir hastalık olan Angelman sendromu (AS) genellikle 12 bin ile 20 bin doğumda bir görülen nörolojik bir rahatsızlıktır. Bebekliğin ilk aylarında kendisini belli etmeyen Angelman sendromu, ilk 6-12 aylık dönemdeki gelişim geriliği ile fark edilebilmektedir. Ancak aile fertlerinde Angelman sendromu hikayesi pozitif olan ebeveynlerin yeni doğan bebeğine yapılan testlerle bu rahatsızlık erken bebeklik dönemde teşhis edilebiliyor. Aile bireylerine göre daha açık tenli, sarışın ve renkli gözlü olabilen Angelman sendromlu çocuklarda gelişim geriliği, konuşma bozuklukları ya da konuşma yokluğu, öğrenme güçlüğü, epilepsi ve denge sorunları gibi belirtiler görülebiliyor. Henüz herhangi bir tedavi yöntemi olmayan Angelman sendromunda hastalara genellikle semptomatik ve destekleyici tedaviler uygulanıyor. Aile hikayesi olan anne baba adaylarına çocuk sahibi olmadan önce yapılan testler ile Angelman sendromu riskleri belirlenebiliyor. Risk taşıyan anne baba adayları genetik seçimli tüp bebek tedavisi ile Angelman sendromu hastalığı olmayan çocuk sahibi olabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi’nden Doç. Dr. Mehmet Buğrahan Düz, Angelman sendromunun nedenleri, tedavi yöntemleri, önleme yöntemleri ve sık sorulan sorular hakkında bilgi verdi.Genetik geçişli bir hastalık olan Angelman sendromu (AS) genellikle 12 bin ile 20 bin doğumda bir görülen nörolojik bir rahatsızlıktır. Bebekliğin ilk aylarında kendisini belli etmeyen Angelman sendromu, ilk 6-12 aylık dönemdeki gelişim geriliği ile fark edilebilmektedir. Ancak aile fertlerinde Angelman sendromu hikayesi pozitif olan ebeveynlerin yeni doğan bebeğine yapılan testlerle bu rahatsızlık erken bebeklik dönemde teşhis edilebiliyor. Aile bireylerine göre daha açık tenli, sarışın ve renkli gözlü olabilen Angelman sendromlu çocuklarda gelişim geriliği, konuşma bozuklukları ya da konuşma yokluğu, öğrenme güçlüğü, epilepsi ve denge sorunları gibi belirtiler görülebiliyor. Henüz herhangi bir tedavi yöntemi olmayan Angelman sendromunda hastalara genellikle semptomatik ve destekleyici tedaviler uygulanıyor. Aile hikayesi olan anne baba adaylarına çocuk sahibi olmadan önce yapılan testler ile Angelman sendromu riskleri belirlenebiliyor. Risk taşıyan anne baba adayları genetik seçimli tüp bebek tedavisi ile Angelman sendromu hastalığı olmayan çocuk sahibi olabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi’nden Doç. Dr. Mehmet Buğrahan Düz, Angelman sendromunun nedenleri, tedavi yöntemleri, önleme yöntemleri ve sık sorulan sorular hakkında bilgi verdi. Angelman sendromu (AS) nedir?Angelman sendromu (AS), gelişim geriliği, entelektüel yetersizlik, konuşma bozukluğu/yokluğu ve/veya denge sorunları (ataksi) ile ortaya çıkan nörolojik bir hastalıktır. Hastalığı taşıyan çocuklar genellikle aile bireylerinden daha açık tenli, sarışın ve renkli gözlü olmaktadır. Etkilenen çocukların çoğunda tekrarlayan nöbetler (epilepsi) ve küçük bir kafa boyutu (mikrosefali) olmaktadır. Angelman sendromu bebek ilk doğduğu zaman anlaşılan bir hastalık değildir. Angelman sendromu rahatsızlığı olan bebekteki gecikmiş gelişim 6-12 aylıkken fark edilmektedir. Angelman sendromunun diğer yaygın belirti ve semptomları genellikle erken çocukluk döneminde ortaya çıkmaktadır.Angelman sendromu riskleri nelerdir?Angelman sendromu genellikle ailesel olarak gözlenmemektedir. Ancak bazı durumlarda istisnalar olabilmektedir. Özellikle 15. kromozomun üzerinde yer alan Angelman sendromundan sorumlu bölgeyi içeren kromozomal anomali/ yeniden düzenlemeler, imprinting defektlerinde ve UBE3A nokta mutasyonu olması durumunda ailede tekrarlama ihtimali %50’ye kadar yükselmektedir.Angelman sendromunun belirtileri nelerdir?Angelman sendromunda nöro gelişimsel özellikler, genellikle yaşamın ilk yılında görülen ciddi gelişimsel gecikmeleriyle ortaya çıkmaktadır. Çoğu hastanın gelişimi 24-30 ay arasında plato özelliği gösterir ve ilerlemez. Angelman sendrom tanılı çocukların dil becerisi gelişimi, çoğu hastada herhangi bir konuşma olmaması ve az sayıda hastada ise tek kelimelik kelime dağarcığına sahip olmasıyla karakterizedir. Nörogelişimsel tüm beceriler gecikmiş olsa da, sosyalleşmelerinde değişkenlik vardır. Angelman sendrom tanılı çocuklar karakteristik olarak mutlu tavırlarına rağmen, kısa dikkat süresi, hiperaktivite, saldırganlık, öfke nöbetleri ve davranışsal uyumsuzluk dahil olmak üzere birçok davranış tanımlanmıştır. Ayrıca bu çocukların büyük kısmında erken dönemde denge bozuklukları görülmektedir. Angelman sendromunda görülmesi beklenen klinik bulguları görülme sıklığına göre şu şekilde sıralamak mümkündür; Epilepsi nöbetleri Uyku bozuklukları Davranış bozuklukları Motor gelişim geriliği Beslenme bozuklukları Mikrosefali (baş çevresi ölçüsünün yaş ve cinsiyete göre ortalamanın altında olması) Tipik yüz görünümü Şaşılık SkolyozAngelman sendromu nasıl teşhis edilir?Angelman sendromu bebeklerdeki bulgular doğum öncesi ve doğum sırasında normaldir. Angelman sendromunun tanısı, ebeveynlerin ailesindeki ayrıntılı hastalık öyküsüne, kapsamlı bir klinik değerlendirmeye ve karakteristik bulguların tanımlanmasına dayalı olarak konulabilmektedir. Vakaların yaklaşık %80'i, DNA metilasyonu gibi kan testleri yoluyla doğrulanabilmektedir. Bu yöntemlerle delesyon (silinme) ve uniparental dizomi (tek ebeveynden kalıtım) tespit edilebilmektedir. DNA metilasyon analizi, FISH veya mikroarray analizi, Angelman sendromu ile ilişkili bölgenin delesyonunu (tüm vakaların %80'ini oluşturur) tespit edebilmektedir. Yukarıdaki çalışmalarla tespit edilemeyen olgularda ise UBE3A geni dizi analizi yapılarak %11 oranında mutasyon saptanabilmektedir. Tüm bu yöntemlerle Angelman sendromunun tanısı %90 gibi yüksek oranda tespit edilmektedir.Angelman sendromunun tedavisi nedir?Angelman sendromunun bilinen güncel bir tedavisi yani genetik terapi veya direkt hastalığa yönelik herhangi bir ilaç tedavisi bulunmamaktadır. Angelman sendromu hastalarına semptomatik ve destekleyici bazı tedaviler uygulanmaktadır. Günümüzdeki tıbbi ve teknolojik alandaki yenilikler kapsamında Angelman sendromuyla ilgili birkaç yeni klinik tedavi yöntemi hakkındaki çalışmalar devam etmektedir.SIK SORULAN SORULARAngelman sendromu ölümcül bir hastalık mıdır?Angelman sendromlu bir hastanın da normale yakın bir yaşam beklentisi olabilir. Ancak Angelman sendromlu hastaların yaşamları boyunca mutlaka destek almaları gerekmektedir. Angelman sendromu genetik bir hastalık mıdır?Angelman sendromu genetik geçişli bir hastalıktır. Angelman sendromdan sorumlu UBE3A geni 15q11-q13 bölgesinde yer alır.Angelman sendromu daha çok anneden mi babadan mı kaynaklanır?Olguların büyük kısmında anneden ya da babadan aktarılması beklenmemektedir.Angelman sendromu sadece doğuştan gelen bir hastalık mıdır, yoksa sonradan oluşur mu?Angelman sendromunun klinik bulguları yenidoğan döneminde hemen ortaya çıkmasa da genetik olarak doğuştan gelen bir hastalık olduğu bilinmektedir. Bu nedenle hastalığın sonradan ortaya çıkmadığı görülmektedir.Angelman sendromu taşıyıcı kadın ya da erkek anne baba olabilir mi?Angelman sendromunda nadir durumlarda taşıyıcılık söz konusu olabilir. Bu durumda erkek ya da kadın için taşıyıcı olma riski eşittir.Angelman sendromu nasıl önlenir?Angelman sendromunun olgulardaki tekrarlama riski  %1’in altındadır. Daha önce genetik anomali bildirilmiş aileler prenatal tanı seçenekleri ile test yaptırabilirler. Ailesel olma ihtimali daha yüksek olan durumlarda (içeren kromozomal anomali/yeniden düzenlemeler, imprinting defektlerinde ve UBE3A nokta mutasyonu) preimplantasyon genetik tanı- moleküler (PGT-M) ile genetik seçilimli tüp bebek tedavisi ile Angelman sendromu önlenebilir.Angelman sendromu ülkemizde sık görülür mü?Angelman sendromu 12 bin ile 20 doğumdan birisinde görülen bir hastalıktır. Ülkemizde Angelman sendromu ile ilgili veri sayısına ilişkin yeterli bilgi bulunmamaktadır. Angelman sendromu (AS) nedir?Angelman sendromu (AS), gelişim geriliği, entelektüel yetersizlik, konuşma bozukluğu/yokluğu ve/veya denge sorunları (ataksi) ile ortaya çıkan nörolojik bir hastalıktır. Hastalığı taşıyan çocuklar genellikle aile bireylerinden daha açık tenli, sarışın ve renkli gözlü olmaktadır. Etkilenen çocukların çoğunda tekrarlayan nöbetler (epilepsi) ve küçük bir kafa boyutu (mikrosefali) olmaktadır. Angelman sendromu bebek ilk doğduğu zaman anlaşılan bir hastalık değildir. Angelman sendromu rahatsızlığı olan bebekteki gecikmiş gelişim 6-12 aylıkken fark edilmektedir. Angelman sendromunun diğer yaygın belirti ve semptomları genellikle erken çocukluk döneminde ortaya çıkmaktadır.Angelman sendromu riskleri nelerdir?Angelman sendromu genellikle ailesel olarak gözlenmemektedir. Ancak bazı durumlarda istisnalar olabilmektedir. Özellikle 15. kromozomun üzerinde yer alan Angelman sendromundan sorumlu bölgeyi içeren kromozomal anomali/ yeniden düzenlemeler, imprinting defektlerinde ve UBE3A nokta mutasyonu olması durumunda ailede tekrarlama ihtimali %50’ye kadar yükselmektedir.Angelman sendromunun belirtileri nelerdir?Angelman sendromunda nöro gelişimsel özellikler, genellikle yaşamın ilk yılında görülen ciddi gelişimsel gecikmeleriyle ortaya çıkmaktadır. Çoğu hastanın gelişimi 24-30 ay arasında plato özelliği gösterir ve ilerlemez. Angelman sendrom tanılı çocukların dil becerisi gelişimi, çoğu hastada herhangi bir konuşma olmaması ve az sayıda hastada ise tek kelimelik kelime dağarcığına sahip olmasıyla karakterizedir. Nörogelişimsel tüm beceriler gecikmiş olsa da, sosyalleşmelerinde değişkenlik vardır. Angelman sendrom tanılı çocuklar karakteristik olarak mutlu tavırlarına rağmen, kısa dikkat süresi, hiperaktivite, saldırganlık, öfke nöbetleri ve davranışsal uyumsuzluk dahil olmak üzere birçok davranış tanımlanmıştır. Ayrıca bu çocukların büyük kısmında erken dönemde denge bozuklukları görülmektedir. Angelman sendromunda görülmesi beklenen klinik bulguları görülme sıklığına göre şu şekilde sıralamak mümkündür;Angelman sendromu nasıl teşhis edilir?Angelman sendromu bebeklerdeki bulgular doğum öncesi ve doğum sırasında normaldir. Angelman sendromunun tanısı, ebeveynlerin ailesindeki ayrıntılı hastalık öyküsüne, kapsamlı bir klinik değerlendirmeye ve karakteristik bulguların tanımlanmasına dayalı olarak konulabilmektedir. Vakaların yaklaşık %80'i, DNA metilasyonu gibi kan testleri yoluyla doğrulanabilmektedir. Bu yöntemlerle delesyon (silinme) ve uniparental dizomi (tek ebeveynden kalıtım) tespit edilebilmektedir. DNA metilasyon analizi, FISH veya mikroarray analizi, Angelman sendromu ile ilişkili bölgenin delesyonunu (tüm vakaların %80'ini oluşturur) tespit edebilmektedir. Yukarıdaki çalışmalarla tespit edilemeyen olgularda ise UBE3A geni dizi analizi yapılarak %11 oranında mutasyon saptanabilmektedir. Tüm bu yöntemlerle Angelman sendromunun tanısı %90 gibi yüksek oranda tespit edilmektedir.Angelman sendromunun tedavisi nedir?Angelman sendromunun bilinen güncel bir tedavisi yani genetik terapi veya direkt hastalığa yönelik herhangi bir ilaç tedavisi bulunmamaktadır. Angelman sendromu hastalarına semptomatik ve destekleyici bazı tedaviler uygulanmaktadır. Günümüzdeki tıbbi ve teknolojik alandaki yenilikler kapsamında Angelman sendromuyla ilgili birkaç yeni klinik tedavi yöntemi hakkındaki çalışmalar devam etmektedir.SIK SORULAN SORULARAngelman sendromu ölümcül bir hastalık mıdır?Angelman sendromlu bir hastanın da normale yakın bir yaşam beklentisi olabilir. Ancak Angelman sendromlu hastaların yaşamları boyunca mutlaka destek almaları gerekmektedir. Angelman sendromu genetik bir hastalık mıdır?Angelman sendromu genetik geçişli bir hastalıktır. Angelman sendromdan sorumlu UBE3A geni 15q11-q13 bölgesinde yer alır.Angelman sendromu daha çok anneden mi babadan mı kaynaklanır?Olguların büyük kısmında anneden ya da babadan aktarılması beklenmemektedir.Angelman sendromu sadece doğuştan gelen bir hastalık mıdır, yoksa sonradan oluşur mu?Angelman sendromunun klinik bulguları yenidoğan döneminde hemen ortaya çıkmasa da genetik olarak doğuştan gelen bir hastalık olduğu bilinmektedir. Bu nedenle hastalığın sonradan ortaya çıkmadığı görülmektedir.Angelman sendromu taşıyıcı kadın ya da erkek anne baba olabilir mi?Angelman sendromunda nadir durumlarda taşıyıcılık söz konusu olabilir. Bu durumda erkek ya da kadın için taşıyıcı olma riski eşittir.Angelman sendromu nasıl önlenir?Angelman sendromunun olgulardaki tekrarlama riski  %1’in altındadır. Daha önce genetik anomali bildirilmiş aileler prenatal tanı seçenekleri ile test yaptırabilirler. Ailesel olma ihtimali daha yüksek olan durumlarda (içeren kromozomal anomali/yeniden düzenlemeler, imprinting defektlerinde ve UBE3A nokta mutasyonu) preimplantasyon genetik tanı- moleküler (PGT-M) ile genetik seçilimli tüp bebek tedavisi ile Angelman sendromu önlenebilir.Angelman sendromu ülkemizde sık görülür mü?
4,782
178
Hastalıklar
Anosmi (Koku alamamak- Koku körlüğü)
Anosmi yani koku alamamak farklı nedenlerden kaynaklanabiliyor. Son yıllarda özellikle koronavirüs ile herkesin gündemine gelen anosmi bazı durumlarda kalıcı da olabiliyor. Anosmi hastalığının bitkisel bir tedavisi bulunmamakla birlikte, kokunun alınamadığı dönemde limon, nane, kahve gibi keskin kokulu gıdaların belirli aralıklarla koklanarak beyne uyarı gönderilmesi ile etkili sonuçlar alınabiliyor. Anosmi tedavisi koku alınamamasına neden olan sorunun belirlenmesinden sonra planlanıyor.Anosmi yani koku alamamak farklı nedenlerden kaynaklanabiliyor. Son yıllarda özellikle koronavirüs ile herkesin gündemine gelen anosmi bazı durumlarda kalıcı da olabiliyor. Anosmi hastalığının bitkisel bir tedavisi bulunmamakla birlikte, kokunun alınamadığı dönemde limon, nane, kahve gibi keskin kokulu gıdaların belirli aralıklarla koklanarak beyne uyarı gönderilmesi ile etkili sonuçlar alınabiliyor. Anosmi tedavisi koku alınamamasına neden olan sorunun belirlenmesinden sonra planlanıyor. Memorial Ataşehir Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Bölümü’nden Prof. Dr. Mehmet Özgür Habeşoğlu, anosmi (koku alamamak) hastalığı hakkında bilgi verdi.Anosmi nedir?Anosmi, koku alamamak anlamına gelmektedir. Koku alamamak keskin kokularda ya da hafif kokularda olabileceği gibi koku alma duyusunun tamamen kaybolması şeklinde de yaşanabilmektedir. Kişinin her hangi bir ortamda herkesin alabileceği bir kokuyu hissetmemesi olarak özetlenebilir. Halk arasında anosmi yani koku alamamak koku körlüğü olarak da isimlendirilmektedir. Koku bozuklukları sadece anosmi yani koku alamamak ile sınırlı değildir. Özellikle koronavirüs salgınından sonra anosmi ile birlikte parosmi (bazı kokuları olduğundan farklı almak. Elmanın kokusunu farklı almak gibi) ya da kakosmi (Özellikle yiyeceklerin kokusunu çürümüş olarak hissetmek) gibi farklı koku bozuklukları sık görülmektedir.Anosmi (koku alamamak) belirtileri nelerdir?Anosmi belirtileri kişinin bulunduğu ortamda koku alamamasıyla kendini belli eder. Genellikle tüketilen gıdaların kokusunun alınmamasıyla ortaya çıkmaktadır. Ancak bazen parfüm, sabun, kolonya gibi günlük hayatta kullanılan keskin kokuların alınmaması belirleyici olmaktadır. Koku alamama hissinin tek taraflı ya da çift taraflı olup olmadığını kişinin anlaması mümkün değildir.Anosmi (koku alamamak) nedenleri nelerdir?Anosmi (koku alamamak) nedenlerini anlatırken kokunun nasıl algılandığını bilmek önemlidir.Koku ile ilgili hava molekülleri bulunmaktadır. Havada bulunan bu moleküller nefesle birlikte buruna çekilmektedir. Burnun üst 1/3 kısmında koku alma reseptörleriyle donatılmış bir merkez bulunmaktadır. Bu merkezde bulunan sinir uçlarına gelen koku molekülleri enzimatik reaksiyonlarla çözülmektedir. Sinir uçları kokuyu algılayarak aktive olup elektriksel uyarıyla beyne yönlendirmektedir. Beyinde bulunan koku merkezi gelen elektriksel uyarıyı ayrıştırarak kokunun neye ait olduğunu ayırt etmektedir.Koku algılanırken iki şekilde sorun yaşanabilmektedir. İletim tipi; yani koku moleküllerinin iletilmesini engelleyecek bir sorunun olması ya da sersörnöral denilen sinirlerde ortaya çıkan sorunlar.İletim tipi anosmi: Kokunun algılanması sırasında koku molekülleri, burunda koku alma sinir uçlarının bulunduğu ollfaktör mukoza denilen bölgeye gelmektedir. Çeşitli nedenlerle koku moleküllerinin bu bölgeye ulaşamaması iletim tipi koku bozukluklarına yol açmaktadır. İletim tipi anosmi nedenleri farklı şekillerde ortaya çıkabilmektedir; Nazal polip denilen burun etlerinin anormal şekilde şişip burnu tıkaması iletim tipi anosmiye (koku alamamak) neden olabilir. Polipin tedavisi yaşanan anosminin düzelmesini sağlayabilmektedir. İleri derece burun eğriliği de zamanla koku alma beceresinin kaybolmasına yol açabilmektedir. Eğriliğin düzeltilmesi anosmiyi düzeltebilir. Grip, nezle, alerji gibi üst sonulum yolu enfeksiyonları burunda genel bir tıkanıklık oluşmasına neden olmaktadır. Bu tıkanıklar hava akımının üst tarafa ulaşmasına engel olabilmektedir. Koronavirüs de grip, nezle gibi mukozayı etkilediği için çoğu zaman iletim tipi koku alma sorunları sınıfında yer almaktadır. Bununla beraber bazı virüslerin sinirler üzerinde etkileri olduğu bilinmektedir. Viral hastalıklarda sensörinöral tip koku kayıplarının da olabileceği unutulmamalıdır. Sigara, nargile ya da uyuşturucu kullanımı iletim tipi anosmi nedenleri arasındadır.Sensörnöral tipi anosmi: Koku molekülleri normal şekilde olfaktör mukoza denilen bölgeye ulaşmaktadır. Olfaktör mukoza denilen bölgede kimyasal çözülme olmasına rağmen sinirlerde yaşanan sorunlardan dolayı beyne iletim sorunu yaşanabilmektedir. Bu durumlarda sensörinöral tip koku alma bozuklukları olarak sınıflandırılır. Beyin tümörleri Kafa tabanı kırıkları Alzheimer hastalığı Hormonal rahatsızlıklar Epilepsi Parkinson Beyin ameliyatı Beyin anevrizması en sık görülen sensörnöral tipi anosmi nedenleridir. (koku alamamak)İletim tipi anosmi (koku alamamak) daha sık görülür ve tedavisi daha mümkün koku alamama problemleridir.  Anosmi nedeni beyin tümörü ya da beyin anevrizması gibi rahatsızlıklar olduğunda Baş ağrısı Bulantı, kusma, çift görme, bulanık görme. Bayılma (sara nöbetleri) Denge ve yürüme bozuklukları Kollarda ve bacaklarda hissizlik, karıncalanma veya güç kaybı gibi beyin tümörü kaynaklı belirtiler de yaşanabilmektedir.Anosmi (koku alamamak) teş hisi nas ıl konulur ?Anosmi (koku alamamak) teşhisinde hastanın şikâyetleri ön plandadır. Polikliniğe koku alamama şikâyetiyle gelen hastada ilk olarak ayırıcı tanıyı yapmak gerekmektedir. Anosmi yani koku alama sorunun altında yatan nedenin ortaya çıkartılması tedavinin de ilk basamağını oluşturmaktadır. Anosmi bir bulgu olabileceği gibi kendi başına bir hastalık da olabilmektedir.Koku alamama durumunda teşhis için; bazı kimyasal maddelerin belirli oranda sulandırılmış hallerinin hastaya koklatıldığı Butanol eşik testi ya da kokulu gazın koklatıldığı olfaktometri testleri uygulanabilir. Ancak anosmi yani koku alamama durumunda daha çok altta yatan nedenlere yönelik tetkikler yapılmaktadır. Endoskopik muayene Sinüs tomografisi Beyin MR yada BT görüntülemesi yapılarak iletim blokajına neden olan bir durumun varlığına bakılmaktadır.Anosmi (koku alamamak) tedavisi nasıldı r?Anosmi (koku alamamak) tedavisi, ortaya bir neden koyulabiliyorsa bu sebebin ortadan kaldırılmasıdır. Anosmiye neden olan rahatsızlık neyse tedavi bu rahatsızlığa yönelik yapılmalıdır. Burun içinde nazal polip varlığı durumunda bunun tedavisi koku alamama sorunun ortadan kaldırabilmektedir. Alerjik durumların varlığında medikal tedavinin düzenlenmesi ya da burun eğriliği varsa cerrahi olarak deviasyonun düzeltilmesi gerekmektedir.Burnun üst kısmında bulunan koku sinirleri travma, sinüzit ya da şiddetli enfeksiyon gibi durumlarda bazen geri dönmeyecek şekilde hasarlanabilmektedir. Uygulanacak bütün medikal ve cerrahi tedavilere rağmen anosmi(koku alamamak) tedavi edilmeyebilmektedir.ANOSMİ (KOKU ALAMAMAK) HAKKINDA SIK SORULAN SORULARAnosmi (koku alamamak) komplikasyonları nelerdir?Koku alamamak bazen hayati sorunlara yol açabilmektedir. Hastaların bazı konularda dikkatli olması gerekmektedir. Anosmi yani koku alamamak kişinin beslenmeye olan ilgisini azaltabilmektedir. Uzun süreli koku alamama durumlarında beslenme sorunları yaşanabilmektedir. Anosmi (koku alamamak) hastaları evlerinde sürekli olarak çalışır durumda duman alarmı bulundurmalıdırlar. Bozulmuş gıdaları ve gaz kaçaklarını tespit etmekte zorlanabilecekleri için gıda saklama ve doğal gaz kullanımına da dikkat etmelidirler.Covid-19 kaynaklı anosmi (koku alamamak) geçici midir?Koronavirüs kaynaklı anosmi (koku alamama) mekanizması aslında neden olduğu üst solunum yolu enfeksiyonudur. Ancak bazen yüz felci gibi durumlarda olduğu gibi viral enfeksiyonlar sinirin kendisini de tutabilmektedir.Covid -19 virüsü, grip ya da diğer üst solunum yolları enfeksiyonlarında olduğu gibi koku alma mukozasında sorun yarattıysa mukoza enfeksiyon sonrası kendisini onarabilmektedir. Bu durumda koku alma sorunu kendiliğinden geçebilmektedir.Ancak kovid-19 virüsünün direk siniri etkilediği durumlarda anosmi kalıcı olabilmektedir. Virüsün sinir uçlarını direk etkilediği durumlarda anosmi geçse bile bağışıklık sisteminin zayıfladığı durumlarda koku alamama sorunu tekrar geri gelebilmektedir.Anosmi (koku alamamak) hastalığının bitkisel tedavisi var mıdır?Anosmi (koku alamamak) hastalığının bilinen bitkisel bir tedavisi bulunmamaktadır.Ancak anosmi tedavisinde koku egzersizleri yapılabilmektedir. Koku da bütün duyular gibi yönlendirilebilir ve çalıştırılabilir.Hastaya koku alamadığı dönemlerde sevdiği baskın kokulardan; limon, taze nane, kahve koklatılmaktadır. Anosmi hastaları belirli aralıklarla gün içinde 2-3 defe koku veren bitkilerle egzersiz yapabilmektedir. Bu şekilde beyni hatırlatma yaparak koku siniri çalıştırılabilir.Anosmi sırasında koku egzersizlerin yapmanın faydalı olacağı düşünülmektedir. Burundan beyne koku bilgileri gitmezse bir süre sonra beyin yavaş yavaş kendini kokulara kapatabilmektedir. Beyni koku bakımından dinç tutmak için koku egzersizlerinin yapılması ihmal edilmemelidir.Ancak bir bitkiyi kaynatıp içmek ya da yemenin anosmi (koku alamamak) tedavisinde yeri bulunmamaktadır. Anosmi (koku alamamak) nasıl geçer?Anosmi (koku alamamak) bazen kendi kendine geçebilmektedir. Ancak öncelikle uzman doktor tarafından değerlendirme yapılmalıdır. Anosmi ile ilgili somut patolojilerin olduğu durumlarda bunların düzeltilmesi gerekmektedir. Ayrıca bütün sinirler üzerinde olumlu etkisi olduğu bilinen B vitamini anosmi tedavisinde de kullanılabilmektedir.Grip, nezle, soğuk algınlığı durumlarında anosmi (koku alamama) kalıcı olabilir mi?Üst solunum yolu enfeksiyonlarında anosmi (koku alamamak) kalıcı olabilmektedir. Burundaki koku almayı sağlayan olfaktör mukozada sinirin kılcal uçları çok ince ve yüzeye çok yakındır. Koku alma sinirleri enfeksiyonlar karşısında bazen hiç beklenmedik bir tepki vererek kendini kapatabilmektedir. Ağır grip, nezle veya soğuk algınlığında olfaktör sinirin uçlarında yaşanan hasar bazen kalıcı olabilmektedir. Sinirde oluşan hasarın ilk 1 ay içinde kendini onarabilmektedir ancak bazı durumlarda sinirin kendini toparlaması 6 ay – 1 yıl arası sürebilmektedir. Bu arada koku egzersizleri uygulanabilir. Mevcut enfeksiyon varsa o tedavi edilir.Anosmi (koku alamamak) yaşanmaması için nelere dikkat edilmelidir? Grip, sinüzit, soğuk algınlığı gibi enfeksiyonlara karşı gerekli önlemlerin alınması önemlidir. Kronik durumlarda gerekli medikal tedavilerin düzenlenmesi gerekir. Burnun sürekli temiz tutulması gerekir. Burnu tahriş edebilecek, kötü hava, sigara, enfiye, nargile veya uyuşturucu kullanımından uzak durulmalıdır.Sinüzit anosmiye (koku alamamak)  neden olur mu?Sinüzit burnun koku alma mekanizmasında bulunan mukoza ve sinirleri etkileyebilir. Sinüzit nedeniyle yaşanan hasar geçici ya da kalıcı anosmiye neden olabilmektedir. Ancak çoğu zaman yaşanan koku kaybı geçmektedir.Tat alamamakla anosmi (koku alamamak) arasında bağlantı var mıdır?Anosmi ile tat alamamak arasında direk olarak bir bağlantı bulunmamaktadır. Tat alma ile koku alma sinirleri birbirinden bağımsız sinirlerdir. Ancak tat ve koku alma duyuları yemek yeme sırasında kişi tarafından birleştirilmektedir. Tat ve koku insanlara beraber öğretilmiş duygulardır. Her koku tadılmamakta ancak yemek sırasında koklanan her şey yenmektedir. Tadılan her şeyi kokusu da alınmaktadır. Yani tat ve koku kişiler tarafından birleştirilmektedir. Dolayısıyla yemek yerken koku gelmediğinde kişide tat sorunu varmış gibi hissedilmektedir.  Tüketilen besinin kokusu alınamıyorsa kişi aynı zamanda tat almadığını hissedebilir. Ancak aslında iki sinir bir birden tamamen bağımsızdır.Bununla birlikte ağır grip gibi durumlara hem tat olma hem da koku alma sinirleri etkilenebilir. Bu gibi durumlarda kişi birbirinden bağımsız olarak tat ve koku almayabilir.Anosmi (koku alamamak) doğuştan olabilir mi?Bazı genetik hastalıklarda doğuştan anosmi (koku alamamak) yaşanabilmektedir. Ancak bu rahatsızlıklarda sadece anosmi değil birçok farklı rahatsızlık da yaşanmaktadır. Tek başına koku alamama bozukluğu doğuştan olmamaktadır. Memorial Ataşehir Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Bölümü’nden Prof. Dr. Mehmet Özgür Habeşoğlu, anosmi (koku alamamak) hastalığı hakkında bilgi verdi.Anosmi nedir?Anosmi, koku alamamak anlamına gelmektedir. Koku alamamak keskin kokularda ya da hafif kokularda olabileceği gibi koku alma duyusunun tamamen kaybolması şeklinde de yaşanabilmektedir. Kişinin her hangi bir ortamda herkesin alabileceği bir kokuyu hissetmemesi olarak özetlenebilir. Halk arasında anosmi yani koku alamamak koku körlüğü olarak da isimlendirilmektedir. Koku bozuklukları sadece anosmi yani koku alamamak ile sınırlı değildir. Özellikle koronavirüs salgınından sonra anosmi ile birlikte parosmi (bazı kokuları olduğundan farklı almak. Elmanın kokusunu farklı almak gibi) ya da kakosmi (Özellikle yiyeceklerin kokusunu çürümüş olarak hissetmek) gibi farklı koku bozuklukları sık görülmektedir.Anosmi (koku alamamak) belirtileri nelerdir?Anosmi belirtileri kişinin bulunduğu ortamda koku alamamasıyla kendini belli eder. Genellikle tüketilen gıdaların kokusunun alınmamasıyla ortaya çıkmaktadır. Ancak bazen parfüm, sabun, kolonya gibi günlük hayatta kullanılan keskin kokuların alınmaması belirleyici olmaktadır. Koku alamama hissinin tek taraflı ya da çift taraflı olup olmadığını kişinin anlaması mümkün değildir.Anosmi (koku alamamak) nedenleri nelerdir?Anosmi (koku alamamak) nedenlerini anlatırken kokunun nasıl algılandığını bilmek önemlidir.Koku ile ilgili hava molekülleri bulunmaktadır. Havada bulunan bu moleküller nefesle birlikte buruna çekilmektedir. Burnun üst 1/3 kısmında koku alma reseptörleriyle donatılmış bir merkez bulunmaktadır. Bu merkezde bulunan sinir uçlarına gelen koku molekülleri enzimatik reaksiyonlarla çözülmektedir. Sinir uçları kokuyu algılayarak aktive olup elektriksel uyarıyla beyne yönlendirmektedir. Beyinde bulunan koku merkezi gelen elektriksel uyarıyı ayrıştırarak kokunun neye ait olduğunu ayırt etmektedir.Koku algılanırken iki şekilde sorun yaşanabilmektedir. İletim tipi; yani koku moleküllerinin iletilmesini engelleyecek bir sorunun olması ya da sersörnöral denilen sinirlerde ortaya çıkan sorunlar.İletim tipi anosmi: Kokunun algılanması sırasında koku molekülleri, burunda koku alma sinir uçlarının bulunduğu ollfaktör mukoza denilen bölgeye gelmektedir. Çeşitli nedenlerle koku moleküllerinin bu bölgeye ulaşamaması iletim tipi koku bozukluklarına yol açmaktadır. İletim tipi anosmi nedenleri farklı şekillerde ortaya çıkabilmektedir;Sensörnöral tipi anosmi: Koku molekülleri normal şekilde olfaktör mukoza denilen bölgeye ulaşmaktadır. Olfaktör mukoza denilen bölgede kimyasal çözülme olmasına rağmen sinirlerde yaşanan sorunlardan dolayı beyne iletim sorunu yaşanabilmektedir. Bu durumlarda sensörinöral tip koku alma bozuklukları olarak sınıflandırılır.İletim tipi anosmi (koku alamamak) daha sık görülür ve tedavisi daha mümkün koku alamama problemleridir. Anosmi (koku alamamak) teş hisi nas ıl konulur ?Anosmi (koku alamamak) teşhisinde hastanın şikâyetleri ön plandadır. Polikliniğe koku alamama şikâyetiyle gelen hastada ilk olarak ayırıcı tanıyı yapmak gerekmektedir. Anosmi yani koku alama sorunun altında yatan nedenin ortaya çıkartılması tedavinin de ilk basamağını oluşturmaktadır. Anosmi bir bulgu olabileceği gibi kendi başına bir hastalık da olabilmektedir.Koku alamama durumunda teşhis için; bazı kimyasal maddelerin belirli oranda sulandırılmış hallerinin hastaya koklatıldığı Butanol eşik testi ya da kokulu gazın koklatıldığı olfaktometri testleri uygulanabilir. Ancak anosmi yani koku alamama durumunda daha çok altta yatan nedenlere yönelik tetkikler yapılmaktadır.Anosmi (koku alamamak) tedavisi nasıldı r?Anosmi (koku alamamak) tedavisi, ortaya bir neden koyulabiliyorsa bu sebebin ortadan kaldırılmasıdır. Anosmiye neden olan rahatsızlık neyse tedavi bu rahatsızlığa yönelik yapılmalıdır. Burun içinde nazal polip varlığı durumunda bunun tedavisi koku alamama sorunun ortadan kaldırabilmektedir. Alerjik durumların varlığında medikal tedavinin düzenlenmesi ya da burun eğriliği varsa cerrahi olarak deviasyonun düzeltilmesi gerekmektedir.Burnun üst kısmında bulunan koku sinirleri travma, sinüzit ya da şiddetli enfeksiyon gibi durumlarda bazen geri dönmeyecek şekilde hasarlanabilmektedir. Uygulanacak bütün medikal ve cerrahi tedavilere rağmen anosmi(koku alamamak) tedavi edilmeyebilmektedir.ANOSMİ (KOKU ALAMAMAK) HAKKINDA SIK SORULAN SORULARAnosmi (koku alamamak) komplikasyonları nelerdir?Koku alamamak bazen hayati sorunlara yol açabilmektedir. Hastaların bazı konularda dikkatli olması gerekmektedir.Covid-19 kaynaklı anosmi (koku alamamak) geçici midir?Koronavirüs kaynaklı anosmi (koku alamama) mekanizması aslında neden olduğu üst solunum yolu enfeksiyonudur. Ancak bazen yüz felci gibi durumlarda olduğu gibi viral enfeksiyonlar sinirin kendisini de tutabilmektedir.Covid -19 virüsü, grip ya da diğer üst solunum yolları enfeksiyonlarında olduğu gibi koku alma mukozasında sorun yarattıysa mukoza enfeksiyon sonrası kendisini onarabilmektedir. Bu durumda koku alma sorunu kendiliğinden geçebilmektedir.Ancak kovid-19 virüsünün direk siniri etkilediği durumlarda anosmi kalıcı olabilmektedir. Virüsün sinir uçlarını direk etkilediği durumlarda anosmi geçse bile bağışıklık sisteminin zayıfladığı durumlarda koku alamama sorunu tekrar geri gelebilmektedir.Anosmi (koku alamamak) hastalığının bitkisel tedavisi var mıdır?Anosmi (koku alamamak) hastalığının bilinen bitkisel bir tedavisi bulunmamaktadır.Ancak anosmi tedavisinde koku egzersizleri yapılabilmektedir. Koku da bütün duyular gibi yönlendirilebilir ve çalıştırılabilir.Hastaya koku alamadığı dönemlerde sevdiği baskın kokulardan; limon, taze nane, kahve koklatılmaktadır. Anosmi hastaları belirli aralıklarla gün içinde 2-3 defe koku veren bitkilerle egzersiz yapabilmektedir. Bu şekilde beyni hatırlatma yaparak koku siniri çalıştırılabilir.Anosmi sırasında koku egzersizlerin yapmanın faydalı olacağı düşünülmektedir. Burundan beyne koku bilgileri gitmezse bir süre sonra beyin yavaş yavaş kendini kokulara kapatabilmektedir. Beyni koku bakımından dinç tutmak için koku egzersizlerinin yapılması ihmal edilmemelidir.Ancak bir bitkiyi kaynatıp içmek ya da yemenin anosmi (koku alamamak) tedavisinde yeri bulunmamaktadır. Anosmi (koku alamamak) nasıl geçer?Anosmi (koku alamamak) bazen kendi kendine geçebilmektedir. Ancak öncelikle uzman doktor tarafından değerlendirme yapılmalıdır. Anosmi ile ilgili somut patolojilerin olduğu durumlarda bunların düzeltilmesi gerekmektedir. Ayrıca bütün sinirler üzerinde olumlu etkisi olduğu bilinen B vitamini anosmi tedavisinde de kullanılabilmektedir.Grip, nezle, soğuk algınlığı durumlarında anosmi (koku alamama) kalıcı olabilir mi?Üst solunum yolu enfeksiyonlarında anosmi (koku alamamak) kalıcı olabilmektedir. Burundaki koku almayı sağlayan olfaktör mukozada sinirin kılcal uçları çok ince ve yüzeye çok yakındır. Koku alma sinirleri enfeksiyonlar karşısında bazen hiç beklenmedik bir tepki vererek kendini kapatabilmektedir. Ağır grip, nezle veya soğuk algınlığında olfaktör sinirin uçlarında yaşanan hasar bazen kalıcı olabilmektedir. Sinirde oluşan hasarın ilk 1 ay içinde kendini onarabilmektedir ancak bazı durumlarda sinirin kendini toparlaması 6 ay – 1 yıl arası sürebilmektedir. Bu arada koku egzersizleri uygulanabilir. Mevcut enfeksiyon varsa o tedavi edilir.Anosmi (koku alamamak) yaşanmaması için nelere dikkat edilmelidir?Sinüzit anosmiye (koku alamamak)  neden olur mu?Sinüzit burnun koku alma mekanizmasında bulunan mukoza ve sinirleri etkileyebilir. Sinüzit nedeniyle yaşanan hasar geçici ya da kalıcı anosmiye neden olabilmektedir. Ancak çoğu zaman yaşanan koku kaybı geçmektedir.Tat alamamakla anosmi (koku alamamak) arasında bağlantı var mıdır?Anosmi ile tat alamamak arasında direk olarak bir bağlantı bulunmamaktadır. Tat alma ile koku alma sinirleri birbirinden bağımsız sinirlerdir. Ancak tat ve koku alma duyuları yemek yeme sırasında kişi tarafından birleştirilmektedir. Tat ve koku insanlara beraber öğretilmiş duygulardır. Her koku tadılmamakta ancak yemek sırasında koklanan her şey yenmektedir. Tadılan her şeyi kokusu da alınmaktadır. Yani tat ve koku kişiler tarafından birleştirilmektedir. Dolayısıyla yemek yerken koku gelmediğinde kişide tat sorunu varmış gibi hissedilmektedir.  Tüketilen besinin kokusu alınamıyorsa kişi aynı zamanda tat almadığını hissedebilir. Ancak aslında iki sinir bir birden tamamen bağımsızdır.Bununla birlikte ağır grip gibi durumlara hem tat olma hem da koku alma sinirleri etkilenebilir. Bu gibi durumlarda kişi birbirinden bağımsız olarak tat ve koku almayabilir.Anosmi (koku alamamak) doğuştan olabilir mi?
7,885
179
Hastalıklar
Anorektal bölge selim hastalıkları
Anorektal bölge selim hastalıkları (Hemoroid, anal fissür, anal apse, anal fistül, makat kaşınması) çok sık görülen sağlık sorunları arasında yer alırken gündelik hayatta kişilerin yaşam kalitesini de bozuyor. Pek çok kişi doktora gitmeye çekindiği için tedavisini de geciktiriyor. Birbirinden farklı belirtileri ve tedavi yöntemleri olan bu hastalıkların multidisipliner bir şekilde tedavi edilmesi gerekiyor. Memorial Şişli Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü'nden Doç. Dr. Onur Bayraktar, anorektal bölge selim hastalıkları hakkında bilgi verdi.Anorektal bölge selim hastalıkları (Hemoroid, anal fissür, anal apse, anal fistül, makat kaşınması) çok sık görülen sağlık sorunları arasında yer alırken gündelik hayatta kişilerin yaşam kalitesini de bozuyor. Pek çok kişi doktora gitmeye çekindiği için tedavisini de geciktiriyor. Birbirinden farklı belirtileri ve tedavi yöntemleri olan bu hastalıkların multidisipliner bir şekilde tedavi edilmesi gerekiyor. Memorial Şişli Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü'nden Doç. Dr. Onur Bayraktar, anorektal bölge selim hastalıkları hakkında bilgi verdi. Anorektal bölge selim hastalıkları nedir?Kalın bağırsağın son kısmı olan rektum, anüs (makat) ile sona erer. Bu iki bölgenin (anorektal) selim hastalıkları kabızlık, kanama, ağrı, kaşıntı ve dışkı tutamama gibi yaşam kalitesini bozan sorunlara yol açar.Başlıca selim anorektal hastalıklar şunlardır; Hemoroidal hastalık (basur) Anal fissür (makat çatlağı) Anal apse  Anal fistül Pruritis ani (makat kaşıntısı) Rektal prolapsus (bağırsak sarkması) Anal inkontinans (dışkı tutamama)Anorektal bölge hastalıklarının genel belirtileri nelerdir?Anorektal bölge hastalıklarının başlıca bulguları; Kanama Ağrı Kaşıntı Değişmiş bağırsak hareketleri Dışkı kaçması / hijyen problemleri Akıntı (müküs, püy) Dışkılama ihtiyacı varmış gibi hissetme (tenesmus) Makat sarkması (prolapsus) Kilo kaybıBu bölge hastalıklarında uygulanan tedavi, ileride hastanın dışkı tutma kabiliyetini etkileyebileceği için çok önemlidir. Doğru tanı konulması, doğru tedavinin ilk şartıdır.  Başlıca tanı yöntemi fizik muayenedir. Sonrasında, anüs ve rektumun görüntülenmesi ve gerekirse biyopsi alınması sağlayan rektosigmoidoskopi yapılmalıdır.Anorektal bölge hastalıkları kimlerde görülür?Anorektal hastalıklar toplum içinde sık görülebiliyor. Her yaştan kişide rastlanabilecek bu hastalıklar, en sık 40- 65 yaş arasında görülür. Ayrıca erkeklerde kadınlara oranla daha fazla rastlanır. Genel anlamda, kabızlık temel sebep olarak görülse de pek çok farklı sorun bu hastalıklara neden olabilmektedir.Anorektal bölge hastalıkları teşhisi nasıl konulmaktadır?Anorektal bölge hastalıklarında öncelikle hastanın detaylı anamnezi, genel sağlık durumu sorgulanır. Sonrasında da fizik muayene yapılır. Anorektal ultrasonografi, kolon geçiş zamanı testleri, defekografi, anorektal elektomiyografi, izotonik sıvı infüzyonu, balon atılım testi, anal manometri, çeşitli kan, idrar ve dışkı testleriyle teşhisler konulabilmektedir. Testler, şüphelenilen hastalığa göre değişebilmektedir.Anorektal bölge hastalıkları tedavisi nasıl olmaktadır?Anorektal bölge hastalıklarında tedaviler, hastalığa ve hastanın durumuna göre değişmektedir. Tedavi skalası beslenme düzeninden, ilaçlara ve nihayetinde cerrahiye göre değişmektedir.Anorektal bölge nedir?Anorektal bölge, kalın bağırsağın sonundaki anüs ve rektum kısımlarıyla ilgili olan bölgedir. Bu bölgenin hastalıklarına, genel olarak anorektal hastalık denilmektedir. Bu hastalıklara ait semptomlar ve şikayetler toplumda çok yaygındır. Çoğu durum iyi huylu olmasına ve birinci basamak sağlık kuruluşlarında tedavi edilebilmesine rağmen, kolorektal kanser riski gözardı edilmemeli ve hastalar uygun şekilde araştırılmalıdır.Anorektal cerrahi nedir?Anorektal bölgede meydana gelen hastalıklara uygulanan cerrahi tedavilere anorektal cerrahi denilmektedir. Hastalar, makat ve etrafı ile ilgili endişeler veya semptomlar nedeniyle sıklıkla hekime başvururlar. Birçok anorektal durum iyi huylu ve kolayca tedavi edilebilir olsa da, hastalar utanma veya kanser korkusu nedeniyle tıbbi yardım almayı erteleyebilirler. Ertelenen ve başlangıçta ameliyat gerektirmeden çözülebilecek sorunlar ihmal nedeni ile koleraktal kanser olarak karşımıza çıkabilir ve daha komplike tedaviler gerektirir.Bu nedenle rektal kanama, ağrı, kilo kaybı gibi anorektal hastalık belirtileri olan hastaların hekime başvurması ve gerekli tetkikleri yaptırması önerilir.Anorektal bölge hastalıklarının tek tek ne anlama geldiği, belirtileri, tedavi yöntemleri aşağıdakiler gibi olmaktadır:Hemoroidal hastalık (basur) nedir?Hemoroidler, anal kanal içerisinde yer alan damarsal yastıklardır ve her insanda yer bulunan, normal anatomik yapılardır. Büyüyüp, makat dışına doğru çıkmaya başladıklarında hastalık belirtileri oluşur.Hemoroid belirtileri nelerdir? Kaşıntı, makat etrafındaki ciltte Kanama, parlak kırmızı renkte, genellikle ağrısız ve dışkılama sonrası Ağrı, hemoroid yastığının içinde kan pıhtısı oluşursa Makatta şişlikHemoroid tanısı nasıl konulur?Muayene genellikle tanı koymayı sağlar, ancak gerekirse kalın bağırsağın görüntülenmesini sağlayan endoskopi işlemleri (rektosigmoidoskopi veya kolonoskopi) yapılmalıdır.  Hemoroid için hangi tedaviler uygulanır?Başlangıç döneminde konservatif (destek) tedavi etkilidir.Konservatif tedavi; Diyette lif alımının artırılması (günlük 20-35 gr) Dışkılamayı kolaylaştıran ilaçlar (laksatifler) Oturma banyosu Topikal kremler Venöz tonusu arttıran ilaçlarİlaç tedavisine yanıtsız hastalara; hastalığın evresi, hastanın makat bölgesi kaslarının fonksiyonu ve geçirilmiş ameliyat hikayesi, hastanın yaşı ve cinsiyetine göre tedavi planlanır. Skleroterapi, lastik bant ligasyonu, lazer fotokoagülasyon vb. günübirlik, ayaktan işlemler yapılabilir. Bu yöntemlerin, ağrısı ve komplikasyon oranı az ancak tekrarlama oranı cerrahi işlemlere göre daha yüksektir.Diğer tedavi yöntemleri uygun olmayan veya başarısız olan hastalara cerrahi yöntemlerden (hemoroidektomi, stapler hemoroidopeksi, arter ligasyonu + mukopeksi vb.) biri de uygulanır.Anal fissür (makat çatlağı) nedir?Makatın girişinden iç tarafına uzanan yırtık ya da çatlaklara anal fissür denir.Anüsün etrafını saran ve onu kapalı tutan sfinkter adı verilen bir kaslar vardır. Anüs, genellikle sırt ve kuru dışkılama ile yaralandığında komşuluğundaki sfinkter kasları gerilir. Oluşan spazm, rahat dışkılamayı engellediği gibi şiddetli ağrıya da neden olur.Anal fissür belirtileri nelerdir? Ağrı, dışkılama sırasında ve sonrasında birkaç saat sürebilen şiddetli ağrı, yanma Kanama, tuvalet kağıdına bulaşan, parlak kırmızı renkte, az miktarda Islaklık ve kaşıntıAnal fissür için nasıl tanı konulur?Tanı için fizik muayane yeterlidir. Fissür iyileşmesine ragmen kanama devam ediyorsa sigmoidoskopi ya da kolonoskopi yapılabilir.Anal fissür nasıl tedavi edilir?Tedavide ilk yapılması gereken, var ise kabızlığın engellenmesi ve gaytanın yumuşatılmasını sağlamaktır. Bunun için diyette lif alımı arttırılır ve gerekirse gayta yumuşatıcı ilaçlar verilir.Ilık suya oturma banyoları ve anüs etrafını saran sfinkter kaslarının gevşemesini sağlayan kremler çatlağın iyileşmesine yardımcı olur.Eğer bu tedaviler işe yaramaz ise botulinum toksini (Botox) enjeksiyonu veya cerrahi tedavi uygulanır.Anal apse nedir?Makat bölgesi ve çevresinde iltihap toplanması sonucu gelişen şişliğe anal apse (perianal, anorektal) adı verilir.Makat etrafında şiddetli ağrı ve eşlik eden ateş veya halsizlik durumunda anal apseden şüphelenilmelidir.Anal apse tanısı nasıl konulur?Fizik muayenede makat etrafında kızarık ve ağrılı bir şişlik şeklinde saptanır.Daha derin bir apse ise parmakla makattan (rektal) yapılan muayenede içeride hassas, bir kitle olarak hissedilir. Tanıyı doğrulamak ve apsenin yayılımını değerlendirmek için manyetik rezonans (MR) görüntüleme veya pelvis ultrasonu gibi görüntüleme çalışmaları kullanılabilir.Anal apse tedavisi nedir?Anal apselerin ile tedavisi cerrahi olarak boşaltılmasıdır. Tedaviye antibiyotikler de eklenir.  Apseye eşlik eden ek bir patoloji (fistül vb.) var ise aynı seansta ona da müdahale edilir.Drene edilmemiş bir anorektal apse, komşu dokulara yayılmaya devam edebilir ve sistemik enfeksiyona doğru ilerleyebilir.Anorektal (anal) fistül nedir?Dış deliği anüs kenarında iç deliği bağırsak içerisinde olan ve normalde bulunmayan bir yol oluşmasıdır. Çoğunlukla, makat iç kısmındaki bezlerin enfekte olması sonucu gelişir. Anorektal fistülü olan hastalar, genellikle boşaltılmayı takiben "iyileşmeyen" anorektal apse ile, anüs kenarı veya kalça bölgesinde kronik iltihaplı akıntı ve şişlik ile başvurur.Anorektal fistüller, makat etrafındaki sfinkter kasları ile ilişkilerine göre sınıflandırılır (yüzeysel, intersfinkterik, transsfinkterik, suprasfinkterik ve ekstrasfinkterik).Anal fistül için nasıl tanı konulur?Fistüller, basit veya kompleks olabilir ve kompleks fistüllerin anatomisi hakkında kapsamlı bilginin edinilmesi doğru cerrahi tedavi yönteminin seçilmesi için mutlaka gereklidir.Manyetik rezonans görüntüleme (MR) ve anüs yoluyla yapılan ultrasonografi (EUS), fistül yolunun anatomisini ve anal sfinkter kaslarının ne kadarının fistülle ilişkili olduğunu belirlemek için tercih edilen görüntüleme yöntemleridir.Anal fistül tedavisi nedir?Cerrahi, fistül tedavisinin temelini oluşturur. Ancak doğru yöntemin seçilmesi çok önemlidir. Çünkü cerrahi tedavinin amacı fistülü ortadan kaldırırken gaz ve dışkı tutma fonksiyonunu korumaktır. Fistülün tipine göre uygulanan cerrahi yöntemler; fistülotomi, gevşek seton uygulanması, fistülektomi + sfinkter onarımı, LIFT yöntemi, kaydırma flepleri, modifiye Hanley prosedürü, fibrin yapıştırıcılardır.Pruritis ani (makat kaşıntısı) nedir?Sindirim sisteminin son kısmı olan anüsün veya çevresindeki derinin kaşınmasıdır. Anal kaşıntı, kişide ciddi rahatsızlık oluşturabilir. İnsanlarda, ‘’ bende bağırsak kanseri mi var?’’ endişesi yaratsa da kaşıntı genellikle başka bir durumdan kaynaklanır.Makat kaşıntısının nedeni nedir? Aşağıdakiler dahil anal kaşıntının birçok olası nedeni vardır: Anüs çevresindeki deriye bulaşan dışkı artıkları (ishal veya yumuşak dışkılama halinde) Hemoroidal hastalık Anüsü tahriş edebilecek belirli yiyecek veya içecekler; Kahve, çay, bira, kola ve çikolata Domates, portakal veya greyfurt gibi turunçgiller Anüsü etkileyebilecek hastalıklar; Anal apse, fissür ve fistüller Kanserler (anal kanal, kolon ve rektum) Cilt hastalıkları; Sedef hastalığı Dermatitler (ciltte tahrişe neden olan ve alerji oluşturan krem, deterjan vb.) Enfeksiyonlar (bakteri ya da mantar kaynaklı)Makat kaşıntısını azaltmak için neler yapılabilir?Anüs ve etrafındaki cilt temiz ve kuru tutulmalıdır. Bunun için Dışkılama sonrası yumuşak bir bez veya tuvalet kağıdı ile anüs etrafı nazikçe, sürtmeden silinmeli Herhangi bir temizlik losyonu kullanılmamalı Dışkılama sonrası banyo yapılabilir. Ardından bölge, yumuşak bir havluyla veya bir saç kurutma makinesi ile kurulanabilir Anüs çevresindeki cilde kokusuz talk pudrası sürebilir (bölgenin kuru kalmasına yardımcı olur) Kaşıntıyı arttıran besinlerden kaçınılmalı Sıkı ve anal bölgeye baskı yapan kıyafetlerden kaçınılmalı Pamuklu iç çamaşırı kullanılmalıMakat kaşıntısı için hangi testler yapılabilir? Biyopsi, tedaviye direçli kaşıntılarda, muayenede cilt hastalığı veya kanser şüphesi varlığında ciltten doku örneği alınabilir Kolonoskopi, kameralı bir tüp ile anüsten girilerek bağırsağın incelenmesidir. Bu işlem, kanser ya da altta yatan diğer hastalıkların varlığını incelemeyi sağlar.Makat kaşıntısı nasıl tedavi edilir? Anal kaşıntıya tıbbi bir durum neden oluyorsa, bu durumun tedavisi kaşıntıyı genellikle giderir. Dışkı bulaşı nedeniyle oluşan kaşıntıyı azaltmak için beslenmeye lif takviyesi eklenebilir. Anal bölgeye sürülen kremler (hidrokortizon, çinko oksit vb.) ile şikayetler azaltılır. Antihistaminikler (allerji ilaçları, özellikle şikayetleri akşam artan hastalara)Ancak bazı hastalarda, birçok farklı tedavi denenmesine ragmen kaşıntı devam edebilir. Bu durumda, anüs etrafına farklı kremler (capcaicin içeren) kullanılır. Şikayetlerin devamı halinde cilde ilaç enjeksiyonu (metilen mavisi) uygulanabilirRektal prolapsus nedir?Kalın bağırsağın son kısmı olan rektum ve anal kanalın makattan dışarı sarkmasıdır. Bağırsak tam kat olarak sarkabileceği gibi, yalnızca mukoza adı verilen iç kısmı da sarkabilir.Rektal prolapsus belirtileri nelerdir?En sık görülen belirtiler makatta şişlik ve dolgunluk hissi, ıkınma ile makatın dışarı doğru sarkmayı, kaşıntı veya mukuslu akıntıdır. Sarkma ilerledikçe dışkılama zorluğu veya kaçırma, dışkıyı tam boşaltamama ve kanama da gelişebilir.Rektal prolapsus nedenleri nelerdir? Birden fazla normal (vajinal) doğum yapmak Uzun süreli bağırsak sorunları Kabızlık, haftada 3 kereden az sayıda, sert ve küçük dışkılama Dışkılama sırasında ıkınmak zorunda olmak İshal, günde 3’ten fazla sulu dışkılama Geçirilmiş pelvis cerrahisi ve zayıf kas yapısıRektal prolapsusta nasıl tanı konulur?Tanı genellikle fizik muayene konulur. Ancak tedavi gerekliliğine karar vermek için bazı tetkikler yapılabilir. Defekografi veya MR defekografi, dışkılama sırasında rektum, anüs ve pelvik taban kaslarının durumu ve uyumu görüntülenir. En sık yapılan tetkiktir. Manometri, rektum içindeki basıncı ölçer. Bağırsak hareketlerini kontrol eden kasların doğru çalışıp çalışmadığını gösterebilir İdrar torbası, genital organ, ince bağırsak sarkması şüphesi halinde ona yönelik tetkiklerRektal prolapsus nasıl tedavi edilir?Tedavi, belirtilerin ciddiyetine ve başka sağlık sorunlarının olup olmadığına bağlıdır. Ancak mutlaka dikkat edilmesi gereken bazı öneriler vardır. Bol lifli beslenme (günde 25-35gr lif tüketilmeli, meyve-sebze, tahıllar ve kuru erik vb.) Sıvı alımının arttırılması (özellikle su, günde 1,5-2lt) Laksatifler, dışkılamayı kolaylaştıran ilaçlar Lavmanlar, makattan uygulanan dışkılama sağlayan sıvılar Pelvik taban egzersizleri, idrar akışını ve bağırsak hareketlerini kontrol eden kasları güçlendirir Biofeedback, kas aktivitesini ölçen sensörler adı verilen cihazları kullanılarak kasların doğru şekilde kullanıp kullanmadığını söyleyebilirİdrar torbası, rahim veya ince bağırsak sarkmasının eşlik etmediği, sadece rektumu içeren hastalık halinde yapılacak cerrahi ile semptomların ilerlemesi, sfinkter kas kompleksinin zayıflaması ve bağırsak boğulmasının (inkarserasyon) önüne geçilebilir.Seçilecek ameliyat türü sarkmanın şekline, hastanın yaşı ve genel durumuna bağlıdır. Karın bölgesinden kapalı ve açık yöntemlerle veya makat bölgesinden (perineal) cerrahi yapılabilir.Karından yapılan ameliyatlarda, hastalığın tekrar etme oranları perineal prosedürlere göre daha düşüktür.Güncel pratikte en sık uygulanan ve anterior mesh rektopeksi denilen yöntemde, dışarıya doğru sarkmış olan rektum olması gerektiği yere çekilerek yama ile sabitlenir. Bu yöntem açık, laparoskopik veya robotik yöntemle uygulanabilir.  Karın onarımını engelleyecek eşlik eden ciddi hastalıkları olan hastalar için perineal onarımlar uygulanabilir.Anal inkontinans (dışkı-gaz kaçırma) nedir?Kontinans, normal şekilde gaz ve dışkıyı tutabilmeyi ifade eder. Anal inkontinans ise katı veya sıvı şekildeki dışkının veya gazın istemsiz olarak kaçırılması olarak tanımlanır.Çalışmalar, toplumun %2-7'sinin bu sorunu yaşadığını gösterse de hastaların bu konu hakkında sağlık çalışanları ile dahi konuşmaya çekinmesi nedeni ile gerçek sıklığının daha yüksek olduğu düşünülmektedir.Sadece gaz veya sıvı şeklindeki dışkıyı kaçırma (minor inkontinans) her iki cinsiyette eşit olarak görülürken, katı dışkıyı kaçırma (major inkontinans) riski kadınlarda 2 kat daha fazladır. Özgüven kaybı, endişe ve sosyalleşme sorunlarına neden olan bu hastalıkta tedavi ile şikayetler azaltılabilir ve çoğu zaman tam iyileşme elde edilebilir. Anal inkontinans nedenleri nelerdir?Kontinans, hem alt sindirim sisteminin hem de sinir sisteminin normal işlevini gerektirir. Anal sfinkter kasları, sindirim sisteminin sonunu çevreleyen pelvik kaslarla birlikte bağırsak içeriğinin kontrollü hareketini sağlar. Anal inkontinans, genellikle olası birçok nedenin kombinasyonundan kaynaklanır. Anal sfinkter hasarı, sıklıkla normal doğum ve makat bölgesi cerrahisi sonrası oluşur   Nörolojik nedenler; diyabet, Parkinson ve MS hastalığı, sinir yaralanmaları (doğum travmaları, kazalar vb.) Rektumun gerilebilme özelliğinin radyoterapi veya inflamatuvar bağırsak hastalıkları vb. nedenlerle azalması Dışkı taşlaşması, yaşlı ve yatalak hastalarda eşlik eden his kaybı ile birlikte görülür İshal, sıvı şeklinde dışkı kaçırmaya neden olur Bilinmeyen nedenler, genellikle orta yaş üzeri kadınlarda görülürAnal inkontinansta nasıl tanı konulur?Hastalığın öyküsünün dinlenmesi, muayene ve tanısal testler birlikte değerlendirilerek tanı konulur. Endoskopi (kolonoskopi, sigmoidoskopi, anoskopi), ucunda kamera olan bir tüp ile inkontinansa neden olabiliecek iltihap, tümör vb. durumlar doğrudan görüntülenir Anorektal manometre, farklı koşullar altında bağırsağın son kısmının basıncı ve reflekslerinin durumunu değerlendirir Endorektal ultrason ve manyetik rezonans (MR), dışkı tutmayı sağlayan sfinketer kaslarının, bağırsak duvarının ve pelvik kasların anormalliklerini ortaya koyar Gayta testleri, ishal ise nedeni incelemek için kullanılırAnal inkontinans nasıl tedavi edilir?Uygulanacak tedavi, altta yatan neden ve hastalığın şiddetine göre planlanmalıdır. Üç tip tedavi kullanılır: medikal, biofeedback, cerrahi yöntemler. Medikal tedavi; dışkıyı sıkılaştıran, sıklığını azaltan, bağırsak kasılmalarını azaltarak kaçırmayı engelleyen bazı ilaçları ve diyet önerilerini içerir. Biofeedback, gaz-dışkı tutmada işlevi olan anal sfinkter ve puborektal kasları güçlendirmenin güvenli ve girişimsel olmayan bir yoludur. Bu yöntem, sensörler yardımı ile hastanın anal bölge kaslarını tanıyarak, dışkılama veya tutma sırasında uygun kaslarını kullanabilmesini sağlayan bir eğitimdir. Bu yöntemin etkileri 6 ay içerisinde azalmaya başlayabilir ve tekrarı gerekebilir.   Anal tıkaçlar, bazı hastaarda inkontinans sıklığını azaltmaya yardımcı olsa da kolay tolere edilemeyebilir. Sakral sinir stimülasyonu, cilt altına yerleştirilen bir cihazdan uygulanan elektriksel akımın sinir köklerine yerleştirilen elektrodlar yardımı ile iletilmesi ve bu sayede anal sfinkter ve puborektal kasların kasılarak gaz-dışkı tutma fonksiyonuna katılabilmesini sağlar. Kasılma fonksiyonuna katılacak kasların durumuna göre %40-75 başarı ile uygulanabilir. Anal sfinkterinde hasar olanlarda, bazı nörolojik hastalıklarda ve rektum kanseri cerrahisi sonrasında gelişen ‘’aşağı anterior rezeksiyon sendromu’’ nda da etkili olarak uygulanabilir.   Hacim arttırıcı jel enjeksiyonu, sfinkter kaslarının içine yapılan enjeksiyon ile anüs açıklığının daraltılması ve bu sayede hastanın kaslarını daha iyi kontrol etmesini sağlar. Cerrahi, özellikle doğum sırasında dış anal sfinkterde yırtık gelişen kadınlarda ve ameliyat veya diğer nedenlerle sfinkter yaralanması olan kişilerdeki inkontinansta etkilidir. Sfinkter hasarı onarılamayacak durumda olan kişilerde, vücudun diğer bölgelerinden, genellikle bacak veya kalçadan kaslar transfer edilebilir. Cerrahi olarak anal kanalın etrafına yerleştirilerek hasarlı sfinkterlerin hareketini taklit etmesi sağlanır. Kolostomi, kalın bağırsağın (kolon) cerrahi olarak karın duvarına alınması işlemidir. Dışkı, cilde sıkıca oturan bir torba içinde toplanır. Bu işlem, anüsten dışkı sızıntısını ortadan kaldırır. Genç bireylerde son seçenek olarak uygulanırken, diğer cerrahi yöntemleri kaldıracak fizik kondisyona sahip olmayan, özle bakım gereksinimi olan  yaşlılarda daha erken tercih nedeni olabilir.   Anorektal bölge selim hastalıkları nedir?Kalın bağırsağın son kısmı olan rektum, anüs (makat) ile sona erer. Bu iki bölgenin (anorektal) selim hastalıkları kabızlık, kanama, ağrı, kaşıntı ve dışkı tutamama gibi yaşam kalitesini bozan sorunlara yol açar.Başlıca selim anorektal hastalıklar şunlardır;Anorektal bölge hastalıklarının genel belirtileri nelerdir?Anorektal bölge hastalıklarının başlıca bulguları;Bu bölge hastalıklarında uygulanan tedavi, ileride hastanın dışkı tutma kabiliyetini etkileyebileceği için çok önemlidir. Doğru tanı konulması, doğru tedavinin ilk şartıdır.  Başlıca tanı yöntemi fizik muayenedir. Sonrasında, anüs ve rektumun görüntülenmesi ve gerekirse biyopsi alınması sağlayan rektosigmoidoskopi yapılmalıdır.Anorektal bölge hastalıkları kimlerde görülür?Anorektal hastalıklar toplum içinde sık görülebiliyor. Her yaştan kişide rastlanabilecek bu hastalıklar, en sık 40- 65 yaş arasında görülür. Ayrıca erkeklerde kadınlara oranla daha fazla rastlanır. Genel anlamda, kabızlık temel sebep olarak görülse de pek çok farklı sorun bu hastalıklara neden olabilmektedir.Anorektal bölge hastalıkları teşhisi nasıl konulmaktadır?Anorektal bölge hastalıklarında öncelikle hastanın detaylı anamnezi, genel sağlık durumu sorgulanır. Sonrasında da fizik muayene yapılır. Anorektal ultrasonografi, kolon geçiş zamanı testleri, defekografi, anorektal elektomiyografi, izotonik sıvı infüzyonu, balon atılım testi, anal manometri, çeşitli kan, idrar ve dışkı testleriyle teşhisler konulabilmektedir. Testler, şüphelenilen hastalığa göre değişebilmektedir.Anorektal bölge hastalıkları tedavisi nasıl olmaktadır?Anorektal bölge hastalıklarında tedaviler, hastalığa ve hastanın durumuna göre değişmektedir. Tedavi skalası beslenme düzeninden, ilaçlara ve nihayetinde cerrahiye göre değişmektedir.Anorektal bölge nedir?Anorektal bölge, kalın bağırsağın sonundaki anüs ve rektum kısımlarıyla ilgili olan bölgedir. Bu bölgenin hastalıklarına, genel olarak anorektal hastalık denilmektedir. Bu hastalıklara ait semptomlar ve şikayetler toplumda çok yaygındır. Çoğu durum iyi huylu olmasına ve birinci basamak sağlık kuruluşlarında tedavi edilebilmesine rağmen, kolorektal kanser riski gözardı edilmemeli ve hastalar uygun şekilde araştırılmalıdır.Anorektal cerrahi nedir?Anorektal bölgede meydana gelen hastalıklara uygulanan cerrahi tedavilere anorektal cerrahi denilmektedir. Hastalar, makat ve etrafı ile ilgili endişeler veya semptomlar nedeniyle sıklıkla hekime başvururlar. Birçok anorektal durum iyi huylu ve kolayca tedavi edilebilir olsa da, hastalar utanma veya kanser korkusu nedeniyle tıbbi yardım almayı erteleyebilirler. Ertelenen ve başlangıçta ameliyat gerektirmeden çözülebilecek sorunlar ihmal nedeni ile koleraktal kanser olarak karşımıza çıkabilir ve daha komplike tedaviler gerektirir.Bu nedenle rektal kanama, ağrı, kilo kaybı gibi anorektal hastalık belirtileri olan hastaların hekime başvurması ve gerekli tetkikleri yaptırması önerilir.Anorektal bölge hastalıklarının tek tek ne anlama geldiği, belirtileri, tedavi yöntemleri aşağıdakiler gibi olmaktadır:Hemoroidal hastalık (basur) nedir?Hemoroidler, anal kanal içerisinde yer alan damarsal yastıklardır ve her insanda yer bulunan, normal anatomik yapılardır. Büyüyüp, makat dışına doğru çıkmaya başladıklarında hastalık belirtileri oluşur.Hemoroid belirtileri nelerdir?Hemoroid tanısı nasıl konulur?Muayene genellikle tanı koymayı sağlar, ancak gerekirse kalın bağırsağın görüntülenmesini sağlayan endoskopi işlemleri (rektosigmoidoskopi veya kolonoskopi) yapılmalıdır.  Hemoroid için hangi tedaviler uygulanır?Başlangıç döneminde konservatif (destek) tedavi etkilidir.Konservatif tedavi;İlaç tedavisine yanıtsız hastalara; hastalığın evresi, hastanın makat bölgesi kaslarının fonksiyonu ve geçirilmiş ameliyat hikayesi, hastanın yaşı ve cinsiyetine göre tedavi planlanır. Skleroterapi, lastik bant ligasyonu, lazer fotokoagülasyon vb. günübirlik, ayaktan işlemler yapılabilir. Bu yöntemlerin, ağrısı ve komplikasyon oranı az ancak tekrarlama oranı cerrahi işlemlere göre daha yüksektir.Diğer tedavi yöntemleri uygun olmayan veya başarısız olan hastalara cerrahi yöntemlerden (hemoroidektomi, stapler hemoroidopeksi, arter ligasyonu + mukopeksi vb.) biri de uygulanır.Anal fissür (makat çatlağı) nedir?Makatın girişinden iç tarafına uzanan yırtık ya da çatlaklara anal fissür denir.Anüsün etrafını saran ve onu kapalı tutan sfinkter adı verilen bir kaslar vardır. Anüs, genellikle sırt ve kuru dışkılama ile yaralandığında komşuluğundaki sfinkter kasları gerilir. Oluşan spazm, rahat dışkılamayı engellediği gibi şiddetli ağrıya da neden olur.Anal fissür belirtileri nelerdir?Anal fissür için nasıl tanı konulur?Tanı için fizik muayane yeterlidir. Fissür iyileşmesine ragmen kanama devam ediyorsa sigmoidoskopi ya da kolonoskopi yapılabilir.Anal fissür nasıl tedavi edilir?Tedavide ilk yapılması gereken, var ise kabızlığın engellenmesi ve gaytanın yumuşatılmasını sağlamaktır. Bunun için diyette lif alımı arttırılır ve gerekirse gayta yumuşatıcı ilaçlar verilir.Ilık suya oturma banyoları ve anüs etrafını saran sfinkter kaslarının gevşemesini sağlayan kremler çatlağın iyileşmesine yardımcı olur.Eğer bu tedaviler işe yaramaz ise botulinum toksini (Botox) enjeksiyonu veya cerrahi tedavi uygulanır.Anal apse nedir?Makat bölgesi ve çevresinde iltihap toplanması sonucu gelişen şişliğe anal apse (perianal, anorektal) adı verilir.Makat etrafında şiddetli ağrı ve eşlik eden ateş veya halsizlik durumunda anal apseden şüphelenilmelidir.Anal apse tanısı nasıl konulur?Fizik muayenede makat etrafında kızarık ve ağrılı bir şişlik şeklinde saptanır.Daha derin bir apse ise parmakla makattan (rektal) yapılan muayenede içeride hassas, bir kitle olarak hissedilir. Tanıyı doğrulamak ve apsenin yayılımını değerlendirmek için manyetik rezonans (MR) görüntüleme veya pelvis ultrasonu gibi görüntüleme çalışmaları kullanılabilir.Anal apse tedavisi nedir?Anal apselerin ile tedavisi cerrahi olarak boşaltılmasıdır. Tedaviye antibiyotikler de eklenir.  Apseye eşlik eden ek bir patoloji (fistül vb.) var ise aynı seansta ona da müdahale edilir.Drene edilmemiş bir anorektal apse, komşu dokulara yayılmaya devam edebilir ve sistemik enfeksiyona doğru ilerleyebilir.Anorektal (anal) fistül nedir?Dış deliği anüs kenarında iç deliği bağırsak içerisinde olan ve normalde bulunmayan bir yol oluşmasıdır. Çoğunlukla, makat iç kısmındaki bezlerin enfekte olması sonucu gelişir. Anorektal fistülü olan hastalar, genellikle boşaltılmayı takiben "iyileşmeyen" anorektal apse ile, anüs kenarı veya kalça bölgesinde kronik iltihaplı akıntı ve şişlik ile başvurur.Anorektal fistüller, makat etrafındaki sfinkter kasları ile ilişkilerine göre sınıflandırılır (yüzeysel, intersfinkterik, transsfinkterik, suprasfinkterik ve ekstrasfinkterik).Anal fistül için nasıl tanı konulur?Fistüller, basit veya kompleks olabilir ve kompleks fistüllerin anatomisi hakkında kapsamlı bilginin edinilmesi doğru cerrahi tedavi yönteminin seçilmesi için mutlaka gereklidir.Manyetik rezonans görüntüleme (MR) ve anüs yoluyla yapılan ultrasonografi (EUS), fistül yolunun anatomisini ve anal sfinkter kaslarının ne kadarının fistülle ilişkili olduğunu belirlemek için tercih edilen görüntüleme yöntemleridir.Anal fistül tedavisi nedir?Cerrahi, fistül tedavisinin temelini oluşturur. Ancak doğru yöntemin seçilmesi çok önemlidir. Çünkü cerrahi tedavinin amacı fistülü ortadan kaldırırken gaz ve dışkı tutma fonksiyonunu korumaktır. Fistülün tipine göre uygulanan cerrahi yöntemler; fistülotomi, gevşek seton uygulanması, fistülektomi + sfinkter onarımı, LIFT yöntemi, kaydırma flepleri, modifiye Hanley prosedürü, fibrin yapıştırıcılardır.Pruritis ani (makat kaşıntısı) nedir?Sindirim sisteminin son kısmı olan anüsün veya çevresindeki derinin kaşınmasıdır. Anal kaşıntı, kişide ciddi rahatsızlık oluşturabilir. İnsanlarda, ‘’ bende bağırsak kanseri mi var?’’ endişesi yaratsa da kaşıntı genellikle başka bir durumdan kaynaklanır.Makat kaşıntısının nedeni nedir? Aşağıdakiler dahil anal kaşıntının birçok olası nedeni vardır:Makat kaşıntısını azaltmak için neler yapılabilir?Anüs ve etrafındaki cilt temiz ve kuru tutulmalıdır. Bunun içinMakat kaşıntısı için hangi testler yapılabilir?Makat kaşıntısı nasıl tedavi edilir?Ancak bazı hastalarda, birçok farklı tedavi denenmesine ragmen kaşıntı devam edebilir.Rektal prolapsus nedir?Kalın bağırsağın son kısmı olan rektum ve anal kanalın makattan dışarı sarkmasıdır. Bağırsak tam kat olarak sarkabileceği gibi, yalnızca mukoza adı verilen iç kısmı da sarkabilir.Rektal prolapsus belirtileri nelerdir?En sık görülen belirtiler makatta şişlik ve dolgunluk hissi, ıkınma ile makatın dışarı doğru sarkmayı, kaşıntı veya mukuslu akıntıdır. Sarkma ilerledikçe dışkılama zorluğu veya kaçırma, dışkıyı tam boşaltamama ve kanama da gelişebilir.Rektal prolapsus nedenleri nelerdir?Rektal prolapsusta nasıl tanı konulur?Tanı genellikle fizik muayene konulur. Ancak tedavi gerekliliğine karar vermek için bazı tetkikler yapılabilir.Rektal prolapsus nasıl tedavi edilir?Tedavi, belirtilerin ciddiyetine ve başka sağlık sorunlarının olup olmadığına bağlıdır. Ancak mutlaka dikkat edilmesi gereken bazı öneriler vardır.İdrar torbası, rahim veya ince bağırsak sarkmasının eşlik etmediği, sadece rektumu içeren hastalık halinde yapılacak cerrahi ile semptomların ilerlemesi, sfinkter kas kompleksinin zayıflaması ve bağırsak boğulmasının (inkarserasyon) önüne geçilebilir.Seçilecek ameliyat türü sarkmanın şekline, hastanın yaşı ve genel durumuna bağlıdır. Karın bölgesinden kapalı ve açık yöntemlerle veya makat bölgesinden (perineal) cerrahi yapılabilir.Karından yapılan ameliyatlarda, hastalığın tekrar etme oranları perineal prosedürlere göre daha düşüktür.Güncel pratikte en sık uygulanan ve anterior mesh rektopeksi denilen yöntemde, dışarıya doğru sarkmış olan rektum olması gerektiği yere çekilerek yama ile sabitlenir. Bu yöntem açık, laparoskopik veya robotik yöntemle uygulanabilir.  Karın onarımını engelleyecek eşlik eden ciddi hastalıkları olan hastalar için perineal onarımlar uygulanabilir.Anal inkontinans (dışkı-gaz kaçırma) nedir?Kontinans, normal şekilde gaz ve dışkıyı tutabilmeyi ifade eder. Anal inkontinans ise katı veya sıvı şekildeki dışkının veya gazın istemsiz olarak kaçırılması olarak tanımlanır.Çalışmalar, toplumun %2-7'sinin bu sorunu yaşadığını gösterse de hastaların bu konu hakkında sağlık çalışanları ile dahi konuşmaya çekinmesi nedeni ile gerçek sıklığının daha yüksek olduğu düşünülmektedir.Sadece gaz veya sıvı şeklindeki dışkıyı kaçırma (minor inkontinans) her iki cinsiyette eşit olarak görülürken, katı dışkıyı kaçırma (major inkontinans) riski kadınlarda 2 kat daha fazladır. Özgüven kaybı, endişe ve sosyalleşme sorunlarına neden olan bu hastalıkta tedavi ile şikayetler azaltılabilir ve çoğu zaman tam iyileşme elde edilebilir. Anal inkontinans nedenleri nelerdir?Kontinans, hem alt sindirim sisteminin hem de sinir sisteminin normal işlevini gerektirir. Anal sfinkter kasları, sindirim sisteminin sonunu çevreleyen pelvik kaslarla birlikte bağırsak içeriğinin kontrollü hareketini sağlar. Anal inkontinans, genellikle olası birçok nedenin kombinasyonundan kaynaklanır.Anal inkontinansta nasıl tanı konulur?Hastalığın öyküsünün dinlenmesi, muayene ve tanısal testler birlikte değerlendirilerek tanı konulur.Anal inkontinans nasıl tedavi edilir?
11,808
180
Hastalıklar
Aort Kapak Darlığı
Aort kapak darlığı hayatı tehdit eden önemli bir sorundur. Aort kapak darlığında kalp kanı pompalarken aort kapağından geçmekte zorlanır. Bu da kalbin iş yükünü artırır. Bu durum kişiyi kalp yetmezliğine kadar götürebilir. Bu nedenle aort kapak darlığı mutlaka tedavi edilmesi gereken bir problemdir. Memorial Şişli Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Sabri Demircan, aort kapak darlığı hakkında bilgi verdi.Aort kapak darlığı hayatı tehdit eden önemli bir sorundur. Aort kapak darlığında kalp kanı pompalarken aort kapağından geçmekte zorlanır. Bu da kalbin iş yükünü artırır. Bu durum kişiyi kalp yetmezliğine kadar götürebilir. Bu nedenle aort kapak darlığı mutlaka tedavi edilmesi gereken bir problemdir. Memorial Şişli Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Sabri Demircan, aort kapak darlığı hakkında bilgi verdi. Aort kapak darlığı nedir?Aort damarı vücuttaki en büyük damardır. Aort, kalpten çıkan ve bütün organlara temiz kan taşıyan önemli bir damardır. Aort damarının ortalama 6-7 litre kan taşıma kapasitesi vardır. Kalpte de 4 kapaktan biri olan aort kapak vardır. Aort kapak sol karıncıktan çıkan temiz kanı aort damarı aracılığıyla vücuda yayılmadan önce geçtiği kapakçıktır. Aort kapak, kanın doğru yöne akmasını sağlar ve kanın kaçak yapmamasını, geri kaçmamasını sağlar. Bazı durumlarda aort kapağında darlık veya yetmezlik gibi sorunlar meydana gelmektedir. Aort kapak kireçlenir, bu sayede deforme olursa, iyice daralırsa açılamaz hale gelir. Böylece kalp kanı pompalarken daralan aort kapağından geçerken zorlanır. Böylece kalp kası zorlanır ve yük altında kalır. Bu da kalp kasının kalınlaşmasına ve yetmezlik oluşmasına sebebiyet verir. Aort kapak darlığı tedavi edilmezse oluşan kalp yetmezliği de hayatı tehdit eder.Aort kapak darlığı belirtileri nedir?Aort kapak darlığı olduğunda ilerleyen zamanlarda hasta en ufak bir eforla bile nefes darlığı yaşar. Hasta yürürken, merdiven çıkarken nefes darlığını hisseder. Nefes darlığıyla birlikte göğüs ağrısı da olabilir. Bunun yanında aort kapak darlığı çok ileri safhadaysa hasta bayılabilir. Bu aşamada ölüm riski oldukça yüksek olur. Aort kapak darlığında ortaya çıkabilecek belirtilerin tamamı şöyle de sıralanabilir:- Eforla çabuk yorulma- Nefes darlığı- Göğüs ağrısı- Baş dönmesi- Çarpıntı- Halsizlik- BayılmaAort kapak darlığı nedenleri nedir?Aort kapak darlığı normalde yaşlılık hastalığıdır. Yaşlılarda görülebilen doğal bir kapak hastalığıdır. Yaşla birlikte yıpranma, damar sertliği, kireçlenme aort damarını tutarsa aort kapağının daralması meydana gelir. Aort kapak darlığı genç yaşlarda da olur. Aort kapak darlığının sebepleri doğumsal kusurlar olabilir. Doğumsal olarak kalpteki üç yaprakçık yerine iki yaprakçık olması nedeniyle aort kapağı yıpranabilir. Romatizmal kalp hastalıkları, kapak enfeksiyonu da (enfektif endokardit) aort kapak darlığı nedenlerinden bazılarıdır.Aort kapak darlığı teşhisi nasıl konulur?Aort kapak darlığı nedeniyle belirtileri çıkan hastalar kardiyoloji uzmanına başvurur. Kardiyoloji uzmanı öncelikle hastanın detaylı anamnezini alır, şikayetlerini dinler ve fiziki muayenesini gerçekleştirir. Fiziki muayenede kalp dinlendiğinde üfürüm duyulur. Bu muayeneden sonra ekokardiyografi çekilir. Bunun ardından kalp kateterizasyonu ve anjiyografi ile tam anlamıyla teşhis konulmaktadır.Aort kapak darlığı tedavisi nasıl yapılır?Aort kapak darlığında ilaç tedavisi vardır ancak bu tedavi yöntemi sadece belirtilerin hafiflemesine yardım eder. Yaşam süresini uzatmaz. Yıpranan, daralan bir aort kapağının ilaçla tedavisi mümkün olmamaktadır. Bu durumda iki tür tedavi yöntemi devreye girmektedir. Bunlardan biri açık cerrahidir. Açık cerrahiyle kapak ameliyatlarında cerrah, hastalıklı kapağa ulaşmak için kalbi açıp içine girmek zorundadır. Bu durumda hastayı mutlaka kalp akciğer makinesine bağlayarak kalbi durdurmak gerekir. Açık cerrahide mekanik ya da biyoprotez yeni bir kapak takılır. Ancak açık cerrahiye giremeyecek kadar riskli hastalarda TAVI (transkateter aort kapak implantasyonu) yani olarak damar yoluyla (genelde kasıktan) kapalı yöntem uygulanmaktadır. İşlem lokal anestezi ile hafif sedasyon (rahatlatıcı ilaç verilerek) yapılmaktadır. Kasık atardamarından girilerek içine kapakçık yerleştirilmiş sistem yardımı ile kalbin aort kapağına ulaşılır. Kalbe iletilen yerleştirme sistemi kapağın yerleştirilmesi gereken noktaya ulaşıldıktan sonra büyük bir stent üzerine monte edilmiş kapak o bölgeye yerleştirilir. Kapağın doğru yerleştirildiği ve iyi çalıştığı görüntüleme yöntemleriyle gösterildikten sonra işlem sonlandırılır. TAVI yönteminde kesinlikle herhangi bir kesi yapılmamaktadır. TAVI yöntemi, aort kapak hastalıklarının tedavisinde kullanılır. Başlangıçta sadece ameliyat şansı olmayan hastalara uygulanırken, daha sonra ameliyat riski çok yüksek olan hastalar, ameliyat riski orta derecede yüksek olan hastalar ve yakın zamanda da ameliyat riski düşük olan hastalar için de bir seçenek olarak kabul görmüştür. TAVI ağrılı bir işlem değildir. TAVI sırasında veya sonrasında hastada ağrı olmamaktadır. TAVI sonrası hastalar işlem ile ilgili sorunlar açısından izlenir. Kan sulandırıcı ilaçlar başlanır. TAVI işlemi sonrası tehlikeli de olabilecek riskler mevcuttur ancak bu riskler açık cerrahiden daha azdır. Hastalar işlem sonrasında hastanede kısa süre kalmaktadır. TAVI her hastaya uygulanabilmekle birlikte uygun hasta için kardiyoloji ve kalp cerrahisi takımı ortak karar vermelidir.Aort kapak darlığı hakkında sık sorulan sorular Yaş aort kapak darlığı için risk mi?Evet, yaşla birlikte aort kapağı kireçlenmeye bağlı olarak daralabilir.Aort kapak darlığı bebeklerde ve çocuklarda görülür mü?Aort stenozu yani aort kapak darlığı bebeklik ve çocukluk döneminde de görülebilir. Bu çocukların bazılarında göğüs ağrısı, baş dönmesi, bayılma gibi belirtiler görülebilir. Aort kapak darlığı hafif olan çocukların hayat boyu kontrol altında tutulması gerekebilir çünkü bu darlık ilerleyebilir.Çocuklarda aort kapak darlığı belirtileri neler olabilir?Çocuklar aort kapak darlığı sorunlarında yeteri kadar yemek yiyemeyebilir, iştahsızlık olabilir. Ayrıca aort kapak darlığı olan çocuklar yeterli miktarda kilo alamaz. Çocuklar çabuk yorulur, halsiz düşer.Aort kapak darlığı olan çocuklar spor yapabilir mi?Bu durumda olan çocuklar için kardiyoloji uzmanından bilgi almak doğru olacaktır.Biküspit kapak nedir?Aort kapağı normalde 3 yapraklıdır. Eğer 2 yapraklıysa buna biküspit kapak denmektedir. Kalbin pompalama gücüne karşı normalde 3 yaprağın yaptığı işi 2 yaprakçığın yapması beklenenden erken sürede kapağın yıpranmasına neden olur.Aort kapak darlığı kalbi nasıl etkiler?Aort kapak darlığında kapak rahatça açılmaz. Kan da rahatça geçemez. Bu da kalbi yorar. Kalp bu iş yükünü kaldıramaz hale gelir. Zamanla bu durumla yetmezlik oluşur.Aort kapak darlığı üfürümü nedir?Kanın normal akımındaki bozulmayla birlikte olan ses titreşimleri göğüs duvarına yansır. Bu da muayene sırasında kalp dinlenirken doktor tarafından duyulur.Aort kapak darlığında tanı nasıl konur?Ekokardiyografi, kalbin ultrasonu olup aort kapak yapısını ve fonksiyonlarını oldukça ayrıntılı gösterebilmektedir. Ekokardiyografi girişimsel bir işlem değildir. Darlığı net bir şekilde teşhis edip, darlığın derecesini belirler.Aort kapak darlığında egzersiz stres testi istenir mi?Aort kapak darlığı sınırda olanlarda uzman kardiyolog fonksiyonel değerlendirme için bu testi isteyebilir.Aort kapak darlığında anjiyo gerekli mi?Aort kapak darlığında anjiyo gerekli bir yöntemdir. Bu girişimsel bir tekniktir. Anjiyoda darlık derecesinin belirlenmesi, kalp fonksiyonları ve eşlik eden kalp damar hastalığı olup olmadığını tespiti için faydalıdır.Aort kapak darlığı hayatı tehdit eder mi?Aort kapak darlığı tedavi edilmezse kalp yetmezliğine kadar götürür. Kalp yetmezliği de hayatı tehdit eden ciddi bir hastalıktır.TAVI kimlere uygundur?Açık ameliyatı kaldıramayacak kadar riski hasta grubuna TAVI önerilebilir. İleri yaşlı, akciğer, böbrek, karaciğer fonksiyon bozukluğu olan, açık kalp ameliyatı geçiren kişiler TAVI için yüksek riskli olarak kabul edilmektedir.Aort kapak darlığında TAVI'nin avantajları nedir?Hasta operasyondan kısa bir süre sonra normal hayatına dönebilir. İşlem anestezi gerektirmez, göğüs kafesi kesilmez. İyileşme süresi de kısadır. Komplikasyon oranı düşüktür.Aort kapak darlığında ne zaman doktora gidilmeli?Aort kapak darlığı ile ilişkili şikayet ve bulguları görüldüğü anda doktora başvurulmalıdır.Aort kapak darlığında risk faktörleri nelerdir?Yaşlılık en büyük risk faktörüdür. Mevcut kalp hastalıkları, kalbi etkileyebilecek enfeksiyon öyküsü, diyabet, yüksek kolesterol, yüksek tansiyon gibi kardiyovasküler risk faktörleri ile kronik böbrek hastalıklarına sahip olmak aort kapak darlığı açısından da risktir.Aort kapak darlığı tedavi edilmezse ne olur?Aort kapak darlığı nedeniyle olan birlikte kalp yetmezliği, inme, pıhtı, kanama, kalp ritmi problemleri, edokardit gibi kalbi etkileyen enfeksiyonlar ve ölüm aort kapak darlığı tedavi edilmezse olabilecek komplikasyonlardandır.Aort kapak darlığı nasıl önlenir?Romatizmal ateşi önlemek için adım atılabilir. Boğaz ağrısı olanlar doktora gitmeli ve tedavi edilmelidir. Tedavi edilmeyen boğaz enfeksiyonları romatizmal ateşe neden olabilir. Boğaz enfeksiyonları antibiyotikle tedavi edilebilir. Koroner arter hastalıkları için risk faktörlerine dikkat edilmeli. Yüksek tansiyon, obezite, yüksek kolesterol, diyabet tedavi edilmelidir. Kilo kontrolü çok önemlidir. Dişler ve diş eti sağlığına önem verilmeli. Çünkü enfekte diş etleriyle enfekte kalp dokusu arasında anlamlı bir bağ olabilir. Sigara içilmemelidir. Sigara kalp damar hastalıklarının en yakın dostudur.Aort kapak kalfisikasyonu nedir?Aort kapak kalfisikasyonu kalpteki aort kapağındaki kalsiyum birikintilerinin oluştuğu bir durumdur. Bu birikintiler de aort kapağında sorun oluşturabilir. Hatta aort kapağında darlığa neden olur. Yaşla birlikte olması doğaldır, ileri yaşlarda aşırı kalsifikasyon aort kapak darlığına ilerleyebilir. Aort kapak darlığı nedir?Aort damarı vücuttaki en büyük damardır. Aort, kalpten çıkan ve bütün organlara temiz kan taşıyan önemli bir damardır. Aort damarının ortalama 6-7 litre kan taşıma kapasitesi vardır. Kalpte de 4 kapaktan biri olan aort kapak vardır. Aort kapak sol karıncıktan çıkan temiz kanı aort damarı aracılığıyla vücuda yayılmadan önce geçtiği kapakçıktır. Aort kapak, kanın doğru yöne akmasını sağlar ve kanın kaçak yapmamasını, geri kaçmamasını sağlar. Bazı durumlarda aort kapağında darlık veya yetmezlik gibi sorunlar meydana gelmektedir. Aort kapak kireçlenir, bu sayede deforme olursa, iyice daralırsa açılamaz hale gelir. Böylece kalp kanı pompalarken daralan aort kapağından geçerken zorlanır. Böylece kalp kası zorlanır ve yük altında kalır. Bu da kalp kasının kalınlaşmasına ve yetmezlik oluşmasına sebebiyet verir. Aort kapak darlığı tedavi edilmezse oluşan kalp yetmezliği de hayatı tehdit eder.Aort kapak darlığı belirtileri nedir?Aort kapak darlığı olduğunda ilerleyen zamanlarda hasta en ufak bir eforla bile nefes darlığı yaşar. Hasta yürürken, merdiven çıkarken nefes darlığını hisseder. Nefes darlığıyla birlikte göğüs ağrısı da olabilir. Bunun yanında aort kapak darlığı çok ileri safhadaysa hasta bayılabilir. Bu aşamada ölüm riski oldukça yüksek olur. Aort kapak darlığında ortaya çıkabilecek belirtilerin tamamı şöyle de sıralanabilir:- Eforla çabuk yorulma- Nefes darlığı- Göğüs ağrısı- Baş dönmesi- Çarpıntı- Halsizlik- BayılmaAort kapak darlığı nedenleri nedir?Aort kapak darlığı normalde yaşlılık hastalığıdır. Yaşlılarda görülebilen doğal bir kapak hastalığıdır. Yaşla birlikte yıpranma, damar sertliği, kireçlenme aort damarını tutarsa aort kapağının daralması meydana gelir. Aort kapak darlığı genç yaşlarda da olur. Aort kapak darlığının sebepleri doğumsal kusurlar olabilir. Doğumsal olarak kalpteki üç yaprakçık yerine iki yaprakçık olması nedeniyle aort kapağı yıpranabilir. Romatizmal kalp hastalıkları, kapak enfeksiyonu da (enfektif endokardit) aort kapak darlığı nedenlerinden bazılarıdır.Aort kapak darlığı teşhisi nasıl konulur?Aort kapak darlığı nedeniyle belirtileri çıkan hastalar kardiyoloji uzmanına başvurur. Kardiyoloji uzmanı öncelikle hastanın detaylı anamnezini alır, şikayetlerini dinler ve fiziki muayenesini gerçekleştirir. Fiziki muayenede kalp dinlendiğinde üfürüm duyulur. Bu muayeneden sonra ekokardiyografi çekilir. Bunun ardından kalp kateterizasyonu ve anjiyografi ile tam anlamıyla teşhis konulmaktadır.Aort kapak darlığı tedavisi nasıl yapılır?Aort kapak darlığında ilaç tedavisi vardır ancak bu tedavi yöntemi sadece belirtilerin hafiflemesine yardım eder. Yaşam süresini uzatmaz. Yıpranan, daralan bir aort kapağının ilaçla tedavisi mümkün olmamaktadır. Bu durumda iki tür tedavi yöntemi devreye girmektedir. Bunlardan biri açık cerrahidir. Açık cerrahiyle kapak ameliyatlarında cerrah, hastalıklı kapağa ulaşmak için kalbi açıp içine girmek zorundadır. Bu durumda hastayı mutlaka kalp akciğer makinesine bağlayarak kalbi durdurmak gerekir. Açık cerrahide mekanik ya da biyoprotez yeni bir kapak takılır. Ancak açık cerrahiye giremeyecek kadar riskli hastalarda TAVI (transkateter aort kapak implantasyonu) yani olarak damar yoluyla (genelde kasıktan) kapalı yöntem uygulanmaktadır. İşlem lokal anestezi ile hafif sedasyon (rahatlatıcı ilaç verilerek) yapılmaktadır. Kasık atardamarından girilerek içine kapakçık yerleştirilmiş sistem yardımı ile kalbin aort kapağına ulaşılır. Kalbe iletilen yerleştirme sistemi kapağın yerleştirilmesi gereken noktaya ulaşıldıktan sonra büyük bir stent üzerine monte edilmiş kapak o bölgeye yerleştirilir. Kapağın doğru yerleştirildiği ve iyi çalıştığı görüntüleme yöntemleriyle gösterildikten sonra işlem sonlandırılır. TAVI yönteminde kesinlikle herhangi bir kesi yapılmamaktadır. TAVI yöntemi, aort kapak hastalıklarının tedavisinde kullanılır. Başlangıçta sadece ameliyat şansı olmayan hastalara uygulanırken, daha sonra ameliyat riski çok yüksek olan hastalar, ameliyat riski orta derecede yüksek olan hastalar ve yakın zamanda da ameliyat riski düşük olan hastalar için de bir seçenek olarak kabul görmüştür. TAVI ağrılı bir işlem değildir. TAVI sırasında veya sonrasında hastada ağrı olmamaktadır. TAVI sonrası hastalar işlem ile ilgili sorunlar açısından izlenir. Kan sulandırıcı ilaçlar başlanır. TAVI işlemi sonrası tehlikeli de olabilecek riskler mevcuttur ancak bu riskler açık cerrahiden daha azdır. Hastalar işlem sonrasında hastanede kısa süre kalmaktadır. TAVI her hastaya uygulanabilmekle birlikte uygun hasta için kardiyoloji ve kalp cerrahisi takımı ortak karar vermelidir.Aort kapak darlığı hakkında sık sorulan sorular Yaş aort kapak darlığı için risk mi?Evet, yaşla birlikte aort kapağı kireçlenmeye bağlı olarak daralabilir.Aort kapak darlığı bebeklerde ve çocuklarda görülür mü?Aort stenozu yani aort kapak darlığı bebeklik ve çocukluk döneminde de görülebilir. Bu çocukların bazılarında göğüs ağrısı, baş dönmesi, bayılma gibi belirtiler görülebilir. Aort kapak darlığı hafif olan çocukların hayat boyu kontrol altında tutulması gerekebilir çünkü bu darlık ilerleyebilir.Çocuklarda aort kapak darlığı belirtileri neler olabilir?Çocuklar aort kapak darlığı sorunlarında yeteri kadar yemek yiyemeyebilir, iştahsızlık olabilir. Ayrıca aort kapak darlığı olan çocuklar yeterli miktarda kilo alamaz. Çocuklar çabuk yorulur, halsiz düşer.Aort kapak darlığı olan çocuklar spor yapabilir mi?Bu durumda olan çocuklar için kardiyoloji uzmanından bilgi almak doğru olacaktır.Biküspit kapak nedir?Aort kapağı normalde 3 yapraklıdır. Eğer 2 yapraklıysa buna biküspit kapak denmektedir. Kalbin pompalama gücüne karşı normalde 3 yaprağın yaptığı işi 2 yaprakçığın yapması beklenenden erken sürede kapağın yıpranmasına neden olur.Aort kapak darlığı kalbi nasıl etkiler?Aort kapak darlığında kapak rahatça açılmaz. Kan da rahatça geçemez. Bu da kalbi yorar. Kalp bu iş yükünü kaldıramaz hale gelir. Zamanla bu durumla yetmezlik oluşur.Aort kapak darlığı üfürümü nedir?Kanın normal akımındaki bozulmayla birlikte olan ses titreşimleri göğüs duvarına yansır. Bu da muayene sırasında kalp dinlenirken doktor tarafından duyulur.Aort kapak darlığında tanı nasıl konur?Ekokardiyografi, kalbin ultrasonu olup aort kapak yapısını ve fonksiyonlarını oldukça ayrıntılı gösterebilmektedir. Ekokardiyografi girişimsel bir işlem değildir. Darlığı net bir şekilde teşhis edip, darlığın derecesini belirler.Aort kapak darlığında egzersiz stres testi istenir mi?Aort kapak darlığı sınırda olanlarda uzman kardiyolog fonksiyonel değerlendirme için bu testi isteyebilir.Aort kapak darlığında anjiyo gerekli mi?Aort kapak darlığında anjiyo gerekli bir yöntemdir. Bu girişimsel bir tekniktir. Anjiyoda darlık derecesinin belirlenmesi, kalp fonksiyonları ve eşlik eden kalp damar hastalığı olup olmadığını tespiti için faydalıdır.Aort kapak darlığı hayatı tehdit eder mi?Aort kapak darlığı tedavi edilmezse kalp yetmezliğine kadar götürür. Kalp yetmezliği de hayatı tehdit eden ciddi bir hastalıktır.TAVI kimlere uygundur?Açık ameliyatı kaldıramayacak kadar riski hasta grubuna TAVI önerilebilir. İleri yaşlı, akciğer, böbrek, karaciğer fonksiyon bozukluğu olan, açık kalp ameliyatı geçiren kişiler TAVI için yüksek riskli olarak kabul edilmektedir.Aort kapak darlığında TAVI'nin avantajları nedir?Hasta operasyondan kısa bir süre sonra normal hayatına dönebilir. İşlem anestezi gerektirmez, göğüs kafesi kesilmez. İyileşme süresi de kısadır. Komplikasyon oranı düşüktür.Aort kapak darlığında ne zaman doktora gidilmeli?Aort kapak darlığı ile ilişkili şikayet ve bulguları görüldüğü anda doktora başvurulmalıdır.Aort kapak darlığında risk faktörleri nelerdir?Yaşlılık en büyük risk faktörüdür. Mevcut kalp hastalıkları, kalbi etkileyebilecek enfeksiyon öyküsü, diyabet, yüksek kolesterol, yüksek tansiyon gibi kardiyovasküler risk faktörleri ile kronik böbrek hastalıklarına sahip olmak aort kapak darlığı açısından da risktir.Aort kapak darlığı tedavi edilmezse ne olur?Aort kapak darlığı nedeniyle olan birlikte kalp yetmezliği, inme, pıhtı, kanama, kalp ritmi problemleri, edokardit gibi kalbi etkileyen enfeksiyonlar ve ölüm aort kapak darlığı tedavi edilmezse olabilecek komplikasyonlardandır.Aort kapak darlığı nasıl önlenir?Romatizmal ateşi önlemek için adım atılabilir. Boğaz ağrısı olanlar doktora gitmeli ve tedavi edilmelidir. Tedavi edilmeyen boğaz enfeksiyonları romatizmal ateşe neden olabilir. Boğaz enfeksiyonları antibiyotikle tedavi edilebilir. Koroner arter hastalıkları için risk faktörlerine dikkat edilmeli. Yüksek tansiyon, obezite, yüksek kolesterol, diyabet tedavi edilmelidir. Kilo kontrolü çok önemlidir. Dişler ve diş eti sağlığına önem verilmeli. Çünkü enfekte diş etleriyle enfekte kalp dokusu arasında anlamlı bir bağ olabilir. Sigara içilmemelidir. Sigara kalp damar hastalıklarının en yakın dostudur.Aort kapak kalfisikasyonu nedir?Aort kapak kalfisikasyonu kalpteki aort kapağındaki kalsiyum birikintilerinin oluştuğu bir durumdur. Bu birikintiler de aort kapağında sorun oluşturabilir. Hatta aort kapağında darlığa neden olur. Yaşla birlikte olması doğaldır, ileri yaşlarda aşırı kalsifikasyon aort kapak darlığına ilerleyebilir.
7,311
181
Hastalıklar
Anoreksiya Nervoza
Anoreksiya nervoza, hem kilo alma korkusu hem de psikolojik faktörlere bağlı vücuda kalori alımının sınırlandırılması veya hiç alınmaması sonucu aşırı kilo kaybına neden olan yeme bozukluğudur. Anoreksiya, gerek beden imajını koruma gerekse de psikolojik olarak çöküntü yaşanmasına neden olan gelişmelere bağlı olarak kişide yemek yeme isteğini baskılar, bu da kişinin aşırı kilo vermesine yol açar.Anoreksiya nervoza, hem kilo alma korkusu hem de psikolojik faktörlere bağlı vücuda kalori alımının sınırlandırılması veya hiç alınmaması sonucu aşırı kilo kaybına neden olan yeme bozukluğudur. Anoreksiya, gerek beden imajını koruma gerekse de psikolojik olarak çöküntü yaşanmasına neden olan gelişmelere bağlı olarak kişide yemek yeme isteğini baskılar, bu da kişinin aşırı kilo vermesine yol açar. Anoreksiya Nervoza Nedir?Anoreksiya nervoza, patolojik olarak kilo alma korkusuyla, yeme alışkanlığının yetersiz beslenmeye dönüşüp, aşırı kilo kaybına yol açan yeme bozukluğudur. Bu hastalığa sahip olan kişiler hayati tehlikeye neden olacak şekilde sağlıksız uygulanan diyetlere başvurarak, yemek yememek ve kilo almayı takıntı haline getirmek gibi düşüncelere sahip olurlar.Anoreksiya nervoza hastalığının ilk evresinde tüketilen besinler azaltılır ve ilerleyen evrelerde hastalığın şiddetinin artması ile yok denecek kadar az şekilde yiyecek, içecek tüketilir. Bazı anoreksiya hastaları yani anoreksikler beslenmeden sonra yoğun tempolu egzersizlere başvururken, bazıları ise yeme içmeden sonra kalori yakmak için sağlıksız kürlere ve detoks çaylarına yönelir. Bunun sonucunda da sağlığı tehdit edecek ölçüde patolojik derecede kilo kaybı meydana gelir.Anoreksiya Nervoza Neden Olur?Anoreksiyanın nedeni genellikle duygusal olarak çöküş yaşama, travma ya da genetik problemler, güzellik algısının ön planda tutulması, depresyon, anksiyete bozuklukları ve obsesif kompülsif bozukluklardır.Genel olarak anoreksiya nervozaya neden olan durumlar şunlardır:Genetik faktörlerAnoreksiyaya sahip birinci derece akrabaları olan kişilerin yeme bozukluğu geliştirme olasılığı 10 kat daha fazladır. Beyin kimyasında meydana gelen değişiklikler de beyin ödül sistemindeki ve iştahı, ruh halini ve dürtü düzenlemesini etkileyebilir.Yaşanan travmalarAnoreksiya insanların yediği besinleri kısıtlayarak bunaltıcı ve acı verici duygularla baş etmeye çalışmalarından kaynaklanabilir. Fiziksel istismar, cinsel saldırı gibi travmatik durumlar bazı kişilerin yeme bozukluğu geliştirmesine neden olur.Çevre ve kültürün etkisiGüzelliği ön planda tutan kültürler, gerçekçi olmayan vücut standartlarına ulaşmaları için insanlara gereksiz baskı uygulayabilir. Özellikle sosyal medyada yer alan popüler kültür ve görseller genellikle zayıflığı popülerliğe, başarıya, güzelliğe ve mutluluğa bağlayarak kişinin anoreksi geliştirmesine neden olur.Akran baskısıAkran baskısına maruz kalan çocuklar ve ergenler, görüntüleri nedeniyle alay edilir, zorbalığa maruz kalır ve sonucunda yeme bozukluğunun gelişmesine neden olur.Duygusal zayıflıkKişinin öz değerinin olmaması, öz saygısının azalmasından kaynaklı olarak ortaya çıkan kaygı, duygusal zayıflık durumlarında da anoreksiya ortaya çıkabilir.Anoreksiya Nervoza Belirtileri Nelerdir?Anoreksiya hastalığında fiziksel belirtiler, aşırı kilo kayıpları ve davranış biçimlerinde belirgin değişimlerin yaşanma ile ortaya çıkar. Anoreksiya hastalığında kilo alma takıntısı, yeme içme düzeninde değişimlere yol açar. Anoreksiya hastalığı belirtileri şöyle sıralanabilir:Anoreksiyanın zihinsel belirtileri: Kilo alma korkusu Yiyeceklere, kalorilere ve diyete takıntılı bir ilgi duyma Zayıf olsanız bile aşırı kilolu hissetme Kontrolde olmak için güçlü bir arzu hissetme Her zaman depresif hissetme Kendine zarar verme veya intihar düşünceleri yaşamaAnoreksiyanın fiziksel belirtileri: Hayati tehlikeye neden olan kilo kaybı Uygun vücut ağırlığını koruyamamak Baş dönmesi, bayılma Yorgunluk hissi Yavaş kalp atışı (bradikardi) Düşük kan basıncı (hipotansiyon) Odaklananama sorunu Sürekli soğukluk hissetme Düzensiz adet dönemleri Nefes darlığı Karın ağrısı Kuru cilt, kırılgan tırnaklar ve zayıflayan saçlarAnoreksiya Nervoza İle Ortaya Çıkabilecek Komplikasyonlar Nelerdir?Anoreksiya nervroza hastalığına müdahale edilmediğinde ciddi komplikasyonlara neden olarak kişinin yaşamını tehdit edebilir. Anormal kalp ritimlerine, vücudun sıvı dengesinin bozulmasına kadar birçok sağlık durumlarının ortaya çıkmasına neden olan anoreksiyada oluşabilecek komplikasyonlar şöyle açıklanır: Sık sık kusma/kusma için zorlama Kan değerlerinde bozulma Kalp rahatsızlıkları Düşük vücut ısısı Halsizlik Baş ağrısı Güçsüzlük Uykuya eğilim Büyüme de gerileme Yaraların geç iyileşmesi Kalp ritim bozuklukları Nöroendokrin değişiklikler (tiroid hormonları, adrenal hormonlar ve leptin seviyelerinde düşüş) Kemik kaybı Diş kaybı Kardiyovasküler anormallik (kalp ve damar sorunları) Riskli üreme fonksiyonu Elektrolit dengesizliği Sindirim sistemi hasarı Hayati riskAnoreksiya Nervoza Hastalığının Tedavisi Mümkün mü?Anoreksiya hastalığının seviyesine göre tedavi şekilleri uygulanmaktadır. Bu rahatsızlığın tedavisinde hastalığın seyrine göre diğer tıbbi dallarla ortak bir tedavi süreci uygulanabilmektedir. Hastalığın kabullenilmesinin ardından psikolojik destek alınmaktadır. Bu hastalığa sahip bireylerde tıbbi beslenme tedavisi büyük önem taşımaktadır. Psikofarmakolojik tedavi, bilişsel davranışçı terapi ve beslenme tedavisiyle hastanın iyileşmesi mümkündür. Anoreksiya nervoza tedavisinde özellikle aile terapisinin önemi büyüktür.Anoreksiya Nervoza Nasıl Teşhis Edilir?Anoreksiya nervoza tanısı için fiziksel muayene, kişinin durumunun takip edilmesi ve çeşitli testler yapılabilmektedir. Bunlara ek olarak psikolojik gözlem ve muayenelerde yapılabilir. Hekim kesin tanıyı koyabilmektedir.“Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders” (DSM-5) Anoreksiya Nervoza tanı kriterlerini belirtmektedir. Buna göre;A: Gereksinimlerine göre enerji alımını kısıtlamaktadır. Bireyin yaşı, cinsiyeti, gelişimsel olarak izlediği yol ve vücut sağlığı bağlamında belirgin bir biçimde düşük bir vücut ağırlığının olmasına yol açmaktadır.B: Vücut ağırlığı kazanımından ya da şişmanlamaktan çok korkma ve belirgin bir biçimde düşük vücut ağırlığında olmasına karşın vücut ağırlığı kazanımını güçleştiren sürekli davranışlarda bulunmaktadır.C: Bireyin vücut ağırlığını ya da biçimini nasıl algıladığıyla ilgili bir bozukluk vardır, birey kendini değerlendirirken vücut ağırlığı ve biçimine yersiz bir önem yükler, o sıradaki düşük vücut ağırlığının önemini hiçbir zaman kavrayamaz.” kriterlerinin varlığı değerlendirilmektedir.Ayrıca, DSM-5’te anoreksiya nervoza hastalığının şiddeti, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) belirlediği kriterlere göre Beden Kütle İndeksi değerleri; BKİ≤17 olanlar hafif, 16 ve 16,99 arası orta, 15 ve 15,99 arası şiddetli, 15’in altı ise aşırı düzey olarak sınıflandırılmıştır.Anoreksiya Nervoza Nasıl Tedavi Edilir?Anoreksiya hastalığının seviyesine göre tedavi şekilleri uygulanmaktadır. Bu rahatsızlığın tedavisinde hastalığın seyrine göre diğer tıbbi dallarla ortak bir tedavi süreci uygulanabilmektedir. Hastalığın kabullenilmesinin ardından psikolojik destek alınmaktadır. Anoreksiya nervoza hastalarının tıbbi beslenme tedavisinde genel olarak tedavinin odak noktası hastanın yeme alışkanlıkları, vücut ağırlığı ve vücut şekli üzerinedir.Beslenme tedavisinin amacı, beslenmenin iyileştirilmesidir. İyileşme göstergeleri, sağlıklı bir vücut ağırlığına ulaşmayı ve korumayı, yeme düzenlerinin normalleşmesini, açlık -tokluk algıları ile yetersiz beslenmeden etkilenen biyolojik ve psikolojik fonksiyonlarının düzeltilmesini içerir. Anoreksiya hastalığında ciddi kilo kayıpları yaşanmış ve dengesiz beslenme sonucu farklı sağlık problemleri doğmuşsa; beslenme ve diyet, iç hastalıkları, psikiyatri gibi tıbbi alanlardan yardım gerekli görülebilmektedir.Tedavi süresi kişinin tedaviye olumlu yanıt vermesiyle doğru orantılıdır. Tek tip bir tedavi yönteminin olmadığı yeme ve beslenme bozukluklarında farmakolojik tedavi, psikoterapi, beslenme tedavisi hastaya ve hastalığa özgü yapılandırılmalı ve uygulanmalıdır.Anoreksiya Nervoza Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularAnoreksiya nervoza tekrar eder mi?Anoreksiya nervoza tedavisi bittikten ve kişi iyileştikten sonra daha önce hastalığa neden olan etkenlerle yine karşılaşırsa hastalık tekrar edebilmektedir. Yaşam boyu risk ve nüksleri önlemek adına hastaların rutin takibi ve kontrolleri önemli ve gereklidir. Yeme ve beslenme bozukluklarının tedavileri uzun, zor ve pahalı olduğu için koruyucu ve önleyici programların geliştirilerek uygulanması toplum sağlığı açısından büyük önem taşımaktadır.Anoreksiya nervoza hastalığı için hangi doktora gidilir?Anoreksiya nervoza fiziksel ve psikolojik sonuçları olan bir hastalıktır. Beslenme ve diyet, iç hastalıkları, gastroenteroloji ve psikiyatri gibi tıbbi alanlardan yardım gerekli görülebilmektedir. Psikoterapi tedavinin önemli bir parçasıdır.Anoreksiya nervoza tedavisi ne kadar sürer?Anoreksiya hastalığında ciddi kilo kayıpları ve yetersiz beslenme sonucu farklı sağlık problemleri yaşanabilir. Beslenme ve Diyet, İç Hastalıkları, Psikiyatri gibi tıbbi alanlardan yardım gerekli görülebilmektedir. Tedavi süresi kişinin tedaviye olumlu yanıt vermesiyle doğru orantılı olup, kişiden kişiye değişebilmektedir.Anoreksiya testi nedir?Anoreksiya nervoza hastalığının tam teşhis edilebilmesi için psikolojik olarak uygulanan testler de bulunmaktadır. “Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders” (DSM-5) Anoreksiya Nervoza tanı kriterlerini belirtmektedir. Ayrıca Yeme Tutumu Testi (YTT) de kullanılmaktadır ancak anoreksik hastaların hastalıklarına yönelik inkâr davranışı sergileyebilir bu da anoreksiya nervoza belirtilerini tam olarak yansıtamayacaktır. Bu sebeple YTT testinin anoreksiya nervosa’nın tanılanmasında tek başına yeterli olamayacağı, beraberinde farklı hasta tanılama kriterlerinin kullanılması gerektiği düşünülmektedir. Hastalığın psikolojik etkileri de bu şekilde kontrol altına alınabilir. Bunlara ek olarak psikolojik gözlem ve fiziksel muayenelerde yapılabilir.Anoreksiya nervoza kilo verdirir mi?Anoreksiya nervoza hastalığı, fiziksel görünümden memnun olmamak ve değiştirme amacıyla sağlıksız uygulanan diyetlere başvurmak, yemek yememek ve kilo almayı takıntı haline getirme olarak bilinmektedir. Anoreksiya hastalığında sağlığı tehdit edecek ölçüde zayıflama meydana gelmektedir. En büyük belirtilerinden biri patolojik kilo kayıplarıdır.Anoreksiya kimlerde görülür?Yapılan çalışmalarda; kadın olmak, genç yaş grubunda olmak, birinci derece akrabaların (anne, baba, kardeş) AN hastalığa yakalanması, sevdiği birinin ölümü veya hastalığı, yeni okul, iş ve ev ortamına girilmesi, kilo değişimi, eşlerin ayrılığı, ergenlik problemleri, sosyo-kültürel normlar, cinsel travma gibi durumlar yeme bozukluklarının gelişimine neden olabilir. Yeme bozukluğu olan kişilerin %90’dan fazlası 25 yaşın altındaki bireylerdir. Yapılan araştırmalarda kadınların özellikle ergenlik döneminde bedensel değişiklik geçirdikleri için bedene uyumda büyük endişe taşıdıkları belirtilmektedir.Anoreksiya nervoza hastalarına nasıl davranılmalı?Diğer yeme ve beslenme bozukluğu hastalarına göre anoreksiya nervoza hastaları ile ilişki kurulması daha zordur. Anoreksiya hastalığında ilk adım anoreksiklerin bu durumun hastalık olduğunu ve psikolojik destek alımını kabullenebilmesi için ılımlı ve olumlu yaklaşımlar sergilenmelidir. Tedavi sürecinin gecikmesi hastalığın seviyesini artırarak tedavi sürecinin güçleşmesine neden olabilmektedir.Anoreksiya nervoza hastaları nasıl beslenmeli?Anoreksiya hastalığında beslenme farkındalığının yaratmış olduğu ani kilo kayıplarını dengelemek için beslenme uzmanları tarafından beslenme tedavisi gerekmektedir. Bu hastalığa sahip bireylerin klinik değerlerinin düzenlenebilmesi için beslenme tedavisininin yapılması oldukça önemlidir. Beslenme tedavisi ile yeme bozukluğunun normale indirgenmesi ve boy kilo endeksinin yaş, kilo, boy göz önüne alınarak normaline ulaşması amaçlanmaktadır. Bu süreç kişiden kişiye değişebilmektedir. Anoreksiya hastalığında beslenme eğitimi ile bireylere sağlıklı beslenme konusunda bilgi ve farkındalık kazandırarak yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığının sürekliliği sağlanmaktadır.Anoreksiya nervoza hastalarının düşünce yapıları nasıldır?Yeme ve beslenme bozukluğu olan bireyler genellikle kararsız ve tedaviye dirençlidir. Uzun süre devam eden şiddetli yeme ve beslenme bozuklukları bilinmektedir. Bazı hastalarda, klinik mükemmeliyetçilik, düşük benlik saygısı, hoşgörüsüzlük ve kişilerarası ilişkilerde zorluklar gibi süreçleri sürdürmek yeme ve beslenme bozukluklarının temel problemle etkileşime girerek tedavi direncine katkıda bulunur. Anoreksiya hastalığında kişinin beden ağırlığı ve biçimini nasıl algıladığı ile ilgili bir bozukluk yaşanmaktadır. Anoreksik kişiler zayıf olmalarına rağmen sürekli olarak şişman olduğundan yakınmaktadır. Anoreksiya hastalığında zayıf beden bir tutku haline dönüşmektedir.Anoreksiya nervoza adet kesilmesine neden olur mu?Aşırı zayıflık ve aşırı kilo alma yağ oranını etkilediğinden kaynaklı adet görme oranı azalmaktadır. Anoreksiya hastalığında yetersiz beslenme sonucu yaşanan ani kilo kayıpları menopoza yol açabilir. Vücutta oluşan ciddi düzeydeki yağ doku eksiğinden kaynaklı hormonlarda düzensizlik ve menstrüasyon döngüsünde bozulma sık görülen belirtilerdir.Anoreksiya nervoza hastalığında kilo sınırı nedir?Bireylerin vücut kütle indeksi değeri kilogram olarak kişinin ağırlığının metre cinsinden boy uzunluğunun karesine bölünmesiyle elde edilir. Anoreksik bireyler bu standart rakamlara göre belirlenen sağlıklı vücut ağırlıklarından en az %15 daha zayıftır. Anoreksiya nervoza hastalığının şiddeti, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) belirlediği kriterlere göre Beden Kütle İndeksi değerleri; BKİ≤17 olanlar hafif, 16 ve 16,99 arası orta, 15 ve 15,99 arası şiddetli, 15’in altı ise aşırı düzey olarak sınıflandırılmıştır.Anoreksiya nervoza hastalığı en fazla ergenlikte mi görülür?Anoreksiya hastalığı için en riskli yaşlar ergenlik döneminde başlar. Ergenlik döneminde yaşanan fiziksel değişimler, ayna karşısında beğenilme arzusu ile değişimler yapma isteği doğurur. 13 yaşlarında başlayabilen bu sürecin çok ileri yaşlarda görülmesi de olasıdır.Anoreksiya nervoza atakları nedir?Anoreksiya hastalığında besin miktarını çok aza indirgeyen kişiler, kimsenin görmediği alanlarda yeme atakları ile karşı karşıya kalabilir. Gizli ve yeme krizi şeklinde gelen bu ataklardan sonra anoreksik kişiler alınan kalorilerin verilebilmesi için ağır egzersizler ve çeşitli sağlıksız yöntemler uygulayabilir.Anoreksiya nervoza saç dökülmesi yapar mı?Anoreksiya hastalığında yetersiz beslenme sonucu ortaya çıkan demir ve protein eksikliği, saç dökülmesinin en sık rastlanılan besin kaynaklı sebeplerindendir. Yetersiz besin alımı neticesinde saçlarda dökülme, ince ve kırılgan tırnak anoreksiya hastalarında sık karşılaşılan durumlardandır.Anoreksiya nervoza ölümcül bir hastalık mıdır?Psikiyatrik hastalıklar içerisinde tehlike arz eden hastalıklardan biri olarak anoreksiya hastalığı belirtilmiştir. Serum albümin düzeyinin düşük olması ve beden kütle indeksinin (BKİ) 60. persentilin altında olması (BKİ ≤12) yeme ve beslenme bozukluklarına bağlı ani ölüm için en güçlü risk faktörleridir. Tedavi sonuçları değişken olmakla birlikte, anoreksiya nervozada mortalite oranı yüksektir. Nispeten kötü gidişli bir tablo olan anoreksiya nervozada iyileşme ve devam eden iyilik hali hastaların yalnızca %50- 60’ında sağlanabilmektedir.Anoreksiya nervoza nasıl önlenir?Son yıllarda yapılan çalışmalar sonucunda, bebeklik ve çocukluk dönemindeki yanlış ve yetersiz beslenme davranışları ileriki dönemlerde ortaya çıkan yeme bozukluklarıyla ilişkili olabilmektedir. Çocukluk ve adolesan çağından itibaren bireyler birçok nedenden dolayı diyet yapmaya başlar ancak bilinçsizce önerimler, yanlış diyetler, toplum ve medyanın çağımızda oluşturduğu baskı ve psikolojik durumların getirdiği sonuçlar bu duruma neden olabilmektedir. Bu hastalıkta bireyler yediği her besin için kalori hesabı yapmaya başlar ve bu davranışlarındaki aşırılık oluşmaya başlar ve kilo verdikçe zayıf olma fikri bir obsesyona dönüşür. Anoreksiya Nervoza’da en belirgin özellik şişmanlıktan aşırı korkudur. Çocukluk ve adolesan döneminden itibaren bireyleri bu algıda Anoreksiya Nervoza Nedir?Anoreksiya nervoza, patolojik olarak kilo alma korkusuyla, yeme alışkanlığının yetersiz beslenmeye dönüşüp, aşırı kilo kaybına yol açan yeme bozukluğudur. Bu hastalığa sahip olan kişiler hayati tehlikeye neden olacak şekilde sağlıksız uygulanan diyetlere başvurarak, yemek yememek ve kilo almayı takıntı haline getirmek gibi düşüncelere sahip olurlar.Anoreksiya nervoza hastalığının ilk evresinde tüketilen besinler azaltılır ve ilerleyen evrelerde hastalığın şiddetinin artması ile yok denecek kadar az şekilde yiyecek, içecek tüketilir. Bazı anoreksiya hastaları yani anoreksikler beslenmeden sonra yoğun tempolu egzersizlere başvururken, bazıları ise yeme içmeden sonra kalori yakmak için sağlıksız kürlere ve detoks çaylarına yönelir. Bunun sonucunda da sağlığı tehdit edecek ölçüde patolojik derecede kilo kaybı meydana gelir.Anoreksiya Nervoza Neden Olur?Anoreksiyanın nedeni genellikle duygusal olarak çöküş yaşama, travma ya da genetik problemler, güzellik algısının ön planda tutulması, depresyon, anksiyete bozuklukları ve obsesif kompülsif bozukluklardır.Genel olarak anoreksiya nervozaya neden olan durumlar şunlardır:Genetik faktörlerAnoreksiyaya sahip birinci derece akrabaları olan kişilerin yeme bozukluğu geliştirme olasılığı 10 kat daha fazladır. Beyin kimyasında meydana gelen değişiklikler de beyin ödül sistemindeki ve iştahı, ruh halini ve dürtü düzenlemesini etkileyebilir.Yaşanan travmalarAnoreksiya insanların yediği besinleri kısıtlayarak bunaltıcı ve acı verici duygularla baş etmeye çalışmalarından kaynaklanabilir. Fiziksel istismar, cinsel saldırı gibi travmatik durumlar bazı kişilerin yeme bozukluğu geliştirmesine neden olur.Çevre ve kültürün etkisiGüzelliği ön planda tutan kültürler, gerçekçi olmayan vücut standartlarına ulaşmaları için insanlara gereksiz baskı uygulayabilir. Özellikle sosyal medyada yer alan popüler kültür ve görseller genellikle zayıflığı popülerliğe, başarıya, güzelliğe ve mutluluğa bağlayarak kişinin anoreksi geliştirmesine neden olur.Akran baskısıAkran baskısına maruz kalan çocuklar ve ergenler, görüntüleri nedeniyle alay edilir, zorbalığa maruz kalır ve sonucunda yeme bozukluğunun gelişmesine neden olur.Duygusal zayıflıkKişinin öz değerinin olmaması, öz saygısının azalmasından kaynaklı olarak ortaya çıkan kaygı, duygusal zayıflık durumlarında da anoreksiya ortaya çıkabilir.Anoreksiya Nervoza Belirtileri Nelerdir?Anoreksiya hastalığında fiziksel belirtiler, aşırı kilo kayıpları ve davranış biçimlerinde belirgin değişimlerin yaşanma ile ortaya çıkar. Anoreksiya hastalığında kilo alma takıntısı, yeme içme düzeninde değişimlere yol açar. Anoreksiya hastalığı belirtileri şöyle sıralanabilir:Anoreksiyanın zihinsel belirtileri:Anoreksiyanın fiziksel belirtileri:Anoreksiya Nervoza İle Ortaya Çıkabilecek Komplikasyonlar Nelerdir?Anoreksiya nervroza hastalığına müdahale edilmediğinde ciddi komplikasyonlara neden olarak kişinin yaşamını tehdit edebilir. Anormal kalp ritimlerine, vücudun sıvı dengesinin bozulmasına kadar birçok sağlık durumlarının ortaya çıkmasına neden olan anoreksiyada oluşabilecek komplikasyonlar şöyle açıklanır:Anoreksiya Nervoza Hastalığının Tedavisi Mümkün mü?Anoreksiya hastalığının seviyesine göre tedavi şekilleri uygulanmaktadır. Bu rahatsızlığın tedavisinde hastalığın seyrine göre diğer tıbbi dallarla ortak bir tedavi süreci uygulanabilmektedir. Hastalığın kabullenilmesinin ardından psikolojik destek alınmaktadır. Bu hastalığa sahip bireylerde tıbbi beslenme tedavisi büyük önem taşımaktadır. Psikofarmakolojik tedavi, bilişsel davranışçı terapi ve beslenme tedavisiyle hastanın iyileşmesi mümkündür. Anoreksiya nervoza tedavisinde özellikle aile terapisinin önemi büyüktür.Anoreksiya Nervoza Nasıl Teşhis Edilir?Anoreksiya nervoza tanısı için fiziksel muayene, kişinin durumunun takip edilmesi ve çeşitli testler yapılabilmektedir. Bunlara ek olarak psikolojik gözlem ve muayenelerde yapılabilir. Hekim kesin tanıyı koyabilmektedir.“Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders” (DSM-5) Anoreksiya Nervoza tanı kriterlerini belirtmektedir. Buna göre;A: Gereksinimlerine göre enerji alımını kısıtlamaktadır. Bireyin yaşı, cinsiyeti, gelişimsel olarak izlediği yol ve vücut sağlığı bağlamında belirgin bir biçimde düşük bir vücut ağırlığının olmasına yol açmaktadır.B: Vücut ağırlığı kazanımından ya da şişmanlamaktan çok korkma ve belirgin bir biçimde düşük vücut ağırlığında olmasına karşın vücut ağırlığı kazanımını güçleştiren sürekli davranışlarda bulunmaktadır.C: Bireyin vücut ağırlığını ya da biçimini nasıl algıladığıyla ilgili bir bozukluk vardır, birey kendini değerlendirirken vücut ağırlığı ve biçimine yersiz bir önem yükler, o sıradaki düşük vücut ağırlığının önemini hiçbir zaman kavrayamaz.” kriterlerinin varlığı değerlendirilmektedir.Ayrıca, DSM-5’te anoreksiya nervoza hastalığının şiddeti, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) belirlediği kriterlere göre Beden Kütle İndeksi değerleri; BKİ≤17 olanlar hafif, 16 ve 16,99 arası orta, 15 ve 15,99 arası şiddetli, 15’in altı ise aşırı düzey olarak sınıflandırılmıştır.Anoreksiya Nervoza Nasıl Tedavi Edilir?Anoreksiya hastalığının seviyesine göre tedavi şekilleri uygulanmaktadır. Bu rahatsızlığın tedavisinde hastalığın seyrine göre diğer tıbbi dallarla ortak bir tedavi süreci uygulanabilmektedir. Hastalığın kabullenilmesinin ardından psikolojik destek alınmaktadır. Anoreksiya nervoza hastalarının tıbbi beslenme tedavisinde genel olarak tedavinin odak noktası hastanın yeme alışkanlıkları, vücut ağırlığı ve vücut şekli üzerinedir.Beslenme tedavisinin amacı, beslenmenin iyileştirilmesidir. İyileşme göstergeleri, sağlıklı bir vücut ağırlığına ulaşmayı ve korumayı, yeme düzenlerinin normalleşmesini, açlık -tokluk algıları ile yetersiz beslenmeden etkilenen biyolojik ve psikolojik fonksiyonlarının düzeltilmesini içerir. Anoreksiya hastalığında ciddi kilo kayıpları yaşanmış ve dengesiz beslenme sonucu farklı sağlık problemleri doğmuşsa; beslenme ve diyet, iç hastalıkları, psikiyatri gibi tıbbi alanlardan yardım gerekli görülebilmektedir.Tedavi süresi kişinin tedaviye olumlu yanıt vermesiyle doğru orantılıdır. Tek tip bir tedavi yönteminin olmadığı yeme ve beslenme bozukluklarında farmakolojik tedavi, psikoterapi, beslenme tedavisi hastaya ve hastalığa özgü yapılandırılmalı ve uygulanmalıdır.Anoreksiya Nervoza Hastalığı Hakkında Sık Sorulan SorularAnoreksiya nervoza tekrar eder mi?Anoreksiya nervoza tedavisi bittikten ve kişi iyileştikten sonra daha önce hastalığa neden olan etkenlerle yine karşılaşırsa hastalık tekrar edebilmektedir. Yaşam boyu risk ve nüksleri önlemek adına hastaların rutin takibi ve kontrolleri önemli ve gereklidir. Yeme ve beslenme bozukluklarının tedavileri uzun, zor ve pahalı olduğu için koruyucu ve önleyici programların geliştirilerek uygulanması toplum sağlığı açısından büyük önem taşımaktadır.Anoreksiya nervoza hastalığı için hangi doktora gidilir?Anoreksiya nervoza fiziksel ve psikolojik sonuçları olan bir hastalıktır. Beslenme ve diyet, iç hastalıkları, gastroenteroloji ve psikiyatri gibi tıbbi alanlardan yardım gerekli görülebilmektedir. Psikoterapi tedavinin önemli bir parçasıdır.Anoreksiya nervoza tedavisi ne kadar sürer?Anoreksiya hastalığında ciddi kilo kayıpları ve yetersiz beslenme sonucu farklı sağlık problemleri yaşanabilir. Beslenme ve Diyet, İç Hastalıkları, Psikiyatri gibi tıbbi alanlardan yardım gerekli görülebilmektedir. Tedavi süresi kişinin tedaviye olumlu yanıt vermesiyle doğru orantılı olup, kişiden kişiye değişebilmektedir.Anoreksiya testi nedir?Anoreksiya nervoza hastalığının tam teşhis edilebilmesi için psikolojik olarak uygulanan testler de bulunmaktadır. “Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders” (DSM-5) Anoreksiya Nervoza tanı kriterlerini belirtmektedir. Ayrıca Yeme Tutumu Testi (YTT) de kullanılmaktadır ancak anoreksik hastaların hastalıklarına yönelik inkâr davranışı sergileyebilir bu da anoreksiya nervoza belirtilerini tam olarak yansıtamayacaktır. Bu sebeple YTT testinin anoreksiya nervosa’nın tanılanmasında tek başına yeterli olamayacağı, beraberinde farklı hasta tanılama kriterlerinin kullanılması gerektiği düşünülmektedir. Hastalığın psikolojik etkileri de bu şekilde kontrol altına alınabilir. Bunlara ek olarak psikolojik gözlem ve fiziksel muayenelerde yapılabilir.Anoreksiya nervoza kilo verdirir mi?Anoreksiya nervoza hastalığı, fiziksel görünümden memnun olmamak ve değiştirme amacıyla sağlıksız uygulanan diyetlere başvurmak, yemek yememek ve kilo almayı takıntı haline getirme olarak bilinmektedir. Anoreksiya hastalığında sağlığı tehdit edecek ölçüde zayıflama meydana gelmektedir. En büyük belirtilerinden biri patolojik kilo kayıplarıdır.Anoreksiya kimlerde görülür?Yapılan çalışmalarda; kadın olmak, genç yaş grubunda olmak, birinci derece akrabaların (anne, baba, kardeş) AN hastalığa yakalanması, sevdiği birinin ölümü veya hastalığı, yeni okul, iş ve ev ortamına girilmesi, kilo değişimi, eşlerin ayrılığı, ergenlik problemleri, sosyo-kültürel normlar, cinsel travma gibi durumlar yeme bozukluklarının gelişimine neden olabilir. Yeme bozukluğu olan kişilerin %90’dan fazlası 25 yaşın altındaki bireylerdir. Yapılan araştırmalarda kadınların özellikle ergenlik döneminde bedensel değişiklik geçirdikleri için bedene uyumda büyük endişe taşıdıkları belirtilmektedir.Anoreksiya nervoza hastalarına nasıl davranılmalı?Diğer yeme ve beslenme bozukluğu hastalarına göre anoreksiya nervoza hastaları ile ilişki kurulması daha zordur. Anoreksiya hastalığında ilk adım anoreksiklerin bu durumun hastalık olduğunu ve psikolojik destek alımını kabullenebilmesi için ılımlı ve olumlu yaklaşımlar sergilenmelidir. Tedavi sürecinin gecikmesi hastalığın seviyesini artırarak tedavi sürecinin güçleşmesine neden olabilmektedir.Anoreksiya nervoza hastaları nasıl beslenmeli?Anoreksiya hastalığında beslenme farkındalığının yaratmış olduğu ani kilo kayıplarını dengelemek için beslenme uzmanları tarafından beslenme tedavisi gerekmektedir. Bu hastalığa sahip bireylerin klinik değerlerinin düzenlenebilmesi için beslenme tedavisininin yapılması oldukça önemlidir. Beslenme tedavisi ile yeme bozukluğunun normale indirgenmesi ve boy kilo endeksinin yaş, kilo, boy göz önüne alınarak normaline ulaşması amaçlanmaktadır. Bu süreç kişiden kişiye değişebilmektedir. Anoreksiya hastalığında beslenme eğitimi ile bireylere sağlıklı beslenme konusunda bilgi ve farkındalık kazandırarak yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığının sürekliliği sağlanmaktadır.Anoreksiya nervoza hastalarının düşünce yapıları nasıldır?Yeme ve beslenme bozukluğu olan bireyler genellikle kararsız ve tedaviye dirençlidir. Uzun süre devam eden şiddetli yeme ve beslenme bozuklukları bilinmektedir. Bazı hastalarda, klinik mükemmeliyetçilik, düşük benlik saygısı, hoşgörüsüzlük ve kişilerarası ilişkilerde zorluklar gibi süreçleri sürdürmek yeme ve beslenme bozukluklarının temel problemle etkileşime girerek tedavi direncine katkıda bulunur. Anoreksiya hastalığında kişinin beden ağırlığı ve biçimini nasıl algıladığı ile ilgili bir bozukluk yaşanmaktadır. Anoreksik kişiler zayıf olmalarına rağmen sürekli olarak şişman olduğundan yakınmaktadır. Anoreksiya hastalığında zayıf beden bir tutku haline dönüşmektedir.Anoreksiya nervoza adet kesilmesine neden olur mu?Aşırı zayıflık ve aşırı kilo alma yağ oranını etkilediğinden kaynaklı adet görme oranı azalmaktadır. Anoreksiya hastalığında yetersiz beslenme sonucu yaşanan ani kilo kayıpları menopoza yol açabilir. Vücutta oluşan ciddi düzeydeki yağ doku eksiğinden kaynaklı hormonlarda düzensizlik ve menstrüasyon döngüsünde bozulma sık görülen belirtilerdir.Anoreksiya nervoza hastalığında kilo sınırı nedir?Bireylerin vücut kütle indeksi değeri kilogram olarak kişinin ağırlığının metre cinsinden boy uzunluğunun karesine bölünmesiyle elde edilir. Anoreksik bireyler bu standart rakamlara göre belirlenen sağlıklı vücut ağırlıklarından en az %15 daha zayıftır. Anoreksiya nervoza hastalığının şiddeti, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) belirlediği kriterlere göre Beden Kütle İndeksi değerleri; BKİ≤17 olanlar hafif, 16 ve 16,99 arası orta, 15 ve 15,99 arası şiddetli, 15’in altı ise aşırı düzey olarak sınıflandırılmıştır.Anoreksiya nervoza hastalığı en fazla ergenlikte mi görülür?Anoreksiya hastalığı için en riskli yaşlar ergenlik döneminde başlar. Ergenlik döneminde yaşanan fiziksel değişimler, ayna karşısında beğenilme arzusu ile değişimler yapma isteği doğurur. 13 yaşlarında başlayabilen bu sürecin çok ileri yaşlarda görülmesi de olasıdır.Anoreksiya nervoza atakları nedir?Anoreksiya hastalığında besin miktarını çok aza indirgeyen kişiler, kimsenin görmediği alanlarda yeme atakları ile karşı karşıya kalabilir. Gizli ve yeme krizi şeklinde gelen bu ataklardan sonra anoreksik kişiler alınan kalorilerin verilebilmesi için ağır egzersizler ve çeşitli sağlıksız yöntemler uygulayabilir.Anoreksiya nervoza saç dökülmesi yapar mı?Anoreksiya hastalığında yetersiz beslenme sonucu ortaya çıkan demir ve protein eksikliği, saç dökülmesinin en sık rastlanılan besin kaynaklı sebeplerindendir. Yetersiz besin alımı neticesinde saçlarda dökülme, ince ve kırılgan tırnak anoreksiya hastalarında sık karşılaşılan durumlardandır.Anoreksiya nervoza ölümcül bir hastalık mıdır?Psikiyatrik hastalıklar içerisinde tehlike arz eden hastalıklardan biri olarak anoreksiya hastalığı belirtilmiştir. Serum albümin düzeyinin düşük olması ve beden kütle indeksinin (BKİ) 60. persentilin altında olması (BKİ ≤12) yeme ve beslenme bozukluklarına bağlı ani ölüm için en güçlü risk faktörleridir. Tedavi sonuçları değişken olmakla birlikte, anoreksiya nervozada mortalite oranı yüksektir. Nispeten kötü gidişli bir tablo olan anoreksiya nervozada iyileşme ve devam eden iyilik hali hastaların yalnızca %50- 60’ında sağlanabilmektedir.Anoreksiya nervoza nasıl önlenir?
11,544
182
Hastalıklar
Ankilozan Spondilit
Ankilozan spondilit, omurgadaki eklemlerin birbirine kaynaması nedeniyle zamanla omurga duruşunu bozan iltihaplı ve ağrılı bir hastalıktır. Zamanla  kamburumsu ya da öne eğik bir duruş oluşmasına ve hareket kabiliyetinde azalmaya neden olur. Bel, sırt, boyun ve kalçadaki ağrı ile karakterize bir hastalık olan ankilozan spondilit, oluşan bu belirtiler sonrası kişinin hareket etme yeteneğini kısıtlar.Ankilozan spondilit, omurgadaki eklemlerin birbirine kaynaması nedeniyle zamanla omurga duruşunu bozan iltihaplı ve ağrılı bir hastalıktır. Zamanla  kamburumsu ya da öne eğik bir duruş oluşmasına ve hareket kabiliyetinde azalmaya neden olur. Bel, sırt, boyun ve kalçadaki ağrı ile karakterize bir hastalık olan ankilozan spondilit, oluşan bu belirtiler sonrası kişinin hareket etme yeteneğini kısıtlar. Ankilozan Spondilit Nedir?Ankilozan spondilit, hareket etmeye ve eğilmeye yardımcı olan omurgadaki eklemler ve kemiklerin iltihaplanması sonucu omurga yapısının zaman içinde bozularak kambur bir görüntü oluşturmasıdır. Eklem iltihabı ilerlediğinde kireçlenme meydana getirir ve bu durum bel, sırt, boyun ve kalça kemiklerinde ağrıya, ve rahat hareket etme yeteneğinde kısıtlılığa yol açar.Normal şartlarda omurgadaki eklemler ve bağlar kişinin rahat bir şekilde hareket edip öne doğru eğilmesine yardımcı olur. Ancak ankilozan spondilit söz konusu olduğunda omurganın eklemlerindeki ve dokularındaki iltihaplanma sertliğe neden olarak bu hareket gücünü engeller. Şiddetli vakalarda bu durum, omurların (omurgadaki kemiklerin) kaynaşmasına (birlikte büyümesine) sebebiyet vererek sert ve esnek olmayan bir omurga yapısına yol açar.Ankilozan spondilit her hastada farklı şekillerde ortaya çıkabilir. Daha çok genç erkek ve kadınları etkileyen bu hastalıkta hastalık seyri ve şiddeti de kişiden kişiye farklılık göstermektedir. İlaç ve fizik tedavi uygulamalarıyla tedavi edilmesi amaçlanan ankilozan spondilit, nadiren de olsa ameliyat yöntemini içerir.Ankilozan Spondilit Neden Olur?Ankilozan spondilitin kesin olarak nedeni bilinmese de bir romatizma türü olan ankilozan sppondilit oluşmasına sebep olan durumun HLA-B27 geninin olduğu değerlendirilir. HLA-B27 genine sahip olan kişilerde ankilozan spondilit gelişme riski daha yüksektir. Ancak HLA-B27 geni olan her kişide bu hastalık görülmeyebilir. Yapılan çalışmalar ayrıca crohn hastalığı, ülseratif kolit veya sedef hastalığı olan kişilerde de ankilozan spondilit görülme ihtimalini ortaya koymuştur.Ankilozan Spondilit Belirtileri Nelerdir?Ankilozan spondilit hastalığının en belirgin semptomları leğen kemiği, bel ve özellikle sırt bölgesinde meydana gelen şiddetli ağrıdır. Bu ağrı kişiyi geceleri uykusundan uyandırabileceği gibi sabah saatlerinde de şiddetlenebilir. Ağrıyla birlikte eklemlerde sertlik, kambur duruş, nefes alırken zorluk, yorgunluk ve iştah kaybı da ankilozan spondilitin yaygın belirtileridir.Ankilozan spondilit belirtilerinden olan ağrı meydana geldiğinde öne eğilme, çorap giyme gibi basit hareketlerde bile zorlanmalar yaşanır. Hasta hareket ettikçe ise omurgadaki ağrı ve tutukluk azalmakta, rahatlamaktadır. Bu tutukluğun yarım saatten uzun sürmesi de yine ankilozan spondilit hastalığının bulgularından biridir.Genel olarak ankilozan spondilit hastalığı şu belirtilerle ortaya çıkar: Bel, sırt, boyun ve kalça eklemlerinde şiddetli ağrı Özellikle geceleri şiddeti artan ağrılar Sabahları eklemlerde sertlik ve tutukluk Kambur bir duruş Ağrı ve sertliğe bağlı hareket kısıtlılığı Nefes alma zorluğu ve baş dönmesi Yorgunluk İştah ve kilo kaybı Karın ağrısı, kramp ve ishal Deri döküntüleri Görüş açısında azalma, kızarıklık veya ışık hassasiyetiBel, sırt, boyun ve kalça eklemlerinde şiddetli ağrı Omurga ve kalça kemiğindeki sakroiliak ekleminin iltihaplanmasıyla ortaya çıkan ankilozan spondilit hastalığı bu iltihap sonucundan eklemlerde ağrı meydana getirir.Özellikle geceleri şiddeti artan ağrılarHareketsiz kalmak, ankilozan spondilit belirtilerinin daha da şiddetli yaşanmasına neden olabilir. Bu yüzden dinlenme ve hareketsizlik edilmeyen özellikle geceleri uykudayken ankilozan spondilit semptomları kötüleşir.Sabahları eklemlerde sertlik ve tutukluk Uzun saatler hareketsiz kalındıktan sonra özellikle sırt, bel, ve kalçalarda sabah saatlerinde ağrı meydana gelir. Bu durum ankilozan spondilitin yaygın belirtisi olarak kabul edilir.Kambur bir duruş Ankilozan spondilit, omurganın daha az esnek olması sonucu tıbbi olarak kifoz adı verilen omurganın öne doğru eğriliğine, kamburluğa neden olabilir.Hareket kabiliyetinin azalması Omurga ve eklemlerde meydana gelen ağrı sonrası kişi istediği rahatlık ve esneklikte hareket edemez. Bu durum da günlük hayatın akışı içinde hareket kısıtlılığı oluşturur.Nefes alma zorluğu Vücudun üst kısmı ve omurga öne doğru eğildiği için kişinin göğüs duvarı sertleşir ve nefes almada zorluk yaşanabilir. Diğer yandan şiddetli ankilozan spondilit ayrıca akciğerlerde yara izine (pulmoner fibrozis) ve akciğer enfeksiyonu riskinin artmasına da sebebiyet verebilir.Yorgunluk Ankilozan spondilit, iltihap kaynaklı bir hastalık olduğu için grip yorgunluğuna benzer bir yorgunluğun yaşanmasına sebep olabilir.Hla-B27 Testi Nedir?HLA-B27, 3 aydan uzun süren, sabahları daha yoğun olan bel-sırt ya da kalça ağrısı olan kişilerde ankilozan spondilit yatkınlığını değerlendirmek için faydalanılan genetik bir testtir. Bu genin pozitif olduğu kişilerde ankilozan spondilit gelişme riskinin daha yüksek olduğu bilinmektedir. HLA-B27 geninin pozitif olduğu ankilozan spondilitli hastalarda eklem dışı tutulumların da daha fazla geliştiği bilinmektedir. Bu geni taşıyan hastalarda üveit denilen göz iltihaplanması ya da bağırsak iltihaplanması daha ilerleyici ve tekrarlayıcı özellik gösterebilmektedir.HLA-B27 genini taşıyan hastalarda hastalık aktivitesinin daha yoğun olabileceği veya hastalığa bağlı erken kamburlaşma gibi komplikasyonların daha sık görülebileceği bildirilmiştir. Ankilozan spondilitli hastalarının %20-30’unda HLA-B27 geni negatif saptanabilmektedir. Çoğunlukla bu hastalarda hastalık daha yavaş ve hafif ilerlemekte ve daha az eklem dışı tutulum gözlenmektedir.Ankilozan Spondilit Nasıl Teşhis Edilir? Hasta hikayesi her hastalıkta olduğu gibi ankilozan spondilitte de önem taşımaktadır. Genetik geçişli bir hastalık olduğu için hastanın aile hikayesi de büyük öneme sahiptir. Fizik muayenede ise bu hastalığın başladığı sakroiliyak eklemler üzerine uygulanan bası manevraları ile eklemlerin hassasiyeti belirlenmektedir. Eğer kamburluk ve eğilme varsa bunların dereceleri ölçülerek belirlenmektedir. Bu bulgular ankilozan spondilit teşhisi için önemlidir.Hastalığın tanısı için bir takım kan değerlerine de bakılmaktadır. Kandaki iltihap değerini gösteren CRP ve eritrosit sedimentasyon hızı yapılan testler arasında yer almaktadır. Bu iltihap belirteçleri ankilozan spondilitte genelde yüksektir ancak hastaların önemli bir kesiminde normal olabileceği de dikkate alınmalıdır. Bu nedenle tüm hastalarda tanı amaçlı radyolojik görüntüleme tekniklerine başvurulmaktadır.Ankilozan spondilit tanısının en doğru şekilde konmasını sağlayan görüntüleme tekniği ise MR’dır. Sakroiliyak grafi ile net tanı konulamayan hastalarda veya takipte hastalık aktivitesinin ya da tedavi yanıtının belirlenmesi planlanan hastalarda MR incelemesine gerek duyulmaktadır. MR ile kemik iliğinin içindeki ödem ve eklem içindeki iltihap erken aşamalarda bile gösterebilmektedir. Bu da günümüzde erken tanı koymada kolaylık sağlamaktadır.Ankilozan Spondilit Tedavisi Nasıl Yapılır?Ankilozan spondilit ömür boyu devam eden kalıcı bir hastalıktır. Bu hastalığı tamamen iyileştiren bir tedavi yoktur, sadece semptomları hafifletmeye yönelik tedavi uygulanabilmektedir. Atak dönemlerinde eklemlerde oluşan iltihaplanma için ilaç tedavisi uygulanmaktadır. Ayrıca ağrı kesici, iltihap kurutucu özellikte olan kortizon içermeyen ilaçlarda tedavisinin bir parçasıdır. Bu ilaçlar düzenli olarak kullanıldıklarında fayda göstermiyor ve kişinin kanda bakılan iltihap göstergeleri düşmüyorsa biyolojik ilaçlar reçete edilir.Ankilozan spondilit için TNF grubu ilaçlar da kullanılmaktadır. Bu biyolojik ilaçlar normal ilaç tedavilerine cevap vermeyen hastalarda kullanılmaktadır. İltihaplı romatizma hastalıkları içinde egzersizin en gerekli olduğu hastalık ankilozan spondilittir. Tedavinin yarısını ilaçlar oluştururken diğer yarısını egzersiz oluşturmaktadır. Omurgayı, bel, sırt, boyun ve göğüs kaslarını güçlendiren egzersizler yapılmalıdır. Çok ilerlemiş ve eğilmenin belli bir derecenin üzerinde olduğu, hastanın yaşam konforunun çok azaldığı tablolarda ise cerrahi yöntemlere başvurulabilmektedir.Ankilozan Spondilit Hakkında Sık Sorulan Sorular Ankilozan spondilit nasıl bir hastalıktır?Ankilozan spondilit, omurgadaki omur adı verilen kemiklerin zamanla birbirine kaynaşmasına neden olan iltihaplı bir hastalıktır. Eklemlerdeki bu kaynama omurganın esnekliğinin azalmasına ve kambur bir duruşa neden olur. Eklemlerin etrafındaki iltihaplanma çevredeki kasların gerilmesi sonucunda ağrı ve sertliğe neden olur. Ankilozan spondilit tedavi edilmezse ne olur? Erken tanı ve teşhisin çok önemli olduğu ankilozan spondilit tedavisi ömür boyu olan ve düzenli takip gerektiren bir hastalıktır. İyi tedavi olmayan ve ilerleyen vakalar öne doğru eğilme, bükülme ve kamburlukla sonuçlanabilmektedir. Oyuncu Suna Pekuysal ve Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara ilerlemiş ankilozan spondilit hastalığına sahip tanınmış kişiler arasında yer almaktadır.Ankilozan spondilit düzelir mi?Ankilozan spondilit hastalığı için ağrı kesici, birtakım ilaçlar ve egzersiz önerilir ve hastalığın semptomlarının hafifletilmesi ve iyileştirilmesi amaçlanır. Ancak daha şiddetli vakalarda cerrahi müdahale de düşünülebilir.Ankilozan spondilitte hangi ilaçlar kullanılır? Tedaviye belirli egzersizin yanında ağrı kesici veya antiinflamatuvar denilen kortizon içermeyen ilaçlarla başlanmaktadır. Bu tedaviler düzenli olarak ve yeterli süre uygulandığında fayda göstermiyor ve kişinin sabah tutukluğu, bel ve sırt ağrıları devam ediyorsa ayrıca kanda bakılan iltihap göstergeleri de azalma göstermiyorsa biyolojik ilaçların kullanımı devreye girebilmektedir. Bu biyolojik ilaçlar normal ilaç tedavilerine cevap vermeyen hastalarda kullanılmaktadırlar.Ankilozan spondilit hastaları ne yememeli?Bazı gıdalar ankilozan spondiliti tetikleyebilir ve bu nedenle inflamasyonu önlemek için bazı besinlerden uzak durmak önemlidir. Bunlar arasında yağ, tuz, şeker oranı yüksek gıdalarla birlikte işlenmiş gıdalar, süt ürünleri, alkol, kafein ve yapay tatlandırıcılar bulunur.İlaç tedavisi tek başına yeterli midir? Ankilozan spondilitte ilaç tedavisi kadar egzersiz yapmak da önem taşımaktadır. Hareketsiz bir yaşam iltihap birikimine ve kilo alımına neden olmaktadır. Bu hastalıkta omurga çok hassastır ve omurgaya yük binmemesi için kilo kontrolü çok önemlidir. Ankilozan spondilit hastaları; sağlıklı beslenmeli, sigara tüketmemeli ve fazla kilo almamalıdırlar.Ankilozan spondilitte hangi egzersizler yapılmalıdır? Bütün vücudu aynı anda çalıştıran yüzme ankilozan spondilit hastaları için çok faydalı bir egzersizdir. Yürüyüş, bisiklete binme, pilates ve yoga gibi sırt ve bel kaslarını güçlendiren egzersizler de çok faydalıdır. Haftanın en az 4 günü yarım saat egzersiz yapılmalıdır. Ancak kas ve iskelet sistemine zarar verecek ağır egzersizlerden kaçınılmalıdır.Ankilozan spondilit ağrıları, normal bel ağrısından nasıl ayırt edilir? Hemen herkes hayatının bir döneminde bel ağrısı yaşayabilmektedir. Bel fıtığı, kireçlenme, kas spazmı, bel kayması gibi nedenlere bağlı mekanik bel ağrısıyla, ankilozan spondilit hastalığında yaşanan bel ağrıları birbirinden farklıdır. Mekanik bel ağrıları daha çok hareket halindeyken oluşur ve istirahat edildiğinde düzelir veya azalma gösterir. Ankilozan spondilitte ise ağrılar kişi dinlenirken oluşur, hareket edildiğinde ise hafifler. Gece uykudan uyandıracak şekilde şiddetli ağrılar olabilmektedir. Sabahları ise uzun süren bel tutuklukları yaşanabilmektedir. İltihaplı olmayan diğer bel ağrılarında da tutukluklar yaşanabilir ancak bu tablolarda tutukluk çok daha kısa sürmektedir.Ankilozan spondilit ile sakroileit arasında nasıl bir ilişki vardır? Sakroileit, vücutta leğen kemiğini omurgaya bağlayan sakrolliak ismi verilen eklemlerin iltihaplanmasıdır. Ankilozan spondilit de omurgayı etkileyen ve kronik iltihap ile seyreden bir rahatsızlıktır. Sırt, bel, kalça, bacak bölgelerinde ağrılara neden olabilen sakroileit ankilozan spondilitin erken belirtilerinden biri olabilmektedir. Sakroileit durumunda hastaların ankilozan spondilit yönünden değerlendirilmesi çok önemlidir. Ankilozan Spondilit Nedir?Ankilozan spondilit, hareket etmeye ve eğilmeye yardımcı olan omurgadaki eklemler ve kemiklerin iltihaplanması sonucu omurga yapısının zaman içinde bozularak kambur bir görüntü oluşturmasıdır. Eklem iltihabı ilerlediğinde kireçlenme meydana getirir ve bu durum bel, sırt, boyun ve kalça kemiklerinde ağrıya, ve rahat hareket etme yeteneğinde kısıtlılığa yol açar.Normal şartlarda omurgadaki eklemler ve bağlar kişinin rahat bir şekilde hareket edip öne doğru eğilmesine yardımcı olur. Ancak ankilozan spondilit söz konusu olduğunda omurganın eklemlerindeki ve dokularındaki iltihaplanma sertliğe neden olarak bu hareket gücünü engeller. Şiddetli vakalarda bu durum, omurların (omurgadaki kemiklerin) kaynaşmasına (birlikte büyümesine) sebebiyet vererek sert ve esnek olmayan bir omurga yapısına yol açar.Ankilozan spondilit her hastada farklı şekillerde ortaya çıkabilir. Daha çok genç erkek ve kadınları etkileyen bu hastalıkta hastalık seyri ve şiddeti de kişiden kişiye farklılık göstermektedir. İlaç ve fizik tedavi uygulamalarıyla tedavi edilmesi amaçlanan ankilozan spondilit, nadiren de olsa ameliyat yöntemini içerir.Ankilozan Spondilit Neden Olur?Ankilozan spondilitin kesin olarak nedeni bilinmese de bir romatizma türü olan ankilozan sppondilit oluşmasına sebep olan durumun HLA-B27 geninin olduğu değerlendirilir. HLA-B27 genine sahip olan kişilerde ankilozan spondilit gelişme riski daha yüksektir. Ancak HLA-B27 geni olan her kişide bu hastalık görülmeyebilir. Yapılan çalışmalar ayrıca crohn hastalığı, ülseratif kolit veya sedef hastalığı olan kişilerde de ankilozan spondilit görülme ihtimalini ortaya koymuştur.Ankilozan Spondilit Belirtileri Nelerdir?Ankilozan spondilit hastalığının en belirgin semptomları leğen kemiği, bel ve özellikle sırt bölgesinde meydana gelen şiddetli ağrıdır. Bu ağrı kişiyi geceleri uykusundan uyandırabileceği gibi sabah saatlerinde de şiddetlenebilir. Ağrıyla birlikte eklemlerde sertlik, kambur duruş, nefes alırken zorluk, yorgunluk ve iştah kaybı da ankilozan spondilitin yaygın belirtileridir.Ankilozan spondilit belirtilerinden olan ağrı meydana geldiğinde öne eğilme, çorap giyme gibi basit hareketlerde bile zorlanmalar yaşanır. Hasta hareket ettikçe ise omurgadaki ağrı ve tutukluk azalmakta, rahatlamaktadır. Bu tutukluğun yarım saatten uzun sürmesi de yine ankilozan spondilit hastalığının bulgularından biridir.Genel olarak ankilozan spondilit hastalığı şu belirtilerle ortaya çıkar:Bel, sırt, boyun ve kalça eklemlerinde şiddetli ağrı Omurga ve kalça kemiğindeki sakroiliak ekleminin iltihaplanmasıyla ortaya çıkan ankilozan spondilit hastalığı bu iltihap sonucundan eklemlerde ağrı meydana getirir.Özellikle geceleri şiddeti artan ağrılarHareketsiz kalmak, ankilozan spondilit belirtilerinin daha da şiddetli yaşanmasına neden olabilir. Bu yüzden dinlenme ve hareketsizlik edilmeyen özellikle geceleri uykudayken ankilozan spondilit semptomları kötüleşir.Sabahları eklemlerde sertlik ve tutukluk Uzun saatler hareketsiz kalındıktan sonra özellikle sırt, bel, ve kalçalarda sabah saatlerinde ağrı meydana gelir. Bu durum ankilozan spondilitin yaygın belirtisi olarak kabul edilir.Kambur bir duruş Ankilozan spondilit, omurganın daha az esnek olması sonucu tıbbi olarak kifoz adı verilen omurganın öne doğru eğriliğine, kamburluğa neden olabilir.Hareket kabiliyetinin azalması Omurga ve eklemlerde meydana gelen ağrı sonrası kişi istediği rahatlık ve esneklikte hareket edemez. Bu durum da günlük hayatın akışı içinde hareket kısıtlılığı oluşturur.Nefes alma zorluğu Vücudun üst kısmı ve omurga öne doğru eğildiği için kişinin göğüs duvarı sertleşir ve nefes almada zorluk yaşanabilir. Diğer yandan şiddetli ankilozan spondilit ayrıca akciğerlerde yara izine (pulmoner fibrozis) ve akciğer enfeksiyonu riskinin artmasına da sebebiyet verebilir.Yorgunluk Ankilozan spondilit, iltihap kaynaklı bir hastalık olduğu için grip yorgunluğuna benzer bir yorgunluğun yaşanmasına sebep olabilir.Hla-B27 Testi Nedir?HLA-B27, 3 aydan uzun süren, sabahları daha yoğun olan bel-sırt ya da kalça ağrısı olan kişilerde ankilozan spondilit yatkınlığını değerlendirmek için faydalanılan genetik bir testtir. Bu genin pozitif olduğu kişilerde ankilozan spondilit gelişme riskinin daha yüksek olduğu bilinmektedir. HLA-B27 geninin pozitif olduğu ankilozan spondilitli hastalarda eklem dışı tutulumların da daha fazla geliştiği bilinmektedir. Bu geni taşıyan hastalarda üveit denilen göz iltihaplanması ya da bağırsak iltihaplanması daha ilerleyici ve tekrarlayıcı özellik gösterebilmektedir.HLA-B27 genini taşıyan hastalarda hastalık aktivitesinin daha yoğun olabileceği veya hastalığa bağlı erken kamburlaşma gibi komplikasyonların daha sık görülebileceği bildirilmiştir. Ankilozan spondilitli hastalarının %20-30’unda HLA-B27 geni negatif saptanabilmektedir. Çoğunlukla bu hastalarda hastalık daha yavaş ve hafif ilerlemekte ve daha az eklem dışı tutulum gözlenmektedir.Ankilozan Spondilit Nasıl Teşhis Edilir? Hasta hikayesi her hastalıkta olduğu gibi ankilozan spondilitte de önem taşımaktadır. Genetik geçişli bir hastalık olduğu için hastanın aile hikayesi de büyük öneme sahiptir. Fizik muayenede ise bu hastalığın başladığı sakroiliyak eklemler üzerine uygulanan bası manevraları ile eklemlerin hassasiyeti belirlenmektedir. Eğer kamburluk ve eğilme varsa bunların dereceleri ölçülerek belirlenmektedir. Bu bulgular ankilozan spondilit teşhisi için önemlidir.Hastalığın tanısı için bir takım kan değerlerine de bakılmaktadır. Kandaki iltihap değerini gösteren CRP ve eritrosit sedimentasyon hızı yapılan testler arasında yer almaktadır. Bu iltihap belirteçleri ankilozan spondilitte genelde yüksektir ancak hastaların önemli bir kesiminde normal olabileceği de dikkate alınmalıdır. Bu nedenle tüm hastalarda tanı amaçlı radyolojik görüntüleme tekniklerine başvurulmaktadır.Ankilozan spondilit tanısının en doğru şekilde konmasını sağlayan görüntüleme tekniği ise MR’dır. Sakroiliyak grafi ile net tanı konulamayan hastalarda veya takipte hastalık aktivitesinin ya da tedavi yanıtının belirlenmesi planlanan hastalarda MR incelemesine gerek duyulmaktadır. MR ile kemik iliğinin içindeki ödem ve eklem içindeki iltihap erken aşamalarda bile gösterebilmektedir. Bu da günümüzde erken tanı koymada kolaylık sağlamaktadır.Ankilozan Spondilit Tedavisi Nasıl Yapılır?Ankilozan spondilit ömür boyu devam eden kalıcı bir hastalıktır. Bu hastalığı tamamen iyileştiren bir tedavi yoktur, sadece semptomları hafifletmeye yönelik tedavi uygulanabilmektedir. Atak dönemlerinde eklemlerde oluşan iltihaplanma için ilaç tedavisi uygulanmaktadır. Ayrıca ağrı kesici, iltihap kurutucu özellikte olan kortizon içermeyen ilaçlarda tedavisinin bir parçasıdır. Bu ilaçlar düzenli olarak kullanıldıklarında fayda göstermiyor ve kişinin kanda bakılan iltihap göstergeleri düşmüyorsa biyolojik ilaçlar reçete edilir.Ankilozan spondilit için TNF grubu ilaçlar da kullanılmaktadır. Bu biyolojik ilaçlar normal ilaç tedavilerine cevap vermeyen hastalarda kullanılmaktadır. İltihaplı romatizma hastalıkları içinde egzersizin en gerekli olduğu hastalık ankilozan spondilittir. Tedavinin yarısını ilaçlar oluştururken diğer yarısını egzersiz oluşturmaktadır. Omurgayı, bel, sırt, boyun ve göğüs kaslarını güçlendiren egzersizler yapılmalıdır. Çok ilerlemiş ve eğilmenin belli bir derecenin üzerinde olduğu, hastanın yaşam konforunun çok azaldığı tablolarda ise cerrahi yöntemlere başvurulabilmektedir.Ankilozan Spondilit Hakkında Sık Sorulan Sorular Ankilozan spondilit nasıl bir hastalıktır?Ankilozan spondilit, omurgadaki omur adı verilen kemiklerin zamanla birbirine kaynaşmasına neden olan iltihaplı bir hastalıktır. Eklemlerdeki bu kaynama omurganın esnekliğinin azalmasına ve kambur bir duruşa neden olur. Eklemlerin etrafındaki iltihaplanma çevredeki kasların gerilmesi sonucunda ağrı ve sertliğe neden olur. Ankilozan spondilit tedavi edilmezse ne olur? Erken tanı ve teşhisin çok önemli olduğu ankilozan spondilit tedavisi ömür boyu olan ve düzenli takip gerektiren bir hastalıktır. İyi tedavi olmayan ve ilerleyen vakalar öne doğru eğilme, bükülme ve kamburlukla sonuçlanabilmektedir. Oyuncu Suna Pekuysal ve Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara ilerlemiş ankilozan spondilit hastalığına sahip tanınmış kişiler arasında yer almaktadır.Ankilozan spondilit düzelir mi?Ankilozan spondilit hastalığı için ağrı kesici, birtakım ilaçlar ve egzersiz önerilir ve hastalığın semptomlarının hafifletilmesi ve iyileştirilmesi amaçlanır. Ancak daha şiddetli vakalarda cerrahi müdahale de düşünülebilir.Ankilozan spondilitte hangi ilaçlar kullanılır? Tedaviye belirli egzersizin yanında ağrı kesici veya antiinflamatuvar denilen kortizon içermeyen ilaçlarla başlanmaktadır. Bu tedaviler düzenli olarak ve yeterli süre uygulandığında fayda göstermiyor ve kişinin sabah tutukluğu, bel ve sırt ağrıları devam ediyorsa ayrıca kanda bakılan iltihap göstergeleri de azalma göstermiyorsa biyolojik ilaçların kullanımı devreye girebilmektedir. Bu biyolojik ilaçlar normal ilaç tedavilerine cevap vermeyen hastalarda kullanılmaktadırlar.Ankilozan spondilit hastaları ne yememeli?Bazı gıdalar ankilozan spondiliti tetikleyebilir ve bu nedenle inflamasyonu önlemek için bazı besinlerden uzak durmak önemlidir. Bunlar arasında yağ, tuz, şeker oranı yüksek gıdalarla birlikte işlenmiş gıdalar, süt ürünleri, alkol, kafein ve yapay tatlandırıcılar bulunur.İlaç tedavisi tek başına yeterli midir? Ankilozan spondilitte ilaç tedavisi kadar egzersiz yapmak da önem taşımaktadır. Hareketsiz bir yaşam iltihap birikimine ve kilo alımına neden olmaktadır. Bu hastalıkta omurga çok hassastır ve omurgaya yük binmemesi için kilo kontrolü çok önemlidir. Ankilozan spondilit hastaları; sağlıklı beslenmeli, sigara tüketmemeli ve fazla kilo almamalıdırlar.Ankilozan spondilitte hangi egzersizler yapılmalıdır? Bütün vücudu aynı anda çalıştıran yüzme ankilozan spondilit hastaları için çok faydalı bir egzersizdir. Yürüyüş, bisiklete binme, pilates ve yoga gibi sırt ve bel kaslarını güçlendiren egzersizler de çok faydalıdır. Haftanın en az 4 günü yarım saat egzersiz yapılmalıdır. Ancak kas ve iskelet sistemine zarar verecek ağır egzersizlerden kaçınılmalıdır.Ankilozan spondilit ağrıları, normal bel ağrısından nasıl ayırt edilir? Hemen herkes hayatının bir döneminde bel ağrısı yaşayabilmektedir. Bel fıtığı, kireçlenme, kas spazmı, bel kayması gibi nedenlere bağlı mekanik bel ağrısıyla, ankilozan spondilit hastalığında yaşanan bel ağrıları birbirinden farklıdır. Mekanik bel ağrıları daha çok hareket halindeyken oluşur ve istirahat edildiğinde düzelir veya azalma gösterir. Ankilozan spondilitte ise ağrılar kişi dinlenirken oluşur, hareket edildiğinde ise hafifler. Gece uykudan uyandıracak şekilde şiddetli ağrılar olabilmektedir. Sabahları ise uzun süren bel tutuklukları yaşanabilmektedir. İltihaplı olmayan diğer bel ağrılarında da tutukluklar yaşanabilir ancak bu tablolarda tutukluk çok daha kısa sürmektedir.Ankilozan spondilit ile sakroileit arasında nasıl bir ilişki vardır? Sakroileit, vücutta leğen kemiğini omurgaya bağlayan sakrolliak ismi verilen eklemlerin iltihaplanmasıdır. Ankilozan spondilit de omurgayı etkileyen ve kronik iltihap ile seyreden bir rahatsızlıktır. Sırt, bel, kalça, bacak bölgelerinde ağrılara neden olabilen sakroileit ankilozan spondilitin erken belirtilerinden biri olabilmektedir. Sakroileit durumunda hastaların ankilozan spondilit yönünden değerlendirilmesi çok önemlidir.
9,229
183
Hastalıklar
Aort Anevrizması
Kalpten çıkan temiz kanın tüm vücuda dağıtılmasını sağlayan ana atardamar olan aort damarında, anevrizma adı verilen genişlemeler oluşabilir. Kontrolsüz yüksek tansiyon ve damar kireçlenmesi nedeniyle oluşan aort anevrizmasının en önemli belirtileri batıcı tarzda göğüs ağrısı, nefes darlığı, karın ve sırt ağrısıdır. Takip edilmediği takdirde çok ciddi sonuçlara ve hayati riske sebep olabilen aort anevrizmasının tedavisine ise anevrizmanın çapına ve yerleşimine göre karar veriliyor. Genellikle 5 cm’nin altındaki anevrizma genişlemelerinde hasta takibe alınırken, daha geniş anevrizmalarda ise açık ve kapalı ameliyat teknikleri kullanılarak anevrizma onarımı yapılabiliyor. Memorial Ankara Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü’nden Doç. Dr. Mehmet Çakıcı, aort anevrizması ile ilgili bilgi verdi.Kalpten çıkan temiz kanın tüm vücuda dağıtılmasını sağlayan ana atardamar olan aort damarında, anevrizma adı verilen genişlemeler oluşabilir. Kontrolsüz yüksek tansiyon ve damar kireçlenmesi nedeniyle oluşan aort anevrizmasının en önemli belirtileri batıcı tarzda göğüs ağrısı, nefes darlığı, karın ve sırt ağrısıdır. Takip edilmediği takdirde çok ciddi sonuçlara ve hayati riske sebep olabilen aort anevrizmasının tedavisine ise anevrizmanın çapına ve yerleşimine göre karar veriliyor. Genellikle 5 cm’nin altındaki anevrizma genişlemelerinde hasta takibe alınırken, daha geniş anevrizmalarda ise açık ve kapalı ameliyat teknikleri kullanılarak anevrizma onarımı yapılabiliyor. Memorial Ankara Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü’nden Doç. Dr. Mehmet Çakıcı, aort anevrizması ile ilgili bilgi verdi. Aort Anevrizması Nedir? Aort anevrizması, kanı göğüs ve gövde dahil olmak üzere bütün vücut boyunca taşıyan ana arter olan aortta meydana gelen genişlemeye bağlı olarak balon benzeri kesecik oluşmasıdır. Aort damarındaki bu genişleme arter duvarının katmanlarından incelmeye neden olur ve kan sızabilir. Yine damarda yırtılma ve iç kanama gibi olumsuz durumlarla da sonuçlanabilmektedir. Aort, vücuttaki bütün organ ve dokulara temiz kan sağladığı için, bu damarla ilgili problemler bütün vücudumuzu olumsuz etkileyebilir.Aort Anevrizmasının Türleri Nelerdir?Aort anevrizmaları, gerçek ve yalancı anevrizma olarak kategorize edilebilir. Gerçek anevrizma, aort damarının tüm katmanlarını içeren bir genişleme olmasıdır. Yırtılma, organlara pıhtı atması ve balonlaşma çapının kritik seviyelere gelmesi gibi durumlar dışında, çoğu zaman acil bir operasyon gerektirmez. Yalancı anevrizmada ise aort damarında sınırlanmış bir yırtılma söz konusudur ve çoğu zaman acil operasyon gerekir. Bu anevrizma tipleri dışında, aort anevrizmaları yerleşim bölgesine göre de kategorize edilebilir. Anevrizma; göğüs kafesi, karın veya bu bölgelerin ikisini de etkileyecek kadar yaygın olabilir. Anevrizmanın yerleşim bölgesi, yapılacak cerrahi girişimin tipini ve riskini belirleyen en önemli faktördür.Aort Anevrizması Neden Olur?Aort anevrizmalarının en sık sebebi kontrolsüz tansiyon yüksekliği ve aterosklerotik damar hastalığı denilen damar duvarında kireçlenme olmasıdır. Bu sebepler dışında, nadiren travma, bağ dokusu hastalıkları, bazı sistemik ve enfeksiyon hastalıklarına bağlı olarak da gelişebilmektedir.Aort Anevrizmasının Belirtileri Nelerdir?Aort anevrizmalarının belirtileri, bulunduğu bölgeye göre değişiklik gösterebilir. Göğüs kafesi seviyesinde, batıcı tarzda göğüs ve sırt ağrısı, nefes darlığı, yutma güçlüğü gibi şikayetler görülebilirken, karın bölgesindeki anevrizmalarda, karın ve sırt ağrısı, karında şişkinlik ve atımı hissedilen kitle, kronik kabızlık veya ishal ve idrar yaparken zorlanma gibi belirtiler görülebilir.Aort Anevrizmasının Tanısı Nasıl Konulur?Aort anevrizmaları çoğu zaman başka bir sebeple yapılan ultrason ve tomografi incelemesinde tesadüfen fark edilir. Ancak kesin tanı ve tedavi planı için ilaçlı tomografi veya anjiyo yapılması gereklidir.Aort Anevrizma Tedavisi Nasıl Uygulanır?Aort anevrizma tedavisine, anevrizmanın çapına ve yerleşimine göre karar verilir. Genellikle 5 cm’nin altındaki anevrizma genişlemelerinde hasta takibe alınır ve tansiyon kontrolü ve anevrizmanın oluşturduğu yandaş problemlere yönelik ilaç tedavileri başlanır. Daha geniş anevrizmalarda ise açık ve kapalı ameliyat teknikleri kullanılarak anevrizma onarımı yapılabilir.Günümüzde, anevrizma hastalarının neredeyse yüzde 90’ında kapalı teknikler kullanılarak anevrizma onarımı yapılabilmektedir. Kapalı teknikler, kasıktaki atardamardan girilerek genişlemiş aort bölgesine içeriden stent yerleştirme veya kaburga aralığından yaklaşık 4 cm’lik bir kesi yaparak anevrizma olan bölgenin uygun bir yapay damar ile değiştirilmesi şeklinde uygulanabilir.Aort anevrizmalarında kapalı yöntemler nasıl uygulanır? Aort anevrizmalarında kapalı cerrahi yöntemler iki şekilde uygulanabilmektedir. Endovasküler yöntemlerde, kasık atardamarından girilerek genişlemiş olan aort bölgesine içeriden stent yerleştirilmesi ile anevrizma onarılabilir. Bu yöntem, anatomik birtakım ölçümlerin uygun olması durumunda, göğüs kafesi ve karın bölgesinde aort anevrizması olan birçok hasta için başarılı bir şekilde uygulanabilmektedir.Göğüs kafesi içerisinde aort anevrizması olan ancak endovasküler yöntemlerin uygun olmadığı hastalarda ise, kaburga aralığından yapılan 4-5 cm’lik küçük bir kesi ile genişlemiş aort damarı çıkarılarak yerine yapay bir damar dikmek şeklinde aort anevrizmaları kapalı cerrahi yöntem ile tedavi edilebilir. Ancak anevrizmada yırtılma olması durumunda, hastanın acil olarak operasyona alınması gerektiğinden, ne yazık ki hastaların bir kısmı kapalı ameliyat şansını kaybedebilir. Bu hastalarda standart açık cerrahi yöntemlerle operasyon yapılır.Aort anevrizması tedavisinde kapalı cerrahi yönteminin avantajları nelerdir? Kapalı cerrahi ile gerçekleştirilen aort operasyonları, hastaya önemli fayda sağlamaktadır. Bunlar şöyle sıralanabilir: İşlem sonrasında hastanede yatış süresi kısalır. Operasyonda kemik kesilmediği için yara iyileşmesi çok daha hızlı olur. Hastalar yaklaşık iki hafta gibi kısa bir süre içerisinde günlük hayatlarına geri döner. Kesinin küçük olması estetik görünüm açısından avantaj sağladığı gibi ameliyat sonrası enfeksiyon riski ve yara komplikasyonları daha az görülür. Ameliyat sonrası kanama komplikasyonları açık ameliyatlara oranla daha az olur. Ameliyat sonrası ağrı problemi minimal invaziv operasyonlarda çok daha hafif ve kısa süre olur Akciğer fonksiyonlarının toparlaması daha hızlı gerçekleşir ve hasta ameliyat öncesi kapasitesine 10 gün içerisinde kavuşabilir.Aort Anevrizması İle İlgili Sık Sorulan Sorular Aort anevrizması kimlerde görülür?Aort anevrizması en sık yüksek tansiyon ve damar sertliği problemi olan hastalarda görülebilmektedir. Bunun dışında genetik hikaye, ileri yaş, Marfan Sendromu, Ehler Danlos Sendromu gibi bazı bağ dokusu hastalıkları da anevrizma gelişme riskini artırmaktadır.Aort anevrizmasının risk faktörleri nelerdir?Aort anevrizma gelişimindeki en önemli risk faktörleri; ileri yaş, hipertansiyon, yüksek kolesterol, genetik yatkınlık, sigara kullanımı, şeker hastalığı, aort kapak hastalıkları, kronik kabızlık ve aort dokusunun dayanıklılığını arttıran bazı enzim ve proteinlerin eksikliği ile karakterize bağ dokusu hastalıkları olarak sıralanabilir.Aort anevrizması ne zaman tehlikelidir?Aort anevrizması olan hastalardaki en büyük risk damarın ani olarak yırtılmasıdır. Bu durum, hasta saatler içerisinde operasyona alınmazsa yüksek hayati risk oluşturmaktadır. Yırtılma olmasının en sık sebebi ise kontrolsüz yüksek tansiyondur. Bu nedenle, aort anevrizması nedeniyle takip edilen hastalardaki en önemli tedavi protokolü yüksek tansiyonun normal seviyelere düşürülmesidir. Bunun dışında, yapılan çalışmalarda göğüs kafesi içerisinde 5,5cm; karın içerisinde ise 6cm’i geçmiş olan aort anevrizmalarının yıllık yırtılma riskinin logaritmik olarak arttığı gösterilmiştir. Bu nedenle bu seviyelere ulaşmış aort genişlemesi olan hastaların vakit kaybedilmeden bir Kalp ve Damar Cerrahisi uzmanına başvurması hayati öneme sahiptir. Bu hastalarda uygun incelemeler yapıldıktan sonra, anevrizma yırtılması olmadan hastaya girişim yapılması başarı şansını büyük ölçüde yükseltmektedir. Bazı durumlarda (Bağ dokusu hastalıkları, genetik hastalıklar, aort kapak hastalığı…vb) aort anevrizmalarının yırtılması daha erken dönemde görülebildiği için, yukarıda belirtilen çaplara gelmemiş aort anevrizmalarına da operasyon önerilebilmektedir.Aort anevrizma ameliyatı sonrası yaşam süresi nedir?Başarılı bir aort anevrizma operasyonu sonrasında, hastalar normal yaşamlarına devam edebilir. Operasyon yapılana kadar gelişmiş organ hasarının olup olmaması, hastanın operasyon sonrasında tansiyon, damar sertliği gibi nedenlere yönelik önlem ve tedavilere uyumu, anevrizmanın başka bir aort bölgesinde gelişme riskini büyük ölçüde azaltır ve hastaların beklenen yaşam süresindeki olumsuz etkileri ortadan kaldırır.Aort anevrizma ameliyatı riskleri nelerdir?Aort anevrizma ameliyatlarındaki en büyük risk, anevrizmanın operasyon sırasında yırtılmasıdır. Anevrizmanın yerleşimi ve hayati organlara yakın olması, inme, kalp krizi, böbrek ve karaciğer yetmezliği gibi birtakım ciddi riskler oluştursa da gelişmiş operasyon teknikleri ve ekipmanlar sayesinde bu riskler günümüzde %1-5’in altına düşürülmüştür.Aort anevrizma taraması neden önemlidir?Aort anevrizma taraması bilgisayarlı tomografi ile yapılabilir. Ülkemizde tansiyon ve damar sertliği probleminin yaygın olması nedeniyle, bu hasta grubunda en az bir kere aort anevrizma taramasının yapılması hayat kurtarıcı olabilir.Aort anevrizması neden acil bir durumdur?Aort anevrizmasının kendisi değil neden olabileceği komplikasyonlar acildir. Aort anevrizmasına bağlı olarak gelişebilen ani iç kanama, hayati organlara ve uzuvlara pıhtı atması, ani gelişen organ yetmezliği, inme gibi durumlarda hastanın acil olarak değerlendirilmesi ve uygun tedavi seçeneğinin uygulanması gerekir.Aort anevrizması kendi kendine geçer mi?Aort anevrizma gelişimi uygun ilaç tedavileri ve takip ile durdurulabilir ancak kendiliğinden aort damarının genişlemesinin düzelmesi mümkün değildir.Aort anevrizması ameliyatı sonrası komplikasyonlar nelerdir?Aort anevrizma ameliyatı sonrası kanama, enfeksiyon, organ ve uzuvlara pıhtı atması, inme, geçici veya kalıcı organ yetmezlikleri görülebilir. Ancak günümüz teknolojileri ile bu komplikasyon oranları son derece düşük oranlara çekilmiş olup, hastanın operasyon yapılmaması durumunda içinde bulunacağı hayati risklerle karşılaştırılamayacak kadar düşüktür.Aort anevrizması tedavi edilmezse ne olur?Tedavi edilmeyen aort anevrizmalarının çoğunda ne yazık ki sonuç aynıdır. Anevrizmanın beklenmedik bir zamanda yırtılması. Bu durum acil müdahale gerektiren bir durum olmasına rağmen ne yazık ki sadece deneyimli büyük merkezlerde bu operasyonlar yapılabilmektedir. Bu nedenle, aort damarında yırtılma olan hastaların neredeyse yüzde 50-60’ı hastaneye ulaşabilse dahi hayatını kaybetmektedir. Bu nedenle hastanın, anevrizma yırtılması olmadan önce bu konuda deneyimli bir merkezde takipte olması ve gerekiyorsa girişim planlanması hayati öneme sahiptir. Aort anevrizmaları tedavi edilmediği taktirde gelişebilecek bir diğer komplikasyon, anevrizma kesesi içerisinde pıhtı oluşumudur. Bu pıhtı oluşumu aort damarının ve dallarının direkt tıkanmasına yol açabileceği gibi, hayati organlara pıhtı atmasına yol açarak geçici ve kalıcı organ yetmezliklerine de neden olabilir.Aort anevrizması olan hastalar nelere dikkat etmelidir?Aort anevrizması olan hastalar, mutlaka bir kalp ve damar cerrahının kontrolünde olmalıdır. Bunun dışında, düzenli tansiyon takipleri, kolesterol seviyelerinin düşürülmesi, sigaranın bırakılması, kilo verme, kronik kabızlık gibi karın içi basıncını artıran sebeplere yönelik tedavilerin alınması, hastaların güvenli bir şekilde hayatına devam etmesini sağlar.Aort anevrizması için hangi bölüme gidilir?Aort anevrizmaları farklı bölümlerde yapılan tetkiklerde tesadüfen fark edilebilse de, bu hastalığın takip, tedavi süreçleri ve zamanlaması Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü tarafından yapılır. Aort Anevrizması Nedir? Aort anevrizması, kanı göğüs ve gövde dahil olmak üzere bütün vücut boyunca taşıyan ana arter olan aortta meydana gelen genişlemeye bağlı olarak balon benzeri kesecik oluşmasıdır. Aort damarındaki bu genişleme arter duvarının katmanlarından incelmeye neden olur ve kan sızabilir. Yine damarda yırtılma ve iç kanama gibi olumsuz durumlarla da sonuçlanabilmektedir. Aort, vücuttaki bütün organ ve dokulara temiz kan sağladığı için, bu damarla ilgili problemler bütün vücudumuzu olumsuz etkileyebilir.Aort Anevrizmasının Türleri Nelerdir?Aort anevrizmaları, gerçek ve yalancı anevrizma olarak kategorize edilebilir. Gerçek anevrizma, aort damarının tüm katmanlarını içeren bir genişleme olmasıdır. Yırtılma, organlara pıhtı atması ve balonlaşma çapının kritik seviyelere gelmesi gibi durumlar dışında, çoğu zaman acil bir operasyon gerektirmez. Yalancı anevrizmada ise aort damarında sınırlanmış bir yırtılma söz konusudur ve çoğu zaman acil operasyon gerekir. Bu anevrizma tipleri dışında, aort anevrizmaları yerleşim bölgesine göre de kategorize edilebilir. Anevrizma; göğüs kafesi, karın veya bu bölgelerin ikisini de etkileyecek kadar yaygın olabilir. Anevrizmanın yerleşim bölgesi, yapılacak cerrahi girişimin tipini ve riskini belirleyen en önemli faktördür.Aort Anevrizması Neden Olur?Aort anevrizmalarının en sık sebebi kontrolsüz tansiyon yüksekliği ve aterosklerotik damar hastalığı denilen damar duvarında kireçlenme olmasıdır. Bu sebepler dışında, nadiren travma, bağ dokusu hastalıkları, bazı sistemik ve enfeksiyon hastalıklarına bağlı olarak da gelişebilmektedir.Aort Anevrizmasının Belirtileri Nelerdir?Aort anevrizmalarının belirtileri, bulunduğu bölgeye göre değişiklik gösterebilir. Göğüs kafesi seviyesinde, batıcı tarzda göğüs ve sırt ağrısı, nefes darlığı, yutma güçlüğü gibi şikayetler görülebilirken, karın bölgesindeki anevrizmalarda, karın ve sırt ağrısı, karında şişkinlik ve atımı hissedilen kitle, kronik kabızlık veya ishal ve idrar yaparken zorlanma gibi belirtiler görülebilir.Aort Anevrizmasının Tanısı Nasıl Konulur?Aort anevrizmaları çoğu zaman başka bir sebeple yapılan ultrason ve tomografi incelemesinde tesadüfen fark edilir. Ancak kesin tanı ve tedavi planı için ilaçlı tomografi veya anjiyo yapılması gereklidir.Aort Anevrizma Tedavisi Nasıl Uygulanır?Aort anevrizma tedavisine, anevrizmanın çapına ve yerleşimine göre karar verilir. Genellikle 5 cm’nin altındaki anevrizma genişlemelerinde hasta takibe alınır ve tansiyon kontrolü ve anevrizmanın oluşturduğu yandaş problemlere yönelik ilaç tedavileri başlanır. Daha geniş anevrizmalarda ise açık ve kapalı ameliyat teknikleri kullanılarak anevrizma onarımı yapılabilir.Günümüzde, anevrizma hastalarının neredeyse yüzde 90’ında kapalı teknikler kullanılarak anevrizma onarımı yapılabilmektedir. Kapalı teknikler, kasıktaki atardamardan girilerek genişlemiş aort bölgesine içeriden stent yerleştirme veya kaburga aralığından yaklaşık 4 cm’lik bir kesi yaparak anevrizma olan bölgenin uygun bir yapay damar ile değiştirilmesi şeklinde uygulanabilir.Aort anevrizmalarında kapalı yöntemler nasıl uygulanır? Aort anevrizmalarında kapalı cerrahi yöntemler iki şekilde uygulanabilmektedir. Endovasküler yöntemlerde, kasık atardamarından girilerek genişlemiş olan aort bölgesine içeriden stent yerleştirilmesi ile anevrizma onarılabilir. Bu yöntem, anatomik birtakım ölçümlerin uygun olması durumunda, göğüs kafesi ve karın bölgesinde aort anevrizması olan birçok hasta için başarılı bir şekilde uygulanabilmektedir.Göğüs kafesi içerisinde aort anevrizması olan ancak endovasküler yöntemlerin uygun olmadığı hastalarda ise, kaburga aralığından yapılan 4-5 cm’lik küçük bir kesi ile genişlemiş aort damarı çıkarılarak yerine yapay bir damar dikmek şeklinde aort anevrizmaları kapalı cerrahi yöntem ile tedavi edilebilir. Ancak anevrizmada yırtılma olması durumunda, hastanın acil olarak operasyona alınması gerektiğinden, ne yazık ki hastaların bir kısmı kapalı ameliyat şansını kaybedebilir. Bu hastalarda standart açık cerrahi yöntemlerle operasyon yapılır.Aort anevrizması tedavisinde kapalı cerrahi yönteminin avantajları nelerdir?Aort Anevrizması İle İlgili Sık Sorulan Sorular Aort anevrizması kimlerde görülür?Aort anevrizması en sık yüksek tansiyon ve damar sertliği problemi olan hastalarda görülebilmektedir. Bunun dışında genetik hikaye, ileri yaş, Marfan Sendromu, Ehler Danlos Sendromu gibi bazı bağ dokusu hastalıkları da anevrizma gelişme riskini artırmaktadır.Aort anevrizmasının risk faktörleri nelerdir?Aort anevrizma gelişimindeki en önemli risk faktörleri; ileri yaş, hipertansiyon, yüksek kolesterol, genetik yatkınlık, sigara kullanımı, şeker hastalığı, aort kapak hastalıkları, kronik kabızlık ve aort dokusunun dayanıklılığını arttıran bazı enzim ve proteinlerin eksikliği ile karakterize bağ dokusu hastalıkları olarak sıralanabilir.Aort anevrizması ne zaman tehlikelidir?Aort anevrizması olan hastalardaki en büyük risk damarın ani olarak yırtılmasıdır. Bu durum, hasta saatler içerisinde operasyona alınmazsa yüksek hayati risk oluşturmaktadır. Yırtılma olmasının en sık sebebi ise kontrolsüz yüksek tansiyondur. Bu nedenle, aort anevrizması nedeniyle takip edilen hastalardaki en önemli tedavi protokolü yüksek tansiyonun normal seviyelere düşürülmesidir. Bunun dışında, yapılan çalışmalarda göğüs kafesi içerisinde 5,5cm; karın içerisinde ise 6cm’i geçmiş olan aort anevrizmalarının yıllık yırtılma riskinin logaritmik olarak arttığı gösterilmiştir. Bu nedenle bu seviyelere ulaşmış aort genişlemesi olan hastaların vakit kaybedilmeden bir Kalp ve Damar Cerrahisi uzmanına başvurması hayati öneme sahiptir. Bu hastalarda uygun incelemeler yapıldıktan sonra, anevrizma yırtılması olmadan hastaya girişim yapılması başarı şansını büyük ölçüde yükseltmektedir. Bazı durumlarda (Bağ dokusu hastalıkları, genetik hastalıklar, aort kapak hastalığı…vb) aort anevrizmalarının yırtılması daha erken dönemde görülebildiği için, yukarıda belirtilen çaplara gelmemiş aort anevrizmalarına da operasyon önerilebilmektedir.Aort anevrizma ameliyatı sonrası yaşam süresi nedir?Başarılı bir aort anevrizma operasyonu sonrasında, hastalar normal yaşamlarına devam edebilir. Operasyon yapılana kadar gelişmiş organ hasarının olup olmaması, hastanın operasyon sonrasında tansiyon, damar sertliği gibi nedenlere yönelik önlem ve tedavilere uyumu, anevrizmanın başka bir aort bölgesinde gelişme riskini büyük ölçüde azaltır ve hastaların beklenen yaşam süresindeki olumsuz etkileri ortadan kaldırır.Aort anevrizma ameliyatı riskleri nelerdir?Aort anevrizma ameliyatlarındaki en büyük risk, anevrizmanın operasyon sırasında yırtılmasıdır. Anevrizmanın yerleşimi ve hayati organlara yakın olması, inme, kalp krizi, böbrek ve karaciğer yetmezliği gibi birtakım ciddi riskler oluştursa da gelişmiş operasyon teknikleri ve ekipmanlar sayesinde bu riskler günümüzde %1-5’in altına düşürülmüştür.Aort anevrizma taraması neden önemlidir?Aort anevrizma taraması bilgisayarlı tomografi ile yapılabilir. Ülkemizde tansiyon ve damar sertliği probleminin yaygın olması nedeniyle, bu hasta grubunda en az bir kere aort anevrizma taramasının yapılması hayat kurtarıcı olabilir.Aort anevrizması neden acil bir durumdur?Aort anevrizmasının kendisi değil neden olabileceği komplikasyonlar acildir. Aort anevrizmasına bağlı olarak gelişebilen ani iç kanama, hayati organlara ve uzuvlara pıhtı atması, ani gelişen organ yetmezliği, inme gibi durumlarda hastanın acil olarak değerlendirilmesi ve uygun tedavi seçeneğinin uygulanması gerekir.Aort anevrizması kendi kendine geçer mi?Aort anevrizma gelişimi uygun ilaç tedavileri ve takip ile durdurulabilir ancak kendiliğinden aort damarının genişlemesinin düzelmesi mümkün değildir.Aort anevrizması ameliyatı sonrası komplikasyonlar nelerdir?Aort anevrizma ameliyatı sonrası kanama, enfeksiyon, organ ve uzuvlara pıhtı atması, inme, geçici veya kalıcı organ yetmezlikleri görülebilir. Ancak günümüz teknolojileri ile bu komplikasyon oranları son derece düşük oranlara çekilmiş olup, hastanın operasyon yapılmaması durumunda içinde bulunacağı hayati risklerle karşılaştırılamayacak kadar düşüktür.Aort anevrizması tedavi edilmezse ne olur?Tedavi edilmeyen aort anevrizmalarının çoğunda ne yazık ki sonuç aynıdır. Anevrizmanın beklenmedik bir zamanda yırtılması. Bu durum acil müdahale gerektiren bir durum olmasına rağmen ne yazık ki sadece deneyimli büyük merkezlerde bu operasyonlar yapılabilmektedir. Bu nedenle, aort damarında yırtılma olan hastaların neredeyse yüzde 50-60’ı hastaneye ulaşabilse dahi hayatını kaybetmektedir. Bu nedenle hastanın, anevrizma yırtılması olmadan önce bu konuda deneyimli bir merkezde takipte olması ve gerekiyorsa girişim planlanması hayati öneme sahiptir. Aort anevrizmaları tedavi edilmediği taktirde gelişebilecek bir diğer komplikasyon, anevrizma kesesi içerisinde pıhtı oluşumudur. Bu pıhtı oluşumu aort damarının ve dallarının direkt tıkanmasına yol açabileceği gibi, hayati organlara pıhtı atmasına yol açarak geçici ve kalıcı organ yetmezliklerine de neden olabilir.Aort anevrizması olan hastalar nelere dikkat etmelidir?Aort anevrizması olan hastalar, mutlaka bir kalp ve damar cerrahının kontrolünde olmalıdır. Bunun dışında, düzenli tansiyon takipleri, kolesterol seviyelerinin düşürülmesi, sigaranın bırakılması, kilo verme, kronik kabızlık gibi karın içi basıncını artıran sebeplere yönelik tedavilerin alınması, hastaların güvenli bir şekilde hayatına devam etmesini sağlar.Aort anevrizması için hangi bölüme gidilir?
8,046
184
Hastalıklar
Anksiyete
Anksiyete, yaklaşmakta olan tehdit veya stres unsuruna karşı korku, kaygı ve huzursuzluk gibi duyguların ani ve yoğun bir şekilde yaşandığı psikolojik bir bozukluktur. Anksiyete aslında normal bir duygudur. Hatta bazı durumlarda enerji vererek odaklanmaya yardımcı olup ilgili stres faktörleri ile başa çıkmayı kolaylaştırabilir. Anksiyete, yaklaşmakta olan tehdit veya stres unsuruna karşı korku, kaygı ve huzursuzluk gibi duyguların ani ve yoğun bir şekilde yaşandığı psikolojik bir bozukluktur. Anksiyete aslında normal bir duygudur. Hatta bazı durumlarda enerji vererek odaklanmaya yardımcı olup ilgili stres faktörleri ile başa çıkmayı kolaylaştırabilir.  Anksiyete Nedir?Anksiyete, gündelik hayatta, çevresel, bilişsel ve toplumsal faktörlerin yarattığı stres ve baskının tetiklediği korku, endişe ve kaygı hissidir. Sınav, iş görüşmesi, bir işi zamanında yetiştirme gibi stres ve baskı yaratan koşullar anksiyeteyi tetikleyen örneklerdendir. Anksiyetede endişe, ve belirsizliğe karşı korku söz konusudur. Kan basıncının yükselmesi, kalp atışlarının hızlanması, nefes alışverişinin değişmeye başlaması ve soğuk terleme gibi fiziksel ve duygusal belirtilere neden olur.Genellikle beyinde doğal olarak bulunan birtakım kimyasallarda oluşan dengesizlik sebebiyle meydana gelen anksiyete, genetik faktör, stres, kronik hastalıklar, uyuşturucu madde kullanımı ve çevresel faktörler anksiyete oluşumuna zemin hazırlar. Özellikle çocukluk döneminde yaşanan travmatik olaylar, beyindeki korku işleme mekanizmalarında hassasiyete yol açarak stres unsurlarına karşı kişiyi daha duyarlı birine dönüştürür ve bu durum ileride anksiyeteye zemin hazırlar. Kişiyi gergin bir yapıya bürüyen anksiyete hastalığının yaygın tedavi yöntemleri arasında gerekiyorsa ilaç tedavisi, psikoterapi ve diyalektik davranış terapisi yer alır.Anksiyete Neden Olur?Pek çok ruhsal bozukluk gibi anksiyete bozukluğunun da tam olarak nedeni anlaşılamasa da yaygın anksiyete bozukluğu, beyinde doğal olarak bulunan birtakım kimyasallarda oluşan dengesizlik sebebiyle görülmektedir. Bu kimyasallar, nörotransmiter olarak adlandırılan serotonin ve neropinefrindir. Beyin kimyasallarındaki değişimler, genetik, stres, kronik hastalıklar(diyabet, kalp, koah gibi), kullanılan ilaçlar, uyuşturucu gibi zararlı maddeler ve çevresel faktörler anksiyetenin nedenleri arasında yer alır.Özellikle çocukluk döneminde yaşanan travmatik olaylar, beyindeki korku işleme mekanizmalarında hassasiyete yol açarak stres unsurlarına karşı fazla duyarlı olmaya yol açmaktadır. Anksiyete konusunda yapılan araştırmalara göre, çocukluk çağında ortaya çıkan kaygı bozukluklarında hem çevresel hem de genetik faktörler birlikte rol almaktadır. Yukarıda sayılan kaygı bozukluğu belirtilerinden bir tanesi bile çocuklarda bulunuyorsa, vakit kaybetmeden uzman desteği almakta yarar olacaktır. Bunun için online psikolog yoluyla kaygı bozukluğu tedavisi için adım atabilir, profesyonel bir destek alabilirsiniz.Anksiyete Belirtileri Nelerdir?Gergin ve huzursuz hissetme, çarpıntı, nefes alışverişinin hızlanması, soğuk terleme, ateş basması, midede karıncalanma hissi ve göğüs ağrısı anksiyete belirtileridir. Anksiyete anında bu belirtilerin tamamı veya bir kısmı bir arada yaşanır.Genel olarak anksiyete belirtileri şöyledir: Gergin, huzursuz ve endişe hali Kaygı ve korku hissi Çarpıntı Ani terleme ve sıcak basması El ve ayaklarda istemsiz titreme Odaklanmada sorun yaşama Halsiz ve hasta hissetme Karamsarlık içerisinde olma Korkuya sebep olan gelecekteki olası tehdit dışında başka bir şey düşünememe Nefes darlığı Uyku bozukluğu Baş ağrısı Mide bulantısı Karın ağrısıAnksiyete nasıl hissettirir?Anksiyetesi olan kişiler gergin, tuhaf ve sıkıntılı hissedebilir. Değer yargısına girerek özgüven sarsılması yaşanır. Anksiyete vücudu gergin hissettirir ve nefes alıp verişinizi etkileyebilir. Anksiyete Bozukluklarının Türleri Nelerdir?Saplantı bozukluğu (obsesif kompulsif bozukluk): Tekrar eden takıntılı ve saplantılı davranışlardır. İstem dışı oluşan ve gelişen düşünceler yüzünden kişiler devamlı korku halindedir. Bu düşünceleri bastırmak için kişiler devamlı ellerini yıkar, kapının kilidini ve ocağın kapalı olup olmadığını kontrol eder. Toplumda bu durum "takıntı" olarak değerlendirilse de aslında psikolojik hastalıklardan bir tanesidir. Eğer kişiler takıntı olarak adlandırılan bu ritüelleri gerçekleştirmezse anksiyete daha da kötüleşebilir. Zaman alan bu saplantılar yüzünden kişiler yapması gerekenleri yapamaz hale gelir ve daha çok yorulur.Panik atak: Hayati bir durum olmamasına rağmen kişide kuvvetli bir endişe ve korku hissettiren rahatsızlıktır. Panik atak belirtileri çok şiddetli olduğundan, panik atak geçiren kişiler felç ya da kalp krizi geçiriyormuş hissine kapılabilir. Panik atak durumu ortaya çıktığında kalp atışı ve kalp nabız atışı hızlanmaktadır.Anksiyete ile panik atak belirtileri birbirine benzese de farklı sorunlardır. Anksiyetede sürekli devam eden tedirginlik vardır ve bilinçaltında devamlı kendini hissettirir. Panik atakta kişi kendini saldırıya uğramış ve tehlikede hisseder, bayılacağını zanneder, kalbi hızlı atar ve nefesi kesilir. Ataklar birkaç dakika ya da birkaç saat sürebilmektedir.Travma sonrası stres: Travmatik bir olay sonrası hissedilen korkular ve bedensel tepkilerdir. Kişiler bu korkunç olayları tekrar gözünün önüne getirerek yeniden yaşamaktadır. Fiziksel ağrılar ve uykusuzluk, travma sonrası stres yüzünden ortaya çıkabilen durumlardandır.Genelleştirilmiş kaygı bozukluğu: Kişinin her konuda tedirgin ve kaygılı hissetmesidir. Eve hırsız girmesi, deprem olması, sevdiklerinin hastalanması, borçları ödeyememek gibi kontrol edilemeyecek durumlara endişelenmek, kişiyi huzursuz ve geceleri uyuyamaz hale getirebilmektedir.  Agorafobi: Agorafobi, kişinin anksiyete yaşaması durumunda hızlıca yardım göremeyeceğinden korkmasıdır. Bu rahatsızlığı olan kişiler sinema salonları, doğa aktiviteleri, toplu taşıma araçları gibi doktora uzak olan yerlerde bulunmak istemez.Sosyal fobi: Kalabalık ortamlarda kişilerin küçük düşürülme ya da aptal duruma düşme korkusu yaşamasıdır. Sosyal fobisi olan kişiler, kalabalıkta yüksek sesle konuşmaya, yemek yemeye ve davetlere katılmaya çekinmektedir.Anksiyetenin Risk Faktörleri Nelerdir?Aşağıda sıralanmış olan faktörlerin içinde yer alan kişilerde anskiyete problemi görülme olasılığı yüksektir. Ayrılma olaylarına aşırı duyarlılık Öfkeye ve bağımlılığa yatkınlık Çocukluk döneminde fiziksel veya cinsel istismar Stresli yaşam alanları Sorunlu bağlanma şekilleri Dağılma anksiyetesine yatkınlıkAnksiyete Kimlerde Görülür?Anksiyete kadınlarda erkeklere oranla daha sık rastlanmaktadır. Korumacı bir davranışla büyütülen çocuklar ve değer kaygısı duyan kişilerde anksiyeteye daha fazla rastlamak mümkündür. Anksiyete Nasıl Teşhis Edilir?Devamlı kaygılı düşünceler, günlük hayatı ve sosyal çevreyi etkilemeye başladıysa alanında uzman biri tarafından anksiyete testi yapılması ve tanı konulması gerekmektedir. Yaygın anksiyete bozukluğuna tanı koymak güç olduğu için uzman kişinin soracağı birtakım sorulara samimi ve doğru cevap vermek çok önemlidir.Anksiyete Nasıl Tedavi Edilir?Psikolojik terapi ve ilaç ile kaygı bozukluğu tedavisi gerçekleştirilmektedir. Bunun için ilk yapılması gereken şey ise psikiyatri uzmanına başvurmaktır. Tedaviye başlamadan önce kapsamlı bir değerlendirme sürecinden geçilmektedir. Anksiyete belirtilerinin fiziksel hastalıklar yüzünden oluşup oluşmadığını anlamak için çeşitli testler ve incelemeler yapılmalıdır.İlaç tedavisi: Çeşitli depresyon ilaçları (antidepresanlar), anksiyete tedavisi için anksiyete semptomlarının giderilmesi için kullanılmaktadır.Psikoterapi veya konuşma terapisi: Davranışlarınızı nasıl etkilediğini öğrenmenize yardımcı olan konuşma terapisi olarak da adlandırılır. Sizi dinleyen uzman anksiyete bozukluğunuzu anlamaya çalışır. Yaygın bir psikoterapi yöntemi olan bilişsel davranışçı terapi ile olumsuz yada paniğe neden olan düşünce ve davranışları olumluya nasıl çevireceğiniz öğretir. Bilişsel davranışçı terapi, kişilerde anksiyeteye sebep olan düşüncelerin köküne inmeyi ve sorunun çözümü için farklı davranış alışkanlıkları edindirmeyi sağlamaktadır.Diyalektik davranış terapisi: Bilişsel davranış terapisine benzer olarak, diyalektik yöntemde de odak noktası kişinin davranışını değiştirmeye yöneliktir. Ruh hali, duygu ve ilişkileri düzenlemeye yardımcı olmakla birlikte, bunlarla ilgili ortaya çıkan sorunlara başa çıkma becerilerinin ve baış açısının geliştirilmesine odaklanır.Anksiyete tedavisi için bu yöntemlerden biri ya da ikisi bir arada da kullanılabilmektedir. Kişiye hangi tedavinin uygun olduğunu anlamak için doktor ve danışan birlikte karar vermektedir. Herkes için aynı anksiyete tedavisi uygun olmayabilir.Anksiyete Krizi Belirtileri Nelerdir?Anksiyete krizleri yaklaşmakta olan olumsuz bir duruma karşı aniden ortaya çıkar. Kaygı ve korku, nefes darlığı, göğüs ağrısı, terleme ve çarpıntı hissi gibi belirtilerin hepsinin veya bir kısmının aynı anda yaşanması anksiyete krizinin neden olduğu belirtilerdir.Anksiyete krizi belirtileri genel olarak şunlardır: Kötü bir şey olacakmış duygusuyla kaygı ve korku yaşama Midede karıncalanma Baş dönmesi Hızlı nefes alıp-verme Nefes darlığı Kalp atışında düzensizlik Terleme ve sıcak basması Uyku bozukluğu yaşama Bitkinlik Göğüs ağrısı Geceleri yatarken dişleri gıcırdatmaAnksiyete Krizi Nasıl Geçer?Genellikle tehdit veya stres etkeni ortadan kalktıktan ya da sakinleşebildikten sonra kaygı durumu da ortadan kalkar. Anksiyete ataklarında sakinleşebilmek ve semptomları bastırabilmek için şu adımları uygulamayı deneyebilirsiniz:Nefes egzersizleri: Doğru nefes almak, sakinleşme konusunda son derece etkilidir. Nefes egzersizlerini öğrenerek sakinleşmeyi ve yeniden odaklanmayı gerçekleştirebilirsiniz.Ayağa kalkma ve vücudu dik tutma: Korku veya tehlike hissedildiğinde bilinçaltından gelen bir dürtüyle öne eğilerek kalbi ve akciğerleri koruma durumu oluşmaktadır. Ayağa kalkmak ve dik durmak, vücuda her şeyin normal olduğu mesajını vererek sakinleşmenize yardımcı olacaktır.3-3-3 kuralını uygulama: Anksiyete krizinin başladığını hissettiğinizde 3-3-3 kuralını uygulayarak sakinleşebilirsiniz. Etrafınızdaki üç şeyin ismini söyleyin. Duyduğunuz üç sesi söyleyin. Vücudunuzu üç bölümünü; parmaklarınızı, bileklerinizi ve kolunuzu oynatın.Kaygı randevusu oluşturma: Sizi kaygılandıran tüm detayları bir yere not edin ve bunları düşünmek için kendinize bir zaman dilimi belirleyin. Böylece tüm gün aynı korkuları yaşamak yerine günün belli zamanını bunun için ayırabilirsiniz.İçinde bulunduğunuz ana konsantre olma: Gelecek zamanda olacakları düşünmek yerine şimdi bulunduğunuz zamana odaklanın. Kaygılanmanıza neden olacak bir şeyin olmadığını kendinize hatırlatın.Kendinizi meşgul edin: Anksiyete krizinin geldiğini fark ettiğiniz anda kendinize meşgul olabileceğiniz şeyler bulmaya çalışın. Yürüyüş yapmak, kitap okumak, film/video izlemek, kaygılı düşünce kalıplarından uzaklaşmanızı ve kontrolü elinize almanızı sağlamaya yardımcı olabilir.Şekerden uzak durma: Fazla şeker tüketimi anksiyeteyi tetiklediği için anksiyete krizinin geldiğini fark ettiğiniz anda şekerli gıdalardan uzak durun. Onun yerine proteinli gıdalar yemeyi ve su içmeyi tercih edin.Anksiyete İle İlgili Sık Sorulan SorularAnksiyete ne demek?Anksiyete, terleme ve çarpıntı gibi fiziksel semptomlara neden olan, endişe duymaya neden olan yaklaşan bir duruma karşı kaygı ve korku hissinin yoğun yaşandığı ruhsal bozukluktur.Anksiyete olup olmadığı nasıl anlaşılır?Kas ağrıları, mide bulantıları, baş dönmesi ve ağrısı anksiyetenin belirtileri arasında yer alır. Bu tür durumları sıklıkla yaşıyorsanız, gidermek mümkün olmuyorsa anksiyete yaşadığınızın göstergesi olabilmektedir. Kaygı bozukluğu nedir?Anksiyete bozukluğu olarak da bilinen kaygı bozukluğu, 6 ay veya daha uzun süredir devam eden, belirgin ve kontrol edilemeyen kaygı ve korku duygusunun hakim olduğu ruh sağlığı rahatsızlığıdır. Anksiyete ve panik atak arasındaki fark nedir?Anksiyete genelde bir strese, endişeye veya korkuya karşı tetiklenir. Panik atak ise aniden ve beklenmedik bir şekilde ortaya çıkar ve genellikle yalnızca birkaç dakika sürer. Yine anksiyeteden farklı olarak panik atak yaşayanlarda baş dönmesi, göğüs ağrısı, ateş basması, üşüme ve mide rahatsızlığı belirtileri görülür.Anksiyete anında nasıl hissedilir?Anksiyete anında kontrolü kaybetme, kalp çarpıntısı, göğüs ağrısı, bayılacakmış gibi hissetme, nefes almada zorluk veya boğulma hissi yaşanabilir.Anksiyete ne kadar yaygındır?Anksiyete bozukluğu, dünya çapında görülme oranı %3.7 olarak bilinmektedir. Anksiyete hangi yaşlarda görülür?Cinsiyet ayrımı olmaksızın herkeste görülebilen anksiyete bozukluğunun en önemli dönemleri 10-25 yaş aralığında olmaktadır. Düşük gelir seviyesi olan ve kadınlarda görülme sıklığı daha yüksek olabilmektedir. Anksiyete hiç geçmez mi?Anksiyete doğru tedavi yöntemi ile kontrol edilebilir duruma getirilebilmektedir. Tercih edilen ve önerilen anksiyete tedavi yöntemleri, konuşma terapisi, bilişsel davranış terapisi ya da ilaç tedavisi olabilmektedir. Anksiyete tik yapar mı?Anksiyetinin neden olduğu gerginlikten dolayı, tırnak yeme, dudak çiğneme ve ayak sallama gibi davranışlar ortaya çıkarak, zamanla bu durum tik haline dönüşebilir. Anksiyete neden gece olur?Gece ya da akşam zihin daha çok çalışarak, düşünme eğilimine girer ve sonucunda gerginlik yaratır. Bu sebeple anksiyetenin gece görülmesi normal olarak karşılanmaktadır. Anksiyete bozukluğunu ne tetikler?Anksiyeteyi tetikleyen nedenler arasında stres, genetik durumlar, kronik hastalıklar ve komplikasyonlar yer alabilir. Anksiyete unutkanlık yapar mı? Anksiyetenin verdiği huzursuzluk, mutsuz olma hali, sinirlilik, kas gerginliği durumlarının yanında unutkanlık da görülebilmektedir. Spor anksiyeteye iyi gelir mi?Egzersiz ve spor sırasında vücuda yayılan kimyasallar, sakinleştirici bir etki yaratarak anksiyeteye karşı faydalı olmaktadır.  Anksiyete kilo aldırır mı?Anksiyete yaşayan kişiler ruhsal açıdan etkilenerek, aşırı kaygı ve korku oluşturur. Değer kaybı oluştuğunu düşünen bu kişilerde aşırı kilo kaybı, mide bozukluğu, terleme görülebilmektedir.  Anksiyete Nedir?Anksiyete, gündelik hayatta, çevresel, bilişsel ve toplumsal faktörlerin yarattığı stres ve baskının tetiklediği korku, endişe ve kaygı hissidir. Sınav, iş görüşmesi, bir işi zamanında yetiştirme gibi stres ve baskı yaratan koşullar anksiyeteyi tetikleyen örneklerdendir. Anksiyetede endişe, ve belirsizliğe karşı korku söz konusudur. Kan basıncının yükselmesi, kalp atışlarının hızlanması, nefes alışverişinin değişmeye başlaması ve soğuk terleme gibi fiziksel ve duygusal belirtilere neden olur.Genellikle beyinde doğal olarak bulunan birtakım kimyasallarda oluşan dengesizlik sebebiyle meydana gelen anksiyete, genetik faktör, stres, kronik hastalıklar, uyuşturucu madde kullanımı ve çevresel faktörler anksiyete oluşumuna zemin hazırlar. Özellikle çocukluk döneminde yaşanan travmatik olaylar, beyindeki korku işleme mekanizmalarında hassasiyete yol açarak stres unsurlarına karşı kişiyi daha duyarlı birine dönüştürür ve bu durum ileride anksiyeteye zemin hazırlar. Kişiyi gergin bir yapıya bürüyen anksiyete hastalığının yaygın tedavi yöntemleri arasında gerekiyorsa ilaç tedavisi, psikoterapi ve diyalektik davranış terapisi yer alır.Anksiyete Neden Olur?Pek çok ruhsal bozukluk gibi anksiyete bozukluğunun da tam olarak nedeni anlaşılamasa da yaygın anksiyete bozukluğu, beyinde doğal olarak bulunan birtakım kimyasallarda oluşan dengesizlik sebebiyle görülmektedir. Bu kimyasallar, nörotransmiter olarak adlandırılan serotonin ve neropinefrindir. Beyin kimyasallarındaki değişimler, genetik, stres, kronik hastalıklar(diyabet, kalp, koah gibi), kullanılan ilaçlar, uyuşturucu gibi zararlı maddeler ve çevresel faktörler anksiyetenin nedenleri arasında yer alır.Özellikle çocukluk döneminde yaşanan travmatik olaylar, beyindeki korku işleme mekanizmalarında hassasiyete yol açarak stres unsurlarına karşı fazla duyarlı olmaya yol açmaktadır. Anksiyete konusunda yapılan araştırmalara göre, çocukluk çağında ortaya çıkan kaygı bozukluklarında hem çevresel hem de genetik faktörler birlikte rol almaktadır. Yukarıda sayılan kaygı bozukluğu belirtilerinden bir tanesi bile çocuklarda bulunuyorsa, vakit kaybetmeden uzman desteği almakta yarar olacaktır. Bunun için online psikolog yoluyla kaygı bozukluğu tedavisi için adım atabilir, profesyonel bir destek alabilirsiniz.Anksiyete Belirtileri Nelerdir?Gergin ve huzursuz hissetme, çarpıntı, nefes alışverişinin hızlanması, soğuk terleme, ateş basması, midede karıncalanma hissi ve göğüs ağrısı anksiyete belirtileridir. Anksiyete anında bu belirtilerin tamamı veya bir kısmı bir arada yaşanır.Genel olarak anksiyete belirtileri şöyledir:Anksiyete nasıl hissettirir?Anksiyetesi olan kişiler gergin, tuhaf ve sıkıntılı hissedebilir. Değer yargısına girerek özgüven sarsılması yaşanır. Anksiyete vücudu gergin hissettirir ve nefes alıp verişinizi etkileyebilir. Anksiyete Bozukluklarının Türleri Nelerdir?Saplantı bozukluğu (obsesif kompulsif bozukluk): Tekrar eden takıntılı ve saplantılı davranışlardır. İstem dışı oluşan ve gelişen düşünceler yüzünden kişiler devamlı korku halindedir. Bu düşünceleri bastırmak için kişiler devamlı ellerini yıkar, kapının kilidini ve ocağın kapalı olup olmadığını kontrol eder. Toplumda bu durum "takıntı" olarak değerlendirilse de aslında psikolojik hastalıklardan bir tanesidir. Eğer kişiler takıntı olarak adlandırılan bu ritüelleri gerçekleştirmezse anksiyete daha da kötüleşebilir. Zaman alan bu saplantılar yüzünden kişiler yapması gerekenleri yapamaz hale gelir ve daha çok yorulur.Panik atak: Hayati bir durum olmamasına rağmen kişide kuvvetli bir endişe ve korku hissettiren rahatsızlıktır. Panik atak belirtileri çok şiddetli olduğundan, panik atak geçiren kişiler felç ya da kalp krizi geçiriyormuş hissine kapılabilir. Panik atak durumu ortaya çıktığında kalp atışı ve kalp nabız atışı hızlanmaktadır.Anksiyete ile panik atak belirtileri birbirine benzese de farklı sorunlardır. Anksiyetede sürekli devam eden tedirginlik vardır ve bilinçaltında devamlı kendini hissettirir. Panik atakta kişi kendini saldırıya uğramış ve tehlikede hisseder, bayılacağını zanneder, kalbi hızlı atar ve nefesi kesilir. Ataklar birkaç dakika ya da birkaç saat sürebilmektedir.Travma sonrası stres: Travmatik bir olay sonrası hissedilen korkular ve bedensel tepkilerdir. Kişiler bu korkunç olayları tekrar gözünün önüne getirerek yeniden yaşamaktadır. Fiziksel ağrılar ve uykusuzluk, travma sonrası stres yüzünden ortaya çıkabilen durumlardandır.Genelleştirilmiş kaygı bozukluğu: Kişinin her konuda tedirgin ve kaygılı hissetmesidir. Eve hırsız girmesi, deprem olması, sevdiklerinin hastalanması, borçları ödeyememek gibi kontrol edilemeyecek durumlara endişelenmek, kişiyi huzursuz ve geceleri uyuyamaz hale getirebilmektedir.  Agorafobi: Agorafobi, kişinin anksiyete yaşaması durumunda hızlıca yardım göremeyeceğinden korkmasıdır. Bu rahatsızlığı olan kişiler sinema salonları, doğa aktiviteleri, toplu taşıma araçları gibi doktora uzak olan yerlerde bulunmak istemez.Sosyal fobi: Kalabalık ortamlarda kişilerin küçük düşürülme ya da aptal duruma düşme korkusu yaşamasıdır. Sosyal fobisi olan kişiler, kalabalıkta yüksek sesle konuşmaya, yemek yemeye ve davetlere katılmaya çekinmektedir.Anksiyetenin Risk Faktörleri Nelerdir?Aşağıda sıralanmış olan faktörlerin içinde yer alan kişilerde anskiyete problemi görülme olasılığı yüksektir.Anksiyete Kimlerde Görülür?Anksiyete kadınlarda erkeklere oranla daha sık rastlanmaktadır. Korumacı bir davranışla büyütülen çocuklar ve değer kaygısı duyan kişilerde anksiyeteye daha fazla rastlamak mümkündür. Anksiyete Nasıl Teşhis Edilir?Devamlı kaygılı düşünceler, günlük hayatı ve sosyal çevreyi etkilemeye başladıysa alanında uzman biri tarafından anksiyete testi yapılması ve tanı konulması gerekmektedir. Yaygın anksiyete bozukluğuna tanı koymak güç olduğu için uzman kişinin soracağı birtakım sorulara samimi ve doğru cevap vermek çok önemlidir.Anksiyete Nasıl Tedavi Edilir?Psikolojik terapi ve ilaç ile kaygı bozukluğu tedavisi gerçekleştirilmektedir. Bunun için ilk yapılması gereken şey ise psikiyatri uzmanına başvurmaktır. Tedaviye başlamadan önce kapsamlı bir değerlendirme sürecinden geçilmektedir. Anksiyete belirtilerinin fiziksel hastalıklar yüzünden oluşup oluşmadığını anlamak için çeşitli testler ve incelemeler yapılmalıdır.İlaç tedavisi: Çeşitli depresyon ilaçları (antidepresanlar), anksiyete tedavisi için anksiyete semptomlarının giderilmesi için kullanılmaktadır.Psikoterapi veya konuşma terapisi: Davranışlarınızı nasıl etkilediğini öğrenmenize yardımcı olan konuşma terapisi olarak da adlandırılır. Sizi dinleyen uzman anksiyete bozukluğunuzu anlamaya çalışır. Yaygın bir psikoterapi yöntemi olan bilişsel davranışçı terapi ile olumsuz yada paniğe neden olan düşünce ve davranışları olumluya nasıl çevireceğiniz öğretir. Bilişsel davranışçı terapi, kişilerde anksiyeteye sebep olan düşüncelerin köküne inmeyi ve sorunun çözümü için farklı davranış alışkanlıkları edindirmeyi sağlamaktadır.Diyalektik davranış terapisi: Bilişsel davranış terapisine benzer olarak, diyalektik yöntemde de odak noktası kişinin davranışını değiştirmeye yöneliktir. Ruh hali, duygu ve ilişkileri düzenlemeye yardımcı olmakla birlikte, bunlarla ilgili ortaya çıkan sorunlara başa çıkma becerilerinin ve baış açısının geliştirilmesine odaklanır.Anksiyete tedavisi için bu yöntemlerden biri ya da ikisi bir arada da kullanılabilmektedir. Kişiye hangi tedavinin uygun olduğunu anlamak için doktor ve danışan birlikte karar vermektedir. Herkes için aynı anksiyete tedavisi uygun olmayabilir.Anksiyete Krizi Belirtileri Nelerdir?Anksiyete krizleri yaklaşmakta olan olumsuz bir duruma karşı aniden ortaya çıkar. Kaygı ve korku, nefes darlığı, göğüs ağrısı, terleme ve çarpıntı hissi gibi belirtilerin hepsinin veya bir kısmının aynı anda yaşanması anksiyete krizinin neden olduğu belirtilerdir.Anksiyete krizi belirtileri genel olarak şunlardır:Anksiyete Krizi Nasıl Geçer?Genellikle tehdit veya stres etkeni ortadan kalktıktan ya da sakinleşebildikten sonra kaygı durumu da ortadan kalkar. Anksiyete ataklarında sakinleşebilmek ve semptomları bastırabilmek için şu adımları uygulamayı deneyebilirsiniz:Nefes egzersizleri: Doğru nefes almak, sakinleşme konusunda son derece etkilidir. Nefes egzersizlerini öğrenerek sakinleşmeyi ve yeniden odaklanmayı gerçekleştirebilirsiniz.Ayağa kalkma ve vücudu dik tutma: Korku veya tehlike hissedildiğinde bilinçaltından gelen bir dürtüyle öne eğilerek kalbi ve akciğerleri koruma durumu oluşmaktadır. Ayağa kalkmak ve dik durmak, vücuda her şeyin normal olduğu mesajını vererek sakinleşmenize yardımcı olacaktır.3-3-3 kuralını uygulama: Anksiyete krizinin başladığını hissettiğinizde 3-3-3 kuralını uygulayarak sakinleşebilirsiniz.Kaygı randevusu oluşturma: Sizi kaygılandıran tüm detayları bir yere not edin ve bunları düşünmek için kendinize bir zaman dilimi belirleyin. Böylece tüm gün aynı korkuları yaşamak yerine günün belli zamanını bunun için ayırabilirsiniz.İçinde bulunduğunuz ana konsantre olma: Gelecek zamanda olacakları düşünmek yerine şimdi bulunduğunuz zamana odaklanın. Kaygılanmanıza neden olacak bir şeyin olmadığını kendinize hatırlatın.Kendinizi meşgul edin: Anksiyete krizinin geldiğini fark ettiğiniz anda kendinize meşgul olabileceğiniz şeyler bulmaya çalışın. Yürüyüş yapmak, kitap okumak, film/video izlemek, kaygılı düşünce kalıplarından uzaklaşmanızı ve kontrolü elinize almanızı sağlamaya yardımcı olabilir.Şekerden uzak durma: Fazla şeker tüketimi anksiyeteyi tetiklediği için anksiyete krizinin geldiğini fark ettiğiniz anda şekerli gıdalardan uzak durun. Onun yerine proteinli gıdalar yemeyi ve su içmeyi tercih edin.Anksiyete İle İlgili Sık Sorulan SorularAnksiyete ne demek?Anksiyete, terleme ve çarpıntı gibi fiziksel semptomlara neden olan, endişe duymaya neden olan yaklaşan bir duruma karşı kaygı ve korku hissinin yoğun yaşandığı ruhsal bozukluktur.Anksiyete olup olmadığı nasıl anlaşılır?Kas ağrıları, mide bulantıları, baş dönmesi ve ağrısı anksiyetenin belirtileri arasında yer alır. Bu tür durumları sıklıkla yaşıyorsanız, gidermek mümkün olmuyorsa anksiyete yaşadığınızın göstergesi olabilmektedir. Kaygı bozukluğu nedir?Anksiyete bozukluğu olarak da bilinen kaygı bozukluğu, 6 ay veya daha uzun süredir devam eden, belirgin ve kontrol edilemeyen kaygı ve korku duygusunun hakim olduğu ruh sağlığı rahatsızlığıdır. Anksiyete ve panik atak arasındaki fark nedir?Anksiyete genelde bir strese, endişeye veya korkuya karşı tetiklenir. Panik atak ise aniden ve beklenmedik bir şekilde ortaya çıkar ve genellikle yalnızca birkaç dakika sürer. Yine anksiyeteden farklı olarak panik atak yaşayanlarda baş dönmesi, göğüs ağrısı, ateş basması, üşüme ve mide rahatsızlığı belirtileri görülür.Anksiyete anında nasıl hissedilir?Anksiyete anında kontrolü kaybetme, kalp çarpıntısı, göğüs ağrısı, bayılacakmış gibi hissetme, nefes almada zorluk veya boğulma hissi yaşanabilir.Anksiyete ne kadar yaygındır?Anksiyete bozukluğu, dünya çapında görülme oranı %3.7 olarak bilinmektedir. Anksiyete hangi yaşlarda görülür?Cinsiyet ayrımı olmaksızın herkeste görülebilen anksiyete bozukluğunun en önemli dönemleri 10-25 yaş aralığında olmaktadır. Düşük gelir seviyesi olan ve kadınlarda görülme sıklığı daha yüksek olabilmektedir. Anksiyete hiç geçmez mi?Anksiyete doğru tedavi yöntemi ile kontrol edilebilir duruma getirilebilmektedir. Tercih edilen ve önerilen anksiyete tedavi yöntemleri, konuşma terapisi, bilişsel davranış terapisi ya da ilaç tedavisi olabilmektedir. Anksiyete tik yapar mı?Anksiyetinin neden olduğu gerginlikten dolayı, tırnak yeme, dudak çiğneme ve ayak sallama gibi davranışlar ortaya çıkarak, zamanla bu durum tik haline dönüşebilir. Anksiyete neden gece olur?Gece ya da akşam zihin daha çok çalışarak, düşünme eğilimine girer ve sonucunda gerginlik yaratır. Bu sebeple anksiyetenin gece görülmesi normal olarak karşılanmaktadır. Anksiyete bozukluğunu ne tetikler?Anksiyeteyi tetikleyen nedenler arasında stres, genetik durumlar, kronik hastalıklar ve komplikasyonlar yer alabilir. Anksiyete unutkanlık yapar mı? Anksiyetenin verdiği huzursuzluk, mutsuz olma hali, sinirlilik, kas gerginliği durumlarının yanında unutkanlık da görülebilmektedir. Spor anksiyeteye iyi gelir mi?Egzersiz ve spor sırasında vücuda yayılan kimyasallar, sakinleştirici bir etki yaratarak anksiyeteye karşı faydalı olmaktadır.  Anksiyete kilo aldırır mı?Anksiyete yaşayan kişiler ruhsal açıdan etkilenerek, aşırı kaygı ve korku oluşturur. Değer kaybı oluştuğunu düşünen bu kişilerde aşırı kilo kaybı, mide bozukluğu, terleme görülebilmektedir. 
10,511
185
Hastalıklar
Arpacık
Arpacık, göz kapağında yaygın olarak görülen bir enfeksiyondur. Genellikle sık el-göz teması ile gözlere bakteriyel enfeksiyonların bulaştırılması ile ortaya çıkan arpacık rahatsızlığına makyajlı uyumak, kontakt lens hijyenine dikkat etmemek ve bilefarit oluşumu sebep olur. İlaç tedavisinin yanı sıra sıcak pansuman da arpacığın tedavisinde kullanılan yöntemler arasında bulunuyor. Kendi kendine geçmeyen ve tedavisi yapılmayan arpacığın kistleşmesi ve sertleşmesi sonucunda ise şalazyon ortaya çıkıyor.Arpacık, göz kapağında yaygın olarak görülen bir enfeksiyondur. Genellikle sık el-göz teması ile gözlere bakteriyel enfeksiyonların bulaştırılması ile ortaya çıkan arpacık rahatsızlığına makyajlı uyumak, kontakt lens hijyenine dikkat etmemek ve bilefarit oluşumu sebep olur. İlaç tedavisinin yanı sıra sıcak pansuman da arpacığın tedavisinde kullanılan yöntemler arasında bulunuyor. Kendi kendine geçmeyen ve tedavisi yapılmayan arpacığın kistleşmesi ve sertleşmesi sonucunda ise şalazyon ortaya çıkıyor. Arpacık Nedir? Arpacık, göz kapağında bulunan, gözyaşı bezlerinin yağ salgısından sorumlu olan bezlerin (meibomius bezleri) iltihaplanmasıdır. Arpacık, göz kapağının kenarına yakın, çıban veya sivilce gibi görünen kırmızı ve ağrılı bir yumru görünümündedir. Arpacık Neden Çıkar?Arpacık, göz kapaklarındaki yağ bezlerinden birinin tıkanması sonucu stafilokok bakterisinin tıkalı bezin içinde büyümesinin neden olduğu enfeksiyondur. Yağ bezlerinin iltihaplanmasının çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Bunlardan ilki sık el-göz teması ile gözlere bakteriyel enfeksiyonların bulaştırılması ile ortaya çıkar.Bununla birlikte makyajlı yatılması, kontakt lenslerin temiz kullanılmaması gibi göz hijyen kurallarına uyulmaması sebepler arasında yer almaktadır. Bir de bilefarit denilen kirpik dibinde yağ birikimi yada kepek oluşumunda arpacık sık görülen nedenler arasında bulunur. Arpacık Türleri Nelerdir?Arpacık türleri iç ve dış arpacık olmak üzere ikiye ayrılır. İnternal olanlar kapağın üst kısmında, eksternal olanlar da kirpik dibinde oluşmaktadır. İç arpacıklardan çok daha yaygın olarak görülen dış arpacıklar, genellikle kirpik folikülünde, bazen de bir yağ bezinde başlar.İç arpacıkların çoğu ise göz kapağı dokusundaki bir yağ (meibomian) bezinde başlar. Büyüdükçe gözü zorlayan bu tür, dış arpacıklardan daha acı verici olma eğilimindedirler.Arpacık Belirtileri Nelerdir?Arpacığın en önemli belirtisi göz kapağının şişmesi ve kızarıklıktır. Bir sivilce gibi enfeksiyonun ürettiği irin genellikle arpacık üzerinde bej veya sarımsı bir nokta oluşturur. Bununla birlikte gözde kızarıklık, ağrı, sarımsı akıntı, ışığa duyarlılık, gözde bir şey varmış hissi, batma, sulanma ve göz kapağının kenarında kabuklanma görülmektedir.Arpacık belirtileri şöyle sıralanabilir: Göz kapağının şişmesi ve kızarıklık (en yaygın) Gözde ağrı Sarımsı bir akıntı  (bazı vakalarda) Işığa karşı duyarlılık Gözde ağırlık hissi Batma ve sulanma Göz kapağının kenarında kabuklanma (zaman zaman)Gözde Arpacığın Tanısı Nasıl Konulur?Gözde arpacığın tanısı ilk olarak uzman göz doktorunun biyomikroskopi muayenesi ile konulur. Muayenede gözyaşı yağ bezinin ucunun tıkalı olduğu görülür. Arpacığa dışarıdan bakıldığında beyaz bir uç gibi görülebilir. Uzman hekimin parmakla muayenesi sırasında da sertlik ve şişlik hissedilir.Arpacık Tedavisi Nasıl Yapılır?Arpacık tedavisi, göz kapağına yapılan hijyen bakımı ve sıcak pansuman ile başlamaktadır. Öncelikle göze 5-10 dakika sıcak pansuman yapılması gerekmektedir. Sıcak pansumanı takiben bebe şampuanı elde köpürtülüp kirpik diplerine masaj yapılarak uygulanır. Bu işlem de yaklaşık 5-10 saniye kadar devam eder. Sıcak pansuman ile yağ bezlerinin uçlarının açılması amaçlanır. Yağ bezleri açılınca içinde bulunan kistik yapı dışarı çıkar ve bu durum tedavinin hızlı olmasını sağlar. Sonrasında göze antibiyotikli damla ve merhemler uygulanır. Arpacık patlayıp iyileşene kadar kontakt lens ve göz makyajı yapmaktan kaçınılmalıdır.Arpacık Nasıl Geçer?Çok sıcak olmayacak şekilde ılık bir bezle göz kapağının üzerine 5-10 dakika aralıklarla birkaç kez kompres uygulayın. Bu işlem göz kapağı bezlerinin açılmasını teşvik eder ve arpacığa iyi gelir. Bununla birlikte göz kapakları temizlenmeli, gerektiğinde antibiyotik ilaçlar ve göz damlaları kullanılmalı, göze zarar veriyorsa kontakt lensler değiştirilmeli ve göz hijyenine dikkat edilmelidir.Arpacık Hakkında Sık Sorulan SorularArpacığa ne iyi gelir?Gözde çıkan arpacığa ılık pansuman yapmak iyi gelir. Bu yöntem yağ bezlerinin içinde birikerek kistleşen sıvının boşalmasında çok fayda sağlamaktadır. Bu sıvı boşalmazsa arpacık kistleşir ve sertleşmeye başlar. Bu duruma “Şalazyon” denmektedir. Antibiyotik ilaç tedavisine cevap vermeyen bu durumda kızarıklık ve ağrı geçer ancak göz kapağında şişlik kalıcı olur. Şalazyonun tedavisi ise cerrahi yöntemle kist duvarı ile birlikte boşaltılması şeklinde uygulanmaktadırArpacık kendi kendine geçer mi?Arpacık kendi kendine geçse bile şalazyon şeklinde kalma ihtimali fazla olmaktadır. Arpacık kendi kendini sınırlamakla birlikte tedavi edilmediğinde kistleşme riski artış gösterir.Arpacık ne kadar sürede geçer?Arpacığın ortalama enfeksiyon hali yaklaşık bir hafta sürer. Tedavi ile bir haftada enfeksiyon bulguları düzelir.Arpacık için ne zaman doktora gidilmelidir?Arpacık için ne kadar erken tedaviye başlanırsa, ortaya çıktığı yerde iz kalmadan iyileşme şansı artar ve şalazyon olma riski azalır. Çoğu arpacık göze zararsızdır ve net görme yeteneğini etkilemez. İlk önce kapalı göz kapağına günde birkaç kez 5-10 dakika sıcak pansuman yapılmalı ve göz kapağına hafifçe masaj yapılarak kişisel bakım önlemleri uygulanmalıdır. Ancak arpacığın 48 saat sonra iyileşmeye başlamaması ve kızarıklık ile şişliğin tüm göz kapağını etkilemesi veya yanak ile yüzün diğer kısımlarına uzanması durumunda uzman hekime başvurulmalıdır.Arpacığın risk faktörleri nelerdir?Yetersiz kapak hijyeni: Özellikle çocukların ellerini yüzlerini yıkamaması ve kirpik diplerinin iyi steril edilmemesi.Bilefarit gibi hastalıkların varlığı: Bilefarit gibi arpacığa sebep başka kapak hastalıklarının varlığıKontakt lens hijyeni: Kontakt lens kullananların lenslerini iyice dezenfekte etmeden veya önce ellerini yıkamadan takıp çıkarmasıMakyajı silmeden uyumak: Göz makyajının temizlenmeden gece boyunca gözde bırakılmasıCilt rahatsızlıkları: Yüz kızarıklığı ile karakterize bir cilt hastalığı olan rosacea’ya sahip olmakArpacık çıkmaması için neler yapılmalıdır?-Ellerin sabun ve ılık suyla yıkanıp hijyeni sağlanmalı. Özellikle çocuklar uyumadan önce kirpik dipleri bebe şampuanı ile yıkanmalıdır- Eller gözlerden uzak tutulmalı, göz ovalanmamalı- Kozmetik ürünlere özen gösterilmeli, eski kozmetik ürünler atılarak göz enfeksiyonu riski azaltılmalı-Kozmetik ürünler başkalarıyla paylaşılmamalı, gece boyunca makyajlı bir şekilde yatılmamalıdır. Çünkü makyaj ürünleri gözyaşı bezlerinin tıkanmasına neden olur-Alerji yapan kozmetik ürünler tercih edilmemeli,-Kontakt lenslerin temiz olduğundan emin olunmalıdır. Kontakt lens kullananlar lenslere dokunmadan önce ellerini iyice yıkamalı ve dezenfekte etmek için doktorun tavsiyelerine uymalı,-Daha önce gözde arpacık çıktıysa, düzenli olarak sıcak kompres yapılarak tekrar çıkmasını önlemeye yardımcı olunmalı,-Blefarit rahatsızlığı olanlar gözlerinin bakımı için doktorlarının talimatlarını uygulamalı,  düzenli olarak kirpik dibi kepeklenmelerinin temizlenmesi alışkanlık haline getirilmelidir.Arpacık bulaşıcı mıdır?Arpacık bulaşıcı bir hastalık değildir. Çünkü kendi kendini sınırlayan bir enfeksiyon şeklidir.Arpacığın bitkisel yöntemlerle tedavisi var mıdır?Çay özü içeren şampuan, mendil ve hijyen ürünleri arpacık tedavisi için tavsiye edilebilir. Eskiden beri uygulanan çay pansumanında çayın içindeki TTO çay özü maddesinin antiseptik özelliğinden faydalanılmasından yola çıkılmaktadır. Piyasada pazarlaması yapılan farklı bitkisel tedavilerin uygulanması doğru değildir. Göz çok hassas bir organ olduğu için doğal olduğu iddia edilen ürün ve alternatif bitkisel çözümlerden uzak durulmalıdır.Arpacık tedavi edilmezse ne olur?Arpacık tedavi edilmezse şalazyon olma ihtimali artar. Çok nadir de olsa arpacığın sıkılmaya çalışılması ve göze yanlış müdahalelerin yapılması göz kapağında aşırı derecede yüze yayılan şişliklerin ortaya çıkmasına (preseptal selülit) sebep olabilir. Bu özellikle çocuklarda çok risklidir. Çünkü çocukların yüz bölgesindeki enfeksiyonlar beyne yayılım gösterebilir. Bu sebeple göz kapaklarındaki iltihaplar çok dikkate alınmalıdır.Arpacık tek gözü mü etkiler?Bir arpacık genellikle sadece tek gözü etkiler, ancak aynı anda iki gözde olması da mümkündür.Hangi durumlar arpacık olmayabilir?Yumrunun olmadığı ancak gözün ve göz kapağının şiştiği, kırmızı ve sulu belirtiler de konjonktivit veya blefarit olma olasılığı daha yüksek olmaktadır. Bununla birlikte yumrunun sert ancak çok acı vermediği durumlarda da şalazyon riski daha yüksektir. Arpacık Nedir? Arpacık, göz kapağında bulunan, gözyaşı bezlerinin yağ salgısından sorumlu olan bezlerin (meibomius bezleri) iltihaplanmasıdır. Arpacık, göz kapağının kenarına yakın, çıban veya sivilce gibi görünen kırmızı ve ağrılı bir yumru görünümündedir. Arpacık Neden Çıkar?Arpacık, göz kapaklarındaki yağ bezlerinden birinin tıkanması sonucu stafilokok bakterisinin tıkalı bezin içinde büyümesinin neden olduğu enfeksiyondur. Yağ bezlerinin iltihaplanmasının çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Bunlardan ilki sık el-göz teması ile gözlere bakteriyel enfeksiyonların bulaştırılması ile ortaya çıkar.Bununla birlikte makyajlı yatılması, kontakt lenslerin temiz kullanılmaması gibi göz hijyen kurallarına uyulmaması sebepler arasında yer almaktadır. Bir de bilefarit denilen kirpik dibinde yağ birikimi yada kepek oluşumunda arpacık sık görülen nedenler arasında bulunur. Arpacık Türleri Nelerdir?Arpacık türleri iç ve dış arpacık olmak üzere ikiye ayrılır. İnternal olanlar kapağın üst kısmında, eksternal olanlar da kirpik dibinde oluşmaktadır. İç arpacıklardan çok daha yaygın olarak görülen dış arpacıklar, genellikle kirpik folikülünde, bazen de bir yağ bezinde başlar.İç arpacıkların çoğu ise göz kapağı dokusundaki bir yağ (meibomian) bezinde başlar. Büyüdükçe gözü zorlayan bu tür, dış arpacıklardan daha acı verici olma eğilimindedirler.Arpacık Belirtileri Nelerdir?Arpacığın en önemli belirtisi göz kapağının şişmesi ve kızarıklıktır. Bir sivilce gibi enfeksiyonun ürettiği irin genellikle arpacık üzerinde bej veya sarımsı bir nokta oluşturur. Bununla birlikte gözde kızarıklık, ağrı, sarımsı akıntı, ışığa duyarlılık, gözde bir şey varmış hissi, batma, sulanma ve göz kapağının kenarında kabuklanma görülmektedir.Arpacık belirtileri şöyle sıralanabilir:Gözde Arpacığın Tanısı Nasıl Konulur?Gözde arpacığın tanısı ilk olarak uzman göz doktorunun biyomikroskopi muayenesi ile konulur. Muayenede gözyaşı yağ bezinin ucunun tıkalı olduğu görülür. Arpacığa dışarıdan bakıldığında beyaz bir uç gibi görülebilir. Uzman hekimin parmakla muayenesi sırasında da sertlik ve şişlik hissedilir.Arpacık Tedavisi Nasıl Yapılır?Arpacık tedavisi, göz kapağına yapılan hijyen bakımı ve sıcak pansuman ile başlamaktadır. Öncelikle göze 5-10 dakika sıcak pansuman yapılması gerekmektedir. Sıcak pansumanı takiben bebe şampuanı elde köpürtülüp kirpik diplerine masaj yapılarak uygulanır. Bu işlem de yaklaşık 5-10 saniye kadar devam eder. Sıcak pansuman ile yağ bezlerinin uçlarının açılması amaçlanır. Yağ bezleri açılınca içinde bulunan kistik yapı dışarı çıkar ve bu durum tedavinin hızlı olmasını sağlar. Sonrasında göze antibiyotikli damla ve merhemler uygulanır. Arpacık patlayıp iyileşene kadar kontakt lens ve göz makyajı yapmaktan kaçınılmalıdır.Arpacık Nasıl Geçer?Çok sıcak olmayacak şekilde ılık bir bezle göz kapağının üzerine 5-10 dakika aralıklarla birkaç kez kompres uygulayın. Bu işlem göz kapağı bezlerinin açılmasını teşvik eder ve arpacığa iyi gelir. Bununla birlikte göz kapakları temizlenmeli, gerektiğinde antibiyotik ilaçlar ve göz damlaları kullanılmalı, göze zarar veriyorsa kontakt lensler değiştirilmeli ve göz hijyenine dikkat edilmelidir.Arpacık Hakkında Sık Sorulan SorularArpacığa ne iyi gelir?Gözde çıkan arpacığa ılık pansuman yapmak iyi gelir. Bu yöntem yağ bezlerinin içinde birikerek kistleşen sıvının boşalmasında çok fayda sağlamaktadır. Bu sıvı boşalmazsa arpacık kistleşir ve sertleşmeye başlar. Bu duruma “Şalazyon” denmektedir. Antibiyotik ilaç tedavisine cevap vermeyen bu durumda kızarıklık ve ağrı geçer ancak göz kapağında şişlik kalıcı olur. Şalazyonun tedavisi ise cerrahi yöntemle kist duvarı ile birlikte boşaltılması şeklinde uygulanmaktadırArpacık kendi kendine geçer mi?Arpacık kendi kendine geçse bile şalazyon şeklinde kalma ihtimali fazla olmaktadır. Arpacık kendi kendini sınırlamakla birlikte tedavi edilmediğinde kistleşme riski artış gösterir.Arpacık ne kadar sürede geçer?Arpacığın ortalama enfeksiyon hali yaklaşık bir hafta sürer. Tedavi ile bir haftada enfeksiyon bulguları düzelir.Arpacık için ne zaman doktora gidilmelidir?Arpacık için ne kadar erken tedaviye başlanırsa, ortaya çıktığı yerde iz kalmadan iyileşme şansı artar ve şalazyon olma riski azalır. Çoğu arpacık göze zararsızdır ve net görme yeteneğini etkilemez. İlk önce kapalı göz kapağına günde birkaç kez 5-10 dakika sıcak pansuman yapılmalı ve göz kapağına hafifçe masaj yapılarak kişisel bakım önlemleri uygulanmalıdır. Ancak arpacığın 48 saat sonra iyileşmeye başlamaması ve kızarıklık ile şişliğin tüm göz kapağını etkilemesi veya yanak ile yüzün diğer kısımlarına uzanması durumunda uzman hekime başvurulmalıdır.Arpacığın risk faktörleri nelerdir?Yetersiz kapak hijyeni: Özellikle çocukların ellerini yüzlerini yıkamaması ve kirpik diplerinin iyi steril edilmemesi.Bilefarit gibi hastalıkların varlığı: Bilefarit gibi arpacığa sebep başka kapak hastalıklarının varlığıKontakt lens hijyeni: Kontakt lens kullananların lenslerini iyice dezenfekte etmeden veya önce ellerini yıkamadan takıp çıkarmasıMakyajı silmeden uyumak: Göz makyajının temizlenmeden gece boyunca gözde bırakılmasıCilt rahatsızlıkları: Yüz kızarıklığı ile karakterize bir cilt hastalığı olan rosacea’ya sahip olmakArpacık çıkmaması için neler yapılmalıdır?-Ellerin sabun ve ılık suyla yıkanıp hijyeni sağlanmalı. Özellikle çocuklar uyumadan önce kirpik dipleri bebe şampuanı ile yıkanmalıdır- Eller gözlerden uzak tutulmalı, göz ovalanmamalı- Kozmetik ürünlere özen gösterilmeli, eski kozmetik ürünler atılarak göz enfeksiyonu riski azaltılmalı-Kozmetik ürünler başkalarıyla paylaşılmamalı, gece boyunca makyajlı bir şekilde yatılmamalıdır. Çünkü makyaj ürünleri gözyaşı bezlerinin tıkanmasına neden olur-Alerji yapan kozmetik ürünler tercih edilmemeli,-Kontakt lenslerin temiz olduğundan emin olunmalıdır. Kontakt lens kullananlar lenslere dokunmadan önce ellerini iyice yıkamalı ve dezenfekte etmek için doktorun tavsiyelerine uymalı,-Daha önce gözde arpacık çıktıysa, düzenli olarak sıcak kompres yapılarak tekrar çıkmasını önlemeye yardımcı olunmalı,-Blefarit rahatsızlığı olanlar gözlerinin bakımı için doktorlarının talimatlarını uygulamalı,  düzenli olarak kirpik dibi kepeklenmelerinin temizlenmesi alışkanlık haline getirilmelidir.Arpacık bulaşıcı mıdır?Arpacık bulaşıcı bir hastalık değildir. Çünkü kendi kendini sınırlayan bir enfeksiyon şeklidir.Arpacığın bitkisel yöntemlerle tedavisi var mıdır?Çay özü içeren şampuan, mendil ve hijyen ürünleri arpacık tedavisi için tavsiye edilebilir. Eskiden beri uygulanan çay pansumanında çayın içindeki TTO çay özü maddesinin antiseptik özelliğinden faydalanılmasından yola çıkılmaktadır. Piyasada pazarlaması yapılan farklı bitkisel tedavilerin uygulanması doğru değildir. Göz çok hassas bir organ olduğu için doğal olduğu iddia edilen ürün ve alternatif bitkisel çözümlerden uzak durulmalıdır.Arpacık tedavi edilmezse ne olur?Arpacık tedavi edilmezse şalazyon olma ihtimali artar. Çok nadir de olsa arpacığın sıkılmaya çalışılması ve göze yanlış müdahalelerin yapılması göz kapağında aşırı derecede yüze yayılan şişliklerin ortaya çıkmasına (preseptal selülit) sebep olabilir. Bu özellikle çocuklarda çok risklidir. Çünkü çocukların yüz bölgesindeki enfeksiyonlar beyne yayılım gösterebilir. Bu sebeple göz kapaklarındaki iltihaplar çok dikkate alınmalıdır.Arpacık tek gözü mü etkiler?Bir arpacık genellikle sadece tek gözü etkiler, ancak aynı anda iki gözde olması da mümkündür.Hangi durumlar arpacık olmayabilir?Yumrunun olmadığı ancak gözün ve göz kapağının şiştiği, kırmızı ve sulu belirtiler de konjonktivit veya blefarit olma olasılığı daha yüksek olmaktadır. Bununla birlikte yumrunun sert ancak çok acı vermediği durumlarda da şalazyon riski daha yüksektir.
6,507
186
Hastalıklar
Apandisit
Apandisit, karın boşluğunun sağ alt tarafında bulunan, apendiks adı verilen kesenin iltihaplanmasıdır. Apandisit, sağ alt kolondan dışarı doğru uzanan 5 ila 10 cm boyunda, 3 ila 6 mm çapında parmak şeklinde bir kesedir. Özellikle karnın sağ alt bölümünde ağrı ile karakterize ciddi bir sağlık sorunudur. Vücutta karnın sağ alt kısmında, ince bağırsak ile kalın bağırsağın birleştiği yerin altında olan apandisit hayati bir organ olmadığı için risk teşkil ettiğinde tedavi prosedürü olarak çıkarılmasında tereddüt edilmez. 10-30 yaş aralığı, ailede apandisit öyküsü bulunanlarda, cinsiyet olarak erkek olanlarda ve kistik fibrozis bulunması apandisit için risk faktörleri arasında yer alır.Apandisit, karın boşluğunun sağ alt tarafında bulunan, apendiks adı verilen kesenin iltihaplanmasıdır. Apandisit, sağ alt kolondan dışarı doğru uzanan 5 ila 10 cm boyunda, 3 ila 6 mm çapında parmak şeklinde bir kesedir. Özellikle karnın sağ alt bölümünde ağrı ile karakterize ciddi bir sağlık sorunudur. Vücutta karnın sağ alt kısmında, ince bağırsak ile kalın bağırsağın birleştiği yerin altında olan apandisit hayati bir organ olmadığı için risk teşkil ettiğinde tedavi prosedürü olarak çıkarılmasında tereddüt edilmez. 10-30 yaş aralığı, ailede apandisit öyküsü bulunanlarda, cinsiyet olarak erkek olanlarda ve kistik fibrozis bulunması apandisit için risk faktörleri arasında yer alır. Apandisit Nedir?Apandisit karnın sağ alt tarafında bulunan kör bağırsak uzantısı olan apandisin(apendiks) iltihaplanmasıdır. Karnın sağ alt tarafında yer alan, kalın bağırsağa bağlı küçük bir organ olan apendiksin çeşitli nedenlerle tıkanması ve enfekte olması sonucu yaşanır. Apandisit, yüksek oranda bağışıklık dokusuna sahip olan, bağışıklık sisteminin bağırsaktaki sorunlarla savaşmasına yardımcı olduğu düşünülen ancak iltihap durumunda komplikasyonları önlemek için alınması tercih edilen hayati önemi olmayan bir organdır.Apandisit Neden Olur?Apandisitin nedeni kalın bağırsağın bir kısmına bağlı, apendiks adı verilen parmak büyüklüğünde küçük kesenin tıkanmasıdır. Bu tıkanıklığa genelde kalın bağırsakta hareket eden dışkı, virüs, bakteri veya parazit kaynaklı iltihaplanmalar neden olur. Enfeksiyon apandisiti şişirir ve apandisit patlar. Bazen tümörler de apandisite neden olabilir. Çocuklarda apandisit sebepleri nelerdir?Çocuklarda yaşanan apandisitin nedeni yetişkinlere göre farklılık göstermektedir. Yaşanan viral enfeksiyonlar çocuklarda apandisit gelişmesini tetikleyebilmektedir. Apandisitin lümen denilen iç kısmı çocuklarda daha dar olduğu için içeri giren dışkı parçasının dışarı çıkamaması da apandisit enfeksiyonuna yol açabilmektedir. Erken teşhis için ailelerin çocuktaki değişimleri iyi gözlemlemesi gerekmektedir.Apandisit Ağrısı Nasıl Başlar?Apandisit ağrısı genel olarak karnın ortasında gelip gidebilen bir ağrıyla başlar. Ağrı saatler içinde apandiksin bulunduğu karnın sağ tarafına ilerler, sürekli ve şiddetli hale gelir. Karnın sağ alt tarafına basıldığında, öksürüldüğünde veya yürüme gibi hareketlerde ağrı dayanılmaz hale gelebilir.Apandisit Belirtileri Nelerdir?Apandisit genellikle göbek deliği çevresinde ağrı ile başlar. Ağrı bir kaç saat içinde şiddetlenerek karnın sağ alt tarafına doğru yayılır, öksürme ve yürüme ile ağrı kötüleşir. Ayrıca bulantı ve kusma isteği, iştahın kesilmesi, ishal, gaz sıkışması ve şişkinlik gibi belirtilerde yaşanır. Apandisitte karnın sağ altına baskı yapılıp bırakıldığında ortaya çıkan ağrı kişiyi kıvrandıran yoğunlukta ve şiddettedir.Yaygın apandisit belirtileri şunlardır: Göbek çevresinde başlayıp karnın sağ altına yayılan, karnın sağ altına hafifçe bastırılıp bırakılınca yerinden zıplatan türde ağrı Öksürme ve yürüme gibi hareketlerde ağrının kötüleşmesi Bulantı ve kusma İştahsızlık İshal Yüksek ateş Gaz birikmesi ve karında şişkinlik Halsizlik Ağızda ve dilde kuruluk Kalp atışının hızlanması Gebelerde apandisit ağrısı karnın sağ üstünde yaşanabilir ayrıca mide ekşimesi, gaz sıkışmasıda apandisit belirtileri olarak görülebilir.Apandisitin patlaması sonucu apse oluşumu gözlenebilir. Bunun sonucunda riskli bir durum olan ve peritonit olarak bilinen, genellikle karın boşluğunun iltihaplanması durumu gelişebilir. Patlamış bir apandisit ayrıca bakterilerin kan dolaşımına sızmasına ve sepsis adı verilen hayati risk oluşturan bir sorunun gelişmesine de neden olabilir. O nedenle bu belirtiler yaşanıyorsa hızlı bir şekilde hastaneye gidip kontrollerin yaptırılması gerekmektedir.Çocuklarda apandisit belirtileri nelerdir?Göbek deliği etrafında başlayarak, karnın sağ alt kısmına doğru yayılan karın ağrısı, mide bulantısı, ishal ve iştah kaybı apandisiti işaret eden belirtilerdir.  Karın bölgesindeki ağrı yürürken, zıplarken ya da öksürürken daha da kötüleşebilir. Gebelerde apandisit belirtileri nelerdir?Gebelerde apandisit iltihabı ağrısı sırt ve karnın yan bölgesinde görülmektedir. Gebelikte belirtiler hamilelik semptomları ile benzerlik gösterdiğinden apandisit sorunu fark edilemeyebilir fakat büyüyen rahim, hamilelik sırasında apandisiti daha yukarı ittiği için hamilelerde apandisit ağrısı karnın sağ altı yerine üstünde yaşanabilir.Kadınlarda apandisit belirtileri nelerdir?Kadınlarda görülen apandisit belirtileri, her apandisit vakasında görülen belirtilerle aynıdır. Yalnızca erkeklere nazaran kadınlarda hamilelik, adet dönemleri ve pellvik inflamatuar hastalıklar, çikolata ve yumurtalık kistleri gibi büyümelerin neden olduğu belirtiler ile benzerlik gösterebileceğinden belirtiler bazen göz ardı edilebilir. Bu belirtiler, karnın sağ alt tarafında ağrı,sarsıcı hareketlerde ağrının kötüleşmesi, kusma, ateş, kabız ya da ishal olma, iştahsızlık ve enerjisi tükenmiş biçimde yorgun hissetmedir. Göbekte başlayıp karnın sağ alt tarafına yayılan keskin ağrı Karnın sağ alt bölümünde ufak temasta bile ağrı yaşama Ateş Bulantı ve kusma İştah kaybı Çok yorgun hissetme İshal ya da kabız olma gibi dışkılama durumunda değişiklikApandisit Vücutta Nerede Yer Alır?Apandisit nerede sorusunun cevabı: karnın sağ alt tarafında, kalın bağırsağın bir parçası olan kör bağırsakta yer alır olarak yanıtlanabilir. Apendiks, ince bağırsak ile kalın bağırsağın birleştiği yerin alt tarafında, vücutta karnın sağ alt kısmında yer almaktadır.Apandisit Patlaması Belirtileri Nelerdir?Halk dilinde "Apandisit patlaması" olarak da bilinen apandisit iltihabı, apandisitin iç kısmının tıkanması sonucu boğulmasıyla ortaya çıkar. Organın içindeki basınç yükselince beslenmesi de bozulur ve bu süreçte iltihaplanma meydana gelir.Apandisit patlaması belirtileri şunlardır: Sağ alt karın bölgesinde ağrı Karında şişkinlik Gaz sıkışması Mide bulantısı ve kusma Yüksek ateş İştah kaybı İshal ya da kabızlık Ağızda ve dilde kuruluk Göbek ve karın bölgesinde dokunmayla artan hassasiyetApandisit Teşhisi Nasıl Konulur?Hastanın öyküsü, yaşadığı belirtiler, fiziki muayene sonrasında, kan tetkikleri ve ultrason ile gerekirse bilgisayarlı tomografiyle apandisit teşhisi konulmaktadır. Ancak hamilelerde MR ya da tomografi kullanılamamaktadır. Hamilelerde apandisit iltihabı teşhisinde ultrasonla görüntüleme yeterlidir.Çocuklarda apandisit teşhisi nasıl konulur?Apandisit, çocuklarda okul dönemi denilen 6-12 yaş arasında daha fazla görülmektedir. Erkek çocuklarda daha fazla yaşanan apandisitin teşhisinde doktor muayenesinin yanında, radyolojik tetkikler ve kan tahlillerinin de yapılması gerekmektedir. Apandisit belirtileri viral enfeksiyonlar gibi hastalıklarla karıştırılabilmekte ve bu durumlarda gereksiz ilaç kullanılabilmektedir. Karın ağrısı ve ateşin olduğu dönemde kullanılan antibiyotikler kan tahlili sonuçlarının farklı çıkmasına neden olarak teşhisi daha da zorlaştırabilmektedir. Okul öncesi yaş grubundaki çocuklar sorunlarını net olarak anlatamadığı için bu yaş grubundaki çocuklarda teşhis daha da zordur. Apandisitin kesin teşhisini gösteren tahlil veya radyolojik yol olmadığı için doktor muayenesi hayati önem taşıyabilmektedir.Hamilelikte apandisit tanısı nasıl konulur?Hamilelikte apandisitin tanısını koymak zordur. Çünkü ileri görüntüleme aşamaları olan bir tomografi anne ve bebeğe vereceği zarardan ötürü kullanılamamaktadır. Bu nedenle hamilelikte apandisit tanısı için yalnızca ultrason tercih edilir. Ancak onu kullanırken de rahmin büyümesi ile birlikte apandistin yerinin değişmesi ve bazen de kalınbağırsağın altına girmesi, çoğu zaman tanıyı zorlaştırır. Hastanın ağrısı, bulantı, kusma, kanda iltihabın yükselmesi gibi belirtiler doktor için belirleyicidir. Ancak doğru tanının konulmasında öne çıkan; tecrübe ve hekimin klinik bilgisidir. El muayenesi ile birlikte, geçmiş vakaların üzerinden gidilerek vakayı o yönde değerlendirmekle sonuca ulaşılır.Apandisit Nasıl Tedavi Edilir?Apandisitin tedavisi cerrahidir. Apandisit ameliyatı apandisitin çıkarılmasıyla yapılır. Apendektomi yani apandisit ameliyatı açık ya da laparoskopik olarak yapılabilmektedir. Günümüzde 5-10 mm'lik kesilerle ameliyatın yapılması gündemdedir, özel bir gereklilik olmadığı sürece ameliyat laparoskopik yani kapalı olarak yapılmaktadır. Bu da hastaların apandisit ameliyatı sonrası daha hızlı normal hayata dönmesini sağlamaktadır.Apandisit vakaları acil olarak geldiği için hızlıca müdahale etmek amacıyla pek çok yerde açık ameliyatlar yapılmaktadır. Oysa apandisitin kapalı yöntemle yapılması çok daha uygun olmaktadır. Çok nadir vakalarda apandisit ameliyat olmadan iyileşebilir. Yine çok nadir vakalarda apandisit patlamamış ya da yırtılmamışsa doktor antibiyotik tedavisi verebilir. Ancak buna rağmen iltihap sızıntısı varsa apandisit ameliyatla tedavi edilmektedir.Apandisit tedavi edilmezse ne olur?Patlayan apandisit tedavisi edilmezse, yırtılmış apandisit enfeksiyona, apseye, sepsis olarak bilinen kan dolaşımındaki bir enfeksiyona ve hatta ölüme yol açabilir. Erken dönemde müdahale edilen apandisit ameliyatı sonrası hastanede yatış süresi bir günken, geniş kesili bir cerrahi sonrası bu süre ortalama 3 ila 5 güne kadar çıkabilir. Apandisit tedavi edilmezse ölüme neden olabilir.Apandisit Hakkında Sık Sorulan Sorular Apandisit ne demek?Apandisit, apandis içinde lümeni adı verilen zarında yaşanan tıkanıklık sonucu apandisin iltihaplanıp irinle dolmasıdır. Kalın bağırsağa bağlı apandisitteki bu tıkanıklığa dışkı, sindirim sistemi enfeksiyonları, tümör, yabancı cisim ve yüksek yağlı besinler yol açar.Apandisit patlaması nedir?Apandisit patlaması, peritonit olarak bilinen enfeksiyonun karın boyunca yayıldığı, yaşamı tehdit eden bu durumdur. Dışkı, mukus ve bakterilerin karın boşluğuna kaçmasına neden de olan apandisit patlaması hayati tehlike oluşturabileceği için apandisitin çıkarılması ve karın boşluğunun temizlenmesini gerektiren ciddi bir sağlık sorunudur.Apandisit önlenebilir mi?Apandisit, çeşitli nedenlerle oluşarak önlenebilen ve oluştuğu zaman tedavi ile geçebilen bir hastalıktır.Apandisit ne işe yarar?Görevi tam olarak bilinmemekle birlikte hayatın ilk yıllarında bağırsakların defans mekanizmasını düzenlediği kabul edilmiştir.Apandisit ağrısı kaç gün önceden başlar?Apandisit ağrısı bir ya da birkaç gün içerisinde ortaya çıkarak, şiddetlenebilir.Apandisitte karın şişer mi?Apandisitte iltihaplanmadan dolayı karın şişer ve bunun yanında ishal, kabızlık, bulantı görülür.Apandisit nasıl anlaşılır?Karnın sağ altına hafifçe bastırıldığında dahi şiddetli ağrı, 4-5 saniye basıp çekildiğinde yerinden zıplatacak tarzda elektrik çarpması şeklinde ağrı apandisit teşhisinde dikkate alınan öncelikli belirtidir. Ayrıca bulantı ve kusma, ateş, iştahsızlık, gaz sıkışması ve kalbin hızlı atması da apandisit belirtileridir.Apandisit ultrasonda belli olur mu?Apandisit, kişinin sağlık durumu, hastalık öyküsü, tetkikleri incelenedikten sonra ultrasonla bakılarak teşhis konulabilir. Apandisit iltihaplanması kaç yaşında görülür?Apandisit iltihaplanması genellikle 2 yaşından sonra her yaş grubunda görülebilir. Belirli bir yaş sınırı yoktur.Apandisit ağrısı hangi tarafta olur?Apandisit patlaması belirtileri ağrısı belirsiz bir mide ağrısı olarak başlayabilir. Sırt, bel, kasık ve bacağa vurabilir ve karnın sağ alt kısmında toplanabilir. Hasta ağrılarını “Sağ karın ağrısı” olarak tarif edebilir ve hareket ettiğinde ya da sarsıldığında ağrısının arttığını söyleyebilir.Apandisit ameliyatı ne kadar sürer?Apandisit ameliyatı, apandis kökü ve damarının bağlanmasından sonra apandisin çıkarılmasıyla yapılır. Ameliyatın süresi 30-60 dakika arasında değişiklik gösterir.Apandisit ameliyatı sonrası dikkat edilmesi gerekenlerApandisit ameliyatından sonra 10 kilodan fazla ağırlık kaldırmamaya özen göstererek, yürüyüş dışında spor aktivitesi yapılmaması önerilir. Bunun yanında 10 gün süreyle araba kullanılmaması tavsiye edilmektedir.Apandisit ameliyatı sonrasında nasıl beslenilmeli?Apandisit ameliyatı sonrası bağırsaklarda bir yavaşlama görülebilir. Bu yüzden bağırsakları yormamak için probiyotik ağırlıklı beslenerek yoğurt, turşu ve kefir tüketebilirler.Çocuklarda apandisit olur mu?Çocuklarda en sık yaşanan şikayetlerin başında karın ağrısı gelmektedir. Çocuklarda karın ağrısı; kabızlık, ishal, boğaz veya idrar yolu enfeksiyonlarında yaşanabildiği gibi apandisit gibi hayati tehlikeye neden olabilecek hastalıkların da ilk belirtisi olabilmektedir. Acil karın ağrısı şikayetiyle hastaneye gelen çocuklarda ameliyat gerektiren hastalıkların başında apandisit bulunmaktadır. Bu yüzden karın ağrısı şikayeti olan çocukların muayene ve tetkiklerinin eksiksiz yapılıp rahatsızlığın nedeninin ortaya konulması önemlidir.Çocuklarda apandisit ameliyatı nasıl yapılır?Apandisit hastalığının tedavisinde cerrahi yöntemler ön plana çıkmaktadır. Apandisit ameliyatlarında artık kapalı yöntem denilen laparoskopik cerrahi kullanılmaktadır. Genel anestezi altında gerçekleştirilen apandisit ameliyatı göbek deliği ve kasık bölgesinden açılan 3 mm’lik bir delikten yapılmaktadır. Apandisit patlamadan ameliyat gerçekleştirilmişse çocuk 1 gün hastanede kaldıktan sonra evine dönebilmektedir. Ancak apandisitin patladığı durumlarda antibiyotik tedavisi için çocuğun 3-4 gün hastanede yatması gerekebilmektedir. Laparoskopik apandisit ameliyatı, neredeyse izsiz bir cerrahi fırsatı sunmasının yanında enfeksiyon riskini azalmakta ve sosyal yaşama dönüş çok daha hızlı olmaktadır.Hangi yiyecekler apandisite neden olur?Apandisitin beslenmeyle doğrudan bir bağlantısı bulunmamaktadır. Ancak özellikle çocuklara çekirdekli gıdalar verilirken dikkatli olunmalıdır. Örneğin basit bir limon çekirdeği bile deliği tıkayabilir ve apandisit gelişebilir. Ayrıca çekirdek ya da başka bir faktör olmaksızın, vücudun kendi yaptığı “fekalit” adı verilen taşlaşmış dışkı da deliği tıkayabilir ve apandisit patlayabilir.Hamileyken apandisit ameliyatı yapılır mı?Hamileliğin başından son aylarına kadar gerekli önemler alınarak operasyon yapılabilir. Ancak hamileliğin ilk aylarında düşük riski artar; ayrıca hamileliğin ileri dönemlerinde bazı noktalara özellikle dikkat edilir. Bunlar; rahme dokunmamak ve ona bir uyaran vermemektir. Çünkü böyle bir durumda erken doğum riski de ortaya çıkabilir.Apandisit ameliyatı sonrası normal doğum yapılır mı?Hamilelerin, ameliyat sonrası genel cerrahi ve kadın doğum uzmanları tarafından takibi önemlidir. Bu hastalar normal doğum da yapabilir. Ameliyat olmuş hamilelere mutlaka sezaryen önerilmez. Ancak hastanın yarası ıkınmadan dolayı önemli bir sorun çıkaracaksa sezaryen yaptırmaları uygun olacaktır.Apandisitin patlarsa ne olur? İltihap ile dolmuş apandisit delinir ve iltihap karın boşluğuna yayılır. Apandisit patlaması belirtileri, sağ alt karın bölgesinde ağrı, karında şişkinlik, mide bulantısı ve kusma, yüksek ateş, iştah kaybı ve gaz birikmesidir. Bu durumda patlamış apandisit çıkarılmalı, karın içi yıkanmalı ve antibiyotik tedavisine başlanmalıdır.  Apandisit Nedir?Apandisit karnın sağ alt tarafında bulunan kör bağırsak uzantısı olan apandisin(apendiks) iltihaplanmasıdır. Karnın sağ alt tarafında yer alan, kalın bağırsağa bağlı küçük bir organ olan apendiksin çeşitli nedenlerle tıkanması ve enfekte olması sonucu yaşanır. Apandisit, yüksek oranda bağışıklık dokusuna sahip olan, bağışıklık sisteminin bağırsaktaki sorunlarla savaşmasına yardımcı olduğu düşünülen ancak iltihap durumunda komplikasyonları önlemek için alınması tercih edilen hayati önemi olmayan bir organdır.Apandisit Neden Olur?Apandisitin nedeni kalın bağırsağın bir kısmına bağlı, apendiks adı verilen parmak büyüklüğünde küçük kesenin tıkanmasıdır. Bu tıkanıklığa genelde kalın bağırsakta hareket eden dışkı, virüs, bakteri veya parazit kaynaklı iltihaplanmalar neden olur. Enfeksiyon apandisiti şişirir ve apandisit patlar. Bazen tümörler de apandisite neden olabilir. Çocuklarda apandisit sebepleri nelerdir?Çocuklarda yaşanan apandisitin nedeni yetişkinlere göre farklılık göstermektedir. Yaşanan viral enfeksiyonlar çocuklarda apandisit gelişmesini tetikleyebilmektedir. Apandisitin lümen denilen iç kısmı çocuklarda daha dar olduğu için içeri giren dışkı parçasının dışarı çıkamaması da apandisit enfeksiyonuna yol açabilmektedir. Erken teşhis için ailelerin çocuktaki değişimleri iyi gözlemlemesi gerekmektedir.Apandisit Ağrısı Nasıl Başlar?Apandisit ağrısı genel olarak karnın ortasında gelip gidebilen bir ağrıyla başlar. Ağrı saatler içinde apandiksin bulunduğu karnın sağ tarafına ilerler, sürekli ve şiddetli hale gelir. Karnın sağ alt tarafına basıldığında, öksürüldüğünde veya yürüme gibi hareketlerde ağrı dayanılmaz hale gelebilir.Apandisit Belirtileri Nelerdir?Apandisit genellikle göbek deliği çevresinde ağrı ile başlar. Ağrı bir kaç saat içinde şiddetlenerek karnın sağ alt tarafına doğru yayılır, öksürme ve yürüme ile ağrı kötüleşir. Ayrıca bulantı ve kusma isteği, iştahın kesilmesi, ishal, gaz sıkışması ve şişkinlik gibi belirtilerde yaşanır. Apandisitte karnın sağ altına baskı yapılıp bırakıldığında ortaya çıkan ağrı kişiyi kıvrandıran yoğunlukta ve şiddettedir.Yaygın apandisit belirtileri şunlardır:Apandisitin patlaması sonucu apse oluşumu gözlenebilir. Bunun sonucunda riskli bir durum olan ve peritonit olarak bilinen, genellikle karın boşluğunun iltihaplanması durumu gelişebilir. Patlamış bir apandisit ayrıca bakterilerin kan dolaşımına sızmasına ve sepsis adı verilen hayati risk oluşturan bir sorunun gelişmesine de neden olabilir. O nedenle bu belirtiler yaşanıyorsa hızlı bir şekilde hastaneye gidip kontrollerin yaptırılması gerekmektedir.Çocuklarda apandisit belirtileri nelerdir?Göbek deliği etrafında başlayarak, karnın sağ alt kısmına doğru yayılan karın ağrısı, mide bulantısı, ishal ve iştah kaybı apandisiti işaret eden belirtilerdir.  Karın bölgesindeki ağrı yürürken, zıplarken ya da öksürürken daha da kötüleşebilir. Gebelerde apandisit belirtileri nelerdir?Gebelerde apandisit iltihabı ağrısı sırt ve karnın yan bölgesinde görülmektedir. Gebelikte belirtiler hamilelik semptomları ile benzerlik gösterdiğinden apandisit sorunu fark edilemeyebilir fakat büyüyen rahim, hamilelik sırasında apandisiti daha yukarı ittiği için hamilelerde apandisit ağrısı karnın sağ altı yerine üstünde yaşanabilir.Kadınlarda apandisit belirtileri nelerdir?Kadınlarda görülen apandisit belirtileri, her apandisit vakasında görülen belirtilerle aynıdır. Yalnızca erkeklere nazaran kadınlarda hamilelik, adet dönemleri ve pellvik inflamatuar hastalıklar, çikolata ve yumurtalık kistleri gibi büyümelerin neden olduğu belirtiler ile benzerlik gösterebileceğinden belirtiler bazen göz ardı edilebilir. Bu belirtiler, karnın sağ alt tarafında ağrı,sarsıcı hareketlerde ağrının kötüleşmesi, kusma, ateş, kabız ya da ishal olma, iştahsızlık ve enerjisi tükenmiş biçimde yorgun hissetmedir.Apandisit Vücutta Nerede Yer Alır?Apandisit nerede sorusunun cevabı: karnın sağ alt tarafında, kalın bağırsağın bir parçası olan kör bağırsakta yer alır olarak yanıtlanabilir. Apendiks, ince bağırsak ile kalın bağırsağın birleştiği yerin alt tarafında, vücutta karnın sağ alt kısmında yer almaktadır.Apandisit Patlaması Belirtileri Nelerdir?Halk dilinde "Apandisit patlaması" olarak da bilinen apandisit iltihabı, apandisitin iç kısmının tıkanması sonucu boğulmasıyla ortaya çıkar. Organın içindeki basınç yükselince beslenmesi de bozulur ve bu süreçte iltihaplanma meydana gelir.Apandisit patlaması belirtileri şunlardır:Apandisit Teşhisi Nasıl Konulur?Hastanın öyküsü, yaşadığı belirtiler, fiziki muayene sonrasında, kan tetkikleri ve ultrason ile gerekirse bilgisayarlı tomografiyle apandisit teşhisi konulmaktadır. Ancak hamilelerde MR ya da tomografi kullanılamamaktadır. Hamilelerde apandisit iltihabı teşhisinde ultrasonla görüntüleme yeterlidir.Çocuklarda apandisit teşhisi nasıl konulur?Apandisit, çocuklarda okul dönemi denilen 6-12 yaş arasında daha fazla görülmektedir. Erkek çocuklarda daha fazla yaşanan apandisitin teşhisinde doktor muayenesinin yanında, radyolojik tetkikler ve kan tahlillerinin de yapılması gerekmektedir. Apandisit belirtileri viral enfeksiyonlar gibi hastalıklarla karıştırılabilmekte ve bu durumlarda gereksiz ilaç kullanılabilmektedir. Karın ağrısı ve ateşin olduğu dönemde kullanılan antibiyotikler kan tahlili sonuçlarının farklı çıkmasına neden olarak teşhisi daha da zorlaştırabilmektedir. Okul öncesi yaş grubundaki çocuklar sorunlarını net olarak anlatamadığı için bu yaş grubundaki çocuklarda teşhis daha da zordur. Apandisitin kesin teşhisini gösteren tahlil veya radyolojik yol olmadığı için doktor muayenesi hayati önem taşıyabilmektedir.Hamilelikte apandisit tanısı nasıl konulur?Hamilelikte apandisitin tanısını koymak zordur. Çünkü ileri görüntüleme aşamaları olan bir tomografi anne ve bebeğe vereceği zarardan ötürü kullanılamamaktadır. Bu nedenle hamilelikte apandisit tanısı için yalnızca ultrason tercih edilir. Ancak onu kullanırken de rahmin büyümesi ile birlikte apandistin yerinin değişmesi ve bazen de kalınbağırsağın altına girmesi, çoğu zaman tanıyı zorlaştırır. Hastanın ağrısı, bulantı, kusma, kanda iltihabın yükselmesi gibi belirtiler doktor için belirleyicidir. Ancak doğru tanının konulmasında öne çıkan; tecrübe ve hekimin klinik bilgisidir. El muayenesi ile birlikte, geçmiş vakaların üzerinden gidilerek vakayı o yönde değerlendirmekle sonuca ulaşılır.Apandisit Nasıl Tedavi Edilir?Apandisitin tedavisi cerrahidir. Apandisit ameliyatı apandisitin çıkarılmasıyla yapılır. Apendektomi yani apandisit ameliyatı açık ya da laparoskopik olarak yapılabilmektedir. Günümüzde 5-10 mm'lik kesilerle ameliyatın yapılması gündemdedir, özel bir gereklilik olmadığı sürece ameliyat laparoskopik yani kapalı olarak yapılmaktadır. Bu da hastaların apandisit ameliyatı sonrası daha hızlı normal hayata dönmesini sağlamaktadır.Apandisit vakaları acil olarak geldiği için hızlıca müdahale etmek amacıyla pek çok yerde açık ameliyatlar yapılmaktadır. Oysa apandisitin kapalı yöntemle yapılması çok daha uygun olmaktadır. Çok nadir vakalarda apandisit ameliyat olmadan iyileşebilir. Yine çok nadir vakalarda apandisit patlamamış ya da yırtılmamışsa doktor antibiyotik tedavisi verebilir. Ancak buna rağmen iltihap sızıntısı varsa apandisit ameliyatla tedavi edilmektedir.Apandisit tedavi edilmezse ne olur?Patlayan apandisit tedavisi edilmezse, yırtılmış apandisit enfeksiyona, apseye, sepsis olarak bilinen kan dolaşımındaki bir enfeksiyona ve hatta ölüme yol açabilir. Erken dönemde müdahale edilen apandisit ameliyatı sonrası hastanede yatış süresi bir günken, geniş kesili bir cerrahi sonrası bu süre ortalama 3 ila 5 güne kadar çıkabilir. Apandisit tedavi edilmezse ölüme neden olabilir.Apandisit Hakkında Sık Sorulan Sorular Apandisit ne demek?Apandisit, apandis içinde lümeni adı verilen zarında yaşanan tıkanıklık sonucu apandisin iltihaplanıp irinle dolmasıdır. Kalın bağırsağa bağlı apandisitteki bu tıkanıklığa dışkı, sindirim sistemi enfeksiyonları, tümör, yabancı cisim ve yüksek yağlı besinler yol açar.Apandisit patlaması nedir?Apandisit patlaması, peritonit olarak bilinen enfeksiyonun karın boyunca yayıldığı, yaşamı tehdit eden bu durumdur. Dışkı, mukus ve bakterilerin karın boşluğuna kaçmasına neden de olan apandisit patlaması hayati tehlike oluşturabileceği için apandisitin çıkarılması ve karın boşluğunun temizlenmesini gerektiren ciddi bir sağlık sorunudur.Apandisit önlenebilir mi?Apandisit, çeşitli nedenlerle oluşarak önlenebilen ve oluştuğu zaman tedavi ile geçebilen bir hastalıktır.Apandisit ne işe yarar?Görevi tam olarak bilinmemekle birlikte hayatın ilk yıllarında bağırsakların defans mekanizmasını düzenlediği kabul edilmiştir.Apandisit ağrısı kaç gün önceden başlar?Apandisit ağrısı bir ya da birkaç gün içerisinde ortaya çıkarak, şiddetlenebilir.Apandisitte karın şişer mi?Apandisitte iltihaplanmadan dolayı karın şişer ve bunun yanında ishal, kabızlık, bulantı görülür.Apandisit nasıl anlaşılır?Karnın sağ altına hafifçe bastırıldığında dahi şiddetli ağrı, 4-5 saniye basıp çekildiğinde yerinden zıplatacak tarzda elektrik çarpması şeklinde ağrı apandisit teşhisinde dikkate alınan öncelikli belirtidir. Ayrıca bulantı ve kusma, ateş, iştahsızlık, gaz sıkışması ve kalbin hızlı atması da apandisit belirtileridir.Apandisit ultrasonda belli olur mu?Apandisit, kişinin sağlık durumu, hastalık öyküsü, tetkikleri incelenedikten sonra ultrasonla bakılarak teşhis konulabilir. Apandisit iltihaplanması kaç yaşında görülür?Apandisit iltihaplanması genellikle 2 yaşından sonra her yaş grubunda görülebilir. Belirli bir yaş sınırı yoktur.Apandisit ağrısı hangi tarafta olur?Apandisit patlaması belirtileri ağrısı belirsiz bir mide ağrısı olarak başlayabilir. Sırt, bel, kasık ve bacağa vurabilir ve karnın sağ alt kısmında toplanabilir. Hasta ağrılarını “Sağ karın ağrısı” olarak tarif edebilir ve hareket ettiğinde ya da sarsıldığında ağrısının arttığını söyleyebilir.Apandisit ameliyatı ne kadar sürer?Apandisit ameliyatı, apandis kökü ve damarının bağlanmasından sonra apandisin çıkarılmasıyla yapılır. Ameliyatın süresi 30-60 dakika arasında değişiklik gösterir.Apandisit ameliyatı sonrası dikkat edilmesi gerekenlerApandisit ameliyatından sonra 10 kilodan fazla ağırlık kaldırmamaya özen göstererek, yürüyüş dışında spor aktivitesi yapılmaması önerilir. Bunun yanında 10 gün süreyle araba kullanılmaması tavsiye edilmektedir.Apandisit ameliyatı sonrasında nasıl beslenilmeli?Apandisit ameliyatı sonrası bağırsaklarda bir yavaşlama görülebilir. Bu yüzden bağırsakları yormamak için probiyotik ağırlıklı beslenerek yoğurt, turşu ve kefir tüketebilirler.Çocuklarda apandisit olur mu?Çocuklarda en sık yaşanan şikayetlerin başında karın ağrısı gelmektedir. Çocuklarda karın ağrısı; kabızlık, ishal, boğaz veya idrar yolu enfeksiyonlarında yaşanabildiği gibi apandisit gibi hayati tehlikeye neden olabilecek hastalıkların da ilk belirtisi olabilmektedir. Acil karın ağrısı şikayetiyle hastaneye gelen çocuklarda ameliyat gerektiren hastalıkların başında apandisit bulunmaktadır. Bu yüzden karın ağrısı şikayeti olan çocukların muayene ve tetkiklerinin eksiksiz yapılıp rahatsızlığın nedeninin ortaya konulması önemlidir.Çocuklarda apandisit ameliyatı nasıl yapılır?Apandisit hastalığının tedavisinde cerrahi yöntemler ön plana çıkmaktadır. Apandisit ameliyatlarında artık kapalı yöntem denilen laparoskopik cerrahi kullanılmaktadır. Genel anestezi altında gerçekleştirilen apandisit ameliyatı göbek deliği ve kasık bölgesinden açılan 3 mm’lik bir delikten yapılmaktadır. Apandisit patlamadan ameliyat gerçekleştirilmişse çocuk 1 gün hastanede kaldıktan sonra evine dönebilmektedir. Ancak apandisitin patladığı durumlarda antibiyotik tedavisi için çocuğun 3-4 gün hastanede yatması gerekebilmektedir. Laparoskopik apandisit ameliyatı, neredeyse izsiz bir cerrahi fırsatı sunmasının yanında enfeksiyon riskini azalmakta ve sosyal yaşama dönüş çok daha hızlı olmaktadır.Hangi yiyecekler apandisite neden olur?Apandisitin beslenmeyle doğrudan bir bağlantısı bulunmamaktadır. Ancak özellikle çocuklara çekirdekli gıdalar verilirken dikkatli olunmalıdır. Örneğin basit bir limon çekirdeği bile deliği tıkayabilir ve apandisit gelişebilir. Ayrıca çekirdek ya da başka bir faktör olmaksızın, vücudun kendi yaptığı “fekalit” adı verilen taşlaşmış dışkı da deliği tıkayabilir ve apandisit patlayabilir.Hamileyken apandisit ameliyatı yapılır mı?Hamileliğin başından son aylarına kadar gerekli önemler alınarak operasyon yapılabilir. Ancak hamileliğin ilk aylarında düşük riski artar; ayrıca hamileliğin ileri dönemlerinde bazı noktalara özellikle dikkat edilir. Bunlar; rahme dokunmamak ve ona bir uyaran vermemektir. Çünkü böyle bir durumda erken doğum riski de ortaya çıkabilir.Apandisit ameliyatı sonrası normal doğum yapılır mı?Hamilelerin, ameliyat sonrası genel cerrahi ve kadın doğum uzmanları tarafından takibi önemlidir. Bu hastalar normal doğum da yapabilir. Ameliyat olmuş hamilelere mutlaka sezaryen önerilmez. Ancak hastanın yarası ıkınmadan dolayı önemli bir sorun çıkaracaksa sezaryen yaptırmaları uygun olacaktır.Apandisitin patlarsa ne olur? İltihap ile dolmuş apandisit delinir ve iltihap karın boşluğuna yayılır. Apandisit patlaması belirtileri, sağ alt karın bölgesinde ağrı, karında şişkinlik, mide bulantısı ve kusma, yüksek ateş, iştah kaybı ve gaz birikmesidir. Bu durumda patlamış apandisit çıkarılmalı, karın içi yıkanmalı ve antibiyotik tedavisine başlanmalıdır. 
11,314
187
Hastalıklar
Aplastik Anemi
Aplastik anemi, vücudun yeterli miktarda kan üretemediği durumda ortaya çıkan ciddi bir kan hastalığı olarak bilinir. Bu durum kişiyi yorgun, enfeksiyonlara ve kontrolsüz kanamaya daha yatkın hale getirir. Her yaşta görülebilen bir durum olan aplastik anemi, aniden ortaya çıkabilir ve müdahale edilmediğinde zamanla kötüleşebilir. Uzmanlar aplastik anemiyi tedavi edebilir ancak tek tedavi kök hücre naklidir.Aplastik anemi, vücudun yeterli miktarda kan üretemediği durumda ortaya çıkan ciddi bir kan hastalığı olarak bilinir. Bu durum kişiyi yorgun, enfeksiyonlara ve kontrolsüz kanamaya daha yatkın hale getirir. Her yaşta görülebilen bir durum olan aplastik anemi, aniden ortaya çıkabilir ve müdahale edilmediğinde zamanla kötüleşebilir. Uzmanlar aplastik anemiyi tedavi edebilir ancak tek tedavi kök hücre naklidir. Aplastik Anemi Nedir?Aplastik anemi, kemik iliğinin yeterince kan hücresi ve trombosit üretemediğinde meydana gelen ciddi bir kan hastalığıdır. Bu hastalık nadir olarak görülür ve her yaştan kişiyi etkileyebilir. Aplastik anemisi olanlarda ciddi enfeksiyon, kanama problemleri, kalp sorunları ve diğer komplikasyon riski artabilir. Vücutta aniden oluşabileceği gibi yavaş yavaş da gelişebilir. Aplastik anemi semptomlarına yönelik tedavi yöntemleri bulunur.Aplastik Aneminin Belirtileri Nelerdir?Aplastik anemi belirtileri halsizlik, yorgunluk, ciltte döküntü şeklinde görülür. Bu hastalık durumunda beyaz kan hücre (nötropeni),  kırmızı kan hücre (anemi) düşüklüğü ve trombosit sayısında azalma gibi durumlara rastlanır. Aplastik anemi belirtileri haftalar ve aylar içerisinde gelişir, dolayısıyla vücuttaki değişiklikleri hemen fark edilmeyebilir. Aplastik aneminin görülen en yaygın belirtileri şöyle sıralanır: Normalden daha uzun süren sık viral enfeksiyonlar Yorgunluk ve halsizlik Daha kolay kanama ya da morarma Nefes darlığı (dispne) Düzensiz kalp atışı Ten renginin normalden daha soluk olması Baş dönmesi Baş ağrısı Ateş Burun kanamasıBazı aplastik anemi belirtileri diğer hastalıkları taklit edebilir. Uzun süreler hastaysanız ve sürekli çok yorgun hissediyorsanız bir uzman doktorlar görüşmeniz gerekebilir.Aplastik Anemi Neden Olur?Aplastik anemi kan hücre üretimi ile görevli olan kök hücrelerin zarar görmesinden kaynaklanır.  Bunun yanında bağışıklık sisteminin kemik iliğine saldırarak kök hücre üretimini engellemesi nedeniyle de aplastik anemi oluşabilir. Belirli tıbbi durumlar, kalıtsal durumlar, tıbbi tedaviler ve belirli kanserojenlere maruz kalma, aplastik anemi geliştirme riskini artırdığı bilinir. Kemik iliğine zarar görmesine sebep olarak kan hücresi üretimini engelleyen nedenler şunlardır:Genetik faktörlerKalıtsal olarak ortaya çıkan aplastik anemi hastalığına gende meydana gelen kusurları neden olur. Bu durum en çok çocuklarda ve gençlerde görülür. Genetik faktörlerden kaynaklı aplastik anemili hastalarda, lösemi ve bazı kanserler görülme riski daha yüksek olur.Bazı kimyasallara maruz kalmaBöcek ilaçları içeriğinde bulunan bazı kimyasallar ya da pestisit gibi maddelere uzun süreler maruz kalmak aplastik anemi neden olarak bilinir.Kemoterapi ve radyoterapi Kanser hücrelerine müdahale ederken uygulanan kemoterapi ve radyoterapi, sağlıklı hücrelerin de ölmesine neden olarak aplastik aneminin oluşmasına neden olabilir.Otoimmün bozukluklarVücutta bir durum meydana geldiğinde bağışıklık sistemi sağlıklı hücrelere saldırır ve zarar verir. Otoimmün bozukluk meydana geldiğinde kemik iliğine saldırarak kök hücre oluşumunu engelleyebilir.Enfeksiyonlar Aplastik anemi hepatit, HIV, Epstein-Barr, sitomegalovirüs (CMV), parvovirüs B19 nedeniyle ortaya çıkabilir.GebelikBağışıklık sistemi vücuttaki değişimlerden kaynaklı olarak hamilelik döneminde kemik iliğine saldırabilir. Bu da kök hücre üretimine zarar vererek aplastik anemi oluşmasına neden olur.İlaç kullanımı Antibiyotikler ve antiromatizmal ilaçlar, aplastik anemiye neden olabilir.Bazı durumlarda aplastik anemi nedeni bilinmeyebilir. Nedeni bulunamayan bu tür aplastik anemi idiyopatik aplastik anemi olarak isimlendirilir.Aplastik Anemi Tanısı Nasıl Konur?Uzman doktor, fizik muayene, kan testleri ve genetik testler yaparak aplastik anemiyi teşhis etmek için kullanılır. Aplastik anemi tanısı için şu testlerden yararlanılır:Tam kan sayımı (hemogram): Beş çeşit beyaz kan hücresi bulunur. Diferansiyel tam kan sayımı ile her bir beyaz kan hücresi türünden kaç tane bulunduğu ortaya çıkarılır.Periferik kan yayması: Tıbbi patologlar kan hücrelerini ve trombositleri inceleyerek ortaya çıkarır.Retikülosit sayısı: Bir kişinin vücudunun yeterince kırmızı kan hücresi üretip üretmediğini ortaya çıkarır. Bu test olgunlaşmamış kırmızı kan hücrelerinin (retikülositler) sayısını sayar.  Kemik iliği aspirasyonu ve kemik iliği biyopsisi: Kemik iliği biyopsisi işlemi sırasında kemik iliğinden örnek alınır. Sıklıkla kalça kemiği tercih edilen bu yöntemde lokal anestezi ile uyuşturulma yapılır. Kemik iliğinden numune alınarak inceleme yapılır. Aplastik anemide kemik iliğinde yer aln kan hücre sayılarının normalden daha az sayıda olup olmadığı gözlemlenir.Aplastik Anemi Tedavisi Nasıl Olur?Aplastik anemi tedavisi durumunuza göre değişiklik gösterir. Bazı kişilerde kanser veya otoimmün hastalık tedavisi gördükleri için aplastik anemi gelişir. Bu durum yaşandığında uzman doktor, hastalığa yönelik uygulayarak aplastik anemiyi tedavi edebilirler.Kan testlerinde kan hücresi seviyeleri normalden düşükse ve semptomlar yoksa, doktorlar orta derecede aplastik anemi olduğunu söyleyebilir. Bu durumda doktor genel sağlığınve kan sayımını takip etmek ister. Aplastik aneminin diğer tedavi yöntemleri şunları içerir:İmmünosupresanlar:  Bu ilaçlar bağışıklık sistemini geride tutarak kök hücrelere saldırının durdurulmasını amaçlar.Kan nakli: Transfüzyon yani kan nakli kırmızı kan hücrelerinin ve trombositlerin yerini alır. Transfüzyonlar aplastik aneminin semptomlarını azaltır, iyileştirmede etkili değildir.Antibiyotikler: Aplastik anemi bakteriyel enfeksiyon riskini artırdığından antibiyotiklerden yararlanılır. Antibiyotikler enfeksiyonların tedavisine yardımcı olur.Allojenik kök hücre nakli: Aplastik anemi nedeniyle zarar gören kemik iliğindeki sağlıksız kök hücreler yerine sağlıklı olanlarla değiştirilir.Aplastik Anemi Hakkında Sık Sorulan SorularAplastik anemi kanser midir?Semptomları tedavi edilebilir bir ciddi kan hastalığı olarak bilinen aplastik anemi, kanser değildir. Kan hücre üretiminin yeterli olmamasından kaynaklı olarak bu hastalık oluşur.Aplastik anemi ölümcül müdür?Aplastik anemi hastalığı tedavi edilmediğinde tehlikeli olabilmektedir. Bu hastalığın seyri kişinin yaşı, cinsiyeti, kronik hastalıklarına göre farklılık gösterir. Kök hücre nakli ve ilaçlar sayesinde sağ kalma oranı yükselmektedir. Aplastik Anemi Nedir?Aplastik anemi, kemik iliğinin yeterince kan hücresi ve trombosit üretemediğinde meydana gelen ciddi bir kan hastalığıdır. Bu hastalık nadir olarak görülür ve her yaştan kişiyi etkileyebilir. Aplastik anemisi olanlarda ciddi enfeksiyon, kanama problemleri, kalp sorunları ve diğer komplikasyon riski artabilir. Vücutta aniden oluşabileceği gibi yavaş yavaş da gelişebilir. Aplastik anemi semptomlarına yönelik tedavi yöntemleri bulunur.Aplastik Aneminin Belirtileri Nelerdir?Aplastik anemi belirtileri halsizlik, yorgunluk, ciltte döküntü şeklinde görülür. Bu hastalık durumunda beyaz kan hücre (nötropeni),  kırmızı kan hücre (anemi) düşüklüğü ve trombosit sayısında azalma gibi durumlara rastlanır. Aplastik anemi belirtileri haftalar ve aylar içerisinde gelişir, dolayısıyla vücuttaki değişiklikleri hemen fark edilmeyebilir. Aplastik aneminin görülen en yaygın belirtileri şöyle sıralanır:Bazı aplastik anemi belirtileri diğer hastalıkları taklit edebilir. Uzun süreler hastaysanız ve sürekli çok yorgun hissediyorsanız bir uzman doktorlar görüşmeniz gerekebilir.Aplastik Anemi Neden Olur?Aplastik anemi kan hücre üretimi ile görevli olan kök hücrelerin zarar görmesinden kaynaklanır.  Bunun yanında bağışıklık sisteminin kemik iliğine saldırarak kök hücre üretimini engellemesi nedeniyle de aplastik anemi oluşabilir. Belirli tıbbi durumlar, kalıtsal durumlar, tıbbi tedaviler ve belirli kanserojenlere maruz kalma, aplastik anemi geliştirme riskini artırdığı bilinir. Kemik iliğine zarar görmesine sebep olarak kan hücresi üretimini engelleyen nedenler şunlardır:Genetik faktörlerKalıtsal olarak ortaya çıkan aplastik anemi hastalığına gende meydana gelen kusurları neden olur. Bu durum en çok çocuklarda ve gençlerde görülür. Genetik faktörlerden kaynaklı aplastik anemili hastalarda, lösemi ve bazı kanserler görülme riski daha yüksek olur.Bazı kimyasallara maruz kalmaBöcek ilaçları içeriğinde bulunan bazı kimyasallar ya da pestisit gibi maddelere uzun süreler maruz kalmak aplastik anemi neden olarak bilinir.Kemoterapi ve radyoterapi Kanser hücrelerine müdahale ederken uygulanan kemoterapi ve radyoterapi, sağlıklı hücrelerin de ölmesine neden olarak aplastik aneminin oluşmasına neden olabilir.Otoimmün bozukluklarVücutta bir durum meydana geldiğinde bağışıklık sistemi sağlıklı hücrelere saldırır ve zarar verir. Otoimmün bozukluk meydana geldiğinde kemik iliğine saldırarak kök hücre oluşumunu engelleyebilir.Enfeksiyonlar Aplastik anemi hepatit, HIV, Epstein-Barr, sitomegalovirüs (CMV), parvovirüs B19 nedeniyle ortaya çıkabilir.GebelikBağışıklık sistemi vücuttaki değişimlerden kaynaklı olarak hamilelik döneminde kemik iliğine saldırabilir. Bu da kök hücre üretimine zarar vererek aplastik anemi oluşmasına neden olur.İlaç kullanımı Antibiyotikler ve antiromatizmal ilaçlar, aplastik anemiye neden olabilir.Bazı durumlarda aplastik anemi nedeni bilinmeyebilir. Nedeni bulunamayan bu tür aplastik anemi idiyopatik aplastik anemi olarak isimlendirilir.Aplastik Anemi Tanısı Nasıl Konur?Uzman doktor, fizik muayene, kan testleri ve genetik testler yaparak aplastik anemiyi teşhis etmek için kullanılır. Aplastik anemi tanısı için şu testlerden yararlanılır:Tam kan sayımı (hemogram): Beş çeşit beyaz kan hücresi bulunur. Diferansiyel tam kan sayımı ile her bir beyaz kan hücresi türünden kaç tane bulunduğu ortaya çıkarılır.Periferik kan yayması: Tıbbi patologlar kan hücrelerini ve trombositleri inceleyerek ortaya çıkarır.Retikülosit sayısı: Bir kişinin vücudunun yeterince kırmızı kan hücresi üretip üretmediğini ortaya çıkarır. Bu test olgunlaşmamış kırmızı kan hücrelerinin (retikülositler) sayısını sayar.  Kemik iliği aspirasyonu ve kemik iliği biyopsisi: Kemik iliği biyopsisi işlemi sırasında kemik iliğinden örnek alınır. Sıklıkla kalça kemiği tercih edilen bu yöntemde lokal anestezi ile uyuşturulma yapılır. Kemik iliğinden numune alınarak inceleme yapılır. Aplastik anemide kemik iliğinde yer aln kan hücre sayılarının normalden daha az sayıda olup olmadığı gözlemlenir.Aplastik Anemi Tedavisi Nasıl Olur?Aplastik anemi tedavisi durumunuza göre değişiklik gösterir. Bazı kişilerde kanser veya otoimmün hastalık tedavisi gördükleri için aplastik anemi gelişir. Bu durum yaşandığında uzman doktor, hastalığa yönelik uygulayarak aplastik anemiyi tedavi edebilirler.Kan testlerinde kan hücresi seviyeleri normalden düşükse ve semptomlar yoksa, doktorlar orta derecede aplastik anemi olduğunu söyleyebilir. Bu durumda doktor genel sağlığınve kan sayımını takip etmek ister. Aplastik aneminin diğer tedavi yöntemleri şunları içerir:İmmünosupresanlar:  Bu ilaçlar bağışıklık sistemini geride tutarak kök hücrelere saldırının durdurulmasını amaçlar.Kan nakli: Transfüzyon yani kan nakli kırmızı kan hücrelerinin ve trombositlerin yerini alır. Transfüzyonlar aplastik aneminin semptomlarını azaltır, iyileştirmede etkili değildir.Antibiyotikler: Aplastik anemi bakteriyel enfeksiyon riskini artırdığından antibiyotiklerden yararlanılır. Antibiyotikler enfeksiyonların tedavisine yardımcı olur.Allojenik kök hücre nakli: Aplastik anemi nedeniyle zarar gören kemik iliğindeki sağlıksız kök hücreler yerine sağlıklı olanlarla değiştirilir.Aplastik Anemi Hakkında Sık Sorulan SorularAplastik anemi kanser midir?Semptomları tedavi edilebilir bir ciddi kan hastalığı olarak bilinen aplastik anemi, kanser değildir. Kan hücre üretiminin yeterli olmamasından kaynaklı olarak bu hastalık oluşur.Aplastik anemi ölümcül müdür?Aplastik anemi hastalığı tedavi edilmediğinde tehlikeli olabilmektedir. Bu hastalığın seyri kişinin yaşı, cinsiyeti, kronik hastalıklarına göre farklılık gösterir. Kök hücre nakli ve ilaçlar sayesinde sağ kalma oranı yükselmektedir.
4,731
188
Hastalıklar
ASD (Atriyal Septal Defekt)
ASD (atriyal septal defekt), atriyum olarak bilinen kalbin üst odacıklarında delik oluşmasıdır. Doğuştan meydana gelen bir kalp hastalığıdır atriyal septal defekt,  en sık görülen konjenital kalp defektleri arasında yer alır. Sebebi tam olarak bilinmeyen ancak genetik ve çevresel koşulların etkili olabileceği düşünülen ASD’nin genellikle hiçbir belirti vermemesi, hastalığın teşhisinin daha geç konulmasına sebep olur. Ekokardiyografi ile tanısı konulan ASD’nin tedavisi ise anjiyo / kateter veya cerrahi yöntemler ile yapılır. ASD (atriyal septal defekt), atriyum olarak bilinen kalbin üst odacıklarında delik oluşmasıdır. Doğuştan meydana gelen bir kalp hastalığıdır atriyal septal defekt,  en sık görülen konjenital kalp defektleri arasında yer alır. Sebebi tam olarak bilinmeyen ancak genetik ve çevresel koşulların etkili olabileceği düşünülen ASD’nin genellikle hiçbir belirti vermemesi, hastalığın teşhisinin daha geç konulmasına sebep olur. Ekokardiyografi ile tanısı konulan ASD’nin tedavisi ise anjiyo / kateter veya cerrahi yöntemler ile yapılır.  ASD (Atriyal Septal Defekt) Nedir?Kısaca ASD olarak adlandırılan atriyal septal defekt, kalpte, kalbin içinde ve kalp kulakçıkları arasında delik olması durumudur. Doğuştan gelen kalp hastalıkları arasında yer alır. Normal bir kalpte böyle bir delik bulunmaz. Bu deliğin genişliği zaman içinde küçülebilir, kendi kendine kapanabilir veya hiç değişme olmadan yıllarca aynı kalabilir.Doğuştan bir kalp kusuru olan ASD hastalığında kalpte meydana gelen bu açıklık ve delik, oksijen açısından zengin kanın, kalpteki oksijen açısından fakir kan odacıklarına sızmasına yol açar. Net bir nedeni belirlenmeyen ASD, genellikle genetik ve çevresel faktörlere bağlı olarak geliştiği değerlendirilir. Çoğunlukla herhangi bir belirti göstermeyen ASD hastalığı bazı bebeklerde anormal kalp sesleriyle ortaya çıkar. ASD (Atriyal Septal Defekt) Neden Olur?Atriyal septal defekt olarak bilinen ASD, hamilelikte bebeğin kalbinin oluşumu sırasında iki ventrikül arasındaki duvarın tam olarak gelişememesi ve bir delik bırakması durumunda meydana gelir. ASDİ'nin kalbin gelişiminin erken dönemlerindeki hatalardan kaynaklandığı bilinmekle birlikte bazı genetik ve çevresel faktörler de bu kusurların oluşumunda rol oynayabilir. Konjenital kalp problemlerinin yaklaşık yüzde 10’u spesifik genetik / ailesel kusurlardan kaynaklanır.ASD'ye yol açan faktörler şöyle sıralanabilir: Genetik Çevresel faktörler Hamileliğin ilk aylarında annenin kızamıkçık olması Sigara ve alkol tüketimi Diyabet Lupus hastalığıASD (Atriyal Septal Defekt) Belirtileri Nelerdir?Atriyal septal defekt hastalığıyla dünyaya gelen birçok bebekte herhangi bir belirti gözlenmeyebilir. Ancak muayene ile bazı bebeklerde üfürüm denilen anormal kalp sesleri duyulabilir. Hastaların bir kısmında ilerlemiş hastalığa bağlı şikayetler ve bulgular genellikle yetişkinlikte başlar. Bu belirtilerin başında akciğer enfeksiyonları, nefes darlığı, hareket veya beslenme sırasında çabuk yorulma ve vücudun bazı bölgelerinde şişmedir.Bazı hastalar başka bir şikayet sonucu çekilen göğüs röntgeninde kalbin sağ tarafının normalden daha büyük olduğunun görülmesi ile tanı alırken hastaların bir kısmı yine başka nedenlerle yapılan ekokardiyografide tesadüfen tanı alırlar.ASD hastalığında görülen belirtiler genellikle şunlardan ibarettir: Kalpte üfürüm adı verilen bir uğultu sesi Akciğer enfeksiyonları Nefes darlığı Egzersiz veya beslenme sırasında çabuk yorulma Kalp çarpıntısı Bacak, ayak veya karında şişme Bayılma Baş ağrısı, migren atakları Felç Kollarda ve bacaklarda kuvvet kaybı Konuşma ve görme problemleriÜfürüm adı verilen uğultu sesiKalpte üfürüm adı verilen uğultu sesi genellikle yenidoğan bebeklerde ortaya çıkar ve steteskopla kalbin dinlendiği sırada ortaya çıkar. Bunun nedeni kalpteki deliktir.Akciğer enfeksiyonları Kalbinde delikle dünyaya gelen bebeklerde akciğer enfeksiyonları görülme riski yüksektir. Akciğer enfeksiyonları, ASD'nin yaygın belirtilerindendir.Nefes darlığıNefes darlığı, ASD'nin göstergelerinden biridir. Kalpteki deliğe bağlı olarak meydana gelen nefes darlığı günlük yaşamda rahatsız edici olabilir.Egzersiz veya beslenme sırasında çabuk yorulmaASD ile dünyaya gelen kişiler yaşları ilerledikçe egzersiz yaptığı veya yemek yediği sırada çabuk yorulma problemiyle karşılaşır. Bu şikayet ASD sinyallerindendir.Kalp çarpıntısı Kalp çarpıntısı da sık rastlanan ASD semptomları arasında değerlendirilir.Yukarıda yer alan genellikle gerek yenidoğan bebeklerde gerekse yetişkinlerde görülen ASD belirtileri arasındadır. Ancak ASD hastalığı genellikle herhangi bir semptom olmaksızın ortaya çıkar.ASD (Atriyal septal defekt) Nasıl Teşhis Edilir?Kontrol amaçlı yapılan muayenede steteskopla dinlenen kalpte üfürümü duymak, atriyal septal kusur veya başka bir kalp kusurunun varlığından şüphe duyulmasını sağlar. Şüphe duyulan kalp kusurunu belirleyebilmek için bazı testler uygulanabilmektedir.Bu testler şu şekildedir:Ekokardiyografi (Kalp Ultrasonu)Ekokardiyografi, atriyal septal defekt tanısı için en sık kullanılan testtir. Ses dalgaları ile kalbin görüntüsü oluşturulur. Kalp odacıklarının görüntülenmesi, delik olup olmadığı, kalp kapakçılarının görüntülenmesi ve fonksiyonlarının kontrol edilmesi ve kalbin pompalama gücünün ölçülmesi sağlanır ve kalp hakkında detaylı bilgi elde edilir. Bazen delik ile ilgili daha fazla bilgi almak için yemek borusundan yutturulan cihaz ile de kalp ultrasonu (TEE) yapılabilir. Bu işlemin hastaya hiçbir zararı bulunmaz ve kolaylıkla uygulanabilir.Elektrokardiyogram (EKG) EKG testiyle kalbin elektriksel aktivitesi kaydedilir. Bu test, kalp boşluklarında genişleme veya kalp ritmi problemlerinin olup olmadığını ortaya çıkarır.Göğüs röntgeni (Akciğer Grafisi)Göğüs röntgeni kalbin genişlemesinin ve akciğerlerin durumunun değerlendirilmesini sağlar. Benzer şikayetlere yol açabilecek akciğer hastalıklarının ortaya çıkarılmasına katkıda bulunur.Gerektiği durumlarda ise Kardiyak BT taraması veya Kalp MR'ı da tercih edilebilir.ASD (Atriyal Septal Defekt) Tedavisi Nasıl Yapılır?Atriyal septal defektlerin birçoğu çocukluk döneminde kendi kendine kapanabilir. Kapanmayan bazı küçük atriyal septal defektler ise genellikle tedavi gerektirmeyebilir. Ancak kalıcı ve büyük atriyal septal defektlerin tedavisi edilmesi gerekir. Bu tedavideki amaç kalp içindeki deliğin kapatılmasıdır. Atriyal septal defektin kapatılması için iki temel yöntem bulunur. Bunlardan biri anjiyo, diğeri ise deliğin kapatılması için ameliyattır.AnjiyoAnjiyo işlemi, kalpteki deliğin cihazlar yardımı ile kapatılmasıdır. Bu işlem bir ameliyat değildir. Anjiyo odasında hastanın kasığından girilerek yapılan bir işlemdir. Genellikle hastanede bir gün kalınır ve işlem riski oldukça düşüktür. Bu işlem sonrası delikte tekrar açılma çok nadir görülür.AmeliyatASD hastalığı için ikinci tedavi seçeneği ise ameliyat ile bu deliğin kapatılmasıdır. Anjiyo ile deliğin kapatılmasının uygun olmadığı durumlarda (çok büyük delik olması, büyük damarların komşuluğunda delik olması, birden fazla delik gibi) ameliyat ile bu delik dikilir veya yama ile kapatılır. Genel anestezi altında ve kalp akciğer makinesı ile yapılan bu ameliyat son yıllarda çok küçük kesiler ile de yapılabilmektedir. Ameliyatın riski düşüktür. Deliğin yeniden açılması nadir görülür.ASD (Atriyal Septal Defekt) Hakkında Sık Sorulan SorularASD (Atriyal septal defekt) türleri nelerdir?Atriyal septal defektin primum ve sekundum olmak üzere kabaca iki temel türü bulunur. Primum ASD: Bu defekt atriyal septumun alt kısmında oluşur ve diğer doğumsal kalp problemleri de eşlik edebilir. Daha nadir görülen ve tedavisi zor olan tiptir. Genelde anjiyo ile kapatılmaya uygun değildir ve ameliyat ile kapatılması gerekir.Sekundum ASD: Sekundum ASD en yaygın ASD tipidir ve sıklıkla kulakçıklar (atriyal septum) arasındaki duvarın ortasında oluşur. Sekundum tipinin çoğu anjiyo ile kapatılmaya uygundur. Uygun olmayanlar ise ameliyat ile tedavi edilirAtriyal septal defektin risk faktörleri nelerdir?ASD’nin kesinleşmiş bir risk faktörü bulunmamaktadır. Kalıtsal veya çevresel nedenlerin (ilaç kullanımı, hamilelikte kızamıkçık enfeksiyonu geçirilmesi, uyuşturucu, tütün ve alkol kullanımı, kimyasal maddelere maruz kalma, diyabet ve lupus hastalığının varlığı gibi) hastalık riskini artırdığı düşünülür. Bazen de Down sendromu gibi diğer genetik problemlerle veya diğer doğumsal kalp hastalıklarına da eşlik edebilmektedir.Atriyal septal defekt en çok kimlerde ve hangi yaşlarda görülür?Atriyal septal defekt sonradan oluşmayan, doğumdan itibaren mevcut olan bir rahatsızlıktır. Hastalığın tanısının konulma yaşı değişkenlik göstermektedir. Birçok hasta uzun yıllar hiçbir problemi olmadan hayatlarına devam eder ve bu durum tesadüfen saptanır. Bazı hastalar ise yenidoğan döneminde muayene sonrası ve diğer incelemeler sonrasında tanı alır.ASD (Atriyal septal defekt) kalbi ve dolaşım sistemini nasıl etkiler?Kalbin kulakçıkları arasında olmaması gereken bu delik ile kan kalbin diğer tarafına geçerek akciğerlere giden kan akımının artmasına neden olur. Delik büyüdükçe geçen kan miktarında artış saptanır. Yıllar içinde artmış kan akımı, akciğer basıncında artışa yol açabilir ve akciğerde geri dönüşü olmayan hasar yaratabilir. Akciğerdeki artmış basınç nedeniyle ise kalpte yetmezlik gelişebilir. Deliğin küçük olduğu durumlarda akciğer kan akımında çok az artış ile hastalar uzun yıllar hiçbir problemleri olmadan yaşayabilir.Atriyal septal defektin görülme sıklığı nedir?  Atriyal septal defektin toplumda görülme sıklığı yaklaşık olarak 1500-2000 doğumda 1’dir.Küçük sekundum atriyal septal defekt nedir?Bazen bu delik küçük olur ve bu delikten geçen kan akımı kalbi ve akciğerleri çok yormaz. Bu deliklerin bir kısmı kapatılmadan takip edilebilir. Bazılarının ise kapatılması gerekir ve bunların çoğunluğu anjiyo ile kapatılabilir.Atriyal septal defekt tedavisinin dezavantajları nelerdir?Atriyal septal defekt rahatsızlığında iki temel tedavi seçeneği bulunmaktadır. Bu seçenekler anjiyo ve ameliyattır. Anjiyo ile kapatılma sırasında kasıktan damarlara girilip kalbe ulaşılır. İşlem sırasında kasıktaki damarlarda hasar ortaya çıkabilir. Bu işlem sırasında kullanılan malzemeler ve teller kalbe hasar verebilir. Deliğin kapatılması için kullanılan cihaz yerine tam oturmayabilir. Yerinden kayabilir ve başka bölgelere gidebilir. Bu problemler oldukça nadir görülen problemlerdir.Ameliyat ile kapatılma işleminde ise diğer kalp ameliyatlarında karşılaşabilecek benzer problemler yaşanabilir. Ameliyat için kalp ve akciğer makinesı kullanılır. Hastalarda enfeksiyon, kanama, değişik derecelerde felç geçirme, ameliyat sonrası uyanmakta zorlanma gibi problemler görülebilir. Bu problemlerin görülme oranı oldukça düşüktür (genelde yüzde birden daha az).Atriyal septal defekt tehlikeli midir?Atriyal septal defekt (ASD) bazı durumlarda tehlikeli olabilir. Bu durumlar şöyle özetlenebilir: Uzun süre tedavi edilmemiş özellikle büyük deliklerde akciğerlerde hasar olabilir ve bu akciğer hasarına bağlı kalp yetmezlikleri ortaya çıkabilir. Bacak toplardamarlarında pıhtı olması ve bu pıhtının kopması durumunda pıhtı akciğerler yerine delikten geçerek beyne, iç organlara, kollara ve bacaklara ulaşabilir. Hasta felç geçirebilir. Kollarda ve bacaklarda damar tıkanmaları olabilir. İç organlarda hasar ortaya çıkabilir. Gebelerde gebelik sırasında büyük bir delik olması durumunda akciğer hasarı daha erken veya daha fazla olabilir. Kalp yetmezliğine benzer durumlar ortaya çıkabilir. Ama gebelerin çoğunda gebelik döneminde önemli problem saptanmaz. Akciğer hastalarında da büyük delik varlığında akciğerlerde daha erken ve daha fazla hasar olabilir. Kalp yetmezliği bu hastalarda daha erken başlayabilir Bazı hastalarda küçük delikler baş ağrısına ve migren ataklarına yol açabilir. Bu konu halen tartışmalıdır ve çalışmalar devam etmektedir.ASD ne zaman kapanır?ASD anne karnında her bebekte açıktır. Doğumdan sonra bu deliğe ihtiyaç kalmaz ve birkaç hafta veya aylar içinde kendiliğinden kapanır.Kalbi delik insanlar ne yapamaz?Küçük delik olması durumunda genelde belirgin bir egzersiz kısıtlamasına gerek yoktur. Sadece ağır egzersizlerden kaçınmak gerekebilir. Eğer akciğer hasarı gelişmişse, akciğer basıncı yükselmeye başlamışsa ve kalp yetmezliği ortaya çıkmışsa bu hastaların egzersiz yaparken dikkatli olmaları ve ağır egzersiz yapmamaları önerilir. Bununla birlikte ASD’si olan insanların vurgun yeme riski yüksek olduğundan dolayı su altı dalış sporlarından kaçınmaları tavsiye edilir. Aynı şekilde dağcılık özellikle yüksek irtifa dağcılığı tavsiye edilmez.Atriyal septal defekt yenidoğanlarda görülür mü?Evet yenidoğanların (ilk 1 ayındaki bebekler) bir kısmında ASD mevcuttur. Bu deliklerin önemli bir kısmı haftalar veya aylar içinde kendiliğinden bebek büyüdükçe kapanır. Bu deliklerin yüzde 20’sinin kapanması bir yıla uzayabilir.Atriyal septal defekt ölüme sebep olur mu?Deliğin kendisi ölüme neden olmaz ama tedavi edilmeyen hastalarda ileri dönemlerde bu delik akciğer hasarı, akciğer basıncında yükselme ve kalp yetmezliği gibi durumlara yol açmışsa bu hastalıklar ile ilgili ölümler görülebilir. Bu durumlarda ritim bozuklukları nadir de olsa ölüme yol açabilir. Bu delikten geçen pıhtıların olması durumunda da ani ölümler görülebilir.Atriyal septal defekt tedavi edilmediğinde ne gibi sonuçlar doğurur?Tedavi edilmeyen Atriyal septal defekt hastalığı uzun yıllar sonrasında akciğere çok fazla kan gitmesinden dolayı akciğer hasarı, akciğer basıncında yükselme ve en sonunda kalp yetmezliğine yol açabilir. ASD hastalığı ayrıca ritim bozuklukları yapabilir, kalpte büyümeye yol açabilir ve akciğer hasarı sonrasında akciğer enfeksiyonlarına yakalanma kolaylaşarak solunum yetmezlikleri ortaya çıkabilirAtriyal septal defekt (ASD)  ilaçla tedavi edilebilir mi?Hayır, ilaçla tedavi edilmez. İlaçlar ile delikte küçülme ve kapanma olmaz. Ancak ASD’ye eşlik edebilecek bazı belirti ve semptomları azaltmak için ilaçlar önerilebilir. Ritim problemleri varsa, akciğer basıncı artmışsa veya akciğer hasarı oluşmuşsa bu durumlarla ilgili ilaç kullanmaları gerekebilir. Anjio veya ameliyat işlemi öncesi ve sonrasında rutin bazı ilaçları kullanmaları gerekebilir. ASD (Atriyal Septal Defekt) Nedir?Kısaca ASD olarak adlandırılan atriyal septal defekt, kalpte, kalbin içinde ve kalp kulakçıkları arasında delik olması durumudur. Doğuştan gelen kalp hastalıkları arasında yer alır. Normal bir kalpte böyle bir delik bulunmaz. Bu deliğin genişliği zaman içinde küçülebilir, kendi kendine kapanabilir veya hiç değişme olmadan yıllarca aynı kalabilir.Doğuştan bir kalp kusuru olan ASD hastalığında kalpte meydana gelen bu açıklık ve delik, oksijen açısından zengin kanın, kalpteki oksijen açısından fakir kan odacıklarına sızmasına yol açar. Net bir nedeni belirlenmeyen ASD, genellikle genetik ve çevresel faktörlere bağlı olarak geliştiği değerlendirilir. Çoğunlukla herhangi bir belirti göstermeyen ASD hastalığı bazı bebeklerde anormal kalp sesleriyle ortaya çıkar. ASD (Atriyal Septal Defekt) Neden Olur?Atriyal septal defekt olarak bilinen ASD, hamilelikte bebeğin kalbinin oluşumu sırasında iki ventrikül arasındaki duvarın tam olarak gelişememesi ve bir delik bırakması durumunda meydana gelir. ASDİ'nin kalbin gelişiminin erken dönemlerindeki hatalardan kaynaklandığı bilinmekle birlikte bazı genetik ve çevresel faktörler de bu kusurların oluşumunda rol oynayabilir. Konjenital kalp problemlerinin yaklaşık yüzde 10’u spesifik genetik / ailesel kusurlardan kaynaklanır.ASD'ye yol açan faktörler şöyle sıralanabilir:ASD (Atriyal Septal Defekt) Belirtileri Nelerdir?Atriyal septal defekt hastalığıyla dünyaya gelen birçok bebekte herhangi bir belirti gözlenmeyebilir. Ancak muayene ile bazı bebeklerde üfürüm denilen anormal kalp sesleri duyulabilir. Hastaların bir kısmında ilerlemiş hastalığa bağlı şikayetler ve bulgular genellikle yetişkinlikte başlar. Bu belirtilerin başında akciğer enfeksiyonları, nefes darlığı, hareket veya beslenme sırasında çabuk yorulma ve vücudun bazı bölgelerinde şişmedir.Bazı hastalar başka bir şikayet sonucu çekilen göğüs röntgeninde kalbin sağ tarafının normalden daha büyük olduğunun görülmesi ile tanı alırken hastaların bir kısmı yine başka nedenlerle yapılan ekokardiyografide tesadüfen tanı alırlar.ASD hastalığında görülen belirtiler genellikle şunlardan ibarettir:Üfürüm adı verilen uğultu sesiKalpte üfürüm adı verilen uğultu sesi genellikle yenidoğan bebeklerde ortaya çıkar ve steteskopla kalbin dinlendiği sırada ortaya çıkar. Bunun nedeni kalpteki deliktir.Akciğer enfeksiyonları Kalbinde delikle dünyaya gelen bebeklerde akciğer enfeksiyonları görülme riski yüksektir. Akciğer enfeksiyonları, ASD'nin yaygın belirtilerindendir.Nefes darlığıNefes darlığı, ASD'nin göstergelerinden biridir. Kalpteki deliğe bağlı olarak meydana gelen nefes darlığı günlük yaşamda rahatsız edici olabilir.Egzersiz veya beslenme sırasında çabuk yorulmaASD ile dünyaya gelen kişiler yaşları ilerledikçe egzersiz yaptığı veya yemek yediği sırada çabuk yorulma problemiyle karşılaşır. Bu şikayet ASD sinyallerindendir.Kalp çarpıntısı Kalp çarpıntısı da sık rastlanan ASD semptomları arasında değerlendirilir.Yukarıda yer alan genellikle gerek yenidoğan bebeklerde gerekse yetişkinlerde görülen ASD belirtileri arasındadır. Ancak ASD hastalığı genellikle herhangi bir semptom olmaksızın ortaya çıkar.ASD (Atriyal septal defekt) Nasıl Teşhis Edilir?Kontrol amaçlı yapılan muayenede steteskopla dinlenen kalpte üfürümü duymak, atriyal septal kusur veya başka bir kalp kusurunun varlığından şüphe duyulmasını sağlar. Şüphe duyulan kalp kusurunu belirleyebilmek için bazı testler uygulanabilmektedir.Bu testler şu şekildedir:Ekokardiyografi (Kalp Ultrasonu)Ekokardiyografi, atriyal septal defekt tanısı için en sık kullanılan testtir. Ses dalgaları ile kalbin görüntüsü oluşturulur. Kalp odacıklarının görüntülenmesi, delik olup olmadığı, kalp kapakçılarının görüntülenmesi ve fonksiyonlarının kontrol edilmesi ve kalbin pompalama gücünün ölçülmesi sağlanır ve kalp hakkında detaylı bilgi elde edilir. Bazen delik ile ilgili daha fazla bilgi almak için yemek borusundan yutturulan cihaz ile de kalp ultrasonu (TEE) yapılabilir. Bu işlemin hastaya hiçbir zararı bulunmaz ve kolaylıkla uygulanabilir.Elektrokardiyogram (EKG) EKG testiyle kalbin elektriksel aktivitesi kaydedilir. Bu test, kalp boşluklarında genişleme veya kalp ritmi problemlerinin olup olmadığını ortaya çıkarır.Göğüs röntgeni (Akciğer Grafisi)Göğüs röntgeni kalbin genişlemesinin ve akciğerlerin durumunun değerlendirilmesini sağlar. Benzer şikayetlere yol açabilecek akciğer hastalıklarının ortaya çıkarılmasına katkıda bulunur.Gerektiği durumlarda ise Kardiyak BT taraması veya Kalp MR'ı da tercih edilebilir.ASD (Atriyal Septal Defekt) Tedavisi Nasıl Yapılır?Atriyal septal defektlerin birçoğu çocukluk döneminde kendi kendine kapanabilir. Kapanmayan bazı küçük atriyal septal defektler ise genellikle tedavi gerektirmeyebilir. Ancak kalıcı ve büyük atriyal septal defektlerin tedavisi edilmesi gerekir. Bu tedavideki amaç kalp içindeki deliğin kapatılmasıdır. Atriyal septal defektin kapatılması için iki temel yöntem bulunur. Bunlardan biri anjiyo, diğeri ise deliğin kapatılması için ameliyattır.AnjiyoAnjiyo işlemi, kalpteki deliğin cihazlar yardımı ile kapatılmasıdır. Bu işlem bir ameliyat değildir. Anjiyo odasında hastanın kasığından girilerek yapılan bir işlemdir. Genellikle hastanede bir gün kalınır ve işlem riski oldukça düşüktür. Bu işlem sonrası delikte tekrar açılma çok nadir görülür.AmeliyatASD hastalığı için ikinci tedavi seçeneği ise ameliyat ile bu deliğin kapatılmasıdır. Anjiyo ile deliğin kapatılmasının uygun olmadığı durumlarda (çok büyük delik olması, büyük damarların komşuluğunda delik olması, birden fazla delik gibi) ameliyat ile bu delik dikilir veya yama ile kapatılır. Genel anestezi altında ve kalp akciğer makinesı ile yapılan bu ameliyat son yıllarda çok küçük kesiler ile de yapılabilmektedir. Ameliyatın riski düşüktür. Deliğin yeniden açılması nadir görülür.ASD (Atriyal Septal Defekt) Hakkında Sık Sorulan SorularASD (Atriyal septal defekt) türleri nelerdir?Atriyal septal defektin primum ve sekundum olmak üzere kabaca iki temel türü bulunur. Primum ASD: Bu defekt atriyal septumun alt kısmında oluşur ve diğer doğumsal kalp problemleri de eşlik edebilir. Daha nadir görülen ve tedavisi zor olan tiptir. Genelde anjiyo ile kapatılmaya uygun değildir ve ameliyat ile kapatılması gerekir.Sekundum ASD: Sekundum ASD en yaygın ASD tipidir ve sıklıkla kulakçıklar (atriyal septum) arasındaki duvarın ortasında oluşur. Sekundum tipinin çoğu anjiyo ile kapatılmaya uygundur. Uygun olmayanlar ise ameliyat ile tedavi edilirAtriyal septal defektin risk faktörleri nelerdir?ASD’nin kesinleşmiş bir risk faktörü bulunmamaktadır. Kalıtsal veya çevresel nedenlerin (ilaç kullanımı, hamilelikte kızamıkçık enfeksiyonu geçirilmesi, uyuşturucu, tütün ve alkol kullanımı, kimyasal maddelere maruz kalma, diyabet ve lupus hastalığının varlığı gibi) hastalık riskini artırdığı düşünülür. Bazen de Down sendromu gibi diğer genetik problemlerle veya diğer doğumsal kalp hastalıklarına da eşlik edebilmektedir.Atriyal septal defekt en çok kimlerde ve hangi yaşlarda görülür?Atriyal septal defekt sonradan oluşmayan, doğumdan itibaren mevcut olan bir rahatsızlıktır. Hastalığın tanısının konulma yaşı değişkenlik göstermektedir. Birçok hasta uzun yıllar hiçbir problemi olmadan hayatlarına devam eder ve bu durum tesadüfen saptanır. Bazı hastalar ise yenidoğan döneminde muayene sonrası ve diğer incelemeler sonrasında tanı alır.ASD (Atriyal septal defekt) kalbi ve dolaşım sistemini nasıl etkiler?Kalbin kulakçıkları arasında olmaması gereken bu delik ile kan kalbin diğer tarafına geçerek akciğerlere giden kan akımının artmasına neden olur. Delik büyüdükçe geçen kan miktarında artış saptanır. Yıllar içinde artmış kan akımı, akciğer basıncında artışa yol açabilir ve akciğerde geri dönüşü olmayan hasar yaratabilir. Akciğerdeki artmış basınç nedeniyle ise kalpte yetmezlik gelişebilir. Deliğin küçük olduğu durumlarda akciğer kan akımında çok az artış ile hastalar uzun yıllar hiçbir problemleri olmadan yaşayabilir.Atriyal septal defektin görülme sıklığı nedir?  Atriyal septal defektin toplumda görülme sıklığı yaklaşık olarak 1500-2000 doğumda 1’dir.Küçük sekundum atriyal septal defekt nedir?Bazen bu delik küçük olur ve bu delikten geçen kan akımı kalbi ve akciğerleri çok yormaz. Bu deliklerin bir kısmı kapatılmadan takip edilebilir. Bazılarının ise kapatılması gerekir ve bunların çoğunluğu anjiyo ile kapatılabilir.Atriyal septal defekt tedavisinin dezavantajları nelerdir?Atriyal septal defekt rahatsızlığında iki temel tedavi seçeneği bulunmaktadır. Bu seçenekler anjiyo ve ameliyattır. Anjiyo ile kapatılma sırasında kasıktan damarlara girilip kalbe ulaşılır. İşlem sırasında kasıktaki damarlarda hasar ortaya çıkabilir. Bu işlem sırasında kullanılan malzemeler ve teller kalbe hasar verebilir. Deliğin kapatılması için kullanılan cihaz yerine tam oturmayabilir. Yerinden kayabilir ve başka bölgelere gidebilir. Bu problemler oldukça nadir görülen problemlerdir.Ameliyat ile kapatılma işleminde ise diğer kalp ameliyatlarında karşılaşabilecek benzer problemler yaşanabilir. Ameliyat için kalp ve akciğer makinesı kullanılır. Hastalarda enfeksiyon, kanama, değişik derecelerde felç geçirme, ameliyat sonrası uyanmakta zorlanma gibi problemler görülebilir. Bu problemlerin görülme oranı oldukça düşüktür (genelde yüzde birden daha az).Atriyal septal defekt tehlikeli midir?Atriyal septal defekt (ASD) bazı durumlarda tehlikeli olabilir. Bu durumlar şöyle özetlenebilir:ASD ne zaman kapanır?ASD anne karnında her bebekte açıktır. Doğumdan sonra bu deliğe ihtiyaç kalmaz ve birkaç hafta veya aylar içinde kendiliğinden kapanır.Kalbi delik insanlar ne yapamaz?Küçük delik olması durumunda genelde belirgin bir egzersiz kısıtlamasına gerek yoktur. Sadece ağır egzersizlerden kaçınmak gerekebilir. Eğer akciğer hasarı gelişmişse, akciğer basıncı yükselmeye başlamışsa ve kalp yetmezliği ortaya çıkmışsa bu hastaların egzersiz yaparken dikkatli olmaları ve ağır egzersiz yapmamaları önerilir. Bununla birlikte ASD’si olan insanların vurgun yeme riski yüksek olduğundan dolayı su altı dalış sporlarından kaçınmaları tavsiye edilir. Aynı şekilde dağcılık özellikle yüksek irtifa dağcılığı tavsiye edilmez.Atriyal septal defekt yenidoğanlarda görülür mü?Evet yenidoğanların (ilk 1 ayındaki bebekler) bir kısmında ASD mevcuttur. Bu deliklerin önemli bir kısmı haftalar veya aylar içinde kendiliğinden bebek büyüdükçe kapanır. Bu deliklerin yüzde 20’sinin kapanması bir yıla uzayabilir.Atriyal septal defekt ölüme sebep olur mu?Deliğin kendisi ölüme neden olmaz ama tedavi edilmeyen hastalarda ileri dönemlerde bu delik akciğer hasarı, akciğer basıncında yükselme ve kalp yetmezliği gibi durumlara yol açmışsa bu hastalıklar ile ilgili ölümler görülebilir. Bu durumlarda ritim bozuklukları nadir de olsa ölüme yol açabilir. Bu delikten geçen pıhtıların olması durumunda da ani ölümler görülebilir.Atriyal septal defekt tedavi edilmediğinde ne gibi sonuçlar doğurur?Tedavi edilmeyen Atriyal septal defekt hastalığı uzun yıllar sonrasında akciğere çok fazla kan gitmesinden dolayı akciğer hasarı, akciğer basıncında yükselme ve en sonunda kalp yetmezliğine yol açabilir. ASD hastalığı ayrıca ritim bozuklukları yapabilir, kalpte büyümeye yol açabilir ve akciğer hasarı sonrasında akciğer enfeksiyonlarına yakalanma kolaylaşarak solunum yetmezlikleri ortaya çıkabilirAtriyal septal defekt (ASD)  ilaçla tedavi edilebilir mi?Hayır, ilaçla tedavi edilmez. İlaçlar ile delikte küçülme ve kapanma olmaz. Ancak ASD’ye eşlik edebilecek bazı belirti ve semptomları azaltmak için ilaçlar önerilebilir. Ritim problemleri varsa, akciğer basıncı artmışsa veya akciğer hasarı oluşmuşsa bu durumlarla ilgili ilaç kullanmaları gerekebilir. Anjio veya ameliyat işlemi öncesi ve sonrasında rutin bazı ilaçları kullanmaları gerekebilir.
9,773
189
Hastalıklar
Asperger Sendromu
Otizm spektrum bozuklukları arasında yer alan Asperger sendromuna sahip kişiler daha çok yüksek işlevsellik göstermeleri ile biliniyor. Sosyal beceriler konusunda zorluk yaşayan asperger sendromu olanlar genellikle başkaları ile iletişim kurmakta zorlanırken, bu kişilerin zeka sorunu bulunmuyor hatta zeka düzeyleri ortalamanın üzerinde olabiliyor. Tek bir konuya odaklanmış yoğun ilgileri ise o konuda özel beceri ve yetenek geliştirmelerini sağlıyor. Asperger sendromunu tamamen iyileştirecek bir tedavi yöntemi bulunmuyor. Ancak bu tanıyı almış çocukların yaşayacakları zorlukların farkında olunarak yapılacak tıbbi ve psikososyal destekler ile Asperger sendromu olan kişilerin normal veya normale yakın bir hayat sürmesi sağlanabiliyor. Memorial Ankara Hastanesi Psikiyatri Bölümü’nden Uz. Dr. Emre Mutlu, Asperger sendromu ile ilgili bilgi verdi.Otizm spektrum bozuklukları arasında yer alan Asperger sendromuna sahip kişiler daha çok yüksek işlevsellik göstermeleri ile biliniyor. Sosyal beceriler konusunda zorluk yaşayan asperger sendromu olanlar genellikle başkaları ile iletişim kurmakta zorlanırken, bu kişilerin zeka sorunu bulunmuyor hatta zeka düzeyleri ortalamanın üzerinde olabiliyor. Tek bir konuya odaklanmış yoğun ilgileri ise o konuda özel beceri ve yetenek geliştirmelerini sağlıyor. Asperger sendromunu tamamen iyileştirecek bir tedavi yöntemi bulunmuyor. Ancak bu tanıyı almış çocukların yaşayacakları zorlukların farkında olunarak yapılacak tıbbi ve psikososyal destekler ile Asperger sendromu olan kişilerin normal veya normale yakın bir hayat sürmesi sağlanabiliyor. Memorial Ankara Hastanesi Psikiyatri Bölümü’nden Uz. Dr. Emre Mutlu, Asperger sendromu ile ilgili bilgi verdi. Asperger sendromu nedir?İsmini Hans Asperger’den alan, otizm spektrum bozukluğunun bir çeşidi olan asperger sendromu, sosyalleşebilme ve etkili iletişim kurabilme yeteneklerini sınırlayan gelişimsel bir bozukluktur. Bu sendroma sahip olan kişiler dar ilgi alanlarına sahip olup, katı rutinler ve sıklıkla tekrarlayan davranışlar sergilerler. 2013 yılından önce kendi başına bir hastalık olduğu düşünülürken, 2013 yılından sonra otizm yelpazesi bozukluklarının içerisinde, yüksek işlevselliğe sahip bir alt kategoride yer almaya başlamıştır. Asperger sendromunda belirtiler diğer otizm yelpazesi bozukluklarına göre daha az şiddette görülebilmektedir. Bu sebeple yüksek işlevselliğe sahip denmektedir. İlk defa Pediatrist Hans Asperger tarafından tanımlandığı için, hastalık onun ismi ile anılmaktadır.Asperger sendromunun belirtileri nelerdir?Asperger sendromu olan çocuklarda ilk olarak iki belirti dikkat çekmektedir. Bu özelliklerden ilki diğer çocuklar kadar zeki olmalarına rağmen sosyal beceriler ile ilgili zorluklar yaşamaları; ikincisi de tek bir konuya aşırı ilgi göstermeleri veya aynı davranışı tekrar tekrar yapmaya yatkın olmalarıdır. Bu iki özellik Asperger sendromunun belirlenebilmesi için önemlidir. Asperger sendromu yaşamın erken döneminden itibaren başlar. Çocuğun gelişimi ile beraber bazı belirtiler daha net fark edilir. Bununla birlikte Asperger sendromunda görülen belirtiler şu şekildedir: Göz teması kuramamak Sosyal ilişkilerde beceriksizlik (koşula uygun davranışlarda bulunmama, konuşmaya uygun cevap verememe vb.) Yüz ifadesi, beden dili gibi sosyal mesajları anlayamamak (kaşları çatılmış, kolları bağlı bir kişinin kızdığını fark edememek gibi) Olağandışı konuşma kalıpları kullanma ve ironiyi, mizahı ve alaycılığı ya da normal konuşma için önemli olan jestleri ve sosyal ipuçlarını anlamakta zorlanma Daha az duygulanım göstermek (mutlu olduğunda, keyifli olduğunda daha az gülümseme gibi, konuşmalarında vurgu ve tonlamaları duygudan yoksun, düz ve mekanik olabilir) Daha çok yalnız vakit geçirmek istemek, Tek bir konuya aşırı ve yoğun ilgi gösterme (arabalarla ilgilenen Asperger sendromlu bir çocuğun arabalarla ilgili her türlü bilgiye hakim olması gibi...) İlgi duyduğu konuya tekrar tekrar dönmek, Aynı hareketleri tekrar tekrar yapmak Değişikliğe uyum sağlamada güçlük çekmek (kahvaltıda hep aynı yemeği isteme, hep aynı kıyafetleri giyinmek isteme gibi) Hastalığın ilerleyen yıllarında kaygı bozuklukları ve duygu durum bozuklukları da belirtiler arasına eklenebilmektedir.Çocuklarında bu belirtilere benzer değişiklikler olduğunu düşünen ebeveynler ilgili uzman doktora başvurmakta geç kalmamalıdır.Asperger sendromu kaç yaşında ortaya çıkar?Asperger sendromunda ilk belirtiler 4 ila 11 yaşlarında başlar ve teşhis bu yaşlarda konulmaktadır. Kızlara oranla erkeklerde daha yaygın olarak görülen asperger sendromunun kesin bir tedavisi bulunmamaktadır.Asperger sendromunun nedenleri nelerdir? Tıpkı diğer otizm spektrum bozukluklarında olduğu gibi Asperger sendromunun da nedenleri henüz tam olarak aydınlatılabilmiş değildir. Ancak çeşitli biyolojik, çevresel ve genetik faktörlerin otizm yelpazesi bozukluklarına yatkınlık oluşturduğu bilinmektedir.Asperger sendromunun risk faktörleri nelerdirBirçok araştırma belli genlerin otizm yelpazesi bozukluğu için risk faktörü olduğunu göstermiştir. Bu araştırmalara göre risk faktörleri şu şekildedir; Ailede herhangi bir otizm spektrum bozukluğu varsa diğer kişilerde de otizm spektrum bozukluğu görülme ihtimali normal topluma göre artış göstermektedir. Bazı genetik ve kromozal hastalıklara (frajil X sendromu, tüberosiklorozis) sahip kişilerde otizm yelpazesi bozukluğu görülme ihtimali artmaktadır. Gebelikte yaşanan sorunlar otizm yelpazesi bozukluklarının gelişmesine neden olabilmekte ya da kolaylaştırabilmektedir. İleri yaşta anne baba olmak OSB riskini artırmaktadır.Asperger sendromu tanısı nasıl konulur?Asperger sendromu tanısının doğrudan koyulmasını sağlayan bir kan testi veya görüntüleme yöntemi gibi yollar olmadığı için bu hastalığın teşhisini koymak zor olabilmektedir. Asperger sendromunun belirtileri kişiden kişiye göre değişebilmektedir. Tanı genellikle çocuğun gelişim öyküsünün alınması, davranışlarının gözlenmesi, dil ve iletişim becerilerinin değerlendirilmesi ile konulur.Asperger sendromunun tedavisi nasıl uygulanır?Asperger sendromunun belirtileri kişiden kişiye göre değiştiği için tedavi seçimi de hastaya göre yapılmaktadır. Asperger sendromunu tamamen ortadan kaldıracak bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. Ancak bazı uygulamalar, sosyal ilişkilerde beceriksizlik, iletişim ile ilgili zorluklar, tekrarlayan davranışlar gibi belirtilerin iyileşmesine ve gündelik hayatın kolaylaştırılmasına yardımcı olmaktadır. Bunlar arasında sosyal beceri eğitimleri, konuşma ve dil terapileri, bilişsel davranışçı terapi, anne- baba eğitimi ve ilaç tedavileri sayılabilir.  İlaç tedavileri depresyon, kaygı, takıntı gibi belirtilerin hafiflemesine yardım ederken, doğru bir tedavi ile Asperger sendromu olan çocukların okul ve sosyal hayatlarında karşılaştıkları zorlukların üstesinden gelebilmeleri mümkün olmaktadır. Asperger Sendromu Testi Var Mı?Asperger sendromunu tespit edecek bir test bulunmamaktadır. Doktorun yönlendirmesine göre fiziksel rahatsızlıkları ortaya çıkarmak için kan testi ya da röntgen çekimleri yapılabilmektedir.Asperger sendromu olan kişilere nasıl davranılır?Asperger sendromlu olan çocuklara karşı yaklaşırken basit diyalog cümleleri kullanmak gerekebilir. Bunun yanında göz kontağı kurmak, yaptığı aktiviteler için teşekkür etmek, bir olayı anlatırken hikaye halinde anlatmak sosyalleşirken daha rahat olmalarına katkı sağlayacaktır.Asperger sendromu ve Otizm Farkı Nedir?Asperger sendromu otizm spekturum bozukluğunun bir alt tipidir. OSB’li birçok çocuğun aksine, Asperger sendromlu çocukların erken dil gecikmeleri olmayabilir ve genellikle iyi gelişmiş dil becerilerine ve normal ila ortalamanın üzerinde zekaya sahiptirler. Bununla birlikte yüksek işlevli olmaları ve belirtilerinin görece daha hafif olması ile Otizmden ayrılır.Asperger sendromu  ile ilgili sık sorulan sorularAsperger sendromu için hangi doktora gidilmelidir?Asperger sendromu için psikiyatri ya da psikoloji (klinik) tıbbi birimlerinde yer alan uzman doktorlardan görüş alabilirsiniz.Asperger sendromu dereceleri nelerdir?Asperger sendromunun hastalık sınıflamalarında alt dereceleri bulunmamaktadır. Asperger sendromunun kendisi Otizm spektrum bozukluklarının bir alt tipidir. Yüksek işlevde tip olarak yani belirtilerin ve hastalık şiddetinin daha hafif olduğu bir form olarak sınıflandırılmaktadır.Yetişkinlerde asperger sendromu nasıl teşhis edilir?Asperger sendromu belirtilerinin çocukluk döneminde fark edilmesi çok güç olabilir. Bu sebeple yetişkinlik dönemine kadar tanı konulamayabilir. Yetişkin dönemde de tanı koymak için hastalığın çekirdek özelliklerine bakılır. Yine sosyal ilişki kurmada zorluk, duygu ifadelerini ve metaforları anlayamama, değişime uyum göstermede zorlanma gibi sosyal hayattaki davranışlara göre tanı konulur. Asperger sendromu olan yetişkinlerin doktora başvuruları depresyon ve kaygı bozukluğu nedeni ile de olabilir.Yetişkinlerde Asperger sendromu testleri nelerdir? Çocuklarda Asperger sendromu testleri nelerdir?Asperger sendromunun teşhisi ile ilgili özgül bir test bulunmamaktadır. Sosyal medya ve internette bulunan testler Asperger sendromunun belirtilerini içeren soru cevap formlarıdır ve Asperger sendromu tanısı koydurmamaktadır.Asperger sendromuna eşlik edebilen başka rahatsızlıklar var mıdır?Depresyon gibi duygudurum bozuklukları, kaygı bozuklukları, obsesif kompulsif bozukluk, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu Asperger sendromuna sık eşlik eden rahatsızlıklardırAsperger sendromu ve cinsellik ilişkisi nasıldır?Asperger Sendromu gibi otizm yelpazesi bozukluğu olan kişiler sosyal etkileşim ve iletişim zorlukları yaşamaktadır. Bu zorluklar romantik ilişkiler ve cinsellikte de kendini gösterir. Asperger Sendromu olan kişiler yüz ifadelerini ve beden dilini anlamakta zorlanırlar. Ayrıca empati yapabilmelerine rağmen başkasının bakış açısıyla olayları değerlendirmekte zorluk yaşarlar. Hem beden dili, hem başkasının bakış açısından bakabilmek romantik ilişkilerde önemli unsurlardır. Asperger sendromu olan kişilerin partnerleri veya eşleri bu zorlukları bilip, ilişkilerinde daha çok sözel iletişimi kullanmaları yaşadıkları ilişki sorunlarını azaltabilir.Asperger sendromu olan kişiler dokunmayı rahatsız edici ve yoğun bir his olarak deneyimleyebilir. Bu nedenle sürpriz ya da beklenmedik dokunmalardan kaçınılmalı, hangi dokunmalarda daha rahat hissettiği, hangi dokunmaları tercih ettiği partnerler/eşler arasında sözel olarak ifade edilmelidir.Asperger sendromu olan kişilerde fiziksel gelişim normal olmasına rağmen, duygusal gelişimde gecikmeler gözlenebilir. O nedenle Asperger sendromu olan bir kişi ile kurulacak romantik ilişkilerde ilişkinin duygusal açıdan olgunlaşması zaman alabilir.Cinsellikle ilgili konuşmak Asperger sendromu olan kişiler için zor olabilir. Aynı zamanda bu kişiler cinsellik ve duygusal ilişkiler açısından özgüven eksikliği hissedebilirler. Bu konularda konuşmaya açık ve anlayışlı olmanın, bir terapistle beraber çalışmanın faydası olabilir. Bu zorlukların farkında olarak Asperger sendromu olan kişiler fiziksel ve duygusal açıdan doyurucu ilişkiler kurabilirler.Asperger sendromu tedavi edilebilir mi?Asperger sendromunu tamamen iyileştirecek bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. Uygulanan tedaviler hastalığın belirtilerini hafifletebilir ve belirtilerin sebep olduğu gündelik hayatın zorluklarını azaltabilir.Asperger sendromu özel eğitim gerektirir mi?Asperger sendromu sıklıkla özel eğitim gerektirir. Sosyal beceri kazanımı, dil ve konuşma tedavilerinin uygulanması, duyguları ifade etme ve tanımada özel eğitimin faydaları bulunmaktadır.Asperger sendromu genetik midir?Asperger sendromu, tüm otizm spektrum bozuklukları (OSB) gibi güçlü bir genetik temele sahiptir. Asperger sendromu geliştirme riskinin artmasıyla ilişkili olduğuna inanılan birçok farklı gen vardır ve daha fazlası için araştırmalar devam etmektedir. Bu nedenle, en güncel bilgileri almak için kendilerine veya aile üyelerine yönelik genetik riskler hakkında özel soruları olan kişilerin bir genetik danışmanı veya diğer genetik uzmanları ile görüşmeleri tavsiye edilir.Aşılar otizm ya da asperger sendromuna sebep olur mu? Birçok insanın çocukluk döneminde yapılan aşıların otizm yelpazesi bozukluğu ile ilişkili olup olmadığına dair endişeleri bulunmaktadır. Yapılan araştırmalar aşılarla otizm yelpazesi bozukluğunun bir ilişkisi olmadığını göstermiştir. Bu çalışmalarla ilgili daha fazla bilgi edinmek için şu kaynaklara bakılabilir:-Taylor LE, Swerdfeger AL, Eslick GD. Vaccines are not associated with autism: An evidence-based meta-analysis of case-control and cohort studiesexternal iconexternal icon. Vaccine. 2014 June;32(29):3623–3629.-Schechter R, Grether JK. Continuing increases in autism reported to California’s developmental services system: Mercury in retrogradeexternal icon. Arch Gen Psychiatry. 2008;65:19-24.-Institute of Medicine. Immunization Safety Review. Vaccines and Autismexternal icon Board of Health Promotion and Disease Prevention, Institute of Medicine (National Academy Press, Washington, DC, 2004).-Hviid A, Stellfeld M, Wohlfahrt J, Melbye M. Association between thimerosal-containing vaccine and autism pdf icon[PDF – 5 pages]external icon. JAMA. 2003;290:1763–6.-Madsen KM, Hviid A, Vestergaard M, Schendel D, Wohlfahrt J, et al. A population-based study of measles, mumps, and rubella vaccination and autismexternal icon. N Engl J Med. 2002;347 (19):1477–1482.-Ball L, Ball R, Pratt RD.An assessment of thimerosal in childhood vaccinesexternal icon. Pediatrics. 2001;107:1147–1154.-Joint statement of the American Academy of Pediatrics (AAP) and the United States Public Health Service (USPHS)external icon. Pediatrics. 1999;104:568–9.Asperger sendromunun olumlu yönleri nelerdir? Asperger sendromu olan çocuklarda zeka sorunu bulunmamaktadır. Hatta zeka düzeyleri ortalamanın üzerinde olabilir. Tek bir konuya odaklanmış yoğun ilgi, Asperger sendromu olan kişilerin o konuda özel beceri ve yetenek geliştirmelerine sebep olur. Bu özel ilgi alanı müzikten, görsel sanatlara, uçak arabadan, bilgisayarlara kadar geniş bir alanda olabilir. Bu yoğun ilgi o konuda uzmanlaşmalarını ve hakimiyet kurmalarını sağlar.  Geçmişte ve günümüzde bilim, sanat, spor ve teknoloji gibi pek çok farklı alanda isim yapmış ve bilinen Asperger sendromlu ünlü isimler bulunmaktadır.Asperger sendromu ve zeka geriliği arasında bir bağlantı var mıdır?Asperger sendromu ve zeka geriliği arasında bir bağlantı bulunmamaktadır. Asperger sendromunda kullanılabilecek ilaçlar nelerdir?Asperger sendromunda  antidepresan, antipsikotik ilaçlar ile dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunda kullanılan dikkat uyarıcı ilaçlar kullanılabilmektedir. Antidepresan ilaçlar, takıntılar, depresyon ve kaygı ile ilgili belirtilerde kullanılırken;  Antipsikotik ilaçlar, tekrarlayan hareketler ve davranış kontrolünde faydalı olmaktadır. Dikkat uyarıcı ilaçlar da dikkat eksikliği ve hiperaktivite eşlik ediyorsa çocuklara önerilmektedir.Asperger sendromunun görülme sıklığı nedir?Konu ile ilgili yapılan güncel çalışmalar, Asperger sendromunun toplumda görülmek sıklığının %1 olduğunu ortaya koymaktadır.Asperger sendromunda dil gelişiminde bozukluk olur mu? Asperger sendromu dil bozukluğuna sebep olur mu?Asperger sendromunda dil gelişimi ile ilgili bozukluklar görülebilmektedir. Daha geç konuşma, vurgu ve tonlamanın doğru kullanılmaması, deyim ve atasözlerini anlama ile mecazi ifadeleri anlamlandırmada güçlük görülebilir.Asperger sendromu dürtü kontrolü nasıl yapılır?Asperger sendromu olan çocuklarda bazen dürtü kontrolünde zorluklar görülebilmektedir. Parlak ışık ve ani ses değişimleri gibi uyaranların çok olduğu yerlerde veya sürekli aynı olan rutinlerinin bozulması durumunda dürtü kontrolünde zorluklar yaşayabilirler. Bağırma, ağlama, etrafa vurma, kendine vurma, tekrar tekrar aynı hareketi yapma gibi davranış sorunları gözlenebilir. Bu belirtilerin kontrolü için özel eğitimin, gündelik yaşamın planlı olmasının, ilaç tedavilerinin ve tetikleyicilerden uzak kalmanın faydası olmaktadır.Asperger sendromu takıntıya sebep olur mu?Asperger sendromunda obsesif kompülsif bozukluğa benzer takıntılar gözlenebilmektedir.Asperdger sendromu askerlik için engel midir?Askerlik için yoklama muayenesine gidildiğinde yapılacak muayeneye göre Asperger sendromunun askerliğe engel olup olmadığı değerlendirilir. Bu, kişinin muayenesine göre verilecek bir karardır.Asperger sendromunun erken zamanda fark edilebilmesi için nelere dikkat edilmelidir?Bebeğin gelişim basamaklarını takip etmek Asperger sendromunun erken zamanda fark edilebilmesi için iyi bir yöntemdir. Göz teması kurma, “cee” gibi oyunlar oynama, konuşmanın başlamasındaki gecikmeler, diğer çocuklarla oyun kuramama, aynı etkinlikleri yapmakta ısrar etme (aynı davranışı yapmakta ısrar) gibi durumlar fark edildiğinde uzman bir doktora başvurmak gerekmektedir.Asperger sendromlu çocuğu olan ailelere öneriler nelerdir?-Çocuklarının Asperger sendromlu veya bir otizm spektrum bozukluğuna sahip olduğunu düşünüyorsanız ya da çocuklarla oyun oynamasında, öğrenmesinde, konuşmasında, davranışlarında bir sorun olduğunu gözlemliyorsanız bir çocuk doktoruna ya da çocuk psikiyatristine başvurarak endişelerinizi bu uzmanlarla paylaşın. Otizm spektrum bozukluğunun belirtileri, risk faktörleri ve tedavi yöntemleri ile ilgili doğru bilgileri edinin Çocuğunuzun gelişim basamaklarını takip edin. Bunun için çocukların hangi yaşlarda hangi beceriyi edindiğini gösteren cetvellerden faydalanın. Asperger sendromu olan kişilerin bağımsız yaşayabilmeleri, sosyal ortamdaki zorlukları aşabilmeleri için diğer Asperger sendromlu aileler ile destek grupları oluşturmaya çalışın. Toplumun Asperger sondromu hakkında bilinçlenmesi için yapılan aktivitelere katılım gösterinAsperger sendromu olanların uzun dönem durumları ile öngörü çalışmaları var mıdır? Asperger Sendromu ile ilgili uzun dönem izlem çalışmaları sendromun süreğen seyirli olduğunu göstermektedir. Erken tanı konan, özel eğitim ve sosyal beceri eğitimlerine erken başlayan çocuklarda Asperger sendromunun belirtileri kontrol altına alınabilir, belirtilerin bireyin hayatına etkileri belirgin olarak azaltılabilir. Zorlukların farkında olunarak yapılacak tıbbi ve psikososyal müdahaleler ile Asperger sendromu olan kişiler normal veya normale yakın hayat sürebilir. Asperger sendromu nedir?İsmini Hans Asperger’den alan, otizm spektrum bozukluğunun bir çeşidi olan asperger sendromu, sosyalleşebilme ve etkili iletişim kurabilme yeteneklerini sınırlayan gelişimsel bir bozukluktur. Bu sendroma sahip olan kişiler dar ilgi alanlarına sahip olup, katı rutinler ve sıklıkla tekrarlayan davranışlar sergilerler. 2013 yılından önce kendi başına bir hastalık olduğu düşünülürken, 2013 yılından sonra otizm yelpazesi bozukluklarının içerisinde, yüksek işlevselliğe sahip bir alt kategoride yer almaya başlamıştır. Asperger sendromunda belirtiler diğer otizm yelpazesi bozukluklarına göre daha az şiddette görülebilmektedir. Bu sebeple yüksek işlevselliğe sahip denmektedir. İlk defa Pediatrist Hans Asperger tarafından tanımlandığı için, hastalık onun ismi ile anılmaktadır.Asperger sendromunun belirtileri nelerdir?Asperger sendromu olan çocuklarda ilk olarak iki belirti dikkat çekmektedir. Bu özelliklerden ilki diğer çocuklar kadar zeki olmalarına rağmen sosyal beceriler ile ilgili zorluklar yaşamaları; ikincisi de tek bir konuya aşırı ilgi göstermeleri veya aynı davranışı tekrar tekrar yapmaya yatkın olmalarıdır. Bu iki özellik Asperger sendromunun belirlenebilmesi için önemlidir. Asperger sendromu yaşamın erken döneminden itibaren başlar. Çocuğun gelişimi ile beraber bazı belirtiler daha net fark edilir. Bununla birlikte Asperger sendromunda görülen belirtiler şu şekildedir:Çocuklarında bu belirtilere benzer değişiklikler olduğunu düşünen ebeveynler ilgili uzman doktora başvurmakta geç kalmamalıdır.Asperger sendromu kaç yaşında ortaya çıkar?Asperger sendromunda ilk belirtiler 4 ila 11 yaşlarında başlar ve teşhis bu yaşlarda konulmaktadır. Kızlara oranla erkeklerde daha yaygın olarak görülen asperger sendromunun kesin bir tedavisi bulunmamaktadır.Asperger sendromunun nedenleri nelerdir? Tıpkı diğer otizm spektrum bozukluklarında olduğu gibi Asperger sendromunun da nedenleri henüz tam olarak aydınlatılabilmiş değildir. Ancak çeşitli biyolojik, çevresel ve genetik faktörlerin otizm yelpazesi bozukluklarına yatkınlık oluşturduğu bilinmektedir.Asperger sendromunun risk faktörleri nelerdirBirçok araştırma belli genlerin otizm yelpazesi bozukluğu için risk faktörü olduğunu göstermiştir. Bu araştırmalara göre risk faktörleri şu şekildedir;Asperger sendromu tanısı nasıl konulur?Asperger sendromu tanısının doğrudan koyulmasını sağlayan bir kan testi veya görüntüleme yöntemi gibi yollar olmadığı için bu hastalığın teşhisini koymak zor olabilmektedir. Asperger sendromunun belirtileri kişiden kişiye göre değişebilmektedir. Tanı genellikle çocuğun gelişim öyküsünün alınması, davranışlarının gözlenmesi, dil ve iletişim becerilerinin değerlendirilmesi ile konulur.Asperger sendromunun tedavisi nasıl uygulanır?Asperger sendromunun belirtileri kişiden kişiye göre değiştiği için tedavi seçimi de hastaya göre yapılmaktadır. Asperger sendromunu tamamen ortadan kaldıracak bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. Ancak bazı uygulamalar, sosyal ilişkilerde beceriksizlik, iletişim ile ilgili zorluklar, tekrarlayan davranışlar gibi belirtilerin iyileşmesine ve gündelik hayatın kolaylaştırılmasına yardımcı olmaktadır. Bunlar arasında sosyal beceri eğitimleri, konuşma ve dil terapileri, bilişsel davranışçı terapi, anne- baba eğitimi ve ilaç tedavileri sayılabilir.  İlaç tedavileri depresyon, kaygı, takıntı gibi belirtilerin hafiflemesine yardım ederken, doğru bir tedavi ile Asperger sendromu olan çocukların okul ve sosyal hayatlarında karşılaştıkları zorlukların üstesinden gelebilmeleri mümkün olmaktadır. Asperger Sendromu Testi Var Mı?Asperger sendromunu tespit edecek bir test bulunmamaktadır. Doktorun yönlendirmesine göre fiziksel rahatsızlıkları ortaya çıkarmak için kan testi ya da röntgen çekimleri yapılabilmektedir.Asperger sendromu olan kişilere nasıl davranılır?Asperger sendromlu olan çocuklara karşı yaklaşırken basit diyalog cümleleri kullanmak gerekebilir. Bunun yanında göz kontağı kurmak, yaptığı aktiviteler için teşekkür etmek, bir olayı anlatırken hikaye halinde anlatmak sosyalleşirken daha rahat olmalarına katkı sağlayacaktır.Asperger sendromu ve Otizm Farkı Nedir?Asperger sendromu otizm spekturum bozukluğunun bir alt tipidir. OSB’li birçok çocuğun aksine, Asperger sendromlu çocukların erken dil gecikmeleri olmayabilir ve genellikle iyi gelişmiş dil becerilerine ve normal ila ortalamanın üzerinde zekaya sahiptirler. Bununla birlikte yüksek işlevli olmaları ve belirtilerinin görece daha hafif olması ile Otizmden ayrılır.Asperger sendromu  ile ilgili sık sorulan sorularAsperger sendromu için hangi doktora gidilmelidir?Asperger sendromu için psikiyatri ya da psikoloji (klinik) tıbbi birimlerinde yer alan uzman doktorlardan görüş alabilirsiniz.Asperger sendromu dereceleri nelerdir?Asperger sendromunun hastalık sınıflamalarında alt dereceleri bulunmamaktadır. Asperger sendromunun kendisi Otizm spektrum bozukluklarının bir alt tipidir. Yüksek işlevde tip olarak yani belirtilerin ve hastalık şiddetinin daha hafif olduğu bir form olarak sınıflandırılmaktadır.Yetişkinlerde asperger sendromu nasıl teşhis edilir?Asperger sendromu belirtilerinin çocukluk döneminde fark edilmesi çok güç olabilir. Bu sebeple yetişkinlik dönemine kadar tanı konulamayabilir. Yetişkin dönemde de tanı koymak için hastalığın çekirdek özelliklerine bakılır. Yine sosyal ilişki kurmada zorluk, duygu ifadelerini ve metaforları anlayamama, değişime uyum göstermede zorlanma gibi sosyal hayattaki davranışlara göre tanı konulur. Asperger sendromu olan yetişkinlerin doktora başvuruları depresyon ve kaygı bozukluğu nedeni ile de olabilir.Yetişkinlerde Asperger sendromu testleri nelerdir? Çocuklarda Asperger sendromu testleri nelerdir?Asperger sendromunun teşhisi ile ilgili özgül bir test bulunmamaktadır. Sosyal medya ve internette bulunan testler Asperger sendromunun belirtilerini içeren soru cevap formlarıdır ve Asperger sendromu tanısı koydurmamaktadır.Asperger sendromuna eşlik edebilen başka rahatsızlıklar var mıdır?Depresyon gibi duygudurum bozuklukları, kaygı bozuklukları, obsesif kompulsif bozukluk, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu Asperger sendromuna sık eşlik eden rahatsızlıklardırAsperger sendromu ve cinsellik ilişkisi nasıldır?Asperger Sendromu gibi otizm yelpazesi bozukluğu olan kişiler sosyal etkileşim ve iletişim zorlukları yaşamaktadır. Bu zorluklar romantik ilişkiler ve cinsellikte de kendini gösterir. Asperger Sendromu olan kişiler yüz ifadelerini ve beden dilini anlamakta zorlanırlar. Ayrıca empati yapabilmelerine rağmen başkasının bakış açısıyla olayları değerlendirmekte zorluk yaşarlar. Hem beden dili, hem başkasının bakış açısından bakabilmek romantik ilişkilerde önemli unsurlardır. Asperger sendromu olan kişilerin partnerleri veya eşleri bu zorlukları bilip, ilişkilerinde daha çok sözel iletişimi kullanmaları yaşadıkları ilişki sorunlarını azaltabilir.Asperger sendromu olan kişiler dokunmayı rahatsız edici ve yoğun bir his olarak deneyimleyebilir. Bu nedenle sürpriz ya da beklenmedik dokunmalardan kaçınılmalı, hangi dokunmalarda daha rahat hissettiği, hangi dokunmaları tercih ettiği partnerler/eşler arasında sözel olarak ifade edilmelidir.Asperger sendromu olan kişilerde fiziksel gelişim normal olmasına rağmen, duygusal gelişimde gecikmeler gözlenebilir. O nedenle Asperger sendromu olan bir kişi ile kurulacak romantik ilişkilerde ilişkinin duygusal açıdan olgunlaşması zaman alabilir.Cinsellikle ilgili konuşmak Asperger sendromu olan kişiler için zor olabilir. Aynı zamanda bu kişiler cinsellik ve duygusal ilişkiler açısından özgüven eksikliği hissedebilirler. Bu konularda konuşmaya açık ve anlayışlı olmanın, bir terapistle beraber çalışmanın faydası olabilir. Bu zorlukların farkında olarak Asperger sendromu olan kişiler fiziksel ve duygusal açıdan doyurucu ilişkiler kurabilirler.Asperger sendromu tedavi edilebilir mi?Asperger sendromunu tamamen iyileştirecek bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. Uygulanan tedaviler hastalığın belirtilerini hafifletebilir ve belirtilerin sebep olduğu gündelik hayatın zorluklarını azaltabilir.Asperger sendromu özel eğitim gerektirir mi?Asperger sendromu sıklıkla özel eğitim gerektirir. Sosyal beceri kazanımı, dil ve konuşma tedavilerinin uygulanması, duyguları ifade etme ve tanımada özel eğitimin faydaları bulunmaktadır.Asperger sendromu genetik midir?Asperger sendromu, tüm otizm spektrum bozuklukları (OSB) gibi güçlü bir genetik temele sahiptir. Asperger sendromu geliştirme riskinin artmasıyla ilişkili olduğuna inanılan birçok farklı gen vardır ve daha fazlası için araştırmalar devam etmektedir. Bu nedenle, en güncel bilgileri almak için kendilerine veya aile üyelerine yönelik genetik riskler hakkında özel soruları olan kişilerin bir genetik danışmanı veya diğer genetik uzmanları ile görüşmeleri tavsiye edilir.Aşılar otizm ya da asperger sendromuna sebep olur mu? Birçok insanın çocukluk döneminde yapılan aşıların otizm yelpazesi bozukluğu ile ilişkili olup olmadığına dair endişeleri bulunmaktadır. Yapılan araştırmalar aşılarla otizm yelpazesi bozukluğunun bir ilişkisi olmadığını göstermiştir. Bu çalışmalarla ilgili daha fazla bilgi edinmek için şu kaynaklara bakılabilir:-Taylor LE, Swerdfeger AL, Eslick GD. Vaccines are not associated with autism: An evidence-based meta-analysis of case-control and cohort studiesexternal iconexternal icon. Vaccine. 2014 June;32(29):3623–3629.-Schechter R, Grether JK. Continuing increases in autism reported to California’s developmental services system: Mercury in retrogradeexternal icon. Arch Gen Psychiatry. 2008;65:19-24.-Institute of Medicine. Immunization Safety Review. Vaccines and Autismexternal icon Board of Health Promotion and Disease Prevention, Institute of Medicine (National Academy Press, Washington, DC, 2004).-Hviid A, Stellfeld M, Wohlfahrt J, Melbye M. Association between thimerosal-containing vaccine and autism pdf icon[PDF – 5 pages]external icon. JAMA. 2003;290:1763–6.-Madsen KM, Hviid A, Vestergaard M, Schendel D, Wohlfahrt J, et al. A population-based study of measles, mumps, and rubella vaccination and autismexternal icon. N Engl J Med. 2002;347 (19):1477–1482.-Ball L, Ball R, Pratt RD.An assessment of thimerosal in childhood vaccinesexternal icon. Pediatrics. 2001;107:1147–1154.-Joint statement of the American Academy of Pediatrics (AAP) and the United States Public Health Service (USPHS)external icon. Pediatrics. 1999;104:568–9.Asperger sendromunun olumlu yönleri nelerdir? Asperger sendromu olan çocuklarda zeka sorunu bulunmamaktadır. Hatta zeka düzeyleri ortalamanın üzerinde olabilir. Tek bir konuya odaklanmış yoğun ilgi, Asperger sendromu olan kişilerin o konuda özel beceri ve yetenek geliştirmelerine sebep olur. Bu özel ilgi alanı müzikten, görsel sanatlara, uçak arabadan, bilgisayarlara kadar geniş bir alanda olabilir. Bu yoğun ilgi o konuda uzmanlaşmalarını ve hakimiyet kurmalarını sağlar.  Geçmişte ve günümüzde bilim, sanat, spor ve teknoloji gibi pek çok farklı alanda isim yapmış ve bilinen Asperger sendromlu ünlü isimler bulunmaktadır.Asperger sendromu ve zeka geriliği arasında bir bağlantı var mıdır?Asperger sendromu ve zeka geriliği arasında bir bağlantı bulunmamaktadır. Asperger sendromunda kullanılabilecek ilaçlar nelerdir?Asperger sendromunda  antidepresan, antipsikotik ilaçlar ile dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunda kullanılan dikkat uyarıcı ilaçlar kullanılabilmektedir. Antidepresan ilaçlar, takıntılar, depresyon ve kaygı ile ilgili belirtilerde kullanılırken;  Antipsikotik ilaçlar, tekrarlayan hareketler ve davranış kontrolünde faydalı olmaktadır. Dikkat uyarıcı ilaçlar da dikkat eksikliği ve hiperaktivite eşlik ediyorsa çocuklara önerilmektedir.Asperger sendromunun görülme sıklığı nedir?Konu ile ilgili yapılan güncel çalışmalar, Asperger sendromunun toplumda görülmek sıklığının %1 olduğunu ortaya koymaktadır.Asperger sendromunda dil gelişiminde bozukluk olur mu? Asperger sendromu dil bozukluğuna sebep olur mu?Asperger sendromunda dil gelişimi ile ilgili bozukluklar görülebilmektedir. Daha geç konuşma, vurgu ve tonlamanın doğru kullanılmaması, deyim ve atasözlerini anlama ile mecazi ifadeleri anlamlandırmada güçlük görülebilir.Asperger sendromu dürtü kontrolü nasıl yapılır?Asperger sendromu olan çocuklarda bazen dürtü kontrolünde zorluklar görülebilmektedir. Parlak ışık ve ani ses değişimleri gibi uyaranların çok olduğu yerlerde veya sürekli aynı olan rutinlerinin bozulması durumunda dürtü kontrolünde zorluklar yaşayabilirler. Bağırma, ağlama, etrafa vurma, kendine vurma, tekrar tekrar aynı hareketi yapma gibi davranış sorunları gözlenebilir. Bu belirtilerin kontrolü için özel eğitimin, gündelik yaşamın planlı olmasının, ilaç tedavilerinin ve tetikleyicilerden uzak kalmanın faydası olmaktadır.Asperger sendromu takıntıya sebep olur mu?Asperger sendromunda obsesif kompülsif bozukluğa benzer takıntılar gözlenebilmektedir.Asperdger sendromu askerlik için engel midir?Askerlik için yoklama muayenesine gidildiğinde yapılacak muayeneye göre Asperger sendromunun askerliğe engel olup olmadığı değerlendirilir. Bu, kişinin muayenesine göre verilecek bir karardır.Asperger sendromunun erken zamanda fark edilebilmesi için nelere dikkat edilmelidir?Bebeğin gelişim basamaklarını takip etmek Asperger sendromunun erken zamanda fark edilebilmesi için iyi bir yöntemdir. Göz teması kurma, “cee” gibi oyunlar oynama, konuşmanın başlamasındaki gecikmeler, diğer çocuklarla oyun kuramama, aynı etkinlikleri yapmakta ısrar etme (aynı davranışı yapmakta ısrar) gibi durumlar fark edildiğinde uzman bir doktora başvurmak gerekmektedir.Asperger sendromlu çocuğu olan ailelere öneriler nelerdir?-Çocuklarının Asperger sendromlu veya bir otizm spektrum bozukluğuna sahip olduğunu düşünüyorsanız ya da çocuklarla oyun oynamasında, öğrenmesinde, konuşmasında, davranışlarında bir sorun olduğunu gözlemliyorsanız bir çocuk doktoruna ya da çocuk psikiyatristine başvurarak endişelerinizi bu uzmanlarla paylaşın.Asperger sendromu olanların uzun dönem durumları ile öngörü çalışmaları var mıdır? Asperger Sendromu ile ilgili uzun dönem izlem çalışmaları sendromun süreğen seyirli olduğunu göstermektedir. Erken tanı konan, özel eğitim ve sosyal beceri eğitimlerine erken başlayan çocuklarda Asperger sendromunun belirtileri kontrol altına alınabilir, belirtilerin bireyin hayatına etkileri belirgin olarak azaltılabilir. Zorlukların farkında olunarak yapılacak tıbbi ve psikososyal müdahaleler ile Asperger sendromu olan kişiler normal veya normale yakın hayat sürebilir.
12,072
190
Hastalıklar
Astım
Astım, hava yollarının tıkanması, daralması ve şişmesi sonucu kişinin nefes almasını zorlaştıran uzun süreli akciğer enfeksiyonudur. Astımın yaygın belirtileri nefes alıp verirken ıslık sesini andıran hırıltı, nefes darlığı, göğüste ağrı ve sıkışma, terleme, bitkinlik ve özellikle gece ya da sabah erken saatlerde bastıran öksürüktür. Bu semptomlar genellikle sık yaşanır ve tekrarlayıcıdır.Astım, hava yollarının tıkanması, daralması ve şişmesi sonucu kişinin nefes almasını zorlaştıran uzun süreli akciğer enfeksiyonudur. Astımın yaygın belirtileri nefes alıp verirken ıslık sesini andıran hırıltı, nefes darlığı, göğüste ağrı ve sıkışma, terleme, bitkinlik ve özellikle gece ya da sabah erken saatlerde bastıran öksürüktür. Bu semptomlar genellikle sık yaşanır ve tekrarlayıcıdır. Astım Nedir?Astım, solunum yollarının çevresinde gelişen iltihaplanma ve kasların gerilmesinden kaynaklanan kronik bir akciğer hastalığıdır. Astım hastalığında, akciğerlerdeki bronşiyal hava yollarının daralıp şişerek nefes almayı zorlaştırır, bu da öksürük, hırıltı, göğüste sıkışma ve nefes darlığı gibi belirtilere neden olur.Nefes almayı zorlaştırarak günlük hayatı olumsuz etkileyen astım, tetikleyicilerden uzak durulmasıyla birlikte doktorun verdiği ilaçların düzgün kullanılması sonucu tedavi ve nöbetlerinin engellenmesi mümkün olan bir hastalıktır. Bazı kişilerde hafif bir şekilde seyreden astım, özellikle çocuklarda zaman zaman kronik bir hal alıp astım krizlerine yol açabilir.Astım Neden Olur?Alerjileri tetikleyen polen, toz akarları, evcil hayvan tüyüyle birlikte soğuk hava, grip, aşırı egzersiz gibi durumlar akciğerlerdeki bronş tüplerinin daralmasına ve hava yolundaki kasların kasılmasına yol açar.Genel olarak tetikleyicilerle birlikte ortaya çıkan astım nedenleri şöyledir: Polen, toz akarları ve evcil hayvan tüyleri gibi alerjenler Soğuk algınlığı ve grip gibi enfeksiyonlar Genetik Soğuk hava Aşırı egzersiz Beta blokerler, aspirin ve ibuprofen tarzı bazı ilaçlar Yoğun stres durumu Hava kirliliği Gastroözofageal reflü hastalığıPolen, toz akarları ve evcil hayvan tüyleri gibi alerjenlerin astım hastalığına etkisiPolen, toz ve evcil hayvan tüyleri gibi alerjenler, astım semptomlarını tetikleyebilir veya mevcut astımı kötüleştirebilir. Akciğerin bu alerjenlere maruz kalması hava yollarında iltihaplanmaya ve daralmaya yol açarak nefes darlığı, hırıltı ve öksürük gibi astım belirtilerine neden olabilir. Bu yüzden astım semptomları veya mevcut astım hastalığı varsa bu tür etkenlerden uzak durmak önemlidir.Polen: Ağaçlar, çimenler ve yabani otlar gibi bitkilerin ürettiği polenler, özellikle mevsimsel olarak alerjilere ve alerjik astıma yol açma riski taşır. Polenler aynı zamanda burun akıntısı, hapşırma ve gözlerde kaşıntı gibi semptomlara neden olurken beraberinde astım semptomlarını da tetiklemesiyle bilinir.  Toz akarları: Ev tozu içinde bulunan mikroskobik canlılar olan toz akarları, yıl boyunca alerji ve astım semptomlarına neden olabilir. Toz akarlarına maruz kalmak, burun tıkanıklığı, hapşırma ve astım belirtilerini artırabilir.Evcil hayvan tüyleri: Özellikle kedi ve köpek sahipleri için astım riski söz konusudur. Kediler, köpekler ve diğer tüylü hayvanların deri döküntüleri, tüyleri ve salyaları alerjen olarak solunum yollarını etkileyebilir. Bu alerjenler, alerjik reaksiyonlara ve mevcut astım semptomlarının artmasına yol açabilir.Bahsi geçen alerjenlerin olası astım hastalığı önlemek veya mevcut astım üzerindeki etkisini en aza indirmek için, alerjen maruziyetini azaltmak ve uygun tedavi yöntemlerini uygulamak önemlidir. Bunları önlemek için kişi evde düzenli temizlik yapmalı, şartlar uygunsa filtreli hava temizleyiciler kullanabilir ve doktor onayıyla reçeteli ilaçlar kullanabilir.Soğuk algınlığı ve grip gibi enfeksiyonlarAstımın nedenleri arasında soğuk algınlığı ve grip de yer alır. Soğuk algınlığı ve grip, astım hastalarında hava yollarının iltihaplanmasına ve daralmasına yol açarak astım semptomlarının kötüleşmesine veya astım ataklarının artmasına sebebiyet verebilir. Özellikle grip, astım hastalarında ciddi komplikasyonlara yol açabilir ve şiddetlendiği zamanlarda hastaneye yatış riskini artırabilir.Bu risklerin yaşanmaması veya azalması için astım hastası olup olmamaktan bağımsız şekilde her yıl grip aşısı yaptırılması önerilir. Grip aşısı, grip virüsüne karşı koruma sağlayarak astım semptomlarının kötüleşmesini veya astıma yakalanma riskini önleyebilir.  Bununla birlikte hijyen kuralları da önemli bir unsurdur. Ellerin düzenli olarak yıkanması, hasta kişilerle temastan kaçınılması ve kalabalık ortamlardan uzak durulması, durmak gerekiyorsa da maske takılması enfeksiyon riskini azaltabilir. Diğer yandan astıma karşı dengeli beslenme, düzenli egzersiz ve yeterli uyuyup bağışıklık sistemini destekleyerek enfeksiyonlara karşı vücut direnci artırılmalıdır.Astım hastaları, soğuk algınlığı veya grip belirtileri gösterdiklerinde ihmal etmeden doktora başvurmalıdır.Genetik ve çevresel faktörlerSolunum yolları hastalıklarından biri olan astım, genetik ve çevresel faktörlerin etkileşimi sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Hastalığın ortaya çıkmasında etkisi olan faktörlerinden biri de aile öyküsüdür. Buna genetik adı da verilir. Örneğin, anne veya babadan birinin astımı varsa, çocukta astım meydana gelme riski bağlantılı olarak artar. Bu durum, genetik yatkınlığın astım gelişiminde rol oynadığını gösterir.Aynı zamanda genetik araştırmalar da astım ile ilişkili birçok genin varlığını ortaya koymuştur. Özellikle bağışıklık sistemi ve iltihaplanma süreçlerinde rol oynayan genlerdeki varyasyonların, astım riskini artırabildiği değerlendirilir.Örneğin, ORMDL3 ve CDHR3 genlerindeki belirli varyantlar, çocukluk çağında astım gelişimi ile ilişkilendirilmiştir. Burada söz konusu olan ORMDL3 geni, sfingolipid biyosentezinin düzenlenmesinde rol oynarken, CDHR3 geni, solunum yolu epitelinde ifade edilir ve rinovirüs C’nin reseptörü olarak işlev görür. Bu genlerdeki varyantların ortak özelliği, astım gelişimine katkıda bulunmasıdır.Ancak bilinmesi gerekir ki genetik yatkınlık tek başına astım gelişimi için yeterli değildir. Buradaki bir diğer etken de çevresel faktörlerdir. Özellikle hava kirliliği ve solunum yolu enfeksiyonları, genetik yatkınlığı olan bireylerde astım hastalığının ortaya çıkmasını tetikleyebilir. Bu nedenle, astımın gelişimi hem genetik hem de çevresel faktörlerin birleşimiyle ortaya çıkabilir.Sonuç olarak, genetik ve çevresel faktörlerin astım gelişiminde önemli bir rol oynadığı değerlendirilir.Astım Belirtileri Nelerdir?Astımın en sık karşılaşılan belirtileri nefes alıp verirken çıkan hırıltı sesi astımın en yaygın belirtisi olup, nefes darlığı, göğüste sıkışma, öksürük ve konuşmada zorluktur. Astım ataklarında görülen belirtiler şunlardır: Özellikle geceleri, aktivite anında ve gülerken öksürük tutması Nefes almada zorluk Nefes alıp verirken hırıltı Göğüste sıkışma, ağrı ya da baskı Parmaklar, tırnaklar ve dudakta mavimsi morarma Baş dönmesi Hızlı nefes alıp-vermek zorunda kalma Konuşmada zorluk Bitkin hissetme Öksürük ve nefes darlığı ile uykudan uyanma Kaygı veya panik hissi TerlemeAlerjik Astım belirtileri nelerdir?Alerjik astım belirtileri genellikle öksürük krizleri, nefes darlığı, hırıltılı solunum, nefes alıp verirken ıslık sesi çıkması, göğüs ağrısı veya göğüste baskı hissi gibi semptomlar içerir.Astıma Ne İyi Gelir?Elma, portakal, nar, zencefil, zerdeçal, balık, ıspanak ve domates suyunu beslenme alışkanlıklarına dahil ederek sağlıklı beslenmek, düzenli olarak egzersiz yapmak, stresten uzak durmak, sigaradan uzak durmak ve düzenli bir uykuya sahip olmak astıma iyi gelir. Bunlarla birlikte süt ve yumurta gibi D vitamini içerikleri, karoten açısından zengin havuç ve yeşil yapraklı sebzeler de astıma iyi gelebilecek doğal yöntemlerdendir.Astıma iyi gelen doğal yöntemler şöyledir: Bol sıvı tüketmek Elma, portakal ve nar gibi C vitamini takviyesi almak Ballı zencefil ve zerdeçal karışımı denemek Tuzlu su ile gargara yaparak mukusu temizlemek Adaçayı ve kekik çayı denemek Sıcak buhar solumak Somon, uskumru ve morina gibi balıkların tüketimini artırmak Süt ve yumurtayı diyet listesine eklemek Havuç ve yeşil yapraklı sebzeler yemek Magnezyum açısından zengin gıdalara yönelmekAstım Teşhisi Nasıl Konulur?Astım hastalığı hafif bir şekilde seyredebildiği gibi kronik vakaya da dönüşebilir. Özellikle astım ve alerjik hastalıkların erken teşhisi hastalığın ilerlememesi ve tehlike sonuçlar doğurmaması adına önemlidir.Astım teşhisinde faydalanılan yöntemler şöyle sıralanabilir: Fizik muayene Solunum fonksiyon testleri Akciğer grafisi Kanda alerji tetkikleriAstım Tedavisi ve Astım İlaçlarıAstımın kesin bir tedavisi söz konusu değildir ancak semptomları iyileştirmeye yönelik birtakım yöntemler uygulanabilir. Astım tedavisinde kullanılan başlıca ilaçlardan biri kortizondur. Bunlarla birliktea astım tedavisinde iki çeşit ilaç grubu kullanılmaktadır. Bunlar; hastalığı tedavi eden ya da kontrol eden ilaçlar ve rahatlatıcı ilaçlardır. Astım tedavisinde hangi ilaçların ne kadar süre ile ve hangi durumlarda kullanılacağı mutlaka doktor tarafından belirlenmelidir.Kortizonla birlikte astım tedavisinde uygulanılan yöntemler şunlardır:Bronkodilatörler: Bu ilaçlar solunum yollarınızın etrafındaki kasları gevşetmeye yarar. Gevşemiş kaslar solunum yollarının havayı hareket ettirmesine izin verir. Ayrıca mukusun solunum yollarında daha kolay hareket etmesini sağlarlar. Bu ilaçlar semptomlarınızı ortaya çıktıklarında hafifletir ve aralıklı ve özellikle kronik astım için kullanılır.Antiinflamatuar ilaçlar: Bu ilaçlar solunum yollarınızdaki şişliği ve mukus üretimini azaltır ve havanın ciğerlere girip çıkmasını kolaylaştırır. Doktor tarafından, kronik astım semptomlarınızı kontrol etmek veya önlemek için bunları her gün almaları için reçete edebilir.Astım için biyolojik tedaviler: Bunlar, uygun inhaler tedavisine rağmen semptomların devam ettiği şiddetli astım için kullanılır.Astım Risk Faktörleri Nelerdir?Aşağıda yer alan durumlar astım hastalığına yakalanma riskini artırır: Ailede astım hikayesi olan birinin bulunması Saman nezlesi gibi başka bir alerjik duruma sahip olmak Aşırı kilolu olmak Sigara içmek ve sigara dumanı solumak Hava kirliliğine maruz kalma Tarım, kuaförlük ve imalatta kullanılan kimyasallar gibi mesleki tetikleyicilere maruz kalmaAstım Hakkında Sık Sorulan SorularAstım krizi belirtileri nelerdir?Astım krizlerinde, hırıltı, öksürük ve göğüste sıkışma hissi şiddetli hale gelir, konuşmakta bile zorlanacak nefes darlığı ortaya çıkar, kalp atış hızı artar, daha hızlı nefes alınıp verilir, baş dönmesi ve bayılma da görülebilir.Astım genetik midir? Hem anne hem babasında astım olan kişilerde astım hastalığına daha sık rastlanır. Genetik faktörlerin rol oynadığı hastalarda alerjinin rolü de vardır. Ancak her alerjik bünyeli insanda astım olmadığı gibi, her astımlı insanda da alerji bulunmayabilir.Alerjik astım nedir?Alerjik astım; özellikle bahar ve yaz aylarında polen ve toz gibi alerjenlerin vücuda girmesiyle öksürük ve nefes alındığında hırıltı gibi belirtiler ortaya çıkaran bir astım çeşididir. İlerlediğinde astıma dönüşebilir.Psikolojik astım belirtileri nelerdir?Psikolojik astımın yayın görülen belirtileri kalp çarpıntısı, göğüs sıkışması, nefes darlığı ve öksürüktür.Astım hastalığı ilerlerse ne olur? Astım hastalığı; düzenli takipler ve yaşam tarzına düzenlemeleri ile kontrol altına alınabilir. Ancak tedavi edilmeyen astım, benzer belirtiler gösteren ama çok daha tehlikeli bir solunum yolu hastalığı olan KOAH'a dönüşebilmektedir.Astım kendi kendine geçer mi? Astım kronik bir hastalık olduğu için tamamen tedavisi söz konusu değildir. Astım hastalığı; düzenli takipler ve yaşam tarzı düzenlemeleri ile kontrol altına alınabilir.Astımda balgam olur mu? Astım öksürüğü; balgamsız, kuru bir öksürüktür ve genellikle nöbet şeklinde görülür. Astım Nedir?Astım, solunum yollarının çevresinde gelişen iltihaplanma ve kasların gerilmesinden kaynaklanan kronik bir akciğer hastalığıdır. Astım hastalığında, akciğerlerdeki bronşiyal hava yollarının daralıp şişerek nefes almayı zorlaştırır, bu da öksürük, hırıltı, göğüste sıkışma ve nefes darlığı gibi belirtilere neden olur.Nefes almayı zorlaştırarak günlük hayatı olumsuz etkileyen astım, tetikleyicilerden uzak durulmasıyla birlikte doktorun verdiği ilaçların düzgün kullanılması sonucu tedavi ve nöbetlerinin engellenmesi mümkün olan bir hastalıktır. Bazı kişilerde hafif bir şekilde seyreden astım, özellikle çocuklarda zaman zaman kronik bir hal alıp astım krizlerine yol açabilir.Astım Neden Olur?Alerjileri tetikleyen polen, toz akarları, evcil hayvan tüyüyle birlikte soğuk hava, grip, aşırı egzersiz gibi durumlar akciğerlerdeki bronş tüplerinin daralmasına ve hava yolundaki kasların kasılmasına yol açar.Genel olarak tetikleyicilerle birlikte ortaya çıkan astım nedenleri şöyledir:Polen, toz akarları ve evcil hayvan tüyleri gibi alerjenlerin astım hastalığına etkisiPolen, toz ve evcil hayvan tüyleri gibi alerjenler, astım semptomlarını tetikleyebilir veya mevcut astımı kötüleştirebilir. Akciğerin bu alerjenlere maruz kalması hava yollarında iltihaplanmaya ve daralmaya yol açarak nefes darlığı, hırıltı ve öksürük gibi astım belirtilerine neden olabilir. Bu yüzden astım semptomları veya mevcut astım hastalığı varsa bu tür etkenlerden uzak durmak önemlidir.Polen: Ağaçlar, çimenler ve yabani otlar gibi bitkilerin ürettiği polenler, özellikle mevsimsel olarak alerjilere ve alerjik astıma yol açma riski taşır. Polenler aynı zamanda burun akıntısı, hapşırma ve gözlerde kaşıntı gibi semptomlara neden olurken beraberinde astım semptomlarını da tetiklemesiyle bilinir.  Toz akarları: Ev tozu içinde bulunan mikroskobik canlılar olan toz akarları, yıl boyunca alerji ve astım semptomlarına neden olabilir. Toz akarlarına maruz kalmak, burun tıkanıklığı, hapşırma ve astım belirtilerini artırabilir.Evcil hayvan tüyleri: Özellikle kedi ve köpek sahipleri için astım riski söz konusudur. Kediler, köpekler ve diğer tüylü hayvanların deri döküntüleri, tüyleri ve salyaları alerjen olarak solunum yollarını etkileyebilir. Bu alerjenler, alerjik reaksiyonlara ve mevcut astım semptomlarının artmasına yol açabilir.Bahsi geçen alerjenlerin olası astım hastalığı önlemek veya mevcut astım üzerindeki etkisini en aza indirmek için, alerjen maruziyetini azaltmak ve uygun tedavi yöntemlerini uygulamak önemlidir. Bunları önlemek için kişi evde düzenli temizlik yapmalı, şartlar uygunsa filtreli hava temizleyiciler kullanabilir ve doktor onayıyla reçeteli ilaçlar kullanabilir.Soğuk algınlığı ve grip gibi enfeksiyonlarAstımın nedenleri arasında soğuk algınlığı ve grip de yer alır. Soğuk algınlığı ve grip, astım hastalarında hava yollarının iltihaplanmasına ve daralmasına yol açarak astım semptomlarının kötüleşmesine veya astım ataklarının artmasına sebebiyet verebilir. Özellikle grip, astım hastalarında ciddi komplikasyonlara yol açabilir ve şiddetlendiği zamanlarda hastaneye yatış riskini artırabilir.Bu risklerin yaşanmaması veya azalması için astım hastası olup olmamaktan bağımsız şekilde her yıl grip aşısı yaptırılması önerilir. Grip aşısı, grip virüsüne karşı koruma sağlayarak astım semptomlarının kötüleşmesini veya astıma yakalanma riskini önleyebilir.  Bununla birlikte hijyen kuralları da önemli bir unsurdur. Ellerin düzenli olarak yıkanması, hasta kişilerle temastan kaçınılması ve kalabalık ortamlardan uzak durulması, durmak gerekiyorsa da maske takılması enfeksiyon riskini azaltabilir. Diğer yandan astıma karşı dengeli beslenme, düzenli egzersiz ve yeterli uyuyup bağışıklık sistemini destekleyerek enfeksiyonlara karşı vücut direnci artırılmalıdır.Astım hastaları, soğuk algınlığı veya grip belirtileri gösterdiklerinde ihmal etmeden doktora başvurmalıdır.Genetik ve çevresel faktörlerSolunum yolları hastalıklarından biri olan astım, genetik ve çevresel faktörlerin etkileşimi sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Hastalığın ortaya çıkmasında etkisi olan faktörlerinden biri de aile öyküsüdür. Buna genetik adı da verilir. Örneğin, anne veya babadan birinin astımı varsa, çocukta astım meydana gelme riski bağlantılı olarak artar. Bu durum, genetik yatkınlığın astım gelişiminde rol oynadığını gösterir.Aynı zamanda genetik araştırmalar da astım ile ilişkili birçok genin varlığını ortaya koymuştur. Özellikle bağışıklık sistemi ve iltihaplanma süreçlerinde rol oynayan genlerdeki varyasyonların, astım riskini artırabildiği değerlendirilir.Örneğin, ORMDL3 ve CDHR3 genlerindeki belirli varyantlar, çocukluk çağında astım gelişimi ile ilişkilendirilmiştir. Burada söz konusu olan ORMDL3 geni, sfingolipid biyosentezinin düzenlenmesinde rol oynarken, CDHR3 geni, solunum yolu epitelinde ifade edilir ve rinovirüs C’nin reseptörü olarak işlev görür. Bu genlerdeki varyantların ortak özelliği, astım gelişimine katkıda bulunmasıdır.Ancak bilinmesi gerekir ki genetik yatkınlık tek başına astım gelişimi için yeterli değildir. Buradaki bir diğer etken de çevresel faktörlerdir. Özellikle hava kirliliği ve solunum yolu enfeksiyonları, genetik yatkınlığı olan bireylerde astım hastalığının ortaya çıkmasını tetikleyebilir. Bu nedenle, astımın gelişimi hem genetik hem de çevresel faktörlerin birleşimiyle ortaya çıkabilir.Sonuç olarak, genetik ve çevresel faktörlerin astım gelişiminde önemli bir rol oynadığı değerlendirilir.Astım Belirtileri Nelerdir?Astımın en sık karşılaşılan belirtileri nefes alıp verirken çıkan hırıltı sesi astımın en yaygın belirtisi olup, nefes darlığı, göğüste sıkışma, öksürük ve konuşmada zorluktur. Astım ataklarında görülen belirtiler şunlardır:Alerjik Astım belirtileri nelerdir?Alerjik astım belirtileri genellikle öksürük krizleri, nefes darlığı, hırıltılı solunum, nefes alıp verirken ıslık sesi çıkması, göğüs ağrısı veya göğüste baskı hissi gibi semptomlar içerir.Astıma Ne İyi Gelir?Elma, portakal, nar, zencefil, zerdeçal, balık, ıspanak ve domates suyunu beslenme alışkanlıklarına dahil ederek sağlıklı beslenmek, düzenli olarak egzersiz yapmak, stresten uzak durmak, sigaradan uzak durmak ve düzenli bir uykuya sahip olmak astıma iyi gelir. Bunlarla birlikte süt ve yumurta gibi D vitamini içerikleri, karoten açısından zengin havuç ve yeşil yapraklı sebzeler de astıma iyi gelebilecek doğal yöntemlerdendir.Astıma iyi gelen doğal yöntemler şöyledir:Astım Teşhisi Nasıl Konulur?Astım hastalığı hafif bir şekilde seyredebildiği gibi kronik vakaya da dönüşebilir. Özellikle astım ve alerjik hastalıkların erken teşhisi hastalığın ilerlememesi ve tehlike sonuçlar doğurmaması adına önemlidir.Astım teşhisinde faydalanılan yöntemler şöyle sıralanabilir:Astım Tedavisi ve Astım İlaçlarıAstımın kesin bir tedavisi söz konusu değildir ancak semptomları iyileştirmeye yönelik birtakım yöntemler uygulanabilir. Astım tedavisinde kullanılan başlıca ilaçlardan biri kortizondur. Bunlarla birliktea astım tedavisinde iki çeşit ilaç grubu kullanılmaktadır. Bunlar; hastalığı tedavi eden ya da kontrol eden ilaçlar ve rahatlatıcı ilaçlardır. Astım tedavisinde hangi ilaçların ne kadar süre ile ve hangi durumlarda kullanılacağı mutlaka doktor tarafından belirlenmelidir.Kortizonla birlikte astım tedavisinde uygulanılan yöntemler şunlardır:Bronkodilatörler: Bu ilaçlar solunum yollarınızın etrafındaki kasları gevşetmeye yarar. Gevşemiş kaslar solunum yollarının havayı hareket ettirmesine izin verir. Ayrıca mukusun solunum yollarında daha kolay hareket etmesini sağlarlar. Bu ilaçlar semptomlarınızı ortaya çıktıklarında hafifletir ve aralıklı ve özellikle kronik astım için kullanılır.Antiinflamatuar ilaçlar: Bu ilaçlar solunum yollarınızdaki şişliği ve mukus üretimini azaltır ve havanın ciğerlere girip çıkmasını kolaylaştırır. Doktor tarafından, kronik astım semptomlarınızı kontrol etmek veya önlemek için bunları her gün almaları için reçete edebilir.Astım için biyolojik tedaviler: Bunlar, uygun inhaler tedavisine rağmen semptomların devam ettiği şiddetli astım için kullanılır.Astım Risk Faktörleri Nelerdir?Aşağıda yer alan durumlar astım hastalığına yakalanma riskini artırır:Astım Hakkında Sık Sorulan SorularAstım krizi belirtileri nelerdir?Astım krizlerinde, hırıltı, öksürük ve göğüste sıkışma hissi şiddetli hale gelir, konuşmakta bile zorlanacak nefes darlığı ortaya çıkar, kalp atış hızı artar, daha hızlı nefes alınıp verilir, baş dönmesi ve bayılma da görülebilir.Astım genetik midir? Hem anne hem babasında astım olan kişilerde astım hastalığına daha sık rastlanır. Genetik faktörlerin rol oynadığı hastalarda alerjinin rolü de vardır. Ancak her alerjik bünyeli insanda astım olmadığı gibi, her astımlı insanda da alerji bulunmayabilir.Alerjik astım nedir?Alerjik astım; özellikle bahar ve yaz aylarında polen ve toz gibi alerjenlerin vücuda girmesiyle öksürük ve nefes alındığında hırıltı gibi belirtiler ortaya çıkaran bir astım çeşididir. İlerlediğinde astıma dönüşebilir.Psikolojik astım belirtileri nelerdir?Psikolojik astımın yayın görülen belirtileri kalp çarpıntısı, göğüs sıkışması, nefes darlığı ve öksürüktür.Astım hastalığı ilerlerse ne olur? Astım hastalığı; düzenli takipler ve yaşam tarzına düzenlemeleri ile kontrol altına alınabilir. Ancak tedavi edilmeyen astım, benzer belirtiler gösteren ama çok daha tehlikeli bir solunum yolu hastalığı olan KOAH'a dönüşebilmektedir.Astım kendi kendine geçer mi? Astım kronik bir hastalık olduğu için tamamen tedavisi söz konusu değildir. Astım hastalığı; düzenli takipler ve yaşam tarzı düzenlemeleri ile kontrol altına alınabilir.Astımda balgam olur mu? Astım öksürüğü; balgamsız, kuru bir öksürüktür ve genellikle nöbet şeklinde görülür.
8,140
191
Hastalıklar
Aşırı Terleme
Terleme, vücut sıcaklığını düzenlemeye yardımcı olan bedensel bir işlevdir. Yüksek ateşte vücut sıcaklığının azaltılmaya çalışılmasında olduğu gibi vücut belli bir sıcaklıkta kalabilmek için de terleme fonksiyonunu kullanır. Terleme tıbbi açıdan vücuttan tuz bazlı bir sıvının salınması olarak da ifade edilebilir. Terleme bazı tıbbi hastalıklara bağlı olarak meydana gelebileceği gibi ısı, egzersiz veya strese tepki sonrası da görülebilir. Terlemenin ihtiyaçların üzerinde yaşandığı duruma hiperhidrozis adı verilir.Terleme, vücut sıcaklığını düzenlemeye yardımcı olan bedensel bir işlevdir. Yüksek ateşte vücut sıcaklığının azaltılmaya çalışılmasında olduğu gibi vücut belli bir sıcaklıkta kalabilmek için de terleme fonksiyonunu kullanır. Terleme tıbbi açıdan vücuttan tuz bazlı bir sıvının salınması olarak da ifade edilebilir. Terleme bazı tıbbi hastalıklara bağlı olarak meydana gelebileceği gibi ısı, egzersiz veya strese tepki sonrası da görülebilir. Terlemenin ihtiyaçların üzerinde yaşandığı duruma hiperhidrozis adı verilir. Aşırı Terleme (Hiperhidroz) Nedir?Tıbbi adı hiperhidroz olan aşırı terleme fizyolojik ihtiyaçların üzerinde yaşanan terlemeye verilen isimdir. Aşırı terleme primer ve sekonder olmak üzere sınıflandırılır. Primer bölgesel hiperhidrozis (aşırı terleme) altta yatan herhangi bir hastalık olmadan sağlıklı kişilerde yaşanan durumdur. Aslında aşırı terleme hastalığı primer bölgesel hiperhidrozis denilen durumdur. Sekonder hiperhidrozis (aşırı terleme) ise başka hastalıklara bağlı yaşanan terlemedir. Bunlara örnek olarak diyabet (hipoglisemi), tiroid (hipertiroidi), obezite, alkolizm, menopoz, solunum ve kalp yetmezliği gibi hastalıklar sayılabilir.Sağlıklı kişilerde meydana gelen primer bölgesel hiperhidrozis sıcaklık artışı, egzersiz veya vücudun strese gösterdiği tepkiye bağlı olarak görülür. Bu durum fizyolojik ihtiyaçlar doğrultusunda normal karşılanır ve kişinin terlemesi sağlıklı kabul edilir. Ancak sekonder hiperhidrozis vakalarında bazı hastalıklar terlemeyi tetikler ve bunların tedavisi gerekebilir. Başta obezite, diyabet, menopoz ve tiroid hastalıkları bunlara örnek olarak verilebilir.  Aşırı Terleme (Hiperhidroz) Neden Olur?Aşırı terleme, ter bezlerinin çok yoğun ve aktif bir şekilde çalışması sonucunda aşırı terleme meydana gelir. Aşırı terlemeyi tetikleyen faktörler arasında diyabet, tiroid, obezite gibi hastalıklar olabileceği gibi menopoz ve hamilelik süreci de aşırı terleme ortaya çıkarabilir. Hastalık dışındaki aşırı terleme nedenleri ise ısı artışı, egzersiz ve strestir.Aşırı terleme nedeni türüne göre farklılık gösterir. Sekonder hiperhidrozis (aşırı terleme) nedeni altta yatan hastalığa göre değişir. Diyabet, tiroid, obezite, menopoz, solunum ve kalp yetmezliği gibi farklı rahatsızlıklar aşırı terlemeye neden olabilir.Primer bölgesel hiperhidrozis (aşırı terleme) ise nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte hastaların %60-80’inde aile öyküsü bulunur. Birincil derece yakınlarında bu hastalık olan kişilerde daha sık görüldüğü değerlendirilir.Hastalıktan bağımsız görülen primer bölgesel hiperhidroza neden olan faktörler şöyledir: Isı artışı Egzersiz Stres Genetik faktörHastalığa bağlı ortaya çıkan sekonder hiperhidrozisin nedenleri ise şunlardır: Obezite Diyabet Tiroid hastalığı Menopoz Hamilelik Gut hastalığı Sinir sistemi bozuklukları Alkolizm Solunum ve kalp yetmezliğiAşırı Terleme (Hiperhidroz) Belirtileri Nelerdir?Aşırı terleme belirtileri hastalığın primer ve sekonder tipine göre farklılık gösterir. Hastalıklara bağlı görülen sekonder aşırı terlemede (hiperhidroz) en önemli belirtisi vücudun genelinin terlemesidir. Primer bölgesel hiperhidroz ise vücut kuruyken el ve koltuk altı gibi bölgelerde terleme ile kendini gösterir. Bazen yüz ve ayakların terlemesi de bu duruma eşlik edebilir. Sadece el veya koltuk altı terleyebileceği gibi bazen el ve ayaklar, el ve koltuk altı gibi farklı kombinasyonları da yaşanabilir.Aşırı terleme belirtileri genel olarak şu belirtilerle karakterizedir: Ciltte ıslaklık Kıyafetlerin nemli olması Vücut kokusu  Zamanla kaşıntı veya iltihaplanma Terlemenin genellikle çift taraflı olması ve nispeten aynı oranda olmasıUykuda terleme olmaması da primer aşırı terleme belirtisidir. Sekonder aşırı terlemede ise genellikle gece terlemeleri daha fazla olabilmektedir. Yaşanan terleme sebebiyle günlük aktivitelerin etkilenmesi ve şikayetlerin en az haftada bir kez ortaya çıkması da aşırı terleme belirtisi olarak kabul edilmektedir.Hasta şikayetleri yaş grubuna göre farklılık gösterebilmektedir. Çocukluk çağı hastalarda daha çok bilgisayar klavyesini kullanamamak, yazı yazarken kağıdın ıslanması veya piyano gibi enstrümanları çalarken elin kayması gibi belirtiler ortaya çıkabilir.Erişkin yaşlardaki hastaların şikayetleri ise el sıkışmaktan kaçınmak gibi daha çok sosyal ilişkilerde problem olarak ortaya çıkmaktadır.Bu hasta grubunda ellerini kurulandıktan saniyeler sonra tekrar terleme yaşanabilmektedir. İleri seviye aşırı terlemelerde genellikle avuç içlerinde yağmur taneciği gibi terleme taneciklerini görülebilir.El bileklerinden itibaren renk değişikliği, pul pul dökülmeler aşırı terlemenin (hiperhidrozis) nadir gözüken belirtileri arasındadır.Aşırı Terleme (Hiperhidroz) Teşhisi Nasıl Yapılır?Aşırı terleme rahatsızlığının teşhisinde herhangi bir kan tahlili veya radyolojik görüntüleme kullanılmamaktadır. Teşhis sıklıkla hastanın hikayesi ve fiziki muayene ile konulabilmektedir.Aşırı terleme teşhisinde; terlemeye neden olabilecek diğer hastalıklar kan tahlili gibi yöntemlerle elenebilir. Bu hastalıklar bertaraf edildikten sonra teşhis netleşebilir. Ancak nadir de olsa bazen hastada hem primer hem sekonder aşırı terleme olabilir. Yani hastada nedeni belli olmayan primer bölgesel aşırı terleme rahatsızlığı varken aynı zamanda diyabet veya tiroid kaynaklı terleme de bulunabilir.  Aşırı Terleme (Hiperhidroz) Tedavisi Nasıl Yapılır?Sekonder aşırı terlemenin tedavisinde diyabet, tiroid gibi terlemeye neden olan altta yatan hastalık tedavi edilir.Primer bölgesel hiperhidrozis tedavisinde ise hastalar birçok yöntem denemektedir. Tüm tedavi yöntemlerinin avantajları ve dezavantajları vardır. Aşırı terlemenin krem ve deodorant tedavisi: İlk olarak hastalar en basit uygulama olan krem ve deodorant tedavisini uygulamaktadır. Krem ve deodorant spreyler geçici olarak ter gözeneklerini tıkayarak terlemeyi durdurmaktadır. Bu tür önlemler ancak hafif aşırı terleme hastalarında birkaç saat gibi çok kısa süreli çözümler üretmektedir. Orta ve ileri derece hiperhidrozis hastalarında bu tür önlemler fayda sağlamamaktadır. Aşırı terleme botoks tedavisi: Estetik alanda kullanılan botoks toksini terleyen bölgeye enjekte edilerek aşırı terleme durdurulmaktadır. Terlemeye neden olan reseptörlerin bloke edilmesi sonucu terlemenin önüne geçilmektedir. El bölgesinde maksimum 3 ay, koltuk altı bölgesi için 6 ay etkisi olabilmektedir. Poliklinik ortamında yapılabilmektedir. Anestezi kullanılmasına gerek yoktur. Botoks işlemi sırasında ağrı yaşanabilir. Aşırı terleme hastaları bu uygulamayı hayat boyu belli aralıklarla yaptırmak zorundadır. En önemli dezavantajı budur. Hastaların birçoğu sürekli botoks yaptırmaktan sıkıldığı için kalıcı çözümlere yönelmektedir. Aşırı terleme ameliyatı: Aşırı terlemenin (hiperhidrozis) tedavisinde kesin ve kalıcı yöntemdir.Terlemeye Ne İyi Gelir?Terlemeye iyi gelen yöntemler arasında ter önleyici kremler, medikal mendiller, bol su içmek, daha sık duş almak, daha esnek ve nefes alabilen kıyafetler giymek yer alır. Stresten uzak durarak ruh sağlığını korumak da ani ve aşırı terlemelerin önüne geçer.Aşırı Terleme (Hiperhidroz) Hakkında Sık Sorulan Sorular Terleme neden olur?Terlemenin nedeni, ısı artışı, egzersiz, stres, tiroid, diyabet, obezite gibi hastalıklar olabileceği gibi menopoz ve hamilelik gibi durumların ter bezlerini çok yoğun ve aktif bir şekilde çalıştırmasıdır. Bazı durumlarda da vücudun sıcaklık dengesini korumaya çalışması da terlemeye neden olur.Aşırı terleme hangi hastalığın belirtisidir?Aşırı terleme eğer hastalık kaynaklı ortaya çıktıysa bu hastalıklara örnek olarak obezite, diyabet, tiroid, solunum-kalp yetmezliğinin yanı sıra hamilelik ve menopoz süreçleri de aşırı terlemeye yol açabilir.Ani terleme neden olur?Kişinin bir anda terlemeye başlaması şekerin yükselmesi, tansiyon, ısı artışına bağlı olarak sıcak çarpması, panik atak ve özellikle hem baharatlı hem de acı besinlerin tüketimi kaynaklı olabilir. Terleme ameliyatı nasıl yapılır?Terleme ameliyatı süreci maddeler halinde şöyle açıklanabilir: El ve koltuk altında terlemeye neden olan sinirler göğüs boşluğunda omurganın yanında kaburgaların ise üzerinde bulunmaktadır. Bu nedenle el ve koltuk altı terlemesi ameliyatları akciğer boşluğunda yapılmaktadır. El ve koltuk altı terlemesinin ameliyatı genel anestezi altında ameliyathanede yapılır. Hangi tarafın ameliyatı yapılıyorsa o taraftaki akciğer söndürüldükten sonra ameliyat yapılır. Söndürülen akciğer şişirildikten sonra diğer tarafın ameliyatına geçilir. Torakoskopik denilen kapalı ameliyat yöntemiyle yapılan aşırı terleme ameliyatı 5 mm. tek bir delikten gerçekleştirilir. Kapalı yöntemle akciğer boşluğuna girilip terlemeye neden olan sinirin ilgili bölümü bloke edilir veya çıkartılır. T3 T4 T5 denilen kaburga üzerinde giden sinirler bulunmaktadır. Genellikle aşırı el terlemesi olanlardaki problem T3 bölgesindedir. Koltuk altı bölgesi T3 - T4  bölgesidir. Hastanın şikayetine göre ameliyatta çıkartılan bölgeler değişebilmektedir.  Sağ taraf ve sol taraf için ameliyat aynı seansta yapılmaktadır.Terleme ameliyatı kaç saat sürer?Kapalı yöntemle yapılan terleme ameliyatı toplamda yarım saat sürmektedir.Terleme ameliyatının riskleri nelerdir?Terleme ameliyatlarının en sık görülen riski refleks veya kompansatuar terleme denilen durumdur. El ve koltuk altı terlemesine yönelik cerrahi girişimin ardından bu bölgelerdeki terleme neredeyse istisnasız tedavi edilmektedir. Ancak ameliyat sonrası refleks veya kompensatuar denilen daha önceden olmayan bel, karın veya sırt bölgesinde terleme başlayabilir. Terleme ameliyatına tepki olarak vücut teri bu bölgelerden atabilir. Böyle bir tepkinin gerçekleşme oranı %10’dur. Ancak bu bölgelerde yaşanan terlemenin el ve koltuk altı terlemesinde gibi çok şiddetli olma ihtimali %3-4’tür. Refleks terlemenin de cerrahi yöntemlerle tedavisi bulunmaktadır. Ancak bunun da başarı oranı %50’dir. Ameliyat kararı verirken bu konunun göz ardı edilmemesi gerekmektedir.Terleme ameliyatlarından sonra nadir de olsa akciğer sönmesi yaşanabilmektedir.Aşırı terleme tek taraflı yaşanabilir mi?Aşırı terleme tek el veya tek koltuk altı terlemesi gibi nadir de olsa tek taraflı yaşanabilmektedir. Ancak terleme sorunu büyük bir oranla çift taraflı yaşanmaktadır.Geceleri terleme nedeni ile gündüz terleme nedeni farklı mıdır?Primer hiperhidrozis (aşırı terleme) hastalarında geceleri terleme genellikle yaşanmamaktadır. Tam primer hiperhidrozis hastalarında gece terlemeleri görülmemektedir. Gece terleme nedenleri daha çok sekonder aşırı terleme hastalarında görülmektedir. Yani altta yatan farklı bir hastalık terlemeye neden olmaktadır. Hatta sekonder hiperhidrozis hastalarında geceleyin terleme oranı gündüze göre daha fazla olabilir.Aşırı terleme için hangi doktora gidilir?Genel terleme sorunları için dahiliye veya göğüs hastalıkları doktoruna gidilebilir. Tüm vücutta bir terleme yaşanıyorsa bunun nedenini bulmak için dahiliye doktoru çeşitli testler yapabilir. Ancak el ve koltuk altında yaşanan terlemeler için tedavi şekline göre doktor seçilmelidir. Botoks tedavisini tercih eden hastalar bunun için dermatoloji doktoruna gidebilir. Ancak cerrahi yöntemle kalıcı çözüm arayan hastaların bu konuda deneyimli bir göğüs cerrahına başvurması gerekir. Terleme ameliyatının yapılacağı hastanenin gerekli alt yapıya ve donanıma sahip olması da önemlidir.Aşırı terlemenin bitkisel veya doğal tedavisi var mıdır?Aşırı terlemenin kanıtlanmış bitkisel bir tedavisi yoktur.  Çocuklarda aşırı terleme yaşanır mı?Primer aşırı terleme çocukluk çağından itibaren ortaya çıkan bir hastalıktır. Genellikle 10 yaşından sonra aileler aşırı terleme rahatsızlığını tespit etmektedir. Tedavi edilmezse ömür boyu devam etmektedir.Aşırı terleme hangi hastalıklara sebep olur?Terleme cilt sorunlarına yol açabilir ve aşırı terleme sonucu ellerde döküntüler veya mantar görülebilir.Hamilelik döneminde aşırı terleme yaşanır mı?Sekonder aşırı terleme farklı nedenlerden kaynaklanabilir. Menopoz veya hamilelik dönemi de bunların arasındadır.Terleme hastalığı kendi kendine geçer mi?Primer bölgesel aşırı terleme rahatsızlığının şiddeti genelde erişkin yaşa doğru artar, çok nadir olarak da kendiliğinden geçer. Sekonder aşırı terleme rahatsızlığında ise altta yatan hastalık tedavi edilmeden şikayetler gerilemez.Erkeklerde ve kadınlarda aşırı terleme nedenleri farklı mıdır?Primer hiperhidrozis (aşırı terleme) nedenleri belli değildir. Ancak erkek ve kadınlarda görülme oranı eşittir. Altta yatan hastalığa göre ortaya çıkan sekonder aşırı terleme ise kadınlarda daha fazla görülmektedir.Aşırı terleme hangi yaş aralığında daha çok görülür?Hiperhidrozis hastalığı daha çok 18-25 yaş aralığında görülmektedir. Aşırı Terleme (Hiperhidroz) Nedir?Tıbbi adı hiperhidroz olan aşırı terleme fizyolojik ihtiyaçların üzerinde yaşanan terlemeye verilen isimdir. Aşırı terleme primer ve sekonder olmak üzere sınıflandırılır. Primer bölgesel hiperhidrozis (aşırı terleme) altta yatan herhangi bir hastalık olmadan sağlıklı kişilerde yaşanan durumdur. Aslında aşırı terleme hastalığı primer bölgesel hiperhidrozis denilen durumdur. Sekonder hiperhidrozis (aşırı terleme) ise başka hastalıklara bağlı yaşanan terlemedir. Bunlara örnek olarak diyabet (hipoglisemi), tiroid (hipertiroidi), obezite, alkolizm, menopoz, solunum ve kalp yetmezliği gibi hastalıklar sayılabilir.Sağlıklı kişilerde meydana gelen primer bölgesel hiperhidrozis sıcaklık artışı, egzersiz veya vücudun strese gösterdiği tepkiye bağlı olarak görülür. Bu durum fizyolojik ihtiyaçlar doğrultusunda normal karşılanır ve kişinin terlemesi sağlıklı kabul edilir. Ancak sekonder hiperhidrozis vakalarında bazı hastalıklar terlemeyi tetikler ve bunların tedavisi gerekebilir. Başta obezite, diyabet, menopoz ve tiroid hastalıkları bunlara örnek olarak verilebilir.  Aşırı Terleme (Hiperhidroz) Neden Olur?Aşırı terleme, ter bezlerinin çok yoğun ve aktif bir şekilde çalışması sonucunda aşırı terleme meydana gelir. Aşırı terlemeyi tetikleyen faktörler arasında diyabet, tiroid, obezite gibi hastalıklar olabileceği gibi menopoz ve hamilelik süreci de aşırı terleme ortaya çıkarabilir. Hastalık dışındaki aşırı terleme nedenleri ise ısı artışı, egzersiz ve strestir.Aşırı terleme nedeni türüne göre farklılık gösterir. Sekonder hiperhidrozis (aşırı terleme) nedeni altta yatan hastalığa göre değişir. Diyabet, tiroid, obezite, menopoz, solunum ve kalp yetmezliği gibi farklı rahatsızlıklar aşırı terlemeye neden olabilir.Primer bölgesel hiperhidrozis (aşırı terleme) ise nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte hastaların %60-80’inde aile öyküsü bulunur. Birincil derece yakınlarında bu hastalık olan kişilerde daha sık görüldüğü değerlendirilir.Hastalıktan bağımsız görülen primer bölgesel hiperhidroza neden olan faktörler şöyledir:Hastalığa bağlı ortaya çıkan sekonder hiperhidrozisin nedenleri ise şunlardır:Aşırı Terleme (Hiperhidroz) Belirtileri Nelerdir?Aşırı terleme belirtileri hastalığın primer ve sekonder tipine göre farklılık gösterir. Hastalıklara bağlı görülen sekonder aşırı terlemede (hiperhidroz) en önemli belirtisi vücudun genelinin terlemesidir. Primer bölgesel hiperhidroz ise vücut kuruyken el ve koltuk altı gibi bölgelerde terleme ile kendini gösterir. Bazen yüz ve ayakların terlemesi de bu duruma eşlik edebilir. Sadece el veya koltuk altı terleyebileceği gibi bazen el ve ayaklar, el ve koltuk altı gibi farklı kombinasyonları da yaşanabilir.Aşırı terleme belirtileri genel olarak şu belirtilerle karakterizedir:Uykuda terleme olmaması da primer aşırı terleme belirtisidir. Sekonder aşırı terlemede ise genellikle gece terlemeleri daha fazla olabilmektedir. Yaşanan terleme sebebiyle günlük aktivitelerin etkilenmesi ve şikayetlerin en az haftada bir kez ortaya çıkması da aşırı terleme belirtisi olarak kabul edilmektedir.Hasta şikayetleri yaş grubuna göre farklılık gösterebilmektedir. Çocukluk çağı hastalarda daha çok bilgisayar klavyesini kullanamamak, yazı yazarken kağıdın ıslanması veya piyano gibi enstrümanları çalarken elin kayması gibi belirtiler ortaya çıkabilir.Erişkin yaşlardaki hastaların şikayetleri ise el sıkışmaktan kaçınmak gibi daha çok sosyal ilişkilerde problem olarak ortaya çıkmaktadır.Bu hasta grubunda ellerini kurulandıktan saniyeler sonra tekrar terleme yaşanabilmektedir. İleri seviye aşırı terlemelerde genellikle avuç içlerinde yağmur taneciği gibi terleme taneciklerini görülebilir.El bileklerinden itibaren renk değişikliği, pul pul dökülmeler aşırı terlemenin (hiperhidrozis) nadir gözüken belirtileri arasındadır.Aşırı Terleme (Hiperhidroz) Teşhisi Nasıl Yapılır?Aşırı terleme rahatsızlığının teşhisinde herhangi bir kan tahlili veya radyolojik görüntüleme kullanılmamaktadır. Teşhis sıklıkla hastanın hikayesi ve fiziki muayene ile konulabilmektedir.Aşırı terleme teşhisinde; terlemeye neden olabilecek diğer hastalıklar kan tahlili gibi yöntemlerle elenebilir. Bu hastalıklar bertaraf edildikten sonra teşhis netleşebilir. Ancak nadir de olsa bazen hastada hem primer hem sekonder aşırı terleme olabilir. Yani hastada nedeni belli olmayan primer bölgesel aşırı terleme rahatsızlığı varken aynı zamanda diyabet veya tiroid kaynaklı terleme de bulunabilir.  Aşırı Terleme (Hiperhidroz) Tedavisi Nasıl Yapılır?Sekonder aşırı terlemenin tedavisinde diyabet, tiroid gibi terlemeye neden olan altta yatan hastalık tedavi edilir.Primer bölgesel hiperhidrozis tedavisinde ise hastalar birçok yöntem denemektedir. Tüm tedavi yöntemlerinin avantajları ve dezavantajları vardır.Terlemeye Ne İyi Gelir?Terlemeye iyi gelen yöntemler arasında ter önleyici kremler, medikal mendiller, bol su içmek, daha sık duş almak, daha esnek ve nefes alabilen kıyafetler giymek yer alır. Stresten uzak durarak ruh sağlığını korumak da ani ve aşırı terlemelerin önüne geçer.Aşırı Terleme (Hiperhidroz) Hakkında Sık Sorulan Sorular Terleme neden olur?Terlemenin nedeni, ısı artışı, egzersiz, stres, tiroid, diyabet, obezite gibi hastalıklar olabileceği gibi menopoz ve hamilelik gibi durumların ter bezlerini çok yoğun ve aktif bir şekilde çalıştırmasıdır. Bazı durumlarda da vücudun sıcaklık dengesini korumaya çalışması da terlemeye neden olur.Aşırı terleme hangi hastalığın belirtisidir?Aşırı terleme eğer hastalık kaynaklı ortaya çıktıysa bu hastalıklara örnek olarak obezite, diyabet, tiroid, solunum-kalp yetmezliğinin yanı sıra hamilelik ve menopoz süreçleri de aşırı terlemeye yol açabilir.Ani terleme neden olur?Kişinin bir anda terlemeye başlaması şekerin yükselmesi, tansiyon, ısı artışına bağlı olarak sıcak çarpması, panik atak ve özellikle hem baharatlı hem de acı besinlerin tüketimi kaynaklı olabilir. Terleme ameliyatı nasıl yapılır?Terleme ameliyatı süreci maddeler halinde şöyle açıklanabilir:Terleme ameliyatı kaç saat sürer?Kapalı yöntemle yapılan terleme ameliyatı toplamda yarım saat sürmektedir.Terleme ameliyatının riskleri nelerdir?Terleme ameliyatlarının en sık görülen riski refleks veya kompansatuar terleme denilen durumdur. El ve koltuk altı terlemesine yönelik cerrahi girişimin ardından bu bölgelerdeki terleme neredeyse istisnasız tedavi edilmektedir. Ancak ameliyat sonrası refleks veya kompensatuar denilen daha önceden olmayan bel, karın veya sırt bölgesinde terleme başlayabilir. Terleme ameliyatına tepki olarak vücut teri bu bölgelerden atabilir. Böyle bir tepkinin gerçekleşme oranı %10’dur. Ancak bu bölgelerde yaşanan terlemenin el ve koltuk altı terlemesinde gibi çok şiddetli olma ihtimali %3-4’tür. Refleks terlemenin de cerrahi yöntemlerle tedavisi bulunmaktadır. Ancak bunun da başarı oranı %50’dir. Ameliyat kararı verirken bu konunun göz ardı edilmemesi gerekmektedir.Terleme ameliyatlarından sonra nadir de olsa akciğer sönmesi yaşanabilmektedir.Aşırı terleme tek taraflı yaşanabilir mi?Aşırı terleme tek el veya tek koltuk altı terlemesi gibi nadir de olsa tek taraflı yaşanabilmektedir. Ancak terleme sorunu büyük bir oranla çift taraflı yaşanmaktadır.Geceleri terleme nedeni ile gündüz terleme nedeni farklı mıdır?Primer hiperhidrozis (aşırı terleme) hastalarında geceleri terleme genellikle yaşanmamaktadır. Tam primer hiperhidrozis hastalarında gece terlemeleri görülmemektedir. Gece terleme nedenleri daha çok sekonder aşırı terleme hastalarında görülmektedir. Yani altta yatan farklı bir hastalık terlemeye neden olmaktadır. Hatta sekonder hiperhidrozis hastalarında geceleyin terleme oranı gündüze göre daha fazla olabilir.Aşırı terleme için hangi doktora gidilir?Genel terleme sorunları için dahiliye veya göğüs hastalıkları doktoruna gidilebilir. Tüm vücutta bir terleme yaşanıyorsa bunun nedenini bulmak için dahiliye doktoru çeşitli testler yapabilir. Ancak el ve koltuk altında yaşanan terlemeler için tedavi şekline göre doktor seçilmelidir. Botoks tedavisini tercih eden hastalar bunun için dermatoloji doktoruna gidebilir. Ancak cerrahi yöntemle kalıcı çözüm arayan hastaların bu konuda deneyimli bir göğüs cerrahına başvurması gerekir. Terleme ameliyatının yapılacağı hastanenin gerekli alt yapıya ve donanıma sahip olması da önemlidir.Aşırı terlemenin bitkisel veya doğal tedavisi var mıdır?Aşırı terlemenin kanıtlanmış bitkisel bir tedavisi yoktur.  Çocuklarda aşırı terleme yaşanır mı?Primer aşırı terleme çocukluk çağından itibaren ortaya çıkan bir hastalıktır. Genellikle 10 yaşından sonra aileler aşırı terleme rahatsızlığını tespit etmektedir. Tedavi edilmezse ömür boyu devam etmektedir.Aşırı terleme hangi hastalıklara sebep olur?Terleme cilt sorunlarına yol açabilir ve aşırı terleme sonucu ellerde döküntüler veya mantar görülebilir.Hamilelik döneminde aşırı terleme yaşanır mı?Sekonder aşırı terleme farklı nedenlerden kaynaklanabilir. Menopoz veya hamilelik dönemi de bunların arasındadır.Terleme hastalığı kendi kendine geçer mi?Primer bölgesel aşırı terleme rahatsızlığının şiddeti genelde erişkin yaşa doğru artar, çok nadir olarak da kendiliğinden geçer. Sekonder aşırı terleme rahatsızlığında ise altta yatan hastalık tedavi edilmeden şikayetler gerilemez.Erkeklerde ve kadınlarda aşırı terleme nedenleri farklı mıdır?Primer hiperhidrozis (aşırı terleme) nedenleri belli değildir. Ancak erkek ve kadınlarda görülme oranı eşittir. Altta yatan hastalığa göre ortaya çıkan sekonder aşırı terleme ise kadınlarda daha fazla görülmektedir.Aşırı terleme hangi yaş aralığında daha çok görülür?Hiperhidrozis hastalığı daha çok 18-25 yaş aralığında görülmektedir.
8,591
192
Hastalıklar
Aşil tendiniti
Aşil tendonu, baldır kaslarını topuk kemiğine bağlayan güçlü, lifli ve vücuttaki en kalın tendondur. Aşil tendonu, ayakta hem elastikiyet hem de şok emilimi sağlar ve yürürken, koşarken ya da zıplarken aşil tendonundan yararlanılır. Aşil tendonunun iltihaplanması olan aşil tendiniti ayak bileğinin arka kısmında ağrıya neden olur. Aşil tendinitinin neden olduğu ağrı, yürürken, merdiven iner ya da çıkarken daha çok hissedilir. Bazen ağrıya şişlik ve hassasiyet de eşlik edebilmektedir. Aşil tendinitinin ilk tedavisi istirahattir. İstirahatle birlikte buz uygulaması ve ilaçlarlar da tedavide etkilidir.Aşil tendonu, baldır kaslarını topuk kemiğine bağlayan güçlü, lifli ve vücuttaki en kalın tendondur. Aşil tendonu, ayakta hem elastikiyet hem de şok emilimi sağlar ve yürürken, koşarken ya da zıplarken aşil tendonundan yararlanılır. Aşil tendonunun iltihaplanması olan aşil tendiniti ayak bileğinin arka kısmında ağrıya neden olur. Aşil tendinitinin neden olduğu ağrı, yürürken, merdiven iner ya da çıkarken daha çok hissedilir. Bazen ağrıya şişlik ve hassasiyet de eşlik edebilmektedir. Aşil tendinitinin ilk tedavisi istirahattir. İstirahatle birlikte buz uygulaması ve ilaçlarlar da tedavide etkilidir. Aşil Tendonu Nedir?Aşil tendonu, ayak bileğinin arkasında bulunan baldır kaslarını, topuk kemiği olan kalkaneus'a bağlayan, güçlü, lifli ve insan vücudundaki en kalın tendondur. Kalkaneal tendonu olarak da bilinir.Aşil Tendiniti Nedir?Aşil tendiniti, vücudun en kalın tendonu olan aşil tendonunun iltihaplanması durumudur.Aşil Tendiniti Belirtileri Nelerdir? Aşil tendinitinin belirtileri genel olarak şu şekilde sıralanabilir; Ayak bileğinin arka kısmında özellikle yürüme, merdiven çıkma veya inme sırasında ortaya çıkan bir ağrı aşil tendinitinin en sık yaşanan belirtisidir.  Aktivite ile birlikte bacağın arkasında ya da topuğun üzerinde ortaya çıkan ağrı aşil tendiniti belirtisi olabilmektedir. Aşil tendinitinde ağrı ile birlikte şişkinlik ve hassasiyet de yaşanabilmektedir.Aşil Tendiniti Neden Olur? Aşil tendinitinin en sık nedeni yanlış ya da aşırı kullanım kaynaklıdır. Özellikle kişinin kendi kapasitesinin üzerinde faaliyetler yapması aşil tendiniti nedeni olabilmektedir. Uzun süre ayakta durmak ve bu sırada ayak bileğini zorlayacak hareketler yapmak aşil tendiniti nedenleri arasındadır. Günümüzde ofis çalışanlarının masa başında otururken aşil tendonunun bulunduğu bölgenin bası altında kalması diğer bir aşil tendiniti nedenidir. Özellikle şehir içi trafikte uzun süreli araç kullanımı da aşil tendiniti nedeni olabilmektedir. Sık spor yapmayan kişilerin ısınmadan uzun yürüyüşler yapması ya da alışık olunmayan spor aktivitelerinin gerçekleştirilmesi aşil tendiniti nedenleri arasındadır.Travma, çarpma, spor yaralanmaları daha çok aşil tendonunun kopmasına yol açmaktadır. Ancak aşil tendinitinin tedavi edilmemesi de aşil tendonunun kopmasına zemin hazırlayabilmektedir.Aşil Tendiniti Nasıl Teşhis Edilir?Aşil tendiniti teşhisinde ilk kriter hastanın hikayesidir. Hasta hikayesinde aşırı ya da yanlış kullanımın yanında aşil tendiniti şikayetleri varsa tetkikler bu yönde yapılmalıdır. Fizik muayenede aşil tendonunun bulunduğu bölgede hassasiyet, şişlik, ayak bileğinin hareketiyle ağrı teşhisteki en önemli bulgular arasındadır.Aşil tendiniti teşhisinde uygulanacak radyolojik görüntülemeler daha çok diğer rahatsızlıkları ekarte etmek amaçlıdır. Radyolojik görüntülemelerde daha çok Manyetik Rezonans (MR) ve ultrason tercih edilmektedir. Her iki radyolojik görüntüleme yöntemi de hastaya girişim gerektirmeyen yöntemlerdir. Manyetik Rezonans (MR) aşil tendinitinin teşhisinde daha ayrıntılı görüntü vermektedir. Ancak kapalı yer korkusu olan ya da MR çektiremeyecek durumda olan hastalar için ultrason da kullanılabilmektedir.Aslında ayak bileği ağrılarında ilk tercih edilen görüntüleme yöntemi röntgen olmakla birlikte aşil tenditinin teşhisinde röntgen ve Bilgisayarlı Tomografi (BT) sonuçları genellikle normal gelmektedir. Muayene bulguları bu bakımdan önemlidir. Muayenede sadece aşil tendonu bölgesinde hassasiyet olan, diğer eklem bölgelerinde şişlik gibi belirtileri olmayan hastaları radyasyondan korumak için röntgen ve Bilgisayarlı Tomografi (BT) son tercih olarak değerlendirilmelidir.Aşil Tendiniti Nasıl Tedavi Edilir? Aşil tendinitinin tedavisinde en önemli unsur yanlış kullanımı ortadan kaldırmaktır. Aşil tendiniti oluşmasına neden olan yanlış ya da tekrarlayan hareketin ortadan kaldırılması tedavinin ilk basamağını oluşturmaktadır. Yanlış kullanımın sonlandırılmasından sonra sorunlu bölgede oluşan iltihaplanmayı ortadan kaldırmak için buz tedavisi uygulanabilir. Bununla birlikte dışarıdan sürülen jel ya da krem tedavisinin yanı sıra anti inflamatuvar ilaçlar da tedavide kullanılmaktadır. Aşil tendinitinin tedavisinde antibiyotik kullanımına gerek yoktur. Antibiyotik daha çok mikrobik durumlara karşı kullanılmaktadır. Anti inflamatuar ilaçlar yaşanan yangıyı dindirmek için kullanılmaktadır. Aşil tendiniti tedavi edilmediği ya da yanlış kullanıma devam edildiği durumlarda kronikleşebilmektedir. Şoförlük gibi bazı mesleklerde yanlış kullanımı durdurmak mümkün olmayabilmektedir. Bu gibi durumlarda aşil tendonunun etrafındaki kılıfta ciddi kalınlaşmalar yaşanabilir. Kronikleşen aşil tendiniti tedavisinde nadir de olsa cerrahi yöntemlere başvurulabilmektedir.Aşil Tendiniti ile İlgili Sık Sorulan SorularAşil tendiniti egzersizleri nelerdir?           Aşil tendiniti egzersizlerinin aslında aşil tendinitinin tedavisinde doğrudan yeri yoktur. Aşil tendiniti tedavi edildikten sonra tekrarlamaması için aşil tendonunun esnekliğini artırmaya yönelik gerdirme egzersizleri uygulanmaktadır. Aşil tendiniti egzersizleri daha çok ayak bileği yukarıya doğru çekilirken, vücudu öne doğru eğme şeklinde yapılan hareketlerdir. Burada amaç aşil tendonunu mümkün olduğu kadar gerdirerek esnekliğini artırmaktır.Aşil tendiniti tedaviden sonra tekrarlayabilir mi?Özellikle kronikleşen aşil tendiniti hastalarında kalınlaşmış doku ameliyatla alındıktan sonra bile soruna neden olan yanlış kullanım devam ettirilirse tekrarlama ihtimali bulunmaktadır.Aşil tendiniti kendiliğinden geçer mi?      Aşil tendinitini evde tedavi etmek mümkündür. Ancak burada rahatsızlığın çok erken dönemde belirlenmiş olması önemlidir. Kişi aşil tendiniti belirtilerini çok erken dönemde fark edip yanlış kullanımı bırakırsa ve evde buz tedavisi uygularsa aşil tendiniti geçebilmektedir. Ancak aşil tendiniti ilerleyen aşamadaysa ek tedaviler gerekmektedir.Aşil tendiniti için ayakkabı secimi nasıl olmalıdır?         Aşil tendiniti için ayakkabı seçimi önemlidir. Aşil tendonu üzerindeki gerginliği azaltmak ve üzerine binen yükü rahatlatmak için topuk kısmı yüksek olan ve öne doğru incelen ayakkabılar tercih edilmelidir. Koşu veya yürüyüş ayakkabısı olarak tanımlanan spor ayakkabıları topuk kısmından kalınlaşıp öne doğru inceldiği için adım atmayı kolaylaştırıcı bir taban yapısına sahiptir. Bu tür ayakkabıların tercih edilmesi aşil tendiniti oluşma riskini azaltabilmektedir. Mesleğinden dolayı ayakkabı seçiminde kısıtlama olan kişiler ortopedik tabanlıklar tercih edebilir. Tercih edilen ayakkabıların topuk yüksekliğinin 4 cm’ den yüksek olmamasına dikkat edilmelidir. Daha fazla topuk yüksekliği olan ayakkabılar ayak mekaniğini olumsuz anlamda etkileyebilmektedir.Aşil tendiniti ne kadar sürede iyileşir?Aşil tendinitinin iyileşme süresi rahatsızlığını aşamasıyla bağlantılıdır. Aşil tendiniti başlangıç aşamasındaysa uygun tedavilerle kısa sürede tedavi olabilmektedir. Rahatsızlığın başlangıcında hasta ağrıya neden olan hareketleri bırakıp buz tedavisine başlarda aşil tendiniti 1 haftada geçebilmektedir. Ancak aşil tendiniti ilerlemişse ilaç ve istirahat süreciyle ancak 3 – 4 haftada iyileşebilmektedir.Aşil tendiniti röntgen görüntülemesi ile anlaşılır mı?Aşil tendiniti genellikle röntgen görüntülemesiyle anlaşılmamaktadır. Röntgen görüntülemesi bu bölgede ortaya çıkabilecek diğer rahatsızlıkları ekarte etmek için kullanılan bir yöntemdir.Aşil tendiniti tedavi edilmezse ne olur?   Aşil tendiniti tedavi edilmezse en sık görülen durum kronikleşme eğilimidir. Aşil tendinitinin kronikleşmesinden sonra tedavi daha da güçleşmektedir. Özellikle kronik aşil tendiniti tablosu oluştuğunda aşil tendonu bölgesine kortizon enjeksiyonu yapmak gerekebilmektedir. Fakat tendon bölgesine kortizon enjeksiyonu çok sık tekrar edilebilecek bir tedavi yöntemi değildir. Kortizon tedavisinin çok sık tekrar edilmesi aşil tendonunun yapısı zayıflayabilir ve tendonda kopma riskini artırabilmektedir. Bu yan etkiden dolayı enjeksiyon tedavisinin 2 – 3 defadan fazla kullanılması tavsiye edilmemektedir.Aşil tendiniti ağrısı yürümeyi engeller mi?Aşil tendiniti yürürken ağrı yapabilmektedir. Ancak herkesin ağrı eşiği farklıdır. Bazı hastalar rahatsızlığın ilerlemesine rağmen daha rahat yürüyebilmektedir. Bazı hastalar en küçük bir ağrıda bile hareket kısıtlığı yaşayabilmektedir. Bununla birlikte diyabet gibi ek hastalığı olan kişiler yaşanan ağrıyı hissedemeyebilir. Özellikle diyabet hastalarının ağrıyı hissetmemesi aşil tendinitinin ilerlemesine zemin hazırlamaktadır.Aşil tendiniti bandaj tedavisi ile geçer mi?Aşil tendinitinin tedavisinde bandaj uygun kullanılırsa tedaviye etki etmektedir. Bandajın aşil tendonunu istirahate alacak şekilde uygulanması önemlidir. Bandaj işleminin bu konuda uzman tecrübeli bir sağlık personeli tarafından yapılması gerekmektedir. Bandaj tedavisini buz uygulaması, ilaç ve istirahatle desteklenmesi önemlidir.Aşil tendiniti ameliyatı nasıl yapılır?Kronikleşmiş aşil tendiniti durumlarında aşil tendon kılıfı açılarak bölgedeki iltihabi reaksiyon sonucu oluşmuş doku temizlenir. Daha sonra sorunlu bölge tendon kılıfı ve cilt altı doku onarılarak yara kapatılır. Aşil tendiniti ameliyatından sonra ayak atele alınarak 3 – 4 hafta istirahat edilmesi gerekmektedir. Atel kullanmak istemeyen hastalar portatif ortez kullanarak da istirahat edebilmektedir. Hastanın aşil tendiniti ameliyatından sonraki bu süreçte koltuk değneği kullanması gerekmektedir.Aşil tendiniti ameliyatı sonrası dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?Aşil tendiniti ameliyatından sonra doktorun tavsiye ettiği ilaçların kullanılması ve ön görülen istirahat önerilerine mümkün olduğu kadar dikkat edilmesi önemlidir. Bunlara dikkat edilmezse ameliyat sonrasında sorunlu bölgede aynı problemler tekrarlayabilmektedir.Aşil tendiniti ameliyatı sonrası sosyal yaşama dönüş ne zaman olur?Aşil tendiniti ameliyatından sonra ortez ve koltuk değneklerini kullanmak şartıyla hasta hemen sosyal yaşama dönebilmektedir. Aşil tendiniti ameliyatları çok ağrılı ameliyatlar değildir. Ameliyat sonrası istirahat dönemi 3-5 gün sürmektedir. Ancak ortez ve koltuk değneklerinden kurtulma süreci en erken 3-4 haftadır. Hastanın normal sosyal aktivite, sportif faaliyet veya yürüyüşe başlaması da ortez ve koltuk değneklerini bıraktıktan sonra göreceği fizik tedavi sürecine bağlıdır. Aşil tendiniti ameliyatından sonra hastanın tamamen normale dönmesi 2 ayı bulabilmektedir. Ancak performans sporları yapan hastaların bu sporlara dönebilmesi 4-6 ayı bulabilmektedir. Bu süreçte özellikle bu tip sporlar konusunda uzman spor hekimliğinden ya da fizik tedavi uzmanlığından mutlaka destek alınması önerilmektedir.Aşil tendiniti için hangi doktora gidilir?Aşil tendiniti teşhis ve tedavisini Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü doktorları takip etmektedir. Özellikle spor yaralanmaları konusunda uzman doktor ve alt yapısı bu tür rahatsızların teşhis ve tedavisi bakımından yeterli olan hastanelerin tercih edilmesi önemlidir.Aşil tendiniti bitkisel tedavisi var mıdır?  Aşil tendinitinin henüz ispatlanmış bir bitkisel tedavisi yoktur. Ancak tedavi sürecini destekleyen bitkisel ürünler bulunmaktadır. Bunlar dışarıdan uygulanabilen bazı yağlar olduğu gibi ağızdan alının bitkilerden elde edilmiş protein içerikli gıda takviyeleri de olabilmektedir.  Şeytan pençesi bitkisi Akgünlük ekstresi Zerdeçaldan edilen ürünler aşil tendiniti nedeniyle oluşan yangının giderilmesi için tedaviye ek olarak kullanılabilmektedir.Zerdeçal anti inflamatuar etkisi olan bir bitkidir. Ancak kullanılmasında dikkatli olunması gerekmektedir. Kontrolsüz kullanıldığı zaman kanama riskini artırabilmektedir.Dışarıdan sürülen bitkisel ürünlerin başında ise sarı kantaron yağı gelmektedir. Sarı kantaron yağı da kan dolaşımını artırarak anti enflamatuar etki gösterip yangıyı azaltabilmektedir. Ancak sarı kantaron daha çok zeytinyağı ile elde edilir. Zeytinyağı asidik bir yağdır. Bu nedenle cildi hassas olan kişilerde dikkatli kullanılması önerilmektedir. Sürdükten sonra üzerinin sarılıp hava almayacak şekilde tutulması cilde ciddi rahatsızlık verebilir. Alerjik reaksiyon oluşturabilir.Aşil tendiniti tedavisinde elektroterapi tedavisi uygulanır mı?Aşil tendiniti tedavisinde elektroterapi uygulamasının faydaları bilimsel olarak ispatlanmamıştır. Ancak elektroterapi ile uygulanan tedaviler bulunmaktadır. Bu tedaviler aşil tendinitinin asıl tedavisi değildir, destekleyici nitelikte uygulamalardır. Aşil tendinitinin asıl tedavisi istirahat, anti enflamatuar ilaçlar ve buz uygulamalarıdır. Elektroterapi uygulamasında dokuya uygulanan elektrik sinyalleri ile aşil tendonunun uzantısı olan kasın rahatlaması amaçlanmaktadır. Aşil tendiniti fizik tedavi ile geçer mi?      Aşil tendiniti tedavisinin ilk aşamasında fizik tedavi uygulamaları bulunmamaktadır. Fakat iyileşme sürecini takiben tekrarlamaması için aşil tendonunu rahatlatmak için fizik tedaviden mutlaka destek almak gerekir.Aşil tendiniti ağrısı nasıldır?          Aşil tendiniti ağrısı ilk başta aktivite ile ortaya çıkan ağrıdır. Fakat süreç ilerledikçe ağrı sürekli hale gelir. Özellikle aşil tendonunun olduğu bölgede yani bacağın arka kısmında huzursuz edici, sızlayıcı ve aktivite ile giderek artan bir ağrı yaşanmaktadır. Aşil tendiniti tablosu ilerledikçe zonklayıcı bir ağrı yaşanabilmektedir.Aşil tendinitinde ESWT tedavisi uygulanır mı?Aşil tendinitinin ilk tedavisi olarak uygulanması önerilmemektedir. Ancak aşil tendinitine bağlı olarak tendonun yapıştığı topuk kemiğinde ekstra kemik oluşması (aşil tendonu kalsifik tendiniti) durumunda ESWT uygulaması kullanılabilir. Aşil Tendonu Nedir?Aşil tendonu, ayak bileğinin arkasında bulunan baldır kaslarını, topuk kemiği olan kalkaneus'a bağlayan, güçlü, lifli ve insan vücudundaki en kalın tendondur. Kalkaneal tendonu olarak da bilinir.Aşil Tendiniti Nedir?Aşil tendiniti, vücudun en kalın tendonu olan aşil tendonunun iltihaplanması durumudur.Aşil Tendiniti Belirtileri Nelerdir?Aşil Tendiniti Neden Olur?Travma, çarpma, spor yaralanmaları daha çok aşil tendonunun kopmasına yol açmaktadır. Ancak aşil tendinitinin tedavi edilmemesi de aşil tendonunun kopmasına zemin hazırlayabilmektedir.Aşil Tendiniti Nasıl Teşhis Edilir?Aşil tendiniti teşhisinde ilk kriter hastanın hikayesidir. Hasta hikayesinde aşırı ya da yanlış kullanımın yanında aşil tendiniti şikayetleri varsa tetkikler bu yönde yapılmalıdır. Fizik muayenede aşil tendonunun bulunduğu bölgede hassasiyet, şişlik, ayak bileğinin hareketiyle ağrı teşhisteki en önemli bulgular arasındadır.Aşil tendiniti teşhisinde uygulanacak radyolojik görüntülemeler daha çok diğer rahatsızlıkları ekarte etmek amaçlıdır. Radyolojik görüntülemelerde daha çok Manyetik Rezonans (MR) ve ultrason tercih edilmektedir. Her iki radyolojik görüntüleme yöntemi de hastaya girişim gerektirmeyen yöntemlerdir. Manyetik Rezonans (MR) aşil tendinitinin teşhisinde daha ayrıntılı görüntü vermektedir. Ancak kapalı yer korkusu olan ya da MR çektiremeyecek durumda olan hastalar için ultrason da kullanılabilmektedir.Aslında ayak bileği ağrılarında ilk tercih edilen görüntüleme yöntemi röntgen olmakla birlikte aşil tenditinin teşhisinde röntgen ve Bilgisayarlı Tomografi (BT) sonuçları genellikle normal gelmektedir. Muayene bulguları bu bakımdan önemlidir. Muayenede sadece aşil tendonu bölgesinde hassasiyet olan, diğer eklem bölgelerinde şişlik gibi belirtileri olmayan hastaları radyasyondan korumak için röntgen ve Bilgisayarlı Tomografi (BT) son tercih olarak değerlendirilmelidir.Aşil Tendiniti Nasıl Tedavi Edilir?Aşil Tendiniti ile İlgili Sık Sorulan SorularAşil tendiniti egzersizleri nelerdir?           Aşil tendiniti egzersizlerinin aslında aşil tendinitinin tedavisinde doğrudan yeri yoktur. Aşil tendiniti tedavi edildikten sonra tekrarlamaması için aşil tendonunun esnekliğini artırmaya yönelik gerdirme egzersizleri uygulanmaktadır. Aşil tendiniti egzersizleri daha çok ayak bileği yukarıya doğru çekilirken, vücudu öne doğru eğme şeklinde yapılan hareketlerdir. Burada amaç aşil tendonunu mümkün olduğu kadar gerdirerek esnekliğini artırmaktır.Aşil tendiniti tedaviden sonra tekrarlayabilir mi?Özellikle kronikleşen aşil tendiniti hastalarında kalınlaşmış doku ameliyatla alındıktan sonra bile soruna neden olan yanlış kullanım devam ettirilirse tekrarlama ihtimali bulunmaktadır.Aşil tendiniti kendiliğinden geçer mi?      Aşil tendinitini evde tedavi etmek mümkündür. Ancak burada rahatsızlığın çok erken dönemde belirlenmiş olması önemlidir. Kişi aşil tendiniti belirtilerini çok erken dönemde fark edip yanlış kullanımı bırakırsa ve evde buz tedavisi uygularsa aşil tendiniti geçebilmektedir. Ancak aşil tendiniti ilerleyen aşamadaysa ek tedaviler gerekmektedir.Aşil tendiniti için ayakkabı secimi nasıl olmalıdır?         Aşil tendiniti için ayakkabı seçimi önemlidir. Aşil tendonu üzerindeki gerginliği azaltmak ve üzerine binen yükü rahatlatmak için topuk kısmı yüksek olan ve öne doğru incelen ayakkabılar tercih edilmelidir. Koşu veya yürüyüş ayakkabısı olarak tanımlanan spor ayakkabıları topuk kısmından kalınlaşıp öne doğru inceldiği için adım atmayı kolaylaştırıcı bir taban yapısına sahiptir. Bu tür ayakkabıların tercih edilmesi aşil tendiniti oluşma riskini azaltabilmektedir. Mesleğinden dolayı ayakkabı seçiminde kısıtlama olan kişiler ortopedik tabanlıklar tercih edebilir. Tercih edilen ayakkabıların topuk yüksekliğinin 4 cm’ den yüksek olmamasına dikkat edilmelidir. Daha fazla topuk yüksekliği olan ayakkabılar ayak mekaniğini olumsuz anlamda etkileyebilmektedir.Aşil tendiniti ne kadar sürede iyileşir?Aşil tendinitinin iyileşme süresi rahatsızlığını aşamasıyla bağlantılıdır. Aşil tendiniti başlangıç aşamasındaysa uygun tedavilerle kısa sürede tedavi olabilmektedir. Rahatsızlığın başlangıcında hasta ağrıya neden olan hareketleri bırakıp buz tedavisine başlarda aşil tendiniti 1 haftada geçebilmektedir. Ancak aşil tendiniti ilerlemişse ilaç ve istirahat süreciyle ancak 3 – 4 haftada iyileşebilmektedir.Aşil tendiniti röntgen görüntülemesi ile anlaşılır mı?Aşil tendiniti genellikle röntgen görüntülemesiyle anlaşılmamaktadır. Röntgen görüntülemesi bu bölgede ortaya çıkabilecek diğer rahatsızlıkları ekarte etmek için kullanılan bir yöntemdir.Aşil tendiniti tedavi edilmezse ne olur?   Aşil tendiniti tedavi edilmezse en sık görülen durum kronikleşme eğilimidir. Aşil tendinitinin kronikleşmesinden sonra tedavi daha da güçleşmektedir. Özellikle kronik aşil tendiniti tablosu oluştuğunda aşil tendonu bölgesine kortizon enjeksiyonu yapmak gerekebilmektedir. Fakat tendon bölgesine kortizon enjeksiyonu çok sık tekrar edilebilecek bir tedavi yöntemi değildir. Kortizon tedavisinin çok sık tekrar edilmesi aşil tendonunun yapısı zayıflayabilir ve tendonda kopma riskini artırabilmektedir. Bu yan etkiden dolayı enjeksiyon tedavisinin 2 – 3 defadan fazla kullanılması tavsiye edilmemektedir.Aşil tendiniti ağrısı yürümeyi engeller mi?Aşil tendiniti yürürken ağrı yapabilmektedir. Ancak herkesin ağrı eşiği farklıdır. Bazı hastalar rahatsızlığın ilerlemesine rağmen daha rahat yürüyebilmektedir. Bazı hastalar en küçük bir ağrıda bile hareket kısıtlığı yaşayabilmektedir. Bununla birlikte diyabet gibi ek hastalığı olan kişiler yaşanan ağrıyı hissedemeyebilir. Özellikle diyabet hastalarının ağrıyı hissetmemesi aşil tendinitinin ilerlemesine zemin hazırlamaktadır.Aşil tendiniti bandaj tedavisi ile geçer mi?Aşil tendinitinin tedavisinde bandaj uygun kullanılırsa tedaviye etki etmektedir. Bandajın aşil tendonunu istirahate alacak şekilde uygulanması önemlidir. Bandaj işleminin bu konuda uzman tecrübeli bir sağlık personeli tarafından yapılması gerekmektedir. Bandaj tedavisini buz uygulaması, ilaç ve istirahatle desteklenmesi önemlidir.Aşil tendiniti ameliyatı nasıl yapılır?Kronikleşmiş aşil tendiniti durumlarında aşil tendon kılıfı açılarak bölgedeki iltihabi reaksiyon sonucu oluşmuş doku temizlenir. Daha sonra sorunlu bölge tendon kılıfı ve cilt altı doku onarılarak yara kapatılır. Aşil tendiniti ameliyatından sonra ayak atele alınarak 3 – 4 hafta istirahat edilmesi gerekmektedir. Atel kullanmak istemeyen hastalar portatif ortez kullanarak da istirahat edebilmektedir. Hastanın aşil tendiniti ameliyatından sonraki bu süreçte koltuk değneği kullanması gerekmektedir.Aşil tendiniti ameliyatı sonrası dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?Aşil tendiniti ameliyatından sonra doktorun tavsiye ettiği ilaçların kullanılması ve ön görülen istirahat önerilerine mümkün olduğu kadar dikkat edilmesi önemlidir. Bunlara dikkat edilmezse ameliyat sonrasında sorunlu bölgede aynı problemler tekrarlayabilmektedir.Aşil tendiniti ameliyatı sonrası sosyal yaşama dönüş ne zaman olur?Aşil tendiniti ameliyatından sonra ortez ve koltuk değneklerini kullanmak şartıyla hasta hemen sosyal yaşama dönebilmektedir. Aşil tendiniti ameliyatları çok ağrılı ameliyatlar değildir. Ameliyat sonrası istirahat dönemi 3-5 gün sürmektedir. Ancak ortez ve koltuk değneklerinden kurtulma süreci en erken 3-4 haftadır. Hastanın normal sosyal aktivite, sportif faaliyet veya yürüyüşe başlaması da ortez ve koltuk değneklerini bıraktıktan sonra göreceği fizik tedavi sürecine bağlıdır. Aşil tendiniti ameliyatından sonra hastanın tamamen normale dönmesi 2 ayı bulabilmektedir. Ancak performans sporları yapan hastaların bu sporlara dönebilmesi 4-6 ayı bulabilmektedir. Bu süreçte özellikle bu tip sporlar konusunda uzman spor hekimliğinden ya da fizik tedavi uzmanlığından mutlaka destek alınması önerilmektedir.Aşil tendiniti için hangi doktora gidilir?Aşil tendiniti teşhis ve tedavisini Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü doktorları takip etmektedir. Özellikle spor yaralanmaları konusunda uzman doktor ve alt yapısı bu tür rahatsızların teşhis ve tedavisi bakımından yeterli olan hastanelerin tercih edilmesi önemlidir.Aşil tendiniti bitkisel tedavisi var mıdır?  Aşil tendinitinin henüz ispatlanmış bir bitkisel tedavisi yoktur. Ancak tedavi sürecini destekleyen bitkisel ürünler bulunmaktadır. Bunlar dışarıdan uygulanabilen bazı yağlar olduğu gibi ağızdan alının bitkilerden elde edilmiş protein içerikli gıda takviyeleri de olabilmektedir. Zerdeçal anti inflamatuar etkisi olan bir bitkidir. Ancak kullanılmasında dikkatli olunması gerekmektedir. Kontrolsüz kullanıldığı zaman kanama riskini artırabilmektedir.Dışarıdan sürülen bitkisel ürünlerin başında ise sarı kantaron yağı gelmektedir. Sarı kantaron yağı da kan dolaşımını artırarak anti enflamatuar etki gösterip yangıyı azaltabilmektedir. Ancak sarı kantaron daha çok zeytinyağı ile elde edilir. Zeytinyağı asidik bir yağdır. Bu nedenle cildi hassas olan kişilerde dikkatli kullanılması önerilmektedir. Sürdükten sonra üzerinin sarılıp hava almayacak şekilde tutulması cilde ciddi rahatsızlık verebilir. Alerjik reaksiyon oluşturabilir.Aşil tendiniti tedavisinde elektroterapi tedavisi uygulanır mı?Aşil tendiniti tedavisinde elektroterapi uygulamasının faydaları bilimsel olarak ispatlanmamıştır. Ancak elektroterapi ile uygulanan tedaviler bulunmaktadır. Bu tedaviler aşil tendinitinin asıl tedavisi değildir, destekleyici nitelikte uygulamalardır. Aşil tendinitinin asıl tedavisi istirahat, anti enflamatuar ilaçlar ve buz uygulamalarıdır. Elektroterapi uygulamasında dokuya uygulanan elektrik sinyalleri ile aşil tendonunun uzantısı olan kasın rahatlaması amaçlanmaktadır. Aşil tendiniti fizik tedavi ile geçer mi?      Aşil tendiniti tedavisinin ilk aşamasında fizik tedavi uygulamaları bulunmamaktadır. Fakat iyileşme sürecini takiben tekrarlamaması için aşil tendonunu rahatlatmak için fizik tedaviden mutlaka destek almak gerekir.Aşil tendiniti ağrısı nasıldır?          Aşil tendiniti ağrısı ilk başta aktivite ile ortaya çıkan ağrıdır. Fakat süreç ilerledikçe ağrı sürekli hale gelir. Özellikle aşil tendonunun olduğu bölgede yani bacağın arka kısmında huzursuz edici, sızlayıcı ve aktivite ile giderek artan bir ağrı yaşanmaktadır. Aşil tendiniti tablosu ilerledikçe zonklayıcı bir ağrı yaşanabilmektedir.Aşil tendinitinde ESWT tedavisi uygulanır mı?
9,289
193
Hastalıklar
Aşırı Tüylenme (Hirsutizm)
Kadınlarda hormonal hastalıklar, çeşitli tümörler, polikistik over sendromu, bazı ilaçlar ya da gebelik nedeniyle gelişebilen aşırı kıllanma sorunu hirsutizm olarak tanımlanıyor. Hirsutizm varlığından söz etmek için erkek tipi kaba ve kalın kıllanma olması kriter sayılıyor. Kıllanma sorunu kişiden kişiye göre farklılık gösterebildiğinden, hirsutizm tanısını mutlaka uzman hekimlerin koyması gerekiyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü’nden Doç. Dr. Nazlı Gülsoy Kırnap, aşırı tüylenme (hirsutizm) ve tedavisi hakkında bilgi verdi.Kadınlarda hormonal hastalıklar, çeşitli tümörler, polikistik over sendromu, bazı ilaçlar ya da gebelik nedeniyle gelişebilen aşırı kıllanma sorunu hirsutizm olarak tanımlanıyor. Hirsutizm varlığından söz etmek için erkek tipi kaba ve kalın kıllanma olması kriter sayılıyor. Kıllanma sorunu kişiden kişiye göre farklılık gösterebildiğinden, hirsutizm tanısını mutlaka uzman hekimlerin koyması gerekiyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü’nden Doç. Dr. Nazlı Gülsoy Kırnap, aşırı tüylenme (hirsutizm) ve tedavisi hakkında bilgi verdi. Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) nedir?Hirsutizm kadınlarda erkek cinsiyete özgü bölgelerde kaba kalın kıllanma artışıdır. Normalde sakal, bıyık, göğüs, sırt, göbek altı, göbek üstü, kuyruk sokumu gibi bölgelerde erkek cinsiyete özgü kıllanma fizyolojik (cinse özel doğal) iken, kadınlarda bu bölgelerde ince tüylenmeler olabilir ancak, bu kaba- kalın kıllanma olağan değildir. Bazı genetik faktörlere bağlı kadınlarda kıl/tüy yoğunluğu farklılık gösterebilir ve bu normal bir varyant olabilir.Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) belirtileri nelerdir?Hirsutizm hastalığının belirtileri; kişinin alışılmış olağan vücut tüylerinin dışında erkeksi bölgelerde kalın kaba kılların fark edilmesi şeklindedir. Derimizde ayva tüyü olarak bilinen ince, açık renkli ve deriye yatık şekilde bulunan kıllara vellüs tüyleri denilmektedir. Bu anormal bir durum değildir. Bu tüyler özellikle favori bölgesinde bulunurlar. Ergenlik ile birlikte doğal olarak kıllanma olur, birkaç yıl boyunca ilerler ve sonrasında sabit kalır. Yirmili yaşlardan sonra altı ay gibi kısa sürede, kılların yapısında kalınlaşma ve sayısında artış olması patolojik bir durumun belirtisi sayılabilir.Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) tanısı nasıl konulur?Aşırı tüylenme tanısı fizik muayene bulgusuna göre konulur. Kılın kalınlığı, rengi ve kıllanma bölgesine göre hekimin puanladığı Ferriman –Gallwey skorlama sistemi halen tanıda kullanılan yaklaşımdır. Erkeksi kıllanma bölgelerinde kılın kalınlığına göre muayene eden hekim tarafından skorlama yapılır. Ancak genetik özelliklere göre farklılık olabileceği unutulmamalıdır. Hastaların kıllanma diye ifade ettiği durum hekim tarafından olağan vücut vellüs ( açık renkli yumuşak yatık kıllar) tüyleri olarak tanımlanabilir. Bu nedenle gerçek hirsutizm tanısı uzman hekimce konulmalıdır. Kıllanmanın yaygınlığı, kıllanmanın kısa sürede gelişip gelişmediği, beraberinde ek klinik bulguların varlığı, adet düzensizliğinin varlığı tanıda çok önemlidir. Akne, şakaklarda erkek tipi saç dökülmesi, deri kıvrım yerlerinde koyulaşma, karın bölgesinde yağlanma, ses kalınlaşması/kabalaşması, vücut kas yapısında artma, klitoriste büyüme önemli yardımcı bulgulardır. Hirsutizm klinik varlığında etiyolojiyi tanımlamak amaçlı birtakım laboratuvar ve radyolojik testler yapılabilir.Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) Tedavisi nasıldır?Hirsutizmin tedavisi, rahatsızlığın altında yatan bir neden olup olmamasına göre değişmektedir. Kaynağında bir hastalık tespit edilirse, asıl tedavisi temel hastalığın tedavisi şeklinde olmalıdır. Hirsutizm aslında kozmetik sorun olarak algılansa da hormonal ve ciddi hastalıklar için bir işaret olabileceği için önemlidir. Altta yatan hastalığın tedavisi ile hirsutizm geriler. Hirsutizm polikistik over sendromu (PCOS)’nun bir sonucu olabilir. Bu durumda POCOS ‘un tedavisinde de kullanılan oral kontraseptif (OKS) ajanlar kıl gelişiminde gerilemeye neden olur. Oral kontraseptiflerin kıl üzerindeki etkileri 4. ayda başlar ve 6. ayda net etki görülür. Kullanıldığı sürece etkinliği devam eder. Antiandrojen tedaviler de uygun hastalarda kullanılan diğer medikal tedavilerdir. Eğer hastanın eş zamanlı gebelik planı var ise hormonal tedavi uygun değildir.  Bazen altta herhangi bir hastalık bulunamaz. İdiopatik hirsutizm denilen bu durumda mekanik yöntemler ( kılın jilet, ağda, lazer/iğne epilasyon ile kaldırılması) uygulanabilir.Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) hakkında sıkça sorulan sorular Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) tedavisi görenler iyileşir mi?Hirsutizme neden olan altta yatan bir hastalık var ise; hastalığın tedavisi ile birlikte kıl yoğunluğu azalır ve yapısı incelir. Takipte epilasyon yöntemleri ile de kalıcı etki sağlanabilir. Altta yatan herhangi bir neden bulunamayan idiopatik hirsutizmde epilasyon yöntemleri çoğunlukla kalıcı etki sağlar.Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) ilaçları var mıdır?Hirsutizmde altta yatan etkene göre uygun medikal (ilaç) tedaviler vardır. Doğum kontrol ilaçları, antiadrojen ilaçlar bu amaçla kullanılabilecek ilaçlardır. Kıl olgunlaşması 6 ayı bulabileceği için bu ilaçların etkileri 3-6 ay sonra ortaya çıkacaktır. İlaç etkinlikleri de kullanıldıkları sürece geçerli olacaktır. İlaçlar sadece kıl gelişimini geriletmek için değil ayrıca tanımlanan hastalıkların diğer patolojilerini düzeltmek amaçlı da kullanılabilirler. Hirsutizm tedavisinde hem medikal hem de mekanik uygulamalar birlikte kullanılabilirler.Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) testi var mıdır?Hirsutizm tanısı öncelikle hekimin fizik muayene bulgularına göre konulur. Kıllanma artışı olarak tanımlanan her durum hirsutizm olmayabilir. Hirsutizm tanımlandıktan sonra eş zamanlı başka bulguların varlığı özellikle önemlidir. Klinik şüphenin olduğu durumlarda inceleme derinleştirilir. Bunu destekleyici ve varsa altta yatan hastalığa yönelik tanımlayıcı laboratuvar kan/hormon testleri ve bazı görüntüleme/ radyolojik testler kullanılmaktadır.Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) doğal tedavisi var mıdır?Hirsutizme neden olan herhangi bir ilaç kullanımı veya hormonal düzeni bozabilecek ilaç/ net olarak etkinliği bilinmeyen doğal olarak lanse edilmiş bitkiler hirsutizme kendisi neden olabilir. Hirsutizm öncelikle önemli bir hastalığın bulgusu mudur? Hirsutizm tespit edilir edilmez ondan kurtulmaya çalışmak atta yatan hastalığın tanısında gecikme neden olabilir. Bu nedenle hirsutizmi bir işaret olarak görüp ilgili uzman hekimin değerlendirmeleri sonucu tedavi planı yapılmalıdır.Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) iyi gelen yiyecek içecekler var mıdır?Modern tıp uygulamalarında günlük hayatta tükettiğimiz gıdaların hirsutizme etkili olduğunu gösteren bir çalışma yoktur. Ancak endokrin bozucu olarak bilinen birtakım maddeler ( en sık plastik ürünler, tarım ilaçları, insektisitler ( böcek ilacı), kozmetik ürünler, temizlik maddeleri) hormonal düzenimizi bozabilir. Dış çevre daha çok hirsutizm için neden olabilir. Bu sebeple bu endokrin bozucu maddeler ile maruziyet olabildiğince minimalize edilmelidir. Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) neden olur?İnsanların kişisel hassasiyetleri farklı olabilir. Kişiler doğal kıllanma bölgelerinde genetik özelliklerine göre doğal olabilecek kıllanmaları anormal olarak tanımlayabilir. Hirsutizm tanısı hekim tarafından belirlenmelidir. Hirsutizm, hormonal problemler ve ciddi birtakım hastalıkların bulgusu olabilir. Öncelikle önemli bu iki konu hekimce araştırılır. Bunun dışında birtakım ilaçlar da hirsutizme neden olabilir. Altta herhangi bir hastalık, etken bulunamaz ise idiopatik hirsutizm olarak tanımlanır.Hangi hormon tüylenme yapar? Androjenler dediğimiz, en önemlisi de testosteron olarak adlandırdığımız hormon tüylenmeden sorumludur. Ancak hormonal düzeyleri normal olmasına rağmen bazı bölgelerde hormonların dönüşümü ve bu dönüşen hormonal etkilerle kıl köklerinde bölgesel hassasiyet farkı olabilir.Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) nasıl önlenir?Öncelikle erkeklik hormonu olarak bilinen testosteronun hekim onayı olmadan kullanılmaması gerekir. Bu tür hormonlar özellikle vücut geliştirme amaçlı kullanılabilir. Ayrıca bazı steroid yapılı bileşikler de bu amaçla kullanılıp kıllanmaya neden olabilir. Saç dökülmesi amaçlı kullanılan bazı solüsyon şeklindeki androjen türevleri yanlışlıkla istenmeyen bölgelerde temasa bağlı kıllanmaya neden olabilir. Bu tür ilaçları hekim önerisi ile dikkatli kullanmak gerekir. Birtakım endokrin bozucu maddeler özellikle plastik ürünler, temizlik maddeleri ve kişisel bakım ürünleri hormonal düzensizlik yapabilir. Teması elimizden geldiği kadar minimuma indirmeye çalışmalıyız.Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) kısırlık yapar mı? Hirsutizmin nedeni hormonal bozukluğa bağlı ise bu hormon bozukluğu kısırlığa yol açabilir. Hirsutizmde bu durumun bir belirtisi olur. Hirsutizmin en sık nedeni olan PCOS’ ta adet düzensizliği ile birlikte kısırlık hastalığın önemli bir bileşenidir. Ayrıca bazı hormonal hastalıklarda da hastalığın kendisine bağlı kısırlık görülebilir. Ciddi tümörlerde salgılanan hormonlar adet düzenini bozabilir ve kısırlığa neden olabilir.  Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) nedir?Hirsutizm kadınlarda erkek cinsiyete özgü bölgelerde kaba kalın kıllanma artışıdır. Normalde sakal, bıyık, göğüs, sırt, göbek altı, göbek üstü, kuyruk sokumu gibi bölgelerde erkek cinsiyete özgü kıllanma fizyolojik (cinse özel doğal) iken, kadınlarda bu bölgelerde ince tüylenmeler olabilir ancak, bu kaba- kalın kıllanma olağan değildir. Bazı genetik faktörlere bağlı kadınlarda kıl/tüy yoğunluğu farklılık gösterebilir ve bu normal bir varyant olabilir.Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) belirtileri nelerdir?Hirsutizm hastalığının belirtileri; kişinin alışılmış olağan vücut tüylerinin dışında erkeksi bölgelerde kalın kaba kılların fark edilmesi şeklindedir. Derimizde ayva tüyü olarak bilinen ince, açık renkli ve deriye yatık şekilde bulunan kıllara vellüs tüyleri denilmektedir. Bu anormal bir durum değildir. Bu tüyler özellikle favori bölgesinde bulunurlar. Ergenlik ile birlikte doğal olarak kıllanma olur, birkaç yıl boyunca ilerler ve sonrasında sabit kalır. Yirmili yaşlardan sonra altı ay gibi kısa sürede, kılların yapısında kalınlaşma ve sayısında artış olması patolojik bir durumun belirtisi sayılabilir.Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) tanısı nasıl konulur?Aşırı tüylenme tanısı fizik muayene bulgusuna göre konulur. Kılın kalınlığı, rengi ve kıllanma bölgesine göre hekimin puanladığı Ferriman –Gallwey skorlama sistemi halen tanıda kullanılan yaklaşımdır. Erkeksi kıllanma bölgelerinde kılın kalınlığına göre muayene eden hekim tarafından skorlama yapılır. Ancak genetik özelliklere göre farklılık olabileceği unutulmamalıdır. Hastaların kıllanma diye ifade ettiği durum hekim tarafından olağan vücut vellüs ( açık renkli yumuşak yatık kıllar) tüyleri olarak tanımlanabilir. Bu nedenle gerçek hirsutizm tanısı uzman hekimce konulmalıdır. Kıllanmanın yaygınlığı, kıllanmanın kısa sürede gelişip gelişmediği, beraberinde ek klinik bulguların varlığı, adet düzensizliğinin varlığı tanıda çok önemlidir. Akne, şakaklarda erkek tipi saç dökülmesi, deri kıvrım yerlerinde koyulaşma, karın bölgesinde yağlanma, ses kalınlaşması/kabalaşması, vücut kas yapısında artma, klitoriste büyüme önemli yardımcı bulgulardır. Hirsutizm klinik varlığında etiyolojiyi tanımlamak amaçlı birtakım laboratuvar ve radyolojik testler yapılabilir.Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) Tedavisi nasıldır?Hirsutizmin tedavisi, rahatsızlığın altında yatan bir neden olup olmamasına göre değişmektedir. Kaynağında bir hastalık tespit edilirse, asıl tedavisi temel hastalığın tedavisi şeklinde olmalıdır. Hirsutizm aslında kozmetik sorun olarak algılansa da hormonal ve ciddi hastalıklar için bir işaret olabileceği için önemlidir. Altta yatan hastalığın tedavisi ile hirsutizm geriler. Hirsutizm polikistik over sendromu (PCOS)’nun bir sonucu olabilir. Bu durumda POCOS ‘un tedavisinde de kullanılan oral kontraseptif (OKS) ajanlar kıl gelişiminde gerilemeye neden olur. Oral kontraseptiflerin kıl üzerindeki etkileri 4. ayda başlar ve 6. ayda net etki görülür. Kullanıldığı sürece etkinliği devam eder. Antiandrojen tedaviler de uygun hastalarda kullanılan diğer medikal tedavilerdir. Eğer hastanın eş zamanlı gebelik planı var ise hormonal tedavi uygun değildir.  Bazen altta herhangi bir hastalık bulunamaz. İdiopatik hirsutizm denilen bu durumda mekanik yöntemler ( kılın jilet, ağda, lazer/iğne epilasyon ile kaldırılması) uygulanabilir.Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) hakkında sıkça sorulan sorular Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) tedavisi görenler iyileşir mi?Hirsutizme neden olan altta yatan bir hastalık var ise; hastalığın tedavisi ile birlikte kıl yoğunluğu azalır ve yapısı incelir. Takipte epilasyon yöntemleri ile de kalıcı etki sağlanabilir. Altta yatan herhangi bir neden bulunamayan idiopatik hirsutizmde epilasyon yöntemleri çoğunlukla kalıcı etki sağlar.Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) ilaçları var mıdır?Hirsutizmde altta yatan etkene göre uygun medikal (ilaç) tedaviler vardır. Doğum kontrol ilaçları, antiadrojen ilaçlar bu amaçla kullanılabilecek ilaçlardır. Kıl olgunlaşması 6 ayı bulabileceği için bu ilaçların etkileri 3-6 ay sonra ortaya çıkacaktır. İlaç etkinlikleri de kullanıldıkları sürece geçerli olacaktır. İlaçlar sadece kıl gelişimini geriletmek için değil ayrıca tanımlanan hastalıkların diğer patolojilerini düzeltmek amaçlı da kullanılabilirler. Hirsutizm tedavisinde hem medikal hem de mekanik uygulamalar birlikte kullanılabilirler.Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) testi var mıdır?Hirsutizm tanısı öncelikle hekimin fizik muayene bulgularına göre konulur. Kıllanma artışı olarak tanımlanan her durum hirsutizm olmayabilir. Hirsutizm tanımlandıktan sonra eş zamanlı başka bulguların varlığı özellikle önemlidir. Klinik şüphenin olduğu durumlarda inceleme derinleştirilir. Bunu destekleyici ve varsa altta yatan hastalığa yönelik tanımlayıcı laboratuvar kan/hormon testleri ve bazı görüntüleme/ radyolojik testler kullanılmaktadır.Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) doğal tedavisi var mıdır?Hirsutizme neden olan herhangi bir ilaç kullanımı veya hormonal düzeni bozabilecek ilaç/ net olarak etkinliği bilinmeyen doğal olarak lanse edilmiş bitkiler hirsutizme kendisi neden olabilir. Hirsutizm öncelikle önemli bir hastalığın bulgusu mudur? Hirsutizm tespit edilir edilmez ondan kurtulmaya çalışmak atta yatan hastalığın tanısında gecikme neden olabilir. Bu nedenle hirsutizmi bir işaret olarak görüp ilgili uzman hekimin değerlendirmeleri sonucu tedavi planı yapılmalıdır.Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) iyi gelen yiyecek içecekler var mıdır?Modern tıp uygulamalarında günlük hayatta tükettiğimiz gıdaların hirsutizme etkili olduğunu gösteren bir çalışma yoktur. Ancak endokrin bozucu olarak bilinen birtakım maddeler ( en sık plastik ürünler, tarım ilaçları, insektisitler ( böcek ilacı), kozmetik ürünler, temizlik maddeleri) hormonal düzenimizi bozabilir. Dış çevre daha çok hirsutizm için neden olabilir. Bu sebeple bu endokrin bozucu maddeler ile maruziyet olabildiğince minimalize edilmelidir. Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) neden olur?İnsanların kişisel hassasiyetleri farklı olabilir. Kişiler doğal kıllanma bölgelerinde genetik özelliklerine göre doğal olabilecek kıllanmaları anormal olarak tanımlayabilir. Hirsutizm tanısı hekim tarafından belirlenmelidir. Hirsutizm, hormonal problemler ve ciddi birtakım hastalıkların bulgusu olabilir. Öncelikle önemli bu iki konu hekimce araştırılır. Bunun dışında birtakım ilaçlar da hirsutizme neden olabilir. Altta herhangi bir hastalık, etken bulunamaz ise idiopatik hirsutizm olarak tanımlanır.Hangi hormon tüylenme yapar? Androjenler dediğimiz, en önemlisi de testosteron olarak adlandırdığımız hormon tüylenmeden sorumludur. Ancak hormonal düzeyleri normal olmasına rağmen bazı bölgelerde hormonların dönüşümü ve bu dönüşen hormonal etkilerle kıl köklerinde bölgesel hassasiyet farkı olabilir.Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) nasıl önlenir?Öncelikle erkeklik hormonu olarak bilinen testosteronun hekim onayı olmadan kullanılmaması gerekir. Bu tür hormonlar özellikle vücut geliştirme amaçlı kullanılabilir. Ayrıca bazı steroid yapılı bileşikler de bu amaçla kullanılıp kıllanmaya neden olabilir. Saç dökülmesi amaçlı kullanılan bazı solüsyon şeklindeki androjen türevleri yanlışlıkla istenmeyen bölgelerde temasa bağlı kıllanmaya neden olabilir. Bu tür ilaçları hekim önerisi ile dikkatli kullanmak gerekir. Birtakım endokrin bozucu maddeler özellikle plastik ürünler, temizlik maddeleri ve kişisel bakım ürünleri hormonal düzensizlik yapabilir. Teması elimizden geldiği kadar minimuma indirmeye çalışmalıyız.Aşırı Tüylenme (Hirsutizm) kısırlık yapar mı?
6,528
194
Hastalıklar
Atriyal Fibrilasyon
Atriyal fibrilasyon, toplumda en sık gözlemlenen ve yaşın ilerlemesi ile görülme oranı artan ritim bozukluğudur. Hastaların yaşam kalitesini düşüren ve bazı hastalarda, inmeye hatta ölüme bile neden olabilen bu ritim bozukluğunun tedavisi günümüzde modern yöntemlerle yapılabilmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Sabri Demircan, atriyal fibrilasyon ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.Atriyal fibrilasyon, toplumda en sık gözlemlenen ve yaşın ilerlemesi ile görülme oranı artan ritim bozukluğudur. Hastaların yaşam kalitesini düşüren ve bazı hastalarda, inmeye hatta ölüme bile neden olabilen bu ritim bozukluğunun tedavisi günümüzde modern yöntemlerle yapılabilmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Sabri Demircan, atriyal fibrilasyon ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. Atriyal Fibrilasyon Nedir?Atriyal fibrilasyon (AF), kalbin üs odacıkları olan atriyumların, hızlı ve düzensiz şekilde atmasına neden olan ritim bozukluğudur. En belirgin belirtisi çarpıntı olan atriyal fibrilasyon, Türkiye'de 800 bin kişi, bayılma, halsizlik, yorgunluk ile kendisini gösterir. Ancak çok sayıda hasta, hastalığından habersiz yaşamaktadır. Bu da inme ve ölüm riskini artırmaktadır.40 yaş ve üzerindeki her 4 kişiden birinde yaşamı boyunca AF gelişme riski vardır. Bu olasılık yaşlanmayla birlikte daha da artar. Atriyal fibrilasyon, yaşam süresinin zamanla uzadığı düşünüldüğünde giderek oldukça fazla sayıda hastayı etkileyecek bir ritim bozukluğudur. Oluşturduğu sorunlar; çarpıntı, efor kapasitesinde azalma, uzun dönemde kalp yetersizliği, sakat bırakıcı felç ve maalesef yaşam süresinde kısalmadır. Ancak, özellikle kalbinde ritim bozukluğunu ortaya çıkaracak yapısal sorunun olmadığı hastalarda AF’nin tanınması ve kişiye özgü optimal tedavinin planlanması, kısa ve uzun dönemde oluşabilecek birçok sorunun önlenmesini sağlayabilir.Atriyal Fibrilasyon Belirtileri Nelerdir?Atriyal fibrilasyon belirtileri, bazı kişilerde görülmeyebildiği gibi, bu bireyler atriyal fibrilasyon problemleri olduğunu muayene sonrası öğrenebilirler. Bazılarında da şiddetli derecede belirtiler olabilir. Atriyal fibrilasyon belirtilerini şöyle sıralamak mümkündür: Rahatsız edici düzensiz kalp atışı Çarpıntı hissi Egzersiz yapamamak ve güçten düşmek Tükenmişlik hissi Aşırı yorgun hissetme Nefes darlığı Göğüs ağrısı Baş dönmesi Sersemlik hissi KaygıBu belirtiler birkaç dakika sürebildiği gibi, bazen birkaç saate kadar uzar. Ataklar tekrarlayabilir. Belirtiler bazen kendi kendine kaybolabilir. Bazı kişilerde de kalp ritmi kendi kendine normale dönmeyip, kalıcı hale gelebilir.Atriyal Fibrilasyon Neden Olur?Kalp dört odadan oluşur. Kalp, iki üst oda yani kulakçık, iki alt oda yani ventrikülden oluşur. Kalbin sağ üst odacığında yani sağ kulakçıkta sinüs düğümü ismi verilen bir hücre grubu vardır. Buna kısaca kalbin doğal kalp pili denilebilir. Sinüs düğümü her kalp atışını başlatan sinyali üretir. Normalde bu sinyal iki üst kalp odasından geçer, sonra atriyoventriküler düğüm adı verilen üst ve alt odacıklar arasındaki bağlantı yolundan gider. Sinyalin hareketi ile kalbin odaları uyarılarak kasılması sağlanır ve vücuda kan pompalanır.Atriyal fibrilasyonda üst odacıklardaki sinyaller kaotiktir. Kalpteki elektriksel aktivitelerle kulakçıkların ve sinüs düğümünün düzenli aktivitesi baskılanır ve kulakçıklar gelişigüzel hareket eder. Kulakçıklar da bu durumda etkin kasılmaz, uzun vadede kulakçıkların genişlemesine sebep olur. Atriyal fibrilasyonun en sık nedeni yüksek tansiyondur. Uzun zamanlı hipertansiyonu olanların kalp karıncık adelesinde kalınlaşmaya bağlı genişleme olur. Kalp damar hastalıkları, romatizma gibi hastalıklar, mitral kapak darlığı gibi hastalıklar da atriyal fibrilasyonun oluşma sebebidir. Bunun yanında tiroid bezinin çok çalışması, bazı akciğer hastalıkları ve bazı ilaç türleri atriyal fibrilasyon oluşturabilmektedir. Doğuştan kalp sorunları, geçirilmiş kalp ameliyatları, viral enfeksiyonlar, zatürre veya farklı hastalıklara bağlı stres de AF sebeplerinden olabilir. Bazı atriyal fibrilasyon olan kişilerde herhangi bir kalp sorunu olmayabilir. Bazı durumlarda neden de olmayabilir.Atriyal Fibrilasyon Teşhisi Nasıl Konulur?Atriyal fibrilasyon için öncelikle hastanın detaylı öyküsü alınır. Atriyal fibrilasyon yaşayanlar genelde yoğun çarpıntıları olduğunu ve diğer şikayetlerini hekimlerine anlatırlar. En yaygın teşhis yöntemi EKG çekilmesiyle olmaktadır. Atriyal fibrilasyon EKG yöntemiyle teşhis edilebilmektedir. EKG ile kalp ritmi ile ilgili sorunlar net olarak görülebilir. Burada bir problem saptanmaz ise hekim 24 saat ile 48 saat vücutta duracak biçimde ritim holter cihazı takılmasını önerebilir. Kalp ekokardiyografisi ile kalbin yapısal durumu ortaya konulabilir. Bunun yanında kardiyoloji uzmanı AF’yi tetikleyecek sebepleri aramak için tetkikler isteyebilir. AF tedavi edilebilir bir sorundur.Atriyal Fibrilasyon Tedavisi Nasıl Yapılır?Atriyal fibrilasyon (AF) tedavisi kişiye göre değişiyor. Örneğin atak şeklindeki atriyal fibrilasyon hastalarında ana yakınma olan çarpıntı şikayetlerinin oluşmasını engellemek önemlidir. Bu amaçla yapılan tedaviler ritim düzenleyici ilaçlar, şok uygulaması ve ablasyondur. Ritm düzenleyici yaklaşımlar, ataklar nedeniyle sık şikayeti olan, ritim bozukluğunun tekrarlama olasılığı çok fazla olmayan ve özellikle ritim düzenleyici ilaç veya yaklaşımlarla ilgili ilave sorunu olmayan kişilerde tercih edilir. AF’nin sürekli veya kalıcı olduğu ritim düzenleyici yaklaşımların başarılı olmadığı veya ritim bozukluğu nedeniyle çok fazla şikayet olmadığı durumlarda ritmi düzeltilmeyip sadece kalp hızını yavaşlatan yaklaşımlar tercih edilir. Bu amaçla kalp kulakçıkları ile karıncıkları arasındaki elektriksel bağlantıyı sağlayan düğüm üzerine etkili ilaçlarla hız makul düzeylerde tutulmaya çalışılır. İlaçların başarısız olması halinde ise bu düğüm ablasyon yöntemiyle tahrip edilerek gereğinde kalp pili tedavisi uygulanır.AF ablasyon tedavisi bir tür minimal invaziv yöntemdir. Hastaya anjiyo benzeri kasık yoluyla işlem uygulanır. Ablasyonda temel amaç akciğer toplardamarı ile sol kulakçık arasındaki elektriksel bağlantının kesilmesine de dayanmaktadır. Bu amaç için, yakma (radyofrekans) veya balon ile dondurma işlemi kullanılmaktadır. Atriyal fibrilasyonun tedavisinde bir hedef de pıhtı atmasına bağlı felcin önlenmesidir. Bu amaçla sıklıkla pıhtı önleyici ilaçlar kullanılır. Alternatif metod ise, kalp kulakçığında pıhtının sıklıkla yerleştiği bölgenin tıkayıcı cihazlarla kapatılmasıdır. Bazı hastalar cerrahi için de uygun olur. Kapak hastalığı gibi ek cerrahi gereken AF hastalarında cerrahi yolla da ablasyon mümkündür. Atriyal fibrilasyon tedavisinde yenilikler sürmektedir.Atriyal Fibrilasyon Hakkında Sık Sorular Sorular Atrium nedir?Atrium yani atriyum kalp odacığı (sağ ve sol kulakçık) anlamına gelmektedir. Sağ atriumda kirli kan bulunmaktadır.Atriyal nedir?Atriyal, kalp odacığı ile ilgili bir terimdir.Fibrilasyon nedir?Tıpta kalp çırpınımı anlamına gelmektedir. Düzensiz kalp hareketlerine verilen addır.Atriyum fibrilasyonu nedir?Atriyum kalp odacığıdır. Atriyal ise kalp odacığına ait bir terimdir. Kalp odacığıyla ilgilidir. Atriyum fibrilasyonu yani atriyal fibrilasyon anlamına gelmektedir. Atriyal fibrilasyon tehlikeli  bir ritim bozukluğudur.Atriyal fibrilasyonda nabız kaç olur?Genelde yetişkin ve sağlıklı kişilerde ortalama nabız sayısı 60 ile 100 arasında olmaktadır. Atriyal fibrilasyonda ise atriumlarda dakikada 350-600 arasında uyarı olur, karıncığa geçen iletim durumuna göre kalp atımı ise 60-200 arası olabilmektedir.Atriyal fibrilasyonun tehlikeleri nelerdir?Bazı kişiler senelerce bu sorunla hiçbir olumsuzluk yaşamadan hayatına devam edebilir. Ancak atriyal fibrilasyon gelecekte bazı sorunlara neden olabilir. Kanın pıhtılaşma sorunlarına neden olabildiği için inme riski artabilir, böbrek, kalp ve bağırsaklarda hasarlara neden olabilir. Kalp yetmezliği oluşabilir. AF ölüm riskini artıran bir sorundur.Atriyal fibrilasyon özellikleri nelerdir?Kalp çarpıntısı, enerji yoksunluğu, yorgunluk, sersemlik, bayılma, göğüste basınç ya da ağrı, normal aktivitelerde nefes darlığı gibi belirtileri ve özellikleri olan bir hastalıktır.Atriyal fibrilasyon ilaç tedavisi ile düzelir mi?Atriyal fibrilasyonda öncelikle ilaç tedavisi uygulanır. Atriyal fibrilasyon ilaçları hastanın durumuna göre değişir. Atriyal fibrilasyon tedavisinde kullanılan ilaçlar farklıdır. Ritim kontrol ilaçları yani antiaritmik ilaçlar, kalp hızını yavaşlatmak için bazı ilaçlar, beta-blokerler, kalsiyum kanal blokerleri kullanılabilir. Bunun yanında hastadan hastaya değişmekle birlikte pıhtılaşma önleyici ilaçlar verilebilir. Ayrıca hastanın yaşam tarzında değişiklikler yapması gerekebilir. Eğer ilaçla düzelme olmuyorsa minimal invaziv işlemlerle tedaviye geçilebilir.Atriyal fibrilasyonda yaşam tarzı değişiklikleri neler olmalı?İlaçlarla birlikte genel kalp sağlığının iyileşmesi için yaşam tarzında bazı değişiklikler yapılması önem taşır. Ritimlerde bazı aktivitelerde farklılık oluyorsa doktor ile görüşülmeli. Bu aktiviteye göre ilaç dozlarında ayarlama yapılabilir. Sigara içilmemelidir, alkol alınmamalıdır. Kafein alımı sınırlandırılmalıdır. Kahve ve gazlı içeceklerin kafein içerdiği unutulmamalıdır. Bazı öksürük ve soğuk algınlığı ilaçları kalp ritmini artırabilir. Bu ilaçlar kullanılırken kardiyoloji uzmanına danışılmalı.Paroksismal AF nedir? Paroksismal atriyal fibrilasyon nedir?Paroksismal atriyal fibrilasyon, kalp ritmindeki dalgalanmanın 7 günden az sürmesi ve kendiliğinden düzelmesi durumudur.Atriyal fibrilasyon ve flutter nedir?Atriyal fibrilasyon, yaşam süresinin zamanla uzadığı düşünüldüğünde giderek oldukça fazla sayıda hastayı etkileyecek bir ritm bozukluğudur. Flutter ise atriyum içindeki elektriksel aktivitenin fibrilasyon farklı olarak hızlı ve düzenli olması durumudur.EKG nedir?EKG atriyal fibrilasyon ile birlikte pek çok kalp hastalığının teşhisinde kullanılan bir yöntemdir.Atrial fibrilasyon nedenleri nelerdir?Herhangi bir neden olmaksızın atriyal fibrilasyon görülebilir. Ancak çoğu kez tiroid hastalıkları (tiroid bezinin fazla çalışması), hipertansiyon, şeker hastalığı, kalp yetmezliği, akciğer hastalıkları ve şişmanlık ile birlikte olabileceği bilinmektedir.Atriyal fibrilasyonun tanısı nasıl konulur?Bu hastalıkta en sık nabız düzensizliği görülür. Kişi bunu kendisi bile anlayabilir. Ancak atriyal fibrilasyon EKG testi ile kesin tanı almaktadır.Artriyal fibrilasyon inme riskini artırır mı?Atriyal fibrilasyon doğrudan hayati tehlikeye neden olabilecek bir ritim bozukluğu değildir; ancak atriyal fibrilasyonun varlığı inme riskini artırmaktadır. Atriyal fibrilasyona bağlı inmeler ağır seyreder, sakat bırakma ve öldürme olasılığı yüksektir. Atriyal Fibrilasyon Nedir?Atriyal fibrilasyon (AF), kalbin üs odacıkları olan atriyumların, hızlı ve düzensiz şekilde atmasına neden olan ritim bozukluğudur. En belirgin belirtisi çarpıntı olan atriyal fibrilasyon, Türkiye'de 800 bin kişi, bayılma, halsizlik, yorgunluk ile kendisini gösterir. Ancak çok sayıda hasta, hastalığından habersiz yaşamaktadır. Bu da inme ve ölüm riskini artırmaktadır.40 yaş ve üzerindeki her 4 kişiden birinde yaşamı boyunca AF gelişme riski vardır. Bu olasılık yaşlanmayla birlikte daha da artar. Atriyal fibrilasyon, yaşam süresinin zamanla uzadığı düşünüldüğünde giderek oldukça fazla sayıda hastayı etkileyecek bir ritim bozukluğudur. Oluşturduğu sorunlar; çarpıntı, efor kapasitesinde azalma, uzun dönemde kalp yetersizliği, sakat bırakıcı felç ve maalesef yaşam süresinde kısalmadır. Ancak, özellikle kalbinde ritim bozukluğunu ortaya çıkaracak yapısal sorunun olmadığı hastalarda AF’nin tanınması ve kişiye özgü optimal tedavinin planlanması, kısa ve uzun dönemde oluşabilecek birçok sorunun önlenmesini sağlayabilir.Atriyal Fibrilasyon Belirtileri Nelerdir?Atriyal fibrilasyon belirtileri, bazı kişilerde görülmeyebildiği gibi, bu bireyler atriyal fibrilasyon problemleri olduğunu muayene sonrası öğrenebilirler. Bazılarında da şiddetli derecede belirtiler olabilir. Atriyal fibrilasyon belirtilerini şöyle sıralamak mümkündür:Bu belirtiler birkaç dakika sürebildiği gibi, bazen birkaç saate kadar uzar. Ataklar tekrarlayabilir. Belirtiler bazen kendi kendine kaybolabilir. Bazı kişilerde de kalp ritmi kendi kendine normale dönmeyip, kalıcı hale gelebilir.Atriyal Fibrilasyon Neden Olur?Kalp dört odadan oluşur. Kalp, iki üst oda yani kulakçık, iki alt oda yani ventrikülden oluşur. Kalbin sağ üst odacığında yani sağ kulakçıkta sinüs düğümü ismi verilen bir hücre grubu vardır. Buna kısaca kalbin doğal kalp pili denilebilir. Sinüs düğümü her kalp atışını başlatan sinyali üretir. Normalde bu sinyal iki üst kalp odasından geçer, sonra atriyoventriküler düğüm adı verilen üst ve alt odacıklar arasındaki bağlantı yolundan gider. Sinyalin hareketi ile kalbin odaları uyarılarak kasılması sağlanır ve vücuda kan pompalanır.Atriyal fibrilasyonda üst odacıklardaki sinyaller kaotiktir. Kalpteki elektriksel aktivitelerle kulakçıkların ve sinüs düğümünün düzenli aktivitesi baskılanır ve kulakçıklar gelişigüzel hareket eder. Kulakçıklar da bu durumda etkin kasılmaz, uzun vadede kulakçıkların genişlemesine sebep olur. Atriyal fibrilasyonun en sık nedeni yüksek tansiyondur. Uzun zamanlı hipertansiyonu olanların kalp karıncık adelesinde kalınlaşmaya bağlı genişleme olur. Kalp damar hastalıkları, romatizma gibi hastalıklar, mitral kapak darlığı gibi hastalıklar da atriyal fibrilasyonun oluşma sebebidir. Bunun yanında tiroid bezinin çok çalışması, bazı akciğer hastalıkları ve bazı ilaç türleri atriyal fibrilasyon oluşturabilmektedir. Doğuştan kalp sorunları, geçirilmiş kalp ameliyatları, viral enfeksiyonlar, zatürre veya farklı hastalıklara bağlı stres de AF sebeplerinden olabilir. Bazı atriyal fibrilasyon olan kişilerde herhangi bir kalp sorunu olmayabilir. Bazı durumlarda neden de olmayabilir.Atriyal Fibrilasyon Teşhisi Nasıl Konulur?Atriyal fibrilasyon için öncelikle hastanın detaylı öyküsü alınır. Atriyal fibrilasyon yaşayanlar genelde yoğun çarpıntıları olduğunu ve diğer şikayetlerini hekimlerine anlatırlar. En yaygın teşhis yöntemi EKG çekilmesiyle olmaktadır. Atriyal fibrilasyon EKG yöntemiyle teşhis edilebilmektedir. EKG ile kalp ritmi ile ilgili sorunlar net olarak görülebilir. Burada bir problem saptanmaz ise hekim 24 saat ile 48 saat vücutta duracak biçimde ritim holter cihazı takılmasını önerebilir. Kalp ekokardiyografisi ile kalbin yapısal durumu ortaya konulabilir. Bunun yanında kardiyoloji uzmanı AF’yi tetikleyecek sebepleri aramak için tetkikler isteyebilir. AF tedavi edilebilir bir sorundur.Atriyal Fibrilasyon Tedavisi Nasıl Yapılır?Atriyal fibrilasyon (AF) tedavisi kişiye göre değişiyor. Örneğin atak şeklindeki atriyal fibrilasyon hastalarında ana yakınma olan çarpıntı şikayetlerinin oluşmasını engellemek önemlidir. Bu amaçla yapılan tedaviler ritim düzenleyici ilaçlar, şok uygulaması ve ablasyondur. Ritm düzenleyici yaklaşımlar, ataklar nedeniyle sık şikayeti olan, ritim bozukluğunun tekrarlama olasılığı çok fazla olmayan ve özellikle ritim düzenleyici ilaç veya yaklaşımlarla ilgili ilave sorunu olmayan kişilerde tercih edilir. AF’nin sürekli veya kalıcı olduğu ritim düzenleyici yaklaşımların başarılı olmadığı veya ritim bozukluğu nedeniyle çok fazla şikayet olmadığı durumlarda ritmi düzeltilmeyip sadece kalp hızını yavaşlatan yaklaşımlar tercih edilir. Bu amaçla kalp kulakçıkları ile karıncıkları arasındaki elektriksel bağlantıyı sağlayan düğüm üzerine etkili ilaçlarla hız makul düzeylerde tutulmaya çalışılır. İlaçların başarısız olması halinde ise bu düğüm ablasyon yöntemiyle tahrip edilerek gereğinde kalp pili tedavisi uygulanır.AF ablasyon tedavisi bir tür minimal invaziv yöntemdir. Hastaya anjiyo benzeri kasık yoluyla işlem uygulanır. Ablasyonda temel amaç akciğer toplardamarı ile sol kulakçık arasındaki elektriksel bağlantının kesilmesine de dayanmaktadır. Bu amaç için, yakma (radyofrekans) veya balon ile dondurma işlemi kullanılmaktadır. Atriyal fibrilasyonun tedavisinde bir hedef de pıhtı atmasına bağlı felcin önlenmesidir. Bu amaçla sıklıkla pıhtı önleyici ilaçlar kullanılır. Alternatif metod ise, kalp kulakçığında pıhtının sıklıkla yerleştiği bölgenin tıkayıcı cihazlarla kapatılmasıdır. Bazı hastalar cerrahi için de uygun olur. Kapak hastalığı gibi ek cerrahi gereken AF hastalarında cerrahi yolla da ablasyon mümkündür. Atriyal fibrilasyon tedavisinde yenilikler sürmektedir.Atriyal Fibrilasyon Hakkında Sık Sorular Sorular Atrium nedir?Atrium yani atriyum kalp odacığı (sağ ve sol kulakçık) anlamına gelmektedir. Sağ atriumda kirli kan bulunmaktadır.Atriyal nedir?Atriyal, kalp odacığı ile ilgili bir terimdir.Fibrilasyon nedir?Tıpta kalp çırpınımı anlamına gelmektedir. Düzensiz kalp hareketlerine verilen addır.Atriyum fibrilasyonu nedir?Atriyum kalp odacığıdır. Atriyal ise kalp odacığına ait bir terimdir. Kalp odacığıyla ilgilidir. Atriyum fibrilasyonu yani atriyal fibrilasyon anlamına gelmektedir. Atriyal fibrilasyon tehlikeli  bir ritim bozukluğudur.Atriyal fibrilasyonda nabız kaç olur?Genelde yetişkin ve sağlıklı kişilerde ortalama nabız sayısı 60 ile 100 arasında olmaktadır. Atriyal fibrilasyonda ise atriumlarda dakikada 350-600 arasında uyarı olur, karıncığa geçen iletim durumuna göre kalp atımı ise 60-200 arası olabilmektedir.Atriyal fibrilasyonun tehlikeleri nelerdir?Bazı kişiler senelerce bu sorunla hiçbir olumsuzluk yaşamadan hayatına devam edebilir. Ancak atriyal fibrilasyon gelecekte bazı sorunlara neden olabilir. Kanın pıhtılaşma sorunlarına neden olabildiği için inme riski artabilir, böbrek, kalp ve bağırsaklarda hasarlara neden olabilir. Kalp yetmezliği oluşabilir. AF ölüm riskini artıran bir sorundur.Atriyal fibrilasyon özellikleri nelerdir?Kalp çarpıntısı, enerji yoksunluğu, yorgunluk, sersemlik, bayılma, göğüste basınç ya da ağrı, normal aktivitelerde nefes darlığı gibi belirtileri ve özellikleri olan bir hastalıktır.Atriyal fibrilasyon ilaç tedavisi ile düzelir mi?Atriyal fibrilasyonda öncelikle ilaç tedavisi uygulanır. Atriyal fibrilasyon ilaçları hastanın durumuna göre değişir. Atriyal fibrilasyon tedavisinde kullanılan ilaçlar farklıdır. Ritim kontrol ilaçları yani antiaritmik ilaçlar, kalp hızını yavaşlatmak için bazı ilaçlar, beta-blokerler, kalsiyum kanal blokerleri kullanılabilir. Bunun yanında hastadan hastaya değişmekle birlikte pıhtılaşma önleyici ilaçlar verilebilir. Ayrıca hastanın yaşam tarzında değişiklikler yapması gerekebilir. Eğer ilaçla düzelme olmuyorsa minimal invaziv işlemlerle tedaviye geçilebilir.Atriyal fibrilasyonda yaşam tarzı değişiklikleri neler olmalı?İlaçlarla birlikte genel kalp sağlığının iyileşmesi için yaşam tarzında bazı değişiklikler yapılması önem taşır. Ritimlerde bazı aktivitelerde farklılık oluyorsa doktor ile görüşülmeli. Bu aktiviteye göre ilaç dozlarında ayarlama yapılabilir. Sigara içilmemelidir, alkol alınmamalıdır. Kafein alımı sınırlandırılmalıdır. Kahve ve gazlı içeceklerin kafein içerdiği unutulmamalıdır. Bazı öksürük ve soğuk algınlığı ilaçları kalp ritmini artırabilir. Bu ilaçlar kullanılırken kardiyoloji uzmanına danışılmalı.Paroksismal AF nedir? Paroksismal atriyal fibrilasyon nedir?Paroksismal atriyal fibrilasyon, kalp ritmindeki dalgalanmanın 7 günden az sürmesi ve kendiliğinden düzelmesi durumudur.Atriyal fibrilasyon ve flutter nedir?Atriyal fibrilasyon, yaşam süresinin zamanla uzadığı düşünüldüğünde giderek oldukça fazla sayıda hastayı etkileyecek bir ritm bozukluğudur. Flutter ise atriyum içindeki elektriksel aktivitenin fibrilasyon farklı olarak hızlı ve düzenli olması durumudur.EKG nedir?EKG atriyal fibrilasyon ile birlikte pek çok kalp hastalığının teşhisinde kullanılan bir yöntemdir.Atrial fibrilasyon nedenleri nelerdir?Herhangi bir neden olmaksızın atriyal fibrilasyon görülebilir. Ancak çoğu kez tiroid hastalıkları (tiroid bezinin fazla çalışması), hipertansiyon, şeker hastalığı, kalp yetmezliği, akciğer hastalıkları ve şişmanlık ile birlikte olabileceği bilinmektedir.Atriyal fibrilasyonun tanısı nasıl konulur?Bu hastalıkta en sık nabız düzensizliği görülür. Kişi bunu kendisi bile anlayabilir. Ancak atriyal fibrilasyon EKG testi ile kesin tanı almaktadır.Artriyal fibrilasyon inme riskini artırır mı?Atriyal fibrilasyon doğrudan hayati tehlikeye neden olabilecek bir ritim bozukluğu değildir; ancak atriyal fibrilasyonun varlığı inme riskini artırmaktadır. Atriyal fibrilasyona bağlı inmeler ağır seyreder, sakat bırakma ve öldürme olasılığı yüksektir.
7,856
195
Hastalıklar
Atipik Psikoz
Psikoz günlük yaşamda bireylerin gerçeği değerlendirme yeteneğinin bozulması durumu olarak ifade ediliyor. Atipik psikoz ise birden fazla psikoz türüne ait belirtilerin yaşanması ancak kişilik bozukluğunun sınıflandırılamaması durumunda söz konusu oluyor. Atipik psikoz, psikoz semptomlarını taşıyan ve herhangi bir özgül psikotik bozukluğun tanı ölçütlerini karşılamayan bir bozukluk olarak da tanımlanıyor. Genetik geçiş ve çevresel faktörler atipik psikozun başlıca nedenleri arasında yer alıyor. Sanrı, varsanılar, uyku-iştah düzensizlikleri, düşünce bozuklukları, şüphecilik ve kaygı gibi belirtiler ile seyreden bu hastalığın tedavisi ilaçla sağlanabiliyor. Ancak bu bozukluğun, tedavi uyumu azaldığında tekrarlama riski de bulunuyor. Tedaviye erken başlanması sonuçların başarılı olmasına ve semptomların önlenmesine yardımcı oluyor. Memorial Ankara Hastanesi Psikiyatri Bölümü’nden Uz. Dr. Esengül Ekici, atipik psikoz ile ilgili bilgi verdi.Psikoz günlük yaşamda bireylerin gerçeği değerlendirme yeteneğinin bozulması durumu olarak ifade ediliyor. Atipik psikoz ise birden fazla psikoz türüne ait belirtilerin yaşanması ancak kişilik bozukluğunun sınıflandırılamaması durumunda söz konusu oluyor. Atipik psikoz, psikoz semptomlarını taşıyan ve herhangi bir özgül psikotik bozukluğun tanı ölçütlerini karşılamayan bir bozukluk olarak da tanımlanıyor. Genetik geçiş ve çevresel faktörler atipik psikozun başlıca nedenleri arasında yer alıyor. Sanrı, varsanılar, uyku-iştah düzensizlikleri, düşünce bozuklukları, şüphecilik ve kaygı gibi belirtiler ile seyreden bu hastalığın tedavisi ilaçla sağlanabiliyor. Ancak bu bozukluğun, tedavi uyumu azaldığında tekrarlama riski de bulunuyor. Tedaviye erken başlanması sonuçların başarılı olmasına ve semptomların önlenmesine yardımcı oluyor. Memorial Ankara Hastanesi Psikiyatri Bölümü’nden Uz. Dr. Esengül Ekici, atipik psikoz ile ilgili bilgi verdi. Atipik psikoz nedir?Mental Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı olarak da bilinen “DSM” tanı sisteminde önceleri “atipik” daha sonra “başka türlü adlandırılamayan” psikoz olarak tanımlanan kategoriye en çok uyan gruptur. Atipik Psikoz, DSM kategorisine göre psikotik semptomları olan, fakat herhangi bir özgül psikotik bozukluğun tanı ölçütlerini karşılamayan hastalar için kullanılmaktadır. Bazı olgularda, başka türlü adlandırılamayan psikotik bozukluk tanısı, özgül bir tanı koymak için bilginin yetersiz olduğu zamanlarda kullanılır. Oldukça heterojen bir grubu oluşturan bu hastalıkların ortak özellikleri; etyoloji, seyir ve sonlanım açısından şizofreniye benzememeleri ama çeşitli dönemlerde psikotik belirtileri sergilemeleridir.Atipik psikoz neden olur? Atipik psikozun nedenleri nelerdir?Aynı psikozda olduğu gibi nedenler arasında genetik geçiş, çevresel etmenler ve beyin değişiklikleri önemli yer tutar.Atipik psikoz belirtileri nelerdir?Psikiyatrik değerlendirmede sanrı, varsanılar, uyku-iştah düzensizlikleri, düşünce bozuklukları, şüphecilik, kaygı gibi belirtiler görülebilir. Bunların ayrıntılı değerlendirilmesi ve hatta bazen tanının kesinleştirilebilmesi için uzunlamasına yapılan gözlemi yıllarca sürdürmek gerekebilir.Atipik psikozun tanısı nasıl konulur?Psikotik bir bozukluğu teşhis etmek için uzman hekimler tıbbi ve psikiyatrik bir öyküyü alıp, öncelikle fiziksel muayene gerçekleştirir. Hastanın fiziksel hastalığı veya uyuşturucu kullanımını ekarte etmek için kan testleri ve bazen MR gibi beyin görüntüleme yöntemlerini isteyebilir. Bazen psikotik belirtiler olup, diğer uzmanlar organik bir neden bulamadığında kişiyi psikiyatriye yönlendirir. Organik etiyolojiye bağlı durumlar dışlandıktan sonra, atipik psikoz tanı kriteleri karşılanıyor ise bu tanı koyulur bazen ise bu tanıyı koymak için takip gerekebilir.Atipik psikoz tedavisi nasıldır? Atipik psikoz tedavisi nasıl uygulanır? Yine diğer psikozlar gibi, öncelikle biyolojik tedavilerden farmakolojik tedaviler esas olarak uygulanır. Hem akut alevlenme dönemlerinde hem sürdürüm tedavisinde koruyucu tedavi olarak antipsikotik denilen ilaçlarla tedavisi mümkündür. Ancak erken tanı koyulduğunda antipsikotik cevabının daha yüz güldürücü sonuçlar verdiği bilinmektedir. Çünkü atipik psikozlarda da alevlenmenin olduğu psikotik dönemler uzadıkça bazı beyin değişiklikleri kalıcı hale gelebilir.ATİPİK PSİKOZ İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULARPsikoz nedir?Kişinin gerçeği değerlendirme yeteneğinin bozulduğu durumlara verilen genel bir addır. Kişinin kendi, düşünce ve algılarıyla gerçeklik birbirine karışır, düşünce ve algı düzeyinde ciddi bozukluklar ile birey neyin gerçek neyin gerçek olmadığını anlamakta güçlük çeker. Varsanı ve sanrı iki ana belirtisidir. Kişiler bunu hayatında bir kez deneyimleyebileceği gibi, kısa dönemler şeklinde de yaşayabilir veya çoğu zaman psikozla yaşamını devam ettirebilir. Ancak bazı insanlarda tam iyileşme de sağlanabilir.Atipik psikoz geçer mi?Psikoz tedavisinde uygulanacak bir ilaç tedavisi desteği ile kişide var olan belirtilerde iyileşme görülebilmektedir. Fakat tedavi sürecinin iyi yönetilmesi, ilaç tedavisinin ve bilişsel davranış terapilerinin aksatılmaması gerekmektedir.Atipik psikoz şizofreni midir?Atipik psikoz şizofreniden farklıdır, “başka türlü adlandırılamayan” psikoz olarak tanımlanan kategoriye en çok uyan gruptur.Atipik psikoz hastası evlenebilir mi?Kanunlarımızda yer alan Türk Medeni Kanunu’na göre akıl hastalarının yasal olarak evlenmesi yasaktır. Fakat bazı durumlarda psikoz hastası olan kişilerin aileleri tarafından evlendirildiği görülmektedir. Her iki tarafın da itirazı olmadıkça bu evlilikler yasal işleme bağlı tutulmasa da kanuna göre, eşlerden birinin akıl hastası olduğu sağlık kurulu raporu ile kanıtlanırsa evlilik geçersiz sayılmaktadır.Atipik psikoz hastası çalışabilir mi?Sosyal Güvenlik Kurumları tarafından psikiyatrik rahatsızlıklardaki özür oranları da belirlenmiştir ve SGK ile ilgili kuruluşlar, sağlık kuruluşlarından engel ile ilgili sağlık kurulu raporlarını inceleyip gerekli araştırma ve incelemeleri de yaparak psikiyatrik rahatsızlığı olanların İş Kanunu’na göre işverenlerin 50 veya daha çok işçi çalıştırdıkları işyerlerinde, belli bir oranda engelli işçiyi (bunun içine psikiyatrik hastalığı olanlar da girmektedir) meslek, beden ve ruhi durumlarına uygun işlerde çalıştırma yükümlülükleri vardır.  Ancak hastalar, dikkat gerektiren, sorumluluğu yüksek ve hukuki sorumluluk gerektiren işlerde çalıştırılamazlar. Yine aynı şekilde vardiyalı ve gece nöbeti olan işlerde çalıştırılamazlar. Tedavi ile işlevselliği düzelmeyen yani çalışamayan, günlük yaşamını tek başına götürmede zorluk çeken hastalar çalışamazlar.Atipik psikoz tekrarlar mı?Bazı durumlarda psikoz, ani başlangıçlı tek sefer olabilse de zaman zaman kişide tekrar edebilecek kronik psikozların erken evresi de olabilir ve tekrarlayabilir.Psikoz krizi nedir?Psikotik atak da denebilen psikoz krizi kişinin normal olmayan fikirlere, düşüncelere, algılara kapılarak, gerçeklikten uzaklaşması ve kopması durumudur. Psikotik ataklarda birey farklı bir gerçeklikte yaşıyor gibidir. Psikoz ataklarının süresi haftalar sürebilir. Bu durumda kişinin hastaneye yatırılması ile kontrol altında tutulması gerekebilir.Genetik geçiş atipik psikoz hastalığında etkili midir?Bütün psikozlarda olduğu gibi, atipik psikozda da genetik geçiş önemli yer tutar.Atipik psikoz hastaları kişisel bakımlarını yapabilir mi?Hastalığın şiddetine göre değişebilir, bazı hastalar özbakımlarını yapabilirken, yıkımı fazla olan hastalar özbakımlarını yapamayabilirler.Atipik psikoz önlenebilir mi?Atipik psikoz önlenemez. Ancak tedavi, ne kadar erken dönemde başlarsa o kadar iyi sonuçlar vererek semptomların önlenmesine yardımcı olur. Ailesinde şizofreni öyküsü olanlar gibi psikotik bozukluklar açısından yüksek risk altında olan kişilerin uyuşturucu ve alkol gibi maddelerden uzak durması, atipik psikozun önlenmesine veya geciktirilmesine yardımcı olabilir. Atipik psikoz nedir?Mental Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı olarak da bilinen “DSM” tanı sisteminde önceleri “atipik” daha sonra “başka türlü adlandırılamayan” psikoz olarak tanımlanan kategoriye en çok uyan gruptur. Atipik Psikoz, DSM kategorisine göre psikotik semptomları olan, fakat herhangi bir özgül psikotik bozukluğun tanı ölçütlerini karşılamayan hastalar için kullanılmaktadır. Bazı olgularda, başka türlü adlandırılamayan psikotik bozukluk tanısı, özgül bir tanı koymak için bilginin yetersiz olduğu zamanlarda kullanılır. Oldukça heterojen bir grubu oluşturan bu hastalıkların ortak özellikleri; etyoloji, seyir ve sonlanım açısından şizofreniye benzememeleri ama çeşitli dönemlerde psikotik belirtileri sergilemeleridir.Atipik psikoz neden olur? Atipik psikozun nedenleri nelerdir?Aynı psikozda olduğu gibi nedenler arasında genetik geçiş, çevresel etmenler ve beyin değişiklikleri önemli yer tutar.Atipik psikoz belirtileri nelerdir?Psikiyatrik değerlendirmede sanrı, varsanılar, uyku-iştah düzensizlikleri, düşünce bozuklukları, şüphecilik, kaygı gibi belirtiler görülebilir. Bunların ayrıntılı değerlendirilmesi ve hatta bazen tanının kesinleştirilebilmesi için uzunlamasına yapılan gözlemi yıllarca sürdürmek gerekebilir.Atipik psikozun tanısı nasıl konulur?Psikotik bir bozukluğu teşhis etmek için uzman hekimler tıbbi ve psikiyatrik bir öyküyü alıp, öncelikle fiziksel muayene gerçekleştirir. Hastanın fiziksel hastalığı veya uyuşturucu kullanımını ekarte etmek için kan testleri ve bazen MR gibi beyin görüntüleme yöntemlerini isteyebilir. Bazen psikotik belirtiler olup, diğer uzmanlar organik bir neden bulamadığında kişiyi psikiyatriye yönlendirir. Organik etiyolojiye bağlı durumlar dışlandıktan sonra, atipik psikoz tanı kriteleri karşılanıyor ise bu tanı koyulur bazen ise bu tanıyı koymak için takip gerekebilir.Atipik psikoz tedavisi nasıldır? Atipik psikoz tedavisi nasıl uygulanır? Yine diğer psikozlar gibi, öncelikle biyolojik tedavilerden farmakolojik tedaviler esas olarak uygulanır. Hem akut alevlenme dönemlerinde hem sürdürüm tedavisinde koruyucu tedavi olarak antipsikotik denilen ilaçlarla tedavisi mümkündür. Ancak erken tanı koyulduğunda antipsikotik cevabının daha yüz güldürücü sonuçlar verdiği bilinmektedir. Çünkü atipik psikozlarda da alevlenmenin olduğu psikotik dönemler uzadıkça bazı beyin değişiklikleri kalıcı hale gelebilir.ATİPİK PSİKOZ İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULARPsikoz nedir?Kişinin gerçeği değerlendirme yeteneğinin bozulduğu durumlara verilen genel bir addır. Kişinin kendi, düşünce ve algılarıyla gerçeklik birbirine karışır, düşünce ve algı düzeyinde ciddi bozukluklar ile birey neyin gerçek neyin gerçek olmadığını anlamakta güçlük çeker. Varsanı ve sanrı iki ana belirtisidir. Kişiler bunu hayatında bir kez deneyimleyebileceği gibi, kısa dönemler şeklinde de yaşayabilir veya çoğu zaman psikozla yaşamını devam ettirebilir. Ancak bazı insanlarda tam iyileşme de sağlanabilir.Atipik psikoz geçer mi?Psikoz tedavisinde uygulanacak bir ilaç tedavisi desteği ile kişide var olan belirtilerde iyileşme görülebilmektedir. Fakat tedavi sürecinin iyi yönetilmesi, ilaç tedavisinin ve bilişsel davranış terapilerinin aksatılmaması gerekmektedir.Atipik psikoz şizofreni midir?Atipik psikoz şizofreniden farklıdır, “başka türlü adlandırılamayan” psikoz olarak tanımlanan kategoriye en çok uyan gruptur.Atipik psikoz hastası evlenebilir mi?Kanunlarımızda yer alan Türk Medeni Kanunu’na göre akıl hastalarının yasal olarak evlenmesi yasaktır. Fakat bazı durumlarda psikoz hastası olan kişilerin aileleri tarafından evlendirildiği görülmektedir. Her iki tarafın da itirazı olmadıkça bu evlilikler yasal işleme bağlı tutulmasa da kanuna göre, eşlerden birinin akıl hastası olduğu sağlık kurulu raporu ile kanıtlanırsa evlilik geçersiz sayılmaktadır.Atipik psikoz hastası çalışabilir mi?Sosyal Güvenlik Kurumları tarafından psikiyatrik rahatsızlıklardaki özür oranları da belirlenmiştir ve SGK ile ilgili kuruluşlar, sağlık kuruluşlarından engel ile ilgili sağlık kurulu raporlarını inceleyip gerekli araştırma ve incelemeleri de yaparak psikiyatrik rahatsızlığı olanların İş Kanunu’na göre işverenlerin 50 veya daha çok işçi çalıştırdıkları işyerlerinde, belli bir oranda engelli işçiyi (bunun içine psikiyatrik hastalığı olanlar da girmektedir) meslek, beden ve ruhi durumlarına uygun işlerde çalıştırma yükümlülükleri vardır.  Ancak hastalar, dikkat gerektiren, sorumluluğu yüksek ve hukuki sorumluluk gerektiren işlerde çalıştırılamazlar. Yine aynı şekilde vardiyalı ve gece nöbeti olan işlerde çalıştırılamazlar. Tedavi ile işlevselliği düzelmeyen yani çalışamayan, günlük yaşamını tek başına götürmede zorluk çeken hastalar çalışamazlar.Atipik psikoz tekrarlar mı?Bazı durumlarda psikoz, ani başlangıçlı tek sefer olabilse de zaman zaman kişide tekrar edebilecek kronik psikozların erken evresi de olabilir ve tekrarlayabilir.Psikoz krizi nedir?Psikotik atak da denebilen psikoz krizi kişinin normal olmayan fikirlere, düşüncelere, algılara kapılarak, gerçeklikten uzaklaşması ve kopması durumudur. Psikotik ataklarda birey farklı bir gerçeklikte yaşıyor gibidir. Psikoz ataklarının süresi haftalar sürebilir. Bu durumda kişinin hastaneye yatırılması ile kontrol altında tutulması gerekebilir.Genetik geçiş atipik psikoz hastalığında etkili midir?Bütün psikozlarda olduğu gibi, atipik psikozda da genetik geçiş önemli yer tutar.Atipik psikoz hastaları kişisel bakımlarını yapabilir mi?Hastalığın şiddetine göre değişebilir, bazı hastalar özbakımlarını yapabilirken, yıkımı fazla olan hastalar özbakımlarını yapamayabilirler.Atipik psikoz önlenebilir mi?
5,207
196
Hastalıklar
Atopik Dermatit
Atopik dermatit, cildi kuru ve pullu hale getiren, etkilenen bölgelerde kaşıntılı lezyonların görüldüğü kronik iltihaplı cilt hastalığıdır. Atopik dermatit, egzamanın en yaygın türüdür. Tedavi edilebilen atopik dermatit için deri nemlendiricileri antihistanimikler, lokal kortizonlu kremler, nemlendirici banyo önerileri uygulanmaktadır.Atopik dermatit, cildi kuru ve pullu hale getiren, etkilenen bölgelerde kaşıntılı lezyonların görüldüğü kronik iltihaplı cilt hastalığıdır. Atopik dermatit, egzamanın en yaygın türüdür. Tedavi edilebilen atopik dermatit için deri nemlendiricileri antihistanimikler, lokal kortizonlu kremler, nemlendirici banyo önerileri uygulanmaktadır. Atopik Dermatit Nedir?Egzama türü olan atopik dermatit, cilt kuruluğu, yoğun kaşıntı, döküntü gibi cilt lezyonlarına neden olan cilt hastalığıdır. Atopik dermatit genellikle çocukluk çağında başlayan, kaşıntılı, kuru ve iltihaplı cilde neden olan bir rahatsızlıktır. Alerjenler (örneğin, toz akarları, hayvan tüyleri, polen), cilt kuruluğu, aşırı sıcak veya soğuk hava, terleme, bazı temizlik ürünleri, parfümler gibi kimyasallar ve stres gibi nedenlerle tetiklenebilmektedir.Atopik dermatit en sık görülen egzama türleri arasında yer alır.Atopik Dermatit Belirtileri Nelerdir?Atopik dermatit, ciltte kaşıntı, kuruluk, ağrı, çatlama ve iltihap şeklindeki belirtilerle ortaya çıkar. Özellikle deride meydana gelen kaşıntı enfeksiyona sebebiyet verebilir. Bebeklerde atopik dermatit belirtileri, kızarıklık, tahriş, kuruluk, pütür pütür benzeri görüntüler ve lekeye benzeyen hatta beyaz, siyah, kahverengi gibi alaca alaca şekiller şeklinde yüz ve yanak bölgesinde olur. Atopik dermatit belirtileri en çok yüz ve yanak bölgesinde görülse de saç dibinden, ayak tabanına kadar vücudun her bölgesinde oluşabilir.Atopik dermatit belirtileri şu şekildedir: Kuru deri yüzde solukluk Şiddetli ve tekrarlayan kaşıntılar, avuç içi kaşıntısı Avuç içi, ayak tabanındaki çizgilerin çok yoğun oluşu Gözaltı morluğu ve çizgilenmeleri Düşük saç çizgisi Parlak tırnaklar dudak kenarında çatlaklar Boyunda katlanmalar Deri renk değişiklikleriBebeklik çağından başlayarak 13-14 yaşına kadar atopik dermatit görülebilir. Çocuklar büyüdükçe belirtilerin azalması beklenir. Ergenlik yaşına kadar atopik dermatitin yüzde 80-90’ı sona ermektedir. Ama bebeklik çağından başlayıp erişkinliğe kadar devam eden atopik dermatit vakaları da mevcuttur.Atopik Dermatit Neden Olur?Atopik dermatit hastalığına çevresel faktörler ya da genetik olarak yatkınlık neden olur. Özellikle alerjik astım ve alerjik rinit gibi bir genetik alt yapı hastalığı olan çocuklarda bu hastalığın görülme oranı yüksektir. Çevreden gelen faktörler de eklenince atopik dermatit ortaya çıkabilirAtopik dermatit nedenleri şöyle sıralanabilir:Genetik yatkınlıkAtopik dermatit, genetik yatkınlık olarak görülen yani aile geçmişinde alerjik rinit, astım, egzama gibi problemlerin bulunmasından kaynaklı olarak ortaya çıkabilen bir hastalıktır. Hem anne hem de babadan çocuklara atopik dermatit geçebilir.Çevresel FaktörlerAtopik dermatit, çevreden gelebilecek faktörlere karşı da etkilenebilir. Havanın soğuk ya da sıcak olması, temizlik ürünleriyle temasta bulunmak, polenler, evdeki toz akarları, gıda alerjenleri atopik dermatite neden olan çevresel faktörler arasında yer alır.Cilt bariyeri, dış etkenlerin yani mikroplar, alerjenlerin cilde girmesini engelleyen bir yapıya sahiptir. Atopik dermatiti olan kişilerin cilt bariyeri genellikle zayıf olduğundan alerjenlerin cilde nüfuz etmesi durumunda ciltte reaksiyonlara neden olabilir.Bağışıklık sistemiBağışıklık sistemi, vücuda dışardan alınan yabancı maddelere yani alerjenlere karşı tepki verebilir. Atopik dermatit olan kişiler dışardan alerjen bir madde ile temas ettiğinde farklı tepkiler verebilir. Ciltte iltihaplanma, şiddetli kaşıntı, döküntü gibi belirtiler bu tepkilerin göstergesidir.Atopik Dermatite Neden Olan Faktörler Nelerdir?Atopik dermatite neden olan çevresel birçok faktör vardır. En çok karşılaşılan toz, toprak ve polen teması çocuklarda alerjik alt yapı da varsa atopik dermatite neden olabilir. Laktoz gibi alerjik reaksiyona neden olabilen gıdalar atopik dermatit nedenleri arasında yer almaktadır. Çocuklarda özellikle görülen her türlü enfeksiyondan sonra atopik dermatit artmaktadır. Antibiyotik ve ilaç kullanımlarında hatta aşı olduktan sonra atopik dermatit görülme sıklığında artış olur.  Kimyasal maddelerle evde yapılan temizlik sonrasında bebek ve çocuklarda atopik dermatit alevlenir. Bebeğin ya da çocukların kimyasala teması olmasa da temizlik esnasında havada gözle görülmeyen molekülleri soluması bile atopik dermatitin artmasına yeterlidir.Eskiden çok kullanılan ancak günümüzde tercih edilmeyen yünlü ürünler hassasiyeti olan çocuklarda atopik dermatitin artmasına neden olur. Kedi, köpek gibi hayvan tüyleri yine hastalığın yükselmesini tetiklemektedir.Alerjik astımı olan çocukları etkileyen etkenler yine atopik dermatit görülen çocukları da etkileyebilmektedir. Çünkü atopi denilen grupta yabancı madde çocuğun vücuduna girince, kanda var olan hücreleri aktifleştirir ve o hücreler o yabancı maddeye karşı reaksiyon verir. O reaksiyon da vücutta nerede tutunuyorsa belirtilerini yine o bölgede gösterir. Bebeklik çağında ve çocukluk döneminden sonra, erişkin döneme geldikçe atopik dermatitin yerleşimleri de farklı yerlerde olabilmektedir.Atopik Dermatite Ne İyi Gelir?Atopik dermatit görüldüğü durumda öncelikle var olan etkenlerden bebeğin ya da çocuğun uzaklaştırılması gerekir Bu her etken için geçerli olmayabilir. Örneğin yünlü ürünler, kedi köpek varlığı, kimyasal teması gibi faktörlerden kolaylıkla bebek ya da çocuk uzaklaştırılabilir. Ama enfeksiyon, antibiyotik kullanımı gibi durumların önüne geçilemez. Atopik dermatit görüdüğü durumda şu yöntemlerden de yararlanılabilir:Nemlendirici kremlerden yararlanınAtopik dermatit bahar aylarında çayır ve ağaç polenleri nedeniyle artabilir. Tedavide deri nemlendiricileri antihistanimikler, lokal kortizonlu kremler, nemlendirici banyolar sık kullanılır ve atopik dermatit ataklarını rahatlatır.Stres yönetimi yapınStres, atopik dermatit belirtilerini tetikleyerek daha da kötüleştirebilir. Stres yönetimi ile semptomların kontrol altına alınmasını sağlamak mümkündür.Tetikleyicilerden kaçınınAtopik dermatite neden olan faktörlerden kaçınmak önemlidir. Bu faktörler arasında alerjenler (toz akarları, hayvan tüyleri, polen), aşırı sıcak veya soğuk hava, terleme, aşırı temizlik ürünleri ve parfümler bulunur.İlkbahar ve sonbaharda mevsim değişikliği nedeniyle yine bebeklerde ve çocuklarda atopik dermatit nedeniyle döküntüler olur. Bu belirtiler görüldüğü zaman yine ailelerin daha önceden kullandığı krem ve şurupları kullanmaları yeterlidir.Atopik Dermatit Tedavisi Nasıldır?Atopik dermatit tedavisi 2 şekilde planlanır. Birincisi hastanın şiddetli akut bir atak geçirdiği dönemde gerçekleştirilir. Bu dönemde sürekli kullanması gereken nemlendirici tarzında ilaçlar vardır. Çünkü atopik dermatit olan çocukların ciltleri hassas ve kurudur. Bu nedenle akut dönemde dermatoloji uzmanı tarafından verilen kortizonlu kremler ve antihistaminik şuruplar devreye girer. Bu ilaçların kullanımı çok önemlidir. Ailelerin kortizonlu kremlerden tereddüt etmemelidir. Uzman tarafından belirli dozlarda verilen kortizon kullanımının çocuklara bir zararı yoktur.Atopik dermatit atağı atlatıldıktan sonra idame tedavi sürecinde sürekli vücudu nemli tutacak hastalığa özel nemlendiriciler kullanılır.Atopik Dermatit Hakkında Sık Sorulan SorularDermatit nedir?Dermatit, kaşıntı, kızarıklık ve döküntüye neden olan cilt iltihabıdır. Ciltte oval veya dairesel şekilli kırmızı, içi sıvı dolu, pullu ve kaşıntılı yamalar halinde ortaya çıkarlar. Hafif ila şiddetli formlarda görülebilen dermatit tedavi edilebilir bir rahatsızlıktır. Atopik dermatit tedavi edilmezse ne olur?Atopik dermatit tedavi edilmezse vücutta görülen kızarıklıklar artar, daha da şiddetlenir. Vücutta yayılımı artabilir. Hastalık çocukları rahatsız eden boyutlara gelebileceği için, tedavinin ihmal edilmemesi çok önemlidir.Atopik dermatit atağı geçiren bir çocuk atağı medikal tedavi ilen 5 günde atlatabilecekken, tedavi almadan atağı çok daha uzun sürede atlatabilecektir. O geçen süreden sonra yeni bir atak da gelirse bu sefer çocuk uzun bir süre atopik dermatit şikayetlerini yaşamak durumunda kalır. Tedavi edilmeyen ve üst üste geçirilen ataklar nedeniyle daha sonra geçirilen atakların şiddeti artar.Atopik dermatit ne yememeli?Atopik dermatiti olan kişiler bazı besinleri tükettiğinde semptomların kötüleşmesine neden olabilir. Özellikle süt ürünleri, yumurta, glüten içeren besinler, kuruyemiş ve deniz ürünlerinden uzak durmaları önemlidir.Stres atopik dermatite neden olur mu?Bebek ve çocuklarda yaşanan stres ve psikolojik etkenler atopik dermatite neden olabilir. Aşı, üst solunum yolu enfeksiyonu, diş çıkarma gibi ateşli hastalıklar bebek ve çocuklarda strese neden olur. Ayrıca anne baba arasındaki uyumsuzluklar, başka çocukların ve kardeşlerin varlığından gelişen kıskançlık gibi stres faktörleri atopik dermatit hastalığını tetikleyebilmektedir.Emziren bebekler için annelerin alması gereken önlemler var mıdır?Laktoz dışında kanıtlanmış gıdalar olmasa da kavun, patlıcan, çilek gibi bazı gıdaların anne ve bebekte alerjik reaksiyonlara neden olduğu görülmektedir. Kendisinde alerji altyapısı olan annelerin hassasiyet duyduğu gıdalara dikkat etmesi önemlidir. Bebeğinde, çocuğunda veya kendinde tükettikten sonra kızarıklık, döküntü gibi herhangi bir alerji oluşturan gıda varsa uzak durulmalıdır.Annelerin emzirme döneminde gaz yapan gıdalar gibi yememesi gereken besinler vardır zaten. Özellikle bu dönemde annelerin her gıdayı tüketmesi sadece alerjik reaksiyona neden olan gıdalardan çekinmesi yeterlidir. Çünkü bebeklerin bağışıklık sistemini en çok güçlendiren besin anne sütüdür. Anne sütünü düzenli alan bebek ve çocuklarda atopik dermatit görülme sıklığı daha azdır ya da geçirilen ataklarda belirtileri geçirmekte anne sütü etkilidir.Erişkinlerde görülen egzamadan bir farkı var mı?Atopik dermatitin devamıysa eğer erişkinlerde görülen egzamadan çok farklıdır. Hastalık yüzde 10 civarında erişkinlerde de devam edebilir. Erişkinlerde görülen egzama atopik dermatitten ayrıdır.Cilt kaşıntısına ne iyi gelir?Atopik dermatitte ya da herhangi bir alerji durumunda kaşıntıya neden olan etkenden uzak durulmalı, uzman kontrolünde verilen medikal tedaviye uyulmalıdır. Atopik Dermatit Nedir?Egzama türü olan atopik dermatit, cilt kuruluğu, yoğun kaşıntı, döküntü gibi cilt lezyonlarına neden olan cilt hastalığıdır. Atopik dermatit genellikle çocukluk çağında başlayan, kaşıntılı, kuru ve iltihaplı cilde neden olan bir rahatsızlıktır. Alerjenler (örneğin, toz akarları, hayvan tüyleri, polen), cilt kuruluğu, aşırı sıcak veya soğuk hava, terleme, bazı temizlik ürünleri, parfümler gibi kimyasallar ve stres gibi nedenlerle tetiklenebilmektedir.Atopik dermatit en sık görülen egzama türleri arasında yer alır.Atopik Dermatit Belirtileri Nelerdir?Atopik dermatit, ciltte kaşıntı, kuruluk, ağrı, çatlama ve iltihap şeklindeki belirtilerle ortaya çıkar. Özellikle deride meydana gelen kaşıntı enfeksiyona sebebiyet verebilir. Bebeklerde atopik dermatit belirtileri, kızarıklık, tahriş, kuruluk, pütür pütür benzeri görüntüler ve lekeye benzeyen hatta beyaz, siyah, kahverengi gibi alaca alaca şekiller şeklinde yüz ve yanak bölgesinde olur. Atopik dermatit belirtileri en çok yüz ve yanak bölgesinde görülse de saç dibinden, ayak tabanına kadar vücudun her bölgesinde oluşabilir.Atopik dermatit belirtileri şu şekildedir:Bebeklik çağından başlayarak 13-14 yaşına kadar atopik dermatit görülebilir. Çocuklar büyüdükçe belirtilerin azalması beklenir. Ergenlik yaşına kadar atopik dermatitin yüzde 80-90’ı sona ermektedir. Ama bebeklik çağından başlayıp erişkinliğe kadar devam eden atopik dermatit vakaları da mevcuttur.Atopik Dermatit Neden Olur?Atopik dermatit hastalığına çevresel faktörler ya da genetik olarak yatkınlık neden olur. Özellikle alerjik astım ve alerjik rinit gibi bir genetik alt yapı hastalığı olan çocuklarda bu hastalığın görülme oranı yüksektir. Çevreden gelen faktörler de eklenince atopik dermatit ortaya çıkabilirAtopik dermatit nedenleri şöyle sıralanabilir:Genetik yatkınlıkAtopik dermatit, genetik yatkınlık olarak görülen yani aile geçmişinde alerjik rinit, astım, egzama gibi problemlerin bulunmasından kaynaklı olarak ortaya çıkabilen bir hastalıktır. Hem anne hem de babadan çocuklara atopik dermatit geçebilir.Çevresel FaktörlerAtopik dermatit, çevreden gelebilecek faktörlere karşı da etkilenebilir. Havanın soğuk ya da sıcak olması, temizlik ürünleriyle temasta bulunmak, polenler, evdeki toz akarları, gıda alerjenleri atopik dermatite neden olan çevresel faktörler arasında yer alır.Cilt bariyeri, dış etkenlerin yani mikroplar, alerjenlerin cilde girmesini engelleyen bir yapıya sahiptir. Atopik dermatiti olan kişilerin cilt bariyeri genellikle zayıf olduğundan alerjenlerin cilde nüfuz etmesi durumunda ciltte reaksiyonlara neden olabilir.Bağışıklık sistemiBağışıklık sistemi, vücuda dışardan alınan yabancı maddelere yani alerjenlere karşı tepki verebilir. Atopik dermatit olan kişiler dışardan alerjen bir madde ile temas ettiğinde farklı tepkiler verebilir. Ciltte iltihaplanma, şiddetli kaşıntı, döküntü gibi belirtiler bu tepkilerin göstergesidir.Atopik Dermatite Neden Olan Faktörler Nelerdir?Atopik dermatite neden olan çevresel birçok faktör vardır. En çok karşılaşılan toz, toprak ve polen teması çocuklarda alerjik alt yapı da varsa atopik dermatite neden olabilir. Laktoz gibi alerjik reaksiyona neden olabilen gıdalar atopik dermatit nedenleri arasında yer almaktadır. Çocuklarda özellikle görülen her türlü enfeksiyondan sonra atopik dermatit artmaktadır. Antibiyotik ve ilaç kullanımlarında hatta aşı olduktan sonra atopik dermatit görülme sıklığında artış olur.  Kimyasal maddelerle evde yapılan temizlik sonrasında bebek ve çocuklarda atopik dermatit alevlenir. Bebeğin ya da çocukların kimyasala teması olmasa da temizlik esnasında havada gözle görülmeyen molekülleri soluması bile atopik dermatitin artmasına yeterlidir.Eskiden çok kullanılan ancak günümüzde tercih edilmeyen yünlü ürünler hassasiyeti olan çocuklarda atopik dermatitin artmasına neden olur. Kedi, köpek gibi hayvan tüyleri yine hastalığın yükselmesini tetiklemektedir.Alerjik astımı olan çocukları etkileyen etkenler yine atopik dermatit görülen çocukları da etkileyebilmektedir. Çünkü atopi denilen grupta yabancı madde çocuğun vücuduna girince, kanda var olan hücreleri aktifleştirir ve o hücreler o yabancı maddeye karşı reaksiyon verir. O reaksiyon da vücutta nerede tutunuyorsa belirtilerini yine o bölgede gösterir. Bebeklik çağında ve çocukluk döneminden sonra, erişkin döneme geldikçe atopik dermatitin yerleşimleri de farklı yerlerde olabilmektedir.Atopik Dermatite Ne İyi Gelir?Atopik dermatit görüldüğü durumda öncelikle var olan etkenlerden bebeğin ya da çocuğun uzaklaştırılması gerekir Bu her etken için geçerli olmayabilir. Örneğin yünlü ürünler, kedi köpek varlığı, kimyasal teması gibi faktörlerden kolaylıkla bebek ya da çocuk uzaklaştırılabilir. Ama enfeksiyon, antibiyotik kullanımı gibi durumların önüne geçilemez. Atopik dermatit görüdüğü durumda şu yöntemlerden de yararlanılabilir:Nemlendirici kremlerden yararlanınAtopik dermatit bahar aylarında çayır ve ağaç polenleri nedeniyle artabilir. Tedavide deri nemlendiricileri antihistanimikler, lokal kortizonlu kremler, nemlendirici banyolar sık kullanılır ve atopik dermatit ataklarını rahatlatır.Stres yönetimi yapınStres, atopik dermatit belirtilerini tetikleyerek daha da kötüleştirebilir. Stres yönetimi ile semptomların kontrol altına alınmasını sağlamak mümkündür.Tetikleyicilerden kaçınınAtopik dermatite neden olan faktörlerden kaçınmak önemlidir. Bu faktörler arasında alerjenler (toz akarları, hayvan tüyleri, polen), aşırı sıcak veya soğuk hava, terleme, aşırı temizlik ürünleri ve parfümler bulunur.İlkbahar ve sonbaharda mevsim değişikliği nedeniyle yine bebeklerde ve çocuklarda atopik dermatit nedeniyle döküntüler olur. Bu belirtiler görüldüğü zaman yine ailelerin daha önceden kullandığı krem ve şurupları kullanmaları yeterlidir.Atopik Dermatit Tedavisi Nasıldır?Atopik dermatit tedavisi 2 şekilde planlanır. Birincisi hastanın şiddetli akut bir atak geçirdiği dönemde gerçekleştirilir. Bu dönemde sürekli kullanması gereken nemlendirici tarzında ilaçlar vardır. Çünkü atopik dermatit olan çocukların ciltleri hassas ve kurudur. Bu nedenle akut dönemde dermatoloji uzmanı tarafından verilen kortizonlu kremler ve antihistaminik şuruplar devreye girer. Bu ilaçların kullanımı çok önemlidir. Ailelerin kortizonlu kremlerden tereddüt etmemelidir. Uzman tarafından belirli dozlarda verilen kortizon kullanımının çocuklara bir zararı yoktur.Atopik dermatit atağı atlatıldıktan sonra idame tedavi sürecinde sürekli vücudu nemli tutacak hastalığa özel nemlendiriciler kullanılır.Atopik Dermatit Hakkında Sık Sorulan SorularDermatit nedir?Dermatit, kaşıntı, kızarıklık ve döküntüye neden olan cilt iltihabıdır. Ciltte oval veya dairesel şekilli kırmızı, içi sıvı dolu, pullu ve kaşıntılı yamalar halinde ortaya çıkarlar. Hafif ila şiddetli formlarda görülebilen dermatit tedavi edilebilir bir rahatsızlıktır. Atopik dermatit tedavi edilmezse ne olur?Atopik dermatit tedavi edilmezse vücutta görülen kızarıklıklar artar, daha da şiddetlenir. Vücutta yayılımı artabilir. Hastalık çocukları rahatsız eden boyutlara gelebileceği için, tedavinin ihmal edilmemesi çok önemlidir.Atopik dermatit atağı geçiren bir çocuk atağı medikal tedavi ilen 5 günde atlatabilecekken, tedavi almadan atağı çok daha uzun sürede atlatabilecektir. O geçen süreden sonra yeni bir atak da gelirse bu sefer çocuk uzun bir süre atopik dermatit şikayetlerini yaşamak durumunda kalır. Tedavi edilmeyen ve üst üste geçirilen ataklar nedeniyle daha sonra geçirilen atakların şiddeti artar.Atopik dermatit ne yememeli?Atopik dermatiti olan kişiler bazı besinleri tükettiğinde semptomların kötüleşmesine neden olabilir. Özellikle süt ürünleri, yumurta, glüten içeren besinler, kuruyemiş ve deniz ürünlerinden uzak durmaları önemlidir.Stres atopik dermatite neden olur mu?Bebek ve çocuklarda yaşanan stres ve psikolojik etkenler atopik dermatite neden olabilir. Aşı, üst solunum yolu enfeksiyonu, diş çıkarma gibi ateşli hastalıklar bebek ve çocuklarda strese neden olur. Ayrıca anne baba arasındaki uyumsuzluklar, başka çocukların ve kardeşlerin varlığından gelişen kıskançlık gibi stres faktörleri atopik dermatit hastalığını tetikleyebilmektedir.Emziren bebekler için annelerin alması gereken önlemler var mıdır?Laktoz dışında kanıtlanmış gıdalar olmasa da kavun, patlıcan, çilek gibi bazı gıdaların anne ve bebekte alerjik reaksiyonlara neden olduğu görülmektedir. Kendisinde alerji altyapısı olan annelerin hassasiyet duyduğu gıdalara dikkat etmesi önemlidir. Bebeğinde, çocuğunda veya kendinde tükettikten sonra kızarıklık, döküntü gibi herhangi bir alerji oluşturan gıda varsa uzak durulmalıdır.Annelerin emzirme döneminde gaz yapan gıdalar gibi yememesi gereken besinler vardır zaten. Özellikle bu dönemde annelerin her gıdayı tüketmesi sadece alerjik reaksiyona neden olan gıdalardan çekinmesi yeterlidir. Çünkü bebeklerin bağışıklık sistemini en çok güçlendiren besin anne sütüdür. Anne sütünü düzenli alan bebek ve çocuklarda atopik dermatit görülme sıklığı daha azdır ya da geçirilen ataklarda belirtileri geçirmekte anne sütü etkilidir.Erişkinlerde görülen egzamadan bir farkı var mı?Atopik dermatitin devamıysa eğer erişkinlerde görülen egzamadan çok farklıdır. Hastalık yüzde 10 civarında erişkinlerde de devam edebilir. Erişkinlerde görülen egzama atopik dermatitten ayrıdır.Cilt kaşıntısına ne iyi gelir?Atopik dermatitte ya da herhangi bir alerji durumunda kaşıntıya neden olan etkenden uzak durulmalı, uzman kontrolünde verilen medikal tedaviye uyulmalıdır.
7,506
197
Hastalıklar
Atelektazi
Atelektazi, akciğerlerin enfeksiyon, kitle, yabancı cisim veya balgam gibi nedenlerle tıkanması sonucu oluşan bir durumdur. Atelektazi de, akciğerlerin tamamı ya da bir kısmına hava dolmaması nedeniyle hayati önem taşıyan solunum atelektazi nedeniyle kısmen durur. Atelektazi, akciğerlerin enfeksiyon, kitle, yabancı cisim veya balgam gibi nedenlerle tıkanması sonucu oluşan bir durumdur. Atelektazi de, akciğerlerin tamamı ya da bir kısmına hava dolmaması nedeniyle hayati önem taşıyan solunum atelektazi nedeniyle kısmen durur.  Atelektazi Nedir?Atelektazi, akciğerin anatomik yapısını belirleyen lob ya da belirli bir bölgesinin veya tamamının büzüşmesi sonucunda hava ile dolamaması durumudur. Atelektazi sonucunda solunum aksar, karbondioksit ve oksijen alışverişi sekteye uğrar, çökme sonucunda bu bölgede şiddetli bir ağrı başlar. Bazen atelektazinin bir süre hiçbir etkisi olmayabilir. Akciğerlerdeki küçük hava kesecikleri (alveollerin) içindeki havanın boşalması sonucunda belirtiler başlar. Akciğer sönmesi ya da çökmesi olarak da tanımlanmaktadır.  Atelektazi Nasıl Oluşur?Akciğerlerin enfeksiyon, kitle, yabancı cisim, balgam ile tıkanması sonucu tıkanıklığın gerisinde akciğerin sönmesiyle ortaya çıkmaktadır. Yani akciğere hava gitmemesi sonucu oluşmaktadır. Akciğerlerin hava ile dolmaması ve sonuç olarak solunumun sekteye uğraması tek etkendir.Atelektazi Neden Olur?Akciğerlerin işlevini yerine getirmemesi ile ilgili olan bu sorunun kaynağı iki nedene bağlı olabilmektedir.Tıkanıklık oluşturan(obstrüktif) nedenler: Sümük ve balgam gibi mukus tıkayıcıların solunum yollarında birikmesi sonucunda oluşması akciğerlerin işlevini yerine getirememesine neden olabilmektedir. Ameliyat sırasında kullanılan bazı anestezik ilaçlar tıkayıcı etki yapabilmektedir. Ameliyat sonrasında öksüremeyen hastanın akciğerlerinde çökme meydana gelebilmektedir. Şiddetli astım atağı, kistik fibrozis hastaları ile akciğer kapasitesi düşük çocuklar risk grubundadır.  Hava yoluna kaçan cisimler ve besin parçaları akciğerleri tıkayabilmektedir. Hava gitmeyen akciğerlerin loblarında çökme oluşabilmektedir. Akciğerlerde hızlı ve anormal bir şeklide büyüyen tümörler tıkanıklık nedenidir. Akciğer kanserinin etkisiyle kontrolsüz büyüyen tümörler akciğerlere giden havayı engellemektedir.Tıkayıcı olmayan (obstrüktif olmayan) nedenler Anestezik ilaçlar, solunum makinaları, uzun süreli kullanılan ağrı kesiciler ile bazı sakinleştirici ilaçlar akciğer sönmesine yol açabilmektedir. Bazı sorunlar nedeniyle plevral zarlar arasında sıvı birikmesi akciğerlerin genişlemesini önleyebilmektedir. Genişleyememe sonucunda akciğerlerde çökme yaşanabilmektedir. Pnömotoraks, yani akciğer zarları arasında hava birikmesi de akciğer dokusunu sıkıştırarak çekilmesine, alveollerin bir bölümünün çökmesine sebep olmaktadır. Pulmoner fibrozis yani akciğer dokusunun skarlaşması da tıkayıcı olmayan bir nedendir. Uzun süreli akciğer enfeksiyonlarının bir sonucudur. Göğüs bölgesini etkileyen travmalar da bir nedendir. Düşme ya da çarpma sonucunda akciğerler sıkışması bir nedendir. Zatürre gibi akciğerlerde oluşan enfeksiyonlar alveollerde hasara neden olabilmektedir.Atelektazi Belirtileri Nelerdir?Küçük çizgisel atalektaziler klinik olarak hiçbir şikayet vermez. Ancak geniş çaplı akciğer sönmelerinde nefes darlığı, öksürük primer sebebe bağlı oluşmaktadır. Nefes alıp vermede zorluk yaşanması Hızlı soluk alıp verme Derin nefes almada yaşanan zorluk ve solunumun kesik kesik olması Hırıltılı şeklinde solunum Kronik öksürük Göğüste ağrının başlaması Kalp atışının hızlanması (taşikardi) Ciltte ve dudaklarda morarma ya da renk değişimiAtelektazi Nasıl Teşhis Edilir? Atelektazinin teşhisinde ilk kullanılacak öncelikle yöntem akciğer filmidir. Akciğer filmine yansıyan ince ya da kalın çizgisel beyaz görüntüler belirleyicidir. Akciğerlerin bilgisayarlı tomografi (BT) ile detaylı görüntülenmesiyle atelektazinin hangi bölgeleri etkilediği belirlenir. Kandaki oksijen, karbondioksit ve pH seviyelerinin belirlenmesi için alınan arteriyel kan gazı teşhis için kullanılan bir yöntemdir. Kamera ve ışık olan bir tüple yapılan bronkoskopiyla soluk borusu, büyük bronşlar,  ve akciğerlerin endobronşial alanı görüntülenebilmektedir. Atelektazinin etkilediği bölgeler görerek tespit edilir.Atelektazinin Risk Faktörleri Nelerdir?Balgam atamayan felçli ve yatalak hastalar ile Alzheimer, Parkinson ve kas hastalığı gibi refleksleri zayıflamış olanlar risk grubundadır. Uzun süreli sigara kullanımı da risk oluşturmaktadır.Atelektazi Nasıl Tedavi Edilir?Tedavi primer sebebe yönelik yapılmaktadır. Atelektazinin nedeni akciğer enfeksiyonlarına bağlıysa uzman hekimler tarafından antibiyotik tedavisi uygulanır. Cerrahi sonrasında komplikasyon olarak ortaya çıkan atelektazinin tedavisinde oksijen desteği etkili olmaktadır. Atelektazi Nedir?Atelektazi, akciğerin anatomik yapısını belirleyen lob ya da belirli bir bölgesinin veya tamamının büzüşmesi sonucunda hava ile dolamaması durumudur. Atelektazi sonucunda solunum aksar, karbondioksit ve oksijen alışverişi sekteye uğrar, çökme sonucunda bu bölgede şiddetli bir ağrı başlar. Bazen atelektazinin bir süre hiçbir etkisi olmayabilir. Akciğerlerdeki küçük hava kesecikleri (alveollerin) içindeki havanın boşalması sonucunda belirtiler başlar. Akciğer sönmesi ya da çökmesi olarak da tanımlanmaktadır.  Atelektazi Nasıl Oluşur?Akciğerlerin enfeksiyon, kitle, yabancı cisim, balgam ile tıkanması sonucu tıkanıklığın gerisinde akciğerin sönmesiyle ortaya çıkmaktadır. Yani akciğere hava gitmemesi sonucu oluşmaktadır. Akciğerlerin hava ile dolmaması ve sonuç olarak solunumun sekteye uğraması tek etkendir.Atelektazi Neden Olur?Akciğerlerin işlevini yerine getirmemesi ile ilgili olan bu sorunun kaynağı iki nedene bağlı olabilmektedir.Tıkanıklık oluşturan(obstrüktif) nedenler:Tıkayıcı olmayan (obstrüktif olmayan) nedenlerAtelektazi Belirtileri Nelerdir?Küçük çizgisel atalektaziler klinik olarak hiçbir şikayet vermez. Ancak geniş çaplı akciğer sönmelerinde nefes darlığı, öksürük primer sebebe bağlı oluşmaktadır.Atelektazi Nasıl Teşhis Edilir?Atelektazinin Risk Faktörleri Nelerdir?Balgam atamayan felçli ve yatalak hastalar ile Alzheimer, Parkinson ve kas hastalığı gibi refleksleri zayıflamış olanlar risk grubundadır. Uzun süreli sigara kullanımı da risk oluşturmaktadır.Atelektazi Nasıl Tedavi Edilir?
2,437
198
Hastalıklar
Ateroskleroz
Toplumda kadınlara oranla erkeklerde daha sık görülen kalp krizi çevresel ve edinsel pek çok faktör kaynaklı ortaya çıkabiliyor. Atardamarlarda plak oluşmasıyla görülen damar sertliği kalp damar tıkanıklığı, kalp krizi ve koroner arter hastalığı gibi hayati tehdit oluşturacak sağlık sorunlarının ortaya çıkmasıyla sonuçlanıyor. Kalp sağlığının korunması ve gözetilmesi için tanı ve takip gerektiren damar sertliği tıbbi alanda yaşanan gelişmelerle cerrahi dışı yöntemlerle tedavisi sağlanabiliyor. Memorial Dicle Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü’nden Op. Dr. Orhan Tarhan damar sertliği ve merak edilenleri hakkında bilgi paylaştı.Toplumda kadınlara oranla erkeklerde daha sık görülen kalp krizi çevresel ve edinsel pek çok faktör kaynaklı ortaya çıkabiliyor. Atardamarlarda plak oluşmasıyla görülen damar sertliği kalp damar tıkanıklığı, kalp krizi ve koroner arter hastalığı gibi hayati tehdit oluşturacak sağlık sorunlarının ortaya çıkmasıyla sonuçlanıyor. Kalp sağlığının korunması ve gözetilmesi için tanı ve takip gerektiren damar sertliği tıbbi alanda yaşanan gelişmelerle cerrahi dışı yöntemlerle tedavisi sağlanabiliyor. Memorial Dicle Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü’nden Op. Dr. Orhan Tarhan damar sertliği ve merak edilenleri hakkında bilgi paylaştı. Ateroskleroz (Damar sertliği) nedir?Ateroskleroz, yani damar sertliği sorunu vücuttaki tüm damarları tutabilmektedir. Ancak en sık kalp damalarını tuttuğundan hayati risk barındıran önemli bir sorun olarak kabul edilmektedir. Ateroskleroz olarak adlandırılan damar sertliği  temiz kanı getiren damar yani atardamarlarda plak oluşması sonucu damarın sertleşmesi olarak tanımlanmaktadır. Damar plağı kolestrol ve kalsiyum birikimine bağlı oluşmaktadır. Oluşan bu plaklar atardamarın yapısını bozarak damar sertliği ile sonuçlanmaktadır. Farklı bir anlatım biçimiyle dolaşım sırasında damar duvarlarında biriken pıhtı ve kolesterol sonucu bazı kalınlaşmalar ortaya çıkabilir. Bu durumla birlikte atardamar esnekliğini kaybetmesi durumuna damar sertliği adı verilmektedir.Damar sertliği toplumda en sık rastlanılan kalp- damar hastalıkların başında gelmektedir. Kalp krizlerinin, felçlerin ve periferik vasküler hastalıkların ve kardiyovasküler hastalıkların nedeni olarak bilinmektedir. Damar sertliği düzenli takip gerektiren ve anında müdahale gerektiren sağlık sorunlarından biri olarak kabul edilmektedir.Ateroskleroz (Damar sertliği) Nedenleri Nelerdir?Arterler, kanı kalpten vücuda taşıyan kan damarlarıdır. Endotel olarak adlandırılan ince bir hücre tabakası ile kaplı olan arterler atardamarların içini düzgün ve pürüzsüz tutar, bu da kanın akmasını sağlar. Ateroskleroz endotele zarar verir. Ateroskleroz kötüleştikçe, bu yumru büyür. Yeterince büyüdüğünde, bir tıkanıklık oluşturabilir. Damar sertliğini tetikleyen ve arttırıcı özelliğe sahip en büyük etkenlerin başında sigara gelmektedir. Sinir ve stres  gibi olumsuz duygu durumlarının kalp atışlarında hızlanmaya, kan basıncındaki artışa neden olduğundan aterosklerozis yani damar sertliğini arttırıcı özelliğe sahiptir. Damar sertliği başlıca şu nedenleri içerir; Yüksek kolestrol, Sedanter yaşam ( hareketsiz yaşam), Fast – food tüketimi, Aile öyküsü, Tütün ürünleri kullanımı, Alkol, Hipertansiyon, Kilo, Yüksek kan basıncı Düzenli egzersiz yapmamakAteroskleroz (Damart sertliği) belirtileri nelerdir?lk bulgu olarak genellikle kendisini göğüs ağrısı şeklinde gösterir. Bu göğüs ağrısına anjina adı verilmektedir. Stabil ve stabil olmayan iki şekli vardır. Genellikle hastalar hafif bir efor esnasında göğsün orta bölgesinde yanma, sıkışma ve baskı tarzında bir ağrı yaşamaktadır. Efor sonlandırıldığı zaman ağrının geçtiği söylenir. Bu bir damar tıkanıklığının ilk bulgusudur. Bazı hastalar ise istirahat halindeyken bile göğüslerinde ağrı olduğunu söylerler. Bu da çok ciddi bir damar tıkanıklığı oluştuğunun bulgusudur. Genelde atardamarın tıkanmasına ya da daralmasına bağlı kan götürdüğü yerde iskemi ( oksijen az gitmesi ve besin eksiliği oluşması nedeniyle ağrı oluşmaktadır. Ancak arterler kapanana, kalp krizi veya inme geçirene kadar semptomlar ortaya çıkmayabilir. Kalpte ki damar tıkanıklığına bağlı göğüs ağrısı, bacak damar tıkanıklığına bağlı bacak ağrısı veya herhangi bir organın tıkanmasına bağlı o organın işlev görmemesine neden olmaktadır. Beyinde damar tıkanıklığına bağlı felçlik (inme) görülebilmektedir. Damar sertliği belirtileri en kapsayıcı şekilde şöyle sıralanabilir; Kol ve bacaklarda uyuşma veya zayıflık, Şiddetli baş ağrısı, Konuşma güçlüğü veya konuşan birini anlamakta zorluk, Yüz kaslarının sarkması, İnme (felç), Şiddetli baş ağrısı Görme bozuklukları damar sertliği belirtileri arasında yer alır.Ateroskleroz (Damar Sertliği) Kimlerde görülür?Her yaşta ve her grub bireyde ortaya çıkabilen damar sertliğinin oluşmasında bazı risk faktörleri bulunur. Damar sertliğine yol açan risk faktörleri kısaca şunları içerir; İleri yaş Diyabetik Kolestral yüksek Yatalak hastalarda görülebilir.Ateroskleroz (Damar sertliği) tanısı nasıl konur?Damar sertliğine bağlı tıkanmalarda ağrı en önemli semptom olup tıkanan organa göre tetkik ve tedavi yapılmaktadır. Damar sertliği için öncellikle fiziki muayene yapılarak hastalık öyküsü dinlenmelidir. Ultrason, EKG (Elektrokardiyografi), EKO (ekokardiyografi), efor testi ve kalp sintigrafisi tanı yöntemleri arasında bulunur. Damar sertliğinin kesin tanısı için anjiyo yapılması önerilir.Ateroskleroz (Damar sertliği) tedavisi nasıldır?Damar sertliğinin tedavisinde tütün ürünü kullanımının sonlandırılması ve sağlıklı beslenme düzeninin oluşturulması önerilir. Kolestrol dengeleyici bazı ilaçların kullanımı bazı bireylerde gereklidir. Kişiye özel egzersiz programları ile hareketsiz yaşamın sonlandırılması önemlidir. Günümüzde gelişten teknoloji ile birlikte tıpta yaşanan gelişmeler sayesinde anjiyografi yöntemi ile ameliyatsız tıkanan damarlarda açılabilmektedir. Cerrahi dışı bir yöntem olan anjiyoplasti ile 20-30 dk arasında işlem uygulanır. Katater ( ince uçlu boru) yardımı ile kalp damarlarına ulaşılarak görüntüleme teknikleri ile hastalıklı damarların açılması için uygulanır. Diğer bir yöntem ise cerrahi bir yöntem olan  konforlu ve daha uzun yaşam süreleri ile başarı oranı yüksek uygulamaları ile bypass ameliyatıdır.Ateroskleroz (Damar sertliği) hakkında sıkça sorulan sorularAteroskleroz (Damar sertliği) önlemek için ne yapmalı? Kan sulandırıcı kullanımı, Egzersiz yapılması, Diyet, Sigara kullanılmamalı, Düzenli ve dengeli beslenme, Kan basıncını kontrol altına almak.Ateroskleroz (Damar sertliği) için hangi doktora gidilir?Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü’ne gidilmelidir. Damar tıkanıklığının bulunduğu alan veya organa göre farklı tanı ve takip yöntemleri gerebilir. Girişimsel Radyoloji, Kardiyoloji, Beyin ve Sinir cerrahisi gibi farklı branşlarla ortak yürütülen tedavi yöntemleri gerebilir.Damar sertliğini ne yumuşatır?Kontrol altında tutulması gereken sağlık sorunlarından biri olan damar sertliği için diyet beslenme şekilleri önerilir. Kişiye özel beslenme şekli için ise kişinin yaşı, cinsiyeti ve farklı hastalıklarının durumuna göre bir beslenme uzmanı tarafından destek alınabilir. Kan sulandırıcı ilaçların yanı sıra bitkisel destek alınması da öneriler arasındadır. Ancak ilaçlı veya bitkisel tedavilerin olumsuz deneyimlerini yaşamamak için bir uzmandan öneri alınması uygun olacaktır.Ateroskleroz (Damar sertliği) kendiliğinden geçer mi?Atardamarlarda pıhtı ve kolesterol birikmesi ile oluşan plakların neticesinde görülen damar sertliğinin kendiliğinden normale dönmesi söz konusudur. Fakat her damar tıkanıklığı için bu durum geçerli değildir.Ateroskleroz (Damar sertliği) olan kişi nasıl beslenmeli?Taze günlük meyve sebze tüketimi önemlidir. Tuz kullanımının sınırlandırılması gerekir. Genellikle akdeniz tipi beslenme şekli damar sertliği bulunan kişilere önerilir. Bu beslenme biçiminde ağırlıklı olarak tam tahıllar, kuruyemişler, kuru baklagiller, deniz ürünleri, meyve, sebze tüketimi ön plana çıkarken kırmızı et tüketimi sınırlandırılır.Ateroskleroz (Damar sertliği) tehlikeli mi?Organların işlevini yerine getirebilmesi ve olağan sürecini tamamlayabilmesi için vücutta temiz kan dolaşımının sağlanması gereklidir. Hastalıklı damarlar bu olağan akışı bozar. Koroner arter hastalığı, beyin kanaması, kalp krizi gibi ani gelişen ciddi sonuçlar doğuran sağlık problemleri ortaya çıkmadan tedavisi sağlanmalıdır.Ateroskleroz (Damar sertliği) neden ortaya çıkar?Ateroskleroza sebep olan birçok neden vardır. Bunların en önemlisi genetik yatkınlıktır. İkinci en önemli sebebi sigara kullanımıdır. Ardından diyabet yani şeker hastalığı varlığı gelir. Obezite, kan lipit düzeylerinin yüksek seyretmesi, sedanter yaşam yani hareketsiz yaşam gibi birçok faktör de etki etmektedir.Ateroskleroz (Damar sertliği) için ne yemeli?Aterosklerozdan korunmak için en önemli faktörler sağlıklı beslenme ve sigara kullanımından uzak durmaktır. Sigara kesinlikle tüketilmemelidir. Diğer bir önemli konu Akdeniz tipi diyet olarak bilinen özellikle kırmızı et ve hayvansal yağlardan uzak; sebze, meyve ve zeytinyağı ağırlıklı ve özellikle protein kaynağı olarak da balığın tercih edildiği bir beslenme şekli kalp sağlığı açısından ve aterosklerozu önleme açısından çok önemlidir. Diğer bir önemli faktör ise karbonhidrat ağırlıklı besinlerden uzak durmaktır. Karbonhidratların son yıllarda yapılan çalışmalarda hayvansal yağlardan çok daha ciddi şekilde aterosklerozu tetiklediği ortaya çıkmıştır.Ateroskleroz (Damar sertliği) neye yol açar?Ateroskleroz genel bir isimdir ve tuttuğu organa göre değişik hastalıklara neden olur. Damar tıkanıklığına yol açar. Tıkadığı damara bağlı olarak birçok ciddi hastalığa neden olabilir. Kalp damarları tıkanırsa kalp krizi ve kalp hastalığı tablolarına neden olabilir. Beyin damarlarını tutarsa felce neden olabilir. Böbrek damarlarını tutarsa kronik böbrek yetmezliği, bağırsak damarlarını tutarsa bağırsak nekrozuna kadar giden çok ciddi hastalıklara ve bacak damarlarını tutarsa yürümeyle ortaya çıkan periferik damar hastalıklarına neden olabilir.Ateroskleroz (Damar sertliği) için ne iyi gelir?Beslenme dışında en önemli faktör spor ve hareketli yaşamdır. Vücut Kitle İndeksi’nin (VKİ) normal sınırlarda tutulması, beslenme düzenine dikkat edilmesi ve stresten uzak durulması önemlidir. Stres ateroskleroz varlığının önemli sebeplerinden bir diğeridir. Bu nedenle stres yönetimi ateroskleroz ile baş etmede önemli faktörlerden biridir. Ateroskleroz (Damar sertliği) nedir?Ateroskleroz, yani damar sertliği sorunu vücuttaki tüm damarları tutabilmektedir. Ancak en sık kalp damalarını tuttuğundan hayati risk barındıran önemli bir sorun olarak kabul edilmektedir. Ateroskleroz olarak adlandırılan damar sertliği  temiz kanı getiren damar yani atardamarlarda plak oluşması sonucu damarın sertleşmesi olarak tanımlanmaktadır. Damar plağı kolestrol ve kalsiyum birikimine bağlı oluşmaktadır. Oluşan bu plaklar atardamarın yapısını bozarak damar sertliği ile sonuçlanmaktadır. Farklı bir anlatım biçimiyle dolaşım sırasında damar duvarlarında biriken pıhtı ve kolesterol sonucu bazı kalınlaşmalar ortaya çıkabilir. Bu durumla birlikte atardamar esnekliğini kaybetmesi durumuna damar sertliği adı verilmektedir.Damar sertliği toplumda en sık rastlanılan kalp- damar hastalıkların başında gelmektedir. Kalp krizlerinin, felçlerin ve periferik vasküler hastalıkların ve kardiyovasküler hastalıkların nedeni olarak bilinmektedir. Damar sertliği düzenli takip gerektiren ve anında müdahale gerektiren sağlık sorunlarından biri olarak kabul edilmektedir.Ateroskleroz (Damar sertliği) Nedenleri Nelerdir?Arterler, kanı kalpten vücuda taşıyan kan damarlarıdır. Endotel olarak adlandırılan ince bir hücre tabakası ile kaplı olan arterler atardamarların içini düzgün ve pürüzsüz tutar, bu da kanın akmasını sağlar. Ateroskleroz endotele zarar verir. Ateroskleroz kötüleştikçe, bu yumru büyür. Yeterince büyüdüğünde, bir tıkanıklık oluşturabilir. Damar sertliğini tetikleyen ve arttırıcı özelliğe sahip en büyük etkenlerin başında sigara gelmektedir. Sinir ve stres  gibi olumsuz duygu durumlarının kalp atışlarında hızlanmaya, kan basıncındaki artışa neden olduğundan aterosklerozis yani damar sertliğini arttırıcı özelliğe sahiptir. Damar sertliği başlıca şu nedenleri içerir;Ateroskleroz (Damart sertliği) belirtileri nelerdir?lk bulgu olarak genellikle kendisini göğüs ağrısı şeklinde gösterir. Bu göğüs ağrısına anjina adı verilmektedir. Stabil ve stabil olmayan iki şekli vardır. Genellikle hastalar hafif bir efor esnasında göğsün orta bölgesinde yanma, sıkışma ve baskı tarzında bir ağrı yaşamaktadır. Efor sonlandırıldığı zaman ağrının geçtiği söylenir. Bu bir damar tıkanıklığının ilk bulgusudur. Bazı hastalar ise istirahat halindeyken bile göğüslerinde ağrı olduğunu söylerler. Bu da çok ciddi bir damar tıkanıklığı oluştuğunun bulgusudur. Genelde atardamarın tıkanmasına ya da daralmasına bağlı kan götürdüğü yerde iskemi ( oksijen az gitmesi ve besin eksiliği oluşması nedeniyle ağrı oluşmaktadır. Ancak arterler kapanana, kalp krizi veya inme geçirene kadar semptomlar ortaya çıkmayabilir. Kalpte ki damar tıkanıklığına bağlı göğüs ağrısı, bacak damar tıkanıklığına bağlı bacak ağrısı veya herhangi bir organın tıkanmasına bağlı o organın işlev görmemesine neden olmaktadır. Beyinde damar tıkanıklığına bağlı felçlik (inme) görülebilmektedir. Damar sertliği belirtileri en kapsayıcı şekilde şöyle sıralanabilir;Ateroskleroz (Damar Sertliği) Kimlerde görülür?Her yaşta ve her grub bireyde ortaya çıkabilen damar sertliğinin oluşmasında bazı risk faktörleri bulunur. Damar sertliğine yol açan risk faktörleri kısaca şunları içerir;Ateroskleroz (Damar sertliği) tanısı nasıl konur?Damar sertliğine bağlı tıkanmalarda ağrı en önemli semptom olup tıkanan organa göre tetkik ve tedavi yapılmaktadır. Damar sertliği için öncellikle fiziki muayene yapılarak hastalık öyküsü dinlenmelidir. Ultrason, EKG (Elektrokardiyografi), EKO (ekokardiyografi), efor testi ve kalp sintigrafisi tanı yöntemleri arasında bulunur. Damar sertliğinin kesin tanısı için anjiyo yapılması önerilir.Ateroskleroz (Damar sertliği) tedavisi nasıldır?Damar sertliğinin tedavisinde tütün ürünü kullanımının sonlandırılması ve sağlıklı beslenme düzeninin oluşturulması önerilir. Kolestrol dengeleyici bazı ilaçların kullanımı bazı bireylerde gereklidir. Kişiye özel egzersiz programları ile hareketsiz yaşamın sonlandırılması önemlidir. Günümüzde gelişten teknoloji ile birlikte tıpta yaşanan gelişmeler sayesinde anjiyografi yöntemi ile ameliyatsız tıkanan damarlarda açılabilmektedir. Cerrahi dışı bir yöntem olan anjiyoplasti ile 20-30 dk arasında işlem uygulanır. Katater ( ince uçlu boru) yardımı ile kalp damarlarına ulaşılarak görüntüleme teknikleri ile hastalıklı damarların açılması için uygulanır. Diğer bir yöntem ise cerrahi bir yöntem olan  konforlu ve daha uzun yaşam süreleri ile başarı oranı yüksek uygulamaları ile bypass ameliyatıdır.Ateroskleroz (Damar sertliği) hakkında sıkça sorulan sorularAteroskleroz (Damar sertliği) önlemek için ne yapmalı?Ateroskleroz (Damar sertliği) için hangi doktora gidilir?Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü’ne gidilmelidir. Damar tıkanıklığının bulunduğu alan veya organa göre farklı tanı ve takip yöntemleri gerebilir. Girişimsel Radyoloji, Kardiyoloji, Beyin ve Sinir cerrahisi gibi farklı branşlarla ortak yürütülen tedavi yöntemleri gerebilir.Damar sertliğini ne yumuşatır?Kontrol altında tutulması gereken sağlık sorunlarından biri olan damar sertliği için diyet beslenme şekilleri önerilir. Kişiye özel beslenme şekli için ise kişinin yaşı, cinsiyeti ve farklı hastalıklarının durumuna göre bir beslenme uzmanı tarafından destek alınabilir. Kan sulandırıcı ilaçların yanı sıra bitkisel destek alınması da öneriler arasındadır. Ancak ilaçlı veya bitkisel tedavilerin olumsuz deneyimlerini yaşamamak için bir uzmandan öneri alınması uygun olacaktır.Ateroskleroz (Damar sertliği) kendiliğinden geçer mi?Atardamarlarda pıhtı ve kolesterol birikmesi ile oluşan plakların neticesinde görülen damar sertliğinin kendiliğinden normale dönmesi söz konusudur. Fakat her damar tıkanıklığı için bu durum geçerli değildir.Ateroskleroz (Damar sertliği) olan kişi nasıl beslenmeli?Taze günlük meyve sebze tüketimi önemlidir. Tuz kullanımının sınırlandırılması gerekir. Genellikle akdeniz tipi beslenme şekli damar sertliği bulunan kişilere önerilir. Bu beslenme biçiminde ağırlıklı olarak tam tahıllar, kuruyemişler, kuru baklagiller, deniz ürünleri, meyve, sebze tüketimi ön plana çıkarken kırmızı et tüketimi sınırlandırılır.Ateroskleroz (Damar sertliği) tehlikeli mi?Organların işlevini yerine getirebilmesi ve olağan sürecini tamamlayabilmesi için vücutta temiz kan dolaşımının sağlanması gereklidir. Hastalıklı damarlar bu olağan akışı bozar. Koroner arter hastalığı, beyin kanaması, kalp krizi gibi ani gelişen ciddi sonuçlar doğuran sağlık problemleri ortaya çıkmadan tedavisi sağlanmalıdır.Ateroskleroz (Damar sertliği) neden ortaya çıkar?Ateroskleroza sebep olan birçok neden vardır. Bunların en önemlisi genetik yatkınlıktır. İkinci en önemli sebebi sigara kullanımıdır. Ardından diyabet yani şeker hastalığı varlığı gelir. Obezite, kan lipit düzeylerinin yüksek seyretmesi, sedanter yaşam yani hareketsiz yaşam gibi birçok faktör de etki etmektedir.Ateroskleroz (Damar sertliği) için ne yemeli?Aterosklerozdan korunmak için en önemli faktörler sağlıklı beslenme ve sigara kullanımından uzak durmaktır. Sigara kesinlikle tüketilmemelidir. Diğer bir önemli konu Akdeniz tipi diyet olarak bilinen özellikle kırmızı et ve hayvansal yağlardan uzak; sebze, meyve ve zeytinyağı ağırlıklı ve özellikle protein kaynağı olarak da balığın tercih edildiği bir beslenme şekli kalp sağlığı açısından ve aterosklerozu önleme açısından çok önemlidir. Diğer bir önemli faktör ise karbonhidrat ağırlıklı besinlerden uzak durmaktır. Karbonhidratların son yıllarda yapılan çalışmalarda hayvansal yağlardan çok daha ciddi şekilde aterosklerozu tetiklediği ortaya çıkmıştır.Ateroskleroz (Damar sertliği) neye yol açar?Ateroskleroz genel bir isimdir ve tuttuğu organa göre değişik hastalıklara neden olur. Damar tıkanıklığına yol açar. Tıkadığı damara bağlı olarak birçok ciddi hastalığa neden olabilir. Kalp damarları tıkanırsa kalp krizi ve kalp hastalığı tablolarına neden olabilir. Beyin damarlarını tutarsa felce neden olabilir. Böbrek damarlarını tutarsa kronik böbrek yetmezliği, bağırsak damarlarını tutarsa bağırsak nekrozuna kadar giden çok ciddi hastalıklara ve bacak damarlarını tutarsa yürümeyle ortaya çıkan periferik damar hastalıklarına neden olabilir.Ateroskleroz (Damar sertliği) için ne iyi gelir?Beslenme dışında en önemli faktör spor ve hareketli yaşamdır. Vücut Kitle İndeksi’nin (VKİ) normal sınırlarda tutulması, beslenme düzenine dikkat edilmesi ve stresten uzak durulması önemlidir. Stres ateroskleroz varlığının önemli sebeplerinden bir diğeridir. Bu nedenle stres yönetimi ateroskleroz ile baş etmede önemli faktörlerden biridir.
7,284
199
Hastalıklar
Atrofi
Atrofi, nörolojik koşullardan ya da kasların kullanılmamasından ortaya çıkarak dokularda küçülme meydana gelmesiyle görülür. Kas kütlesinde azalmanın yanında bir uzvun diğerinden daha küçük olması, uzuvlarda uyuşma, karıncalanma ve halsizlik gibi semptomlarla ortaya çıkabilir. Kasları kullanmamaktan kaynaklı olarak ortaya çıkan atrofi, egzersiz ve doğru diyetle birlikte tedavi edilebilir. Atrofi belirtileri çeşidine göre farklılıklar gösterir. Spinal musküler atrofisi (SMA) en sık duyulan çeşidi arasında yer alır.Atrofi, nörolojik koşullardan ya da kasların kullanılmamasından ortaya çıkarak dokularda küçülme meydana gelmesiyle görülür. Kas kütlesinde azalmanın yanında bir uzvun diğerinden daha küçük olması, uzuvlarda uyuşma, karıncalanma ve halsizlik gibi semptomlarla ortaya çıkabilir. Kasları kullanmamaktan kaynaklı olarak ortaya çıkan atrofi, egzersiz ve doğru diyetle birlikte tedavi edilebilir. Atrofi belirtileri çeşidine göre farklılıklar gösterir. Spinal musküler atrofisi (SMA) en sık duyulan çeşidi arasında yer alır. Atrofi Nedir?Körelme anlamına gelen atrofi, beslenme bozukluğu, iltihaplanma veya kasların kullanılmaması sonucu hücrenin, uzvun, organın ya da herhangi bir dokunun incelmesi, küçülmesi veya kaybıdır. Kasların zayıflaması durumunda kas kütlesinde ve kuvvetinde azalma görülür. Atrofi olduğundan kaslar normalden daha küçük görülür.Genetik yatkınlık, yaş, fiziksel aktivite eksikliği gibi durumlar kasların fizyolojik olarak kullanılmamasına neden olarak atrofiyi ortaya çıkarır. Nörojenik atrofi ise sinir problemleri ve hastalıklar sebebiyle meydana gelir. Atrofi Neden Olur?Atrofi, çeşitli sebeplerden kaynaklanabilir. Atrofiye sebep olan en yaygın faktörler şöyle sıralabilir: Hareketsizlik Sinirlerde Hasar Yetersiz Beslenme Hormonal Değişiklikler İlaçlar Yaş Genetik FaktörlerHareketsizlikKasların, dokunun ya da organın düzenli olarak kullanılmaması ya da hareketsiz kalmasıyla birlikte atrofi görülebilir.Sinirlerde HasarSinir doku ve hücrelerinin hasar görmesi durumunda sinir atrofisi ortaya çıkabilir. Bunların yanında sinir sıkışması, iltihabı ve sinir hastalıklarında da meydana gelebilmektedir. Yetersiz BeslenmeVücuda gerekli olan besin maddelerinin alınmaması, doku ve organların doğru şekilde çalışmasını engelleyebilmektedir. Yeterli miktarda vücutta yer almayan protein, vitamin ve mineral eksiklikleri, kas ve diğer dokuların atrofisine sebep olabilir.Hormonal DeğişikliklerHormonal değişik ve dengesizlikler, estrojen hormonunun azalmasına neden olarak dokularda atrofi oluşturur. Menopoz dönemi, hormonal ilaç tedavileri ya da hormonal hastalıklar bu tür değişikliklere sebep olabilir. İlaçlarBazı ilaç çeşitleri uzun süreli ve yanlış dozda kullanıldığında organların atrofisine sebep olabilir. Özellikle bağışıklık sistemi baskılayıcı ilaçlar ve kemoterapi ilaçları bu etkiye yaratır.YaşYaşlanmayla beraber hücre, doku ve organlarda doğal olarak atrofi yaşanabilir. Özellikle kas, kemik ve deri dokuları yaşlanmayla birlikte azalarak hücresel yenilenme yetenekleri kaybeder ve atrofi meydana gelir. Genetik FaktörlerDoğuştan gelen kalıtsal hastalıklar ya da genetik bozukluklar, hücre, doku ve organların normal gelişimini ve işlevini etkileyerek atrofiye yol açabilir.Atrofi Belirtileri Nelerdir?Atrofi belirtileri nedenine bağlı olarak değişir fakat yaygın ve genel olarak görülebilen atrofi belirtileri şunlardır; Dokularda küçülme Kaslarda zayıflık ve güçsüzlük Bir kolun ya da bacağın diğerinden küçük olması Denge problemi Kemiklerde incelme ve zayıflama Doku ya da organ işlevlerinin azalması Hareket kısıtlılığı Deri inceliği ve deri elastikiyetinin kaybolması  Burunda kuruluk, tahriş ve hassasiyet Sindirim sorunları  Yutma ve konuşmada zorluk Hafıza kaybıAtrofi Çeşitleri Nelerdir?Atrofi en yaygın olarak kaslarda görülse de çok çeşitli bir hastalık türüdür. Kaslarda yaşanan körelme ve zayıflamanın yanında organlar, hücreler ve dokularda da gerileme görülür. Bundan dolayı atrofi doku, hücre ve organlarda şu türlere ayrılır:Kas AtrofisiKas atrofisi, kasların kullanılmaması veya nörojenik koşullar nedeniyle kas kütlesinin incelmesi veya kaybıdır. Bu durum kas hücrelerinde bulunan protein sentezinin azalması ya daprotein yıkımının artması sonucu meydana gelir ve kaslarda lif sayısının azalmasına, lif çapının küçülüp kas gücünün kaybedilmesine sebep olur.Spinal Musküler Atrofisi (SMA)Spinal Musküler Atrofi (SMA), kas gücünün kaybına sebep olan ve sinir hücrelerini etkileyen ve kas gücünün kaybına neden olan genetik bir hastalıktır. SMA, omurilikte yer alan motor nöronları etkiler ve bu nöronların kaslara sinyal iletmesini engeller. Bu nedenle kasların zayıflamasına ve atrofiye sebep olur. Bunun yanında sinir hasarı, sinirde sıkışma, ve bazı nörolojik koşullar beyinde sinir atrofisineneden olabilir.Vajinal AtrofiVajinal atrofi, vajina dokusunun zayıflamasıyla görülerek menopoz dönemi veya bazı diğer hormonal değişikliklerle ilişkili olarak ortaya çıkar. Bazı kadınlarda gebelik, doğum, emzirme, kanser tedavileri, yumurtalıkların alınması vajinal atrofiye sebep olabilir.Mide Atrofisi (Atrofik Gastrit)Mide atrofisi, midenin iç yüzeyinde mukozanın incelmesi veya hasar görmesi durumu olarak tanımlanır. Mide mukozasının fonksiyonlarını yerine getiremediği ve bu nedenle sindirim sürecinin etkilendiğinde mide atrofisimeydana gelir.Testitiküler AtrofiTestiküler atrofi, erkeklerde testis boyutunda ya da işlevinde azalma ve küçülme olarak tanımlanır. Erkek üreme sisteminin önemli bir parçası olan testislerde testiküler atrofi oluşması durumunda sperm üretimi ile cinsel hormon olan testosteronun salgılanmasında sorunlar oluşabilir. Sudeck AtrofisiSudeck atrofisi, bölgesel ağrı olarak meydana gelen sudecksendromu olarak da isimlendirilen bir durumdur. Genellikle kaza, travma ya da cerrahi müdahale sonrasında ortaya çıkarak ağrı, şişlik ve hareket kısıtlılığı gibi belirtilerle karakterize edilir. Atrofik rinitAtrofik rinit, burun bozukluğu olarak görülen burun mukozasının incelmesi ve burun içindeki dokuların azalmasıdır. Bu durum, burun mukozasının iltihaplanması ve dejenerasyonu sonucunda meydana gelir.Atrofi çeşitleri, doku ya da organların normal boyutunun azalması ve küçülmesiyle karakterize olan durumlardır. Her bir çeşidinin farklı nedenleri, semptomları ve tedavi yöntemleri olabilmektedir. Tedavi için altta yatan nedenin belirlenip uygun tedavi yöntemlerinin uygulanması sağlanır. Atrofi Nasıl Teşhis Edilir?Atrofi teşhisi için uzman doktorun yapacağı fiziksel bir muayenenin ardından sağlık geçmişinize bakılarak çeşitli testler uygulanabilir. Kol ve bacaklara bakılarak kas kütleniz ölçülür. Atrofi teşhisi için şu yöntemlerden yararlanılabilir: Kan testi Kas ya da sinir biyopsisi Elektromiyografi (EMG) Sinir iletim çalışmaları Bilgisayarlı tomografi (BT)  Manyetik rezonans görüntüleme (MR)Atrofi Tedavisi Nasıl Olur?Atrofi, altta yatan nedenlere bağlı olarak rehabilitasyon, fizyoterapi, konuşma terapisi ve ortoptik yöntemlerle tedavi edilebilir. Atrofiye sebep olan faktörlerin belirlenmesi ve tedavi yöntemlerinin buna yönelik uygulanması önemlidir. Atrofi tedavisi için en yaygın olarak kullanılan yöntemler şöyle sıralanır: Hormonal dengesizliklerin yol açtığı atrofi durumunda hormon replasman tedavisi Beslenme eksikliklerinden kaynaklı ise uygun bir beslenme programı veya takviyeler Kas atrofisinde düzenli fiziksel aktivite ve kas güçlendirme egzersizleri  Hareket kısıtlılığı veya zayıflık durumlarında fizyoterapi SMA gibi bazı kas hastalıklarında ya da sinir hasarında, spesifik ilaçlar Sinir sıkışması ya da kalıtsal bozukluklar durumlarında cerrahi uygulamalardan yararlanılabilir.Atrofi Hakkında Sık Sorulan SorularAtrofi nerelerde görülür?Atrofi vücuttaki kasları ve kas gruplarını etkiler, tek bir kası etkileyebileceği gibi tüm kasları da hedef alabilir.Atrofi kalıcı mıdır?Atrofinin kalıcı olup olmadığı temelindeki kaynağın tedavisine göre değişiklik gösterir. Her atrofi çeşidi farklı sonuçlar gösterebilir.Atrofi hangi yaş gruplarında daha yaygındır?Atrofi her yaş grubundan kişilerde görülebilir ve farklı nedenlere bağlı olarak değişir. Özellikle spinal müsküler atrofi(SMA) gibi hastalıklar, erken yaşlarda atrofi semptomlarına yol açabilir. Atrofi Nedir?Körelme anlamına gelen atrofi, beslenme bozukluğu, iltihaplanma veya kasların kullanılmaması sonucu hücrenin, uzvun, organın ya da herhangi bir dokunun incelmesi, küçülmesi veya kaybıdır. Kasların zayıflaması durumunda kas kütlesinde ve kuvvetinde azalma görülür. Atrofi olduğundan kaslar normalden daha küçük görülür.Genetik yatkınlık, yaş, fiziksel aktivite eksikliği gibi durumlar kasların fizyolojik olarak kullanılmamasına neden olarak atrofiyi ortaya çıkarır. Nörojenik atrofi ise sinir problemleri ve hastalıklar sebebiyle meydana gelir. Atrofi Neden Olur?Atrofi, çeşitli sebeplerden kaynaklanabilir. Atrofiye sebep olan en yaygın faktörler şöyle sıralabilir:HareketsizlikKasların, dokunun ya da organın düzenli olarak kullanılmaması ya da hareketsiz kalmasıyla birlikte atrofi görülebilir.Sinirlerde HasarSinir doku ve hücrelerinin hasar görmesi durumunda sinir atrofisi ortaya çıkabilir. Bunların yanında sinir sıkışması, iltihabı ve sinir hastalıklarında da meydana gelebilmektedir. Yetersiz BeslenmeVücuda gerekli olan besin maddelerinin alınmaması, doku ve organların doğru şekilde çalışmasını engelleyebilmektedir. Yeterli miktarda vücutta yer almayan protein, vitamin ve mineral eksiklikleri, kas ve diğer dokuların atrofisine sebep olabilir.Hormonal DeğişikliklerHormonal değişik ve dengesizlikler, estrojen hormonunun azalmasına neden olarak dokularda atrofi oluşturur. Menopoz dönemi, hormonal ilaç tedavileri ya da hormonal hastalıklar bu tür değişikliklere sebep olabilir. İlaçlarBazı ilaç çeşitleri uzun süreli ve yanlış dozda kullanıldığında organların atrofisine sebep olabilir. Özellikle bağışıklık sistemi baskılayıcı ilaçlar ve kemoterapi ilaçları bu etkiye yaratır.YaşYaşlanmayla beraber hücre, doku ve organlarda doğal olarak atrofi yaşanabilir. Özellikle kas, kemik ve deri dokuları yaşlanmayla birlikte azalarak hücresel yenilenme yetenekleri kaybeder ve atrofi meydana gelir. Genetik FaktörlerDoğuştan gelen kalıtsal hastalıklar ya da genetik bozukluklar, hücre, doku ve organların normal gelişimini ve işlevini etkileyerek atrofiye yol açabilir.Atrofi Belirtileri Nelerdir?Atrofi belirtileri nedenine bağlı olarak değişir fakat yaygın ve genel olarak görülebilen atrofi belirtileri şunlardır;Atrofi Çeşitleri Nelerdir?Atrofi en yaygın olarak kaslarda görülse de çok çeşitli bir hastalık türüdür. Kaslarda yaşanan körelme ve zayıflamanın yanında organlar, hücreler ve dokularda da gerileme görülür. Bundan dolayı atrofi doku, hücre ve organlarda şu türlere ayrılır:Kas AtrofisiKas atrofisi, kasların kullanılmaması veya nörojenik koşullar nedeniyle kas kütlesinin incelmesi veya kaybıdır. Bu durum kas hücrelerinde bulunan protein sentezinin azalması ya daprotein yıkımının artması sonucu meydana gelir ve kaslarda lif sayısının azalmasına, lif çapının küçülüp kas gücünün kaybedilmesine sebep olur.Spinal Musküler Atrofisi (SMA)Spinal Musküler Atrofi (SMA), kas gücünün kaybına sebep olan ve sinir hücrelerini etkileyen ve kas gücünün kaybına neden olan genetik bir hastalıktır. SMA, omurilikte yer alan motor nöronları etkiler ve bu nöronların kaslara sinyal iletmesini engeller. Bu nedenle kasların zayıflamasına ve atrofiye sebep olur. Bunun yanında sinir hasarı, sinirde sıkışma, ve bazı nörolojik koşullar beyinde sinir atrofisineneden olabilir.Vajinal AtrofiVajinal atrofi, vajina dokusunun zayıflamasıyla görülerek menopoz dönemi veya bazı diğer hormonal değişikliklerle ilişkili olarak ortaya çıkar. Bazı kadınlarda gebelik, doğum, emzirme, kanser tedavileri, yumurtalıkların alınması vajinal atrofiye sebep olabilir.Mide Atrofisi (Atrofik Gastrit)Mide atrofisi, midenin iç yüzeyinde mukozanın incelmesi veya hasar görmesi durumu olarak tanımlanır. Mide mukozasının fonksiyonlarını yerine getiremediği ve bu nedenle sindirim sürecinin etkilendiğinde mide atrofisimeydana gelir.Testitiküler AtrofiTestiküler atrofi, erkeklerde testis boyutunda ya da işlevinde azalma ve küçülme olarak tanımlanır. Erkek üreme sisteminin önemli bir parçası olan testislerde testiküler atrofi oluşması durumunda sperm üretimi ile cinsel hormon olan testosteronun salgılanmasında sorunlar oluşabilir. Sudeck AtrofisiSudeck atrofisi, bölgesel ağrı olarak meydana gelen sudecksendromu olarak da isimlendirilen bir durumdur. Genellikle kaza, travma ya da cerrahi müdahale sonrasında ortaya çıkarak ağrı, şişlik ve hareket kısıtlılığı gibi belirtilerle karakterize edilir. Atrofik rinitAtrofik rinit, burun bozukluğu olarak görülen burun mukozasının incelmesi ve burun içindeki dokuların azalmasıdır. Bu durum, burun mukozasının iltihaplanması ve dejenerasyonu sonucunda meydana gelir.Atrofi çeşitleri, doku ya da organların normal boyutunun azalması ve küçülmesiyle karakterize olan durumlardır. Her bir çeşidinin farklı nedenleri, semptomları ve tedavi yöntemleri olabilmektedir. Tedavi için altta yatan nedenin belirlenip uygun tedavi yöntemlerinin uygulanması sağlanır. Atrofi Nasıl Teşhis Edilir?Atrofi teşhisi için uzman doktorun yapacağı fiziksel bir muayenenin ardından sağlık geçmişinize bakılarak çeşitli testler uygulanabilir. Kol ve bacaklara bakılarak kas kütleniz ölçülür. Atrofi teşhisi için şu yöntemlerden yararlanılabilir:Atrofi Tedavisi Nasıl Olur?Atrofi, altta yatan nedenlere bağlı olarak rehabilitasyon, fizyoterapi, konuşma terapisi ve ortoptik yöntemlerle tedavi edilebilir. Atrofiye sebep olan faktörlerin belirlenmesi ve tedavi yöntemlerinin buna yönelik uygulanması önemlidir. Atrofi tedavisi için en yaygın olarak kullanılan yöntemler şöyle sıralanır:Atrofi Hakkında Sık Sorulan SorularAtrofi nerelerde görülür?Atrofi vücuttaki kasları ve kas gruplarını etkiler, tek bir kası etkileyebileceği gibi tüm kasları da hedef alabilir.Atrofi kalıcı mıdır?Atrofinin kalıcı olup olmadığı temelindeki kaynağın tedavisine göre değişiklik gösterir. Her atrofi çeşidi farklı sonuçlar gösterebilir.Atrofi hangi yaş gruplarında daha yaygındır?Atrofi her yaş grubundan kişilerde görülebilir ve farklı nedenlere bağlı olarak değişir. Özellikle spinal müsküler atrofi(SMA) gibi hastalıklar, erken yaşlarda atrofi semptomlarına yol açabilir.
5,758